Psikiyatrik Hastalıklar Depresyon, Anksiyete ve Yeme

advertisement
Psikiyatrik Hastalıklar
Depresyon, Anksiyete ve Yeme Bozuklukları
Serap Erdoğan, Selçuk Candansayar
Yaşlılık ve depresyon kavramları sıklıkla birbiriyle bütünleşmiş gibi görülür. Bu
kavramlar etrafında dönen sorulardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İnsanlar yaşlandıkça
daha depresif hale mi gelirler? Yaş arttıkça depresyonun tedavisi daha mı güçleşir? Yaşlı
kişilerdeki depresyonun tanınması daha mı zordur? Depresyonun nasıl tanımlandığına göre
ileri yaş depresyonunu değerlendiren bu soruların yanıtları da değişir (1).
Epidemiyolojiye bakıldığında, saha çalışmalarında geriyatrik majör depresyon sıklığının
kadınlarda %1.4-4.4, erkeklerde %0.4-2.7 arasında olduğu bildirilmektedir (2). Majör
depresyon kadın cinsiyetinde daha sık görülen bir hastalık olup, ileri yaşta da kadın-erkek
oranı, yaklaşık 2:1' lik değerini sürdürmektedir (1). Majör depresyon prevalansının yaşlılarda
genç gruba göre daha düşük bulunmasının, geriyatik depresyonun bu yaş grubuna özgü klinik
özelliklerinden kaynaklandığı düşünülmektedir (2,3). Depresyonun atipik görünümlerini
sunan pek çok yaşlı hasta majör depresyon tanı kriterlerini karşılamamaktadır. Ancak
depresyonu maskelediği düşünülen bu belirtilere -psödodemans, depresif belirtilerin inkarı,
antidepresan ilaç tedavisine zayıf yanıt, ya da maskeli depresyon-melankolik depresyon gibi
ağır depresyon atağı geçiren hastalarda çok da rastlanmamaktadır (1)
Toplum çalışmalarına bakıldığında ilk dikkati çeken, majör depresyon düzeyine erişmeyen
depresif belirtilerin/sendromların yaşlılarda oldukça sık oluşudur. Yaşlılarda majör depresyon
dışı depresif sendromların görülme sıklığının %15 olduğu ve bu değerin yaşla birlikte arttığı
belirtilmektedir (2). Bununla birlikte, bazı çalışmalarda ileri yaşta majör depresif bozukluk ve
distiminin kombine prevalansının %5-12 olduğu ortaya konmaktadır ve bu oran genç
erişkinlerdeki orana yakın bir değer taşımaktadır (4). Amerikan Psikiyatri Birliği'nin
hazırladığı "Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı IV"(DSM-lV)'te distimik
bozukluk tanısı konulabilmesi için kişinin depresif belirtilerinin en az iki yıl sürmesi gerektiği
belirtilmektedir (5). Çalışmalarda yaşlı hastaların büyük kısmının iki yıldan daha uzun süre
ağır depresif belirtiler yaşadıkları ancak bunların aralıklı seyrettiği, aralarda birkaç günden
daha fazla süren periyotlarla belirtilerin iyileştiği bildirilmiştir. Belirtilerin ağırlığı majör
depresyon tanısını karşılayamayacak değerdedir, öte yandan aralıklı iyileşme dönemlerinin
görülmesi de distimik bozukluk tanısının konulmasını engellemektedir. Bu nedenle bu
kişilerin kronik depresyon yaşadıkları düşünülmektedir (1). Majör depresyon dışı
sendromlann semptomlannın yanlışlıkla fiziksel hastalıkların belirtileri olarak algılanması da
tanı koymada karşılaşılan bir diğer sorundur (2).
