Kadınların medyada temsili ve etik sorunlar Sevilay Çelenk Kadınların hayat pratiklerinde mütemadiyen yüzleşmek zorunda kaldığı ayrımcılık, günümüz dünyasında süregiden eşitsizliklerin en yaygın olanlarından biridir. Toplum hayatındaki bu eşitsizliği dönüştürmeyi ve ayrımcılığı sona erdirmeyi amaçlayan mücadelelerin uzun bir tarihi vardır. “Kadının insan hakları mücadelesi” olarak 18. yüzyıl sonlarında yükselen mücadeleler 19. yüzyıl boyunca sürmüştür. 1960’lı yıllarla birlikte bu mücadele, “kadının özgürlükleri mücadelesine” dönüşür. 1990’lı yıllarda ise başta ırk olmak üzere, kadınların farklı kimlik konumlarına bağlı olarak maruz kaldıkları baskıya vurgu yapan, kimlik temelindeki bir mücadele öne çıkar. Bu mücadeleler çerçevesinde, medyadaki kadın temsillerinin, kadını baskı altında tutan hayat pratikleriyle ilişkisini anlama çabasına önem atfedilmiştir. “Kadının medyada temsili” tartışmasını başlatan feminist medya çalışmaları, medyadaki kadın temsillerinin dönüşümü için müdahalelerde bulunmuştur. Bu çalışmalar medyada kadın temsiline ilişkin problemi, feminizmin en genel tanımında içerilen üç temel yönle uyumlu biçimde ele alır: 1. Kadınların nasıl ne niçin baskı altında tutulduğunu anlamaya çalışan bir analiz. 2. Kadınların özgürleştiği ve cinsiyet rollerine ilişkin sterotiplerin ortadan kalktığı bir toplum tahayyülü. Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 229 3. Kadının baskılanmasını toplumun temel çelişkisi olarak kavrayan bir dünya görüşü (Dunosi 1971). Medyada kadın temsili yoğun olarak 1970’li yıllarda feminist medya çalışmaları aracılığıyla gündeme getirilmiş ve kadını ikincil konuma iten toplumsal süreçlerin medyadaki kadın temsilleri ile etkileşim içinde kurulduğuna dikkat çekilmiştir. Bu dönemde iletişim çalışmaları alanında kültürelci perspektiflerin hakim olması, medya temsilinin “inşacı” olduğu, başka bir deyişle, “toplumsal”ı yansıtmaktan çok inşa ettiği görüşünü öne çıkarmıştır. Feminist medya çalışmalarının bu inşa meselesini, kadınların toplum hayatındaki ikincil konumunu pekiştiren bir toplumsallığın sembolik yeniden üretimi olarak yorumladığı açıktır. Bu çalışmalar medyada kadının temsili ile ilişkili olarak üç temel nokta üzerinde durur. 1. Kadınların medya sektöründeki varlığı 2. Kadınların medyada temsil edilme biçimleri 3. Medya ürünlerinin kullanıcıları/tüketicileri olarak kadınlar. Medyada kadın istihdamı: Bu konuya önem verilmesinin nedeni, medya sektöründeki kadın istihdamının dikkate değer azlığı ile ilişkilidir. Bu durum kadın bakış açısının medyadan dışlanmasına ve eril iktidar ilişkileri ile zihniyet yapılarının medya ürünlerine ve popüler kültür alanına hâkim olmasına yol açmaktadır. Kadının “güçsüzlüğünün” yeniden üretilmesinde ve kadın bedeninin nesneleştirilip bir sömürü alanına dönüştürülmesinde medyanın önemli bir rolü olduğu öne sürülmektedir. Kadınlığa atfedilen negatif değerleri yeniden üreten kadın temsillerinin dönüştürülebilmesi için, medya sektöründe çalışan kadınların çoğalmasının önemine vurgu yapılır. Medya sektöründe karar verici konumlarda bulunan kadınların çoğalmasının, kadının ve kadın sorunlarının medya metinlerinde “eşit” ve “adilane” bir temsil olanağına kavuşmasında etkili olabileceği tartışılır. Uluslararası “kadın çalışmaları” literatüründe medyada kadın istihdamı çerçevesinde yapılmış araştırmalar “medyada kadın istihdamı” ve “medyada kadın temsili” çerçevesinde ortaya çıkan ilişkiselliği çok iyi yansıtmaktadır. Bu çerçevede, 1940’lı yıllardan günümüze televizyon haberciliğinde kadın istihdamını değerlendiren bir çalışmanın (Rhode, 1995) sunduğu veriler oldukça 230 > Televizyon haberciliğinde etik ilginçtir: Bu çalışmaya göre, 1940’ların sonunda, ABD’de televizyon haber bültenlerinin tümüne bakıldığında sadece bir kadın muhabirin bulunduğu görülüyordu. Ekranda görünen kadın muhabir sayısı, 1960’da, şebeke başına bire çıkmıştı. Bu muhabirler kadın hikâyelerini ya da hava durumunu sunan muhabirlerdi. 