İletişim, insanların toplu halde yaşamaya başlamalarından itibaren

advertisement
TC
İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM FAKÜLTESİ
REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ
TOPLUMLARDA İLETİŞİM FARKLILIKLARI
Rabia TÜRKÜCÜ
İnsan İlişkileri ve İletişim
Yard. Doç. Muhammet ÖZTABAK
Mart / 2015
TOPLUMLARDA İLETİŞİM FARKLILIKLARI
İletişim
İletişim en az iki kişi arasında mesaj (ileti) alışverişidir. İleşimin oluşması için mesajı
yollayan ve alan olmak üzere iki kişi olmalıdır. İletişim kavramı dilimize Latinceden
ödünçleme yoluyla aktarılmıştır. Kaynağında, communis “ortak” communi-care “ortak bir
edimde bulunmak; bir nesneyi iki grup arasında paylaştırmak; karşılıklı bildirimde bulunmak,
konuşmak, görüş alışverişinde bulunmak” communica-tio “(kamusal) bildirim” olarak görülen
söz veya söz öbekleri bulunmaktadır. Alanyazında pek çok iletişim tanımı yapılmasına karşın,
genel olarak insanların toplu halde yaşamaya başladıktan sonra karşılıklı etkileşimlerde rol
oynayan, sembolik mesajların karşılıklı ulaştırılmasıyla bazı anlamları aralarında paylaşmaları
süreci olarak kabul edilir (Çakır, 2010).
İletişim, insanların toplu halde yaşamaya başlamalarından itibaren toplumsal
etkileşimlerde rol oynayan sembolik mesajların karşılıklı ulaştırılmasıyla, bazı anlamları
aralarında paylaşmaları sürecidir. Söz konusu süreç kişiler arası ilişkinin her türünü, örgütleri
ve toplumları yaratıp bir arada tutan bir harç işlevi görmektedir (Durğun, 2006). Sözlü bir
ifadenin çoğunlukla iki boyutu vardır; yani söylenilen kelime veya cümlenin bir sözcük
anlamı, bir de toplumsal, sosyo-kültürel anlamı vardır . Başka bir deyişle bireyler, aslında
dildeki kodlar vasıtasıyla değil, onların içerdiği kültürel anlamlar aracılığıyla iletişim kurarlar.
Bu nedenle anlama olayı, sadece cümle içinde geçen kelimelerin anlamını bilmekle
gerçekleşmez; önemli olan ne söylenildiğini anlamak değil, söylenilen şeyin ne anlama
geldiğini bilmektir (Selçuk, 2002). Yani iletişim kurarken yalnızca aynı dili kullanmamız
yeterli değil, o dilin kullanıldığı coğrafyada ki kültürü de öğrenmemiz gerekir. Çünkü her
kültürün kendine özgü deyimleri, şakaları, atasözleri, simgeleri var biz bunları bilmezsek eğer
iletişim çatışmalarına yola açabiliriz.
İletişimi etkileyen faktörler arasında en baskın ve genel geçer olanı kültürdür. Kültür
insanın yaptığı herşey olarak da tanımlanır.(Antropoloji ders notu, 2014). Toplumlardaki
iletişim farklılıklarına neden olan en önemli unsur kültürdür. Bu nedenle kültür kavramı
üzerinden toplumlardaki iletişim farklılıklarını açıklamaya çalıştım. Kültür kavramı, belli bir
toplum anlayışı ile ilgili değerleri içermektedir. Her kültür kendi insan-toplum ve dünya
anlayışına ve birbirinden farklı değerlere sahiptir. Örneğin; kırsal alanda yaşayanlar ile kentte
yaşayanların veya batılı toplumlarla doğu toplumlarının kültürel değerleri birbirinden
farklılıklar arz etmektedir (Gençer, 2011).
İletişim ve kültür arasında doğrudan bir ilişki vardır. Belirli bir iletişim tarzı belirli bir
kültüre özgüdür ve var olan kültürel fenomenler iletişim süreciyle açığa çıkarlar. Bütün insan
eylemleri, bir etkileşim durumu içinde belirli bir değer taşıyan bir mesaja sahiptir. Her mesaj
paylaşılmış semboller sistemidir ve kültürel anlamlar taşımaktadır (Durğun, 2006).
Kültürlerarası (Toplumlararası) İletişim
Bilgi teknolojileri, kitle iletişim araçları ve sistemlerinin seçeneklerinde olusan
gelişmeler ile dünyanın her yerinden her an bilgi almak ve göndermek olasıdır. Hızlanan ve
kolaylasan bu iletişim, kültürlerin birbirleri ile ilişkilerini ve etkileşimlerini de arttırmalarını
sağlamaktadır (Tanrıbilir ve Şen, 2005). Her toplumun kendine özgü değer yargıları, sosyal
normları, olaylara bakış açıları, algılamaları ve ön kabulleri farklı olduğu gibi, her dilde o dili
konuşan toplumun sosyo-kültürel özelliklerini yansıtan, belirli durumlarda kullanılan spesifik
ifadeler, atasözleri, deyimler vs. gibi sadece o toplumda geçerliliği olan ifade kalıpları
mevcuttur (Selçuk, 2002). Bununla birlikte, edinilen bu alışkanlıkları herkesin bildiği
varsayımından hareketle, konuşmacılar çoğunlukla kendi kültür dünyasından herhangi bir
davranış biçimini yabancı kültüre veya anadilinde belirli bir durum için kullanılan spesifik bir
ifadeyi yabancı dile aktarma, veyahut da hedef kültürdeki herhangi bir dilsel veya dil dışı
davranışı kendi kültürel normlarına göre değerlendirme gibi bir yanılgıya düşebilmektedir.
Böyle bir durumda karşılıklı yanlış anlama veya anlaşılmalar kaçınılmaz olmakta ve arzu
edilmeyen ön yargılar oluşabilmektedir (Selçuk, 2002).