Depresyonun Klinik Özellikleri
Genç ve yaşlı kişilerde görülen depresyon bazı klinik özellikleri açısından farklılık
göstermektedir. Hem Uluslararası Hastalık Sınıflaması-10 (ICD-10) hem de DSM-IV tanı
kriterleri depresif duygudurumu temel belirti olarak görmektedir ancak yaşlılar gençlere göre
disforiden ( Çevreye ilginin kaybolduğu, kötümserliğin ortaya çıktığı ve genellikle aşırı uyarılmışlığın eşlik
ettiği bir keyifsizlik durumu) daha az yakınmaktadır. Hipokondriak (hastalık hastalığı) yakınmalar
yaşlılarda gençlere göre daha yaygın görüldüğü bilinen tek semptom grubudur. Yaşlı depresif
kişiler daha fazla ajitasyon (huzursuzluk, çevreye karşı aşırı saldırgan aktiviteli olma durumu)
göstermektedirler ve daha fazla depresif içerikli hezeyanlara (saçmalama, sayıklama, sabuklama)
sahiptirler (6). Geç başlangıçlı psikotik depresyon özel ilgi gösterilmesi gereken bir alandır.
Psikotik depresyonu (daha ağır seyreden depresyon. Psikotik özellikler gösterir. Sanrı, hezeyan, varsanı,
halüsinasyon) olan hastaların daha ileri yaşta oldukları ve trisiklik antidepresanlara (nöronlarda
nöradrenalin ve 5 hidroksi triptomininin geri emilimini önleyen ilaç grubu) göre elektrokonvulzif tedavi
(EKT)'ye daha olumlu yanıtlar verdikleri söylenmektedir. Perseküsyon (kötülük görme)
hezeyanları ya da tedavisi olanaksız bir hastalığı yakalanmış olma hezeyanı bu hasta
grubunda en yaygın görülen düşünce bozukluklarıdır. Depresyonda genel olarak rastlanan bir
tema olan suçluluk ile ilgili hezeyanlar ise diğer ikisine göre daha az görülmektedir. Eğer
hezeyanlara suçluluk düşünceleri hakimse sıklıkla bu, depresif epizodun ortaya çıkışından
1
yıllar önce fark edilmemiş başka bir depresyon atağının da yaşandığı ancak zaman içinde
unutulduğu, fakat temel bir sorun olarak zeminde kalmaya devam ettiğine işaret eder.
Nihilistik hezeyanlar da (yok olma) ileri yaşta yaygın olarak görülen, depresyona eşlik
edebilen düşünce bozukluktarıdır. Psikotik özellikli depresyonu olan yaşlı hastalarda karın
bölgesine odaklanan sorunlar sık görülür. Varsanılara hezeyanlara göre daha nadiren
rastlanmaktadır. Psikotik depresyon ayrıca sosyal desteklerin zayıf olması ve bipolar
bozukluk tanısıyla da ilişkilidir (1).
Yaşlı hastalardaki depresyon maskeli depresyon tanı kriterlerini karşılayabilir. Maskeli
depresyonda hasta duygudurumundaki sorunlardan çok fiziksel yakınmalar dile getirir. Bu tür
hastalar depresif duygudurumdan yakınmak yerine kabızlık ya da sırt ağrısı gibi fiziksel
belirtilerine odaklanırlar (3).
Melankolik (endojen) depresyon göreli olarak ileri yaşta orta yaştakilere göre daha sık
görülmektedir ve belirtiler açısından yaş grupları arasında çok büyük bir farklılık
bulunmamaktadır (1). Belirtileri arasında belirgin iştah kaybı, uyku süresinde azalma,
yorgunluk, enerji azlığı gibi bedensel belirtiler sayılabilir. Sabahları kendini daha kötü
hissetme şeklinde gün içi değişimleri belirgindir (7). Tablo l'de yaşlı ve genç hastalarda daha
sıklıkla görüldüğü düşünülen depresyon belirtileri karşılaştırılmıştır (8).