1960’lı yıllar boyunca gerek feminist hareketlerin gerekse sosyo-ekonomik değişikliklerin etkisiyle bu olağanüstü eşitsiz durum görece düzelmeye başladı. Bununla birlikte medya sektöründeki kadın istihdamına yakından bakıldığında “düşük” statülerdeki kadınların oranı hızla artarken karar verici konumlardaki kadınların oranının dikkate değer ölçüde düşük kaldığı görülüyordu. Baş editör veya haber müdürü konumundaki kadınların ya da gazetecilik okullarının dekanları ya da müdürlerinin arasında kadınların oranı %10’nun altında idi. 1990’ların başında yapılan bir araştırma ilk sayfa haberlerinin üçte ikisinin ve televizyon haberlerinin %85’inin erkekler tarafından sağlandığını ortaya koyuyordu. Bu temsil oranları içinde siyahi kadınlar ve kadın muhabirler neredeyse tamamıyla görünmez durumda idi. Benzer biçimde Hollywood’da üst düzey yöneticilerin % 90’ı, prime time televizyonunda ana rollerde görülenlerin üçte ikisi ve televizyon reklamlarını seslendirenlerin %90’ı erkekti (Rhode, 1995). Kadınların ve kadın sorunlarının temsili: Medya sektörünün erkek egemen yapısı nedeniyle bu sektörün kadın temsiline ve kadın sorunlarının dile getirilmesine duyacağı ilginin de sınırlı olacağı açıktır. Yukarıda sözü edilen araştırmada, medya sektöründeki kadın istihdamının yetersizliğinin medyada kadın bakış açısı ve kadın sorunlarının dile getirilmesindeki yetersizliğe ayna tuttuğu belirtilmektedir: Kadın temsilinde yıllar içinde göreli bir iyileşme olduğu halde, cinsiyet ayrımı baki kalmış, erkek editörler erkeklere daha çok hitap eden konulara öncelik vermeye devam etmiştir. Siyahi kadınları ilgilendiren konular, tıpkı bu kadınların kendileri gibi büsbütün gözardı edilmiştir. Medyanın siyahlara ilişkin temsillerinin onların başarılarına ya da kurban konumunda oldukları durumlara değil, normallik dışı durumlara ve sapmalara ilişkin olduğu kaydedilmektedir. Örneğin beyaz bir kadının siyah bir erkek tarafından tecavüze uğraması haberinin, bu duruma çok daha az rastlanıyor olmasına rağmen, medyadan son derece yüksek bir ilgi gördüğü anlaşılır. Siyah kadınlara yönelik cinsel saldırıların –bu grup en yüksek oranda buna maruz kaldığı halde- sıklıkla gözardı edildiği veya üstünkörü geçiştirildiği ifade edilir. Araştırma bulgularını aktaran Deborah L. Rhode, tecavüz haberleri Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 231 üzerine yapılan otuz yıllık basın araştırmasının ortaya çıkardığı bu miyopluğun açıklanmasının güç olduğunu belirtir. Yazara göre bu sadece kadın bakış açısını yansıtma sorunu değildir; medyadaki kadın temsilleri, kadınları erkeklerle olan ilişkilerinin dışında bağımsız bireyler olarak görmemektedir. Bu sembolik silinme Bosna’daki etnik temizlikle ilgili olarak da gündeme gelmiştir. Rhode, Bosna’daki tecavüz kurbanlarının ancak “kız evlat” ya da “eş/karı” oldukları vurgulanarak habere konu edildiklerini belirtir. Kadının medya tüketicisi olarak konumu: Medyada kadınlarla ilgili değersizleştirici tutumlar, izleyici/okuyucu olarak kadının konumunu da önemsizleştirme ve aşağılamayı getirmektedir. Kadın izleyicilerin pasif, eleştirellikten uzak birer tüketici oldukları yönünde yaygın bir kanaat vardır. Feminist medya çalışmaları bir yandan medyadaki eril söylemler ve eril şiddeti kültürel ve yapısal sorunlarla ilişkili olarak deşifre ederken, bir yandan da kadın