01 02 03 04 Ekonomik Görünüm Büyü(yeme)me sancıları Aralık 2016 İçindekiler 01 02 01 Genel değerlendirme 1 03 02 Küresel ekonomi 13 03 Türkiye ekonomisi 25 04 EK: Orta vadeli program 2017-2019 57 04 Genel değerlendirme 01 02 03 04 1 Genel değerlendirme Türkiye ekonomisi son yıllarda hedeflerin altında, %3 civarı büyüyor; hatta son gelişmeler sonrasında bu seneyi, bunun da altında bir büyümeyle kapatması büyük olasılık. Bir yandan bu -- global ortam ve daha da önemlisi son yıllarda içeride yaşanan çalkantılar düşünüldüğünde (ardarda gelen siyasi şoklar, terör olayları vb.) -- hatırı sayılır bir büyüme oranı. Ancak aynı zamanda, dünya ortalamasına yakın; demografimiz düşünüldüğünde daha da yükseltilmesi kaçınılmaz olan ve içinde çeşitli “kalite” sorunlarını barındıran (dolayısıyla bu haliyle dahi sürdürülebilirliği tartışılır) bir büyüme oranı. 01 02 03 04 2 Genel değerlendirme Büyümede kalite sorunlarından kastımız muhtelif. Örneğin, son yıllarda üretkenlik artışları – yani istihdam edilen kişi başına üretimimiz – yerinde sayarken, reel ücret artışları bunun çok üzerinde seyrediyor. Oysa uzun vadeli sürdürülebilir büyümenin kaynağı, üretkenlik ve buna paralel seyreden ücret artışlarında yatıyor (Grafik 1). Zengin ülkelere yakınsama (convergence) ve sıkça tartışılan Orta Gelir Tuzağı’nı kırmak için üretkenlik artışları gerekiyor. Bu da fiziki ve beşeri yatırımların artırılmasını ve -- iktisatçıların Toplam Faktör Verimliliği olarak adlandırdığı -- teknolojik ve kurumsal iyileşmeyi gerektiriyor. Oysa son yıllarda Türkiye, üretkenlik artışlarından ziyade istihdam artışlarıyla büyüyor. Bu sosyal olarak olumlu olmakla birlikte, iktisadi açıdan sürdürülebilirliği son derece tartışmalı bir dinamik. Grafik Reel Saatlik Kazanç Grafik11 -- Üretkenlik Üretkenlik ve ve Reel Saatlik Kazanç (mevsimsel etkilerden arındırılmış, 2007=100) (mevsimsel etkilerden arındırılmış, 2007=100) 01 150,0 140,0 130,0 120,0 02 Toplam Verimlilik (GSYH/İstihdam) 03 Reel Saatlik Kazanç (saatlik kazanç enflasyondan arındırılmış) 04 110,0 100,0 90,0 80,0 2007Ç1 2008Ç3 2010Ç1 2011Ç3 2013Ç1 2014Ç3 2016Ç1 3 Genel değerlendirme Ekonominin arz tarafındaki bu soruna ek olarak (biraz da bu sorunun bir yansıması olarak), “makro kırılganlıklarımız” oldukça yüksek seyrediyor. Bir yandan trend enflasyon bilindiği gibi %5’lik – özellikle de küresel koşullar göz önünde bulunduğunda zaten yüksek sayılabilecek -- hedefin oldukça üstünde, %8 civarında seyretmeye devam ediyor. Başka bir ifade ile son dönemdeki hafif iyileşmelere rağmen, enflasyonun ana trendini görmemize yardımcı olan birçok endeks bazında katılık devam ediyor; gıda fiyatları ortalama enflasyonun hafif üstünde seyretmekle birlikte, sorunun kaynağının en az gıda fiyatları kadar bu katılıkta yattığı – bunun da son tahlilde bir beklenti ve kredibilite sorunu olduğu -- görülebiliyor (Grafik 2). Grafik 2 - Enflasyon: Seçilmiş Göstergeler (yıllık, %) TÜFE (sol eksen) Gıda (sağ eksen) Gıda Dışı (sağ eksen) I. Enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç (sağ eksen) Hizmetler (sağ eksen) 14,5 22,0 13,0 19,5 11,5 17,0 10,0 14,5 8,5 12,0 7,0 9,5 5,5 7,0 4,0 4,5 2,5 2,0 1,0 -0,5 2005-01 2006-09 2008-05 2010-01 2011-09 2013-05 2015-01 2016-09 01 02 03 04 4 Genel değerlendirme - Cari Denge: Temel Büyüklükler (GSYH’ye % oran olarak) % oran olarak) Diğer bir klasik kırılganlık unsurumuz olan cari açık Grafik 3Grafik 3 - Cari Denge: Temel Büyüklükler (GSYH'ye ise petrol fiyatındaki yarı yarıya düşüşe rağmen, 4,0 halen 35 milyar dolar civarlarında, GSYH’ye oranla ise %5 gibi yine oldukça yüksek bir oranda 2,0 seyrediyor. Son dönemdeki bozulmada güvenlik sorunları nedeniyle turizmde yaşanan büyük 0,0 kayıplar etkili olmakla birlikte, düşük büyümemize 2003 2005 2007 2009 2011 2013 2015 ve kurda sert değer kaybına rağmen “çekirdek” -2,0 dengede bozulma dikkat çekici (Grafik 3). Bu iki oranın da – hem enflasyon, hem de cari açığın GSYH’ye oranının -- küresel ölçekte de oldukça -4,0 yüksek olduğunu hatırlatalım. -6,0 -8,0 -10,0 Çekirdek Denge Enerji Dengesi Altın Ticareti Cari İşlemler Hesabı 4,0 2,0 0,0 01 02 03 -2,0 -4,0 04 -6,0 -8,0 -10,0 5 Genel değerlendirme Talep kompozisyonu, büyüme dinamiklerimiz açısından başka bir sıkıntı kaynağı. Bilindiği gibi büyümenin talep tarafından 4 motorundan (özel tüketim, kamu harcamaları, özel yatırım ve ihracat) sadece ikisinin – özel tüketim ve kamu harcamaları-- ağırlığı çektiği bir büyüme/talep kompozisyonumuzun olması bir sorun. Türkiye özelinde büyümenin daha çok yatırım ve ihracat ağırlıklı olması arzulandığı göz önünde bulundurulduğunda, bunun sağlıksız bir yapıya işaret ettiği açık. Son olarak, büyümenin son 10-15 yılda ancak özellikle global kriz sonrası dönemde aşırı sayılabilecek bir borçlanma/kredi genişlemesi ile paralel gittiğini belirtmek gerekiyor. Bu sürecin ise (ilgili bölümde kısaca değinildiği gibi) birçok açıdan sonuna gelinmiş gibi gözüküyor (Grafik 4-5). Grafik SektörKredileri Kredileri (GSYH’ye % olarak) Grafik44-- Özel Özel Sektör (GSYH'ye % olarak) 01 80,0 70,0 02 60,0 03 50,0 04 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 1987Ç4 1992Ç3 1997Ç2 2002Ç1 2006Ç4 2011Ç3 2016Ç2 6 Genel değerlendirme Grafik GSYHBüyümesi Büyümesi ve Kredi Büyümesi (%) Grafik 55 -- GSYH ve Kredi Büyümesi (%) 45,0 Özel Sektör Kredi Büyümesi (%, enflasyondan arındırılmış, sol eksen) 40,0 35,0 GSYH (%, takvim etkisinden arındırılmış, sağ eksen) 30,0 9,0 8,0 7,0 6,0 25,0 5,0 20,0 4,0 15,0 3,0 10,0 2,0 5,0 1,0 0,0 2011Ç3 0,0 2012Ç3 2013Ç3 2014Ç3 2015Ç3 2016Ç3 01 02 03 04 7 Genel değerlendirme Sonuç olarak Türkiye ekonomisinin büyüme dinamikleri açısından kritik bir eşiğe geldiğini kabul etmek gerekiyor. Başka bir ifade ile “büyüme modelinin” üretkenlik artışlarının başı çektiği, daha dengeli bir talep kompozisyonun söz konusu olduğu ve kırılganlıkların belirgin şekilde kontrol altına alındığı bir modele doğru dönüşmesinin artık kaçınılmaz olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu çerçevede – kapsamlı bir ekonomik program kurgulanmadan ve siyasi istikrara kavuşmadan Orta Vadeli Program hedefleri maalesef oldukça iyimser kalıyor; aksine önümüzdeki dönemde “daha düşük bir büyüme ancak görece yüksek seyreden kırılganlıklarımız” – ve hatta ekonomide sert yavaşlama riski -- önümüzdeki en önemli makro risk unsuru olarak duruyor. Bu durumun ise --para politikası tarafında kurdaki değer kaybı ve bunun yaratacağı hasardan dolayı (güven, şirketler kesimi açık pozisyonu, vb.) manevra alanının çok kısıtlı olması nedeniyle -maliye politikası üstünde (yer yer borç üstlenimi dahil) baskı yaratması kaçınılmaz duruyor. Son piyasa hareketleri ve derecelendirme kuruluşlarının son söylem ve aksiyonları düşünüldüğünde, bu konularda toplumsal bir mutabakat sağlayarak harekete geçmek konusunda çok da zamanımız olduğunu söylemek zor. Bilindiği gibi ABD’de Donald J. Trump’ın Başkan seçilmesi küresel piyasalar açısından önemli bir yeniden fiyatlamaya yol açtı/ açıyor. Bu çerçevede – ABD’de, bütçe açıklarının, buna bağlı olarak da büyüme ve enflasyonun artacağı beklentisiyle - ABD 10-yıllık faizlerin arttığını, doların ise sert bir şekilde tekrar güçlenme eğilimine girdiğini görüyoruz. Bunun kalıcı veya geçici olacağı veya yeni dengenin nerede oluşacağı belirsizlik kaynağı olmakla birlikte yeni ortama hazırlıklı olmak, eskisine göre daha az zamanımız olduğu gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Süre gelen siyasi belirsizlikler (OHAL’in uzatılması, başkanlık sistemi/referandum tartışmaları ve AB ile gerilen ilişkiler) ve Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olarak bilinen “finansman ihtiyacımız” birlikte düşünüldüğünde – ki bu nominal olarak 200 milyar dolar, GSYH’ye oranla ise %30’a yakın bir düzeye işaret ediyor -- Türkiye’nin bu ortamdan en çok etkilenen ekonomilerden biri olması kaçınılmaz duruyor.1 01 02 03 04 Bilindiği gibi diğer önemli bir risk unsuru – hafifletici bazı faktörlere rağmen – finans dışı şirketler kesiminin “açık pozisyonu” – yani döviz cinsi yükümlülük ve varlıkları arasındaki fark. Bu rakamın da en son 200 milyar doların üzerinde seyrettiğini hatırlatalım. 1 8 Genel değerlendirme Nitekim tüm bu gelişmeler son raporumuzdan bu yana Türkiye piyasalarının diğer gelişmekte olan ülkelere oranla daha da negatif ayrışmasına yol açtı. Örneğin son raporumuz yazıldığı esnada (Ağustos) Morgan Stanley Gelişmekte Olan Ekonomiler Endeksi’ne (MSCI) oranla (ortalama) %20-%25 civarında iskontolu (daha düşük) seyreden Türk hisse senetleri, Kasım ayı ortaları itibari ile %30 daha iskontolu seyreder hale geldi. Benzer şekilde Türk lirası son dönemde en zayıf performans gösteren para birimleri arasında (Grafik 6-7). Ağustos ayı sonunda 3 dolaylarındaki TL/USD kuru Eylül ayını da bu seviyelerde tamamladıktan sonra özellikle Ekim ayı sonu/Kasım başında hızlı bir artış ile 3,4 seviyelerine yükseldi. Bu 2,5 aylık bir dönemde %15 civarında bir değer kaybı anlamına geliyor. %50EUR+%50USD’den oluşan sepet kur ise aynı dönemde 3,10-3,15 düzeylerinden 3,5’e, yine %15’e yakın bir artış kaydetti. (Raporumuz yayına hazırlandığında piyasa çalkantısı devam ediyordu.) Grafik 6 - MSCI Türkiye ve GOE Endeksleri (Ağu 2008=100) Grafik 6 - MSCI Türkiye ve GOE Endeksleri (Ağu 2008=100) 01 MSCI GOP Üzerine Türkiye Primi (%, sol eksen) Türkiye (sağ eksen) 30 02 Gelişmekte Olan Piyasalar (sol eksen) 150 20 130 10 0 1 Oca 08 -10 03 04 110 1 Eyl 09 1 May 11 1 Oca 13 1 Eyl 14 1 May 16 90 -20 70 -30 50 -40 30 9 Genel değerlendirme Grafik 7 - Seçilmiş Gelişmekte Olan Ülkeler Döviz Kurları (Aralık 2015=100) 60 70 Real (Brezilya) Rupi (Hindistan) Rupiah (Endonezya) Ruble (Rusya) Rand (Güney Afrika) USD/TL 01 02 03 80 04 90 100 110 120 130 2 Oca 15 2 May 15 2 Eyl 15 2 Oca 16 2 May 16 2 Eyl 16 10 Genel değerlendirme Grafik 8 - Hazine Gösterge Faizi ve 5 yıllık CDS Primi Türkiye’nin