SUNUŞ Ülkemizde yasaların çok hızlı değiştiği bir dönemi

advertisement
SUNUŞ
Ülkemizde yasaların çok hızlı değiştiği bir dönemi yaşamaktayız. Aynı
zamanda, bu dönemde Maliye Bakanlığı’nca yapılan düzenlemeler de dikkate
alındığında mevzuatı izlemek, değişiklikleri anlamak, kavramak her geçen gün
zorlaşmaktadır.
Yasal değişiklik yapılması eylemi, esasında bir satranç oyunudur. Şöyle ki,
yapılan bir düzenlemenin öncelikle anayasaya aykırı olup olmadığı ile başlayan bu
süreç, değiştirilen maddenin değişiklik yapılan yasa içindeki yeri, diğer maddeler ile
bağlantısı ve diğer kanunlarla bağlantısı araştırılmak zorundadır. Tabiidir ki bu
süreçlerin sağlıklı bir şekilde işletilmesi halinde ise yasal değişiklik sürecinin çok kısa
sürede gerçekleşmesi her zaman mümkün olmayabilir. Özellikle vergi kanunlarında
yapılan değişikliklerin toplumda tartışılarak önemli bir çoğunlukla benimsendikten
sonra çıkarılması ise yasaların uygulanmasını kolaylaştıracaktır. Demokratik
toplumların özü, sağlıklı tartışma ortamına dayanmaktadır. Tarihsel sürece
bakıldığında yöneticilerin vergilendirme yetkisinin tam olarak sınırlandırılması, ancak
ve ancak demokratik yönetimlerde mümkün olabilmiştir.
Öte yandan vergi ödevinin de evrensel hukuk kurallarına uygun olarak
düzenlenmesi gerekmektedir. Özellikle vergide eşitlik ilkesinin sağlanamaması
toplumsal uzlaşmaya zarar verebilecektir.
Yukarıda kısaca açıklanan yasal sorunlar da dikkate alınarak, 2010 yılına
ilişkin gelir ve kurumlar vergisi açısından yapılacak vergilendirme işlemlerini içeren
“rehber” niteliğindeki bu çalışma üç kitapçık halinde hazırlanarak uygulayıcılara
sunulmuştur.
Bu çalışmada, uygulamada karşılaşılan temel sorunları tespit etmek ve
bunlara çözüm getirmek amaçlanmıştır. Bu çalışmayı yayımlamak suretiyle
uygulayacılara sunan Bursa Serbest Muhasebeciler Odası Başkanı sayın Mesut
TOPCU’ya ve şahsında tüm Oda Kurul Üyelerine teşekkür ederim Ankara, Ocak 2011
Mustafa DÜNDAR
Gelirler Başkontrolörü
1
I.KİTAP
DÖNEM SONU İŞLEMLERİ
I . BÖLÜM
DEĞERLEME
2
SUNUŞ........................................................................................................................... 1
I . BÖLÜM ..................................................................................................................... 2
DEĞERLEME .................................................................................................................. 6
I-
Değerleme İle İlgili Yasal Düzenlemeler................................................................ 6
1-
Envanter .......................................................................................... 9
2-
Envanter Kayıtları .......................................................................... 11
3-
Envanter Sonuçlarının Muhasebe Kayıtlarına Yansıtılması ............... 12
4-
Vergi Usul Kanunu’nda Yer Alan Değerleme Ölçüleri ....................... 20
1)
Maliyet Bedeli ............................................................................................. 21
2)
Borsa Rayici (Sürüm Değeri) ....................................................................... 22
3)
Tasarruf Değeri ........................................................................................... 23
4)
Mukayyet Değer (Kayıtlı Değer).................................................................. 23
5)
İtibari değer (Nominal Değer)..................................................................... 24
6)
Rayiç Bedel .................................................................................................. 24
7)
Vergi Değeri ................................................................................................ 24
8)
Emsal Bedeli ................................................................................................ 24
9)
Alış Bedeli.................................................................................................... 29
BÖLÜM II .................................................................................................................... 31
İKTİSADİ İŞLETMELERE DAHİL İKTİSADİ KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ ..................... 31
II-
İŞLETMEYE DAHİL İKTİSADİ KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ ................................... 32
1. KASA HESABI .......................................................................................................... 32
A. Kasada Yer Alan Nakit Varlıkların Değerlemesi .................................................... 33
B. Kasa Hesabı Bakiyelerinin İşletmenin Faaliyeti İle Uyumlu Olmaması ................ 35
2. ALINAN ÇEKLER HESABI ......................................................................................... 38
3. BANKALAR HESABI ................................................................................................. 39
4. VERİLEN ÇEKLER VE ÖDEME EMİRLERİ HESABI ..................................................... 43
3
5. KREDİ KARTI İŞLEMLERİ ......................................................................................... 44
6. YABANCI PARA ÜZERİNDEN YAPILAN İŞLEMLERİN DEĞERLEMESİ ....................... 49
7. MENKUL KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ .................................................................. 50
8. MENKUL KIYMETLERİN GERİ ALMA VEYA SATMA TAAHHÜDÜ İLE ALIM SATIM
İŞLEMLERİNDE (REPO VE TERS REPO)DEĞERLEME................................... 58
9. ALACAKLARLA İLGİLİ DEĞERLEME İŞLEMLERİ ...................................... 60
10. BORÇLARLA İLGİLİ DEĞERLEME İŞLEMLERİ ........................................ 64
11. AVANS TEMİNAT VE DEPOZİTOLARIN DEĞERLEMESİ ......................... 68
12- ALACAK VE BORÇLARIN GİDERLEŞTİRİLMESİ ..................................... 70
A- Şüpheli Alacaklar ................................................................................................... 70
B- Değersiz Alacaklar ................................................................................................. 77
E. Vazgeçilen Alacaklar .............................................................................................. 79
13- EMTİA (STOK) DEĞERLEMESİ ............................................................ 82
A- STOK ENVANTERİ ................................................................................................... 82
B- DEĞERLEME ÖLÇÜSÜ ............................................................................................. 83
14- FİNANSAL KİRALAMA İŞLEMLERİNDE DEĞERLEME .......................... 104
15. MADDİ DURAN VARLIKLARIN DEĞERLEMESİ ................................... 112
A- Satın Alınan Gayrimenkuller ............................................................................... 113
B- İmal ve İnşa Edilen Gayrimenkuller .................................................................... 115
C- Gayrimenkullerin İktisabından Sonra Yapılan Giderler ...................................... 116
D- Kur Farkı ve Kredi Faizleri.................................................................................... 118
17. GELİR VE GİDER TAHAKKUKLARI VE DÖNEMSELLİK ESASI ................ 129
18 AMORTİSMANLAR .......................................................................... 135
A- Amortisman Konusu........................................................................ 135
B.- Amortisman Ayırma Yöntemleri ..................................................... 136
C- Ekonomik Ömür Ve Amortisman Oranları ........................................ 137
4
D- Kıst Amortisman Uygulaması ........................................................... 142
E- Amortisman Kayıtları ....................................................................... 148
F-
Özel Maliyet Bedellerinin İtfası ..................................................... 149
G-
Madenlerde Amortisman ............................................................. 151
H-
Amortisman Ayrılmasında Özellik Arz Eden Hususlar..................... 151
İ- Amortismana Tabi İktisadi Kıymetlerin [ATİK] Elden Çıkması Ve Yenileme
Fonu ................................................................................................... 154
19. ŞEREFİYE [PEŞTEMALLIK/ HAVA PARASI] ........................................ 158
20. FRANCHISING İŞLEMLERİNİN DEĞERLEMESİ .................................... 160
21. YILLARA YAYGIN İNŞAAT ONARIM İŞLERİ ........................................ 161
22. ÖZEL İNŞAAT İŞLEMLERİNDE DÖNEM SONU İŞLEMLERİ ................... 162
23. KARŞILIKLAR .................................................................................. 163
24. KIYMETLİ MADEN ALIM SATIMI YAPAN İŞLETMELERDE ENFLASYON
DÜZELTMESİ........................................................................................ 164
25. SERMAYEYE EKLENEN VE VERGİLENDİRİLMEYEN KARLARIN İŞLETMEDEN
ÇEKİLMESİ ........................................................................................... 164
26. MALİ RİSKLERİN KANUNİ DEFTERLERE KAYDEDİLMESİ..................... 167
5
DEĞERLEME
I- Değerleme İle İlgili Yasal Düzenlemeler
Türkiye’de uygulanan vergi siteminde vergiyi doğuran olay gelir türüne göre
farklılık arz etmektedir. Özellikle ticari, zirai kazançlar ile kurum kazançlarında gelirin
elde edilmesi bir başka deyişle vergiyi doğuran olay, tahakkuk esasına bağlanmıştır.
Tahakkuk esası, gelirin veya giderin mahiyet ve tutar itibariyle kesinleşmiş ve talep
edilebilir hale gelmiş olmasını ifade etmektedir. Ayrıca, vergiyi doğuran olayın
meydana geldiği vergilendirme döneminde vergilendirme yapılacağından, tahakkuk
ilkesi dönemsellik ilkesi eş anlı olarak uygulanmakla birlikte, yasalarda yer alan özel
hükümler nedeniyle bazen bu ilkelerden de sapmalar olabilmektedir.
Diğer taraftan genel kabul görmüş muhasebe ilkelerinden dönemsellik
kavramı, işletmenin sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belli
dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden
bağımsız olarak saptanması şeklinde açıklanmaktadır. Gelir ve giderlerin tahakkuk
esasına göre muhasebeleştirilmesi, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet,
gider ve zararlarla karşılaştırılması bu kavramın gereğidir. 1 seri no’lu Tek Düzen
Muhasebe Sistemi Genel Tebliğinde de açıklandığı üzere, bu kavramın, işletmeler
açısından geçerliliğinin bulunmadığı veya ortadan kalktığı durumlarda ise, bu husus
mali tabloların dipnotlarında açıklanmak zorundadır.
İşletmeler açısından değerleme işlemleri;
-
Vergi kanunlarında,
-
Türk Ticaret Kanunu’nda,
-
Bankacılık Kanunu’nda,
-
Sermaye Piyasası Kanunu’nda
düzenlenmiştir.
TTK’nun m.75’ de bütün aktiflerin en çok bilanço gününde işletme için haiz
oldukları değer üzerinden kaydolunacağı, borsada kote edilen emtia ve kıymetler o
günün borsa rayicine göre ve tahsil edilemeyen veya ihtilaflı bulunanlar müstesna
olmak üzere, bütün alacaklar da itibari miktarlarına göre hesap edileceği, pasifler,
6
hususiyle bütün borçlar, şarta bağlı veya vadeli olsa bile, itibari değeri üzerinden
hesaba geçirileceği, ticaret şirketleriyle ticaret kurumlarının envanter ve bilançoları
hakkındaki hususi hükümlerin saklı olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu hükümler
çerçevesinde, Türk Ticaret Kanunu’nda Değerleme:
Ticari bilançolar düzenlenirken; şahıs işletmeleri
şirketlerinde değerleme ölçülerinin seçimi serbesttir.
ile
şahıs
Sermaye şirketlerinde ortakların sorumlulukları koydukları sermaye
ile sınırlı olduğundan, değerleme ölçülerinin seçimine sınırlama
getirilmiş, düşük olan değer esas alınmıştır. (TTK, md,460,461)
2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 16 ncı maddesinde ihraçcılar ve
sermaye piyasası kurumları, konsolide olanlar dahil kamuya açıklanacak veya
gerektiğinde Kurulca istenecek mali tablo, rapor ve bilgileri tespit olunacak şekil ve
esaslara, genel kabul görmüş muhasebe kavram, ilke ve standartlarına uymak
suretiyle düzenlemekle yükümlü kılınmıştır. Bu kapsamda Sermaye Piyasası
Kurulu’nca, Sermaye Piyasası Kanunu hükümlerine tabi olan şirketlerde uygulanacak
kurallar belirlenmiştir. Sermaye Piyasası Kurulu’nca yapılan ikincil düzenlemelerde
(11 Seri No’lu 1 No’lu SPK Tebliği) SPK’ya tabi işletmelerin, mali tabloların
hazırlanması sırasında esas alacakları standartlardan mali tablo kalemlerinin
değerlemesine ve ilgililere sunulmasına ilişkin kuralları düzenlenmiş olup, mali
tabloların hazırlamasında Sermaye Piyasası Kurulu'nca yayımlanan standartlar ile
Türk Ticaret Kanunu ve ilgili diğer mevzuat hükümleri tutarlı ve birbirini tamamlayıcı
olarak esas alınacaktır.
Ancak, SPK’nın yaptığı bu düzenlemeler vergi mevzuatında yer alan
değerleme ilke ve kurallarıyla ilgili bulunmamaktadır. Bu nedenle mükellefler
tuttukları defter ve belgeler ile beyannamelerini vergi mevzuatının ilgili hükümlerine
uygun şekilde düzenlemek zorundadırlar. Vergi mevzuatının, Kurul'ca belirlenen
standartlar ile Türk Ticaret Kanunu'nun muhasebeye ilişkin kurallarından farklı
uygulamalara yer verdiği durumlarda işletmelerin, söz konusu mevzuat çerçevesinde,
gerekli düzeltmeleri yapmaları kendi sorumlulukları içerisindedir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nca çıkarılan Bankaların
Muhasebe Uygulamalarına Ve Belgelerin Saklanmasına İlişkin Usul Ve Esaslar
7
Hakkında Yönetmelik’in 4 üncü maddesi uyarınca Bankalar, faaliyetlerini bu
Yönetmelik ve Kurulca çıkarılacak tebliğlere göre muhasebeleştirmek zorundadır.
Bankaların, 16/1/2005 tarihli ve 25702 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türkiye
Muhasebe Standartları Kurulunun 1 sıra Nolu Finansal Tabloların Hazırlanma ve
Sunulma Esaslarına İlişkin Kavramsal Çerçeve Hakkında Tebliğ hükümleri
çerçevesinde Türkiye Muhasebe Standartlarına uygun olarak muhasebeleştirilmek
zorundadır. Ancak, Bankalar Kanunu ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılan ikincik
mevzuata göre kayıtlarını tutan bankalar, vergi kanunlarına uygun mali tablo
düzenlemek ve bunları kurumlar vergisi beyannamesi ekinde de vermek zorundadır.
Dolayısıyla, Bankalar da değerleme hükümleri açısından Vergi Kanunlarına göre
değerleme de yaparak, vergi matrahını belirleyeceklerdir.
Ara sonuç olarak birçok yasada değerleme ile ilgili özel düzenlemeler bulunsa
da, vergi matrahının tespitinde, Vergi Kanunlarına göre değerleme yapılmış mali
tablolardaki tutarla esas alınacaktır.
Vergi Kanunları açısından ise değerleme, VUK md.258, f.1’de vergi
matrahlarının hesaplanmasiyle ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tesbiti şeklinde
tanımlanmıştır.
Vergi Usul Kanunu’nda değerleme iki ana başlık altında düzenlenmiştir.
1- İktisadi işletmelere dahil kıymetlerin değerlemesi,
2- Servetlerin değerlemesi
Vergi mükellefleri, iktisadi işletmelerine dahil olan kıymetleri Vergi Usul
Kanunu’nun ÜÇÜNCÜ KİTAB’ında yer alan düzenlemelere değerlemek zorundadır.
Ancak, VUK’nun 291 inci maddesinde, bir vergiye matrah olan servetin veya servet
unsurlarının değerlenmesinde ise VUK’nun Servetleri Değerleme ile ilgili bölümde
yazılı esaslar uygulanacaktır. Yine aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca da Veraset ve
intikal Vergisi Kanununun uygulamasında yabancı memleketlerde bulunan malların o
memlekette geçerli usul ve esaslara göre tayin ve tespit olunacak değerleri aynen
nazara alınacaktır.
8
1-
Envanter
Vergi Usul Kanunu’nun 182 inci maddesi uyarınca birinci sınıf tüccarlar
envanter defteri tutmak zorundadırlar. Aynı Kanunu’nun 195 inci maddesi uyarınca
da işletme hesabı esasına göre defter tutan ikinci sınıf tüccarlardan emtia üzerine iş
yapanlar, emtia envanteri çıkarmaya mecburdurlar. Bunlar çıkardıkları emtia
envanterini, işlemlere ait kayıtlarla karıştırılmamak şartiyle yeniden işe başlama
halinde işletme defterinin baş tarafına, sonrasında da her hesap dönemi
kapandıktan sonra muamele kayıtlarını takip eden sayfalara yazılmak zorundadır.
Ancak, isteyen mükellefler ayrı bir envanter defteri tutarak emtia envanterlerini bu
deftere kaydedebilirler.Dolayısıyla, ikinci sınıf tüccarlar için envanter defteri
tutulması zorunlu değildir.
Vergi Usul Kanunu’nun 185 inci maddesi uyarınca da, envanter defteri
tutulmakta ise, envanter defterine işe başlama tarihinde ve sonrasında da her hesap
döneminin sonunda çıkarılan envanterler ve bilançoların kaydolunması zorunlu olup,
bu tarihe "bilanço günü" denilmektedir. Dolayısıyla, her işletme bilanço günü
itibariyle envanter çıkarmak zorundadır. Aynı Kanunun 186 ncı maddesinde envanter
çıkarmak, bilanço günündeki mevcutları, alacakları ve borçları saymak, ölçmek,
tartmak ve değerlemek suretiyle kesin bir şekilde ve müfredatlı olarak tespit etmek
şeklinde tanımlanmıştır.
Kural olarak tüm işletmeler bilanço günü itibariyle envanter çıkarmak
zorunda olmakla birlikte, VUK, md. 190 uyarınca;
Büyük mağazalar (Büyük mağazalardan maksat, çeşitli mal üzerine
geniş ölçüde ve perakende iş yapan ticarethanelerdir) ve eczaneler
emtia mevcutlarının envanterlerini üç yılda bir çıkarabilirler. Bu
takdirde envanter çıkarılmayan yıllarda hesaben mevcut iktisadi
kıymetleri envanter defterlerine kaydederler.
Maliye Bakanlığı büyük sınai işletmelerin, icabına göre, iki veya üç
yılda bir envanter çıkarmalarına izin verebilmektedir. Maliye
Bakanlığı’ndan izin alan mükellefler de emtia mevcutlarının
envanterlerini üç yılda bir çıkarabilirler.
9
Bugün itibariyle büyük mağazalar ile eczaneler sadece emtia mevcutlarının
envanterini üç yılda bir çıkarabilmektedirler. Ancak bu mükellefler envanter
çıkarmak zorunda olmadıkları yıllar için kaydi envanter çıkarmak zorundadırlar.
Envanter çıkarma işlemi işletmenin varlıklarının fiilen ve fiziken tespit
edilmesidir. Bu işlemde fiziken sayılan kıymetlerin ölçme veya tartma suretiyle
miktarlarının ayrıntılı olarak tespit edilmesini gerektirmektedir. Aynı tanım, TTK’nun
73 üncü maddesinde de yer almaktadır. 1 Ancak, VUK’nun m. 186, f.2 uyarınca ticari
teamüle göre tartılması, sayılması ve ölçülmesi mutat olmayan malların değerleri
tahminen tespit olunacaktır. Yine aynı maddenin 3 üncü fıkrasında mevcutlar,
alacaklar ve borçların işletmeye dahil iktisadi kıymetleri ifade ettiği hüküm altına
alınmıştır.
Envanter işlemleri sonucunda fiziken tespit edilen kıymetler ve bu
kıymetlerin değerlerinin kanuni defter ve belgelerdeki kayıtlı olan miktar ve
değerlerinin karşılaştırılması gerekmektedir. Dolayısıyla envanter işlemlerini iki başlık
altında toplamak mümkündür.
1- Fiziki sayım,
2- Kaydi envanter,
Uygulamada fiziki sayıma, muhasebe dışı envanter, kaydi envantere de
muhasebe içi envanter denilmektedir. Yapılan tüm envanter çalışmaları sonucunda,
fiziki sayım sonucu ile defter kayıtlarının örtüşmesi sağlanmak zorundadır. Yapılan
envanter sırasında ortaya çıkan fiziki sayım noksanlık ve fazlalıkları ilgili hesaplara
kaydedilmek suretiyle muhasebe döneminde yapılması gereken işlemler
tamamlandıktan sonra genel geçici mizan alınarak kapanış işlemleri yapılır. Bu
işlemlerden sonra da genel kesin mizan alınarak gerekli kontroller de yapıldıktan
sonra mali tablolar düzenlenerek işletmenin ilgili dönemdeki sonuçları tespit edilir.
1
Envanter çıkarmak; saymak, ölçmek, tartmak ve değerlendirmek suretiyle, bilanço
günündeki mevcutları, alacakları ve borçları kat’i bir şekilde ve müfredatlı olarak tespit etmektir.
Mevcutlar, alacaklar ve borçlar işletmeye dahil iktisadi kıymetleri ifade eder...”
10
2-
Envanter Kayıtları
Envanter işlemlerinin hesap dönemi sonunda yapılması gerekmektedir.
Bilindiği üzere hesap dönemi takvim yılı olan olan mükellefler 31 Aralık tarihinde,
kendilerine özel hesap dönemi tayin edilen mükelleflerde tayin edilen özel hesap
dönemi sonunda envanter çıkarmak zorundadırlar.
Diğer taraftan, geçici vergi mükellefleri 217 seri No’lu Gelir Vergisi genel
Tebliği’ndeki düzenlemelere göre ilgili dönem geçici vergi matrahını
belirleyeceklerdir. Bu Tebliğe göre, mükellefler, vergilendirme dönemleri itibariyle
geçici vergiye tabi kazançlarının belirlenmesinde, ticari veya mesleki kazancın
tespitine ilişkin olarak Gelir Vergisi Kanununda yer alan hükümlere uymak
zorundadırlar. Kurumlar vergisi mükellefleri de dönem kazançlarının belirlenmesinde
Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin yanı sıra, safi kurum
kazancının tespitine ilişkin olarak Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan hükümleri de
dikkate alacaklardır. Ancak, geçici vergilendirme dönemleri itibariyle vergiye tabi
kazançların tespitinde de dönemsellik esasına uyularak Vergi Usul Kanununun
değerlemeye ilişkin hükümlerinin de dikkate alınması gerekmektedir. Değerleme
işlemleri ise geçici vergi döneminin kapandığı tarih itibariyle yapılacaktır. Ancak,
geçici vergilendirme dönemlerinde vergiye tabi kazançların tespitinde mükelleflere,
dönem sonu mal mevcutlarını kaydi olarak tespit etmelerine izin verilmiştir. Bununla
birlikte, dileyen mükellefler dönem sonu mal mevcutlarını fiili envanter yapmak
suretiyle belirleyebilmektedirler. İster kaydi, ister fiili envanter sonucu tespit edilmiş
olsun, dönem sonu mal mevcutlarının değeri Vergi Usul Kanununda yer alan
değerleme hükümlerine göre tespit edilecektir.
Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanunu hükümlerine göre
vergilendirme dönemi sonunda işletmede yapılan fiziki envanterin, envanter
defterine kaydedilmesi gerekmektedir. VUK, m. 188 uyarınca envanterin esas
itibariyle defter üzerine çıkarılması esas olmakla birlikte, işlerinde geniş ölçüde ve
çeşitli mal kullanan büyük müesseseler envanterlerini listeler halinde
düzenleyebilmektedirler. Bu takdirde envanter listelerinin:
i.
Sayfa üzerinden numaralanarak sıralanması;
ii.
Envanterin tanzim tarihine göre tarihlenmesi;
11
iii.
Envanter çıkaran memur ile teşebbüs sahibi veya vekili tarafından
imzalanması;
iv.
Aynen envanter defteri gibi saklanması;
şarttır. Bu durumda, envanter defterine listelerin içeriği özet olarak
kaydedilecektir.
Envanter defterine fiziki olarak sayılan iktisadi kıymetlerle birlikte, işletmenin
dönem başı ve dönem sonu bilançolarının da kaydedilmesi gerekmektedir.
Envanter defterlerine kayıtlarının işe başlanıldığı tarihten işin bırakıldığı
vergilendirme dönemi sonuna kadar yapılması gerekmektedir.
3-
Envanter Sonuçlarının Muhasebe Kayıtlarına Yansıtılması
Yapılan envanter çalışması sonucunda tespit edilen hususların kanuni
defterlere aynen yansıtılması gerekmektedir. Envanter çalışmaları sonucunda
karşılaşılabilecek belli başlı hususlar ana başlıkları itibariyle,
1- İktisadi kıymetlerdeki fazlalıklar,
2- İktisadi kıymetlerdeki noksanlıklar,
3- Dönem sonu itibariyle tekemmül etmeyen işlemler.
İktisadi kıymetlerde ortaya çıkan noksanlık veya fazlalıkların mutlaka
araştırılması gerekmektedir. Bu nedenle ortaya çıkan fazlalıkların, “397. Sayım Ve
Tesellüm Fazlaları Hesabı”, noksanlıkların da “197. Sayım Ve Tesellüm Noksanları
Hesabı” na kaydedilmesi gerekmektedir. Söz konusu hesaplar geçici mahiyette
olduğundan, noksanlık hesap dönemi sonunda tespit edilmiş ise en geç son dönem
geçici vergi beyannamesinin verileceği tarihe kadar nedeninin belirlenmesi
gerekmektedir. Bu tarihe kadar belirlenemeyen noksanlıkların gidere, fazlalıklaınr
da dönem karına aktarılması gerekmektedir: . Ancak, ortaya çıkan bu eksikliğin
sebebinin yılsonunda tespiti mümkün olmadığında, bu tutarlar izleyen yıla noksanlık
veya fazlalık olarak yansıyacaktır. Dolayısıyla, beyanname verme tarihine kadar
tespit edilemeyen noksanlıklar ve fazlalıklar kanunen kabul edilmeyen gider olarak
ticari kazanca dahil edilmelidir. Çünkü nedeni belirlenemeyen noksanlıklar
sermayede meydana gelen eksilme addolunarak, GVK, m.40/1 ve 88/3 uyarınca
12
kazancın tespitinde indirilemez. Diğer taraftan ortaya çıkan fazlalıklar ise gelir olarak
dikkate alınır. Gelir yazılan ve beyan edilen envanter fazlalığının daha sonra nedeni
tespit edildiğinde gerekli düzeltme işlemlerinin yapılması gerekmektedir.
Örneğin; 31.12.2010 tarihinde işletmede yapılan fiili sayım sonucunda
kasada 90.000 TL olduğu, kanuni defterlerde ise kasa hesabının 9.000 TL alacak
kalanı verdiği tespit edilmiştir. Bu durumda, aşağıdaki muhasebe kaydının yapılması
gerekmektedir.
-------------------------------------31.12.2010----------------------------------100 KASA HESABI
99.000
397 SAYIM VE TESELLÜM FAZLALARI HESABI
99.000
-----------------------------------------------------------------------------------Söz konusu fazlalığın nedeni, son dönem geçici vergi beyannamesinin
verileceği güne kadar tespit edilememiş ise, 99.000 TL’nin KKEG olarak ticari kazanca
dahil edilmesi gerekmektedir.
Söz konusu fazlalığın nedeni, 01.05.2010 alıcılardan yapılan 100.000 TL’lık
nakit tahsilatın kaydedilmediğinden kaynaklandığı tespit edildiğinde ise aşağıdaki
muhasebe kaydının yapılması gerekmektedir.
-------------------------------------31.12.2010----------------------------------397 SAYIM VE TESELLÜM FAZLALARI HESABI
121 ALICILAR HESABI
99.000
99.000
-----------------------------------------------------------------------------------Önceki hesap döneminde gelir olarak dikkate alınarak ticari kazanca ilave
edilen 99.000 TL’nin 2011 yılının 2 nci geçici vergi döneminden itibaren diğer indirim
olarak geçici vergi beyannamesinde ve yıllık kurumlar vergisi beyannamesinde ticari
kazançtan indirilecektir. Fazlalığın nedeni 01-12/2010 geçici vergilendirme
dönemine ait beyanname verildikten sonra ancak, kurumlar vergisi beyannamesi
verilmeden tespit edilmiş olsaydı bu durumda, geçici vergi beyannamesinde
kanunen kabul edilmeyen gider olarak 100.000 TL beyan edilecek olup, kurumlar
vergisi beyannamesinde ise kanunen kabul edilmeyen gider olarak beyan
13
edilmeyecektir. Bu durumda , geçici vergi beyannamesi ile kurumlar vergisi
beyannamesinde beyan edilen matrahlar arasında uyumsuzluk ortaya
çıkacağından, kurumlar vergisi beyannamesi verildikten sonra ortaya çıkan
uyumsuzluğu açıklayıcı bir dilekçenin vergi dairesine verilmesinde de fayda
bulunmaktadır. Dolayısıyla, Noksanlık ve fazlalıkların sebebine göre vergi kanunları
açısından yapılması gereken işlemlerin değerlendirilmesi gerektiğinin göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
Diğer taraftan TDHP’na göre yıl sonunda ilgili kesin hesaplarına aktarılması
imkanı bulunmayan kasa, stok ve maddi duran varlık sayım noksanları tutarının,
sayım fazlaları tutarının üstünde olması halinde fark kadar ayrılacak karşılıkların da
“199 - DİĞER DÖNEN VARLIKLAR KARŞILIĞI HESABI (-)” na kaydedilmesi
gerekmektedir. Bu durumda Ayrılan karşılık tutarı bu hesaba alacak "654- Karşılık
Giderleri Hesabı'na borç kaydedilir, karşılık nedeninin gerçekleşmesi halinde "197Sayım ve Tesellüm Noksanları Hesabı" karşılığında bu hesaba borç kaydedilir.
Ancak ayrılan karşılık tutarı mali karın tespitinde KKEG olarak dikkate alınmalıdır.
Ancak
ayrılan karşılık tutarı mali karın tespitinde KKEG olarak dikkate
alınmalıdır.
Vergiyi doğuran olayın tahakkuk esasına bağlandığı durumlarda, gelirin veya
giderin mahiyet ve tutar itibariyle kesinleşmesi ve talep edilebilir hale gelmesi
gerekmektedir. Bu nedenle, dönem sonunda yapılan muhasebe içi envanter
sırasında faturası geldiği için gider kaydedilen ancak ilgili dönemde tüketilmeyen
harcamalar ile mal teslim edilmediği halde fatura düzenlenmesi nedeniyle satış
hasılatı kaydedilen tutarların düzeltilmesi gerekmektedir. Çünkü bu nitelikteki
işlemlerde vergiyi doğuran olay gerçekleşmemiştir.
Örneğin, İşletme 31.12.2010 tarihinde düzenlenen ve işletme tarafından
imzalanarak karşı tarafa gönderilen sözleşme nedeniyle 10.000 TL damga vergisi
hesaplanmış ve söz konusu vergi tutarı 2010 yılında gider kaydedilmiştir. Ancak,
14
sözleşmenin karşı tarafça, 01.04.2011 tarihinde imzalanarak bir örneğinin işletmeye
gönderildiği tespit edilmiştir.
Bilindiği üzere damga vergisinde vergiyi doğuran olay, vergiye tabi kağıdın
yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve
herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek hale geldiği anda
meydana gelmektedir. Dolayısıyla, örnek olayda vergiye tabi kağıt, karşı tarafça
imzalanmasıyla meydana geleceğinden, 2010 yılında gider olarak kaydedilen damga
vergisinin düzeltilmesi gerekmektedir. Bu durumda söz konusu vergi tutarı 2010
yılında kanunen kabul edilmeyen gider olarak kazanca ilave edilmelidir. 2011 yılında
ise geçici vergi ve kurumlar vergisi beyannamesinde ise diğer indirim olarak beyan
edilip, ticari kardan düşülecektir.
Yine 2010 yılında ihraç edilmek üzere fatura düzenlenen ancak, dönem
sonuna kadar ihracatı gerçekleşmeyen bir başka deyişle yurt dışına çıkmayan emtia
için de, söz konusu emtia satış hesabına kaydedilerek dönem kazancının tespitinde
dikkate alınmış ise, aynı şekilde işlem yapılması gerekmektedir. İthal edilen mallar
açısından da maın fatura vb.gelse dahi, fiili ithalat yapılmadan söz konusu faturalar
kanuni defterlere kaydedilmemelidir. Aksi taktirde satok envanteri tutmayacaktır.
Kaydi envanter tutarı/miktarı ile fiziki sayım arasında fark doğacaktır. Ancak, ithal
edilip işletmeye getirilmeden antrepoya konulan mallar ise envantere dahil
edilmelidir. Bu malların fiziki sayım sırasında da işletmenin stoklarında olduğu kabul
edilmelidir. Ayrıca, işletmenin kendi deposunda bulunmayan ancak işletmenin
mülkiyetinde bulunan malların emanet verilmesi ya da başka bir kişinin deposuna
konulması halinde de bu malların fiziken işletmede bulunan mallar içinde
değerlendirilmesi gerekmektedir.
1- Ferdi Teşebbüslerde Envantere Alınması Zorunlu Olan Gayrimenkuller
(Taşınmazlar)
Vergi Usul Kanunu’nun 187 nci maddesi uyarınca, ferdi teşebbüslerde,
mükellefin sahip olduğu bina ve arazi hakkında aşağıda yazılı esaslara uyulmak
zorundadır:
1. Fabrika, ambar, atelye, dükkan, mağaza ve arazi -işletmede ister kısmen,
ister tamamen kullanılsınlar- değerlerinin tamamı üzerinden envantere alınır.
15
2. Ticaret hanları gibi oda oda veya kısım kısım kullanılabilen binalarla
evlerin ve apartmanların yarısından fazlası işletmede kullanıldığı takdirde
envantere ithal edilir.
3. Envantere alınan gayrimenkullerin kullanış tarzlarında sonradan vaki
olacak değişiklikler, hesap yılı içinde nazara alınmaz.
Söz konusu madde ferdi teşebbüsleri kapsamakta olup şahıs şirketleri ile
sermaye şirketleri açısından geçerli değildir. Bir başka deyişle kolektif şirketin
ortaklarından birinin adına kayıtlı bulunan gayrimenkulü işyeri olarak kullanması
halinde, kolektif şirket ferdi teşebbüs sayılmadığından söz konusu gayrimenkul
kolektif şirketin aktifine alınmayacaktır. Diğer taraftan, vergi kanunlarımızda “ferdi
teşebbüs” ifadesine yer verilmiş olmasına rağmen, bu kavram tanımlanmamıştır.
Dolayısıyla, sermaye şirketleri dışında kalan şahıs şirketleri (adi ortaklıklar dahil) de
ferdi teşebbüs müdür? Danıştay, 9.D.’nin 23.02.1995 tarih, E. 1994/1948 ve K.
1995/410 sayılı kararında, “Her ne kadar kollektif şirketler Türk Ticaret Kanunu`na
göre tüzel kişiliğe haiz bulunmakta ise de, Vergi Kanunları açısından bu şirketler
ferdi işletme durumda olup, bilançonun aktif ve pasifiyle bütün halinde sermaye
şirketine devri değer artışı kazancına tabi tutulamaz.” şeklinde yorum yapıldığı
görülmektedir. Yine, Danıştay 7.D’nin 23.09.1998 tarih ve E.1997/2365 ve
K.1998/3001 sayılı kararında Kollektif şirket ortağına ait taşınmazın, şirkette
kullanılması halinde de envantere alınması gerektiği belirtilmiştir.
Öte yandan, gerçek usulde vergilendirilen gerçek kişi, sahibi olduğu dükkanın
yarısını ticari faaliyetinde işyeri olarak kullanıp diğer kısımlarını kiraya vermiş ise bu
durumda, gayrimenkulün tamamını envanterine dahil edecektir. Dolayısıyla, bu
dükkanlardan elde ettiği kazançta GMSİ olmayıp, ticari kazanç olacaktır. Bu durumda,
GVK, m.94 uyarınca kira ödemeleri sırasında stopaj (vergi kesintisi) yapılmayacak
olmakla birlikte, kira geliri için fatura vb. belge düzenlenecek ve katma değer vergisi
hesaplanacaktır. Aynı şekilde söz konusu gayrimenkul satılır ya da işletmeden
herhangi bir şekilde çekilir ise belge düzenlenmek ve katma değer vergisi
hesaplanmak zorundadır.
Diğer taraftan, envantere alınması gereken taşınmazın tamamına sahip
olunmaması halinde de, hisseye isabet eden kısmın envantere alınması
16
gerekmektedir.Bu şekilde aktife alınan taşınmazın satılması halinde ise, ortağın
hissesine isabet eden satış bedeli üzerinden de KDV hesaplanması gerekmektedir.2
Öte yandan, kurumlar vergisi mükellefleri arasında sayılan iş ortaklıkları da
ferdi teşebbüs sayılmaktadır. Dolayısıyla, ortaklardan birine ait taşınmazın işletmede
kullanılır ise VUK, m.187 uyarınca adi ortaklığın envanterine dahil edilmesi
gerekmektedir.
İktisadi kıymetlere dahil olup da maliyet bedeli bilinmeyen bina ve arazi vergi
değerleri ile değerlenir. Ayrıca gayrimenkul sermaye iradı sahiplerinin maliyet
değeri bilinmeyen gayrimenkullerinin normal değerleme ölçüsü de vergi
değeridir.
2
D. 7. DAİRE, 01.04.1991 Tarih, E. 1990/1093, K. 1991/1330 sayılı Kararı;
Müşterek mülkiyete konu arazinin paydaşlarından birinin işletmesinde kullanılması
ve satılması durumunda pay oranında KDV`ye tabi olması gerekir.
17
I.
İKTİSADİ İŞLETMELERE DAHİL KIYMETLERİ DEĞERLEME
1) Değerleme
Vergi Usul Kanunu’nun m.258’de değerleme, “vergi matrahlarının
hesaplanmasiyle ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tesbitidir.” şeklinde
tanımlanmıştır. Dolayısıyla, değerleme yapılmasının amacı vergi matrahının tespitine
yönelik olup, iki ayrı işlemden oluşmaktadır. Bunlar;
i-
İktisadi kıymetin değerinin tespiti,
ii-
İktisadi kıymetin değerinin takdiri.
Değerleme işlemlerinde tespit işlemini mükellefler, takdir işlemini ise idare
yapacaktır. Vergi Usul Kanunu’nun m.74’de “Vergi kanunlarında yazılı fiyat, ücret
veya sair matrah ve kıymetleri takdir etmek (Bu gibi takdirler de takdir kararına
bağlanır.)” görevi takdir komisyonlarına verilmiştir. Dolayısıyla, değerleme
işlemlerinde yapılması gereken takdirler, takdir komisyonları marifetiyle yerine
getirilmek zorundadır.
Vergi kanunları açısından değerleme hükümleri esas itibariyle, Vergi Usul
Kanunu’nda düzenlenmiştir. Ancak, değerleme ile ilgili olarak diğer vergi
kanunlarında da değerlemeye ilişkin hükümlere de yer verilmiştir. Örneğin, Katma
Değer Vergisi Kanunu’nun 27 inci maddesinde düzenlenen “emsal bedeli ve emsal
ücreti” Gelir Vergisi Kanunu’nun 63 üncü maddesinde yer alan “Hizmet erbabına
verilen ayınlar, verildiği gün ve yerdeki ortalama perakende fiyatlarına göre; konut
tedariki ve sair suretle sağlanan menfaatler, konutun emsal kirasına veya
menfaatin emsal bedeline göre değerlenir.” hükümleri de esasında değerlemeye
ilişkin hükümlerdir. Vergi Usul Kanunu dışında kalan diğer kanunlardaki değerleme
hükümleri ilgili yasada yer alan özel düzenlemeler olup, sadece düzenlendiği
yasadaki işlemlerlerle sınırlı olarak bu hükümlerin uygulanması gerekmektedir.
18
2- Değerleme Konusu Varlıklar
İktisadi bir varlık olmadıkça değerleme de olmayacaktır. Dolayısıyla
değerlemenin konusunu oluşturan işletmeye veya kişiye ait olan tüm varlıkların
ölçülmesi ve varlığın karşılığının belirlenmesi gerekmektedir. Söz konusu varlıklar
alacaklar, haklar ve borçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu varlık iktisadi bir
işletmeye dahil ise, “iktisadi işletmelere dahil iktisadi kıymetlerin değerlemesi”,
varlık özel mal varlığına dahil ise, “servetleri değerleme” hükümlerine göre
değerleme yapılması gerekmektedir.
Değerleme, varlığa sahip olanlar tarafından yapılacaktır. Bir başka deyişle
varlığa sahip olmayanların değerleme yapması mümkün değildir. Varlığa sahip olmak
demek o varlığın mülkiyet hakkına sahip olmak anlamına gelmemektedir. Varlığın
zilyedliğine de sahip olunması vergi hukuku açısından yeterli görülmüştür. Örneğin,
mülkiyeti muhafaza kaydı3 ile yapılan satışlarda, varlığın mülkiyet hakkına sahip
olunmamakla birlikte söz konusu akde konu varlıkla ilgili değerlemeyi zilyedliği elinde
bulunduran yapmakta, varlığı satan da alacak değerlemesi yapmaktadır. Olaya bu
açıdan bakıldığında bu tip akitlerde her iki tarafın aktifinde de bir varlık olduğu
görülmektedir. Mülkiyeti muhafaza kaydı ile varlığın zilyedliğini elinde bulunduran
amortisman ayırabilmektedir. Diğer taraftan, yurt dışından geçici ithal yolu ithal
edilen amortismana tabi sabit kıymet Türkiye’de kullanılsa dahi, Türkiye’de
amortisman ayrılamaz. Çünkü söz konusu varlığın mülkiyet hakkına sahip olunmadığı
gibi, mülkiyeti muhafaza kaydı ile yapılan alımlarda olduğu gibi o varlığın daha sonra
iktisap edilmesi için herhangi bir andlaşma da bulunmamaktadır.
Ayrıca, Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 290 ncı maddesi uyarınca, finansal
kiralamaya konusu iktisadi kıymetlerde malın mülkiyetine sahip olmayan kiracı da
değerleme yapmakta ve söz konusu iltisadi kıymet için amortisman ayırmaktadır.
3
Mülkiyeti muhafaza kaydı ile satış: Satılan malın karşılığının tamamen satıcıya ödenmesine
kadar malın mülkiyetinin satıcıda kalması ve karşılığın tamamının ödenmesi ile alıcıya
geçmesidir.
19
Diğer taraftan, konsinye satışlarda ise değerlemeyi malı gönderen yapmakta,
konsinye malı elinde bulunduran ise herhangi bir değerleme yapmamaktadır. Aynı
durum, komisyoncuya gönderilen mallar için de geçerlidir.
Yukarıdaki örnekler incelendiğinde değerlemenin kim tarafından yapılacağı,
değerlemeye konu varlığın durumu, söz konusu varlığın hangi amaçla işletmede
bulundurulduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.Ayrıca, varlıkla ilgili olarak yapılan
özel sözleşmeler ile vergi kanunlarında yer alan özel hükümlerin de değerlemenin
yapılmasında belirleyici olduğunun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
3- Vergi Kanunları Açısından Değerleme Yapılmasının Nedeni
Vergi, devletin tek taraflı iradesi ile kişilerden zorla aldığı değerlerdir. Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 73 üncü maddesinde herkes, kamu giderlerini karşılamak
üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlü kılınmıştır. Yine aynı maddede
vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacı olduğu
da hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla devletin egemenlik hakkına dayanarak aldığı
vergilerin toplanmasında bu yükümlülüğün kişiler arasında dengeli dağılımının
sağlanması, vergi matrahlarının aşındırılmasının önlenmesi, gerçek gelir ve servet
unsurunun tespitinin sağlanması amaçlanmıştır. Bu kapsamda, vergi kanunları
açısından matrahın tespitinde, varlıkların değerlerinin tespit edilerek matrahın
belirlenmesi gerekmektedir. Bunun da tüm mükellefler açısından, hem vergi
adaletinin sağlanması ve eşitlik prensibi uyarınca objektif kurallara bağlanarak
gerçekleştirilmesi zorunludur. Bu kapsamda Vergi Usul Kanunu’nda değerlemenin
konusu, değerlemede uygulanacak ölçüler ve diğer esaslar ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir.
4-
Vergi Usul Kanunu’nda Yer Alan Değerleme Ölçüleri
Vergi Usul Kanunu’nun 261 inci maddesinde değerleme ölçüleri tanımlanmış,
izleyen maddelerde iktisadi kıymetlerin değerlemesinde kullanılacak ölçüler
belirtilmiştir. Ancak, tanımlanan ölçüler dışında kullanılan “alış bedeli” ölçüsü Vergi
Usul Kanunu’nda tanımlanmamıştır. Yine diğer vergi kanunlarında yer alan bazı
değerleme ölçüleri -ortalama perakende fiyatları gibi” tanımlanmamıştır.
20
Tanımlanmayan
bu
değerleme
ölçülerinin,
normun
yorumunun
yapılarak
belirlenmesi gerekmektedir.
1) Maliyet Bedeli
VUK’un 262. maddesi uyarınca maliyet bedeli bir iktisadi kıymetin edinilmesi
veya değerlerin arttırılması münasebetiyle yapılan giderlerle bunlara müteferrik
bilumum giderlerin toplamını ifade etmektedir.
Maliyet bedeli, iktisadi varlığın mülkiyetine sahip olabilmek için katlanılan
giderlerden oluşmaktadır. İktisadi kıymet, imal edilmiş şekilde hazır olarak satın
alınabileceği gibi, iktisadi kıymetin işletmede imal ve inşa edilmesi suretiyle de
edinilebilir. Satın alınarak iktisap edilen iktisadi kıymetlerde satın alma bedeli ve
iktisap edilmesi nedeniyle yapılan bilumum harcamalar toplamı maliyet bedelini
oluştururken, imal ve inşa edilerek sahip olunan iktisadi kıymetlerde ise bunların imal
ve inşa giderlerinin toplamı iktisadi kıymetin maliyet bedeli olmaktadır.
Maliyet bedelinin tespitinde, yasa koyucu maliyet bedeli ile değerlenecek
iktisadi kıymetin niteliğini dikkate alarak, maliyet bedelini girmesi zorunlu veya
ihtiyari olan gider unsurlarını belirlemiştir. Bu şekilde bir belirleme yapılmış ise bu
düzenlemelere uyulması zorunludur. Yasa koyucunun açık bir düzenlemeye yer
vermediği durumlarda maliyet bedeli ile değerleme yapılırken, iktisadi kıymetin satın
alınıp işletmenin aktifine alınıncaya kadar yapılan tüm harcamaların maliyet bedeline
dahil edilmesi gerekmektedir.