izleyicinin konumuna yakından bakmak gibi güç bir işi başarmıştır. Kadınların, sanıldığının aksine, medya metinlerini bir “kaçış” güdüsüyle ve pasif bir biçimde tüketmedikleri, bu metinleri son derece aktif bir biçimde kadın deneyiminin ve kadınlararası ilişkinin bir parçası haline getirdikleri bu araştırmalarla açığa çıkmıştır. Bu çerçevede, öncelikle, kadınların popüler kültür ürünlerinden aldıkları hazzın kendi baskılanmışlıklarıyla başa çıkmalarındaki işlevine açıklık getirilmiştir: Kendi yaşam alanlarında sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel nedenlerle bir kıstırılmışlık duygusu içinde yaşayan kadınlar için bu haz alanı, gündeliğin sıkıcı tekrarından ve baskıdan kurtulabilmek için bir fırsat, sosyalleşmek ya da kendi hayat deneyimlerini anlamlandırmak için bir olanak olarak da değerlidir. Kadın izleyicinin kişisel yaşam dünyasındaki yoksunlukları telafi etmesinde medya metinleri önemli bir işleve sahiptir. Türkiye’de kadınlar ve medya Türkiye’de kadınlar bir yandan gelişmiş Batı ülkelerinde yaşanan kadın sorunlarının birçoğu ile gerek özel gerek kamusal hayatlarında yoğun biçimde karşılaşmakta öte yandan da kültür ve geleneğin ağırlaştırdığı başka türlü baskılarla mücadele etmektedirler. Geniş bir kadın nüfusu, kadın erkek ilişkileri söz konusu olduğunda, kendilerine söz ve yaşam hakkı tanımayan bir geleneğin ve törelerin baskısı altındadır. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı tarafından Haziran 2008’de açıklanan Töre ve Namus Cinayeti Raporu’na göre; 232 > Televizyon haberciliğinde etik son beş yılda “namus” nedeniyle işlenen cinayetlerin sayısı bini geçmiştir. Raporda 2002 yılında 150 olan töre cinayeti sayısının 2007 yılında 220’ye yükseldiği belirtilmektedir. Cinayetlerin fail ve mağdurlarının sayısı eğitim seviyesi düştükçe artmakta ve bu cinayetlerin %9’unu çocuklar işlemektedir. Rapora göre töre ve namus cinayetlerinin işlendiği yerlerin başında büyük iller gelmektedir. Sadece İstanbul’da her hafta en az bir kadın töre cinayetine kurban gitmektedir (Radikal, 20 Haziran 2008). Kısacası, Türkiye’de medyada kadının temsiliyle ilişkili sorun, eşitlikçi bir temsil sorunu olmanın ötesine geçer; kadınların yaşam hakkını ve kadın cinselliğini yok sayan bir gelenek ve kültürün medyada nasıl yeniden üretildiği ya da pekiştirildiği sorununa dönüşür. Türkiye’deki kadın örgütleri televizyon haberlerindeki özensiz dil kullanımı veya canlandırmalar ile gelenek, töre, namus saikiyle işlenen cinayetlere adeta meşruiyet atfedildiğini sıklıkla dile getirmektedir. Örneğin, “namus cinayeti” teriminin yanlışlığına birçok kadın örgütü dikkat çektiği halde, bu tür meşrulaştırıcı ifadeler medyada sıklıkla yer alabilmektedir. Benzeri bir özensizlik kıskançlık nedeniyle işlenen cinayetlerle ilgili haberlerde de karşımıza çıkmaktadır. Sözgelimi, geçtiğimiz günlerde popüler bir gazete, karısını ve karısının sevgilisini öldüren “kıskanç koca”yla ilgili haberi şu başlık altında vermişti; “fettan kadın iki erkeği birden yaktı”. Bu örnekte hemen her zaman olduğu gibi, sadece ölen sevgili ile hapse giden koca “kurban” olarak görülüyor ve kadının da öldürülmüş olduğu gerçeği büsbütün gözardı ediliyordu. Üstelik bütün suç da bu “fettan kadın”a yükleniyordu. Kadınlarla ilgili bu tür haberlere televizyonda da sıklıkla rastlanmaktadır. Bunun gibi tecavüz olaylarında da tecavüz ya da saldırıya uğrayan kadınlarla ilgili haberlerde, cümlelerin başına “gece eğlencesinden dönen kadın” veya “alkollü genç kız” gibi tanımlamalar yerleştirilerek, bu kadınların adeta kendilerine yapılan saldırıları kışkırttıkları ya da bunu hak ettikleri ima edilmektedir. Tecavüz haberlerinde