kredi iflas primi (CDS) ve ikincil bono piyasalarında da benzer sert hareketler yaşandı. İflas primi (5-yıllık) Ağustos ayı ortalamasına göre yaklaşık 30 puanlık ciddi bir artış gösterirken (raporumuz yayına hazırlanırken 300 düzeyine yakın düzeylerdeydi), gösterge ve 10-yıllık tahvil faizleri ise yaklaşık 1 puan artışla sırasıyla %10 ve %11 seviyelerinde seyrediyordu. (Grafik 8). Kredi derecelendirme kuruluşlarının son dönemde Türkiye ile ilgili söylemleri ve aksiyonları yukarıda değinilen kırılganlıklara, risklere ve kurumsal alanda yaşanan sorunlara odaklanıyor. Hatırlanacağı gibi Moody’s Eylül ayında Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilir düzeyin altına çekti; yatırım yapılabilir notunun şu anda sadece Fitch tarafından korunması önümüzdeki dönem için önemli bir risk unsuru. Grafik 8 - Hazine Gösterge Faizi ve 5 yıllık CDS Primi 360 12 320 280 11 240 10 200 9 160 8 2-Yıllık Gösterge Faiz Oranı (sol eksen) 7 6 2 Oca 15 01 02 03 04 120 10-Yıllık Gösterge Faiz Oranı (sol eksen) 80 5- Yıllık CDS Primi (sağ eksen) 40 0 2 May 15 2 Eyl 15 2 Oca 16 2 May 16 2 Eyl 16 11 Genel değerlendirme Bu çetrefilli konjonktürde bizim 2017 ile ilgili beklentimiz, büyümenin görece zayıf ancak kırılganlıkların (enflasyon ve cari açık) görece yüksek seyretmesi şeklinde.2 Büyüme %3’ünde belirgin altında kalırken, cari açık tarafında (GSYH’ye oranla) %5, enflasyonda ise %8 seviyeleri – şu an itibariyle – bize makul gözüküyor. Bu rakamların maalesef OVP’ye göre daha olumsuz bir resme işaret ettiğinin altını çizmek gerekiyor. Baz tahminlerimiz ana hatlarıyla Tablo 1’de sunuluyor; son OVP’deki makro büyüklükler ise referans teşkil etmesi amacıyla raporun sonunda bir ek olarak sunuluyor.3 Raporumuzun bundan sonraki bölümlerinde son makro gelişmeler biraz daha detaylandırılıyor. Elbette burada verilen baz senaryonun alternatifi olarak daha olumlu (daha yüksek bir büyüme oranına ulaşılması) veya daha olumsuz (daha sert bir yavaşlama olasılığı) senaryoları da göz önünde bulundurmak gerekiyor; ancak belirsizliklerin son derece yüksek olması nedeniyle biz şu an itibariyle ara bir senaryo ile çalışmayı daha doğru buluyoruz. 2 Tablo 1 - Temel Makro Göstergeler 2013 2014 2015 2016t 2017t Büyüme (GSYH; %) 4,2 3,0 4,0 2,6 2,4 Enflasyon (TÜFE, dönem sonu) 7,4 8,2 8,8 7,7 8,3 -63,6 -43,6 -32,2 -34,4 -36,4 -7,7 -5,5 -4,5 -4,9 -5,5 -99,9 -84,6 -63,4 -55,4 -61,1 49,2 48,8 33,3 24,4 26,3 Doğrudan Yabancı Yatırımlar (milyar $; net) 8,8 5,5 11,9 9,0 8,0 Döviz Kuru (TL/$; yılsonu, Aralık ortalaması) 2,06 2,29 2,92 3,40 3,65 Bankalararasi Faiz Orani (yılsonu ort. 5 iş günü; basit; %) 7,75 11,09 10,75 8,50 9,50 Gösterge DİBS Faizi (Aralık ortalaması; bileşik, %) 9,40 8,10 10,87 10,90 11,50 0,8 0,7 1,5 0,6 0,2 Merkezi Hükümet Bütçe Dengesi (GSYH'ya oran olarak) -0,1 -0,3 -1,2 -1,8 -2,4 Merkezi Hükümet Brüt Borç Stoku (GSYH'ya oran olarak) 37,4 35,0 34,7 35,8 35,5 Cari Denge (milyar $) Cari Denge (GSYH'ye oran olarak) Dış Ticaret Dengesi (milyar $; TUİK tanımı) Enerji İthalatı (net, milyar $) Merkezi Hükümet Faiz Dışı Fazlası (GSYH'ya oran olarak) 01 02 03 04 3 Raporumuz genelde Kasım ortası itibariyle elimizde olan verileri ve gelişmeleri içermektedir. 12 Küresel ekonomi 01 02 03 04 13 Küresel ekonomi Dünya ekonomisi 2016 yılını da oldukça vasat bir büyüme ile kapatıyor. Bunda yılın ilk yarısında küresel büyümenin, özellikle ABD’de, beklentilerin altında kalması etkili oldu; ikinci yarıda ise görünümün bir miktar olumluya döndüğünü görüyoruz. Üçüncü çeyrekte ABD’de büyüme zayıf bir ilk yarının ardından görece hızlandı, Euro Bölgesi ve Japonya’da da büyüme rakamları trend veya “potansiyel büyüme” oranlarına yakın seyrini sürdürdü. Gelişmekte olan ekonomilere (GOE) dönük iyimser algı ise, ABD seçimlerinin ardından kimi tersi sinyaller vermiş olsa da şimdilik sürüyor. Son çeyreğe ilişkin elimizde olan öncü göstergeler de iyileşmenin sürdüğüne işaret ediyor; Ekim’de küresel imalat PMI’ı son iki, hizmetler PMI’ı ise son bir yılın zirvesindeydi. IMF de bu çerçevede Temmuz raporundaki %3,1’lik 2016 büyüme tahminini Ekim ayında yayınlanan son raporunda korudu4. Ancak bu, dünya ekonomisinin 2016’yı, 2015 ile hemen hemen aynı, diğer bir deyişle, kriz sonrası en düşük seviyelerde bir büyümeyle kapatmış olduğu anlamına geliyor. IMF, 2017 için hafif iyileşme içeren büyüme tahminini de değiştirmeyerek %3,4’te tuttu (Temmuz raporuna göre). Ancak 2017’nin belirsizliklerle dolu bir yıl olacağının altını çizmek gerekiyor. Gelişmiş Ekonomiler (GE) tarafında 2017, Brexit’in somut etkilerini görmeye başlayacağımız bir yıl olacak, ABD’de seçimleri popülist bir kampanya yürüten emlak kralı Donald Trump’ın kazanması birçok alanda olduğu gibi ekonomide de belirsizliği beraberinde getirdi. 2017 boyunca Avrupa’daki seçimler de (aşağıda kısaca değindiğimiz gibi) popülizm endişesini diri tutacak. GOE’ler tarafında ise emtia fiyatları, Fed ve sermaye hareketlerinin yönüne ilişkin belirsizlikler sürüyor. Bu açıdan 2017’de büyümeye dönük risklerin aşağı yönlü olduğunu söylemek mümkün. 01 02 03 04 4 IMF, Küresel Ekonomik Görünüm, Ekim 2016 14 Küresel ekonomi 2017’de büyüme makasının GOE’ler lehine gelişimini sürdürmesi bekleniyor. IMF’ye göre 2015’te %2,1 büyüyen GE’lerde büyüme 2016’da %1,6’ya yavaşladıktan sonra, 2017’de %1,8’e hızlanacak. Fon, 2015’de %4 büyüyen GOE’lerin büyüme beklentisini ise 0,1 puan artırarak %4,2’ye yükseltti. Bu, GOE’lerde büyümenin 6 yıl sonra ilk kez hızlanması ve son 4 yıldır daralarak 2015’de 1,9 puana kadar düşen GOE ve GE’ler arasındaki büyüme makasının yeniden GOE’ler lehine açılması anlamına geliyor (Grafik 9). Grafik Grafik99- -Küresel KüreselBüyüme Büyüme(%) (%) 8,0 7,0 6,0 Büyüme farkı (GOE-GE, sol eksen) 14,0 Dünya Üretimi (sağ eksen) Gelişmekte olan ekonomiler (sağ eksen) 12,0 Gelişmiş ekonomiler (sağ eksen) 10,0 5,0 8,0 4,0 6,0 3,0 4,0 2,0 2,0 1,0 0,0 0,0 -2,0 -1,0 1980 -2,0 1986 1992 1998 2004 2010 01 02 03 04 2016 -4,0 -6,0 15 Küresel ekonomi Kısaca önemli bazı ülke/bölgeler bazında ekonomik gelişmelere değinecek olursak, ABD’de büyüme ilk yarıda belirgin yavaşlayarak %1,1’e geriledikten sonra, üçüncü çeyrekte %2,9’a hızlandı. Genel olarak istihdam piyasası – örneğin %5’lerde seyreden işsizlik oranı ve son dönemde %2,8’lere hızlanan ücret artışları -- hanehalkı harcamalarını güçlendirerek büyümeyi destekliyor. Bu çerçevede 2016’da büyümenin ilk yarıdaki zayıflıktan kaynaklı %1,6-1,8 seviyelerine yavaşlasa da 2017’de yeniden %2-2,5’lik trendi yakalaması bekleniyor. Enflasyonun da ücret artışlarındaki toparlanmayla beraber %2’lik hedefe doğru ılımlı yükselişini sürdüreceği öngörülüyor. (Son dönemde Fed’in yakından takip ettiği enflasyon göstergesi olan kişisel tüketim harcamaları fiyat endeksi, PCE %1,2; çekirdek PCE ise %1,7 düzeylerinde). Bu çerçevede Fed’in Aralık’ta faiz artırımına giderek 2016’yı tek bir artırımla kapatmasına hemen hemen kesin gözüyle bakılırken, 2017 yılında ise iki, en fazla üç faiz artırımı bekleniyor. Ancak seçim sonuçlarının ABD’de büyüme ve Fed’e dair belirsizliği artırdığını, tahminleri de zorlaştırdığını belirtelim. Euro Bölgesi’nde yıllık büyüme ilk üç çeyrekte ortalama %1,6 ile görece olumluydu, son çeyreğe ilişkin öncü göstergeler de mevcut seviyelerde büyümenin devamına işaret ediyor. IMF de benzer şekilde 2015’te %2 olan büyümenin 2016’da %1,7’ye 2017’de ise Brexit’in belirginleşen etkileri ve yıl boyu yaşanacak seçimlerin etkisiyle %1,5’e yavaşlamasını bekliyor. Enflasyon tarafında son dönemde hafif bir toparlanma görsek de Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) %2’nin hafif altında olan resmi hedefinin belirgin altındaki seyir sürüyor. Bu çerçevede genel beklenti varlık alımlarının tamamlanacağı Mart 2017’den önce AMB’nin Aralık’ta programın süresini uzatılabileceği yönünde.5 İlk yarıda yıllık %2 büyüyen İngiltere’de Brexit’in ardından büyüme üçüncü çeyrekte de %2,3 ile dirençliydi. Ancak genel beklenti dördüncü çeyrekte görülecek yavaşlama ile yılın %1,8-1,9 civarında bir büyüme ile tamamlanması. Brexit’in etkilerini daha somut görmeye başlayacağımız 2017’de ise büyümenin %1 civarına kadar yavaşlaması bekleniyor. Japonya’da ise ilk yarıdaki –yıllıklandırılmış- %1,4 01 02 03 04 5 Kısaca hatırlatmak gerekirse, AMB’nin aylık varlık alımı 80 milyar euro düzeyinde. En son Aralık 2015’te alınan 6 aylık uzatmayla beraber programın mevcut tamamlanma tarihi Mart 2017. Faizlerde ise AMB Haziran 2014’te negatife çektiği mevduat faizini eksi %0,4’e kadar indirmiş durumda; politika faizi ise sıfırda. 16 Küresel ekonomi civarı büyümenin ardından üçüncü çeyrekte %2,2 büyüme ile görünüm bir miktar daha olumluya döndü. Ancak iyileşme büyük oranda net ihracat katkısından kaynaklanıyor, iç talep katkısı hala oldukça zayıf. 2017 Nisan’ın da yapılması planlanan tüketim vergisi zammının ertelenmesi ve Abe hükümetinin Ağustos ayında ilan ettiği yeni mali önlemlerin 2017’de iç talep kanalıyla büyümeyi desteklemesi bekleniyor. Nitekim IMF, 2017 büyüme beklentisini 0,5 puan artırarak %0,1’den %0,6’ya taşıdı. Ancak enflasyon tarafı belirgin şekilde olumsuz olmayı sürdürüyor; 12-aylık manşet ve çekirdek enflasyon 7 aydır sıfırın altında. Buna başta azalan nüfus olmak üzere çok sayıda yapısal sorun eklendiğinde, Abe hükümeti ve Merkez Bankası üzerinde baskının genişlemeci politikalar yönünde (etkinliğin bariz azalmasına rağmen) devam etmesi muhtemel (Grafik 10). Grafik 10 - ABD, Euro Bölgesi, İngiltere ve Japonya’da GSYH Büyümesi (çeyreksel, %, yıllıklandırılmış) 01 Euro alanı (sol eksen) Amerika Birleşik Devletleri (sol eksen) 6,0 5,0 4,0 3,0 2,0 1,0 0,0 -1,0 -2,0 İngiltere (sol eksen) Japonya (sağ eksen) 20,0 02 15,0 03 10,0 04 5,0 0,0 -5,0 -3,0 -10,0 2010-03 2011-03 2012-03 2013-03 2014-03 2015-03 2016-03 17 Küresel ekonomi GOE’lere dönük iyimser algı genelde sürüyor, ancak ABD seçimleri sonrası oluşan volatilitenin yakından izlenmesi gerekiyor. Büyük merkez bankalarının güvercin duruşu, gelişmiş ülkelerde ultra düşük-negatif faiz oranlarının yatırımcıları GOE’lere yönlendirmesi, – son derece zorlu bir yılın ardından -- bu sene sermaye girişlerinin yeniden canlanması ve son olarak emtia fiyatlarındaki toparlanma, GOE’lerdeki büyüme görünümünü destekliyor. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) Kasım başında yayınlanan raporuna6 göre Çin dışında kalan GOÜ’lere üçüncü çeyrekte net sermaye akımı ikinci çeyrekteki 41 milyar dolardan 66 milyar dolara yükselmiş durumda ki bu, 2014 üçüncü çeyreğinden bu yana en yüksek seviye. 6 Ancak, Trump’ın serbest ticaret karşıtı söylemlerini hayata geçirip geçirmeyeceğine ilişkin belirsizlik, buna ek olarak Trump ile beraber Fed’in önümüzdeki dönemde daha şahin bir duruşa geçmesi olasılığının daha çok dillendirilir – daha da önemlisi fiyatlanmaya başlanmış -- olması önemli bir risk unsuru.7 01 02 03 04 IIF, Capital Flows to Emerging Markets, Kasım 2016 Aşağıda kısaca değineceğimiz gibi 30 Kasım’da OPEC toplantısından sonuç çıkmaması durumunda petrol fiyatlarında yönün tekrar aşağı dönmesi de olumsuz bir başka gelişme olabilir. 7 18 Küresel ekonomi Çin’de büyüme 2016’nın ilk üç çeyreğinde de %6,7 olarak gerçekleşti ve %6,5-7’lik resmi yıl sonu büyüme hedefinin yakalanmasında bir sorun beklenmiyor. Bu anlamda ülkeye dönük büyüme endişeleri son dönemde azaldı. Ancak bunda hükümetin parasal ve mali desteğinin yanında yüksek kredi büyümesinin devam etmesi etkili – ki bu aslında “eski modelin” devamı anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde IMF büyümenin tedrici bir şekilde yavaşlamaya devam etmesini, 2017’de %6,2’ye 2018’de ise %6’ya gerilemesini bekliyor (Grafik 11). Ağustos’ta yayınlanan değerlendirmesinde IMF, Çin’de “yeniden dengelenme”nin 4 eksende (dış, iç, çevresel ve gelir dağılımı) ilerlediğinin altını çizerek, şu aşamada en hızlı mesafenin dış dengelenmede sağlandığını belirtiyor. 2007’de %10 seviyelerinde olan cari fazla/GSYH oranı, %2-3’lere kadar gerilerken, son dönemde net ihracatın büyümeye katkısı sıfır civarlarında. İç dengelenmede de-- talep tarafında ağırlığın Grafik 11 - Çin GSYH Büyümesi (%) Grafik 11 - Çin GSYH Büyümesi (%) 16 15 14 13 12 11 10 9 8 7 6 5 4 3 2 01 02 03 04 yıllık, % 5-yıllık hareketli ortalama 1985 1988 1991 1994 1997 2000 2003 2006 2009 2012 2015 19 Küresel ekonomi yatırımlardan özel tüketime, arz tarafında ise üretimden hizmetlere kaydırılması; kredi büyümesinin dizginlenmesi, kaynak dağılımında verimliliğin sağlanması vb. -- bir ilerleme söz konusu olmakla birlikte; bu çok daha sınırlı.8 Sonuç olarak, otoritelerin yoğun teşvik adımlarıyla büyümede görece istikrarın sağlanması kısa vadede endişeleri azaltsa da artan borçlar ve verimsiz kaynak kullanımı hala ülkede “sert yavaşlama” riskini canlı tutuyor. Bu açından Çin, orta ve uzun vadede küresel ekonomi için en önemli risklerden biri olmayı da sürdürüyor.9 8 Benzer şekilde IMF, dönüşüm sürecinin diğer ayaklarını oluşturan büyümenin daha çevre dostu olması ve eşitsizliklerin azaltılması başlıklarında da ilerlemenin yavaş olduğunu belirtiyor. 9 IMF, 2016 Article IV Consultation Report, Ağustos 2016 Küresel ekonominin geneli düşünüldüğünde önümüzdeki dönemle ilgili en temel risk unsurunun siyaset olduğunu söyleyebiliriz. Brexit ve ABD seçimlerinin ardından Avrupa’da yaklaşan seçimler, popülizmin GE’ler için gittikçe belirgin bir risk faktörü olduğunu gösteriyor. İngiltere’de hükümet AB’den ayrılma başvurusu için Mart sonunu işaret etmişti; ancak yüksek yargının müzakereler için parlamento onayı gerektiğine hükmetmesi, sürece ilişkin belirsizliği iyice artırdı. İtalya’da 4 Aralık’ta yasama sürecini hızlandıracak bazı düzenlemeleri içeren referandumda “hayır” oyu çıkması, Renzi hükümetinin istifası ile sonuçlanabilir; bunun da kırılgan bankacılık sistemi ve ekonominin geneli üzerinde baskıyı artırması kaçınılmaz. 2017’ye baktığımızda; Mart’ta Hollanda’da genel seçimler, Fransa’da Nisan sonu-Mayıs başında Cumhurbaşkanlığı seçimleri (iki turlu), Haziran ortasında ise genel seçimler var. Almanya tarafında ise Mayıs ayına kadar sürecek eyalet seçimlerinin ardından Ekim ayında genel seçimler yapılacak. Kasım ortası itibariyle Trump’ın ekonomi politikalarına dönük belirsizlik hem ABD hem de global gündemin ana maddesini oluşturuyordu. Genel hatlarıyla bakıldığında Trump’ın yaklaşımını iki ana başlıkta ele almak mümkün. Birincisi, altyapı harcamalarının artırılması, buna karşın vergilerin düşürülmesiyle bütçede daha gevşek bir duruşa geçilmesi, buna bankacılık sistemi başta olmak üzere birçok alanda deregülasyonların eşlik etmesi. Analistler bu adımların, ABD’de kısa vadede büyümeyi hızlandıracağını, ancak orta ve uzun vadede yüksek bütçe açıkları ve enflasyonun büyüme görünümü olumsuz etkileyeceğini belirtiyorlar. İkinci başlık ise dış ticarette daha korumacı bir çizgiye geçilmesi. Taraf olunan uluslararası ticari anlaşmalardan çıkılması, Çin başta olmak üzere birçok ülkeye yüksek ithalat vergileri konulması, bunlara göçmen karşıtı politikaların eşlik etmesi. Birçok analist, Trump’ın pragmatist karakterine vurgu yaparak, kampanya dönemindeki bu korumacı söyleminde ısrarcı olmayacağı görüşünde, tersinin ise ABD ve dünya ekonomisi açısından büyük sorun oluşturacağı kanısı hâkim – ki buna katılmamak mümkün değil. 01 02 03 04 20 Küresel ekonomi Nitekim bir ölçüde bu politikaların fiyatlanması sonucu, ABD seçimleri sonrasında piyasalarda çarpıcı hareketler görüldü. Dolar endeksi (DXY) Kasım ortalarında 101 seviyesini aşarak son 13 yılın zirvesine çıkarken, ABD 10-yıllıkları da %2,3 ile yılın en yüksek seviyelerine ulaştı. Benzer şekilde 30 yıllıklar da Aralık’tan bu yana ilk kez %3’e dayanmış durumda. Dolardaki güçlenmeye paralel olarak paritelerde de sert hareketler gördük, EUR/USD paritesi sert bir şekilde gerileyerek Aralık’tan bu yana ilk kez 1,06’nın altını gördü. Trump’ın ABD’de enflasyonu hızlandırarak Fed’i daha şahin bir duruşa zorlaması, siyasi gelişmelerin Euro Bölgesi büyümesini zayıflatacağı endişeleri ve Avrupa Merkez Bankası’nın genişleyici duruşunu sürdürmesi EUR/USD’da aşağı yönlü baskıyı artırabilir. Benzer şekilde Brexit’in ardından kritik 100 seviyesine kadar gerileyen USD/Yen paritesi de yendeki gerilemeye paralel olarak 110’a kadar yükseldi. Brexit sonrası düşük seviyelerin sürdüğü GBP/USD ise Ekim ortasından bu yana 1,20-1,25 bandında seyrediyor. ABD tahvil faizlerindeki yükselişin küresel tahvil faizlerine de yükseliş getirdiği görülüyor (Grafik 12-13). Grafik 12 - Seçilmiş Ülkeler Faiz Oranları (%) Grafik 12 - Seçilmiş Ülkeler Faiz Oranları (%) 8,0 ABD 10-yıllık 7,0 Almanya 10-yıllık 6,0 Fransa 10-yıllık 5,0 İspanya 10-yıllık 4,0 İtalya 10-yıllık 3,0 2,0 01 02 03 04 Grafik 14- IMF Emtia Fiyat Endeksi ve Petrol Fiyatları 1,0 0,0 -1,0 2 Oca 07 2 Ağu 08 2 Mar 10 2 Eki 11 2 May 13 2 Ara 14 2 Tem 16 21 Küresel ekonomi Grafik 13 - ICE Dolar Endeksi (DXY) ve EUR/USD Paritesi Grafik 13 - ICE Dolar Endeksi (DXY) ve EUR/USD Paritesi 102,0 1,04 100,8 1,06 99,6 1,07 98,4 1,09 97,2 1,10 96,0 1,12 94,8 1,14 93,6 1,15 92,4 91,2 ICE Dolar Endeksi (sol eksen) 1,18 EUR / USD (sağ eksen) 90,0 1 Oca 15 1 Haz 15 1 Kas 15 1 Nis 16 1,17 Son olarak EMTİA fiyatlarında ise görece bir toparlanma söz konusu. IMF Emtia endeksi yılın başına göre %12 civarında yükselmiş durumda. Ocak’ta 10 yılın en düşük seviyelerine gerileyen Brent petrol ise 30 Kasım’daki OPEC toplantısında üretimi azaltma kararı alınacağı beklentileri ile Ekim ortasında 50-55 dolar seviyelerine kadar çıktı. OPEC beklentilerinin bu sefer yüksek olmasının nedeni daha önce piyasa müdahalesine karşı olan Suudi Arabistan’ın ekonomik sıkıntılardan kaynaklı bu stratejisini değiştirmesi oldu. Ancak toplantıya ilişkin belirsizlik raporumuzu yayına hazırladığımız esnada devam ediyordu; buna bağlı olarak da fiyatlar bir miktar gerileme ile 45-50 dolar arasında dalgalanıyordu. 01 02 03 04 1,20 1 Eyl 16 22 Küresel ekonomi Diğer yandan anlaşma sağlansa da petrol fiyatlarında çok keskin bir yükseliş beklentisi yok. Dünya Bankası Ekim sonunda yayınlanan raporunda 2017 petrol fiyatı tahminini 53 dolardan 55 dolara çıkardı (ortalama, Brent petrol).10 IMF de arz tarafında kaya gazı üretimi, talep tarafında zayıf küresel büyümenin fiyatları baskılaması, daha uzun vadede ise fosil yakıtlara dönük azalan talep nedeniyle piyasada yeni bir düzey oluştuğu düşüncesinde11 (Grafik 14). Grafik 14- IMF Emtia Fiyat Endeksi ve Petrol Fiyatları 240 210 Brent Petrol (aylık ortalama, varil başına, USD) IMF Emtia Endeksi (Tüm Emtialar) 180 150 120 01 02 03 04 90 60 30 0 2005-01 2006-11 2008-09 2010-07 2012-05 2014-03 2016-01 10 Dünya Bankası, Commodity Markets Outlook, Ekim 2016 11 A “New Normal” for the Oil Market, IMFDirect, Ekim 2016 23 Küresel ekonomi Önümüzdeki dönemde küresel tarafta odaklanacağımız başlıkları ise kısaca şöyle özetlemek mümkün. Her şeyden önce finansal kriz sonrası büyümenin en düşük seviyesine indiği bir yılı bitirip, risklerle dolu bir yıla ilerliyoruz; bu açıdan büyüme görünümü Türkiye’nin de içinde bulunduğu GOE’ler için tam anlamıyla destekleyici değil. Trump’ın ekonomi ajandası kısa vadede en kritik başlık; son sinyaller Trump’ın “popülist” ajandasını hayata geçirmekte ısrarcı olma olasılığının hiç de az olmadığını gösteriyor. Kısa vadede normalleşmeye katkıda bulunsa da, güçlü dolar/ yüksek ABD tahvil faizleri kompozisyonunun devam etmesi küresel büyümeyi bir noktada baskılayabilir. Bunun bir uzantısı, ABD’de enflasyonun hızlanmasına Fed’in daha hızlı faiz artırımlarıyla cevap vermesi sonucu likidite koşullarının ve GOE’lerin olumsuz etkilenmesi – ki bunun işaretlerini kısmen de olsa, almaya başladık. Yukarıda değindiğimiz gibi 4 Aralık’ta yapılacak İtalya referandumu – ve bunun Bölge ekonomisi ve bankacılık sistemin etkisi -- ise bir diğer kritik uğrak. Başbakan Renzi, hayır oyu çıkması durumunda istifa edeceği sinyalini verdi ve elimizdeki son anketler ‘hayır’ kampının önde olduğunu gösteriyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi ‘hayır’ sonucu çıkması ve arkasından gelecek erken seçimlerde AB karşıtı Beş Yıldız Hareketi’nin oylarını yükseltmesi, ülkenin sıkıntılı bankacılık sistemini daha büyük bir risk olarak küresel ekonominin gündemine taşıyabilir. Fransa’da ise aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin yükselişinin AB’nin geleceği perspektifinden şimdiden tartışılır hale geldiği görülüyor. GOE’ler tarafında 30 Kasım’daki OPEC toplantısı da petrol fiyatlarının seyri açısından kritik bir öneme sahip; üreticilerin anlaşmaya varmaları durumunda petrol fiyatlarında yeni bir yükseliş trendinin başlaması, ihracatçı ülkelere olumlu yansıyacağı gibi Türkiye gibi ithalatçı ülke varlıklarını cari açık beklentileri kanalıyla olumsuz etkileyebilir. Çin’de varlığını sürdüren ani duruş riski ise küresel ekonomi açısından takip edilemeye devam edilecek en önemli risklerden birisi. 