Maliyet bedeli ölçüsü ile yapılan değerleme tarihi değeri esas aldığından,
maliyet
bedeli
iktisadi
kıymetin
değerleme
günündeki
piyasa
rayicini
yansıtmamaktadır. Dolayısıyla, mali bilançoda yer alan ve maliyet bedeli ile
değerlenen iktisadi kıymetler, bilançoların gerçek durumunu yansıtmasına engel
olmaktadır. Bu nedenle, ülkemizde yeniden değerleme uygulaması ile maliyet
bedelinin bu sakıncası ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Ancak, 2003 yılında yeniden
değerleme olanağı kaldırılarak enflasyon düzeltmesine geçilmiştir. Fakat enflasyon
düzeltmesinin yapılabilmesi için aranan şartların, yasanın yapıldığı tarihteki
ekonomik durumlar dikkate alınarak düzenlendiğinden bugünkü ekonomik verilerle
21
uyum
sağlamadığından
2004
yılından
itibaren
enflasyon
düzeltmesi
de
yapılamamıştır. Bu nedenle, maliyet bedeli ile yapılan değerleme işletmelerin gerçek
durumunu tespit etmesine engel olurken, vergi matrahlarında aşınmayı önlemekte,
ayrıca enflasyon düzeltmesi yapılmadığında fiktif bir gelir artışına da sebep
olabilmektedir.
2) Borsa Rayici (Sürüm Değeri)
VUK’nun 263 üncü maddesinde borsa rayici, “kambiyo, menkul kıymetler ve
ticaret borsalarına kayıtlı olan iktisadi kıymetlerin değerleme gününden önceki son
işlem gününde borsadaki işlemlerin ortalamasına göre oluşan değerlerini ifade eder.
Normal dalgalanmalar dışında bariz bir kararsızlık varsa son işlem günü yerini,
değerlemeden önce gelen otuz günde yapılan işlemlerin ortalamasını aldırmaya
Maliye Bakanlığı yetkilidir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Yasada borsa rayici ile değerlemede“değerleme gününden önceki son işlem
gününde” ifadesine yer verilmiştir. Söz konusu düzenleme uyarınca borsa rayici ile
değerleme yapılacaksa, değerlemeden önceki günde oluşan ortalama değerin
alınmasını gerekmektedir. Bir başka deyişle, 31.12.2010 tarihi itibariyle borsa rayici
esasına göre yapılacak değerlemede, 30.12.2010 tarihinde borsada oluşan ortalama
fiyatların mı esas alınacağı sorunu ile karşılaşılmaktadır. 369 seri no’lu VUK Genel
Tebliğinde “Maliye Bakanlığı'nca aksi yönde bir düzenleme yapılmadığı sürece,
borsada son muamele gününde oluşan rayiç esas alınmak suretiyle değerleme
yapılacaktır.”şeklinde düzenleme yapıldığından, değerleme günündeki borsa
rayicinin esas alınması gerekmektedir.
Öte yandan borsa rayici ile yapılacak değerlemede yabancı menkul kıymetler
açısından yabancı borsda oluşan değer dikkate alınabilecek midir? Bu konuda
VUK’nunda sınırlayıcı bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, Gelir İdaresi
Başkanlığı’nca verilen bir özelgede4 aşağıdaki açıklamaya yer verilmiştir.
4
http://www.vergisorunlari.com.tr/dergi.aspx?desayi=267&deiid=141;
22
Madde hükmünde yer alan “borsa rayici” ifadesinden anlaşılması gereken,
borsa rayici ile değerlenmesi gereken menkul kıymetlere ilişkin değerlerin
Türk borsasında oluşacak değerlere göre belirlenmesidir. Daha açık bir ifade
ile borsa rayici açısından borsanın Türkiye’de bulunması gerekmektedir.
Gelir İdaresi’nin bu görüşü sonucunda yabancı kurumlarca ihraç edilen tahvil
vb. gibi menkul kıymetlerin ilgili ülke borsa rayicine göre değerlenemeyecektir.
Ancak, VUK’nun servetleri değerleme ile ilgili bölümünde yer alan 291 inci
maddede ise “Veraset ve İntikal Vergisi Kanununun tatbikinde yabancı
memleketlerde bulunan malların o memlekette cari usul ve esaslara göre tayin ve
tesbit olunacak değerleri aynen nazara alınır.” Hükmü ile yasa koyucu veraset ve
intikal vergisi açısından değerlemede farklı bir hükme yer vermiştir.
3) Tasarruf Değeri
VUK’nun 264 üncü maddesinde tasarruf değeri “bir iktisadi kıymetin
değerleme
gününde
sahibi
için
ifade
ettiği
gerçek
değerdir”
şeklinde
tanımlanmıştır. .
Yasadaki tanım genel olup hiçbir zaman sübjektiflik taşımamaktadır. Tasarruf
değeri ile yapılacak değerlemede, değer tespiti, yasanın belirlediği objektif
esaslardan hareket edilmesi zorunludur.
4) Mukayyet Değer (Kayıtlı Değer)
VUK’nun 265 inci maddesinde mukayyet değer, “iktisadi kıymetin defter
kayıtlarında gösterilen hesap değeridir” . şeklinde tanımlanmıştır. Her iktisadi
kıymetin değeri muhasebe kayıtlarında gösterilmek zorundadır. Dolayısıyla,
mukayyet değer, bir değerleme yöntemi midir, tartışması hala devam etmektedir.
Ancak, yasa koyucu, mukayyet değeri, bir değerleme ölçüsü olarak kabul etmiştir.
Amortismana tabi iktisadi kıymetler açısından mukayyet değer, ayrılmış olan
amortismanlar düşüldükten sonra kalan değer olacaktır. Ayrılması gerektiği halde
ayrılmamış olan amortismanlar, mukayyet değerin hesaplanmasında dikkate
alınmayacaktır. Enflasyon düzeltmesi yapılması nedeniyle oluşan olumlu ve olumsuz
farklar da mukayyet değerin hesaplanmasında göz önünde bulundurulması
23
gerekmektedir. Bu nitelikteki farklar için VUK’nun mükerrer 298 ve geçici 25 inci
maddesi hükümleri dikaate alınacaktır.
5) İtibari değer (Nominal Değer)
VUK’nun 266 ncı maddesinde itibari değer; “ her çeşit senetlerde, esham ve
tahvilatın üzerinde yazılı olan değerdir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Yasada, yer alan “her çeşit senetler” ibaresinden, kambiyo senetleri , ülke
parası da kastedilmiştir.
6) Rayiç Bedel
VUK’nun mükerrer 266 inci maddesinde rayiç bedel; “bir iktisadi kıymetin
değerleme günündeki normal alım satım değeridir”. şeklinde tanımlanmıştır.
Rayiç bedel ölçütüne göre yapılacak değerlemede objektif olunması
gerekmektedir. Bir başka deyişle bir iktisadi kıymetin değerinin olduğundan yüksek
belirlenmesi halinde değer tespiti tam ve doğru yapılamamış olacaktır. Dolayısıyla,
takdir komisyonu, mahkeme veya değerleme şirketleri aracılığıyla bir tespit
yaptırılarak, iktisadi kıymetin rayiç değerinin belirlenmesi halinde, değer tespitinde
objektif esaslara göre davranıldığı kabul edilebilecektir.
7) Vergi Değeri
VUK’nun 268 nci maddesinde vergi değeri; “ bina ve arazinin rayiç değeridir.
Bu bedel Emlak Vergisi Kanunu’nun 29. maddesine göre ve aynı maddede belirtilen
tüzük hükümlerine uygun olarak tespit edilen değeridir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Bilindiği üzere emlak vergisinde bildirim dönemleri (4) yıllık olup, belirleme
yapıldıktan sonra kalan üç yıl içinde de belirlenen vergi değerleri, yeniden değerleme
oranının yarısı oranında her yıl artırılmaktadır. Dolayısıyla, değerlemenin yapılacağı
yılda, iktisadi kıymetin Emlak Vergisi Kanunu’na göre belirlenen değerinin dikkate
alınması gerekmektedir.
8) Emsal Bedeli
VUK’nun 268 nci maddesinde “Emsal bedeli, gerçek bedeli belli olmayan veya
bilinmeyen veyahut doğru olarak tespit edilemeyen bir malın, değerleme gününde
satılması halinde emsaline nazaran haiz olacağı değerdir.” şeklinde tanımlanmıştır.
24
Bu değerleme ölçüsü işletmeler açısından oldukça önemli olup, birçok
işletmede değerleme işlemlerinde zaman zaman kullanılması gereken ölçüdür. Bu
ölçüye göre yapılacak değerlemenin yapılmaması veya eksik yapılması halinde vergi
ziyaının meydana gelmesi kuvvetle yüksek bir olasılıktır.
Emsal bedel esası , yasada yer alan koşulların gerçekleşmesi halinde her türlü
iktisadi kıymet için uygulanması gereken ölçüdür. Emsal bedel ölçüsünde, değerleme
günü itibariyle, değerlemeye konu iktisadi kıymetin güncel değeri belirlenmeye
çalışılmaktadır. Bu belirleme yapılırken de işletme içi emsaller uygulanmaktadır. Bu
değerleme ölçüsünde üçlü sıra uygulanmaktadır. Yasal açıdan bu değerleme
ölçüsünün kullanılması gereken durumlar ana başlıklar itibariyle aşağıdaki gibidir:
Değerlemeye konu iktisadi kıymetin, gerçek değerinin belli olmaması
veya bilinmemesi,
Değerlemeye konu iktisadi kıymetin gerçek değerinin doğru olarak
tespit edilememesi.
Yukarıdaki şartların gerçekleşmesi halinde emsal bedel ölçütünün uygulanması
zorunluluğu bulunmakla birlikte Yasa’da söz konusu iktisadi kıymetin emsal bedel ile
değerleneceğinin açıkça hüküm altına alınması gerekmektedir. Örneğin, işletmenin
aktifinde kayıtlı bulunan 1950 model bir taşıtın maliyet bedeli bilinmekte ise maliyet
bedeli üzerinden değerleme yapılacaktır. Söz konusu taşıtın antika olması nedeniyle
emsal bedel ölçütüne göre değerleme yapılarak gerekli düzeltme işlemlerinin
yapılması vergi kanunları açısından mümkün değildir. Ancak, söz konusu taşıtın
işletmeden çekilmesi halinde, gerçek satış bedelinin emsal bedel ölçüsüne göre
belirlenmesi gerekmektedir.
Emsal bedelin belirlenmesinde yasa koyucu sınırlamalar getirmiştir. VUK’un
267. maddesine göre emsal bedeli; bu maddede belirlenen üç sıraya göre
belirlenmek zorundadır. Belirlenen bu sıralara da uyulmak zorundadır. İlk iki sıra
mükelleflerce uygulanabilirken, üçüncü sıra idare tarafından yapılacak takdir işlemi
ile emsal bedel tespit edilecektir. Yasada belirlenen üç sıra aşağıdaki şekilde
belirlenmiştir.
25
a) Birinci Sıra Ortalama Fiyat Esası “Aynı cins ve nevideki mallardan sıra ile
değerlemenin yapılacağı ayda veya bir evvelki veya bir daha evvelki aylarda satış
yapılmışsa, emsal bedeli bu satışların miktar ve tutarına göre mükellef tarafından
çıkarılacak olan ortalama satış fiyatı ile hesaplanır. Bu esasın uygulanması için, aylık
satış miktarının, emsal bedeli tayin olunacak her bir malın miktarına nazaran %
25‘ten az olmaması şarttır.”
Bu esasın uygulanabilmesi için, değerlemeye konu malın aynısından işletmede
satılmış olması gerekmektedir. Bir başka deyişle değerlemeye konu malın misli mal
(nitelik, nicelik, özellik ve işlev bakımdan aynı olan) olması zorunludur. Aksi taktirde
bu yöntem uygulanamaz. Örneğin, aynı marka 2009 model taşıtın emsal bedeli,
stokta kalan 2010 model taşıtın ortalama emsal fiyatlarına göre belirlenemez.
Değerlemeye konu malın değerlemenin yapılacağı ayda, önceki ayda ya da bir önceki
ayda satılmış olması gerekmektedir. Örneğin, Aralık ayında yapılacak değerlemede,
değerlemeye konu mal sadece Eylül ayında satılmış ise, bu sıraya göre emsal bedel
belirlenemeyecektir. Değerlemeye konu malın, ortalama satış fiyatı esasına göre
emsal bedelinin belirlenebilmesi için de
ilgili ayda satılan mal miktarının,
değerlemeye konu mal miktarının da % 25’inden az olmaması gerekmektedir.
Örneğin; İşletmenin elinde kalan (M) marka malın 31.12.2010 tarihinde emsal
bedelinin belirlenmesi gerekmektedir. Değerlemeye konu mal miktarı yapılan
envanter çalışmaları sonucunda 100 adet olarak tespit edilmiştir. Aynı maldan AralıkEkim aylarında satış miktarı ve toplam satış bedelleri (KDV hariç) aşağıdaki gibi
olduğu tespit edilmiştir.
Satış Miktarı
Toplam Satış
Ortalama Birim Satış
(Adet) (A)
Tutarı (TL) (B)
Fiyatı (TL) (B/A)
Aralık
20
100.000
5.000
Kasım
30
120.000
4.000
Ekim
40
240.000
6.000
AYLAR
26
Yukarıdaki tabloya bakıldığında, sırasıyla son üç aydaki işlemler açısından
değerlemeye konu mal miktarı olan (100 x %25=)25 adedinden fazla satışın sırayla
bakıldığında ilk olarak Kasım ayında gerçekleştiği görülmektedir. Bu durumda, 100
birim malın 31.12.2010 tarihindeki emsal bedeli (100 x 4.000=) 400.000 TL olacaktır.
Ortalama satış fiyatı esasına göre, iktisadi kıymetin emsal bedeli belirlenemez
ise bu taktirde, ikinci sıraya geçilmesi gerekmektedir.
b) İkinci Sıra Maliyet Bedeli Esası: “Emsal bedeli belli edilecek malın, maliyet
bedeli bilinir veya çıkarılması mümkün olursa, bu takdirde mükellef bu maliyet
bedeline, toptan satışlar için %5, perakende satışlar için %10 ilave etmek suretiyle
emsal bedelini bizzat belli eder.”
Maliyet bedeli esasının uygulanabilmesi için, emsal bedeli belirlenecek iktisadi
kıymetin maliyet bedelinin tespit edilebilir olması ve yasal açıdan herhangi bir
sınırlama getirilmemiş olması gerekmektedir. Örneğin, VUK, m.274 uyarınca,
emtianın maliyet bedeline nazaran değerleme günündeki satış bedelleri % 10 ve daha
fazla bir düşüklük gösterdiği hallerde mükellef, maliyet bedeli yerine VUK’nun267 nci
maddesinin ikinci sırasındaki usul hariç olmak üzere emsal bedel ölçüsünü
uygulayabilecektir. Dolayısıyla yasa koyucu değeri düşen emtiada emsal bedel ölçüsü
uygulanmasında ikinci sırayı hariç tutmuştur.
Maliyet bedeli esasına göre emsal bedelin tespitinde, emsal bedeli
belirlenecek olan iktisadi kıymetin toptan mı perakende mi satışa konu olduğu
belirlendikten sonra; tespit edilen maliyet bedeline,
Toptan satışlarda, % 5,
Perakende satışlarda % 10
İlave edilmek suretiyle emsal bedeli hesaplanacaktır.
Örneğin; işletmede kayıtlı bulunan (Y) malının maliyet bedeli 100.000 TL ise bu
malın nasıl satılacağına göre emsal bedeli aşağıdaki gibi belirlenecektir.
27
Toptan satılacak ise; [100.000 +(100.000 x % 5)]105.000 TL,
Perakende satılacak ise; [100.000 +(100.000 x % 10)]110.000 TL,
olacaktır.
Değerlemeye konu malın perakende ya da toptan satılacak mal olduğunun da
tespit edilmesi zorunludur. Bu şekilde bir tespit yapılamadığı taktirde yine bu esasa
göre emsal bedel tespiti yapılamaz.
Bu sıraya göre de emsal bedel belirlenemediği takdirde uygulanması gereken
esas, üçünü sıradır.
c) Üçüncü Sıra Takdir Esası: ”Yukarıda yazılı esaslara göre belli edilemeyen
emsal bedelleri ilgililerin müracaatı üzerine takdir komisyonunca takdir yolu ile belli
edilir..’’
Takdir işlemi, mükellefin ya da vergi dairesinin/incelemeye yetkililerin talebi
doğrultusunda, VUK hükümlerine göre kurulan takdir komisyonlarınca yerine getirilir.
Takdir komisyonları, emsal bedeli değerlenecek iktisadi kıymetle ilgili olarak iktisadi
kıymetin maliyet bedeli ve piyasa kıymetleri araştırılmak ve kullanılmış eşya için
ayrıca yıpranma dereceleri nazara alınmak suretiyle yapılmak zorundadır. (VUK,
m.258)
Emsal bedelin takdir komisyonu marifetiyle tespit edildiği durumlarda, takdir
edilen bedellere mükelleflerin vergi mahkemesinde dava açma hakkı bulunmaktadır.
Fakat takdir komisyonu kararına karşı doğrudan dava açılmasının hukuken
mümkün olup olmadığı da tartışmalıdır. Dava açılamayacağını savunanlar, takdir
komisyonu kararının icrai bir işlem olmadığı, bu nedenle takdir komisyonu kararına
dayanılarak tanzim edilen beyannamenin ihtirazi kayıtla verilerek, dayanak olarak
alınan takdir komisyonu kararı da dava konusu edilebileceğini iddia etmektedirler. Bu
görüşün kabul edilmesi halinde dava açma süresi de ihtirazi kayıtla verilen
beyannameye ilişkin tahakkuk fişinin tebliğini izleyen günden başlamak üzere 30
gündür. Ancak, dava açılması verginin tahakkukunu durdurmadığından, açılacak
davada yürütmenin de durdurulmasının talep edilmesi gerekmektedir.
28
Öte yandan, Danıştay, 3.D, 07.11.2000 tarih, E. 1999/3652 ve K. 2000/3566
sayılı kararında ise, Takdir Komisyonunca Belli Edilen Emsal Bedele Karşı
Mükelleflerin Dava Açma Hakkının bulunduğuna hükmedilmiştir. Aynı yönde, D.4.,
30.03.1989 tarih, E.1987/240 ve 1989/1561 sayılı Kararı da bulunmaktadır. Bu
durumda takdir komisyonu kararının tebliğ edildiği günü izleyen günden başlamak
üzere 30 gün içinde dava açılması gerekmektedir.
VUK, m.267 uyarınca, emsal bedeli belirlenecek iktisadi kıymet için, yukarıdaki
esaslarla mukayyet olmaksızın yargı organlarınca re’sen belirlenen değerler ile zirai
kazanç ölçülerini tespit eden kararnamelerde yer alan unsurlar emsal bedeli yerine
geçmektedir. Böyle bir durumda takdir komisyonuna başvurulmasına gerek olmayıp,
doğrudan mahkemelerin belirlediği değer ya da zirai kazanç ölçülerinin tespit edildiği
kararnamelerde yer alan bedel, emsal bedel olarak dikkate alınacak olup, emsal
bedelin tespitinde birinci ve ikinci sıranın uygulanması veya takdir komisyonuna
başvurulması söz konusu değildir. Mahkeme kararlarına dayanılarak yapılacak
değerlemede, mahkeme kararında yapılan tespitin ilgili bulunduğu dönem ile
değerlemenin yapılacağı dönemin çakışması gerekmektedir. Örneğin, 2010 yılında
yapılacak değerlemede, mahkeme tarafından 2009 yılına ilişkin yaptırılan değer
tespiti dikkate alınamaz. Böyle bir durumda, birinci ve ikinci sıraya göre emsal bedel
belirlenmeye çalışılmalı, her iki sıraya da göre de emsal bedel belirlenemez ise, takdir
esasına geçilerek takdir komisyonuna başvurulmalıdır.
9) Alış Bedeli
Alış bedeli ölçüsü VUK’nunda tanımlanmamış olmakla birlikte, VUK, m.279’da
hisse senetleri ile fon portföyünün en az yüzde 51'i Türkiye'de kurulmuş bulunan
şirketlerin hisse senetlerinden oluşan yatırım fonu katılma belgelerinin alış bedeliyle
değerleneceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca, vergi kanunlarında da “alış bedeli”
ifadesine yer verilmesine rağmen hiçbir vergi kanununda bu ölçü tanımlanmıştır.
Alış bedeli, bir iktisadi kıymetin satın alınması karşılığında ödenen veya
borçlanılan bedel, olarak tanımlanabilmektedir. Bu tanımdan hareket edildiğinde,
alış bedeli sadece iktisadi kıymetin alış değerini bir başka deyişle kıymetin edinimi
nedeniyle ödenen/borçlanılan bedeli kapsamakta olup, bunun dışında kalan alışla
29
ilgili diğer masrafları (Nakliye, faiz, komisyon vb. gibi)
kapsamamaktadır. Alış
bedeline bağlı olarak ortaya çıkan giderler alış bedeli içine girmediğinden, ilgili
dönem kazancının hesaplanması sırasında gider olarak indirilecektir. Dolayısıyla, alış
bedeli maliyet bedelinden ayrılmakta olup, alış bedeli maliyet bedeline eşit değildir.
30
BÖLÜM II
İKTİSADİ İŞLETMELERE DAHİL İKTİSADİ KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ
31
II- İŞLETMEYE DAHİL İKTİSADİ KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ
1. KASA HESABI
Değerlemenin yapılacağı günde bir başka deyişle bilanço günü itibariyle
(faaliyet
döneminin
son
günü)
işletmenin
kasa
mevcutlarının
sayılması
gerekmektedir. Kasa ile kastedilen sadece işletmede bulunan kasa değil, işletmeye
dahil olan ancak güvenlik vb. sebeplerle bankadaki kiralık kasada ya da başka
mahalde (ev, depo vb. gibi) bulunan ve işletmete ait bulunan değerlerim de sayılması
gerekmektedir.
Yapılan kasa sayımı sonucunda kasada bulunan;
Nakit varlıklar,
Çek, senet gibi kıymetli evraklar,
Kıymetli madenler
Üzerinde yazılı para birimi itibariyle (kıymetli madenlerinde özelliği, miktarı)
belirlenmelidir. Ayrıca, işletmenin kasasında bulunan ancak işletmeye ait olmayan
kıymetlerin kime ait olduğu da bu envanterde tespit edilerek envanter listelerine
veya envanter defterine aktarılmalıdır.
Sayım işleminden sonra, kasadaki kıymetler ile defteri kebir hesapları
karşılaştırılmalıdır.
Sayım sonucundaki tutarların da işletmenin genel geçici
mizanındaki kasa hesabının/alınan çekler hesabının/alacak senetleri hesabı vb.
hesapların bakiyesi ile karşılaştırılması gerekir. Yapılan karşılaştırma sonucunda,
sayım sonuçları ile genel geçici mizandaki rakamların birbirine eşit çıkması halinde
herhangi bir düzeltme kaydı yapılmayacaktır.
Yapılan fiili sayım sonuçları ile genel geçici mizandaki rakamlar arasında bir
fark ortaya çıkarsa bu envanter farklarının araştırılması gerekmektedir. Bunun için de
öncelikle tespit edilen farkın kasadaki fazlalıktan kaynaklanmakta ise, “397 Sayım ve
Tesellüm Fazlalıkları” hesabının alacağına, kasadaki noksanlıktan kaynaklanmakta ise
32
“197 Sayım ve Tesellüm Noksanlıkları” hesabının borcuna gerekli kayıtlar
yapılmalıdır.
Unutulmaması gereken, aktif karakterli kasa hesabının borç bakiyesi vermesi
zorunludur. Kasa hesabının alacak bakiyesi vermesi de muhasebe ilkeleri ve tek
düzen muhasebe hesap planı ile ekonomik ve ticari icaplara uygun değildir. Kasa
hesabının alacak bakiyesi vermesi halinde kasa sayımı yapılarak, kasa hesabının
durumu fiili duruma getirilmeli bunun için de gerekli muhasebe kayıtları yapılmalıdır.
Kasanın alacak bakiyesi vermesi veya fiili kasa mevcudu ile kayıtların uyum
sağlamaması halinde ortaya çıkan uyumsuzluğun nedenlerinin araştırılarak bulunan
nedene göre düzeltme kayıtlarının yapılması gerekir. Ancak, kasa farkının sebebinin
araştırılması gerekmektedir. Kasa sayımı sonucu kasa fazlası çıkması halinde, bu fark
vergi uygulaması açısından matraha ilave edilmek, kasa sayım noksanlığının çıkması
halinde ise, bu fark mali kârın tespiti açısından kanunen kabul edilmeyen gider olarak
dikkate alınmak zorundadır. Beyanname verildikten sonra tespit edilen farklılık
sebeplerine göre de, dönemsellik ilkesi uyarınca, düzeltme beyannamesi ile gerekli
düzeltme işlemleri yapılmalıdır.
Kasa sayımı sonucunda kasada bulunan ve fiilen tespit edilen kıymetlerin
değerinin tespit edilmesi gerekmektedir.
A. Kasada Yer Alan Nakit Varlıkların Değerlemesi
1- Ulusal Para
Fiili sayım sonucunda kasada bulunan ulusal para, VUK, m.284 uyarınca itibari
değerle değerlenecektir.
2- Yabancı Para
Fiili sayım sonucunda kasada bulunan yabancı paralar, VUK, m.280 ve 284
uyarınca borsa rayici ile değerlenir. Borsa rayicinin oluşumunda muvazaa olduğu
anlaşılırsa bu rayiç yerine alış bedeli esas alınır. Yabancı paranın borsada rayici yoksa
33
değerlemeye uygulanacak kur Maliye Bakanlığınca tespit olunacaktır. Ancak,
ülkemizde kambiyo borsası olmadığından, 130 Sıra No' lu Vergi Usul Kanunu Genel
Tebliği ile 217 Seri No' lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinde belirtildiği üzere değerleme
günü itibariyle Maliye Bakanlığı’nca kur ilan edilmediği durumlarda T.C. Merkez
Bankasınca ilan edilen kurların esas alınması gerekmektedir. Bu şekilde yapılacak
değerlemelerde efektif cinsinden yabancı paralar için efektif alış kurunun
(bulunmaması halinde döviz alış kurunun), döviz cinsinden yabancı paralar içinse
döviz alış kuru uygulanacaktır. 217 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği uyarınca,
geçici vergi dönemlerinde yapılacak değerlemelerde geçici vergi açısından yapılacak
yabancı para değerlemelerinde Maliye Bakanlığı’nca kur ilan edilmediğinden,
değerleme günleri itibariyle TC Merkez Bankasınca Resmi Gazete'de ilan edilen kurlar
esas alınacaktır. Bu şekilde yapılan değerlemelerde, değerleme gününün resmi tatil
olması veya başka nedenlerle TC Merkez Bankası’nca kur ilan edilmemiş ise
değerleme gününden geriye doğru en yakın gün için ilan ettiği kur dikkate
alınmalıdır.
Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ile yabancı para arz ve
talebi ülkemizde serbest bırakılmıştır. Ancak, bugüne kadar ülkemizde kambiyo
borsası kurulmamıştır. Bu nedenle bankalar, PTT, yetkili müesseseler (döviz büfeleri),
kıymetli maden aracı kuruluşları ve özel finans kurumları serbestçe yabancı para alıp
satabilmekle birlikte, bunların işlemlerinde uygulayacakları kur TC Merkez
Bankası'nın belirleyeceği usullere göre tespit edilmektedir.
Diğer taraftan, vergi uygulamaları açısından, yasada açık bir hüküm
bulunmamasına rağmen Maliye Bakanlığı’nca Tebliğler ile yapılan düzenlemeler
sonucunda bankaların yıl sonlarında yapacakları değerleme sırasında Maliye
Bakanlığı’nca belirlenen kurlar yerine, T.C. Merkez Bankasınca belirlenen esaslara
uygun olarak tespit ettikleri ve fiilen uyguladıkları alış kurlarını esas almaları
gerekmektedir.
Yabancı paraların değerlemesinde, 283 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel
Tebliği’ne göre, efektif alış kurları kasada bulunan nakit yabancı paralar için, nakit
yabancı para için efektif kur bulunmadığı takdirde döviz alış kuru esas alınacaktır.
34
Diğer taraftan, banka hesaplarında tutulan yabancı paralar da efektif alış kuru ile
değerlenecektir. Döviz alış kurları ise nakit olmayan yabancı paralar için
uygulanacaktır. Bu şekilde değerlenecek yabancı paralar döviz olarak adlandırılan
yabancı para cinsinden düzenlenen mektuplar, senetler ve diğer kıymetli evraklardır.
3- Kıymetli Evraklar
Yapılan fiili sayım sonucunda kasada tespit edilen, çek, senet vb. kıymetli
evrakların da değerleri bunların ulusal para ve yabancı para cinsinden düzenlenip
düzenlenmediğine göre aynen yukarıda belirtilen esaslara göre değerleri tespit
edilecektir. Bu değerleme işlemleri,
sonuçlandırılacaktır.
kıymetli evrağın niteliğine göre de
Örneğin kasada bulunan bir alacak senedi ise, alacakların
değerlenmesine ilişkin kurallara göre değerleme yapılacaktır.
4- Kıymetli Madenler
Yapılan fiili sayım sonucunda işletmenin kasasında altın, gümüş vb. gibi
kıymetli maden bulunmakta ise, bunların niteliğine göre değerleme yapılacaktır.
Örneğin söz konusu varlıklar işletmede mal olarak bulunmakta ise mallara ilişkin
değerleme ölçüsüne göre, varlıklar teminat olarak bulunmakta ise teminatların
değerlenmesine ilişkin kurallara göre değerinin tespit edilmesi gerekmektedir.
B. Kasa Hesabı Bakiyelerinin İşletmenin Faaliyeti İle Uyumlu Olmaması
Ülkemizde kayıt dışı ekonominin getirdiği problemlerin başında işletmeden
yapılan ödemelerin belgeye dayalı olmaması nedeniyle ödemelerin kasadan
yapılmasına rağmen kayıtlara alınamaması nedeniyle kasa hesabının bakiyesi gerçek
durumu yansıtmamaktadır. Ayrıca, şirketlerin kurumsallaşmamış olması nedeniyle
şirket ortaklarının, işletmeyi ferdi bir işletme gibi görerek işletme kasasının kendi
kasaları gibi görmektedir. Halka açık olmayan anonim şirketler dışında kalan diğer
sermaye şirketlerinde de avans kar payı dağıtımına izin verilmediğinden, ortakların
işletmeden nakit para çekişleri de kayıt altına alınmamaktadır. Bunun da nedeni,
ortakların işletmeye olan borçları nedeniyle, örtülü kazanç dağıtımı sayılması ve
bunun işletmeye ayrıca vergisel yük getirmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla,
35
vergi kanunlarında tam olarak uyulamaması nedeniyle gerçek durum gizlenmeye
çalışıldığından kasa hesabında oldukça yüklü bakiyelere ulaşılmaktadır. Tüm bu
olumsuzluklar sonucunda işletmenin kasasında yapılacak fiili sayım sonucunda tespit
edilen
para
ile
işletmenin
kanuni
defterindeki
kasa
hesabının
bakiyesi
tutmamaktadır.
İşletmenin faaliyetine, iş hacmine ve kasa hareketlerine göre kasasında
bulunması gereken meblağ tespit edildikten sonra, bu meblağı aşan kısım var ise, bu
durumun VUK, m.3 uyarınca iktisadi ve teknik icaplara uymadığı kabul edilerek,
belirlenen tutarı aşan kasa hesabı bakiyelerinin gerçekte ortaklara verilen bir borç
olduğu ancak kayıtlara yansıtılmadığı kabul edilmektedir. Çünkü basiretli bir işadamı
hiçbir zaman elinde atıl fon tutmayacaktır. Dolayısıyla, kasa hesabının günlük
bakiyeleri üzerinden, tespit edilen meblağı aşan tutarlar için adat yapılarak
işletmenin yoksun kaldığı faiz geliri tespit edilmektedir. Adat hesabında aşağıdaki
formül kullanılmaktadır.
Adat
= (Gün x kredi tutarı x faiz oranı) / 36.000
İşletme açısından adat hesaplanmasında işletme içi emsal faiz oranları (işletme
kredi kullanmış ise ortalama kredi faiz oranı, işletmenin vadeli mevduatı var ise
mevduat faiz oranı gibi) tespit edilebilir ise bu oranlar, tespit edilememesi halinde
ise, Merkez Bankasınca belirlenen reeskont faiz oranı uygulanmalıdır. Yapılacak
hesaplama sonucunda hesaplanan adat tutarlarının muhasebe kayıtlarının aşağıdaki
gibi yapılması gerekmektedir.
-------------------------------------../../20..----------------------------------131 ORTAKLARDAN ALACAKLAR
679 DİĞER OLAĞANDIŞI GELİR VE KARLAR
XXX
XXX
-----------------------------------------------------------------------------------Bu durumda, hesaplanan adat tutarları, 5520 sayılı KVK, m.13, f.6 uyarınca da,
hesap dönemi sonu itibariyle ortaklara dağıtılmış kar payı olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla hesaplanan adat tutarı brütleştirilerek, brüt tutar üzerinden gerçek kişi
36
ortaklara isabet eden kar payı olarak kabul edilip kar payı stopajı da yapılması
gerektiğinden hesap dönemi sonunda stopaj yapılması halinde de aşağıdaki
muhasebe kaydının yapılması gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------131 ORTAKLARDAN ALACAKLAR
XXX
360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Hesap dönemi sonunda dağıtılmış kar payı olarak kabul edilen bu tutarın,
hesap dönemi sonunda elde edilen kar’dan indirilmesi, gerekmektedir. Dönem
karından indirilen bu tutar da beyannamede kanunen kabul edilmeyen gider olarak
beyan edilecektir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------590 DÖNEM KARI
XXX
131 ORTAKLARDAN ALACAKLAR
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Kasa adatının geçici vergi açısından, vergilendirme dönemleri itibariyle
yapılması gerekmektedir. Ancak, vergi incelemelerinde söz konusu adatın hesap
dönemi sonunda yapıldığı kabul edilerek son geçici vergilendirme dönemine ait
matraha ilave edildiği görülmektedir. Bu durum, dönemsellik ilkesi ile çelişmektedir.
Adat hesaplanması halinde hesaplanan adat tutarı üzerinden katma değer
vergisinin hesaplanıp hesaplanmayacağı konusu ise 2010 yılında Gide Vergileri
Kanunu’nda yapılan düzenleme ile çözülmeye çalışılmıştır. 6009 sayılı Yasa ile Gider
Vergileri Kanunu’nun 28 inci maddesinin son fıkrası aşğaıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“90 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre ikraz işleriyle uğraşanlarla
ikinci fıkrada belirtilen muamele ve hizmetlerden herhangi birini esas iştigal konusu
olarak yapanlar bu Kanunun uygulanmasında banker sayılırlar. Bir şahsın
münhasıran altın alım ve satımı ile uğraşması banker sayılmasını gerektirmez.”
37
Yapılan bu değişiklikten sonra Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 87 seri no’lu Gider
Vergileri Kanunu Genel Tebliği’nde aşağıdaki açıklama yapılmıştır.
“…
Buna göre, 6802 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen
işlemleri esas iştigal konusu olarak yapanlar, bu işlemleri ilgili kanunlarla
yetkilendirilmek veya izin verilmek suretiyle yürüten kişileri ifade etmektedir.
Dolayısıyla bunların 6802 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen
işlemleri "esas iştigal konusu" olarak BSMV ye tabi olacak, bunlar dışındakilerin aynı
fıkrada belirtilen işlemleri "esas iştigal konusu" olmadığından KDV ye tabi olacaktır.
…”
Bu
düzenlemeler sonucunda ortaklara yapılan ödemeler sonucunda
hesaplanan adat tutarları üzerinden işletmenin esas faaliyeti bankerlik
ise
BSMV,
esas
faaliyeti
bankerlik
değilse
KDV
hesaplanması
gerekmektedir.
2. ALINAN ÇEKLER HESABI
İşletmenin aldığı çeklerle ilgili olarak dönem sonunda envanter çalışması
yapılmak zorundadır. Tek düzen hesap planına göre alınan çeklerden, dönem sonu
itibariyle vadesi gelmeyenlerin tespit edilmesi gerekmektedir. İşletmede dönem
sonunda yapılan sayımda alınan çekler aşağıdaki şekilde tasnife tabi tutulmalıdır:
Karşılıksız olup herhangi bir işlem yapılmayan çekler,
Karşılıksız olup, icra işlemine tabi tutulan çekler,
Uzun vadeli çekler,
Kısa vadeli çekler,
Teminat çekleri
38
Yukarıdaki tasnif sonucunda, ticari işlemler nedeniyle alınan vadeli çeklerin
dönem sonunda Tek Düzen Hesap Planı uyarınca kısa vadeli olanları 121 No’lu
Alacak Senetleri Hesabına, uzun vadeli olanların da 221 No’lu Alacak Senetleri
Hesabına aktarılması gerekmektedir.
Yapılan fiili sayım sonucunda 101 Nolu Alınan Çekler Hesabı’nın borç
kalanında gözüken tutar ile sayım sonucu saptanan çek tutarları arasında bir sayım
farkının
ortaya
çıkması
halinde,
kasa
sayım
farklarında
olduğu
gibi
muhasebeleştirilmesi ve sebebinin araştırılması gerekmektedir. Çeklerdeki eksiklik
gider olmakla birlikte KKEG olarak kazanca eklenmelidir. Çeklerde bir fazlalık
bulunmakta ve sebebi tespit edilememiş ise bunun da gelir yazılması ve dönem
kazancı içinde beyan edilmesi gerekmektedir.
Yapılan fiili sayım sonucunda işletmede karşılıksız çıkan çeklerin olması halinde
bu çeklerin “128 Şüpheli Ticari Alacaklar” hesabına aktarılması, karşılıksız çıkan
çekler hakkında icraya başvurulmuş ise işletme sahiplerince verilecek karara göre
karşılık ayrılması gerekmektedir.
Diğer taraftan, işletmede teminat olarak alınan çekler bulunmakta ise bunlar
ayrıca Nazım Hesaplarda izlenmeli, bu çeklerde değerlemeye tabi tutulmalıdır.
Yabancı para üzerinden düzenlenmiş alınan vadeli çeklerinde dönem sonu kur
değerlemelerinin yapılarak tespit edilecek kur farklarının ilgili sonuç hesaplarına
aktarılması temin edilmelidir.
3. BANKALAR HESABI
İşletmenin banka hesapları envanteri yapılırken vadeli ve vadesiz mevduat
hesaplarının ayrıştırılması gerekmektedir.
a- Vadesiz Banka Hesapları
Bankalardan
alınacak
hesap
ekstreleri
ile
kanuni
defter
kayıtları
karşılaştırılarak, eksik ve hatalı kayıtların düzeltilmesi gerekmektedir. Bu düzeltme
işlemleri sırasında, bankaların hesaptan yapmış olduğu kesintilerin de (BSMV, Gelir/
39
Kurumlar Vergisi Stopajı ve diğer kesintiler) muhasebe kayıtlarına yansıtılması
gerekmektedir.
Ulusal para cinsinden bankada açılan mevduat hesapları, aynen kasada
bulunan ulusal para gibi değerlenecektir. Yabancı para cinsinden açılan mevduat
hesaplarının ise, değerleme gününde geçerli kur üzerinden Türk Lirasına çevrilerek
doğan kur farklarının ilgili hesaplara kaydedilmesi gerektedir.
Vadesiz mevduatlarla ilgili olarak dönem sonunda banka tarafından
hesaplanan faizlerin ilgili gelir hesaplarına aktarılması, faiz geliri üzerinden yapılan
kesintilerin muhasebe kayıtlarına yansıtılması gerekmektedir.
b- Vadeli Banka Hesapları
01.01.2004 tarihinden geçerli olmak üzere Vergi Usul Kanunu’nun 281’inci
maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik sonucunda, mevduat ve kredi
sözleşmelerine müstenit alacakların değerleme gününe kadar hesaplanacak
faizleriyle birlikte dikkate alınması gerekmektedir.Bu madde hükmü ile vadesi izleyen
döneme sarkan banka mevduatlarında, bankaca kayden de olsa herhangi bir şekilde
faiz hesaplanmamakla birlikte, değerleme günü itibariyle hesaplanan faiz gelirinin bu
döneme yansıtılması gerekmektedir.
Diğer taraftan, vadeli mevduat hesapları üzerinden GVK, m.94, KVK, m.15 ve
30’a göre yapılması gereken vergi kesintileri vade sonunda banka tarafından faiz
tahakkuku sırasında yapılacaktır. Dolayısıyla değerleme sonucu kayıtlara alınan faiz
gelirleri üzerinden yapılması gereken vergi kesintileri ile ilgili olarak nasıl bir işlem
yapılacağı sorunu ile karşılaşılmaktadır. Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 28.04.2000
tarihli 2000/2 Seri No'lu Kurumlar Vergisi İç Genelgesi’nde konuyla ilgili aşağıdaki
açıklamalar yapılmıştır.
‘‘5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 44. maddesinde, beyannamede
gösterilen kazançlardan bu Kanun’a ve Gelir Vergisi Kanununa göre tevkifan kesilmiş
olan vergilerin beyanname üzerinden hesaplanan kurumlar vergisinden mahsup
edileceği hüküm altına alınmıştır.Buna göre, vadesi değerleme gününden sonra olan
repo ve ters repo işlemleri ile vadeli mevduat hesaplarına ilişkin olarak, değerleme
40
gününe kadar tahakkuk eden ve ticari kazancın tespitinde gelir olarak dikkate alınan
faiz tutarları üzerinden, ilgili dönem beyannamesinin verilmesi gereken sürenin
sonuna kadar tevkif edilmiş olan verginin, beyannameye ithal edilen gelire isabet
eden kısmı hesaplanan vergiden mahsup edilecektir.’’
Söz konusu İç Genelgede yer alan bu açıklamalar aynen 5520 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanununun 1 Seri Numaralı Genel Tebliğinde de (34.8.Bölümü) yer
almaktadır.
Maliye Bakanlığı’nca yapılan yukarıdaki ikincil düzenlemelere göre vadesi
değerleme gününden sonra ancak beyanname verme tarihinden önce dolan
mevduat hesaplarında kıst olarak hesaplanıp gelir yazılan işlemiş faizlere isabet eden
gelir vergisi stopajı beyannamede mahsuba konu edilebilecektir. Ancak, beyanname
verme süresi dolmadan vadeli hesabın vadesinden önce kapatılması halinde mahsup
işleminin yapılmaması gerekmektedir. Diğer taraftan, vadesi beyanname verme
süresinden sonra dolan mevduat hesaplarında ise stopajın tamamı faiz ödemesinin
yapıldığa yıla ilişkin gelir ve kurumlar vergisi beyannamesinde hesaplanan
vergilerden yapılması gerekmektedir.
Muhasebe kayıtları açısından, vadesi gelmediği halde değerleme günü
itibariyle hesaplanan faiz gelirinin aşağıdaki şekilde kaydedilmesi gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------181 GELİR TAHAKKUKULARI
193 PEŞİN ÖDENEN VERGİLER VE FONLAR
XXX
XXX
642 FAİZ GELİRLERİ
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Hesabın vadesi ertesi yıl dolduğunda da aşağıdaki kaydın yapılması gerekir.
41
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------102 BANKALAR
XXX
193 PEŞİN ÖDENEN VERGİLER VE FONLAR
XXX
642 FAİZ GELİRLERİ
XXX
(Vadesi bu Döneme İsaebet eden tutar)
181 GELİR TAHAKKUKLARI
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Vadeli hesabın vadesinden önce bozdurulması halinde ise aşağıdaki muhasebe
kaydı yapılarak gelir tahakkukları iptal edilmelidir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------681 ÖNCEKİ DÖNEM GİDER VE ZARARLARI
XXX
181 GELİR TAHAKKUKLARI
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Bankaca, kapatılan vadeli mevduat nedeniyle vadesiz mevduata ödenen faiz
oranı üzerinden faiz tahakkuk ettirilmesi halinde aşağıdaki muhasebe kaydının
yapılması gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------102 BANKALAR HESABI
193 PEŞİN ÖDENEN VERGİLER VE FONLAR
642 FAİZ GELİRLERİ
XXX
XXX
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Vadeli mevduatla ilgili yapılan açıklamalar ticari işletmeler adına açılan ve
ticari işletmenin aktifinde izlenen mevduat hesapları için uygulanacak olup, bireylerin
bankadaki vadeli mevduat hesaplarından elde edilen menkul sermaye iratlarında
uygulanmayacaktır. Çünkü menkul sermaye iratlarında vergiyi doğuran olay tahakkuk
esasına bağlanmamıştır.
42
4. VERİLEN ÇEKLER VE ÖDEME EMİRLERİ HESABI
Tek Düzen Hesap Planında “103 VERİLEN ÇEKLER VE ÖDEME EMİRLERİ
HESABI”nda izlenmesi gereken verilen çek ve ödeme emirlerinin, kişilere çek ve
ödeme emri verildiğinde bu hesaba alacak; çek ve ödeme emirlerinin bankadan
tahsil edildiği anlaşıldığında bu hesaba borç, bankalar hesabına da alacak
kaydedilmesi gerektiği açıklanmıştır.
Dolayısıyla, işletmenin vermiş olduğu çek ve ödeme emirlerinin bankadan
tahsil edilinceye kadar bu hesapta izlenmesi gerekmektedir. İşletmeler verdikleri
çekleri kayıt altına alırken verilen çekler ister işletme çeki isterse üçüncü şahıslara ait
olsun mutlaka bu çeklerin bir fotokopisini muhasebe kaydının dayanağı olan fişin
ekinde de saklamaları gerekmektedir. İleride yapılacak bir vergi incelemesinde
ödemenin çekle yapılmış olması halinde çekle ilgili bilgilere ulaşılması gerekmektedir.
Özellikle ciro edilmiş çeklerin kayıtlarda sağlıklı işlenmemesi halinde, yeterli bilgi
verilememekte dolayısıyla ödemenin banka kanalıyla yapıldığı ispatlanamamaktadır.
Değerleme günü itibariyle verilen çekler hesabı kanuni defter kayıtlarından
tespit edildikten sonra, bu çeklerin banka hesapları ile karşılaştırılmasının yapılması
gerekmektedir. Verilen çeklerden bankaca ödenenlerin, işletme tarafından iptal
edilen veya değiştirilen çeklerin sağlıklı bir şekilde tespitinin yapılması sağlanmak
zorundadır.