Tablo 1.—Genç ve yaşlı hasta grupları arasında depresyon belirtilerinin karşılaştırılması
(8)
İleri yaş hasta grubu
Genç erişkin hasta grubu
Depresif duygudurum yakınması olmayabilir ancak
keyif
kaybı vardır
Bilişsel düzeyde belirgin depresyon vardır
Somatik uğraşlar, özellikle ağrı ve yorgunluk sıktır
Psödodemans ya da öznel bellek yakınmaları sıklıkla
mevcuttur
İnsomnia oldukça sık görülür
Ajitasyon daha yaygın ve daha ağırdır
İntihar düşünceleri daha az ifade edilir
Ölümle sonuçlanan intihar girişimleri daha sıktır
Temel belirti depresif duygudurumdur
Bilişsel düzeyde depresyon vardır
Somatik uğraşlar daha nadirdir
Psödodemans nadirdir
İnsomnia sık görülür
Ajitasyon daha az görülür
İntihar düşünceleri sıklıkla ifade edilir
Ölümle sonuçlanan intihar girişimleri daha nadirdir
Yaşlı hastalarda görülen depresif bozukluklarla ilgili üzerinde durulması gereken bir diğer
kavram, vasküler depresyondur. Vasküler depresyon, yüksek oranlarda serebrovasküler (beyni
besleyen damarların tıkanması ya da kanaması ile ortaya çıkan, hasar gören beyin bölgesi ile ilgili belirtiler veren
bir hastalıktır) olaylarla ilişkili olan ve ileri yaş başlangıçlı depresyonu ifade etmektedir.
Suçluluk gibi depresif düşünce ve duyguların beklenenden az olması, psikomotor retardasyon
(depresyonda görülen fizik ve motor aktivitenin belirgin bir biçimde yavaşlaması) , içgörünün zayıf olması,
apati (çevreye karşı anormal bir şekilde ilgisiz olma) ve daha fazla işlevsel bozulma gibi belirtileri
vardır (6). Bununla birlikte, depresyonun yaşlı kişilerdeki vasküler bozuklukların hem sebebi
hem de sonucu olabileceği bildirilmektedir. Bu konuda yapılan bir çalışmada zeminde yer
alan depresyonun ve kardiyovasküler risk faktörlerinin inme ( felç , iskemik beyin Damar Hastalığı
merkezi sinir sistemine giden damarların hastalıkları sonucu gelişen tıkanıklıklar ya da damar dışına kanamaların
yol açtığı ani lokal ya da global nörolojik belirti gelişimi) geçirme (stroke) riski için güçlü öngörüsel
belirleyiciler olduğu söylenmiştir. Depresyondaki vasküler hipotezi destekler şekilde çalışma
sonuçları yaşlılar için depresyonun gelecekteki olası bir inme için güçlü bir belirleyici
olduğuna işaret etmektedir (9).
Ayırıcı Tanı
Hastalar mevcut belirtileri açıklayabilecek fiziksel hastalıklar açısından ayrıntılı bir şekilde
değerlendirilmelidir. Bunun yanı sıra majör depresyonun diğer psikiyatrik hastalıklarla ayırıcı
tanısında organik duygudurum bozuklukları, iki uçlu duygudurum bozukluğu depresif
epizoduşizoaffektif bozukluk, şizofreni ve sanrısal bozukluk gibi psikotik bozukluklar,
2
distimi, uyum bozukluğu ve normal yas süreci dikkate alınmalıdır. Sedatif ilaçlar da
depresyonu taklit eden belirtilere yol açabilirler. Alkol kullanımı duygudurumda düşmeye
neden olabilir ve yaşlı kişilerde kolayca gözden kaçınlabilir (6).
İleri Yaşta Depresyon Gelişimi İçin Risk Faktörleri ve Etyoloji
Risk faktörleri genç popülasyondan çok farklı değildir. Ancak risk faktörlerine maruziyet
durumu değişmektedir.
Cinsiyet: Kadınlar daha büyük risk altındadır. Bununla birlikte cinsiyetler arasındaki
farklılığın büyüklüğü yaşla azalmaktadır (6).
Fiziksel sağlık ve hastalıklar: Fiziksel sağlıkla ilgili problemler ve bozulmalar önemli bir
risk faktörü oluşturmaktadır. Yaşla birlikte kronik hastalıkların görülme sıklığı da arttığından
yaşlılar için bu faktör özellikle önemlidir. Fiziksel hastalıklar ve duygudurum arasındaki
etkileşim Tablo 2de özetlenmiştir.