mağdur kadınların suçlu gibi sunulduğu konusu kadın örgütlerinin mütemadiyen dikkat çektiği bir konudur. Kasım 2008’de medyaya bir çağrı yapan Kadınların Medya İzleme Grubu (MEDİZ), özensiz bir haberciliğin tecavüz suçuna iştirak etmek anlamına geldiğinin altını çizmiş ve tecavüz haberleri ile ilişkili olarak şu konulara dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 233 • Kamuoyunu bilgilendirme açısından özel bir önemi ya da yararının olmadığı durumlarda tecavüz, taciz, istismar gibi suçlar haberleştirilmemelidir. • Tecavüz gibi cinsel suçlar kamuoyunu bilgilendirme açısından özel bir önem taşıdığında da, mağdurun izni olmaksızın yayınlanmamalıdır. • Özel bir önem taşıyan ve mağdur tarafından yayınlanmasına onay verilen tecavüz, taciz, istismar haberlerinde de mağdurun kimliğine dair açık ya da örtük bu kimliği deşifre edecek hiçbir bilgi verilmemelidir. • Tecavüz gibi cinsel suçların yukarıdaki koşullar doğrultusunda haberleştirildiği durumlarda, suçun işlenişine dair hiçbir ayrıntıya yer verilmemeli, suç reyting-tiraj gibi gerekçelerle pornografi malzemesi haline getirilmemelidir. • Televizyonlarda da, yine, bu suçlar haberleştirilirken aynı hususlara dikkat edilmeli, ayrıca suçun ayrıntılarıyla kurgulanmış canlandırmalarına yer verilmemelidir. • Bu tür suçların ‘nedenleri’ suçu meşrulaştırıcı biçimde araştırılmamalı, tecavüzcülere, tacizcilere ve bunların işledikleri suçu savunan ifadelerine yer verilmemelidir. • Gazeteler, kadınları metalaştıran arka sayfa güzeli ve benzeri fotoğraf, görsel kullanımına son vermelidir. • Başta internet medyası olmak üzere tüm medya özel hayatı teşhir ve ifşaat alanı olmaktan çıkarılmalı, özel hayatı, kadınların duygusal-bedenselzihinsel dokunulmazlığını ihlal eden haberlere yer verilmemelidir. MEDİZ tarafından yapılan bir araştırmanın medyada kadın temsili ile ilişkili olarak ortaya koyduğu sonuçlar, kadın sorunları ile ilişkili duyarsızlığın bu sektördeki kadın istihdamının düşüklüğü ile yakından ilişkili olduğunu da ortaya koyar niteliktedir.1 Araştırma sonuçlarına göre; Türkiye’deki yaygın günlük gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin tamamı erkektir. Haber kaynaklarının sadece %18’i, köşe yazarlarının sadece %12’si kadındır. Genel yayıncılık yapan 1 Nisan 2008’de başlayarak bir ay boyunca “Medyada Cinsiyetçiliğe Son! Kampanyası” yürüten MEDİZ, 10 gazete, 5 radyo, 5 internet sitesi ve 5 televizyonu iki hafta boyunca izledi. Hülya Uğur Tanrıöver ve ekibinin yürüttüğü bu araştırma sonrasında hazırlanan Medyada Cinsiyetçiliğe Son! kitabı da 2008 yılında yayımlandı. 234 > Televizyon haberciliğinde etik büyük televizyon kuruluşlarındaki siyasi tartışma programlarını yapanlar arasında hiç kadın yoktur. TV ana haber bültenleri yönetim kadrolarının sadece %16’sı kadındır. TV ana haber bülteni yorumcuları (anchorman) arasında da kadın bulunmamaktadır. Ana haber bültenlerinde dış seslerin sadece %25’i kadındır. Kadın bedenini nesneleştiren görsel sunumlar da diğer bir problemli alandır. Kadınlara yazılı ve görsel basında çoğu zaman sadece bedenleri teşhir edilmek üzere yer verilmekte, bu teşhire eşlik eden haber metinleri görsel malzemeyi kullanabilmenin bir bahanesi olmaktan öte bir amaç taşımamaktadır. Kadın temsillerinde hatalarla dolu bir medya veya haber yaklaşımının toplum hayatında kadınlar aleyhine süregiden eşitsizlikleri sona erdirmek bakımından umut kırıcı bir tablo oluşturduğu açıktır. Haber dışındaki diğer televizyon programlarına bakıldığında, eşitsizliklerle nitelenen bu tablonun değişmediği rahatlıkla söylenebilir. Bu programların yayın akışı içinde yer alış biçimleri ve yayın saatleriyle de kadın