Verilen çek ve ödeme emirleri hesabı bilançonun aktifinde (-) olarak yer
almakla birlikte pasif karakterli bir hesap olup, işletme açısından bir borcu
yansıtmaktadır. Bu niteliği itibariyle bu hesapta yer alan meblağların mukayyet
değerle değerlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, "Alınan çekler" hesabı ve "verilen
çekler ve ödeme emirleri" hesabında yer alan vadesi sonraki yıllara isabet eden
tutarların dönem sonunda 4 seri no'lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği'nde
yapılan açıklamaya uygun olarak "Alacak senetleri" ve "Borç senetleri" hesabına
aktarılması da gerekmektedir. Aksi taktirde bilançonun hazır değerler toplamı gerçeği
yansıtmadığı gibi eksi bakiye vermesi gibi fiilen mümkün olmayan bir sonuçla
karşılaşılacaktr. Bu nedenle dönem sonunda bu hesapta yer alan tutarlardan vadesi
43
izleyen yıla sarkanların, 321 No’lu Borç Senetleri Hesabı’na taşınması gerekmektedir.
Bu yapılırken vadesi dönem sonunda dolan çek ve ödeme emirleri ise, 103 no’lu
hesapta bırakılması gerekmektedir..
5. KREDİ KARTI İŞLEMLERİ
a- İşletmenin Üçüncü Kişilere Ait Kredi Kartı İle İlgili İşlemleri
Ülkemizde kredi kartı yapılan satışlar, ekonomik açıdan önemli tutarlara
ulaşmıştır. Kredi kartları aynı zamanda, bir kredi aracı olarak kullanılmaya başlanmış,
hatta ticari hayatta taksitli satışın da bir parçası olarak kıymetli evrak gibi
kullanılmaya başlanmıştır. Kredi kartı ile yapılan işlemlerin de aşağıda belirtildiği
şekilde işlemin niteliğine göre sınıflandırılması ve bunların kanuni defterlere de
nitelikleri göz önüne alınarak kaydının yapılması gerekmektedir.
1- Peşin ticari mal/hizmet satışları,
2- Teminat/avans karşılığı olarak yapılan işlemler,
3- Finansman temini amacıyla yapılan işlemler.
i.
Peşin ticari mal/hizmet satışları
Ticari mal/ hizmet satışları karşılığında kredi kartı ile yapılan tahsilatlar işletme
açısından bankadan olan alacak niteliğindedir. Ancak, bu satışların vadeli olması ve
kredi kartı ile taksitlendirilmesi halinde banka ile yapılan anlaşma önem arz
etmektedir. Şöyle ki;
Banka, toplam satış bedelini satıcıya peşin olarak ödeyebilir,
Banka, tüketiciden tahsilat yaptıkça taksitler halinde ödeme yapabilir.
Yapılan anlaşma hükümlerine göre muhasebe kayıtlar yapılmalıdır. Vadeli
işlemlerde bir başka sorun da uygulamada bankaların taksitlendirme nedeniyle
doğan farkları satıcı veya alıcıya ya da her ikisine de yansıtıp yansıtmadığından
kaynaklanmaktadır. Örneğin, peşin satış bedeli KDV dahil 200 TL olan bir malın, (X)
bankası ile yapılan anlaşma sonucunda 10 taksitle 220 TL’ye satılması halinde
aşağıdaki olasılıklarla karşılaşılmaktadır:
44
Banka satıcının hesabına 220 TL yatırıp, 20 TL’yi faiz komisyon gideri
altında çekmekte ve 20 TL üzerinden BSMV hesaplamaktadır.
Banka satıcının hesabına 200 TL yatırıp, tüketiciden ise 220 TL tahsil
etmekte dolayısıyla tüketiciyi kredilendirmiş olmaktadır.
Konu ile ilgili olarak İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen bir özelgede;
“…
kredi kartı veren bankalar kart sahibine gayri nakdi veya nakdi kredi vermekte
olup, bu işlemler nedeniyle bu kişilerden ve satıcılardan almış olduğu hizmet
bedelleri, komisyonlar, faiz gibi gelirlerinin banka ve sigorta muameleleri vergisine
tabi tutulması gerekmektedir.
Bu nedenle, firmanızca vadeli satılan malın satış bedeli ( vadeli satış bedeli )
üzerinden fatura düzenlenecek bu bedel üzerinden katma değer vergisi hesaplanarak
tarafınızdan beyan edilip ödenecektir. Fatura tutarı ile bankadan yapılan tahsilat
arasındaki fark ise ödenen komisyon olarak kabul edilecek, bankaca satış bedeli
üzerinden (firmanızdan veya kredi kartı sahibinden) alınacak komisyon ise BSMV’ne
tabi olduğundan KDV’den istisna olacaktır.
…”
Şeklinde görüş verilmiştir.5 Ancak, bu görüşün, talep edilen hususlarla sınırlı
olduğu bir başka deyişle olayın anlatılış biçimi ile sınırlı olacağının göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
Kredi kartı ile gerçekleştirilen vadeli satışlarda tüketici, işletme ile banka
arasındaki sözleşmeyi bilmediğinden tüketici açısından doğrudan doğruya malı satın
alma bedeli, satış akdinin temel unsurudur. Dolayısıyla tüketici açısından malın
maliyeti, satıcıya kredi kartı ile yaptığı ödemedir. Bu nedenle katma değer vergisinin
de satış bedeli dikkate alınarak belirlenmesi gerekmektedir. Ancak, vade farkının
banka tarafından tüketiciye yansıtılması halinde, satıcı , bankanın kredi işlemlerine
5
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/kdv/5958.htm
45
aracılık etmekte, bir başka deyişle hizmet sunmaktadır. Bu durumda, satıcının satış
konusu olan malın peşin satış bedelini tüketiciye, vade farkı kısmını hizmet bedeli
olarak bankaya yansıtması gerekmektedir. Bu durumda, bankaya yansıtılan hizmet
bedeli üzerinden genel oranda (% 18) KDV hesaplanması da gerekmektedir. Banka da
söz konusu vade farkını aynen tüketiciye yansıtması halinde lehine kalan bir para
olmadığından, BSMV hesaplamaması gerekmektedir.
Vade farkının bizzat işletme tarafından elde edilmesi halinde ise vergisel
açıdan bir sorun bulunmamaktadır.
ii.
Teminat/Avans karşılığı olarak yapılan işlemler
Ticari mal ya da hizmet satışlarına ilişkin olarak, mal teslim edilmeden ya da
hizmet ifa edilmeden önce, kredi kartı ile yapılan teminat ya da avans tahsilatları, tek
düzen hesap planına uygun olarak ilgili avans veya teminat hesabına kaydedilmelidir.
Ayrıca, söz konusu tahsilatların avans ya da teminat olarak yapıldığının da fatura
dışında belgelendirilmesi gerekmektedir. Bunun için sözleşme, protokol, ticari
mektup vb. düzenlenmeli ve taraflarca da söz konusu belgeler imzalanmalıdır.
Herhangi bir sözleşmeye dayanılarak tahsilat yapılmış ise, ilgili sözleşmeye istinaden
kredi kartı ile yapılan avans tahsilatı ya da alınan teminat olarak muhasebe
kayıtlarına yansıtılmalıdır. Karşılıklı belge düzenlenmemesi halinde ise, “avans
makbuzu” düzenlenerek kayıtlara alınmalıdır. Bu işlemler nedeniyle düzenlenecek
belgelerin damga vergisine tabi olması halinde de damga vergisi ile ilgili
yükümlülükler yerine getirilmelidir.
Öte yandan, mal bedelinin tamamının veya bir kısmının kredi kartı ile malın
tesliminden önce (avans olarak) veya daha sonraki dönemlerde tahsil edilmesi
halinde, tahsilatın yapıldığı dönem KDV beyannamesinin 45 No.lu “Kredi Kartı ile
Tahsil Edilen Teslim ve Hizmet Bedelleri” satırında beyan edilmesi gerekmektedir.6
Diğer
taraftan
avans
şeklinde
yapılan
tahsilatlar
nedeniyle
fatura
düzenlenmesi de mümkündür. Fatura düzenlenmesi halinde, faturada yer alan
6
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2008/kdv2008/51.htm
46
meblağ üzerinden vergiye tabi olması halinde katma değer vergisi ile özel tüketim
vergisi de hesaplanmalı, ancak yapılan tahsilat satışlar hesabına değil, ilgili avanslar
hesabına kaydedilmelidir.Alıcı da kayıtlarına buna göre yapmalıdır. Hatalı kayıt
yaplımış ise bunların da tespit edildiği dönemde düzeltilmesi, dönem kapanıp
beyanname verildikten sonra tespit edilmesi halinde ise düzeltme beyannamesi
verilmesi gerekmektedir.
Teminat ya da avans olarak alınan bedeller işletme açısından bir borç
olduğundan,
borçlara
ilişkin
değerleme
hükümlerine
göre
değerlenmesi
gerekmektedir.
iii.
Finansman temini amacıyla yapılan işlemler.
Bazen işletmelerin bir kısmının kendi ortaklarına, ortaklarının ilişkide
bulunduğu kişilere ait kredi kartları kullanılarak kısa vadeli kredi kullandıkları
görülmektedir. Her ne kadar banka ile yapılan sözleşme bu şekilde işlem yapılmasına
izin vermese de, gerçek durum işletme için finans temini olmaktadır.
VUK’nun m.3’de vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin
muamelelerin gerçek mahiyeti esas olduğu hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla, kredi
kartı ile ilgili olarak yapılan işlemin gerçek mahiyeti finansman temini ise, işin
mahiyetine uygun olarak ispat edici belge düzenlenmeli ve yasal defterlere de söz
konusu tutarlar borç olarak kaydedilmelidir. Bu şekilde elde edilen finansmanın, borç
geri ödemesinin de işletme adına yapıldığının banka vb. aracılığıyla işletme
tarafından gerçekleştirildiğinin de ispatlanabilir olması gerekmektedir.
Bu nitelikteki işlemler doğrudan işletmenin POS makinesi aracılığıyla
yapılabildiği gibi, işletmenin borcunun ödenmesi için de yapılabilmektedir.
Bu şekildeki işlemlerin de KDV beyannamesinin 45 No.lu “Kredi Kartı ile Tahsil
Edilen Teslim ve Hizmet Bedelleri” satırında beyan edilmesi gerekmektedir.Ancak,
bir mal veya hizmet satışına dayanmayan bu işlemlere ilişkin her türlü bilginin
işletmede bulunması ve belgelendirilmesi de gerekmektedir. Diğer taraftan,
işletmenin KDV beyannamesindeki hasılat ile POS ile yapılan satışlar arasında da
47
tutarsızlık doğacağından vergi diaresine durumun bir yazı ile açıklanması yararlı
olacaktır.
İşlemin niteliğine göre kanuni defterlere de gerekli kayıtların yapılması
gerekmektedir. Bu işlemler sonucunda,
işletme kredi kartını kullandığı kişiye
borçlanmaktadır.
Diğer taraftan, POS cihazı kullanılmak suretiyle sağlanan bu finansman hizmeti
5464 sayılı Banka Kartları Ve Kredikartları Kanunu’nun 36 ncı maddesinde aşağıdaki
ceza hükmüne yer verilmiştir.
“Gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi, nakit ödeme belgesi ya da alacak
belgesi düzenlemek veya bu belgelerde ne surette olursa olsun tahrifat yapmak
suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlayanlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis
ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar.”
Yukarıdaki
hükme istinaden mükelleflerin POS cihazlarına dayanarak
gerçek bir satış işlemi olmadığı halde satış yapılmış gibi işlem yapılmasının
bu madde kapsamında cezalandırılacağı da öne sürülebilmektedir.1 Bu
görüşü savunların da dayanak aldığı söz konusu madde hükmünün
gerekçesidir.
Ancak, 5464 sayılı Yasanın 3 üncü maddesindeüye işyeri “Üye işyeri: Üye
işyeri anlaşması yapan kuruluşlar ile yaptığı sözleşme çerçevesinde kart
hamiline mal ve hizmet satmayı veya nakit temin etmeyi kabul eden
gerçek veya tüzel kişiyi ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Tanımda yer
alan “nakit temin etmeyi kabul eden” ifadesi ile ise neyin kastedildiği açık
değildir. Bu ifade geniş anlamda nakit ihtiyacı nedeniyle doğan POS
kullanımlarını içerebilmektedir. Bizce, 5654 sayılı Yasadaki bu düzenleme
eksik hüküm nitelğinde olmakla birlikte yukarıda belirtilen ceza yapırımı ile
karşılaşma riski de bulunmaktadır.
48
b- Kredi Kartı İle İlgili Değerleme İşlemleri
İşletmenin bankalar ile yaptığı sözleşme hükümlerine göre muhasebe
kayıtlarının yapılması gerekmektedir. Sözleşmeye göre, kredi kartı ile ilgili olarak
yapılan işlemler anında işletmenin hesabına kaydedilecek ise, slip tutarı, “108- Diğer
Hazır Değerler Hesabı”na kaydedilmelidir. Banka tarafından cari hesaba
geçirildiğinde de bankanın aldığı komisyon bedeli ve BSMV tutarı finansman gideri
olarak kaydedilip, 108 no’lu hesapta banka/banka kredileri hesabı ile karşılaştırılarak
kapatılmalıdır.
Sözleşme uyarınca , slip bedeli belli bir süre sonra işletmenin hesabına
aktarılacak ise bu durumda slip bedelleri “127 Diğer Ticari Alacaklar Hesabı”'na
kaydedilmelidir.
Değerleme günü itibariyle yukarıda yer alan hesapların bakiyelerinin ilgili
bankalardan alınacak ekstrelerle kontrol edilmelidir. Yapılan bu kontrol sırasında
belgesi düzenlenmeyen işlemler bulunmakta ise bunlara ilişkin de belgenin
düzenlenmesi temin edilmelidir.
6. YABANCI PARA ÜZERİNDEN YAPILAN İŞLEMLERİN DEĞERLEMESİ
Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar uyarınca ülkemizde
işlemler yabancı para cinsinden de gerçekleştirilebilmektedir. VUK’unda da
defterlerin ve düzenlenecek belgelerin belli şartlar altında yabancı para cinsi
üzerinden düzenlenmesine izin verilmiştir (VUK, m.215)
İşletmelerin yabancı para cinsi üzerinden tüm işlemlerini, değerleme günü
itibariyle, tespit edilen kur üzerinden TL’ye çevirmek ve buna göre de değerleme
yapmak zorundadır. Değerlemeye konu iktisadi kıymetler, nakit, alacak, borç, satış
vb. şekilde gerçekleşmiş olabilir.
Yabancı para cinsi üzerinden yapılan işlemlerde değerleme, borsa rayici
üzerinden yapılacaktır. Ancak, ülkemizde kambiyo borsası bulunmadığından dönem
içinde TC Merkez Bankası’nca belirlenen kurlar (Bankalar kendi belirledikleri kurları
49
dikkate alırlar.), yıl sonunda ise Maliye Bakanlığı’nca açıklanan kurlar dikkate
alınacaktır.
Yabancı para cinsinden yapılan değerleme sonucunda lehe doğan kur farkları
duruma göre gelir, aleyhe oluşan farklar da gider ya da maliyet unsuru olarak dikkate
alınacaktır. Ayrıca, doğan kur farkları katma değer vergisi ve özel tüketim vergisine
tabi olan bir işlemden doğmakta ise duruma göre gerekli düzeltme işlemlerinin de
yapılması gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Yapılan değerleme sonucunda oluşan farkların nitelikleri iyi analiz edilmelidir.
Kur farklarından maliyete atılması gerekenler belirlenmeli, bunun dışında kalan gelir
ya da gider unsuru olan kur farklarından da beyannamede diğer indirim olarak
indirilecekler ya da kanunen kabul edilmeyen gider olarak ticari kazanca eklenecekler
de tespit edilmelidir.
7. MENKUL KIYMETLERİN DEĞERLEMESİ
Vergi Usul Kanunu’nda “menkul kıymet” kavramına yer verilmesine rağmen
tanımlanmamıştır. 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 3 üncü maddesinde
menkul kıymetler, “Ortaklık veya alacaklılık sağlayan, belli bir meblağı temsil eden,
yatırım aracı olarak kullanılan, dönemsel gelir getiren, misli nitelikte, seri halinde
çıkarılan, ibareleri aynı olan ve şartları Kurulca belirlenen kıymetli evraktır.” şeklinde
tanımlanmıştır. Bu tanımlamaya göre aşağıdaki kıymetli evraklar menkul kıymet
tanımına girmektedir.
Hisse senedi,
Özel sektör tahvilleri,
Devlet Tahvilleri,
Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı tahvilleri,
Hazine bonosu,
Finansman bonosu,
Banka bonoları,
50
Banka garantili bonolar,
Varlığa dayalı menkul kıymetler,
Gelir ortaklığı senedi
Yatırım fonu katılma belgesi,
Yatırım Ortaklığı Hisse Senetleri,
Kâr-zarar ortaklığı belgesi,
gibi finansal araçlardır.
Yine 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 3 üncü maddesinde Diğer
Sermaye Piyasası Araçları , “Diğer Sermaye Piyasası Araçları: Menkul kıymetler
dışında kalan ve şartları Kurulca belirlenen evrak” şeklinde tanımlanmıştır. Bu
maddeye göre, nukut ile çek, poliçe, bono ile mevduat sertifikaları diğer sermaye
piyasası aracı değildir.
Sermaye Piyasası Kanunu’na göre menkul kıymet sayılan ve yukarıda belirtilen
kıymetli evraklar, VUK açısından da menkul kıymet olarak değerlemeye tabidir.
İktisadi
işletmelere
dahil
menkul
kıymetlerin
değerlemesinde
3
yöntem
uygulanmaktadır. Bunlar;
1- Alış Bedeli
2- Borsa rayici,
3- Kıst Getiri ölçütü.
VUK’nun 267 inci maddesinde hangi menkul kıymetin hangi ölçü ile
değerleneceği belirlenmiştir. Esas olarak alış bedeli değerlenmeyen menkul
kıymetlerin borsa rayici ile değerlenmesi gerekmektedir. Ancak, değerlemeye konu
menkul kıymetin borsa rayici yoksa ya da borsa rayici muvazaalı bir şekilde oluştuğu
anlaşılırsa bu taktirde kıst getiri ölçütü uygulanacaktır.
Öte yandan borsa rayici ile kastedilen Türkiye’de Kurulu olan borsalardır.
Dolayısıyla yurt dışında bulunan borsalarda oluşan değerler, değerlemede dikkate
51
alınmamaktadır. Bu kapsamda yabancı menkul kıymetlerden alış bedeli ile
değerlenemeyenlerin, kıst getiri ölçütü ile değerlenmesi gerekmektedir.7
Söz konusu maddeye göre menkul kıymetlerin değerlemesinde uygulanacak
ölçütler menkul kıymet itibariyle aşağıdaki tabloda yer almaktadır.
ALIŞ BEDELİ İLE
BORSA RAYİCİ İLE
KIST GETİRİ ÖLÇÜTÜNE
DEĞERLENENLER
DEĞERLENENLER
GÖRE DEĞERLENENLER
1-
Hisse Senetleri,
2-
Fon
portföyünün
en az yüzde 51'i
Alış Bedeli ile Değerlenen
Değerlemeye
Menkul Kıymetler
Dışında
menkul kıymetin borsa
Kalan tüm menkul kıymetler.
rayici yoksa ya da borsa
Türkiye'de
kurulmuş bulunan
şirketlerin
hisse
senetlerinden
oluşan
yatırım
fonu
katılma
belgeleri,.
3-
Borsa
rayici
bulunmayan,
getirisi
edenin
ihraç
kar
ve
zararına
bağlı
olarak doğan ve
değerleme
günü
itibariyle
hesaplanması
mümkün olmayan
menkul kıymetler,
7
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2006/usul2006/2626.htm
52
rayici
konu
muvazaalı
şekilde
anlaşılan
kıymetler..
bir
oluştuğu
menkul
Menkul kıymetlerde kıst getiri ölçütüne göre yapılan değerlemede menkul
kıymetin değerleme günü itibariyle değeri, değerlemeye esas bedel, menkul kıymetin
alış bedeline vadesinde elde edilecek gelirin (kur farkları dahil) iktisap tarihinden
değerleme gününe kadar geçen süreye isabet eden kısmının eklenmesi suretiyle
hesaplanır
Menkul
kıymetler;
faiz geliri
veya
kâr
payı sağlamak veya fiyat
değişmelerinden yararlanarak kâr elde etmek amacı ile geçici bir süre elde tutulmak
üzere alınan kıymetlerdir. Bu amaçla alınan menkul kıymetlerin Tek Düzen Hesap
Planında 11 no’lu hesap grubunda8 izlenmesi gerekmektedir. Ancak, uzun süreli
yatırım amaçlı olarak iktisap edilen menkul kıymetlerin ise, elde ediliş amacına uygun
olarak 24 no’lu hesap grubunda9 izlenmesi gerekmektedir. Değerleme açısından ise
menkul kıymetlerin hangi hesap grubunda izlendiği önemli değildir.
Diğer taraftan, eshamlı şirketlerle iktisadi kamu müesseseleri çıkardıkları
tahvilleri itibari değerleriyle değerlemeye mecburdurlar (VUK., m.276).
Alış
bedeli ile değerlenen iktisadi kıymetler için satınalma bedeli dışında
ödenen komisyon, kur farkı vb. giderler iktisadi kıymetin alış bedeline dahil
edilmeyecektir. Bu ödemeler doğrudan gider olarak kazancın tespitinde indirim
konusu edilecektir.
8
Bu grup, faiz geliri veya kar payı sağlamak veya fiyat değişmelerinden yararlanarak karlar
elde etmek amacı ile geçici bir süre elde tutulmak üzere alınan hisse senedi, tahvil, hazine
bonosu, finansman bonosu, yatırım fonu katılma belgesi, kar- zarar ortaklığı belgesi, gelir
ortaklığı senedi gibi, menkul kıymetler ile bunlara ait değer azalma karşılıklarının izlenmesi
amacıyla kullanılır. Bu grup aşağıdaki hesaplardan oluşur.
9 Uzun vadeli amaçlarla veya yasal zorunluluklar nedeniyle elde tutulan uzun vadeli menkul
kıymetlerle veya paraya dönüşme niteliğini kaybetmiş uzun vadeli menkul kıymetler bu grupta
izlenir. Ayrıca, diğer bir işletmeye veya bağlı ortaklığa ortak olmak amacıyla edinilen sermaye
payları da bu grupta yer alır.
53
Öte
yandan, alış bedeli olmayan veya bilinmeyen menkul kıymetlerin
değerlemesinde VUK'nun m.289 hükmü çerçevesinde hareket edilmesi gerekir. Bu
madde hükmüne göre, alış bedeli ile değerlenemeyen menkul kıymetler;
1) Varsa borsa rayici,
2) Yoksa mukayyet değer,
3) O da yoksa emsal bedeli
ile değerlenmek zorundadır. Borsa rayici, son muamele gününde borsadaki
muamelelerin
ortalama değere
olmakta,
mukayyet
değer
alış
değeri
olmadığından hisse senedi ve tahvilin nominal değeri olmakta, emsal bedeli ise
takdir komisyonunca takdir edilen değer olmaktadır.
Aynı şirkete ait olan hisse senetlerinin farklı tarihlerde farklı bedelden ya da
bedelsiz iktisap edilerek bir kısmının satılması halinde, kazancın tespitinde alış
bedelinin nasıl tespit edileceği yasada düzenlenmemiştir. Ancak, 1 seri No’lu
Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nin “5.6.2.3.1.4. Aynı kuruma ait iştirak hisselerinin
iktisabında 2 yıllık sürenin tespiti” başlıklı bölümünde;
“..
“Kurumlar vergisi mükelleflerinin, aynı kuruma ait değişik tarihler itibarıyla
iktisap ettikleri iştirak hisselerinin bir kısmını satmaları durumunda, söz konusu
iştirak hisselerinin iki tam yıl aktifte yer alma şartını sağlayıp sağlamadığının
tespitinde ilk giren ilk çıkar (FİFO) yönteminin kullanılması gerekmektedir.”
..”
şeklinde açıklama yapılmıştır. Aynı şekilde Gelir Vergisi Kanunu’nun Geçici 67
inci maddesinin uygulanması ile ilgili olarak Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 257 Seri
No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinin "2.4.1.2. Aynı menkul kıymet veya diğer sermaye
piyasası aracından değişik tarihlerde alımlar yapıldıktan sonra bunların bir kısmının
elden çıkarılması" başlıklı bölümünde de;
54
“…
aynı menkul kıymet veya diğer sermaye piyasası aracından değişik tarihlerde
alımlar yapıldıktan sonra bunların bir kısmının elden çıkarılması durumunda ilk
giren ilk çıkar yöntemi kullanılmak suretiyle, tevkifat matrahının tespitinde dikkate
alınacak alış bedelinin belirleneceği, aynı gün içinde yapılan alım-satım
işlemlerinde ağırlıklı ortalama fiyat bilgisinin dikkate alınabileceği, ancak tevkifat
matrahının ilk giren ilk çıkar yöntemine göre belirleneceği
…”
şeklinde açıklanmıştır.
Yukarıda
yer alan açıklamalara göre aynı menkul kıymetin değişik
tarihlerde alınıp satılması halinde, değerleme yapılırken menkul
kıymetlerin alış bedelinin tespitinde ilk giren ilk çıkar yönteminin (FİFO)
uygulanması gerekmektedir.
Diğer taraftan, iştirak edilen bir şirketin tasfiye edilmesi sonucunda, zarar
doğması
halinde
bu
zararın
kurum
kazancından
indirilmesine
ise
izin
verilmemektedir.Konu ile ilgili olarak verilen bir özelgede özetle bu zararın
indirilemeyeceği aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
“…
GVK’nun 40. maddesinde giderler tadadi olarak sayıldığı giderler ayrıca
belirtilen hususlara ilişkin olmak üzere Gelir Vergisi Kanunu’nun 40/1 bendiyle
ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin
indirim konusu yapılabilmesine olanak sağlanmış olup iştirak ettiğiniz şirketin
tasfiyesinin sonuçlanmasını takiben kazancınızın tespitinde indirim konusu yapılan
iştirak hisselerinin değeri dışında oluşan zararınızın gider kayıtlarına intikali
mümkün olmadığı gibi söz konusu zararın mali bilançonuzda meydana gelmemesi
55
nedeniyle Kurumlar Vergisi Kanunu’nun mükerrer 14. maddesi kapsamında
değerlendirilmesi de olanaklı değildir. 10
…”
Menkul kıymetler içinde yer alan Devlet Tahvili ve Hazine Bonolarının İstanbul
Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem görmesi halinde borsa rayici ile borsa rayicinin
olmaması halinde ise kıst getiri ölçütüne göre değerlenmesi gerekmektedir.11
Eurobond; ülkenin dış borçlanmasında kullanılan ve genellikle Euro ve Dolar
cinsinden ihraç edilen ve uzun vadeli borçlanma senetleri olup, bunlar menkul
kıymet niteliğindedir. Tanım olarak hazine bonosu ve devlet tahvilleri ile benzerdir. İç
borçlanmaya yönelik olan kağıtlar DİBS (Devlet İç Borçlanma Senedi) olarak
tanımlanmakta iken, Eurobondlar dış borç statüsündedirler. Eurobondlar ülkemizde
nominal değerleri üzerinden ihraç edilmekte ve vadelerinde, sahibine yine nominal
değer üzerinden geri dönüşleri olmaktadır. Ancak vade boyunca genellikle yılda 1 ya
da 2 kere olmak üzere kupon ödemeleri olmaktadır. Eurobondların değerlemesinde
borsa rayici ölçütü uygulanmamakta olup, kıst getiri ölçütü uygulanmaktadır.1213
10
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2006/kurumlarvergisi2006/7281.htm
11 http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2005/vergiusul2005/1493.htm
12 http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2006/usul2006/2626.htm: “Madde de geçen
borsa rayici açısından borsanın Türkiye’de bulunması gerekmektedir. Uluslararası borsalarda
işlem gören kıymetlerden (hisse senetleri alış bedeliyle değerlenmeleri gerektiğinden bunların
dışında kalanların) kupon ödemeli Eurobondların İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem
görmesi halinde buradaki borsa değerlerinin esas alınması uygun olacaktır. Ancak, borsada
işlem görmeyen Eurobondların, kur farkları da dahil olmak üzere, hesap dönemleri sonunda
alış bedeline bilanço gününden sonrasına ait ilk kupon ödemesinin bilançonun ait olduğu
hesap dönemine ilişkin kıst tutarının ilave edilmesi suretiyle, diğer hesap dönemleri sonunda
da yine alış bedeline ilgili döneme ait kıst tutarın eklenmesi sonucu bulunan tutarlar
hesaplanarak değerleme işlemi yapılacaktır.
Diğer taraftan, söz konusu eurobondun ikincil piyasadan temin edilmesi durumunda ise, aynı
Kanununun 283 üncü maddesinde yer alan “Gelecek bir hesap dönemine ait olarak peşin
56
Fon portföyünün en az yüzde 51'i Türkiye'de kurulmuş bulunan şirketlerin
hisse senetlerinden oluşan yatırım fonu katılma belgeleri dışında kalan yatırım fonu
katılma belgelerinin kıst getiri ölçütüne göre değerlenmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, fon portföyünün en az % 51’inin hisse senetlerinden oluşması
şartının her işlem günü itibariyle sağlanmasının zorunludur. Takvim yılı içinde
herhangi bir günde bu şartın gerçekleşmemesi halinde, bu katılma belgeleri, varsa
borsa rayici yoksa değerleme günü itibariyle hesaplanan getirisinin eklenmesi
suretiyle hesaplanması gerekmektedir.
Kıst getiri ölçütüne göre yapılacak hesaplamada, menkul kıymetin alış bedeline
vadesinde elde edilecek gelirin (kur farkları dahil) iktisap tarihinden değerleme
gününe
kadar
geçen
süreye
isabet
eden
kısmının
eklenmesi
suretiyle
hesaplanacaktır.
Örneğin, işletme aktifine kayıtlı bulunan (A) Bankasının “B” tipi değişken
yatırım fonu katılma belgesini, 10.03.2010 tarihinde 10.000 pay almış ve karşılığında
20.000 TL ödemiştir. Değerleme günü itibariyle katılma belgesinin pay değeri 2,20 TL
olarak açıklanmıştır.Bu durumda, değerleme günü itibariyle yapılması gereken
muhasebe kaydı aşağıdaki gibi olacaktır.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------111. ÖZEL KESİM TAHVİL SENET VE BONOLARI
2.000
[(2,20-2,00) * 20.000]
649 DİĞER OLAĞAN GELİR VE KARLAR
2.000
--------------------------------------------------------------------------------------
ödenen giderler ile cari hesap dönemine ait olup da henüz tahsil edilmemiş olan hasılat,
mukayyet değerleri üzerinden aktifleştirilmek suretiyle değerlenir.” hükmü gereğince
hesaplanan kupon faizlerinin gelir yazılacağı ve dönem sonlarında yapılacak değerlemede ilk
kupon ödemesi için yapılacak faiz gelir tahakkukundan, işlemiş kupon faizi ile ödenen prim
tutarından ilk kupona isabet eden kısmın düşüleceği tabiidir.”
13
Danıştay Dördüncü Dairenin 15.03.2003 tarih ve E.2002/2452, K.2003/3203 sayılı kararında
eorobondların kıst getiri ölçütüne göre değerleneceğine hükmedilmiştir..
57
Yukarıdaki muhasebe kaydında da görüldüğü üzere, yapılan değerleme işlemi
sırasında, yatırım fonu katılma belgesinin satışı sırasında GVK’nun geçici 67 nci
maddesi uyarınca yapılması gereken gelir vergisi stopajı dikkate alınmamıştır. Çünkü
söz konusu vergi kesintisi, katılma belgesinin fona iadesi sırasında hesaplanacaktır.
Ayrıca, yapılan değerleme sonucunda zarar çıkması halinde söz konusu zarar tutarı
bir başka deyişle menkul kıymetin değerinde ortaya çıkan azalış, “659 DİĞER
OLAĞAN GİDER VE ZARALAR HESABI” na kaydedilecektir.
8. MENKUL KIYMETLERİN GERİ ALMA VEYA SATMA TAAHHÜDÜ İLE ALIM
SATIM İŞLEMLERİNDE (REPO VE TERS REPO)DEĞERLEME
Finansal bir kurumun (bankalar gibi) kurumsal veya bireysel yatırımcıya hazine
bonosu, devlet tahvili gibi hareketsiz getirili bir menkul kıymeti satması ve bu menkul
kıymeti önceden belirlenen bir fiyattan ileri bir tarihte geri satın almak için yapılan
anlaşmaya repo denilmektedir. Bu şeklide yapılan normal reponun tam tersi bir
işlem olan ters repo(reverse repo) işlemi de yapılmaktadır. Ters Repo finansal bir
kurumun (bankalar gibi) hazine bonosu, devlet tahvili gibi hareketsiz getirili bir
menkul kıymeti yatırımcıdan alarak bu menkul kıymeti önceden belirlenen bir
fiyattan ileri bir tarihte geri satmak üzere anlaşma yapmasıdır.
Repo işlemini yapan bankanın, repo yaptığı miktar kadar hazine bonosunu
aktifinde bulundurmak zorundadır.
Finans kurumu, sahip olduğu hazine bonosu portföylerini kullanarak repo
işlemlerini gerçekleştirerek, kendileri için fon(para) sağlamaktadır.
Repo işleminin karşılığında depo edilen menkul kıymeti, işlemin taraflarından
kimin değerleneceği sorunu ile karşılaşılmaktadır.
369 seri no’lu VUK Genel Tebliği’nde
“…
Geri alım taahhüdü ile menkul kıymet satışı (repo) ve geri satım taahhüdü ile
menkul kıymet alımı (ters repo) işlemleri esas itibarıyla günün faiz koşullarında bir
borç para alış veriş işlemi olup geri alım ve satım işlemine konu edilen menkul
58
kıymetler bu işlemlerde bir nevi teminat unsuru olarak kullanılmaktadır. Zira repo ve
ters repo işlemlerinde kullanılan faiz oranı, menkul kıymet üzerindeki faiz oranından
bağımsız olarak günün piyasa koşullarına göre belirlenmekte, repo ve ters repoya
konu menkul kıymetler üzerindeki gelirler repo ve ters repo yoluyla borç para veren
tarafa aktarılmamakta ve dolayısıyla repo ve ters repo yoluyla borç para alanlar bu
işlemlerden elde ettikleri vergiye tabi kazançlarını bu işlemlere konu olan menkul
kıymetlerin piyasa değerlerinden bağımsız olarak belirlediklerinden repo ve ters
repoya konu edilen menkul kıymetlerin, her zaman menkul kıymeti geri almakla
yükümlü olan tarafından, Vergi Usul Kanununun 279 uncu maddesi çerçevesinde
değerleme işlemine tabi tutulması gerektiği
…”
şeklinde açıklama yapılmıştır.
Yine aynı Tebliğe göre,vadesi değerleme gününden sonra olan repo ve ters
repo işlemleri ile ilgili olarak, değerleme gününe kadar tahakkuk eden faiz tutarları,
repoya taraf olanlarca ticari kazancın elde edilmesi ile ilgili Gelir Vergisi Kanununun
38 ve 39, Kurumlar Vergisi Kanununun 6 ncı maddesi hükümleri çerçevesinde gelir
veya gider olarak dikkate alınması gerekmektedir. Dolayısıyla, repo işlemini yaptıran
mükelleflerin, değerleme gününe kadar olan faiz tutarlarını vadeli mevduatın
değerleme esaslarındaki gibi değerleyerek ilgili dönem kazancına dahil edeceklerdir.
Repo işlemlerinde değerlemenin yukarıda belirtilen Tebliğ hükümlerine göre
yapılması gerekmektedir. Buna göre, değerlemenin repo işlemini yapan kişi
tarafından yapılması gerekmektedir. Diğer taraftan, repo işlemlerinde, menkul
kıymeti elinde bulunduran finans kurumlarının, elinde buludurdukları menkul
kıymetler için VUK’un 279 uncu maddesine göre değerleme yapmaları
gerekmektedir.
59
9. ALACAKLARLA İLGİLİ DEĞERLEME İŞLEMLERİ
a- Alacakların Mukayyet Değerle Değerlenmesi
VUK’un 281’inci maddesinde alacakların mukayyet değerleriyle değerleneceği,
vadesi gelmemiş olan senede bağlı alacaklar değerleme gününün kıymetine irca
olunabilmesine bir başka deyişle reeskont uygulanmasına izin verilmiştir. Ayrıca, aynı
maddede mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit alacaklar değerleme gününe
kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınacağı hüküm altına alınmıştır.
Alacakların değerlemesinde öncelikle alacakların ticari faaliyetten doğan
alacaklar, diğer faaliyetlerden doğan alacaklar şeklinde ayrıma tabi tutulması
gerekmektedir. Ticari faaliyetten doğan alacaklarla kastedilen işletmenin mal ya da
hizmet satışından doğan alacaklarıdır. Tespit edilen bu alacakların da kendi içinde
yabancı para cinsinden olanlar ile olmayanların ayrıştırılması gerekmektedir. Yabancı
para cinsinden doğan alacakların değerlemelerinin yapılarak kanuni defter
kayıtlarının da yapılması gerekmektedir. Bu işlemler sırasında katma değer vergisi ile
özel tüketim vergisi açısından yapılması gereken işlemler de göz önünde
bulundurulmalıdır. Ayrıca, yapılan bu envanter çalışması sırasında senede bağlı olan
ve olmayan alacaklar da ayrıştırılmalıdır.
Yapılan bu tespitten sonra da alacakların vadelerinin, şüpheli ya da değersiz
olup olmadıklarının belirlenmelidir.
Tüm bu tespitlerden sonra alacakların değerleme işlemlerine geçilmelidir.
Tasarruf değeri ile değerlemenin tercih edilmemesi halinde, alacakların tamamı
mukayyet değerle değerlenecektir.
b- Alacakların Tasarruf Değeriyle Değerlenmesi
Banka, banker ve sigorta şirketleri dışında kalan mükellefler dilerlerse, sadece
değerleme günü itibariyle vadesi gelmemiş olan senede bağlı alacaklarını tasarruf
değeri ile değerleyebilirler.
Diğer taraftan, bankalar, bankerler ve sigorta şirketleri ise tüm alacaklarını
tasarruf değeri ile değerleyebilirler. Ancak, bunlar ya Merkez Bankası’nın resmi
60
ıskonto haddi veya işlemlerinde uyguladıkları cari faiz haddi ile alacaklarını ıskonto
ederek bilanço gününde kendileri için ihtiva ettiği değeri hesaplamak zorundadırlar.
Dolayısıyla bankalar, bankerler ve sigorta şirketleri alacaklarını tasarruf değeri ile
değerlemek zorundadırlar.
VUK hükümlerine göre, tasarruf değeri ile değerleme yapabilmesi için
alacakların aşağıdaki nitelikte olması gerekmektedir:
Alacak ticari veya zirai faaliyetten doğmuş olmalıdır.
Alacak senede bağlı olmalıdır.
Senette vade yer almalıdır ve vade değerleme günü itibariyle
gelmemiş bulunmalıdır.
Senet işletmenin bilançosunda yer almalıdır.Ancak, bankalara tahsile
verilen senetler ile herhangi bir şekilde teminat olarak verilen
senetler için reeskont hesaplanabilir.
Yukarıdaki şartları taşımayan senede bağlı olan alacaklar için tasarruf değeri ile
değerleme yapılmış olsa bile bu alacaklardan doğan reeskont giderlerinin, vergi
matrahının tespitinde kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınması
gerekmektedir. Dolayısıyla;
Senede bağlı olmayan alacakların reeskont giderleri,
Hatır senetlerinden kaynaklanan reeskont giderleri,
Vadeli çeklerden kaynaklanan reeskont giderleri, (Gelir İdaresince
çekin
ödeme
aracı
olmasından
dolayı
senet
olarak
kabul
14
edilmemektedir.)
Yıllara sari inşaat işlerinden (henüz teslim edilmemiş özel inşaatlar
dahil) doğan reeskont giderleri,
14
41 No’lu Vergi Usul Kanunu Sirküleri
61
Müflis müşterilerden kaynaklanan alacaklar nedeniyle hesaplanan
reeskont giderleri,
Kampanyalı satışlar nedeniyle fatura düzenlenmeden peşin olarak
alınan alacak senetlerinin reeskont giderleri,15
Avans niteliğindeki alacak senetleri için reeskont hesaplanan
reeskont giderleri,
Şüpheli alacak karşılığı ayrılmış senetli alacaklar için reeskont
giderleri,
Finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketlerince Tasfiye
Olunacak Alacaklar" ve "Zarar Niteliğindeki Alacaklar" hesaplarında
izlenen alacaklar için hesaplanan faiz ve gelir reeskontu,.16
kanunen kabul edilyen gider olarak dikkate alınacaktır.
Öte yandan, reeskont işlemine tabi tutulan senette KDV veya ÖTV tutarı da yer
almakta ise bunlar için reeskont hesaplanıp hesaplanmayacağı açık olarak
belirlenmemiştir. Ancak Gelir İdaresi’nce verilen özelgelerde KDV dahil tutar
üzerinden reeskont hesaplanmasına izin verildiği görülmektedir.17
Reeskont hesaplanmasında kullanılacak olan formül, 238 seri No’lu VUK Genel
Tebliğinde aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
15
1993/1 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun İç Genelgesi).
16
FİNANSAL KİRALAMA, FAKTORİNG VE FİNANSMAN ŞİRKETLERİNCE ALACAKLARI İÇİN
AYRILACAK KARŞILIKLARA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA TEBLİĞ; Madde 5/7.
17
a) Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün 20.05.2001 tarih ve B.07.0.GEL: 29/2950
– 281/56 sayılı yazısı; b) Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü 10.08.2001 gün ve 42547
sayılı
yazısı)
Aksi
Yönde
olan
Görüşler
de
vardır.(
http://archive.ismmmo.org.tr/docs/malicozum/80malicozum/10 hakemsiz omer altar
arpaci.pdf)
62
F= A - [ A x 360 / (360 + m x t)]
(A= Senedin nominal değeri, m= Faiz; oranı, t= Vade)
VUK’nun 281 inci maddesinde senette faiz nispeti açıklanmış ise bu nispetin,
açıklanmamışsa Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının ıskonto haddi ve
muamelelerinde uyguladıkları faiz haddinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Senede bağlı olan alacak yabancı para cinsinden ise bu takdirde Merkez Bankası
ıskonto haddi yerine LİBOR
(Londra Bankalararası Faiz Oranı) uygulanacaktır.
Ayrıca, dövizli senetlerde reeskont döviz bedeli üzerinden hesaplanacak olup, kur
değerlemesi yapılarak reeskont tutarına ulaşılacaktır.
T.C. Merkez Bankasınca çıkarılan ve 29.12.2010 tarih, altıncı mükerrer27800
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Reeskont İşlemlerinde Uygulanacak Iskonto Faiz
Oranlarına İlişkin Tebliğ ile 29.12.2010 tarihinden geçerli olmak vadesine en çok 3 ay
kalan senetler karşılığında yapılacak reeskont işlemlerinde uygulanacak ıskonto faiz
oranı yıllık %14, avans işlemlerinde uygulanacak faiz oranı ise yıllık %15 olarak
tespit edilmiştir. Dolayısıyla, 29.12.2010 tarihi itibariyle yapılacak değerlemelerde
avans faiz oranı olan % 15’in uygulanması gerekmektedir.
Örnek
: Değerleme günü itibariyle vadesine 90 gün kalmış olan 10.000 lira
değerindeki bir senede ilişkin ıskonto tutarı aşağıdaki gibi hesaplanacaktır.
F= A - [ A x 360 / (360 + m x t)]
F= 10.000- [(10.000 x360)/ (360+ (90 x0,15)]
F=361,44 TL.
Hesaplanan reeskont tutarının da muhasebe kayıtları aşağıdaki şekilde
yapılacaktır.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------657 REESKONT GİDERLERİ HESABI
361,44
[(2,20-2,00) * 20.000]
122 ALACAK SENETLERİ REESKONTU HES.
361,44
--------------------------------------------------------------------------------------
63
İzleyen dönem başında da aşağıdaki muhasebe kaydının yapılması
gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------122 ALACAK SENETLERİ REESKONTU HES.
647 REESKONT FAİZ GELİRLERİ HES.
361,44
361,44
-------------------------------------------------------------------------------------Diğer taraftan, borç senetlerini reeskonta tabi tutanlar, alacak senetlerini
reeskonta tabi tutmak zorundadırlar. Reeskont uygulaması yapılırken tüm alacak
senetlerinin reeskonta tabi tutulması gerekmektedir. Bir başka deyişle bir kısım
alacak senetlerinin reeskonta tabi tutulup bir kısmının tabi tutulmaması kabul
edilmemektedir.
10. BORÇLARLA İLGİLİ DEĞERLEME İŞLEMLERİ
a- Borçların Mukayyet Değerle Değerlenmesi
VUK’un 285’inci maddesinde borçların mukayyet değerleriyle değerleneceği,
değerleme günü itbariyle vadesi gelmemiş olan senede bağlı borçların değerleme
gününün kıymetine irca olunabilmesine bir başka deyişle reeskont uygulanmasına
izin verilmiştir. Ayrıca, aynı maddede mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit
borçların değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınacağı
hüküm altına alınmıştır.
Alacaklarda olduğu gibi borçlarda da aynı şekilde envanter işlemlerinin
yapılması gerekmektedir.
b- Borçların Tasarruf Değeriyle Değerlenmesi
Banka, banker ve sigorta şirketleri dışında kalan mükellefler dilerlerse, sadece
değerleme günü itibariyle vadesi gelmemiş olan senede bağlı borçlarını tasarruf
değeri ile değerleyebilirler.
Diğer taraftan, bankalar, bankerler ve sigorta şirketleri ise tüm borçlarını
tasarruf değeri ile değerleyebilirler. Ancak, bunlar ya Merkez Bankası’nın resmi
64
ıskonto haddi veya işlemlerinde uyguladıkları cari faiz haddi ile borçlarını ıskonto
ederek bilanço gününde kendileri için ihtiva ettiği değeri hesaplamak zorundadırlar.
Dolayısıyla bankalar, bankerler ve sigorta şirketleri alacaklarını tasarruf değeri ile
değerlemek zorundadırlar.
VUK hükümlerine göre, tasarruf değeri ile değerleme yapabilmesi için
borçların aşağıdaki nitelikte olması gerekmektedir:
Borç ticari veya zirai faaliyetten doğmuş olmalıdır.
Borç senede bağlı olmalıdır.
Senette vade yer almalı ve vade değerleme günü itibariyle gelmemiş
bulunmalıdır.
Senet işletmenin bilançosunda yer almalıdır.