Tablo 2.—Fiziksel hastalıklar ve duygudurum arasındaki etkileşim (8)
Doğrudan Etkiler
Dolaylı Etkiler
Miyokard
enfarktüsü
Hastalığın ağırlığı
Parkinson hastalığı
Duyarlılık Faktörleri
Ağrı
Post-op komplikasyonlar
Kayıp olayları
Kadın cinsiyeti
Eski psikiyatrik öykü
Bilişsel bozukluk
Önceki işlevselliğin düşükDepresyon
olması
Demans ile depresyon arasında karmaşık ilişkiler söz konusudur. Psödodemans terimi,
depresyonun bilişsel işlevler üzerindeki olumsuz etkileri sonucunda ortaya çıkan belirtilerin
demans tablosunu taklit ettiği durumlarda kullanılmaktadır (7). Yaşlılarda depresyona sıklıkla
nöropsikolojik kayıplar da eşlik etmektedir. Nöropsikolojik değerlendirme tedavi sürecini
izlemede ve tedavinin başarısını öngörmede yardımcı olmaktadır. Tedavi seçiminde de etkili
olabildiği gibi nöropsikolojik değerlendirmelerden elde edilen bilgiler demansı depresyondan
ayırt etmede yol gösterici olabilir (10). Alzheimer hastalığında depresif belirtilerin
noradrenerjik nöronlardaki kayıpla ilişkili olduğu düşünülmektedir (6).
Depresif hastalık ileride demans ortaya çıkmasını kolaylaştırır mı? Bu soru hem hastaları
hem de yakınlarını ilgilendirmektedir. Naturalistik izlem çalışmaları bilişsel açıdan normal
depresif hastalarda ileri dönemde demans görülme hızlarının artmadığını göstermiştir.
Bununla birlikte bir çalışmada depresyon ve bilişsel bozukluğu bulunan hastalarda,
başlangıçtaki bilişsel kayıplar tedavi ile düzelse de geri dönüşsüz demans gelişiminin arttığı
belirtilmiştir. Bu nedenle bu hastaların takip edilmesi önem taşımaktadır (6).
3
Depresyon ve demans ayrımında yardımcı ipuçları Tablo 3'te belirtilmiştir.
Tablo 3.—Değişik kan basıncı ölçüm yöntemlerinin özellikleri (2)
Primer Depresyon
Primer(2)Demans
llikleri
Depresif epizod öyküsü
Genellikle var
Aile öyküsü
Depresyon öyküsü (+)
Başlangıç
Akut
"Gün batımı" fenomeni
Yok
Bilişsel bozukluk yakınması
Var
Yanıtlar
"Bilmiyorum
Bellek
Yakın ve uzak bellekte eş düzeyde
bozulma
Praksi ve tanıma
Normal
Genellikle yok
Demans öyküsü (+)
Sinsi
Var
Yok
Doğruya yakın
Yakın bellek daha bozuk
Bozuk
Görme problemleri, idrar inkontinansı ve Parkinson hastalığı (PH) bulunan yaşlılar
arasında depresyona daha sık rastlandığı belirtilmiştir (3). Burada özellikle iki fiziksel hastalık
üzerinde durulacaktır: inme ve Parkinson hastalığı. İnme geçiren hastalardaki depresyon
üzerine pek çok çalışma yapılmıştır. Robinsen ve arkadaşları inme sonrası akut dönemde
hastaların yaklaşık %50'sinde depresyon belirtileri görüldüğünü belirtmişlerdir. Görece daha
büyük lezyonu olan hastalarda depresyon süresinin de uzadığı bildirilmektedir. Bununla
birlikte inmeli hastalar mutlaka depresif hastalığa işaret etmesi gerekmeyen duygusal
dengesizlikler ve korku hali yaşayabilirler. Bu hastalarda ağlama eşiğinin ve sıklığının da
yüksek olduğu belirtilmiştir (8).
