FIKHİ TEFSİR EKOLÜ ve AHKAMU`L-KUR`AN

advertisement
T.C.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
AKÇAABAT DARICA
İHTİSAS EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
AHKÂM AYETLERİNE VERİLEN MANA BAKIMINDAN
CASSAS VE ELMALILI TEFSİRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
VE DEĞERLENDİRİLMESİ
BİTİRME TEZİ
FATİH SARIGÜL
TRABZON - 2007
1
T.C.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
AKÇAABAT DARICA
İHTİSAS EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
AHKÂM AYETLERİNE VERİLEN MANA BAKIMINDAN
CASSAS VE ELMALILI TEFSİRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
VE DEĞERLENDİRİLMESİ
BİTİRME TEZİ
FATİH SARIGÜL
TEZ DANIŞMANI
ŞENOL TİRYAKİ
TRABZON - 2007
2
ÖNSÖZ
Kur’ an-ı Kerim insanların hayatını bütünüyle kuşatan ve geliştiren bir kitaptır.
Bu bağlamda, Kur’an-ı Kerim’deki ahkâm ayetlerinin Müslüman toplumların sosyal,
iktisadi, siyasi ve ahlakî hayatlarının şekillenmesinde kurucu bir unsur olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tefsir tarihinde, Cassas (ö.370/981)’ın Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eseri önde gelen
fıkhî tefsirlerdendir. Ülkemiz tefsir literatüründe ise bu eserle ilgili çalışmalar oldukça
sınırlıdır. Dolayısıyla, Cassâs’ın ahkâm ayetleri tasnifi ve bu ayetlerle ilgili yorumları
araştırılması gereken bir konudur. Cassas Kur’an surelerini elimizdeki mushaf
tertibindeki sıraya göre ele alarak, ayetleri sure içindeki sırasına göre takip etmiş ve
onlardan ahkâmla ilgili olanları üzerinde durmuştur. Öte yandan, sureleri, ayetlerin ilgili
olduğu muhtevaya göre, fıkıh kitaplarında olduğu gibi bab başlıkları altında
incelemiştir. Cassas, tefsirinde, 1080 ayeti ahkâmla ilgili olarak ele almıştır.
Elmalılı Hamdi Yazır (ö.1942) ise Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde
görüşlerini genel tefsir anlayışı içerisinde ortaya koymuş ve buna göre, ayetleri
yorumlamıştır. Doğrusu, Elmalılı Hamdi Yazır, hayatı, eserleri ve yorumları
incelendiğinde daha çok dönemindeki fıkhî uygulamalara ve düşüncelere eleştiri ve
çözümler getiren, nakille birlikte aklın da önemine işaret ederek buna göre hüküm
istinbat eden çok yönlü bir müfessir ve hukukçu olarak karşımıza çıkar. Elmalılı, hanefi
mezhebine bağlı olmakla birlikte pek çok meseleyi gâyi yorumla ele alabilen bir
müfessirdir. Bu bağlamda Hak Dini Kur’an Dili’nin, özellikle ahkâma dair ayetleri
hanefi anlayışı merkezinde İslam Hukukunun amaç ve gayelerine dayalı olarak
açıklanmış bir görünüm arz etmektedir.
Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, tefsir literatürünün en eski kaynaklarından olan
Cassas`ın Ahkâmu’l-Kur’ân’ı ve yirminci yüzyılda yazılan Elmalılı Hamdi Yazır`ın Hak
Dini Kur’an Dili adlı tefsirleri hanefi yorum anlayışı bağlamında yazılan tefsirlerdir.
Biz bu çalışmada, hanefi geleneğinde çok önemli yerleri olan Cassas ve Elmalılı
I
tefsirlerini fıkhî tefsir bağlamında karşılaştırarak, Kur’an’ın/ahkâm ayetlerinin günümüz
problemleriyle birebir ilişkilendirilmesine katkıda bulunmayı amaç edindik. Bunun
yanında, Elmalılı’nın kendisiyle yapılan mukavelede verilen programa göre Hanefi
mezhebinin görüşlerine ne ölçüde riayet edip etmediğini ortaya koymayı hedefledik.
Yine, Cassas’ın tefsirinde ahkâm ayetlerine verdiği manaların ayet bütünlüğü, siyak
sibak bütünlüğü, pasaj bütünlüğü ve Kur’an bütünlüğü açısından değerlendirmesini
yapıp Elmalılı ile karşılaştırarak tefsir metodunun doğal bir sonucu olan farklılıkları
ortaya koymayı hedefledik. Bu noktada, yaptığımız çalışmanın, Kur’an’ın ahkâm
ayetlerini anlamlandırma bağlamında metot ve tutarlılık yönünden katkısı olabileceği
kanaatindeyiz. Bu bakımdan, Cassas ve Elmalılı’nın ahkâm ayetleri yorumlarının
karşılaştırılması önem arz etmektedir.
Çalışmamıza fıkhî tefsir ekolü ve Ahkâmu’l-Kur’ân tarzı eserlerin genel
özellikleri üzerinde durarak giriş yaptık. Birinci bölümde; Cassas ve Ahkâmu’l-Kur’ân
adlı tefsirini genel olarak bilgi kaynakları, tefsir metodu, rivayet ve dirayet yönleri
başlıkları altında inceledik. İkinci bölümde ise; Elmalılı M. Hamdi Yazır ve Hak Dini
Kur’an Dili ana başlığı altında, tefsirin genel özellikleri, fıkıh kaynakları, Elmalılı’nın
Cassas’tan faydalanması bağlamında Cassas’tan nakiller, fıkhî tefsir örnekleri gibi fıkıh
merkezli bir şekilde Elmalılı tefsirini ele aldık. Tezimizin üçüncü bölümünde ise; bu iki
tefsiri, tefsirlerin şekil ve muhtevası, bazı ahkâma dair konular ve getirilen farklı
yorumlar ve fıkhi tefsir bağlamında problem arz eden, ayetlere verilen manalar esas
alınarak karşılaştırdık.
Bu incelemenin gerçekleşmesi sırasındaki katkılarından dolayı, danışman hocam
Şenol Tiryaki’ye ve tüm Eğitim Merkezi hocalarıma, ayrıca tezin yazım aşamasındaki
katkılarından dolayı da eşim Zahide Sarıgül’e teşekkür ederim.
Fatih Sarıgül
Akçaabat / Trabzon
Mart / 2007
II
ÖZET
Bu çalışmada, Ebu Bekir Razî el-Cassas’ın “Ahkâmu’l-Kur’ân” adlı tefsiri ile
Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirinin fıkhî tefsir
bağlamında karşılaştırmaları yapılmıştır.
Kanaatimizce Ahkâmu’l-Kur’ân gibi tefsir literatüründe çok önemli bir yeri olan
klasik bir eserin Hak Dini Kur’an Dili gibi bir eserle karşılaştırılıp çalışılması bu
tefsirlerin Hanefi tefsir geleneği içinde tipik eserler olması bakımından önem arz
etmektedir.
Araştırma konumuzla ilgili eserler incelenmiş, konumuzla ilgili uzman kişilerle
istişare edilmiş ve böylece ulaşılan neticelerin tartışma yoluyla değerlendirilmesi
yapılmıştır.
Bu çalışmada öncelikli olarak fıkhî tefsir ekolü ve Ahkâmu’l-Kur’ân
kavramlarının
üzerinde
durulmuş,
daha
sonra
üç
bölüm
halinde
tezimiz
sonuçlandırılmıştır. Tezimizin ana bölümleri “Cassas ve Ahkâmu’l-Kur’ân’ı”, “Elmalılı
ve Hak Dini Kur’an Dili” ve “Cassas ve Elmalılı Tefsirlerinin karşılaştırılması”
şeklindedir. Tezimizin üçüncü bölümünde Cassas ve Elmalılı tefsirleri, şekil ve
muhtevası, bazı ahkâma dair konular ve getirilen farklı yorumlar ve fıkhi tefsir
bağlamında problem arz eden, ayetlere verilen manalar esas alınarak karşılaştırılmıştır.
Tezimizde Cassas’ın tefsiri ile Elmalılı tefsirlerinin metotları üzerinde durulmuş,
müfessirlerimizin görüşlerindeki farklılıkların tefsir metotlarından kaynaklandığı tespiti
yapılmıştır.
III
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
b.
: Bin, ibn
bkz.
: Bakınız
c.
: Cilt
cc.
: Celle celaluhu
C.Ü.İ.F: Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
çev.
: Çeviren
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
mad. : Maddesi
mat.
: Matbaası
ö.
: Ölüm tarihi
TDVY: Türkiye diyanet vakfı yayınları
ts.
: Tarihsiz
rh.
: Radiyallahü anhü
s.
: Sayfa
ss.
: Sayfaları arası
v.s.
: Ve saire
vd.
: Ve diğerleri
IV
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................................... I
ÖZET................................................................................................................................... III
KISALTMALAR ................................................................................................................ IV
İÇİNDEKİLER ................................................................................................................... V
GİRİŞ
FIKHÎ TEFSİR EKOLÜ ve AHKAMU’L – KUR’AN
I-FIKIH KAVRAMI ........................................................................................................... 1
II-FIKHÎ TEFSİRİN TANIMI ve KONUSU ...................................................................... 3
III-FIKHÎ TEFSİRİN TARİHİ SEYRİ ............................................................................... 4
IV-MEŞHUR AHKÂMU’L-KUR’ANLAR ....................................................................... 7
A- ŞAFİİ (ö. 204/819), AHKÂMU’L-KUR’AN ................................................................... 7
B- el-CASSAS (ö. 370/980), AHKÂMU’L-KUR’AN.......................................................... 7
C- el-KİYA el-HERRASÎ (ö. 504/1110), AHKÂMU’L-KUR’AN7 .................................... 7
D- EBU BEKİR İBNU’L ARABÎ (ö. 543/1148), AHKÂMU’L KUR’AN .......................... 8
E- KURTUBÎ (ö. 671/1273), el-CAMİ’ Lİ AHKÂMİ’L KUR’AN ...................................... 9
V-FIKHÎ TEFSİRİN FAYDALARI ................................................................................... 10
BİRİNCİ BÖLÜM
CASSAS ve AHKÂMU’L-KUR’AN’I
1.1. EBU BEKİR er-RAZÎ el-CASSAS.............................................................................. 11
1.1.1. YAŞADIĞI DÖNEMDEKİ SİYASİ ve SOSYAL DURUM ................................... 11
1.1.2. İLMİ DURUM .......................................................................................................... 12
V
1.1.3. HAYATI ............................................................................................................. 14
1.1.4. İLMÎ ŞAHSİYETİ .............................................................................................. 14
1.1.5. MEZHEBİ ........................................................................................................... 16
1.1.6 HOCALARI ......................................................................................................... 18
1.1.7. TALEBELERİ.................................................................................................... 19
1.1.8. ESERLERİ ......................................................................................................... 19
1.2. AHKÂMU’L-KUR’AN ............................................................................................... 20
1.2.1. BİLGİ KAYNAKLARI ...................................................................................... 20
1.2.2. TEFSİR METODU ............................................................................................. 22
1.2.3. RİVAYET YÖNÜYLE AHKÂMU’L-KUR’AN ............................................... 24
1.2.3.1. Kur’an’ı Kur’an’la Tefsiri .......................................................................... 24
1.2.3.2. Kur’an’ı Sünnetle Tefsiri ........................................................................... 25
1.2.3.3. Tefsirde Arap Şiirlerinden Faydalanması .................................................. 27
1.2.3.4. Nüzul Sebeplerini Açıklaması.................................................................... 28
1.2.4. DİRAYET YÖNÜYLE AHKÂMU’L-KUR’AN ............................................... 29
1.2.4.1. Cassas’ın Ayetlerden Ahkâm İstinbatı ....................................................... 29
1.2.4.2. Ahkâmu’l-Kur’ân’da Mezhep İhtilafları .................................................... 32
1.2.4.3. Ru’yetullah Meselesi Hakkındaki Görüşü ................................................. 35
1.2.4.4 Sihri Kabul Etmeyişi ................................................................................... 36
İKİNCİ BÖLÜM
ELMALILI M. HAMDİ YAZIR ve HAK DİNİ KUR’AN DİLİ
2.1. ELMALILI M. HAMDİ YAZIR.................................................................................. 39
2.1.1. ELMALILI’NIN YAŞADIĞI DÖNEM ............................................................. 39
VI
2.1.2. HAYATI ............................................................................................................. 41
2.1.3. ESERLERİ .......................................................................................................... 43
2.1.3.1. Hak Dini Kur’an Dili ................................................................................. 43
2.1.3.2. İrşâdu’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkaf .............................................................. 43
2.1.3.3. Metalib ve Mezahib ................................................................................... 43
2.1.3.4. Makaleler I-II ............................................................................................. 44
2.1.3.5. Sefer Bahsi ................................................................................................. 44
2.1.3.6. Hz. Muhammed’in Dini İslâm ................................................................... 44
2.1.3.7. İstintacî ve İstikraî Mantık ......................................................................... 44
2.1.3.8. Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu ................................ 45
2.1.3.9. Fıkıh Usulü ................................................................................................. 45
2.1.4. BİR FAKİH OLARAK HAMDİ YAZIR ........................................................... 46
2.2. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ .......................................................................................... 49
2.2.1. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ ............................... 49
2.2.2. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NİN TEFSİR ve FIKIH KAYNAKLARI ............. 51
2.3.3. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NDE CASSAS’DAN NAKİLLER ........................ 52
2.3.4. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NDE FIKHÎ TEFSİR ÖRNEKLERİ ...................... 55
2.3.4.1. Seferilik Konusu ........................................................................................ 55
2.3.4.2. İğnenin Orucu Bozacağına Dair Görüşü .................................................... 57
2.3.4.3. Kadınların Şahitliği Meselesi ..................................................................... 57
2.3.4.4. Borcun Yazılması ve Noterlik Hakkındaki Görüşü ................................... 58
2.3.4. 5. Namazda Fatiha Okumanın Hükmü .......................................................... 58
2.3.4. 6. Domuz Etinin Yenilebileceği Görüşüne Karşı Tavrı ................................ 59
VII
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CASSAS ve ELMALILI TEFSİRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
3.1. ŞEKİL ve GENEL ÖZELLİKLERİ BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRMA ............... 61
3.2. BAZI AHKÂMA DAİR KONULAR HAKKINDA KARŞILAŞTIRMA .................. 69
3.2. 1. Zorla Zina Yaptırılan Kimsenin Durumu ..................................................... 69
3.2. 2. Kurbanın Dini Hükmü ................................................................................. 70
3.2. 3. Zina Edenlerle Evlenmenin Hükmü ............................................................. 72
3.2. 4. İçki Hangi Ayetle Yasaklanmıştır ................................................................ 73
3.2. 5. Çocukların Mükellefiyet Yaşı ...................................................................... 74
3.2. 6. Gece Namazının Hükmü .............................................................................. 75
3.2. 7. Cezaların Uygulanmasında Hâkimin Seçme Hakkı ..................................... 76
3.2. 8. Hırsızlık ve Nisabı Konusu .......................................................................... 78
3.2. 9. Ru’yetullah Meselesi .................................................................................... 80
3.2. 10. Başka Bir Dilde Kur’an Olur mu? ............................................................. 81
3.3. AYETLERE VERDİKLERİ MANA BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRMA .............. 82
SONUÇ ............................................................................................................................... 94
BİBLİYOGRAFYA ............................................................................................................ 97
VIII
GİRİŞ
FIKHİ TEFSİR EKOLÜ ve AHKAMU’L-KUR’AN
I- FIKIH KAVRAMI
Fıkhi tefsir ekolü; Kur’an-ı Kerimin amel, yani ibadât ve muamelat yönleri ile
meşgul olan, bu konu ile ilgili bulunan ayetleri açıklayan ve onlardan hükümler
çıkarmaya çalışan bir tefsir koludur. Bu nevi tefsirin gayesi, İslam’ın ilk temel kaynağı
olan Kur’anın ihtiva ettiği ameli hükümleri, kaide ve prensipleri ortaya çıkarıp onları
açıklamak ve onların nasıl uygulanacaklarını göstererek, insanlara dünya ve ahiret
saadetini temin etmektir.1
Fıkhi tefsirin tanımı-konusu ve fıkhi tefsirin tarihi seyri üzerine açıklamaya
geçmeden önce, lafız ve terim olarak fıkıh kelimesi ile ilgili bilgi vermemiz uygun
olacaktır.
Fıkıh kelimesi sözlükte, bir şeyi derinlemesine anlamak, idrak etmek,
kavramak, bilmek manalarına gelir.2 Bu kelimenin Kur’andaki kullanımı, buradaki
bilgiden maksadın mutlak bir bilgi değil de, tam anlamıyla bir kavrayış, idrak ve
konuşanın maksadını anlamaya yönelik bir bilgi olduğuna bizi ulaştırır. Nitekim fıkıh
lafzı “bu insanlara ne oluyor ki neredeyse hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar”3 ve “onlar,
ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğundan bir şey anlamıyoruz”4 ayetlerinde bu
manada kullanılmıştır.5
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1996, II / 41.
Zebidi, Tacu’l-Arus, Mısır 1306, IX / 402.
3
Nisa (4); 78.
4
Hud (11); 91.
5
Abdülkerim Zeydan, el- Veciz fi Usulu’l- Fıkh, Beyrut 2004, s. 8.
1
2
1
Istılahta ise fıkıh; Müçtehitlerin tafsili şer’i delillerden istinbat ettiği şer’iameli hükümlerdir. Bir başka anlatımla, müçtehitlerin her bir ameli meseleyi
ilgilendiren delilleri tek tek inceleyip onlardan çıkardıkları hükümlere fıkıh denir.6
İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye dayandırılan bir başka tarifte de fıkıh “Kişinin leh
ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir”7 şeklinde tanımlanmıştır. Bu tarifte fıkıh, marifet
ile kayıtlanmıştır. Bu kayıt ilimden ziyade fıkhi melekeye sahip olmaya dikkat
çekmektedir. Yani fıkıh kelimesinin doğru kullanımında, fıkıh alanındaki bütün ilimleri
bilme manası yoktur. Mesela; İslam Hukukunun Ahvalu’ş-Şahsiyye alanının talak
konusunda uzman olan bir kişi, fıkıh alanında bütün ilimleri bilmediği halde kendisinde
var olan meleke sebebiyle “Fakih” diye isimlendirilebilir. Burada, kendisindeki istinbat
melekesinin devam etmesi önemlidir.
Fıkıh kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 20 yerde geçmektedir8 ve fukahanın bu
kelimeye yüklemiş olduğu ıstılah anlamından çok daha geniş bir anlama sahiptir. Bu
genişlik ilmi ve fıkhı, Kur’ani boyutuyla ele almamızı gerektirmektedir. Kur’an-ı
Kerim’de geçen sözcük ve deyimlerin, Kur’an’ın nüzulünden sonra çeşitli anlam
değişikliklerine maruz kaldığı ve metnin bu değişiklikler dikkate alınmadan doğru
biçimde okunamayacağı realitesinin hakkını vererek ibadet ve muamelat fıkhından çok
daha detaylı olan bu manaların açıklanması konumuzla ilgisini aştığı için bu kadarla
yetiniyoruz.
Fıkhi konuların ibadet ve pratik hayatla ilgisi dolayısıyla her müslümanın,
mesleki kimliği ne olursa olsun hemen her bilim adamının bu konudaki Kur’an
ayetlerinden uzak kalması veya bu ayetlere ilgi duymaması mümkün değildir. Bununla
birlikte bu ayetlere özel ilgi duyan, hayatını bu ayetleri anlamaya vakfeden ve mesleki
bir kimlik oluşturan âlimler de mevcuttur.9
Zekiyyüddin Şa’ban, Usulu’l Fıkh (çev.: İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1996, s. 27.
Abdulvahhab Hallaf, İslâm Hukuk Felsefesi, Terc.: Hüseyin Atay, Ankara 1973, s. 50.
8
M. Fuad Abdülbaki, el- Mucemu’l müfehres lil elfazı’l Kur’an, İstanbul ts. s. 525.
9
Celal Kırca, Kuran’a Yönelişler, İstanbul 1993, s. 70.
6
7
2
II- FIKHİ TEFSİRİN TANIMI ve KONUSU
Fıkhi Tefsir, Kur’an-ı Kerim’in amel yönünü ele alarak bu hususla ilgili ayetleri
açıklayan ve yine ondan bu hususla ilgili hükümler çıkarmaya çalışan özel bir tefsir
ekolünün adıdır.10
Müslüman âlim ve düşünürlerin bir bölümü tefsir alanındaki çalışmalarını
Kur’an ayetlerinden fıkhi hükümler çıkararak gerçekleştirmişlerdir. Öncelikli olarak
Kur’andaki ahkâm ayetlerini, sonra ahkâma dair karineleri olan ve hüküm çıkarmaya
müsait olan ayetleri daha derinlemesine inceleyerek ve fıkhi ihtilafları irdeleyerek bu tür
tefsir tarzını meydana getirmişlerdir. Yani Fıkhi Tefsirin konusu sadece ahkâm ayetleri
değil, konu ile ilgili olabilecek tüm ayetlerdir.
Fıkhi tefsirin konusu Kur’anın ahkâm yönü, yani amellerle ilgili yönü olduğuna
göre, Kur’an’da herkesin anlayabileceği şekilde bulunan muhkem fıkhi ayetleri sıralayıp
tespit etmek müfessirin kendi ilmi kudret ve kabiliyetine bağlıdır. Cassas, meşhur
Ahkamu’l-Kur’anında 1080 ayeti incelerken, İbnü’l Arabî (ö.543/ 1148) 800 küsur
ayeti, Muhammed Sıddık Han b. Hasen b. Ali (ö.1307/1889) ise 250’ye yakın ayeti
eserlerinde incelemişlerdir.11 Kur’andaki ahkâm ayetlerinin sayısı hakkında tam bir
birlik yoktur.12
Ahkâm ayetlerinin Kur’andaki dağılımını incelediğimizde, Abdulvahhab
Hallaf’ın tasnifinin genel bir kabul gördüğünü ve bu bağlamda kaynak gösterildiğini
tespit ettik. Bu tasnife göre Kur’an-Kerim’deki ameli hükümlerin dağılımı temelde ikiye
ayrılır;
1) Kişinin Rabbi ile olan ilişkilerini düzenleyen namaz ve oruç gibi ibadetlerdir.
Bunlarla ilgili yaklaşık 140 ayet vardır.
2) İbadetlerin dışında kalan diğer bütün hükümlerdir. Bunlara fıkıh ıstılahında muamelat
denir. Muamelatın amacı; ferdin fertle, ferdin toplumla ve toplumun diğer toplumlarla
olan ilişkilerini düzenlemektir. Bunlar da şu kısımlarda mütalaa olunur.
Mevlüt Güngör, Kur’an Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve ilk Fıkhi Tefsir, İstanbul 1996, s. 51.
Sıddık Hasen Han, Neylü’l-Merâm min Tefsîri Âyâti’l-Ahkâm, Kahire 1963. Müellifin bu eserden
başka Fethu'l-beyân fî meqâsıdi'l-Kur'an adında on cild, dirayet ve rivâyet tefsiri vardır.
12
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II / 41.
10
11
3
a) Aile ile ilgili hükümler: Bunlar, Aile Hukuku veya Ahval-i Şahsiyye meseleleri diye
isimlendirilir. Nikâh, talak, nesep (babalık), evlatlık, velayet vb. mevzuları ele alır. Bu
hükümlere dair takriben 70 ayet mevcuttur.
b) Fertlerin mali meselelerine dair hükümler: Bunlar, Medeni Hukuk ve Borçlar
Hukuku çerçevesine girerler. Bu hükümlere dair yaklaşık 70 kadar ayet vardır.
c) Muhakeme usulüne dair hükümler: Hâkimin hükmetmesi, şahitlik ve yemine dair,
insanların arasında adaletin tahakkuku için muhakeme uygulamalarını düzenleme
amacına yönelik hükümlerdir. Bunlar bugün muhakeme usulleri (murafa’at) hukuku
olarak isimlendirilmektedir ve konuyla ilgili 13 kadar ayet mevcuttur.
d) Anayasa Hukuku: İdare edenle idare edilenlerin ilişkilerini ve bunların hak ve
vazifeleriyle alakalı hükümlerdir. Bu hükümlere dair 10 kadar ayet vardır.
e) Cezai Hükümler: Bu hükümlerin gayesi, insanların ırzlarını ve mallarını korumak ve
toplumda huzur ve istikrarı temin etmektir. Bu konularla alakalı 30 kadar ayet
mevcuttur.
f) Devletler Hukuku: İslâm devletinin diğer devletlerle olan münasebetleri ile savaş ve
barış hallerindeki muamele tarzının hukuki neticelerine dair hükümlerdir. 25 ayet
mevcuttur.
g) İktisadi Hükümler: Devletin gelir kaynakları, harcamaları, fertlerin zenginlerin
mallarındaki haklarına dair hükümlerdir ve Kur’an’da bunlardan bahseden 10 ayet
vardır.13
Görüldüğü gibi sarih ameli hüküm ve prensip ihtiva eden ve doğrudan fıkhi
tefsirin konusu olan ahkâm ayetleri 368 tanedir. Fakat fıkhi tefsir yazan her müfessirin
tefsirini yaptığı ayet sayısı farklı olmuştur.
III- FIKHİ TEFSİRİN TARİHİ SEYRİ
Fıkhi Tefsir, Kur’an’ın indirildiği 23 yıllık süre zarfında, Hz. Peygamberin hem
tebliğ hem de tebyin görevinin bir gereği olarak ibadat ve muamelatla ilgili ayetleri
insanlara uygulamalı olarak açıklanması bağlamında ilk tefsir hareketi olarak
başlamıştır.
13
Abdulvahhab Hallaf, İlmü Usulü’l-Fıkh, Beyrut 1995, s. 33.
4
Bilindiği gibi, Peygamberimizin en önemli görevlerinden birisi de insanlara
Kitab’ı tefsir etmektir. Vahiy yoluyla, açıklanmaya ihtiyaç duyan mücmel, amm, has,
mutlak… ayetlerin bir başka yolla öğrenilmesi mümkün değildir. Yüce Allah şer’i
ahkâmın çoğunlukla ilk yarısını Kur’an’da belirtmiş, ikinci yarısını ise elçinin sünneti
ile tamamlamıştır. Ayrıca, azımsanamayacak bir yekûn tutan kapalı ahkâmı Kur’an’da
va’z ederek Resulullahın sünnetiyle tefsir ettirip Kur’an’ı desteklemiştir. Öte yandan
Kur’an’ın
hükümlerinin
tamamının
uygulanmasını
doğrudan
elçi
aracılığıyla
gerçekleştirmiştir.14
Mesela “(oruç günlerinde) beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin
için”15 ayeti nazil olduğu zaman, sahabeden bazıları yastıklarının altına beyaz ve siyah
iplikleri koyarak bunlar birbirinden belirinceye kadar ramazan günü sabahleyin
yemelerine içmelerine devam etmişlerdir. Durumdan haberdar olan Resulullah (sav)
“beyaz iplik” ten maksadın “gündüzün aydınlığı”; “siyah iplik” ten maksadın da
“gecenin karanlığı” olduğunu belirterek şafak sökünceye kadar yenilip içilebileceğini
beyan etmiştir.16
Hz. Peygamberden sonra, fıkhi alanda Kur’an’a yönelme ve ondan hüküm
çıkartma işi, sahabeye intikal etmiştir. Dolayısıyla sahabe, Hz. Peygamberin ilimde,
yorumda ve Kur’anî bilgilerin hayata aktarılmasında mirasçısı olmuştur.17
Hz. Peygamberin vefatından sonra meydana gelen yeni olaylar sebebiyle, hüküm
ifade eden ayetlerle ilgili olarak ashab, zaman zaman kendi içtihatlarını ortaya koymak
suretiyle fetva veriyordu. Mesela; Hz. Ömer, teşriindeki illetin ortadan kalktığını ileri
sürerek ayette zekât verileceklerden biri olarak sayılan “müellefe-i kulub”a18 zekât
verilmesini terk etmiştir.19 Sahabe döneminin meşhur müfessirleri Ubeyy b. Ka’b,
Abdullah b. Mesud ve Abdullah b. Abbas gibi isimlerdi.20
Tabiun döneminde daha fazla bir hız kazanan ahkâm ayetlerini tefsir ve onlara
dayalı yeni hükümleri ortaya çıkarma hareketi, nihayet hicri 2. asırda daha sistematik
olmaya başladı. Böylece ilk fıkhî mezhepler doğdu ve arkasından da Ahkâmu’l-Kur’ân
Necati Kara, Kur’an Sünnet Bütünlüğü, İstanbul 1995, s. 311.
Bakara (2); 187.
16
Bkz. Buhari, Tefsir, 2/28, Savm 16; Müslim, Sıyam, 34, 35; Nesaî, Sıyam, 29.
17
Celal Kırca, Kur’ana Yönelişler, s. 63.
18
Tevbe (9); 60.
19
Cassas, Ahkamu’l Kur’an, III / 179.
20
M. Zeki Duman, Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Kayseri 1992, s. 124–127.
14
15
5
veya Fıkhu’l-Kur’an yahut da Tefsiru Ayati’l-Ahkâm adıyla eserler yazıldı.21 Bu
noktada fıkhi tefsir tarzına örnek olarak, Ömer b. Abdülaziz’in müellefe-i kuluba
zekâttan pay verilmesindeki illetin tekrar doğduğuna kanaat getirerek, zekâttan hisse
vermeye başlamasını verebiliriz.22 Bu dönemde temayüz eden müfessirler olarak da
Said b. Cübeyr, Mücahid, İkrime, Tavus b. Keysan ve Ata b. Ebi Rabah isimlerini
zikredebiliriz.23
Kur’an, sahabe döneminde içtihat ile de tefsir edilmeye başlamış, ancak
içtihadın boyutları tabiun döneminde daha da genişlemiş, hatta itikadi ve ameli mezhep
hareketlerinin temelleri tabiun döneminde atılmıştır.24 Bu devirden sonra ise artık, her
mezhep kendi görüşlerini desteklemek için Ahkâmu’l-Kur’ân terimiyle ifade edilen
fıkhi tefsirler ortaya koymuşlardır.
Bugün elimizdeki mevcut bilgilere göre, Mukatil b. Süleyman’ın ‘Tesiru’lHamsi Mie Aye Mine’l- Kur’an’ adlı eserinin, ilk müstakil fıkhî tefsir olduğunu
müşahede ediyoruz.25 Hicri 3. asırdan itibaren özel ihtisas alanlarına yönelik tefsirlerin
kaleme alınmaya başlanmasından sonra İslam Hukukçuları da özellikle kendi ihtisas
alanlarını ilgilendiren ahkâm ayetlerinin tefsiri ile meşgul olmuş ve bu sahada müstakil
eserler meydana getirmişlerdir.26
İlk dönem fıkhi tefsirleri tarih itibarıyla şöylece sıralamak mümkündür: eş-Şafi
(ö.204/819), Ahkamu’l-Kur’an, et-Tahavi (ö.321/933), Ahkamu’l-Kur’an, el-Cassas
(ö.370/980) Ahkamu’l-Kur’an, el-Kiya el-Herrasi (ö.504/1110) Ahkamu’l-Kur’an, Ebu
Bekir ibnu’l-Arabî (ö.543/1148) Ahkamu’l-Kur’an. Artık bu eserlerde yavaş yavaş
mezhep taassubu ortaya çıkmakta ve bu tefsirler belirli bir mezhebi teyit ve müdafaa
gayreti göstermektedir.
Son zamanlarda ise Ahkamu’l-Kur’an’a dair yazılan eserler arasında, M. Sıddık
Han’ın Neylü’l-Meram min Tefsiri Ayati’l-Ahkâm adlı eseri (Kahire 1963), Konyalı
Mehmet Vehbi Efendinin Ahkâm-ı Kur’aniye (İstanbul 1343) adlı eseri, M. Ali esSabuni’nin Rava’iu’l-Beyan fi Tefsiri Ayati’l Ahkâm mine’l-Kur’an’ı (Dımeşk 1391)
(Mazhar
Taşkesenlioğlu
tarafından
terceme
edilerek
1984’te
Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, İstanbul 2003, s. 235.
İbn Sa’d, et- Tabakatü’l Kübra, Beyrut 1960, V / 350.
23
M. Zeki Duman, Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, s. 135–140.
24
Sadrettin Gümüş, Kur’an Tefsirinin Kaynakları, İstanbul 1990, s. 86.
25
Mevlüt Güngör, Kur’an Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve ilk Fıkhi Tefsir, s. 102.
26
Bedrettin Çetiner “Ahkamü’l- Kur’an” mad., DİA, İstanbul 1988, I / 551.
21
22
6
İstanbul’da
yayımlanmıştır) ve Celal Yıldırım’ın Kur’an Ahkâmı ve Mezhep İmamlarının Görüş
Farkları (İstanbul 1971–1972) adlı eseri sayılabilir.27
IV- MEŞHUR AHKAMU’L-KUR’ANLAR
A- eş- ŞAFİİ (ö. 204/819), AHKÂMU’L-KUR’AN
Bu eseri bizzat İmam-ı Şafii kaleme almamış, kendisinden yaklaşık iki asır sonra
tanınmış hadis âlimi el-Beyhaki (ö.458/1066) tarafından derlenmiş ve Muhammed
Zahid el-Kevseri’nin mukaddimesiyle birlikte ilk olarak 1371 / 1952 yılında Kahire’de
iki cilt halinde basılmıştır. 1999 Beyrut baskısı ise tek cilt halindedir.28
el-Beyhaki, kendi asrında mezhep imamının Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinin
kaybolmuş olması sebebiyle, ahkâm ayetlerinin tefsiri ile ilgili olarak ondan gelen
nusûsu tekrar derleyip toplamak suretiyle eseri yeniden inşâ etmeye çalışmıştır.29
Kur’an’daki bazı ahkâm ayetlerinin tefsirine ve onlardan hüküm çıkartma
metoduna dair İmam Şafii’nin görüşlerini toplayan eserin baş tarafında Kur’an
hükümlerini öğrenmeye teşvik, amm ve has lafızlar, Kur’an ve Sünnete uymanın farz
oluşu, haber-i vahidin Kur’an’daki yeri, nesih, istihsanın reddi gibi konulara kısaca
temas edilmiştir. Daha sonra ayetler fıkhi konular esas alınmak suretiyle tefsir ve tahlile
tabi tutulmuştur.
B- el-CASSAS (ö. 370/980), AHKÂMU’L-KUR’AN
İleride etraflı bir şekilde inceleyip değerlendireceğimiz için bu bölümde sadece
isim olarak zikretmekle yetiniyoruz.
C- el-KİYÂ el-HERRÂSÎ (ö. 504/1110), AHKÂMU’L-KUR’AN
Hicri 450 tarihinde Taberistan’da doğmuştur. Şafii mezhebine mensup bir
âlimdir ve irtihaline kadar Bağdat’ta Nizamiye Medresesi müderrisliği yapmıştır.30 elKiya el-Herrasi diye tanınan Cemalüddin Ebu’l Hasen İmamuddin Ali b. Muhammed
Çetiner “Ahkamü’l- Kur’an”, DİA, I / 552.
Şafii, Ahkâmu’l-Kur’ân li’ş-Şafii, Beyrut 1999.
29
Bkz. Ahkâmu’l-Kur’ân li’ş-Şafii, Derleyen: el Beyhâkî, s. 14–15 (Zahid el-Kevserî’nin takrizi)
30
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1973, II / 443.
27
28
7
et- Taberi’nin, tek cilt olarak mushaf tertibine göre yazıp bütün ahkâm ayetlerini tefsir
ettiği bu eseri,31 Şafiilerce en önemli fıkhi tefsir kabul edilmiştir. Gerçi bugün elimizde
matbu olarak bulunan ve Şafii’nin Ahkâmu’l-Kur’ân’ı olarak bilinen, yukarıda
tanıttığımız bir eser vardır. Ancak bu eser Şafii’den iki buçuk asır sonra yaşamış olan
el-Beyhâkî’nin bir derlemesidir.32 Dolayısıyla el-Kiya el-Herrasi’nin Ahkâmu’lKur’ân’ı kadar meşhur değildir.
Şafii mezhebine taassup derecesinde bağlı olan el-Kiyâ el-Herrâsî, eserinin
mukaddimesinde en isabetli ve en sağlam mezhebin Şafii mezhebi olduğunu ifade eder.