Yukarıdaki şartları taşımayan senede bağlı olan borçlar için tasarruf değeri ile
değerleme yapılmış olsa bile bu borçlardan doğan reeskont giderlerinin, vergi
matrahının tespitinde kanunen kabul edilmeyen gider olarak beyannameye
yansıtılması gerekmektedir. Bunlar;
Senede bağlı olmayan borçların reeskont giderleri,
Hatır senetlerinden kaynaklanan reeskont giderleri,
Vadeli çeklerden kaynaklanan reeskont giderleri, (Gelir İdaresince
çekin
ödeme
aracı
olmasından
dolayı
senet
olarak
kabul
18
edilmemektedir.)
Kampanyalı satışlar nedeniyle fatura düzenlenmeden verilen borç
senetleri için dönem sonlarında reeskont uygulaması yapılamaz.19
18
19
Avans niteliğindeki borç senetleri için reeskont hesaplanmaz.
41 No’lu Vergi Usul Kanunu Sirküleri
.( 1993/1 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun İç Genelgesi).
65
Finansal kiralama işlemlerinden doğan alacaklar için reeskont
yapılamaz. (VUK, mükerrer madde, 290)
Borç senetleri reeskont işlemleri aynen alacak senetleri reeskont işlemleri gibi
yapılacak olup sadece muhasebe kayıtları farklılaşacaktır. Ayrıca, alacak senetlerini
reeskonta tabi tutan mükellefler borç senetlerini de reeskonta tabi tutmak
zorundadır. Borçların tasarruf değeriyle değerlenmesi halinde tüm borç senetleri için
reeskont hesaplanmak zorundadır. Borç Senetleri reeskontu hesaplanırken, senet
bedeli içinde yer alan KDV, ÖTV tutarı için de reeskont hesaplanıp hesaplanmayacağı
tartışmalıdır.
Örnek
: Değerleme günü itibariyle Vadesine 90 gün kalmış olan 10.000 lira
değerindeki bir senede ilişkin ıskonto tutarı aşağıdaki gibi hesaplanacaktır.
F= A - [ A x 360 / (360 + m x t)]
F= 10.000- [(10.000 x360)/ (360+ (90 x0,16)]
F=384,62 TL.
Hesaplanan reeskont tutarının da muhasebe kayıtları aşağıdaki şekilde
yapılacaktır.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------322 BORÇ SENETLERİ REESKONTU HES.
384,62
[Duruma Göre; 337. Diğer Borç Senetleri Reeskontu(-);422. Borç Senetleri
Reeskontu(-),437. Diğer Borç Senetleri Reeskontu(-)Olabilir.])
647 REESKONT FAİZ GELİRLERİ HES.
384,62
-------------------------------------------------------------------------------------İzleyen dönem başında da aşağıdaki muhasebe kaydının yapılması
gerekmektedir.
66
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------657 REESKONT GİDERLERİ HESABI
384,62
[(2,20-2,00) * 20.000]
122 BORÇ SENETLERİ REESKONTU HES.
384,62
[Duruma Göre; 337. Diğer Borç Senetleri Reeskontu(-);422. Borç Senetleri
Reeskontu(-),437. Diğer Borç Senetleri Reeskontu(-)Olabilir.]
-------------------------------------------------------------------------------------c- Banka Kredi Borçlarının Değerlemesi
VUK, m.281 uyarınca, mevduat veya kredi sözleşmelerine müstenit borçlar,
değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınmak
zorundadır.
Vadesi değerleme gününden sonraya sarkan mevduatlar nedeniyle banka,
bankerler değerleme gününe kadar olan kısmı, bankadan kredi kullanan mükellefler
de değerleme gününe kadar hesaplanan faiz tutarını giderleştireceklerdir.
Dolayısıyla,
banka
kredi
borçlarının
değerlemesinde
dönemsellik
ilkesi
uygulanacaktır.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------780 FİNANSMAN GİDERLERİ HESABI
381 GİDER TAHAKKUKLARI HES.
XXX
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Diğer taraftan, kredi faizleri nedeniyle hesaplanan BSMV, KKDF gibi vergisel
yükümlükler ise vade sonunda belirlenen faiz tutarı üzerinden hesaplanacaktır. Söz
konusu verginin mükellefi banka, banka, sigorta şirketleri olup, bunların lehine kalan
para üzerinden bu vergiyi hesaplamaları gerekmektedir. Bu işlemlerde vade sonunda
yapılacaktır. Ayrıca, söz konusu verginin yansıtılabilir özelliği nedeniyle banka, vergi
ve KKDF gibi kesinti tutarını yansıtır ise gider yazılabilir. Aksi taktirde söz konusu vergi
tutarları banka tarafından gider yazılacaktır. Bu durumda, bankanın vergi ve diğer
67
yükümlülükleri yansıtması halinde vade sonunda aşağıdaki muhasebe kaydının
yapılması gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------780 FİNANSMAN GİDERLERİ HESABI
(Yansıtılan BSMV vb. dahil edilir.)
300/400 BANKA KREDİLERİ HES.
XXX
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------11. AVANS TEMİNAT VE DEPOZİTOLARIN DEĞERLEMESİ
İşletmeler faaliyetleri çerçevesinde avans, teminat ve depozito alabilecekleri
gibi verebilirler. Verilen avans, teminat ve depozito işletme açısından alacak, alınan
avans, teminat ve depozito ise bir borçtur. Ancak, VUK’unda bunlarla ilgili olarak
değerlemeye ilişkin özel hüküm bulunmamaktadır.
Uygulamada döviz cinsinden verilen ya da alınan avans, teminat ve
depozitoların nasıl değerleneceği konusu tartışmalıdır. İstanbul Vergi Dairesi
Başkanlığı’nca verilen bir özelgede, Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğ’nden
alınan 17.09.1998 tarih ve B.07,0.GEL.0.29/2949-280-272-32756 sayılı yazıya
dayanılarak aşağıdaki açıklamalar yer almaktadır.20
“… Avans ödemelerinin, alıcı için satıcı firmadan alacağı mal karşılığında bir
alacak teşkil ettiğinden ……….’nin makine alımı için satıcı firmaya döviz cinsinden
ödediği avans; hesap dönemi sonlarında Vergi Usul Kanununun 263 üncü
maddesine göre borsa rayici ile yabancı paranın borsada rayici yoksa Maliye
Bakanlığınca tesbit edilen kur esas alınmak suretiyle değerlenecek ve ortaya çıkan
kur farkı dönem kazancıyla ilişkilendirilecektir.
Alıcının satıcıya avans olarak yaptığı ödemeler dolayısıyla ödemelerin
yapıldığı tarih ile faturanın tanzim edildiği tarih arasında alıcı lehine oluşan kur
farkları ile satıcı firma aleyhine oluşan kur farkları, mal ve hizmet bedelinden
mahsup edilerek emtianın maliyetine dönüştüğünden, bir başka ifade ile satıcı
20
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2007/usul2007/4800.htm
68
firma tarafından düzenlenmesi zorunlu olan fatura, kur farklarını da içerdiğinden
kur farkları dolayısıyla alıcı tarafından fatura düzenlenmesi gerekmemektedir…”
Danıştay, 3.D’nin 10.06.1999 tarih, E. 1997/1308 ve K. 1999/2437 no’lu
kararında da oyçokluğu ile “döviz cinsinden alınan avansların borç olarak kabulü
gerektiğinden değerlemeye tabi tutulması sonucu kur farklarının da gider olarak
yazılabilmesine” hükmedilmiştir.
Her ne kadar yukarıdaki idarenin görüşü ile yargının görüşü arasında uyum
görülse de konu tartışmalıdır. Yukarıda belirtilen görüşün aksini savunanlar, avans
vb.nin hasılat ya da gider niteliğine dönüşmediği sürece ortaya çıkan değerleme
farklarının da kazancın tespitinde dikkate alınamayacağını savunmaktadırlar. Örneğin
Danıştay 3. Daire’nin 06.02.1997 tarih,E.1995/4701, K.1997/486 sayılı kararında da ”
ilerde tahakkuk edecek (İhraç edilecek) emtianın karşılığı olarak peşin alınmış bir
döviz dolayısıyla tahakkuk esasına bağlı olarak gelir veya gider unsuru teşekkül
etmediğinden değerleme yapılamayacağına” hükmedilmiştir. Yine Danıştay 3.
Daire’nin 04.06.1996 tarih ve E.1995/2225.K. 1996/21217 sayılı kararında da “
Yapılacak ihracat karşılığı olarak yabancı firmalardan alınan döviz cinsi avansların ,
ihracatın gerçekleşmesi halinde şirketin borcu olarak kabul edilip , döviz cinsinden
olan bu borçların değerlemeye tabi tutulması sonucu doğan kur farklarının gider
kaydedilmesi yasaya aykırı görülmemiştir“
Yetkili müesseselerce verilen teminatlarla ilgili olarak D.3.D’nin 06.04.2001
tarih, E. 2000/2134 ve K. 2001/3198 sayılı kararında da;
“Döviz bürolarının Ziraat Bankası'nda teminat olarak bloke ettirdikleri
dövizler, herhangi bir nedenle faaliyetin sona ermesi halinde ancak Hazine
Müsteşarlığı'nın
talimatı
ile
geri
ödendiğinden
ve
bu
tutarlara
faiz
uygulanmadığından zorunlu olarak yatırılan ticari faaliyet devam ettiği sürece
bloke tutulan döviz cinsinden teminatların istendiğinde işletmenin ticari işlerinde
kullanılması başka bir anlatımın tasarruf edilmesi olanaksızdır.
69
Bu bakımdan bağlı değer olarak bankada tutulan döviz cinsinden teminatın
alacak olarak değerlemesi gerekmez. Dolayısıyla, hesaplanması gereken kur
farkından ve kambiyo gelirinden bahsedilemez. “
denilmek suretiyle zorunlu olarak verilen teminatların alacak olarak
değerlemesinin gerekmediğine hükmedilmiştir.
Açık bir yasal düzenleme, içtihadı birleştirme kararı veya yorumlayıcı bir tebliğ
çıkarılmadığı sürece avans, teminat ve depozitoların değerlemesi probleminin
uygulamada giderilmesi mümkün görünmemektedir.
12- ALACAK VE BORÇLARIN GİDERLEŞTİRİLMESİ
A- Şüpheli Alacaklar
1- Tanım
VUK’nun 323 üncü maddesinde şüpheli hale gelen alacaklar tanımlanmıştır. Bu
maddeye göre; ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili
olmak şartıyla;
1. Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar; (Bir alacağın icra safhasında
sayılabilmesi için de, alacaklının başvurusu üzerine İcra Müdürlüğünce “ödeme”
emrinin gönderilmiş ve bunun da borçlu tarafından tebellüğ edilmiş olması gerekir.
Borçlu tarafından tebellüğ edilemeyen bir ödeme emrine istinaden, alacağın icra
safhasında olduğu kabul edilmemektedir.21)
2. Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen
borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede
küçük alacaklar;
şüpheli alacak sayılmaktadır.
Dolayısıyla, envanter çalışmaları sırasında
yukarıdaki nitelikte olan alacakların, ticari işlemlerden kaynaklananları “128 ŞÜPHELİ
TİCARİ ALACAKLAR” ticari nitelikte olmayan alacaklardan kaynaklanan ise
ŞÜPHELİ DİĞER ALACAKLAR” hesabına kaydedilmesi gerekmektedir.
21
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2006/usul2006/300.htm
70
“138
Şüpheli alacakların gider gerek değersiz alacak vasfını kazanması ya da bu
aşama beklenilmeksizin karşılık ayırmak suretiyle giderleştirilmesi ticari ve zirai
kazançtan doğmuş olmaları halinde kanunen kabul edilebilir bir gider olup, bunun
dışında kalan alacaklar gider yazılsa bile kanunen kabul edilmeyen giderdir. VUK’nun
323 üncü maddesinde de açıkça hüküm altına alındığı üzere alacağın, ticari veya zirai
faaliyet sonucunda doğmuş bir alacak olması gerekmektedir. Bilindiği üzere her iki
kazanç unsurunda vergiyi doğuran olay tahakkuk esasına bağlanmıştır. Alacak
tahakkuk ettiği anda gelir olarak dikkate alınan tutarlar ,alacak tahsil edilmediğinde
gider olarak kaydedilerek, tahakkuk esasına göre tespit edilen gelir düzeltilmektedir.
Tabii ki bu düzeltmede dönemsellik ilkesinden uzaklaşılmaktadır. Bununla
mükellefler, vergiyi
doğuran
olayın
meydana geldiği
dönemde
düzeltme
yapmamakta, alacağın şüpheli halde geldiği vergilendirme döneminde düzeltme
yapmaktadırlar.Bu nedenle, hasılat ya da gelir yazılan alacakların gidere dönüşmesi
halinde alacak tutarı kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınmaktadır.
Örneğin, verilen avans karşılığında mal ya da hizmetin satılmaması halinde
alacak şüpheli hale gelse de gider olarak kaydedilemez. Çünkü söz konusu
alacak daha önce hasılat olarak kaydedilmemiştir. Bu nedenle, şüpheli hale
.
gelen alacakların daha önceden hasılat/gelir olarak kayıtlara alınıp
alınmadığının öncelikle araştırılması gerekmektedir.
Ancak, Antalya Vergi dairesi Başkalığınca verilen bir özelgede “Karşılığında
mal temin edilemeyen sipariş avansları için belirli şartların yerine getirilmesi
halinde şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceği” görüşüne yer verilmiştir.22
22
23-02-2008 tarih ve Sayı : B.07.1.GİB.4.07.17.02/VUK.ÖZ.08.06/ sayılı özelge:
http://www.vergisorunlari.com.tr/makale_detay.aspx?gid=2&mid=2843
71
Alacağın küçük alacak olmasından kasıt, dava veya icra için yapılacak dava
veya icra masraflarının alacağın tutarından büyük olmasıdır. Ancak işletmenin
alacakları tek tek küçük alacaklardan oluşuyorsa veya bu tür alacağın, toplam
alacaklar
içerisindeki
payı
yüksekse,
bunların
icra
veya
dava
takibine
değmeyeceğinden söz edilemez. Diğer bir ifadeyle, “küçüklük” itibariyle
değerlemenin, hem tek tek alacaklar itibariyle hem de bu tür alacakların toplamı
itibariyle yapılması gerekir.23
2- Karşılık Ayrılması
VUK’nun 323 üncü maddesinde, şüpheli alacaklar için değerleme gününün
tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilmesine izin verilmiştir. Karşılık
ayrılması halinde,
karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında
gösterilmesi zorunlu olup, teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan
miktar için ayrılabilecektir. Karşılık ayrılan şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen
miktarları ise tahsil edildikleri dönemde kar-zarar hesabına intikal ettirilir.
Vergi
Usul Kanunu hükümlerine göre karşılık ayrılması zorunlu
değildir. Şüpheli hale gelen alacak için karşılık ayrılmaması halinde, bu
alacağın
değersiz
hale
geldiği
dönemde
gider
yazılması
gerekmektedir.
Dolayısıyla, şüpheli hale gelen alacaklar için karşılık ayrılmasında aşağıdaki
şartları yerine getirilmiş olmaları gerekmektedir.
Bilanço esasına göre defter tutulmalıdır.
Alacak teminatlı olmamalıdır. Teminatlı alacaklarda, teminat tutarını aşan
kısım karşılık ayrılabilir.
23
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2006/usul2006/10364.htm
72
Şüpheli hale gelen alacak miktarı, dava açılmış ise davaya konu miktar,
küçük alacaklarda ise protesto veya yazı ile istenen tutardır.
Dövize endeksli veya döviz cinsinden olan şüpheli alacaklar için karşılık
ayrılmasına karar verilmesi halinde, bu alacağa bağlı olarak ortaya çıkan
kur farkları da şüpheli alacak kabul edilerek karşılık ayrılabilir.
Alacağın şüpheli hali geldiği vergilendirme döneminde karşılık ayrılmalıdır.
İzleyen vergilendirme dönemlerinde karşılık ayrılması Gelir İdaresince
kabul edilmemektedir. Ayrıca, Danıştay’ın bu konuda farklı kararları
bulunmaktadır.
Gerek Tek Düzen Hesap Muhasebe Sistemi gerekse Sermaye Piyasası
Kurulu’nca perakende satış yöntemi ile şüpheli alacak miktarının belirlenmesine izin
verilmiştir. Ancak bu yöntem VUK’unda yer almadığından, bu yönteme göre ayrılan
şüpheli alacakların KKEG olarak dikkate alınması gerekmektedir.
Şüpheli hale gelen alacaklarla ilgili olarak aşağıdaki muhasebe kayıtlarının
yapılması gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------128 ŞÜPHELİ TİCARİ ALACAKLAR
XXX
” Ya da “138 ŞÜPHELİ DİĞER ALACAKLAR”
120 ALICILAR
XXX
Ya da 121-221 ALACAK SENETLERİ/
136 DİĞER ÇEŞİTLİ ALACAKLAR
-------------------------------------------------------------------------------------Şüpheli hale gelen alacak için karşılık ayrılırsa aşağıdaki kaydın yapılması
gerekmektedir.
73
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------654 KARŞILIK GİDERLERİ HES.
XXX
129. ŞÜPHELİ TİCARİ ALACAKLAR KARŞILIĞI(-)
XXX
Ya da /139. ŞÜPHELİ DİĞER ALACAKLAR KARŞILIĞI(-)/
229. ŞÜPHELİ TİCARİ ALACAKLAR KARŞILIĞI(-)/
239. ŞÜPHELİ DİĞER ALACAKLAR KARŞILIĞI(-)
-------------------------------------------------------------------------------------3- Karşılık Ayrılmasında Özellik Arz Eden Hususlar
Şüpheli hale gelen alacak içinde yer alan KDV tutarları için de karşılık
ayrılabilecektir. Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 334 No’lu Vergi Usul Kanunu Genel
Tebliğinin Katma Değer Vergisi için Şüpheli Alacak Karşılığı Ayrılması başlıklı V.
Bölümünde; “katma değer vergisinden kaynaklanan alacak için şüpheli alacak
karşılığı ayrılabilmesi; yukarıdaki madde hükmünde (VUK 323) yer alan şartların
mevcut olması, alacağın ilgili dönemin kayıtlarına girmesi ve katma değer vergisi
beyannamelerinde beyan edilmesi halinde mümkün olacaktır.” denilerek, katma
değer vergisinden kaynaklanan alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesine izin
verilmiştir. Her ne kadar bahse konu tebliğde Özel Tüketim Vergisi ile ilgili düzenleme
bulunmasa da, bu verginin de KDV gibi mal teslimleri üzerinden alınması ve KDV ile
benzerlik taşıması nedeniyle ÖTV dahil alacak tutarı üzerinden karşılık ayrılabilir.
Diğer taraftan banka ve sigorta muameleleri vergisi, damga vergisi gibi işlem
üzerinden alınan vergilerden kaynaklanan alacaklar için karşılık ayrılmaması
gerekir. Bu vergiler yansıtılabilir vergiler olup, yansıtma işlemi, işleme taraf olanların
iradelerine bağlıdır. Bu vergileri ödeyen mükellef açısından gider olup, kazancın
tespitinde de indirilir. Tarafların aralarında yaptıkları anlaşma ile bu vergilerin
yansıtılması halinde doğan alacaklar işletme açısından bir faaliyet geliri değildir.
Çünkü bu verginin mükellefleri ödedikleri vergiyi gider yazdığından, yansıttıkları
taktirde de gider yansıtması olacaktır. Ancak, gider kaydedildikten sonra yansıtılan
tutarların da gelir kaydedilerek ödeyen mükellefin üzerindeki vergi yükü azalmakta
74
veya yok edilmektedir. Dolayısıyla, ticari faaliyet çerçevesinde doğan bir gelir de
bulunmamaktadır. Bu nedenle, yansıtılabilir nitelikte olan bu vergiler için karşılık
ayrılmaması gerekmektedir.
Konkordato sebebiyle karşılık ayrılarak zarar yazılan şüpheli alacakların,
konkordato sonucu teminata bağlanmaları halinde, şüpheli alacaklardan çıkarılarak o
yıl kârına ilâve edilmek suretiyle düzeltilmelidir.
Bir alacağın dava safhasında olduğunun kabulü için, mahkemece davaya
başlanılmış olması ve alacaklının da davayı ciddiyetle takip etmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, sadece dava açılması, karşılık ayrılması için yeterli görülmekle birlikte,
davanın sürdürülmesi zorunludur. Aksi taktirde şüpheli alacaklar için ayrılan
karşılıkların reddedilme riski bulunmaktadır.
Açılan dava dosyasının (başlanılan takibin) Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 409 uncu maddesi hükmü uyarınca dosyanın işlemden
Kaldırılmasına ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde,
karşılığın ayrıldığı dönem beyannamelerinin (geçici vergi dahil) düzeltilmesi
gerekmektedir.
Ancak,
aynı
alacak
nedeniyle
yeniden
takibe
başlandığında, takibe başlanıldığı yıl karşılık ayrılabilecektir.
İcra daireleri tarafından borçlunun borcunu ödeme imkanına sahip
bulunmadığına ilişkin olarak alacaklıya verilen aciz vesikası, borç ikrarını içeren bir
belge olup zamanaşımına da tabi değildir. Bu itibarla, bir alacağın aciz belgesine
bağlanmış olması, alacağın gelecekte tahsil edilme olanağını ortadan kaldıran bir
neden olmadığından, aciz vesikasına konu alacak değersiz alacak hükmünde de
olmayıp, bu alacağın takipli alacak olması nedeniyle şüpheli alacak olarak kabulü ve
75
bu alacak için pasifte karşılık ayrılması diğer şartlarında bulunması halinde
mümkündür.24
Kamu kurumlarından olan alacaklar için karşılık ayrılıp ayrılmayacağı da
tartışmalıdır. Kamu kurumundan olan alacakların devlet garantisi altında olduğu
dolayısıyla, karşılık ayrılamayacağı savunulmaktadır. Ancak, Gelir İdaresince
kamudan olan alacakların tahsil edilmesinin hukuken de mümkün olmadığı durumda
karşılık ayrılmasına izin verilebilmektedir. Örneğin, sosyal güvenlik kurumunca, kendi
mevzuatı çerçevesinde ödenmeyen fatura bedelleri için, karşılık ayrılabilmektedir.25
Borçlunun iflası halinde, alacaklının borçluyu dava etmesi; icra yoluyla takip
etmesi yasal olarak mümkün bulunmamaktadır. Ancak söz konusu alacağın iflas
masasına kayıt ettirilmiş olması koşuluyla alacağın, icra safhasına intikal ettiğinin ve
bunun sonucunda da şüpheli hale geldiğinin kabulü mümkün olup, karşılığın alacağın
iflas masasına kaydının yapıldığı yılda ayrılması mümkündür.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 179'uncu maddesinde düzenlenen iflasın
ertelenmesi müessesesi de günümüzde işlerlik kazanmıştır. Bu maddede, idare ve
temsil ile vazifelendirilmiş kimseler ya da alacaklılardan biri, şirketin mali durumunun
iyileştirilmesinin mümkün olduğuna dair bir iyileştirme projesini mahkemeye sunarak
iflasın ertelenmesini isteyebileceği, mahkemenin projeyi ciddi ve inandırıcı bulması
halinde, iflasın ertelenmesine karar verebileceği,179/b maddesinde ise, erteleme
kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dahil
olmak üzere hiçbir takip yapılamayacağı ve evvelce başlamış takiplerin duracağı, bir
takip muamelesi ile kesilebilen zamanaşımı ve hak düşüren müddetlerin
işlemeyeceği; erteleme süresinin azami bir yıl olduğu, bu sürenin kayyımın verdiği
raporlar dikkate alınarak mahkemece uygun görülecek süreler ile uzatılabileceği
ancak uzatma süreleri toplamının dört yılı geçemeyeceği; erteleme süresi
dolmamakla birlikte, mahkemenin kayyımın verdiği raporlardan şirketin mali
24 http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2005/vergiusul2005/3788.htm
25 http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2005/vergiusul2005/3541.htm
76
durumunun iyileştirilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varması halinde, erteleme
kararını kaldırarak şirketin iflasına karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır. Diğer
taraftan, iflasın ertelenmesi kararının verilmesi halinde borçludan alacağı olanların
alacaklarını tahsil etme imkanını ortadan kaldırmaktadır. Sonuçta, İcra ve İflas
Kanunu uyarınca iflasın ertelenmesi uygulamasında icra takipleri engellenmektedir.
Erteleme
kararı
dava
açsın
açmasın
tüm
alacaklılar
bakımından
sonuç
doğurduğundan, diğer alacaklıların dava açmalarına ve icra takibi yapmalarına gerek
bulunmamaktadır. Bu nedenle, iflasın ertelenmesi kararının verilmesi ile iflasa ilişkin
şartların varlığının tamamen ortadan kalktığından da söz edilemeyecektir.
İflasın ertelenmesi kararı ile İcra ve İflas Kanunu uyarınca borçlunun takibi
engellendiğinden şüpheli alacak karşılığı ayrılması mümkün bulunmaktadır.
Karşılık, mahkemece iflasın ertelenmesine ilişkin kararın verildiği hesap
döneminde ayrılmalıdır. Daha sonra iflas veya iflastan kurtulma halleri söz
konusu olur ise, ayrılan şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları
tahsil
edildikleri
dönemde
kar-zarar
hesabına
intikal
ettirilmesi
gerekmektedir.
B- Değersiz Alacaklar
VUK’un 322. maddesinde değersiz alacaklar aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
“Kazai bir hükme veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline artık imkân
kalmayan alacaklar değersiz alacaklardır.
Değersiz alacaklar, bu mahiyete girdikleri tarihte tasarruf değerlerini
kaybederler ve mukayyet kıymetleriyle zarara geçilerek yok edilirler.
İşletme hesabı esasına göre defter tutan mükelleflerin bu madde hükmüne
giren değersiz alacakları, gider kaydedilmek suretiyle yok edilirler.”
77
Bu madde hükmüne göre, ticari veya zirai kazancın elde edilmesinden doğan
alacaklar,
değersiz
hale geldikleri vergilendirme
döneminde gider olarak
kaydedilerek kazancın tespitinde indirim konusu yapılacaktır. Bir başka deyişle
değersiz alacaklar bilanço ve işletme hesabı esasına göre defter tutan ticari ve zirai
kazanç sahiplerince gider olarak kaydedilebilirler. Dolayısıyla alacak tutarı kanuni
defterlere Hasılat Olarak kaydedilmiş olmalıdır Ancak bir alacağın değersiz hale
gelmesi için;
1- Bir mahkeme kararı ile alacağın tahsilinin ortadan kalktığının belirlenmesi,
2- Kanaat
getirici
bir
belge
ile
alacağın
tahsil
edilemeyeceğinin
ispatlanabilmesi
gerekmektedir. Bu kapsamda;
Mahkemece borçlu hakkında verilmiş bulunan gaiplik kararı,
İcra memurluğunca borçlunun adresinin saptanamaması nedeniyle
icra takibat dosyasının işlemden kaldırılması,
Borçlunun ölümü halinde, borçlunun mirasçılarının bulunmaması veya
mirasçıların mirası reddetmeleri,
hallerinde alacağın değersiz hale geldiği kabul edilmektedir. Ancak, bu
tespitlerin tümünün belgelenmesi gerekmektedir.
Konkordato anlaşması yapılması halinde, konkordato dışında kalan alacak
kısmı, borçların yeniden yapılandırılması anlaşmaları uyarınca indirilen alacak tutarı,
tamamen değersiz alacak olarak kabul edilmektedir.
Değersiz hale gelen alacaklar, değersiz hale geldiği dönemde giderlere
atılmak suretiyle kazancın tespitinde dikkate alınır. Değersiz hale gelen
alacak için daha önde karşılık ayrılmış ise karşılık hesabı ile şüpheli alacak
hesabı kapatılır. Alacağın tamamı için karşılık ayrılmamış ise, karşılık
ayrılmayan kısım değersiz alacak olarak giderleştirilir.
78
Değersiz
gerekmektedir.
hale
gelen
alacakların
aşağıdaki
şekilde
kaydedilmesi
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------689 DİĞER OLAĞANDIŞI GİDER VE ZARARLAR HESABI
XXX
120 ALICILAR/
XXX
Ya da 121-221 ALACAK SENETLERİ/
136 DİĞER ÇEŞİTLİ ALACAKLAR
--------------------------------------------------------------------------------------
Şüpheli alacaklarda olduğu gibi değersiz alacaklarda da ticari veya zirai
kazancın elde edilmesinden doğmamış ise gider yazılan alacak tutaı
kanunen kabul edilmeyen gider olarak dikkate alınacaktır. Bir başka deyişle,
hasılt yazılmayan alacak tutarı değersiz hale geldiğinde kanunen kabul
edilmeyen gider olacaktır.
E. Vazgeçilen Alacaklar
Vazgeçilen
alacaklar
VUK’un
324’üncü
maddesinde
aşağıdaki
gibi
düzenlenmiştir.
“Konkordato veya sulh yoluyla alınmasından vazgeçilen alacaklar, borçlunun
defterinde özel bir karşılık hesabına alınır. Bu hesabın muhteviyatı alacaktan
vazgeçildiği yılın sonundan başlayarak üç yıl içinde zararla itfa edilmediği takdirde
kâr hesabına naklonulur.”
VUK’nun 322 nci maddesi uyarınca konkordato veya sulh yoluyla
alınmasından vazgeçilen alacaklar, alacaklı yönünden değersiz alacaktır. Ancak,
borçlu açısından ise, borcu azaldığından dolayısıyla, pasifinde azalma meydana
79
geldiğinden, borçlunun özsermayesi artmıaktadıır. Sonuçta, vazgeçilen alacak borçlu
yönünden hasılat (kâr) hükmünde olduğundan borçlunun gelirinde bir artış
olmaktadır.
Yasa koyucu, borçlunun mali durumunun bozuk olduğunu gözönünde tutarak,
borçlunun öz sermayesinde meydana gelen artışı, alacaktan vazgeçildiği yılda değil,
daha ileriki yıllarda vergilendirilmesini öngörmüştür.
VUK, m.324 uyarınca, vazgeçilen alacaklar, borçlunun defterinde açılan özel bir
karşılık hesabına alınmak zorundadır. Bu hesaba alınan borç, alındığı yıldan itibaren
üç yıl içinde zararla kapatılamadığı takdirde kâra aktarılacaktır. Üç yıllık sürenin
başlangıcı da uygulamada tartışmalıdır. Bu süre karşılık ayrıldığı yıldan itibaren mi
başlayacaktır, izleyen yıldan itibaren mi başlayacaktır? Uygulamada üç yıllık sürenin
başlangıcı alacağın vazgeçildiği yıldan başlatılmakta ve bu yılı izleyen ikini yılın
sonuna kadar zararla mahsup edilemeyen fon tutarı, yıl sonunda dönem kazancına
eklenmektedir.
Öte yandan, vazgeçilen alacaklarda bu şekilde üç yıllık vergi ertelemesinden
yararlanabilmek için bilanço esasına göre defter tutma zorunluluğu bulunmaktadır
Diğer taraftan, geçmiş yıl zararları ise kaynağı ne olursa olsun, vazgeçilen
alacaktan mahsup edilemez. Dolayısıyla, vazgeçilen alacağın meydana geldiği hesap
döneminden önceki dönemlere ait geçmiş yıl zararlarının mahsubu mümkün değildir.
Zira vazgeçilen alacak bekleme süresi dolmadan kesin bir kâr niteliği almış değildir.
Yine madde metninde, “alacaktan vazgeçildiği yılın sonundan başlayarak üç yıl
içinde zararla” denilmek suretiyle vazgeçilen alacağın gelecek yıl (yıllar)
zararlarından mahsup edilebileceği kabul edilmiştir.
Bekleme süresi üç yıl olmakla beraber daha önce işin bırakılması, ölüm ve
kurumlarda tasfiye halinde fon hesabına alınan tutar bu işlemlerin
meydana geldiği dönemde kâra aktarılır. Geçmiş yıl zararları kaynağı ne
olursa olsun, bekleme süresi için vazgeçilen alacaktan mahsup edilemez.
80
Vazgeçilen alacakların aşağıdaki şekildekaydedilmesi gerekmektedir:
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------320 SATICILAR HESABI
XXX
549 ÖZEL FONLAR HESABI
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Meydana gelen zararın fondan karşılanması halinde aşağıdaki yapılacak kaydın
yapılması gerekmektedir.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------549 ÖZEL FONLAR HESABI
XXX
591 DÖNEM NET ZARARI (-)
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------Üçüncü Yıl sonunda veya işin terki ve tasfiyesi halinde aşağıdaki muhasebe
kaydı yapılacaktır.
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------549 ÖZEL FONLAR HESABI
XXX
679 DİĞER OLAĞANDIŞI GELİR VE KÂRLAR
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------679 DİĞER OLAĞANDIŞI GELİR VE KÂRLAR
XXX
690 DÖNEM KARI VEYA ZARARI HESABI
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------
81
13- EMTİA (STOK) DEĞERLEMESİ
A- STOK ENVANTERİ
İşletmeler açısından emtia değerlemesi önem arz etmektedir. Çünkü emtia
değerlemesi her hal ve taktirde doğrudan dönem karına etkiler. Emtia ile kastedilen
işletmenin satmak üzere aldığı imal edilmiş emtia, imalatta kullanılan hammadde ve
yardımcı maddeler, imal edilmiş mamul ve yarı mamullerin tamamı girmektedir.
Vergi Usul Kanunu’nunda emtia değerlemesi aşağıdaki başlıklar altında
düzenlenmiştir:
Emtia değerlemesi,
İmal edilen emtia değerlemesi,
Zirai mahsuller,
Hayvanların değerlemesi,
Kıymeti düşen mallar,
İşletmelerin emtia envanterini değerleme günü itibariyle ölçmek, tartmak
suretiyle fiziki olarak tam ve doğru olarak tespit etmeleri, yapılan tespitleri de ya
envanter listelerine kaydederek bu listelerden envanter defter defterine aktarmaları
ya da doğrudan envanter defterine kaydetmeleri gerekmektedir. Bu tespit sırasında
stokları belirlerken öncelikle malın işletme mülkiyetinde olup olmadığının göz
önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu nedenle,
Komisyoncular ya da başka firmalarca satılmak üzere gönderilen
konsinye mallar,
Satın alınmakla birlikte kayıtlara da geçirilmiş olmasına rağmen henüz
işletmeye ulaşmayan yoldaki mallar
envanter listelerine dahil edilmelidir. Ancak,
82
Satılmış
olması
nedeniyle
belgesi
de
düzenlenen
ve
muhasebeleştirilmesine rağmen değerleme günü itibariyle müşteriye
gönderilmemiş mallar,
Emanet olarak işletmeye bırakılmış mallar
envanter listelerine dahil edilmemelidir.
Yapılan sayım sonucunda, işletme stoklarında bulunan her türlü ticari mallar
ile hammadde, yarı mamul, mamul ve yardımcı malzemeler, cins ve nevileri itibariyle
ayrı yarı envanter işlemine tabi tutulmalıdır. Envanter işlemlerinde; aşağıdaki eşitliğin
sağlanması gerekmektedir.
Dönembaşı Stok + Dönemiçi Alışlar = Dönemiçi Satışlar + Dönemsonu Stok
Yapılan tespit sonucunda kaydi envanter ile fiili envanter birbirine eşitlenmek
zorundadır. Fire veya normal zayiatlar dışında kalan envanter noksan ve fazlalıklar
tespit edildiğinden bunların da fark hesaplarına aktarılarak nedenleri araştırılmalıdır.
Bu
işlemler sırasında bir maldaki fazlalık diğer maldaki noksanlık ile
karşılaştırılmak suretiyle mahsup edilemek suretiyle envanter farklılığı
giderilemez.
B- DEĞERLEME ÖLÇÜSÜ
Gerek ticari mallar gerekse imal edilen emtia ile hayvanlar ve zirai mahsuller
Vergi Usul Kanunu uyarınca maliyet bedeli ile değerlenmek zorundadır.
Emtianın satın alınmasından işletmenin ambarına girinceye kadar yapılan
harcamalar satın alma bedeli ile birlikte maliyet bedelini oluşturmaktadır. Ayrıca,
emtianın stoklanması için yapılan depolama giderleri, saklama giderleri vb. de malın
maliyetine eklenmesi gerekmektedir.
83
İmal edilen emtianın da VUK, m.275’de belirtilen aşağıda sayılan giderler
dikkate alınarak maliyet bedelinin tespit edilmesi gerekmektedir
“1. Mamulün vücuda getirilmesinde sarfolunan iptidai ve ham maddelerin
bedeli;
2. Mamule isabet eden işçilik;
3. Genel imal giderlerinden mamule düşen hisse;
4. Genel idare giderlerinden mamule düşen hisse; (Bu hissenin mamulün
maliyetine katılması ihtiyaridir.);
5. Ambalajlı olarak piyasaya arzedilmesi zaruri olan mamullerde ambalaj
malzemesinin bedeli.
Mükellefler, imal ettikleri emtianın maliyet bedellerini yukarıki unsurları ihtiva
etmek şartiyle diledikleri usulde tayin edebilirler. “
Emtianın üretim, taşıma, depolama gibi işlemler sırasında fiziken yok olması
veya değerini kaybetmesi mümkündür. Söz konusu kayıplar normal faaliyetin
sonucunda meydana gelmiş ise ortaya çıkan bu kayıplar satılan malın maliyetine
eklenmek suretiyle dönem kazancının tespitinde giderleştirilmiş olacaktır. Ancak,
ortaya çıkan kayıpların normal kayıp olduğunun Ticaret ve Sanayi Odaları tarafından
belirlenen fire oranları ile uygunluğu araştırılarak tespit edilmelidir. Ayrıca, bu
konuda üniversiteler gibi diğer kamu kurum ve kuruluşlarından da bilgi alınabileceği
gibi işletmede fiziki olarak da tespit yaptırılabilir. Ortaya çıkan fireler, yukarıdaki
yöntemlere göre belirlenen fire oranlarının üzerine çıkması halinde, sınırı aşan
firelerin beyannamede kanunen kabul edilmeyen gider olarak ticari kazanca
eklenmesi gerekmektedir.
VUK’na göre esas olan emtianın fiili (gerçek) maliyet bedelinin tespit edilmesi
gerekmekle birlikte fiili maliyetin tespit edilememesi halinde emtia değerlemesinde
kullanılacak yöntem ise Kanunda belirlenmemiştir. Kaldı ki, günümüzde birçok
emtianın fiili maliyet bedelini tespit etmek her zaman mümkün olmamaktadır. Bu
84
nedenle emtia değerlemesinde, fiili maliyete yakın sonuç veren yöntemin tercih
edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, uygulamada emtia değerlemesinde;
Fiili maliyet,
İlk giren ilk çıkar (FİFO),
Son giren ilk çıka(LİFO),
Ortalama maliyet (ağırlıklı ortalama maliyet ve hareketli ortalama
maliyet),
Özel Sipariş Maliyet Yöntemi.
Yöntemlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Bu yöntemler, PK mevzuatı Seri
XI l No.lu Tebliğin 2619. Maddesinde aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır.
26
Aynı Tebliğde SPK, stok değerlemesinde uygulanacak Yöntemi Tebliğin 22nci maddesinde
aşağıdaki gibi belirlemiştir:
Stokları Değerleme
Madde 22 — (Değişik birinci fıkra: Seri: XI, No: 17 sayılı Tebliğ ile) Bu maddenin
dördüncü fıkrasındaki hüküm saklı kalmak kaydıyla, stoklar, elde etme maliyeti ve net
gerçekleşebilir değerin düşük olanı ile değerlenir. Stokların elde etme maliyeti yerine net
gerçekleşebilir değer ile değerlenmesi için, net gerçekleşebilir değerin elde etme maliyetine
göre % 10 veya daha fazla bir değer düşüklüğü göstermesi ve bu değer düşüklüğünün yakın
bir tarihte ortadan kalkacağına dair objektif ve makul bir gerekçenin varolmaması gerekir.
Stok maliyetinin hesaplanmasında "ilk giren ilk çıkar", "son giren ilk çıkar", "ağırlıklı
ortalama maliyet" veya "hareketli ortalama maliyet" yöntemlerinden birinin uygulanması
şarttır. Stoklarda, türler itibariyle aynı değerleme yönteminin esas alınması zorunludur.
Ancak, kısmen özel siparişlerin olması veya başlıbaşına maliyetlerinin saptanması gerekli
kalemlerin bulunması halinde, bunlara özgü olarak "özel sipariş maliyeti" yöntemi
uygulanabilir.
Stokların elde etme maliyetine göre düşük değerle değerlenmesi halinde karşılık
ayrılması şarttır. Stok değer düşüklüğü karşılık tutarları esas olarak "genel yönetim giderleri"
içinde muhasebeleştirilir.
85
İlk Giren İlk Çıkar Yöntemi : Satılan veya üretime verilen ilk madde, malzeme,
yarı mamul, ara mamul ve mamullerin stoka ilk girenlerden oluştuğunu varsayan
stok değerleme yöntemidir. Bu yöntemde, ambar çıkışları, en eski tarihli girişlere
ilişkin maliyet bedeli ile; hesap dönemi sonunda kalan stoklar ise en yeni tarihli
girişlerin maliyet bedeli ile değerlenir.
Son Giren İlk Çıkar Yöntemi : İlk giren ilk çıkar yönteminin aksine, satılan veya
üretime verilen stokların son girenlerden olduğunu varsayan stok değerleme
yöntemidir. Bu yöntemde, çıkışlar, en yeni tarihli girişlere ilişkin maliyet bedeli ile;
hesap dönemi sonunda kalan stoklar ise, en eski tarihli girişlerin maliyet bedeli ile
değerlenir.
Ağırlıklı Ortalama Maliyet Yöntemi : Bu yöntemde maliyet, stokların toplam
elde etme maliyetleri ile alım miktarları dikkate alınarak hesaplanır. Toplam maliyet
toplam stok miktarına bölünerek birim maliyet bulunur; bu tutar stok miktarıyla
çarpılarak stok maliyetine ulaşılır.
Hareketli Ağırlıklı Ortalama Maliyet Yöntemi : İşlemlerini sürekli envanter
esasına göre yürüten işletmelerde her yeni alımdan sonra o anda mevcut stokların
ağırlıklı ortalama maliyetinin hesaplanmasını ifade eder.
Özel Sipariş Maliyet Yöntemi : Özel bir proje veya sipariş için ayrılan, satın
alınan veya üretilen stokların, dönem sonunda değerlemesinde kullanılan yöntemdir.
Bu yöntemde, stoka giren maddenin, üretim işlemleri tamamlanıncaya kadar elde
etme maliyetiyle ilişkisi sürdürülür.
(Ek dördüncü fıkra: Seri: XI, No: 17 sayılı Tebliğ ile) Borsalar veya teşkilatlanmış diğer
piyasalarda işlem gören altın ve diğer kıymetli madenler, işlem gördükleri borsalar ve
teşkilatlanmış diğer piyasalarda bilanço gününden önceki 5 iş günü boyunca oluşan ağırlıklı
ortalama fiyatların ortalaması üzerinden değerlenir. Bilanço günüden önceki 5 iş günü içinde
elde edilen altın ve diğer kıymetli madenler ise, elde etme maliyeti ve bilanço gününde ilgili
borsa veya piyasada oluşan ağırlıklı ortalama fiyatın düşük olanı ile değerlenir. Normal ticari
şartlar altında rayiç bedeli, ihtiva ettiği altın ve kıymetli madenlere bağlı olarak belirlenen
maddelerin içindeki altın ve diğer kıymetli madenler de bu fıkrada belirtilen şekilde
değerlemeye tabi tutulur.
86
Gerek SPK’nın uygulamaları gerekse Uluslararası Muhasebe Standardı stok
değerlemesinde paralellil arz etmekle birlikte Vergi Usul Kanunu’nunda yer alan
değerleme ölçüsü günümüzde ekonomik düzeni ile tam uyumlu değildir. Bunun da
nedeni stok değerleme yöntemlerinin doğal olarak işletmelerin dönem sonu karını
etkilemesi nedeniyle vergi matrahlarının aşınmasına yol açmalarına engel olmaktır.
Bugün birçok işletmede fiili maliyeti tespit etmenin de olanaksız olduğu gözardı
edilemeyeceğinden uluslar arası standartlara uygun maliyet yöntemleri ile Vergi
Yasalarında da paralellil kurulması yararlı olacaktır.
C- ZİRAİ MAHSULLER VE HAYVANLARIN DEĞERLEMESİ
VUK’nun 276 ncı maddesinde zirai mahsullerin maliyet bedeli ile değerleneceği
hüküm altına alınmıştır. Hayvanlarda maliyet bedelinin zirai mahsullerin özelliğine
göre imal edilen emtiaya ilişkin değerleme usul ve esaslarına göre Maliye
Bakanlığınca tespit edilecek esaslar dairesinde hesaplanması gerekmektedir.
Dolayısıyla, zirai mahsullerle doğrudan ilişkilendirilebilen ilk madde ve malzeme ile
direkt işçilik giderlerinin yanı sıra, genel nitelikteki zirai üretim veya genel idare
giderlerinden mahsullere isabet eden hisseler ile ambalaj giderleri de maliyet
bedeline dahil edilecektir.
Hayvanların değerlemesinde de VUK, m.277 hükümleri dikkate alınacaktır. Bu
maddeye göre, zirai işletmelere dahil hayvanlar maliyet bedeli ile değerlenecektir.
Maliyet bedelinin tesbiti mümkün olmayan durumlarda maliyet bedeli, yerine emsal
bedeli alınacak olup, emsal bedeli işletmenin bulunduğu mahal (Gezici hayvancılıkta
kışlak) için zirai kazanç komisyonlarınca tespit edilmiş olan ortalama maliyet bedeli
olacaktır.
Gerek zirai ürün üretiminde gerekse hayvan üretiminde dikkate edilmesi
gereken husus, faaliyet konusu ürünün niteliğine göre, ürün verecek hale
gelinceye kadar yapılan harcamaların yapılmakta olan yatırım harcaması
olarak dikkate alınarak biriktirilmesi, ürün verecek hale geldikten sonra
aktifleştirilen
harcamaların
da
amortisman
yolu
ile
itfa
edilmesi
gerekmektedir.
87
Örneğin, ağaç yetiştiriciliğinde fidanın dikilip ürün verecek hale gelinceye
kadar yapılan harcamalar aktifleştirilmeli, ürün alınmaya başlanıldıktan sonra, söz
konusu harcamalar duran varlıklarda izlenerek amortisman ayrılmalıdır. Damızlık
hayvanlar için de aynı şekilde işlem yapılmalıdır.
D- DEĞERLEME GÜNÜ İTİBARİYLE PİYASA FİYATI DÜŞEN MALLAR
VUK’nun 274 üncü maddesi uyarınca, emtianın maliyet bedeline nazaran
değerleme günündeki satış bedelleri % 10 ve daha fazla bir düşüklük gösterdiği
hallerde mükellefler, maliyet bedeli yerine 267 nci maddenin ikinci sırasındaki usul
hariç olmak üzere, emsal bedeli ölçüsünü uygulayabileceklerdir .