İletişim kısaca, insanların birbirlerine duygu ve düşüncelerini aktarmaları veya daha
teknik bir yaklaşımla, “bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma süreci” şeklinde
tanımlanabilir. Kültürlerarası iletişim ise, kavramın kendisinden de anlaşıldığı üzere, farklı
kültürlere mensup insanlar arasında gerçekleşen bilgi alış-verişi ve değişimidir . Diğer
taraftan kültürlerarası iletişimi genel anlamda; farklı kültürlerden gelenlerin aynı mekânsal
ortamda gerçekleştirdikleri iletişimsel eylemler dizgesi olarak tanımlamak mümkündür. Diğer
bir anlatımla amaçsal farklılıklara rağmen ötekinin neyi nasıl düşündüğünü ve ne yapmak
istediğini anlayabilmektir (Yağbasan, 2008). Başka bir değişle kültürlerarası iletişim
(Intercultural Communication); “farklı kültürlerin ya da alt kültürlerin üyeleri arasındaki
iletişim” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere farklı kültür, farklı
toplumların kültürünü anlatırken, alt kültür, aynı toplum içinde bulunan diğer kültürleri
anlatmaktadır. Kimilerine göre ise "kültür evrenseldir ancak tek değildir". Her toplumun
değişik kültürleri olduğunu, hatta her bireyin de o toplum içinde değişik kültürel yapılar
çerçevesinde yaşadığını benimsemek yanlış olmaz (Yağbasan, 2008).
İletişim Kazaları
İletişim davranışlarındaki farklılıklar, kültürlerarası iletişimde anlaşılmama veya
yanlış anlaşılma ya da yanlış anlama/yorumlama gibi sorunları beraberinde getirmekte,
dolayısıyla karşılıklı olarak ön yargıların oluşmasına, kırılıp-gücenmeyle sonuçlanabilecek
“iletişim kazaları”nın yaşanmasına neden olabilmektedir. İletişime katılan bireyler karşı
tarafın iletişim davranışlarını bilmediği sürece, söylenilen ifadeleri, gösterilen tutum ve
davranışları kendi kültürel normlarına göre anlamlandırmayı yeğleyeceği için, kültürlerarası
karşılaşmalarda iletişim çatışmalarının her an için yaşanması beklenir (Yağbasan, 2008).
Türkler, kendileri ile ilgili hangi mesajlarını vereceklerini tam olarak belirleyememiş,
mesajlarını doğru yapılandıramamış ya da bu mesajları Avrupa uluslarının çözebileceği
şekilde kodlayamamış olabilir. Aynı şekilde Avrupa ulusları da bu mesajları önyargılarının ya
da politik duruşlarının etkisinde kalarak algılayıp yorumlamış, dolayısıyla nesnellikten
uzaklaşmış olabilirler. Bu bağlamda davranışsal eylemlerin doğru analiz edilmesi önem arz
etmektedir (Yağbasan, 2008).
Farklılık
Televizyonda gördüğümüz bir kadın ... Boynunda onlarca halka ... Her yıl yeni bir
tanesi ekleniyor ve turistler gidip resim çektiriyor, bu ilginç görüntüyü saklamak ya da baska
insanlarla paylaşmak için. Hiç kuskusuz, halkaların etkisiyle boynunun uzunluğu normalden
çok daha uzamış bu kadının görüntüsü, ekinsel farklılıkları anlatan çok keskin ve ayırıcı
özelliği bulunan bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. "Etiyopya'da yasayan Surmalar,
doğal yasayış tarzlarını olduğu gibi sürdüren bir kabile. Evlenen kadının dudağı yarılıp bir
tabak yerleştiriliyor. Dudak büyüdükçe tabak da büyütülüyor. Tabak ne kadar büyükse,
kadına kocasının verdiği hayvan sayısı da o kadar fazla. Gene de dudak tabağı bir güzellik
unsuru sayılıp bir süs esyası gibi taşınıyor" Bu görsel gösterge çoğumuza "acıyı"
çağrıştırırken, söz konusu bu ekinde "güzelliğin" simgesi olarak kabul edilmektedir. Yalnızca
ekinsel farklılıkların "bizim", "onlar" ile aramızdakileri açıklamaya yetmesi gerekliliği, onlara
"öteki" dememize neden olur mu? Yoksa biz de onların penceresinden baktığımızda öteki
değil miyiz onlara göre? Öte taraftan en son dönem teknolojik aygıtlar biri "onlar"a nasıl
gözükmektedir (Tanrıbilir ve Şen, 2005).
Toplumlarda İletişim Farklılıkları
İngilizlerin, Fransızlardan, Türklerin, Fransız ya İngilizlerden ya da İranlıların Türk,
Fransız ya da İngilizlerden kültürel olarak farklılık gösterdikleri bilinmektedir. Dolayısıyla,
kurdukları iletişimler, kullandıkları mimikler, jestler, kodlama ve kod açmaları farklıdır.
Değişik kültürlerden olan kişilerin güldükleri fıkralar bile farklıdır (Acar, 2012 :13).