PH'nın depresyonla özel bir ilişkisi olduğu düşünülmekte, prevalansın %20-90 arasında
değiştiği belirtilmektedir (1). Ring ve Trimble yaptıkları gözden geçirme çalışmasında PH
bulunan kişilerin %70'inde depresif belirtiler, %40'ında ise eşlik eden depresyon bulunduğunu
ifade etmişlerdir. Depresyon PH'na yönelik gelişen bir psikolojik yanıt olmaktan çok
bağımsız bir hastalık gibi görünmektedir ve genellikle antidepresan ilaçlara olumlu yanıt
alınmaktadır (8).
Bakım evleri: İlerleyen yaşlarda bakımevlerinde ya da destek veren başka kurumlarda
kalma sıklığı yüksektir ve bu durumun yüksek depresyon prevelansı ile ilişkili olduğu
belirtilmektedir. Bakımevlerinde kalan her dört yaşlıdan birinde depresyon olduğu
belirtilmiştir (3).
Yaşam olayları ve sosyal destek: Yaşam olaylarının sıklığı yaşlı kişilerde gençlere göre
daha düşüktür. Yaşlı kişiler ilişkiler, iş durumu, maddi durum ve yasal güçlüklerle ilgili daha
az yaşam olayına maruz kalırlar (6). Sosyal destek açısından düşünüldüğünde ilişkilerin
algılanan uygunluğu, depresyon riskini değerlendirmede daha önemlidir. İlişki bağlarını
uygunsuz ya da yetersiz gören kişiler depresyon için daha fazla risk altındadır (6). Beklenenin
aksine yalnız yaşayan yaşlı hastaların depresyona yakalanma riskinin yüksek olmadığı
belirtilmektedir. Yalnızlık hissetme yakınmasının gerçek bir sosyal izolasyondan çok bir
depresyon belirtisi olduğu söylenmektedir (7).
Depresyon öyküsü: Geçmişte depresyon yaşamış olan hastalar daha büyük risk altındadır
(6-8).
Kişilik özellikleri: Olumsuz duygulanıma yatkınlık oluşturan nörotik kişilik özellikleri
tüm yaş grupları için depresyon gelişiminde bir risk faktörüdür (6).
Çalışmalar genetik etkenlerin bu yaş grubunda daha genç kişilerde görülen depresyona
göre daha az etkili olduğunu göstermektedir (1). Etyolojide rolü olabileceği öne sürülen bir
diğer durum da sirkadyan ritmdeki desenkronizasyondur. Depresif bozukluğun sıklık yapısı,
normal biyokimyasal ve fizyolojik döngülerde altta yatan bir bozukluk bulunduğunu
düşündürmektedir. Yaş ilerledikçe toplam uyku miktarı ve uykunun sürekliliği azalmaktadır.
Uyku döngüsünde yaşla ortaya çıkan bozulmanın bu popülasyonda görülen depresyonun
etyolojisinde etkili olabileceği söylenmektedir (1).
4
Tedavi Edilmeyen Depresyonun Sonuçları
Daha genç hastalarda olduğu gibi ileri yaşta görülen depresyonlar da tedavi
edilmediklerinde, sosyal alanda ve kişiler arası ilişkilerde önemli bozulmalara neden
olmaktadır. Eşlik eden depresyon yaşlı kişide hali hazırda mevcut olan pek çok fiziksel
hastalığın seyrini de olumsuz etkileyebilmektedir. Bu konuda en kesin veriler iskemik kalp
hastalıklarına aittir (4). Unstable anjinası, konjestif kalp yetmezliği olan ve kalp krizi geçirmiş
olan yaşlılar arasında depresif bozukluğu bulunanlar, depresyonu olmayanlara göre daha
yüksek mortalite oranlan göstermektedir (1,4). O'Brein ve Ames ileri yaşta görülen
depresyonda mortalitenin artması ile ilgili birkaç olası mekanizma belirtmişlerdir: eşlik eden
fiziksel hastalıkların varlığı, kan¬ser gibi kötü seyirli hastalıklar, hastalıkların olası ikincil
etkileri (örneğin psikomotor retardasyonla ilişkili pnömoni gelişimi), tedavilerin etkileri, HPA
(hiotalamo-hipofızo-adrenal) eksenindeki anormallikler ya da immün sistemi etkileyebilen
endokrin anormallikler gibi biyolojik etkiler (6).
