uluslararası hukuk ı kısa özet kolayaof

advertisement
DİKKATİNİZE:
BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK
OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR.
ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU
ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN
GÖREBİLİRSİNİZ.
ULUSLARARASI
HUKUK
I
KISA ÖZET
KOLAYAOF
ULUSLARARASI HUKUK-I
2
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 2
ULUSLARARASI HUKUK-I
İÇİNDEKİLER
1. ÜNİTE- Tarihsel Gelişim ve Kuram……………………………………………………………………..………..…4
2. ÜNİTE-Uluslararası Hukukun Kaynakları…………………………………..……………………………………8
3. ÜNİTE-Uluslararası Andlaşmalar.... ...............................................................................11
4. ÜNİTE-Uluslararası Hukukta Kişilik.................................................................................18
5.ÜNİTE-Uluslararası Teşkilatlar............. ……………….…..........................................................21
6. ÜNİTE-Uyuşmazlıkların Barışçıl Çözüm Yolları………………………………………………..…………...23
7. ÜNİTE- Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı..............................................................27
8. ÜNİTE- Devletin Yargı Muafiyeti ve Diplomatik İmtiyaz ve Muafiyetler…………...............29
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 3
3
ULUSLARARASI HUKUK-I
1. Ünite – Tarihsel Gelişim ve Kuram
ULUSLARARASI HUKUKUN TANIM VE KAPSAMI
Tanım ve Temel Kavramlar
Uluslararası hukuku ihtiyatlı bir tanımla, ‘uluslararası hukuk kişileri arasındaki ilişkileri
düzenleyen ilke ve kurallar’ olarak belirleyebiliriz. Bu tanımı ‘ihtiyatlı’ olarak nitelemenin
nedeni, uluslararası hukuk hakkındaki farklı yaklaşımlardan herhangi birisinin tarafını
tutmaması ve genelliği itibariyle kapsayıcı olmasıdır. Üstelik verdiğimiz tanımda ‘uluslararası
hukuk kişiliği’ anahtar kavram olarak ortaya çıkar ve bizzat bu kavram da tanımlanmaya
muhtaçtır.
Uluslararası hukuk kişiliği: Uluslararası hukukta hak ve yükümlülük sahibi olabilmek, uluslar
arası hukuk mekanizmalarını harekete geçirebilmek için sahip olunması gereken nitelik.
Genel kabul, devletlerin, uluslar arası örgütlerin ve kısmende özel kişilerin uluslararası hukuk
kişiliğine sahip olduğudur.
Uluslararası Hukuk, Hukuk mudur?
Uluslararası hukukun sahip olduğu bazı özellikler yanında, devletlerarasındaki ilişkilerin
özellikle uluslararası toplulukta öne çıkan ve kamuoylarında tartışma yaratan bazı örnekleri,
uluslararası hukukun ‘hukuk’ adını almayı hak etmediği, bu düzlemde ‘hukuk’un değil ‘güç’ün
söz konusu olduğu iddialarının sıkça dile getirilmesine neden olmaktadır. Bazı devletlerin
uluslararası siyasette hâkim durumda olmaları ve bazı eylemlerinin uluslararası toplumun bir
kısmı açısından ‘gayrı adil’, ‘gayrı meşru’ ve ‘hukuka aykırı’ görülmesine ek olarak bir hukuk
düzeninden belki de en çok beklenen hukuka aykırılık mekanizmalarının, başka bir ifadeyle
yaptırım mekanizmalarının etkin bir şekilde işletilemediği görüldüğünde, bu tip iddiaların
cazibesine kapılmamak güçtür. Böyle bir yaklaşımın sadece siyasetçilere ve medyadaki
tartışmalardan etkilenen bireylere ait olmadığını da söylememiz gerekiyor. Özellikle hukuk ve
hukuki sorunlar üzerine yoğunlaşmış hukuk filozoşarının bir kısmının da uluslararası hukuku
‘hukuk’ olarak görmediğini söylemeliyiz. Bu filozoşar, özellikle iç hukuku bir ölçüt olarak
kullanır ve hukuku; iktidar, iktidarın çıkardığı kurallar, kurallara eklenmiş yaptırımlar, etkin bir
yargılama mekanizması ve yargı kararlarının yerine getirilmesi, yani yaptırımların
uygulanması olarak görürler.