Hatta İmam Şafii’nin birçok görüşünün zan ve tahminin ötesinde kesinlik ifade ettiğini
söyler.33 el-Kiya el- Herrasi ayetleri tefsir ederken önce muhtemel manalar üzerinde
durmuş ve bazı kelimelerin sözlük anlamlarını açıklamıştır. Daha sonra konu ile alakalı
aynı mahiyetteki başka ahkâm ayetlerini zikretmiştir. Nüzul sebepleri ve konu ile ilgili
hadislerle tefsirini desteklemiştir. Ayrıca sahabe ve tabiun fakihlerinin görüşleri de
itibar ettiği kaynaklardır. el-Kiya el- Herrasi, hanefi müfessir el-Cassas’a sert ifadelerle
atıfta bulunmuş, hatta onun Nuh (a.s.) kadar uzun bir ömür sürse bile Şafii’yi
anlayamayacağını ileri sürmüştür. (bk. s. 67, 222, 385, 387, 402, 404, 417, 431, 441.)34
D- EBU BEKİR İBNU’L ARABÎ (ö. 543/1148), AHKÂMU’L-KUR’AN
Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Abdullah İbnu’l-Arabî el Meafiri
olarak tanınan büyük bir tefsir âlimidir. Hicri 468 tarihinde Endülüs’ün İşbiliyye
şehrinde doğmuş, hicri 543 yılında Fas’ta vefat etmiştir.35 İbnu’l-Arabî’nin Ahkamu’lKur’an’ı sure ve ayet tertibine uygun olarak, içinde 852 ahkâm ayeti bulunan 108
surenin tefsir edildiği bir eserdir. Malikiler arasında büyük bir itibara sahiptir, hatta bu
itibar o dereceye ulaşmıştır ki; mesela, yine bir maliki olan Kurtubi (ö. 671 /1272), elCâmi’li Ahkâmi’l-Kur’an adlı eserinin hemen her sayfasında İbnu’l-Arabî’den nakiller
yapmıştır.36
el-Kiya el-Herrasi, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut 2004.
Mevlüt Güngör, Kur’an Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve ilk Fıkhi Tefsir, s. 102.
33
Zehebî, et-Tefsir ve’l Müfessirun, Beyrut 2001, II / 312.
34
Zehebî, et-Tefsir ve’l Müfessirun, II / 312-314; İsmet Ersöz, “Ahkamu’l Kur’an” mad., DİA, İstanbul
1988, I / 554.
35
Zehebî, et-Tefsir ve’l Müfessirun, II / 315; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II / 473.
36
Osman Eskicioğlu, “Ahkamü’l- Kur’an” mad. DİA, İstanbul 1988, I / 554.
31
32
8
Dr. Müslim Abdullah Ali Cafer, Abbasiler döneminde tefsirin gelişimiyle ilgili
çalışmasında, maliki mezhebine taassup derecesinde bağlı olan İbnu’l- Arabî’nin başka
mezheplerin görüşlerini dikkatli araştırma yapmaksızın zikrettiğini ve maliki
mezhebinin görüşlerini zayıf bile olsa müdafaa ettiğini belirtir.37 Oysaki İsmail
Cerrahoğlu, İbnu’l- Arabî’nin, usulde mezhep imamına bağlı olmakla beraber, zaman
zaman içtihatlarında imamına muhalefet ettiğine rastlandığını, Maliki mezhebinin
hâkim olduğu Endülüs’te Hanefiliği tanıtanların İbnu’l- Arabî ve Ebu’l Velid el- Baci
olduğunu ifade etmiştir.38
Bu hususta örnekleriyle birlikte daha geniş bir malumat için adı geçen eserlere
ve Ahmet Baltacı’nın ‘ Ebu Bekir İbn’ul- Arabî ve Tefsirdeki Metodu’ adlı doktora
tezine müracaat edilmesi uygun olacaktır.39
E- KURTUBÎ (ö.671/1273), el-CÂMİ’ Lİ AHKÂMİ’L-KUR’AN
Ebu Abdullah Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr Farah el- Ensari elHazreci el- Endülüsi el- Kurtubi, Maliki fukahasından büyük bir müfessirdir. Tefsiri,
lisaniyata, fıkhî ahkâma, mezhep görüşlerinin karşılaştırılmasına, muhaddislerin cerh ve
tadiline dair birçok tafsilatı içine almaktadır.40 Müfessir, Kurtubi diye şöhret kazanan
eserde, Kur’an’ı başından sonuna kadar ihtiva etmiş olmakla beraber, daha ziyade
ahkâm ayetleri üzerinde durduğundan, eserin fıkhî yönü ağırlık kazandığından
Kurtubi’nin bu tefsiri bir Ahkamu’l-Kur’an çeşidi olarak kabul edilmektedir.41
Kurtubi, Maliki mezhebine mensup olmakla birlikte, mezhep taassupçuluğuna
karşı çıkmış ve taklitçiliği bir metot olarak benimsememiştir.42 Araştırmaları hür,
tenkitleri nezih, münakaşa ve cedellerinde insaflıdır ve mütecaviz değildir. Tefsiri her
yönden çeşitli bilgilerle doludur.43
Abdullah Ali Cafer, Eseru’t Tetavvuri’l fikriyyi fi’t-Tefsir fi’l Asri’l- Abbasi, Beyrut 1984, s. 185.
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II / 80.
39
Ebu Bekir İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, Beyrut 2003, I-IV; Ahmet Baltacı, Ebu Bekr b. el-Arabî ve
Tefsirdeki Metodu, (Basılmamış Doktora Tezi), Danışman, İsmail Cerrahoğlu, Erzurum İslâmî İlimler
Fakültesi, 1978.
40
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II / 523.
41
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II / 104.
42
Tayyar Altıkulaç, “Kurtubi” mad., DİA, İstanbul 2002, XXVI / 455-457.
43
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II / 115.
37
38
9
el Cami’li Ahkami’l Kur’an, Beşir Eryarsoy tarafından Türkçeye kazandırılmış
ve 14 cilt halinde yayımlanmıştır.44
V- FIKHİ TEFSİRİN FAYDALARI
Fıkhi Tefsirin faydalarının en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Fakihlere göre Kur’an ayetlerindeki delalet yönlerini bilmemizi sağlar.
b) Fıkhi Tefsir kitaplarının incelenmesi, bize her mezhebin, ahkâm ayetleriyle ilgili
istidlal şekillerini öğretir.
c) Mezheplerin, ayetleri anlayışlarındaki ihtilafları ve ittifak etmiş oldukları yönleri,
bunun yanında Kur’an ayetlerindeki olasılıkları bize açıklar.
d) Bu tür tefsirlerin karşılaştırılmasını yapmak, mezhep taassubu yapanlarla
yapmayanları öğrenmemizi sağlar.
e) Fıkhi Tefsirlere vakıf olmak, ilim talep eden bir kişiye pratik örneklerden istifade
imkânı sağlar. Kur’an-ı Kerim’in naslarının delalet yönlerini ve hüküm istinbatının
keyfiyetini öğretir. Bu sayede de Kur’an daha çok anlaşılır duruma kavuşur.45
44
45
Kurtubi, el-Câmi’ li- Ahkâmi’l- Kur’an, Terc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1997, I-XIV.
Muhammed Bekir İbrahim Ali Abid, Dirasat fi’t Tefsir ve Ulumu’l Kur’an, Mekke, s. 99.
10
BİRİNCİ BÖLÜM
CASSAS VE AHKAMU’L-KUR’AN’I
1.1. EBU BEKİR er-RAZİ el-CASSAS
1.1.1. YAŞADIĞI DÖNEMDEKİ SİYASİ ve SOSYAL DURUM
Şüphesiz ki; bir insanın yetişmesinde, kendi istidat ve kabiliyetlerinin dışında,
içinde yaşadığı toplumun sosyal ve politik yapısı, iktisadi seviye, toplumsal ilişkilerin
durumu, ilmi seviye, vb. faktörler son derece etkin konumdadır. Bu bağlamda, Cassas’ı
değerlendirmeye geçmeden önce, yaşadığı dönemin genel yapısına bakmamız yerinde
olacaktır.
Cassas’ın hayatı bütünüyle hicri 4. asırda geçmiştir. Siyasi olarak bu asır,
Abbasilerin merkezi kuvvetinin zayıfladığı bir dönem olarak bilinmektedir. Abbasilerde
idare merkeziyetçi bir karaktere sahip olmasına rağmen eyaletler vali ve emir tarafından
idare edilirdi. Hilafet merkezinden uzak eyaletlere, hanedana mensup kişiler veya son
derece güvenilir kumandanlar tayin edilirdi. Ancak tayin edilen bu kumandan ve emirler
zamanla Bağdat veya Samarra’da oturmayı tercih ederek yerlerine naipler göndermeye
başladılar. Merkezi otoritenin zayıflaması üzerine de bu valiler veya vekilleri
bağımsızlıklarını ilan ettiler. Merkezde otorite bir müddet Türk emirlerinin eline, daha
sonra da Bağdat’a hâkim olan Büveyhoğullarının eline geçti. X. Yüzyılın başında
Abbasi imparatorluğunun içinde bulunduğu sosyal buhran en yüksek noktasına varmış,
halifelerin ise sadece manevi yetkileri kalmıştı.46
Hayatının çok büyük bir kısmını, Abbasilerin merkezi olan Bağdat’ta geçiren
Cassas’ın yaşadığı dönem içerisinde, Abbasi halifeliğini yapan isimler hükümranlık
süreleriyle birlikte şunlardır; el- Muktedir billah (h. 295–320 ), el- Kahir billah (h. 320–
322 ), er- Razi billah (h. 322–329 ), el- Muttaki lillah (h. 329–333 ), ef- Müstekfi billah
46
Hakkı Dursun Yıldız, “Abbasiler” mad., DİA, İstanbul 1988, I / 31-56.
11
(h. 333–334 ), el- Muti lillah (h. 334–363 ), et- Tai lillah (h. 363–381 ). et- Tai lillah
tarafından Cassas’a iki defa başkadılık teklifi yapılmasına rağmen, bu teklifler Cassas
tarafından kabul görmemiştir.47
Abbasilerde İslam toplumu genel olarak havas ve avam denilen iki tabakadan
oluşuyordu. Halifenin yakınları, vezirler, emirler, kadılar, âlim ve ediplerle kâtipler
birinci tabakaya mensuptu. Esnaf ve sanatkârlar, çiftçiler, askerler ve köleler, ikinci
sınıfı teşkil ediyordu. Abbasi halifeliğinin sınırları içerisinde başta Araplar, İranlılar ve
Türkler olmak üzere muhtelif kavimlere ve çeşitli mezheplere mensup insanlar
yaşamaktaydı. Zaman zaman etnik unsurlar arasında çatışmalar çıktığı gibi mezhepler
arasında da kavga ve mücadeleler eksik olmuyordu.48 İşte, hicri 4. asrın en önemli
içtimai çalkantılarından birisi de büyük mezhep kavgalarına sahne oluşudur. Çünkü
mezhep sahibi imamların kendi devirlerindeki karşılıklı anlayış, saygı ve müsamahanın
yerini gittikçe koyu bir mezhep taassubu almaya başlamış ve bu durum gittikçe de
şiddetlenmiştir. Bu sebeple, mezhepler arasındaki mücadeleler gerek Ehlisünnetin kendi
arasında ve gerekse de Ehlisünnet ve Şia arasında acımasızca devam etmiştir. Bu
çatışmalar, mezhep müntesiplerinin birbirlerine karşı galiz ifadelerinden tutun da,
sürgün, boykot, hapislere kadar varmıştır.
Hayatının çok büyük bir kısmını Bağdat’ta geçirmiş olan Cassas’ın da maalesef
bu durumun tesiri altında kalıp diğer mezhep sahiplerine karşı insanı hayrete düşüren
çirkin ifadeler kullandığını görüyoruz.49 Mezhep taassubunun bir uzantısı olan bu
ifadelerin örneklerini ilerde sunacağız. Şimdi Cassas’ın yaşadığı dönemdeki Bağdat’ın
ilmi durumuna genel olarak bakmamız yerinde olacaktır.
1.1.2. İLMİ DURUM
Casssas’ın yaşadığı dönem siyasi ve sosyal bütün kargaşalıklara rağmen ilmi
faaliyetlerin semerelerinin bol olduğu bir asırdır. Bu dönemde ilmi seviye oldukça
yüksektir. İlim ve kültür seviyesi durmamış, aksine yükselmiş, birçok âlim yetişmiş,
kıymetli eserler telif edilmiş ve memleketler arası seyahatler dolayısıyla ilim
alışverişleri devam etmiştir. Buna bir de hükümdarların ilim adamlarına verdikleri
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 25.
Hakkı Dursun Yıldız, “Abbasiler” mad. DİA, I / 46.
49
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l- Kur’an’ı, s. 3.
47
48
12
değeri ilave etmek yerinde olur. Mesela, Hemedani hükümdarı Seyfü’d-Devle
himayesindeki Türk- İslam filozofu Farabi, Gazneli Mahmud’un koruduğu el- Biruni ve
Büveyhoğulları himayesindeki şair Mütenebbi ve Ebu’l- Ferec el- İsfehani
bunlardandır.50
O dönem içerisindeki ilmi hayatın bu denli verimli olmasının, ilim adamlarının
toplum içerisinde saygıdeğer bir konumda olmalarıyla yakından ilgisi vardır. Cassas da
tefsirinde, ilmin üstünlüğüne ve âlimlerin yaratılanlar arasında en üstün varlıklar
olduklarına atıfta bulunarak bu anlayışın gelişmesine katkıda bulunmuştur. Nitekim
Fatır suresinin 28. ayetindeki ‫“ انما يخشى هللا من عباده العلماء‬Allah’a ancak bilgili kulları
saygı duyarlar” ayetinin tefsiri bağlamında şu şekilde tefsir yapmıştır. ‘Bu ayetle ilmin
üstünlüğüne ve Allah’a karşı takvaya da ancak ilimle ulaşılabileceğine işaret vardır.
Çünkü gerçek takva ve huşuya ancak Allah’ın birliğini ve adaletini bilen kimseler
ulaşabilir. Allah’ı, onun adaletini ve mahlûkatıyla kastın ne olduğunu bilmeyenler onun
cezasından korkmazlar ve ondan sakınmazlar. Allah Teala başka bir ayette de şöyle
buyurur: Allah, sizden samimiyetle iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin
derecelerini yükseltir.51 Başka bir ayette de, iman edenler ve salih amel işleyenler var
ya, işte onlar yaratılanların en hayırlılarıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı
altlarından ırmaklar akan adn cennetleridir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Allah
onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı oldular. İşte bu mükâfat Rabbinden
korkanlar içindir.52 Bu ayetle Allah (cc) yaratılanların en hayırlılarının Rablerinden
korkanlar olduğunu haber veriyor. Allah’a ancak bilgili kulları saygı duyarlar53
ayetiyle, bu iki ayetin birleşmesi sonucunda, Allah’ı tanıyan ilim ehlinin mahlûkatın en
üstün varlıkları oldukları manası ortaya çıkar.’54
İşte bu şekilde ifade edilen teşvikler, medreselerdeki serbest ilim halkalarının
sürekli olarak faaliyetlerine devam etmesi ve halkla bu medreselerin bütünleşmesi,
Cassas dönemindeki ilmi hayatın ilerlemesine katkıda bulunmuştur.
Hakkı Aydın, “Cassas ve Debusi’nin Usullerdeki Metotları”, C.Ü.İ.F. Dergisi Sivas 2000, c. 4, sayı 1.
s. 51.
51
Mücadele (58); 11.
52
Beyyine (98); 7–8.
53
Fatır (35); 28.
54
Cassas, Ahkamu’l- Kur’an, III / 489.
50
13
1.1.3. HAYATI
Adı, Ebu Bekir Ahmed b. Ali er-Razi el- Cassas’tır. Cassas kelimesi onun lakabı
olup, kireççilik yapıp geçimini bu şekilde temin ettiğini göstermektedir.55 Hicri 305 /
917’de Rey şehrinde doğmuştur. Cassas’ın gelişiminde Rey şehrinin önemli bir etkisi
olmuş, 20 yaşına kadar orada kalmış, hicri 325 senesinde de Bağdat’a gitmiştir.56
Bağdat’ta bilhassa zamanının en büyük Hanefi âlimi olan Ebu’l Hasen el- Kerhi ( ö.340/
951 )’ den fıkıh dersleri okumuş ve zamanla onun en başta gelen talebelerinden biri
olmuştur. Daha sonra Bağdat’ta meydana gelen bir kıtlık sebebiyle Ehvaz’a gitmiş,
kıtlık sona erince de Bağdat’a dönmüştür. Bağdat’taki eğitimine devam ederken hocası
Ebu’l- Hasen el- Kerhi’nin de onayını aldıktan sonra, zamanın meşhur hadis âlimi,
Marifet’ü Ulumu’l Hadis sahibi Hâkim en- Nisaburi (ö.405) ile Nisabur şehrine gitmiş
ve ondan dört yıl kadar Hadis ve Hadis Usulü dersleri alarak istifade etmiştir. Bu süre
zarfında el- Kerhi Bağdat’ta hicri 340 yılında vefat edince, Cassas Bağdat’a dönerek
hocasının yerini almıştır.57 Nisabur’da kendisinden 16 yaş daha küçük olan Hâkim en
Nisaburi ( d.321 h.) den ders okuması ve kendisine iki defa sunulan baş kadılık teklifini
geri çevirmesi onun mütevazı bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Hocası el- Kerhi’nin
vefatından sonra Bağdat’ta sadece ilim ve fetva ile uğraşmış, eserler telif etmiş, Hanefi
Fukahanın en önemli isimlerinden biri olmuştur. Hicri 370 yılında 65 yaşında Bağdat’ta
vefat etmiştir. Cenazesini talebesi Ebu Bekir Muhammed b. Musa el- Harezmî
kıldırmıştır.58
1.1.4. İLMİ ŞAHSİYETİ
Cassas, Hanefilerin ilmi hayatında çok önemli bir konuma sahip olan büyük bir
âlimdir. Fıkhi Tefsir alanında çok büyük bir yeri olan Ahkamu’l- Kur’an’ı onun kudretli
bir müfessir olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yanında Fıkıh Usulü, Hadis ve Kelam
alanlarında da kendine has görüşleri olan, ilmi otoritesini âlimlerin kabul edip ifade
ettikleri bir şahsiyettir. Mesela; bu bağlamda Muhammed Hamidullah, Cassas’ın,
Zehebî, et-Tefsir ve’l Müfessirun, II / 307; Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 9.
Cassas, el fusul fi’l-Usul, (Haz. Casim en- Neşemi, tahkikin giriş bölümü), Beyrut 1994, I / 1–22.
57
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I / 390; Cassas, el fusul fi’l-Usul, (Haz. Casim en Neşemi,
tahkikin giriş bölümü), s. I / 1–22; Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 10–11; Soner
Duman, Cassas’ın el Fusul fi’l Usul Adlı Eserinde İllet Kavramı, Marmara üniv. Sos. Bil. Enst. 2000, s.
8–12.
58
İbni Kesir, el Bidaye ve’n Nihaye, Beyrut 1998, XI / 357.
55
56
14
muhaddislerle hukukçuları,
yani
Ashabü’l-Hadis ile Ashabü’r-Re’yi
birbirine
yaklaştırmak işine geniş çapta iştirak etmiş bir âlim olduğunu ifade etmiştir.59
Cassas, Hanefi fakihlerinin en meşhur olanlarından birisidir.60 İbn-i Kemal’in
yaptığı ve Hanefilerce meşhur olan ve 7 tabakaya ayrılan fakihlerin tasnifinde Cassas’a,
4. tabaka olan Ashab-ı Tahriç arasında yer verilmiştir.61 İbn-i Kemal’in yaptığı,
fakihlerin tasnifi şu şekildedir: Müçtehid-i fi’ş-şer’îa, müçtehid-i fi’l-mezhep, müçtehidi fi’l-mesele, ashab-ı tahriç, ashabı-ı tercih, ashab-ı temyiz, ashab-ı taklit şeklindedir.
Kaynakları incelediğimizde, birçok âlimin, Cassas’ın bu tabakalar içerisinde Ashab-ı
tahriç arasında zikredilmesinin uygun olmadığını, onun en azından meselede müçtehit
âlimler kategorisinde yer almasının gerektiğini belirten ifadelerini müşahede
etmekteyiz.
Mesela; Ömer Nasuhi Bilmen, onun mezhepte müçtehit olduğunu beyanla şu
ifadeleri kullanır; “Cassas’ın müçtehit fi’l-mezhep mertebesini ihraz etmiş olduğuna
ilmi eserleri şahadet etmektedir. Binaenaleyh, bu zatı ashab-ı tahricden sayanlar, bu
yüksek seviyeli üstadın değerini tenzil etmiş olurlar. Şemsü’l - Eimme vs. gibi bir kısım
zevat, müçtehitler sırasında görülmektedir. Hâlbuki bunlar, Cassas’ın ilim ve fazlından
müstefit olmuş, onun ilim ailesine dâhil sayılmışlardır”.62
Yine Cassas ve Ahkamu’l – Kur’an’ı üzerine doktora çalışması bulunan ve
Cassas’ın meselede müçtehit sınıfında olması gerektiğine inanan Mevlüt Güngör de şu
ifadeleri kullanmaktadır. “Ashabü’t-Tahric, mezhep fıkhına vakıf olmakla birlikte
müçtehitlik mertebesine ulaşamamış mukallit fakihlerdir. Hâlbuki Cassas bir
müçtehittir. Ve üçüncü tabakada geçen Kadihan, Şemsü’l-Eimme es-Serahsi, Bezdevi,
ve diğerlerinden hiç de aşağı değildir. Bu husus, eserleri incelendiğinde açık bir şekilde
görülür. Bu bakımdan en azından onun da üçüncü tabaka olan el-müçtedit fi’l mesele
tabakasında yer alması daha uygun olur.”63
Cassas’ın müçtehit seviyesinde oluşunun kanıtı olması bağlamında, Bakara
suresinin 184. ayetinin tefsirini yaparken, tutulamayan Ramazan orucunun ne kadar
ertelenebileceğine dair, kendi içtihadını örnek olarak verebiliriz.
Muhammed Hamidullah, İslam Hukuku Etütleri, İstanbul 1984, s. 65.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, I / 345.
61
Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara 1999, s. 200.
62
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, I / 344.
63
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s.24.
59
60
15
‫فمن كان منكم مريضا اوعلى سفر فعدة من ايام‬
“O günlerde sizden kim hasta veya yolcu olur da oruç tutamazsa başka günlerde iade
eder.” Cassas ayetin tefsirinde şu ifadeleri kullanır: Ayette, kazaya kalan oruçların ne
zaman tutulacağına dair belli bir vakit tayin edilmemiştir. Bizim mezhep imamlarımız,
bu kimselerin dilediği vakitte oruçlarını kaza edebileceklerini belirtmişler ve o seneyi
geçirmelerinin caiz olup olmadığı hususunda bir şey söylememişlerdir. Benim
görüşüme göre, bu oruçların diğer Ramazan girene kadar tehir edilmesi caiz değildir. Bu
görüşüm, mezhep imamlarımızın görüşüne de uygundur. Çünkü onlara göre, bir emir
gayrı muvakkat ise hemen yapılması gerekir.64 Görüldüğü gibi Cassas kendi kanaatini
açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Cassas’ın tefsirinin yanında fıkhi alandaki derinliğinin belki de en önemli
yansıması, Hanefilerin fıkıh tarihindeki ilk usul kitabını yazmış olmasıdır. Kendi
dönemine kadar meseleci bir yapı arz eden ve henüz belli bir disiplin altına alınmamış
olan Hanefi fıkıh usulünü ilk kaleme alan kişi Cassas’tır. Bu bağlamda Cassas’ın,
Hanefi Fıkıh Usulü Tarihi açısından önemli bir yeri vardır.
1.1.5. MEZHEBİ
Cassas, Hanefi mezhebine taassup derecesinde bağlı olan ve mezhebini her
durumda diğer mezheplere karşı müdafaa eden bir müfessirdir.65 Kendisinden bahseden
tüm kaynaklarda onun müfessir ya da fakih olma yönünden daha çok Hanefi olma
yönünün ön plana çıkmasından dolayı bunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Tefsirinde
mezhepler arası ihtilafları ortaya koyup diğer mezheplerin eğilimlerine yer vermekle
birlikte, Hanefi mezhebinin görüşlerini devamlı olarak tercih etmesi, sadece tercihle de
kalmayıp benimsediği Hanefi mezhebinin görüşlerini akli ve nakli delillerle savunması
onun en belirgin özelliklerindendir.
Mevlüt Güngör, Cassas’ın, tefsirini kendi mezhebini diğer mezheplere karşı
müdafaa etmek ve Hanefi fıkhının üstünlüğünü ispatlamak gayesiyle yazdığını ifade
64
65
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 254.
Zehebî, et-Tefsir ve’l Müfessirun, II / 308.
16
etmektedir.66 Bunda şaşılacak bir durum da yoktur, zira Cassas, kendi döneminde
Hanefi mezhebinin ileri gelen bilginlerindendir.
Konu ile alakalı olarak şunu hemen ifade edelim ki Cassas, işlediği mevzularda
Ebu Hanife’nin görüşü varsa onu belirtmekte ve genellikle de onun görüşlerini kabul
etmektedir. Ebu Hanife, Cassas’ın hemen hemen hiç tenkit etmediği bir imamdır.
Mesela; Bakara suresinin 124. ayetindeki
‫ اني جاعلك للناس اماما‬ifadesinin tefsirini
yaparken önce ‘imam’ lafzının etimolojik tahlilini yapar, ardından ise ayetin bağlamıyla
hiçbir alakası olmadığı halde, fasık bir kimsenin imamlığı ve halifeliği üzerindeki İmam
Ebu Hanife’nin görüşünü ortaya koyup mezhep imamını şu ifadelerle savunur: Bazı
insanlar, Ebu Hanife’nin, fasık imamın hilafetinin caiz olduğu, ancak fasık hâkimin
hâkimliğinin caiz olmadığı, bu nedenle de hükmünün geçerli olmayacağı kanaatinde
olduğunu zannederler. Kelamcılardan Zürkan denilen şahıs da bu görüştedir. Hâlbuki bu
açık bir iftira ve yalan bir iddiadır. Ebu Hanife’ye göre kadı ile halife arasında, her
ikisinin de şartlarının adalet olması noktasında hiçbir fark yoktur. Fasıkın şahitliği ve
hadis rivayeti kabul edilmediği gibi ne halife ne de hâkim olabilir. Rivayeti kabul
edilmeyen ve hükümleri geçerli olmayan, halife nasıl olabilir. Ebu Hanife’ye karşı
böyle bir iddiada bulunmak nasıl caiz olabilir.67
Yine kendi mezhebini ve mezhep imamını her durumda desteklemesine örnek
olarak, Bakara suresinin 232. ayetini açıklarken, velisi olmaksızın bir kadının kendisini
evlendirip evlendiremeyeceği ile ilgili ihtilaflı meselede tüm görüşleri ortaya koymuş ve
Ebu Hanife’nin görüşünü şu ifadelerle desteklemiştir: Akıllı, baliğa, yetişkin kadın,
şayet kendini evlendirse ya da evliliği hususunda velisi olmayana vekâlet verse de o da
onu evlendirse bu evlilik Ebu Hanife’ye ve Züfer’e göre caizdir. Kocayla halvet caiz
olur. Talakı, zıharı ve ilası vukubulur. Birisi ölse diğeri ona varis olur.68 İşte Cassas,
Ebu Hanife’nin görüşünü bu şekilde ifade ettikten sonra akli delillerle birlikte bu hükmü
destekleyerek açıklamıştır.69
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 143.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 85.
68
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 483.
69
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 485.
66
67
17
1.1.6. HOCALARI
Cassas’ın hocaları hakkında Mevlüt Güngör’ün kitabından70 naklen kısa bilgiler
verelim.
1- Ebu’l Hasen el- Kerhi ( 260–340 / 874–951)
Cassas’ın hemen her konuda kendisinden bahsettiği ve en çok istifade edip tesirinde
kaldığı hocası el-Kerhi’dir. Geniş ilmi ve rivayet bilgisi sayesinde Hanefilerin reisi
kabul edilmiş, müçtehit, muttaki, züht ve takva sahibi bir kimsedir. Birçok âlim
yetiştirmiş fazıl bir âlimdir.71
‘Muhtasar fi’l-Fıkh’, ‘el-Camiu’s-Sağir’ ve ‘el-Câmiu’l-Kebir’ şerhleri, Hanefilerce
esas alınan usul kaideleri ‘Kavaid-i Külliye yi ihtiva eden otuz dokuz kaidelik matbu bir
de usul kitabı vardır.72
2- Abdulbaki b. Kanı Ebu’l- Huseyn el- Kadi el- Hafız ( 266–351 / 879–962 )
3- el- Hâkim en – Nisaburi ( 321–405 / 933–1014 )
4- Abdullah b. Cafer b. Faris en Nahvi ( 258–347 / 872–958 )
5- Süleyman b. Ahmed et- Taberani ( 260–360 / 874–971 )
6- Ebu Sehl ez-Züccaci
7- Muhammed Ğulam Sa’leb ( ö. 345 / 956 )
8- Ebu Ali el- Farisi ( ö. 377- 987 )
9- Da’lec b. Ahmed b. Da’lec ( 260–351 / 874- 962 )
Yukarda zikrettiğimiz isimlerden başka, meşhur olmayan bazı zat ve âlimlerden
de istifade etmiş ve bunların isimlerini de eserlerinde zikretmiştir.
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 12–18.
Zehebî, et-Tefsir ve’l Müfessirun, II / 307.
72
Ebu’l-Hasen Ubeydullah b. Huseyn el- Kerhi, Usûlü’l-Kerhi, Debûsî’nin Te’sîsu’n- Nazar isimli
eserinin sonunda. Kahire 1320.
70
71
18
1.1.7. TALEBELERİ
Hiçbir resmi vazife almadan sadece ilimle meşgul olan Cassas’ın, birçok talebesi
vardır. Biz burada bunlardan bir kısmının sadece isimlerini vermekle yetineceğiz.
1- Ebu Bekir el- Harezmî ( ö. 403 / 1012 )
2- Ebu Abdullah Muhammed b. Yahya el- Cürcani
3- Ebu Cafer en- Nesefi ( ö. 414 / 1023 )
4- Ebu’l Huseyn ez- Za’ferani ( ö. 394 / 1004 )
5- Muhammed b. Ahmed el- Vasıti el- Kemari ( ö. 417 / 1026 )
6- Ebu Cafer el- Üsteruşeni ( ö. 400 / 1009 )
7- Ebu’l- Ferec Ahmed b. Muhammed b. Ömer ( ö. 415 / 1024 )73
1.1.8. ESERLERİ
Cassas’ın eserleri, müstakil kitapları ile Hanefi mezhebine ait muhtasar kitaplara
yazdığı şerhlerden oluşmaktadır. Bu şerhler ise, İmam Muhammed, Ebu Cafer etTahavî, Hassaf ve Kerhî gibi selef ve halef dönemi âlimlerinin muhtasarlarını
kapsamaktadır.
Cassas’ın eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz.
1- İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybani’nin “el-Camiü’l-Kebir” adlı meşhur
kitabının şerhi
2- İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybani’nin “el- Camiü’s-Sağir” adlı meşhur
kitabının şerhi
3- İmam Muhammed b. Hasen eş- Şeybani’nin “el- Menasik” adlı kitabının şerhi
4- Tahavi’nin “Muhtasaru’l Fıkıh” adlı kitabının şerhi
5- Tahavi’nin “Asar” adlı eserinin şerhi
6- Tahavi’nin “İhtilafu’l- Fukaha” adlı kitabının muhtasarı
73
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 34–35.
19
7- Hassaf’ın “Edebü’l- Kâdi” adlı kitabının şerhi
8- Kerhi’nin “Muhtasar” adlı eserinin şerhi
9- Şerhu’l- Esmai’l- Hüsna
10- Cevabatu’l- Mesail
11- el- Fusul fi’l- Usul
12- Ahkamu’l- Kur’an74
Bu eserlerden İmam Muhammed’in eserlerine yapılan şerhler, Tahavi’nin
“Asar”ı ile Kerhi’nin Muhtasar’ına yapılan şerh, Şerhu’l- Esmai’l-Hüsna ve Cevabatu’lMesail isimli eserlerin günümüze ulaştığı bilinmemektedir. Ahkamu’l- Kur’an, el- Fusul
fi’l- Usul ve Muhtasar-u İhtilafi’l-Ulema isimli eserler matbudur. Şerh-u Muhtasari’tTahavi, Şerh-u Edebi’l- Kadi li’l Hassaf isimli eserler ise yazma olarak
bulunmaktadır.75
1.2. AHKAMU’L- KUR’AN
1.2.1. BİLGİ KAYNAKLARI
Her ilimde yeni gelişmeler daima eski bilinenler üzerine inşa edilir. Bu
bakımdan herhangi bir alanda yeni bir eser meydana getiren her müellifin o sahada daha
önce yapılmış olan çalışmalardan istifade etmesi hem tabi hem de zaruridir. Hatta
kendilerinden istifade edilen bu kaynaklar ne kadar bol ve ne kadar sağlam ve değerli
olursa yapılan çalışma da o kadar kıymet kazanır.
Cassas’ın Ahkamu’l- Kur’an’da kaynak olarak kullanmış olduğu eserleri tefsir,
hadis, fıkıh, lügat ve tarih olmak üzere başlıca beş grupta incelemek mümkündür. Bu
kaynaklardan birçoğunda bazen sadece eser adı zikredilmekte, bazen ise sadece
müellifin ismi zikredilmektedir. Cassas, tefsirinde çoğu kez
‫ قال‬- ‫ قال فالن‬- ‫قال اهل اللغة‬
‫ ر وى ذالك عن المفسر ين – ر وى في التفسير‬- ‫ وقال اخر ون‬- ‫ اهل العلم‬gibi müphem ifadeler
kullanarak kaynaklara işaret etmemektedir. Bunun sebebini genel anlamda, o günkü
eserlerde bugün olduğu gibi dipnot verme, kaynaklara işaret etme gibi bir sistemin
Cassas, el- fusul fi’l-Usul, (Haz. Casim en Neşemi Tahkikin giriş bölümü), I / 1–22.
Cassas’ın tüm eserleri ve yazma olanların bulunduğu yerler hakkında geniş bilgi için bkz. Mevlüt
Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 36–49.
74
75
20
mevcut olmadığına bağlayabiliriz. Fakat aynı ifadelerden ve Ahkamu’l- Kur’an’da
geçen şahıs ve eser isimlerinden anladığımız kadarıyla Cassas birçok tefsirden istifade
etmiştir. Az da olsa Şafii’nin ve Tahavî’nin Ahkamu’l- Kur’anlarının bizzat adını
vermek suretiyle76 atıflarda bulunmuştur. Cassas, Şafii’nin Ahkâmu’l-Kur’ân’ını bizzat
görmüş olacak ki kazf ayetinin ahkâmı ile ilgili olarak ona açıkça atıfta bulunmuştur.
Cassass’ın ifadesi şu şekildedir: ‫ اذا قذف امراته برجل العن ولم يحد‬:‫وقال الشافعي في احكام القران‬
‫للرجل‬
Tezimizin giriş bölümünde meşhur Ahkâmu’l-Kur’ânlardan bahsederken,
Şafii’nin Ahkâmu’l-Kur’ân adlı tefsirinin, kendisinden yaklaşık iki asır sonra tanınmış
hadis âlimi el-Beyhaki (ö.458/1066) tarafından derlendiğini ifade etmiştik. el-Beyhaki,
kendi asrında mezhep imamının Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinin kaybolmuş olması
sebebiyle, ahkâm ayetlerinin tefsiri ile ilgili olarak ondan gelen nusûsu tekrar derleyip
toplamak suretiyle eseri yeniden inşâ etmeye çalışmıştır.77 Bu durumda Cassas’ın,
kendisinden bir asır sonra yazılan bir kaynaktan nasıl nakilde bulunduğu sorusuna
cevabımız; Cassas Beyhâki’den önce yaşamış olduğuna göre, derleme olanı değil de
eser kaybolmadan önce aslını görüp kaynak olarak aslından istifade etmiştir şeklinde
olacaktır.
Cassas zekât ayetinin78 tefsiri vesilesiyle Tahavî’nin Ahkâmu’l-Kur’ân adlı
tefsirinin adını vererek iktibasta bulunmuştur.79
Cassas, mevcut olan hadislerin büyük bir kısmını Abdülbaki b. Kani’den ( ö.
351/ 962) rivayet etmiştir. Bundan başka Taberani ( ö. 360/ 971), Da’lec b. Ahmed b.
Da’lec (ö. 351 h.) ve Hâkim en Nisaburi (ö. 405/ 1014) gibi meşhur hadisçilerden
faydalanmıştır. Fıkhi yönden ise, Hanefi fıkhının büyük kurucuları olan İmam Ebu
Yusuf ( 113–182 h.) ve İmam Muhammed eş Şeybani ( 132–189 h.)’nin eserleri başta
olmak üzere el Mervezi (ö. 211 h.), Tahavi ( ö. 321 h.) ve hocası Kerhi (ö. 340 h.)’ye
zaman zaman atıflarda bulunmuştur.80 Hanefilerin dışında da kendinden önce gelmiş
olan bütün mezhep imamlarının görüşlerinden istifade etmiştir.81
76
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 351, III / 266, III / 296.
Bkz. Ahkâmu’l-Kur’ân li’ş-Şafii, Derleyen: el Beyhâkî, s. 14–15 (Zahid el-Kevserî’nin takrizi)
78
Tevbe (9); 60.
79
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 195.
80
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 127, III / 535.
81
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 57, III / 64.