01 02 03 04 24 Türkiye ekonomisi 01 02 03 04 25 Türkiye ekonomisi Büyüme ve İstihdam Yılın ikinci çeyreğinde başlayan yavaşlama eğiliminin, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında derinleştiği görülüyor. Yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre %4,7’lik büyüme kaydeden GSYH; ikinci çeyrekte %3,1’lik büyüme ile hız kesti. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış veriler de ilk çeyrekteki %0,7’lik (çeyreksel) büyümenin ikinci çeyrekte %0,3’e gerilediğini gösterdi. Dalgalanmalardan arındırmak için 4-çeyreklik hareketli ortama ile baktığımızda çeyreksel büyümenin 2015 sonu/2016 başındaki %1-%1,5 bandından, ikinci çeyrekte %0,8’e belirgin bir ivme kaybı yaşadığını görüyoruz (Grafik 15). 01 Grafik 15 - GSYH Büyümesi (takvim ve mevsimsellik etkisinden arındırılmış, 3-aylık, %) Grafik 15 - GSYH Büyümesi (takvim ve mevsimsellik etkisinden arındırılmış, 3-aylık, %) 7 6 5 4 3 2 1 0 -1 -2 Takvim-mevsimsellik Etkisinden -3 Arındırılmış (3-aylık, sol eksen) -4 4 çeyreklik HO (sağ eksen) -5 -6 -7 2008Ç1 2009Ç2 2010Ç3 2011Ç4 2013Ç1 2014Ç2 2015Ç3 01 02 4 3 2 1 0 02 03 04 -1 -2 -3 -4 26 Türkiye ekonomisi Yılın üçüncü çeyreğinde yavaşlama daha da hissedilir hale geldi. Büyüme ile yakın bir trend izleyen sanayi üretimi, üçüncü çeyrekte, yedi yıl aradan sonra ilk kez daraldı (yıllık %-3,2 arındırılmamış) (Grafik 16). İmalat sanayi PMI’ı (Purchasing Managers’ Index) darbe girişimi sonrası Ağustos’ta 47 ile kriz dönemi seviyelerine indikten sonra Ekim’e kadar kademeli şekilde yükseldi, ancak daralma koşulları sürüyor. Güven tarafında da 15 Temmuz sonrası inişli çıkışlı bir seyir olsa da Ekim itibariyle genel olarak zayıflama söz konusu. TÜİK’in yayınladığı genel Ekonomik Güven Endeksi, Eylül’deki toparlanmanın ardından Ekim’de tekrar düşerek 80,6’ya belirgin gerileme kaydetti ki bu, son bir yıl ortalaması olan 85’in de altında. TUİK’in yayınladığı Tüketici Güven Endeksi kısmen daha dirençli bir görüntü sunarken, Ekim’de 82,8 olan Bloomberg HT tüketici güven endeksi Kasım’da (ön veri) 69,2’ye, yılın en düşük seviyesine geriledi. Grafik 16 - GSYH ve Sanayi Üretimi (yıllık, %) 01 25,0 20,0 02 15,0 10,0 03 5,0 0,0 04 -5,0 -10,0 -15,0 GSYH Sanayi Uretimi -20,0 -25,0 2006Ç1 2007Ç3 2009Ç1 2010Ç3 2012Ç1 2013Ç3 2015Ç1 2016Ç3 27 Türkiye ekonomisi Sonuç olarak bu veriler ışığında yılın üçüncü çeyreğinde GSYH’nin, --çeyreksel olarak-- negatif büyüme kaydetmesi sürpriz olmayacaktır. Beklentilerin gerçekleşmesi durumunda, bu 2012’den bu yana ilk negatif büyüme olacağı anlamına geliyor (verinin 12 Aralık’da açıklanacağını hatırlatalım.) Yılın tamamı için ise dördüncü çeyrek gelişmeleri önemli olacak. Başka bir ifade ile Temmuz ayında yaşanan ciddi şokun ardından, üçüncü çeyrekte daralma büyük oranda beklentiler dahilindeydi. Dördüncü çeyrek performansı ise yılın tamamı için olduğu kadar, 2017 yılı için vereceği sinyal açısından da önem taşıyor. Bizim beklentimiz 4. Çeyrekte görece bir toparlanma olacağı ancak yılın tamamını %2,5 civarı bir büyüme ile kapatacağımız yönünde. İleriye yönelik olarak ise son dönemde büyümede gördüğümüz yavaşlamanın –darbe girişimi, turizm sektöründe yaşanan sıkıntılar, içeride terör ve bölgede jeo-politik riskler gibi— konjonktürel veya dönemsel nedenleri olmakla beraber, büyümede artık yapısal olarak da bir yavaşlama trendine girilmiş gibi gözüküyor. 01 02 03 04 28 Türkiye ekonomisi Yılın ilk yarısında manşet büyümede görece dirençlilik sürse de, büyüme kompozisyonundaki zayıf seyir dikkat çekmeye devam ediyor. Bu zayıf seyir bilindiği gibi son yıllarda büyümenin özel tüketim ve kamu harcamaları üzerinden sağlanması; özellikle özel sektör yatırımlarının ve ihracatın katkısının zayıf (ya da negatif) kalması. Nitekim 2016 yılının ilk yarısında sağlanan 3,9 puanlık büyümeye özel tüketim harcamalarından 4,1’lik bir katkı gelirken; kamu tarafının katkısı ise (yatırım+harcama) 1,6 puan oldu. Aynı dönemde özel sektör yatırımları büyümeden 0,3 puan, net ihracat (ihracat-ithalat) ise 1,8 puan çaldı (Grafik 17). Grafik 17 - Büyümenin Kaynakları (geçen dönemin GSYH’sine % olarak) 10,0 8,0 Özel Tüketim Özel Yatırım Kamu Tük. ve Yat. Stok Değişimi Dış Talep GSYH 6,0 01 02 03 4,0 04 2,0 0,0 -2,0 -4,0 -6,0 2013Ç1 2013Ç3 2014Ç1 2014Ç3 2015Ç1 2015Ç3 2016Ç1 29 Türkiye ekonomisi Diğer yandan büyümenin temel dayanağı olan kredilerdeki veya (özel sektör) borç artışındaki büyüme hızının, görece yavaşladığını görüyoruz. Her ne kadar son dönemde tüketici kredileri kaynaklı bir ivmelenme yaşansa da kredi artış hızı nominal GSYH büyümesini ancak yakalayabiliyor.12 Bu zayıflamanın hem kredi arzı hem de kredi talebi kaynaklı olduğu gözüküyor. Örneğin kredilerin mevduata dönüşme oranlarının %115 seviyelerinde seyretmesi (yani bankaların ana kaynakları olan mevduatların üzerinde kredi vermeye başlamış olmaları), sorunlu kredilerdeki artış; ve Merkez Bankası’nın (sermaye hareketlerinin zayıf seyretmesi dolayısıyla) “kalıcı” likidite yaratamaması, arz tarafındaki sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Diğer yandan genelde borçluluğun yükselmiş olması da, özellikle hanehalkları nezdinde kredi talebini dizginleyen bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Kredi artış hızlarında son dönemde gördüğümüz ivmelenmeye kısaca değinmekte fayda olabilir. Öncelikle gelinen seviyeler halen %10’unun altında (kur etkisinden arındırılmış, 13-haftalık ortalama, yıllıklandırılmış) 2015’in yaz aylarında bu oranlar %20’in üzerine kadar yükselmişti. Diğer yandan artışın asıl sürükleyicisi, başta konut kredileri olmak üzere tüketici kredileri, ticari krediler ise çok daha mütevazi artışlar kaydediyor (bizim hesaplamalarımıza göre Kasım ayı başında tüketici kredileri %15,5 seviyelerinde, ticari krediler ise %7 dolaylarındaydı) (Grafik 18). Ayrıca bankalar bazında baktığımızda özel sermayeli bankaların verdikleri kredi hızlarının oldukça zayıf (%4-5) kaldığını, kredilerdeki asıl artışın kamu bankaları (%18 civarı) tarafından verildiğini görüyoruz. Bu veriler birkaç riskin altını çizmeyi gerektiriyor: Öncelikle ticari kredilerdeki artışın güçlü olmaması önümüzdeki dönem yatırımları ve büyümesi açısından umut verici değil. Bu tabloya ek olarak son dönemde ekonomideki yavaşlamanın işsizlik oranlarında artışa yol açtığı göz önüne alındığında, takipteki kredilerde artış görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Ayrıca kamu bankalarının aldıkları kredi riskinin de önümüzdeki dönemde takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. 01 02 03 04 12 Nitekim TBB’nin “Bankacılık Sektöründe Yılın Üçüncü Çeyreğindeki Gelişmeler” açıklamasında da “kredi büyüme hızının üçüncü çeyrekte yüzde 9’a kadar gerilediği; reel bazda ise durma noktasına geldiği” kaydediliyor. 30 Türkiye ekonomisi Grafik 18 - Toplam Krediler (13-haftalık ortalama, yıllıklandırılmış, kur etkisinden arındırılmış) 70 Toplam Krediler (Mali Kesim Hariç) 60 Tüketici Kredileri 50 40 01 02 Ticari Krediler 30 20 03 04 10 0 -10 -20 -30 5 Oca 07 5 Ağu 08 5 Mar 10 5 Eki 11 5 May 13 5 Ara 14 5 Tem 16 31 Türkiye ekonomisi Orta vadeye döndüğümüzde verimlilik artışlarının yerinde sayması büyüme açısından en temel riski oluşturuyor. Giriş bölümünde değinildiği gibi; istihdam edilen kişi başına üretkenliğimizde son yıllarda bir tıkanma yaşanıyor. Büyüme, verimlilik artışı ile değil, istihdam artışı ile sağlanır durumda. Ancak uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme için verimlilik artışını sağlayacak dönüşümler zorunluluk gibi duruyor. Bu açıdan büyüme trendinde yeniden kalıcı bir ivmelenme için, Türkiye’nin kurumsal göstergelerinde tekrar belirgin bir iyileşme dönemine girilmesi gerektiği -- özellikle yabancı yatırımcılar nezdinde -- kabul görüyor.13 13 Bilindiği gibi 2001 krizi sonrasında hayata geçen bir dizi yapısal reform sayesinde kurumsal dönüşüm başlığında önemli ilerlemeler kaydedilmişti. Bu süreç aynı zamanda ekonomik olarak da yüksek büyüme oranlarının yakalandığı bir dönemdi. Ancak son yıllarda birçok endeks bazında bu reformların duraksadığını hatta geriye dönüşün başladığını gördük. Örneğin Dünya Ekonomik Forumu Rekabet Endeksi ve bileşenlerinin son yıllardaki seyrine bakılabilir. Türkiye’nin dış finansman ihtiyacı yüksek bir ülke olduğu göz önüne alındığında, ülkeye sermaye girişlerini etkileyecek bir başlık olarak bu konunun politika yapıcılar tarafından önemsenmesinin elzem olduğunu düşünüyoruz. Bunun başarılamadığı, özel sektör talebinin, yatırımların ve ihracatın canlandırılamadığı bir ortamda, büyümede kamunun daha fazla rol üstlendiği bir modele kaymak kaçınılmaz olacaktır; bunun da gerek verimlilik, gerekse son döneme kadar Türkiye ekonomisinin güçlü tarafı olan bütçe dengeleri açısından sorun yaratacağını söylemek çok yanlış olmaz kanısındayız. Gerek küresel gerek siyasi ortam düşünüldüğünde 2017 yılı için tahminde bulunmak çok zor olsa da, zayıf büyüme trendinin süreceğini ve yılı %2,5 civarında – Orta Vadeli Program hedefinin (%4,4) oldukça altında bir büyüme ile kapatacağımızı düşünüyoruz. 