Doğduğumuz andan itibaren gözlerimize kalın bir mercek yerleştirilmiştir, ama biz bu
mercekle dünyaya bakmayı, dünyaya bakmanın en doğal, en olağan ve en doğru hali
sayıyoruz. Antroolog Ruth Benedict, bu yüzden, “gözümüzdeki merceklerin farkına
varmaksızın dünyaya bakıyoruz” diyor. Karın yağması doğal bir olaydır ama biz Türkler için
kar dört türlü yağar: Lapa lapa, tipi halinde, sulu sepken ve atıştırarak... Oysa bir Eskimo için
karın yağmasının yüz türlü ismi (yani yüz türlü hali, dolayısıyla yüz türlü anlamı) vardır. Bu
anlamların her biri Eskimo’nun o durumda ne yapması gerektiğini bildirir. Pek çok halk gibi
Türkler de mavi ile yeşili ayırt eder; ama Japonlar için bu iki renk birdir ve tek bir kelimeyle
ifade edilir (Antropoloji ders notu, 2014). Bir dil kültürü yansıtır, kültür de dili. Şöyle ki, bazı
dillerde örneğin Eskimolarda kar için, Çin kültüründe pirinç için çok çeşitli sözcük olduğu
bilinmektedir. Bizim kültürümüzde buğday çok önemlidir. Dolayısıyla, buğdayın çeşitli
hallerini anlatmak için farklı sözcükler kullanılır. Hedik, duy, yarma, firik, bulgur,
karaharman, boğumda, döğ, kel buğday, vb. gibi at da, Türk kültüründe çok önem
kazanmıştır. Atın giydiği, yürüyüşü, rengi için kullanılan kelimeler çok çeşitlidir. Bu çeşitlilik
ata verilen önemin göstergesidir (Acar, 2012 :17).
Yabancı dili son derece iyi kullananlar bile zaman zaman sosyo-kültürel bariyerlere
çarpmakta ve adeta hiçbir şey anlamaz hale gelebilmektedirler. Örneğin, Almanca’yı yabancı
dil olarak konuşan bir kimse “Bu yıl çiçek kız olarak gidiyorum” (Ich gehe dieses Jahr als
Blumenmaedchen) şeklindeki basit bir ifadeyi, ancak karnaval gelenekleri hakkında bilgi
sahibi olursa anlayabilir. Aynı şekilde, Almanların ve Avusturyalıların kullandığı “Uzun
Cumartesi1” (langer Samstag), “Uzun Çarşamba2” (langer Mittwoch) veya “Uzun Perşembe3”
(langer Donnerstag) kavramları da burada örnek olarak verilebilir. Kelime olarak anlaşılan bu
sözcüklerin Alman veya Avusturyalıların sosyal yaşamındaki anlamı bilinmediği taktirde,
içinde bu kelimelerin geçtiği bir cümleyi kavramak mümkün değildir (Selçuk, 2002).
Dilin sosyo-kültürel boyutu öne çıktığı zaman, yapılan çeviriler de çoğu kez diller
arası bilgi aktarımından çok, kültürler arası bilgi aktarımına dönüşmektedir. Örneğin,
Afrika’nın ekvator bölgelerinde yaşayan kabilelerin diline incil tercümesi yapan misyonerler,
“Günahlarınız kan kırmızısı olsalar bile, kar gibi beyazlaşacaklardır” şeklindeki bir cümleyi,
yerliler karı bilmedikleri için, “Günahlarınız kan kırmızısı olsalar bile Hindistan cevizi eti
(hindistan cevizinin iç kısmı) gibi beyazlaşacaklardır” şeklinde çevirerek, bilinmeyeni
bilinenle ifade etme yoluna gitmişlerdir (Selçuk, 2002). Yine aynı şekilde, Yeni Gine’de
yaşayan bir kabile diline yapılan incil çevirisinde “Tanrı günahkârları bağışlar” şeklindeki bir
cümle “Tanrı çene kemiğini tutmaz” şeklinde aktarılıyor. Burada da alışılmışın dışında bir
çeviri söz konusudur; yani bilinmeyen bir davranış biçimi, hedef kültürde geçerliliği olan bir
davranış biçimine uyarlanarak aktarılmaya çalışılmıştır. Çünkü, söz konusu kabilenin inanç
sistemine göre, günahkâr olduğu varsayılan insanlar öldürüldükten sonra çene kemiklerinden
kulübelerine çivilenmektedir. Dolayısıyla Tanrı’nın bağışlaması, günahkâr birinin çene
kemiğinden kulübeye çivilenmekten kurtulması anlamına gelmektedir (Selçuk, 2002).
Bu örnekler bize, dilsel veya dil dışı davranış biçimlerinin ancak ait olduğu kültürle
veya söz konusu toplumun sosyal normlarıyla birlikte anlaşılıp, anlamlandırılabileceğini
ortaya koymaktadır. Gerek Almanya’ya 60’lı yıllarda giden ilk kuşak, gerekse onların
çocukları veya torunları konumunda olan ikinci, üçüncü kuşak, dil problemini önemli ölçüde
aşmış olmalarına, hatta iletişim kurma anlamında dil sorunu yaşamamalarına rağmen,
mentalite farklılığından kaynaklanan iletişim çatışmaları bugün hâlâ güncelliğini korumakta
ve kültürler arası iletişim konulu konferans ve sempozyumlara konu olabilmektedir. Buna
somut bir örnek verecek olursak , Almanya’da Beden Eğitimi dersleri (özellikle yüzme), Türk
çocuklarının bir çoğu için hep bir problem olagelmiştir. Bu durum zaman zaman basına da
yansımış veya kültürler arası iletişim çatışmalarını ele alan yayınlarda da sıkça dile
Almanya ve Avusturya’da iş yerleri hafta içinde saat 7.00-18.00 arası açıktır. Cumartesi günleri saat 8.30 –
13.00 arası açık olan iş yerleri, her ayın ilk Cumartesi günü saat 8.30’dan 16.00’ya kadar açık kalmaktadır. Alışveriş günü olarak kabul edilen bu güne “Uzun Cumartesi” denilmektedir.
2
Almanya’nın bazı eyaletlerinde ve Avusturya’da (St. Michael’de) iş yerlerinin özellikle Temmuz- Ağustos
aylarında saat 8.00’den 22.00’ye kadar açık olduğu Çarşamba günleri “Uzun Çarşamba” denilmektedir.
3
Gerek resmi dairelerin, gerekse iş yerlerinin saat 8.00- 20.00 arası açık olduğu Perşembe günleri ise “Uzun
Perşembe” olarak adlandırılmaktadır. Bu durum son iki yıldır uygulanmaktadır.