77
21
Cassas’ın lügat ve nahiv kaynakları el- Kisai, Ali b. Hamza, el- Esmai, el- Ferra,
Yahya b. Ziyad, Ebu Ubeyde, el- Müberred, el- Ahfes, ez- Zeccac, Sa’leb gibi Arap dili
ve edebiyatındaki şöhretlerdir.82
1.2.2. TEFSİR METODU
Cassas, Ahkamu’l- Kur’an’da ayetleri tefsir ederken genellikle şu şekilde bir yol
benimsemiştir:
— Ayetleri Mushaf tertibindeki sıralamaya göre fıkhi başlıklar altında ele alıp
incelemektedir. Ancak surelerin tamamı değil, sadece ilgili ayetlerin tefsirini
yapmaktadır. Bazı ayetlerin bütününün tefsirini yaparken bazı ayetlerin ise bir parçasını
açıklamakla yetinmektedir. Geniş ya da dar bir şekilde 1080 tane ayetin tefsirini
yapmıştır. Bu bakımdan Ahkamu’l- Kur’an bir fıkıh kitabını andırmaktadır. Mesela;
İsra suresinin tefsiri bağlamındaki konuları şu başlıklar altında incelemiştir: Anne
Babaya iyilik konusu83 , Namazda yüzün üzerine secde etme konusu84, Secde
anında okunacak dua konusu85, Namazda ağlamak86, Namaz ve duada sesli
kıraat87 konusu. Bu tür konu başlıkları tefsirinin başından sonuna dek devam
etmektedir.
— Her ayetten sonra o ayetin kısa bir izahını yapmakta ve delalet etmiş oldukları
manaları bir iki cümle ile ifade etmektedir. Sözgelimi “Onlar (cinler) Süleyman’a
binalar, heykeller, havuz büyüklüğünde leğenler, yerden kalkması güç kazanlardan
istediği her şeyi yaparlardı”88 ayetinin tefsirini yaparken şu ifadeleri kullanmıştır: Bu
ayet, resim yapmanın mübah olduğuna delalet eder. Hz. Peygamberin şeriatında ise
resim ve heykel yasaklanmıştır.89
—Ayeti verdikten sonra, bu ayeti mana olarak destekleyen başka ayetleri ortaya koyar.
Yukarıdaki iki maddeyi örneklemek için sözgelimi Meryem suresinin 3. ayetinin
tefsirine bakalım.
‫“ اذ نادي ربه نداء خفيا‬Hani O (Zekeriya) gizli bir sesle Rabbine nida
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi II / 61.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 255.
84
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 271.
85
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 272.
86
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 273.
87
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 274.
88
Sebe (34); 13.
89
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 488.
82
83
22
etmişti.” Cassas, bu ayette Allah Teala’nın Zekeriya (a.s.) yı gizlice dua ettiği için
övdüğünü ifade etmiş ve ayetin, sessizce dua yapmanın cehri duadan daha üstün
olduğuna delalet ettiğini vurgulamıştır. Sonra da “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice
dua edin”90 ayetiyle hükmünü desteklemiştir.91
—Ayette garip kelime varsa onu açıklar, şiirlerle bu garip kelimelerin izahını yapar.
Ahkamu’l – Kur’an, bolca şiir örneklerinin kullanıldığı bir tefsirdir. Bu konu ilerde ayrı
bir başlık altında incelenecektir.
—Bazı ayetlerin sebebi nüzulleriyle ilgili rivayetleri nakleder. Bu konuyu da ayrı bir
başlık altında inceleyip örneklendireceğiz. Fakat Cassas’ın tefsirinin, sebebi nüzullerin
bolca kullanıldığı bir tefsir olmadığını burada vurgulamak isteriz.
—Çoğunlukla, ayetlerin tefsiri bağlamında ayetten hemen sonra konu ile ilgili olarak
Hz. Peygamberden gelen hadisleri sıralar. Mesela; yukarıda örnek olarak zikrettiğimiz
Sebe suresindeki resim ve heykelciğin yasaklanması konusu ile ilgili ayetin tefsirinde şu
hadis-i şerifi nakletmiştir: “Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: İçinde resim bulunan eve
melekler girmez. Kim bir resim (heykel) yaparsa o kişiye kıyamet gününde yaptığı o
şeye can vermesi istenir. Bunu yapmazsa cehenneme girer. Allah Teala resim (heykel)
yapanlara lanet etti.”92
—Bazı ayetlerin tefsirinde sahabe, tabiin ve seleften gelen rivayetleri nakleder.
—Eğer ele alınan ayetlerin ihtiva ettiği hükümler hakkında mezhepler arasında ihtilaflar
varsa onlara uzun uzadıya yer verir. ‫ قال اصحابنا‬diyerek Hanefi mezhebinin, daha sonra
da diğer mezheplerin görüşlerini zikreder. Neticede ‫ قال ابوبكر‬ifadesini kullanarak kendi
görüşünü Hanefi mezhebinin görüşlerini müdafaayla ortaya koyar. Ahkamu’l-Kur’an,
bu bakımdan bir hilafiyat kitabını andırmaktadır.
—Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân’da bazı ayetlerin bir veya birkaç pasajı ya da kelimesinin
tefsiriyle yetinmektedir. Bu durum bazı bölümlerde ayet ve sure bütünlüğüne uygun
olmayan fıkhî çıkarımlara neden olmaktadır.
—Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân’da bazı ayetlerin tefsirinde siyak sibak bütünlüğüne riayet
etmemiştir. Dolayısıyla bu durum, ayetteki murad edilen manayı belirleme noktasında
sıkıntılara yol açmaktadır.
90
Araf (7); 55.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 282.
92
Buharî; Libas, 39; Nesai; Zinet, 113. Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 488.
91
23
—Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân tefsirinde mezhep mensubiyetini katı bir üslupla ortaya
koymuştur.
1.2.3. RİVAYET YÖNÜYLE AHKAMU’L KUR’AN
Bilindiği gibi Kur’an tefsirinde başlıca iki eğilim söz konusudur. Bunlardan biri
dirayet, diğeri de rivayettir. Dirayet, yalnızca rivayete bağlı kalmayıp Kur’ani nasları
dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanarak tefsir etmek demektir. Rivayet ise sırf nakle
dayalı olarak yapılan bir tefsir çeşididir. Tarihe bakıldığında görülecektir ki, ilk
dönemlerden itibaren başlayan tefsir hareketi her iki örneği de içinde barındırmıştır.93
Her ne kadar Ahkamu’l- Kur’an tarzı eserler dirayet tefsirleri kategorisinde
değerlendirilse de, Cassas’ın Ahkâmu’l- Kur’anı’nın bir rivayet bir de dirayet yönü
olduğu unutulmamalıdır. Şimdi Cassas’ın tefsirinin rivayet yönü üzerinde durmaya
çalışalım.
1.2.3.1. Kur’an’ı Kur’an’la Tefsiri
Kur’an’ın kendine özgü anlatım tarzlarından biri de aynı konuyu ele alan ve
manası kapalı olan bir ayetin daha sonra gelen başka bir ayetle açıklanmasıdır. Buna
göre Kur’an’da kapalı ve kısa olarak anlatılan konular, bir başka yerde açıklanmakta ve
genişletilmektedir. Kur’an’da anlatılan konular, parçacı yaklaşımlardan uzak bir
biçimde bütünsel olarak ele alındığında, gerek kelime ve kavramlarda ve gerekse
anlatılan olay ve olgularda, Kur’an’ın ilk müfessirinin yine kendisi olduğu, Kur’an’da
manası kapalı bazı ayetlerin diğer bazı ayetlerle tefsir edildiği görülecektir.94
Casssas da Kur’an’ın Kur’an’la tefsirine birçok müfessir gibi önem vermiş ve
ayetlere getirdiği yorumları desteklemek için aynı konuyu ya da kavramı açıklayan
diğer ayetlere de temas ederek bu metodu bolca kullanmıştır.
Örnek 1: Araf suresinin 31. ayetinin tefsirini yaparken “ ‫ والتسرفوا‬israf etmeyin”
nehyindeki israf kelimesinin üzerinde durmuş ve israfın, “sınırsız harcama yapmak,
infak hususunda haddi aşmak ve helal olanı haram hale getirmek” gibi manalarının
Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, İstanbul 2003, s. 58.
M. Zeki Duman, Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Kayseri 1992, s. 68; Erdoğan Pazarbaşı, Vani Mehmet
Efendi ve Araisü’l – Kur’an, Van 1997, s. 90.
93
94
24
olduğunu belirterek, (İsra, 27),95 (Furkan, 67),96 (İsra,29)97 ayetleriyle bu manalarını
desteklemiştir.98
Örnek 2: Nur suresinin 30. ayetinin tefsirinde “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini
haram olan şeyden çeksinler” ayetine İsra suresi 36. ayeti açıklayıcı olarak getirmiştir.
‘Muhakkak ki kulak, göz ve kalp, işte bütün bunlar yaptıklarından mesuldür’ ayetiyle
gözün zinaya götüren sebep olduğunu ifade etmiştir.99
Örnek 3: Bakara suresinin 159. ayetinin tefsiri vesilesiyle ‫ان الذين يكتمون ما انزلنا‬
‫‘ من البينات والهدى‬bilgiyi saklamanın yasaklığı’ konu başlığını işlerken, konuyla alakalı
olarak bu ayetteki vurguyu destekleyici mahiyette (Bakara 174)100 ve (Âl-i İmran
187)101 ayetlerini almış ve tüm bu ayetlerin, din ilimlerini insanlara açıklamanın ve
öğretmenin gerekliliğine ve gizlemenin de yasaklandığına delalet ettiğini ifade
etmiştir.102
Netice itibarıyla Casssas, Ahkamu’l Kur’an’da ayetlerin ayetlerle tefsirine büyük
önem vermiştir.
1.2.3.2. Kur’an’ı Sünnetle Tefsiri
Kur’an’ın Kur’an’la tefsirinden sonra tefsirde ikinci kaynak Hz. Muhammed’dir.
O, Kur’an kendisine indirilen ve vahyin sahibi yüce Allah tarafından ayet ayet telaffuz
ve manası öğretilen kimse olarak tefsir konusunda insanlar arasında en salahiyetli
olandır. Bu sebeple Allah Resulü Hz. Muhammed, kendisine indirilen ayetleri,
çevresindeki insanlara hem tebliğ ediyor, hem de açıklaması icap edenleri kavli ve fiili
sünnetleri ile izah ediyordu. Dolayısıyla Kur’an hem okunuyor hem de yaşanıyordu.
İlim ile amel bir arada yürütülüyordu.103
Bu bağlamda Kur’an’ın bilhassa ahkâm ayetlerinin sünnetle tefsire ihtiyacı çok
büyüktür. Kur’an’daki ahkâmla ilgili mücmel ifadelerin açıklanması Hz. Peygamberin
Asla saçıp savurma! Şüphesiz malını saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir.
Onlar harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.
97
Cimrilik edip de elini boynuna asma, onu tamamen de açma. Aksi halde kınanır, pişman olursun.
98
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 43–44.
99
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 407.
100
Allah’ın Kitap’tan indirdiklerini gizleyen ve onu az bir pahaya satanlar, şüphesiz onlar karınlarına
ancak ateş doldurmaktadırlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları aklamayacaktır da.
Onlar için can yakıcı bir azap vardır.
101
Allah, Kitap verilenlerden, “onu kesinlikle açıklayacak ve gizlemeyeceksiniz!” diye söz almıştı. Fakat
onlar verdikleri sözü kulak ardına atıp az bir pahaya sattılar. Satın aldıkları ne kötü bir şeydi!
102
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 121.
103
M. Zeki Duman, Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, s. 84.
95
96
25
beyan görevinin bir gereğidir.104 Namaz, oruç, zekât, hac gibi ameli ibadetlerin kavlî ve
fiilî olarak tafsilatlı bir şekilde Hz. Peygamber tarafından öğretilmesi ahkâm ayetleriyle
ilgili tefsir çalışmalarında en büyük malzemeyi oluşturmuştur.
Cassas da tefsirinde bunlardan büyük ölçüde istifade etmiştir ve hemen her
ayetin tefsirinde hadis rivayetlerine başvurmuştur. Biz burada birkaç örnek vermekle
yetineceğiz.
Örnek 1:
‫… ويقولون سبحان ربنا ان كان وعد ربنا لمفعوال‬105 “Onlara Kur’an
okunduğunda yüzleri üstüne hemen secdeye kapanırlar, Rabbimizi tenzih ederiz,
şüphesiz ki Rabbimizin vaadi gerçekleşir” ayetinin tefsirinde, namazın rükû ve
secdelerinde nasıl dua edileceğine, ne gibi şeyler okunacağına dair bilgileri Hz.
Peygamberin hadislerinden nakletmiştir.
Ukbe b. Amir’den rivayetle;
‫( فسبح باسم ربك العظيم‬Vakıa 56/74) ayeti nazil
olunca Allah Resulü buyurdular ki, rükûlarınızda onu söyleyin. ‫( سبح اسم ربك االعلي‬A’la
87/1) nazil olunca da, Allah Resulü, secdelerinizde bunu okuyun buyurdular.
Huzeyfe’den rivayetle; Allah Resulü namazın rükûlarında üç defa
‫سبحان ربي‬
‫ العظيم‬secdelerinde de üç defa ‫ سبحان ربي االعلي‬derdi. İbn Mesud’dan da aynı şekilde
rivayet vardır.
İbni Abbas’tan rivayetle Allah Resulü buyurdular ki; Rükûlarda Rabbi tazim
edin, secdelerde ise bolca dua edin, çünkü secde size icabet edilmeye en uygun yerdir.
Hz. Ali’den rivayetle; Allah Resulü secdelerinde şöyle derdi; Allah’ım senin için secde
ettim ve sana iman ettim.106
Örnek 2: ‘Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki; o bir ezadır’107 ayetinde
geçen “eza” kelimesinin manasını Hz. Peygamberin ‘Birinizin ayakkabısına eza (pislik)
bulaşınca, onu yere sürtsün ve namazını kılsın, çünkü toprak onun temizleyicisidir’
hadisinde geçen eza kelimesinin kullanılışından istifade ederek tefsir etmiş ve ayette
geçen eza’nın pislik, necaset manasına geldiğini söylemiştir.108
104
Nahl (16); 44.
İsra (17); 108.
106
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 272–273.
107
Bakara (2); 222.
108
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 408.
105
26
Örnek 3: ‘Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle çatışırlarsa aralarını bulup
barıştırın’109 ayetinin tefsirinde Cassas, iyiliği emredip kötülüğe mani olmanın
öneminden bahsetmiş ve konuyu destekler mahiyette şu hadisi şerifi nakletmiştir. Allah
Resulü buyurdular ki; ‘Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirsin, eğer
buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu
ise imanın en zayıf noktasıdır.’110
Netice itibarıyla söyleyelim ki Cassas, Hz. Peygamberin sözlerinden geniş
ölçüde faydalanmıştır.
1.2.3.3. Tefsirde Arap Şiirlerinden Faydalanması
Kelimeleri açıklığa kavuşturmak ve onları daha iyi izah edebilmek için lügatten
istifade eden Cassas, yeri geldikçe kelimeleri ve ıstılahları izah noktasında Arap
şiirlerinden de faydalanmıştır. Kelimelerden kastedilen manaları tayin etmek için
şiirlerden örnekler vermiştir. Zira İbn Abbas’a göre şiir, Arapların divanı111 yani
arşividir. Müfessirler, İslam’ın ilk asırlarından beri Kur’an’ın tefsirine yardımcı olacak
şekilde şiire yer vermişlerdir. Özellikle Zemahşeri (ö. 539 / 1144), Ebu Ubeyde (ö. 825 /
1422), Sicistani (ö. 942 / 1535 ) bu yöntemi ortaya koymuşlardır.112 Ahkamu’l-Kur’an
da hiç de yadsınamayacak derecede şiir nakillerine sahip bir tefsirdir. Çünkü 140
civarında şiir beyti vardır ve bu da göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir sayıdır.
Şimdi Ahkamu’l-Kur’an’dan birkaç tane şiir örneği inceleyelim.
Örnek 1: ‫وكذالك جعلناكم امة وسطا‬
113
ayetinde geçen ‘vasat’ kelimesinin ‘mutedil’
anlamını ispat gayesiyle şair Züheyr’in ‫اذا طرقت احدي الليالي‬
‫هم وسط يرضي االنام بحكمهم‬
‫بمعظم‬
‘Onlar herhangi karanlık bir gecede kendilerine müracaat edilince, hükümlerine
mahlûkatın razı olduğu vasat (adil) kimselerdir’ şiirini örnek almıştır.114
109
Hucurat (49); 9.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 531.
111
Zehebi, et-Tefsir ve’l Müfessirun, Mısır 1976, I / 74.
112
Celal Kırca, Kur’ana Yönelişler, s. 173.
113
Bakara (2); 143.
114
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 106.
110
27
Örnek 2:
‫وان خفتم عيلة‬
115
ayetindeki (‫ ) عيلة‬ifadesine yapmış olduğu istişhadı
örnek olarak alabiliriz. ‫وما يدري الغنى متي يعيل‬
‫‘ وما يدري الفقير متي غناه‬Fakir, ne zaman
zenginleyeceğini bilemez, Zenginse ne zaman fakirleşeceğini bilemez.’116
Örnek 3: Son bir örnek olarak ‘Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size fahşayı
emreder’117 ayetindeki (‫ ) فحشاء‬kelimesine vermiş olduğu manayı ispat etmek için
yapmış olduğu şiir istişhadını alalım. ‫عقيلة مال‬
‫اري الموت يعتام الكرام ويصطفي‬
‫‘ الفاحش‬Ölümü görüyorum, cömertlere gecikir de, malına sımsıkı bağlanmış
cimrinin malının kıymetlisini seçer.’
118
Dolayısıyla Cassas’a göre bu ayetin manası
şudur; ‘Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği emreder.’ Bu ayetle birlikte
cimrilik ve cimriler kötülenmiştir.
1.2.3.4. Nüzul Sebeplerini Açıklaması
Hz. Peygambere bir sual veya bir hadise dolayısıyla birkaç ayetin veyahut bir
surenin nazil olmasına amil olan şeye sebebi nüzul demekteyiz.119 Tefsir ilminde bir
ayeti ve sureyi izah ve beyan etmesi bakımından nüzul sebebini bilmenin büyük önemi
vardır. Değişik nedenler ve çeşitli olaylara göre nazil olan ayetler, ayrı ayrı hükümler
ihtiva etmektedirler. Nüzul sebeplerinin bir bölümüne şahit olan ve özellikle de sürekli
Hz. Peygamberin yanında bulunan sahabe, hükümlerle sebepler arasındaki ilişkiyi
kurabilmekte ve ayetlerin maksadını daha iyi anlayabilmektedirler. Çünkü ayetlerin
gerçek anlamlarını kavrayabilmek için, onların hangi sebebe bağlı olarak indiklerini
bilmeye ihtiyaç vardır.120 Bu bakımdan âlimler, bir müfessirin kusursuz bir tefsir
yazabilmesi için bu ilmi bilmesini şart koşmuşlardır.
Ahkâm ayetlerinin tefsirinde nüzul sebeplerini bilmenin önemi büyüktür. Cassas
da çok fazla olmasa da bazı ayetlerin nüzul sebebine işaret etmektedir. Burada
bunlardan birkaç örnek vermek istiyoruz.
115
Tevbe (9); 28.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 116.
117
Bakara (2); 268.
118
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 557.
119
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 115–116.
120
Abdülkerim Zeydan, el- Veciz fi usulu’l fıkh, s. 324; Erdoğan Pazarbaşı, Vani Mehmet Efendi ve
Araisü’l – Kur’an, s. 99.
116
28
Örnek 1: ‘Ey iman edenler peygamberin evlerine yemeğe davet edilmeksizin
girip de yemek vaktini beklemeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin’
121
ayetinin
tefsirinde Cassas ayetin sebebi nüzulünü nakletmiştir.
Enes (rh) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Zeynep ile evlendiğinde Ümmü
Süleym bir yemek yaptı ve Rasulullah’a gönderdi. Rasulullah da bana dedi ki; git ve
Müslümanlardan kiminle karşılaşırsan yemeğe çağır. Kiminle karşılaştıysam çağırdım.
İnsanlar geliyor, yemek yiyorlar ve çıkıyorlardı. Herkesi çağırdım ve nihayet çağıracak
kimse kalmadı. Ta ki herkes karnını doyurdu ve çıktı, yemeğe gelenlerden bir grup
Rasulullahın evinde oturup konuşmaya daldılar ve fazlaca kaldılar. Bunun üzerine ‘Ey
iman edenler peygamberin evlerine yemeğe davet…’ ayeti nazil oldu.122
Örnek 2: Cassas, Bakara suresinin 178. ayetindeki kısas hükmünün tefsiri
bağlamında ayetin sebebi nüzulünü şu rivayetle birlikte ifade etmektedir.
Şa’bi ve Katade’den rivayetle; iki Arap mahallesi arasında kavga meydana geldi. Bu
gruplardan biri diğerinden daha zengindi. Bu sebeple dediler ki, biz ancak bizden bir
köle karşılığında sizden bir hür kişinin öldürülmesine ve bizden bir kadın karşılığında
sizden bir erkeğin öldürülmesine razı oluruz dediler. Bunun üzerine “öldürülenler
hakkında kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın kısas yapılır” ayeti
nazil oldu.123
1.2.4. DİRAYET YÖNÜYLE AHKAMU’L KUR’AN
1.2.4.1 Cassas’ın Ayetlerden Ahkâm İstinbatı
Ahkamu’l- Kur’an’da Cassas’ın hüküm istinbatlarına dair bilgiler vermeye
çalıştığımız bu bölümümüzde, onun, ayetlerin ihtiva ettiği fıkhi hükümlere özel olarak
temas ettiğini, bunlara oldukça geniş ve önemli bir yer ayırdığını söylemek esasen bir
fazlalıktır. Bu hususta Ahkamu’l- Kur’an’da hemen her sahifede ahkâm istinbatına dair
açıklamalar rahatlıkla bulunabileceğinden biz burada sadece birkaç örnekle yetineceğiz.
Örnek 1:
‫“ ومن الناس من يقول امنا باهلل وباليوم االخر وماهم بمؤمنين‬Bir kısım insanlar
vardır ki, biz Allah ve Ahiret gününe iman ettik derler. Hâlbuki onlar mümin
121
Ahzab (33); 53.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 483.
123
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 164.
122
29
değillerdir”124 Münafıkların durumunu anlatan bu ayetten Cassas’ın çıkarmış olduğu
hüküm şudur:
İman, inanç olmaksızın kuru bir ikrardan ibaret değildir. Çünkü yüce Allah
Münafıkların ikrarlarını haber vermekte, bununla birlikte “…mümin olmadıkları halde”
ifadesiyle de onların imandan uzak olduklarını ifade etmektedir.125
Yine münafıklardan yoğun bir şekilde bahseden Bakara suresinin ilk
bölümlerinde Cassas, onların dünyada cezalandırılmamalarından şu hükmü istinbat
eder: Dünyadaki cezalar suçların miktarlarına göre değildir. Bunlar, Allah’ın cezalarda
gözettiği kendisince malum maslahatlara göredir. Yüce Allah işte buna göre
hükümlerini verir.126
Örnek 2: ‫‘ بل له ما في السموات واالرض‬Bilakis, göklerde ve yerde ne varsa hepsi
Allah’ındır’127 ayetinin tefsiri bağlamında şu hükmü çıkarır:
Bu buyrukta insanın, oğluna (köle olarak) malik olamayacağına delalet vardır.
Çünkü yüce Allah ‘…bilakis, göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur’ yani onun
mülküdür yani çocuğu değildir, diye buyurarak mülkiyeti kendisine ait olarak tespit
ederken, çocuk sahibi olmayı bu ifadeyle nefyetmektedir.128
Örnek 3: ‫‘ ويسألونك عن اليتامي قل اصالح لهم خير‬Sana yetimlerden soruyorlar. De ki:
onları ıslah etmek daha hayırlıdır’129 Cassas, bu ayetin tefsirini yetimin malında
tasarruf başlığı altında incelemiş ve muamelatla alakalı şu iki hükmü istinbat etmiştir.
1. Yetimin velisinin yetime dünya ve ahirete dair hususları öğretmesi gerekir. Velisi
yetim yerine icare yapabilir, onu birtakım meslekleri öğretecek kimselerin yanında
ücretle çalıştırabilir.
2. Velisi, yetimin malını başkasına mudarebe için verebilir. Bu mudarebe akdinde
velisinin çalışması da caizdir.130
Örnek 4. ‘Onlara emniyet veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu
yayarlar. Eğer onu peygambere ve kendilerinden olan yetkili kimselere havale etmiş
124
Bakara (2); 8.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 29.
126
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 30.
127
Bakara (2); 116.
128
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 79.
129
Bakara (2); s. 220.
130
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 400.
125
30
olsalardı, onlardan hüküm çıkarmaya kadir olanlar onun ne olduğunu bilirlerdi.’131
Cassas bu ayetten istinbat etmiş olduğu hükmü ortaya koyarken aynı zamanda fıkıh
usulündeki şer’i deliller hakkındaki görüşünü de ifade etmiştir. Bu bakımdan bu örneği
buraya almayı uygun gördük. Cassas, şu ifadeleri kullanmaktadır:
Bu ayet, yeni ortaya çıkan hadiselerle ilgili hükümlerde kıyas ve içtihat ile
hüküm vermenin vacip olduğuna delalet etmektedir. Müslümanların, meselelerini,
olayları, hayatında ve huzurundayken Hz. Peygambere, vefatından sonra veya
huzurunda değilken de âlimlere havale ve arz etmeleri emredilmektedir. Şüphesiz ki bu,
hakkında nas bulunmayan konulardaki meselelerde böyledir. Çünkü üzerinde nas
bulunmayan meselelerin istinbatı ve hükümlerinin yeniden konması diye bir şey asla
söz konusu olamaz. Böylece sabit olmaktadır ki, Allah’ın ahkâmından kimisi üzerinde
nas bulunmaktadır, kimisi de nassın arasına, muhtevasına konulmuştur. Bize düşen bu
ikinci kısmı istidlal ve istinbat yoluyla öğrenmeye çalışmaktır.
Ayet-i Kerimenin ihtiva ettiği bir kısım manalar da şunlardır. Bazı hükümler
hakkında nas bulunmaz, ama o hüküm hakkında delalet ve işaretler bulunabilir.
Âlimlerin, o hükmü istinbat etmesi ve hakkında nas bulunan benzeri meselelere kıyas
yaparak neticeye varması gerekir. Avamdan olan insanların da bu hükümlerde âlimleri
taklit etmesi gerekir.132
Görüldüğü gibi Cassas’ın ayetlerden çıkardığı hükümler onun müçtehitlik
vasfını ortaya koymaktadır. Bu konuyla ilgili son örneğimizde onun fıkıh usulündeki
kıyas anlayışına da kendi diliyle bir nebze değinmiş olduk.
Cassas’ın ayetlerden çıkarmış olduğu ahkâm genellikle birden fazla olmaktadır.
Fakat biz burada daha kısa olanlarını tercih ettik. Mesela onun, abdest ayeti133 ile ilgili
tam 71 tane hüküm çıkardığını134 ve bunları da rakamlarla birlikte ifade ettiğini burada
zikretmemiz gerekir.
131
Nisa (4); 83.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, II / 270.
133
Maide (5); 6.
134
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, II / 491–496.
132
31
1.2.4.2. Ahkamu’l Kur’an’da Mezhep İhtilafları
Tefsir metodu başlığı altında da belirttiğimiz gibi Cassas, İslam âleminde bir
müfessir olmaktan çok bir fakih olarak tanınmış ve meşhur olmuştur. Ahkamu’l Kur’an
da birçok açıdan bir tefsir kitabından daha çok bir fıkıh kitabını andırmaktadır. İşte
mezhep ihtilaflarının uzun uzadıya anlatılması bunlardan bir tanesidir.
Cassas, eserinde geçen fıkhi meselelerde, sadece kendi mezhebinin görüşleri ile
yetinmemekte, diğer mezheplerin, fakihlerin görüşlerine ve delillerine de yer
vermektedir. Bu bakımdan Ahkamu’l-Kur’an’ın bir ‘Hilafiyat’ kitabı görünümü arz
ettiğini söyleyebiliriz.135 Ayetlerin tefsirinde Şafii ve Maliki mezheplerinin görüşlerine
de işaret eden Cassas, her halükarda Hanefi mezhebini teyit eder bir yol tutmuştur.
Diğer mezheplerin ve fakihlerin görüşlerine yer verirken onları tenkit edip bazen de
küçük görerek Hanefi mezhebinin üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Konu ile
alakalı olarak Ahzap suresi 56. ayetindeki “Hz. Peygambere salatü selam getirmenin
hükmü” konusundaki açıklamaları ve bu konuda farklı anlayışa sahip olan İmam-ı
Şafii’ye yönelik eleştiri tarzını örnek verebiliriz: “Bizim mezhebimize göre Hz.
Peygamber’e salâvat getirmek farzdır. Namazda veya namazın dışında bir kere salavat
getiren kişi bunu eda etmiş sayılır. Bu tıpkı ömründe bir defa kelime-i tevhit getirip de
borcunu eda etmiş kimse gibidir. Şafii, namazda, Hz. Peygambere salâvat getirmenin
farz olduğunu iddia etmiştir. Bu ilim ehlinden kimsenin söyleyemeyeceği bir sözdür.
Hz. Peygamberden varit olan haberlere de aykırıdır.”136 Görüldüğü gibi Cassas
eleştirilerinde katı bir üslup kullanmaktadır.
Cassas, ayetlerin birçoğunda Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve
İmam Züfer’in kavillerini naklederken, bazen de mezhep imamlarının ve mezhebin
adını vermeksizin (‫ قال اصحابنا‬/ Bizim mezhep imamlarımız demişlerdir ki ), ( ‫ عند نا‬/
Bizim mezhebe göre), ( ‫ لنا‬/ Bize göre) gibi ifadelerle Hanefi mezhebinin görüşünü
kaydeder. Bunun yanında İmam Şafii ve İmam Malik, onun görüşlerine yer verdiği
âlimlerdir. Cassas’ın mezhep ihtilaflarındaki metodunu ifade etmek açısından birkaç
örnek verelim.
Örnek 1: Bakara suresinin 222. ayetinin tefsiri vesilesiyle kadınların adet
günlerinin hükmen en az ve en çok kaç gün olacağına dair meselede mezheplerin
135
136
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi II / 71.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 484.
32
ihtilaflarını delilleriyle birlikte ortaya koymuş ve kendi tercihini şu şekilde beyan
etmiştir:
‘Fakihler kadınların adet günlerinin miktarı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bizim
mezhep imamlarımıza ve Süfyan-ı Sevri’ye göre kadınların hayız müddeti en az üç gün,
en çok ise on gündür. İmam Malik’e göre adet hali en az ve en çok şeklinde zamanla
ölçülmez. ( Bu hususta geçerli olan şey kadının bünyesi ve normal adetleridir.) İmam
Şafii’ye göre ise adet günlerinin en azı bir gün bir gece, en çoğu ise 15 gündür.’
Cassas mezhep imamlarının ihtilaflarını ortaya koyduktan sonra delilleri
nakleder. Hanefilerin delili; Ebu Ümâme (ra)’den varit olan rivayete göre ‘Allah Resulü
kadınların ay halinin müddeti en az üç, en çok on gündür buyurdu’ hadisidir. Ve yine
delil olarak Osman b. Ebi’l As es- Sakafi ve Enes b. Malik’in sözleridir ki şöyledir;
“Hayız, üç dört gündür, on güne kadar devam edebilir, on günden yukarısı istihazedir”
rivayetini delil almışlardır. Cassas, “bu hadis sahih olduğundan ona uyulmalıdır” der
ve Hanefi mezhebinin görüşünü savunarak kabul eder.137
Örnek 2: Bakara suresinin 187. ayetindeki “Mescitlerde itikâfta iken
hanımlarınıza yaklaşmayın…” ibaresiyle devam eden itikâfla ilgili bölümün tefsirinde
Cassas selef âlimlerinin hangi mescitlerde itikâf yapılabileceği hususundaki ihtilaflı
görüşlerini ortaya koyar. Buna göre; bazı âlimlere göre itikâf yalnız Mescid-i Haram,
Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’da yapılabilir. Bunların dışında herhangi bir mescit
veya camide yapılamaz. Bu Said b. Müseyyeb’in görüşüdür. Diğer bir kısım âlime göre
ise itikâf, ancak cemaatleri çok olan camilerde yapılabilir. Bu da İbn Mesud’un
görüşüdür. İmam Malik de bu görüşü kabul etmiştir. Cumhur’a göre ise, itikâf hangi
mescitte olursa olsun yapılması caizdir.
Cassas işte bu ihtilafları arz ettikten sonra kendi görüşünü şu ifadelerle beyan
eder; ‘İtikâfın ancak mescitlerde yapılması hususunda bütün selef ittifak etmiştir. İhtilaf
konusu olan husus, itikâfın hususi veya umumi mescitlerde mi yapılacağıdır.
“Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz zaman…” ayetinin zahiri, bütün mescitlerde itikâfın
yapılabileceğini gösteriyor. Çünkü ayette çoğul olarak –mescitler- tabiri kullanılmıştır.
“İtikâf yalnız belli mescitlerde yapılır” diyenlerin ayet veya hadisten kesin delil
137
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’an, I / 411–412.
33
getirmeleri lazımdır. İtikâf yalnız peygamber mescitlerinde yapılır ve onlara hastır
iddiasında olanların ise sözlerine itibar edilmez, çünkü delilleri yoktur.’138
Örnek 3: “
‫ واذا بلغ االطفال منكم الحلم‬Çocuklarınız buluğ çağına erince…”139
ayetinin tefsiri vesilesiyle çocukların mükellefiyet yaşıyla alakalı olarak, âlimlerin
ihtilaflarını ifade etmiştir. Ebu Hanife’ye göre ihtilam olmamış erkek çocuğun
mükellefiyet yaşı 18, kız çocuğunun ki ise 17’dir. İmam Şafii, Ebu Yusuf ve İmam
Muhammed’e göre ise erkek ve kız çocuklar 15 yaşına girdikleri zaman baliğ ve
mükellef sayılırlar.140
Cassas bu görüşlerin içerisinden her zaman olduğu gibi, Ebu Hanife’nin
görüşünü benimser ve diğerlerinin dayandıkları delilleri çürütmeye çalışır. Şu ifadelerle
Ebu Hanife’nin görüşünü müdafaa eder;
‫ واذا بلغ االطفال منكم الحلم‬ayeti, ihtilam olmayan
çocukların buluğlarının 15 yaş olduğu düşüncesinde olanların görüşünün batıl olduğuna
delalet eder. Zira Allah Teala bu ayette yaşa göre baliğ olanlarla henüz ihtilam
olmayanlar arasında bir ayırım yapmamıştır. Allah Resulü (sav) de birçok yönden
rivayet edilen “Üç sınıf insandan kalem kalkmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan,
akıllanana kadar deliden, ihtilam olana kadar çocuktan”141 hadisinde 15 yaşına
ulaşanlarla ihtilam olmayanları birbirinden ayırmamıştır.142
Fakihler, ihtilam olan çocuğun buluğa ermiş olması hususunda ittifak
halindedirler. İhtilaf ettikleri husus 15 yaşına geldiği halde ihtilam olmamış çocuğun
mükellefiyeti hakkındadır. Görüldüğü gibi Cassas, Hanefilere göre tercih edilen görüş
15 yaş olmasına rağmen Ebu Hanife’nin görüşünü benimsemiş ve onu delillerle
savunmuştur.
Örnek 4: Cassas mezhebine son derece bağlıdır. Ahkamu’l- Kur’an’da
ihtilafların ifade edildiği hemen her meselede Hanefi mezhebini diğer mezheplere ve
fakihlere karşı müdafaa ettiği görülmektedir. Nitekim evli kadın ve erkeğin anlaşmazlık
durumlarında hakem tayin edilmesi ile ilgili ayetin143 tefsirinde bunu net bir şekilde
ortaya koymuştur.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’an, I / 294–295.
Nur (24); 59.
140
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 427.
141
Buhari; Hudud, 22; Ebu Davud; Hudud, 17.
142
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 428.
143
Nisa (4); 35.
138
139
34
İbrahim b. İshak, karı koca arasındaki anlaşmazlık durumuyla alakalı olarak Ebu
Hanife ve diğer Hanefi âlimlerin görüş beyan etmediklerini iddia etmektedir. Cassas,
önce İbrahim b. İshak’ı aşağıda gelen çok sert ve vurgulu ifadeleriyle eleştirir:
“Bu iddia Hanefi âlimlere karşı bir yalandır. İnsan konuştuğu şeyi bilmesi
gerekir. Özellikle de âlimler hakkında konuşuyorsa daha da dikkatli olmalıdır. Çünkü
Allah (cc), “İnsan, hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek
bulunmasın”144 buyurmaktadır. Konuşmasıyla sorumlu tutulacağını bilen kimse boş
konuştuğunda da az konuşur. Karı koca arasındaki anlaşmazlık durumundaki hakemlik
işiyle alakalı kitapta düzenlemeler vardır.”