2017 hem küresel ekonomi hem de yurtiçi gelişmeler düşünüldüğünde halen birçok önemli başlıkta belirsizliklerini koruyor. Bu açıdan ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’un izleyeceği ekonomi politikalarının GOE’ler üzerindeki etkileri, Fed’in faiz artırım takvimi, içeride referandum, anayasa değişikliği, OHAL’in süresi, FETÖ operasyonları, son dönemde AB ile gerilen ilişkiler ve bunun ihracatımız ve turizmimiz üzerindeki etkileri ile bölgesel gelişmeleri, 2017 için takip edilmesi gereken ana risk başlıkları olarak sayabiliriz. 01 02 03 04 32 Türkiye ekonomisi Bizim baz senaryomuz, dışarda Fed’den gelecek faiz artırımlarının dengeli olacağı, petrol fiyatlarında çok sert bir artış (veya düşüş) yaşanmayacağı ve yeni ABD Başkanı’nın seçim söylemlerinden daha ılımlı bir politika izleyeceği yönünde. İç ve dış politika tarafında ise risklerin daha fazla büyümeyeceği şeklinde. Ancak risklerin aşağı yönlü olduğunu, başta Fed’in daha şahin davranacağı bir senaryoda Türkiye’den diğer GOE’ler gibi sermaye çıkışlarının yaşanabileceğini ve bunun kurda daha hızlı bir kayba yol açabileceğini de belirtelim. Ayrıca içeride siyasi taraftaki belirsizlik ve gerginliğin sürmesi yatırımları olumsuz etkilemeye devam edecek, ek olarak AB ile ilişkilerin gerilmesinin özellikle ihracat ve turizm sektörü olmak üzere ekonomiye olumsuz yansımaları olacaktır diye düşünüyoruz.14 Diğer yandan hükümetin büyümeyi desteklemek adına bir dizi önlem almaya çalıştığını görüyoruz. Örneğin özellikle Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın talebi ile konut kredi faizlerindeki indirim, yukarıda bahsettiğimiz gibi tüketici kredilerinde ve konut piyasasında bir canlanma yarattı. Ayrıca kredi kartı taksit sınırının 9 aydan 12 aya çıkarılması, 72 aylık borç yapılandırılmasının getirilmesi, tüketici kredilerinde vadelerin arttırılması, konutta KDV indirimi gibi önlemler de hayata geçirildi. (Ek önlemler üzerinde çalışıldığına dair hükümet tarafından açıklamalar gelmeye devam ediyor.) Ancak, daha önceki raporlarımızda da belirttiğimiz gibi, bize göre yukarıda bahsettiğimiz yapısal sorunların çözümüne dair kapsamlı bir programın hazırlanması, şu an için asıl acil gündem olarak karşımızda duruyor. Büyümedeki yavaşlama bekleneceği gibi işgücü piyasasında da olumsuz etkilerini göstermeye başladı. Ekonomik aktivitenin hız kesmesinin yanı sıra, işgücüne katılımın, son dönemde hız kaybetse de, görece yüksek seyretmesi işsizlik oranında artışa yol açtı (Grafik 19). Mart-Nisan aylarında %9,9 ile yılın en düşük seviyesine geriledikten sonra (mevsimsel etkilerden arındırılmış), bu seviyeden sonra hızlı bir yükseliş kaydetti ve Ağustos itibari ile %11,4 oldu (arındırılmamış olarak %11,3). Aynı dönemde işgücüne katılım 308 bin kişi artarken (mevsimsel etkilerden arındırılmış), istihdamda ise 178 bin kişilik bir azalma yaşandı. 01 02 03 04 Hatırlatmak gerekirse AB ülkeleri ihracat pazarımızın ve turizm sektörümüzün hemen hemen yarısını oluşturuyor. Bunun yanında, AB ile üyelik müzakereleri durdurulmuş bir Türkiye’nin sermaye çekme konusunda da ek sıkıntı yaşaması olası görünüyor. 14 33 Türkiye ekonomisi Sektörel olarak da istihdamı yine hizmet sektörünün sürüklediğini ancak bunun da belirgin şekilde hız keserek Nisan-Ağustos aylarını kapsayan beş aylık dönemde 131 bin kişi (mevsimsel etkilerden arındırılmış) ile sınırlı bir istihdam artışı sağladığını görüyoruz. Aynı dönemde diğer tüm ana sektörlerde ise (sanayi: 71 bin; inşaat: 119 bin; tarım: 119 bin) istihdam azalış kaydetti.15 Önümüzdeki dönem için büyümede yavaşlamanın devam ettiği ve işgücüne katılım oranının ise tekrar azalma trendine girmediği bir senaryoda işsizlik oranında artışın kaçınılmaz olduğu gözüküyor. Grafik 19 - İşsizlik Oranı (%) Grafik 19 - İşsizlik Oranı (%) 15,5 İşsizlik Oranı 14,5 13,5 12,5 İşsizlik oranı (mevsimsel etkilerden arındırılmış) 01 02 03 11,5 10,5 04 9,5 8,5 7,5 6,5 Oca 05 Ağu 06 Mar 08 Eki 09 May 11 Ara 12 Tem 14 Şub 16 Bu konuda detaylı analizler için BETAM’ın İşgücü Piyasası Görünüm raporlarına bakılabilir. 15 34 Türkiye ekonomisi Enflasyon ve Para Politikası Tüketici fiyatları enflasyonu (TÜFE) genelde hedef üstü ve dalgalı bir seyir izlerken, üretici fiyatları enflasyonu (ÜFE) düşük düzeylerini koruyor. Temmuz ayında %8,8 ile tepe noktasına ulaşan yıllık TÜFE; sonrasında kademeli olarak azalarak elimizdeki son veri olan Ekim’de %7,2’ye geriledi. Üretici fiyatları endeksi ise yıllık bazda Temmuz’daki %4’lük tepe noktasından Eylül’de (Nisan 2013’den bu yana en düşük seviyesi olan) %1,8’e azalış kaydetti. Ekim verisi bir miktar yükselmeye (%2,8) işaret etse de ÜFE’nin seyrinden maliyet yönlü baskıların oldukça sınırlı kaldığını görüyoruz (Grafik 20). Grafik 20 - TÜFE ve Yİ-ÜFE Enflasyonu (yıllık, %) 01 TÜFE Enflasyonu (sol eksen) 13,0 Yurtiçi ÜFE (sağ eksen) 11,5 10,0 20,0 16,0 02 03 12,0 8,5 8,0 04 7,0 4,0 5,5 0,0 4,0 -4,0 2,5 1,0 Oca 04 Şub 06 Mar 08 Nis 10 May 12 Haz 14 -8,0 Tem 16 35 Türkiye ekonomisi TÜFE’deki oynaklık ve son dönemdeki gerilemede ana etken gıda fiyatlarıydı. Yıllık gıda enflasyonunun Temmuz-Ekim döneminde, turizm sektöründeki talebin gerilemesi, Rusya’nın uyguladığı ambargo ve hükümetin –özellikle et fiyatlarında—aldığı önlemler ile 4,5 puanlık bir düşüş kaydederek %9,7’den %5,2’ye gerilediğini gördük. (Eylül ayında bu oranın %4,2 olduğunu ve Ekim’de bir miktar artış kaydettiğini hatırlatalım). Ancak bizim hesaplamalarımıza göre gıda dışı enflasyon aynı dönemde %8,6’dan %8’e çok daha sınırlı bir gevşeme göstererek katılıkların sürdüğüne işaret etti (Grafik 21). Gıda fiyatlarının dalgalı bir seyir izliyor oluşu önümüzdeki dönem için belirsizlik yaratsa da; hükümetin Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi aracılığı ile aldığı önlemlerin gıda fiyatlarında yukarı yönlü sert sıçramaları sınırlandıracağı beklentisi hâkim. (Nitekim TCMB’nin Ekim ayında yayınlanan yılın son Enflasyon Raporu’nda, yılsonu gıda fiyatları enflasyonunu %8’den %6’ya çektiğini gördük). Grafik 21 - TÜFE Enflasyonu: Gıda ve Gıda Dışı (12-aylık, %) Grafik 21 - TÜFE Enflasyonu: Gıda ve Gıda Dışı (12-aylık, %) 18,0 Gıda 16,0 01 Gıda Dışı 02 14,0 03 12,0 10,0 04 8,0 6,0 4,0 2,0 0,0 Oca 05 Eyl 06 May 08 Oca 10 Eyl 11 May 13 Oca 15 Eyl 16 36 Türkiye ekonomisi Grafik 22 - Çekirdek Enflasyon ve Döviz Kuru (yıllık, %) TÜFE’deki gerilemeye, gerek baz etkisi gerekse kurun son aylara kadarki görece istikrarlı seyri sayesinde çekirdek enflasyon da eşlik etti. Yılın ilk yedi aylık döneminde %9,7-8,7 bandında seyreden çekirdek enflasyon (I-endeksi), sonrasında düşüş trendine girdi ve Ekim itibari ile %7 seviyesine kadar geriledi (Grafik 22). Ancak, TL’nin son dönemdeki sert kayıpları (raporumuz yayına hazırlandığında kayıplar %15 düzeyinde seyrediyordu), bu olumlu tablonun sona ereceğine işaret ediyor. Ayrıca bu seviyelerin de halen %5’lik hedef ile uyumlu olmaktan oldukça uzak olduğunu hatırlatalım. Zayıf talep koşullarının devam etmesi kurdan fiyatlara “geçişkenliği” sınırlasa da, çekirdek enflasyon tarafında en iyinin geride kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Grafik 22 - Çekirdek Enflasyon ve Döviz Kuru (yıllık, %) 11,0 Çekirdek Enflasyon: I-Endeksi* (sol eksen) Döviz Kuru Sepeti (sağ eksen) 01 30 10,0 25 9,0 20 8,0 15 7,0 10 6,0 5 5,0 0 4,0 -5 3,0 -10 2,0 * Enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içecekler ile tütün ürünleri ve altın hariç 02 03 04 -15 1,0 -20 Oca 05 Eyl 06 May 08 Oca 10 Eyl 11 May 13 Oca 15 Eyl 16 37 Türkiye ekonomisi Hizmet grubu enflasyonu ve ileriye dönük enflasyon beklentileri de yer yer iyileşmelere karşın katılıkların sürdüğüne işaret ediyor. Hizmet grubu enflasyonu sene başındaki %9 düzeylerinden Ekim itibari ile %7,8’lere gerileme gösterse de, halen yüksek seviyelerde seyrediyor. Ayrıca alt kalemler incelendiğinde gerilemenin genele yayılmış olduğunu söyleyemiyoruz. Örneğin gıda fiyatları ve turizm sektöründeki sıkıntıların etkisi ile otel ve restoran fiyatları hizmet grubu enflasyonunun düşüş eğilimine katkıda bulunurken; bu grubun en önemli kalemlerinden kira enflasyonu Ekim itibari ile yıllık %9’a –yılın en yüksek seviyesine-- yükselmiş bulunuyordu. 01 02 03 04 38 Türkiye ekonomisi Benzer şekilde enflasyon beklentileri de halen hedefin belirgin üzerinde seyrediyor ve TÜFE’de son aylarda görülen gevşeme, orta ve uzun vadeli beklentileri pek etkilememiş görünüyor. Nitekim Ekim ayı verilerine göre 12-ay sonraki enflasyon beklentisi son üç aydır %7,6 seviyelerinde yatay seyrederken; 24 ay sonraki enflasyon beklentileri ise %7’nin üzerindeki seviyelerini koruyor (Grafik 23). Bu noktada enflasyonda %5’lik hedefe uyumlu olacak şekilde kalıcı bir gevşemeden bahsedebilmek için; özellikle beklentilerde ve hizmet grubu enflasyonunda gözle görülür bir toparlanma görülmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Grafik 23 - Enflasyon Beklentileri (%) 01 9,5 9,0 12-ay sonrasının TÜFE enflasyonu (%) 8,5 02 24-ay sonrasının TÜFE enflasyonu (%) 8,0 03 7,5 7,0 04 6,5 6,0 5,5 5,0 4,5 4,0 Şub-08 Tem-09 Ara-10 May-12 Eki-13 Mar-15 Ağu-16 39 Türkiye ekonomisi Nitekim Merkez Bankası bünyesinde son dönemde yapılan bir çalışmada da, dolaylı olarak bu katılıkların altının çizildiğini görüyoruz. Ekim ayında yayınlanan son Enflasyon Raporu’nda bu çalışmaya dayanan ilgili kutuda16 atılabilecek bazı – yapısal önemdeki -- adımlar şöyle sıralanıyor: (1) gıda fiyatlarının baskısının azaltılması;17 (2) döviz kurunun çekirdek enflasyon üzerindeki etkisini azaltmak için tasarrufları arttırarak cari açığın düşürülmesi ve “dolarizasyon” ile ithal girdi bağımlılığının azaltılması; (3) vergilerin enflasyona katkısının oynak ve yüksek olması nedeniyle para ve maliye politikalarının eş güdümlü çalışmasının sağlanması; ve (4) birim iş gücü maliyetlerinin enflasyon üzerindeki baskısı nedeniyle verimlilik kazançlarını destekleyecek ve emek piyasasının esnekliğini arttıracak yapısal düzenlemeler. Çalışma ayrıca son 10 yılda enflasyonun yaklaşık 3 puanlık bölümünün ekonomik faktörler ile açıklanamadığını (ki bu da enflasyondaki katılığın bir diğer göstergesi), son 5 yıllık dönemde ise kur ve ücretlerin enflasyon üstündeki belirleyiciliğinin arttığını ortaya koyuyor. 