Erkeklerde intihar hızı 60 yaş üzerinde belirgin bir şekilde artmakta ve yaş ilerledikçe de
artmaya devam etmektedir (4). İntihar eden yaşlı hastaların yaklaşık %90'ında depresyon
olduğu tespit edilmiştir (3). Veriler 85 yaş üstü erkeklerde intihar hızının yılda 59/100.000
olduğunu göstermektedir. Bu oran genel toplumda görülen oranın yaklaşık altı katıdır (2).
Fiziksel hastalığı bulunan yaşlılarda intihar girişimi için risk faktörleri; çaresizlik,
umutsuzluk, suçluluk, zevk alamama, herhangi bir şekilde kendine zarar verme davranışı,
yakın dönemde alkol kötüye kullanımının başlaması, açıkça ölüm isteğinin bulunması ve
kontrol edilemeyen ağrı yakınmasının bulunması şeklinde sıralanmaktadır (8).
İleri yaş depresyonunda olumlu sonuçların alınması ile ilişkili olduğu düşünülen etkenler;
önceden yaşanılmış depresif epizodların iyileşmiş olması, ailede depresyon öyküsünün
bulunması, kadın cinsiyeti, dışa dönük kişilik özellikleri, devam eden ya da yeni sonlanmış
çalışma hayatı, madde kötüye kullanımının bulunmayışı, majör psikiyatrik hastalık
öyküsünün bulunmayışı, önemli yaşam olaylarının olmaması ve ağır bir fiziksel hastalığın
bulunmayışı şeklinde sıralanabilir (1).
YAŞLILARDA ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
Anksiyete bozukluklarına yaşlılarda oldukça sık rastlanmaktadır ancak bu hastalık grubu ile
duygudurum bozukluklarına göre daha az ilgilenilmiştir. Anksiyete bozuklukları bir hastalık
grubu olarak değerlendirildiğinde, yaşlılarda en sık görülen psikiyatrik hastalıkları
oluşturmaktadır ve yaşlı kadınlar bir şekilde yaşlı erkeklere göre diğer tüm yaş gruplarına
göre de daha fazla anksiyete bozukluğuna sahip görünmektedirler (7,13). Yaşlanmayla
birlikte fiziksel sağlık ve bilişsel yetilerdeki, maddi kaynaklardaki ve sosyal desteklerdeki
kayıp ve değişimler kaygı yaratmakta ve yaşlı insanların kendileri de dahil olmak üzere pek
çok kişi anksiyetenin yaşlanma sürecine doğal bir yanıt olarak geliştiğini düşünmektedir (13).
Araştırmacılar klinik olarak anlamlı anksiyete belirtilerinin yaşlı hastalardaki birleşik
prevalansının 9621.7 olduğunu belirtmektedir. Diğer klinik çalışmalarda ise bu sıklık %5-30
olarak belirtilmiştir (13).
Depresyonlu yaşlı hastalarda da anksiyete bozukluklarına ya da anksiyete belirtilerine
oldukça sık rastlanmaktadır. Bir çalışmada depresyondaki yaşlı hastalarda anksiyete
bozukluklarının mevcut prevalansı %23, yaşam boyu prevalansı %35 olarak bildirilmiştir
(13). Yaygın anksiyete bozukluğu ve fobilerde sıklıkla depresyon birlikteliği görülmektedir.
Bir başka çalışmada ise depresyonlu yaşlı hastaların %47.5 ine eşlik eden anksiyete
bozukluğu tanısı konulduğu belirtilmiştir (14). Anksiyete bozukluğunun eşlik etmesi
durumunda depresyonun daha ağır şekillerde kendini göstermesi bu hastaların tedavisinde
dikkat edilmesi gereken bir noktayı oluşturmaktadır (13).