Sonra da konuyla alakalı olarak Hanefilerin görüşlerini de şu şekilde özetler:
‘Hanefi âlimlerin görüşüne göre, hakemler karı kocayı barıştıramadıkları
takdirde kocadan izin almadan karı kocayı birbirinden ayıramazlar. Hatta koca,
haksızlık ve geçimsizlik benden kaynaklanıyor diyerek suçunu kabul etse dahi onları
ayırma salahiyetine hakemler sahip değildirler.’145
1.2.4.3. Ru’yetullah Meselesi Hakkındaki Görüşü
Allah (cc)’ın görülüp görülemeyeceği, kelamcılar arasında sert tartışmalara
sebep olmuş bir konudur. Mutezile, Allah (cc)’ın görülmesinin muhal olduğunu bazı
ayetleri tevil ederek ileri sürerken, ehlisünnet, Kitap ve sünnetten delilleri serdederek
Allah’ın görülmesinin mümkün olduğunu iddia etmektedir. Kerramiye ve Müşebbihe
mezhepleri ise Ahirette Allah’ın bir yer ve yönde, nesne olarak görüleceğini
vehmederler. Yani Allah’ın cismani olduğuna inanırlar.146
Cassas ise ru’yetullah meselesinde genel anlamda ehlisünnet âlimlerince kabul
edilen kanaatin dışında, Dünya ve Ahirette Allah’ı (cc) görmenin mümkün olmadığı ve
kimsenin onu göremeyeceği görüşüne sahiptir. Cassas, “ ‫ ال تدركه االبصار وهو يدرك االبصار‬/
Gözler O’nu görmez. O ise bütün gözleri görür”147 ayetindeki idrak kavramına
‘görmek’ manasını verip ayeti mutlak manada kabul ederek Allah’ın ahirette
görülmeyeceğini iddia etmekte ve bu husustaki hadisleri şüphe ile karşılayarak tevil
144
Kaf (50); 18.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, II / 239.
146
Ömer Nesefi, Akaid, İstanbul 2001, s. 88.
147
En’am (6); 103.
145
35
yoluna gitmektedir.148 Ayette geçen idrak kelimesine ehlisünnet ‘ihata’ anlamı verirken,
Mutezile ‘görme’ manasında kabul etmiş ve ayetle idrak nefyedildiğine göre Allah
Teala gözle görülemez demişlerdir.149 Cassas da bu kelimeye aynı manayı vererek
ru’yetullahı kabul etmemektedir. Dolayısıyla ehlisünnet çizgisinin dışında farklı bir
anlayışı söz konusudur.
Cassas, Ehlisünnetin ru’yetullahı kabulleriyle ilgili en önemli delilleri olan ‫وجوه‬
‫الي ربها ناظرة‬
‫“ يومءذ ناضرة‬O gün, Rablerine bakan pırıl pırıl parlayan yüzler de
vardır150 ayetlerinin tefsirinde de “nazar” kelimesinin manasına “sevap beklemek”
anlamını vermiş151 ve ehlisünnetin genel anlayışıyla ters düşmüştür.
Netice olarak Cassas, ehlisünnet müntesibi olmasına rağmen kendine has bir
anlayışla ru’yetullahı kabul etmemektedir.
1.2.4.4. Sihri Kabul Etmeyişi
İlim adamları geçmişten günümüze sihrin gerçekliği, din ve bilim ile ilişkisi,
tesiri konularında birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kur’an’da özellikle
aldatma ve hile yönü ile öne çıkarılmasına ve hadislerde şirk ve büyük günahlardan
sayılmasına rağmen İslam âlimleri sihrin varlığını ve sihir ile uğraşmanın dini hükmünü
tartışma ihtiyacı duymuşlardır.152
Mutezile ekolü genel anlamda her meseleyi akılla çözme eğilimine sahip
olduklarından sihrin bir hakikati olmadığını ileri sürmüşler ve Hz. Peygambere sihir
yapıldığına dair rivayeti reddetmişlerdir.153 Ehlisünnet ise sihri meşru olmayan fakat
ruhlara ve bedenlere tesiri olan bir olgu olarak kabul etmektedir.154
Cassas ise Bakara suresinin 102. ayetinin tefsiri vesilesiyle sihir konusuna çok
geniş bir yer ayırmış, meseleyi sihir yapan kişinin hükmü, fakihlerin ihtilafları, selef
âlimlerinin görüşleri çerçevesinde uzun uzadıya değerlendirmiştir.155 Cassas sihrin
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 6.
Cihat Tunç, Sistematik Kelam, Kayseri 1994, s. 149.
150
Kıyame (75); 22–23.
151
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 6.
152
Adil Bebek, “Ana Kaynaklara Göre Sihir,” Kur’an Mesajı İlmi Araştırmalar Dergisi, İstanbul 1998,
sayı: IX, s. 61.
153
Fahreddin Razi, Mefatihu’l Gayb, Kahire 1307, I / 429.
154
Adil Bebek, “Ana Kaynaklara Göre Sihir,” Kur’an Mesajı İlmi Araştırmalar Dergisi, sayı: IX, s. 63.
155
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 49–70.
148
149
36
gerçekliğine inanmaz. Ona göre sihir bir göz boyamaca ve aldatmacadan ibarettir ve
insanlara herhangi bir etkisi yoktur. Hz. Peygambere sihir yapıldığına dair rivayetse
mülhitlerin uydurdukları haberlerdendir.156
Sihrin bir el çabukluğu ve bir göz boyamaca olduğuna dair fikrini şu ifadelerle
destekler:
“Sihirbazlar tarafından yapılanlar, gerçekle ilişkisi olmayan birtakım hile ve
benzeri şeylerdir. Eğer sihirbazların iddia ettikleri gibi insanlara menfaat ve zarar
verme, havada uçma, gaybı bilme, uzak yerlerden haber verme, çalınan ve nerede
saklandığı bilinmeyen bir mal hakkında bilgi verme ve bunun gibi hususlarda güçleri
olsaydı,
bunların
yeraltındaki
hazineleri
çıkarmaları
ve
halktan
hiçbir
şey
beklememeleri lazım gelirdi. Hâlbuki sihirbazlar, malî bakımdan en kötü durumdadırlar.
Halkı kandırarak para kazanmak zorundadırlar. Bu da gösteriyor ki; onlar, hiçbir
iddialarını yapabilecek güçte değildir.’157
Cassas, büyücünün hükmü ile ilgili olarak yine Ebu Hanife’nin görüşünü kabul
etmiştir. Buna göre, büyücü öldürülür, tevbesi kabul edilmez, Müslüman olsun zımmi
olsun arasında fark yoktur. Çünkü büyücü küfrü ile birlikte yeryüzünde fesat çıkarmayı
beraberinde götürmüştür. Bu bakımdan böyle bir kimse yol kesen kimseye benzetilir.158
Görüldüğü gibi Cassas, sihrin gerçekliği konusunda ehlisünnetin genel
kabulünün dışında farklı bir anlayışa sahiptir. Sihrin hükmü konusunda ise Ebu
Hanife’nin görüşünü kabul etmiştir.
Yukarıda anlatmış olduğumuz ru’yetullah ve sihir konularıyla alakalı görüşleri
sebebiyle Cassas’ın Mutezile mezhebine meyilli ya da mensup olduğuna dair iddialar
vardır.159 Bu itibarla akla gelebilecek soru işaretlerini İsmail Cerrahoğlu şu ifadeleri ile
açıklığa kavuşturmaktadır: “Cassas’ın sihrin bir hakikati olmadığını ve tesirinin
olmayacağını ileri sürmesi ve Allah’ın ahirette görülemeyeceğini iddia etmesi gibi iki
görüşü onu adeta Mutezileye mensup bir kişi olarak göstermiştir. Ve bazı tabakat
kitaplarında zikri geçmesi de bunu teyit eder bir hale getirmiştir. Biliyoruz ki; Mutezile
ile taban tabana zıt olan fırkaların veya şahısların bazı görüşleri aynı olabilmektedir.
Buna rağmen bu fırkaları ve şahısları Mutezileden saymamaktayız. Zira bir kişinin
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 59.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 60.
158
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 61.
159
Zehebi, et-Tefsir ve’l Müfessirun, III / 107.
156
157
37
falanca fırkadan olduğunu söyleyebilmek için o fırkanın usulünü benimsemesi gerekir.
Bir iki görüşte mutabakat oluşu onu falanca fırkadan saymayı gerektirmez. Biliyoruz ki
Mutezile, genellikle mezheplerinin değerini artırmak ve mensuplarını çok göstermek
için kendi görüşlerinden birine benzer bir fikri benimseyen kimseye, hemen Mutezile
damgasını vurup, onu kendi tabakat kitaplarına yerleştirmişlerdir.”160
160
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II / 73.
38
İKİNCİ BÖLÜM
ELMALILI M. HAMDİ YAZIR ve HAK DİNİ KUR’AN DİLİ
2.1. ELMALILI M. HAMDİ YAZIR
2.1.1. ELMALILI’NIN YAŞADIĞI DÖNEM
Elmalılı Hamdi Yazır, 1878–1942 yılları arasında yaşamıştır. Onun yaşadığı
dönemde Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum hiç de iç açıcı değildir. Avrupa,
Sanayi devrimini gerçekleştirmiş ekonomik olarak rahat bir seviyeye yükselmiştir.
Bunun yanında uluslaşma süreci başlamış ve birçok ulus devlet ortaya çıkmıştır. Bu
gelişmeler Osmanlı Devleti için iki açıdan güçlük ortaya çıkarıyordu. Zira o gün
itibarıyla Osmanlı Devletinin ekonomisi sanayiye dayanmıyordu. Diğer taraftan da
Osmanlı devleti bir ulus devleti değil, kendi bünyesinde birçok millet barındıran büyük
bir devlet idi.
Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu bu durum Avrupa ile ilişkiler noktasında
çeşitli problemleri beraberinde taşıyordu. Bu noktada Osmanlı Devletinin modernleşme
çabaları ve İslam dini gündemin merkezini oluşturuyordu. Bir taraftan İslamiyet’in
getirdiği değerler, Islahat hareketlerinin, ilerlemenin, kalkınmanın muharrik gücü,
menşei, mesnedi, teşvikçisi gibi takdim edilirken, diğer taraftan modernleşmeye ket
vurması muhtemel dini ilkeler, değişmeyi zorlaştıran ilkeler gerilere doğru itilmeye
çalışılıyordu. Genellikle paralel, ama zaman zaman zıt istikametlerde giden bu iki
yönelişten birincisi bugün ‘İslam Uyanışı, tecdit, ihya, ıslah hareketleri’ dediğimiz
olgulara hayatiyet kazandırırken, ikincisi de İslam Dünyasını laik, seküler, din-dışı
siyasi ve sosyal yapılarla yüz yüze gelmesine zemin hazırlamıştır.161
Elmalılı’nın yetiştiği dönem, Osmanlının en sıkıntılı dönemidir. Devletin günden
güne erimesi, toplumun içinde bulunduğu durum, Batının gelişmesi Müslümanları ciddi
arayışlara sürüklemiştir. Bu arayışları Batılılaşma, Osmanlıcılık, Türkçülük, İslâmcılık
İsmail Kara, “Elmalılı Hamdi Efendi ve Halifelik”, Elmalılı Sempozyumu, T.D.V.Y. Ankara 1993, s.
253.
161
39
başlıkları altında toplamak mümkündür.162 Osmanlıdaki kötü gidişin önüne geçme
çabaları olarak bu dönemde özellikle yerli kanunlardan olan 1869–1876 yılları arasında
hazırlanan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye ve 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi hem
Osmanlı hukuk tarihi hem de İslam hukuk tarihi açısından dikkate değer çalışmalardır.
Zira Osmanlı Devletince hazırlatılan bu her iki kanunda yer alan fikirler, diğer İslam
ülkelerinin kanunlarına etki ederek yer almış ve uzun yıllar yürürlükte kalmıştır.
Osmanlı devletinin son dönemlerinde yaşanan kanunlaştırma hareketlerinde gözlenen
dikkat çekici bir yön de şu olmuştur: Anadolu ve Rumeli’de hukuk birliğini sağlamak
için, Hanefi mezhebini resmi mezhep olarak kabul eden ve uygulayan Osmanlı,
Mecelle’de görüldüğü gibi Hanefi mezhebinin ictihadlarının korunmasını hararetle
savunmuştur. Fakat gerek karşı karşıya kalınan hukuki problemleri tek mezhebin
hükümleriyle çözüme kavuşturmanın yetersizliği, gerekse Osmanlı toplumunda var olan
fikri cereyanların farklı istekleri, kanunlaştırma çalışmalarının yönünün hem diğer
mezheplere hem de yabancı kanunlara çevrilmesine sebep olmuştur.163 İşte Elmalılı,
Osmanlı Devletinin Tanzimat’la birlikte yüz yüze kaldığı farklı problemlerin yaşandığı
bir dönemde hayatını
sürdürmüştür. Çok yönlü kişiliği, toplumda yaşanan
olumsuzluklara duyarsız kalmayışı ve sahip olduğu ilmi birikimin kendisine yüklediği
sorumluluk duygusunun farkında oluşu, Elmalılı’yı olumsuzlukların giderilmesinde
çaba sarf etmeye, resmi sorumluluk almaya ve ilmi çalışmalarıyla insanları
aydınlatmaya sevk etmiştir.164
Elmalılı, “eserleri” başlığı altında isimlerini zikredeceğimiz dergilerde yazdığı
yazılarla halkı aydınlatmaya ve devrinin problemlerine çözüm üretmeye çalışmıştır.
Osmanlının son dönemlerinde ülkeyi çağdaş ilim ve medeniyet seviyesine ulaştırmaya
vesile olabileceği ümidiyle meşrutiyet idaresini savunmuş ve bu görüşü temsil eden
İttihat ve Terakki Cemiyetinin ilmiye şubesine üye olmuştur. 165 Batılılaşma,
Cumhuriyet döneminde de resmen bir sonuca bağlanmış ve anayasanın teminatı altına
alınmışsa da, Osmanlı’da meydana gelen zihniyet farkı ve içtimai bölünme belki ton ve
üslup farkıyla Cumhuriyet dönemine de yansımış, eğitimcileri, kültür alanları, dünya
Mehmet S. Aydın, “Fazlurrahman ve İslam Modernizmi”, İslami Araştırmalar, c. IV, sayı 4, Ekim
1990, s. 275.
163
Menderes Gürkan, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, 2005 Konya, s. 214.
164
Menderes Gürkan, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, s. 215.
165
Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalı” mad. DİA, XI / 57.
162
40
görüşleri ve hayat tarzları tamamen değişik iki aydın tipi ve onları takip eden iki ayrı
nesil ortaya çıkmıştır. İşte Elmalılı Hamdi Yazır, Cumhuriyet devrinde Doğu
medeniyetini ve 14 asırlık İslâm kültürünü temsil eden ‘medrese ulûmu’ ile Batı
medeniyetinden gelen ve iki asırlık seküler kültürü temsil eden ‘mektep fünunu’
arasında bir köprü vazifesi gören büyük eseri Hak Dini Kur’an Dili’ni bu dönemde
yazmıştır.166
Bu ihtiyaçları ve böyle bir ortamı düşündüğümüzde, en azından Kur’an merkezli
temel İslâmî kültürün millete kendi diliyle aktarılması bağlamında Elmalılıyı ve
tefsirinin önemini daha iyi anlayabilmekteyiz.
2.1.2. HAYATI
Son asrın büyük âlim ve müfessiri, Türkçe en geniş ve kapsamlı tefsir olan Hak
Dini Kur’an Dili’nin müellifi Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 1878’de Antalya’nın
Elmalı ilçesinde doğdu. Aslen Burdur Gölhisar’a bağlı Yazır köyünden olan babası
Hoca Numan, Şer’iyye Mahkemesi Başkatibi’dir. M. Hamdi Yazır ilk ve orta tahsilini
Elmalı’da yaptı. Hafızlığını bitirip Arapça öğrendi. Daha pek genç yaşta iken İstanbul’a
gelip Küçük Ayasofya Medresesinde ikamet ederek cami derslerini takip etti. Kayserili
Müderris Büyük Hamdi Efendi’den okuyarak icazet aldı. Hocası ile aynı isme sahip
oldukları için kendisine Küçük Hamdi Efendi lakabı verildi. İmtihanla Mekteb-i
Nuvvab’a girdi. Buradan birincilikle mezun olarak Beyazıt Dersiamı oldu. Aynı
zamanda da Şeyhu’l-İslâm mektubî kalemine tayin edildi.167
Meşrutiyetin ilanı üzerine Antalya’dan milletvekili seçildi. Bu esnada Kanun-ı
Esasi’nin tadili hakkında kaleme aldığı mazbata vesilesiyle ilmî ve siyasî kudretini
ortaya koyma fırsatını buldu. Bu çalışmayı yaparken kendi çabasıyla 3 ay içerisinde
Fransızcayı öğrendi.168
Elmalılı, aynı zamanda Beyazıt ve Şehzade Camilerinde derslerine devam ettiği
gibi Medresetu’l- Kudat’ta Dürer müderrisliğini ifa ederek İslâm Hukuku dersleri verdi.
Mustafa Bilgin, DİA “Hak Dini Kur’an Dili” mad. DİA, İstanbul 1997, XV / 153.
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II / 785; Vehbi Vakkasoğlu, Osmanlıdan Cumhuriyete
İslâm Âlimleri, İstanbul 1987. s. 9. Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalı” mad. DİA, İstanbul 1991, XI / 57. İsmet
Ersöz, “Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Elmalılı Sempozyumu, T.D.V.Y. Ankara 1993, s. 169–
179.
168
Vehbi Vakkasoğlu, Osmanlıdan Cumhuriyete İslâm Âlimleri, s. 11; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük
Tefsir Tarihi, II / 786.
166
167
41
Bilahare milletvekilliğinden ayrıldı. Medresetü’l- Vaizîn’de Fıkıh Usulü, Süleymaniye
Medresesinde Mantık, Mekteb-i Mülkiye’de Ahkamu’l- Evkaf dersleri verdi.169
M. Hamdi Yazır Şeyhülislâmlık bünyesinde kurulan bir İslâm akademisi sayılan
‘Daru’l- Hikmeti’l- İslâmiye’ de önce üye sonra da başkan olarak çalıştı. Bu teşkilat
Sultan Reşat’ın zamanında ortaya çıkan dinî meselelerin çözümü ve İslâm’a yapılan
saldırılara ilmî cevaplar vermek amacıyla kurulmuştu.170
Birici Dünya savaşı sonunda Damat Ferit Paşa kabinesinde iki defa vakıflardan
sorumlu bakan oldu, ardından âyan üyeliğine seçildi ve ikinci rütbe Osmanî nişanı ile
taltif edildi.171
Elmalılı, Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda uzman din âlimi yetiştirmek
maksadıyla kurulan ‘Medresetü’l- Mütehassisin’de mantık profesörü idi. Damat Ferit
Paşa kabinelerinin milli mücadele aleyhindeki tutumu sebebiyle o dönemin bakanı
olarak sorumlu tutulup suçlandı. Gıyabında idama mahkûm edilmesine rağmen milli
kuvvetlere karşı olan hiçbir hareketi onaylamayıp TBMM hükümetine karşı herhangi
bir hareket içerisinde yer almaması nedeniyle Ankara İstiklâl Mahkemesinde beraat
etti.172
Son yıllarını Cumhuriyetin ilanının ardından medreselerin kapatılması üzerine
bir bakıma inzivada geçiren Elmalılı bu dönemde ‘Metalib ve Mezahib’ adlı Felsefe
Tarihi kitabının tercümesini tamamladı. TBMM Türkçe bir tefsir hazırlatma kararı
alınca, Diyanet İşleri Başkanlığı bu işi kendisine teklif etti. Elmalılı da bu teklifi kabul
ederek tefsiri yazmaya başladı. Hak Dini Kur’an Dili adını verdiği tefsirini vefatından
önce bitirmeye muvaffak oldu. 27 Mayıs 1942’de kalp rahatsızlığı sebebiyle İstanbul
Erenköy’de vefat etti ve Sahrayı Cedit mezarlığına defnedildi.173
Görüldüğü gibi Elmalılı M. Hamdi Yazır, Osmanlının son dönemi ve
Cumhuriyetin ilk yıllarını görmüş, hayatını başta hukuk olmak üzere eğitim öğretimle
uğraşarak, sosyal ve siyasal ortamın içerisinde yaşamıştır.
Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalı” mad. DİA, XI / 57.
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II/ 786; Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalı” mad. XI / 57.
171
Vehbi Vakkasoğlu, Osmanlıdan Cumhuriyete İslâm Âlimleri, s. 11.
172
İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, İstanbul 1997, s. 520; Fatma Paksüt, “Merhum Dayım
Hamdi Yazır” Elmalılı Sempozyumu, T.D.V.Y. Ankara 1993, s. 12.
173
Fatma Paksüt, “Merhum Dayım Hamdi Yazır” Elmalılı Sempozyumu, s. 13; Yusuf Şevki Yavuz,
“Elmalı” mad. DİA, XI / 58.
169
170
42
2.1.3. ESERLERİ
2.1.3.1.Hak Dini Kur’an Dili
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1935–1939 yılları arasında İstanbul’da Ebu
Ziyad matbaasında 9 cilt olarak 10 bin takım halinde neşredilmiştir. 1960 yılında ikinci
baskı, 1971 yılında da üçüncü baskısını yapmıştır. İlk baskısından yaklaşık 50 yıl sonra
eserin daha iyi anlaşılabilmesi için sadeleştirme çalışmaları yapılmıştır. Bugün itibarıyla
üç ayrı heyet tarafından sadeleştirilmiş üç ayrı baskısı vardır.174
2.1.3.2. İrşâdu’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkaf
Elmalılı Hamdi Yazır Mektebi Mülkiye’de haftada bir saat Ahkâmı Evkaf
dersleri okutmuştur.175 Bu bakımdan vakıflar üzerine Elmalılının özel bir ilgisinin
olduğunu söylememiz mümkündür. Bu eser de Nazif Öztürk tarafından “Elmalılı Hamdi
Yazır Gözü ile Vakıflar” adı altında sadeleştirilmiştir. Eser iki kısımdan meydana
gelmektedir. Birinci kısımda vakfın mahiyeti, kuruluşu, dini hükmü ve asrısaadette
kurulan vakıflar vb. konular işlenmiş, ikinci kısımda ise vakfın çeşitleri, vakfın idare
şekilleri, murakabe ve bütçe gibi konuları işlenmiştir. Eser TDV yayınları tarafından
basılmıştır.
2.1.3.3. Metalib ve Mezahib
Fransız Felsefe Tarihçisi Paul Janet ve Gabriel Sealles tarafından yazılan
‘Historie de la Philosophia’ adlı eserin tercümesidir. ‘Tahlili Tarihi Felsefe’ başlığını
da taşıyan esere yazdığı mukaddime ile tahlil ve tenkit mahiyetindeki geniş dipnotları,
felsefi bakımdan büyük önem taşımaktadır.176 Elmalılı’nın, İslam bilginlerinin garp
fikirlerini derli toplu öğrenebilecekleri bir eser gözüyle baktığı bu çalışmayı daha
önemli duruma getiren, kendisinin tercümenin başına eklediği önsözdür. Bu kısımda
genel olarak batı düşüncesiyle İslam düşüncesinin bir mukayesesi yapılmakta ve özelde
İslam düşüncesinin içe dönük bir kritiği yapılmaktadır. Çeviriye düştüğü dipnotlor,
başına eklediği önsöz ve yapmış olduğu vukufiyetli tahliller münasebetiyle Elmalılı’nın
filozof olduğu düşünülmektedir.177 Eserin baskısı ile ilgili bilgileri Menderes Gürkan’ın
Şura-Çelik ortak yayını, İstanbul 1993; Yenda Yayın Dağıtım, İstanbul 1993; Azim Dağıtım, İstanbul
1993.
175
Nazif Öztürk, Elmalılı Hamdi Yazır Gözü ile Vakıflar, Ankara 1995, s. 6.
176
Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalı” mad. DİA, XI / 59.
177
Menderes Gürkan; “Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, s. 217.
174
43
“Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış” adlı
makalesinden naklediyoruz.178
2.1.3.4. Makaleler I-II
Elmalılı’nın yazmış olduğu makaleler, Cüneyt Köksal ve Murat Kaya tarafından
hazırlanmış ve iki cilt halinde Kitabevi Yayınları tarafından 1997 yılında İstanbul’da
basılmıştır. Bu makaleler Sebilu’r-Reşad, Beyanu’l-Hakk ve Ceride-i İlmiye
mecmualarında yayımlanmıştır. Birinci Kitapta 12, ikinci kitapta ise 10 makale
vardır.179 Özellikle İslamiyet ve hilafet, Mecelle, siyaset, donanmaya yapılacak bağışın
zekât yerine geçip geçmeyeceği, hilal’in görülmesi, İslam’ın terakkiye mani olup
olmadığı konularının işlendiği makaleleri onun fıkhi düşüncesine ışık tutması açısından
önemlidir.180
2.1.3.5. Sefer Bahsi
Hak Dini Kur’an Dili tefsiri çıktıktan sonra cereyan eden münakaşalar
dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığına gönderdiği bir broşür hacmindeki bu eseri 1960
yılında Nebioğlu Basımevinde Hamdi Efendinin büyük oğlu Muhtar Yazır tarafından
bastırılmıştır.181
2.1.3.6. Hz. Muhammedin Dini İslâm
Elmalılı Hamdi Yazır’ın, Şeyhu’l İslamlık adına Anglikan Kilisesinin sorularına
verdiği cevaplardan oluşan eseridir.182
2.1.3.7. İstintacî ve İstikraî Mantık
İngiliz Filozofu Alexander Bain (1818–1903)’in ‘Longiuge Deductive et
İnductive’ adlı mantıkla alakalı eserini Gabriel Conpayre Fransızcaya çevirmiş, Elmalılı
İlk baskısı İstanbul–1341 rumi/1925 Matbaa-i Amire’de yapılan kitab, Muhtar Yazır ve Ayhan Yalçın
tarafından latinize edilmiş ve İstanbul-1978’de basılmıştır. Elmalılı’nın çeviriye eklediği dibace/önsöz
ayrıca, Dr. Recep Kılıç tarafından dipnotlar eklenerek sadeleştirilmiş ve “İslam Düşüncesinin
Problemlerine Giriş” adı altında bastırılmıştır. (TDV Yayınları, Ankara–1996, s. 1–76) Muhtar Yazır’ın
ifadesine göre; Dibace Batı ve Doğu dillerine de tercüme edilerek istifadeye sunulmuştur. Bkz. Elmalılı,
Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul-trs., II. Ciltin başına düştüğü not.
179
Geniş bilgi için bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Makaleler, Haz. Murat Kaya-Cüneyt Köksal, Kitabevi
Yayınları, İstanbul 1997.
180
Menderes Gürkan, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, s. 218.
181
İsmet Ersöz, “Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Elmalılı Sempozyumu, s. 172.
182
İsmet Ersöz, “Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Elmalılı Sempozyumu, s. 172.
178
44
da bu kitabı Türkçeye tercüme ederek hoca olarak görev yaptığı Süleymaniye
Medresesinde okutmuştur.183
2.1.3.8- Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu
Prens Abbas Halim Paşa (ö.1934)’nın teşvikleriyle başladığı ve fakat farklı
sebeplerle yarım kaldığı bilinen kitabın müsveddelerinin, Elmalılı’nın geride bıraktığı
metrukâtı içerisinde bulunduğu bilinmektedir.184 Elmalılı’nın başlayıp yarım bıraktığı
fıkıh kamusu, Sıtkı Gülle tarafından neşre hazırlanıp beş cilt halinde basılmıştır.185
Ancak, yapılan neşirde hangi nüshanın esas alındığı, hangi prensiplere göre neşredildiği,
neşredilen kitapta yer alan bilgilerin tamamının Elmalılı’ya ait olup olmadığı, kitap
hazırlanırken kullanılan kaynakların Elmalılı tarafından mı yoksa neşreden tarafından
kullanıldığı gibi artıracağımız pek çok husus kapalı kalmıştır. Fakat yapılacak ilk
incelemede kitabın Elmalılı ile neşredenin ortak mahsulü olduğu ve fakat ibarelerin
nereye kadarı Elmalılı’ya nereye kadarı da neşredene ait olduğunu anlamak oldukça
zordur; zira, sözkonusu kitapta Elmalılı’ya ait olduğu belirtilen maddeler az sayıda olup,
bunların hepsinin bir araya getirilmesiyle ancak küçük bir fıkıh kitabı oluşabilir.
Mesela; I. ciltte yer alan “abdest” maddesi ilmihallerde yer aldığı mahiyet ve
genişliktedir.186
2.1.3.9. Fıkıh Usulü
Elmalılının, fıkıh usulü ile alakalı olan bu eseri Mektebi Nüvvâb ve Mektebi
Kudat’ta fıkıh, Medresetü’l Mütehassısinde vermiş olduğu fıkıh usulü derslerinden
müteşekkil olup henüz basılmamıştır. Ayrıca günümüze kadar ulaşıp ulaşmadığı ile
alakalı malumat mevcut değildir. Elmalının ayrıca yarım kalmış bir Hukuk Kamusu ve
eksik bir divanı da vardır.187
İsmet Ersöz, “Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Elmalılı Sempozyumu, s. 173.
Bkz. Nazif Öztürk, “Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Metrukâtı Hakkında Ön Rapor”, Elmalılı
Sempozyumu, s. 335.
185
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, nşr. Sıtkı Gülle, Eser
Neşriyat, İstanbul–1997, I-V.
186
Menderes Gürkan, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, s. 217.
187
Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalı” mad. DİA, XI / 57. İsmet Ersöz, “Hamdi Yazır ve Tefsirinin
Özellikleri”, Elmalılı Sempozyumu, s. 173.
183
184
45
2.1.4. BİR FAKİH OLARAK HAMDİ YAZIR
Elmalılı Hamdi Yazır’ın ilmi kişiliği üzerinde yapılan çalışmaların sonucunda
oluşan genel kanaat, onun pek çok ilmi meseleye derinliğine vâkıf olan, şahsına
münhasır çok yönlü bir âlim olmasıdır. Bu noktada 167 numaralı dipnottaki kaynaklar
önemli bilgiler ihtiva etmektedir.188 Elmalılı Hamdi Yazır’ı tüm yönleriyle yeniden
tanıma ve yorumlama ihtiyacına binaen yapılan bu çalışmalarda kendi alanlarında söz
sahibi olan otorite isimler Hamdi Yazır’ı dil, fıkıh, kelam, felsefe, tarih, müspet fen
bilimleri, psikoloji ve sosyoloji ile olan ilişkilerine vurgular yapmışlar ve her zaman
ilmi açıdan onu takdir etmişlerdir.189
Biz ise bu çalışmamızda Elmalılı Hamdi Yazır’ın bir İslam hukukçusu olarak
müfessir olma özelliği üzerine dikkat çekip, Hak Dini Kur’an Dili adlı Hanefi tefsir
geleneği içerisinde çok önemli bir yere sahip olan tefsirindeki birçok ahkâm ayetinin
mana ve yorumlarını, fıkhi tefsir bağlamında Cassas’ın Ahkamu’l- Kur’anında ayetlere
verdiği manalarla karşılaştıracağız. Çünkü Hamdi Yazır’ın, tefsirinde ayetleri açıklarken
özellikle ahkâm ayetlerini yorumlamada kullandığı üslup ve metodu incelediğimizde
onun bir fakih olduğunun bilinmesi gerektiği kanaatine sahip olduk. Hamdi Yazır’ın
fıkhî yönüne açıklık getirmesi bakımından Ö. Nasuhi Bilmen’in şu ifadelerini burada
aktarmayı uygun görüyoruz.
“Elmalılı M. Hamdi fıkıh ilminde büyük bir mütehassıs idi. Bu mühim ilmi
senelerce Medresetü’l Kudat’ta tedris etmiş, İslam hukukunun vus’atini, tealisini, insani
ve içtimai kıymetini büyük bir selahiyetle tavzihe çalışmış, Medresetü’l Kudat’tan
muktedir hâkimlerin yetişmesine mühim hizmetlerde bulunmuştu. Hatta İslam
hukukuyla Garp hukuku arasında mukayeseler yapabilmek, İslam hukukunun
üstünlüğünü tebarüz ettirebilmek için Fransızcayı da az bir müddet içerisinde kâfi
derecede öğrenmiş, bu suretle de Garp hukukunu da mütalaaya, tetkike koyulmuştu.”190
Ömer Nasuhi Bilmen’in ifadelerinde, Hamdi Yazır’ın Hukuk öğretimindeki
hizmetini belirtmesiyle verilen tüm bu bilgilerin devamında hukuk çalışmalarıyla ilgili
vermiş olduğu malumat dikkat çekmektedir. Zira bu ifadelerde Hamdi Yazır’ın hukuk
alanındaki çalışmalarının İslam hukukuyla sınırlı kalmadığı, Batı hukukuyla da
Mustafa Bilgin, “Hak Dini Kur’an Dili” mad. DİA, XV/ 153; Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalılı’ mad. XI /
59; Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu, TDV Yayınları, Ankara 1993.
189
Tefsiriyle ilgili doktora ve Y. Lisans çalışmaları için bkz. Mustafa Bilgin, (Bibliyografya kısmı)
190
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II / 787.
188
46
ilgilenmiş olduğu görülmektedir ve neticede bu malumat esasen onun fıkıh ilmindeki
konumu hakkında bilgi vermesi bakımından yeterlidir.
Hak Dini Kur’an Dili tefsirini incelediğimizde özellikle fıkhi mezhepler söz
konusu olduğunda Hamdi Yazır’ın ne kadar geniş bilgi sahibi olduğunu, mezhepler
arası görüş ayrılıklarını nasıl ustalıkla ortaya koyduğunu müşahede etmekteyiz.
Sözgelimi henüz tefsirinin başında Fatihadan önce besmelenin hükmü konusundaki
mezheplerin görüşlerini ‘Besmelenin Ahkâmı’ başlığı altında etraflı bir şekilde ortaya
koymasını örnek verebiliriz.191 Tefsirinde fıkıh sahasını oldukça geniş tutması, fıkhî
konularda sadece kaynaklardaki bilgileri aktarmayıp çeşitli meselelerde tahkik, tenkit ve
tercihler yaparak kendi görüşünü de ortaya koyması, fey,192 kabir ziyareti,193 Cuma
namazı194 gibi konuların müstakil birer makale veya risale tarzında yazılması
Elmalılı’nın fakih olma özelliğini en iyi ortaya koyan noktalardır. İğnenin orucu bozup
bozmayacağı,195 namaz, oruç vb. ibadetlerde seferi sayılmanın hükmü,196 kurban
ibadetinin hükmü197 gibi konularda kendine has görüşleri bu meyanda dikkat çeken
noktalardır.
Ne var ki Elmalılı Hamdi Yazır’ın günümüzde hukukçu yönüyle tanınmış
olmaması düşündürücü bir husustur. Zira O, görüşlerini İslam hukukuna dayalı olarak
ortaya koymuş ve diğer disiplinlerle bu görüşlerini desteklemiştir.
Elmalılı M. Hamdi Yazır Hanefi mezhebine mensup bir müfessirdir. Fıkhi
meselelerde tercihini ehlisünnetten yana koyan, özellikle Hanefi mezhebinin görüşlerini
benimsediğini belirtmekten haz duyan bir yapıya sahiptir.198 Mezheplerin ortaya çıkışını
bir rahmet olarak gören Hamdi Yazır, mezhep taassubuna ise şiddetle karşıdır. Makale-i
Mühimme adını taşıyan Beyanü’l Hak’ta yayımlanan bir makalesinde uzmanlardan
oluşan bir ilim heyetinin kurulması gerektiğini bu kimselerin “…öncelikle Hanefi
fıkhından başlayıp insanların ihtiyacına daha uygun ve en uygun meseleleri hangi
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 2000, I / 59.
Yazır, a.g.e., VII / 445.
193
Yazır, a.g.e., IX / 237.
194
Yazır, a.g.e., VII / 547-567.
195
Yazır, a.g.e., I / 505.
196
Yazır, a.g.e., III / 76.
197
Yazır, a.g.e., IX / 351.
198
Bkz. Hamdi Yazır’ın “Biz Neyiz” adlı gazeli, Elmalılı Sempozyumu, s. 15.
191
192
47
mezhepten olursa olsun alıp, medeniyet âlemine parmak ısırtacak ihatalı bir kanun
meydana getirmeleri lazım geldiğini belirtir.”199
Çeşitli meselelerde mezhebinin dışında kendi kanaati doğrultusunda fıkhi izahlar
yapması onun bu tür konularda rahat bir konumda olduğunu ifade etmesi bakımından
önemlidir. Onun bu rahatlığını ortaya koyması bakımından birkaç örneği buraya almayı
uygun görüyoruz.
“Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadın, sabit oldu mu ellerini kesin”200
mealiyle verdiği ayeti kerimenin tefsirinde, hırsızlık nisabının miktarı konusunu
açıklarken öncelikle Ebu Hanife’nin azami (10 dirhem) ve İmam Şafii’nin asgari (1
dirhem) olarak belirledikleri görüşlerini zikreder. Sonra “Acaba on dirhemden ziyade
bir miktar kabulüne imkân yok mudur?” şeklinde soru sorar ve şu açıklamaları yapar:
Biz bu soruya vardır cevabını vermek istiyoruz ve nisap miktarının bu iki sınır arasında
olduğunu kabul etmiyoruz. Mademki aslı miktar meselesi müctehedün fihtir. Ve
mademki bu konuda şüphe meselesinin büyük bir önemi vardır. O zaman bunun içtihat
mahiyetini muhafaza eden bir zaman meselesi olduğunu kabul etmek lazım gelir. Eğer
böyle olmasa idi, müçtehitlere azami asgari fikirlerini veren misaller haberler sabit
olmazdı.201
Görüldüğü gibi Elmalılı hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için ortaya konulan
nisap miktarının zamanın değer yargılarına göre değişmesi gerektiği görüşüne sahiptir.