Değerleme günü itibariyle mal da herhangi bir bozulma çürüme veya kayıp
olmamasına rağmen malın satış fiyatı maliyet bedelinin % 10 ve daha fazla düşmüş
ise bu taktirde maliyet bedeli yerine emsal bedel ölçüsü kullanılarak malın
değerleme günü itibariyle değeri tespit edilecektir. Ancak, emsal bedel tespitinde
önce “ortalama fiyat esası” uygulanacak olup, bu esasa göre emsal bedel
belirlenemez ise takdir esasına göre emsal bedelin belirlenmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, emsal bedel belirlenirken “maliyet bedeli” esası bu durumda
uygulanmayacaktır.
Değeri düşen mallar fiziki bir kayba uğrmamış mallardır. Dolayısıyla, bu
malların alımı nedeniyle yüklenilen katma değer vergileri de düzletilmeyecektir.
Nitekim, 57 No’lu Katma Değer Vergisi Sirkülerinde de konu ile ilgili olarak Gelir
İdaresi Başkanlığı’nca aşağıdaki açıklamalar yer almaktadır.
88
5.2.
Malların Değerinin Düşmesi Sonucu Meydana Gelen Kayıplar
Malın tamamen yok olmaması, ancak değerinde önemli derecede düşüklük
meydana gelmesi halinde malın zayi olması hükümleri geçerli olmayacaktır. Bu
durumda malların zayi olması değil düşük bedelle veya zararına satışı söz konusu
olacağından, bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV nin indirim konusu
yapılabileceği tabiidir.
Örneğin;
- Üretim esnasında renginde problem olan giyeceklerin,
- Yangın sonucu tamamen yok olmayan ve ekonomik değeri olan yedek parça ve
malzemelerin
daha düşük bir fiyatla satılması halinde bunlar nedeniyle yüklenilen KDV'nin
tamamı indirim konusu yapılabilecektir.
E- KIYMETİ DÜŞEN MALLAR
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 278’nci maddesinde, “yangın, deprem ve su
basması gibi afetler yüzünden veyahut bozulmak, çürümek, kırılmak, çatlamak,
paslanmak gibi haller neticesinde iktisadi kıymetlerinde önemli bir azalış vaki olan
emtia ile maliyetlerin hesaplanması mutad olmayan hurdalar ve döküntüler,
üstüpü, deşe ve ıskartalar emsal bedeli ile değerlenir.” hükmü yer almaktadır.
Bu hükme göre emtianın, kıymeti düşen mal olarak emsal bedeli ile
değerlenebilmesi için iktisadi kıymetindeki önemli azalışın yangın, deprem, su
basması gibi tabi afet veya bozulmak, çürümek, kırılmak, çatlamak, paslanmak
gibi haller nedeniyle olması gerekmektedir.
Bu madde de kıymetin azalış nedenleri teker teker sayılmış ve bunların sonuna
“gibi” edadı eklenerek, benzeri durumlar nedeniyle emtianın değerinde önemli
miktarda azalma olduğu takdirde emsal bedeli ile değerleme yapılacağı belirtilmiştir.
89
Emsal bedel uygulamasında ise Vergi Usul Kanununun 267’nci maddesinin
3’ncü sırasında yer alan takdir esasına göre değerleme yapılması gerekmektedir.
Takdir komisyonunca değer takdiri yapılmaksızın, kıymeti düşen malların
mükelleflerce belirlenen değeri üzerinden giderleştirilirse, söz konusu giderler,
beyannamede kanunen kabul edilmeyen gider olarak ticari kazanca eklenmelidir.
Diğer taraftan kıymeti düşen mallarda değerleme günü beklenilmeksizin takdir
komisyonuna başvuruda bulunulmalıdır. Başvuruda gecikilmesi halinde de en geç
değerleme günü itibariyle başvuruda bulunulmalıdır. Çünkü dönemsellik ilkesi gereği,
değerleme gününden sonra başvurulması halinde değer düşüklüğünün hangi
dönemde meydana geldiği tartışmalı hale gelecektir. Katma değer vergisi açısından
yapılması gereken düzeltme işlemlerinin değer düşüklüğünün meydana geldiği
vergilendirme döneminde yapılması gerektiğinden, bunun için takdir komisyonuna
başvurulması şartı bulunmamaktadır.
Kıymeti düşen mallarla ilgili olarak yapılması gereken muhasebe kayıtları
aşağıdaki gibi olacaktır.
Değer düşüklüğü meydana geldiğinde;
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------157 DİĞER STOKLAR
153 TİCARİ MALLAR HESABI
XXX
XXX
------------------------------------------------------------------------------------Takdir Komisyonu Kararı üzerine;
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------654 KARŞILIK GİDERLERİ
XXX
158/298 STOK DEĞER DÜŞÜKLÜĞÜ KARŞILIĞI HESABI(-) XXX
-------------------------------------------------------------------------------------
90
KDV indiriminin düzeltilmesi;
--------------------------------------31/12/2010----------------------------------770 GENEL YÖNETİM GİDERLERİ
XXX
191 İNDİRİLECEK KDV
XXX
------------------------------------------------------------------------------------Söz konusu mallar satıldığında;
--------------------------------------31/12/2010------------------------------------100 KASA/102 BANKA
XXX
121 ALICILAR VB.
600 YURT İÇİ SATIŞLAR / 601 YURT DIŞI SATIŞLAR
XXX
391 HESAPLANAN KDV
XXX
--------------------------------------------------------------------------------------------
--------------------------------------31/12/2010------------------------------------158/298 STOK DEĞER DÜŞÜKLÜĞÜ KARŞILIĞI (-)
621. SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ(-)
XXX
XXX
644 KONUSU KALMAYAN KARŞILIKLAR HESABI
XXX
157 DİĞER STOKLAR HESABI
XXX
-------------------------------------------------------------------------------------------İşletmenin emtia stoklarında meydana gelen düşüklükler zayiatdan da
kaynaklanabilir. Bu zayiat yangın, deprem gibi doğal afetler sonucunda meydana
gelebileceği gibi kırılma, bozulma vb. sebepler sonucunda meydana gelebilir. Bu
durumda, işletmenin stoklarında meydana gelen kıymet düşüklüğü sonucunda
işletmenin elinde kalan malların emsal bedel ile belirlenmesi gerekmektedir.
91
Meydana gelen değer düşüklüğü sonucunda mal tamamen yok olmuş ise yok
olan malların da değerinin de emsal bedel esasına göre takdir komisyonunca tespit
edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 30/c maddesinde deprem, sel
felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki
yangın sonucu zayi olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait katma değer
vergisinin indirimine izin verilmemiştir. Bu maddeye göre deprem ve sel felaketi
sonucunda zayi olan mallar nedeniyle yüklenilen KDV indirim konusu yapılır iken,
yangın sonucunda zayi olan malların KDV’si ancak ve ancak Maliye Bakanlığı’nca
yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerde indirim konusu yapılabilecektir.
Söz konusu maddede Maliye Bakanlığı’nın mücbir sebep ilan etmesine ilişkin kriterler
belirlenmediğinden idareye sonsuz yetki tanınmıştır. Bu şekildeki belirleme, Anayasa
ile de güvence altına alınan “vergilerin yasallığı” ve “eşitlik (herkesin mali gücüne
göre vergi ödemesi)” ilkeleri ile de çelişmektedir.
Diğer taraftan Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 113 No’lu KDVK Genel Tebliğinin
“E-KULLANIM SÜRESİ GEÇEN VEYA KULLANILAMAYACAK HALE GELEN MALLARA
İLİŞKİN YÜKLENİLEN KDV HAKKINDA YAPILACAK İŞLEM” başlığı altında aşağıdaki
açıklamalar yapılmıştır.
Gelir İdaresi Başkanlığına intikal eden olaylardan; mükelleflerin faaliyetlerine
ilişkin olarak stoklarında mevcut olan ancak kullanım süresi geçen veya bir başka
nedenle kullanılamayacak durumda olan malların, ilgili mevzuat uyarınca teşkil
edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi
durumunda, bu mallara ilişkin yüklenilen KDV'nin indirilip indirilemeyeceği hususunda
tereddüde düşüldüğü anlaşılmıştır.
KDV Kanununun (30/c) maddesinde; deprem, sel felaketi ve Maliye
Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi
olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait KDV'nin indirim konusu
yapılamayacağı hükme bağlanmıştır.
92
Bu hüküm uyarınca, kullanım süresi geçen veya bir başka biçimde
kullanılamayacak hale gelen ve imha edilen mallar, zayi olan mal mahiyetinde
olduğundan mükelleflerce bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin indirim
konusu yapılması da mümkün bulunmamaktadır.
Bu çerçevede, zayi olan mallara ait yüklenilen ve daha önce indirim konusu
yapılan KDV'nin, imha tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait 1 No.lu KDV
Beyannamesinin "İlave Edilecek KDV" satırına dahil edilmek suretiyle indirim
hesaplarından çıkarılması gerekmektedir.
Bu Tebliğden sonra Gelir İdaresi Başkanlığı’nca çıkarılan 57 No’lu Katma Değer
Vergisi Kanunu Sirkülerinde de konu hakkında örnekler yolu ile aşağıdaki açıklamalar
yapılmıştır.
Z Olan Mallara Ait KDV
5. ayi
KDV sisteminde alış belgelerinde gösterilen verginin indirilmesi, bu malların satışı
sırasında mala eklenen değerin vergilendirileceği düşüncesine dayanmaktadır. 1 Seri
No.lu KDV Genel Tebliğinde, zayi olan mallar için satış ve dolayısıyla yaratılan bir
katma değer olmayacağından, bu mallara ilişkin alış vesikalarında gösterilen verginin
indirilmesinin, zayi olan mallar üzerindeki vergi yükünü tamamen ortadan
kaldıracağı; bu nedenle, Kanunun 30/c maddesi uyarınca, zayi olan malların alış
vesikalarında gösterilen KDV nin mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden
hesaplanan KDV den indirilemeyeceği belirtilmiştir.
Öte yandan aynı bentte, deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle
mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olan mallar nedeniyle
yüklenilen vergilerin indirimine olanak tanınmaktadır.
Örneğin; sel felaketi nedeniyle bir şirketin deposunda yer alan malların zayi olması
veya Maliye Bakanlığınca yangın sebebiyle mücbir sebep ilan edilen yerde olması
koşuluyla, yangın nedeniyle malların kullanılamaz duruma gelmesi halinde bu
mallara ilişkin yüklenilen vergiler indirim konusu yapılabilecektir.
Buna karşılık Maliye Bakanlığınca yangın sebebiyle mücbir sebep ilan edilmediği
sürece, yangın sonucu zayi olan mal nedeniyle yüklenilen KDV nin indirim konusu
yapılması mümkün değildir. Örneğin, ithal edilen malların depolandığı antrepolarda
çıkan yangın sonrasında Maliye Bakanlığınca mücbir sebep ilan edilmediği takdirde
zayi olan malların ithalinde ödenen KDV nin indirim konusu yapılması mümkün
bulunmamaktadır.
93
5.1
. Malların Zayi Olması Sonucu Meydana Gelen Kayıplar
113 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin (E) bölümünde, kullanım süresi geçen veya
kullanılamayacak hale gelen malların zayi olan mal olarak değerlendirileceği;
KDV Kanununun 30/c maddesine göre mükelleflerce bu malların iktisabında
yüklenilen KDV nin indirim konusu yapılmasının mümkün olmadığı ifade
edilmiştir.
Bu çerçevede;
- İmalatta kullanılmak için alınan ancak imalata girmeden eskime, bozulma,
çürüme, çatlama vb. nedenlerle kullanılamaz hale gelen ve bu nedenle imalatta
veya ambalajlamada kullanılabilme vasfını yitiren hammadde ve malzeme ile
ambalaj maddeleri,
- Son kullanma tarihinin geçmesi, çeşitli kimyasallar içerdiğinin tespit edilmesi
gibi nedenlerle kanunen tekrar satılması mümkün olmayan ve imha edilen
bisküvi, çikolata, konserve gibi gıda ürünleri,
- Sağlık Bakanlığınca kullanımının yasaklanması nedeniyle imha edilen ilaçlar
ile kullanım süresi içinde formül hatası bulunan, miadının dolması veya hasar
görmesi nedeniyle kullanılamaz hale gelmiş, üretimden kalkmış, insan sağlığını
tehdit eden ilaçlar,
- Hatalı dikim, renk farklılığı, leke ve benzeri nedenlerle ya da şirket politikası
gereği satışı mümkün olmadığından imha edilen mallar,
- Kullanım ömrünü tamamladığı için imha edilen araç lastikleri,
için yüklenilen KDV indirim konusu yapılamayacaktır.
94
5.3
. Fire Sonucu Meydana Gelen Kayıplar
Fire, bir malın imalat sürecinde veya tüketiciye arzına kadar kendi doğal akışı
içinde uğradığı fiziksel kayıp olarak tanımlandığından, imalat sırasında veya
sonrasında
meydana
gelen
firelerin
zayi
olan
mal
kapsamında
değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu durumda, daha önce indirim
konusu yapılan KDV nin de düzeltilmesine gerek yoktur. Ancak, yasal
düzenleme veya ilgili mesleki kuruluşlar tarafından belirlenen fire miktarını
aşan kayıplara ilişkin giderlerin, Gelir veya Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre
kazancın tespitinde indiriminin kabul edilmemesi halinde, bu giderler
dolayısıyla yüklenilen KDV nin de indirim konusu yapılması mümkün değildir.
Örneğin;
- Akaryakıtın depolanması sırasında ortaya çıkan ve ilgili kuruluşlar tarafından
belirlenen oranlar dahilindeki kayıplar,
- Balık çiftliklerinde balık üretimi esnasında pazarlama aşamasına ulaşıncaya
kadar geçen süreçte, balık üretim ve besleme firesi olarak oluşan balık
ölümleri,
- Tavuk çiftliklerinde, üretimin doğal sonucu oluşan kayıplar,
- Hazır giyim eşyası dikiminde veya ayakkabı yapımında üretim sürecindeki
kesme, biçme, dikme gibi işlemlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkan kayıplar,
fire olarak değerlendirilmekte olup, bunlara ilişkin yüklenilen KDV indirim
konusu yapılabilecektir.
Maliye Bakanlığı’nca yapılan bu düzenlemeler yorumlayıcı niteliktedir. Bu
tebliğ ve sirküler ile Maliye Bakanlığı’nca kullanım süresi geçen veya bir başka
biçimde kullanılamayacak hale gelen ve imha edilen mallar, zayi olan mal
mahiyetinde olduğundan mükelleflerce bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen
95
KDV'nin indirim konusu yapılmasına izin verilmemektedir. Halbuki bu tür kayıplarda
mal tamamen yok olmayabilmektedir. Bir başka deyişle malın tedavül ekonomisinde
bir değeri vardır. Ancak, Maliye Bakanlığı’nca bu durum göz ardı edilmiştir.
Diğer taraftan, zayi olan malların özel tüketim vergisine tabi olması halinde
zayi olan mnal nedeniyle ödenen özel tüketim vergisi için herhangi bir düzeltme
yapılmayacaktır. Çünkü, Özel Tüketim Vergisine Tabi Mallar nedeniyle yüklernilen
vergilerin indirilebilmesi için, Özel tüketim vergisine tâbi malların, yer aldığı listedeki
başka bir malın imalinde kullanılması gerekmektedir. İndirim hakkından da imal
edilen malın teslime konu edildiği bir başka deyişle özel tüketim vergisinin
hesaplandığı vergilendirme döneminde yararlanılacaktır. Dolayısıyla, özel tüketim
vergisi ödenerek alınan mallarda;
1- İndirimden yararlanılacak ise ödenen özel tüketim vergisinin hesapta
bekletilmesi,
2- İndirimden yararlanılmayacak ise malın maliyetine dahil edilmesi,
gerekmektedir.
Bu
durumda özel tüketim vergisine tabi olan ve özel tüketim vergisi ödenerek
iktisap edilmiş olan malların zayi olması halinde, ödenen özel tüketim vergileri her
hal ve taktirde zayi olan malın maliyetine dahil edilmesi gerekmektedir.
F- ÇALINAN MALLAR
Hırsızlık sonucunda meydana gelen mal kayıpları, ticari faaliyet çerçevesinde
meydana gelen bir kayıp değildir. Dolayısıyla çalınma sonucunda meydana gelen
kayıp, sermayede meydana gelen bir azalmadır. Ayrıca, bu kayıplar, VUK, m.278’de
ifade edildiği üzere, yangın, deprem ve su basması gibi afetler nedeniyle de
meydana gelmemiştir. Gerek VUK’unda gerekse GVK ve KVK’nda çalınan mallarla
ilgili olarak da açık bir düzenleme de yer almamaktadır. Dolayısıyla hırsızlık olayının
96
polis raporu ile belgelendirilmesi halinde, çalınan mal bedeli giderlere atılmalıdır.
Ayrıca, söz konusu mal nedeniyle indirilen KDV’si de olayın meydana geldiği
dönemde KDVK, m.30 uyarınca düzeltilmeli ve KDV dahil tutar KKEG olarak beyan
edilmelidir. Ancak, çalınan mal nedeniyle sigortadan tazminat alınması halinde ise,
malın maliyet bedeli ile sigorta tazminatı karşılaştırılmalı, tazminatı aşan tutar var ise
, bu tutar KKEG olarak dikkate alınmalıdır.
Malların çalındığı emniyet/jandarma tutanakları ile tevsik edilemez ise bu
durumda mal işletmeden çekilmiş kabul edilerek, malın emsal satış fiyatı üzerinden
hasılat yazılması ve KDV hesaplanması gerekmektedir.
Yargının hırsızlık olayına bakışı ise farklıdır. D.3.D.’nin, 03.12.2001 tarih,
E.2000/3612 ve K.2001/4291 sayılı kararında “Hırsızlık sonucu çalındığı sabit
bulunan malların tutarının 213 sayılı vergi usul kanununun 288. maddesindeki
düzenlemeye dayanılarak karşılık ayrılmak suretiyle gider yazılabileceği” ne
hükmedilmiştir.27 Danıştay bu Kararında aşağıdaki gerekçeye dayanmıştır.
“… 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 288. maddesinde, hasıl olan veya husulü
beklenen fakat miktarı katiyetle kestirilemeyen ve teşebbüs için bir borç mahiyetini
arz eden belli bazı zararları karşılamak maksadıyla karşılık ayrılabileceği kurala
27
http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp; Aksi Yöndeki Karar için; bkz.
http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp;( … 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 274.278 ve
193 sayı lı Gelir Vergisi Kanununun 40/1.maddeleri hükmü karşısında çalınan mal bedelinin ticari
kazançtan indirilme olanağı yoktur. 193 sayılı kanu nun 40/3.maddesinde belirtilen "ilam" tabiri ile,
açılan bir edim dava sı sonucu verilmiş olup, belirli bir meblağın ödenmesi hususunda tica ri işletmeyi
borçlu kılan mahkeme kararı kasdedilmektedir. Kaldı ki, sadece böyle bir ilamın varlığı da ilamda yazılı
miktarın matrahtan indirilmesi için yeterli değildir. Bir ilama dayalı zararın gider yazıla bilmesi için,
zarar-ziyan ödemesinin işletme sahibinin şahsi kusurundan da kaynaklanamaması icabeder.
Dava konusu olaydaki mahkeme kararı, davacıya ait işyerinde meydana gelen hırsızlık sonucu belli bir
emtianın çalındığının tespitine ilişkin olup, bu karada belirtilen emtia bedelinin 193 sayılı Kanunun
40.madde sinin (3) nolu bendi uyarınca ticari kazançtan indirilmesi mümkün değildir.
Bu durumda çalınan veya dolandırılma suretiyle satın alınan değersiz mallar için kıymeti düşen mallarla
ilgili değerleme hükmünün uygulanma sına olanak bulunmamaktadır. Çünkü düşük bedelle değerleme
suretiyle zarar yazılması 278.maddenin lafzına uymadığı gibi, sermaye unsurunun aktif kalemlerindeki
kaybın zarar olarak kabulü için aranılacak temel şart, bu kaybın ticari faaliyetin normal icapları
dahilinde meydana gelmiş olmasıdır.
Bu hükümler haricinde ticari işletmeden çalınan emtia bedelinin zarar ve gider kaydına dair başka bir
hükümde bulunmamaktadır…” )
97
bağlanmıştır. Hırsızlık sonucu kaybolan mallar nedeniyle hasıl olan zararın da bu
madde kapsamında karşılık ayrılması suretiyle gider yazılabileceğinin kabulü
gerekmektedir…”
Bahse konu kararda yer alan ayrışık oy’da da hırsızlık nedeniyle meydana gelen
zararın indirilmesi gerektiği aşağıdaki gerekçe ile savunulmuştur.
“…Hırsızlık yapılarak çalınan ilaçların bedelinin matrahtan düşülmemesi
Vergi Usul Kanununun yukarıda anılan hükmüne aykırıdır. Zira Kıymeti Düşen
Mallar Başlığı ile bir malın değerinin azalmasının dahi matrahtan düşülmesi
olanağı verdiğini kabul eden Kanun koyucunun ekonomik değerin tamamen yok
olması sonucunu doğuran hırsızlık gibi durumları evleviyetle öngördüğünü kabul
etmek gerekmektedir…”
Diğer taraftan çalınan mal ile ilgili olarak fatura düzenlenmemesi de
gerekmektedir. Çünkü mal işletmenin tasarrufu ile bir başka kişinin tasarrufuna
geçmemiştir. Bu nedenle KDV’de hesaplanmayacaktır. Ancak, Gelir İdaresi, çalınan
iktisadi kıymetlerle ilgili olarak sigorta şirketinden tazminat alınmışsa, tazminat tutarı
üzerinden üzerinden; eğer alınmamışsa iktisadi kıymetin emsal bedeli üzerinden
fatura düzenlemesi gerektiği şeklinde görüş vermektedir.28
G- EMTİA MALİYETİNİN TESPİTİ
VUK’un 274. maddesinde satın alınan malların maliyet bedeli ile değerleneceği
hüküm altına alınmasına rağmen, maliyet bedeline nasıl oluşacağı belirlenmemiştir.
Uygulamada da malın satın alma bedeli dışında doğan giderlerden maliyete pay
verilip verileyeceği tartışmalı bir hal almıştır.
Yaşanan sorun da VUK’un 262. Maddesinde yer alan maliyet bedelinin
tanımından hareketle çözülmeye çalışılmıştır. Söz konusu maddeye göre maliyet
bedeli, iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması
28
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2005/vergiusul2005/5346.htm
98
münasebetiyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri bilumum giderlerin toplamını
ifade etmektedir. Bu tanım uyarınca malın satın alma bedeli dışında, satın alınma
sırasında yapılan tüm harcamaların maliyet bedeline girmesi gerekmektedir.
Uygulamada malın satın alınıp, işletme stoklarına girinceye kadar yapılan tüm
giderlerin malın maliyet bedeline girmesi gerektiği kabul edilmektedir. Ancak, bu
konuda Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 238 seri Nolu VUK Genel Tebliği’ndeki
açıklamaların da gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Bu Tebliğin “B -
DÖNEM SONU STOKLARININ DEĞERLEMESİ İLE İLGİLİ HUSUSLAR”
başlıklı
bölümünde yapılan açıklamalar aşağıdaki gibidir:
Yıl içinde işletme faaliyetlerinin sürdürülmesi amacıyla temin edilen
krediler ve benzeri kaynaklar için ödenen faiz ve komisyon giderleri ile ithal
edilen emtiaya bağlı olarak ortaya çıkan kur farklarının dönem sonundaki stok
maliyetiyle ilgilendirilip ilgilendirilmeyeceği hususunda gerekli açıklamalar
aşağıda yapılmıştır.
Vergi Usul Kanununun 274. maddesinde, satın alınan veya imal edilen
emtianın maliyet bedeli ile değerleneceği hükme bağlanmıştır..
Aynı Kanunun 262. maddesinde ise, "Maliyet bedeli, iktisadi bir kıymetin
iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetiyle yapılan
ödemelerle bunlara müteferri. bilumum giderlerin toplamını ifade eder"
hükmüne yer verilmiştir.
Bu hüküm uyarınca, giderin maliyet bedeline intikal ettirilebilmesi için
iktisadi bir kıymetin edinilmesi veya değerinin artırılması için yapılan ödemeler
ile bunlara benzer ek diğer giderlerden olması gerekmektedir.
Bu itibarla, emtianın satın alınıp işletme stoklarına girdiği tarihe kadar
oluşan kur farklarının maliyete intikal ettirilmesi zorunludur. Stokta kalan
emtia ile ilgili olarak daha sonra ortaya çıkacak kur farklarının ise, ilgili
bulundukları yıllarda gider yazılması veya maliyete intikal ettirilmesi mümkün
bulunmaktadır.
99
İşletmelerin finansman temini maksadıyla bankalardan veya benzeri
kredi müesseselerinden aldıkları krediler için ödedikleri faiz ve komisyon
giderlerinden dönem sonu stoklarına pay vermeleri zorunlu bulunmamaktadır.
Buna göre mükellefler söz konusu ödemelerini doğrudan gider olarak
kaydedebilecekleri gibi, diledikleri takdirde stokta bulunan emtiaya isabet eden
kısmı maliyete dahil edebileceklerdir.
Yukarıdaki düzenleme ile emtia değerlemesinde, emtianın alımı nedeniyle
bankalardan veya benzeri kredi müesseselerinden alınan krediler için katlanılan faiz
ve komisyon giderlerinin maliyet bedeline dahil edilmesi zorunlu olmayıp bu giderle
doğrudan ilgili dönem kazancının tespitinde indirim konusu yapılacaktır. Bu
kapsamda finansman temini nedeniyle düzenlenen sözleşmeden doğan damga
vergisi, harç vb. vergiler ile faiz giderleri nedeniyle yansıtılan banka ve sigorta
muameleleri vergisinin de malın maliyetine dahil edilmemesi gerekmektedir.
Kur farkı giderleri ise, malın stoklara alındığı tarihe kadar doğan kur farkları
maliyet bedeline dahil edilecek olup, stokta kalan emtia ile ilgili olarak daha sonra
ortaya çıkacak kur farklarının ise, ilgili bulundukları yıllarda gider yazılması veya
maliyete intikal ettirilmesi mükelleflerin ihtiyarına bırakılmıştır.
Tebliğde belirtilen giderlerin dışında kalan;
Sigorta giderleri,
Mal alış ve gümrük komisyonları,
Ekspertiz giderleri,
Analiz giderleri
Taşıma giderleri,
Akreditif giderleri,
Gümrük vergileri, 29
29
Bkz. http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/KV/ornek156.htm [Yurt dışından ithal edilen emtia
100
İndirim konusu yapılamayan katma değer vergisi, özel tüketim
vergileri,
Mal alımı nedeniyle yapılan sözleşmeden doğan damga vergisi, harç
vb.
gibi giderlerin malın maliyetine dahil edilmesi gerekmektedir.
Değerleme
günü
itibariyle
işletmenin
stoklarında
herhangi
bir
mal
bulunmamakta ise önceden satın alınan mallar nedeniyle doğan tüm giderlerin
ilgili dönemde gider olarak kaydedilmesi gerekmektedir. Giderlerden pay
verilmesi sadece ve sadece değerleme günü itibariyle işletmenin stoklarında
mal bulunması halinde söz konusu olmaktadır.
Satın alınan malla ilgili olarak doğan vade farklarının malın maliyetine girip
girmeyeceği konusundaki belirsizlik ise devam etmektedir. Şöyle ki, vade farkının
malın alımı sırasında hesaplanarak faturada gösterilmiş olması durumunda, bu vade
farkları malın maliyet bedeline dahil edilecektir. Ancak, mal satın alınıp işletme
stoklarına girdikten sonra doğan vade farklarının, söz konusu maldan değerleme
günü itibariyle stokta bulunmakta ise maliyet bedeline dahil edilip edilmeyeceği
konusunda açık bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Konu hakkında içtihat halini
almış yargı kararı da bulunmamaktadır. Bu konuda Danıştay, 3.D.’nin 11.04.2001
tarih, E. 1999/4504 ve K. 2001/1319 no’lu kararında da “Mal alışı sırasında
öngörülmemiş olan ve temerrüd nedeniyle30 mal satışından sonra ayrıca fatura
için ödenen gümrük vergilerinin satın alınan malın maliyetine intikal ettirilmesi
gerekmektedir. Ancak, ithal edildiği hesap dönemi sonundan itibaren ortaya çıkan ve cezalı
olarak ödenen gümrük vergilerinin malın mahiyetine intikal ettirilmeksizin ödendiği dönemde
gider yazılması mümkün bulunmakla birlikte söz konusu gümrük vergisi için ödenen cezalar
ise Gelir Vergisi Kanunu’nun 41. maddesinin 5. bendi uyarınca kanunen kabul edilmeyen gider
olarak dikkate alınacaktır.
30
Temerrüd: Direnme anlamına gelmekte olup, hukuken borcun ifasında gecikme, bir
yükümlülüğün yerine getirilmesinde oluşan gecikmedir.Borçlar Kanunu m.101’de
101
edilen vade farklarının, dönem sonu stoklarıyla ilgilendirilmemesi ve doğrudan
dönem gideri olarak değerlendirilmesi gerektiği”ne hükmedilmiştir.Bizce de mal
satın alındıktan sonra doğan ve muvazaadan kaynaklanmayan vade farklarının da kur
farklarında olduğu gibi maliyete atılması ya da doğrudan gider yazılması konusunda
ihtiyari davranılabilir.
Diğer taraftan, malın satın alındığı tarihte taraflarca vade farkı belirlenmiş,
ancak vade farkının sonradan hesaplanmak suretiyle malın satış faturasına
yansıtılmamış olması halinde “peçeleme”31 yapılmış olacağından, bu nitelikteki vade
farklarının malın maliyet bedeline dahil edilmesi gerekmektedir.
Satın alınan malla ilgili olarak sonradan yapılan nakit ıskontolar doğrudan
malın maliyeti ile ilgili olup maliyet bedelini azaltıcı unsurudur. Ancak;
Iskonto mal alımı sırasında faturada yapılmış ise, ıskonto düşüldükten
sonra kalan tutar stoklar hesabına alınmalıdır.
Mal alındıktan sonra alıcı lehine yapılan ıskontolar nedeniyle alıcı
tarafından düzenlenecek fatura bedelleri, mal işletme stoklarında
bulunmakta ise malın maliyet bedelinden düşülmelidir. Malın bir kısmı
satılmış ise satılan kısma isabet eden ıskonto tutarı ise satılan mal
maliyetini azalttığından “621 SATILAN MALLAR MALİYETİ HESABI”’nın
alacağına kaydedilmelidir.
Günümüzde ıskonto uygulamasında, mal fazlalığı adı altında “miktar”
ıskontosu” şeklinde de gerçekleşebilmektedir. Mal fazlalılığı şeklinde gerçekleşen
ıskontolar da, faturada yer alan bedelsiz mallar, esasında işletmenin satın aldığı
malın birim maliyetini azaltmaktadır. Bu durumda fatura tutarı, malların toplam
maliyetini yansıtacaktır. Bir başka deyişle tutar ıskontosundan bir farkı
bulunmamaktadır.
düzenlenmiştir.
31
Vergi yükümlüleri ve sorumluları özel hukuk biçimlerini ve kurumlarını olağan kullanımları
dışında kötüye kullanarak vergi kaçırma amacı güdülüyorlarsa bu amaca yönelen
sözleşmelere “peçeleme sözleşmesi” adı verilir.
102
İşletmenin mal satışları nedeniyle yapmış olduğu ıskontolar ise, “611 Satış
Iskontoları(-)” hesabına borç ve “120 Alıcılar” hesabına alacak kaydedilmelidir. Mal
satışları nedeniyle sonradan yapılan ıskontolar nedeniyle alıcının belge düzenlemesi
gerekmektedir.
Ancak
bu
ıskontolarla
hesaplanmayacağı ise tartışmalıdır.
ilgili
olarak
KDV/ÖTV
hesaplanıp
26 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel
Tebliği’nin; “L- ıskonto Uygulaması” başlıklı bölümünde aşağıdaki açıklama yer
almaktadır.
Fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip, yıl sonlarında, belli bir
dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, hasılat primi, yıl sonu
ıskontosu gibi adlarla) yapılan ödemeler ise katma değer vergisine tabi olacaktır.
Zira bu tür bir ıskonto doğrudan satılan malla ilgili değildir. Burada söz konusu
olan ıskonto, firmanın yaptığı ek bir çalışmanın yada çabanın sonucu olarak
doğmaktadır. Dolayısıyla yapılan iş ana firmaya karşı verilen bir hizmettir. Çünkü
ana firma ile satıcı firma arasında düzenlenen sözleşmeye göre (yazılı veya sözlü),
satıcı firma sözleşmenin hükümlerine uygun olarak belli bir çabayı göstermiştir ki
(belli bir hizmeti vermiştir ki) ek ödemeye (ıskontoya) hak kazanmıştır.
Bu nedenle, yukarıda belirtilen şekilde uygulanan ve Katma Değer Vergisi
Kanununun 4. maddesi çerçevesinde "hizmet" kapsamına giren bu işlemlere ait
ıskontolar, aynı Kanunun 1/1. maddesi uyarınca vergiye tabi tutulacaktır:
Maliye Bakanlığı yapılan ıskontonun doğrudan mal satışından mı, hizmetten mi
kaynaklandığı hususunun değerlendirmesini yaparak, mal satışından doğanların
KDV’ye tabi olmayacağını, ancak, mal satış işleminden bağımsız yapılan ıskontonun
ise aslında satıcıya verilen bir hizmet olduğu, bu nedenle KDV’ye tabi olacağını kabul
etmektedir. Bunun sonucunda yurt dışındaki firmalardan alınan ciro primleri de
hizmet ithalatı olarak KDV’ye de tabi olacaktır. Bu yaklaşım ile yapılan ıskonto,
firmanın yaptığı ek bir çalışmanın ya da çabanın sonucu olarak doğmakta ise KDV’ye
de tabi olacaktır. Bunun tespiti ise, taraflar arasındaki sözleşme hükümleri ile ıskonto
ödenmesi sırasında ortaya konan iradeye göre tespit edilebilecektir. Öte yandan bu
Tebliğde yer alan “ciro primi” nin KDV’ye tabi olup olmadığı konusunda yargının
KDV’ye tabi olmayacağı yönünde de kararları bulunmaktadır. Örneğin; D.9.D’nin
103
02.10.2007 tarih, E.2007/2897 ve K.2007/3204 no’lu ilamında32 ÜRETİCİ FİRMANIN
BAYİSİNE
ÖDEDİĞİ
CİRO
PRİMİ
ÜZERİNDEN
KATMA
DEĞER
VERGİSİ
HESAPLANMASINA GEREK OLMADIĞI, CİRO PRİMİNİN KATMA DEĞER VERGİSİNE
TABİ OLMADIĞI’na, hükmedilmiştir.
Satın alınan ya da satılan malların iade edilmeleri halinde değerleme
işlemleri de yukarıdaki açıklamalara göre yerine getirilecektir. Ancak yapılan mal
iadelerinde düzenlenecek faturalarda, mutlaka iade faturası olduğu belirtilmelidir.
14- FİNANSAL KİRALAMA İŞLEMLERİNDE DEĞERLEME
Vergi Usul Kanunu’nun, mükerrer 290. maddesinde finansal kiralama
işlemlerinin vergilendirilmesinde işleme konu iktisadi kıymetlerin değerlemesinde
uygulanacak değerleme esasları belirlenmiştir.
VUK, mm. 290’da finansal kiralama aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır:
“Finansal Kiralama: Kira süresi sonunda mülkiyet hakkının kiracıya devredilip
devredilmediğine bakılmaksızın, bir iktisadi kıymetin mülkiyetine sahip olmaktan
kaynaklanan tüm riskler ile yararların kiracıya bırakılması sonucunu doğuran
kiralamalardır.”
Dolayısıyla değerleme sırasında, sadece finansal kiralama şirketlerinden
yapılan kiralamalar değil, söz konusu madde kapsamına giren tüm kiralamalarda bu
maddeye göre değerleme yapılacaktır. VUK, mm.290’da aşağıdaki nitelikte yapılan
kiralamaların da finansal kiralama sayılacağı açıkça hüküm altına alınmıştır:
Kiralama işleminde;
İktisadi
kıymetin
mülkiyetinin
kira
süresi
sonunda
kiracıya
devredilmesi,
Kiracıya kira süresi sonunda iktisadi kıymeti rayiç bedelinden düşük bir
bedelle satın alma hakkı tanınması,
32
http://www.danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp
104
Arazi, arsa ve binalarla ilgili kiralama sözleşmeleri, sadece, sözleşmede
kira süresi sonunda mülkiyet hakkının kiracıya devri öngörülmüşse
veya kiracıya kira süresi sonunda kiralama konusu gayrimenkulü düşük
bir bedelle satın alma hakkı tanınmışsa,
Kiralama süresinin iktisadi kıymetin ekonomik ömrünün % 80'inden
daha büyük bir bölümünü kapsaması veya
Sözleşmeye göre yapılacak kira ödemelerinin bugünkü değerlerinin
toplamının iktisadi kıymetin rayiç bedelinin % 90'ından daha büyük bir
değeri oluşturması ,
hallerinden herhangi birinin varlığı durumunda kiralama işlemi finansal
kiralama kabul edilecektir. Ancak, herhangi bir kira sözleşmesi yukarıda sayılan
kriterlerden bir veya bir kaçını taşısa dahi, iktisadi kıymetle ilgili tüm riskler ve
yararlar kiracıya ait değilse böyle bir sözleşme finansal kiralama sözleşmesi olarak
değerlendirilemeyecektir. Örneğin, kiralanan iktisadi kıymetin tamir, bakım ve
sigorta giderleri kiralayana ait ise tüm riskler kiracıya ait olmadığı için kiralama
sözleşmesi hâsılat kirası olarak işleme tabi tutulacaktır
Ancak, yukarıdaki şartlardan herhangi birini taşısa da;
Doğal kaynakların araştırılması veya kullanılmasına yönelik kiralama
sözleşmeleri,
Sinema filmleri,
Video kayıtları,
Patentler,
Kopyalama hakları
gibi
kıymetlerle
ilgili
lisans
sözleşmeleri
bu
madde
kapsamında
değerlendirilmeyecektir.
VUK, mm 290’da finansal kiralama kapsamına giren işlemlerde kiracı ve
kiralayan açısından değerleme esasları düzenlenmiş olup, 01.07.2003 tarihinden
105
itibaren yapılan kiralamalarda ödenen kira bedellerinin tamamının gider olarak
indirilmesi kaldırılmıştır. Bu maddeye göre; değerleme aşağıdaki gibi yapılacaktır.
KİRALAYAN
KİRACI
Kiralayan tarafından sözleşmeden doğan
kiralama
tarafından
finansal
kiralama
boyunca
işlemine konu iktisadi kıymeti kullanma
toplam
hakkı ve sözleşmeden doğan borç,
tutarı, kiralama konusu iktisadi kıymet ise,
kiralama konusu iktisadi kıymetin rayiç
bu iktisadi kıymetin net bilanço aktif
bedeli veya sözleşmeye göre yapılacak
değerinden kira ödemelerinin bugünkü
kira ödemelerinin bugünkü değerinden
değerinin düşülmesi sonucu bulunan
düşük olanı ile değerlenir.
alacak,
yapılacak
kira
süresi
Kiracı
ödemelerinin
tutar ile değerlenir. İktisadi kıymetin net
bilanço aktif değerinden kira ödemelerinin
bugünkü
değerinin
düşülmesi
sonucu
bulunan tutarın sıfır veya negatif olması
halinde,
iktisadi
kıymet
iz
bedeliyle
değerlenir ve aradaki fark iktisadi kıymetin
elden
çıkarılmasından
elde
edilen
kazançlar gibi işleme tabi tutulur.
tutarı ile kira ödemelerinin bugünkü değeri
arasındaki fark, gelecek dönemlere ait faiz
olarak
pasifleştirilmek
suretiyle
değerlenir.
Kiralayanın finansal kiralamaya konu
iktisadi kıymetin üretimini veya alım
satımını yapması halinde, iktisadi kıymetin
net bilanço aktif değeri olarak rayiç bedeli
dikkate alınır. Rayiç bedel ile maliyet
bedeli arasındaki fark, normal bir satış
işleminden elde edilen kar veya zarar
106
kiralamaya konu iktisadi kıymeti kullanma
hakkı,
VUK’nun
mükerrer
298
inci
maddesi ve üçüncü kitabının üçüncü
kısmının birinci bölümünde kiralama
konusu iktisadi kıymet için belirlenmiş
esaslar
değerlemeye
Kiralayan tarafından aktifleştirilen alacak
geliri
Kiracı tarafından aktifleştirilen finansal
tutulur.
çerçevesinde
ve
yeniden
amortismana
tabi
olarak işleme tabi tutulur.
Kiralayan tarafından, finansal kiralamaya
konu iktisadi kıymetin VUK’nun mükerrer
290 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının
üçüncü paragrafına göre belirlenen değeri
üzerinden amortisman ayrılmaya devam
olunur.
Kiralayan tarafından gelecek dönemlere
ait faiz gelirleri, kiralanan iktisadi kıymetin
finansal kiralama sözleşmesinin yapıldığı
tarihteki rayiç bedelinden, her bir dönem
sonunda
anapara
geri
ödemelerinin
düşülmesi sonucu kalan tutar üzerinden
sabit bir dönemsel faiz oranı yaratacak
şekilde hesaplanması suretiyle tahakkuk
ettirilir.
Yapılan kiralamaların finansal kiralama konusu olması halinde adi kiralama
hükümleri geçerli olamayacağından, VUK, mm.290’a göre değerleme yapılması
gerekmektedir.
Finansal kiralamaya konu iktisadi kıymetlerle ilgili olarak doğan kur farkları,
faizlerle ilgili olarak yapılacak işlemler konusunda yasada herhangi bir hüküm
bulunmamaktadır.33 İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen ve özeti aşağıda yer
alan özelgede, finansal kiralama nedeniyle doğan kur farklarının da maliyet bedeli
addedilerek amortisman yoluyla itfa edilmesi gerektiği şeklinde görüş bildirilmiştir.
33
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2006/usul2006/5049.htm
107
“…
19 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nin “I. Tanımlar”
bölümünün 334 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nin “IV.
Finansal Kiralama” bölümü ile değişik (5) numaralı bendinde ise, “Kira
Ödemeleri: Sözleşmeye göre, kiralama süresi boyunca yapılması gereken kira
ödemeleridir. Sözleşme hükümlerine göre kiracının kiralama süresi
başlangıcında kiralayana ödediği ve kendisine geri dönüşü olmayacak
depozito veya peşin ödenmiş kira bedellerinin de kira ödemeleri içinde
sayılacağı tabiidir.
Aşağıda sayılan değerler de kira süresi boyunca yapılan kira ödemeleri
kapsamında değerlendirilecektir:
a)Kira süresi sonunda kiralama konusu iktisadi kıymetin kalan değerine ilişkin
bir taahhüt olması halinde bu değer,
b)Kira süresi sonunda kiracıya düşük bir bedelle iktisadi kıymeti satın alma
hakkı tanındığı ve sözleşme başlangıç tarihinde bu hakkın kullanılma
olasılığının yüksek olduğu durumda bu satın alma hakkının kullanılması
durumunda ödenmesi gereken bedel” açıklaması yapılmıştır.
Bu açıklamalara göre, finansal kiralama yoluyla edinilen kıymete ilişkin
olarak kiralama süresi içinde sözleşmeye istinaden yabancı para üzerinden
yapılan kira ödemelerinin değerlemesi sonucu ortaya çıkan kur farkının,
finansal kiralama konusu kıymetin maliyetine intikal ettirilmesi ve maliyete
eklenen bu farkların ilgili kıymetin amortisman süresi içinde itfa edilmesi
gerekmektedir.”denilmektedir.
Diğer taraftan 319 Seri No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin II-B/2
bölümünde; “Kiracı tarafından aktifleştirilen finansal kiralamaya konu
iktisadi kıymeti kullanma hakkı, Vergi Usul Kanunu’nun üçüncü kitabının
üçüncü kısmının birinci bölümü ve ilgili genel tebliğlerde kiralama konusu
iktisadi kıymet için belirlenmiş usul ve esaslar çerçevesinde amortismana ve
Kanunun mükerrer 298’inci maddesi uyarınca da yeniden değerlemeye tabi
108
tutulacaktır. Diğer bir ifadeyle, kullanım hakkı, Vergi Usul Kanunu ve ilgili
genel tebliğlerde ve bu iktisadi kıymet için tespit edilmiş amortisman
sürelerinde amorti edilecektir. Sözleşmenin fesih olması halinde kalan
dönemler için iktisadi kıymetle ilgili olarak amortisman ayrılma ve yeniden
değerleme işlemleri yapılmayacaktır.” denilmektedir.
Bu
durumda
yabancı
para
cinsinden
yapılan
finansal
kiralama
sözleşmelerinde kiracının sözleşme tarihinden sonra oluşan anapara kur
farkları ile kiracı tarafından ödenen faizlerin ilgili kıymetin maliyetine intikal
ettirilmesi ve maliyete eklenen bu farkların ilgili kıymetin amortisman süresi
içinde itfa edilmesi gerekmektedir.
…”
Diğer taraftan finansal kiralama sözleşmeleri, 3226 sayılı Finansal Kiralama
Kanunu’nun 30 uncu maddesi uyarınca bu Kanuna göre düzenlenen finansal kiralama
sözleşmelesi her türlü vergi, resim ve harçtan istisnadır. Finansal Kiralama
Kanunu’nda sat-geri kiralama sözleşmeleri ile ilgili herhangi bir düzenleme yer
almamaktadır. Bu nedenle bu nitelikte düzenlenen sözleşmelerin damga vergisi ve
harç istisnasından yararlanıp yararlanmayacağı hususu tartışmalıdır. Gelir idaresi bu
nitelikteki sözleşmelerin finansal kiralama kapsamına girmediğini kabul etmektedir.
