MEKKE'DEKİ ZİYARET YERLERİ 1. SEVR DAĞI (Sevr Mağarası) Mekke'nin güneyinde Kabe'ye yaklaşık 4 km. uzaklıkta, yüksekliği 500 m. civarında olan bir dağdır. Bu dağın zirvesine yakın bir yerde Peygamber Efendimiz ile arkadaşı Hz. Ebubekir'in Mekke'den Medine'ye hicret ederlerken g i z l e n d i k l e r i mağara bulunmaktadır. S e v g i l i Peygamberimiz ve arkadaşı gece vakti bu dağa çıkmışlar ve üç gece burada kalmışlardır. Sonra gizlendikleri mağaradan çıkarak Kızıl Deniz sahil yolundan Medine'ye ulaşmışlardır. Mağara'da kaldıkları zaman süresince bazı mucizeler vuku bulmuştur. Allah (c.c.) Resulünümüşriklerin kötülüklerinden örümcek ve güvercin gibi mahlukatından birkısmını görevlendirerek korumuştur. Bu olay Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır: "Siz o Resul'e yardım etmeseniz de Allah ona yardım eder. Hani o kafirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, (Hz. Muhammed ve Ebu Bekir) ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına: Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir diyordu. Allah onun kalbine sükunet ve kuvvet indirmişti ve onu sizin bilmediğiniz ve göremediğiniz askerler ile de desteklemişti..." (Tevbe 40) Hz. Ebubekir mağaradaki bir hatırasınışöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber ile mağarada iken, müşrikler bizeo kadar yaklaştılar ki biz onları görüyor ve seslerini işitiyorduk. O'na zarar verirler diye çok korktum ve "Ya Resulullah eğilip baksalar bizi görecekler" dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Sen burada yalnızca ikimiz mi varız zannediyorsun, Allah (c.c.)da bizimle beraberdir". 2. ARAFAT Mekke'nin güney doğusunda, şehre 20 km. mesafede, alanı 14 km2civarında düz bir ovadır. Bu sahanın batısında Hz. Peygamber'in Veda Haccı'nda konakladığı yere yapılan Nemire Mescidi, doğusunda ise Rahmet Tepesi bulunmaktadır. Cebrail Aleyhisselam Hz. İbrahim'e Hac ile ilgili bilgileri ve Hacc'ın nasıl yapılacağını burada öğretmiştir. Ayrıca Hac yapmak üzere gelen müslümanlar bu meydanda bulunduklarızaman içinde günahlarının affı için Allah'a tövbe ederler. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bilme, anlama, tanışma, konuşma ve buluşma yerimanalarına gelen ARAFAT kelimesi bu meydanın ismi olmuştur. Kur'an-ıKerim'de Arafat'tan bahsedilerek şöyle buyuruImuştur: "Vakfenizi tamamlayıp Arafat'tan Müzdelife'ye doğru coşkuyla akın ettiğinizde Meş'arı Harem civarında Allah'ı zikrediniz". (Bakara 198) Dünya'nın her tarafından gelen Müslümanlar, Hac ibadetinin en önemli farzı olan "Arafat Vakfesi" için Zilhicce ayının 9. günü (Arefe günü) bu meydanda toplanırlar ve güneş batıncaya kadar burada ibadet halinde bulunurlar. Sevgili Peygamberimiz "Hac Arafat'tır ve Arafat'ın her tarafı vakfe yeridir" sözleriyle Arafat'ın önemini işaret buyurmuşlardır. 3. MÜZDELİFE Mina ile Arafat arasında bulunan 12 km2 genişliğindeki bölgeye Müzdelife denir. Yüce Allah bu meydanda bolca ibadet etmemizi emir buyurmuşlardır. H a c c ' ı n vaciblerinden olan Müzdelife vakfesi bu meydanda gece konaklayarak yapılır. Akşam vakti Arafat'tan yola çıkanHacılar, akşam ve yatsı namazlarını yine bu meydanda kılarlar. Şeytan taşlama da kullanılacak taşlar da buradan toplanır. Bayramın birinci günü sabah namazından sonra Müzdelife'den Mina'ya hareket edilir. 4. MİNA Mekke'nin kuzeydoğusunda Müzdelife ile Mekke arasında kalan geniş bölgeye Mina denir. Cemerat ismiyle bilinen şeytan taşlama yerleri, Hac kurbanlarınınk e s i l d i ğ i mezbahaneler ve sevgili Peygamberimizin Mina günlerini geçirdiği mekana yapılan Mescid-ül Hayf burada bulunmaktadır. Müzdelife vakfesinden sonra hacılar Mina'ya gelerek Hacc'ın vaciblerinden olan veüç gün devam eden şeytan taşlama görevini burada yerine getirirler.Ayrıca bu günlerin gecelerini Mina'da geçirmek Hacc'ın sünnetlerindendir. 5. AKABE Mina sınırından Mekke istikametine doğru 300 m. kadar sonra sağ tarafta yer almaktadır. Sevgili Peygamberimiz Medine'ye hicretinden iki seneönceki Hac mevsiminde insanları İslam'a davet ederken 12 kişiden oluşan Medine'li bir grupla karşılaşır. Bu grubun hepsi Hz. Muhammed'e burada biat ederek müslüman olurlar. Bir sonraki senenin haccına 72 kişi olarak gelirler ve aynı yerde Peygamberimize biat ederek onlar da müslüman olurlar. İslam tarihinde bu olaya 1. ve 2. Akabe Biat'larıdenmektedir. 6. NUR DAĞI (Hira Mağarası) Mekke'nin kuzeydoğusunda, 300 m. yüksekliğinde kütle kayalardan oluşan ve Kabe'ye 5 km. mesafede bulunan bir dağdır. Peygemberliğinden önce Hz. Muhammed'in Ramazan aylarını ibadetle geçirdiği "Hira Mağarası" bu dağın z i r v e s i nd e bulunmaktadır. S ev g i l i Peygamberimiz 40 yaşına girdiği senenin Kadir Gecesi'nde bu dağda ibadet halinde iken Hz. Cebrail gelmiş ve kendisine "Ey Muhammetl sen Allah'ın Resulü, ben de Cebrailim" diyerek peygamber olduğunu tebliğ etmiştir. Kur'an-ıKerim'in ilk ayetleri aynı gecede Peygamberimize burada inmeye başlamıştır. Bu sebeple bu dağa Nur'un indiği yer manasına gelen NUR DAĞI denmektedir. Burada inen ilk ayetler mealen şöyledir: "Yaradan Rabbinin adıyla oku. 0, insanı koyu kan halindeki bir sıvıdan yarattı(embriyon). Oku! Ki senin Rabbin sonsuz kerem sahibidir. 0,kalemle yazmayı öğretmiştir. İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir. (Alak Suresi, 1-5) 7. CENNET-ÜL MA'LA (Mekke Mezarlığı) Mescid-i Harem'in yaklaşık 1.5 km. kuzeyinde yer alan bu mezarlık aynı zamanda şehrin tarihi mezarlığıdır. Sevgili Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip, hanımı Hz. Hatice validemiz, küçük yaşta ölen oğulları Kasım ve Abdullah'ın ve birçok Sahabi ve İslambüyüklerinin kabirleri bu mezarlıkta bulunmaktadır. Mekke'de vefat eden yerliyabancı her Müslüman günümüzde de bu mezarlığa defnedilmektedir. 8. CİN MESCİDİ Peygamber efendimiz davet için gittiği Taif dönüşünde yol üzerindeki Nahle Vadisi'nde namaz kılarken bir grup cin Kur'an-ı Kerim'i dinleyerek etkilenmişlerdir. Daha sonra Hz. Muhammed'i takip eden bu cinlerMekke girişinde efendimizle görüşmüşler ve müslüman olmuşlardır. Kur'anı Kerim'deki Cin Suresi burada nazil olmuştur. Sonraları bu mekana bir mescit yapılarak Cin Mescidi ismi verilmiştir.Peygamberimiz insanlara ve cinlere İslam'ı tebliğ etmek için görevlendirilmiştir. Bu hakikat Kur'an-ı Kerim'de şu ayetle açıklanır:"Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım".(Zariyat, 56) 9. HZ. MUHAMMED'İN DOĞDUĞU YER Hz. Peygamberin doğduğu ev Kabe'nin doğu tarafında kalan Beni Haşim mahallesinde idi. Hz. Muhammed Miladi 20 Nisan 571 (12 Rebiulevvel) Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken bu evde dünyaya gelmiştir. Daha sonra buradaki ev yıkılmıştır ve yerine yapılan bina günümüzde Mekke Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır Mescid-i Haram Yeryüzünde ilk ibadet yeri olan Kabe-i Muazzama'nın etrafında sonradan yapılan caminin adıdır. Çeşitli tarihlerde yenilemek ve genişletmek amacıyla birçok defalar yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır.Osmanlılar tarafından yaptırılan üç sıra halindeki kubbelerin sayısı beşyüz olup, bunların altında dörtyüz altmışiki sütun (direk) vardır. Bunlar yıktırılmayıp bütün tazeliği ve canlılığını muhafaza ederek ayakta durmaktadır. Suud yetkililerinin 1973 senesinde tamamlatmış oldukları genişletme çalışmalarıyla Mescid-i Haram, bugünkü haline getirilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) Mescid-i Aksa'da kılınan bir namaz bin namaza, Mescid-i Nebi'de kılınan bir namaz onbin namaza, Kabe'de kılınan bir namaz ise, yüz bin namaza bedeldir' buyurarak, Mescid-i Haram'ı meth etmişlerdir. Kabe-i Muazzama Mekke şehrinde bulunan ve 'Beytullah- Allah'ın evi' diye adlandırılan kutsal binadır. Yeryüzünde kurulan ilk ve en önemli evdir. O'na Allah'ın evi denilmesi, şeref ve kıymetini açıklamak içindir. Yoksa yüce Allah'ın herhangi bir eve veya mekana ihtiyacı olmadığı açıktır. Mekke'de, Mescid-i Haram'ın ortasında bulunan Kabe, dört köşe, küp şeklinde, yaklaşık 12 metre boyunda, 11 metre genişliğinde ve 13 metre yüksekliğinde siyah taşlardan yapılmış bir binadır. Beytullah, dünyada en kıymetli yer, Müslümanların kıblesidir. İlk insan ve ilk Peygamber olan Adem (a.s.), bazı rivayetlere göre, meleklerin de yardımıyla Mekke'de, Beyt-i Ma'mur'un altında Kabe'nin temelini kazdı. Sonra Allah'u Teala, bu temeller üzerine Cennet yakutlarından bir Beyt indirdi. Aslı beyaz yakut olan Hacer-ül Esved de, bu Beyt'le beraber indirildi. Beytullah, Adem (a.s.) ın vefatıyla veya tufandan sonra tekrar göklere kaldırıldı. Ondan bir nişane olarak Hacer-ül Esved yeryüzünde kaldı. Allah'u Teala Hacer-ül Esved'i, tufandan önce Ebu Kubeys dağında sakladı. İbrahim (a.s.) zamanına kadar Kabe'nin yeri belirsiz oldu. Fakat insanlar, yine o bölgede dua ederler, arzularına kavuşurlardı. Allah'u Teala'nın emriyle İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail(a.s.) Kabe'yi Muazzama'yı eski temelleri üzerine bina ettiler. İbrahim (a.s.); 'Ey İsmail' iyi bir taş getir ki, hacılara işaret olsun' buyurdu. Ebu Kubeys dağı bu konuşmalardan haberdar edilip Allah'ın hikmetiyle konuştu. 'Cebrail (a.s.) tufanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al' sesini İbrahim ve oğlu İsmail (a.s.) işittiler. Bunun üzerine Hacer-ül Esved'i getirip, Kabe'deki yerine yerleştirdiler. Kabe'nin ilk yapılışı, çeşitli zamanlarda tamiriyle ilgili geniş ve doğru bilgiler elde etmek isteyenler muteber kaynaklara baş vurmalıdırlar. Bizim burada detaya girmemiz mümkün değildir. Yeryüzünün en kıymetli yeri olan Kabe-i Muazzama ya bakmak sevaptır. İlk görüldüğünde yapılan dualar kabul olunur. Müslümanların günde beş vakit buraya yönelerek namaz kılmaları farzdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ' Bu Beyt, İslam'ın direğidir. Kim bu Beyt'i ziyaret etmek maksadıyla hac ve umre yapmağa çıkarsa, (bu yolda)öldüğü takdirde Allah'u Teala, onu Cennet'ine koymayı, sağ kaldığı takdirde, ganimet ve mükafatla memleketine döndürmeyi taahhüt eder' buyurmuşlardır. Peygamber Efendimizin Doğduğu Ev Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v.) Mekke'nin doğusunda (Şuubu Beni Haşim ve Zukak'ul Mevlid caddesinin Leyl çarşısındaki DarudTababia) arasındaki evde doğdu. Hacca gidenler bu evi de ziyaret etmektedirler. İçerisinde Efendimizin valideleri Hz. Amine Hatun'un elleriyle salladığı ağaç beşik, olduğu gibi durmaktadır. Cennet-ül MuallaMezarlığı Mekke'deki kabristanın ismidir. Peygamber Efendimiz'in ilk ailesi Hz. Hatice validemiz ve bazı Sahabe-i Kiram bu kabristanda medfundur. Buradaki türbeler ve kabir taşları, Osmanlılar'dan sonra yıkılarak yerle bir edilmiştir. Burasını da ziyaret ederek fatihalar okunmalıdır.Cennet'ül Mualla mezarlığına giderken, solda Mekke tarafındadır. Peygamberimiz (s.a.v.) efendimiz birkaç defa olmaküzere cinlerle burada görüşüp, namaz kıldırmışlardır. Hira Dağı Mekke-i Mükerreme ile Mina arasında bulunan bir dağdır. Hira dağı ilk vahyin geldiği yer olup, Mekke'ye 9 km. mesafededir. Etrafı dik dağlarla çevrilidir. Çıkmak ve inmek son derece güç, sert taştan, topraksız bir dağdır. Mekke'yi bu dağdan en ince teferruatına kadar seyretmek mümkündür. İlk vahyin geldiği mağara halen durmaktadır.Arafat Mekke-i Mükerreme'nin doğusunda 25 km. uzaklıkta bulunan ovanın adıdır. Kurban bayramından bir gün önce (Zilhicce'nin 9. günü)haccın farzlarından olan VAKFE bu ovada ve 70 metre yükseklikte olan, 'Rahmet dağı' manasına gelen (Cebel-i Rahme) civarında yapılır.Arafat ovasının en yüksek tepesi olan CEBEL-İ RAHME'de Hz.Adem ile Hz. Havva validemiz, Cennet'ten sonraki uzun ayrılığın akabinde bu tepede buluşmuş, affı için bu tepenin üzerinde Allah'a yalvararak duaları kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Veda Hutbesini, koyu yeşil taş yığınlarının meydana gelen bu Cebel-i Rahme tepesinde irad etmiştir. Sevr Dağı Kabe'nin güney cietinde bulunan, Peygamber Efendimizle Hz. Ebu Bekr'in Mekke'den Medine'ye hicretleri esnasında gizlendikleri mağaranın bulunduğu dağdır.Mekke'ye 5 km. uzaklıkta olan bu dağın tepesinde, girilmesi gayet dar bir mağara vardır. Peygamberimizle, Hz. Ebu Bekr bu yerde üç gün ikamet etmişlerdir. Arafat Arafat Mekke-i Mükerreme'nin doğusunda 25 km. uzaklıkta bulunan ovanın adıdır. Kurban bayramından bir gün önce (Zilhicce'nin 9. günü)haccın farzlarından olan VAKFE bu ovada ve 70 metre yükseklikteolan, 'Rahmet dağı' manasına gelen (Cebel-i Rahme) civarında yapılır.Arafat ovasının en yüksek tepesi olan CEBEL-İ RAHME'de Hz.Adem ile Hz. Havva validemiz, Cennet'ten sonraki uzun ayrılığın akabinde bu tepede buluşmuş, affı için bu tepenin üzerinde Allah'a yalvararak duaları kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Veda Hutbesini, koyu yeşil taş yığınlarının meydana gelen bu Cebel-i Rahme tepesinde irad etmiştir. Müzdelife Arafat ile Mina arasında bulunan, Arafat'tan 7 km. uzaklıkta olan bir bölgenin adıdır. Arefe günü (9 Zilhicce) güneş battıktan sonra Arafat'tan buraya gelinir. Akşam-yatsı namazı burada cem edilerek kılınır. Gece burada geçirilerek sabah namazından sonra Mina bölgesine gidilir. Müzdelife'de bir müddet durmak (VAKFE) vaciptir.Mina'da şeytana atılacak olan (nohuttan büyük, fındıktan küçük) 70 er taşcık buradan toplanır. Mina Mekke'nin doğusundaki dağların eteğinden Arafat'a giden yol üzerinde bulunan bir yerin adıdır.Hac ibadeti esnasında kurban kesilen ve cemre (şeytan) taşlamak için gidilen yerdir. Harem sınırları içinde olup Müzdelife ile Mekkearasındadır. Mekke'den 7 km. uzaklıktadır. Akabe biatlari de cemre-i Akabe'nin yakınında bir mahalde yapılmıştır. SEVR DAĞI (Sevr Mağarası) Mekke’nin güneyinde Kabe’ye yaklaşık 4 km. uzaklıkta, yüksekliği 500 m. civarında olan bir dağdır. Bu dağın zirvesine yakın bir yerde Peygamber Efendimiz ile arkadaşı Hz. Ebubekir’in Mekke’den Medine’ye hicret ederlerken gizlendikleri mağara bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz ve arkadaşı gece vakti bu dağa çıkmışlar ve üç gece burada kalmışlardır. Sonra gizlendikleri mağaradan çıkarak Kızıl Deniz sahil yolundan Medine’ye ulaşmışlardır. Mağara’da kaldıkları zaman süresince bazı mucizeler vuku bulmuştur. Allah (c.c.) Resulünü müşriklerin kötülüklerinden örümcek ve güvercin gibi mahlûkatından bir kısmını görevlendirerek korumuştur. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Siz o Resul’e yardım etmeseniz de Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke’den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, (Hz. Muhammed ve Ebu Bekir) ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” diyordu. Allah onun kalbine sükunet ve kuvvet indirmişti ve onu sizin bilmediğiniz ve göremediğiniz askerler ile de desteklemişti…” (Tevbe 40) Hz. Ebubekir mağaradaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber ile mağarada iken, müşrikler bize o kadar yaklaştılar ki biz onları görüyor ve seslerini işitiyorduk. O’na zarar verirler diye çok korktum ve “Ya Resulullah eğilip baksalar bizi görecekler” dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Sen burada yalnızca ikimiz mi varız zannediyorsun, Allah (c.c.)da bizimle beraberdir”. ARAFAT Mekke’nin güney doğusunda, şehre 20 km. mesafede, alanı 14 km2 civarında düz bir ovadır. Bu sahanın batısında Hz. Peygamber’in Veda Haccı’nda konakladığı yere yapılan Nemire Mescidi, doğusunda ise Rahmet Tepesi bulunmaktadır. Cebrail Aleyhisselam Hz. İbrahim’e Hac ile ilgili bilgileri ve Hacc’ın nasıl yapılacağını burada öğretmiştir. Ayrıca Hac yapmak üzere gelen Müslümanlar bu meydanda bulundukları zaman içinde günahlarının affı için Allah’a tövbe ederler. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bilme, anlama, tanışma, konuşma ve buluşma yeri manalarına gelen ARAFAT kelimesi bu meydanın ismi olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Arafat’tan bahsedilerek şöyle buyurulmuştur: “Vakfenizi tamamlayıp Arafat’tan Müzdelife’ye doğru coşkuyla akın ettiğinizde Meş’arı Harem civarında Allah’ı zikrediniz”. (Bakara 198) Dünya’nın her tarafından gelen Müslümanlar, Hac ibadetinin en önemli farzı olan “Arafat Vakfesi” için Zilhicce ayının 9. günü (Arefe günü) bu meydanda toplanırlar ve güneş batıncaya kadar burada ibadet halinde bulunurlar. Sevgili Peygamberimiz: “Hac Arafat’tır ve Arafat’ın her tarafı vakfe yeridir” sözleriyle Arafat’ın önemini işaret buyurmuşlardır. MÜZDELİFE Mina ile Arafat arasında bulunan 12 km2 genişliğindeki bölgeye Müzdelife denir. Yüce Allah bu meydanda bolca ibadet etmemizi emir buyurmuşlardır. Hacc’ın vaciblerinden olan Müzdelife vakfesi bu meydanda gece konaklayarak yapılır. Akşam vakti Arafat’tan yola çıkan Hacılar, akşam ve yatsı namazlarını yine bu meydanda kılarlar. Şeytan taşlama da kullanılacak taşlar da buradan toplanır. Bayramın birinci günü sabah namazından sonra Müzdelife’den Mina’ya hareket edilir. MİNA Mekke’nin kuzeydoğusunda Müzdelife ile Mekke arasında kalan geniş bölgeye Mina denir. Cemerat ismiyle bilinen şeytan taşlama yerleri, Hac kurbanlarının kesildiği mezbahaneler ve sevgili Peygamberimizin Mina günlerini geçirdiği mekâna yapılan Mescid-ül Hayf burada bulunmaktadır. Müzdelife vakfesinden sonra hacılar Mina’ya gelerek Hacc’ın vaciblerinden olan ve üç gün devam eden şeytan taşlama görevini burada yerine getirirler. Ayrıca bu günlerin gecelerini Mina’da geçirmek Hacc’ın sünnetlerindendir. AKABE Mina sınırından Mekke istikametine doğru 300 m. kadar sonra sağ tarafta yer almaktadır. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicretinden iki sene önceki Hac mevsiminde insanları İslam’a davet ederken 12 kişiden oluşan Medine’li bir grupla karşılaşır. Bu grubun hepsi Hz. Muhammed’e burada biat ederek Müslüman olurlar. Bir sonraki senenin haccına 72 kişi olarak gelirler ve aynı yerde Peygamberimize biat ederek onlar da Müslüman olurlar. İslam tarihinde bu olaya 1. ve 2. Akabe Biat’ları denmektedir. NUR DAĞI (Hira Mağarası) Mekke’nin kuzeydoğusunda, 300 m. yüksekliğinde kütle kayalardan oluşan ve Kabe’ye 5 km. mesafede bulunan bir dağdır. Peygamberliğinden önce Hz. Muhammed’in Ramazan aylarını ibadetle geçirdiği “Hira Mağarası” bu dağın zirvesinde bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz 40 yaşına girdiği senenin Kadir Gecesi’nde bu dağda ibadet halinde iken Hz. Cebrail gelmiş ve kendisine “Ey Muhammet! Sen Allah’ın Resulü, ben de Cebrailim” diyerek peygamber olduğunu tebliğ etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetleri aynı gecede Peygamberimize burada inmeye başlamıştır. Bu sebeple bu dağa Nur’un indiği yer manasına gelen NUR DAĞI denmektedir. Burada inen ilk ayetler mealen şöyledir: “Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı koyu kan halindeki bir sıvıdan yarattı (embriyon). Oku! Ki senin Rabbin sonsuz kerem sahibidir. 0, kalemle yazmayı öğretmiştir. İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir”. (Alak Suresi, 1-5) CENNET-ÜL MU’ALLA (Mekke Mezarlığı) Mescid-i Harem’in yaklaşık 1.5 km. kuzeyinde yer alan bu mezarlık aynı zamanda şehrin tarihi mezarlığıdır. Sevgili Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip, hanımı Hz. Hatice validemiz, küçük yaşta ölen oğulları Kasım ve Abdullah’ın ve birçok Sahabi ve İslam büyüklerinin kabirleri bu mezarlıkta bulunmaktadır. Mekke’de vefat eden yerli-yabancı her Müslüman günümüzde de bu mezarlığa defnedilmektedir. CİN MESCİDİ Peygamber efendimiz davet için gittiği Taif dönüşünde yol üzerindeki Nahle Vadisi’nde namaz kılarken bir grup cin Kur’an-ı Kerim’i dinleyerek etkilenmişlerdir. Daha sonra Hz. Muhammed’i takip eden bu cinler Mekke girişinde efendimizle görüşmüşler ve müslüman olmuşlardır. Kur’anı Kerim’deki Cin Suresi burada nazil olmuştur. Sonraları bu mekana bir mescit yapılarak Cin Mescidi ismi verilmiştir. Peygamberimiz insanlara ve cinlere İslam’ı tebliğ etmek için görevlendirilmiştir. Bu hakikat Kur’an-ı Kerim’de şu ayetle açıklanır: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”. (Zariyat, 56) MEKKE-İ MÜKERREME’DEKİ BAZI ZİYARET YERLERİ Mekke’de, Hz. Peygamber ve onun değerli ashabının izlerini taşıyan bazı yerkke’ye gidenler buraları ziyaret etmektedirler. Bunlardan bazıları şunlardır: 1- Hz. Peygamber’in Doğduğu Ev Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz, milâdi 571 yılı Nisanının 20’sine isâbet eden Rabîu-l Evvel ayının 12’nci Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke’de şu an kütüphâne olarak kullanılan evde dünyâ’yı şereflendirdi. Diğer mübarek haneler mescid-i haramın genişlemesiyle yıkılıp mescid-i harama dâhil edilmiş, bir kısmı çarşı ve yollara katılmıştır. (Mufassal İslam ilmihali 125) Nisan ayının 17`nci, Rebîulevvel ayınım 12`nci Pazartesi gecesi sabah olurken Mekke`de Haşim Oğulları mahallesinde, âlemlere rahmet olan iki cihan güneşi, son peygamber Muhammed Mustafa Aleyhisselâm, tek bir inci gibi dünyaya geldi. O sabah âlem başka bir âlem oldu, bütün cihan nur ile doldu, kâinat muradına erdi. 2- Mu’alla Mezarlığı : Harem-i Şerifin yaklaşık iki kilometre kuzeyinde olan bir kabristanlıktır. Burada mü’minlerin annesi Hazreti Haticetü’l Kübra (r.anha)’nın mübârek kabirleri, sahâbe-i kiram, tâbiin ve sâlihinden bir çok kimselerin kabirleri vardır. Abdullah İbn-i Zübeyir (r.anhüma), Hz.Ebu Bekrin büyük kızları Esmâ (r.anha), yine Hz.Ebu Bekrin oğlu Abdurrahman (r.a), Abdullah İbn-i Ömer (r.a), Osman Bin Talha (r.a) hazretleri gibi sahâbe-i kirâmın büyüklerinden bir çok zatların kabirleri de buradadır. Hazreti Hatice (r.anha), hicretten üç yıl kadar önce vefât etmiş. Kabrine bizzat Peygamberimiz indirmiş ve vefâtına çok üzülmüştür. Zira Hz.Hatice vâlidemiz, peygamberimize ilk iman etmiş, en büyük maddi ve mânevi destekçisi olmuş, peygamberimizin yedi çocuğunun altısı Hz.Hatice’den doğmuştur. Hz.Hatice vâlidemizin açık kerameti olarak rivâyet edilir ki; her hangi bir kadın, bir şeyde âciz kalıpta onun türbesine gidip, O’nu vesile kılarak Allah’tan yardım talep etse her halde maksadına ulaşarak döner. 3- Hira Mağarası, Gâr-ı Hıra: Mescid-i Haram’a 5 km mesafede Mescid-i Haram’ın kuzey doğusunda Cebeli Nur’un zirvesindedir. Mağaranın uzunluğu 3m, genişliği 1,30m, yüksekliği 2m dir. Peygamber Efendimize ilk vahyin nâzil olduğu mağara. Peygamber efendimiz, risâlet görevinin kendisine verilmesinden önce, özellikle 35 yaşından sonra Mekke'nin şirk, ahlâksızlık, haksızlık ve zulümle dolu havasından sıyrılarak sık, sık Hirâ Dağı'ndaki bu mağaraya gidip uzlete çekiliyor, Hirâ Mağarası'nda kendisini Allah'a vererek O'nun varlığını, birliğini, kudret ve azametini; insanların aczini ve Allah'a olan ihtiyaçlarını, ama buna karşılık onların isyanını, ahlâksızlık ve sapıklıklarını tefekkür ederek Cenâb-ı Hakk'a ubûdiyette bulunuyordu. İşte bu şekilde Hak Teâlâ'ya kullukta bulunduğu anlardan birisinde kırk yaşında iken bu mağarada O'na ilk vahiy indirildi ve peygamberlik verildi. Peygamberimiz 39 yaşında sadık rüyâlar görmeye başlıyor. Son 6 ayda tamâmen şehirden, evlerden ve insanlardan uzak bu mağarada tefekkür ile meşgul oluyordu. Mîlâdî 610 yılının 17. Ramazanında Hıra mağarasında iken Cibril-i Emin ilk vahyi getirmişti. Cebrâil (a.s) Yâ Muhammed! Ben Cebrâil’im, sen de Allah’ü teâlânın peygamberisin. Dedikten sonra. “ oku!” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v) “َ ( ”ٍا ن رَا ن بَانأ اBen okuma bilmem) dedi. Cebrâil (a.s) onu kucaklayıp sıktı ve tekrar “oku” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v) “ne okuyayım” dedi. Cebrâil (a.s) ا- ْ اق نأْا با ال نأبَ ن ْساِ نارنقن “Oku, rabbinin ismi ile, o rabbin ki yarattı, o insanı bir alaktan yarattı. Oku, o keremine nihâyet olmayan rabbindir, kalem ile öğreten de, o insana bilmediği şeyleri öğretti.” meâlindeki Kur’an-ı Kerimin ilk âyetlerini okudu. Bu sûretle Resulullâh efendimiz (s.a.v) peygamberlikle vazifelendirilmiş oldu. Bu vahiy de Gâr-ı Hıra’da gelmiş oldu. 4- Sevr Mağarası : Mescid-i Haramın güney cephesinde, takriben 4 km uzaklıkta, Arafât yolu üzerindedir. Dağın eteği ile zirvesi 458m, takriben 1,5 saatte yaya çıkılabilen bir mesafedir. Peygamberimiz (s.a.v), Hz.Ebu Bekir ile hicrette bu mağaraya girerek 3 gece kaldılar. Mağaraya önce Hz.Ebu Bekir girerek zararlı bir şey olup olmadığına bakmış, sonra da resulullah (s.a.v) efendimiz girmiştir. Hz.Ebu Bekrin oğlu Abdullah, gündüzleri müşriklerin arasında dolaşıyor, geceleri mâlûmat getiriyordu. Kölesi Amr İbn-i Füheyre ise o civâra koyunları sürüyor. Hem Abdullah’ın izlerini kaybediyor ve hem de süt ikram ediyordu. 5- Cin Mescidi : Mekke’nin Şam tarafındadır. Mualla kabristanının, Batn-ı Vadiye bitişik olan duvarının karşısında Cebel-i Hacun’un mukabilinde toprak altı bir mescittir. Cennet-i Muallaya gelenler burada ikişer rekat namaz kılarlar. Hz. Muhammed (a.s.) hem bütün insanların hem de cinlerin peygamberidir. M. 619 yılında İslâm’ı tebliğ için gittiği Taif şehrinden dönüşünde, Mekke’de Batn-ı Nahle denilen yerde namaz kılmıştı. Bir grup cin burada Peygamberimizin okuduğu Kur’ân’ı dinlemiş ve Müslüman olmuştu. Bunların sayılarının 7 oluğu ve Nusaybin cinlerinden oldukları söylenilmektedir.Cinlerin Kur’ân’ı dinleyip Müslüman oldukları, Cin sûresinin 1-16. âyetlerinde bildirilmiştir. لٍ انَنا قل اأْنَُا نُ ن بُا قل اب ْلَا ن ْ نس ا ْنَامل ْ الن ن نٍ نآ نََ فنأ ٍنن اْس َن نٌَناسلَع َْاا ن “De ki: Cinlerden bir topluluğun gelip Kur’ân dinledikleri ve son-ra da: “Biz ne güzel bir Kur’ân dinledik” dedikleri bana vahiy yoluyla bildirildi.” Peygamberimizin namaz kılıp Kur’ân okuduğu, cinlerin Kur’ân’ı dinleyip Müslüman olduğu yerde bir mescid yapılmış ve bu mescide Cin Mescidi denilmiştir Zikredilen bu yerleri ziyaret etmek haccın menasikinden (Farz, vacip, sünnet) olmayıp, yıllardır bir gelenek olarak yapıla gelmektedir. 5-Zübeyde Hatun su yolu Harun Reşid'in hanımı Zübeyde Hatun çok saliha bir kadındır. Harun Reşid'in hanımı Zübeyde Hatun, gördüğü garip bir rüyanın güzel bir yorumu üzerine Mekke'ye Haneyn tarafından bir su getirtmiştir. Mekke-i Mükerreme'den Arafat'a kadar su kanalları döşetmiş,Bu su Müzdelife yoluyla gelmiştir o mukaddes beldeyi çeşmelerle donatmış ve Rahman'ın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için yüzbin altın harcamıştır. Osmanlıların tamir edip yeniden kullanıma hazır hale getirdiği o kanallar ve çeşmeler yakın zamana kadar da milyonlarca insanın ihtiyaçlarını gidermiştir. Zübeyde Hatun, hicaz su yolunun yanı sıra han, hamam, imarethane ve şifahane gibi daha pek çok hayır müessesesi yaptırmıştır. Müzdelife Müzdelife; Mekke`de, Arafat ile Mina arasında bulunan ve Hac`da Arafat`tan sonra vakfe yapılan yerdir. Müzdelife kelimesi "yaklaşmak, yakınlaşmak" anlamındaki Arapça "zelefe" kökünden türemiştir. Ayrıca burası, "toplanma, bir araya gelme" anlamında cem adıyla da anılmaktadır. Müzdelife, Mina ile Arafat arasında Mina`ya üç mil mesafede bir yerde bulunmaktadır. Burası, Arafat`tan Müzdelife`ye doğru gidilirken Arafat`ın iki geçidinden geçtikten sonra Muhassır vadisine kadar olan kısmın adıdır. (Ebu İshak el-Harbi, Taberi, Tefsir, Mısır 1968, II, 287; Kitabu`l Menasik, Riyad 1969, 508) Hz. Adem (a.s.), Hz. Havva ile burada buluşmuş ve birbirine yaklaşmışlardı. Katade`den yapılan bir rivayette ise, akşam ile yatsı namazının bir arda kılınmasından dolayı Cem` adı verildiği söylenmektedir. (İbn Hacer el-Askalani, Fethu`l-Bari, Mısır 1959, IV,270) Yine, insanların burada toplanarak vakfe ile Allah Teala`ya yaklaştıkları, Hac esnasında insanların bir araya gelip toplanmaları yahut Mina`ya yaklaşmış olmaları veya buranın Allah Teala`ya yaklaşılan bir yer olarak telakki edilmesi vb. sebeplerden dolayı bu adı almıştır. Bakara suresinin yüz doksan sekizinci ayetine istinaden buraya, Meşar`ul-Haram da denilmektedir. (Muhammed İbn Kudame, el-Muğni, Mısır (t.y.), III, 421) MİNA Minâ, Harem hudutları içerisinde olup, Mekke ile Arafat arasında, ikisini birbirine bağlayan yol üzerinde bir yer . Hazreti İbrahim’in şeytanı taşladığı, oğlu İsmail (a.s)’a bedel olarak koç kestiği, Mescid-i Hayf’ın bulunduğu, Ensar ile birinci ve ikinci Akabe biatlarının yapıldığı, veda haccı esnasında Nasr sûresinin nâzil olduğu, teşrik günlerinde rasülullah efendimizin gecelediği ve Mürselat sûresinin nâzil olduğu mübârek bir mekândır. ..Bu bölgeye Mina adının verilmesiyle ilgili iki görüş vardır: 1. Hz. Adem (a.s.) Mina`dan ayrılmak isteyince Cebrail ona "temenni et" demiştir. Adem peygamber de Cenneti temenni etmiş. Bundan dolayı buraya Mina adı verilmiştir. 2. Burada kurban kesildiği kan akıtmak anlamına gelen "Mina" kelimesi "İmna" kökünden türemiştir. Bu nedenle buraya Mina adı verilmiştir. Bu görüş daha yaygındır. Hz. İbrahim, kurban etmek için oğlunu Mina`ya götürür, sonra Hz. İbrahim`e Allah tarafından bir kurbanlık verilir. Bu kurbanlığın ne olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bir çokları bunun koç olduğunu belirtmektedir. Kur`an-ı Kerim`de bu olay نٌَنِن اََناْل بِبااا نََُ ا "Ve fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik." (Saffat: 107) biçiminde açıklanır. Hz. İbrahim, kendisine engel olmak isteyen şeytanı burada taşlar, burada kurban keser. Hac ibadeti yapanlar da burada kurban keserler ve şeytan taşlarlar. Hz. İbrahim`den sonra tevhid inancından uzaklaşan insanlar burada şenlikler yapmışlar ve gayet güzel münasebetler kurmuşlardır. Kurban Bayramı`nın birinci günü burada kurban kesilir. Bayramın birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü günleri de Cemrelere (Ulâ, Vusta, Akabe) taş atılır. Bu olaya şeytan taşlama denir. Arafâta giderken yevmi terviyede bir gün, şeytan taşlama günlerinde üç gece Minâ’da kalmak sünnettir. Ayrıca buraya ne zaman gelinirse gelinsin duâ ve niyazda bulunulmalıdır. Tarihi Mina ile bu günkü Mina arasında değişiklikler görülmektedir. Mina, Hac mevsimindeki izdiham göz önüne alınarak Müslümanların ibadetlerini daha sağlıklı yapabilmeleri için her yıl değişikliğe uğramaktadır. MESCİD-İ BÎA Birinci ve ikinci Akabe bîatının yapıldığı mübârek mescittir. Mina’ dan Mekke-i Mükerreme’ye gelirken sağ tarafta büyük şeytan’a takriben 300 m mesâfede osmanlı yapısı küçük bir mesciddir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'den gelip ilk müslüman olanlarla 621-622 yıllarında Mekke'nin Akabe adı verilen mevkîinde yaptığı iki anlaşma ve ahidleşme. Mekke'ye üç km. kadar uzaklıkta bulunan Mina ile Mekke arasındaki bir mevkiye verilen Akabe adına bölgenin başka yerlerinde de rastlanmaktadır. Aynı adı taşıyan birçok yer bulunmasına rağmen Akabe denince ilk defa bu meşhur ahidleşme ve anlaşmaların yapıldığı mevkî hatıra gelmektedir. MESCİD-İ CİRANE Bu mescid-i şerif Mekke-i Mükerreme ile Taif arasındadır. Mekke’ye Taif’ten daha yakındır Çağran deresi civarında yapıldığından Mescidü’l-Çağran da denilmiştir Peygamberimiz (s.a.v) Hazretleri, hicretin sekizinci yılında vuku bulan Huneyn harbinin ganimetlerini burada taksim buyurmuşlardı. Peygamberimiz yaptığı dört Umreden birisini Cîrane’den yapmıştır. HUDEYBİYE Haram hudutları haricinde, mescid-i harama 22 km, şu an Şümeys diye isimlendirilen yerdir. Biat-ül Rıdvan, Hudeybiye musalahası burada yapılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v) Hicretin 6. yılında 1400 kadar ashabı ile umre yapmak üzere buraya kadar geldiler. Kureyşliler oradan ileri gitmelerine mani oldu. Peygamberimiz (s.a.v), Kureyşlilerle görüşmek üzere Hz. Osman’ı gönderdi. Hz. Osman ‘ın şehit edildiği haberi geldi. Müslümanlar şecere-i Rıdvan altında müşriklerle son demlerine kadar harb etmeye biat ettiler. Bu biata “Biat-ı Rıdvan” diye isim verildi. Hz. Osman salimen döndü. Kureyşliler sulh isteğini arz etti ve sulh yapıldı. Kurbanlar kesilerek umre yapılmadan dönüldü. MESCİD-İ HAVF Minâ dağının güneyinde, küçük şeytana yakın, Peygamber Efendimizin ve bir çok peygamberin namaz kıldıkları yerdir. Mescid-i Havf isminin verilmesi; Hz.İbrahim oğlu İsmail(a.s)’ı kurban etmeye götürürken burada vazîfesini yapıp, yapamayacağı korkusu içerisinde olduğu içindir. Mescid-i Havf da Çadır şeklindeki kubbenin altında peygamber efendimizin (sas) çadır kurduğu yerdir Bu mübarek yerde bir çok peygamber kabrinin olduğu rivayet edilmektedir. Behcetüt takva’da, bu kubbenin altında 400 Peygamberin metfun bulunduğu yazılıdır Onun için bu mescide Mescid-i Enbiya da derler. Mir’âtü’l Harameyn de bildirildiğine göre: Hz. Adem Mescidin girişinde sol taraftaki minarenin altında metfundur. Hz. Âdem’ in cenâze namazını oğlu Şit (a.s.) kıldırdı ve Ebu kubeys Dağına defnetti. Nuh (a.s) da Hz. Âdem’in kabrini gemiye alıp tufandan sonra Mescid-i hayf’deki bu minârenin altına defnetti. Mescid-i havf gayet mübârek ve mukaddes bir mekân olduğu için burada çokça ibâdet yapmak lazımdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki: Peygamber Efendimiz (sas) “Kabe’yi 70 Peygamber tavaf etti. Hepsi de Kabe’yi tavaf ettikten sonra Mescid-i Havf’ta namaz kıldılar. Orada bulundukça namazı kaçırmayın.” buyurmuştur. (Mir’atül-haremeyn c.1 s.1130) Mescid-i Hayfta yetmiş peygamber namaz kıldı. Musa (a.s)’da onlardandır. Ben onu görür gibi oluyorum. Zeyd İbn-i Esved (r.a.) buyurmuşlardır ki; Rasülullah’ın vedâ haccında ben de beraberdim. Rasülullah ile beraber sabah namazını Mescid-i Havfta kıldım. Ebu Hureyre (r.a) hazretleri; “Ben Mekke ehlinden olsa idim her cumartesi günü Mescid-i Havfta namaz kılmak üzere Mina’ya giderdim” buyurmuşlardır MESCİD-İ AİŞE Harem-i Şerife 6km yayan olarak 1 saat mesâfede, Medine tarafından harem hududu olan Tenim’dedir. Hz.