izleyicinin günlük yaşamına ilişkin cinsiyetçi varsayımları destekler nitelikte olduğu bilinmektedir. Erkek programlarının yerleştirilme biçimlerinin her zaman erkeğin kamusal yaşamdaki varlığını kabul eden bir zamanlamaya bağlı olmasına rağmen, kadın programlarının yerleştirilme biçimlerinin kadının ev işlerine, çocukların okul ve uyku saatlerine, erkeğin eve dönüş saatlerine bağlı bir yerleştirme olduğu ve kadın izleyicinin en genel anlamda “ev hanımı” olarak değerlendirildiği açıkça görülmektedir. Türkiye’de televizyonun popüler türleri düşünüldüğünde, kadınsı olduğu kabul edilen türlerin “değersiz” addedilmesi eğilimi de bu bağlamda oldukça anlamlıdır. Erkeklerin yaygın biçimde izlediği kimi tartışma ve spor programlarının “düzeyi” çoğu kez hiçbir eleştirinin konusu olmadığı halde, kadın programları en ağır eleştirilere hedef olabilmektedir. Kadın programlarını banal, rahatsız edici, sakıncalı programlar olarak etiketleyen ve bu programlara müdahale edilmesi gerekliliğine vurgu yapan tutumların, kadını toplumsal alanda yok sayıcı, baskılayıcı tutumla ilişkisi üzerine de düşünülmelidir. Kadının televizyon ekranındaki görünürlüğü; söz sahibi, fikir sahibi, özerk ve kamusal bir kimlik gerçekleştirmiş kadın-bireyleri dışlayan bir temsildir. Birçok araştırmanın açığa vurduğu gibi, dramatik yapımlarda kadınlar genellikle ya edilgen, korunmaya muhtaç ve mağdur bir konumdadır ya da entrikacıdır ve Televizyon haberciliğinde etik sorunlar < 235 kötücül amaçlar peşinde koşmaktadır. Diğer birçok televizyon programında da kadın sunucular, konuklarını ağırlayan ev sahibesi rolünü üstlenirler. Orta yaş ve üzerindeki kadınlarla, yeterince “güzel ya da çekici” bulunmayan kadınların ne denli başarılı olurlarsa olsunlar dramatik yapımlar dışında ekranlarda kendilerine yer bulamamaları da bir diğer sorundur. Türkiye uluslararası düzeyde yasal bağlayıcılığı olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme’yi (Cedaw) 1985 yılında imzalamıştır. Medyadaki kadın temsillerinin “ayrımcı” nitelikte olmalarının konuyla doğrudan ilişkili düzenlemeler yanında, bu sözleşme ile de yasaklandığı açıktır. 1995 yılında Pekin’de yapılan ve Türkiye’nin de katıldığı 4. Dünya Kadın Konferansı sonucunda ortaya çıkan “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu” kadın sorunlarıyla ilişkili önemli alanlardan biri olarak medyaya işaret etmektedir. Başbakanlık Kadın Sorunları Genel Müdürlüğü bu deklarasyona uygun olarak, 1998 yılında bir “Ulusal Eylem Planı” hazırlamıştır. Bu planda yer alan öncelikli alanlardan biri olan “kadınlar ve medya” konusunda iki temel hedef oluşturulmuştur. • Kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri içinde kadınların karar alma sürecine katılımının ve ulaşabilirliğinin arttırılması, • Medyada çağdaş kadın imgelerinin yaygınlaştırılması ve kadına yönelik işbirliği alanlarının oluşturulması. Kadının medyada eşitlikçi bir temsil olanağına kavuşmasıyla ilişkili yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler ve sorunun çözümüne yönelik stratejiler çok önemlidir. Ancak bu düzenlemeler ve çalışmalar kadar, hatta onlardan bile önemli olan şey; medya çalışanlarının kadınlara karşı ayrımcılığı kışkırtan, sürdüren ya da güçlendiren temsiller karşısında, etik değerleri ve kriterleri benimseyen bir tutum içinde olmalarıdır. Kaynakça Dunois, Ellen (1971). “Feminism old wave and new wave.” The Cwlu Herstory website archive, www.cwluherstory.com/CWLUArchive/wave.html. Radikal Gazetesi, 20 Haziran 2008. Rhode, Deborah L. (1995). “Media Images: Feminist Issues.” Signs: Journal of Women in Culture and Society 20(3): 685-710. 236 > Televizyon haberciliğinde etik