Sat-geri kirala şeklinde düzenlenen kira sözleşmeleri Finansal Kiralama
Kanununa girmemekle birlikte, VUK’nun mm.290’da yer alan tanıma
girmekte ise değerleme hükümleri yönünden finansal kiralama kabul
edilmelidir. Ancak, sözleşme VUK, mm.290 kapsamına girmemekte ise
sözleşme finansal kiralama şirketi ile addedilmiş olsa da adi kiralama
hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Nitekim D.11.D’nin 21.02.2000 tarih, E. 1999/3541 ve K. 2000/642 sayılı
kararında da “Yükümlü şirketin finansal kiralama şirketlerinden finansal kiralama
109
sözleşmeleri ile kiraladığı malları, sözleşme süresinin bitimini müteakip aktifine
kaydederek geriye kiralamak üzere aynı finansal kiralama şirketlerine sattığı ve
finansal kiralama sözleşmeleri ile geriye kiraladığının saptanması üzerine bir finansal
kiralama işleminde biri satıcı veya üretici, diğeri finansal kiralama şirketi, diğeri de
kiracı olmak üzere üç tarafın bulunması gerektiği, satıcı ile kiracının aynı şahıslar
olduğu bu tip "sat ve geriye kirala" sözleşmeleri finansal kiralama sözleşmesi olarak
kabul edilemez. Ekonomik yaşama finansal kiralama tipi olarak giren "sat ve geriye
kirala" sözleşmeleri ile işletme sermayesini yitirmiş ya da halen mülkiyetinde bulunan
makinaların üretime devamını sağlayacak asgari nakit girişinden yoksun olan
firmaların, mallarını önce kiralama şirketine satıp, sonra finansal kiralama yoluyla
kiralayarak iki yönlü finansman sağladıkları, bununla amaçlananın ekstra kazanç
temini değil, finansman ihtiyacının karşılanması olduğu, olayda ise yükümlü şirketin
finansal kiralama sözleşmesi süresinin sonunda aktifine kaydettiği decoderlerin
maliki olduğu, aynı decoderlerin aynı finansal kiralama şirketine satılıp, geriye
kiralanmasıyla sağlanan yararın işletme ya da yatırım finansmanı sağlamak
olduğunun söylenemeyeceği, söz konusu decoderlerin, yükümlü şirketçe üçüncü
şahıslara kiralanmak suretiyle doğrudan gelir getirici bir unsur olması nedeniyle ticari
emtia niteliğinde olduğu, üretim sürecinde yüklenilen ara maliyetlerin hiçbirisinin
yüklenilmediği, bu durumda somut bir finansman ihtiyacının karşılanması amacına
yönelik olmayan "sat ve geriye kirala" sözleşmelerinin finansal kiralama sözleşmesi
olarak değerlendirilemeyeceğinden salınan katma değer vergisinde yasal isabetsizlik
yoktur.” hükmü ile de yargı organlarınca da sat-geri kirala niteliğindeki finansal
kiralama sözleşmeleri 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu kapsamında kabul
edilmemiştir.
Öte yandan, 3226 sayılı Finansal Kiralama Yasasının 30. maddesinde, finansal
kiralama sözleşmeleri her türlü vergi, resim ve harçtan tutulmakla birlikte, finansal
kiralama sözleşmesinin Noterde düzenlenmesi halinde noterlerce alınan noterlik
ücreti ve harç niteliğinde olmadığından 3226 sayılı Yasanın anılan maddesindeki
istisna kapsamında da değildir.
110
Ayrıca, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu’nun 30 uncu maddesinde
Bakanlar Kurulu’na, dar mükellefiyete tabi kurumların bu Kanunun uygulamasından
doğacak kazanç ve ücretlerinden yapılacak vergi tevkifat nisbetlerini sıfıra kadar
indirmeye veya kurumlar vergisindeki nisbete kadar yükseltmeye yetkili kılınmıştır.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 30/3 maddesi uyarınca dar mükellef
kurumlara yapılan kira ödemeleri gayrimenkul sermaye iradı sayılmakta ve bu
ödemeler üzerinden kurumlar vergisi kesintisi yapılması da gerekmektedir.
12/1/2009 tarihli ve 2009/14593 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca 3226 sayılı
Finansal Kiralama Kanunu kapsamındaki faaliyetlerden sağlanacak gayrimenkul
sermaye iratlarından % 1 oranında kurumlar vergisi tevkifatı yapılacaktır. Tabii ki
tevkifat sırasında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarının göz önünde
bulundurulması da gerekmektedir.
Öte yandan, dar mükellef statüsündeki kurumlardan yapılan finansal kiralama
işlemleri Gelir İdaresince hizmet olarak değerlendirilmektedir. İstanbul Vergi Dairesi
Başkanlığı’nca verilen 08.10.2008 tarih ve KDV.MUK.B.07.1.GİB.4.34.17.01.2513.9019 sayılı özelgesinde;
“…
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 13/a maddesinde deniz, hava ve demiryolu
taşıma araçları ile yüzer tesis ve araçlarının teslimi, 13/d maddesinde ise, Yatırım
Teşvik Belgesi sahibi mükelleflere belge kapsamındaki makine ve teçhizat teslimleri
katma değer verisinden istisna olduğundan, finansal kiralama şirketi aracılığıyla
alınan uçağın yine söz konusu finansal kiralama şirketi tarafından firmanıza kiraya
verilmesi işlemi hizmet kapsamında olup, teslim sayılmayacağından istisna
uygulanması mümkün bulunmamaktadır. 34
…” şeklinde görüş verilerek, finansal kiralama işlemi hizmet olarak kabul
edilmiştir.
34
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2008/kdv2008/9019.htm
111
Dolayısıyla, dar mükelleflerden yapılan finansal kiralamalar hizmet ithali olarak
değerlendirilerek yapılan kira ödemesi üzerinden sorumlu sıfatıyla KDV
hesaplanması da gerekmektedir.Ayrıca, bu kira ödemeleri üzerinden doğan kur
farkları için de KDV hesaplanması konusu bizce tartışmalı olmakla birlikte, Geli
İdaresi kur farklarının KDV’ye tabi olması gerektiğini savunmaktadır.KDV açısından
sorun,
KDVK’nunda
hizmet
ithalinde
KDV
matrahının
özel
olarak
belirlenmemesinden kaynaklanmaktadır.
15. MADDİ DURAN VARLIKLARIN DEĞERLEMESİ
VUK’unda maddi duran varlıklar gayrimenkul ve demirbaşlar olarak ikiye
ayrılmıştır. Gayrimenkullerin değerlemesinde, gayrimenkul gibi değerlenecek iktisadi
kıymetler de sayılmıştır. Bunlar;
Gayrimenkullerin mütemmim cüzüleri ve teferruatı; 35
Tesisat ve makineler;
Gemiler ve diğer taşıtlar;
Gayrimaddi haklar. 36
A- Gayrimenkullerin Değerlemesi
35
Mütemmim Cüz (Bütünleyici parça) yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o
şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına
olanak bulunmayan parçadır. (MedeniKanun Madde 684)
Teferruat, (Eklenti) ;Bir şeye ilişkin tasarruflar, aksi belirtilmedikçe onun eklentisini de kapsar.
Eklenti, asıl şeymalikinin anlaşılabilen arzusuna veya yerel âdetlere göre, işletilmesi,
korunması veya yarar sağlaması için asıl şeye sürekli olarak özgülenen ve kullanılmasında
birleştirme, takma veya başka bir biçimde asıl şeye bağlı kılınan taşınır maldır. Eklenti, asıl
şeyden geçici olarak ayrılmakla bu niteliğini kaybetmez. Asıl şeye zilyet olan kimsenin sadece
geçici olarak kullanması veya tüketmesi için özgülenen ya da asıl şeyin özel niteliği ile
herhangi bir ilişkisi bulunmadan sadece korunmak, satılmak veya kiraya verilmek üzere
onunla birleştirilen şeyler eklenti sayılmaz. (Medeni Kanun, Madde 686)
36
Gayrimaddi (maddi olmayan) mallar, zeka ve düşünce ürünü olan kişisel eserlerdir. Bu tür
mallar üzerindeki mutlak haklara da ‘fikri haklar’ denilmektedir.
112
A- Satın Alınan Gayrimenkuller
VUK, m.269 uyarınca iktisadi işletmelere dahil tüm gayrimenkuller maliyet
bedeli ile değerlenecektir. Maliyet bedeli ile yapılacak değerlemede maliyet bedeline
eklenmesi zorunlu olan giderler ve ihtiyari olan giderler de VUK, m.270’de aşağıdaki
şekilde belirlenmiştir.
EKLENMESİ ZORUNLU GİDERLER
Makina ve tesisatta gümrük
vergileri, nakliye ve montaj
giderleri;
Mevcut bir binanın satın
alınarak yıkılmasından ve
arsasının
tesviyesinden
mütevellit giderler.
EKLENMESİ İHTİYARİ OLAN GİDERLER
Noter, mahkeme,
Kıymet takdiri,
Komisyon ve tellaliye giderleri ile
Emlak alım vergisi,
Özel tüketim vergilerini
198 sayılı Emlak Alım Vergisi Kanunu, 2588 sayılı Kanunla 01.01.1983
tarihinden itibaren yürürlükten kaldırılarak bu Kanunun konusuna giren işlemler 492
sayılı Harçlar Kanunu kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla, VUK, m.270’de yer alan
emlak alım vergisi mülga olmuştur.
Bu durumda, emlak alım vergisi yerine ödenen Tapu ve Kadastro harcının
doğrudan gider yazılması hukuken mümkün değildir. Çünkü vergi hukukunda
normun yorumlanmasında kıyas yasaklanmıştır. Kıyas yolu ile yorum
yapılamayacağından harçların gayrimenkulün maliyetine atılması zorunludur.
Diğer taraftan, KDVK’nun m.58’de mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden
hesaplanan Katma Değer Vergisi ile mükellefçe indirilebilecek Katma Değer Vergisi,
Gelir ve Kurumlar Vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmeyeceği
hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla indirim imkanı olan KDV gider yazılamamaktadır.
Ancak, indirilemeyen KDV’nin ise olayın mahiyetine göre gider ya da maliyet olarak
113
dikkate alınması gerekmektedir. Aynı durum, finansal kiralama yolu ile edinilecek
binek otomobilleri için de geçerlidir. Taşıtların finansal kiralama ile edinilmesinde
her ne kadar kira ödemesinde bulunulsa da, yapılan kira ödemeleri sonucunda taşıt
iktisap edilmesi öngörülmüş ise, kira ödemeleri nedeniyle ödenen KDV’nin de iktisap
edilecek taşıt nedeniyle ödendiği kabul edilmektedir.
VUK, m.270’de katma değer vergisi ile ilgili olarak herhangi bir düzenleme yer
almamaktadır. Özellikle binek otomobil iktisabı nedeniyle indirim konusu edilemeyen
KDV’nin gider ya da maliyet olarak kaydedilmesine Gelir İdaresi izin vermiştir. Ancak,
yasada açık bir düzenleme olmadığından, amortismana tabi iktisadi kıymetlerle ilgili
olarak
yüklenilen
KDV’nin
maliyet
bedeline
dahil
edilmesi
gerektiği
de
savunulabilmektedir. Ancak, uygulama Gelir İdaresi Başkanlığı’nca mükelleflere
ihtiyarilik hakkı tanınmış şekilde edevam etmektedir.
VUK’nun m.270, f.2’de mevcut bir binanın satın alınarak yıkılmasından ve
arsasının tesviyesinden mütevellit giderlerin gayrimenkulün maliyet bedeline
eklenmesinin zorunlu olduğu hüküm altına alınmıştır.
Özellikle kiralanan gayrimenkuller nedeniyle işletmede oluşan özel maliyet
bedelinin, gayrimenkulün kiracı tarafından satın alınmasında da itfa edilmemiş özel
maliyet bedellerinin gayrimenkulün satın alma bedeline eklenmesi gerekmektedir.37
37
D.4.D., 19.12.2006 Tarih, E.2005/2191, K. 2006/2809; Bına, Arsa Ve Arazıler Yenıden
Değerlemeden Öncekı Kıymetlerı Üzerınden Amortısmana Tabı Tutulacaklarından, Kıracı
Tarafından Taşınmazın Satın Alınması Nedenıyle Itfa Edilemeyen Özel Maliyet Bedelı
Niteliğindeki Harcamaların, Yeniden Değerlemeye Tabi Tutulmadan Öncekı Tutarları
Üzerınden Bınanın Satın Alma Bedeline Eklenmesi Gerektiği Hk.
114
Ancak, emlak vergisi gibi gayrimenkulün aynından doğan vergiler ise GVK, m40, f.1
ve b.6 uyarınca ticari kazancın tespitinde, m.57, f.1, b.8 ve alt bend (b) uyarınca
gerçek usulde vergilendirilen zirai kazancın tespitinde, m.68, f.1, b.1 uyarınca serbest
meslek kazancının tespitinde (işyeri kendi mülkü olup ikametgah olarak kullananlar
yarısını), m.74, f.1 ve b.5 uyarınca gerçek gider usulünü göre GMSİ’nın tespitinde
gider olarak dikkate alınması gerekmektedir.
Ayrıca, gayrimenkullerle ilgili olarak sonradan ortaya çıkan ve malın
maliyetine eklenmesi gereken vergiler de gayrimenkulün maliyet bedeline
eklenerek, kalan amortisman süresi içinde itfa edilmelidir.
B- İmal ve İnşa Edilen Gayrimenkuller
VUK, m.271’de inşa edilen binalarda ve gemilerde, imal edilen makina ve
tesisatta bunların inşa ve imal giderlerinin, satın alma bedeli yerine geçeceği hüküm
altına alınmıştır. İnşa ve imal edilen gayrimenkullerde, gayrimenkulün satın alınması
halinde satın alma bedeli, Mevcut bir binanın yıkılarak yeni bir bina yapılması ya da
özel maliyet konusu gayrimenkulün satın alınması halinde net aktif değeri ile birlikte
inşaatın tamamlanmasına kadar geçen sürede yapılan tüm harcamaların maliyet
bedeline eklenmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, gayrimenkullerle ilgili olarak belediyenin yapmış olduğu alt yapı
hizmetleri karşılığı vergi, resim, harç vb. ödenebilmektedir. Belediyenin altyapı,
sinyalizasyon, kavşak yapımı, yolların genişletilmesi, yeni yol geometrisine göre
bordür, tretuar ve istinat duvarları inşası gibi hizmetleri karşılığı olarak doğan ve
ödenen bu yükümlükler gayrimenkulün de değerini artırıcı etki yapabilmektedir.
Ancak, doğan bu yükümlükler işletmenin kendi tasarrufundan kaynaklanmamaktadır.
Ayrıca, bu tür ödemelerin gayrimenkulün maliyet bedeline dahil edilip edilmeyeceği
konusunda VUK’nında bir hüküm bulunmadığı gibi Gelir ve Kurumlar Vergisi
Kanunlarında da bir hüküm bulunmamaktadır. Bu tür ödemeler gayrimenkulün
aynından doğan ödemeler olarak gider olarak kaydedilmesi konusu da tartışmalı
olmakla birlikte, İstnabul Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen
26.01.2010 tarih ve 2904 sayılı özelgede,
“…
115
kamuya açık alanlarda belediyelerce yapılan alt ve üstü yapı düzenleri için
belediyelere ödenen harcama katılım payı ve alt yapı katılım payı bedellerinin
gider olarak indirilebileceği konusunda Gelir Vergisi Kanunun 40 ıncı maddesinde
herhangi bir hükme yer verilmemiş ise de, söz konusu katılma payları 2464 sayılı
Belediye Gelirleri Kanununa istinaden ödenmesi zorunlu bir bedel olduğundan,
ticari kazancın tespitinde gider olarak indirilmesi mümkün bulunmaktadır.
…”
şeklinde görüş verilmiştir.38
C- Gayrimenkullerin İktisabından Sonra Yapılan Giderler
VUK, m.272’de, gayrimenkullerin maliyet bedeline eklenmesi gereken
harcamalarla ilgili olarak aşağıdaki düzenleme yer almaktadır.
“Normal bakım, tamir ve temizleme giderleri dışında, gayrimenkulü veya
elektrik üretim ve dağıtım varlıklarını genişletmek veya iktisadi kıymetini
devamlı olarak artırmak maksadıyla yapılan giderler, gayrimenkulün veya
elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının maliyet bedeline eklenir.
(Bir geminin iktisap tarihindeki süratini fazlalaştırmak, yolcu ve eşya
yükleme ve barındırma tertibatını genişletmek veya değiştirmek suretiyle
iktisadi kıymetini devamlı olarak artıran giderlerle bir motorlu kara nakil
vasıtasının kasa veya motorunun yenisi ile değiştirilmesi veya alımında mevcut
olmayan yeni bir tertibatın eklenmesi için yapılan giderler maliyet bedeline
eklenmesi gereken giderlerdendir.)
Gayrimenkuller kira ile tutulmuş ise veya elektrik üretim ve dağıtım
varlıklarının işletme hakkı verilmiş ise, kiracı veya işletme hakkına sahip tüzel
kişi tarafından yapılan bir ve ikinci fıkralardaki giderler bunların özel maliyet
bedeli olarak ayrıca değerlenir. Kiracının veya işletme hakkına sahip tüzel
kişinin faaliyetini icra için vücuda getirdiği tesisata ait giderler de bu
hükümdedir.
38
http://www.bmvdb.gov.tr/ozelgeler/2010/gvk/2904.htm
116
Gayrimenkuller veya elektrik üretim ve dağıtım varlıkları için yapılan
giderler hem tamir, hem de kıymet artırma giderlerinden terekküp ettiği
takdirde, mükellef bu giderlerden maliyet bedeline eklenecek kısmı ayrı
göstermek mecburiyetindedir.”
Yasa koyucu gayrimenkullerle ilgili olarak yapılan masrafların ayrıştırılmasını
öngörmüştür. Bu ayrıştırma,
Normal tamir ve bakım giderleri,
Gayrimenkulü genişletici veya ekonomik ömrünü uzatan harcamalar,
şeklinde yapılacaktır. Normal tamir ve bakım giderleri ilgili dönemde doğrudan
gider olarak dikkate alınacaktır. Ancak, yapılan harcamalar, gayrimenkulün ekonomik
ömrünü artıran ya da kullanımını genişleten harcamalar ise maliyet bedeline
eklenerek amortisman yolu ile itfa edilecektir. Bu nitelikteki harcamaların kiracı
tarafından yapılması halinde özel maliyet olarak aktifleştirilecek ve kiralanan iktisadi
kıymetin kalan kira süresi içinde amortisman ayırmak suretiyle itfa edilecektir.
Örneğin, işletmenin sahip olduğu otobüsün koltuk sayısını artırılması ya da
kliması olmayan otobüse klima taktırılması, iktisadi kıymetin kullanımını genişletici
harcamadır. Aynı otobüsün motorunun değiştirilmesi ise iktisadi kıymetin ekonomik
ömrünü artıran harcamalardır. Dolayısıyla bu harcamaların maliyet bedeline
eklenmesi gerekmektedir.
Gayrimenkullerin kullanım ömrünü uzatan veya fonksiyon ve yararını artıran
bu unsurların amortisman yolu ile itfasında nasıl bir yöntem uygulanacağı yasada
düzenlenmemiştir. Ancak, Gelir İdaresi ve Danıştay;
Gayrimenkullerin kullanım ömrünü uzatıcı nitelikteki giderlerin,
aktifleştirildikleri yıldan başlayarak gayrimenkulün itfa süresinden
bağımsız olarak yeni alınmış iktisadi kıymet gibi, iktisadi kıymetin tabi
olduğu amortisman oranı üzerinden,
Gayrimenkullerin normal kullanım ömründeki fonksiyon ve yararlarını
artırmaları nedeniyle maliyet bedellerini arttırıcı nitelikte sayılan
117
giderlerin, asıl gayrimenkulün kalan itfa süresi içerisinde eşit
tutarlarda,
İtfa edilmesi şeklindedir.
D- Kur Farkı ve Kredi Faizleri
Yasada, gayrimenkullerin edinimi nedeniyle veya özel maliyet bedeli ile ilgili
olarak katlanılan kur farklarının, kredi faizlerinin maliyete mi ekleneceği ya da
doğrudan mı gider yazılacağı açıkça düzenlenmemiştir. Bu giderler, gayrimenkulün
ekonomik ömrünü artıran veya fonksiyonunu genişleten nitelikte değildir. Konu ile
ilgili olarak Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 163 seri no’lu VUK Genel Tebliği’nde bu
giderlerle ilgili olarak yapılması gereken işlemler açıklanmıştır. Bu Tebliğe göre;
Yatırımların finansmanında kullanılan kredilerle ilgili faizlerden kuruluş
dönemine ait olanların sabit kıymetle birlikte amortisman yoluyla itfa
edilmek üzere yatırım maliyetine eklenmesi gerekmekte; işletme
dönemine ait olanların ise, ilgili bulundukları yıllarda doğrudan gider
yazılması ya da maliyete intikal ettirilmek suretiyle amortismana tabi
tutulması,
Döviz kredisi kullanılarak yurt dışından sabit kıymet ithal edilmesi
sırasında veya sonradan bu kıymetlere ilişkin borç taksitlerinin
değerlemesi dolayısıyla ortaya çıkan kur farklarından, sabit kıymetin
iktisap edildiği dönem sonuna kadar olanların, kıymetin maliyetine
eklenmesi zorunlu bulunmakta; aynı kıymetlerle ilgili söz konusu
dönemden sonra ortaya çıkan kur farklarının ise, ait oldukları yıllarda
doğrudan gider yazılması ya da maliyete intikal ettirilerek amortisman
konusu yapılması,
mümkün bulunmaktadır.
Aynı konuda çıkarılan 334 seri no’lu VUK Genel Tebliğinde de kur farkları ile
ilgili olarak aynen aşağıdaki açıklamalar yer almaktadır.
118
“163 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile yatırımların
finansmanında kullanılan kredilere ilişkin faiz giderleri ile yurt dışından döviz kredisi
ile sabit kıymet ithal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan kur farklarının, aktifleştirme
tarihine kadar olan kısmının maliyete intikal ettirilmesi, aktifleştirildikten sonraki
döneme ilişkin olanların ise seçimlik hak olarak doğrudan gider yazılması veya
maliyete intikal ettirilmek suretiyle amortismana tabi tutulması gerektiği açıklanmış
bulunmaktadır.
Lehe oluşan kur farklarının da aktifleştirme işleminin gerçekleştiği dönemin
sonuna kadar oluşan kısmının maliyetle ilişkilendirilmesi, aktifleştirildikten sonraki
döneme ilişkin olanların ise kambiyo geliri olarak değerlendirilmesi veya maliyetten
düşülmek suretiyle amortismana tabi tutulması gerekecektir. Ayrıca, daha sonraki
dönemlerde, seçimlik olarak hangi hak kullanılmışsa o yönteme göre işlem
yapılmasına devam edilecektir. “
334 Seri No’lu VUK Genel Tebliği’nde her ne kadar “lehe oluşan kur farkı”
ibaresine yer verilmiş olsa da aleyhe oluşan kur farkları açısından da Tebliğde
yer alan düzenlemelere göre hareket edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan halka açık şirketler, SPK hükümlerine de tabi olduklarından,
SPK uygulamasında aktife alınma tarihinden sonraki kredi faizleri ve kur farkları
maliyete atılmaksızın gider kaydedilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla SPK ve Maliye
Bakanlığı’nın uygulamaları bu konuda farklılık arz etmektedir.
176 seri no’lu VUK Genel Tebliğinde, yatırımlarla ilgili olarak alınan primlerin
yatırım konusu sabit kıymetlerin maliyet bedelinden düşülüp düşülmeyeceği
konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Bu Tebliğe göre, destekleme primleri;
Yatırımcı adına tahakkuk ettirilen destekleme primleri, sabit
yatırımların
maliyet
bedelini
azaltıcı
bir
unsur
olduğundan,
119
mükelleflerce
gerçekleştirilmiş
bu
olan
primler,
sabit
tahakkuk
yatırımların
ettirildikleri
maliyet
tarihte
bedelinden
indirilebilecektir.
İsteyen mükellefler, tahakkuk eden destekleme primlerini, sabit
yatırımların maliyet bedellerinden düşmeden doğrudan hasılat olarak
da yazabileceklerdir. Tahakkuk tarihi ise, söz konusu primlerin T.C.
Merkez Bankasınca yatırımcı kuruluşa ödenebilir hale geldiği tarihtir.
Diğer taraftan, teşvik belgeli yatırımlar, ihtisas kredileri ve
gerçekleştirilen ihracat için tahakkuk eden destekleme primlerinin üç
ay içinde ödenmemesi halinde, üç aylık sürenin bitiminden itibaren T.C.
Merkez
Bankasınca
tahakkuk
ettirilen
faizler
hasılat
olarak
yazılacaktır.
Kredi faizleri veya kur farklarının maliyet bedeline dahil edilmesi halinde,
iktisadi kıymetin kalan ekonmik ömür süresi içine itfa edilecektir.
B- KURULUŞ VE ÖRGÜTLENME GİDERLERİ
VUK. m.326’da kurumların aktifleştirdikleri ilk tesis ve taazzuv giderlerinin
mukayyet değerleri üzerinden eşit miktarlarda ve beş yıl içinde itfa olunacağı hüküm
altına alınmıştır.Bu giderler, işletmenin kurulması, yeni bir şubenin açılması, işlerin
sürekli olarak genişletilmesi için yapılan ve karşılığında maddi bir değer elde
edilmeyen giderlerdir. Bu nitelikteki giderlerin aktifleştirilmesi zorunlu değildir.
Ancak, bu konudaki seçimlik hakkın kuruluş ve örgütlenme giderlerinin tamamı için
kullanılması gerekmektedir. Seçimim en geç dönem sonuna kadar kullanılması
gerekmekte olup, seçimlik hakkın sonradan değiştirilmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan, aktifleştirilen kuruluş ve örgütlenme giderleri, mukayyet
değerle değerlenecektir. Bu giderlerin itfasına da işletmenin fiilen faaliyete geçtiği
(tecrübe imalatı var ise bu imalatın sona erdiği), faaliyetine devam işletmelerde
yapılmakta olan yatırımlar hesabında biriktirilerek, örgütlenmenin tamamlandığı
120
dönemde aktifleştirilip bu dönemden itibaren itfa edilmeye başlanılması
gerekmektedir.
C-
ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME GİDERLERİ
5746 sayılı Araştırma Ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında
Kanun hükümleri uyarınca, 01.04.2008-31.12.2013 tarihleri arasında bu Yasaya
istinaden Ar-ge teşviklerinden yararlanılacaktır. Söz konusu Yasanın m.3, f.1
uyarınca, Teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde, kamu kurum ve
kuruluşları ile kanunla kurulan veya teknoloji geliştirme projesi anlaşmaları
kapsamında uluslararası kurumlardan ya da kamu kurum ve kuruluşlarından Ar-Ge
projelerini desteklemek amacıyla fon veya kredi kullanan vakıflar tarafından veya
uluslararası fonlarca desteklenen Ar-Ge ve yenilik projelerinde, rekabet öncesi işbirliği
projelerinde ve teknogirişim sermaye desteklerinden yararlananlarca gerçekleştirilen
Ar-Ge ve yenilik harcamalarının tamamı ile 500 ve üzerinde tam zaman eşdeğer ArGe personeli istihdam eden Ar-Ge merkezlerinde ayrıca o yıl yapılan Ar-Ge ve yenilik
harcamasının bir önceki yıla göre artışının yarısı, 13.6.2006 tarihli ve 5520 sayılı
Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesine göre kurum kazancının ve
31.12.1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 89 uncu maddesi uyarınca
ticari kazancın tespitinde indirim konusu yapılacaktır. Ayrıca bu harcamalar,
4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre aktifleştirilmek suretiyle
amortisman yoluyla itfa edilir, bir iktisadi kıymet oluşmaması halinde ise doğrudan
gider yazılacaktır. Kazancın yetersiz olması nedeniyle ilgili hesap döneminde indirim
konusu yapılamayan tutar, sonraki hesap dönemlerine devredilir. Devredilen tutarlar,
takip eden yıllarda 213 sayılı Kanuna göre her yıl belirlenen yeniden değerleme
oranında artırılarak dikkate alınacaktır.
Ar-ge indirimi ile ilgili düzenlemeler ayrıca Gelir ve Kurumlar Vergisi
Kanunlarında da yer almaktadır. Ancak, 5746 sayılı Yasa ile söz konusu vergi
yasalarındaki hükümler arasında tam bir paralellik bulunmamaktadır. Bir başka
deyişle iki yasadaki düzenlemeler arasında çatışma bulunmaktadır. Bu durumda, yasa
kurallarının çatışması durumunda uygulanan;
121
"a)Sonraki norm öncekinin yerini alır (Lex posterior derogot prıori),
b)Özel kanun, genel kanundan önce gelir (Lex specialıs per generalem non
deregatur),
c)Açık anlamlı norm, kapalı anlamlı norm'dan önce gelir",
ilkeleri gözetilerek sonuca ulaşılacaktır.
Bu durumda, 5746 sayılı Yasa ile Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanununlarında
yer alan hükümler ile 5746 sayılı Yasa hükmü arasında çatışma çıkması
halinde AR-GE indirimlerinde uygulanması gereken norm 5746 sayılı Yasa
hükümleri olmaktadır.
Ayrıca, 5746 sayılı Yasanın m.4, f.5’de, bu Kanun kapsamındaki indirim, istisna,
destek ve teşviklerden yararlananlar; 193 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (9) numaralı bendi, 5520 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi ve 29.01.2004 tarihli ve 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın
Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun aynı mahiyetteki
hükümlerinden ayrıca yararlanamayacakları da hüküm altına alınmıştır.
5746 sayılı Yasaya dayanılarak Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı’nca
müştereken
çıkarılan
Araştırma
ve
Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesine İlişkin Uygulama ve Denetim Yönetmeliği’nde 39 bu Yasanın
uygulamasına ve denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlenmiştir.
Bu durumda; 5746 sayılı Yasa hükümlerine göre Ar-Ge desteklerinden
yararlanılması halinde aşağıdaki koşullara uyulması gerekmektedir:
Ar-Ge
indirimi
uygulamasında
herhangi
bulunmamaktadır.
39
31.07.2008 tarih ve 26953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
122
bir
sınırlama
Gelecek yıllara devreden indirim tutarları yeniden değerleme oranı ile
endekslenecektir.
Ar-Ge Departmanı kurulması zorunlu değildir.
Destek personeli giderleri belli kıstaslara göre Ar-Ge indirimi
hesaplamasında dikkate alınacaktır.
Alınan danışmanlık hizmeti ve diğer hizmet alımlarına ilişkin
harcamalar toplam Ar-Ge harcamalarının %20' sini geçemeyecektir..
İktisadi kıymet amortismanları Ar-Ge faaliyetinde kullanıldıkları gün
sayısına göre Ar-Ge indirimi hesaplamasında dikkate alınacaktır.
Finansman giderleri Ar-Ge indiriminin hesaplamasında dikkate
alınmayacaktır.
Belirli şartları taşıyan Ar-Ge Merkezlerine özgü olmak üzere o yıl
yapılan Ar-Ge harcamalarının bir önceki yıla göre artışın yarısı ayrıca
indirim konusu yapılacaktır.
Ar-Ge
harcamaları
V.U.K.’
na
göre
aktifleştirilmek
suretiyle
giderleştirilecektir.
Destek yapan kurum tarafından yönetmelikte belirtilen rapor ve
belgelerin onaylanması yeterli olup; ayrıca projenin TÜBİTAK
tarafından onaylaması şartı bulunmamaktadır.
Hibe desteklerin özel bir fon hesabına alınması ve fonun elde edildiği
dönemi izleyen 5 yıl içinde sermayeye ilave dışında herhangi bir hesaba
nakledilmemesi veya işletmeden çekilmemesi gerekmektedir.
D- ÖZEL MALİYETLER
VUK, m.272’de kiralanan gayrimenkullerin kiracısı tarafından yapılan ve
gayrimenkulün normal bakım, tamir ve temizleme giderleri dışında kalan,
gayrimenkulü genişletmek ve değerini devamlı olarak arttırmak amacıyla yapılan
giderler, özel maliyet bedeli olarak tanımlanmıştır.
123
Özel maliyet bedeli uygulaması için aşağıdaki şartların bir arada, oluşması
gerekmektedir:
Gayrimenkul veya gayrimenkul gibi değerlenen iktisadi kıymetler
işletmeye ait olmayıp, üçüncü kişilere ait olmalıdır. Ancak, gayrimenkul
olarak ifade edilen iktisadi kıymetler, özel hukuktaki gayrimenkul
kavramından daha geniş olup, Vergi Usul Kanunu’nun 269.
maddesinde de belirtildiği üzere, gayrimenkul gibi değerlenen iktisadi
kıymetler de girmektedir.
Gayrimenkulün kiralanmış olması gerekmektedir.
Kiralanan gayrimenkul için yapılacak giderler kiracı tarafından
yapılmakla birlikte, yapılan bu giderlerin gayrimenkulün iktisadi
kıymetini artırıcı veya kullanım fonksiyonunu genişletici nitelikte
olması gerekmektedir.
Değerleme hükümleri açısında, yapılan kiralamanın VUK’nun mm.290
uyarınca finansal kirlama sayılmaması gerekmektedir.
Özel maliyet bedeli, gayrimenkullerin bizzat kiracıları tarafından oluşturulan
giderlerdir. Kiracı tarafından yapılan harcama, bakım onarım harcaması niteliğinde
ise, bu harcamalar doğrudan gider kaydedilecektir. Dolayısıyla, kiralanan
gayrimenkulün çatısının tamir ettirilmesi, asansörlerinin periyodik bakımının
yaptırılması gibi yapılan harcama sonucunda oluşan iktisadi kıymet mal sahibine
bırakılmayacaksa, bu harcamalar özel maliyet olarak değerlendirilmeyecektir. Bunlar,
yapılan harcamanın niteliğine göre demirbaş vb. gibi ilgili duran varlık kıymet
hesabına kaydedilecektir Örneğin, oteli kiralayan kiracı, odalara taktığı klimaları kira
süresi sonunda mal sahibine bırakmayacaksa bu klimalar demirbaş olarak
kaydedilecektir. Söz konusu klimalar mal sahibine bırakılacak ise bu taktirde özel
maliyet olarak değerlenecektir.Ancak yapılan harcama hem bakım onarım hem de
değer artırıcı harcama ise bunların ayrıştırılması gerekmektedir.
124
Meri mevzuat uyarınca, elektrik özelleştirmeleri sonucunda elektrik dağıtım
veya üretim kuruluşlarını devralan kuruluşların bünyesindegerçekleşen özel
maliyet bedellerini, aktifleştirdikleri tarihten itibaren kalan işletme hakkı süresi
içinde eşit yüzdelerle itfa etmeleri gerekmektedir. Bu durum ise, bu kuruluşların
işletme hakkı süresinin sonuna doğru yapmış olduğu yatırımların önemli bir
kısmı
bu dönemlerde gider olarak yansıtılacağından, bu kuruluşların bu
dönemlerde kazanç beyan etmelerini de olanaksız kılabilecektir. Dolayısıyla, bu
kuruluşların sırf bu nedenle zarar beyan etmeleri hukuken önemli bir olasılık
dahilindedir.
Diğer taraftan yasa da sadece “elektrik üretim ve dağıtım varlıkları” ifadesine
yer verilmiş olup bunun dışında kalan doğalgaz, telefon vb. gibi kuruluşların
devri öngörülmemiştir. Bunlar açısından ise genel hükümlere göre hareket
edilmesi gerekmektedir.
Kiracı tarafından yapılan harcama, kiralanan gayrimenkulü genişletici veya
ekonomik ömrünü atrımakta bu harcamalar özel maliyettir. Yine, VUK. M. 272’de
kiralama dışında kalan elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının işletme hakkını satın
alanlar da söz konusu tesislerle ilgili yaptıkları değer artırıcı harcamaları özel maliyet
bedeli
olarak
dikkate
alacaklardır.
Aynı
şekilde
yap-işlet-devret
şeklinde
gerçekleştirilen işlemlerde yüklenici tarafından oluşturulan değerler de özel maliyet
bedeli olacaktır.
Özel maliyet bedellerinin kira süresinin sonunda mal sahibine devredilmesi
halinde ise, nasıl bir işlem yapılacağı konusunda açık bir yasal düzenleme
bulunmamaktadır.Konu ile ilgili olarak tam bir yargı kararı olmamakla birlikte Gelir
İdaresi’nce verilen ve aşağıda yer alan özelgelerden de görüldüğü üzere çelişki de
bulunmaktadır.
125
ANKARA
VERGİ
DAİRESİ
Şirket
ortağının
arsası
üzerine
yapılacak
bina
harcamalarının aktifleştirildiği tarihte “ayın şeklinde kira”
BAŞKANLIĞI
(Ankara Vergi Dairesi
Başkanlığı’nın
B.07.1.GİB.4.06.16.01 sayılı
özelgesi;
http://www.avdb.gov.tr/y/mukt
peşin olarak ödenmiş sayılacağından bu tarihte yürürlükte
olan gelir vergisi tevkifat oranı üzerinden (emsal bedeli
esas alınarak) gelir vergisi tevkifatı yapılması gerekir.
eza/muktezadetay.asp?id=10303
1
İSTANBUL
VERGİ
DAİRESİ
BAŞKANLIĞI
(İstanbul
Vergi
Dairesi
Başkanlığı’nın
B.07.1.GİB.4.34.16.01/GVK–94/5
sayılı özelgesi;
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza
/2007/gelirvergisi2007/14765.ht
m)
Şahsa ait arsa üzerine şirketiniz tarafından inşa edilen
işyerlerinin kiralanmak suretiyle belli bir süre (5 ile 10 yıl)
işletildikten sonra arsa sahibine devredilmesi durumunda,
gayrimenkulün
iktisadi
kıymetini
artırıcı
nitelikteki
harcamaların, arsa sahibi şahıs tarafından Gelir Vergisi
Kanunu’nun 70.maddesi uyarınca gayrimenkul sermaye
iradı olarak değerlendirilerek, kira süresinin sonunda
yapılan
“işyerlerinin
emsal
bedelinin”
gayrimenkul
sermaye iradı olarak beyan edilmesi gerekmektedir. Diğer
taraftan, şirketiniz tarafından inşa edilen ve belli bir
süreyle işletilecek olan işyerleri için nakden veya hesaben
bir kira ödemesi söz konusu olmadığı için şirketiniz
tarafından gelir vergisi tevkifatı da yapılmasına gerek
bulunmamaktadır. Ayrıca binanın arsa sahibine devrinde
de tevkifat yapılmayacaktır.
Her iki özelgede de özel maliyet bedelinin ayın şeklinde ödeme olduğu kabul
edilmekle birlikte vergiyi doğuran olayın meydana geldiği zamanın tespitinde görüş
ayrılığı bulunmaktadır.
Bir diğer sorun da kiralanan gayrimenkul mal sahibine bırakılırken, özel maliyet
bedelleri nedeniyle KDV hesaplanıp hesaplanmayacağıdır. Uygulamada, özel maliyet
bedellerinin devrinin, ticari, zirai veya mesleki faaliyet kapsamında bir teslim olduğu,
126
dolayısıyla kiracının bu faaliyetleri kapsamında teslim ettiği özel maliyet bedelleri
üzerinden KDV hesaplanması gerektiği şeklindedir. Ancak, devir sırasında özel
maliyet bedelinin KDV matrahının KDVK’nun m.27 hükümlerine göre emsal bedel
belirlenerek tespit edilmesi gerektiği de ileri sürülmektedir. Gelir İdaresi aynı görüşte
olmakla birlikte devletin yap-işlet-devret şeklinde yaptırmış olduğu yatırımlarla ilgili
olarak Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nca çıkarılan 04.05.2004 tarih ve 13
no’lu KDV sirkülerinde ise aşağıda görüldüğü üzere, yap-işlet -devret modeli ile
gerçekleştirilen işlemlerde katma değer vergisi aranmaması gerektiği belirtilmiştir.
“ ….
yap-işlet-devret modelinde ilgili kurumca süre sonunda tesisin kendisine devri
karşılığında işleticiye doğrudan bir bedel ödenmemektedir. Bir finansman türü olan
bu modelde işletici tesisin devrine ilişkin bedeli, tesisi sözleşme ile öngörülen süre
içinde işletmek suretiyle elde ettiği kazanç ile karşılamaktadır. Bu kazancın kaynağını
tesisin devredildiği kurum değil, 3. şahıslar oluşturmaktadır. Bu nedenle, tesislerin
ilgili kuruma devri katma değer vergisine tabi olmakla birlikte, bu teslim karşılığında
bir bedel alınmaması ve matrahın da buna göre belirlenmesi "haklı sebeplerle" izah
edilebildiğinden bu tür devir işlemlerinde emsal bedel uygulaması yoluna gidilmemesi
gerekmektedir.
Bu çerçevede, yap-işlet-devret modelinde, süre sonunda, tesisin işletici
tarafından ilgili kuruma tesliminde emsal bedel üzerinden katma değer vergisi
aranılmayacaktır.
…“
GVK’nun m.72, f.2’de “Kiracı tarafından gayrimenkulü genişletecek veya
iktisadi değerini devamlı surette artıracak şekilde gayrimenkule ilave edilen
kıymetler, kira müddetinin hitamında bedelsiz (Kıymetlerin emsal bedelinden
düşük değerle devri halinde, aradaki fark bedelsiz devir sayılır) olarak kiralayana
devrolunduğu takdirde, mezkur kıymetler kiralıyan bakımından, bu tarihte aynen
tahsil olunmuş addolunur.” hükmünden hareket edilerek, özel maliyet bedellerinin
GMSİ sayılacağı kabul edilmektedir. Ancak, yasada özel maliyetlerin bedelsiz veya
127
düşük bedelle devri hali düzenlenmiştir. Dolayısıyla emsal bedel üzerinden yapılan
ödemenin GMSİ olup olmayacağı tartışmalıdır. Çünkü yasa hükmü bu konuda açık
olmadığı gibi, oluşan özel maliyet bedeli karşılığında söz konusu gayrimenkul
sözleşmede yer alan süre kadar kullanılmıştır.
Özel maliyet bedelinin KDV’nin konusuna girdiği görüşü de KDVK’nun m.2 f.
1’deki teslim tanımı “ bir mal üzerindeki tasarruf hakkının malik veya onun adına
hareket edenlerce, alıcıya veya adına hareket edenlere devredilmesidir.” ile
çelişmektedir. Çünkü gayrimenkul üzerindeki tasarruf hakkı kiracıya ait olmayıp,
mülkiyet hakkına sahip mal sahibi ya da intifa hakkı sahibindedir. Dolayısıyla,
kiralanan gayrimenkul nedeniyle kiracı tarafından yapılan özel maliyet üzerindeki
tasarruf hakkının da mal sahibine ait olduğu konusunda hukuken bir tereddüt de
bulunmamaktadır. Bu durumda, mal sahibine bırakılan özel maliyet bedelleri
nedeniyle tasarruf hakkı da mal sahibine geçmemektedir.
Yaşanan bu tartışmaların vergilerin yasallığı ilkesi uyarınca, vergi
kanunlarında açık bir düzenleme ile giderilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, yapılan kiralama sözleşmesi, VUK, mm.290’a göre finansal kiralama
konusuna girmesi halinde, kiralanan iktisadi kıymet için yapılan harcamaların
aktifleştirilen duran varlığın maliyet bedeline dahil edilmesi gerekmektedir.
E- DEMİRBAŞLAR
VUK, m.273 uyarınca, alet, edavat, mefruşat ve demirbaş eşya maliyet bedeli
ile değerlenecektir. Bunların maliyet bedeline de satınalma bedeli ile birlikte,
komisyon ve nakliye giderleri gibi özel giderler de dahil edilecektir.Demirbaşlar,
işletmede imal edilmiş ise imalat giderleri satınalma bedeli yerine geçecektir.
Demirbaşların işletme mülkiyetinde olması halinde demirbaş olarak,
kiralanmış olması halinde ise bunlar için yapılan değer veya fonksiyon artırıcı
harcamaların özel maliyet bedeli olarak değerlenmesi gerekmektedir.
128
Demirbaşların maliyet bedelinin tespitinden satın alma bedeli dışında kalan ve
demirbaşın iktisabı nedeniyle doğan ve demirbaşa özgü olan giderlerin maliyet
bedeline dahil edilmesi gerekmektedir.
17. GELİR VE GİDER TAHAKKUKLARI VE DÖNEMSELLİK ESASI
VUK’un m.283’de gelecek bir hesap dönemine ait olarak peşin ödenen giderler
ile cari hesap dönemine ait olup da henüz tahsil edilmemiş olan hasılat, mukayyet
değerleri üzerinden aktifleştirilmek suretiyle değerleneceği, zirai işletmelerde henüz
idrak edilmemiş olan mahsuller için yapılan giderler (Hazırlık işleri giderleri gibi) de
bu madde hükmüne göre aktifleştirilerek değerleneceği; m.287’de gelecek hesap
dönemlerine ait olarak peşin tahsil olunan hasılat ile cari hesap dönemine ait olup
henüz ödenmemiş olan giderler mukayyed değerleri üzerinden pasifleştirilmek
suretiyle değerleneceği, hüküm altına alınmıştır.
Söz
konusu
vergilendirmede
düzenlemeler,
elde
edilen
dönemsellik
gelirin
ve
ilkesinin
giderin
bir
ilgili
sonucu
olduğu
olup,
dönemde
karşılaştırılmasını öngörmektedir.Bu konuda Gelir İdaresi Başkanlığı’nca verilen
özelgelerde de bu dönemsellik ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalındığı görülmektedir. 40 Bu
nedenle, cari dönemde yapılan ancak gelecek dönemlere isabet eden gelir ve
giderlerin ilgili olduğu yıllarda dikkate alınabilmesi için aktarılması gerekmektedir.
Giderin oluştuğu dönem ile gelirin ilgili olduğu dönem
her zaman aynı
olmamaktadır. Örneğin, haksız yere gümrüğe ödenen ve gider olarak kaydedilen
ÖTV’nin, iki yıl sonra mahkeme kararı ile iade alınması halinde, gider yazıldığı
döneme ait beyan edilen kazanç mı düzeltilecektir; ya da iade alındığı dönemde gelir
40
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/KV/ornek108.htm: : Dönemsellik ilkesi sonucunda ait
oldukları hesap dönemine intikal ettirilmeyen giderler müteakip dönemler kazancından
düşülemeyecektir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 40.maddesinde sözü edilen giderlerin ödendiği yıl
hesaplarına değil ancak ait oldukları başka bir anlatımla oluşturdukları dönem hesaplarında
gider yazılabilecektir. Bu itibarla hesap döneminin son ayına ilişkin “nema” ödemelerinize ait
faturaların ilgili kurumlarca hesap döneminin kapandığı tarihten sonraki bir tarihte
düzenlenmesi ve gönderilmesi halinde de söz konusu giderlerin ait oldukları yıl itibarı ile gider
kaydedilmesi mümkün bulunmaktadır.