01 02 03 Bütün bunlardan birkaç önemli, ama aynı zamanda pek de olumlu olmayan sonuç çıkarmak mümkün. Her şeyden önce enflasyonda belli bir katılık oluşmuş durumda ve son dönemde kur-ücret-enflasyon kısır döngüsüne yakalanılmış olabileceğine dair bazı işaretler var. Bu da bize enflasyonu düşürmek için çok kapsamlı bir yaklaşıma, bir toplumsal uzlaşıya gerek olduğunu; bunun olmadığı bir senaryoda, enflasyonda kalıcı bir düşüş beklemenin pek mümkün olmadığını söylüyor. 04 Enflasyon Raporu IV-2016; Kutu 3.1. “Son On Yılda Enflasyon Dinamikleri: Tarihsel Bir Muhasebe” sf: 32 [H. Kara, F. Öğünç ve Ç. Sarıkaya] 16 17 Çalışmada, Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi’nin çalışmalarının bu başlıkta atılan önemli adımlardan biri olduğunu belirtiliyor. 40 Türkiye ekonomisi Merkez Bankası, Mart ayında başladığı faiz indirimlerine kurda yaşanan dalgalanmadan ötürü Ekim’de ara verdi; TL’deki sert değer kaybı Kasım toplantısında ise yaklaşık 25 baz puanlık bir faiz artırımı getirdi. Bilindiği gibi TCMB para politikasında “sadeleşme” çerçevesinde Mart ayında faiz koridorunun üst bandı olan gecelik (O/N) borç verme faiz oranında indirimlere başladı ve Ekim ayına kadar (Nisan, Mayıs, Haziran aylarında 50 baz puan, diğer aylarda 25 baz puan olmak üzere) toplam 250 baz puanlık indirim gerçekleştirdi. Ekim ayında ise Banka temelde iki nedenden dolayı --(hem TCMB hem de BDDK’nın adımları kanalıyla) finansal koşullarda yeterince gevşeme yapılmış olması ve döviz kurundaki yükseliş eğilimi—indirimlere ara verdi. Ancak bu esnada kısa vadeli faizlerdeki gevşeme kredi faizlerine sınırlı yansıdı; bunda da büyüme tarafında değinilen hem arz hem talep taraflı faktörler rol oynadı (Grafik 24-25). Grafik 24 - MB Faiz Oranları (basit, %) 14 Borç Alma Borç Verme Politika Faizi (haftalik repo) TCMB Ortalama Fonlama Maliyeti Bankalar Arası Repo/Ters Repo Faiz Oranı 12 10 01 02 03 04 8 6 4 2 0 4 Oca 10 4 Şub 11 4 Mar 12 4 Nis 13 4 May 14 4 Haz 15 4 Tem 16 41 Türkiye ekonomisi Ekim ayı içinde gerek Başkan Çetinkaya’nın konuşmaları gerekse Banka’dan gelen diğer açıklamalar sadeleşmenin sonuna gelindiği ancak henüz tamamlanmadığı şeklinde olsa da, son dönemde – ABD’de Başkanlık Seçimlerinin Trump lehine sonuçlanmasından beri – yaşanan gelişmeler, de facto sadeleşmenin sonuna gelindiğine işaret ediyor. Raporumuz yayına hazırlandığı sırada gerçekleşen Kasım ayı PPK toplantısından ise, politika faizi olan 1-haftalık repo faiz oranda 50, faiz koridorunun üst bandında ise 25 baz puanlık artırım kararı çıktı. Hatırlatmak gerekirse bu aynı zamanda 2014 Ocak ayında yapılan olağanüstü toplantıdan sonra politika faizindeki ilk artırım anlamına da geliyor. Grafik 25 - Kredi Faiz Oranları (%) 22,0 20,0 18,0 İhtiyaç (TL Üzerinden Açılan) Taşıt (TL Üzerinden Açılan) Konut (TL Üzerinden Açılan) Ticari (TL Üzerinden Açılan, 4-haftalık hereketli ortalama) Bankalar Arası Repo/Ters Repo Faiz Oranı 16,0 01 02 03 04 14,0 12,0 10,0 8,0 6,0 4,0 2,0 Oca 12 Eyl 12 May 13 Oca 14 Eyl 14 May 15 Oca 16 Eyl 16 42 Türkiye ekonomisi Bu esnada Banka çeşitli likidite önlemleri ile önce TL piyasasında rahatlama yaratmaya çalıştı; ancak son dönemde bunların yerini – kurda yaşanan sert değer kayıpları dolayısıyla -- döviz likiditesi sağlamaya yönelik önlemler aldı. Bu çerçevede önce zorunlu karşılık oranları ve rezerv opsiyon mekanizmalarında revizyonlar yoluyla piyasaya ilave TL likidite sağlamaya dönük adımlar atıldı. Ancak Banka son olarak faiz artırımı gerçekleştirdiği Kasım toplantısında döviz likiditesinde destek sağlamak amacıyla yabancı para zorunlu karşılık oranlarının tüm vade dilimlerinde indirime gitti ve reeskont kredilerinde vade uzatılmasına veya ödemelerin TL cinsinden yapılmasına izin verdi.18 Kasım ayı toplantısındaki adımlar ile Banka, liradaki zayıflama ve enflasyon dinamikleri konusunda rahat olmadığını göstermiş oldu; ayrıca piyasa beklentilerinin üzerinde adım atarak gerektiğinde harekete geçeceğinin de sinyalini verdi. Bunlar elbette ki faiz artırımına dönük siyasi baskıların arttığı bir dönemde olumlu algılanacak adımlar. Ancak diğer yandan toplantı sonrasında piyasa tepkilerine baktığımızda atılan adımların liradaki değer kaybını engellemeye yeterli olmadığını gördük. Küresel gelişmeleri bir yana koyarsak, siyasi ortamdaki gerginliklerin azaltılması bu konuda en önemli parametre olarak karşımıza çıkıyor. 01 02 03 04 Ayrıntılar için, bkz. TCMB Basın Duyuruları (2016-44; 2016-53; 2016-54; 2016-58; 2016-60; 2016-61). 18 43 Türkiye ekonomisi Maliye Politikaları ve Kamu Borcu Bu yılın ilk 10 ayında bütçe performansında görece zayıflama söz konusu oldu. Geçen yılın aynı döneminde 398 milyar TL olan Merkezi Yönetim gelirleri, bu yıl OcakEkim döneminde 448 milyar TL ile reel bazda (enflasyon etkisinden arındırılmış olarak) %4,4’lük bir artış kaydetti. Ancak aynı dönemde giderlerin 404 milyar TL’den 460 milyar TL’ye reel olarak %5,6 yükseldiğini gördük. Daha önemlisi faiz dışı giderler (reel bazda) %8’lik oldukça yüksek bir artış ile 356,8 milyar TL’den 415,4 milyar TL’ye çıktı. Böylece yılın ilk on aylık döneminde 12 milyar TL civarında bir bütçe açığı ve 32,4 milyar TL civarında bir faiz dışı fazla (FDF) kaydedildi. 2015 yılının aynı döneminde de 6,2 milyar TL bütçe açığı verilmiş FDF ise 41,2 milyar TL olmuştu (Grafik 26). Grafik 26 - Merkezi Yönetim Bütçesi (milyar TL, Oca-Eki toplam olarak) 01 Bütçe Dengesi Faiz Dışı Denge 50,0 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 -10,0 -20,0 -30,0 -40,0 -50,0 Faiz Dışı Denge (IMF Tanımlı) 02 03 04 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 44 Türkiye ekonomisi Bütçe gelişmeleri manşet düzeyde çok alarm verici olmasa da, önceki raporlarımızda da sıkça belirttiğimiz bazı riskleri vurgulamak gerekiyor. Bu risklerin başında trend olarak bakıldığında son dönemde yine vergi gelirlerindeki artışın faiz dışı harcamalardaki artışın oldukça gerisinde kalması ve aradaki makasın açılması geliyor. Dalgalanmalardan arındırmak için 3-aylık hareketli ortalama olarak baktığımızda 2015 Ekim ayından bu yana vergi gelirlerinin artış hızının faiz dışı giderlerdeki artışa oranla düşük seyrettiğini görüyoruz. Elimizdeki son veri olan Ekim ayında, faiz dışı giderlerdeki yükseliş %18,6 ile vergi gelirlerindeki %9,4’lük artışın iki katına ulaşmış durumda. Bunda son aylarda iç talebin yavaşlamasına bağlı olarak özellikle KDV ve ithalden alınan vergilerin zayıflaması (örneğin bu iki vergi kalemi Ekim’de reel bazda geçen yılın aynı dönemine göre sırasıyla %32 ve %16 oranında daralma kaydettiler), buna ek olarak, asgari ücret teşvikleri ve hükümetin ekonomiyi canlandırmaya dönük hamleleri gibi nedenlerle giderler tarafının artış kaydetmesi etkili oldu (Grafik 27). Grafik 27 - Vergi Gelirleri ve Faiz Dışı Giderler (3-aylık hareketli ortalama, 12-aylık, %) 36,0 31,5 Vergi Gelirleri 27,0 Faiz Dışı Giderler 22,5 01 02 03 18,0 13,5 04 9,0 4,5 0,0 -4,5 -9,0 Mar 07 Tem 08 Kas 09 Mar 11 Tem 12 Kas 13 Mar 15 Tem 16 45 Türkiye ekonomisi İkinci bir risk unsuru, bir defaya mahsus gelirler hariç tutulduğunda faiz dışı dengenin artık belirgin şekilde açık verir hale gelmiş olması. Başka bir deyişle Maliye tanımlı faiz dışı denge ile, bundan özelleştirme gelirleri, TCMB kar transferi gibi bir defaya mahsus gelirlerin çıkarılmasıyla hesaplanan IMF tanımlı faiz dışı denge arasındaki fark daha önce hiç olmadığı kadar açıldı. Maliye tanımlı faiz dışı fazla 12-aylık toplam olarak Ekim ayında 21 milyar TL civarında seyrederken IMF tanımlı faiz dışı dengenin Haziran ayından bu yana açık verdiğini, Ekim itibari ile de bu açığın yaklaşık 14 milyar TL seviyesine yükseldiğini gördük (Grafik 28). Farkın bu denli açılmasında (12-aylık toplam olarak) 11,3 milyar TL civarındaki özelleştirme gelirleri, 9,3 milyar TL’lik TCMB kar transferi ve 7 milyar TL’lik faiz gelirleri etkili oldu. Hatırlatmak gerekirse geçmiş yıllara baktığımızda IMF tanımlı faiz dışı denge genelde hep pozitif seyrini korurken, son dönem dışında, sadece 2008 krizi sonrası dönemde negatife döndüğünü görüyoruz. Grafik 28 - Merkezi Yönetim Faiz Dışı Dengesi (milyar TL, 12-aylık toplam) 40 30 Maliye - IMF Farklı (sol eksen) 60 Maliye Tanımlı (sağ eksen) 50 IMF Tanımlı (sağ eksen) 40 01 02 03 30 20 20 04 10 10 0 -10 0 -20 Oca-07 May-08 Eyl-09 Oca-11 May-12 Eyl-13 Oca-15 May-16 46 Türkiye ekonomisi Üçüncü bir risk, faiz dışı giderlerin kontrol edilmesinde yaşanan güçlükler. Daha net bir ifade ile en az global krizden beri faiz dışı harcamaların bütçelenen hedeflerin belirgin şekilde üzerine çıktığını gözlemliyoruz. Bu yıl da benzer şekilde, sene başında 515 milyar TL olarak bütçelenen faiz dışı giderlerin Orta Vadeli Program’a göre yılsonunda 530 milyar TL olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Ancak Ekim ayı itibari ile bu tahminin yaklaşık %80’inin yakalandığı göz önüne alındığında yılsonunda bunun da üzerinde bir rakam görmek pek de şaşırtıcı olmayacaktır. Benzer bir eğilimi OVP’lerde de görüyoruz. Örneğin 2014 yılında yayınlanan OVP 2016-2017 faiz dışı harcama hedeflerini (GSYH’ye oran olarak) %21 civarında öngörürken son üç OVP’de bu oranlar kademeli olarak – ve belirgin şekilde -arttırıldı. Nitekim 2015 yılı Ekim ayında yayınlanan Program’da 2016-2018 dönemi için GSYH’ye oranla %21,5-22,7 