Uluslararası Hukukun Kapsamı
Uluslararası hukuk, önceleri, Avrupalı devletlerarasındaki diplomatik ilişkiler, savaş ve bazı
egemenlik sorunları hakkındaki kuralların incelenmesiyle sınırlıydı. Ancak uluslararası
ilişkilerdeki gelişim süreciyle birlikte, çok daha geniş ve karmaşık sorunlar uluslararası
hukukun ilgi alanına girmiş bulunmaktadır. Devletler doğa bilimlerindeki ve teknolojideki
gelişmeye paralel olarak pek çok konuda eskisine oranla daha fazla iş birliği yapma ihtiyacı
hissetmekte, bu amaçla uluslararası örgütler kurmaktadır. Yine pek çok sorun, ulusal düzeyde
çözülmemekte, devlet faaliyetleri ülke topraklarını aşabilmektedir. İletişim, ticaret, ekonomi,
finans, çevre, kalkınma gibi konular salt ulusal olmaktan çıkmıştır. Uluslararası göç,
mültecileri ve sığınmacıları uluslararası bir sorun haline getirmiştir. Uluslararası güç
dengelerinin sürekli değişiyor olması, devletlerin karşılıklı bağımlılığını göstermektedir.
TARİHSEL GELİŞİM VE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR
Uluslararası hukuku farklı toplumların birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgili kurallar şeklinde ele
alacak olursak, tarihsel incelemeyi çok eski dönemlerden başlatmak olanaklı olur. Yapılan
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 4
4
ULUSLARARASI HUKUK-I
arkeolojik ve tarihsel çalışmalar, bu türden kuralların tarihin her döneminde varolduğunu, en
azından birbirleriyle ilişkiye giren toplumların bazı kuralların varlığını iddia ettiğini açıkça
göstermektedir. Avrupa tarihinde uluslar arası hukukun, Roma İmparatorluğu’nda vatandaş
olmayanlarla ilgili hukuka karşılık olarak kullanılan ius gentium -kavimler hukuku- kavramına
dayandırılmasına sıkça rastlanır. Bu yaklaşımda haklılık payı yok da değildir. ‘Uluslararası
hukuk’ olarak kullandığımız ifadenin İngilizce’de (international law) J. Bentham tarafından 18.
yüzyılda ilk defa kullanılmasına kadar ius gentium -kavimler hukuku- ifadesinden türetilen ve
Türkçede ‘milletler hukuku’ olarak dile getirilebilecek kavramlar (İng. law of nations)
kullanılıyordu. Hâlen bazı Avrupa dillerinde aynı deyim kullanılmaya devam etmektedir (ör.
Alm. Völkerrecht). Ne var ki günümüzdeki uluslararası hukuk, ilk örneklerini Avrupa’da
gözlemlediğimiz, etnik açıdan nispeten homojen veya homojenleştirilmiş bir nüfusa sahip,
seküler -yani Kiliseden bağımsızlaşmış-, merkezi iktidarın ülke topraklarında tartışmasız
otorite sahibi olduğu, tek bir hukukun geçerli olduğu, tek bir ordunun ve merkeze bağlı kolluk
kuvvetlerinin görev yaptığı modern devletlerin veya ulus devletlerin ortaya çıkmasından
sonraki döneme dayanır. Bu devletler en güçlü hâlleriyle 18. ve 19. Yüzyıllarda ortaya
çıkmışsa da gerek modern devletlerin ortaya çıkışı gerekse modern uluslararası siyasal
ilişkilerin belirleyicisi olması açısından, 1648 tarihli Westphalia Barış Andlaşması bir kırılma
noktası oluşturur. Bu belirleme modern uluslar arası hukuku yaklaşık 350 yıllık bir gelişmenin
ürünü kılarsa da aşağıda da göreceğimiz gibi, son elli yıldaki gelişmeler uluslararası hukukta
büyük değişime neden olmuştur. Tarihsel gelişimin kaydettiği değişimleri daha iyi
izleyebilmek amacıyla, uluslar arası hukuku iki dönemde incelemek yerinde olacaktır. Birinci
dönem, 1648’ten I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemi, ikinci dönem ise I. Dünya Savaşı
sonrasını kapsar. İlk dönem kuramsal açıdan uluslararası hukukun ‘klasik dönem’i, ikinci
dönem de ‘modern dönem’i olarak isimlendirilebilir.
Klasik Dönemde Uluslararası Hukuk
1648 Sonrası Avrupa’da Devletler Arası İlişkiler ve Hukuk
1618-1648 arasında Avrupa’da yaşanan savaş ve karmaşa hâli ‘Otuz Yıl Savaşları’ olarak anılır.