129
olarak kaydedilerek, bu dönemde elde edilen kazancın tespitinde mi dikkate
alınacaktır? Bu konu üzerinde bugüne kadar yasal bir düzenleme yapılmamıştır. Bu
işlem esasında vergiyi doğuran olayın düzeltimi olup, bu düzeltme işleminin hangi
dönemde
yapılacağının
Vergi
Usul
Kanunu’nda
açıkça
düzenlenmesini
gerektirmektedir. Ancak, meri VUK’nunda da bir hüküm bulunmamaktadır.
Dönemsellik ilkesinden hareket edildiğinde ilgili dönemde gider yazılan ancak
sonradan iade vb nedeniyle düzeltme yapılması gerektiğinde gider yazılan dönem
beyannamesinin düzeltilmesi gerekmektedir. Bu durumda da tahakkuk etmiş bir
vergi var ise bunun terkin edilmesi, ödenmiş ise iade edilmesi gerekecektir. İadenin
alındığı veya düzeltmenin ortaya çıktığı vergilendirme döneminde de kanuni
defterlerde gelir kaydedilen tutarların da bu döneme ait beyannamede diğer indirim
olarak ticari kardan indirilerek sorun giderilmiş olacaktır. Ancak, ilgili yasada
düzeltme işlemleri ile ilgili olarak özel bir düzenleme yer almakta ise bu
düzenlemelere uyulmak zorundadır. Örneğin, Katma değer Vergisi Kanunu’nun 35
inci maddesi uyarınca malların iade edilmesi, işlemin gerçekleşmemesi, işlemden
vazgeçilmesi veya sair sebeplerle matrahta değişiklik vukubulduğu hallerde, vergiye
tabi işlemleri yapmış olan mükellef bunlar için borçlandığı vergiyi; bu işlemlere
muhatap olan mükellef ise indirme hakkı bulunan vergiyi değişikliğin mahiyetine
uygun şekilde ve değişikliğin vukubulduğu dönem içinde düzeltecektir. Ancak
düzeltme işlemlerinin yapılabilmesi için iade olunan malların fiilen işletmeye girmiş
olması ve bu girişin defter kayıtları ile beyannamede gösterilmesi şarttır.
Düzeltme
işleminin yapılması gereken tarihte, düzeltme zamanaşımı
süresi dolmuş ise, bu durumda düzeltme yapılamayacağı gibi yine
düzeltme yapılması gereken vergilendirme döneminde de hasılat veya
gelir yazılan tutarlar beyannamede diğer indirim olarak dikkate
alınacaktır. Dönemsellik ilkesinin ve vergide çift taraflılık ilkesinin sonucu
olarak bu şekilde işlem tesis edilmesi gerekmektedir.
130
Ayrıca, önceki döneme ait olmakla birlikte geç gelen elektrik, su ve telefon
faturalarının dönemsellik ilkesi gereği önceki döneme ait olduklarından, ilgili
bulunduğu dönemin kazancı ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Bu işlemler, geçici
vergi dönemlerinde yapılmalıdır. Ancak, bu faturaların takvim yılından sonra gelmesi
durumunda geldiği dönemde kanuni defterlere kaydedilecek ve bu dönemde de KDV
indiriminden
yararlanılabilmesi
gerekmektedir.
Bu
konuda
Gelir
İdaresi
Başkanlığı’nca verilen özelgelerde de buna izin verilmekle birlikte bunun sadece ve
sadece dönem sonunda gelen faturalarla sınırlı olduğu göz ardı edilmemesi
gerekmektedir.
Diğer taraftan, uygulamada KDVK’nun 29 uncu maddesi uyarınca KDV
indiriminden belgenin ilgili bulunduğu yıl aşımamaka suretiyle kanuni defterlere
kaydedildiği vergilendirme döneminde yararlanıldığından, fatura tarihinin önceki
takvim yılını taşıması halinde izleyen yılda indirimden yararlanma olanağı ortadan
kalktığı iddiası da her zaman mümkündür.. Bu durumda, katma değer vergisi dahil
tutarın gider ya da maliyet olarak dikkate alınması gerekmekte ya da faturanın iptal
edilerek yeni tarhli fatura alınmak suretiyle KDV indiriminden yaralanılabilecektir.
Bahse konu elektrik, telefon ve su faturalarının dönem sonundan sonra
gelmesi işletmenin kendi kusuru olmayıp, bu idarelerin kendi çalışlma koşullarından
kaynaklanmaktadır. Bu ndenle mükellefe bir kusur, izafe edilemeyen bu durumlarda
belgenin geldiği tarihte kanuni defterlere kaydediliği yılda giderleştirilmesi için açık
bir yasal düzenleme yapılmasına da ihtiyaç bulunmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanamaya çalışılan elektrik, su, telefon gibi
faturaların dönem sonunda işletmeye gelmemesi nedeniyle dönemsellik ilkesi gereği
fatura gelmediği halde aşağıdaki muhasebe kayıtlarının yapılması gerektiği
düşünülmektedir.
-----------------------------------------31.12.2010-------------------------------------770 GENEL YÖNETİM GİDERLERİ
XXX
(KDV Dahil Tutar Dikkate Alınacaktır.)
381 GİDER TAHAKKUKLARI
XXX
---------------------------------------------------------------------------------------------131
------------------------------------../../.2011-----------------------------------------381 GİDER TAHAKKUKLARI
XXXX
689 DİĞER OLAĞAN DIŞI GİD. VE ZARARLAR XXX
….01 KKEG
xxx
102 BANKALAR
XXX
------------------------------------/---------------------------------------------------Fatura tarihinin 2011 yılı olması halinde KDV indiriminden de yararlanılması
mümkündür. Söz konusu faturanın 2011 yılında kanuni defterlere kaydedilmesi
halinde
kaydedildiği
vergilendirme
döneminde
indirim
hakkından
yararlanılabilecektir. Fatura tarihinin 2010 yılı olması halinde ise özelge talep
edilerek alınan özelgeye göre hareket edilmesi yararlı olacaktır.
Bir diğer problem de geç gelen fatura dışında geç ödeme nedeniyle doğan
gecikme zamlarının gider kaydedilip kaydedilmeyeceğidir. Elektrik, telefon, su gibi
özel söaleşmeden kaynaklanan borçların süresinde ödenmemesi halinde uygulanan
gecikme zammı/temerrüd faizi gibi ödemeler 6183 sayılı Yasa kapsamında yapılan
ödemeler olmayıp bir nev’i finansman gideri niteliğindedir. Ayrıca, bu ödemeler
KDV’ye de tabidir. Bunların zarar ziyan veya tazminmat olarak da nitelendirilmesi
mümkün değildir. Bu nedenle,geç ödemeden kaynaklanan gecikme zamlarının da
vergiyi doğuran olayın tahakkuk esasına bağlandığı kazançlarda dönemsellik ilkesi
gereği doğdukları vergilendirme döneminde gider ya da maliyet olarak dikkate
alınması gerekmektedir. Gelir Vergisi Kanunu’nun m.40, f.1 ve b.3’de “İşle ilgili
olmak şartıyla mukavelenameye, ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar,
ziyan ve tazminatların safi kazancın tespitinde indirilecek gider olarak dikkate
alınacağı” belirtilmiştir. Ancak, aynı Kanun’un m.41. f.1 ve b.5’de ise, her türlü para
cezaları ve vergi cezaları ile teşebbüs sahibinin suçlarından dolayı doğan
tazminatların gider olarak indirilemeyeceği hükme bağlanmış, aynı bendin parantez
içi hükmünde ise, akitlerde ceza şartı olarak derpiş edilen tazminatların cezai
mahiyette tazminat sayılmayacağı belirtilmiştir. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi
132
Kanunu’nun m.10, f.1, b.(g) uyarınca da sözleşmelerde ceza şartı olarak konulan
tazminatlar hariç olmak üzere kurumun kendisinin, ortaklarının, yöneticilerinin ve
çalışanlarının suçlarından doğan maddî ve manevî zarar tazminat giderlerinin kurum
kazancının tespitinde indirimine izin verilmemiştir. Bu kapsamda elektrik, su, telefon
ve doğalgaz tüketimi için, ilgili kuruluşlar ile abonelik sözleşmesi yapılmak zorunda
olup, tüketim bedelinin süresinde ödenmemesi halinde uygulanacak yaptırım bu
sözleşmelerde de belirlenmektedir. Dolayısıyla, bu borçlar sözleşmeden doğmakta
olup, gecikme zamları da aynı şekilde sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
gecikme zamları da kazancın tespitinde indirilebilecektir. Diğer taraftan, serbest
meslek kazançlarında ise gecikme zamlarının indirimi ile ilgili olarak Gelir Vergisi
Kanunu’nda bir hüküm bulunmaması nedeniyle kazancın tespitinde indirime izin
verilmediği de görülebilmektedir.41 Halbuki Gelir Vergisi Kanunu’nun m.68, f.1 ve
b.10’ da mesleki faaliyetle ilgili olarak kanun, ilam ve mukavelenameye göre ödenen
tazminatların gider olarak izin verilmiştir. Bu nedenle serbest meslek erbabları da
ödedikleri gecikme zamlarını gider olarak inderebileceklerdir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde kaçak elektrik veya su kullanımı nedeniyle
ödenen gecikme zamları ve cezaların ise bu durumun
işletme sahibinin
kusurundan/suçundan kaynaklanması nedeniyle kazancın tespitinde indirimi
hukuken mümkün değildir. Ancak, kaçak elektrik kullanım bedelleri ise dönemsellik
ilkesi dikkate alınarak kaçak elektriğin kullanıldığı dönem tespit edilebilmekte ise
ilgili dönem beyannameleri düzeltilmek suretiyle indirilebilecektir. Kanazın tespitinde
gider olarak indirilen elektrik tüketim bedelne isabet eden KDV ise kanuni defterlere
kaydedildiği vegilendirme döneminde indirlebilecek olup, gecikme zammı ve cezaya
ilişkin KDV ise indirilemeyecektir.
41
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/2007/gelirvergisi2007/13550.htm;
Gelir
Vergisi
Kanunu’nun “Mesleki Giderler” başlıklı 68.maddesinde, serbest meslek kazancının tespitinde
hangi giderlerin hasılattan indirileceği sınırlı olarak sayılmıştır. Bu maddede sayılan giderler
dışındaki giderlerin, serbest meslek kazancının tespitinde hasılattan indirilmesine olanak
yoktur. Bu hüküm ve açıklamalara göre işyerinizle ilgili elektrik, su ve telefon faturaları için
ödenen gecikme zamlarının Gelir Vergisi Kanununun 68.maddesinde yer alan “Mesleki
Giderler” içerisinde sayılmaması sebebiyle, serbest meslek kazancının tespitinde mesleki gider
olarak indirilmesi mümkün değildir.
133
Ayrıca, elektrik, su, telefon gibi faturaların gider kaydedilmesi için aboneliğin
de işletme adına olması gerekmektedir. Aboneliğin işletme adına kayıtlı olmaması
halinde tüm fatura bedelleri KKEG olarak değerlendirilmektedir.42
Ciro primlerinin de yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca,primi alan mükellefler
primin ait olduğu yılın gelire, ödeyen mükellefler ise
giderlerine intikal
ettirilmesi de dönemsellik ilkesi gereğince zorunludur.
Ancak, ciro primi alan mükellefler faturanın işletmeye geldiği hesap döneminde
kanuni defterlere gelir olarak [ 671 ÖNCEKİ DÖNEM GELİR VE KARLARI
HESABI]na kaydedilirken, KDVK’nun 29 uncu maddesindeki şartlara göre KDV
indiriminden yararlanılabilecektir. Kurumlar vergsi ile gelir vergisi açısından ciro
primi hangi yıla ilişkin ise o yıla ait beyannamede ticari kara eklenmeli,
defterlere kaydedildiği vergilendirme dönemine ilişkin beyannamelerde de “diğer
indirim” olarak matrahtan tenzil edilmelidir.
Öte yandan ciro primini ödeyen mükellefler de tam tersi uygulamayı
yapacaklardır.
42
http://www.ivdb.gov.tr/Mukteza/KV/ornek111.htm; Özelge; gelir veya kurumlar vergisi
mükelleflerinin kazançlarının tespitinde adlarına tahakkuk eden giderlerin ilgili yılda
hesaplara intikal ettirilerek indirim konusu yapılması söz konusudur.Ancak adı geçen
mükellefin aktifine kayıtlı olmayan telefonlara ait faturaların Kurum kazancının tespitinde
gözönüne alınması olanaklı bulunmamaktadır.
134
18 AMORTİSMANLAR
A- Amortisman Konusu
Duran varlıklar işletmede birden fazla yıl kullanılacağından bu varlıkların
iktisabı nedeniyle katlanılan maliyetlerin bir defada gider yazılması yasa koyucu
tarafından önlenmiştir. Duran varlıkların maliyetlerinin amortisman yolu itfa edilmesi
gerekmektedir.
VUK m.313’ de amortisman konusu duran varlıklar ve bu varlıklar üzerinden
amortisman ayrılmasının koşulları belirlenmiştir. Bunlar aşağıdaki tabloda yer
almaktadır.
AMORTİSMAN KONUSU VARLIKLAR
AMORTİSMAN AYIRMA KOŞULLARI
Gayrimenkuller,
Gayrimenkullerin mütemmim
cüzüleri ve teferruatı
İşletmede
bir
yıldan
kullanılabilir olması,
fazla
Yıpranmaya,
aşınmaya
veya
kıymetten düşmeye maruz bulunması
Tesisat ve makineler
Gemiler ve diğer taşıtlar
İşletmenin envanterine dahil olması,
Gayrimaddi haklar
Kullanılmaya hazır olması,
Alet, edevat, mefruşat
Demirbaş eşya
Sinema filmleri
Özel maliyetler.
İktisadi kıymetin değerinin belli bir
tutarı aşması. [2010 yılı için 670 ,
2011 yılı için de 700 TL’sını aşmayan
alet, edavat, mefruşat, demirbaşlar
ve peştemallıklar amortismana tabi
tutulmayarak
doğrudan
gider
yazılabilir.]
Halinde amortismana tabi tutularak itfa
edilebilirler.
Diğer taraftan, ilgili mevzuat gereğince sözleşme süresinden sonra bedelsiz
olarak devlete veya devletçe tensip olunan bir teşekküle veya belediyeye intikali
öngörülen amortismana tabi iktisadi kıymetlerden (sözleşme süresinde yenilenmesi
135
gerekenler hariç), sermayenin veya özel maliyet bedellerinin itfası hükümlerine
göre amortismana tabi tutulanlar, genel hükümler uyarınca ayrıca amortismana tabi
tutulamayacaklardır.
B.- Amortisman Ayırma Yöntemleri
Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre amortisman ayrılması ihtiyaridir. Ancak,
amortisman ayırmaya karar verilmesi halinde kullanılacak amortisman yöntemleri de
yasada sınırlandırılmıştır. Bunlar,
1- Normal amortisman,
2- Azalan Bakiyeler (hızlandırılmış) Usulüne göre amortisman’dır.
Amortisman ayrılırken kullanılacak yöntem iktisadi kıymetlerin bütünlüğü
dikkate alınarak belirlenir. Örneğin, bir işletmede binek otomobil için normal,
kamyon için azalan bakiyeler yöntemi tercih edilebileceği gibi yeni alınan taşıt için de
normal amortisman yöntemi kullanılabilir.
Normal
amortisman
yönteminden
azalan
bakiyeler
usulüne
geçilmediğinden, o iktisadi kıymet için başlangıçta belirlenen yöntem
değiştirilememektedir. Azalan bakiyeler usulünden bir defaya mahsus olmak
üzere normal amortisman yöntemine geçilebilmektedir.Ancak, normal
amortismanageçildikten
sonra
tekrar
azalan
bakiyeler
usulüne
dönülememektedir.
Normal amortisman, her yıl belirlenen oran üzerinden eşit olarak amortisman
ayrılması olup, azalan bakiyeler usulünde amortisman ise,
1. Her yıl, üzerinden amortisman hesaplanacak değer, evvelce ayrılmış olan
amortismanlar toplamının tenzili suretiyle tespit olunur. Enflasyon düzeltmesi yapılan
dönemlerde, üzerinden amortisman ayrılacak değer, amortismana tâbi iktisadî
136
kıymetin düzeltilmiş değerinden daha evvel ayrılmış olan amortismanların toplamının
taşınmış değerleri indirilmek suretiyle tespit edilir.
2. Bu usulde uygulanacak amortisman oranı % 50'yi geçmemek üzere normal
amortisman oranının iki katıdır3. Bu usulde amortisman süresi normal amortisman
nispetlerine göre hesaplanır.
3. Bu sürenin son yılına devreden bakiye değer, o yıl tamamen yok edilir.
C- Ekonomik Ömür Ve Amortisman Oranları
İktisadi kıymet, ekonomik ömrü süresi içinde itfa edilecektir. Ekonomik ömür
ise VUK, m.315 uyarınca, 01.01.2004 tarihinden itibaren Maliye Bakanlığı’nca tespit
edilmektedir. Maliye Bakanlığı’nca tespit edilen ekonomik ömürler her bir iktisadi
kıymet ve bu kıymetin kullanım yerine göre 333, 337, 339, 365 ve 389 ve 389 seri
no’lu VUK Genel Tebliğlerinde belirlenmiştir. Maliye Bakanlığı’nca belirlenen
ekonomik ömürler dikkate alınarak amortisman ayrılması gerekmektedir.
İktisadi kıymet için amortisman oranı Maliye Bakanlığı’nca belirlenmemiş
ise bu taktirde Maliye Bakanlığı’na başvurularak, amortisman oranının
belirlenmesi talep edilmek zorundadır.
Diğer taraftan 01.01.2004 tarihinden önce mükelleflerce yasada belirlenen
sınırı aşmamak üzere amortisman oranları belirlenmekteydi. Bu nedenle;
a) 01.01.2004 tarihinden önce aktife giren iktisadi kıymetler için 5024 sayılı
Kanundan önce yürürlükte bulunan hükümlere göre amortisman ayrılmaya devam
edilecektir. Ancak bu kıymetlerin amortisman ayrılmasına esas bedeli, 31/12/2003
tarihi itibariyle yapılacak enflasyon düzeltmesinden sonraki değerleri olacaktır.
b) 31/12/2003 tarihinden sonra amortismana tabi iktisadi kıymetlerin elden
çıkarılması halinde bunların maliyet bedeli olarak, düzeltilmiş değerleri esas
alınacaktır.
137
Maliye Bakanlığı’nca, 08.07.2010 tarih ve 27635 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 399 sıra No’lu VUK Genel Tebliği’nde amortisman listelerine aşağıdaki
iktisadi kıymetler eklenmiş, ayrıca ile Amortisman Listesi’nde yer alan bazı sınıfların
isimleri değiştirilmiştir.
YENİ
ESKİ
Ürünlerin teşhir ve muhafazası amacıyla kullanılanlar
Teşhir amacıyla kullanılanlar
Jeton, madeni para ve özel kart gibi sistemlerle
çalışan, cep telefonu ve kamera gibi pilli cihazları şarj
etmek için kullanılan makineler
(339 No'lu VUK GT ile eklenen
bent)_Elektrojen grupları, rotatif
elektrik konvektörleri v.b.
Otomatik para çekme makineleri (ATM)
Yeni Eklenmiştir.
Diğer sınıflarda sayılmayan demirbaşlar
Yeni Eklenmiştir.
Acenta botları (pilot botlar)
Yeni Eklenmiştir
Limanlarda kullanılan mobil vinçlerin otomatik
konteyner kaldırma ataçmanı
Yeni Eklenmiştir
İnşaat İşleri: Kamu binaları, özel ticaret binaları,
limanlar, işletme ve yönetim binaları, gayrimenkuller
ve eklentileri, karayolları ve demiryollarının
yapımında kullanılan iktisadî kıymetler (Aşağıdaki
sınıflarda sayılanlar hariç)
İnşaat işleri: Kamu binaları, özel
ticaret binaları, limanlar, işletme ve
yönetim binaları, gayrimenkuller ve
eklentileri, karayolları ve demir
yollarının yapımında kullanılan iktisadi
kıymetler (İş makineleri ve benzerleri)
İnşaat işlerinde kullanılan iş makinesi ve benzeri
araçlar (Boru döşeyici, ekskavatör ve lastik tekerlekli
yükleyici gibi)
Yeni Eklenmiştir
Petrokimya sanayiinde kullanılan katalizörler
(reaktörde sabit bir yatakta bulunup tüketilmeksizin
reaksiyonun gerçekleşmesini sağlayanlar)
Yeni Eklenmiştir
EPS
ve
EPP
olarak
adlandırılan
strafor
hammaddelerinden tavan
levhaları, ambalaj
malzemeleri, inşaat iç-dış ısı izolasyon levhaları ile
otomobillerin bazı iç aksamlarının imalatında
kullanılan iktisadî kıymetler
Yeni Eklenmiştir
Enjeksiyon makine tesisatı ve aksesuarları
Yeni Eklenmiştir
Kalıplar
Yeni Eklenmiştir
138
Blok makineleri
Yeni Eklenmiştir
Buhar kazanları
Yeni Eklenmiştir
Kesme ve dilme makineleri ile tezgahlar
Yeni Eklenmiştir
Besleme tabancaları (enjektör) ve aksesuarları
Yeni Eklenmiştir
Alev test cihazları
Yeni Eklenmiştir
Cam-elyaf takviyeli plastik su boruları üretiminde
kullanılan, boru üretim makinesi, boru taşlama ve
pah kırma ünitesi, hidrostatik boru sızdırmazlık
ünitesi, boru ve manşon kanal açma ünitesi,
hidrostatik manşon sızdırmazlık ünitesi, rijitlik ölçme
test makinesi gibi ünite ve makineler
Yeni Eklenmiştir
Bağlantı elemanları üretim prosesinde ve çelik
metallere esneklik, sertlik özelliği kazandırmakta
kullanılan ısıl işlem fırını tesisleri
Yeni Eklenmiştir
Jeotermal enerji santrallerinde kullanılan enjeksiyon
ve reenjeksiyon sistemleri ile boru hatları dahil tüm
teknolojik teçhizat
Yeni Eklenmiştir
Salma
ağları
kullanılanlar)
(balıkçılıkta
avlanma
amaçlı
(339 No'lu VUK GT ile eklenen bent)
Salma ağları (Balıkçılıkta kullanılanlar)
Balık yetiştirme ve üretim tesislerinde kullanılan
iktisadî kıymetler
Yeni Eklenmiştir
Tatlı su balıkçılığında kullanılan kafes, çapa, zincir,
duba ve yemleme sistemleri
Yeni Eklenmiştir
Tatlı su balıkçılığında kullanılan ağlar, bağlantı
sistemleri, sistem halatları ve yemleme borusu
Yeni Eklenmiştir
Deniz suyunda yapılan balıkçılık faaliyetinde
kullanılan kafes, çapa, zincir, duba ve yemleme
sistemleri
Yeni Eklenmiştir
Deniz suyunda yapılan balıkçılık faaliyetinde
kullanılan ağlar, bağlantı sistemleri, sistem halatları
ve yemleme borusu
Yeni Eklenmiştir
Sualtı canlıların sergilendiği akvaryum tesislerinde
kullanılan iktisadî kıymetler
Yeni Eklenmiştir
Akrilik camtan mamül su tüneli ve teçhizatı, ana
tanklar
Yeni Eklenmiştir
139
Karantina
bölümünde
kullanılan
ekipmanlar
(akvaryum kompakt karantina tankları, sistem
ekipmanları), yem hazırlama bölümünde kullanılan
ekipmanlar (balık bakım teçhizatı), laboratuar
ekipmanları, kaya, mercan ve yosunlar gibi akvaryum
aksesuar ve ekipmanlar
Yeni Eklenmiştir
Akvaryum filtre ekipmanları, soğutma ve ısıtma
teçhizatı, akvaryum yaşam destek ünitesi için gerekli
olan teçhizat
Yeni Eklenmiştir
Bu Tebliğ ile Amortisman Listesi’nde yer alan bazı sınıfların isimleri
değiştirilmiş, ancak bu sınıflara dâhil iktisadî kıymetlerin faydalı ömürlerinde bir
değişiklik yapılmamıştır. Buna göre, bu Tebliğ ekinde yer alan listenin,
Buzdolaplarına
ilişkin
“3.10.4.1.”
numaralı
“Teşhir
amacıyla
kullanılanlar” sınıfının ismi, “Ürünlerin teşhir ve muhafazası amacıyla
kullanılanlar”,
“10. İnşaat İşleri: Kamu binaları, özel ticaret binaları, limanlar, işletme
ve yönetim binaları, gayrimenkuller ve eklentileri, karayolları ve
demiryollarının yapımında kullanılan iktisadî kıymetler (İş makineleri
ve benzerleri)” başlıklı sınıfının parantez içi “İş makineleri ve
benzerleri” ibaresi “(aşağıdaki sınıflarda sayılanlar hariç)”,
“61.3.” numaralı “Salma ağları” sınıfı “Salma ağları (balıkçılıkta
avlanma amaçlı kullanılanlar)”,
Olarak değiştirilmiştir.
Ayrıca, mezkur “10. İnşaat İşleri” başlıklı sınıftan çıkarılan parantez içi “İş
makineleri ve benzerleri” kapsamındaki kıymetler için “10.4. İnşaat işlerinde
kullanılan iş makinesi ve benzeri araçlar (Boru döşeyici, ekskavatör ve lastik tekerlekli
yükleyici gibi)” sınıfı ihdas edilmiş ve bu kıymetlerin de faydalı ömür süresi 6 yıl
olarak muhafaza edilmiştir.
Öte yandan konu ile ilgili olarak yayımlanmış geçmiş tebliğlerde, amortismana
tâbi iktisadî kıymetlere ait faydalı ömür süresi ile amortisman oranlarının geçerlilik
140
tarihi ve uygulamaya ilişkin esaslar hakkında yapılan açıklamalar, bu Tebliğ ekinde
yer alan iktisadî kıymetler hakkında da geçerli bulunmaktadır. 43
43
365 Sıra No’lu VUK GT
: 2.Bu Tebliğ Ekinde Yer Alan İktisadi Kıymetlere Ait
Faydalı Ömür ve Amortisman Oranlarının İtibar Tarihi ile Uygulamaya İlişkin Esaslar
Vergi Usul Kanununun 318 inci maddesinde Maliye Bakanlığınca tespit ve ilan olunan amortisman
nispetleri ilanların yapıldığı, ayrı ayrı tespit edilen nispetlerin ilgililerin müracaatta bulunduğu hesap
döneminden muteberdir.
Maliye Bakanlığı tespit ve ilan ettiği amortisman nispetlerini gerektiğinde değiştirmeye ve
amortismanlarla ilgili hususları tespite yetkilidir. hükmü yer almaktadır.
Bu hükme göre, 339 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile değişik 333 Sıra Numaralı
Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ekindeki listede yer almayan veya faydalı ömürleri ile amortisman
oranlarında değişiklik yapılan amortismana tabi iktisadi kıymetler için Tebliğ eki listede tespit edilen
faydalı ömür ve amortisman oranları, bu Tebliğin yayımlandığı hesap döneminden itibaren geçerli
olacaktır.
Diğer taraftan, yukarıdaki madde hükmünün Bakanlığımıza verdiği yetkiye istinaden, 333 ve 339
Sıra Numaralı Tebliğler ile ilan edilmiş olan faydalı ömür ve amortisman oranları değiştirilen iktisadi
kıymetlere ilişkin amortisman uygulamasının, aşağıda açıklandığı şekilde yapılması uygun
görülmüştür.
339 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile değişik 333 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu
Genel Tebliği ekindeki listede ilan edilmiş olan faydalı ömür ve amortisman oranlarına göre
amortismana tabi tutulmakta iken bu Tebliğ ile faydalı ömürleri değiştirilen iktisadi kıymetlerin net
defter değerlerinin (iktisadi kıymetin Vergi Usul Kanununun değerleme hükümlerine göre tespit
edilen değerinden birikmiş amortismanların tenzili yoluyla bulunan değeri), ilgili iktisadi kıymete
ilişkin olarak bu Tebliğ ile ilan edilen yeni faydalı ömür süresinden, anılan liste uyarınca amortisman
ayrılmış olan sürenin tenzili suretiyle kalan amortisman süresi esas alınarak itfa edilmesi
gerekmektedir. Söz konusu iktisadi kıymetler için geçmiş hesap dönemlerinde ve 2006 yılının birinci,
ikinci ve üçüncü geçici vergi dönemlerinde ayrılmış olan amortisman tutarlarına ilişkin olarak
herhangi bir düzeltme yapılmayacaktır.
Örneğin; 339 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile değişik 333 Sıra Numaralı Vergi Usul
Kanunu Genel Tebliği ekindeki liste uyarınca faydalı ömrü 7 yıl olarak tespit edilmiş bulunan bir çöp
temizleme aracı 2004 yılı içerisinde aktife alınmış ve enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş değeri
üzerinden 2004 ve 2005 yıllarında %14,28 amortisman oranına göre 2 yıl amortisman ayrılmış
bulunmaktadır. Bu Tebliğ ile çöp temizleme aracı için faydalı ömür süresi 5 yıl olarak değiştirilmiştir.
Buna göre, söz konusu iktisadi kıymetin 2006 yılı için kalan faydalı ömrü (5-2 =) 3 yıldır. Bu durumda,
çöp temizleme aracının net defter değerinin (2004 ve 2005 yıllarında enflasyon düzeltmesi hükümleri
uyarınca düzeltilmiş değerleri ile düzeltilmiş birikmiş amortismanlar tutarı farkının) 2006 yılı hesap
döneminden itibaren geçerli olmak üzere, kalan 3 yıl içerisinde (1/kalan faydalı ömür süresi = 1/3 =)
%33,33 amortisman oranı ile itfa edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, Kanunun 320 nci maddesinde amortisman süresinin, kıymetlerin aktife girdiği yıldan
başlayacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre, mükellefler tarafından iktisap edilerek defter
kayıtlarına geçirilen, değerleme gününde envantere dahil olan ve kullanılma şartı aranmaksızın
kullanılmaya hazır halde bulunan iktisadi kıymetler için amortisman ayrılabilecektir. Bu kapsamda
kullanılabilmesi kayıt ve tescile tabi taşıtların, ilgili sicillerine yasal süresi içerisinde kayıt ve tescil
işlemi yapılmak şartıyla; aktife alındıkları dönemden itibaren amortismana tabi tutulması mümkün
bulunmaktadır.
141
Diğer taraftan kendisine özel hesap dönemi tayin edilmiş mükelleflerin,
aktiflerinde yer alan iktisadî kıymetlere ilişkin olarak bu Tebliğ ile ilan edilen yeni
amortisman sürelerini Tebliğin yayımlandığı tarihten sonraki ilk geçici vergi
döneminden itibaren dikkate almaları gerekmektedir. Sözü edilen iktisadî kıymetler
için geçmiş hesap dönemlerinde ve içinde bulunulan hesap dönemine ilişkin olarak
önceki geçici vergi dönemlerinde ayrılmış olan amortisman tutarları herhangi bir
düzeltme işlemine tâbi tutulmamasına da gerek görülmemiştir. Dolayısyla 2010
yılında yapılacak dönem sonu işlemlerimnde bu değişikliklerin gözönünde
bulundurulması gerekmektedir.
D- Kıst Amortisman Uygulaması
Amortisman yıllık olarak ayrılır. İktisadi kıymetin aktife alındığı yıl amortisman
tam olarak ayrılacaktır. Ancak bu kuralın istisnası VUK, m. 320’de yer almaktadır. Bu
maddeye göre sadece binek otomobiller için iktisap edildiği yıl amortismanın kıst
ayrılması gerekmektedir. Bunun için de alınan binek otomobilin kiralama veya
işletilme faaliyetinde kullanılması gerekmektedir. Ancak, yasada faaliyetin kısmen
veya tamamen binek otomobil kiralama ve işletme olması halinde kıst amortisman
uygulanmayacağı açıkça hüküm altına alınmıştır. Bu faaliyetlerde kullanılmak üzere
alınan binek otomobiller için kıst amortisman uygulanmayacaktır.
Binek otomobilin kısmen de olsa otomobil kiralama veya işletme faaliyetinde
kullanılması halinde tam amortisman ayrılabilecektir.
Bu şekilde tam amortisman ayıracak işletmeler, sürücü kursları, araç kiralama
şirketleri ile finansal kiralama şirketleri olmaktadır.
Öte yandan VUK ve KDVK’nunda yer alan “binek otomobil” kavramının tespit
edilmesi gerekmektedir. Ülkemizde MTVK’nunda ve Karayolları Trafik Kanunu’nda
“otomobil” tanımlamıştır. Ayrıca, Gümrük Kanunu uygulamasında da 87.03 GTİP
numarasında yer alan binek otomobiller bu mevzuat kapsamında Gümrük
142
Müsteşarlığı’nca belirlenmiştir. 197 sayılı MTVK, m.2, f.1, b,2’de “ 2- Otomobil:
Yapısı itibarıyla, sürücüsü dahil en çok sekiz oturma yeri olan ve insan taşımak için
imal edilmiş bulunan motorlu araçtır.” şeklinde, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun
3 üncü maddesinde de “otomobil” “Otomobil : Yapısı itibariyle,
sürücüsünden başka en çok yedi oturma yeri olan ve insan taşımak için imal edilmiş
bulunan motorlu taşıttır.” şeklinde yapılmıştır.
Otomobil tanımı açısından iki ayrı yasadaki faklılık oturma yerine ilişkin olup,
MTV’ye göre sekiz, KTK’na göre yedi kişilik oturma yeri kriteri getirilmiştir.
Uygulamada Gelir İdaresi çıkarıdğı 2007/1 sayılı MTV İç Genelgesinde ise
panelvan taşıtların ayrımı ile ilgili aşağıdaki açıklamalar yapılmıştır.
“..
Motorlu Araç Tescil Belgesi'nde ve/veya Motorlu Araç Trafik Belgesi'nde;
1. - Arazi taşıtı (4Х4),
- Çift kabin kamyonet (4Х4),
- Çift kabin kamyonet arazi taşıtı,
- Kamyonet (4Х4),
- Kamyonet arazi taşıtı
şeklinde tanımlanan taşıtların arazi taşıtı,
2. Çift kabin (4Х2) kamyonet şeklinde tanımlanan 3+1, 4+1 veya 5 yolcu taşıma
kapasiteli taşıtların ise yük taşıma kısımlarının açık veya kapalı olmasına
bakılmaksızın panel van
olarak motorlu taşıtlar vergisine tabi tutulması gerekmektedir.
143
…”
Binek otomobil tanımındaki bu karmaşa uygulamada arazi taşıtları ve hem yük
he mde insan taşımaya mahsus araçlar açısından ayrı bir problemi de beraberinde
getirmiştir. Örneğin, camlı olan ve insan da taşımaya mahsus kabul edilen kango vb.
tür araçlar VUK açısından binek otomobil midir? Uygulamada bu araçların her
tarafının camlı olması ve insan taşımak amacıyla arka koltuk da bulunması halinde
binek otomobil olarak kabul edilerek kıst amortisman uygulanması gerektiği kabul
edilmektedir.
Bunun
da
nedeni
Gümrük
Tarife
Cetvelinden
kaynaklanmaktadır.Gümrük Müsteşarlığınca çıkarılarak 27.07.2005 tarih ve 25888
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 8 seri nolu Gümrük Genel Tebliğinde 27/07/2005
tarih ve 25888 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren
8 Seri Nolu Gümrük Genel Tebliği (Tarife-Sınıflandırma Kararları) ekinde, 1+1, 1+3,
1+4 ve 1+7 koltuklu, şoför ve öndeki yolcunun arkasındaki kısımda emniyet
kemerleri veya emniyet kemeri montajı için tertibat, koltuk ve emniyet ekipmanı
montajı için sabit tertibat, aracın iç kısmının her tarafında, araçların yolcu
bölümlerinde yer alan konfor özellikleri ve iç döşemeleri (Örneğin: Yer kaplamaları,
havalandırma, iç aydınlatma, küllükler), iki yan panel boyunca arka camları
bulunan (En arkada yük bölümünün sağ ve sol taraflarında cam bulunsun
bulunmasın); şoför ve öndeki yolcuların bölümü ile insan veya eşya taşınması için
kullanılan arka bölüm arasında sabit bir panel veya bariyer bulunmayan kapalı
kasa motorlu taşıtlar 87.03, tarife pozisyonuna gireceği ve Gümrük Genel
Tebliğinin (Tarife-Sınıflandırma Kararlan) 639 ncı maddesi uyarınca 21.07.2005
tarihinden itibaren yürürlüğe giren tarife sınıflandırma kararına göre işlem tesis
edilmesi gerektiği belirtilmiş olup söz konusu Tebliğ eki tablo aşağıdaki gibidir:
144
Eşyanın Tanımı
Tarife Pozisyonu
ve
Sınıflandırmanın
Gerekçesi
1+1 koltuklu, şöfor ve öndeki yolcunun arkasındaki kısımda
emniyet kemerleri veya emniyet kemeri montajı için
tertibat, koltuk ve emniyet ekipmanı montajı için sabit
tertibat, aracın iç kısmının her tarafında, araçların yolcu
bölümlerinde yer alan konfor özellikleri ve iç döşemeleri
(örn. yer kaplamaları, havalandırma, iç aydınlatma,
küllükler), iki yan panel boyunca arka camları bulunan (En
arkada yük bölümünün sağ ve sol taraflarında cam bulunsun
bulunmasın); şoför ve öndeki yolcuların bölümü ile insan
veya eşya taşınması için kullanılan arka bölüm arasında
sabit bir panel veya bariyer bulunmayan kapalı kasa
motorlu taşıt
87.03
1+1 koltuklu, şoför ve öndeki yolcunun arkasındaki kısımda
emniyet kemerleri veya emniyet kemeri montajı için
tertibat, koltuk ve emniyet ekipmanı montajı için sabit
tertibat, kargo kısmında araçların yolcu bölümlerinde
bulunan konfor özellikleri ve iç döşemeleri (yer kaplamaları,
havalandırma, iç aydınlatma, küllükler) bulunmayan, iki yan
panel boyunca arka camları bulunan (En arkada yük
bölümünün sağ ve sol taraflarında cam bulunsun
bulunmasın) veya bulunmayan, ) veya bulunmayan; şoför
ve öndeki yolcuların bölümü ile insan veya eşya taşınması
için kullanılan arka bölüm arasında sabit bir panel veya
bariyer bulunan kapalı kasa motorlu taşıt.
1+3, 1+4 veya 1+7 koltuklu, şoför ve öndeki yolcunun
arkasındaki kısımda emniyet kemerleri veya emniyet kemeri
montajı için tertibat, koltuk ve emniyet ekipmanı montajı
için sabit tertibat, aracın iç kısmının her tarafında, araçların
yolcu bölümlerinde yer alan konfor özellikleri ve iç
döşemeleri (örn. yer kaplamaları, havalandırma, iç
aydınlatma, küllükler), iki yan panel boyunca arka camları
bulunan (En arkada yük bölümünün sağ ve sol taraflarında
cam bulunsun bulunmasın); şoför ve öndeki yolcuların
bölümü ile insan veya eşya taşınması için kullanılan arka
bölüm arasında sabit bir panel veya bariyer bulunmayan
kapalı kasa motorlu taşıt
GYK 1 ve 6.
87.04
GYK 1 ve 6
87.03
GYK 1 ve 6
145
Ancak, Gümrük Kanunu hükümlerine göre belirlenen bu tanımın Vergi Usul
Kanunu kapsamına giren vergiler açısından uygulanıp uygulanmayacağı ise ayrıca
tartışmalıdır. Kaldı ki bu tanım Tebliğ ile yapılmış olup herhangi bir şekilde yasada yer
almamaktadır. Bu durum da normlar hiyararşisine aykırılık oluşturmaktadır.
Diğer taraftan KDVK’nun 30/b maddesinde “Faaliyetleri kısmen veya
tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi
olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait binek
otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisi” nin indirimine
izin verilmemiş, 2007/13033 sayılı BKK ile kullanılmış binek otomobillerinde KDV
oranı % 1 olarak belirlenmiştir. Söz konusu düzenleme aynen aşağıdaki gibidir:
“9.Aşağıda tanımları yapılan motorlu taşıtlardan yalnız "kullanılmış" olanlar,
"Türk Gümrük Tarife Cetvelinin 87.03 pozisyonundaki binek otomobilleri ve
esas itibariyle insan taşımak üzere imal edilmiş diğer motorlu taşıtlar (87.02
pozisyonuna girenler hariç) (steyşın vagonlar ve yarış arabaları dahil). [(Yalnız
binek otomobilleri, steyşın vagonlar, yarış arabaları, arazi taşıtları, jipler, vb.,
motorlu
karavanlar,
elektrik,
gaz,
güneş
enerjili
vb.
motorlu
taşıtlar,
"8703.10.11.00.00 özellikle kar üzerinde hareket etmek için dizayn edilmiş
sıkıştırma ateşlemeli içten yanmalı pistonlu motorlu olanlar (dizel veya yarı dizel)
veya kıvılcım ateşlemeli içten yanmalı pistonlu motorlu taşıtlar", "8703.10.18.00.00
diğerleri"] [Ambulanslar, mahkum taşımaya mahsus arabalar, para arabaları,
cenaze arabaları, itfaiye öncü arabaları gibi özel amaçla yapılmış motorlu taşıtlar
hariç.] (Katma
Değer Vergisi
Kanununun
30/b maddesine göre binek
otomobillerinin alımında yüklenilen katma değer vergisini indirim hakkı bulunan
mükelleflerin, bu araçları tesliminde bu Kararın 1 inci maddesinin (a) bendinde
öngörülen vergi oranı uygulanır.)”
Bu kararda KDV oranları GTİP cetvel numarasına göre belirlenmiştir. Ancak,
KDVK’nun 28 inci maddesi uyarınca BK’na GTİP’ye göre vergi oranlarını belirleme
yetkisi verilmemiştir. Bakanlar Kurulu’na tanınan yetki “Katma Değer Vergisi oranı,
vergiye tabi her bir işlem için % 10'dur (% 18 - 2001/2344 sayılı BKK. 15.05.2001
146
tarihinden itibaren). Bakanlar Kurulu bu oranı dört katına kadar artırmaya % 1'e
kadar indirmeye, bu oranlar dahilinde muhtelif mal ve hizmetler ile bazı malların
perakende safhası için farklı vergi oranları tespit etmeye yetkilidir.” şeklindedir.
Dolayısıyla, GTİP esas alınarak yapılan bu belirleme hukuken yetki aşımıdır. Çünkü,
BKK’ndaG TİP’ye göre yapılan bu belirleme sonucunda GTİP’de yapılan değişiklikler
otomatik olarak vergi oranlarını değiştirecektir ki, KDVK’nunda bunu engelleyici
hiçbir düzenleme bulunmadığı gibi bu BKK’nun (Yürütme organının) yasa koyması
sonucunu doğurur. Bu karar sonucunda, bahse konu Gümrük Tebliği ile
87.03.pozisyonunda yer alan araçların binek otomobil olarak değerlendirilmesi
sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle binek otomobil sınıfına giren kango vb.
araçların iktisabında yüklenilen KDV, KDVK’nun 30/c maddesi uyarınca indirilmemiş
ise bunların kullanılmış olarak tesliminde % 1 vergi oranı, indirilmiş ise % 18 vergi
oranı uygulanacaktır. Bu araçların ticari olarak trafiğe kaydedilip kaydedilmemesinin
VUK ve KDVK açısından herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Ancak bu yoruma
katılmamaktayız. MTVK’nuna yer alan otomobil tanımı bu Kanuna özgir bir tanım
olup, bu tanımın VYK ve KDVK açısından kabul edilmesi mümkün değildir. Yukarıda
da açıklandığı üzere Gümrük Müsteşarlığı’nca yapılan belirleme de vergi kanunları
açısından bugünkü meri mevzuat göre bağlayıcı değildir. Bu durumda Karayolları
Trafik Kanunu’nda yer alan “otomobil” tanımı dikkate alınarak “binek otomobil”in
belirlenmesi gerekmektedir. Ancak, Gelir İdaresinin uygulaması ise tam aksi
yöndedir.
Sonuç olarak
yasal sorunun giderilebilmesi için “BİNEK OTOMOBİL”in net ve açık
bir tanımının vergi kanunlarında yapılarak uygulamanın da buna göre
şekillerindirilmesi vergilerin yasallığı ilkesi uyarınca Anayasal açıdan da bir
zorunluluktur.
147
Kıst amortisman uygulanan binek otomobiller için ilk yıl ayrılamayan
amortisman tutarının, iktisadi kıymetin ekonomik ömrünün sonunda ayrılacak olan
amortisman tutarına eklenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla düzeltme işlemi de
ekonomik ömrün son yılında yapılmaktadır.
Diğer taraftan, kıst amortisman uygulanan binek otomobillerde, azalan
bakiyeler usulüne göre amortisman yönteminin uygulanması halinde ilk yıl
ayrılamayan amortisman tutarının izleyen yıllarda ayrılacak amortisman tutarı
hesaplanırken
nasıl
uygulanacağı
konusunda
yasada
açık
bir
düzenleme
olmadığından tartışmalıdır.Ancak, genel kabul edilen görüşe göre, ilk yıl ayrılmayan
amortisman tutarı izleyen yıllarda azalan bakiyeler usulüne göre ayrılacak
amortisman tutarının tespitinde ilk yıl tam amortisman ayrıldığı kabul edilerek
hesaplama yapılması şeklindedir.
E- Amortisman Kayıtları
Amortisman ayrılması halinde, bilanço esasına göre defter tutan mükelleflerin
amortisman giderlerini TDHP’na göre kaydetmesi gerekmektedir. TDHP’da
amortismanlarla ilgili olarak üç ayrı hesap öngörülmüştür. Bunlar,
1- 257 Birikmiş Amortismanlar Hesabı: Maddi duran varlık bedellerinin,
kullanılabilecekleri süre içerisinde hesaben yok edilebilmesini sağlamak
amacıyla kullanılan hesaptır. Pasif karakterli bir hesaptır.
2- 268 Birikmiş Amortismanlar Hesabı: Maddi olmayan duran varlık
bedellerinin, kullanılabilecekleri süre içerisinde hesaben yok edilebilmesini
sağlamak amacıyla kullanılan hesaptır. Pasif karakterli bir hesaptır.
3- 299 Birikmiş Amortismanlar Hesabı Bu gruptaki [29. Diğer Duran
Varlıklar] amortismana tabi varlıklar için ayrılan amortismanların izlendiği
hesaptır.
Dolayısıyla, ayrılan amortismanların, amortisman ayrılan iktisadi kıymetin
durumuna ilgili amortisman hesaplarına kaydedilmesi gerekmektedir.
148
Örneğin; İşletme, binalar için 2.000 TL, intifa hakkı için de 1.000 TL
amortisman hesaplamıştır.