bandına yükseltilen bir faiz dışı harcama hedefi gördük; bu yılki OVP’de ise bu oranlar 2-2,2 puan daha artırılarak %23,6-24,7 bandına çekildi (Grafik 29). Grafik 29 - Merkezi Yönetim Faiz Dışı Harcamaları (Program Tanımlı GSYH’ye % olarak) 01 25,0 02 24,5 24,0 03 23,5 23,0 04 22,5 22,0 OVP 2014 Eki 21,5 OVP 2015 Eki 21,0 OVP 2016 Oca 20,5 20,0 2015 OVP 2016 Eki 2016 2017 2018 2019 47 Türkiye ekonomisi Son olarak, kamu harcamalarında saydamlık konusuna özellikle uluslararası kuruluşlar tarafından (IMF, OECD, Dünya Bankası) sıkça dikkat çekildiğini gözlemliyoruz. Son yıllarda finans piyasalarındaki sorunlar ve Türkiye’de hali hazırda uygulama sözleşmesi imzalanmış projelerin büyüklüğü göz önüne alınınca, özel sektörün uzun vadeli finansman konusunda sorun yaşayabileceği ve bunun da kamu kesimi üzerinde ek yükümlülük yaratabileceğine dair kaygılar gündeme geldi19. Hükümet de geçtiğimiz aylarda bazı mega projelere dair kaynak bulmak amacıyla bütçe dışı fon yaratma çalışmalarına başladı ve Varlık Fonu adıyla bu yönde bir adım atılmış oldu. Ancak bu fonlara, kaynakları ve denetlenmeleri konusundaki sıkıntılar nedeniyle uluslararası kurumlar tarafından temkinli yaklaşıldığını görüyoruz. Örneğin 4. Madde kapsamındaki son ziyaretinin ardından yaptığı açıklamalarda IMF, kamu-özel ortaklığı portföyünün ve buna bağlı garantiler ile koşullu yükümlülüklerin oldukça arttığına dikkat çekti. Ayrıca daha merkezi bir kontrol mekanizması ve saydamlığa ihtiyaç olduğunu ve oluşturulan Varlık Fonu’nun uluslararası uygulamalara uyumlu olması gerektiğini belirtti. Dünya Bankası ve OECD’nin de benzer uyarıları çeşitli platformlarda dile getirdiğini görüyoruz. Merkezi Yönetim borç stoku GSYH’ye oranla görece istikrarlı seyrini sürdürüyor. 2015 yılı sonunda 678 milyar TL (GSYH’ye oranla %34,7) olan toplam borç stoku Ekim ayı verilerine göre --465 milyar TL’si iç borç, 260 milyar TL’si dış borç olmak üzere-- 725 milyar TL seviyelerinde bulunuyor. Borcun büyük kısmını (%64’ü) TL cinsi borçlanmanın oluşturduğunu da hatırlatalım. Hazine bu kapsamda Kasım-Aralık aylarında 16 milyar TL iç borç ve 0,7 milyar dolar dış borç ödemesi gerçekleştirerek yılı tamamlayacak. 2017 Finansman Programına göre ise gelecek yıl Hazine’nin toplam 133 milyar TL borç servisi bulunuyor ve bunun için 117 milyar TL’lik yeni borçlanma gerçekleştirilmesi planlanıyor. Bu rakamlar normalde Hazine’nin rahatlıkla çevirebileceği rakamlar bu açıdan sürekli altını çizdiğimiz gibi Türkiye’nin eli görece rahat olmaya devam ediyor. Ancak yukarıda değindiğimiz riskler göz önünde bulundurulduğunda bu, maliye politikasında manevra alanın çok geniş olduğu anlamına da gelmemeli. 01 02 03 04 19 Bu konuda Kalkınma Bakanlığı da sene başında bir rapor yayınladı: Dünyada ve Türkiye’ de Kamu Özel İşbirliği Uygulamalarına İlişkin Gelişmeler 2015 48 Türkiye ekonomisi Ödemeler Dengesi ve Kur Cari açıkta, düşük enerji fiyatlarının desteklediği daralma eğiliminin son aylarda tersine döndüğünü görüyoruz. 12-aylık toplam açık Mayıs ayında 27,6 milyar dolar ile bu yıl içindeki en düşük seviyesini gördükten sonra –Temmuz hariç—artış kaydederek elimizdeki son veri olan Eylül’de 32,4 milyar dolara yükseldi. Bu dönemde enerji açığı düşüşünü sürdürerek cari açıktaki daralmayı desteklemeye devam etse de; çekirdek denge dediğimiz altın ve enerji hariç cari denge daha hızlı bir bozulma kaydederek açığın genişlemesine yol açtı. Nitekim net enerji ithalatı 2015 yılı sonundaki 33,3 milyar dolarlık seviyesinin ardından kesintisiz azalarak Eylül’de 24,7 milyar dolara geriledi; ancak çekirdek açık aynı dönemde 2,8 milyar dolardan 10,9 milyar dolara, son dört yılın en yüksek seviyesine, artış kaydetti (Grafik 30). Grafik 30 - Cari Denge (12-aylık toplam; milyar $) Grafik 30 - Cari Denge (12-aylık toplam; milyar $) 01 20 02 10 0 03 -10 -20 04 -30 -40 -50 Cari Denge -60 Enerji Dengesi -70 Enerji ve Altın Dışı Cari Denge -80 -90 Oca 03 Ara 04 G fik 32 İh t İth l t ( lt Kas 06 Eki 08 ji h i Eyl 10 Ağu 12 Tem 14 Haz 16 ll k %) 49 Türkiye ekonomisi Çekirdek dengedeki bu bozulma, temelde turizm gelirlerindeki zayıflamadan kaynaklandı. Yılın ilk dokuz aylık döneminde ülkeye giriş yapan turist sayısı, Rusya ile olan gerginlik ve içeride terör olayları nedeniyle, geçen yılın aynı dönemine göre %32 düşüş kaydetti ve turizm gelirleri sert şekilde daraldı (Grafik 31). 2015 yılsonunda 21,2 milyar dolar olan net turizm gelirleri, Eylül itibari ile 6,5 milyar dolarlık bir kayıp ile 14,8 milyar dolara, diğer bir deyişle Haziran 2007’den beri en düşük seviyesine geriledi. Turizm gelirlerindeki düşüşün önümüzdeki aylarda da devam etmesi doğal olmakla birlikte turizm mevsiminin geride kalması sebebi ile Ekim ayı sonrasında cari açıktaki artış hızının yavaşlamasının, hatta durulmasının, söz konusu olabileceğini düşünüyoruz. Grafik 31- Turizm Gelirleri ve Turist Sayısı Grafik 31- Turizm Gelirleri ve Turist Sayısı 40.000.000 30.000 35.000.000 25.000 02 20.000 03 15.000 04 30.000.000 25.000.000 20.000.000 15.000.000 10.000.000 5.000.000 01 Ülkeye Gelen Turist Sayısı (kişi, 12-aylık toplam, sol eksen) 10.000 Turizm Gelirleri (net, 12-aylık toplam, milyon USD, sağ eksen) 5.000 0 0 Oca 03 Ara 04 Kas 06 Eki 08 Eyl 10 Ağu 12 Tem 14 Haz 16 50 Türkiye ekonomisi Dış ticaret tarafında da son aylarda bir bozulma görülüyor. TUİK tanımlı dış ticaret verileri Ağustos ayında (12-aylık toplam olarak) 55,7 milyar dolar ile yıl içindeki en düşük seviyesine geriledikten sonra Eylül’de hafif bir yükseliş ile 56,2 milyar dolara çıktı. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın ön verileri de Ekim ayında artışın devam edeceğine işaret ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Türkiye’nin enerji açığı düşmeye devam ederken, net altın ticareti de bu yıl fazla vererek (yine 12-aylık toplam olarak Eylül’de 3 milyar doların hafif üzerinde) dış ticaret açığının genişlemesini sınırladı. Ancak enerji ve altın hariç açıktaki artışın Ağustos-Eylül aylarında görece hızlı bir bozulma kaydettiğini gördük. Nitekim yıllık artış oranlarına baktığımızda da (3-aylık ortalama olarak) Haziran ayından bu yana çekirdek ihracat oranlarının ithalat oranlarının altında kaldığını görüyoruz. Eylül verileri %4’lük ihracat daralmasına karşın ithalat tarafında daha sınırlı (%0,9’luk) bir azalışa işaret ediyor (Grafik 32). Grafik 32 - İhracat ve İthalat (altın ve enerji hariç, yıllık, %) 60 01 40 02 20 03 0 -20 -40 -60 Oca-05 04 Toplam İhracat (altın ve enerji hariç) Toplam İhracat (altın ve enerji hariç, 3-aylık hareketli ortalama) Toplam İthalat (altın ve enerji hariç) Toplam İthalat (altın ve enerji hariç, 3-aylık hareketli ortalama) Ara-06 Kas-08 Eki-10 Eyl-12 Ağu-14 Tem-16 51 Türkiye ekonomisi Önümüzdeki dönemde ekonomideki yavaşlama ve liradaki değer kaybı ithalat tarafını bir miktar sınırlayabilir. Ancak ihracat tarafında da en büyük ihracat partnerimiz olan AB ile ilişkilerdeki gerginlik bir risk başlığı olarak önümüzde duruyor. Bizim beklentimiz 2016 yılının 35 milyar dolar civarı bir cari açık ile tamamlanmasından sonra 2017’de de benzer – hatta bunun hafif üstünde – bir düzeyin gerçekleşmesi. Bu aynı zamanda 2015’deki 32,2 milyar dolarlık (GSYH’ye oranla %4,5’lik) açığın üzerinde bir seviyeye işaret ediyor. 2017 yılında ise turizm gelirlerinde, (güvenlik sorunlarının hafif azalacağı ve Rusya ile görece iyileşen ilişkiler ışığında) mütevazi bir toparlanmaya bekliyoruz; ancak buna karşın net altın ticareti fazlasının önümüzdeki yıl açığa döneceği varsayımı ile cari açık miktarında çok fazla bir değişim olmayacağını düşünüyoruz. 2016 yılının ilk 9 ayı finansman açısından geçen senenin aynı dönemine göre nispeten olumluydu. Ocak ayında 12-aylık toplam bazda 7,8 milyar dolara kadar gerileyen sermaye girişlerinin (finans hesabı) Eylül ayı itibari ile 27,8 milyar dolara yükselmesi dış finansmanın olumlu tarafını oluşturdu. Sene başında 18 milyar dolar civarında bir çıkışa işaret eden (12-aylık toplam) portföy yatırımları, borç senetleri kanalıyla sağlanan sermaye girişleri ile birlikte Eylül’de 4,6 milyar dolarlık bir girişe döndü (sene başından bu yana genel hükümet DİBS ile 4,3 milyar dolar, Eurobond ihracı ile 4 milyar dolarlık borçlanma sağlarken; bankalar ve özel sektör ise sırasıyla 1,3 milyar dolar ve 0,7 milyar dolarlık Eurobond ihracı gerçekleştirdi). Özel sektör uzun vadeli borçlanması (12-aylık toplamda) sene başından bu yana 2,2 milyar dolarlık sınırlı artış kaydederek Eylül itibari ile yaklaşık 13 milyar dolar oldu. 01 02 03 04 52 Türkiye ekonomisi Öte yandan ülkeye gelen doğrudan yabancı yatırımların (DYY) ise belirgin şekilde zayıfladığını görüyoruz. 