1
getirilmiştir. Bir gün Mehmet adında bir Türk çocuğu, Beden Eğitimi dersinden sonra
arkadaşlarıyla birlikte duş yapılan yere gider. Arkadaşlarının hepsi tamamen soyunarak duş
almalarına rağmen, Mehmet her zaman ki gibi, arkadaşlarının alaycı bakışları arasında,
şortunu çıkarmadan duşunu alır, fakat o gün yedek çamaşır getirmeyi unutmuştur. Çaresiz,
ıslak şortun üzerine pantolonunu giyer ve o şekilde sınıfa gider, sonuç malûm. Şortun ıslaklığı
hemen pantolonun dışına vurduğu için arkadaşları onunla alay etmeye başlar. Bu arada
öğretmen sınıfa girer ve gürültünün, gülüşmelerin nedenini sorar. Çocuklar, Mehmet’in altını
ıslattığını söylerler. Mehmet, ne kadar “hayır ıslatmadım” dese de boşunadır, çünkü ortada
fiili bir durum vardır ve pantolonu ıslaktır. Öğretmeni, ona derhal eve gidip üzerini
değiştirmesini söyler. Ağlayarak sınıfı terk eden Mehmet, koridorda bir Türk öğretmenle
karşılaşır. Durumu öğrenen öğretmen, çocuğun elinden tutarak onu sınıfa götürür ve
meslektaşına olayın iç yüzünü anlatır. Alman öğretmen son derece şaşkındır, inanmakta
güçlük çeker ve ağzından şu cümleler dökülür: “Fakat bu çok garip, komik bir şey!, bu nasıl
olur?!” (Selçuk, 2002).
Bu duruma Almanya’dan bir başka örnek verecek olursak Bir Türk çocuğu, ders
arasında okul bahçesinde dolaşırken yerde bir ekmek parçası bulur ve ayak altında
çiğnenmemesi için ekmeği koyabileceği uygun bir yer bulmak amacıyla sağa sola bakınırken
nöbetçi öğretmen çocuğa seslenir: “Ayşe o ekmeği yememelisin!, yerde bulduğunu gördüm”.
Çocuk kıpkırmızı kesilmiştir. Öğretmene “yemeyecektim” diyerek maksadını açıklamaya
çalışsa da inandıramaz, üstelik öğretmen tarafından yalancılıkla itham edilir. Çünkü öğretmen,
Ayşe’nin etrafına bakınmasını ‘ekmeği yemeyi düşünüyor fakat, kendisini gören birilerinin
olup olmadığını kontrol etmek için etrafına bakınıyor’ şeklinde değerlendirmiştir.
Bu olayları yaşayan Türk çocuklarının yaşadığı psikolojik yıkımı anlamak zor olmasa
gerek. Bir Alman’ın bu durumu veya diğer örnekte olduğu gibi, Türk öğrencinin umumi duş
yapılan bir ortamda şortunu çıkarmamasını anlaması normal şartlarda mümkün değildir. Onun
kültür penceresinden bakıldığı zaman bu örneklerdeki Türk çocuklarının ortaya koyduğu
tavırlar son derece garip, anlamsız hatta, komik olabilmektedir (Selçuk, 2002).
Yabancı dili iyi bilmenin başarılı bir iletişimi her zaman garanti edemeyeceği
şeklindeki tezin haklılığını ortaya koymaktadır. Bir kimsenin yabancı dili iyi bilmemesi,
konuşurken telaffuz hatası yapması, artikeli yanlış kullanması veya kelimeyi yerli yerine
oturtamaması vs. hoş karşılanabilmektedir. Fakat toplumsal normlarla, örneğin nezaket
kurallarıyla ilgili yapılan bir hata veya olaylara bakış açılarındaki farklılık, çoğunlukla
iletişim çatışmalarına, karşılıklı yanlış anlamaların ortaya çıkmasına, ön yargıların oluşmasına
zemin hazırlamaktadır. Sorunsuz bir anlaşma sağlanabilmesi için, tarafların aynı dili
kullanmalarının yanında, birbirlerinin kültürlerini iyi bilmeleri, daha da önemlisi, karşılıklı
olarak empatik bir tavır sergilemeleri gerekir (Selçuk, 2002).
Öteki Kültür içinde bulunan Hintli Ileti olan Kurban Kesimini anlamlandırırken kendi
kültürü açısından değerlendirmektedir. Budun Merkezcilik4 düsüncesine göre , bu
degerlendirme sonucunda Türk Kültürü içinde yer alan "Kurban Kesimini Gaddarlık olarak
değerlendirecektir. Bu nedenle iki kültür üyeleri arasında çatışma çıkacaktır. Kültürel
Görelilik düsüncesi ise Öteki Kültürün Türk Kültürünü değerlendirirken, toplumun
değerlerlerine göre yorumlaması çatışmanın uzlaşmaya dönüşmesine neden olacaktır.Bu
aşamada Kaynaktan aktarılan Yatırımsal Bilgiden söz etmek gerekmektedir. (Ileri
BildirimYatırımsal Bildirim- Feed Forward) "Feedback (geri besleme) kontrolün reaktif bir
formu iken, feedforward (ileri besleme) kontrolün proaktif bir formudur. Ileri besleme
kontrolleri, girdilerdeki degişimlerin sistem davranışlarını nasıl etkileyeceğini tahmin eder; ve
sisteme bu davranışları arzulanana çok yakın tutmaya yarayacak kontrol sinyalleri yollar.
Çoğu organizasyonel planlama bir ileri besleme formudur." Öteki kültürün Budunmerkezcilik
yerine kültürel görelilik baglamında değerlendirilmesi çatışmanın Uzlaşmaya dönüşmesine
neden olmaktadır (Er, 2005).