Savaş, ilk bakışta Katolik Alman devletleri ile Protestan Alman devletleri arasındaki mezhebe
dayalı bir mücadeledir. Ne var ki mezhep çatışmasının yanında, Protestanlar kadar Katolik
prensler de Kilisenin otoritesinden kurtulmayı amaçlıyorlardı. Dolayısıyla taraflar bir yandan
birbirleriyle diğer yandan da Kilise ile mücadele ediyorlardı. Savaşlarda Fransa, İspanya,
Danimarka, Hollanda ve İsveç gibi yeni ve eski güçlerin de çıkarları çatışıyordu. 30 Yıl
Savaşları, 1648 tarihli Westphalia Barış Andlaşmasıyla sonlandı. Andlaşma, Avrupa’da Fransız
devrim savaşlarından önceki en büyük savaşı sonlandırmaktan çok daha büyük önem taşır.
Andlaşmayla sonuçlanan konferans öncekilerden farklı olarak dinî nitelikte değildir. Kilisenin
gücü hem temsil açısından zayışamış hem de Katolikliğin yanında Protestanlık ve Kalvinizm
de meşruiyet kazanmıştır. Almanya’nın prenslikleri 300 kadar devlet olarak uluslararası
siyaset sahnesine çıkmıştır. Sander’in deyimiyle, Westphalia Barışından sonra “çeşitli ve çok
sayıda devletin uluslararası sisteme katılması ve değişik din ve mezheplerin yan yana
yaşaması, [artık] Avrupa’da normal karşılanacaktır” (Sander 2005, s. 101). Andlaşma, bütün
tarafların Andlaşmanın hükümlerini diğerlerine karşı korumayı gerektiren kolektif bir
güvenlik sistemi kurmuştur. Bu güvenlik sistemiyle ilgili hükümler hiçbir zaman hayata
geçmemişse de Avrupa’yı bir süreliğine nispeten rahat ettirecek bir güç dengesinin
yaratıldığını söylemek mümkündür. Nitekim bu dönemde Avrupa’daki devletlerarasındaki
dengeye dayanan ilişkiler, Avrupa Kamu Hukuku adı verilen bir tür uluslar arası hukuk
düşüncesinin ve uygulamasının ortaya çıkmasına neden olur. Her ne kadar Kilise Avrupa
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 5
5
ULUSLARARASI HUKUK-I
siyasetinde artık ağırlığını kaybetmişse de Katolik akılcı doğal hukuk düşüncesi, devletlerin
haklarına ve birbirlerine karşı yükümlülüklerine dair daha önce varolmayan bir algı
yaratmıştır.
Avrupalı Olmayan Devletlerle İlişkiler
15. yüzyılda Portekiz ve İspanya ile başlayan sömürgecilik, kısa sürede Hollanda, Fransa ve
İngiltere’nin de katılımıyla Avrupalı devletlerin dünyanın geri kalan kısmını paylaşma
mücadelesine dönüşmüştür. Sömürgecilik, uluslararası hukuk açısından önemli sonuçlar
doğurmuştur. Öncelikle sömürgeleştirme sürecinde Avrupalı devletler her açıdan
kendilerinden farklı topluluklarla karşılaşmıştır. Sömürgeciliğin ilk dönemlerinde bu
karşılaşma, Amerikan yerlilerinin insan olup olmadıkları, dolayısıyla hukuki ve siyasi
haklarının olup olmadığı tartışmalarına bile neden olabilen bir şaşkınlık yaratmıştır. Bu
şaşkınlığın sonucunun yerliler açısından en hafif nitelendirmeyle ‘trajik’ olduğu da bir
gerçektir. Avrupalılar ilk başlarda güç yetirebildikleri durumda karşılaştıkları bu ‘tuhaf’
toplulukları köleleştirmişler ve topraklarını istila etmişler, aksi durumda ise siyasal varlıklarını
tanıyarak ticari ilişkiler kurmuşlardır. Sanayi Devriminin Avrupalı devletleri ekonomik ve
askeri açıdan dünyanın hâkim güçleri yapmasıyla, ‘beyaz adam’ın üstünlüğü uluslar arası
ilişkilere de damgasını vuracaktır. 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde, uluslar arası hukuk
sistemi, Avrupalı beyaz adama ait bir sistemdir ve Avrupalı olmayan devletler bu sisteme
dâhil olabilmek, yani Avrupalı devletlerle eşit muameleye tabi olma iddiasında bulunabilmek
için, öncelikle ‘uygar’ olduklarını kabul ettirmek zorunda kalacaklardır.