5
DSM-IV-TR'de anksiyete bozuklukları kapsamına giren hastalıklar Tablo 5 kapsamında
sunulmuştur
Tablo 4.—DSM-IV-TR anksiyete bozuklukları (5)
Panik bozukluğu
Agorafobili
Agorafobisiz
Panik bozukluğu öyküsü olmadan agorafobi
Özgül fobi
Hayvan tipi
Doğal çevre tipi
Kan-enjeksiyon-yara tipi
Durumsal tip
Diğer tip
Sosyal fobi
Obsesif-kompulsif bozukluk
Travma sonrası stres bozukluğu
Akut stres bozukluğu
Yaygın anksiyete bozukluğu
Genel tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu
Madde kullanımının yol açtığı anksiyete bozukluğu
Panik Bozukluğu
Panik bozukluğunun başlıca özelliği yineleyen beklenmedik panik atakları ve atakların
yeniden geleceğine yönelik beklenti endişesidir (15). Panik atağı, çeşitli somatik ve bilişsel
belirtilerin eşlik ettiği yoğun bir korku atağıdır. Atak sırasında genç ya da yaşlı, kişiler kalp
krizi ya da felç geçiriyorlarmış ya da öleceklermiş gibi hissedebilirler. Çarpıntı, terleme,
titreme, nefes darlığı, boğulma hissi, göğüs ağrısı, bulantı, ölme ya da çıldırma korkusu,
ekstremitelerde titremeler belirtiler arasında sayılabilir (7,13). Atak hızlı bir şekilde başlar, 510 dakika içinde semptomlar en şiddetli noktaya ulaşır ve genellikle 5-30 dakika içinde
kendiliğinden yatışması beklenir. Panik atakları anksiyete bozuklukları ya da çeşitli fiziksel
hastalıkların bir parçası olarak ya da bazı ilaçlara/kimyasal maddelere yanıt olarak ortaya
çıkabilir. Panik bozukluğu denildiğinde ise panik ataklarının süreğen bir hal aldığı ve bireyin
korkularının odağı haline geldiği bir durumdan söz edilmektedir. Atağın başladığı ya da
ortaya çıktığı ortamlardan uzaklaşmaya, kaçmaya dair karşı konulamaz istek, kaçınmalara yol
açabilir. Bu durum agorafobi olarak adlandırılır. Panik bozukluğu agorafobinin eşlik ettiği ya
da etmediği şekillerde görülebilmektedir (13).
Yaşlı kişilerdeki panik bozukluğu prevalansını araştıran çok fazla çalışma yapılmamıştır.
Yapılan alışmalarda nokta prevalansı % 0.3 ya da daha az olarak belirtilmiştir. Ayaktan tedavi
gören hastaların bulunduğu bir kliniğin vaka dökümünde panik atağı hastalarının % 14'ünün
60 yaş üzerinde olduğu, bu hastaların da % 42'sinde başlangıcın 60 yaş üstünde olduğu
belirtilmiştir (15). Yaşam boyu prevalansına bakıldığında 45-64 yaş arası kişilerde % 2 iken,
daha ileri yaşta bu rakam % 0.3'e düşmektedir (13). Yaş arttıkça kişilerin geçmişte yaşamış
oldukları anksiyete belirtilerine dair anılarının bozulmasından dolayı böyle büyük bir fark
ortaya çıktığı iddia edilmektedir. İleri yaşta panik bozukluğunun ilk kez ortaya çıkması göreli
olarak daha az rastlanan bir durumdur. Tipik olarak yaşlı insanlar daha genç yaşlarda panik
bozukluğu geliştirmişlerdir ancak belirtiler yaşamla birlikte sürmektedir. Eğer tanı ileri yaşta
konuluyorsa sıklıkla daha önce atlandığı için böyle olmaktadır. Yaşlı kişiler panik atağı
yaşadıklarında ortaya çıkan belirtiler, gençlerdeki panik atağı belirtilerine benzer. Bununla
6
birlikte ileri yaşlarda görülen panik ataklarında daha az belirti ve ataklara karşı daha az
kaçınma davranışı görülebilir (13). Bir çalışmada panik atakları 60 yaş sonrasında başlayan
hastalarda nefes darlığının en sık rastlanılan belirti olduğu, kronik obstrüktif akciğer hastalığı
ve vertigo ile yüksek ölçüde birliktelik gösterdiği belirtilmiştir (15).