Bireylerin birbirleriyle kurdukları iletişimde tercih ettikleri yöntemin kültürden kültüre
farklılık gösterdiği bilinmektedir. İletişim biçimleri açısından farklı kültürleri karşılaştırmada
en çok kullanılan yöntemlerden birisi Hall’ın Yüksek Bağlam-Düşük bağlam ayırımıdır. Bazı
4
" Budunmerkezcilik, bir kisinin digerlerini, kendi etnik grubunu veya kültürünü merkeze alarak
degerlendirme tutumu seklinde tanimlanabilir. Pek çok ön yargi ve stereotipin kaynagini
olusturan bu degerlendirme, genellikle, digerlerinin olumsuz bir tarzda nitelendirilmesiyle
sonuçlanmaktadir. Etnosentrik kisi, baska gruptan olanlari, kendi grubunun kültürel
kabullerinden ve degerlerinden hareketle, dolayisiyla tarafgir bir sekilde yargilar. Bunun
altinda kendi dogrularinin herkes için geçerli oldugu fikri vardir ve bununla tutarli olarak, bu
dogrulara sahip olmayanlarin ya da uymayanlarin geri veya asagi olduklari sonucuna varir.
kültürlerde insanlar iletişimde açık ve net olmayı tercih ederler, mesajlarını alıcılara doğrudan
gönderirler. Bu kültürlerde iletilmek istenen duygu ve düşünceler mesaja olduğu gibi
yüklenir. Alıcının da sağlıklı bir iletişim için mesaj dışında başka faktörlere ihtiyacı
bulunmaz. Hall bu kültürlerin bu eğilimlerini “düşük bağlamlı iletişim” sınıfında görmektedir.
Genellikle bireyci Batı ülkeleri düşük bağlamlı iletişim kuran kültürler olarak
gösterilmektedir. Bazı kültürlerde ise bireyler kapalı, imalı ve dolaylı bir iletişimi tercih
ederler. Gerçekte söylenmek istenen ile söylenenler birbiri ile tam olarak örtüşmeyebilir. Alıcı
sadece söylenenlerle yetinmez, ne söylenmek istendiğini de farklı bağlamlara bakarak (geçmiş
tecrübeler, ses tonu, yüz ifadesi, imalar vb.) anlamak durumundadır. Bu kültürler de “yüksek
bağlamlı iletişim” kategorisinde değerlendirilmektedir. Bu kültürlere de toplulukçu yönü öne
çıkan ülkeler (Çin, Hindistan, Japonya vb.) örnek olarak verilmektedir (Gencer, 2011).
Bu çalışma da kişiler arası iletişim süreci çoğunlukla kendiliğinden ve toplumsal
kültürel yapıdan edinilen değerlerle şekillenen bir süreçtir. İletişim halinde bulunan bireyler,
birbirlerinden sürekli geri bildirim almaktadırlar. Bu geri bildirimin olumlu ve çatışmasız
olması, bireyler arasındaki ilişkinin düzeyine ve içeriğine bağlıdır. Toplumsal ilişkilerde
hayati önem arz eden iletişim, içerisinde farklı görüşler ve bakış açılarını da barındırmaktadır.
Böyle bir durumda sağlıklı iletişimin kurulabilmesi için, farklı bakış açılarına karşı hoşgörülü
olmanın ve anlamaya çalışmanın gerekli olduğu söylenebilir (Gencer, 2011).
Toplumlarda Sözsüz İletişim Farklılıkları
Tolumsal etkileşimi kuran şey iletişimdir ve iletişimin merkezinde de konuşma dili
yer alır. Konuşma dilinden başlayarak geniş bir tahayyül dünyasına ve simgeler sistemine
uzanan büyük bir etkileşim alanı, tolumsal etkileşimin kurucu öğesidir (Antropoloji ders notu,
2014).
Dil yoluyla ürettiğimiz herşey de birer simgedir aslında. Simge ile işaret ettiği şey
arasında doğrudan, zorunlu ve apaçık bir bağlantı yoktur. Bizim ev olarak imlediğimiz
nesneye İngilizler home, Almanlar haus, Araplar hane, İranlılar dar diyor. Bu farklı dilleri
konuşanların tümünün zihninde bu kelime söylenince aynı şey canlanıyor. Ama kelimeleri
birbirimize söylediğimizde hiçbir şey anlamıyoruz. Dolayısıyla nesneler dünyasını dil
üzerinden simgelere çevirip zihinsel bir dünya yaratıyoruz ve bu zihinsel dünya her kültür için
ayrı bir dünya oluyor. Kültür bir simgeler sistemidir. Bize pek çok simgeyi ve onların
anlamlarını öğretir. Bu simgeleri çözer ve ona göre davranırız. Doğal olarak bu simgeler
kültürden kültüre, zamandan zamana değişir. Simgeler aynı zamanda davranış göstergeleridir.
Simgeyi çözersek arkasından gelecek davranışı da bilebiliriz. Örneğin; Pazar günü çalan çan
sesi mümin bir Hristiyana kliseye gitmesş gerektiğini söyler; tıpkı ezan sesinin mümin bir
Müslümanın biraz sonra namaz kılmasını gerektirdiğini bilmesi gibi... Biz o kültüre
yabancıysak, yani simgeyi ve anlamını bilmiyorsak bu simge ve işaretin gerektirdiği
davranışları da bilemez ve bunlara uyamayız (Antropoloji ders notu, 2014).
Toplumlarda Kişilerarası Mesafe Farklılıkları
Kişisel alan, kültürden kültüre farklılık gösterir. Amerikalılar, kişisel alanlarını çok
geniş tutarlar. Orada, otobüs sırasında beklerken, sizden önde olan kişinin yanına giderseniz,
hemen ileriye gider, oysa bizim otobüs sıraları neredeyse yapışıktır (Acar, 2012: 119)
Genelde günümüzdeki Batı kültüründe kişisel mekanlar daha büyük, Doğu ve Akdeniz
kültürlerinde ise kişisel mekanlar daha küçüktür. Yani Doğulu, Akdenizli insanlar -bu arada
bizim insanlarımız- Batılılara oranla birbirlerine yakın durmayı, daha fazla bedensel temasta
bulunmayı tercih etmektedirler. Bu alışkanlıkta olanlar ise, kalabalıktan, Batılılara oranla daha
az rahatsızlık duyuyor olabilirler (Dökmen, 2005: 31).