------------------------------------../../.2010-----------------------------------------770 GENEL YÖNETİM GİDERLERİ
2.000
257 BİRİKMİŞ AMORTİSMANLAR HESABI
2.000
------------------------------------/---------------------------------------------------------------------------------------../../.2010-----------------------------------------770 GENEL YÖNETİM GİDERLERİ
1.000
268 BİRİKMİŞ AMORTİSMANLAR HESABI
1.000
------------------------------------/---------------------------------------------------F- Özel Maliyet Bedellerinin İtfası
VUK, m.327 uyarınca, gayrimenkullerin, elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının
ve gemilerin iktisadî kıymetlerini artıran ve VUK m.272 de yazılı özel maliyet
bedelleri, kira veya işletme hakkı süresine göre eşit yüzdelerle itfa edilir. Kira veya
işletme hakkı süresi dolmadan, kiralanan veya işletme hakkı alınan şeyin boşaltılması
veya işletme hakkının herhangi bir sebepten sona ermesi halinde henüz itfa
edilmemiş olan giderler, boşaltma veya hakkın sona erdiği yılda bir defada gider
yazılır.
Kira süresi belli değil ise bu taktirde özel maliyet bedelleri beş [5] yılda eşit olarak
itfa edilir. Kira süresi belli değilse beş yıllık süre sözleşmenin düzenlendiği tarih
itibariyle dikkate alınacak olup, izleyen yıllarda aktifleştirilen özel maliyet bedelleri
ise kalan kira süresi dikkate alınarak itfa olunmalıdır.
149
Özel maliyet bedeli için amortisman ayrılırken, ayırma yöntemi olarak azalan
bakiyeler usulünün kullanılıp kullanılamayacağı konusunda yasada sınırlandırıcı bir
hüküm bulunmamaktadır.
Ancak, VUK, m.327’de özel maliyet bedellerinin itfasında “eşit” ifadesine yer
verildiğinden, azalan bakiyeler usulünün özel maliyet bedellerinin itfasında
uygulanmaması gerekmektedir. Bir başka deyişle özel maliyet bedelleri normal
amortisman yöntemine göre itfa edilmelidir.
Özel maliyet bedeli için amortisman ayrılırken bir diğer sorun da ekonomik
ömrü, kira süresinin altında kalan iktisadi kıymetler için ekonomik ömür süresinin
dikkate alınıp alınmayacağıdır.
Yasada
özel maliyet bedellerinin amortismanında özel bir düzenleme
yapıldığından, özel maliyet bedellerinde iktisadi kıymetin ekonomik ömrü değil
kira süresi dikkate alınacaktır. Dolayısıyla, özel maliyet bedeli içine giren tüm
iktisadi kıymetlerde kira süresi dikkate alınarak amortisman ayrılmalıdır. Aksi
görüş vergilerin yasallığı ilkesi ile çelişecektir.
Bir diğer farklılık da devlet tarafından işletme haklarının satılması suretiyle
iktisap edilen işletme haklarındaki amortisman oranıdır. Çünkü bu hak da bir nev’i
kiralama gibi olup hakkın süresi için de mi amortismana tabi tutalacaktır? Maliye
Bakanlığı’nca yayımlanan amortisman listelerinde kullanım hakkı ve izni veya devlet
kurum ve kuruluşları tarafından verilen diğer haklar (İşletme hakkı gibi) ve bunların
benzerleri için ekonomik ömür süresi onbeş [15] yıl olarak belirlenmiş olduğundan
amortisman oranı % 6,66 olarak uygulanacaktır.
150
Maliye Bakanlığı’nca yapılan bu belirleme sonucunda işletme hakkı vb.nin
süresi
sözleşmede 15 yılın altında da belirlenmiş olsa da Maliye Bakanlığı’nca yeni bir
belirleme veya yasal düzenleme yapılmadığı sürece, kira süresinin sonuna kadar %
6,66 oranında amortisman ayrılacak olup, kira süresinin sonunda ise kalan tutarın
tamamı amortisman ayrılmak suretiyle itfa edilecektir.
G- Madenlerde Amortisman
VUK, m.316 uyarınca, işletme sebebiyle içindeki cevherin azalmasından dolayı
maddi değerini kaybeden madenlerin ve taş ocaklarının imtiyaz veya maliyet
bedelleri, ilgililerin, müracaatları üzerine bunların büyüklük ve mahiyetleri
gözönünde tutulmak ve her maden veya taş ocağı için ayrı ayrı olmak üzere Maliye
ve Sanayi Bakanlıklarınca belli edilecek nispetler üzerinden yok edilir.
H- Amortisman Ayrılmasında Özellik Arz Eden Hususlar
1- Maliye Bakanlığı’nca belirlenen amortisman oranlarının altında oran
uygulanabilir. Ancak, daha sonraki yıllarda eksik ayrılan amortisman tutarı
düzeltilemeyeceği gibi, ekonomik ömür süresi de uzatılamaz. Bu durumda,
ekonomik ömür süresi tamamlandıktan sonra ayrılan amortismanlar, KKEG
olarak dikkate alınır.
2- Maliye Bakanlığı’nca belirlenen amortisman oranlarının
üstünde
amortisman ayrılamaz. Ayrılması halinde ise fazla ayrılan kısım KKEG
olarak dikkate alınmak zorundadır.
3- Olağanüstü Amortisman; VUK, m.317 uyarınca Amortismana tabi olup
a. Yangın, deprem, su basması gibi afetler neticesinde değerini
tamamen veya kısmen kaybeden;
151
b. Yeni icatlar dolayısiyle teknik verim ve kıymetleri düşerek
tamamen veya kısmen kullanılmaz bir hale gelen;
c. Cebri çalışmaya tabi tutuldukları için normalden fazla aşınma ve
yıpranmaya maruz kalan;
Menkul ve gayrimenkullerle haklara, mükelleflerin başvurmaları halinde
ilgili
bakanlıkların görüşü alınmak suretiyle, Maliye Bakanlığınca her işletme için işin
mahiyetine göre ayrı ayrı belli edilen "Fevkalade ekonomik ve teknik amortisman
nispetleri" uygulanabilir.
Yukarıda belirtilen olayların meydana gelmesi nedeniyle olağanüstü
amortisman ayırma yolu seçilir ise Maliye Bakanlığı’na [Gelir İdaresi Başkanlığı’na]
başvurulması gerekmektedir. Aksi taktirde, herhangi bir olay olmamış gibi
amortisman ayrılmasında yasal açıdan bir sakınca bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, VUK, m.329, f.1’de “Yangın, deprem, sel, su basması gibi
afetler yüzünden tamamen veya kısmen zıyaa, uğrayan amortismana tabi iktisadi
kıymetler için alınan sigorta tazminatı bunların değerinden (Amortismanlı
olanlarda ayrılmış olan amortisman çıktıktan sonra kalan değerden) fazla veya
eksik olduğu takdirde farkı kar veya zarar hesabına geçirilir.” denildiğinden,
fevkalede amortisman ayırma olanağı olan amortismana tabi iktisadi kıymet için
sigortadan da tazminat alınırsa, fevkalede amortisman da ayrılabilecek midir? VUK,
m.329 hükmü sigorta tazminatlatının iktisadi kıymetin net değeri ile karşılaştırılarak
kayıtlardan çıkarılmasını öngörmektedir.Bu nedenle, sigortadan tazminat alınması
durumunda iktisadi kıymetin kullanılabilir durumda olsa dahi iktisadi kıymet iz bedeli
ile hesaplarda izlenecek ancak net aktif değeri ile sigorta tazminatı karşılaştırılarak
kar/zarar olarak dikkate alınacaktır.
sigortadan
tazminat alınması halinde VUK, m.329, f.1 uyarınca fevkalede
amortisman ayrılma olanağı bulunmamaktadır.
152
4-
Hakların İtfasında, amortisman süresi 15 yıl olarak
belirlenmiştir.
Maliye Bakanlığı’nca Gayri Maddi İktisadi Kıymetler:
İmtiyaz hakları (Franchising), patent, formül, dizayn, örnek kalıp, teknik
bilgi (Know-how), format, telif hakkı ve benzeri kalemler, lisans, kullanım
hakkı ve izni veya devlet kurum ve kuruluşları tarafından verilen diğer
haklar (İşletme hakkı gibi) ve bunların benzerlerinde amortisman süresi 15
yıl olarak belirlenmiştir. Amortisman süresi belirlenirken hakkın kullanım
süresi ile ilgili bir belirleme yapılmamıştır. Hakkın süresi 15 yıldan az olması
halinde nasıl amortisman ayrılacağı sorunu ne Yasada Maliye Bakanlığı’nca
düzenleyici bir işlem ile çözülememiştir.
Haklarda amortisman ayrılırken, hakkın süresine bakılmaksızın amortisman
ayrılması gerekmektedir. Kullanım süresine göre amortisman ayrılması tercih
edilir ise bunun için özelge talep alınması faydalı olacaktır.
5-
Amortisman Oranlarında Değişiklik yapılması; VUK, m.318
uyarınca, Maliye Bakanlığınca tespit ve ilan olunan amortisman nispetleri
ilanların yapıldığı, ayrı ayrı tespit edilen nispetlerin ilgililerin müracaatta
bulunduğu hesap döneminden itibaren uygulanacaktır.
6-
İşletmede
üretimde
kullanılmayan
duran
varlık
amortismanları; işletmede bulunan ancak üretimde fiilen kullanılmayan
ya da , yıllara sari inşaat işlerinde kısmen ya da tamamen kullanılmayan
(kullanılmayan kısım için)
duran varlıkların amortisman giderleri
muhasebeleştirilirken kullanılan döneme isabet edenlerin üretim
maliyetlerine, kullanılmayan kısma isabet eden amortisman giderinin ise ”
680 Çalışmayan Kısım Gider ve Zaraları Hesabı”na kaydedilmesi
gerekmektedir. olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
153
İ- Amortismana Tabi İktisadi Kıymetlerin [ATİK] Elden Çıkması Ve
Yenileme Fonu
ATİK’ler satılmak, kaza, oğal afet, çalınma vb. gibi nedenler sonucunda elden
çıkabilmektedir.
Bu
durumda,
muhasebede
gerekli
kayıtların
yapılması
gerekmektedir.
Sabit kıymetlerin satılması halinde sabit kıymetin mukayyet değeri ile satış
bedeli karşılaştırılmak zorundadır. Aynı şekilde çalınma, kaza veya doğal afet
sonucunda sigortadan alınan tazminatı ile sabit kıymetin mukayyet değeri
karşılaştırılmalıdır. Sonuçta doğan kar ya da zarar da sonuca göre
“679 Diğer
Olağandışı Gel.Ve Kârlar” ya da “689 Diğer Olağan Dışı Gider ve Zaralar Hesabı”
na kaydedilmelidir. Çalınma sonucunda sigortadan tazminat alınması halinde
doğan kar vergi matrahının hesabında gelir olarak, ortaya çıkan zarar ise KKEG
olarak dikkate alınmak zorundadır.
Çalınan iktisadi kıymet sigortalı değil ise, çalınma sonucu oluşan kayıp, sermayede
meydana gelen bir azalma olup, mali karın tespitinde gider olarak indirilemez.
Ancak, söz konusu iktisadi kıymet işletme sa hibinin iradesi sonucunda da elinden
çıkmadığından, hukuken tasarruf hakkı da çalan kişiye geçmemiştir.Dolayısıyla, bu
durumda emsal bedel üzerinden KDV de hesaplanmaması gerekmektedir. Çünkü KDV
açısından mal tesliminde vergiyi doğuran olay olan ”teslim” gerçekleşmemiştir.
Ancak, çalınan iktisadi kıymet kayıtlardan çıkarılarak varsa net aktif değeri zarar
kaydedilmeli, kaydedilen zarar tutarı, mali karın tespitinde KKEG olarak dikkate
alınmalıdır.BUNUN İÇİN EMNİYET VE JANDARMA TARAFINDAN DÜZENLENEN
TUTANAKLA TESPİT ETTİRİLMİŞ OLMASI GEREKMEKTEDİR.
İDARESİ’nin
ANCAK GELİR
(Özellikle Tespit tutanağının olmaması halinde) EMSAL BEDEL
ÜZERİNDEN KDV HESAPLANMASI GEREKTİĞİNİ İDDİA EDEBİLMESİ OLASIDIR.
Diğer taraftan, çalınan iktisadi kıymetin iktisabı nedeniyle KDV yüklenilmiş ve indirim
konusu edilmiş ise KDVK m.30, f.1, b.(d) uyarınca çalınmanın meydana geldiği
vergilendirme dönemine ait KDV beyannamesinde ilave KDV olarak beyan edilerek
düzeltilmeli ve düzeltilen bu KDV tutarı da KKEG olarak dikkate alınmalıdır.
154
Diğer taraftan, 31.12.2003 ve öncesinde aktife dahil edilen sabit kıymetlerin
maliyet bedelleri, 31.12.2004 tarihli bilançoda yapılan en son enflasyon
düzeltmesine göre düzeltilmiş maliyet bedeli olacak ve düzeltilmiş birikmiş
amortismanı da aynı şekilde dikkate alınarak,
kazancın veya zararın tespitinde
dikkate alınacaktır.
ATİK’lerin satılması ya da sigortadan tazminat alınması halinde doğan kar,
iktisadi kıymet yenilenecek ise mükellefin bilanço esasına göre defter tutması ve
VUK, m.328 ve 329 uncu maddelerindeki şartların yerine getirilmesi şartıyla,
yenileme fonuna alınabilir.
VUK, m.328 ve 329 uncu maddelerindeki şartlar
aşağıdaki gibidir:
Elden çıkan iktisadi kıymetlerin yenilenmesi, işin mahiyetine göre
zorunlu olması; Örneğin tek araçla taşımacılık yapan işletmenin
aracını satması ve aynı faaliyete devam etmek istemesi, aracın
yenilenmesini zorunlu kılar.
İşin mahiyetine göre ATİK’in yenilenmesi zorunlu değilse, işletme
yönetimince elden çıkarılan ATİK’in yenilenmesine karar verilmiş ve
teşebbüse geçilmiş ise,
bu takdirde satıştan doğan kâr, yenileme giderleri karşılamak üzere, pasifte
geçici bir hesapta azami üç yıl süreyle tutulabilir. Her ne sebeple olursa olsun; bu
süre içinde kullanılmamış olan kârlar üçüncü yılın vergi matrahına eklenecektir. Üç
yıldan önce işin terki, devri veya işletmenin tasfiyesi halinde bu karlar, o yılın
matrahına eklenmek zorundadır.
Yenilenen iktisadi kıymet ile elden çıkan iktisadi kıymetin aynı mahiyette
olması zorunludur. Örneğin, kamyon satılıp alınan otobüs ile taşımacılık yapılması
halinde yenileme fonu ayrılamaz. Ancak, 20 ton taşıma kapasiteli kamyon satılıp, 30
ton kapasiteli kamyon alındığında yenileme fonundan yararlanılabilecektir. Tersi
durumda da yenileme fonu ayrılabilir. Ayrıca, elden çıkan iktisadi kıymetten birden
fazla alınması da mümkündür. Bu durumda yeni alınan iktisadi kıymetlerin
amortismanlarının yenileme fonundan mahsup edilmesi gerekmektedir.
155
Yeni değerlerin iktisabında kullanılan kâr yeni değerler üzerinden VUK
hükümlerine göre ayrılacak amortismanlara mahsup edilmesi gerekmektedir. Üç yıl
içinde yeni bir sabit kıymet alınırsa, yeni alınan iktisadi kıymetin amortismanında
mahsup tamamlanıncaya kadar yenileme fonundaki tutar kazanca eklenmez. Yeni
alınan iktisadi kıymetin amortisman süresinin sonuna kadar, yapılan amortisman
mahsubu sonucunda, itfa edilemeyen bir değer kalırsa bunun itfa süresinin son
yılında kazanca eklenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, bu durumda üç yıllık süre
dikkate alınmayacaktır.44
Diğer taraftan, üç yıllık süre içinde iktisadi kıymetin yenilenmemesinin mücbir
sebeplere dayanması halinde de üçüncü yılın sonunda kazanca eklenmesi
44
62 Seri No’lu VUK Genel Tebliği: Ayrılmış olan kâr ile temin edilen iktisadî kıymetin
değerinin de kanunun amortisman hükümleri dairesinde amortisman yoliyle itfa
edileceği tabiidir. Şu kadar ki bahis konusu kâr, ayrılacak amortismanlara mahsup
edilecek, diğer bir ifade ile, hesaplanmış olan bu amortismanlar, satıştan tahassül
eden kâr miktarına baliğ oluncaya kadar gider yazılmıyacaktır. Bu mahsup
tamamlandıktan sonra itfa edilmemiş bakiye bir değer kalırsa bu bakiye değerin
amortismanına devam edilecek ve ayrılan amortisman payları o zaman gider
kaydolunacaktır. Misâl : Amortismana tabi bir iktisadî kıymetin yenilenmesi
maksadiyle satıldığı ve bu satıştan da 10.000 lira kâr sağlandığı, buna mukabil
yeniden alınan iktisadî kıymetin değerinin 15.000 lira olduğu farz edilirse, mükellef
tahassül eden 10.000 lira kâr üzerinden o yıl vergi ödemiyecek ve ancak yeni aldığı
kıymet üzerinden o yıl için ayrılması icap eden amortisman 3000 lira ise bu miktarı
masraf yazmıyacak, ayrı bir hesapta gösterdiği 10.000 liralık kârdan düşecektir.
Müteakip yıllarda da aynı suretle hareket ederek ayrılan amortismanların toplamı
10.000 liraya baliğ olunca müteakip yıldan itibaren ayıracağı amortismanları artık
gider kayıt edecektir.
3- Pasifte geçici bir hesaba alınmış olan kârın 3 yıllık süre içinde her ne sebeple olursa
olsun kullanılmaması halinde üçüncü yılın vergi matrahına eklenmesi muktazidir.
328 inci maddeye eklenen bu hükümlerin, satılan amortismana tabi iktisadi
kıymetlerin münhasıran yenilenmelerinin bahis konusu olduğu ahvalde
uygulanabileceği fıkrada açıkça belirtilmiş olduğundan tahassül eden kârın başka bir
iktisadî kıymetin mübayaasına tahsis edilmesi halinde bu yeni fıkra hükmünün
uygulanması mümkün değildir.
156
gerekmektedir. Çünkü yenileme fonu uygulamasında mücbir sebepler dikkate
alınmamaktadır.
VUK’un 328. maddesindeki uygulamanın benzeri, yangın deprem, sel, su
basması gibi afetler yüzünden tamamen veya kısmen ziyaa uğrayan amortismana
tabi iktisadi kıymetler için sigortadan alınan tazminat nedeniyle doğan karlar içinde
yapılabilir. (VUK md. 329).
Diğer taraftan, kâr yedeği olan yenileme fonunun “549 Özel Fonlar” hesabına
alacak olarak kaydedilmesi gerekmektedir.
Yenileme fonu ayrılan iktisadi kıymetin döviz üzerinden vadeli satılması
halinde ortaya çıkan olumlu veya olumsuz kur farkları ile doğan vade farkları
vb.nin ne yapılacağı konusunda da Yasada açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Çünkü, yasa koyucu bu durumu öngörmemiştir. Dolayısıyla konu tartışmalıdır. Öte
yandan 163 no’lu VUK Genel Tebliği’nde sabit kıymet alımlarında aktife kaydedilen
hesap dönemi sonuna kadar oluşan kur farklarının maliyete eklenmesinin zorunlu
olduğu belirtildiğinden, satıcı açısından doğan kur farklarının, vade farklarının da
satış bedeline eklenmesi gerekmektedir. Tabidir ki, kur farklarının aleyhe olması
halinde de yenileme fonu tutarı azaltılmalıdır. Satıldığı yılı izleyen yıldan sonra ortaya
çıkan olumlu ve olumsuz farkları ise gelir ve gider olarak dikkate alınmalıdır.
Yenileme fonu uygulamasında yeni iktisadi kıymetin, kıymetin elden çıktığı
yılda satın alınması halinde yenileme fonu ayrılıp ayrılmayacağı konusunda da yasada
açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, Maliye Bakanlığı’nca verilen 10.08.1993
tarih ve 24459-328-72 sayılı muktezada, “328. madde hükmünün uygulanabilmesi
için yeni iktisadi değerin, satışın yapıldığı yılı takip eden yıllarda iktisap edilmesine
bağlı bulunduğundan, aynı yıl içinde yenileme yapılan hallerde, satıştan elde edilen
kar dikkate alınarak pasifte karşılık ayrılması mümkün değildir" denilmektedir. 45
45Güray ÖĞREDİK; http://www.mazarsdenge.com.tr/printerFriendly.php?contentId=125
157
Yasada herhangi bir sınırlama bulunmadığından, özelge ile verilmiş olan bu görüşe
katılmak hukuki açıdan da mümkün değildir. Vergilerin yasallığı ilkesi uyarınca, yasa
koyucunun öngörmediği bir sınırlamayı yorum yoluyla da olsa idare yeni bir kural
tesis edemez.
iktisadi kıymetin, elden çıktığı yılda yenilenmesinin Yasal açından yenileme fonu
ayrılmasına engel olamayacağı kanaatindeyiz. Çünkü, sınırlandırıcı yasa normu
bulunmamaktadır.
19. ŞEREFİYE [PEŞTEMALLIK/ HAVA PARASI]
Şerefiye, kamu kuruluşları ve belediyelerin gerçekleştirdikleri bayındırlık ve
imar faaliyetlerinden dolayı değerinin artmasına yol açtıkları gayrimenkullerin
sahiplerinden aldıkları bir tür harçtır. Ancak, vergi hukuku açısından şerefiye, bir
işletme diğer bir işletmeyi satın alırken, o işletmenin sahip olduğu net varlıklarının
(varlıklar-borçlar) toplam değeri üzerinde bir tutar kadar ödeme yapılması
durumunda, yapılan bu fazla ödeme tutarıdır. Şerefiye’ye peştemallık veya hava
parası denilmektedir.
Bir işletmenin kül halinde satın alınması halinde satın alma bedeli içinde;
Satın alınan iktisadi kıymetler,
Satın alınan işletmenin piyasadaki değeri
bulunmaktadır. Bu nedenle satın alma bedelinin ayrıştırılması gerekmektedir.
VUK, m.282, f.3’de gerçek veya tüzel kişilerde peştemallıkların mukayyet
değerleriyle değerleneceği hüküm altına alınmıştır. Doğaldır ki, kül halinde satın
alınan işletmelerde satın alma bedelinden şerefiyenin ayrıştırılması gerekmektedir.
Bu yapıldıktan sonra da şerefiye (peştemallık) aşağıdaki formül yardımı ile
hesaplanacaktır.
158
Şerefiye = Satın Alma Bedeli – İktisadi Kıymetlerin Değeri
Şerefiye’ye ulaşabilmek için iktisadi kıymetlerin değeri nasıl tespit edilecektir?
Bu konuda Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nca verilen 19.06.2001
tarih ve 3341 sayılı özelgede, iktisadi kıymetlerin değerinin VUK, m.266
uyarınca takdir komisyonu marifetiyle rayiç bedellerinin tespit ettirilmesi,
satın alma bedelinden takdir komisyonunca takdir edilen bedellerinin
çıkarılması suretiyle de bulunan
olumlu farkın da peştemallık
olarak kabul edilerek [5] yıl içinde itfa edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
kayıp,
Bu durumda, iktisadi kıymetler için takdir edilen bedeller üzerinden iktisadi
kıymet için belirlenen amortisman oranı üzerinden itfa edilecektir. Bu uygulamanın
özellikle bir bedel karşılığında yapılan külli devirlerde yapılması gerektiği göz önünde
bulundurulmalıdır.
Öte yandan, Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan 365 No'lu VUK GT ile amortisman
listelerine
yapılan
ekleme
sonucunda
01.01.2006
tarihinden
itibaren
peştemallık’ların ekonomik ömrü beş [5] yıl olarak belirlendiğinden ,
peştemallık değeri üzerinden % 20 oranında amortisman ayrılabilecektir.
Yukarıdaki açıklamalara göre kül halinde satın alınan işletmelerde sabit
kıymetlerin takdir komisyonunca belirlenen değeri üzerinden o iktisadi kıymetin tabi
olduğu oran üzerinden amortisman ayrılırken, peştemallık için % 20 oranında
amortisman ayrılacaktır.
159
20. FRANCHISING İŞLEMLERİNİN DEĞERLEMESİ
Türkçe karşılığı “imtiyaz” olan franchising işlemi, piyasada kendini kanıtlamış
ve tescil edilmiş bir markanın isim
hakkının kullanımı sağlayan sözleşmelerdir.
Dolayısıyla franchising’de iki taraf bulunmaktadır. Bunlar;
1) Marka hakkını sahip olanlar, bunlara Franchisor (Franchising veren)
denilmektedir. 46
2) Markanın kullanım hakkına sahip olanlar, bunlara da Franchis47e
(Franchising alan) denilmektedir.
Sonuçta hakka sahip olan firma bu hakkını belli bir süreliğine başka bir firmaya
da vermekte ve karşılığında da bir bedel almaktadır. Ayrıca, hakkı kullanan firmadan
dönem içinde çeşitli adlar altında gider aktarımı vb. yollarla hak sahibi firmaya
ödeme yapmaktadır.
Franchising sözleşmeleri Borçlar Kanunu’nda tanımlanmamıştır. Bu niteliği
itibariyle bu sözleşmelere karma ya da atipik sözleşme denilmektedir.
Vergi Kanunları açısından hak sahibi işletme sahip olduğu hakkı “260 HAKLAR
HESABI”nda izleyecektir. Franchising gayri maddi bir hak olup, VUK, m.269 uyarınca
maliyet bedeli ile değerlenecektir. Söz konusu hak bedeli üzerinden de amortisman
listelerine göre ekonomik ömrü 15 yıl olarak belirlendiğinden her yıl % 6,66 oranında
amortisman ayrılabilecektir.
Franchising hakkını kullanan işletme açısından hak kullanımı sonucunda doğan
borç da kullanıcı açısından HAK olarak kaydedilerek aynen hak sahibi gibi işlem
yapacaktır. Yine burada da hakkın kullanım süresinin 15 yıldan az olması halinde
46
Franchisor (Franchising veren) : Bir franchising anlaşması çerçevesinde iş sistemini, ticari
ismini ve markasını kullandıran ana firmadır.
47
Franchise (Franchising alan) : Ana firmanın isim ve sistemi altında iş yapabilme hakkını
yapılan Franchising sözleşmesinde gösterilen şartlar ile ödeyerek kullanan gerçek veya tüzel
kişidir.
160
amortisman 15 yıl üzerin hesaplanıp, kullanım hakkının sona erdiği dönemde kalan
tutarın tamamı için amortisman ayrılması gerekmektedir.
Ayrıca, Franchising ödemeleri KDV’ye tabidir. Ödeme Türkiye’de daimi
temsilcisi olmayan bir yabancı bir kurma yapılmakta ise KVK, m.30 uyarınca kurumlar
vergisi revkifatı (Varsa vergi anlaşmalarında yer alan hükümler dikkate alınacaktır.) ,
KDV, m.9 uyarınca da hizmet ithali olduğundan KDV tevkifatı da yapılması
gerekmektedir.
21. YILLARA YAYGIN İNŞAAT ONARIM İŞLERİ
Gelir Vergisi Kanunu, m.42 uyarınca inşaat ve onarım işinin yıllara sari
olabilmesi için,
İş, inşaat ve onarım işi olmalıdır(dekapaj işleri de inşaat işi sayılır).
İş, bir taahhüde bağlı olarak yapılmalıdır.
İş birden fazla takvim yılına sirayet etmelidir.
Gelir Vergisi Kanunu m.44’de yıllara sari inşaat işlerinde kazancın tespiti işin
bitimine bağlanmış olup. Aynı maddeye göre; .
Geçici ve kesin kabul usulüne tabi olan hallerde geçici kabulün
yapıldığını gösteren tutanağın idarece onaylandığı tarih,
Diğer hallerde işin fiilen tamamlandığı veya fiilen bırakıldığı tarih,
bitim tarihi olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, yıllara sari inşaat işlerinde
işin bitimine kadar, inşaata ilişkin maliyet ve hasılatları, Tek Düzen Hesap Planının
“17” ve “35” no’lu hesap gruplarında izlenmesi gerekmektedir.
Yıllara sari inşaat işlerinde elde edilen kazanç da işin bitim tarihinde elde
edilmiş kabul edileceğinden, bu yıla ilişkin olarak verilecek beyannamede beyan
edilecektir.
Yıllara sari inşaat ve onarım işi yapanlar, birden fazla yıllara sari onarım işi ya
da bu işlerle birlikte başka işleri birlikte yapmaları halinde ortak genel giderlerini
161
GVK, m.43 uyarınca dağıtıma tabi tutmaları gerekmektedir. Söz konusu madde
hükümlerine göre dağıtım aşağıdaki gibi belirlenmiştir:
Yıl içinde birden fazla inşaat ve onarma işinin birlikte yapılması
halinde, her yıla ait müşterek genel giderler bu işlere ait harcamaların
(enflasyon düzeltmesi yapılan dönemlerde düzeltilmiş tutarlarının)
enflasyon düzeltmesine tâbi tutulmuş tutarlarının birbirine olan nispeti
dahilinde;
Yıl içinde tek veya birden fazla inşaat ve onarma işinin bu madde
şümulüne girmeyen işlerle birlikte yapılması halinde, her yıla ait
müşterek genel giderler, bu işlere ait harcamalar ile diğer işlere ait
satış ve hasılat tutarlarının (enflasyon düzeltmesi yapılan dönemlerde
bunların düzeltilmiş tutarlarının) birbirine olan nispeti dahilinde;
Birden fazla inşaat ve onarma işlerinde veya bu işlerle sair işlerde
müştereken kullanılan tesisat, makina ve ulaştırma vasıtalarının
amortismanları, bunların her işte kullanıldıkları gün sayısına göre.
22. ÖZEL İNŞAAT İŞLEMLERİNDE DÖNEM SONU İŞLEMLERİ
Kendi nam ve hesabına inşaat yapıp satan işletmeler, yıllara sari inşaat işi
kapsamına girmeyen bu işleri ile ilgili olarak yapmış oldukları inşaat işlerinin bir
imalattan farkı bulunmamaktadır. Özel inşaat işi ile uğraşanlar da inşaat için
yaptıkları harcamaları inşaat tamamlanıncaya kadar maliyetleri yarı mamuller
hesabında, satış nedeniyle tahsil edilen bedelleri de alınan avanslar hesabında
izlenmelidir.
İnşaat tamamlanıp teslim edildiği tarih itibariyle teslim edilen bağımsız
bölümler için alınan avanslar satışlar hesabına, satılan bağımsız bölüme isabet eden
maliyet de satılan mallar maliyeti olarak kaydedilmelidir. Bitim tarihi itibariyle
satılmayan bağımsız bölümler ise stoklara alınmalıdır.
162
23. KARŞILIKLAR
VUK, m.288’de karşılık, “Hasıl olan veya husulü beklenen fakat miktarı
katiyetle kestirilmeyen ve teşebbüs için bir borç mahiyetini arz eden belli bazı
zararları karşılamak maksadiyle hesaben ayrılan meblağlara karşılık denir. “
şeklinde tanımlanmıştır.
Karşılıklar mukayyet değerleriyle pasifleştirilmek suretiyle değerlenmektedir.
Tek Düzen Hesap Planında da karşılıklar hesabına yer verilmiştir. Ayrılan
karşılık ne olursa olsun, vergi kanunları uyarınca ayrılan karşılıkların gider olarak
indirilmesine izin verilmiş olmalıdır. Aksi taktirde ayrılan karşılıkların, kurum
kazancının tespitinde mali kara ulaşılırken KKEG olarak eklenmesi gerekmektedir.
Çünkü VUK, m.288. sınırsız bir şekilde karşılık ayrılmasına izin vermemektedir.
Vergi Usul Kanununun 288’nci maddesi, sınırsız bir şekilde karşılık ayrılmasına
olanak vermemektedir. Maddedeı geçen “hasıl olan” ibaresinden zararın
gerçekleştiğini ve vergiyi doğuran olayın vuku bulduğunu anlamak gerekmekte olup
288’nci maddeye göre karşılık ayrılabilmesi için ortaya çıkan veya olması beklenen
bir borcun bulunması ve bu borcun da ilgili döneme ait bir gider niteliği taşıması
gerekmektedir. Ayrıca, bu giderin de vergi kanunlarında indirimine izin verilmiş
olması şartı da aranmaktadır. Çünkü, Vergi Usul Kanunu'ndaki değerleme
hükümlerine göre, herhangi bir konuda karşılık ayrılabilmesi için, o konu ile ilgili
yasa da bir düzenlemenin olması gerekir. Aksi halde ayrılan karşılık, vergilendirme
kuralları açısından gider olarak kabul edilmemektedir.
Dolayısla Vergi hukukumuzdaki "yasallık ilkesi" gereği matrah azaltan bir işlem
olan "karşılık ayırma"nın hangi hallerde mümkün olduğu 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu'nda belirtilmiştir. Yorum veya kıyas yolu ile bu ilkeye istisna teşkil edecek
yeni durumlar ihdas edilemez.
163
24. KIYMETLİ MADEN ALIM SATIMI YAPAN İŞLETMELERDE ENFLASYON DÜZELTMESİ
VUK, mm.298 uyarınca münhasıran sürekli olarak işlenmiş; altın, gümüş alımsatımı ve imali ile iştigal eden mükellefler her hal ve taktirde enflasyon düzeltmesi
yapmak zorundadırlar.
Diğer taraftan, 19 no’lu VUK, sirkülerinde de açıklandığı üzere, esas faaliyetleri
olan kuyumculuk işi yanında bu faaliyetlerinin bir cüzü niteliğinde olan platin,
kıymetli taş alım-satımı veya imali gibi faaliyetleri bulunan mükelleflerce de
enflasyon düzeltmesi yapılması gerekmektedir. Ancak, kuyumculuk faaliyetinin yanı
sıra bu nitelikte olmayan market işletmesi, gıda ticareti, beyaz eşya alım-satımı, kafe
işletmesi gibi başka faaliyetlerinin bulunması durumunda "münhasıran sürekli olarak
işlenmiş altın, gümüş alım-satımı ve imali" faaliyetinden söz edilemeyeceğinden
enflasyon düzeltmesi yapılmayacaktır.
25. SERMAYEYE EKLENEN VE VERGİLENDİRİLMEYEN KARLARIN İŞLETMEDEN
ÇEKİLMESİ
Vergi Kanunlarında yer alan hükümlere istinaden vergilendirilmesi gereken
karların sermayeye eklenmesi veya özel fon hesabına alınması ve yasada belirlenen
süre içinde bu hesaptan çekilmemesi halinde vergilendirme yapılmamaktadır.
Ancak yasada belirlenen süre içerisinde ya da yasal olarak işletmeden
çekilmesi yasaklanan karların işletmeden çekilmesi veya başka bir hesaba
nakledilmesi halinde bu işlemlerin yapıldığı yılın kazancı sayılmaktadır. Bazen bu
karların [enflasyon düzeltmesi uygulamasında olduğu üzere, pasif kalemlere ait
enflasyon fark hesapları gibi ] herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledildiği veya
işletmeden çekildiği takdirde, bu işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancı ile
ilişkilendirilmeksizin, bu dönemde vergiye tâbi tutulabilmektedir.
Bu kapsamda dönem sonu işlemleri açısından vergi kanunlarındaki
hükümlerdem yaralanılarak beyan dışı bırakılan bu tutarların işletmeden çekilmesi ya
da vergi kanunları uyarınca çekilmiş sayılması halinde bu tutarlar için yine vergi
kanunlarında öngörülen düzenlemelere göre işlem tesis edilmesi gerekmektedir.
164
Yine vergi Kanunlarındaki yararlandırıcı hükümlerden yararlanarak sermayeye
eklenen bu farklar, sermayenin azaltılması, işletmenin tasfiye edilmesi veya başka bir
hesaba nakledilmesi halinde işletmeden çekilmiş kabul edilmektedir. Dolayısıyla, bu
işlemlerin yapıldığı dönemde hem kurumlar vergisi hem de tevkifat açısından
yapılması gereken yükümlülüklerin ve sorumlulukların yerine getirilmesi hukuken
zorunludur.
Şöyle ki;
1- Pasif kalemlere ait enflasyon farklarını sermayeye ekleyen ancak, 2010
yılında sermaye azaltılması ya da tasfiye nedeniyle bu farkları ortaklara
aktaran bir kurumlar vergisi mükellefi açısından sermayeye eklenen bu
farklar işletmeden çekilmiş addolunacaktır. Bu durumda VUK, mm.298, f.A,
b.(5)
uyarınca48
bu
işlemlerin
yapıldığı
dönemlerin
kazancı
ile
ilişkilendirilmeksizin, bu dönemde vergiye tabi tutulacaktır. Bu durumda
söz konusu tutarlar ayrıca kurumlar vergisi beyanname verilmek suretiyle
vergi ödenecektir. Bir başka deyişle 2010 yılına ilişkin olarak ayrı ayrı iki
adet kurumlar vergisi beyannamesi verecektir. Ayrıca, ödenen bu tutar
dağıtılan net kar payı kabul edilerek, ortak adına hesaben ya da nakden
ödemden hangisi önce yapılmış ise, yapıldığı vergilendirme döneminde
duruma göre GVK m.94, KVK, 15 ve 30’a göre de tevkifat yapılacaktır.
2-
KVK’nun m.5, f.1, b.5 uyarınca kurumların, en az iki tam yıl süreyle
aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip
oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından
doğan kazançların % 75'lik kısmı kurumlar vergisinden istisna edilmiştir.
Ancak, satış kazancının istisnadan yararlanan kısmı satışın yapıldığı yılı
48
Pasif kalemlere ait enflasyon fark hesapları, herhangi bir suretle başka bir hesaba
nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde,. Ancak öz sermaye kalemlerine ait enflasyon
farkları düzeltme sonucu oluşan geçmiş yıl zararlarına mahsup edilebilir veya kurumlar vergisi
mükelleflerince sermayeye ilave edilebilir; bu işlemler kar dağıtımı sayılmaz.
165
izleyen beşinci yılın sonuna kadar pasifte özel bir fon hesabında tutulmak
ya da sermayeye eklenmek zorundadır. Özel fon hesabında tutulan ya da
sermayeye eklenen bu tutarın beş yıllık süre içinde sermayenin azaltılması
ya da tasfiye gibi sebeplerle ortaklara ödenmesi halinde istisna şartları
ihlal edilmiş olacaktır. Çünkü aynı maddede “stisna edilen kazançtan beş
yıl içinde sermayeye ilave dışında herhangi bir şekilde başka bir hesaba
nakledilen veya işletmeden çekilen ya da dar mükellef kurumlarca ana
merkeze aktarılan kısım için uygulanan istisna dolayısıyla zamanında
tahakkuk ettirilmeyen vergiler ziyaa uğramış sayılır. Aynı süre içinde
işletmenin tasfiyesi (bu Kanuna göre yapılan devir ve bölünmeler hariç)
halinde de bu hüküm uygulanır.” Hükmü yer almaktadır. Bu hüküm
nedeniyle,
önce
istisnadan
yararlanılan
dönem
beyannamesinin
düzletilmesi [Bu düzeltme işlemi izleyen yıl beyannamelerinin de
düzeltilmesini gerektirmekte ise bu beyannamelerinin düzeltilmesi
zorunludur.] gerekmekte olup, ayrıca, ortaklara aktarılan tutarlar da net
kar payı kabul edilerek ,ortak adına hesaben ya da nakden ödemden
hangisi önce yapılmış ise, yapıldığı vergilendirme döneminde duruma göre
GVK m.94, KVK, 15 ve 30’a göre de tevkifat yapılacaktır.49 Bu işlemler
sırasında zamanaşımı süresi açısından VUK, m.114, f.4’deki “Şarta bağlı
istisna veya muafiyet uygulamaları sonucu kısmen veya tamamen alınmayan
vergilere ilişkin zamanaşımı süresi, istisna veya muafiyet şartlarının ihlal edildiği
tarihi takip eden takvim yılı başından itibaren başlar.” Hükmünün de
gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Dolayısıyla, dönem sonu işlemleri sırasında yukarıda sayılan olaylara benzer
olayların bulunup bulunmadığının araştırılması gerekmektedir.
49
KDVK, m.17.,f.4, b.(r)’deki istisnadan yararlanmak için istisna kapsamına giren iktisdi
kıymetin iki tam yıl aktifete kalması şartı ve “satış” dışında başkaca bir şart aranılmadığından
KDVK açısından herhangi bir düzeltme işleminin yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
166
26. MALİ RİSKLERİN KANUNİ DEFTERLERE KAYDEDİLMESİ
Muhasebenişn temel kavramlarından olan dönemsellik kavramı işletmenin
sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belli dönemlere bölünmesi
ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden bağımsız olarak
saptanmasıdır. Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi,
hasılat, gelir ve karların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması
bu kavramın gereğidir.
Ayrıca, TDHP uyarınca bu kavramın, işletmeler açısından geçerliliğinin
bulunmadığı veya ortadan kalktığı durumlarda ise, bu husus mali tabloların
dipnotlarında açıklanmak zorundadır.
Dönem içinde ortaya çıkan ancak henüz işletme açısından bir gider ya da
maliyet oluşturmayan riskli işlemlerin de muhasebede izlenmesi gerekmektedir. Bu
riskler özel hukuk hükümlerine tabi işlemlerden kaynaklanabileceği gibi kamu
hukukundan da doğmuş olabilir. Örneğin, işletmenin aracının kaza yapması
sonucunda açılan tazminat davası,alıcı ile işletme arasında parasal işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıklar gibi işletmenin vergi kanunlarına aykırı fiiller nedeniyle
işletme hakkında yapılan ancak dava konusu edilen tarhiyatlar gibi. Bu risklerin
kanuni defterlerde yer almaması halinde işletmenin mali tabloları gerçek durumu
yansıtmayacaktır. Bu işlemlerin ortaya çıktığı vergilendirme döneminde kanuni
defterlere gerekli kayıtlar yapılarak sonuçlarının da izlenmesi gerekmektedir.
Mali risklerin kanuni defterlere kaydedilmesi halinde ortaya çıkan riskler de göz
ardı edilmiş ve kar dağıtımı da bu durum dikkate alınmadan yapılmış olacaktır.
Çünkü bu riskler ilgili yılın mali tablolarına yansıtılmamış olacaktır. Dolayısıyla
finansal tablolar da ilgililere hatalı sunulmuş olacaktır.
167
Mali risklerin kanuni defterelerde izlenmesinde ise öncelikle Nazım Hesaplar
kullanılabilecektir. Ayrıca, zararın ölçülebilmesi halinde karşılık ayrılması gibi ana
hesaplar da kullanılabilecektir. Bilindiği üzere ödenme zamanı veya tutarı kesin
olmayan yükümlülüklerim, karşılık olarak izlenmesi gerekmektedir. Ancak, söz
konusu
karşılıkların
KKEG
olup
olmadığının
da
beyanname
verilirken
değerlendirilmesi gerekmektedir. Konu ile ilgili örnekler aşağıda açıklanmaya
çalışılmıştır:
1- İşletmenin satış elamanı 10.12.2010 tarihinde bir müşteriye zarar vermiş
ve müşteri de şikayetçi olup işletme aleyhine 10.000 TL tazminat talebi ile
12.12.2010 tarihinde dava açmıştır.
------------------------------------../../.2010-----------------------------------------654 KARŞILIK GİDERLERİ
10.000
379/479 BORÇ VE GİDER KARŞILIKLARI HESABI 10.000
------------------------------------/---------------------------------------------------950. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER HESABI
10.000
951. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER ALACAKLI HESABI
10.000
------------------------------------/---------------------------------------------------Söz konusu zararın mahkeme kararına istinaden ödenmesi durumunda da
aşağıdaki muhasebe kaydının yapılması gerekmektedir.
------------------------------------../../.2011-----------------------------------------379/479 BORÇ VE GİDER KARŞILIKLARI HESABI
654 KARŞILIK GİDERLERİ
10.000
10.000
------------------------------------/----------------------------------------------------
168
------------------------------------../../.2011-----------------------------------------689 DİĞER OLAĞANDIŞI GİDER VE ZARARLAR
10.000
102 BANKA
10.000
------------------------------------/---------------------------------------------------951. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER HESABI
10.000
951. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER ALACAKLI HESABI
10.000
-----------------------------------------------------------------------------------------Yukarıdaki muhasebe kaydı yapılırken başlangıçta herhangi bir gider ana
hesabı kullanılmadan doğrudan karşılık ayrılmıştır. TDHP’da 654 No’lu Karşılık
Giderleri Hesabı’nın İşletmenin aktifinde yer alan değerlerle ilgili olarak ayrılan
karşılıkların gider olarak yazıldığı hesap olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla aktifte
herhangi bir gider tahakkuku yapılmaksızın karşılık ayrılması TDHP’na aykırı olacaktır.
Ancak, TDHP’nda bu tür riskler için başka bir hesap da öngörülmediğinden başkaca
bir kayıt yapılması olanaksız görünmektedir. Bu nedenle bu kayıt sistemi tercih
edilmiştir.
2- İşletmenin EPDK mevzuatına aykırı davranışı nedeniyle adı geçen kurum
tarafından 15.000 TL ceza kesilmiş ve söz konusu ceza 29.12.2010
tarihinde tebliğ edilmiştir. İşletme söz konusu ceza kesme işlemine karşı
31.12.2010 tarihinde dava açmıştır.
------------------------------------../../.2010-----------------------------------------654 KARŞILIK GİDERLERİ
150.000
379/479 BORÇ VE GİDER KARŞILIKLARI HESABI 15.000
------------------------------------/----------------------------------------------------
169
------------------------------------../../.2010-----------------------------------------950. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER HESABI
15.000
951. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER ALACAKLI HESABI
15.000
------------------------------------/---------------------------------------------------Söz konusu ceza tutarı mahkeme kararı ile iptal edildiğinde, karar işetmeye
geldiğinde aşağıdaki muhasebe kaydının yapılması gerekmektedir.
------------------------------------../../.2011-----------------------------------------379/479 BORÇ VE GİDER KARŞILIKLARI HESABI
10.000
654 KARŞILIK GİDERLERİ
10.000
------------------------------------/---------------------------------------------------------------------------------------../../.2010-----------------------------------------950. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER HESABI
951. KANUNEN KABUL EDİLMEYEN GİDERLER ALACAKLI HESABI
15.000
15.000
----------------------------------------/---------------------------------------------------Mahkeme kararına istinaden cezanın kısmen kabul edilmesi halinde ise
ödenmesi gereken tutar ilgili gider hesabına kaydedilmelidir.
170
Download