Dolayısıyla mezhep görüşünün dışında, kendi kanaati doğrultusunda fıkhi izahını ortaya
koymuştur.
Yine Elmalılı’nın mezhep görüşünün dışında kendi kanaatini ortaya koyması
bağlamında sefer ve seferilikle ilgili meşhur görüşünü burada zikretmemiz uygundur.
Bakara suresinin 184. ayet-i Kerimesinin tefsirini yaparken sefer ve seferilik
kavramlarının üzerinde etraflıca duran Elmalılı fıkıh kitaplarında zikredilen yelken
gemisi yerine vapurla, kara vasıtaları yerine ise trenle yolculuğun çoğunlukla ve
alışılmış olan yerler için ölçü alınmasının, nassın sefer hakkındaki manasına daha uygun
olduğunu ifade etmiştir. Elmalılı hükümlerin zamanla değişmesi ile ilgili şu ifadeleri
kullanır:
Elmalılı Hamdi Yazır, Makaleler, İstanbul 1998, II / 20–28.
Maide (5); 38.
201
Yazır, a.g.e., III / 258.
199
200
48
“…Bu bakımdan trenle veya vapurla yolculuk yapanların on sekiz saatini, vapur
veya trenin orta ve normal yürüyüşü ile hesap etmek gerekecektir. Bunların, nassın
manası değişmeksizin, zamanların değişmesiyle değişen hükümlerden olduğu inkâr
edilemez. Çünkü nassın hükmü “sefer” kelimesindeki alışılmış mana üzerine
kurulmuştur. Şüphe yok ki asıl mesul, yolcunun kendisidir. Onun kendi mazeretinin
derecesini kendisi takdir etmesi gereklidir. ”202
Görüldüğü gibi Elmalılı, fıkhi tefsir bağlamında mezhebinin dışında kendi
kanaatini çok rahat bir şekilde ortaya koyan fakih müfessir olma özelliğine sahiptir.
2.2. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ
2.2.1. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Hak Dini Kur’an Dili, Cumhuriyet devrinde 14 asırlık İslam kültürünü temsil
eden medrese ulumu ile Batı medeniyetinden gelen ve iki asırlık seküler kültürü temsil
eden mektep fünûnu arasında kuracağı köprülerle, Mehmet Akif’in ifadesiyle “İslâm’ı
asrın idrakine söyletme” gayesi taşıyan ciddi ve yorucu bir emeği yansıtmaktadır.203
Hak Dini Kur’an Dili’nin dayandığı temel kaynaklar ve taşıdığı kültürel
muhteva, ana hatlarıyla ve büyük çoğunluğuyla İslâmî ilimlere aittir. Elmalılı, tefsirinde
başta temel tefsir kaynakları olmak üzere fıkıh, hadis, kelam, tasavvuf, felsefe, tarih, dil
ve edebiyat gibi alanlara ilişkin birikimleri başarıyla kullanmıştır.
Hak Dini Kur’an Dili’nin mukaddimesinde ele alınan konular sırasıyla şöyledir:
Müellif, tefsirin yazılmasına vesile olan gelişmeleri aktardıktan sonra Kur’an ve tefsirle
ilgili bazı temel terimleri ele almaktadır. Tercüme meselesinin üzerinde önemle
durmakta, Kur’an’ın bir başka dile aynen aktarılmasının mümkün olmadığını
belirtmektedir. Ayrıca, mukaddimede hangi temel kaynaklara başvurduğunu ve tefsirini
yazarken takip ettiği metotları açıklamakta ve daha sonra da sırasıyla Kur’an, sure, ayet,
Mushaf, te’vil, meal ve Kur’an’ın faziletleri hakkında bilgiler vererek mukaddimesini
tamamlamaktadır.204
Yazır, a.g.e., I / 508.
Mustafa Bilgin, ‘Hak Dini Kur’an Dili’ mad. DİA, X / 153.
204
Bkz. Yazır, a.g.e., I / 1-24.
202
203
49
M. Hamdi Yazır, surelerin tefsirine geçmeden önce surelerin mekkî-medenî
oluşları, isimleri, nüzul sebepleri, ayetler, kelimeler ve harf sayıları, fasılaları
hakkındaki genel bilgiler vermektedir. Daha sonra da hangi ayetin tefsirini yapacaksa o
ayetin metnini ve mealini sunmaktadır. Tefsirinde nüzul sebeplerine, ayetler arasındaki
münasebet ve insicama dikkat çekmektedir. Özellikle nesih meselesinde klasik tefsir
anlayışını takip eden müellif, neshin varlığı çerçevesinde ayetleri tefsir etmektedir.205
Elmalılı, Fatiha ve Bakara surelerinin tefsirlerini çok geniş ve tafsilatlı yazmıştır.
Daha sonraki bölümlerin bazılarında ise meallere ilaveten kısa tefsirlerle yetinmiştir.206
Bu surelerin kısa tutulması ise bitirememe endişesinden kaynaklanmış olabilir.
Hamdi Yazır, çok zengin bir muhtevası olan Hak Dini Kur’an Dili’nin tefsirinde
ilmî, edebî, toplumsal, sosyal, felsefî meselelere dikkat çekmiştir. Özellikle
çalışmamızın ana temasını teşkil eden ahkâm ayetlerini tafsilatlı bir şekilde ele almıştır.
Fıkıh ilminin esasları dâhilinde ayetleri ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Mukavelede
öngörülen bir şart olarak Hanefî mezhebinin görüşlerini yansıtmakla beraber diğer
mezheplerin görüşlerini de mukayeseli bir tarzda vermiştir. Fakat bu noktada Hanbelî
mezhebine ait görüşleri nakletmemiştir.
Müellif, tefsirinde hadislerden bolca istifade etmiştir. Rivayet nakli hususunda
titiz davranmış, her bulduğu rivayeti nakletmemiş, rivayetleri kritiğe tabi tutup
aralarında tercihler yapmıştır. Gerektiğinde lugavî izahlarda bulunmuş ve şiirlerle tefsir
yapmıştır. Ayrıca mukattaa harfleri hakkında makale tarzında geniş izahları vardır.207
Hak Dini Kur’an Dili’nin başta gelen özelliklerinden bir tanesi de; Elmalılı
eserinde birçok müfessir gibi sadece nakille yetinmemiş, yerine göre yanlış bulduğu
nakilleri tenkit etmiş ve bazı konularda kendi görüşünü cesaretle ortaya koymuştur.
Mesela, göklere çıkılabileceğini belirtmiş, göklerde canlı ve akıllı varlıkların varlığını
kabul etmiştir.208
Hak Dini Kur’an Dili tefsiri bir tefsir çeşidi olarak rivayet tefsirinden ziyade
dirayet tefsiri kategorisindedir. Elmalılı’nın tefsir metodu, geleneksel Fatiha- Nas türü
Kur’an tefsiri yazan müfessirlerin metodundan farklı değildir. Ancak aldığı eğitim ve
içinde yetiştiği kültür ve o dönemin siyasi, sosyal, ekonomik, ilmî ve felsefî özellikleri
Bkz. Yazır, a.g.e., I / 380, III / 317.
İlgili sureler için bkz. Meryem, Taha, Enbiya sureleri.
207
Bkz. Yazır, a.g.e., I / 144-154.
208
İlgili ayetler için bkz. Şura (42); 29, Mülk (67); 16.
205
206
50
itibarıyla O, önceki müfessirlerden ayrılmaktadır. Elmalılı’nın bu özellikleri, Kur’an’ı
anlama ve yorumlamada ona, yeni bir bakış açısı ve metodu kazandırmıştır.209
“Hak Dini Kur’an Dili” tefsiri ile ilgili bu kısa malumattan sonra dönemin diğer
büyük şahsiyeti Ö. Nasuhi Bilmen’in kendisi ve eseriyle ilgili olarak şu ifadelerini
buraya almayı uygun görüyoruz:
“Merhum müfessir bu güzide eserini yazarken son senelerinde ağır bir kalp
hastalığı içinde kıvranıp duruyordu. Kendisini her ziyaret ettikçe, tefsirini ikmale
muvaffak olamayacağı endişesini izhar ediyordu. Acizleri de bu muhterem üstadın ömür
ve afiyetlerine dualar ederek, hüsnü niyetle başlamış olduğu bu hayırlı eseri ikmale
muvaffak olacağına dair olan kanaatimi kendisine arz ediyordum. Ne kadar şükrana
şayandır ki, bu mübarek eseri ikmale muvaffak oldu, intişarını müşahede etti. Doğrusu
bu eser, Türkçe’de naziri bulunmayan pek kıymetli bir tefsirdir, bizim için bir ilim ve
irfan hazinesi sayılmaya her veçhile layıktır.210
2.2.2. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NİN TEFSİR ve FIKIH KAYNAKLARI
Elmalılı, tefsirinin mukaddimesinde, eserini çeşitli kaynaklardan faydalanarak
hazırladığını belirtmiş ve burada istifade ettiği temel kaynaklara işaret etmiştir.211
Ancak burada, istifade ettiği bütün eserleri zikretmemiştir. İslam ansiklopedisinin “Hak
Dini Kur’an Dili” maddesini hazırlayan Mustafa Bilgin Elmalılı’nın müracaat ettiği
kaynaklara geniş yer vermiştir. Biz de bu çalışmamızda, ilgili makalede dağınık olarak
bahsedilen kaynaklardan yalnızca tefsir ve fıkıhla ilgili olanlarını aktaracağız.212
Hak Dini Kur’an Dili’nin tefsir kaynakları şunlardır: Taberî’nin Câmiu’lBeyan’ı, Cassas’ın Ahkamu’l Kur’an’ı, Zemahşerî’nin Keşşaf’ı, Kadı Beydavî’nin
Envaru’t-Tenzil’i, Ebu Hayyan’ın Bahru’l Muhit’i, Nisaburî’nin Garaibu’l Kur’an ve
Regaibu’l-Furkan’ı, Razî’nin Tefsir-i Kebir’i, Ebussuud Efendi’nin İrşadu Akli’sSelim’i ve Alusi’nin Ruhu’l-Meanî adlı tefsirleri başlıca tefsir kaynaklarıdır.
Halis Albayrak, “Hamdi Yazır’ın Tefsir Anlayışı”, Elmalılı Sempozyumu, Ankara 1993, s. 154.
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II / 790.
211
Yazır, a.g.e., I / 13.
212
Elmalılının hadis, kelam, İslam tarihi ve tasavvufla ilgili müracaat ettiği kaynaklar hakkında daha
geniş bilgi için bkz. Bilgin, ‘Hak Dini Kur’an Dili’ mad. DİA, XV / 153–163.
209
210
51
Fıkıh sahasına gelince, bu konuda başvurulan kaynakların büyük çoğunluğu
Hanefi mezhebi kaynaklarıdır. İmam Ebu Yusuf’un Kitabu’l Harac’ı, Şeybani’nin
Siyeru’l Kebir ve Camiu’s Sağir adlı eserleri, Hakim eş- Şehid’in el- Kâfî’si, Kudurî’nin
Muhtasar’ı, Haddad’ın es-Siracu’l-Vehhac’ı, Meydani’nin el-Lübab’ı, Serahsî’nin elMebsut’u, Nesefî’nin Tılbetü’tTalebe’si, Merginanî’nin Hidaye’si, Babertî’nin elİnaye’si,
İbnu’l
Hümam’ın
Fethu’l-
Kadir’i,
Halebî’nin
Mülteka’l-Ebhur’u,
Şeyhzade’nin Mecma’ul- Enhur’u, Ebu’l Berekat en Nesefi’nin Kenzu’d Dekaik’i, İbn
Nuceym’in el-Bahru’ r- Raik’i, Timurtaşi’nin Tenviu’l Ebsar’ı, Haslefi’nin Dürrü’lMuhtar’ı, İbn Abidin’in Reddu’l Muhtar’ı, Şürunbulali’nin Nuru’l İzah’ı, Dıhlevi’nin
Huccetüllahi’l- Baliğa’sı, Tahir b. Ahmed el Buhari’nin Hızanetu’l Feteva’sı, Siracettin
el Uşi’nin el-Fetava’s Siraciyye’si, Kitahan’ın Feteva’sı, Alim b. Alâ’nın el-Fetava’tTatarhaniyye’si,
Semerkandi’nin
Hizanetü’l-Muftin’i
Hanefi
fıkıh
kaynaklarını
oluşturur.
Şafii fıkhından da Kazvini’nin el-Muharrer’i, Nevevî’nin Minhacu’t-Talibin’i,
İbn Hacer el-Heytemi’nin Tuhfetu’l Muhtac’ı, Nevevî’nin el-Feteva’sı ve Suyuti’nin elHavi li’l Feteva’sı kaynak olarak kullanılmıştır.
2.2.3. HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NDE CASSAS’DAN NAKİLLER
Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın istifade etmiş olduğu kaynakların en önemlilerinden
biri de araştırmamızın ana unsurlarından olan Cassas’ın Ahkamu’l-Kur’an adlı fıkhî
tefsiridir.
Hak Dini Kur’an Dili’nde yer yer Cassas ismine rastlamamız mümkündür.
Hamdi Yazır Cassas’tan yapmış olduğu nakillerde “Ahkâm-ı Kur’an sahibi”,
“Müfessirinden Eazım-ı fükaha-i Hanefiyye’den Cassas”, “Ebu Bekr-i Razi” gibi
lafızlarla nakiller yapmaktadır.
Hamdi Yazır’ın bu nakillerinden birkaç örnek verelim:
Örnek 1: “Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası ve
anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, müttakiler üzerine
icrası vacip bir hak olarak üzerinize yazıldı”213 ayetinin tefsirindeki vasiyet konusunu
açıklarken vasiyetin Nisa suresinde gelecek olan miras ayetleriyle nesh edildiğini ifade
213
Bakara (2); 180.
52
etmiştir. Yine bu konuda hadisi şerifler nakletmiş ve ümmetin bu konuda icmasının
olduğunu beyan etmiştir.214
Nesh anlayışı Cassas ile paralellik arz eden Elmalılı, bu konuda farklı anlayışa
sahip olan ve genel olarak neshi kabul etmeyen Ebu Müslim İsfehanî’ye cevaplar
vermiştir. İşte bu noktada, Cassas’ın İsfehanî hakkındaki ifadelerini aynen nakletmiştir.
“Fıkıh ehli olmayan müteahhirinden bazısı şöyle bir zanda bulunmuştur ki;
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) şeriatında nesih yoktur. Burada nesih
adıyla zikredilenlerin hepsinden maksat, cumartesi gününü kutsal saymak, doğuya ve
batıya doğru namaz kılmak gibi geçmiş peygamberlerin şeriatlarının neshidir. Çünkü
Peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusudur. Şeriatı da kıyamete kadar bakidir,
demiştir. Bu zanda bulunan bu adam belagattan ve lügat ilminin çoğundan nasip almış
olmakla beraber, bunun fıkıh ve fıkıh usulü ilminden bir nasibi yoktur. Bununla beraber
itikadı sağlamdır. Durumu açık olmamakla birlikte, kötü zanla da itham edilmemiştir.
Fakat ortaya böyle bir söz atmasında isabetli olmamış, ilâhî yardımdan uzak kalmıştır.
Böyle bir söz, bundan önce kimse tarafından söylenmemiş, bilakis ümmetin selefi ve
halefi, Allah'ın din ve şeriatında birçok hükümlerin neshine akıl erdirmiş, bize nakletmiş
ve bu konuda şüpheye düşmemiş, neshin te'vilini (yorumunu) caiz de görmemişlerdir.
Kur'ân'da, âm, hâs, muhkem ve müteşabih bulunduğunu nasıl şüpheden uzak
olarak kesinlikle bilmiş, anlamış, bellemişlerse neshi de tıpkı böyle anlamış
bellemişlerdir. Bundan dolayı Kur'ân'da neshin varlığını reddeden, tıpkı Kur'ân'ın âm ve
hâssını, muhkem ve müteşabihini reddeden gibi olmuştur. Çünkü hepsinin gelişi ve
nakli aynı tarzdadır.
Bu adam ise mensûh ve nâsih ayetlerde ve bunların hükümlerinde ümmetin,
üzerinde ittifak ettiği görüşlerinden hariç birtakım şeyler irtikâp etmiş ve bununla
beraber ileri sürdüğü manalarda zorlamaya düşmüş, tatsız tuzsuz bir şeyler yapmıştır.
Onu, buna sevk eden neydi bilmiyorum? Ancak çoğunlukla zannım şudur ki, bu adam
bunu -ilmin şartlarından olan tarihî cereyanına bu konudaki âlimlerin nakillerine dair
bilgisinin azlığından ve selefin söylediği, ümmetin naklettiği asıl malumatı bilmeksizin
hemen görüşünü kullanıvermesinden dolayı yapmıştır. Böylece "Kur'an hakkında
sadece kendi görüşüyle söz söyleyen, isabet de etse hata etmiş olur." hadis-i
214
Yazır, a.g.e., I / 499.
53
Nebevisinin manası altına girmiştir. Allah mağfiret eylesin. Neshin şekilleri hakkındaki
tafsilat içinde fıkıh usulündeki kitabımıza müracaat oluna..."215
Görüldüğü gibi Elmalılı, nesh anlayışını ortaya koyarken Cassasla aynı
düşüncenin bir uzantısı olarak İsfehani’ye Cassas’ın diliyle cevaplar vermektedir.
Örnek 2:
“Bir ültimatom, Allah ve Resûlünden, muahede ettiğiniz
müşriklere”216 ayetinin tefsirinde ‫ براءة‬kelimesinin açıklanmasında Cassas’tan nakilde
bulunmuş ve manayı tercih etmiştir: Ebu Bekri Razi bunu açıklayarak "Ahkam-ı
Kur'ân"da der ki; "Berâet, dostluk antlaşmasının kesilmesi, dokunulmazlığın
kaldırılması ve sağlanmış olan eman (güvence)ın sona erdirilmesidir.”217
Örnek 3: “O kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah'a, ne
ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve
hak dinini din edinmeyen kimselere küçülmüş oldukları halde elden cizye verecekleri
hale gelinceye kadar savaş yapın.”218 Ayetinin tefsirinde ‫ عن يد‬kaydına vermiş olduğu
manaların ardından ‫ وهم صاغرون‬ifadesine de Cassas’tan yapmış olduğu nakille mana
vermiştir: Buraya kadar ileri sürülen manalar da bu nimetin hakkı ve gereğidir. Ve işte
"an yedin" kaydı bütün manaları açığa çıkardığı ve akla getirdiği için "zillete mahkûm
olmuş ve küçülmüş olarak" kaydı da o zillet halini ihtardır. Çünkü o zillet
hatırlanmadıkça bu nimetin kadri bilinmez. "Ahkâm'ül-Kur'ân"da Ebu Bekr Cessas
demiştir ki;
‫ وهم صاغرون‬kaydından murat eza görmeleri ve güçlerinin yetmeyeceği
sorumluluklara mecbur edilmeleri değil, sadece hafife alınmaları, itibar görmemeleri ve
aşağılanmalarıdır.”219
Örnek 4: Elmalılı Cassas’tan yapmış olduğu nakillerde bazen de kaynak adı
zikretmez. Buna örnek olarak “size, herhangi bir suretle selam verildiği zaman siz de
ondan daha güzeli ile selam verin veya aynıyla mukabele edin. Allah her şeyi hesaba
çekmekte bulunuyor”220 ayetinin tefsirini aktarabiliriz. Elmalılı konuya ayetin manasını
vererek başlar. Buna göre; ‫ واذا حييتم بتحية‬kimin tarafından olursa olsun bir tahiyye ile
tahiyyelendiğiniz bir selam ile terkim edildiğiniz vakit de ‫ فحيوا باحسن منها‬siz, ondan
Yazır, a.g.e., I / 500, Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, I / 71.
Tevbe (9); 1.
217
Yazır, a.g.e., IV / 310, Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 100.
218
Tevbe (9); 29.
219
Yazır, a.g.e., IV / 358, Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, III / 117.
220
Nisa (4); 86.
215
216
54
daha güzeli ile tahiyye ediniz, selamlayınız veya onu geri veriniz, yani gerisin geri
misliyle cevap veriniz.221 Elmalılı bundan sonra ki ifadelerini ise aynen Cassas’tan
nakletmektedir.
Hatta
şiir
istişhadında
bile
bulunmakta
fakat
kaynak
adı
zikretmemektedir. Elmalılı’nın nakli şu şekildedir:
Tahiyye; lügatte milk ve beka manasına gelir. Nitekim şair:
Onunla Numan’ın yanına gidiyorum
Ordu ile onun mülkü üzerine yerleşinceye kadar
demiştir ki, ‫ علي ملكه‬demektir. Bir kimseye ‫ حياك هللا‬diye dua etmeye de, tahiyye tabir
olunur ki “Allah, ömürler versin” yahut “Allah seni sahib-i mülk kılsın” veya
“mülkünde baki kılsın” manalarına gelir. Cahiliye de Araplar, selam mevkiinde ‫حياك هللا‬
derlerdi. Fakat bunlar bir dua olmakla beraber alel- ıtlak hayırlı bir dua değildir. Zira
ömür, hayat, mülk behemehal selamet ve saadeti icap etmez, felaket içinde de geçebilir.
Binaenaleyh bu suretle tahiyye haddi zatında nakıs bir tahiyyedir. Hepsinin başı baş
selametidir. Hayyakellah, “Allah ömürler versin” denildiği zaman muhatap bu mana
kast edildiğini farz ederek hoşlanabilirse bu bir gaflettir. Çünkü söyleyenin niyeti
malum değildir. Veyahut hiç düşünmemiştir. Bunun için İslam dini, bu tahiyyeleri
selama tebdil etmiş, “Hayyakellah” yerine dünya ve Ahiret selamet-ü müsalemet
neşreden ‫ السالم عليكم‬dua ve iltifatını ikame eylemiş olduğundan İslam’da ‫ تحية‬selam
olmuştur.222
Görüldüğü gibi Elmalılı, Cassas’tan yapmış olduğu nakillerde hem ahkâm hem
de kelimelerin açıklanması bağlamında istifade etmiş, bazen bu nakilleri isim olarak
zikrederken bazılarını ise zikretmemiştir.
2.2.4. HAK DİNİ KUR’AN DİLİNDE FIKHÎ TEFSİR ÖRNEKLERİ
2.2.4.1. Seferilik Konusu
E. Hamdi Yazır daha çok zamanını ilgilendiren meseleleri ele almış ve bu
meselelere çözümler getirmeye çalışmıştır. Bunlardan biri de vapur ve trenin sefer
ahkâmında muteber olmalarını gerektirecek yolculuk vasıtaları ve bunların kat ettiği
yol mesafesi hakkındadır. Bilhassa “tren” fıkıh kitaplarında yer almamış bir unsurdur.
221
222
Yazır, a.g.e., III / 51.
Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, II / 272. Yazır, a.g.e., III / 51.
55
Çünkü Elmalılı’nın zamanında henüz ortaya çıkmış adet ve temayül haline gelmeye
başlamış vasıtalardı. Bu vasıtalar fıkıhtaki seferilik ahkâmına tâbi tutulmuyor, tren ata
benzetiliyordu.
Elmalılı fıkha göre seferilik ahkâmında bütün esasın aslında üç günlük mesafede
mutad olarak kat edilen yolculuk olduğundan yola çıkarak artık deve gidişinin ve yaya
yürüyüşün mutad olmaktan çıkıp kendi zamanında trenin bu vasıtaların yerini aldığını
belirtmiştir.223
Elmalılı M. Hamdi Yazır’a göre atlar bile öküz mesabesinde kalmışken, tren
umumen kullanılır hale gelmişken nasıl olur da hala deve katarları ile gitmek adet kabul
edilir, seferilik ahkâmı bu asıl üzerine bina edilirdi.
E. Hamdi Yazır tüm bunlardan yola çıkarak karada treni denizde vapuru
geçmişte âdet olan ve bu âdete binaen seferilik ahkâmını oluşturan yaya gidişine ve
deve yürüyüşüne kıyas ederek bu sonuca varmıştır. Bu sonuca varışını şöyle ifade
etmektedir: “Bunlar, nassın manası tebeddül etmeksizin ihtilafı ezman ile tebeddül eden
ahkâmdan olduğu inkâr edilemez. Çünkü hükm-i nas “sefer” kelimesindeki manayı
mutad üzerine mübtenidir.”224 E. Hamdi Yazır kara ve deniz yollarındaki vasıtalardan
başka hava yollarındakini de kendi ifadesiyle tayyareleri de değerlendirmeye almıştır.
Ancak hava yolunun henüz umum için mutad hale gelmemiş olması onu karada trenden,
denizde vapurdan ayırmaktadır. Nitekim tayyareler umumen mutad olmadıkları gibi
oldukları takdirde de gittikleri yolun en mutadili değil en hızlısı olmaları açısından
koşan atlara, sürat katarlarına, hususi trenlere benzetilmektedir. İşte bu noktada “Ahkâm
hususa göre değil, umuma nazaran itibar olunur” diyerek hava yolunu ve vasıtalarını
seferilik ahkâmının dışında bırakarak dönemindeki âdeten cari olan mutad seyir
vasıtalarına kıyas etmemiştir.225
Netice olarak ifade edecek olursak; E. Hamdi Yazır’ın bu mütalaasının esası,
seferi ahkâmının ruhsat olması görüşüne dayalı olarak kişinin bu ruhsatın getirmiş
olduğu kolaylık prensibinden hangi şartlarda yararlanma imkânına sahip olabileceği
üzerine kuruludur. Şöyle ki bu durumda bir tren yolcusu mutad bir seyirle üç günlük
yani en az on sekiz saatten aşağıda seferilik ruhsatından istifade edemez. Aksi halde
Yazır, a.g.e., I / 508.
Yazır, a.g.e., I / 508.
225
Yazır, a.g.e., I / 509.
223
224
56
şer’in iki gün yaya yol giden kimseye dahi bu ruhsatı vermeyip onun bu seferini bir
meşakkat sebebi saymazken tam olarak bir gün bile çekmeyen bu yolculuğun meşakkat
sebebi sayılması söz konusu değildir. Bu durumda müfessir 18 saatten daha aşağıda
kalan vapur ve tren sefer müddetlerinin seferiliğe tabi olamayacağını ısrarla
belirtmektedir.226 Aksi takdirde bu meşhur esasa asıl bu durumda muhalif kalınır ve
bundan dolayı da hataya düşülürdü. Hamdi Yazır’ın seferilik anlayışı bu şekildedir.227
2.2.4.2. İğnenin Orucu Bozacağına Dair Görüşü
Elmalılı M. Hamdi Yazır, orucun terim olarak tanımını şu şekilde yapmaktadır:
“Ehliyetli bir insanın evvel-i sabahtan guruba kadar bâtın hükmünü haiz olan dâhiline
herhangi bir şeyi idhalden ve cimadan ibaret niyetiyle nefsini imsak etmesi, yani
kendini tutmasıdır.”228 Tanımı bu şekilde ortaya koyduktan sonra orucun hangi
durumlarda bozulup hangi durumlarda bozulmayacağına dair açıklamaları beraberinde
vermiştir: “Binaenaleyh ağzına veya burnuna bir şey giderse bozmaz, lakin dimağına ve
dâhil-i bedenine bir şey girerse bozar. Demek ki bedene şırınga, aşağıdan ihtikan dahi
müfsittir. Söz orucu bozmaz. Lakin mücahede-i nefs için sükût, zikr-ü fikir mendup ve
efdaldir.”229
Görüldüğü gibi Elmalılı yapmış olduğu tanıma dayanarak bedene giren şırınga
ve iğnenin orucu bozacağını ifade etmektedir.
2.2.4.3. Kadınların Şahitliği Meselesi
Elmalılı Hamdi Yazır Bakara suresinin 282. ayetinin tefsirinde bir erkeğe
mukabil kadınların iki şahit olması meselesini geniş bir şekilde maddeler halinde
açıkladıktan sonra kadınlarla ilgili işlerde ise tek kadının şahit olabileceğini şu şekilde
beyan etmektedir:
“…erkek bulunmayıp da kadına müracaat zarureti hâsıl olunca da bu vazife bir
erkek mukabilinde bir kadına değil iki kadına tahmil edilmelidir. Şu halde erkeklerin
muttali olmaları caiz olmayan hususatta yalnız kadınların ihbarıyla ve hatta sırasına
Yazır, a.g.e., I / 508.
Hamdi Yazır’ın “Seferilik” makalesi için bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Makaleler, I / 111–135.
228
Yazır, a.g.e., I / 505.
229
Yazır, a.g.e., I / 505.
226
227
57
göre bir kadının ihbarıyla da amel caiz olur. Mesela kadınlar hamamında cereyan eden
bir hadisenin şahidi ancak bir kadın olabilir.”230
2.2.4.4. Borcun Yazılması ve Noterlik Hakkındaki Görüşü
E. Hamdi Yazır, borç ilişkisinde borcun yazılarak veresiyenin caiz olduğu
hükmüne, Bakara suresi’nin 282. ayetinin açıklamasında işaret etmiş ve şu izahları
getirmiştir:
“ ‫ الي اجل مسمي‬bir ecel-i müsemmaya yani ay, gün gibi malumiyet ifade eden ve
cehaleti ref edecek surette tayin edilmiş herhangi bir borç ile muamele yaptığınız vakit
(‫ ) فاكتبوه‬o borcu yazınız, binaenaleyh Allah ribayı haram kıldı diye borç ile veresiye
muamelelerin hepsini haram kılmış zannetmemelidir. Borçlaşabiliriz fakat alışverişte
borcun vadesi malum olmalıdır. Bir de yazılarak tevsik edilmelidir.”231
E. Hamdi Yazır “ecelin müsemma” ifadesinden borç ilişkisinde veresiyenin caiz
olabileceği hükmünü elde etmiştir. Dolayısıyla elde etmiş olduğu bu hükümle faiz ile
alışveriş arasındaki farklardan birini de açıklığa kavuşturmuştur.
Elmalılı aynı ayetlerden yola çıkarak hükümetin noter tayin etmesinin
görevlerinden biri olduğu hususuna kısaca değinmektedir:
“…Bunu yazmak, farzı kifayedir, taayyün edince farzı ayın olur. Bunun için
hükümetin katib-i vesaik, tabir-i aharle katib-i adl tayin etmesi de vazifelerindendir. Ve
böyle kâtiplerin müracaat vukuunda yazmaları farzı ayındır.232
2.2.4.5. Namazda Fatiha Okumanın Hükmü
Müzzemmil suresinin 20. ayetindeki
‫“ فاقرؤا ما تيسر من القران‬Artık Kur’andan
kolayınıza geleni okuyun” pasajının tefsiri bağlamında namazda Fatiha okumanın
hükmü konusuna değinen Elmalılı ayetin bağlamıyla ilgili olarak ortaya çıkan görüşleri
öncelikli olarak nakletmiştir. Daha sonra da bu konuyla ilgili olan bağlamı
değerlendirmeye almış ve mezheplerin görüşlerini ifade etmiştir:
Yazır, a.g.e., II / 253.
Yazır, a.g.e., II / 250.
232
Yazır, a.g.e., II / 250.
230
231
58
“İmam Malik ve Şafii, lâekall namazda Fatiha okumak farzdır derler. Zira ‫الصالة‬
‫“ اال بفاتحة‬Fatihasız namaz yoktur” 233 hadisi şerifi bunu ifade eder, demişlerdir. İmam-ı
Azam ise vacip ile farzı fark ederek bu hadis ile namazda Fatihanın vücubu sabit ise de
‫ ما تيسر من القران‬ile sabit olan farziyyet mutlak olduğuna ve binaenaleyh kasten Fatiha
terk edildiği surette namazın iadesi lazım gelirse de sehven terk edildiği ve sehiv secdesi
yapılmadığı surette vakit geçmiş ise, o namazın iadesi vacip olmayıp müstehap
olacağına kail olmuştur.”234
Bu görüşleri naklettikten sonra da kendi tercihini belirtme noktasında
Hanefilerin görüşünü ispat açısından şu ifadeleri kullanmıştır:
“Burada bir de şundan gaflet etmemek lazımdır ki; ‫ من القران‬daki ‫ من‬bil ittifak
beyaniyedir. Binaenaleyh
‫ ما تيسر من القران‬Kur’an’dan bir cüze mahmul, yani bir sure
veya bir yahut birkaç ayet gibi yine Kur’an ıtlakı sahih olan bir cüzü demektir.”235
2.2.4.6. Domuz Etinin Yenilebileceği Görüşüne Karşı Tavrı
Elmalılı Hamdi Yazır, kendi döneminde bir tabibin Kur’an’ı Kerim’de domuz
etinin yasaklanma illetinin trişin denen bir mikroptan dolayı olduğunu ve bu mikrobun
yok edilmesi halinde domuz etinin yenilebileceğini bunun da Maide suresi üçüncü
ayetindeki ‫ ذ كاة‬kelimesindeki “tathir” anlamından anlaşıldığına dair bir makale yazması
üzerine tefsirinde detaylı bir şekilde açıklamalarda bulunmuş ve o kişiye cevap
vermiştir. Hamdi Yazır makaleyi yazan bu tabibin ‫ تزكية‬ile ‫ تذكية‬arasındaki farkın
idrakinde olmadığını, kaldı ki böyle bir fark olmasa bile bu manayı verebilmesinin
imkânı olmadığını beyan etmiştir.236
Müfessir, Kur’an’ın haram kıldığı domuz etinin sadece mikrobunu değil,
kendisini haram kıldığını vurgulamakta, buna karşı domuzun yalnız bu mikroptan
dolayı pis ve haram olduğunu ve bunda da maddi-manevi başka sebep ve hikmetler
bulunamayacağını iddia etmenin haksızlık olduğunu açıklamaktadır. “Zira etin içindeki
mikropları kimya yoluyla yok edip öldürmek etin kendisinde tasfiye denecek bir
kimyevi tahlil yapmak anlamına gelmemektedir. Şu halde buna bir temizleme demek de
yanlıştır. Eğer maksat tam anlamıyla bir tahlil ve kimyevi etki ise herhangi bir et, sun’i
veya tabii bir şekilde kimya ile tam bir tahlil ve değiştirmeye tabi tutulduğunda o et
233
Tirmizi; Mevakit, 69.
Yazır, a.g.e., VIII / 319.
235
Yazır, a.g.e., VIII / 319.
236
Yazır, a.g.e., III / 173.
234
59
artık ismini kaybeder, diğer bir niteliğe dönüşür ve başka bir ismi alır. Dinen onun helal
ve haramlığında yeni aldığı isim ve niteliğe göre ayrıca düşünülür ve takdir edilir.
Nitekim pis olan bir şey yanıp kül olduğu zaman temiz olur. Domuz kemiklerinden elde
edilecek kömür veya fosforun diğerlerinden farkı kalmaz.”237
Görüldüğü gibi Elmalılı Hamdi Yazır, hayatı eserleri ve
yorumları
incelendiğinde daha çok dönemindeki fıkhi uygulamalara ve düşüncelere eleştiri ve
çözümler getiren, nakille birlikte aklın da önemine işaret ederek buna göre hüküm
istinbat eden çok yönlü bir müfessir ve hukukçudur. Hanefi mezhebine bağlı olmakla
birlikte pek çok meseleyi gayi yorumla ele alabilen bir fakihtir. Bu bağlamda Hak Dini
Kur’an Dili’nin, özellikle ahkâma dair ayetleri Hanefi anlayışı merkezinde İslam
Hukukunun amaç ve gayelerine dayalı olarak açıklanmış bir görünüm arz etmektedir.
Cassas ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın ahkâm ayetlerini yorumlamada takip etmiş
oldukları metoda dair ortaya koymuş olduğumuz bu bilgilerden sonra, şimdi de bu iki
tefsirin
fıkhi
bağlamda
ahkâm
ayetlerine
karşılaştırılmasının yapıldığı bölüme geçebiliriz.
237
Yazır, a.g.e., III / 174.
60
verdikleri
manalar
bakımından
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CASSAS ve ELMALILI TEFSİRLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Yukarıda yapmış olduğumuz Cassas ve Elmalılı’nın tefsirlerinin incelemelerinden
sonra üçüncü bölümümüzde bu tefsirlerin şekil ve genel muhtevası, müfessirlerin
ahkâm ayetleri ile ilgili yorumları ve fıkhi tefsir bağlamında ayetlere vermiş oldukları
manaların ele alındığı karşılaştırmalar yapacağız. Öncelikli olarak Cassas ve
Elmalılı’nın tefsirlerinin şekil ve genel özellikleri itibarıyla karşılaştırılmasına geçelim.