Bedensel temasın anlamı kültürden kültüre değişebilir. Örneğin ülkemizde iki erkeğin
-özellikle gurbete çalışmaya giden genç erkeklerin –el ele, kol kola dolaşmaları, bir dostluk
ifadesi kabul edilip yadırganmazken, aynı davranış bazı ülkelerde, cinsel içerikli bir gösteri
olarak yorumlanabilir (Dökmen, 2005: 29). Hatta Arap ülkelerinde genç erkekler birbirleriyle
daha yakın daha samimi dolaşırlar ve daha fazla bedensel temasta bulunurlar. Bu birbirlerine
yakın ve samimi duran ve bedensel temastan kaçınmayan Doğu Akdeniz ülkeleri için bile
olağan olmayan bir durum şeklinde algılanabiliyor.
Hall Amerikan toplumu için dört farklı mesafeden söz etmiştir. Bunlar:
Mahrem Mesafe: Cilt temasıyla otuz-otuz beş santimetrelik uzaklığı kapsar. İçli-dışlı
olunan, duygusal bağ bakımından çok yakın hissedilen insanların bu bölgeye girmelerine izin
verilir. Bu kişinin mahrem mesafeye girmesine izin verildiği zaman, o insana güvenildiği,
yakını olarak görüldüğü anlamı çıkar.
Kişisel Samimi Mesafe: Kırk santimetre ile seksen santimetre arasında değişsen mesafe
Hall’ a göre ikinci bölgeyi oluştşurur. Birbirlerini tanıyan ve rahat konuşan iki kişi,
kendilerini en rahat bu mesafede hissederler. Genel yerlerde, birbirlerine samimi mesafe
sınırları içinde duran iki kişinin, iyi birer arkadaş, karı-koca, nişanlı ya da sözlü olduğu
düşünülür.
Sosyal Mesafe: Bu bölge seksen santimetreyle, yüz on santimetre arasında değişir.
İşlerin rahatça konuşulduğu, resmi ilişkilerin sürdürüldüğü bölge bu çemberdir. Bu mesafede
genellikle satıcılarla müşteriler ve iş yerinde beraber çalışan kişiler arasındaki konuşmalar
sürdürülür.
Genel Topluma Açık Mesafe: İki metreden başlayarak uzayan kişisel mekan, genel
topluma açık tanımadığımız kişiler içindir (Acar, 2012: 118).
Toplumlarda Beden Dili Farklılıları
Temel duyguların tüm dünyada aynı yüzmimikleri ile gösterildiğini belirtmem gerekir.
Bir Japon da mutluysa yüzünden anlarsınız, Senegalli bir taksi şoförü de levyeyi çekip sizi
dövmeye geliyorsa, kızgınlığı yüzünden bellidir. Ama vücudun bölgesel hareketlerinde bazı
farklılıklar vardır.
Şimdi lütfen sadece başınızı kullanarak bir evet işareti yapar mısınız? Şimdi de yine
başınızla “ııh,hayır” anlamına gelen işareti yapın (bunları Eminönü-Taksim otobüsünde,
Konak-Karşıyaka vapurunda ya da Ankaray’da yapıyorsanız etraftakiler deli zannedebilir).
Evet tüm dünyada aynı, insanlar başını yukarıdan aşağıya doğru sallıyor. Hayır da tüm
dünyada aynı, insanlar başlarını iki yana doğru sallıyorlar. “Hayır”ı, biraz önce sizin de
yaptığınız gibi başlarını geriye atarak ve gözlerini vahşice arkaya doğru devirerek yapan üç
millet var: Türkler, Yunanlılar ve Suriyeliler. Bir de İtalya’nın sadece Sicilya bölgesinde, yani
güneyinde yapılıyor (İzgören, 2010: 12).
Kütahya Genç İş Adamları Derneği’nde (KÜGİAD) yaptığım bir konuşmada Erkan
Güral, bir anısını anlattı: İtalya’da önemli bir iş bağlantısı yapmışlar ve akşam yemeğe
çıkılmış. Yemeği nasıl bulduğu sorulduğunda, Erkan Bey bizim mükemmel hareketini
diğerlerine doğru yapmış, herkesin yüzü asılmış. “Hareketi anlamadılar herhâlde” diye tekrar
ettiğinde yüzler daha gerilmiş ve sonra da buz gibi bir geceyle yemeği bitirmişler. Birleşmiş
Milletler Orta Avrupa Grubu’na liderlik, takım çalışması gibi eğitimler verirken grupta
Finlandiya’dan Ermenistan’a, Amerika’dan Filipinler’e kadar öğrencilerim oluyor, o
gruplardan birinde iki İtalyan yönetici olan Marko ve Furyo’ya sorduğumda İtalyanların bu
hareketi “Ne zırvalıyorsunuz?” anlamında kullandığını söylediler. İtalyan futbolcuların
hakeme itiraz ederken bu hareketi yaptıklarını göreceksiniz. Aynı hareket Suudi Arabistan,
Suriye ve İsrail’de “yavaşla” (şıvayye) anlamında kullanılır. Kıbrıs’ta verdiğim bir seminerde,
Kıbrıs Türkleri arasında bu işaretin eskiden “gününü göreceksin” anlamında kullanıldığını
söylediler (İzgören, 2010: 14).
OK işareti (baş ve işaret parmağını birleştirerek yapılır ) su
altında bir problem yok anlamında kullanılırken, Türkiye’de yolda
bir vatandaşa bu işareti yaparsanız gözünüze yumruğu yersiniz.