2015 yılını 12 milyar dolar civarında kapatan DYY’ler Eylül’de (12-aylık toplam olarak) 7 milyar dolara gerilemiş durumda (Grafik 33). Görüldüğü gibi sermaye girişlerindeki artışın büyük oranda portföy yatırımlarının yeniden hızlanmasından kaynaklanması kompozisyonun pek de sağlıklı olmadığına işaret ediyor. Öte yandan uzun vadeli şirket borçlanmasının artması görece olumlu bir gelişme olarak not edilebilir. Grafik 33 - Finans Hesabı: Portföy Yatırımları, Finans Dışı Özel Sektör Borçlanması ve DYY (12-aylık toplam, milyar USD) Finans Hesabı 100.000 Doğrudan Yatırımlar 01 02 90.000 Portföy Yatırımları 80.000 Uzun Vadeli Özel Sektör Borçlanması 03 70.000 60.000 04 50.000 40.000 30.000 20.000 10.000 0 -10.000 -20.000 Oca-08 Haz-09 Kas-10 Nis-12 Eyl-13 Şub-15 Tem-16 53 Türkiye ekonomisi 2015 sonu itibari ile rezervlerde 11,8 milyar dolarlık bir düşüş görmüştük. Eylül itibari ile 12-aylık toplam olarak rezervler halen hafif negatif seyretse (-2,4 milyar dolar) de yılın ilk dokuz aylık döneminde --büyük oranda Rezerv Opsiyon Mekanizması yolu ile-- 5,6 milyar dolarlık rezerv birikimi sağlandı. Kaynağı belli olmayan sermaye akımları (net hata noksan) yoluyla ise Ocak-Eylül döneminde 5,4 milyar dolarlık giriş kaydedildi. Böylece 12-aylık toplam olarak 2015 yılı sonundaki 9,2 milyar dolarlık seviyesinden Eylül’de 2,2 milyar dolara bir gerileme görmüş olduk (Grafik 34). Önümüzdeki dönem için raporlarımızda hep vurguladığımız gibi dış finansman ihtiyacımız – ki bu yüksekçe bir cari açık ve yine yüksekçe bir kısa vadeli borç yükünden oluşan 200 miyar dolarlık veya GSYH’ye oranla %30’a yakın bir rakama denk geliyor – Türkiye ekonomisinin yumuşak karnını oluşturmaya devam ediyor. Bilindiği gibi global ortamdaki – özellikle finansman olanakları ve maliyetleri açısından -- değişimlerden en çok etkilenen ülkelerden biri olmamızın ardında da yatan en önemli faktör bu olarak karşımıza çıkıyor. Grafik 34 - Cari Açık ve Finansman Kalemleri (Oca-Eyl toplam, milyar USD) 70,0 60,0 50,0 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 -10,0 -20,0 -30,0 -40,0 -50,0 -60,0 -70,0 Cari Denge Finans Hesabı Net Hata Noksan Rezerv Varlıklar (- rezerv birimi anlamına gelir) 01 02 03 04 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 54 Türkiye ekonomisi Türkiye’nin kısa vadeli borç stoku (vadeye kalan gün sayısı 365 gün veya az) nispeten istikrarlı seyrediyor. Eylül ayı itibari ile bir yıl içinde ödenmesi gereken borç miktarı 165 milyar dolar civarındaydı (Grafik 35). Buna 35 milyar dolar civarında bir cari açık da eklendiğinde Türkiye’nin finansman ihtiyacının 200 milyar dolar civarında olduğunu bunun da GSYH’ye oranla oldukça yüksek, neredeyse %30’una denk düştüğünü hatırlatalım. Geçmiş yıllara baktığımızda bu rakamın aslında çok da yüksek olmadığını söyleyebiliriz. Ancak gerek küresel piyasalardaki riskler, gerekse içeride siyasi ortamın yarattığı belirsizlik ve liradaki hızlı değer kaybı nedeniyle finansman açısından bizi çok da kolay bir yılın beklemediğini düşündürüyor. Grafik 35 - Kısa Vadeli Dış Borç Stoku: Kalan Vadeye Göre Grafik 35 - Kısa Vadeli Dış Borç Stoku: Kalan Vadeye Göre 120,0 180 01 110,0 170 02 100,0 160 90,0 150 Bankalar (sol eksen) 80,0 140 Finansal Olmayan Kuruluşlar (sol eksen) Toplam (sağ eksen) 70,0 60,0 04 130 120 50,0 40,0 Tem 11 03 110 Tem 12 Tem 13 Tem 14 Tem 15 Tem 16 100 55 Türkiye ekonomisi Son yıllarda lira’daki sert nominal değer kayıplarının reel kur endekslerine, diğer bir deyişle uluslararası rekabet gücümüze, yansımasının nispeten sınırlı olduğunu görüyoruz. TÜFE bazlı Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi’nin (REDK) elimizdeki son veri olan Ekim ayında 98,5 ile 5- veya 10-yıllık uzun vadeli ortalamasının altında seyrettiğini gösteriyor. Ancak aynı endeksin gelişmiş ülkeler bazlı bileşeni ya da Birim İşgücü Maliyeti (BİM) bazlı kur endeksi, reel kurun daha değerli, diğer bir değişle, daha zayıf bir rekabet gücüne sahip olduğuna işaret ediyor (Grafik 36). Özellikle BİM bazlı kurdaki oynaklık oldukça çarpıcı; nominal kurda hızlı değer kaybı sonrasında genelde ücretlerde artış yaşanması BİM endeks bazlı kalıcı rekabet kazanımlarını güçleştiriyor. Bu da bize nominal kurda sert kayıplara rağmen rekabet gücümüzün arzulanan oranda artamadığını gösteriyor. Grafik 36 - Reel Efektif Döviz Kuru: Alternatif Göstergeler (2003=100) 150,0 140,0 Birim İşgücü Maliyeti Bazlı TÜFE Bazlı Gelişmekte Olan Ülkeler Bazlı Gelişmiş Ülkeler Bazlı Yurtiçi ÜFE Bazlı 01 02 03 130,0 120,0 04 110,0 100,0 90,0 80,0 70,0 60,0 50,0 2003Ç1 2005Ç2 2007Ç3 2009Ç4 2012Ç1 2014Ç2 2016Ç3 56 EK: Orta Vadeli Program 2017-2019 01 02 03 04 57 EK: Orta vadeli program 2017-2019 2017-2019 dönemlerini kapsayan Orta Vadeli Program Ekim ayında yayınlandı. Kısa vadede daha yüksek bir cari açık rakamı ve bütçede daha gevşek bir duruşa rağmen daha düşük büyüme oranlarının hedeflere yansıdığı görülüyor. Büyüme tarafında, 2016 büyüme tahmini %4,5’ten %3,2’ye düşürüldü, eldeki veriler bunun bir miktar iyimser olduğuna işaret ediyor. 2017 büyüme hedefi de %5’ten %4,4’e indirildi ki bu da uluslararası kurumların %3-3,5 dolayındaki tahminlerinin belirgin üzerinde. Enflasyonda ise kademeli düşüş beklentisinin – daha da yavaşlayarak da olsa -- sürdüğü görülüyor. 2016 yılsonu tahmini %7,5 olarak korunurken; 2017 hedefi ise %6’dan %6,5’e yükseltildi. %5’lik hedefe ise 2018’de ulaşılması bekleniyor. Yeni OVP’de cari açık/GSYH oranı tahmini 2016 yılı için %3,9’dan %4,3’e yükseltilirken, 2017 ve 2018 hedefleri sırasıyla %3,7 ve %3,5’ten yine sırasıyla %4,2 ve %3,9’a yukarı yönlü revize edildi. Bunda petrol fiyatlarındaki kısmi yükseliş beklentisinin yanı sıra turizm gelirlerinin zayıf seyrini sürdürmesi ve küresel talepteki düşüklüğün ihracatı baskılaması beklentisi etkili. Son yıllarda OVP’lerde görülen sapmaların boyutunun arttığı, orta vadeli hedeflere ulaşmakta ise çok net zorlanıldığı göz önünde bulundurulduğunda, önümüzdeki dönemde daha detaylı analizler yapılarak bu sapmaların nedenlerin tartışılmasının -- raporların “kredibilitesi” açısından -- önem taşıdığını belirtmek gerekiyor. 20 01 02 03 04 Bütçe tarafında %2’lik sınırın altında kalma hassasiyeti korunmakla beraber son yıllardaki gevşeme eğilimi de sürdürülüyor; 2016 yılı için daha önce %1,3 olarak öngörülen bütçe açığı/GSYH oranının biraz aşılarak yılı %1,6 seviyesinde kapatacağı tahmin ediliyor. Kısılamayan harcamalara ek olarak, asgari ücret desteğinin 2017’de de devam edeceği ve genel olarak hükümetin destek ve teşvik adımları göz önüne alındığında bu hedeflerin yakalanıp yakalanamayacağı yakından izlenecek. 20 Son OVP ve genel olarak OVP’ler ile ilgili detaylı bir çalışma için bkz. Bir İtibar Unsuru Olarak Orta Vadeli Plan ve Maliye Politikası, Emin Dedeoğlu, TEPAV, Ekim 2016 58 EK: Orta vadeli program 2017-2019 Orta Vadeli Program: Temel Ekonomik Göstergeler 2016 (1) GSYH Büyümesi (2) 2017 (3) (1) (2) 2018 (3) (1) (2) 2019 (3) (1) 4,0 4,5 3,2 4,5 5,0 4,4 5,0 5,0 5,0 5,0 4,6 4,3 4,3 4,7 4,5 4,2 5,0 4,2 4,6 4,5 -0,6 0,2 -1,1 -0,2 0,5 0,2 0,0 0,8 0,4 0,5 2.141 2.207 2.148 2.376 2.489 2.404 2.640 2.770 2.686 2.987 694 736 726 732 796 756 800 854 815 884 … 9.364 9.243 … 10.030 9.529 … 10.659 10.164 10.926 6,5 7,5 7,5 5,5 6,0 6,5 5,0 5,0 5,0 5,0 10,3 10,2 10,5 10,2 9,9 10,2 9,9 9,6 10,1 9,8 -15,4 -29,7 -34,6 -14,8 -25,0 -46,9 -11,1 -23,1 -44,3 -40,1 -0,7 -1,3 -1,6 -0,6 -1,0 -1,9 -0,4 -0,8 -1,6 -1,3 39,6 26,3 16,9 44,2 34,0 10,6 51,9 39,9 17,7 32,4 GSYH'ye % oran olarak 1,8 1,2 0,8 1,9 1,4 0,4 2,0 1,4 0,7 1,1 Cari Denge (milyar USD) -34,0 -28,6 -31,3 -34,4 -29,3 -32,0 -35,2 -29,9 -31,7 -31,2 GSYH'ye % oran olarak -4,9 -3,9 -4,3 -4,7 -3,7 -4,2 -4,4 -3,5 -3,9 -3,5 Altın Hariç Cari Denge (GSYH'ye % oran olarak) -4,7 -3,8 -4,8 -4,3 -3,6 -4,2 -4,0 -3,4 -3,8 -3,5 -66,3 -55,2 -54,9 -69,6 -67,2 -60,7 -73,1 -71,8 -66,9 -68,7 Enerji İthalatı (milyar USD) 39,2 33,0 27,5 42,5 43,7 32,0 48,6 51,6 37,0 41,3 Turizm Gelirleri (milyar USD) 28,6 27,0 18,6 30,6 29,4 23,5 32,1 31,8 27,0 27,7 TL/USD (bizim hesaplamamız) 3,09 2,999 2,959 3,25 3,127 3,180 3,30 3,244 3,296 3,379 Petrol Fiyatları-Brent (USD/varil) 57,6 39,7 43,3 58,3 46,8 50,7 58,1 51,4 53,5 55,6 İç Talebin Katkısı (stoklar dahil) Dış Talebin Katkısı GSYH (milyar TL) GSYH (milyar USD) Kişi Başına Milli Gelir (GSYH, Dolar) TÜFE Yıl Sonu % Değişme İşsizlik Oranı (%) Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi (milyar TL) GSYH'ye % oran olarak Merkezi Yönetim Faiz Dışı Denge (milyar TL) Dış Ticaret Dengesi (milyar USD) 01 02 03 04 Bilgi İçin: 1 = OVP Ekim 2015; 2 = OVP Ocak 2016 (revize Ekim 2015 OVP’si); 3 = OVP Ekim 2016 59 Deloitte Türkiye İstanbul Ofisi Deloitte Values House Maslak No1 34398 İstanbul +90 (212) 366 60 00 Ankara Ofisi Armada İş Merkezi A Blok Kat:7 No:8 Söğütözü, Ankara 06510 +90 (312) 295 47 00 İzmir Ofisi Punta Plaza 1456 Sok. No:10/1 Kat:12 Daire:14 - 15 Alsancak, İzmir +90 (232) 464 70 64 Bursa Ofisi Zeno Center İş Merkezi Odunluk Mah. Kale Cad. No:10 d Nilüfer, Bursa +90 (224) 324 25 00 www.deloitte.com.tr Çukurova Ofisi Günep Panorama İş Merkezi Reşatbey Mah. Türkkuşu Cad. Bina No:1 B Blok Kat:7 Seyhan, Adana +90 (322) 237 11 00 /deloitteturkiye /company/deloitte-turkey /deloitteturkiye /instagram.com/deloitteturkey Deloitte; İngiltere mevzuatına göre kurulmuş olan Deloitte Touche Tohmatsu Limited (“DTTL”) şirketini, üye firma ağındaki şirketlerden ve ilişkili tüzel kişiliklerden bir veya birden fazlasını ifade etmektedir. DTTL ve üye firmalarının her biri ayrı ve bağımsız birer tüzel kişiliktir. DTTL (“Deloitte Global” olarak da anılmaktadır) müşterilere hizmet sunmamaktadır. DTTL ve üye firmalarının yasal yapısının detaylı açıklaması www.deloitte.com/about adresinde yer almaktadır. Deloitte, denetim, danışmanlık, finansal danışmanlık, risk yönetimi, vergi ve ilgili alanlarda, birçok farklı endüstride faaliyet gösteren özel ve kamu sektörü müşterilerine hizmet sunmaktadır. Dünya çapında farklı bölgelerde 150’den fazla ülkede yer alan global üye firma ağı ile Deloitte, müşterilerinin iş dünyasında karşılaştıkları zorlukları aşmalarına destek olmak ve başarılarına katkıda bulunmak amacıyla dünya standartlarında yüksek kaliteli hizmetler sunmaktadır. Deloitte, 225.000’i aşan uzman kadrosu ile kendini iz bırakan bir etki yaratmaya adamıştır. Deloitte, her 5 Fortune Global 500® şirketinden 4’üne hizmet vermektedir. Bu belgede yer alan bilgiler sadece genel bilgilendirme amaçlıdır ve Deloitte Touche Tohmatsu Limited, onun üye firmaları veya ilişkili kuruluşları (birlikte, “Deloitte Network” olarak anılacaktır) tarafından profesyonel bağlamda herhangi bir tavsiye veya hizmet sunmayı amaçlamamaktadır. Şirketinizi, işinizi, finansmanınızı ya da mali durumunuzu etkileyecek herhangi bir karar ya da aksiyon almadan, yetkin bir profesyonel uzmana danışın. Deloitte Network bünyesinde bulunan hiçbir kuruluş, bu belgede yer alan bilgilerin üçüncü kişiler tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir. © 2016. Daha fazla bilgi için Deloitte Türkiye (Deloitte Touche Tohmatsu Limited üye şirketi) ile iletişime geçiniz.