3.1. ŞEKİL ve GENEL ÖZELLİKLERİ BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRMA
1- Tefsir tarihinde dördüncü tabakadan olup fıkhi tefsir geleneğinde çok önemli bir yere
sahip olan Cassas238 hanefi mezhebinin önde gelen isimlerindendir. Bu bağlamda
meşhur tefsiri Ahkâmu’l-Kur’ân da fıkhi tefsir tarzının en önemli kaynaklarından
sayılır.
Asıl mesleği hukuk olan Elmalılı Hamdi Yazır ise son asrın büyük âlim ve
müfessiri, Türkçe en geniş ve kapsamlı tefsir olan Hak Dini Kur’an Dili’nin müellifidir.
Hak Dini Kur’an Dili, bir Kur’an tefekkürü kazanabilmek ve bütün tefsirlerin
âlemlerine dalabilmek için temel kaynaktır.239 Eserde ahkâm ayetleri etraflı bir şekilde
incelenmiştir, fıkıh Hak Dini Kur’an Dili’nin güçlü alanlarındandır, fakat bir fıkhi tefsir
değildir. Bu itibarla bu iki kaynak temelde birbirlerinden farklıdırlar.
238
239
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I / 390.
Ahmet Coşkun, Sohbetler ve Hatıralar, Kayseri 1996, s. 303.
61
2- Ahkâmu’l-Kur’ân üç cilt, Hak Dini Kur’an Dili ise dokuz cilt halinde neşredilmiştir.
Bizim incelemesini yaptığımız elimizdeki Ahkâmu’l-Kur’ân baskısı 2003 Beyrut
kaynaklıdır.240
Hak Dini Kur’an Dili ise ilk olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1935–
1939 yılları arasında İstanbul’da Ebu Ziyad matbaasında dokuz cilt olarak on bin takım
halinde neşredilmiştir. 1960 yılında ikinci baskı, 1971 yılında da üçüncü baskısını
yapmıştır.241 Bizim tezimizde kullanmış olduğumuz baskı ise Emir Yayınevi, İstanbul
2000 tarihlidir. Bu baskıyı tercih etmemiz, Elmalılı’nın orijinal dilini kullanması ve
kullanmış olduğu kelime ve terkiplerin sayfa diplerinde açıklanmış olması sebebiyledir.
3- Ahkâmu’l-Kur’ân’da ayetler Mushaf tertibindeki sıralamaya göre fıkhi başlıklar
altında ele alınıp incelenmektedir. Ancak surelerin tamamı değil, sadece ilgili ayetlerin
tefsiri yapılmaktadır.
Hak Dini Kur’an Dili ise klasik Fatiha-Nas tarzında mushaf tertibindeki
sıralamaya göre yazılmıştır. Ancak Elmalılı’nın aldığı eğitim ve içinde yaşadığı kültür
ve o dönemin siyasi, sosyal, ekonomik, ilmi ve felsefi özellikleri itibarıyla kazandığı
nitelikler, Kur’an’ı yorumlamada ona kendinden önceki müfessirlerden farklı bakış
açıları kazandırmıştır.242
4- Ahkâmu’l-Kur’ân’da bazen geniş bazen de dar bir şekilde olmak üzere 1080 tane
ayetin tefsiri yapılmıştır. Bu ayetlerin hepsinin fıkhi hüküm taşıyan ayetler olduğunu
söyleyemeyiz. Zira bu ayetlerin arasında kelami ya da dille alakalı bölümlere
rastlamamız mümkündür. Mesela Cassas’ın kendine has görüşlerinin ortaya konulduğu
Ru’yetullah meselesi,243 keza sihirle alakalı görüşü244 ve kelamla ilgili kaynakların
temel mevzularıdır. Dille alakalı olarak da İsra suresinin 7. ayetinin tefsirinde sadece
“izafet harflerinin birbirlerinin yerine kullanılabilmesi”245 konusuna değinip geçmesini
örnek olarak verebiliriz. Aynı surenin 17. ayetindeki ‫ قرون‬kelimesinin sayısal olarak
Eserin yazma ve matbu nüshaları hakkında bkz. Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkâmu’l-Kur’ân’ı, s.46–
48.
241
Mustafa Bilgin, “Hak Dini Kur’an Dili” mad. DİA, XV / 153.
242
Halis Albayrak, “Hamdi Yazır’ın Tefsir Anlayışı”, Elmalılı Sempozyumu, TDVY. Ankara 1993, s.
154.
243
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 6.
244
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 49–70.
245
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 253.
240
62
değerinin
anlatıldığı
rivayetleri246
nakledip
geçmesi
de
fıkhi
tefsir
olarak
değerlendirilemez. Bu tür örnekleri çoğaltmamız mümkündür.
Elmalılı Hamdi Yazır ise eserinde Kur’an-ı Kerim’in bütününü tefsir etmiştir.
Eserde Temel İslam Bilimlerinin dışında fizik, kimya, matematik, astronomi, biyoloji,
jeoloji gibi deney ve ispata dayanan pozitif bilimlerin neredeyse hepsi ile ilgili bilgi ve
değerlendirmelere rastlanır. Bu bilgilerde ilk dikkati çeken husus, onların ayetlerin
tefsirinde başı çeken bilgiler olarak değil, klasik tefsir izahlarının peşinde tercih edilen
manayı takviye edici unsurlar olarak kullanılmış olmasıdır.247
Pozitif bilimlerin eserde kullanılış metodunu yansıtan bir örnek olarak En’am
suresinin 2. ayetinin tefsiri verilebilir. Bu ayetin tefsirinde Hamdi Yazır, insanoğlunun
yaratılışı konusunu jeoloji, organik kimya, biyoloji, sitoloji, tarih gibi ilimlerin
verileriyle geniş bir şekilde incelemiştir.248
Felsefe ve tasavvuf da Elmalılı tefsirinin önemli kültür alanlarıdır. Kelam ve
felsefe kültürünün en yoğun olduğu bölüm İhlâs suresinin tefsiridir. ‫ قل هو هللا احد‬ayetine
ayrılan otuz sayfalık bölümde İslam düşüncesindeki tevhid anlayışı özetlenmiştir.249
Elmalılı yer yer ayetlerde tasavvufi konulara da girmiş, bazen iş’arî yorumlar da
yapmıştır. Mesela; Hicr suresinin 43. ayetinin tefsiri bu noktada dikkat çekicidir.
Cehennem kapılarının yedi, cennet kapılarının ise sekiz tane olması konusunu
açıklarken insanın azalarıyla bu kapılar arasında münasebet kurar ve şu ifadeleri
kullanır: “ Malumdur ki nefsi insanînin azayı mükellefesi sekizdir; kalp, lisan, semi’
basar, el, ayak, ağız ve ferç. Bunların birisi zahir birisi de batındır ki o da kalptir. Kalp
cehenneme kapalıdır. Ondan yalnız cennete girilir. Allah’a erilir. Kalbi açık olan
şeytana uymaz. Allah’a küfr-ü isyandan tevakkı eder.250
Görüldüğü gibi incelemekte olduğumuz bu iki tefsir ilgi alanları ve kapsam
itibarıyla büyük bir farklılık arz eder.
5- Cassas’ın tefsirinde sure ve ayetler sırasıyla ele alınmakla birlikte yer yer bab ve fasıl
başlıkları vardır. Bunlar işlenen ayetin veya ayetlerin muhtevasına uygun başlıklar olup
klasik fıkıh kitaplarındaki bab ve fasıl adlarına benzerler. Ancak burada fıkıh
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 254.
Mustafa Bilgin, “Hak Dini Kur’an Dili” mad. DİA, XV / 155.
248
Yazır, a.g.e., III / 412-418.
249
Yazır, a.g.e., IX / 408-435.
250
Yazır, a.g.e., V / 237.
246
247
63
kitaplarındaki tertip değil de Kur’an’daki sıra esas alınmaktadır. Mesela tefsirin hemen
başında besmelenin bağlamındaki konuları şu başlıklar altında incelemiştir: “Besmele
kavli konusu”, “Besmele Kur’andandır konusu”, Besmele Fatihatü’l-kitaptandır
konusu”, “Besmele sure başlarından mıdır konusu”.251
Elmalılı Hamdi Yazır da tefsir yaparken konu başlıkları veya izah ettiği
kavramın başlıklarını kullanmaktadır. Bu başlıklar bazen de ahkâma dair meselelerde
görülmektedir. Mesela, yine aynı yerden örnek verecek olursak besmelenin tefsirinde;
“Besmele”, “Tanrı”, “er-Rahman”, “er-Rahim”, “Rahman ve Rahim arasındaki fark”,
“Besmelenin terkibi”, “Besmelenin tercümesi”, “Besmelenin menatı tefsiri”,
“Besmelenin ahkâmı”, “İstiaze” başlıklarını kullanmıştır.252
Görüldüğü gibi Cassas’ın eseri bu özelliği ile Ahkâm tefsiri olmakla birlikte bir
fıkıh kitabı görünümü arz etmektedir. Elmalılı tefsiri ise bu hususta serbest olarak ayetin
teması ne ise o konuyu başlık olarak ele almaktadır.
6- Cassas, ayetleri tefsir ederken çoğu ayetlerin sadece bir kelimesi ya da bir pasajını
açıklamakla yetinmektedir. Elmalılı ise önce ayetin metnini sunup mealini verdikten
sonra ayetlerin bütününü bölümler halinde tefsir etmektedir.
Cassas’ın bu tefsir tarzı bazı ayetleri anlam kazandıkları bağlamdan ve siyak
sibak bütünlüğü içinde murad edilen manadan koparmaktadır. Mesela; Ra’d suresinin 8.
ayetinin tefsirinde Cassas sadece ‫“ وماتغيض االرحام وما تزداد‬rahimlerin neyi azaltıp neyi
çoğalttığını Allah bilir” pasajının tefsirini yapmıştır. Ve rahimlerin neyi eksiltip neyi
ziyadeleştirdiğinin tefsirini işlerken, geniş bir şekilde kadınların özel durumlarındaki
kan çeşitlerini açıklamıştır.253 Cassas’ın açıklamış olduğu bu konu mananın delalet
yönüne açıktır. Fakat asıl vurgulanmak istenen bu değildir. Ayetin başında ‫هللا يعلم ما كل‬
‫ انثي‬ibaresi, bizlere hamile kadınların rahimlerindeki yavrunun gün be gün ne kadar
gelişip değiştiğini ve ne gibi özellikler kazanırken neleri terk ettiğini bildirmektedir.254
Aynı ayete Elmalılı’nın vermiş olduğu mana ise Cassas’tan daha geniştir.
Elmalılı şu ifadeleri kullanır: Rahimler gebe kalınca nasıl çalışır, hangi maddeleri üretir,
hangi toksinleri atar, hangilerini salgılayıp ceninin gelişmesine katkıda bulunur. Kendi
bünyesinden gizliden verdiği, eksilttiği nedir, artırdığı, kazandığı nedir, beslediği,
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 5–18.
Yazır, a.g.e., I / 36-60.
253
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 233.
254
M. Zeki Duman, Beyânu’l-Hak, Ankara 2006, II / 490.
251
252
64
büyüttüğü nedir? Hamileliğinde neyi sakatlar, neyi tamamlar? Ayrıca bütün bu
çalışmaların sonucunda doğacak olan erken mi, geç mi, yoksa tam zamanında mı
doğacaktır? Bir tane mi, yoksa ikiz veya daha fazla mı olacaktır.255
Görüldüğü gibi Cassas, tefsirinde ‫“ هللا يعلم ما كل انثي‬Allah her dişinin neye gebe
olduğunu bilir” ifadesini atladığı için ayetin asıl vurgusu olan kadınların hamilelik
dönemlerindeki rahmin döktüğü kan, yaptığı salgı, yetiştirdiği yumurta, elde ettiği
döllenme, beslediği yavru vb. hususları tefsir etmemiştir. Sadece kadınların özel
durumlarındaki kan çeşitlerini açıklamıştır. Bu tür kopukluklar Cassas’ın tefsirinde yer
yer mevcuttur. Bu ahkâm tefsirlerinin yapısından kaynaklanan bir durumdur. Elmalılı
ise tefsirinin metodu gereği siyak sibak bağlantısına riayet ettiği için Cassas’tan
farklıdır.
7- Karşılaştırmasını yaptığımız her iki tefsirde de surelerin tefsirine verilen ağırlık
bakımından bir orantısızlık dikkati çekmektedir.
Mesela; Cassas’ın tefsiri üç ciltten oluşmasına rağmen birinci cildi tamamen
Fatiha ve Bakara surelerine aittir. Bakara suresinin tefsiri 630 sayfada işlenmiştir. İkinci
cilt ise Âl-i İmran, Nisa, Maide surelerinden oluşur ve bu sureler 620 sayfada
incelenmiştir. Bundan sonraki tüm sureler ise üçüncü cilttedir. Fakat Cassas, 32 tane
sureyi eserine hiç almamıştır. Cassas’ın tefsirini yapmadığı sureler şunlardır: Hicr,
Neml, Duhan, Teğabün, Mülk, Hakka, Nuh, Cin, Nebe, Naziat, Abese, Tekfir, İnfitar,
Mutaffifin, Buruc, Tarık, Ğaşiye, Fecr, Şems, Leyl, Tin, Alak, Zilzal, Adiyat, Karie,
Tekasür, Asr, Hümeze, Fil, Kureyş, İhlâs ve Nas sureleri hiç işlenmemiştir.
Bazı surelerde tek bir ayeti veya iki ayeti tefsir ederek geçtiği de olmuştur.
Mesela İbrahim suresini sadece 25. ayetindeki
‫“ حين‬zaman” kelimesinin tefsirini
yaparak geçmiştir.256 Yine, Sebe suresinin yalnız 2. ayetini tefsir etmiş257 Zümer
suresinde ise 6. ayetteki ‫ ثم‬kelimesini açıklamakla yetinmiştir.258
Cassas’ın tefsirindeki surelerin işleniş ağırlığındaki orantısızlık, tefsirinin
Ahkâmu’l-Kur’ân olmasının bir uzantısıdır. Çünkü fıkhi tefsir yazan her müfessirin
tefsirini yaptığı ayet sayısı farklı olmuştur. Bunun sebebi müfessirlerin anlayış, idrak ve
Yazır, a.g.e., V / 153.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 236.
257
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 488.
258
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 506.
255
256
65
kabiliyet
farklılıklarının
yanında,
tefsirdeki
amaç
farklılıkları
olarak
da
değerlendirilebilir.
Hak Dini Kur’an Dili’ne gelince, aynı orantısızlık bu eserde de belirgin bir
şekilde ortadadır. Zira ilk iki ve son iki ciltte, kaynak, bilgi ve değerlendirme yönleriyle
oldukça titiz ve ayrıntılı açıklamalar yapıldığı, ara ciltlerde ise bazen ayet mealleriyle
bazen de kısaca açıklamalarla yetinildiği görülür. Mesela; Meryem suresinde çok kısa
birkaç bölümün dışında sadece meal vermekle yetinmiş,259 Taha suresinin ise sadece
mealini vermiştir.260
Elmalılı tefsirindeki bu orantısızlığın sebebini de Ö. Nasuhi Bilmen’in şu
ifadelerinden anlayabiliyoruz: “Bu tefsir kitabının bazı ciltlerinde tafsilat iltizam
edildiği halde diğer bazı ciltlerinde pek az malumat verilmekle iktifa edilmiştir. Şunu
nazara almalıdır ki, bu büyük tefsirin bir kısmının bir yandan yazılması, bir yandan da
hemen tab’ edilmesi pek kudretli müfessir için daha ziyade tetkiklere, tertiplerde
bulunmaya müsait bir vakit bırakmamıştı. Şunu da ilave edelim ki, merhum müfessir,
bu güzide eserini yazarken son senelerinde ağır bir kalp hastalığı içinde kıvranıp
duruyordu…”261
8- Her iki tefsirin en önemli özelliklerinden birisi de lüzumlu gördükleri durumlarda
bazı ayet ve ayet guruplarının tefsiri sadedinde makale tarzında uzun açıklamalarda
bulunmalarıdır.
Cassas’ın adeta bir makale tarzında uzunca izahatlarda bulunduğu bölümler
olarak “nesh” konusunu,262 “sihrin sübutu” konusunu,263 “beden ve elbise temizliğine
teşvik” konusunu,264 “be’y bahsini”,265 ve “abdest” konusundaki açıklamalarını266 örnek
olarak verebiliriz.
Elmalılı’nın bu kabil uzunca izahatta bulunduğu bölümlere örnek olarak ise
“fey”267 “kabir ziyareti”,268 “Cuma namazı”,269 “mucizenin mümkün olduğunun
Yazır, a.g.e., V / 445-464.
Yazır, a.g.e., V / 430-444.
261
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II / 790.
262
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 70–79.
263
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 49–70.
264
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 80–94.
265
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 568–583.
266
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 475–496.
267
Yazır, a.g.e., VII / 445.
268
Yazır, a.g.e., IX / 237.
259
260
66
ispatı”,270 “seferilik” konusu271 gibi başlıkları alabiliriz. Elmalılının bazı ayetlerin
tefsirinde çeşitli konulara dair makale hüviyetindeki açıklamalarının sebepleri de yerine
göre farklılıklar taşır. Bazen meselenin öneminden, bazen müşkil meselenin ilmi
izahlarıyla yetinmeyip konuyu sıradan okuyucuya da kavratabilme çabasından veya bir
meselenin ne kadar ayrıntılı bir biçimde ele alınabileceğini gösterme gayretinden yahut
meselenin o günkü aktüel değerinden dolayı, yer yer de insanlardaki değer duygusunu
canlandırarak onları dini değerlere sevk etmek için sözü uzun tutmuştur.272
9- Tefsirlerini karşılaştırdığımız her iki müfessir de Hanefi mezhebine mensup olup,
eserlerinde Hanefi mezhebinden olan muhatap okuyucu kitlesini dikkate almışlardır.
Ancak Cassas’ın tefsirinde bu husus çok daha katı bir üslupla ortaya konulmuştur.
Cassas her halükarda Hanefi mezhebini teyit eder bir yol tutmuştur. Diğer mezheplerin
ve fakihlerin görüşlerine yer verirken onları tenkit edip bazen de küçük görerek Hanefi
Mezhebinin üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Mezhebine olan bu bağlılığı
yanında özellikle mezhep imamı Ebu Hanife’ye saygısı bağlamında buraya bir örnek
almayı uygun görüyoruz.
Ebu Hanife’nin, “zalim ve fasık olan bir kişinin halife olamadığı gibi şahit bile
olamayacağına” ilişkin görüşüne rağmen hilafetle kadılığı ayrı mütalaa ettiği şeklindeki
iddialara Cassas şu şekilde cevap vermektedir:
“Benim ahdim zalimleri kapsamaz”273 ayetine göre fasık bir kişinin imametinin
geçersizliği ve halife olamayacağı sabittir. Şayet bu vasıftan olan birisi kendisini hilafet
makamına atarsa, insanların ona uymak ve itaat etmek gibi bir zorunlulukları yoktur.
Aynı şekilde Resulullahın “yaratana isyan olduğu yerde hiçbir kula itaat yoktur”274
hadisi de fasıkın hâkim olamayacağına, hâkimlik makamına atandığında hükümlerinin
hiçbir değer ifade etmediğine, keza şahitliğinin ve rivayet ettiği hadislerin kabul
edilmeyeceğine, fetva makamında verdiği fetvaların hiçbir anlam taşımadığına, imam
olarak namazda kendisine uyulmayacağına delalet etmektedir. Nitekim “Benim ahdim
zalimleri kapsamaz” ayeti bu manaların tümünü içermektedir. Bazı insanlar Ebu
Hanife’nin, fasıkın imamet ve hilafetinin caiz olduğu ve hilafetle kadılığı birbirinden
Yazır, a.g.e., VII / 547-567.
Yazır, a.g.e., IV / 146-163.
271
Yazır, a.g.e., I / 508.
272
Mustafa Bilgin, “Hak Dini Kur’an Dili” mad. DİA, XV / 154.
273
Bakara (2); 124.
274
Buhari; Âhad, 1; Müslim; İmare, 39; Ebu Davud; Cihad, 87.
269
270
67
ayrı mütalaa ettiği şeklinde bir görüşü savunduğunu iddia etmektedir. Bu iddiayı ortaya
atan mütekelliminden Zürkan adında biridir. Ancak o, bu konuda yalan söylemiştir.275
Görüldüğü gibi Cassas mezhep imamını çok vurgulu ifadelerle savunmakta ve çizgisini
ortaya koymaktadır. Mevlüt Güngör, Cassas’ın, bu tutumundan hareketle tefsirini kendi
mezhebini diğer mezheplere karşı müdafaa etmek ve Hanefi fıkhının üstünlüğünü ortaya
koymak gayesiyle yazdığını ifade etmektedir.276
Elmalılı’nın mezhebi ile ilgili tutumuna gelince, fıkhi meselelerde genelde
Hanefi mezhebinin görüşlerini benimseyen ve tefsirinin mukaddimesinde belirttiği gibi
kendisiyle yapılan mukavelede verilen programa göre itikatta ehlisünnet mezhebine ve
amelde Hanefi mezhebine riayet ederek tefsir yazmış277 ve mezhebin görüşlerini
benimsemiştir. Bazı konularda yaygın kanaatin dışında görüşleri de olmuştur. Bunları
“Hak Dini Kur’an Dili’nde fıkhi tefsir örnekleri” başlığı altında zikrettik.
“Pür gubar olsak da pâkiz bir Hanefi meşrebiz”278 ifadelerinden Elmalılı’nın
mezhebine bağlılığındaki duygu boyutunu algılayabiliyoruz.
Yine Elmalılı’nın mezhep tutumu ile ilgili olarak, makalelerinde zaman zaman
yapmış olduğu değerlendirmelerden hareketle, kendisinin “içtihad ediyor” olduğunun
anlaşılabileceği ihtimalinden olsa gerek, içtihad davası gütmediğini, yani kendisinin
içtihad edecek ehliyette olmadığını söylemesini örnek verebiliriz. Osmanlı donanmasına
yapılacak yardımın zekât yerine geçip geçemeyeceği ve tren ile yapılacak yolculukta
seferi sayılabilmek için ne kadar bir yol gitmek gerektiği konusundaki düşüncelerini
aktarırken, kendisinin Hanefi mezhebine bağlı olduğunu ve bu mezhebin sistemi
içerisinde kalarak fikir geliştirdiğini, söylemek zorunda hisseder.279 Görüldüğü gibi
Elmalılı eserlerinin muhtelif yerlerinde kendisinin Hanefi mezhebine bağlı olduğunu280
ifade eder.
Sonuç itibarıyla Elmalılı Hanefi mezhebine mensuptur fakat Cassas gibi mezhep
taassubiyeti söz konusu değildir. Bu yönüyle de iki müfessir ve tefsirleri arasında
farklılıklar vardır.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 84–85.
Mevlüt Güngör, Cassas ve Ahkamu’l Kur’an’ı, s. 143.
277
Yazır, a.g.e., I / 12.
278
Bkz. Hamdi Yazır’ın “Biz Neyiz” adlı gazeli, Elmalılı Sempozyumu, s. 15.
279
Menderes Gürkan, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine Bir Bakış,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, s. 222.; Bkz. Elmalılı, “Donanma İanesi Zekât Yerine Geçer mi?”,
Makaleler II, s. 139–140; “Seferilik”, Makaleler I, s. 127.
280
Mesela bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I /45, 602.
275
276
68
3.2. BAZI AHKÂMA DAİR KONULAR HAKKINDA KARŞILAŞTIRMA
Cassas ve Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın tefsirlerinin, şekil ve genel özellikleri
bakımından yapmış olduğumuz bu karşılaştırma bölümünden sonra, Ahkâma dair bazı
meselelerde
farklı
anlayışlara
sahip
olduklarını
belirlediğimiz
konuları
ve
müfessirlerimizin yorumlarını ifade edeceğiz. Şimdi bu konuları inceleyelim.
3.2.1. Zorla zina yaptırılan kimsenin durumu
“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun”281
ayetinin tefsirinde Cassas, kendisine zorla zina yaptırılmış olan kimseye zina haddinin
uygulanıp uygulanamayacağı konusunda fakihlerin bu konudaki görüşlerini öncelikli
olarak nakleder. Buna göre; Ebu Hanife, zorlama, eğer sultan tarafından olmuşsa haddin
tatbik edilmeyeceği, başkaları tarafından yapılmışsa tatbik edileceği görüşündedir. Ebu
Yusuf ve İmam Muhammed ise her iki durumda da tatbik edilemeyeceği
kanaatindedirler. İmam Şafii ve Hasan b. Salih de aynı görüştedir. İmam Züfer ise her
iki halde de haddin uygulanacağı görüşüne sahiptir.
Cassas bu görüşleri naklettikten sonra Ebu Hanife’nin görüşünü benimsediğini
ifade eder ve şu şekilde konuyu izah eder:
“Zorlamayı yapan sultan yani halife ise, o bu fiil ile fâsık olmuş olur ve
dolayısıyla hilafetten düşer. Had cezasını halifeden başkası tatbik edemeyeceğine göre,
had cezası da düşmüş olur. Zorlama sultandan başkası tarafından yapılmış ise, bu
takdirde haddin tatbiki gerekir. Zira zorlama ve korku anında kişide şehvet duygusu
bulunmaz. Zina fiili ise, ancak şahsi şehvet ve istekle gerçekleşebilir. Bu durumda, eğer
zina fiilen gerçekleşmiş ise, kişinin şahsi istek ve arzusu da var demektir. Binaenaleyh
had cezası ona da uygulanır.”282
Elmalılı ise bu konuda Cassas ile aynı fikirde değildir. Elmalılı gerekçelerini şu
şekilde ifade eder:
“Zaniye ve zani; Zaniye, zina eden kadın, zani, zina eden erkek demek olduğu
belli, ancak zaniye ile mezniyyeyi ayırmak gerekir. Her zaniye, mezniyyedir, lakin her
mezniyye zaniye değildir. Çünkü mezniyye, zina edilen kadın demektir ki, cebr-ü ikrah
281
282
Nur (24); 2.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 337.
69
ile de olabilir. İkrah ile zina edilen kadına ise mezniyye denilirse de zaniye denilemez.
Zira o, ancak kendi tav-u rızasıyla zinaya temkin eden kadına denilir. Mutaveatı (baş
eğmesi)hasebi ile zina fiilinde, fail-i müşarik olur. İkrah edilen kadın ise hiçbir vech ile
fail değil yalnız mefuldür. İşte burada ikrah olunana had lazım gelmeyeceğini anlatmak
için ayette zaniye ifadesi geçmiş, mezniyye denilmemiştir.”283
Görüldüğü gibi Elmalılı, zinaya zorlanan kişinin, ayette ifadesi geçen zina yapan
erkek ya da zina yapan kadın kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle had
cezasına muhatap olamayacağını belirtmiş ve sonuçta Cassas ile farklı bir görüş beyan
etmiştir.
3.2.2. Kurbanın dini hükmü
“Kuşkusuz biz sana kevseri verdik. Şimdi sen rabbine kulluk et ve kurban
kes…”284 Kevser suresinin 2. ayeti ve Hz. Peygamber (sav)’in fiili ve kavli
sünnetlerinden hareketle kurban ibadetinin hükmünü tespite çalışan fakihler, biri vacip
diğeri müekked sünnet olmak üzere iki ayrı belirlemede bulunmuşlardır. Cassas ve
Elmalılı bu konuda farklı görüşlere sahiptir. Şimdi bu görüşlerden her birini ayrı ayrı
nakledelim:
Cassas, Kevser suresinin tefsiri bağlamında kurban ibadetinin hükmü konusunda
klasik Hanefi anlayışı şu ifadelerle ortaya koyar: “Bu ayetteki namazdan kasıt, sabah
namazı ya da bayram namazı, nahr’dan kasıt ise, kurban kesmedir. Dolayısıyla ayetin
anlamı, “Rabbin için bayram namazı kıl ve kurban kes”, yahut “Sabah namazını
cemaatle kıl, sonra da Mina’da kurban kes” şeklindedir. Ayette namaz kılma ve kurban
kesme emredilmiştir. Usul ilminin ilkeleri itibarıyla mutlak emir, gereğiyle amel
bakımından vücubu gerektirir. Binaenaleyh Hz. Peygamber (sav)’e vacip olan, aksi
sabit olmadıkça ümmetine de vaciptir.285
Elmalılı ise bu ayetle sabit olan namaz ve kurbanın vücubunun Hz. Peygambere
has olduğunu söyler ve devamında şu ifadeleri kullanır: “Usul-i fıkıhta beyan olunduğu
üzere Peygamberin havassından olan fiillerde ittibaın vücubu sabit olmaz. Onun için
burada şu hadisi şerif ile de o istidlale cevap verilmiştir; Üç şey benim üzerime yazıldı,
Yazır, a.g.e., VI / 12-13.
Kevser (108); 1–2.
285
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 644.
283
284
70
sizin üzerinize yazılmadı. Duha namazı, udhiye kurbanı, vitir namazı. (Ahmed b.
Hanbel: 1–231) Bunlar başkaca bir emir veya nehiy bulunmadıkça olsa olsa Hz.
Peygamberin sünneti olarak meşru olurlar.”286
Kurbanın Hz. Peygambere farz, ümmetine ise müekked sünnet olduğunu ifade
eden Elmalılı’nın şu açıklamaları kavram ihtilafı noktasında önemlidir: “Kurban, Hz.
Peygamber (sav)’in terk etmediği ve bayram namazından evvel kesilmesini kâfi
görmediği bir sünneti olarak takarrür etmiştir. Böyle bir sünnet ise dinde şeairden olarak
tarikatı mesluke olmuş manasına bir sünnettir ki farza yakındır…287
Görüldüğü gibi kurbanın fıkhî hükmü konusunda Cassas vaciptir, Elmalılı ise
müekked sünnettir görüşlerine sahiptirler.
Konu ile alakalı olarak, ayetlerin nazil olduğu dönemlerin ihtiva ettiği manaya
katkıları çok önemli olduğu için burada nüzul sırasına göre yazılan Zeki Duman’ın
tefsirini nakletmeyi uygun görüyoruz: “‫فصل لربك وانحر‬
namaz kıl ve kurban kes…”
Kevser suresi, Mekke’de, Hz. Peygamberin elçi olarak gönderilmesinin ikinci yılında,
Oğlu Kasım’ın ölümü üzerine kendisine ebter denilmesi sebebiyle indirilmiştir. Hitap
doğrudan doğruya Resulullah’adır ve emredilen de şükür kurbanıdır. O nedenle bu sure
kurban bayramında Müslümanların toplu halde kıldıkları bayram namazı ve o gün
kesmeleri gerekli olan kurbanın vücûbiyetine Kur’an’dan delil olamaz. Zira bu sure
indirildiği zaman, müminlerin sayısı çok azdı, hem cemaat oluşturup bayram namazı
kılacak nicelik ve nitelikte mümin yoktu hem de iman eden müminler, henüz kendilerini
gizlemekte ve birbirleriyle ancak gizli görüşebilmekteydiler. Kaldı ki müşrikler, o gün
Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara toplu ibadet etme ve bir bayram münasebetiyle
kurban kesme gibi sosyal bir etkinlikte bulunmalarına imkân vermeyecek kadar, belki
daha fazla öfkeli ve çetin bir düşman idiler. Burada Hz. Peygamber’e emredilen namaz
ve kurban Allah’ın ihsan ettiği el-Kevser, yani çok sayıda nimete karşılık şükür içindir.
Müslümanların, Kurban bayramında Allah rızası için kesmeleri gereken kurbanın
vücûbiyeti Hac suresinin 34–37. ayetlerinde söz konusu edilmiştir. Kur’an’daki kurban
ile ilgili diğer ayetler ise, kurban kesmenin Hz. Âdem’den itibaren, bütün
286
287
Yazır, a.g.e., IX / 354-355.
Yazır, a.g.e., IX / 356.
71
peygamberlerin ümmetlerine tebliğ ettikleri dinî bir vecibe olduğunu, gerekçeleri ile
birlikte açıklamaktadır.288
3.2.3. Zina edenlerle evlenmenin hükmü
“Zina eden erkek, sadece zina eden veya müşrik olan bir kadınla evlenir, zina
eden bir kadınla da, sadece zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu müminlere
haram kılınmıştır.”289 Bu ayetin tefsirinde ‫“ وحرم ذالك علي المؤمنين‬Bu, (yani) zina edenle
evlenmek müminlere haram kılınmıştır” pasajına verdikleri mana ve ortaya koymuş
oldukları ahkâm bakımından Cassas ve Elmalılı tefsirlerini karşılaştıralım
Cassas ayeti tefsir ederken öncelikli olarak ayetin sebebi nüzulünü zikretmiş ve
ayetin te’vili ve ahkâmı konusunda selef âlimleri arasındaki ihtilafları ortaya koymuştur.
Daha sonra da kendi görüşünü de şu şekilde ifade etmiştir: “Selef âlimleri zina eden
kadınla evlenmek hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ebu Bekir, Ömer, İbni Abbas, İbni
Mesud, İbni Ömer, Mücahid, Süleyman b. Yesar, Said b. Cübeyr (son ikisi tabiindendir)
den şu şekilde rivayet edilmiştir: Bir kimse veya başka biri, bir kadınla zina etse, o
kişinin o kadınla evlenmesi caizdir. Yine Ali, Aişe, Bera ve İbni Mesud’un diğer bir
rivayetine göre evlenen o iki kişi beraber oldukları sürece zina etmeye devam ediyor
sayılırlar. Ali’den bir rivayete göre bir adam zina ettiğinde onunla karısının arası ayrılır.
Karı zina ettiğinde de aynı hüküm geçerlidir.”
Cassas bu karşıt rivayetleri naklettikten sonra kendi tercihini de şu ifadelerle
belirtir: “Kim zina eden kadını nikâhlamayı yasaklarsa bu ayeti tevil etmiş olur. Oysaki
fakihler bu durumda nikâhın caiz olduğu konusunda ittifak halindedirler. Zina, kocaya o
kadına nikâh yapma hususunda yasak getirmez ve aralarının ayrılmalarını gerektirmez.
“Zina eden erkek ancak zina eden bir kadınla evlenir”
ifadesi iki manadan hâli
değildir. Bunların birincisi ayetin bir haber (ihbari) cümlesi olmasıdır ki, burada
böyledir veya nehiy ve tahrim ifade eden cümle olmasıdır.290 Görüldüğü gibi Cassas
ayeti ihbari cümle kategorisinde değerlendirmiş ve bu tür kişilerin evlenmelerinde bir
sakınca görmemiştir.
M. Zeki Duman, Beyânu’l-Hak, I / 111.
Nur (24); 3.
290
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 345–346.
288
289
72
Elmalılı ise söz konusu ayeti maddeler halinde uzunca bir şekilde tefsir ettikten
sonra, yaptığı bu tefsiri şu şekilde özetlemiştir: “Burada üç kısım vardır; müşrikler,
zinayı istihlal veya istihfaf edenler, etmeyenler.
Evvelen, her hangi bir mü’min veya mü’minenin bir müşrike veya bir müşrik ile
nikâhı münakıd olmaz, katiyen haramdır, o bir zina olur.
Saniyen, zani ve zaniye, sebebi nüzul olan kerhaneciler ve zinayı istihlâl veya
istihfaf eder takımdan ise haramlığı nass ile belirlenmiş olanı, helal kabul etme veya
hafife alma küfür olduğu için bunlar müşrik hükmünde olduklarından nikâhları nikâh
olmaz, katiyen haramdır, müşrik nikâhı gibidir. Onun için ayette zani ve zaniye müşrik
ve müşrikeye denk tutulmuş ‫ وحرم ذالك علي المؤمنين‬buyrulmuştur. Ayet, bu iki kısmın
nikâhının haram oluşuna delildir. Ancak gerçekten tevbe etmiş olanlar başkadır.
Salisen, istihlâl ve istihfaf gibi küfür delili olmayarak zinası vazıh olmuş,
evvelce de başından hiç nikâh geçmemişse afif mü’minlerin bunları nikâhı tahrimen
mekruh ve mamafih münakıd olur…”291
Bu izahında Elmalılı, müşrik ya da zinayı helal sayması, istihlal veya hafife
alması sebebiyle müşrik hükmünde kabul ettiği zinakârlar ile evlenmenin haram, istihlâl
ve istihfaf olmadığı halde bekârların zina yapmış olan kimselerle evlenmesini de iffetli
mü’minler için tahrimen mekruh olduğunu belirtmiştir. Netice itibarıyla Elmalılı
ayetteki emri inşaî olarak kabul etmiş, Cassas ise ihbarî kabul ettiği için Cassas ile farklı
olarak görüş beyan etmiştir.
3.2.4. İçki hangi ayetle yasaklanmıştır
Bilindiği gibi yaygın kanaate göre, Kur’an’da içki tedrici bir şekilde
yasaklanmıştır. Önce içkinin zararının da faydasının da olduğu fakat zararının daha
fazla olduğu belirilmiş292, daha sonra namaza mani olduğu için namaz vakitlerinde
kullanılması yasaklanmış293 ve en sonunda da kesin bir şekilde haram kılınmıştır.294
Cassas’ın ise bu konuda orijinal bir iddiası vardır. O, içkinin yasaklanması
başlığı altında içki hakkındaki ilk ayet olan “Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki her
Yazır, a.g.e., VI / 19-20.
Bakara (2); 219.