Klasik Dönemde Kuram
Klasik dönemde uluslararası hukuka getirilen kuramsal yaklaşımlar çeşitli sınıflandırmalar
altında sunulmaktadır. Bu sınıflandırmalardan biri, doğal hukukçu ve pozitivist görüşler
arasında yapılan ayrımdır. Bu sınıflandırma sadece uluslararası hukuk açısından değil, genel
olarak hukukla ilgili olarak yapılır. Aşağıda kısaca değineceğimiz akım ve kişiler ise,
uluslararası hukuk hakkında özel olarak görüş belirtmiş olanlardır. Bu dönemde ortaya
koyulan kuramsal yaklaşımların dikkat çeken bir özelliği, kuramcıların görüşlerini salt bilimsel
veya felsefi çalışmalar çerçevesinde değil, uluslararası alanda çıkan sorunlar üzerine, özellikle
de mensubu bulundukları devletlerin çıkarları açısından dile getirmiş olmalarıdır. Ne var ki bu
düşünürlerin salt kendi devletlerinin çıkarlarını meşrulaştırma amacını taşıdıklarını söylemek
de abartılı bir ifade olur.
Klasik Dönemde Uluslararası Hukuktaki Gelişmeler
Klasik Dönem açısından, devletlerarası ilişkilerin bir hukuka ve düzene bağlı olarak
yürüdüğünü söylemek mümkün değildir. Ancak bu dönemde uluslararası hukukun bazı temel
ilke ve kuralları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Devletlerin ülke toprakları üzerinde
egemenliğe ve yargılama yetkisine sahip bulunduğu ilk yerleşen ilkelerdir. Bunun yanında
açık denizlerin tek tek devletlerin egemenliğinde olmadığı, devletlerin yabancı devletlerin
yargılamasından bağışık olduğu, pacta sunt servanda -ahde vefa- çerçevesinde devletlerin
diğer devletlerle yaptığı andlaşmalara bağlı kalmaları gerektiği, yabancıların kişisel ve mali
açılardan tabi oldukları devletçe korunabileceği gibi ilkeler de devletlerarasındaki
uygulamalarda ve uluslararası hukuk incelemelerinde genel kabul görmüştür. Diplomatik ve
konsolosluk ilişkilerine ilişkin bazı kuralların da bu dönemde geliştiğini eklemek gerekiyor.
Klasik Dönemde uluslararası hukukun temel özelliklerinden biri, yukarıda da değindiğimiz
egemenlik kavramı çerçevesinde devletlerin diğer devletlere karşı güç kullanımı konusunda
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 6
6
ULUSLARARASI HUKUK-I
kuramsal veya uygulama açısından bir sınırın kabul edilmemiş olmasıdır. Her ne kadar doğal
hukukçu düşünürlerin geliştirdiği haklı savaş kuramı devletlerin savaş ilan edebilmesi için
meşru müdafaa, bir zarara maruz kalma vs. gibi bazı koşulların varlığını aramışlarsa da
pozitivistlerin devlet iradesini öne çıkaran görüşlerinin kabul edilmesiyle Klasik Dönemin son
dönemlerinde devleti sınırlayacak bir neden kalmamıştır.
Modern Dönemde Uluslararası Hukuk
Birinci Dünya Savaşı Sonrası Devletler Arası İlişkiler ve Hukuk
Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’daki dengeleri değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası
hukuk sisteminde de esaslı bir değişikliğe yol açar. Versay Andlaşması’nın 231. maddesiyle
savaşın sorumlusu ilan edilen Almanya, topraklarının bir kısmını kaybetmenin yanında savaş
tazminatı ödemek durumunda bırakılacaktır. Savaş sonrasında Avrupalı devletlerin dünya
siyasetinde sahip olduğu güç nispeten azalacak, Amerika Birleşik Devletleri yeni bir güç
olarak ortaya çıkacaktır. Üstelik 1917’deki devrimle bir süreliğine kendi içine kapanan
Sovyetler Birliği de bir süre sonra önemli bir güç olacaktır.
Milletler Cemiyeti
Versay Andlaşması’nın bir sonucu, uluslararası siyasette ve uluslararası hukuk düzeninde
devrimsel bir adım olan Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıdır. 1920’deki ilk genel kurulunu 41
devletin katılımıyla gerçekleştiren Cemiyet’in kuruluş amacı, uluslararası barış ve güvenliği
sağlamak, savaşın engellenmesi için bazı yükümlülükler getirmek, uluslararası
uyuşmazlıkların uzlaşmayla çözümünü sağlamak olarak belirtilmiştir. Modern uluslararası
hukuk kurumlarının ilk örneklerini bünyesinde barındıran Cemiyet, İkinci Dünya Savaşı’nın
çıkmasını engelleyememiş olmasıyla, 1946’da varlığını sona erdirmiştir.