Japonlar ise aynı işareti para anlamında kullanır. Bugün Amerika’da
bu işaret (OK) problem yok veya başarı anlamında kullanılır. Latin
ülkelerinde ise aynı işaret küfür anlamına gelir. John Kijner’in,4 bir
Amerikan gazetesinde yayımladığı yazısında okumuştum; 1950’de
Richard Millhous Nixon, Amerika’nın güney sınırında konuşmaya gider ve toplanan Latin
halka iki eliyle OK işareti yapar, topluluğun tepkisi çok sert olur, küfür ediyor zannederler.
Aynı işareti Fransa’da yaparsanız da “değersiz, sıfır” anlamına gelir (İzgören, 2010: 15).
Churchill’in İkinci Dünya Savaşı sonrası işaret ve orta parmağını kullanarak “V”
Victory (Zafer) kelimesinin ilk harfini yaparak “zafer”i sembolize etmesi,
tüm dünyada bu işaretin zafer için kullanılmasına neden olmuştur. Aynı
işareti avucunuzu kendinize çevirerek yaparsanız, Türkiye’de 2 anlamına
gelir, İngiltere’de ise karşınızdakine “boynuzlu” diyerek küfür etmiş
olursunuz. Bunun kökeni ise beş yüz yıl öncesine dayanır. Fransızlar
savaşlarda esir aldıkları İngiliz okçuların, kurtuldukları zaman yay
kullanmasınlar diye, işaret ve orta parmaklarını keserler. Agincourt ve
Crecy Savaşlarını kazanan İngiliz okçular, savaş meydanından kaçan Fransızlara avuç içleri
kendilerine dönük bir şekilde işaret ve orta parmaklarını havaya kaldırırlar ve
“Parmaklarımızı kestiniz; ama biz kazandık” derler. Böylece bu hareket günümüz
İngilteresi’nde küfür olarak kullanılmaktadır.
Sri Lanka, Hindistan veya Tayland’da bir çocuğu başına dokunarak veya hafif
fiskelerle sevmeye kalkarsanız bu bir faciaya yolaçabilir. Bu ülkelerde başın ruhun bulunduğu
yer olduğuna inanılır.
Bizlerin “dur” diye bildiği işareti, avuç dışa dönük, beş parmak
yukarıda, Batı Afrika’da yaparsanız karşıdakine “Senin beş baban var!”
diye küfretmiş olursunuz, durmak yerine arabayı üzerinize sürerler.
Yunanistan’da da bu küfür olarak algılanır
Avuç yukarı bakar şekilde parmaklar kapalı, sadece işaret parmağını
ileri geri hareket ettirerekyaptığımız “çağırma” hareketi, Yugoslavya ve Malezya’da, sadece
hayvanları çağırmak için kullanılır. Avustralya ve Endonezya’da ise “hayat kadını” çağırma
anlamına gelir (İzgören, 2010: 16).
Elini burnuna götürü aşğı yukarı salladığında bu işaret ek çok ülkede kötü kokuyor
anlamını taşırken Jaonya’da bu işaret “Hayır” anlamında kullanılır.
Ülkeden ülkeye farklılıklar o düzeydedir ki kuzey ülkelerinde insanlar fazla hareket
yapmadan konuşurlarken, iki Arap’ı uzaktan görürseniz sağır dilsiz vatandaşlar anlaşmaya
çalışıyorlar zannedersiniz. Danimarkalılar ve Kuzey Avrupalılar ise Tutankamon tarzı fazla
hareket etmeden anlaşırlar (İzgören, 2010: 17).
Elinizi yumruk yapıp saymaya başladığımızda biz %80 işaret parmağımızla saymaya
başlarız biz Türkler saymaya işaret parmağı ile başlarken, Batılılar özellikle İngilizler
başparmakları ile saymaya başlıyorlar. Bu da beden dilinde birçok hareketin öğrenme ile
oluştuğunu ve kültürden kültüre değiştiğini gösteren bir örnek. Çinliler ise saymaya serçe
parmaklarıyla başlarlar (İzgören, 2010: 17).
Bir süre önce, Almanya'da uzun yıllar yaşamış bir komşum, uzaktan bana eliyle "gel"
işareti yaptı. Yanına gidince beni çağırmamış olduğunu anladım. Meğer yaptığı işaret sadece
"merhaba" anlamı taşıyormuş. Oysa bizler, uzaktaki bir tanıdığa elimizle "merhaba" demek
istediğimizde, elimizi açıp omuz hizasında kaldırıp hafifçe iki yana sallarız. Komşumun
yaptığı el işareti, iki farklı kültürde farklı anlamlar iletmektedir. İşte bu yüzden, yüzle ve
bedenle yapılan bu tür işaretleri, bir sözsüz dil kabul etmekteyiz (Dökmen, 2005: 232).
Toplumlarda İletişim Farklılıklarına İlişkin Reklam Örnekleri
Her toplumun degişik kültürleri olduğunu, hatta her bireyin de o toplum içinde değişik
kültürel yapılar çerçevesinde yasadığını benimsemek yanlış olmaz. Bu anlamda hedef kitle
tanımı giderek "hedef birey" tanımına dönüşmektedir. Uluslararası bir reklam iletisinin
basarılı olabilmesi, kültür, değerler ve duygulara seslenmesi zorunluluğunu doğurmaktadır,
Böylelikle "hedef bireyin" reklamlarda kendini bulabileceği, simgeler, kahramanlar, törenler,
değerler gibi kültür göstergelerinin önemi giderek artmaktadır (Tanrıbilir ve Şen, 2005).