293
Nisa (4); 43.
294
Maide (5); 90.
291
292
73
ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için yararlar vardır. Ama günahları
yararlarından daha büyüktür”295 ayetiyle içkinin haram kılınmış olduğunu ileri sürmüş
ve şu ifadeleri kullanmıştır.
“Bu ayet içkinin haram kılınmış olmasını gerektirmektedir. Bu sebeple onun
haram olduğu hakkında başka bir ayet indirilmemiş dahi olsaydı bu ayet içkinin haram
olduğuna kâfi bir delil olmuş olurdu. Çünkü ayette “De ki her ikisinde de büyük bir
günah vardır” ifadesi kullanılmıştır. İsm (günah) in ise hepsi haramdır.296
Elmalılı ise bu konuda klasik anlayışı benimsemiş ve tedriciliği esas almıştır.
“Din-i İslam’da hamrın ve müskiratın yasaklanması tedricen vaki olmuştur. Bidaye-i
İslam’da hamr henüz mübah idi. Bu babda ale’d-derecat dört ayet nazil olmuştur.”297
Elmalılı bu şekilde yaptığı girişten sonra önce tefsirini yapmış olduğu Bakara
219. ayeti sonra Nahl 67. ayeti, Nisa 43 ve son olarak da Maide 90–91. ayetleri sebebi
nüzulleriyle birlikte nakletmiş ve esasen içkinin “def-i mazarrat celb-i menfaatten
mukaddemdir” külli kaidesi gereği aklen haram olması gerektiğini beyan etmiştir. Eğer
hamr hakkında başka bir ayet olmasa idi, sadece bununla tahrim-i hamr sabit olurdu
diyerek buraya kadar Cassas ile aynı görüşü paylaşmaktadır. 298 Satırlarının devamında
ise bu tahrimin liaynihi sarih bir tahrim olmadığını ve neticede Maide suresi 90. ayetle
mutlak sarih anlamda bir tahrim-i şer’i varid olduğunu beyan etmiştir.299
3.2.5. Çocukların mükellefiyet yaşı
Nur suresinin 59. ayetindeki ‫“ واذا بلغ االطفال منكم الحلم‬çocuklarınız bulûğ çağına
erince” bölümünün tefsiri vesilesiyle çocukların mükellefiyet yaşıyla alakalı olarak,
âlimler ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife’ye göre ihtilam olmamış erkek çocuğun
mükellefiyet yaşı 18, kız çocuğunun ki ise 17’dir. İmam Şafii, Ebu Yusuf ve İmam
Muhammed’e göre ise erkek ve kız çocuklar 15 yaşına girdikleri zaman baliğ ve
mükellef sayılırlar.
Cassas, mezhep imamının kanaatini benimseyerek erkek çocukların mükellefiyet
yaşının 18, kız çocuklarının mükellefiyet yaşının ise 17 olduğunu şu ifadeleriyle
açıklamıştır: Allah Resulü (sav) birçok yönden rivayet edilen ‘üç sınıf insandan kalem
295
Bakara (2); 219.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 390.
297
Yazır, a.g.e., II / 85.
298
Yazır, a.g.e., II / 89.
299
Yazır, a.g.e., II / 89.
296
74
kalkmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, akıllanana kadar deliden, ihtilam olana
kadar çocuktan’300 hadisinde 15 yaşına ulaşanlarla ihtilam olmayanları birbirinden
ayırmamıştır. Ayet ise ihtilam olmayan çocukların buluğlarının 15 yaş düşüncesinde
olanların görüşünün batıl olduğuna delalet eder.301
Elmalılı ise bu konuda fakihlerin görüşlerini ayrı olarak zikretmez kendi
açıklamasını ise genel ifadelerle belirtir: “Buluğa ermenin asıl delili ihtilamdır. Yaşının
da asgarisi, kızda dokuz, oğlanda on ikidir. Mutevassıt ve mutadı on dört, on beş,
müntehası on yedi, on sekizdir.”302 Görüldüğü gibi Elmalılı, adeta fakihlerin bu
konudaki tüm görüşlerinden bir sentez oluşturmuş ve belli bir yaş sınırına bağlı kalmayı
tercih etmemiştir.
3.2.6. Gece namazının hükmü
Müzzemmil suresindeki, gece namazının hükmü konusunda müfessirlerimizin
yorumları farklılık arz etmektedir.
Cassas’a göre gece namazının farz olması hükmünün nesh edilmesi ve bu
ibadetin mendup olup teşvik edilmesi hususunda Müslüman âlimler arasında ihtilaf
yoktur. Nitekim Hz. Peygamberden gece namazına teşvik ve özendirme bağlamında
birçok rivayet gelmiştir. Gece namazı mendup bir ibadettir.303
Cassas, Müzzemmil suresinin başında ‫“ قم اليل اال قليال‬Az bir kısmı hariç geceleyin
kalk”304 şeklinde emredilen gece namazının vücûbiyetinin, surenin sonundaki “ ‫فاقرؤوا ما‬
‫ تيسر من القران‬O halde Kur’an’dan kolayınıza gelenini okuyun” buyruğu ile kesin olarak
nesh edildiğini ifade etmiştir.305 Hz. Aişe’den gelen bir rivayete göre “Allah Teala ‫قم اليل‬
‫ اال قليال‬emriyle Müzzemmil süresinin başında gece namazını farz kılmıştı. Bunun üzerine
Hz. Peygamber ve ashabı ayakları şişene kadar gece ibadet ederlerdi. Allah Teala on
iki ay geçtikten sonra bu emri hafifletti ve gece ibadete kalkmak nafile bir ibadet oldu.”
Yani Cassas’a göre gece namaza kalkmak İslam’ın bidayetinde farz bir ibadetti, daha
sonra bu hüküm nesh edilmiş ve mendup hale gelmiştir.
Buhari; Talak, 11, Hudud, 22; Ebu Davud; Hudud, 17; Tirmizi; Hudud, 1; Nesei; Talak, 21; İbn Mace;
Talak, 15.
301
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 428.
302
Yazır, a.g.e., VI / 65.
303
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 627.
304
Müzzemmil (73); 2.
305
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 628.
300
75
Elmalılı Hamdi Yazır ise bu konuda âlimlerin üç farklı anlayışa sahip olduklarını
şu ifadeleriyle beyan etmektedir:
Bazılarına göre bundan murad teheccüd olup, beş vakit namaz farz kılındıktan
sonra teheccüdün vücubunun ümmet hakkında nesh olunduğu, Hz. Peygamber hakkında
da “Geceden de sana mahsus fazla bir namaz olarak uykudan kalk, Kur’an ile teheccüd
kıl”306 ayetiyle emrin cari olduğu beyan olunuyor. Bazılarının kavlince ise kıyam-ı
leylin vücubu hiç nesh olmamış, ancak tahfif olunmuştur. Diğer bazıları ise ‫قم اليل‬
“gece kalk” emrinin farziyyet için olmayıp nedb suretiyle bir teşri olduğu, dolayısıyla
teheccüdün ne önce ne de sonra, ne Hz. Peygambere ne de ümmete farz kılınmadığı
görüşüne sahiptirler.307 Elmalılı bu görüşleri naklettikten sonra kendi tercihini ortaya
koymayıp ayetin siyakını açıklamaya devam etmiştir.
Cassas yine teheccüd konusuyla alakalı olarak, İsra suresi 79. ayetinin tefsirinde
ise “teheccüd” ve “nafileten” kelimelerine açıklama getirmiş ahkâma dair herhangi bir
beyanda bulunmamıştır.308 Elmalılı ise ilgili ayete sadece meal verip geçmekle
yetinmiştir.309
3.4.7. Cezaların uygulanmasında hâkimin seçme hakkı
“Allah’a ve Resulüne karşı harbetmeye kalkışan ve yeryüzünde fesada
çalışanların cezası öldürülmeleri veya asılmalarından veya ellerinin ayaklarının çapraz
kesilmesinden veya bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz. Bu
onlara, dünyada çekecekleri bir zillettir. Ahirette ise, kendilerine büyük bir azap
vardır.”310 Bu ayetin tefsiri vesilesiyle her iki müfessir de öncelikli olarak Allah’a ve
Resulüne harp açmanın mecazi anlamda manası, sebebi nüzulleri ve şer’i açıdan
cezaların manaları üzerinde durmuşlar ancak âmirin cezaî uygulamada seçme hakkı
konusunda farklı anlayışlar ifade etmişlerdir.
Hâkimin (veliyyülemir- âmir) ayette belirtilen cezalarda seçme hakkına sahip
olmayıp suçun derecesine göre cezayı yerine getirmekle mükellef bulunduğu
bilinmektedir. Mesela; hapis cezası alması gereken bir şahsa katil cezası uygulayamaz
veya kesemez ve hiçbir şekilde affedemez.
İsra (17); 79.
Yazır, a.g.e., c. 8, s. 306.
308
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. 3, s. 268.
309
Yazır, a.g.e., c. 5, s. 345.
310
Maide (5); 33.
306
307
76
Elmalılı, ayetteki muhayyerlik manasına gelen “‫ ”او‬edatının manaları hususunda
rivayet açısından delil olduğunu ifade etmiş, dirayet açısından delilini ise şu ifadeleriyle
dile getirmiştir:
“Ayetteki
“‫ ”او‬edatı hadd-i zatında tahyire ve taksime muhtemeldir. Gerçi
burada taksim ve tevzi rivayeten ve dirayeten müreccah ve muhtardır. Seçim anlamına
gelen tahyir ihtimalinin mutlak batıl olması gerekmediği gibi sakıt olması da gerekmez.
Sürgün cezasını uzuv kesmeye, uzuv kesmeyi katle, katli asmaya çıkarabilecek şekilde
cezayı şiddetlendirmek asla caiz olmamakla beraber, asmayı öldürmeye, öldürmeyi
uzuv kesmeye, uzuv kesmeyi hapse tenzil edebilecek şekilde cezanın hafifletilmesi,
dolayısıyla âmir için bir seçme ve salahiyet mülahaza edilmesi makul ve
mümkündür.”311
Elmalılı, tefsirinin devamında, ceza indirimi konusunda âmirin seçme hakkı
olduğunu “cezalar şüphelerle düşer” külli kaidesi gereği hal ve zamanın değişmesine
göre cezayı hafifletici olmak üzere düşürmenin doğru olacağını belirtmiştir.312
Cassas da ilgili ayetin tefsirine ‫ يحاربون هللا‬ifadesinin mecaz olarak kullanılması
konusu ile başlamış daha sonra da sebebi nüzul rivayetlerini nakledip ihtilaf konusu
olan ayette zikri geçen cezaların uygulanmasında, âmirin suçlara karşı cezalarda cem
edip edemeyeceği konusunu işlemiştir.
Cassas’a göre bu ayetteki “‫ ”او‬edatı beyan içindir. Yani cezalar ancak suçlara
göre olur. Öldüren ve hiçbir mal almayan öldürülür. Öldüren ve mal da alanın elleri ve
ayakları çapraz kesilir sonra öldürülür veya asılır. Kimseyi öldürmeyen ve hiçbir malı
da almayıp Allah ve Resulüne harp ilan edenler ise sürülürler. Cassas buradaki “‫”او‬
edatı tahyir içindir diyenlerin görüşlerini reddetmek için şu hadisi de nakletmiştir:
“Müslüman bir kişinin kanı ancak şu üç durumdan biriyle helal olur. İmanından sonra
inkâr, muhsan olma vasfını kazandıktan sonra zina, haksız bir şekilde bir kimseyi
öldürmek.” 313
Cassas bu cezaların taksiminde tertibi esas almış, suçun derecelerine göre
dağıtım ve taksiminin olduğunu, şu halde imamın (Elmalılı’nın diliyle âmir) bu konuda
seçme hakkının yalnızca başkasını öldürmüş ve mal almış kimse hakkında olabileceğini
Yazır, a.g.e., III / 251-252.
Yazır, a.g.e., III / 253.
313
Buhari; Diyat, 6; Müslim; Kasame, 25–26; Ebu Davud; Hudud, 1; Tirmizi; Hudud, 15; Cassas,
Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 512.
311
312
77
beyan etmiştir. İşte imam böyle birisine karşı bu dört cezadan birisini seçmekte
muhayyerdir. Bu muhayyerlikte ölüm mutlak anlamda vardır. Ancak imam dilerse el ve
ayaklarını keser ve öldürür, dilerse el ve ayaklarını çaprazlama keser ve asar, dilerse de
yalnızca asar ve öldürür. El ve ayaklarını kesmekle yetinemez, buna öldürme yahut
asmayı da eklemesi kaçınılmazdır. Hiçbir şekilde af yetkisi de yoktur.314
Görüldüğü gibi Elmalılı, âmire cezaların uygulanması konusunda Cassas’tan
daha fazla salahiyet alanı tanımış ve ayeti, mezhebinin bu konudaki anlayışının dışında
yorumlamıştır.
3.4.8. Hırsızlık ve nisabı konusu
“Hırsızlık yapan erkek ve kadının işledikleri suça karşılık, Allah’tan caydırıcı
bir ceza olmak üzere ellerini kesin…”315 ayetinin tefsirinde “hırsızlık nisabı” ve
“hırsızlığın hadd uygulanmasında şüphe” konularıyla alakalı olarak müfessirlerimizin
görüşlerinde farklılıklar vardır.
Elmalılı, ayet-i kerimenin izahında, hırsızlıkla ilgili hükümleri açıklarken
öncelikli olarak hırsızlığın şartlarını “bir ölçü ve belli bir yerde saklanmış olmak”
şeklinde beyan etmiş, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine karşı görevlerini yerine getirmeyen
toplumları hırsızlık yapan kimselere benzetmiş ve böyle bir toplumda hırsızlık haddinin
uygulanmasında şüphe olduğunu ifade etmiştir. Şu halde fakirlerin ve ihtiyaç
sahiplerinin zaruret şüphesi sebebiyle haklarında kesin bir had cezası uygulamaya hak
kazanmanın sabit olmadığı fikrini ortaya koymuştur.316 Elmalılı bu fikrini şu cümlelerle
belirtmiştir:
Hak teala, cezai sirkati emretmiştir. Bu umumi şartlar altında ise sirkate ictisar
(cesaret) eden bir elin heyeti ictimaiye-i islamiye içinde kangren olmuş bir uzuv gibi
kat’i lâbüdd olur. Fakat fukaranın hakkını vermeyen, erbabı ıztırarın ıztırarını
düşünmeyen ve bilakis o ıztırarı günden güne teşdid eyleyen bir heyeti ictimaiyenin
hırsızlara karşı vaziyeti sirkati Kübra erbabının vaziyetine şebih olmaktan kurtulamaz.
Binaenaleyh ıztırar veya şüpheyi ıztırar ile kati bir ceza ve nekale (ibret, ceza) istihkak
sabit olamaz. Nitekim Hz. Ömer bile kıtlık senesinde haddi sirkati tatbik etmemiştir.
Çünkü umumun zaruret ve ihtiyaca maruz bulunduğu böyle bir zamanda vazife-i infakın
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 514.
Maide (5); 38.
316
Yazır, a.g.e., III / 258.
314
315
78
gereği gibi yapılamayacağı zahir bulunduğundan her fert haddi zatında muztar olmasa
bile şüphe-i ıztırar içindedir. Şu halde malın açıkta bırakılması bir şüpheyi ibaha olacağı
gibi alelade ahvalde çalınan malın bir muztarın el uzatabileceği miktarı kalilden fazla
bir nisapta bulunmaması da şüpheyi ıztırardan salim olmayacağından fiili- sirkatin
bihakkın ceza ve nekal olan haddi mucip bir cürüm olması için hem nisabın, hem hırzın
şart olması lazım gelir. Ve bu şartlar sirkat mefhum-i lügavisinden olmasa bile bihakkın
ceza ve nekal mefhumlarından bilişare sabit, bundan başka hem kitabın kavaid-i
umumiyesi hem de sünneti seniyye ile müeyyeddir ki tafsilatı fıkha aittir.317
Hırsızlık konusuyla alakalı olarak Cassas ise tefsirinde gerçekten geniş bir
malumat vermiş konuyu yirmi sayfada işlemiştir. Hırsızlığın ve hırsızın tanımında akıl
baliğ olmaya, nisap ve malın korunmuş olmasına dikkat çekmiş, hırsızlık suçunun ise
ikrar ve iki şahitle sabit olduğunu beyan etmiştir.318
Cassas’ın konuyu işlerken hırsızlık haddini düşüren şüphelerle alakalı olarak
zikrettiği konular şunlardır.
Kendisine mal emanet edilen kimsenin, nebbaşın (kefen soyucu), müntehip
(zorba gaspçı)’in eli kesilmez. Ayrıca kişi mahreminden mal çaldığında, ortağının
malını çaldığında mülkiyet şüphesinden dolayı el kesilmez.319
Cassas hadd cezalarını düşüren bu şüphe durumlarını nakletmiş fakat
Elmalılı’nın ifade etmiş olduğu “fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine karşı görevlerini yerine
getirmeyen toplumlardaki haddi düşüren şüphe” durumunu dikkate almamıştır.
Maide suresi 38. ayetindeki ahkâmla alakalı olarak Elmalılı ve Cassas’ın farklı
düşüncelerine örnek olarak hırsızlık nisabı konusunu da verebiliriz.
Cassas, konuyla ilgili yapmış olduğu tefsirde, Ebu Hanife’nin kabul ettiği bir
dinar yahut halis gümüşten on dirhemlik kıymeti nisap olarak kabul etmiş, bundan daha
düşük değere sahip olan mallarda hırsızlık haddinin olamayacağını beyan etmiştir.320
Elmalılı ise, hırsızlık nisabının miktarı konusunu açıklarken öncelikle Ebu
Hanife’nin azami (10 dirhem) ve İmam Şafii’nin asgari (1 dirhem) olarak belirledikleri
görüşleri zikreder. Sonra “Acaba on dirhemden ziyade bir miktar kabulüne imkân yok
Yazır, a.g.e., III / 258.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 522.
319
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 523–525.
320
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 520–521.
317
318
79
mudur?” şeklinde soru sorar ve şu açıklamaları yapar: Biz bu soruya vardır cevabını
vermek istiyoruz ve nisap miktarının bu iki sınır arasında olduğunu kabul etmiyoruz.
Mademki aslı miktar meselesi müctehedün fihtir. Ve mademki bu konuda şüphe
meselesinin büyük bir önemi vardır. O zaman bunun içtihat mahiyeti muhafaza eden bir
zaman meselesi olduğunu kabul etmek lazım gelir. Eğer böyle olmasa idi, müçtehitlere
azami asgari fikirlerini veren misaller haberler sabit olmazdı.321
Görüldüğü gibi Elmalılı hırsızlık haddinin uygulanabilmesi için ortaya konulan
nisap miktarının zamanın değer yargılarına göre değişmesi gerektiği fikrine sahiptir. Bu
konuda Cassas ise Hanefi fıkhının belirlemiş olduğu miktarları nisap miktarı olarak
kabul etmiştir.
3.4.9. Ru’yetullah meselesi
Her ne kadar bu konu kelam âlimlerinin alanına girse de, Cassas’ın, mezhep
anlayışının dışında farklı bir görüşü benimseyip savunması açısından konumuzla ilgili
olduğunu düşündüğümüz için bu başlık altında bu mesele hakkında da karşılaştırma
gereğini duyuyoruz.
“Dirayet Yönüyle Ahkâmu’l-Kur’ân” başlığı altında da incelediğimiz gibi
Cassas ru’yetullah meselesinde, genel anlamda ehlisünnet âlimlerince kabul edilen
kanaatin dışında dünya ve ahirette Allah’ı (cc) görmenin mümkün olmadığı ve kimsenin
onu göremeyeceği görüşüne sahiptir. ‫ال تدركه االبصار وهو يدرك االبصار‬
322
ayetindeki idrak
kavramına ‘görmek’ manasını verip ayeti mutlak manada kabul ederek Allah’ın ahirette
görülmeyeceğini iddia etmekte ve bu husustaki hadisleri şüphe ile karşılayarak tevil
yoluna gitmektedir.323
Ehlisünnetin ru’yetullahı kabulleriyle ilgili en önemli delilleri olan
‫ناضرة الي ربها ناظرة‬
324
‫وجوه يومءذ‬
ayetlerinin tefsirinde de “nazar” kelimesinin manasına “sevap
beklemek” anlamını vermiş325 dolayısıyla dünyada da ahirette de ru’yetullahı kabul
etmeyerek ehlisünnetin genel anlayışıyla ters düşmüştür.
Elmalılı ise ru’yetullah konusunda Cassas’tan farklı düşünmektedir. Kıyamet
suresi 22 ve 23. ayetlerin tefsirinde şu ifadeleri kullanmaktadır: Nice yüzler o gün
Yazır, a.g.e., III / 258.
En’am (6); 103.
323
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 6.
324
Kıyame (75); 22–23.
325
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 6.
321
322
80
nedaretlidir. Muvaffakiyet neşesiyle sürur içerisinde ışılar ve parıldar. Çünkü ‫الي ربها‬
‫“ ناظرة‬Rabbine nazırdır,” onun cemaline bakmaktadır. Ehlisünnet bu bakışı ru’yet
manasıyla anlayarak ahirette mü’minlerin Cemalullahı ru’yetini ispat etmişlerdir. ‫لن‬
‫تراني‬
326
“beni asla göremezsin” ayetine sarılan mutezile de, bu bakışı intizar manasına
haml etmişlerdir. Hâlbuki gayeye ermeyen intizarın neticesi neşe değil, inkisarı hayal ile
elem olacağından burada sade intizar manası doğru değildir.327
Görüldüğü gibi Elmalılı ve Cassas ru’yetullah konusunda farklı kanaatlere
sahiptirler.
3.4.10. Başka bir dilde Kur’an olur mu?
Cassas, İmam-ı Azam’ın namazda Farsça kıraate cevaz veren fetvasına328 bir
dayanak olsa gerek “Eğer biz onu, yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık “hiç olmazsa
ayetleri açıklansaydı ya! Hiç bir Araba yabancı dilden Kur’an olur mu?”329 ayetinin
tefsirinde şu ifadeleri kullanmaktadır:
Bu ayete göre eğer Allah Teala Kur’an’ı Arapça dışında bir dilde indirseydi
olabilirdi, ancak o Arapçadır çünkü Allah Teala onu Arap diliyle indirmiştir. Bu da
gösteriyor ki, Kur’anın yabancı bir dile nakledilmesi onu Kur’an olmaktan çıkarmaz.330
Cassas’ın bu ifadelerinden, Kur’an tercümelerinin de Kur’an hükmünde
olduğuna dair bir kanaat sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Hâlbuki bilindiği gibi Kur’an,
hem manası, hem de lafzı ile mucize olup başka bir dile tam olarak nakli mümkün
değildir.
Elmalılı ise Kur’an’ı şöyle tanımlamaktadır: Allah Teala tarafından, Resul-i
Kibriyası Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) efendimiz hazretlerine Arabî
olarak indirilip, bize tevatüren naklolunan kitab-ı mübin’in ismidir.331
Bu tanım merkezinde Elmalılı “Türkçe Kur’an var mı behey şaşkın” başlığı
altında kendi dönemindeki ihtilaflara gönderme yaparken şu ifadeleri kullanmaktadır:
Kur’an Arabîdir. Zira ‫انا انزلناه قرانا عربيا‬
332
(Biz onu bir Kur’an olmak üzere
Arabî olarak indirdik, gerek ki akıl erdiresiniz) ifadesi mansustur. Düşünmeli ki,
326
Araf (7); 143.
Yazır, a.g.e., VIII / 347.
328
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 39.
329
Fussilet (41); s. 44.
330
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 509.
331
Yazır, a.g.e., I / 13.
327
81
Kur’an’ı tefsir etmek üzere Peygamberin irat buyurduğu hadislere bile Kur’an denemez.
Denirse küfür olur. Hâsılı tercüme Kur’an’dan mütercimin anlayabildiği kadar bazı
şeyleri anlatabilirse de hakkıyla anlatamaz. Anlattığı şeyler de Kur’an hükm-ü kıymetini
haiz olmaz.333
Görüldüğü gibi Elmalılı, Casas’ın anlayışından farklı olarak Kur’an’ın yabancı
bir dile nakledilmesi durumunda buna Kur’an denmeyeceğini ve bunun Kur’an
hükmünde olmayacağını beyan etmektedir.
3.3. AYETLERE VERDİKLERİ MANA BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRMA
Ahkâmla alakalı konulara getirdikleri yorum farklılıklarını incelediğimiz Cassas
ve Elmalılı tefsirleri, ayetlere verilen mana bakımından da birtakım farklılıklar arz
etmektedir. Biz bu bölümde bu farklılıkları ve nedenlerini ortaya koymaya çalışacağız.
Giriş bölümünde fıkhi tefsir tarzının genel özelliklerini ortaya koyarken de ifade
ettiğimiz gibi334 Ahkâmu’l-Kur’ân türü tefsirler, Kur’an ayetlerindeki fıkhi bilgileri öne
çıkartma ve sistemleştirme yönüne ağırlık vermektedir. Bunun bir uzantısı olarak
müfessirler fıkhi tefsir yapma, kendi mezhebini müdafaa etme vb. gayretleri sebebiyle
ayetleri, anlam kazandıkları bağlamdan, siyak sibak bütünlüğü ya da pasaj
bütünlüğünde murat edilen manadan koparmaktadırlar. Cassasın tefsirinde de bu
bağlamda eleştiri konusu olabilecek değerlendirmeler çoktur. Şimdi bu noktada örnekler
verelim.
Örnek 1: …‫ “ فبدل الذين ظلموا قوال غيرالذي قيل لهم‬Derken o zulmedenler sözü
değiştirdiler, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular335 ayetinin tefsirinde
Cassas, ibadetler veya akitlerdeki lafızların değiştirilip değiştirilemeyeceği konusuna
girmiş, bu ayetin, bu lafızların tevkifi oluşuna delalet ettiğini, dolayısıyla akitler veya
ibadetlerdeki lafızları değiştirmenin caiz olmadığını beyan etmiştir.336
Elmalılı ise aynı ayetin tefsirinde Musa (a.s.) ile kavmi arasındaki diyalogu
merkeze alarak konuya yaklaşmış, “hıtta” emriyle alay ederek bunun yerine “hınta” yani
kırmızı buğday lafzını kullanan İsrail oğullarının tavrına temas etmiştir. Elmalılı
332
Yusuf (12); 2.
Yazır, a.g.e., I / 9.
334
Bkz. s. 2–3.
335
Bakara (2); 59.
336
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 39.
333
82
tefsirinin devamında şu ifadeleri kullanır: O zalimler kapıdan girer girmez, dünya
derdine düşerek Allah’ın emrini tebdil-ü tağyire kalkıştılar. Bunun üzerine biz de sözü
değiştiren o zalimlerin başlarına yukarıdan korkunç, habis bir azap indiriverdik, çünkü
fısk içinde yüzüp gidiyorlardı mütemadiyen çığırdan çıkıyorlardı. Bunu yapanlar ve bu
azaba düşenler, kavm-i Musa’dan bir güruh olduğu anlaşılıyor. Çünkü ‫فبدلوا‬
buyrulmayıp ‫ فبدل الذين ظلموا‬buyrulmuştur ki içlerinden bir kısmı demektir.337
Görüldüğü gibi siyak ve sibaktan da anlaşılan konunun merkezi Hz Musa’nın
kavminin kıssası olmasına rağmen Cassas, ayeti anlam kazandığı bağlamdan koparmış,
kıssadan ve Yahudilerin tutumundan bahsetmeyip fıkhî tefsir yapma gayretinden dolayı
fıkhî konulardaki lafızlar ve bunların değişmesi konusunu inceleyerek Elmalılı’dan
tamamen farklı bir mana içeriğini ortaya koymuştur. Kanaatimizce ayetin lafzının
delalet ettiği mana Cassas’ın yorumuna kapalıdır.
Örnek 2:
‫“ وقالوا لن تمسنا النار اال اياما معدودة‬Bir de dediler ki; bize sayılı birkaç
günden başka asla ateş dokunmaz”338 ayetini tefsir ederken müfessirlerimiz farklı
yorumlarda bulunmuşlardır.
Cassas bu ayeti tefsir ederken öncelikle “sayılı birkaç gün” ifadesini
anlamlandırmış, bu konudaki sahabe rivayetlerini nakletmiştir. Bu rivayetlerde; “çok az
birkaç gün, yedi gün, kırk gün, bir ay” gibi manalar mevcuttur. Cassas, daha sonra,
ayetteki ‫“ ايام‬günler” lafzının açıklamasını yaparken Hanefi İmamların kadınların hayız
müddetlerinin sınırı konusundaki görüşlerini hocası Kerhî’ye atıfta bulunarak şu şekilde
aktarmıştır: Şeyhimiz kadınların hayız müddetinin en alt ve en üst sınırını Hz.
Peygamberin “hayız günlerinde namazı bırak” sözüne dayanarak üç ve on olarak ifade
etmiştir. Çünkü üç günden aşağı olan günlere “yevm veya yevman”, on günden fazla
olanlara ise “Ehade aşara yevmen” ifadeleri kullanılır. Dolayısıyla bu isim (‫ اياما‬/günler)
üç ve on arasındaki sayılar için kullanılır.339
Elmalılı ise aynı ayetin tefsirinde öncelikle sayılı günlerin adedi hakkındaki
rivayetlerin en meşhurunun kırk gün olduğunu ifade etmiştir. Daha sonra Hz. Musa’nın
kavminin durumlarından bahsederek onların ayette belirtilen “bize sayılı birkaç günden
başka asla ateş dokunmaz” sözlerinin tarihi bağlamını şu ifadelerle açıklamıştır. Tefsir-i
Yazır, a.g.e., I / 307.
Bakara (2); 80.
339
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 46.
337
338
83
Nahcüvanî’de beyan olunduğuna göre Tevrat’ta, Allah’ı bırakıp da buzağıya tapanların
ateşe atılacakları hakkındaki ayetin zuhur ve iştiharı üzerine, avam-ı yehud’un
ümniyyeleri kırılmış ve din-i İslam’a girmek temayülünü göstermeye başlamışlar. Bunu
gören Yahudi âlimleri telaşa düşerek ilan etmişler ki, “buzağıya ibadet, Hz. Musa’nın
gıyabında ancak kırk gün vaki olmuştu. Binaenaleyh biz Yahudiler, cehennemde
nihayet kırk günden fazla kalmayacağız” tesellisini vermişlerdir.340
Görüldüğü gibi karşılaştırmasını yaptığımız müfessirlerimizin bu ayete
verdikleri mana ve yorum metotları birbirlerinden tamamen farklıdır. Cassas ayetin
bağlamını hiç dikkate almamış, ifade Yahudilerin olmasına rağmen Yahudilerle ilgili
herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duymamış ve ayetteki tek kelimeyi tefsir ederek anlam
kazandığı bağlamdan koparıp kendi mezhebini müdafaa etme gayretini ortaya
koymuştur. Elmalılı ise Yahudi âlimlerin bu sözü söylemelerinin sebebi üzerinde
durarak konuyu tarihi bağlamında ele almış, sure ve ayet bütünlüğünü dikkate alarak
manayı daha belirgin bir hale getirmiştir.
Örnek 3: ‫“ واذابتلي ابراهيم ربه بكلمات فاتمهن‬Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle
denedi”341 ayetinin tefsirinde Cassas, “kelimeler” ifadesini açıklarken öncelikle
müfessirlerin bu konudaki görüşlerini nakletmiş ve Tavus’un İbn Abbas’tan nakletmiş
olduğu rivayeti merkezine almıştır. Buna göre mana “Rabbi İbrahim’i temizlikle
imtihan etti” şeklindedir. İşte Cassas bu rivayete dayanarak ayetin delalet ettiği
mananın temizlikle alakalı olduğunu beyan ederek, on sayfayı aşkın, bir makale tarzında
“beden ve elbise temizliğine teşvik” konusunu incelemiştir.342 Bu konuyu işlerken İbn
Abbas’ın, Hz. Peygamber’in “on şey fıtrattandır” hadisi şerifini açıklayıcı mahiyetteki,
“bunların beş tanesi başta, beş tanesi ise vücuttadır” şeklinde maddeler halinde saydığı
on hususu teferruatlı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu maddeler şunlardır: Baştakiler;
bıyıkları kısaltmak, mazmaza yapmak, istinşak, misvak kullanmak, saçı ayırmak,
vücuttakiler ise; tırnakları kesmek, kasıkları tıraş etmek, sünnet olmak, koltuk altlarını
yolmak, büyük ve küçük abdestlerde suyla yıkanmak şeklindedir.
tefsirinde uzunca bir şekilde bu konuları açıklamıştır.
Yazır, a.g.e., I / 331.
Bakara (2); 124.
342
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 79–94.
343
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 80.
340
341
84
343
Cassas bu ayetin
Elmalılı ise aynı ayeti tefsir ederken manayı şu şekilde vermiştir: O vakti
hatırlayın ki, İbrahim’i Rabbi birtakım kelimelerle mübtela kılmış, yani mükellef
tutmuş, imtihan etmiş ve binnetice ‫ فاتمهن‬o kelimat-ı itmam ve ikma da eylemiş idi.
Yani Rabbi, imtihan etmiş, İbrahim de onları ifa ve itmamına dua etmiş idi.344
Elmalılı, ayet-i kerimenin tefsirinde “İbtilâ” ve “Belâ” kavramlarını açılarken şu
ifadeleri kullanmıştır: “İbtilâ” ve “Belâ” tecrübe ve imtihan manasınadır ki, esasen iki
emri tazammun eder. Birisi, bir şeyin hafi olan halini tanımak istemek, diğeri de, o
şeyin iyilik ve kötülüğünü, kemalini veya noksanlığını meydana çıkarmaktır. Evvelki,
her şeyi bilen Allah hakkında tasavvur olunamayacağından, Allah’ın imtihanı, ikinci
emir ile mülahaza olunur. Bir de imtihan, imtihan olunan hakkında hayır veya şer bir
mihnet-i müstelzim olur ki, bu münasebetle ibtilâ genellikle meşakkatli şeyler hakkında
kullanılır.345
Görüldüğü gibi Cassas temizlik konusunu ele almış, Elmalılı ise yukarda
aktarılan kavram bazında açıklamalarda bulunmuştur. Kanaatimizce her iki tefsire de
ayetin delalet yönleri müsaade etmektedir. Fakat bu noktada ayetin ihtiva ettiği manaya
daha geniş bir açıdan bakmak için M. Zeki Duman’ın, bu ayetin tefsirindeki şu
ifadelerini aktarmayı uygun görüyoruz: “Kelimeler” hakkında pek çok şey söylenmiştir.
Hepsinin de hakikat payı olabilir. (Bkz. Nesefi, Medarik, I/73) Fakat kanaatimizce
kelimelerden asıl maksat, Allah’ın İbrahim’i (as) sınamak ve kalbindeki gerçek imanı,
samimiyeti ve takvayı amelî olarak açığa çıkması için onun bizzat karşı karşıya kaldığı
imtihan ortamlarıdır. Sözgelimi Rabbi ona “eslim!” dedi, o da hiç tereddüt etmeden:
“Âlemlerin Rabbine teslim oldum” dedi. (Bakara, 2/131) Tabiî ki bu teslimiyet sözden
ibaret bir boyun eğiş değildi; o bütün hayatını Rabbi’nin yoluna adamıştı. Mesela
İbrahim (as) kavmini, özellikle de babasını şirkten tevhide çevirmek için büyük bir
mücadele örneği vermiştir. (Meryem, 19/ 41–50; Enbiya, 21/ 51–73; Saffat, 37/ 83–100)
Sözlü anlatımlardan başka, atalarının taptıkları yıldız, ay ve güneşin tanrı olamayacağı
düşüncesini temsil yoluyla da açıklamaya çalışmıştır. (En’am, 6/ 74–81) Nemrud’un,
kendisini ateşe atması karşısında o, Rabbine iman ve tevekkülünden, dolayısıyla
metanetinden hiçbirşey kaybetmemiştir. (Enbiya, 21/ 66–71) Vatanında İslâm’ı tebliğ
etme imkânı kalmayınca doğrudan doğruya Allah’a hicret etmiştir. (Ankebut, 29/ 26)
Tek Allah’a inanıncaya kadar kavmi ve akrabalarıyla ilişkisini tamamen kesmiş ve
344
345
Yazır, a.g.e., I / 403.
Yazır, a.g.e., I / 403.
85
onları yok bilmeyi göze alabilmiştir. (Mümtahine, 60/ 4–6) Rabbinin emrine uyarak
biricik oğlu İsmail’i, annesi ile birlikte Filistin’den kilometrelerce uzaktaki ıssız bir
yere, bugün Mekke şehrinin bulunduğu bomboş araziye bırakıp vatanına dönebilmiştir.