İkinci Dünya Savaşı Sonrasındaki Gelişmeler
Milletler Cemiyeti sistemi, İkinci Dünyası Savaşı’nın çıkmasını engelleyememiştir. Nazi
Almanyası ancak çok büyük bir vahşetin işlenmesinin arkasından durdurulabilmiştir. Savaşta
Alman ve Japon kentleri yoğun şekilde bombalanmış, siviller büyük zarar görmüştür. Savaşı
bitiren hamle, 20. yüzyılın en büyük acılarından birinin yaşanmasına neden olmuştur:
Amerika Birleşik Devletleri’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombaları neden olduğu
ölümlerin ve sakatlanmaların yanında, nükleer silah kullanımının yegâne örneğini
oluşturmuştur. Nüremberg ve Tokyo’da kurulan uluslararası mahkemeler, savaş suçlularını
yargılamıştır. Savaş suçlularının yargılanması her ne kadar önemli bir gelişme olarak görünse
de mahkemeler sadece mağluplar safındaki suçlular için kurulmuştur.
Birleşmiş Milletler
Günümüz uluslararası hukuk sistemi, Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında somutlaşmıştır.
Savaşın atom bombalarıyla bitirilmesinden yaklaşık bir buçuk ay önce imzalanan BM Şartı,
1945 Ekiminde yürürlüğe girmiştir. BM’nin temel hedefi, uluslar arası ilişkilere hukuk ve
düzen getirilmesi ve etkin bir kolektif güvenlik sistemi kurulmasıdır. Devletlerin güç kullanımı
meşru müdafaa haricinde yasaklanmış, Milletler Cemiyeti sisteminde bulunmayan bir
mekanizmayla, Güvenlik Konseyi’ne uluslararası barış ve güvenliğin bozulduğuna ve
ekonomik ve askeri önlemler almaya karar verme yetkisi tanımıştır. Ne yazık ki BM’nin
getirdiği mekanizma, Güvenlik Konseyi’nin yapısı nedeniyle özellikle Soğuk Savaş döneminde
başarılı olamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Çin, Rusya ve Fransa’nın daimi
Güvenlik Konseyi üyelikleri ve sahip oldukları veto yetkisi, sözgelimi Vietnam Savaşı sırasında
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 7
7
ULUSLARARASI HUKUK-I
Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir karar alamamasına neden olmuştur. Doğrusu, Güvenlik
Konseyinin veto yetkisine sahip üyelerinden birinin hakkında karar alınacak bir devletle ilgili
bir çıkarı söz konusu olduğunda, Konsey’den karar çıkarmak hâlen mümkün olmamaktadır.
Modern Dönemde Kuram
Klasik Dönemin kuramsal yaklaşımları doğal hukuk ve pozitivizm, modern dönemde de
taraftarlarınca savunulmaya devam etmektedir. Bunun yanında uluslar arası hukukun
olgunlaşması ve uluslararası siyasette daha önemli bir yere sahip olması, ayrıntıları bir ders
kitabında aktarılamayacak sayıda düşüncenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların en
yakın zamanlı olanları, Amerika kaynaklı Eleştirel Hukuk Çalışmaları hareketi ile feminist
görüşlerdir. Bu çerçevede ortaya koyulan düşüncelerin, genel olarak hukuk kavramının
dayandığı temel düşünceleri sorguladığını, iktidar ve cinsiyet sorunları çerçevesinde
uluslararası hukuk düşüncesini yeniden ele aldığı söylenebilir. Modern Dönemde uluslararası
hukuk, uluslararası siyaset ilişkilerinin de etkisiyle, Uzakdoğu ülkelerinin, Çin’in ve Müslüman
ülkelerin Avrupa kaynaklı uluslararası hukuk anlayışına getirdiği eleştirilerle de
karşılaşmaktadır. Modern Dönemde uluslararası hukukun daha belirli hâle gelmesi, uluslar
arası hukuk sistemine gittikçe artan oranda daha fazla devletin dâhil olması, özellikle insan
hakları ve uluslararası ticaret alanlarında uluslararası hukukun ulusal hukuklarla
bütünleşmeye başladığı bir dönemdir. Bu ünitenin sonunda, bu bütünleşme düşüncesini
daha önceden, Modern Dönemin başları sayılabilecek tarihlerinde yansıtan, önemli bir hukuk
filozofu Hans Kelsen’in (1881-1973) görüşlerine yer veriyoruz.
8
Kolayaof.com 0 362 2338723
Sayfa 8
Download