Âişe vedâ haccında peygamberimizle beraber haccetti. Özrü sebebiyle umre yapamamıştı. Peygamber efendimiz’e Medine’ye dönecekleri zaman dedi ki; “ ya resulallah insanlar hac ve umre ile dönüyor, ben ise umreden mahrum oldum” peygamber efendimiz (s.a.v) kardeşi Abdurrahman (r.a) hazretleri ile beraber umre yapmak için Ten’ime gönderdiler. Cebel-i Ten’im’deki ağaçlık yere gelince orada ihramlanmış iki rekat ihram namazı kılmıştır onun için Mescid-i Aişe denilmiştir. Tenim Mescidinin sağ tarafında Tenim dağı vardır. Mescidin bulunduğu vadiye Numan Vadisi denir ARAFAT Mekke`nin yirmi kilometre uzaklığında ve doğusunda bulunan bir dağ. Aynı adı taşıyan ova içinde yaklaşık yetmiş metre kadar yükseklikte bir tepe görünümündedir. Tepeye koyu yeşil taş yığınları hakimdir. Arafat`a "Cebelü`r-Rahme" (Rahmet Dağı) de denir. Hac ibadetinin rükünlerinden biri olan vakfenin yapıldığı yer olmasından dolayı büyük bir önem taşımaktadır. Bu dağın, ismini nasıl aldığı hakkında çeşitli görüşler vardır: Rivayetlere göre Hz. Adem (a.s.) ile eşi Hz. Havva Cennet`ten çıkarıldıktan sonra yeryüzüne indirilmiş ve bir müddet ayrı kalıp nihayet Arafat Dağı`nda buluşmuşlardır. Buluşma anlamına gelen "Ta`arrefe" kelimesinden alınmış ve buraya Arafat denilmiştir. Bu ismin ve rivayetin Hz. Adem (a.s.) zamanından beri nesilden nesile aktarılmış olduğu ifade edilmektedir. İsmin nereden geldiğine dair diğer bir rivayet de hacıların Arafat dağındaki vakfeleri sırasında Allah`ın yüceliğini, kendilerinin ihtiyaç ve kulluklarını "itiraf" ettiklerinden dolayı buraya Arafat adının verildiği söylenmektedir. Bu konu ile ilgili diğer bir üçüncü görüş ise şöyledir: "Hac ibadetinin önemli bir rüknü olan vakfeyi tamamlayanlar manevi bir kokuya (Arf) büründükleri için bu anlamda bu dağa Arafat adı verilmiştir. MEDİNE ZİYARET YERLERİ 1- Baki Mezarlığı Mescid-i Nebî’nin doğu tarafında bulunan Baki Mezarlığını ziyaret etmek müstehaptır. Peygamber Efendimizi görme şerefine nail olan, sesini duyan, onunla namaz kılan ve İslâmiyet uğrunda hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen on bin civarında sahabi bu mezarlığa defnedilmiştir. Üçüncü halife Hz. Osman, Hz.Abbas, Hz.Aişe, Hz. Fatıma, Sad b. Ebi Vakkas, Hz.Hasan gibi sahabe ile İmam-ı Malik gibi Tabiundan bir çok büyük zevat burada bulunmaktadır. Mezarlığın içerisine girmek şart olmamakla birlikte kapısı açık olduğunda içeri girilerek; kapalı olduğunda dışardan ziyaret edilebilir. Ziyarette orada yatanlara selâm verilir ve dua edilir. İsteyenler Dua kitabındaki mezarlıkları ziyaretle ilgili selâm ve duayı okuyabilirler. Peygamber Efendimiz zaman zaman Baki Mezarlığını ziyaret eder ve orada medfun bulunan mü’minler için dua ederdi. 2- Kuba Mescidi Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında, Medine’ye 5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamberimiz orada bir mescid inşa etti ve burada namaz kıldı. Kur’an-ı Kerim’de takva üzere yapıldığı bildirilen ve İslâm âleminde cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk mescid budur. Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada iki veya dört rekat namaz kılmak müstehaptır. Bu mescidin ziyareti ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, başka maksatla değil de sadece namaz kılmak için Kuba Mescidine giderse umre sevabı alır." Hz. Peygamber sağlığında, Cumartesi günleri Kuba Mescidini ziyaret eder ve burada namaz kılardı. 3- Uhud Şehitleri Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır. Hicretin üçüncü yılında (M.625) müslümanlarla müşrikler arasında burada yapılan savaşta, Ashab-ı kiramdan 70 kişi şehid olmuş ve buraya defnedilmişlerdir. Peygamberimizin amcası ve şehidlerin efendisi Hz.Hamza da bunlar arasındadır. Hz.Peygamber, her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder ve onlara dua ederdi. Uhud şehitlerini ziyaret etmek de müstehaptır. Uhud şehitleri de ziyaret edilirken selâm verilir ve dua edilir. Arzu edenler Diyanet İşleri Başkanlığının hacılara hediye ettiği Kutsal iklimde Dua kitabındaki "Mezarlık ziyaretinde okunacak selam ve duayı " okuyabilirler. 4- Kıbleteyn Mescidi İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber, Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda aşağıdaki âyet-i kerime indi: "... Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün." Bunun üzerine Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelinerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir. Bu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat Tahiyyet’ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur. 5- Yedi Mescidler Hendek savaşının yapıldığı bölgede bir birine yakın küçük küçük yedi mescid bulunmaktadır. Bunlara " Yedi Mescidler" denir. Medine’ye gelenler tarafından buraların da ziyaret edilmesi âdet haline gelmiştir. Bugün Bulardan 4 tanesi varlığını sürdürmekte olup diğerleri yıktırılıp , Yerlerine suud mimarisinde yeni mescid inşa edilmiştir. Medine’ye üç kilometre uzaklıkta ve Kuba Mescidi’nin batı tarafında,kıblenin sol tarafı yol kenerında kuyu üzerinde büyük taş olan bir parkın içinde bulunmaktadır. Bu kuyu Erîs adlı bir yahudiye ait bahçede bulunduğu için Eris Kuyusu diye anılmıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz Kuba Mescid’ine giderken Eris Kuyusu’ndan abdest alırdı. Hz. Osman, Resûlullah ve iki dostuyla birlikte bu kuyu başında yaşadığı o erişilmez güzelim günleri yeniden yâd etmek için hicrî 30 (650) tarihinde Eris Kuyusu’nu ziyarete geldiği bir gün, parmağındaki yüzüğü kuyuya düşürdü. Kuyunun bütün suyunu boşaltarak üç gün boyunca aradıkları halde yüzüğü bulamadılar. O günden sonra bu kuyu, Yüzük Kuyusu anlamında Bi’rü’l-hâtem diye de anıldı. GAMAME MESCİDİ İslâm'ın ilk asırlarında genellikle şehirlerin kenar kısımlarında toplu namazlar için musallâlar hazırlanır ve bayram, cuma namazları gibi toplu namazlar bu günkü gibi muhtelif camilerde değil, sadece namazgâh denilen bu musallâlarda kılınır, böylece bütün şehir halkının haftada bir defa bir araya gelmesi sağlanırdı. Nitekim Ebu Said El-Hudrî (r.a)'ın ifadesine göre: "Rasulullah (s.a.s), Ramazan ve Kurban bayramlarında musallâya çıkar ve ilk başladığı şey namaz olurdu. Namazdan sonra ayağa kalkarak sahabeye vaaz eder, onlara gerekli tavsiyelerde bulunur, gerekli emirleri verir, gaza için göndereceği varsa onları gönderir ve daha sonra musalladan evine geri dönerdi" (Buhârî İdeyn, 6). Nafi' b. Ömer de der ki: "Rasulullah (s.a.s), bayram gününün sabahında musallâya gider ve beraberinde mızrağı da götürülürdü. Musallaya varınca mızrağı, kendisinin önünde dikilir ve ona doğru namaz kılardı. Rasulullah'ın o zamanki musallâsı bir düzlükten ibaretti ve önünde mihrap gibi herhangi bir şey yoktu" (İbn Mace, İkamet, 164). İslâm hukukçuları bu hadisi şerifleri nazarı itibara alarak yağmur ve kar gibi bir özür olmadıkça bayram, cuma ve cenaze gibi toplu namazların şehir dışında bir musallâda kılınmasının sünnet olduğunu ve musallâda bayram namazı kılmanın camide kılmaktan daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Hanefi fukahası hep bu görüştedirler. Zira Rasulullah (s.a.s), bayram namazlarını hep Medine camiinin dışındaki musallâda kıldırmıştır. Peygamber Efendimizin musallâsı, Medineli Münevverede, Mescid-i Nebevînin kapısından güney batı istikametine doğru 500 m uzaklığında bir yerde idi. Bu gün Mescidü'lGamâme denilen cami Peygamber Efendimizin musallâsında yapılmıştır. Medine ahalisi de Hicretin dokuzuncu yüzyılına kadar bayram namazlarını orada kılarlardı. Peygamberimizin musallâsı olan Mescidü'l-Gamâme, Hicretin ikinci yüzyılında cami haline getirilmiştir. Hicretin dokuzuncu yüzyılına kadar bu cami musallâ olarak kullanılıyordu. Ancak, Mescid-i Nebevi genişletilince artık musallâya ihtiyaç kalmayıp cuma ve bayram namazları da burada kılınmaya başlandı. Peygamberimiz (s.a.s)'in musallâsında inşa edilen Mescidü'l Gamame, Hicretin sekizinci yüzyılında Kılavun'un oğlu Sultan San tarafından tamir edildi. Dokuzuncu yüzyılda Mimar Emir Berdek tarafından, onüçüncü yüzyılda Osmanlı Sultanı Abdülmecid Han tarafından ve XIX. yüzyılda II. Abdülhamid Han tarafından yine tamirat gördü ve nihayet Hicri-1353 yılında, Suud hükümeti tarafından Osmanlı mimarisi üzerine tamiratı yapıldı (Abdül Kuddus el-Ensari, Asarü'lMedine el-Münevvere, 118) Hz. EBÛ BEKİR MESCİDİ Bu Mescidin olduğu alan, Efendimiz (s.a.v.)’in bayram namazlarını kıldırdığı yerlerdendir. Ebû Bekir (r.a.) de Efendimiz (s.a.v.)’e uymak için bayram namazlarını burada kılmıştır. Mescidi gamameye 40 m mesafededir. Bugünkü bina Sultan II. Mahmut zamanında 1838’de inşa edilen binadır. Suudlular tarafından 1990’da tamir ettirilmiştir. Amberiyye mescidi Rivayet olur ki , ''Osmanlı padişahlarının hacı olmadıkları bilinmektedir''. Ancak Haremeyn için fedakarlığın ve hizmetin en güzelini göstermişlerdir. Haremeyn sevdası içinde yanan padişahlarımızdan biri olan Sultan Abdülhamit Medine'den gelen paşalarından birine peygamberin kabrinden amber kokan toprak getirmesini söyler. Paşa buradaki vazifesini tamamladıktan sonra dönüş hazırlıklarını yapar ve trene biner. Tren kalkış düdüğünü derin derin çalarken paşanın aklına padişahın emri gelir. Hemen oturduğu yerden fırlar ve istasyonun dışına koşar. Ravza-i Mutahhara uzakta kalmıştır. Hemen aceleyle istasyonun yanındaki camiinin bulunduğu alandan bir avuç toprak alır. "Canım toprak işte , padişah nereden anlayacak " diyerek İstanbul'a döner. Sultan Abdülhamit paşayı huzuruna alır. Raporunu sunan paşa , beraberinde getirdiği toprağı padişaha uzatır. Padişah sevinç ve saygıyla toprağı avucuna alır. Burnuna götürür. Koklar. Bir daha koklar. Biraz hüzünle paşaya dönerek ; - Paşa , getirdiğin toprak amber kokuyor ama bunun miski eksik der... İşte misk-i amber sözünden yola çıkılarak bu hikayeyi anımsatan camiinin adı Amberiye CUMA MESCİDİ Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kuba köyüne gelip burada yaklaşık on dört gün kaldıktan sonra Medine’ye gitmek üzere hareket ettiler. Ranuna vadisine geldiklerinde Benî Salim kabilesinin yaşadığı yerden geçerken, kabile halkı Efendimiz (s.a.v.)’i bırakmadılar. İkramda bulundular. Burası aynı zamanda Peygamberimizin dayılarının yurdu idi. Bu arada Cuma günü öğle namazı vakti girdi. Efendimiz burada ilk Cuma namazını kıldırdı. Gerçi Peygamberimizin hicretinden önce Es’ad İbni Zürare Medinelilere Cuma namazı kıldırmıştı. Fakat Efendimizin (s.a.v.) kıldırdığı ilk Cuma namazı yaklaşık 100 kişiyle ve hür olarak burada kılındı. Peygamberimiz (s.a.v.) ilk okuduğu hutbe buradaki hutbedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ilk kıldıkları Cuma namazının birinci hutbesinde Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Sağlığınızda ahiretiniz için hazırlık yapınız. Muhakkak biliniz ki kıyamet gününde herkes burada yaptığından sorguya çekilecektir. Allah-ü Teâla, burada iken ahireti için iyi bir hazırlık yapmış olan kuluna diyecek ki; Ey kulum Sana benim Peygamberim gelip de söylemedi mi? Ben sana mal verdim, sağlık verdim, sana bir çok nimetler ihsan ettim. Sen kendin için ne hazırladın? İbadetler yaptın mı? İyilik ettin mi? O kimse de sağına soluna bakacak bir şey göremeyecek. Önüne bakacak cehennemden başka bir şey göremeyecek. Öyle ise, her kim kendisini bir yarım hurma ile de olsa ateşten, cehennemden kurtarabilecek ise, hemen dünyada o hayrı işlesin. Dünyada iken yapabildiği kadar hayır ve iyilik yapsın. Yarım hurma tanesi kadar iyilik yapacak bir şeyi yoksa, herkese tatlı dilli, güler yüzlü olsun. Zira bu suretle bir hayra on mislinden yedi yüz misline kadar sevap ve mükafat verilir.” HZ. ÖMER MESCİDİ Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bayram namazlarını kıldırdığı yerlerden biri de Hz. Ömer Mescidinin yeridir. Hz. Ömer (r.a.) hilafeti zamanında bayram namazlarını Efendimiz (s.a.v.)’e uymak amacıyla burada kıldırmıştır. Mescid-i Nebevi’den 455 m. uzaklıktadır. Osmanlı Sultanı II. Mahmud tarafından Hicri 1411 yılında tamir ettirilmiştir. Şu an ibadete kapalıdır. HZ. ALİ MESCİDİ Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bayram namazlarını kıldırdığı yerlerden biridir. Efendimiz, Gamame Mescidinin bulunduğu yerde bayram namazlarını kıldırmadan önce, bayram namazlarını burada kıldırmıştır. Bir rivayete göre de, Hz. Osman (r.a.) şehit edilmeden önce evinde mahsur kaldığı zaman, bayram namazını Hz. Ali burada kıldırmış ve bu sebeple Hz. Ali mescidi olarak anıla gelmiştir. Mescit-i Nebevi’den 290 m uzaklıkta olan, bugünkü mescid, II. Mahmut tarafından yaptırılmış, 1990 lı yıllarda civardaki diğer mescidiler gibi Suudlular tarafından tamir edilmiştir MEDİNEDEKİ DİĞER BAZI MESCİDLER Ebî Zer Mescidi Mescid-i Nebevînin 900 m. Kuzeyine düşen bu mescide Ebu Zer mescidi dendiği gibi secde mescidi de denir. Abdurrahman bin Avf diyor ki Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu noktada kıbleye yöneldi ve secdeye kapandı secdeyi çok uzattı. Kalkınca ya rasullellah secdenizi çok uzatınca korktum Allah ruhunuzu aldı zannettim dedim. Oda bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi. “Allah c.c. sana kim salat ederse ben de ona salat ederim, kim selam verirse ben de ona selam veririm” buyuruyor deyince ben de Allaha şükür secdesi yaptım. buyurdular. Bu mescide şükür mescidi de denir. İcâbe Mescidi Sahihi Müslimde rivayet edilen bir hadisi şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyorlar: “rabbime üç duada bulundum bunlardan ikisini kabul etti birini etmedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim kabul etti. Yine rabbimden ümmetimi tufanla helak etmemesini istedim bunu da kabul etti. Birde ümmetimi kendi içinde bölmemesini, bir birine düşürmemesini istedim bunu kabul etmedi.” Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu duayı bu mescidin bulunduğu yerde yapmıştır bundan dolayı bu mescide duanın kabul olması manasına icabe mescidi denmiştir. Ayrıca bu mescid beni muaviye kabilesinin içinde olduğu için Benî Muaviye mescidi de denmiştir. Ancak bu gün icabe mescidi diye anılmaktır. Bu mescid bu gün şarii sittin denilen cadde üzerinde bulunmaktadır. Binası yenilenerek genişletilmiştir. Mesahası takriben 1000m² dir. Fadih Mescidi Bu mescide beni ennadir de denir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) onlarla antlaşma yapmış ama her zaman oldu gibi Yahudi ahlakı bu antlaşmaya sadakat göstermediler. Daima Müslümanlara hiyanet ve hile yapıyorlar hatta Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) i öldürme teşebbüsünde bile bulundular. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de onarlı muhasara etti ve Medine-i Münevvere den çıkmalarına izin verdi. Bu Mescid Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in muhasara esnasında namaz kıldırdığı yere inşa edilmiştir. Bundan dolayı buraya mescidi beni ennadir denir. Başka bir cihetten ise bu muhasara esnasında içkiyi yasaklayan ayet burada nazil oldu. Müslümanlarda ellerinde ki içkileri burada döktüler. Döktükleri içkilere fadih denirdi. Ondan dolayı buraya fadih mescidi de denmiştir Beni Kurayza Mescidi Bu mescidin Benî Kurayza diye isimlendirilmesin nedeni Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)Benî Kurayzayı kuşatma esnasında namazları burada kıldırmasındandır. Beni Kurayza Medinede ikamet eden Yahudi kabilelerdendi. Hendek harbinde Müslümanlara ihanetlerinden dolayı efendimiz onları muhasara etti. Bu gün vatani hastanesi ile Zehra hastanesi arasında bir mevkidedir. Şeyhayn mescidi Seyyidüşşüheda yolundan gelirken mescidil mustarahtan 300 m. ileride sağda dır. Bu mıntıkaya şeyhayn dendiğinden bu mescide de o yerin ismi verilmiştir. Uhud savaşına giderken Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada gecelemiş ve burada ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmıştır. Ordusunu burada gözden geçirmiş yaşı küçük sahabileri geriye göndermiştir. Münafıkların başı Abdullah bin übey bin selul Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in kendisini Medinede kalma hususunda dinlemediği gerekçesiyle beraberindeki 300 kişi ile bu şeyhayn mescidine yakın bir yerde ordudan ayrılarak geriye dönmüştür. Bu mescide Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in iki zırhından birini burada giydiğinden dolayı dır’ (zırh )mescidi de denir. Bu günkü bina Osmanlı yapısıdır. Mustarah Mescidi Beni hârise mescidi de denen bu noktada Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) uhud savaşından dönerken istirahat buyurmuşlardır. Bundan dolayı istirahat edilen yer anlamında mustarah denilmiştir. Ayrıca Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) uhud şehidlerini ziyarete giderken burada namaz kılmış ve istirahat etmiştir. Eski Mescid yıkılmış ve yerine yeni bir bina inşa edilmiştir. Ahzab savaşında kazılan hendeğinde buradan başladığı söylenmektedir. Sukyâ Mescidi Amberiyede bulunan tren istasyonun içerisinde üç kubbeli küçük bir mesciddir. Alanı 65 m² dir. Bu yere sukya mahallesi saadın yeri denir. Bundan dolayı da bu mescide sukya mescidi denmiştir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Bedir muharebesine giderken burada orduyu denetlemiş, küçük gördüğü sahabilerin çocuklarını geri çevirmiş ve burada bulunan sukya kuyusundan abdest alıp su içmiştir. Ve yine meşhur ehli Medine için olan duasını burada yapmıştır. Bu duada ehli Medine için bereketle dua etmiş ve Medine-i Münevvere yi Mekke gibi harem ilan etmiştir. Hz Ömerin de Hz. Abbasın elini tutarak onun yüzüsuyuna yağmur duasına çıkma hadisesi burada olmuştur. Benî Harâm Mescidi Sahabi zamanında yapılmış bir mesciddir. Ensar kabilelerinden hazrec kabilesinin benî haram kolu burada oturduğundan bu mescide benî haram mescidi denmiştir. Mescidin yerinin Cabir ibn abdillah’a ait olduğu rivayet edilir. Burada hendek savaşında meşhur yemek bereketi mucizesi meydana gelmiştir. Cabir Radıyallahu anhu Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)i ve birkaç kişiyi hazırladığı yemeğe davet eder. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de hendekte bulunan herkesi bu yemeğe çağırır ve yemeği bin kişiye yakın kimse yer ve yemek artar. Halen beş vakit namaz kılınmakta olan bu mescid mahalle mescidlerinden biri olarak addedilmektedir. Benî Dinâr Mescidi Bu mescid de sahabe zamanından beri bulunan bir mesciddir. Hazrecin Benî Dinar kabilesi içerisinde olduğundan bu ismi almıştır. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu mescidde namaz kılmıştır. Bu mescide muğaysile mahallesinde olmasından muğaysile mescidi de denmektedir. Burada da beş vakit namaz kılınmaktadır. Benî Zafer Mescidi Medine ehlinden benî zafer kabilesi içerisinde olduğundan Benî Zafer mescidi denmiştir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) zamanından beri var olan mescid maalesef bu gün yoktur. Ancak yeri bellidir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu mescide gelmiş Abdullah bin Abbas’a Kur’an okumasını emretmiş, o da Nisa Suresini okumaya başlamış ( فكيف اذا جئنا من كل ) امة بشهيد و جئنا بك على هؤالء شهيداayeti kerimesini okurken burada yeter demiş ve Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Râye Mescidi Hendek savaşında zübab dağının üzerine savaşı takip ve komuta etmesi için Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) e çadır kurdular. Cihadı ilan etmek manasına Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)in sancağı buraya dikildi. Bu yere daha sonra mescid inşa edildi. Raye mescidi diye adlandırıldı. Raye sancak demektir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hendekte çıkan kayayı bir mucize olarak parçalaması da buraya yakın bir yerde olmuştur. Bu gün burası uyun yolu başlangıcındadır. Fetih Mescidi Bu mescid bu gün yedi mescidler diye bilinen mescidlerden biridir. Aslında o mescidlerden Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) veya sahabiyle ilgisi olan tek mescid de budur. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ahzab harbinde düşmanlara burada uzunca beddua etmişti. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada üç gün dua etmişti. Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri…Çarşamba günü öğle ile ikindi arasında yaptığı dua kabul olmuş ve ahzab denilen müşrik ordusu darmadağın olmuştu. Sel’ dağının bir kenarında bulunan bu mescide fetih mescidi dendiği gibi ahzab mescidi de denir. MEDİNE HİCAZ TREN GARI Medine Tren garı hakkında çok şeyler yazmaya değer. Hicaz demiryolu denilen hattın son durağı. en son 1995 yılında ziyaret ettiğim bu yer gayet bakımsız harabe bir vaziyettteydi. İçerisine girip baktığım zaman yerlerde atılmış raylar eski vagonlar ve metrük vaziyette tren bakım binalarıni gördüğüm zaman duygulanmış ve çok hüz hüzünlenmiştim ama bu gün gördüğüm tablo beni mutlu etti çünkü gar restore edilmiş binalar yenilenmiş ve vagonlarda tamir edilmişti. Sorduğumda restorasyonu burada iş yapan müteahhitler tarafından yapıldığı söylendi. Fakat bu kadar büyük bir resterosyonu onların yapabileceği konusunda tereddütlerim var . Her kim yaptıysada Allah razı olsun diyorum. Çünkü böyle bir resterasyonu orananın yönetiminin yapacağınıda zannetmiyorum. Çünkü zaten islam tarihinin önemli eserlerini dahi yıkan ve hiç vefa duygusu sergilemeyen bu günkü sudi yönetimi Peygamber efendimizin bulunduğu ravza ve Kabenin bulunduğu mekkedeki haremi şerif haricindeki binalar ve eserlere sahip çıkmadığı gibi yıkmışlardır. Bu gün oraları ziyaret eden müslüman kardeşlerimiz, tarihten dokular bulacağın zanetmesinler. Çünkü oralar yok olmuş ve halada genişletme ve otel yapma adı altında tarihi evler ve yapılar malesef yıkılmata. Ecdadımız Osmanlı, medineye ve mekkeye özel bir önem vermiş ve burada birçok köprü camii mescid yol yapmışlardır.Hatta hicaz demir yolu medine yakınlarına gelince terinin ray atlamısı sırasında oluşacak gürültüden, Rasulullahın manevi huzuru sesten rahatsız olmasın düşüncesiyle rayların altına keçe koymuşlar ve sesi asgariye indirmişlerdir. Ama malesef bu gün o eserlerden çoğu yıkıma uğramış ve tahrip olmuştur. İnşallah bundan s onra hükümetlerimiz nezlinde girişimde bulunulurda kalan bir kaç tanesi restore edilerek yaşatılır. Medine tren garının uzaktan görünüşü Garın giriş kapısı Ecdadımız yaptığı eserlere, bir kitabe ve tuğrasını koymayı ihmal etmezdi. Fakat bu gün görüyoruzki kitabe yeri boş muhtemelen yerinden çıkartılmış belkide üsstteki yuvarlak alandada tuğramız bulunmaktaydı fakat oda kıyımdan nasibini almış, Tabi bu durumu görünce kızmakla üzülmek arasında bir duyguya kapıldımsada; Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllar ve tek partili dönemlerde bu tuğra ve tarihi osmanlı eserlerinin nasıl kıyıma uğradığını ve osmanlı tuğralarının tarihi eserlerin çoğunda nasıl kazındığını hatırlayınca kendimizin tarihi eserlere yaptığı bu ihaneti başkalarınında yapması herhalde çok olmasa gerek diye düşündüm. MEDİNE MESCİDİ CUMA: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Medine'ye gelirken durduğu Rânunâ denilen yerde, öğle namazı vakti gelmişti. Burada yanında bulunanlarla birlikte Cuma namazı kıldı ve hutbe okudu. Peygamberimizin ilk defa kıldığı Cuma namazı budur. İlk okuduğu hutbe de burada okuduğu hutbedir. Şimdi bu yerde "Mesci-i Cuma" adıyla büyük bir cami bulunmaktadır. MESCİD-İ KIBLETEYN; İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra, Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber'e, inen âyet-i kerimeden sonra, Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denirBu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat Tahiyyet'ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur. KUBA MESCİDİ : Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicret ederken, Medine’ye 5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamberimiz orada bir mescid inşa etti ve burada namaz kıldı. İslâm âleminde cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk mescid budur.Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada iki veya dört rekat namaz kılmak müstehaptır. Bu mescidin ziyareti ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, başka maksatla değil de sadece namaz kılmak için Kuba Mescidine giderse umre sevabı alır."Hz. Peygamber sağlığında, Cumartesi günleri Kuba Mescidini ziyaret eder ve burada namaz kılardı. UHUD ŞEHİTLİĞİ: Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır. Hicretin üçüncü yılında (M.625) İslam'ın yayılması sırasında hayatını kaybeden Peygamberimizin amcası ve şehidlerin efendisi Hz.Hamza ve 70 sahabenin kabirleri burada bulunmaktadır. Hz.Peygamber, her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder ve onlara dua ederdi Uhud şehitlerini ziyaret etmek de müstehaptır. Uhud şehitleri de ziyaret edilirken selâm verilir ve dua edilir. Arzu edenler Dua kitabındaki "Mezarlık ziyaretinde okunacak selam ve duayı " okuyabilirler MESCİD-İ SEB'A: Hendek savaşının cereyan ettiği bu yere birbirlerine yakın küçük yedi mescid yapılmıştır. MESCİD-İ NEBEVİ’NİN FAZİLETİ Hz. Peygamber (s.a.v.) in Medine’ye hicretinden hemen sonraashab›yla birlikte inşa ettiği ve Mescid-i Nebevî yahut Mescid-i Resül diye an›lan Medine Mescidi, Mescid-i Haram veMescid-i Aksa’dan sonra yer yüzündeki en faziletli mescittir.Resülüllah’›n kabr-i şerifi de Mescid’in doğu yönünde bulunanhücrede yer almaktad›r. Mescid’in genişletilmesi sebebi ile günümüzdebu hücre mescidin içinde kalm›şt›r. Hz. Ebubekir ileHz. Ömer’in kabirleri de ayn› yerdedir. Resülüllah Efendimiz,“Mescid-i Haram, benim şu mecidim (Mescid-i Nebi) ve Mecid-i Aksa’dan başka hiç bir mescid için (namaz k›lmak, ibadet etmek maksadi ile) yolculuk yapmak uygun olmaz” anlamındaki hadisi şerifi ile, Mecscid-i Nebi’yi ziyaretin ve orada ibadetetmenin faziletini ifade buyurmuştur. Yine, “Benim şu mescidimde k›l›nan bir vakit namaz, Mescid-i Haramd›ş›ndaki diğer mescitlerde kılınacak bin vakit namaza denktir” anlamındaki hadisi ile de bu mescid-i şerifin faziletinidile getirmiştir. PEYGAMBERİMİZİN KABRİNİ ZİYARETİNHÜKMÜ Peygamberimizin kabrini ziyaret etmek menduptur. Şu hadisişeriflerde kabrinin ziyaret edilmesi tavsiye ve teşvik edilmiştir: “Kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatim vacip olur” “Kim hac yapar da ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse,beni hayat›mda ziyaret etmiş gibi olur.” Bu hadisi şerifler ve benzerlerinden hareketle her devirde İslâm bilginleri Resülüllah’›n kabr-i şerifini ziyaret etmenin enfaziletli menduplardan biri olduğunu ifade etmişler, hatta Hanefi bilginlerinden bazıları gücü yerinde olanlar için, bu ziyaretin vacip derecesine yaklaşan bir sünnet olduğunu söylemişlerdir. MESCİD-İ NEBEVİ’Yİ VE PEYGAMBERİMİZİNKABRİNİ ZİYARETİN ÂDÂBI Resülüllah Efendimiz,“Bir kimse bana selam verince Allah bana ruhumu iade eder,ben de o kimsenin selamını alır, ona karşılık veririm” buyurmuştur.Peygamber Efendimizi ziyaret etmeğe niyet eden kimse,mescidini ziyaret etmeğe niyet eder ve bu ziyaret ile Allah’ın rı-zasını kazanmayı amaçlar.Yolculuğu sırasında her zamankinden daha çok salat-ü selam getirir. Medine’ye yaklaşıp Mescid-i Nebiyive civarını görünce salat-ü selam› daha da arttırır ve“Ey Allah’ım! Bu, Peygamber’inin haremidir. Onu benim hakkımda cehennem ateşinden, azaptan ve kötü hesaptan korunmama vesilesi kıl” diye dua eder. Mümkünse Medine’ye girdiğinde gusleder veya abdest alır. Temiz elbiseler giyinir, güzel koku sürünür,Mescide ulaştığında, “Allah’ın adıyla ve Resülullah’ın dini üzere (bu ziyareti yapıyorum) Ey Rabbim, (gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. Çıkacağ›m yerden de beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Kat›ından bana yardımcı bir kuvvet ver” Ey Allah’›m! Peygamber’in Muhammed’e ve onun aile fertlerine salâtve selam et. Günahlarımı bağışla, rahmet ve ihsanının kapıları-nı bana aç” diye dua eder. Sağ adımını atarak tevazu ve saygı ileiçeriye girer. Kerahet vakti değilse iki rekat tahiyyetül mescid namazı kılar. Bu namazı mümkünse, Hz.Peygamberin kabrinin bulunduğu hücre ile minberinin arasında bulunan ve “Ravza-i Mutahhare”diye anılan yerde, değilse mescidin uygun bir yerindekılar. Resülullah (s.a.v.) “Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir, minberim de (Kevser) Havuzumun üzerindedir”buyurmuştur.Tahiyyetülmescid namazını kıldıktan sonra, bu nimete ulaştığı için şükür secdesi yapar veya iki rekat şükür namazı kılar,sonra kabr-i şerife doğru ilerler, Peygamber Efendimiz’in mübarek başı hizasına gelince iki metre kadar mesafede yüzü kabre,sırtı kıbleye dönük olarak durur. Resülüllah’ın kendisini gördüğü, söylediklerini işittiği, kendisine muka’belede bulunacağı bilinci ve duasının kabul edileceği inancı ile şöyle selam verir ve Cuma Mescidi Mus’ab bin Umeyr ve Es’ad bin Zürâra Radıyallahu anhume Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in Medine’ye hicretinden önce Medinede ki Müslümanlarla beraber Cuma namazını kılarlardı. . Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hicretin ilk günlerinde Kuba mescidini inşa ettikten sonra Medine-i Münevvere ye hareket ettiğinde Beni Sâlim kabilesinin içinden geçerken kabile halkı Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)i bırakmadılar. İkramda bulundular. Bu arada Cuma günü öğle namazı vakti girdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada ilk Cuma namazını kıldırdı. Bundan dolayı buraya Cuma mescidi dendi. Bu mescide “Âtike” veya Beni Sâlim kabilesi içerisinde olduğu için “Beni Sâlim” mescidi de denir. Ayrıca mescidi “vadi” de denir çünkü bu mescid “Ranuna vadisi”nin içerisindedir Bu mescid 1990 lı yıllarda yeniden yapıldı. Türk mimarisini andıran yapısıyla arzı endam eden bu mescid kuba mescinin bir km.kuzeyine düşmektedir. Mimarı Mahmut Kirazoğlu dur. Ebî Zer Mescidi Mescid-i Nebevînin 900 m. Kuzeyine düşen bu mescide Ebu Zer mescidi dendiği gibi secde mescidi de denir. Abdurrahman bin Avf diyor ki Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu noktada kıbleye yöneldi ve secdeye kapandı secdeyi çok uzattı. Kalkınca ya rasullellah secdenizi çok uzatınca korktum Allah ruhunuzu aldı zannettim dedim. Oda bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi. “Allah c.c. sana kim salat ederse ben de ona salat ederim, kim selam verirse ben de ona selam veririm” buyuruyor deyince ben de Allaha şükür secdesi yaptım. buyurdular. Bu mescide şükür mescidi de denir. İcâbe Mescid Sahihi Müslimde rivayet edilen bir hadisi şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyorlar: “rabbime üç duada bulundum bunlardan ikisini kabul etti birini etmedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim kabul etti. Yine rabbimden ümmetimi tufanla helak etmemesini istedim bunu da kabul etti. Birde ümmetimi kendi içinde bölmemesini, bir birine düşürmemesini istedim bunu kabul etmedi.” Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu duayı bu mescidin bulunduğu yerde yapmıştır bundan dolayı bu mescide duanın kabul olması manasına icabe mescidi denmiştir. Ayrıca bu mescid beni muaviye kabilesinin içinde olduğu için Benî Muaviye mescidi de denmiştir. Ancak bu gün icabe mescidi diye anılmaktır.Bu mescid bu gün şarii sittin denilen cadde üzerinde bulunmaktadır. Binası yenilenerek genişletilmiştir. Mesahası takriben 1000m² dir. MESCİD-İ DIRÂR Peygaberimizin inşasında bizzat çalıştığı İslam'ın ilk Mescidi Kuba Mescidi; Peygamberimizin bizzat yakılıp-yıkılması emrini verdiği ilk ve son mescid Mescid-i Dırar. HER İKİ MESCİD KUBA'da ve yanyanaydı. İkisi de aynı şekilde taştan topraktandı ve adı da mescid idi. Fark fonksiyonuydu. Münafıklarca Medine'de inşa edilen mescit. Müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s), münafıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mesciti yaktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir. Medine'de münafıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için İslâm devletinin takibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Aslen Medineli olduğu halde, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret etmesi üzerine İslâma ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e düşmanlığı ve hışmı dolayısıyla önce Mekke'ye daha sonra da Bizans ülkesine giden Ebû Âmir er-Râhib/el-Fâsık (Hz. Peygamber, onun er-Râhib lakabını el-Fâsık şeklinde değiştirmiştir) irtibatlı bulunduğu Medine'deki münafıklara mescit şeklinde bir merkez kurmaları tavsiye ve tahrikinde bulundu. Bunun üzerine münafıklar, 9/630 senesinde Medine'de Sâlim b. Avf Oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi'ne yakın bir yerde sözde bir mescit inşa ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber'e müracaatla içlerinden yaşlıların ve özür sahiplerinin devamlı merkezdeki Medine Mescidi'ne gelemediklerini, bazen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaata katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatla kılabilmek üzere bir mescit inşa ettiklerini belirterek, mescitlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescitin açılışını yaparak resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s), Tebûk Gazvesi'nin hazırlıkları ile son derece meşguldu ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescitlerine gelebileceğini belirtti. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde sözkonusu mescitin zarar verme (dırâr) inkar etme, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münafıkların bu amaçlarını gizlemek için "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek şöyle buyuruluyordu: ااُِْ نَإ اْس لٍنا ٍََنن نبَانن نَن ن اَأََا ُ نَ لا اَأُْ ً نأْأْ ُ نٍ ال ُِْ ْن ا ناِلَْا نَ اْسَِنن اْس لا ال نَ إلا ر ن نأ اَِنا إ ان نَسن نَاا رَ انن قن اب لب ٍن نَ نأ ل اأ ن ا سَ نٍ ان اأ ن ْه نا ن لَسنمل َ ن َ َ{سناناِبلَنن إَا له ا َن اد نهِل ن107} ْهل { اْس لٍ ا108} ْهل َنن ن ن س سا نٍ ال ِف ر ن نبُِْ ٌَم ننَل ا لن َ َُ َهأَنن َلااَ ن َ ُ اه لأَْا رنن َلابََنن أ ن ا فب ٌَم ٌَم ننَلَ ن رنن ر ن نا َق َن اَ ا ر ن اَب ٍ ان ْسن ا اَ نَ نُرن ر ل ل ن اس رنٌن نٍ ان ناأ ل لأرا ن َ ْن َ َاْسَن اَ ن نَ اهِي لن ن اأ ٍ ا اس اٍ ان ر ن ناَ فاأ نَأً ناَ ا ْهل ن نهَا ن َناأ ٌف بم ٌنا اَ نه ن ْه ٍنن ن ن اَ نَ نُرن بل اَ نَاَنمل رنل ن دَنا نُرن ن بل اَ نَاَنمل رنل ن ا ا ا ن ُ ل ل ا { ْسَاسٍَنن109} ْهل قلرَبل له ا ننَنُ نآ رن إلا قلرَبه ا ٌف أَبني بنَ انَْ ْسِي بل اََناَل له ل َنلن ْ لب لن َ َ{ نااَ ف نُرَ ف ن110} (et-Tevbe, 9/107-110) "Ey Nebi! Bu mescitte asla namaza durma. Şüphesiz ki başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescitte namaz kılman daha hayırlıdır. O mescitte kendilerini maddi ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah kendisini temizleyenleri sever. Binasının temelini Allah'tan korkma ve rızasını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla Cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır! Allah zalimler güruhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescit daima bir şüphe kaynağı olarak kalblerinde kalacaktır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir" Münafıklar Dırâr Mescidini açmak için Hz. Peygamber (s.a.s)in seferden dönmesini bekliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye dönünce, gerçek mahiyeti konusunda bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırâr mescitini görevlendirdiği birkaç sahabe vasıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırdı. Böylece münafıkların belli bir merkezde üslenerek faaliyette bulunmalarına fırsat vermedi. Dırar mescidinin yakılması, İslâm tarihinde bir ibadet mahalline yönelik ilk ve son eylemdir. Bu eylem İslam toplumunun birliğini bozmaya yönelik faaliyetlere hiç bir şekilde izin verilmeyeceğinin bir kanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının haince amaçları için İslam'ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda Müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır UHUD SAVAŞI İslam ordusunun harp nizamına konulmağa başlanması: Peygamberimiz, ordusunu, çarpışma düzenine koymağa başladı: Solda bulunan Ayneyn tepesine elli okçu gönderdi. Abdullah b. Cübeyr'i onlara kumandan tayin etti. Peygamberimizin okçulara emri : Vazifeniz; Bize yönelecek süvarileri oka tutup püskürtmek, onların, arkamızdan gelmelerine imkân vermemektir. Haydi kalkınız, şurada yerinizi alınız! Bizi, arkamızdan koruyunuz! Düşmanı yenip ganimet toplamaya koyulduğumuzu görseniz de sakın bize katılmayınız! Kuşların, bizi kapıştıklarını görseniz de, ben size adam göndermedikçe, sakın yerinizden ayrılmayınız! Düşmanları yendiğimizi görseniz de, ben size haber göndermedikçe, sakın yerinizden ayrılmayınız! Onların, bizi yendiklerini görseniz de, sakın yerinizden ayrılmayınız ve yardımımıza koşmayınız! Siz, yerinizde durmazsanız, biz, galip olamayız!» dedi. Okçular, İslam ordusunun arkasından hiç kimsenin gelmesine meydan ve imkan vermeyecekler, onları oka tutacaklardı. Peygamberimizin okçulara verdiği emri tekrarlaması ve Allah'ı şahid tutması: Okçular, yerlerine yerleştikleri zaman, Peygamberimiz, onların yanlarına vardı: «Bizi, arkamızdan koruyunuz! Biz, düşmanın arkamızdan gelmesinden korkarız! Yerinizde durunuz ve buradan hiç ayrılmayınız! Bizim, onları bozup hezimete uğrattığımızı, ordugahlarına daldığımızı görseniz dahi, yerinizden ayrılmayınız! Bizi, öldüreceklerini, öldürdüklerini görseniz dahi gelip bize yardımcı olmayınız ve onlardan bizi korumaya çalışmayınız! Size yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz! Çünkü, süvariler, atılan oklara doğru gelemezler! Allah'ım! Bunları, onlara tebliğ ettiğime Seni şahid tutarım!» dedi. Okçuların, kazanılan zaferi kaybettirmeleri: Okçulardan bazıları, birbirlerine: «Ne duruyorsunuz: Allah, düşmanı, bozguna uğrattı. Şu kardeşleriniz onların ordugahlarında ganîmet toplamağa koyuldular. Siz de müşriklerin ordugahına giriniz. Kardeşlerinizle birlikte ganîmet toplayınız!» dedikleri zaman, bir kısım okçular : «Siz, Resulullah'ın: “Bizi, arkamızdan koruyunuz! Sakın, yerinizden ayrılmayınız! Bizim, öldürüldüğümüzü görseniz de yardımımıza koşmayınız! Ganimet topladığınızı görseniz de bize katılmayınız! Bizi, arkamızdan koruyunuz!” buyurduğunu bilmiyor musunuz? Sakın, yerinizden ayrılmayınız!» dediler. Diğer okçular ise: “Resulullah'ın muradı bu değildir. Allah, müşrikleri zillete ve hezîmete uğrattı. Siz de onların ordugahına giriniz ve kardeşlerinizle birlikte ganîmet toplayınız!» dediler. Okçuların, böyle, anlaşmazlıklara düştüklerini görünce, Kumandanları Abdullah b. Cübeyr, Allah'a ve Resulüne itaat etmelerini onlara emir ve tavsiye etti. dinlemediler. "Resulullah'ın, size söylediği şeyi unuttunuz mu?" dedi. Okçular, gemi, azıya almışlardı: "Biz, vallahi, gideceğiz. Ganîmetten nasibimizi alacağız!" dediler ve gittiler". Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr ile vefalı on arkadaşından başka kimse kalmadı. Haris b. Enes : «Ey cemaat! Peygamberimizin size söylediği sözü hatırlayınız! Kumandanınıza itaat ediniz!» diyerek uyarmada bulundu ise de onları geri çeviremedi. Okçular, tepe geçidini açık bırakarak müşriklerin ordugâhına daldılar, ganimet toplamaya koyuldular. Halid b. Velîd, okçuların azaldığını, dağın tenhalaştığını, Müslümanların ganimet toplamakla uğraştıklarını, arkalarının açıldığını görünce, müşriklerin süvarilerine seslendi ve hücuma geçti. İkrime ve diğerleri de onu takip ettiler Tepede kalan okçuları şehit ettikten sonra Müslümanların arkalarından saldırdılar, Kureyş süvarileri, okçuları, son neferine kadar şehid ettikten sonra arkadan hücuma geçtiler. Süvarilerinin çarpıştığını görünce, bozulmuş, dağılmış olan Kureyş askerleri de birbirlerine seslenerek toplanıp Müslümanların üzerine yürüdüler. Okçuların, verilen kesin emri umursamayarak ganîmet toplamak için yerlerinden ayrılmaları, gerçekleşen bir zaferi, mağlubiyete çevirmiş, Müslümanları feci duruma düşürmüştü. Sonradan, daha başkaları da Medine'ye gelip evlerine sokulmağa başladılar. Haris b. Hatıb, Salebe b. Hatıb, Sevad b. Gaziyye, Sa'd b. Osman, Ukbe b. Osman, Harice b. Amir Melel'e; Evs b. Kayzî ile Harise oğullarından bazıları Şukra'ya erişmişlerdi. Hanzala'nın evlenişi ve Uhud'e gelişi: Ebu Amir'in oğlu Hanzala, hayırlı bir Müslüman’dı. Abdullah b. Übeyy b. Selül'ün kızı Cemîle ile nikahlanmış bulunuyordu. Ertesi cumartesi günü zifaf olacaklar, sabahleyin de Uhud'de çarpışılacaktı. Hanzala, geceyi Medine'de ailesinin yanında geçirmek için Peygamberimizden müsaade istedi, kendisine müsaade edildi. Cumartesi günü sabahleyin Uhud'e yetişmek için yıkanmadan yola çıktı. Yola çıkacağı sırada karısı Cemîle, kavminden dört kişi çağırdı. Hanzala ile o gece zifaf olduklarını söyleyip doğacak çocuğun da Hanzala'ya aid bulunacağına onları şahid tuttu. Şahidler: «Buna neden lüzum gördün?» diye sordular. O da: “Rü'yada semanın açıldığını ve Hanzala'nın içeri girdikten sonra kapandığım gördüm!» dedi. Peygamberimiz, safları düzeltirken, Hanzala Uhud'a gelip mücahidler arasına katıldı. Savaş esnasında müşrikler bozulup dağıldıkları sırada, Hanzala, Ebu Süfyan'ın önünü kesti. Atını yaralayarak onu kaçamayacak hale getirdi. Ebu Sufyan yere düşüp : «Ey Kureyşliler! Yetişin, Ben Ebu Süfyan'ım! Hanzala kılıçla beni boğazlamak istiyor.» dediğinde sesini işitmelerine rağmen herkes kendi can derdinde gelemezken Şeddad b. Esved gelip Hanzala'yı arkasından mızrakladı ve şehid etti. Ebu Süfyan kalkarak kaçtı. Hanzala şehid düşünce, Peygamberimiz onun cünüplüğünden dolayı Melekler tarafından yıkandığını gördü ve Sahabilere haber verdi. Ebu Üseyd der ki, gidip ona baktık . Başında ıslaklık vardı. Döndüm bunu Resulullah'a haber verdim. O da Medine'de bunu hanımına sordurdu. Hanımı, Uhud'a çıktığında cünüp olduğunu ve Hanzala'nın, Uhud'a yetişmek için acele ettiğinden, gusletmeyi unuttuğunu, söyledi.. Evsîler, Hazrecîlere karşı »Melekler tarafından yıkanan Hanzala, bizdendir!» diyerek iftihar ederlerdi. Hanzala'nın cesedi, Hz. Hamza ile Abdullah b. Cahş'ın cesedleri yanında idi. Babası, Ebü Amir, onun cesedine işkence yaptırtmadı. Uhud'dan kaçanları İbn-i Ümmü Mektum'un ve Ümmü Eymen'in kınamaları: İbn-i Ümmü Mektum, Medine'ye gelenlere : «Demek, siz, Resulullah'ın yanından kaçıyorsunuz ha?!» dedi. Gözleri görmediği için: «Beni, Uhud yoluna doğrultunuz, yöneltiniz!» demekte, her rastladığı yolcudan, haber sormakta idi. En sonunda, Uhud'den dönenlerden rastladığı birisinden Peygamberimizin selamet haberini alınca, evine döndü. Ümmü Eymen de Şukra'ya gelenlere kavuşup yüzlerine toprak saçtı. İçlerinden bazısına da: “Burada öreke var! Bari, onu al da iplik bük! Getir, ver kılıcını bana! Kadınlarla Uhud'a gidip ben çarpışayım!» dedi. Uhud'de bozulan Müslümanların umumiyetle, Uhud dağından ileri geçmedikleri, dağın eteğinde durdukları ve oradan ayrılmadıkları da rivayet edilir. Bozulan ve dağılan Müslümanlardan bir kısmı A'vas yanındaki Münakka'ya kadar çekilmişler, Hz. Osman ile Ukbe b. Osman ve Sa'd b. Osman ise Medine civarındaki Cel'ab dağına erişmişlerdi. Orada üç gün kaldıktan sonra dönmüşler, Peygamberimiz, onlara: “Siz, dağın enine doğru uzakça gittiniz!:” demekle iktifa etmiştir. Mus'ab b. Umeyr'in şehid edilişi: Müslümanlar, oraya buraya dağıldıkları halde Mus'ab b. Umeyr, Peygamberimizin yanından hiç ayrılmadı. Bir ara, İbn-i Kamia, atlı olarak, Peygamberimizin yakınına gelmişti. "Gösteriniz bana Muhammed'i! O, kurtulursa, ben, kurtulmayayım!» diyerek haykırıyordu. Mus'ab b. Umeyr, yanında erkek Müslümanlardan bazılarıyla Nüseybe hatun olduğu halde, İbn-i Kamia'nın önünü kesti. İbn-i Kamia, Nüseybe hatunun omzuna bir kılıç darbesi indirdi. 0 da İbn-i Kamia'ya müteaddid darbeler indirdi ise de, üzerinde iki kat zırh bulunduğundan, te'sir ettiremedi. İbn-i Kamia vurup Mus'ab'ın sağ elini kesti. Mus'ab, sancağı, sol eline aldı. İbn-i Kamia, onun sol elini de kesti. Mus'ab, sancağı, kollarıyla tutup göğsüne bastırdı: İbn-i Kamia, mızraklayıp vücudunu delince, Mus'ab, yıkıldı. Sancak da yere düştü. Mus'ab, şehid olunca, Peygamberimiz, sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hz. Ali, çarpışmağa gidince de onu, sonuna kadar Ebu’r-Rum taşıdı, elinden bırakmadı. Sancağın, bir müddet, Numan b. Ruhayla'nın yanında bulunduğu da rivayet edilir Mus'ab'ın suretine giren Sancaktar Melek: Rivayete göre: Mus'ab, şehid düşünce, sancağı, Mus'ab'ın suretinde bir Melek almıştı. (İbn'i Sa'd — Tabakat, c. 2, s. 42) Peygamberimiz: «Gel ey Mus'ab!» diye ona seslendiği zaman, Melek, Peygamberimize dönüp: «Ben, Mus'ab değilim!» demişti. Peygamberimiz, onun bir Melek olduğunu, kendisine yardım için geldiğini anladı. (Vakıdî — Megazi, s. 182) Peygamberimizin, İbn-i Kamia'ya İlenmesi: İbn-i Kamia: «Al bunu benden! Ben, İbn-i Kamia'dan!» diyerek vurup Mus'ab'ı şehid edince, Peygamberimiz: «Allah, seni zelîl ve perîşan etsin» dedi. İbn-î Kamia'nın, Peygamberimizi öldürdüğünü sanması ve yayması: İbn-i Kamia, Mus'ab'ı, Peygamberimiz sanıyordu. Onu, vurup yere düşürünce, müşriklerin yanına dönmüş : «Muhammed'i öldürdüm!» demişti. Peygamberimiz, Hazrecîlerin sancağını Sa'd b. Ubade'ye vermiş, onların sancağı altında durmuştu. Habeşli köle Ebu Desme Vahşî b. Harb'e yapılan teklif ve va'd: Habeşli köle Vahşî der ki: «Haris b. Amir'in kızı bana: babam Bedir günü öldürüldü. Eğer, sen, üç kişiden birini: Muhammed'i veya Hamza b. Abdu’l-Muttalib'i, yahut Ali b. Ebî Talib'i öldürürsen, hürsün, azadsın! Çünki, ben, Kureyş kavmi içinde bunlardan başkasını babama denk görmüyorum! dedi, Ben: Peygamberin üzerine varmaya güç yettiremeyeceğimi biliyorum. Çünkü, Ashabı, O'nu yalnız bırakmaz, kimseye teslim etmezler. Hamza'yı ise, vallahi, uyurken bulsam, heybetinden uyandırmağa cesaret edemem. Amma Ali'ye gelince, onu öldürmek için bir fırsat kollayayım bakayım, dedim. Halk arasında Ali'yi aradım. Derken, Ali, göründü, Kendisi, çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafına çok bakınan bir adamdı. Kendi kendime . benim aradığım, hakkından gelebileceğim adamım bu değil! dedim. O sırada Hamza'yı gördüm : Halkı, kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu . Ona fırsat kollamak için, bir kayanın arkasına gizlendim. Hz. Hamza'nın Vahşî tarafından şehid edilişi: Bir ara, Siba' b. Ümmü Enmar: (Var mı benimle çarpışacak bir yiğit?) diyerek meydan okuyordu. Hamza, ona: (Gel yanıma ey kadın sünnetçisi olan kadının oğlu!) (Allah'a ve Resulüne sen misin meydan okuyan?!) dedi ve onu, göz açtırmadan, bacaklarından vurup yere serdi. Üzerine çöküp koyun boğazlar gibi boğazladıktan sonra sür'atle bana doğru gelirken, beni gördü. Sel suları arklarına eriştiği sırada, ayağı kayıp yıkılınca mızrağımı, onun istediğim yerinden vurmak için, fırlatıp attın . Böğründen vurdum. Hatta, mızrağımın ucu, mesanesinden dışarı çıktı! Arkadaşlarından bazıları koşup yanına geldiler. Ona: (Ebu Umare!) diye seslendiklerini işittim. Cevap vermeyince : (Vallahi, adam, öldü!) dedim. Arkadaşları, onun öldüğüne kanaat getirerek yanından dağıldılar. Beni göremediler. Hz. Hamza'nın ciğerinin çıkarılması, burun ve kulaklarından gerdanlık yapılması: Onlar, uzaklaştıktan sonra, Hamza'nın yanına varıp karnını yardım. Ciğerini çıkarıp Utbe'nin kızı Hind'e götürdüm. “Babanı, öldüreni öldürürsem, bana ne var?” dedim. “Üzerimdeki elbise ve eşyam var!” dedi. “Işte, sana, Hamza'nın ciğeri!” dedim. Hind, ciğeri alıp ağzında çiğnedi! Yutamayınca, ağzından dışarı attı. Suyunu mu, yoksa posasını mı atmıştı bilmiyorum. Üzerindeki elbisesini ve takıntılarını çıkarıp bana verdi. Sonra da: “Mekke'ye vardığım zaman, sana on tane de Dînar (altun) var! Bana, onun vurulup düştüğü yeri de göster!” dedi. Gidip gösterdim. Hamza'nın erkeklik uzvunu, burnunu ve kulaklarını kesti. Onlardan, iki bilezik, iki pazvand, iki tane ayak halhalı yaptı. Bunlan takınmış olarak Mekke'ye girdi. Hamza'nın ciğeri de yanında idi.» Hind, Uhud günü, Hz. Hamza'nın cesedini ele geçirebilirse, ciğerini yemeyi adamıştı. Hz. Hamza'nın etinden tadana Cehennem'in haram olduğu: Hz. Hamza'nın ciğerinin Hind tarafından çiğnendiği haber verilince, Peygamberimiz : «Ondan birşey yedi mi?» diye sordu. «Hayır!» dediler. Bunun üzerine: «Hamza'nın etinden birşey tadana, Allah, temelli olarak cehenneme haram kılmıştır, yaktırmayacaktır!» buyurdu . Hind'in kaya üzerinde yaptığı hitabe: Hind, Hz. Hamza'nın ve diğer şehitlerin kulak ve burunlarını keserek yaptığı gerdanlık ve halhalları Vahşî'ye verip bir kayanın üzerine çıktı. Bağıra bağıra söylediği dört beyitte: Babasının, kardeşinin, amcasının Bedir'deki öcünü aldığım, kalp yarasının soğuyup iyileştiğini, adağını yerine getirdiğini, ömrü boyunca ve hatta kabrinde kemikleri çürüyünceye kadar Vahşî'ye minnet ve teşekküre borçlu bulunduğunu ifade etti. Hind'in Vahşî'yi gördükçe Hz. Hamza'yı şehid etmeye kışkırttığı: Hind, nerede ve ne zaman Vahşî ile rastlaşsa, ona: «Ey Ebü Desme! Haydi göreyim seni! Şifa ver, şifa bul!» diyerek, Hz. Hamza'yı şehid etmeye onu kışkırtırdı. Hz. Hamza'nın hayat ve fazileti, şemaili hakkında bazı bilgiler : Hz. Hamza, müşriklerle çarpıştığı gün, oruçlu idi. Orucunu açmadan şehid düştü. Hz. Hamza, Peygamberimizin amcasıdır. Peygamberimizden iki yaş büyüktü. Süveybe hatun, ikisini de emdirdiği için, Peygamberimizle Hz. Hamza süt kardeşi olmuşlardı. (İbn-i Abdulber — İstiab, c. 1, s. 370, îbn-i Esîr — Üsdülgabe. c. 2, s. 46, 49) NÜSEYBE HATUNUN YARARLIK VE KAHRAMANLIKLARI: Ümmü Umare Nüseybe bint-i Ka'b, kocası ve üç oğlu ile birlikte gelmişti. Kocasıyla oğulları, müşriklerle çarpışacaklar, kendisi de yaralanan Müslümanlara su yetiştirecekti. Nüseybe hatun der ki: “Gündüzün başlangıcında Uhud'e vardım. Halk, ne yapıyor bir bakayım? dedim. Yanımda da kırba ve içinde su vardı. Resulullah'ın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Ashabı arasında bulunuyordu. Zafer ve galebe, Müslümanlarda idi. Müslümanlar, bozulmağa başlayınca, Resulullah'ın yanına vardım. Çarpışmaya koyuldum. Kılıçla, okla, müşrikleri, Resulullah'tan uzaklaştırmaya çalıştım. Yaralandım. Resulullah'ın yanında on kişi kalmamıştı. Ben, oğullarım ve kocam, Resulullah'ın önünde çarpışıyor, müşrikleri O'ndan uzaklaştırıyorduk. Resulullah, benim yanımda kalkan bulunmadığım gördü. Yanında kalkan bulunan birisine: “Ey kalkan sahibi! Kalkanını, çarpışana bırak!” dedi. Bırakınca, onu, Resulullah aldı. Ben de Resulullah'dan alıp onunla korundum. Bize, ancak, süvariler, yapacaklarını yaptılar. At üzerinde bir adam gelip bana vurdu. Kalkanımla korundum. Ben de onun atının ayaklarını kılıçla çaldım. At, arkasının üzerine yıkılınca, Peygamber Aleyhisselam: “Ey Ümmü Umare'nin oğlu! Annene, annene yardım et!” diyerek oğluma seslendi. Nüseybe hatunun oğlu Abdullah der ki: «Uhud günü sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi up uzun bir adam vurmuştu. Resulullah: «Yaranı sar!» dedi. Annem, yanıma geldi. Yanında, yaraları sarmak için hazır bezler vardı. Yaramı sardı. Resulullah, durup bana bakıyordu. Annem, yaramı sardıktan sonra, bana: (Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpış!) dedi. Peygamber Aleyhisselam: “Ey Ümmü Umare! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” dedi. Beni yaralayan müşrik, o sırada oradan geçiyordu. Resulullah: “İşte oğluna vuran şu adam!” dedi. Annem, hemen onun önünü kesip bacağına vurdu ve çökertti. Resulullah'ın, azı dişleri görünecek kadar gülümsediğini gördüm. “Hamd olsun Allah'a ki, seni düşmanına muzaffer kılıp gözünü aydın etti. . Öcünü almayı sana gözünle gösterdi!”» dedi. Peygamberimiz: “Uhud günü, sağıma, soluma döndükçe, hep Ümmü Umare'nin, yanı başımda çarpıştığım görürdüm!” buyurmuştur. Peygamberimiz, Ümmü Umare'nin oğlu Abdullah'a: “Ey Ümmü Umare'nin oğlu!” diye seslendi. Abdullah: «Buyur!» deyince, ona: «At!» dedi. Abdullah, önünde gitmekte olan atlı bir müşrike bir taş attı. Taş, atın gözüne değdi. At, kıvrandı. At da, atlı da yere yıkıldı. Abdullah, taşa tutup müşriki yaraladı. Nüseybe hanım ve ev halkı için yapılan dua: Nüseybe hatunun oniki, onüç yerinde yarası vardı. En büyüğü ve ağırı, İbn-i Kamia'dan aldığı omuz yarası olup bir yıl onun tedavisiyle uğraşmıştır. Peygamberimiz, Nüseybe hatunun omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah'a: «Annenin, annenin yarasını sar! Ev halkınıza Allah mübarek kılsın: Senin annenin makamı, filan ve filancaların makamından hayırlıdır! Annenin kocasının makamı da filan ve filanların makamından hayırlıdır. Senin makamın da filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah, sizin ev halkınıza rahmet etsin!» dedi. Nüseybe hatun: «Allah'a dua et de cennette Sana komşu olalım!» dedi, Peygamberimiz: “Allah'ım! Bunları, cennette bana komşu ve arkadaş et!” diye dua etti. Bunun üzerine, Nüseybe hatun : •Eh, bu, yeter! Bana, artık ne musîbet gelirse, gelsin dünyada!» dedi. PEYGAMBERİMİZİN YARALANMASI: Müslümanlar dağıldıkları zaman, müşrikler, Peygamberimizin yanına kadar sokulmuşlardı. Peygamberimizin hayatına son vermek için and içen müşriklerden Utbe b. Ebî Vakkas'ın attığı taşlar, Peygamberimizin yüzüne isabet etti. Alt dudağı yaralandı. Alt çenesinin sağ yanındaki Rebaiye (kesici) dişi kırıldı. İbn-i Şihap da Peygamberimizin yüzüne taş vurdu. Utbe, o gün, Peygamberimize dört taş atmıştı. (Vakıdî — Megazi. s. 190) Ebö Saîd-i Hudrî der ki: «(Resulullah'ın şakaklarına kim vurdu?) diye sormuştum. “İbn-i Kamia!” denildi. “Alnını kim yardı?” diye sordum. (İbn-i Şihap!) denildi. “Dudağına kim vurdu?” diye sordum. (Utbe!) denildi.» İbn-i Kamia: «Gösteriniz bana Muhammed'i! Onun hakkında benim andım var: Onu, görürsem, öldüreceğim!» diyerek Peygamberimizin yanına gelmişti. Peygamberimizin üzerinde ild zırh vardı. önünde, Müslümanları düşürmek için, Ebü Amir tarafından kazılmış derince bir çukur bulunuyordu. Bu çukur, Peygamberiınizi, Ibn-i Kamia'dan uzakça bulundurduğu, üzerindeki zırh da iki kat olduğu için, İbn-i Kamia'mn kılıç darbesi Peygamberimize pek o kadar te'sir etmedi. Kendisinin çukura düşmesi de orada korunmasına ayrıca yaradı. Ebü Beşîr-i Mazinî: «Uhud günü, Ibn-i Kamia'nın, kılıcını kaldırınca, Resulullah'ın önündeki çukura, yam üzerine düştüğünü ve gözden gayb olduğunu görüp feryad ettim. Müslümanların hemen Ona doğru koşuştuklarını gördüm.» der. İbn-i Kamia'nın kılıç darbesiyle Peygamberimizin sağ omuzu yaralandı. Ibn-i Kamia: «Al bunu benden! Ben, Ibn-i Kamia'yım!» diyerek vurup yüzünü yaraladığı zaman, Peygamberimiz: «Allah, seni zelil ve perişan etsin!» dedi. Yine İbn-i Kamia'nın kılıç darbesinden Peygamberimizin başındaki miğfer de parçalandı. Miğferin halkalarından ikisi, Peygamberimizin yanağının yukarısına (şakaklarına) battı. Hz. Safiyye'nin Bir Yahudî'yi Öldürüşü Ve Uhud'e Gelişi: Uhud seferine çıkılırken, Peygamberimiz, zevcelerini ve akraba kadınlarını Medine köşklerinin en sağlamı ve yükseği olan ve Hassan b. Sabit'e aid bulunan köşke yerleştirmişti. Hassan b. Sabit, Uhud seferine katılamamıştı. Uhud'de çarpışma başladığı sırada bir Yahudî gelip köşke yanaştı. İçeride konuşulanları dinlemeğe yeltendi. Peygamberimizin Halası Hz. Safiyye, Hassan b. Sabit'e : «Şu Yahudînin yanına in! Öldür onu!» dedi486. Hassan: «Allah, Sana rahmet etsin ey Abdulmuttalib'in kızı! Ben,onun yanına inecek kadar cesaretli kişilerden olsaydım, Resulullah ile birlikte Uhud'e gider, müşriklerle çarpışırdım!» dedi. (Yakubî — Tarih, c. 2, s. 48) Hz. Safiyye, Hassan'ın korktuğunu görünce, eline bir sırık geçirip aşağı indi. Yahudîyi kaçırmamak için, kapıyı yavaş yavaş araladı. Birden, sırığı onun tepesine indirdi ve işini bitirdi. Hz. Safiyye, köşkün en yüksek tepesine çıkıp uzaklardan savaşın sonucunu öğrenmeye çalışmış, günün sonuna doğru da kılıcını eline alarak Uhud yolunu tutmuştu. Hz. Safiyye, Hz. Hamza'nın Cesedi Başında: Hz. Safiyye, Hz. Hamza'nın cesedini görmek istiyor, fakat, ona ne yapıldığını henüz bilmiyordu. Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvam'a rastladı. Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam'a: «Annene anlat!» dedi. Zübeyr b. Avvam : «Ben, anlatmam. Senin Halan olur. Sen, anlat!» dedi. Hz. Safiyye: «Hamza'ya ne yapıldı? Haydi, onu bana gösteriniz?» dedi. Hz. Ali: » Ey Hala! Geri dön. Halk, bozguna uğradı!» dedi. Hz. Safiyye: «Resulullah, nasıl, ne halde?» diye sordu. Hz. Ali: «Hamd olsun iyidir!» dedi. Hz. Safiyye : «Bana, Onu göster!» dedi. Hz. Ali, Peygamberimizi, işaretle gösterdi. Peygamberimiz, yaralı idi. Hz. Safiyye, baba anne bir kardeşi olan Hz. Hamza'ya yapılanı, muhakkak görmek istiyordu. Peygamberimiz, onun gelmekte olduğunu görünce, Zübeyr b. Avvam'a «Anneni geri çevir! Kardeşinin cesedini görmesin!» dedi. Zübeyr b. Avvam: «Anneciğim! Resülullah, Sana, geri dönmeni emrediyor!» dedi. Hz. Safiyye: «Eğer, Ona yapılanı bana göstermemek için geri döneceksem, zaten, ben, kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmiş bulunuyorum. O, bu musîbete, Allah yolunda uğramış bulunuyor. Biz, Allah yolunda bundan daha beter olanlarına da razıyız! Sevabını AIlah'dan bekleyeceğiz. inşallah sabredip katlanacağız!» dedi. Zübeyr b. Avvam, gelip bunu bildirince, Peygamberimiz: «Öyle ise, bırak, görsün!» dedi. Zübeyr b. Avvam der ki: «Uhud günü bozguna uğrayınca, dokuz kadın Uhud'e koşup gelmişlerdi. Şehidlerle karşılaşacakları sırada Peygamber Aleyhisselam, onların şehidleri görmelerini istemedi. “Kadınlara göstermeyiniz! Kadınlara göstermeyiniz!” dedi. Onlardan birisinin annem Safiyye olduğunu söyledim ve Ona doğru koştum. Şehidlerin yanına varmadan kendisine kavuştum. Annem, güçlü, kuvvetli bir kadındı. Göğsüme vurup beni geriletti ve: “Senin bana engel olmana razı değilim!” dedi. “Şehidlerden geri durman için beni Sana Resülullah Aleyhisselam gönderdi!” dedim, durakladı. Hz. Safiyye, Peygamberimizi görünce : «Ya Resulallah! Anamın oğlu Hamza, nerede?» diye sordu. Peygamberimiz : «O, şehid düşen Müslümanların arasındadır!» dedi491. «Safiyye'nin aklına bir zarar gelmesinden korkuyorum!» diyerek elini, Onun göğsüne koydu ve dua etti. Hz. Safiyye, Hz. Hamza'nın cesedinin yanına oturup sessizce ağlamağa başladı. Onunla Peygamberimiz de ağladı. Hz. Safiyye, sesini yükseltince, Peygamberimiz de yükseltti. 0 sırada Hz. Fatıma da gelip ağlamağa başladı. Peygamberimiz Onunla da ağladı. Hz. Safiyye: = înna lillahi ve inna ileyhi raciün =: Bizler, Allah'ın kuluyuz ve Ona döneceğiz!» ayetini okudu. Hz. Hamza için Allah'dan rahmet ve mağfiret dileğinde bulundu. MUS'AB İBN UMEYR (r.a)(v.3/625 m). UHUD SAVAŞI SANCAKTARI GENC MUHACİRİN ŞEHADETİ Ashab-ı kirâm'ın ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakışıklı ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babası onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayılan annesi, oğluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlıkla seyrederlerdi. Bir defasında Hz. Peygamber de onun hakkında şöyle buyurmuştu: -"Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim" Mus'ab, Mekke'de o günün şartlarına göre zenginlik ve ihtişam içinde yaşarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanları İslâm'a davet ettiğini öğrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sırada Mekkeliler, müslümanlara yoğun bir baskı uyguladığından, Hz. Mus'ab müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'ın namaz kıldığını görüp durumu annesi ile akrabalarına bildirmişti. Bunun üzerine akrabaları yakalayıp hapsettiler. Mekke'nin bu nazlı ve zengin genci için artık çile dolu zor günler başlamıştı. Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca, dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüşünde Hz. Mus'ab'ın durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı. Bu sırada Birinci Akabe Beyatı olmuş ve Medinelilerden bir grup İslâm'ı kabullenmişti. Kendilerine İslâm'ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ yapmak için Rasulullah'tan bir öğretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri İslâm'a davet edecekti. Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e İslâm'ın Medine'deki hızlı yayılışının müjdesini verirken şöyle demişti: "İslâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadı." Başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oğlunun Mekke'ye döndüğünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karşı olgun bir müslüman tavrını takınarak imanında direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini İslâm'a daveti bir sonuç vermediği gibi annesi de Mus'ab'ı yolundan döndürememişti. Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb elEnsârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti Bedir savaşında muhacirlerin sancağı onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmıştı. Uhud savaşında da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: ل لب قنبارم ٍن نارن ا لَ فب إلا لٍ نا اٍِف نَ نٍا ل نَ ا لي اَئُا ن َ ْه َن ل ل قن اِ نأ ل ْسأ ل َ ً اأ ٌنرنن نَُبنَام نُرن ن َنَ نَراا نَ نٍن ر ن اَُناب لا ا نُرن َْ نَرن ابن ل ا قلن نب ر ن اَ اٍالن رنٌنفن ْهل نَ ن د َن ا ْسدااأَنن 144- Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır. "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Ali İmrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'ın Allah katındaki değerini ifade eder (İbn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde İslâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabiler aldılar. Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "İleriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kişi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (İbn Sa'd, a.g.e., II, 121). Uhud savaşında Ashab-ı kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse şehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'ın mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen şu ayeti okudu: ُ ِننبا اِنقلَْ أ ن ا فب اْس لٍنا ٍََنن ٍنن َب بنِاسلَْ نَ نٍا َنَن نَ لأ اٍن نٍَ اَ له َناا بنمل قن ن ْه نُا نٍِلَْ نٍا ن ً اٍن ٌنٍ اَ له نُرنَام ا ن "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayı) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (elAhzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabilere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (İbn Sa'd, a.g.e., III, 121). Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan bu değerli insanı kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunları söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasına defnettiler. Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121). YAPTIĞIM ARAŞTIRMALARA GÖRE KROKİ 1. GENEL OLARAK MESCİD-İ NEBEVIDEKİ KAPILAR Peygamberimiz Mescid-i üç kapılı olarak yaptırdı. Arka kapı, Bab-ı Atike (Bab-ı Rahmet), Resulullahın girdiği kapı (Bab-ı Cibril). Kıble yönü değiştirilip Kabe’ye döndürüldüğünde önceki arka kapı kapatıldı ve onun tam karşısında kuzey tarafında yeni bir kapı açıldı. Hz. Ömer zamanında mescid genişletilirken Mecid-i Nebevi altı kapılı hale getirildi. Her üç yöne birer kapı ilave edildi. Doğu kısma Cibril kapısı yanına Nisa (Kadınlar) Kapısı, Batı tarafında Bab-ı Rahmetin yanına Bab-ı Selam Kapısı ve Kuzey tarafina da bir kapı ilave edildi. Hz.Osman zamanında yapılan genişletmede kapı ilave edilmedi. Ömer b. Abdülaziz zamanında (H.88-91) yıllarında yapılan genişletmede mescidin kapı sayısı yirmi oldu: Sekiz doğu tarafında, Sekiz batı tarafında ve dört de kuzey tarafında oldu. Mehdi zamanında (H.165) yirmidört oldu. Dört kapı kıble yönünde özel kapı olarak yapıldı. Yirmi kapı ise umumi olarak kaldı. Değişik dönemlerde tamir sebebiyle kapanıp sayının dörde kadar düştüğü olmuştur. 1955 yılında Batı tarafına Bab-ı Sıddık ve Bab-ı Suud; Doğu tarafında ise Kral Abdülaziz Kapısı; Kuzeye ise Bab-ı Ömer ve Bab-ı Osman kapılan yapıldı. 2. BAB-I CİBRİL VE İSIMLENDİRİLİŞ SEBEBİ Hz.Peygamberin sürekli girdiği kapı olması sebebiyle "Nebi Kapısı"" denir. Resulullahın zamanında doğu kısmında başka bir kapı yoktur. Hz. Osman'ın evinin karşısında olmasından dolayı "Osman Kapısı" da denir. "Cibril Kapısı" ismi ile de meşhurdur. Resulullah Hendek savaşından döndükten sonra mescidin kapısının yanında Cebrail bir atın üzerinde gelip durdu ve Beni Kureyza Yahudilerinin olduğu yere seferi işaret etti. Bu kapının yanında durması sebebiyle "Cibril Kapısı" adıyla anılmıştır. 3. BAB-I NİSA VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ Bu kapı (H. 17) yılında Mescidin doğu duvarında arka tarafına Hz. Ömer tarafından açılmıştır. "Kadınlar Kapısı" adıyla anıldı. Çünkü Hz. Ömer "Keşke bu kapıyı kadınlara bıraksak" buyurmuştur. 4. BAB-I RAHMET VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ Mescidin batı duvarında ve Resulullah zamanında yapılan üç kapıdan birisidir. Genişletmelerde hep aynı hizasına yapılmıştır. Bu kapıya Bab-ı Rahmet" denilmesinin sebebj Resulullah hutbe okurken sahabenin birisi bu kapıdan girmiş, kuraklık ve sıkıntılardan bahsedince Resulullah dua etmiş ve yağmur yağmıştır. Bu yüzden "Bab-ı Rahmet" olarak isimlendirilmiştir. Şuanda "Bab-ı Rahmet" kapısında bulunan tahta kapı Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır ve üzerinde "Bu kapı Sultan Abdülmecid Han tarafından yaptırılmıştır" yazmaktadır. 