(Saffat, 37/ 83–100) Gördüğü bir rüyayı emir telakki ederek oğlunu Rabbi için kurban
etme yetkinliğini gösterebilmiştir. (Saffat, 37/ 101–111) İbrahim’in (a.s.) geçirdiği
sınavlar, Kur’an’a göre bunlardır. O, Rabbine karşı nasıl bir kul olunacağını herkese
göstermiş ve bu özelliği ile de övülmüş bir peygamberdir.346
Örnek 4: Bakara suresinin 124. ayetindeki ‫“ اني جاعلك للناس اماما‬Muhakkak ki ben
seni insanlara imam yapacağım” pasajının tefsiri konusunda müfessirlerimizin
yorumlarını karşılaştıralım:
Cassas ayetin bu pasajını tefsir ederken önce ‘imam’ lafzının etimolojik tahlilini
yapar; Cassas’a göre imam, nübüvvet yolundan din işlerinde kendisine uyulan
kimsedir.347 Daha sonra ise ayetin bağlamıyla hiçbir alakası olmadığı halde, fasık bir
kimsenin imamlığı ve halifeliği üzerindeki İmam Ebu Hanife’nin görüşünü ve ona dair
ithamları ortaya koyup mezhep imamını şu ifadelerle savunur: “Bazı insanlar, Ebu
Hanife’nin, fasık imamın hilafetinin caiz olduğu, ancak fasık hâkimin hâkimliğinin caiz
olmadığı, bu nedenle de hükmünün geçerli olmayacağı kanaatinde olduğunu
zannederler. Kelamcılardan Zürkan denilen şahıs da bu görüştedir. Hâlbuki bu açık bir
iftira ve yalan bir iddiadır. Ebu Hanife’ye göre kadı ile halife arasında, her ikisinin de
şartlarının adalet olması noktasında hiçbir fark yoktur. Fasıkın, şahitliği ve hadis
rivayeti kabul edilmediği gibi ne halife ne de hâkim olabilir. Rivayeti kabul edilmeyen
ve hükümleri geçerli olmayan, halife nasıl olabilir. Ebu Hanife’ye karşı böyle bir
iddiada bulunmak nasıl caiz olabilir.”348
Elmalılı ise ayetin sibakıyla bağlantısını dikkate alarak “Rabbi, İbrahim’i böyle
imtihan etti de ne yaptı? Ne dedi bilir misiniz? Rabbi, ona dedi ki; ‫اني جاعلك للناس اماما‬
“Muhakkak ki ben seni insanlara imam yapacağım”, yani imamet-i kübra ile seni öne
geçirip, herkesi sana tabi kılacağım, seni muktedâbih (kendisine uyulan önder)
yapacağım.
M. Zeki Duman, Beyânu’l-Hak, III / 48.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 83.
348
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, I / 85.
346
347
86
Elmalılı konuyu şu ifadeleriyle neticelendirir: “İmam; öne geçmek, maksud
(kastedilen) ve metbû (tabi olunan) olmak manasına gelen masdardan alınmış ve
me’mûm (uyulan) manasına isim olmuştur ki, muktadâbih, ön, öncül demektir. Şu halde
imamet-i kübra, din ve dünya işlerinde insanlara öncülük ve riyaset etmektir. Bunun en
son ve en yüce mertebesi de risalettir. Bu imamet ise amelde düstur olacak birtakım dini
hükümlere, millet ve şeraite sahip kılmak ve bununla insanların önüne geçirmek demek
olur.”349
Cassas, Hanefi mezhebine ve mezhep imamına taassup derecesinde bağlı olan,
mezhebini ve imamını her durumda diğer mezheplere karşı müdafaa eden bir
müfessirdir. Tezimizin birinci bölümünde Cassas’ı tanıtırken bu noktalara değinmiştik.
Görüldüğü gibi Cassas, bu ayetin tefsirinde de aynı tutumu sebebiyle, tarihsel bağlamda
ayetin muhatabı olan Hz. İbrahim’in liderliği konusunda hiçbir açıklama yapmamış ve
bağlamdan uzaklaşmıştır.
Elmalılı ise ayetin sibakındaki Hz. İbrahim’in imtihan edilmesi, bu imtihandaki
başarı sebebiyle de “Muhakkak ki ben seni insanlara imam yapacağım” ilahî buyruğuna
muhatap olması konusunu tefsir etmiştir.
Örnek 5:‫تؤتي اكلها كل حين باذن ربها‬
“Ki o (ağaç) Rabbinin izniyle her zaman
yemişini verir durur”350 ayetinin tefsirini yaparken Cassas, ‫ حين‬kelimesinin yaptığı
çağrışımla birçok konulara, bu arada yemin konusuna girmekte, kelimeyi Hanefî
mezhebine mensup âlimlerin, yemin içinde kullanıldığında kabul ettikleri “altı ay”
anlamına gelen görüşleriyle tevil etmektedir.351
Elmalılı ise ayetin mealini vermekle yetinmiştir. Önceki ayetin mealiyle birlikte
verdiği mana şu şekildedir: “Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz,
kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç) Rabbinin izniyle
her zaman meyve verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir.”352
Görüldüğü gibi, tefsir metodu gereği bazen Cassas’ın ele aldığı ayetle işlemiş
olduğu konu arasındaki bağ sunî olmaktadır.
Yazır, a.g.e., I / 404.
İbrahim (14); 25.
351
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 236.
352
Yazır, a.g.e., V / 202.
349
350
87
Örnek 6: ‫“ ان هذا اخي له تسع وتسعون نعجة ولي نعجة واحدة‬bu benim kardeşimdir,
onun doksan dokuz, benimse bir tek koyunum vardı”353ayetindeki ‫“ نعجة‬dişi koyun”
kelimesine bazı hikâyeciler kadın manası vermişlerdir. Bu hikâyeye göre Davud
(a.s.)’ın doksan dokuz tane karısı varmış da Urya b. Hannân adında birisinin bir tek
karısına göz dikmiştir. Cassas işte bu rivayeti, tenkit etmeksizin tefsirinde nakletmiş ve
ayette geçen ‫“ نعجة‬dişi koyun” kelimesine kadın manasını vermiştir. Cassas konuyla
alakalı olarak şu ifadeleri kullanır: Bu olayda peygamberlerin kendisinden uzak
oldukları iki durum söz konusudur. Birincisi, Davud (as)’ın, başkasının nişanlısı
durumundaki kişiyle evlenmek istemesi, ikincisi ise kendisinin birçok hanımı olmasına
rağmen aşırı bir şekilde evlenme isteğini ortaya koymasıdır. Bu onun için bir günah
değildir. Ancak, Allah Teala onu kadın küçük olduğu için azarlamıştır.354
Görüldüğü gibi Cassas Hz. Davud’un Urya b. Hannan’ın karısını değil de
nişanlısını aldığını söylemekte ve bunu Hz. Davud için normal kabul etmektedir.
Elmalılı ise ‫نعجة‬
kelimesine “dişi koyun” manası vermiş ve kelimenin bazı
müfessirler tarafından kadına da istiare edildiğini ifade etmiştir. Elmalılı konuyla alakalı
tavrını Hz. Ali’nin şu sözleriyle ortaya koymuştur: “Her kim Davud hadisesini
hikâyecilerin rivayet ettiği gibi anlatırsa ona yüz altmış (hadd-i kazfin iki katı) değnek
vururum.”355
Örnek 7: ‫“ وال تؤتوا السفهاء اموالكم التي جعل هللا لكم قياما‬Allah’ın, sizin yönetiminize
bırakmış olduğu mallarınızı sefihlere vermeyin…”356 Bu ayetin içindeki “sefihler”
kelimesinin kimler olduğunun açıklanması bağlamında Cassas ve Elmalılının verdikleri
manaları karşılaştıralım.
Cassas, ‫“ سفهاء‬sefihler” kelimesini anlamlandırırken, önce bu kelimeyle alakalı
rivayetlerin hepsini vermiştir. Bu rivayetlerin içinden İbni Abbas’ın “sefih, çocukların
ve ailenden aklı ermezlerdir. Kadın ise sefihlerin en sefihidir” şeklindeki rivayetini esas
almış ve ayetteki ifadeye kadınlar ve küçük çocuklar anlamını vermiştir. Cassas’ın
konuyla alakalı açıklamaları özetle şu şekildedir: Burada sözü geçen sefihlerin kim
oldukları hususunda farklı görüşler vardır. İbni Abbas, “sefih, çocukların ve ailenden
aklı ermezlerdir. Kadın ise sefihlerin en sefihidir” demiştir. Ebu Musa el Eş’arî’den de
353
Sad (38); 23.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 499.
355
Yazır, a.g.e., VI / 476.
356
Nisa (4); 5.
354
88
şu rivayet gelmiştir: “Üç kimse vardır ki Allah’a dua eder de duaları kabul edilmez.
Bunlar; kötü ahlaklı bir kadına sahip olup onu boşamayan, malını, Allah’ın “mallarınızı
sefihlere vermeyin” buyruğuna rağmen sefih bir kimseye veren, biriyle borç ilişkisine
girip de şahit tutmayan kimselerdir.” Mücahit’ten de, sefihlerin kadınlar oldukları
rivayet edilmiştir.357 Cassas tüm bu rivayetleri naklettikten sonra sefihliğin bir akıl
noksanlığı ve temyiz kabiliyeti eksikliği olduğunu vurgulayarak, onun isyan manasını
ifade etmediğini ve bir zem sıfatı olmadığını beyan etmiştir.
Cassas çocuklara ve kadınlara mal vermenin caiz olduğunu iddia edenlere ise şu
ifadelerle cevap vermektedir: Buradaki nehyin manası temlik ve malın hibesi değildir.
Buradaki asıl mana malı korumaya gücü yetmeyenlere vermemiz konusudur. Allah
Teala bu ayetle mallarımızı, tam olarak korumaya ve idare etmeye güç yetiremeyenlere
vermemizi yasaklamıştır.358
Elmalılı ise “sefih” kelimesine Cassas’tan daha farklı bir mana vermiştir.
Elmalılıya göre sefih; aklı veya dini nakıs olan, akla aykırı veya dine aykırı hareketlerde
bulunan ahmak veya günah işleyen kimse demektir ki, birinde Allah’a isyan etmek
manası var, birinde yoktur. Yani mallarınızı böyle eksik akıllı veya günah işleyen
kimselere teslim edip de yok etmeyiniz ve günahkârlık ve sefahate geçerlilik vermeyiniz
ki, bu da ahmaklık ve akılsızlıktır. O mallar ki Allah size yaşayışınız sebebi kılmış,
hayatınızı onunla devam ettirmiş, tedbir ve idaresine sizi görevli kılmıştır. Bundan
dolayı o malları çoluk çocuklarınızdan bile olsa sefihlere yani aklı zayıf olanlara teslim
etmeyiniz.359
Görüldüğü gibi Elmalılı, kelimenin anlamını Cassas’tan farklı olarak günah
işleme boyutuyla daha geniş tutmuştur. Cassas “kadınlar ve aklı ermez çocuklarla”
manayı sınırlı tutarken Elmalılı kadınları sefih kavramı bağlamında hiç zikretmemiştir.
Cassas’a göre sefih kelimesinde zem sıfatı ve isyan manası yokken Elmalılı’ya göre
vardır, çünkü O’na göre Allah’a isyan eden kişi sefihtir, ona mal teslim edilmemesi
gerekir.
Örnek 8: ‫“ يا ايها الذين اوتوا الكتاب امنوا بما نزلنا مصدقا لما معكم من قبل ان نطمس وجوها‬Ey
kendilerine kitap verilenler! Bir kısım suratları dümdüz edip enselerine benzetmeden
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 76.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 77.
359
Yazır, a.g.e., II / 501.
357
358
89
yanınızdakini tasdik edici olarak indirmekte olduğumuz kitaba iman edin”360ayetinin
tefsirinde müfessirlerimizin konuyu tefsir ederken vermiş oldukları mana farklılıklarını
karşılaştıralım.
Cassas, ayeti tefsir ederken şu ifadeleri kullanır: Bu ayet bizim mezhep
imamlarımızın; bir adam karısına “falanca adam gelmeden önce sen boşsun” deyince o
adam gelse de gelmese de her halükarda o kadının kocasından boş olduğuna dair
görüşlerinin doğruluğuna delalet eder. Bazı kişilerden, o adam gelmeden talakın
gerçekleşmeyeceğine dair rivayetler nakledilir. Çünkü onlara göre o kişi gelmediği
müddetçe “filancanın gelişinden önce” denilmez. Doğru olan ise bizim mezhep
imamlarımızın vermiş olduğu hükümdür. Bu ayet de buna delalet eder. Çünkü Allah
Teala buyurmuştur ki: “Ey kendilerine kitap verilenler! Bir kısım suratları dümdüz edip
enselerine benzetmeden yanınızdakini tasdik edici olarak indirmekte olduğumuz kitaba
iman edin.” Suratlar enselerine çevrilmeden, esasen bu çevrilme gerçekleşmiş olmasa
da imanı emretmek sahihtir. Ayetteki bu ifade, ‫“ فتحرير رقبة من قبل ان يتماسا‬zıhar yapıp
sonra sözlerini geri almak isteyenlerin hanımlarına dokunmadan önce bir köle azat
etmeleri gerekir”361 ifadesi gibidir. Burada da hanımına dokunma gerçekleşmese bile
köle azat etme emri sahihtir.362
Elmalılı ise bu ayeti tefsir ederken öncelikle “tams” kelimesinin anlamını
vermiş daha sonra da Allah (cc)’ın Yahudileri şiddetli bir şekilde uyarmasına dikkat
çekmiştir. Elmalılı şu ifadeleri kullanır: Tams, aslında bir şeyin izlerini yok etmek ve
alametlerini gidermek manasına olmakla, burada yüzlerin kılığından çıkıp yüz denecek
durumları kalmamak manasını ifade eder. İbn Abbas, devetabanı, hayvan tırnağı gibi
olması ile, Katade ve Dahhak ‫“ لطمسنا علي اعينهم‬eğer dileseydik o kâfirlerin gözlerini
silme kör ederdik”363 medlûlü üzere gözlerin görmez olmasıyla, bazı müfessirler de
suratlarının maymun yüzü gibi çirkin ve perişan olmasıyla misal vermişler ve
açıklamışlardır. Bu bir şiddetli bir uyarmadır ki, hem dünyevî, hem uhrevî felaketleri
ihtiva eder. Mamafih dünyevî olması daha zahirdir.364
Her iki müfessirimizin yorumlarında görüldüğü gibi, Cassas, ayetteki ifade
tarzından hareketle, bu ayetin Hanefi mezhebine mensup âlimlerin, fıkıhtaki talak
360
Nisa (4); 47.
Mücadele (58); 3.
362
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, II / 258.
363
Yasin (36); 66.
364
Yazır, a.g.e., III / 17.
361
90
bahsine ait bir hüküm hakkındaki görüşlerinin doğruluğuna delalet ettiğini
söylemektedir. Cassas’ın ifade etmiş olduğu bu delalet yönü, sözün ibaresinden
anlaşılan hükme değil, bu hükümden hareketle, dolaylı olarak anlaşılan hükme delalet
etmesi şeklinde “işaretin delaleti” diye anılır. Bu delalet bazen çok az düşünmekle
anlaşılabilecek kadar açık olur; bazen ise derinlemesine düşünmeyi ve dikkatli
incelemeyi gerektirecek şekilde kapalı olur.
365
İşte söz konusu ayet de kapalı delalet
kısmında mütalaa edilebilir. Cassas bu ayetin tefsirinde aslî ve tebe’î olarak
kastedilmeyen fakat asıl maksat olan mananın gerekli kıldığı bir yorumda bulunmuş ve
mezhebinin görüşlerini savunmuştur.
Elmalılı ise söz konusu ayeti tefsir ederken siyak sibak bütünlüğünü dikkate
almış ve ayetten murat edilen asıl mana olan, Allah’ın (cc) Yahudilere yapmış olduğu
şiddetli uyarıyı vurgulamıştır.
Örnek 9: ‫“ اذا جاءك المنافقون قالوا نشهد انك لرسول هللا‬Münafıklar sana geldiklerinde,
biz şahadet ederiz ki sen kesinlikle Allah’ın elçisisin dediler”366 ayetinin bağlamında
müfessirlerimizin değerlendirmelerini karşılaştıralım.
Kanaatimizce genel olarak Münafikûn suresi ve özel olarak bu ayetin hedefi,
münafıkların, Hz. Peygamberle olan ilişkilerinde yansıttıkları psikolojik tutarsızlıkları
ortaya koymaktır. Asıl hedef münafıkları tanımak ve Hz. Peygamber’in nübüvvetini,
onların diliyle dahi ispattır. Oysaki müfessirimiz Cassas ayetteki ‫“ نشهد‬şahadet ederiz”
ifadesinin üzerinde yoğunlaşarak bu ifadenin yemin anlamına gelip gelmediğini
sorgulamış ve etraflı bir şekilde hangi lafızların yemin anlamına gelip gelmediğini
mezheplerin anlayışları bağlamında ortaya koymuştur. Konuyla alakalı olarak Cassas şu
ifadeleri kullanır: Bu ayet ‫ اشهد‬lafzının yemin olduğuna delalet eder. Çünkü münafıklar
‫“ نشهد‬şahadet ederiz” demişler, Allah (cc)’da onların bu sözlerini ‫اتخذوا ايمانهم جنة فصدوا‬
‫“ عن سبيل هللا‬onlar, (münafıklar) yeminlerini kalkan edindiler”367 sözüyle yemin kabul
etmiştir. Fakihler bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Bizim (Hanefi) mezhebimizin imamları
‫ احلف‬,‫ اعزم‬,‫ اقسم‬,‫ اشهد‬lafızlarının hepsini yemin kabul ederler. İmam Züfer’e göre ise
sadece ‫ اقسم‬lafzı yemin anlamına gelmektedir…368
Zekiyyüddin Şa’ban, Usulu’l Fıkh, s. 395.
Münafikûn (63); 1.
367
Münafikûn (63); 2.
368
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 603.
365
366
91
Elmalılı ise tefsirine münafık kavramının tahlili ile başlar. Münafıklığın
alametlerini de saydıktan sonra ayetteki şahadet lafzını şu ifadelerle anlamlandırır:
Şahadet, yemin manasını içeren hususi bir haberdir. Her ihbar ve duyuru şahadet
manasına geçmez, ancak söylediğini bilerek ‫“ اشهد‬şahadet ederim” diyen bir şahide,
yemin vermek de fazla ve tekrardan ibarettir. Bundan anlaşılmaktadır ki ‫نشهد انك لرسول‬
‫“ هللا‬şahitlik ederiz ki şüphesiz sen Allah’ın resulüsün” ibaresinde, iki cümle ve iki
cümleye ait üç tekit vardır. Birincisi, ‫ نشهد‬cümlesinin ifade ettiği yemin, ikincisi ‫ان‬
üçüncüsü ‫ الم‬dır. Peygamber’e imanı göstermek için ‫“ نشهد انك لرسول هللا‬şahitlik ederiz ki
şüphesiz sen Allah’ın Resulüsün” yahut ‫“ اشهد ان محمدا رسول هللا‬şahadet ederim ki,
şüphesiz Muhammed Allah’ın resulüdür” demek de kâfidir. Cümlede fazla tekit edatı
kullanmak, muhatapların ziyade inkârı durumunda takviye etmek suretiyle ikna için
olur. İşte münafıklar, Resulüllah’ı ikna etmek için sözü üç şekilde tekit ederek
söylemişlerdir…369
Her iki müfessirimizin ayete yaklaşım tarzını değerlendirirsek görürüz ki, ayetin
hedefi; münafıkların durumu ve onların tutarsızlıklarını ortaya koyup şiddetli bir şekilde
eleştirilmesidir. Cassas, ayetin bağlamı yemin konusunu hedeflemese de bu ayeti fıkhî
tefsir yapma gayretinden dolayı bütüncül olarak almamış bağlamından koparmış ve
yemin konusunu etraflı bir şekilde fıkhî mukayeseler yaparak değerlendirmiştir.
Dolayısıyla konuya sadece bu açıdan yaklaşmış, sibak bağlamından uzak, parçacı bir
yaklaşımla ayeti tefsir etmiştir. Cassas bu ayetten sonra infakla alakalı olan 10. ayeti de
tefsir edip sureyi bitirmiştir.
Elmalılı ise asıl hedef olan, münafıkları tanımak ve Hz. Peygamber’in
nübüvvetini, onların diliyle ispat konusunun üzerinde durmuştur.
Örnek 10: ‫“ وخذ بيدك ضغثا فاضرب به والتحنث‬Ve elinle bir demet tut da onunla
(eşine) vur ve yeminini bozma”370 ayetinin bağlamında müfessirlerimizin ayete
verdikleri manaları karşılaştıralım.
Cassas, bu ayetin, kocanın karısını terbiye ve tedip için nüşuz durumu olmasa bile
dövebilmesine delalet ettiğini söylemektedir. Eğer öyle olmasaydı Eyyub (a.s.) ona sopa
vurmak için yemin etmezdi ve Eyyub (a.s.)’un yemininden sonra Allah Teala ona
yeminini bozmaması için sopa vurmasını emretmezdi şeklinde yorum yapmaktadır.
369
370
Yazır, a.g.e., VIII / 4.
Sâd (38); 44.
92
Cassas devamla şu ifadeleri kullanmaktadır: Allah Teala Kur’an’da, bir kimsenin
karısını, nüşuzu durumunda dövebilmesini “size karşı gelmelerinden korktuğunuz
kadınlara nasihat edin, yataklarından ayrılın, bunlar da fayda vermezse dövün..”371
ayetiyle mubah kılmıştır. Eyyub (a.s.) kıssası da, nüşuz durumu olmaksızın bile kişinin
karısına sopa vurabileceğine delalet eder.372
Elmalılı ise ayetten Cassas’ın istinbat ettiği hükme ulaşmaz. Elmalılı’ya göre
ayette vurulan nesne olan demetin, ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için daha
geniş manalara ihtimali vardır. Elmalılı şu ifadeleri kullanır: Eyyub (a.s.) bir hadise
dolayısıyla eşine yüz değnek vurmaya yemin etmişti. Böylece bir demet yaparak sopa
vurmakla yeminin yerine geleceği kendisine ruhsat olarak gösterilmiş, şer’i ceza ve
yeminlerde bu, “Eyyub ruhsatı” adıyla baki kalmıştır.373
Görüldüğü gibi müfessirimiz Cassas; ayetten, kocanın karısına nüşuz durumu
olmasa bile sopa vurabilme yetkisinin olduğu manasını çıkarmaktadır. Oysaki
ayetimizdeki sopa vurma durumu sebepsiz değildir. Nakledildiğine göre, hastalığı
esnasında hanımı bir davranışından ötürü Eyyub (a.s.)’u çok kızdırmıştır. O da “imkân
bulursam sana yüz sopa vuracağım” diye ahdetmiştir. Burada tavsiye edilen, ahdin
yerine getirilmesi ve hanımının da incitilmemesidir.374
371
Nisa (4); 34.
Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, III / 504.
373
Yazır, a.g.e., VI / 482.
374
M. Zeki Duman, Beyânu’l-Hak, III / 244.
372
93
SONUÇ
Fıkhi tefsir, Kur’an-ı Kerim’in amel yönünü ele alarak bu hususla ilgili ayetleri
açıklayan ve yine ondan bu hususla ilgili hükümler çıkarmaya çalışan özel bir tefsir
ekolünün adıdır. Müslüman âlim ve düşünürlerin bir bölümü tefsir alanındaki
çalışmalarını Kur’an ayetlerinden fıkhi hükümler çıkararak gerçekleştirmişlerdir.
Öncelikli olarak Kur’an’daki ahkâm ayetlerini, sonra ahkâma dair karineleri olan ve
hüküm çıkarmaya müsait olan ayetleri daha derinlemesine inceleyerek ve fıkhî
ihtilafları irdeleyerek bu tür tefsir tarzını meydana getirmişlerdir. Özellikle tabiun
devrinde itikadî ve amelî mezheplerin temelleri atıldıktan sonra her mezhep, kendi
görüşlerini desteklemek için Ahkâmu’l-Kur’ân terimiyle ifade edilen fıkhî tefsirler
geliştirmişlerdir.
Tefsir tarihinde, Cassas’ın Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eseri de önde gelen fıkhî
tefsirlerdendir. Cassas, hanefi mezhebine taassup derecesinde bağlı olan ve mezhebini
her durumda diğer mezheplere karşı müdafaa eden bir müfessirdir. Kendisinden
bahseden tüm kaynaklarda onun müfessir ya da fakih olma yönünden daha çok hanefi
mezhebine mensup olma yönünün ön plana çıkmasından dolayı bunu rahatlıkla ifade
edebiliriz. Tefsirinde mezhepler arası ihtilafları ortaya koyup diğer mezheplerin
eğilimlerine yer vermekle birlikte, hanefi mezhebinin görüşlerini devamlı olarak tercih
etmesi, sadece tercihle de kalmayıp benimsediği hanefi mezhebinin görüşlerini akli ve
nakli delillerle savunması onun en belirgin özelliklerindendir.
Cassas Kur’an surelerini mushaf tertibindeki sıraya göre ele alarak, ayetleri sure
içindeki sırasına göre takip etmiş ve onlardan ahkâmla ilgili olanları üzerinde
durmuştur. Öte yandan, sureleri, ayetlerin ilgili olduğu muhtevaya göre, fıkıh
kitaplarında olduğu gibi bab başlıkları altında incelemiştir. Bu bakımdan Ahkâmu’lKur’ân mezhep ihtilaflarının uzun uzadıya anlatıldığı mukaren bir fıkıh kitabını
andırmaktadır. Cassas mezhebine son derece bağlıdır. Ahkamu’l- Kur’an’da ihtilafların
ifade edildiği hemen her meselede hanefi mezhebini diğer mezheplere ve fakihlere karşı
müdafaa ettiği görülmektedir. Ayetleri tefsir ederken çoğu ayetlerin sadece bir veya
birkaç kelimesi ya da bir veya birkaç pasajını açıklamakla yetinmektedir. Cassas’ın bu
tefsir tarzı bazı ayetleri anlam kazandıkları bağlamdan ve siyak sibak bütünlüğü içinde
murad edilen manadan koparmaktadır.
94
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ise hayatı, eserleri ve yorumları
incelendiğinde daha çok dönemindeki fıkhî uygulamalara ve düşüncelere eleştiri ve
çözümler getiren, nakille birlikte aklın da önemine işaret ederek buna göre hüküm
istinbat eden çok yönlü bir müfessir ve hukukçu olarak karşımıza çıkar. Görüşlerini
İslam hukukuna dayalı olarak ortaya koymuş ve bu hukukun sistematiğine göre
meseleleri ele almıştır. Hanefi mezhebine bağlı olmakla birlikte mezhep taassubuna
şiddetle karşıdır.
Elmalılı bir fakihtir, ama onun fakihliği normatif bir disipline bağlı değildir.
Çünkü Elmalılı, nakille birlikte aklın da önemine işaret ederek buna göre hükümler
istinbat etmiştir. Hanefi mezhebinin lâfzî yorumuna bağlı kalmakla birlikte pek çok
meseleyi gayi yorumla ele aldığı görülmektedir. Bazı meseleleri, döneminin toplumsal
problemlerini tahlil ederek ele almış ve ona göre açıklamıştır. Tezimizde “Hak Dini
Kur’an Dili’nde Fıkhî Tefsir Örnekleri” başlığı altında bu tür meselelere dair örnekler
vardır.
Elmalı, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde, özellikle ahkâma dair ayetleri,
hanefi anlayışı merkezinde İslam Hukukunun amaç ve gayelerine dayalı olarak
açıklamıştır. Ayetleri bütüncül bir şekilde, siyak sibak bağlamından koparmadan tefsir
etmiş, tezimizde bizim de yer yer atıfta bulunduğumuz bazı ahkâma dair meseleleri
kapsamlı bir şekilde tahlil etmiştir. Yeri geldikçe fıkhî kavramların tanımlarını da
yapmıştır.
Fıkhî tefsir geleneğinde çok önemli bir yere sahip olan Ahkâmu’l-Kur’ân ve
bizim çalışmamızda fıkhî yönünü değerlendirdiğimiz Hak Dini Kur’an Dili tefsirlerini,
şekil ve genel muhtevası, müfessirlerin ahkâm ayetleri ile ilgili yorumları ve fıkhi tefsir
bağlamında ayetlere vermiş oldukları manaların ele alındığı üç alt başlık altında
karşılaştırdık. Bu karşılaştırmalarımız neticesinde, müfessirlerimizin metotlarını
değerlendirmek için elde ettiğimiz neticeleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Ahkâmu’l-Kur’ân, fıkhî tefsir geleneğinde çok önemli bir yeri olan klasik bir
eserdir. Hak Dini Kur’an Dili ise geniş, kapsamlı, fıkhî yönü güçlü olan bir eserdir,
fakat fıkhî tefsir değildir.
2- Ahkâmu’l-Kur’ân’da dar veya geniş olarak 1080 tane ayetin tefsiri
yapılmıştır. Hak Dini Kur’an Dili’nde ise Kur’an’ın tamamı tefsir edilmiştir.
95
3- Ahkâmu’l-Kur’ân’da özellikle Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide ve Nur
surelerinin dışındaki bölümlerde bazı ayetlerin bir veya birkaç pasajı ya da kelimesinin
tefsiriyle yetinilmektedir. Elmalılı ise ayetleri bütüncül bir tarzda ele almaktadır.
4- Ahkâmu’l-Kur’ân’da bazı ayetlerin tefsirinde siyak sibak bütünlüğüne riayet
edilmemiştir. Dolayısıyla bu durum, ayetteki murad edilen manayı belirleme noktasında
sıkıntılara yol açmaktadır. Elmalılı tefsirinde ise bu konuya riayet edilmiştir.
5- Ahkâmu’l-Kur’ân tefsirinde mezhep mensubiyeti katı bir üslupla ortaya
konulmuştur. Elmalılı tefsirinde ise mukavelede verilen amelî hükümlerde hanefi
mezhebine riayet hususundaki programa genelde riayet edilmiş fakat katı bir
mensubiyet vurgusu yapılmamıştır.
96
BİBLİYOGRAFYA
ABDÜLBAKİ, M. Fuat; el-Mucemü’l- Müfehres li Elfazi’l Kur’ani’l Kerim, Daru’l
Kütübi’l- Mısrıyye, Kahire, 1945.
ABİD, Muhammed Bekir İbrahim Ali; Dirasat fi’t Tefsir fi’l Asri’l Abbasi, Beyrut,
1984.
ALBAYRAK, Halis; “Hamdi Yazır’ın Tefsir Anlayışı,” Elmalılı Sempozyumu, TDV
yay. Ankara, 1993.
ALTIKULAÇ, Tayyar; “Kurtubi,” TDV İslam Ansiklopedisi, c.17, İstanbul,2002, ss.
455–457.
AYDIN, Hakkı; Cassas ve Debusi’nin Usullerindeki Metotları, C.Ü.İ.F. Dergisi, sayı.4,
Sivas, 2000, ss. 25–60.
BALTACI, Ahmet; Ebu Bekr b. el-Arabî ve Tefsirdeki Metodu, (Basılmamış Doktora
Tezi), Danışman, İsmail Cerrahoğlu, Erzurum İslamî İlimler Fakültesi, 1978.
BEBEK, Adil; “Ana Kaynaklara Göre Sihir” Kur’an Mesajı İslami Araştırmalar
Dergisi, sayı IX. İstanbul, 1998.
BİLGİN, Mustafa; “Hak Dini ve Kur’an Dili” TDV İslam Ansiklopedisi, c, 15, İstanbul,
1997, s. 153–163.
BİLMEN, Ö. Nasuhi; Büyük Tefsir Tarihi, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1973.
------; Hukuki İslamiyye ve Istilahatı Fıkhiyye Kamusu ( I-VIII ) İstanbul, 1970.
CAFER, Abdullah Ali; Eseru’t- Tetavvuri’l fikriyyi fi’t-Tefsir fi’l Asril Abbasi, Beyrut,
1984.
CASSAS, Ebu Bekir Ahmed b. Ali er-Razi; Ahkamu’l Kur’an, Beyrut, 2003
------;Usulü’l- Fıkh, nşr. Uceyl Casim Neşemi, Mektebetül- İrşad, İstanbul, 1994.
CERRAHOĞLU, İsmail; Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara, 1996.
------; Tefsir Usulü, Ankara, 1995.
COŞKUN, AHMET; Sohbetler ve Hatıralar, Kayseri, 1996.
97
ÇETİNER, Bedrettin; “Ahkamu’l Kur’an,” TDV İslam Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul,
1988, ss. 551–552.
DEMİRCİ, Muhsin; Tefsir Tarihi, M.Ü. İ.V. Yayınları, İstanbul, 2003.
DUMAN, M. Zeki; Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Erciyes Üniv. Yay. Kayseri, 1992.
------; Beyânu’l-Hak, Fecr Yayınevi, Ankara, 2006.
DUMAN, Soner; Cassas’ın el Fusul fi’l Usul Adlı Eserinde İllet Kavramı, (Y. Lisans
Tezi ), Danışman, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2000.
ERSÖZ, İsmet; “ Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri,” Elmalılı M. Hamdi Yazır
Sempozyumu, TDV Yayınları, Ankara, 1993.
------; “Ahkamu’l Kur’an” TDV İslam Ansiklopedisi, c.1, İstanbul, 1988, ss. 553–554.
ESKİCİOĞLU, Osman; “Ahkamu’l Kur’an”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul,
1998, ss. 554.
GÜMÜŞ, Sadrettin; Kur’an Tefsirinin Kaynakları, İstanbul, 1990.
GÜNGÖR, Mevlüt; Cassas ve Ahkamü’l Kur’an’ı, Elf Matbaası, Ankara, 1989.
------; “Cessas”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 7, İstanbul, 1993, ss. 427–428.
------;Kur’an Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhi Tefsir, Kur’an Kitaplığı, İst.,
1996.
GÜRKAN, Menderes; Elmalılı Hamdi Yazır’ın İlmi Kişiliği ve Fıkıh İlmindeki Yerine
Bir Bakış, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Sayı: 6, 2005, Konya, ss. 211–237.
HAMİDULLAH, Muhammed; İslam Hukuku Etüdleri, İstanbul, 1984.
HALLAF, Abdulvahhab; İlm İlmü Usulü’l-Fıkh, Beyrut, 1995.
------; İslam Hukuk Felsefesi, Çev. Hüseyin Atay, Ankara, 1973.
HAN, Sıddık Hasen; Neylü’l-Merâm min Tefsîri Âyâti’l-Ahkâm, Kahire, 1963.
İBNU’L ARÂBÎ, Ebu Bekir; Ahkâmu’l-Kur’ân, Beyrut, 2003, I-IV.
İBN KESİR; el Bidaye ve’n- Nihaye, Beyrut, 1998.
98
İBN SA’D; et- Tabakatü’l Kübra, Beyrut, 1960,
KARA, İsmail; “Elmalılı Hamdi Efendi ve Halifelik,” Elmalılı Sempozyumu, TDV
yayınları, Ankara, 1993.
------; Türkiye de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul, 1997.
KARA, Necati; Kur’an Sünnet Bütünlüğü, İhtar Yayıncılık, İstanbul, 1995.
el- KERHÎ, Ebu’l-Hasen Ubeydullah b. Huseyn; Usûlü’l-Kerhi, Debûsî’nin Te’sîsu’nNazar isimli eserinin sonunda. Kahire 1320.
KESKİOĞLU, Osman; Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1999.
KIRCA, Celal; Kur’an’a Yönelişler, Tuğra Neşriyat, İstanbul, 1993.
KURTUBİ, el-Câmiu li Ahkâmi’l- Kur’an, Terc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1997, I-XIV.
NESEFİ, Ömer; Akaid, Bayrak Yayınları, İstanbul, 2001.
ÖZTÜRK, Nazif; Elmalılı Hamdi Yazır Gözü İle Vakıflar, Ankara, 1995.
PAKSÜT, Fatma; “Merhum Dayım Hamdi Yazır”, Elmalılı Sempozyumu, TDV
Yayınları, Ankara, 1993.
PAZARBAŞI, Erdoğan; Vânî Mehmet Efendi ve Arasü’l-Kur’an, Van Belediye
BaşkanlığıKültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Van, 1997.
RAZİ, Fahrettin; Mefatihu’l Gayb, Kahire, 1307.
ŞA’BAN, Zekiyyüddin; Usulü’l-Fıkh, Çev. İ. Kâfi Dönmez, TDV Yayınları, Ankara,
1996.
ŞÂFİİ, Ebu Abdillah Muhammed b. İdris; Ahkâmu’l-Kur’ân li’ş-Şâfii, Derleyen: elBeyhâkî, Beyrut, 1999.
TUNÇ, Cihat; Sistematik Kelam, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri, 1994.
YAVUZ, Yusuf Şevki; “Elmalılı” TDV İslam Ansiklopedisi, c.11, İstanbul, 1995, ss.
57–62.
YAZIR, Elmalılı Muhammet Hamdi; Hak dini Kur’an Dili, Emir Yayınevi, İstanbul,
2000.
99
------;Makaleler, Haz. Murat KAYA-Cüneyt KÖKSAL, Kitapevi Yayınları, İstanbul,
2000.
YILDIZ, Hakkı Dursun; “Abbasiler”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.1, İstanbul, 1988
ZEBİDİ, Muhammed Mürteda; Tacu’l- Arus, Mısır, 1306.
ZEHEBİ; et-Tefsir ve’l Müfessirun, Beyrut, 2001.
ZEYDAN, Abdülkerim; el Veciz Fi Usulü’l-Fıkh, Beyrut, 2004.
100
Download