Uluslararası reklam iletileri, çokuluslu ve uluslararası şirketlerin tüketiciyle iletişim
kurma şekilleri değerlendirildiğinde tüketici olan bireye, önem verme, onun farklılıklarının
bilincinde olduğunu savunma gerekliliği göze çarpmaktadır. Küresel reklam tanım olarak;
"Uluslararası nitelikli kuruluşların, ulusal pazarlarda, reklam, iletisini değiştirmeksizin ya da
dilini değiştirerek yayınlamaları. Örneğin Fanta reklamı. Ayn reklam anlayışı doğrultusunda
hazırlanmış ancak ulusların ekinlerine, yasam biçimlerine kisacası ulusal pazara özgü
özelliklerin göz önünde tutulduğu ve çoğunlukla yerel oyuncularla gerçekleştirilen reklam
iletisi. Örneğin Nescafe reklam iletisi gibi" biçiminde aktarılmaktadir (Tanrıbilir ve Şen,
2005).
HSBC Reklam İletisi
Pisa kulesi ve Heykel'in ortak özellikleri sanatsal yapıt olmaları ve erkekliğe
gönderme yapmalarıdır. ikisinin de karakteristik özellikleri değerli/farklı olmalarına neden
olmaktadır. Ancak karsıt iki dilsel ileti aynı görüntüler üzerinde kullanılarak farklı bakış
açılarına gönderme yapar ve "öteki" kavramını destekler. Sahip olunan edinç farklılıkları
görüntülerinde algılanmasında farklılıkları oluşturmaktadır. Genelde, göstergelerin
yorumlanması sırasında kültür önemli yer tutar. Farklı kültürler karşıtlığında öteki kavramını
doğurmaktadir. Bu bağlamda törenler, gelenek ve görenekler, dil, dini inanışlar, giyim gibi
kültür göstergelerinin ötekileştirdiği toplumlar, karşıt kültürlerle iletişim kurarak ve onları
anlamaya çalışarak küresel marka olma yoluna girmektedir. Küreselleşmenin ekonomik
boyutunda, toplumları yaklaştırmakta, dolayısıyla küresel kurumları da harekete
geçirmektedir. HSBC reklam iletisinde gözlemlediğimiz gibi öteki kavramına açık olmak ve
bu kavram üzerinden bütün kültürlere ulaşmak amacı giderek anlam kazanmaktadır. Bankanın
yaptığı temel olarak uluslararası farklılıklar kullanılarak aslında başka kültürdeki birey'e
farkındalık, anlama, önemseme mesajlari verilmektedir (Tanrıbilir ve Şen, 2005).
HSBC reklamlarına başka örnekler verecek olursak Almanlar için yaptıkları
reklamlarda Almanların disilinini ve düzenini vurgulamaktadır. Reklamda bir Alman
arabasını dar bir alana park ediyor. Hiç bir arabaya değmeden ancak arabadan çıkarken
çantasını park etmiş başka bir araca çarpıyor. Arabaya bir şey olmuş olabilir diye telefonunu
yazıp arabanın üstüne koyuyor. Meksika için yaptıkları reklamda bu sefer başka bir adam işe
gitmek için taksiye binmeye çalışırken kendini birden Latin müzikleriyle Latin dansları
yaparken buluyor.
Çin için tasarladıkları reklamda ise herkes yemek masasında bir iş yemeği misafire
yılan balığı ikram ediliyor. Adam yılan balığını hiç sevmese bile mecburen balığı zorla yiyor.
En sonunda adam tabağımı bitirdim derken masadakiler hemen garsonu çağırı daha büyük bir
yılan balığı siariş ediyor. Bu şekilde her seferinde daha büyük bir balık geliyor. Çünkü Çin’de
tabağını tamamen bitirmek misafirin doymadığı anlamına gelir ve misafir doyurulana kadar
tabağı doldurmaya devam ederler. HSBC bir toplumla iletişim kurmanın en etkili yolunun o
tolumun değerlerini , kültürlerini anlamaktan geçtiğini bildiği için reklamlarını da bunu göz
önüne alarak tasarlıyorlar.
Kaynakça
Acar, N.V. (2012). İnsan İlişkileri İletişim (3. Basım). Ankara: Nobel Yayınevi.
İzgören, A.Ş. (2010). Dikkat Vücudunuz Konuşuyor. İstanbul: Elma Yayınevi
Dökmen, Ü. (2005). İletişim Çatışmaları ve Empati (31. Basım). İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Yağbasan, M. (2008). Kültürlerarası İletişim Bağlamında Almanya’daki Türklerin İletişimsel
Ortamlarının Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Araştırması. Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 18, 309-332.
Gencer, Z.T. (2011). Çok Kültürlü Tolumlarda İletişim: Divriği Örneği. Gümüşhane
Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 1, 187- 205.
Çakır, M. (2010). Kültürlerarası İletişimin Bir Yönü: Özün Ötekileştirilerek
Yabancılaştırılması. Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, 21(1), 75-84.
Tanrıbilir, R.Ö.,& Şen, E. (2005). Kültürlerarası İletişim ve Öteki Kavramının Günümüz
Dünyasında Yeri ve Önemi. Journal of Kültür University, 1, 129-137.
Er, S. (2005). Kültürlerarası İletişim, Budunmerkezcilik ve Öteki. Journal of Kültür
University, 1, 9-18.
İzedebiyat (2015, Mart 25). Kültürlerarası İletişimi Engelleyen Bazı Faktörler.
file:///C:/Windows/system32/config/systemprofile/Desktop/toplumlarda%20ileti%C5%9Fim
%20farkl%C4%B1l%C4%B1klar%C4%B1%20makaleler/6.html adresinden edinilmiştir.
Selçuk, A. (2002)
Durğun, S. (2006). Örgüt Kültürü ve Örgütsel İletişim. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
111(11), 112-132.
Sosyal Antropoloji Ders Notları.
Videolar
https://www.youtube.com/watch?v=OWFPHW7BCCI
https://www.youtube.com/watch?v=IigetwlKDWA
https://www.youtube.com/watch?v=6_WAmt3cMdk
https://www.youtube.com/watch?v=mUCODUvKbzE&list=RDOWFPHW7BCCI&index=11
Download