5. HUHA EBU BEKİR SIDDIK VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ Huha: küçük kapı anlamındadır. Duvardaki açıklık anlamına da gelir. Hz.Ebu Bekir'in evinden mescide açılan kapı Mesccidin batı tarafında olup minbere yakındı. Peygamberimizin vefatına yakın zamanda "Ebubekir'den başka mescide açılan hohaların hepsinin kapanmasını istemiş ve sadece duvardaki bu açıklık (huha) kalmıştır. Hz. Ebubekir Resulullahm rahatsızlığı döneminde mescide buradan girerek namaz kıldırmıştır. Hilafetin ona ait olması gerektiği hususunda da bu delil olarak ileri sürülmüştür. Mescidin genişletmesi esnasında bu kapı hizasında sürekli, kapı olarak açık tutulmuştur. Bab-ı Selam ile Bab-ı Rahmet arasındadır. Şuandaki kapının üzerinde "Bu Seyyidina EbubekirSıddık'm Hohosıdır" yazmaktadır. 6. BAB-I SELAM VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ Ömer b. Hattab tarafından genişletme sırasında ziyaret edenlerin selam için durdukları yerin hizasına bir kapı yaptırıldı. Buna "Huşu'"kapısı da denir. 7. BAB-I ABDULMECİD VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ Sultan Abdülmecid tarafından (H.1277) yılında mescidin kuzey tarafına yaptırıldı. "Bab-ı Mecidi" olarak tanındı.Bu kapı şuanda ikinci Suud genişletmesinin içinde kalmıştır. 8. BAB-I MELİK ABDÜLAZİZ VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ 1955 yılında yapılan Suudi genişletmesinde mescidin kuzey tarafına bu kapı yapıldı. Bu kapı şuanda ikinci Suud genişletmesinin içinde kalmıştır. 9. BAB-I OSMAN B. AFFAN VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBl 1955 yılında yapılan Suudi genişletmesinde bu kapı yapılmış ve "Bab-ı Osman b. Affan'"1 olarak isimlendirilmiştir. Bu şekilde isimlendirilme sebebi Hz. Osman''m evi mescidin doğu tarafında ve Cibril kapısı yanında idi. Genişletme sonrasında mescidin kuzeydoğu tarafına açılan bu kapı onun evini ve şahsını hatırlatmak maksadıyla olabilir. Bu kapı şuanda ikinci Suud genişletmesinin içeride kalmıştır. 10. BAB-I ÖMER B. HATTAB VE İSİMLENDİRİLİŞ SEBEBİ 1955 yılında yapılan ikinci Suudi genişletmesinde bu kapı yapılmış ve "Bab-ı Ömer b. Hattab" olarak isimlendirilmiştir. Bu şekilde ismlendirilme sebebi Hz. Ömer'in evi mescidin batı tarafinda ve Selam ve Rahmet kapıları arasında idi. Genişletme sonrasında mescidin kuzeybatı tarafına açılan bu kapı onun evini ve şahsını hatırlatmak maksadıyla olabilir. Bu kapı şuanda ikinci Suud genişletmesinin içinde kalmıştır. 11. BAB-I MELİK SUUD VE İSİMLENDİRİLİŞİ 1955 yılında yapılan Suudi genişletmesinde mescidin batı tarafına bu kapı yapıldı.Genişletme temeli 1952 yılında Suud b. Abdülaziz tarafından bu kapının olduğu yerde atıldı. MESCİD-i KIBLETEYN (Hicaz Albümü, Diyanet İşleri Başkanlığı) Medine'nin kuzeybatısındaki Vebere harresinde ve Mescid-i Nebevi'nin 5 km. uzağında yer almaktadır. İlk adı, içinde bulunduğu kabile bölgesinden dolayı Beni Selime Mescidi iken Resul-i Ekrem'in burada öğle veya ikindi namazını kıldırdığı sırada kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan, Kabe'ye çevrilmesi üzerine "iki kıbleli mescid" anlamına gelen bugünkü adını almıştır. Resul-i Ekrem Mekke döneminde olduğu gibi hicretten sonra da on altı veya on yedi ay Kudüs'e yönelerek namaz kıldı ve Mescid-i Kuba ile Mescid-i Nebevi'nin mihrapları buraya yönelik olarak yapıldı. Bu süre içinde Hz. Peygamber Kudüs'e yönelerek namaz kılmakla birlikte ilgili ayette de işaret edildiği üzere (el-Bakara 2/144) Kabe'nin kıble olmasını arzulamakta ve bu hususta bir vahiy beklemekteydi. Bu mescidde namaz kıldığı sırada vahiy inmiş ve kıblenin artık Kabe olduğu bildirilmiştir. Ömer b. Abdülazız, Medine valiliği sırasında Mescid-i Kıbleteyn de dâhil olmak üzere Resul-i Ekrem'in namaz kıldığı bütün mescidleri yenilemiştir. Memlük Sultanı Kayıtbay zamanında 1488'de Mescid-i Kıbleteyn'in tavanı yenilenmiş, avlusu da bir duvarla çevrilmiştir. Sonraki dönemlerde Mescid-i Kıbleteyn'in ilk ciddi imarı Kanuni Sultan Süleyman devrinde 1543-44'te gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde cami iki kıblesinde de yer alan revaklarla birlikte 425 m2'lik bir alanı kaplıyordu ve üzeri daha önce olduğu gibi ahşap bir çatıyla örtülmüştü. Uzun süre Kanuni döneminde gerçekleşen yenileme dışında herhangi bir değişikliğe uğramayan, etrafında yapıların bulunmadığı, bağ ve bahçeler içerisinde varlığını sürdüren Mescid-i Kıbleteyn XX. yüzyılın başlarında harap bir vaziyette idi. En son 1987’de Suudi hükümeti tarafından genişletilerek yeniden inşa edilen Mescid-i Kıbleteyn'in alanı 3920 m2'ye ulaştl. Bu yenileme sırasında Kabe kıblesine mihrap, Kudüs tarafına ise Bakara suresinin 144. ayetiyle Türkçe, Farsça, Urduca, İngilizce ve Fransızca mealinin yazıldığı bir pano konulmuştu. Bu pano daha sonra kaldırılarak Kudüs tarafına bir kapı açılmıştır. Kıble yönündeki iki köşesinde birer minare bulunan caminin üzeri 8,7 m. çapında ve 8,18 m. yüksekliğinde iki kubbe ile örtülü harim kısmının içi modern tarzda süsleme motifleriyle ve Türk hattatı Hasan Çelebi’nin yazdığı celi sülüs ve kufi hatlarla bezenmiştir. Kıbleteyn Mescidi (Diyanet Hac Rehberi) Kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesi sırasında Hz. Peygamber'in içinde namaz kıldırmakta olduğu cami.Medine'nin kuzeybatısındaki Vebere harresinde ve Mescid-i Nebevi’nin 5 km. uzağındadır. İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber, Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda aşağıdaki âyet-i kerime indi: "... Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün."(Bakara, 144) Bunun üzerine Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelinerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir. Bu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat Tahiyyet’ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur. KUBA MESCİDİ Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Hicret esnâsında binâ ettiği ve içinde ashabıyla birlikte namaz kıldığı, İslâm'da inşa edilmiş ilk mescid. İslâm'ın yükseliş devri arefesinde ve tam anlamıyla bir dönüm noktasında bina edildiği için önemli hatıralar taşır. Hicret yıllarında Kubâ küçük bir köyden ibaretti. Başlangıçta Medine'ye uzaklığı altı mil kadarken, Hicret'ten sonra yeni açılan ulaşım yolları ile gelişme göstermiş, Medine'nin de büyümesiyle aradaki mesâfe bugün kapanmıştır. Mekke'den Medine'ye hicret eden ilk muhâcirler Kubâ'ya vardıklarında orada Amr b. Avfoğullarının hurma kurutma yerini tesviye ederek, namaz kılmaya başladılar. İçlerinde Hz. Ömer (r.a.)'in de bulunduğu bu ilk muhacirlere en güzel Kur'an okuyanları olan Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim imamlık yapıyordu (İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1985, III, 87, IV, 311). Hz. Peygamber, Kubâ'ya Rebîulevvel ayının ortalarında bir pazartesi günü ulaştı. Orada, Amr b. Avfoğullarının yurdunda onların himâyesinde bulunan Külsüm b. Hidm'in evinde bir müddet misâfir oldu. Târihi kaynaklar Rasûlüllah'ın burada kaç gün kaldığı konusunda ihtilaf etmektedirler. Buhârî'nin Hicret'le ilgili bir rivâyetine göre, on küsur gece kalmıştır (Buhârî, Menâkıb, 45). Bu, İbn Sa'd'ın on dört gün kaldığına dair rivayetine uygundur (bk. İbn Sa'd, Tabakâtü'l Kübrâ, l, 235). Hz. Peygamber (s.a.s), ilk muhacirlerin namaz kıldığı Külsüm b. Hidm'in hurma harmanındaki sahayı genişleterek Kubâ Mescidi'ni bina etti. Mescid kare şeklindeydi ve ebadları 66x66 zira idi (yaklaşık 32X32 m). Hz. Peygamber (s.a.s), Kubâlılardan taş getirmelerini istemiş, onlardan birini alıp kıble tarafına koyarak, Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhum)'in de aynı şekilde sırayla taş koymalarını emir buyurmuştu. Hz. Osman (r.a.)'ın Kubâ'da bulunduğu ve Allah Rasûlü'nün onun da temele taş koymasını emrettiği ve bunun hilâfetin sırası olduğu rivayeti ise zayıftır. (Semhûdî, Vefâü'l-vefâ, Mısır 1326, I, 180). Mescid'in yapımında en büyük gayreti Ammar b. Yâsir göstermiştir. Bu bakımdan kendisi için "İslâm'da ilk mescid bina edendir" denilmiştir (İbn Hişâm, es-Siretün-Nebeviyye, II, 143). Abdullah b. Revâha da hem çalışıp, hem şiir söylüyor, mü'minlerin yorgunluklarını hafifletiyordu (Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, X, 106). Amr b. Avfoğullarını kıskanan Ganem b. Avflar Hz. Peygamber (s.a.s)'in Tebük seferi sırasında, Kubâ'da bir mescid daha yaptılar. Ancak amaçları müslümanların arasını açmak, cemaati bölmek ve Hz. Peygamber'e bir tuzak hazırlamaktı. Liderleri olan Ebû Âmir er-Rahip, Bizans'tan yardım istemeye gitmişti. Tebük Seferi dönüşünde Zû Evan denilen mevkide konaklayan Allah Rasûlünün yanına gelerek yaptıkları mescidde namaz kılmaya davet ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s), dâvete icabet etmeye hazırlanırken Allah tarafından uyarıldı ve bundan vazgeçti: "Zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var. "İyilikten başka bir niyetimiz yoktu " diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şâhitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever" (et-Tevbe, 9/107-108). Ayette geçen "Takva Mescidi"nin hangisi olduğu hususunda farklı rivayetler ve yorumlar vardır. Mehmed Vehbî Efendi: "Esası takva üzerine bina kılınan mescidden murad, Mescid-i Nebevî olma ihtimali var ise de âyetin evveli ve âhiri Mescid-i Kubâ olmasına delalet eder" diyor (Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasatü'l-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, VII, 152). Âyette zikri geçen "temizliği seven erkekler" ifadesi ile Kubâ halkı kasdedilmiştir. Çünkü onlar su ile istincayı âdet haline getirmişlerdi (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, ilgili âyetin tefsiri). Ashâb-ı Kiram'dan Ebû Eyyûb el-Ensârî ve Urve "Takva Mescidi"nin Kubâ Mescidi olduğu görüsündedirler (İbn Sa'd, Tabakâtü'l kübra, I, 244). İbn Kayyim el-Cevziyye birisinin takvâ temeli üzerine kurulmuş olduğunu söylemenin diğerini nefyetmiyeceğini, her ikisinin de takvâ temeli üzere kurulmuş olduğunu belirterek ihtilâfı çözmektedir. (Zâdü'l-Meâd, Beyrut 1986 I, 395). Kubâ Mescidi Hz. Peygamber (s.a.s)'in, düzenli olarak Cumartesi günleri, zaman zaman da Pazartesi günleri ziyaret etmeyi âdet haline getirdiği bir mesciddi. Oraya bazen binekli olarak bazen yaya gider ve namaz kılardı. Bir hadîs-i şeriflerinde bunu müslümanlara da tavsiye ederek şöyle buyururlar: "Kim güzel bir şekilde abdest alır, sonra Kubâ Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre sevabı vardır" (ibn Mâce, ikâme, 198; Tirmîzi, Sâlat, 242). Mescid-i Nebevî ve Medine'deki dokuz mescid gibi Kubâ Mescidinde de eğitim ve öğretim devam etmekte idi. Hz. Peygamber buraya her gelişlerinde buna nezâret ederdi (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Trc. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 893; İbn Abdilber'den). Hz. Ömer (r.a.) halifeliğinde pazartesi ve perşembe günleri burayı ziyaret eder, Kubâ çok uzak bir yerde olsaydı devesini oraya ulaşmak için yine süreceğini ifade ederdi (İbn Sa'd, I, 245). Ashâb-ı Kiramdan Sa'd el-Kurazi buranın müezzinliğini yapmaktaydı. Bilâl-i Habeşî'nin Hz. Peygamber'in vefatı üzerine üzüntüsünden Mescidi Nebevî'nin müezzinliğini bırakması üzerine Sa'd orada görev yapmaya başladı. Kubâ Mescidi Hz. Osman ve Ömer b. Abdülaziz tarafından genişletildi. Daha sonra bir çok defa tamirat görüp yenilendi. 1245 (1829) yılında Sultan II. Mahmud tarafından imar edilen tek minareli ve düz tavanlı Mescid, Suudî Arabistan hükümeti tarafından yıkılıp kubbeli ve çifte minareli olarak büyütülerek yenilenmiştir. Kuba Mescidi – HÜSEYIN ALGÜL, T.Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 279-280 Hz. Peygamberin hicreti sırasında Medine'den önce son durağı olan Kuba'da yapılan mescid.ilk muhacirler, Resül-i Ekrem daha Medine'ye gelmeden Kuba'da Amr b. Avf oğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescid haline getirmişlerdi. Ebü Huzeyfe'nin azatlısı Salim burada bir grup muhacire Kudüs'e yönelerek namaz kıldırıyordu. Resülullah Kuba'ya ulaşınca burayı genişleterek Kuba Mescidi'ni bina etti (ıbn Sa'd, III, 87; iV. 311). Salim'in imamlık yaptığı kişiler arasında Hz. Ebü Bekir, Ömer, Ebü Selerne el-Mahzümi, Zeyd ve Amir b. Rebia'nın da sayılması (Buhari, "Ai)kam", 25). Hz. Peygamber ve EbüBekir'in burada kaldığı süre içinde veya bir süre daha onun bu göreve devam etmiş olduğunu göstermektedir. Mescid-i Beni Amr b. Avf olarak da anılan (Müsned, II, ıo; ibn Şebbe, 1,41) Mescid-i Kuba'nın arsasının kabilenin ileri gelenlerinden Külsüm b. Hidm'e ait olduğu ve KüIsüm'ün arsayı mescid yapılması için bağışladığı rivayet edilir. Diğer bir rivayete göre ise mescidin arsası leyya adında bir kadına ait harman yeriydi. Resül-i Ekrem'i arsaya kıble yönünde bitişik evinde misafir eden kabilenin ileri gelenlerinden Sa'd b. Hayseme burada mescid yapılmasına öncülük etmiş olmalıdır. Çünkürivayette mescid ona izafe edilmektedir. Öte yandan münafıklar, "leyya'nın merkebini bağladığı yerde mi secde edeceğiz?" diyerek bunu Dırar Mescidi'ni yapmak için bahane saydılar (ıbn Şebbe, i, 54-55). Taberanl'nin bir rivayetine göre Kubalılar, Resülullah 'tan bir mescid yapmasını talep edince Hz. Peygamber orada bulunan sahabeden birinin devesine binmesini istemiş, önce Hz. Ebü Bekir binmiş, deve kalkmamış, ardından Hz, Ömer binince deve yine kalkmamış, bu sırada Kuba'ya ulaşmış olan Hz. Ali binince deve kalkıp yürümüş, Resül-i Ekrem, Hz. Ali'ye devenin yularını serbest bırakmasını söylemiş ve mescidin onun etrafında dolaştığı arsaya yapılmasını istemiştir (elMu'cemü'l-kebir, II, 246). Meseidin ortalarına isabet eden bir mekan daha sonraları "mebrekü'nnaka" (devenin çöktüğü yer) olarak anılmıştır (Semh udi,lI, 23). Buhari'nin ("Menakıbü'l-enşar", 45) bir rivayetine göre Hz. Peygamber Kuba'da on geceden fazla kalmış ve Meseid-i Kuba bu sırada yapılmıştır. Bu rivavet, İbn Sa'd'ın Resülullah'ın Kuba'da on dört gece kaldığına dair rivayetine (et-TabaI!;at, i. 235) uygundur. Resül-i Ekrem'in burada dört gün gibi çok kısa bir süre kaldığına dair rivayetler de vardır. Mescidin ilk hali kare şeklinde bir düzlüğü çevreleyen dört duvardan ibarettl. Arsa hazırlandıktan sonra temele ilk taşı bizzat Hz. Peygamber koymuş, ardından sırasıyla Hz, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğerlerinin taşlarını koymalarını istemiştir (Taberani,II, 339). Bu uygulama devlet başkanlarının ilmi, dini ve milli nitelikli yapıların temeline ilk harcı koyma geleneğinin başlangıcı olarak görülmektedir (Abdülhay el-Kettani, ii, 301). Mescid-i Kuba yapılırken Resül-i Ekrem'in bir işçi gibi çalıştığı, taşıdığı ağır taşları ellerinden alıp yardımcı olmak isteyenlere bir başkasına yardım etmelerini söylediği (Taberani, XXiV. 317-318).Abdullah b. Revaha'nın, "Mescidin inşasına katılanlar, ayakta olsun oturarak olsun Kur'an okuyanlar, geceleri uykuyla geçirmeyenler kurtuluşa erdiler" diye şiirler okuduğu, her beytin son kelimesinin Resülullah tarafından tekrarlandığı rivayet edilmektedir (ıbn Şebbe, i, 52). Hz. Peygamber, muhtemelen kıblenin Kabe'ye çevrilmesinden (623) sonra Kuba Mescidi'niyeniden inşa etmiştir (Semhudi. II, 16). Bu sırada ön duvar ve ona paralel dizilen yedi sütun üstüne bir tavan yapılmıştır. Meseidin güneyinde Külsüm b. Hidm ile Sa'd b. Hayseme'nin evleri bulunmakta ve Sa'd'ın evinden meseide bir kapı açılmaktaydı. Müslümanlar Resüli.Ekrem'in misafir kaldığı bu evleri ziyaret eder, ardından Sa'd'ın evinin tarafında bulunan kapıdan mescide geçip "elüstüvanetü'l-muhalleka" denilen üçüncüsütunun doğu yanında onun namaz kıldığı yerde namaz kılarlardı. Daha sonra bu kapı kapatılıp meseidin batı duvarında bir kapı açılmıştır. Mescidin Ammar b. Yasir tarafından tamamlandığı ve bu sebeple onun islam'da ilk mescidi bina eden kişi olarak anıldığı söylenir (Nüreddin el-Halebl,II, 236). Mescid-i Kuba, müslümanların hür ve güvenli bir ortamda yaptıkları umuma açık ilk mescid olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Kur'an'da sözü edilen, "ilk günden takva üzerine kurulan mescidin" (et-Tevbe 9/108) Kuba Meseidi olduğu kabul edilir. Ancak bu mescidin Mescid-i Nebevi olduğu da rivayet edilmektedir. Mescidde, "üssise ayeti" diye adlandırılan ayetin (et - Tevbe 9/ i 08) nazil olduğu mekan olarak kabul edilen yere sonradan bir mihrap yapılmıştır. Başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kaynaklarında Meseid-i Kuba'nın faziletine dair bölümlere yer verilmiş, Hz, Peygamber'in Medine'de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazan da pazartesi günleri ve ramazanın 17. günü Meseid-i Kuba'ya giderek namaz kıldığına dair rivayetler zikrediimiştir. Ayrıca onun meseidde sürdürülen öğretim faaliyetine nezaret ettiği, Kuba'da namaz kılmayı umreyle eş değerde gördüğü rivayet edilmektedir (ibn Mike, "İ~met", 197; Tirmizi, "Meva~itü'ş-şalat", 125). Hz. Ömer Meseid-i Kuba'yı ziyaret ettiğinde tozunu alır, buraya büyük hürmet gösterirdi. MİMARİ YAPISI Mescid-i Kuba'nın ilk kuruluşundaki ölçüleri hakkında elde bilgi bulunmamaktadır. ibn Şebbe'nin verdiği ölçüler, Hz, Osman ile Velid b- Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen tevsi ve imar çalışmalarından sonraya aittir, Buna göre meseid kare şeklinde olup 66 x 66 zira ebadındadır. Abbasiler devrinde zira 0,48 m, olarak kabul edildiğinde bu ölçüler yaklaşık 32 x 32 m, etmektedir, Bu dönemde mescidin kıble tarafı her birinde yedişerden toplam yirmi bir sütunun taşıdığı bir tavanla kaplıydı, Arka tarafta aynı şekilde yedişer sütunlu iki sıra, yanlarda da ikişer sütunlu birer revak bulunmaktaydı, Böylece meseidde otuz dokuz sütun yer almaktaydı. Bunların ortasında 50 x 26 zira (yaklaşık 24 x 12,5 m.) ebadında üstü açık bir orta sahanlık mevcuttu, Üç kapısı olan meseidin duvar yüksekliği 19 zira idi (yaklaşık 9 m.). Meseidin o zamanlar "savmaa" denilen, muhtemelen daha önce burada bulunan bir yüksek ev veya hisar (ütum) yerine inşa edilmiş 50 zira (yaklaşık 24 m.) yüksekliğinde bir minaresi 9 x 9 zira bir karış (yaklaşık 4,30 x 4,5 m.) ebadında bir zemine oturmaktaydı, Minarenin o dönem Emevi mimarisinin genel üsıAbunu taşıdığı tahmin edilmektedir. Meseidde niteliği bilinmeyen on dört adet kandil koyma yeri vardı(Tiiril;u'I-MedineÜ'I-münevvere, I. 57), Ömer b. Abdülaziz'in Medine valiliği sırasında (706-712) Meseid-i Kuba'nın duvarları yontma taş ve kireç kullanılarak yenilendi. Kurşun kaplı demir çubuklarla birbirine perçinlenmiş taşlardan oluşan sütunlar yapıldı, Üzeri değerli saç kerestesinden bir tavanla kapandı, Duvarlar kireç ve mozaiklerle süslendi. Muhtemelen Meseid-i Nebevinin imarı için getirilen Bizanslı ustalar burada da çalıştılar, Meseid daha sonra birçok defa imar gördü. 43S'te ( 1044) Şerif EbO Ya'la Ahmed b. Hasan, SSS'te ( 1160) Zengi Veziri Cemaleddin eı-isfahani tarafından imar edildi. S93'te (1197) meseid hakkında bilgi veren ibnü'n-Neeear'ın kaydettiği ölçüler ibn Şebbe'ninkine yakındır, ibnü'n-Neeear, meseidin ebadının 68 x 68 zira, tavan yüksekliğinin de ZO zira olduğunu söylemektedir, Meseidin arka ve yan revaklar dahil üstü kapalı kısmın tavanıarıaralarında 7'şer zira mesafe bulunan otuz dokuz sütun üzerine oturmaktadır, Duvarlarda sekizer pencere vardır, Kuzey duvarındaki pencerelerden sekizincisi burada yer alan minare sebebiyle kapalıdır (ed-Oürrelü'ş-şemine, s. 188). Mescid-i Kuba'nın imarına Memlükler de büyük ihtimam gösterdiler. 733'te (1333) Muhammed b. Kalavun'un yeniden inşa ettirdiği yapının tavanındaki eskiyen bölümler 840'ta (1436) elMelikü'I-Eşref Barsbay tarafından yenilendi. 881'de (1476) Sultan Kayıtbay binada birtakım ıslah çalışmaları yaptırdı, Medine ile ilgili müstakil bir eser telif eden SemhOdi (ö. 911/1506) Meseid-i Kuba'nın tarihi hakkında geniş bilgi vermektedir (Ve{ii'ü'l-ve{ii',I, 178 vd.; II, 16vd.). Onun kaydettiği ölçüler de İbnü'n-Neeear el-Bağdactinin ölçülerine yakındır- SemhAdi kıble duvarını 70, kuzey duvarını 68,5 zira olarak verir, Ancak derinlik için yazılan 79 zira muhtemelen bir istinsah hatasıolup bu rakam 69 olmalıdır (Salih Lem'i Mustafa, s. 167). Kanuni Sultan Süleyman, 9S0'de (1543) Kuba Mescidi'nin tavan ve minaresini yıktırıp yeniden inşa ettirdi. 111l'de (1699) meseidin eskiyen duvar ve minaresini yenileten ii. Mustafa da Mebrekü'n-naka üzerine dört direkli bir kubbe, meseidin dışına bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırdı. Buradaki kumlukta su ihtiyacını karşılamak için derin kuyular kazdırdı. Önemli bir çalışma da 18Z9'da II, Mahmud zamanında gerçekleştirildi. Mescid 1985'te yenilenmek üzere tamamen yıkılmadan önce batı duvanndaki kapının cephesinde Osmanlı tuğraları, mescide işaret bulunan ayetle birlikte (et-Tevbe 9/108) II. Mahmud'un bu tamiratma dair kitabe yer almaktaydı, Kitabenin başlarında, "imamü'l-müslimin şah-ı cihan Sultan Mahmud Han! Hilafet zabna muhtas keramet tab'ına mu'tad ! işitip işbu akdes mescidin viraneliğin derhal! Buyurdu hüsn-i i'marıyla ehl-i Tayyibe'yi dilşad ..," mısraları yer almaktaydı. Bu imar sırasında Mescid-i Kuba'nın duvarları yenilenmiş, üstü, düz ahşap tavan yerine sütunlar üzerinde kemerlere oturan ve basık yarım küre kubbelerden oluşan bir tavanla örtülmüştür. Planda arka kısımdaki çift sıra sütunlu revak tek sıraya düşürülmüş, böylece yapı istanbul'daki selatin camiierinin revakıı düzenine benzetilmeye çalışılmıştır, Sultan Abdülmecid de mescidde bazı ıslahat çalışmaları yapbrmışbr. Osmanlı dönemiyle ilgili son bilgileri İbrahim Rifat Paşa vermektedir. Onun kaydettiğine göre mescidin dış duvarı 40 x 40 m.. tavan yüksekliği 6 metredir. Yıkılma tehlikesine karşı dış duvar payandalarla desteklenmektedir (Mir'atü 'I-Haremeyn, I, 397). 1968'de Suud Kralı Faysal arkadaki revaklara bir sıra ilave etmiş, böylece kuzeybab köşesinde yer alan minare batı duvarı içinde kalmışbr. Bu sırada kuzey duvarına kadınlar için özel bir giriş yapılmıştır. Mescid-i Kuba 1985'te Kral Fehd döneminde tamamen yıkılıp kısa bir sürede yeni bir planla tekrar inşa edildi. Mescidin sahası eskisine göre beş kat genişletildi ve 10,000'den fazla insanın aynı anda ibadet edebileceği şekilde büyÜtüldü.. Yeni planda önde yer alan kapalı kısımda 12 m. çapında alb büyük kubbe yer almaktadır. Bunlar ortada araları boş bırakılmış dörder kümeden oluşan on alb, yanlarda tek tek on altı olmak üzere toplam 36 kare destek ve ön duvarı birbirine bağlayan çifte kemerler üzerine oturtulmuştur. Önde bulunan üç büyük kubbe arkadakilerden, onların ortasında bulunan diğer ikisinden daha yüksek planlanarak önden bakıldığında simetrik olarak gittikçe yükselen bir görüntü oluşturulmaya çalışılmıştır. Altı büyük kubbenin iki yanında dörderden sekiz küçük kubbe mevcuttur. Renkli mermerlerden geometrik desenlerle kapIanmış avlunun üç tarafında 6 m. çapında elli alb küçük kubbenin örttüğü revaklar yer alır. Avlunun ortasına gerektiğinde açılabilen elyaftan modem dev bir çadır yapılmış, böylece cuma namaZıarında güneşin sıcağından korunan avludan da faydalanılması sağlanmıştır. Mescidin avlusuna iki yanda ikişer, kuzey duvarında bir taçkapıdan girilir. Avlu ile ana yapı arasında duvar yoktur. Ortada büyük kubbeye uygun geniş bir kemerle iki yanda daha dar birer kemerli açıklık bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı yapının dört köşesinde 47 m. yükseklikte birer minare yapılmıştır. Kare kaideler üzerine oturan ve üçgenlerle sekizgene dönüşen minarelerin gövdesi iki şerefe arası ile silindirik petek kısımlarında gittikçe incelir. Son inşaat esnasında mescidde kullanılan mermerler Türkiye'den götürülmüştür. Yapıda yaklaşık 1400 metreyi bulan kuşakyazılarını (- 1200 m. kUfi,- 200 m. kadarı celi sülüs) Hattat Hasan Çelebi yazmış, kalem işi süslümeleri de Mustafa Çelebi yapmıştır. Mescid, sosyal tesislerden oluşan müştemilatıyla beraber bugün 13,5 dönüm kadar bir alana yayılmıştır. BEDİR SAVAŞI (Hicri 2 / Miladi 624) Bedir beldesi, eski Mekke yolu üzerinde Medine'ye 160km. uzaklıktadır. Sevgili Peygamberimizin Medine'ye hicretinden sonra Mekkeli müşrikler Efendimize ve Medine halkına karşı kesintisiz savaş ilan ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz müşriklerin askeri ve ekonomik güçlerini zayıflatmak istiyordu. Bu nedenle Kureyş'in iki can damarından biri olan Şam ticaret yolunun kontrol altına alınması için Medine ile Kızıldeniz arasındaki bölgeye birlikler gönderiyordu. Hicretin 2. yılında Ebu Süfyan'ın idaresinde büyük bir Kureyş kervanının Şam'dan dönmekte olduğu haberi Medine'ye ulaştı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (A.S.), ashabını topladı ve stratejik önemi sebebiyle bu kervanı ele geçirmeleri gerektiğini anlattı. 305 kişiden oluşan bir orduyla Bedir istikametine yola çıkıldı. Bu durumu haber alan Ebu Süfyan kervanın seyir yolunu değiştirip sahil yolundan hızla ilerleyerek, durumu Kureyş'e bildirdi. Müşrikler Ebu Cehil'in komutasında 1000 kişilik donanımlı bir orduyla Medine üzerine yürüdü. Daha sonra Ebu Süfyan'ın kervanın kurtulduğuna ve artık ordunun geri dönmesi gerektiğine dair haber göndermesine rağmen, Ebu Cehil intikam hırsıyla yoluna devam etmekte ısrar etti. İki ordu 17 Ramazan Cuma günü Bedir'de karşılaştı. Bu çetin savaş ikindiye doğru Müslümanların kesin zaferiyle sona erdi. Başta Ebu Cehil olmak üzere 70 müşrik öldürüldü ve 70 kişi de esir alındı. Müslümanlar ise 14 şehit verdiler. Müslümanların bu savaşta meleklerin yardımıyla desteklendiğini Yüce Allah (c.c.) Al-i İmran ve Enfal surelerinde açıkça beyan etmiştir. Bedir savaşı neticesinde Müslümanlar bölgenin en büyük gücü kabul edilmiş ve İslam hızla yayılmaya başlamıştır. UHUD SAVAŞI (Hicri 3 /Miladi 625) Uhud Harbi Hicret'in 3. yılında Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında Uhud Dağı eteklerinde yapılmıştır. Bedir'deki yenilginin intikamını almak için gelen Müşrikler 3000 kişi, buna karşılık Müslümanlar ise 700 kişi idiler. Peygamberimiz bölgeyi stratejik olarak inceleyip, ordunun sağını Uhud dağına, solunu da tepe tarafına vererek mevzilendi. Tepenin arkasına da 50 kişilik okçu birliği yerleştirip, arka tarafı da emniyete aldı. Okçulara şartlar ne olursa olsun yerlerini terk etmemelerini emretti. Savaş üç merhalede gerçekleşmiştir. Birinci merhalede müşrikler kısa sürede bozguna uğratılarak her şeylerini terk edip kaçışmaya başlamışlardır. Bu durumu gören okçular emir gelmeden yerlerini terk etmişlerdir. Bu fırsatı iyi değerlendiren ve henüz iman etmemiş olan Halid b.Velid süvari birliğiyle tepeyi dolanarak Müslümanları arkadan kuşatmıştır. Kaçmakta olan müşriklerin de geri dönmesiyle savaşın ikinci merhalesi başlamıştır. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kalarak çok zor anlar yaşamışlar ve Hz. Hamza başta olmak üzere 70 şehit vermişlerdir. Müşriklerden ise 37 kişi ölmüştür. Ancak daha sonra Müslümanlar yeniden toparlanıp, savaşın üçüncü merhalesinde dağın eteklerine çekilerek mevzilendiler. Bu durumu gören müşrikler tekrar savaşmaya cesaret edemeyip, emellerine de ulaşamayarak Mekke'ye geri dönmüşlerdir. KIBLETEYN MESCİDİ Kabe Hz. Adem'den beri kıble idi. Hz. İbrahim ve onun dinine tabi olan Hanif'ler de Kabe'ye yönelerek ibadet ediyorlardı. Hz. Muhammed (A.S.)'ın Mirac'ında namazın farz kılınmasıyla birlikte kıble Mecsid-i Aksa'ya tahvil edildi. Bu hicretin 16. ayına kadar böyle devam etti. Ancak Efendimiz, Kabe'ye yönelerek ibadet etmeyi arzuluyordu. Özellikle Medine'de bir kısım Yahudilerin "Muhammed ve ashabı hem bizim dinimize inanmıyorlar, hem de bizim kıblemize doğru ibadet ediyorlar..." gibi alaycı sözleri üzerine Rasulullah Allah'tan kıblenin değiştirilmesini temenni ederek bazen yüzünü semaya çevirip bu hususta gelecek haberi bekliyordu. Bir müddet sonra gelen vahiyde Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur; “Biz kıblenin değişmesini talep ederek yüzünü semaya çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni razı olacağın (Kabe)ye döndüreceğiz. Artık yüzünü hemen Mescid-i Harem tarafına çevir. Siz de ey inananlar nerede olursanız olun yüzlerinizi ona doğru çevirin”. (Bakara 144) Bu esnada Resulullah Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının üçüncü rekatında bulunuyordu. Namazı bozmadan cemaatle birlikte kalan iki rekatı Kabe istikametine yönelerek kılmışlardır. Bu hadisenin anısına buraya mescit yapılarak adına “Mescid-i Kıbleteyn”, (İki Kıbleli Mescid) denilmiştir. HENDEK SAVAŞI (Hicri 5 / Miladi 627) Müşrikler Uhud'da Medine'yi yerle bir etme emellerine ulaşamamışlardı. Hayber Yahudilerinin de tahrikiyle Hicret'in 5. yılında Mekke'de büyük bir ordu oluşturarak Medine üzerine yürüdüler. Kendilerine Medine Yahudilerinin de katılmasıyla sayılan 10.000 kişiye ulaştı. Hz. Muhammed bu haberi duyunca sahabileri toplayıp görüşlerine başvurdu. Selman-ı Farisi'nin hendek kazarak şehri koruma altına alma fikri kabul gördü. Arazi gruplara paylaştırılarak hendek kazımına başlandı. Bütün Müslümanların katıldığı çalışma neticesinde 3 km.'ye yakın hendek kazım işlemi müşrikler gelmeden tamamlanarak 3000 kişilik İslam Ordusu mevzilendi. Medine'yi yerle bir edip Müslümanların tamamını öldürmek için yola çıkan müşrikler o güne kadarki savaşlarda hiç görmedikleri bu savunma sistemiyle karşılaşınca şaşırıp kaldılar. Bütün yollarını keserek bir ay süreyle şehri muhasaraya aldılar. Bu arada Beni Kureyza Yahudileri Medine Sözleşmesi'ni tek taraflı bozarak müşriklerin tarafına geçtiler. Kuşatmanın 30. gününde Yüce Allah'ın yardımıyla şiddetli soğuklar ve görülmemiş kasırgalar meydana geldi. Çadırları ve mühimmatları havada uçuşan müşrikler, olumsuz hava şartlarına dayanamayıp birçok eşyalarını da terk ederek Mekke'ye dönmek mecburiyetinde kaldılar. Neticede Müslümanlar 6 şehit verirken müşriklerden 3 kişi öldürülmüş oldu. Kur'an-ı Kerim'de bu olaya Ahzap Savaşı denmiştir. HİCAZ DEMİRYOLU VE MEDİNE TREN İSTASYONU Osmanlı Devleti'nde, Paris'e kadar uzanan Rumeli demiryolları projesinin 1888'de tamamlanmasıyla birlikte batı dünyasını doğuya bağlamak ve bütün semavi dinlerin beşiği olan kutsal topraklara, Mekke, Medine ve Kudüs'e ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla bir demiryolu yapılması fikri İstanbul'da gelişmeye başladı. 2 Mayıs 1900 tarihinde Sultan II. Abdülhamit uzun yıllar hayal ettiği "Hicaz Demiryolu" projesini hayata geçireceğini ilan etti. İleride Bağdat hattıyla da birleşecek olan demiryolu, Şam'dan başlayıp Medine, Mekke ve Cidde'ye, ardından Yemen'e daha sonra da Orta Arabistan üzerinden Basra'ya ulaşacaktı. Abdülhamit Han'ın projeyle ilgili açıklaması Batıda istihza konusu olurken, bütün İslam aleminde sevinç ve coşkuyla karşılandı. Çünkü söz konusu olan normal bir yol değil, bir inanç yolu idi. Bu proje diğer demiryollarının aksine yalnızca öz kaynaklarla gerçekleştirilecek ve İslam dünyasından gelebilecek bağışlar kabul edilecekti. Tahmini maliyeti 4 milyon Osmanlı Sarı Lirası olan projenin başlangıçta kullanılacak yarıya yakın miktarı bağışlardan sağlanmıştı. Medine'ye kadar olan bölümü 1900 km.'yi bulacak olan Hicaz Demiryolu inşaatı 1 Eylül 1900 yılında Şam'da yapılan törenle başladı. Bu inşaatın yapımında çoğunluğu Osmanlıların tebasından 43 mühendisle birlikte 7500'ü aşan Osmanlı askeri görev almış olup, Medain-i Salih'den itibaren Medine'ye kadar olan bölümünde ise tamamı Müslüman mühendis, tekniker ve işçiler çalıştırılmıştır. Hicaz Demiryolu bir takım batılı güçlerin tüm engelleme çabalarına rağmen Medine'ye kadar tamamlanmış ve 1 Eylül 1908 tarihinde işletmeye açılmıştır. Haziran 1916'ya kadar süren 9 yıllık ömrüne rağmen Hicaz Demiryolu sağladığı kolay ulaşım sayesinde bölgenin kültürel ve ekonomik kalkınmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca bu proje birçok müslüman mühendis ve teknikerin ilk tecrübe ve yetişme yeri olmuştur. Buradaki bilgi ve tecrübe birikimi daha sonra cumhuriyet dönemi demiryolları yapımına büyük katkı sağlamıştır. KUBA MESCİDİ (İslam'ın İlk Mescidi) Kuba Mescidi; Hz. Muhammed'in Mekke'den hicret ederek gelişinde, Medinelilerin sevgi ve coşkuyla karşıladıkları bölgede yer almaktadır. Peygamberimiz Medine'den önce burada 14 gün konaklamıştır. Bu zaman zarfında İslam'ın ilk mescidini yaparak namazlarını da ilk defa cemaatle kılmaya başlamıştır. Kur'an-ı Kerim'de bu mescid ve cemaatiyle ilgili şöyle buyrulmaktadır. "... Habibim ilk günde takva üzerine yapılan mescidde namaz kılman senin için daha uygundur. 0 mescidde maddi ve manevi kirlerden temizlenmeyi seven kimseler vardır..." (Tevbe 108) Rasulullah sonraları da çoğu zaman bu mescide gelerek ziyaret eder ve namaz kılardı. Müslümanların da ziyaret ederek, burada namaz kılmalarını şu sözleriyle teşvik etmiştir. "Kim güzelce hazırlanıp namaz kılmak için abdestli olarak Küba mescidine gider ve orada (iki rekat) namaz kılarsa bir umre yapmış gibi sevap kazanır".