Agorafobi
Anksiyete bozukluklarının büyük kısmı genç yaşlardan itibaren mevcut olup, ileri yaşta eşlik
eden fiziksel hastalıklar ve yaşam koşullarındaki değişiklikler gibi sebeplerle alevlenme
gösterse de, agorafobinin yaşlılıkta ilk kez ortaya çıkması sık rastlanılan bir durum olarak
belirtilmektedir (7). İleri yaşta agorafobi geliştirenlerin yarısında travmatik olay ya da fiziksel
bir hastalık suçlanmıştır (15). Agorafobide korkunun odağı, panik benzeri belirtilerin halka
açık alanlarda ya da belirtiler ortaya çıktığında kaçıp kurtulmanın güç olacağı yerlerde
bulunmaktır. Yaşlı kişiler için panik benzeri belirtiler, barsak ya da mesane kaybının olması
ya da denge kaybı ile düşme gibi durumların ortaya çıkmasını içerebilir. Bu korkunun sonucu,
utanç verici bir durumla karşılaşmamak için evden dışarı çıkmaktan kaçınmak olacaktır. Yaşlı
bireylerin gerçekten belirli fiziksel durumlarla ilgili gerçekçi kaygılarının olabileceği gözden
kaçırılmamalıdır. Agorafobi tanısı yalnızca hastanın fiziksel durumundan kaynaklanan
gerçekçi bir kaçınma sebebi bulunmadığında konulabilir (13).
Özgül Fobi
Epidemiyolojik alan çalışmalarında (Epidemologic catchment area- ECA) anksiyete
bozuklukları arasında en sık görülenleri oranla fobilerdir (% 4.8) (7). Lindesay'in yaptığı bir
çalışmada fobileri olan yaşlı hastalar, fobik bozukluğu olmayan hastalarla yaş ve cinsiyet
açısından karşılaştırılmışlardır. Yaşlı fobik bozukluğu olan bireylerin dikkate değer ölçüde
psikiyatrik ve fiziksel morbiditeye sahip oldukları belirtilmiştir. Bu çalışmadaki fobik
bozukluğu bulunan 60 yaşlı hastadan yalnızca birinin psikiyatrik yardım aldığı görülmüştür
(16).
Özgül fobilerin temel özelliği bir nesne ya da duruma karşı ortaya çıkan aşırı ve sürekli
korkudur, alt tipleri havyan tipi, doğal çevre tipi, kan-enjeksiyon-yara tipi, durumsal tip ve
diğer tip olarak belirtilmektedir (5). Hayvanlara ve doğal olaylara karşı duyulan korkular
sıklıkla çocuklukta ortaya çıkar ve yaşla birlikte azaldıkları gözlenir. Kan-enjeksiyon-yara tipi
oldukça yaygındır ve bu tür durumlarla karşılaşıldığında ortaya çıkan güçlü vazovagal senkop
yanıtı ile karakterizedir. Durumsal fobiler panik bozukluğu ile yakından ilişkili
görülmektedir. Böyle durumlarda hastalık sıklıkla kronikleşmekte ve ileri yaşta da devam
etmektedir (13). Öte yandan, değişik durumlara uyum sağlamaya yönelik davranışları
fobilerden ayırt etmek zordur. Örneğin suç işleyenlerden korunma güdüsü, geceleri dışarı
çıkma korkusu, karşıdan karşıya geçme korkusu gibi. Bunun dışında hareket etmedeki güçlük,
azalmış hareket yeteneği zeminde mevcut olan birincil fobik bozuklukları gizleyebilir (15).
Bu noktada fobik belirtiler gösteren yaşlı bir hastada belirtilerin ortaya çıkış öyküsünün ve
nedenlerinin detaylı bir şekilde üzerinde durulması, tanı ve tedavide önem kazanmaktadır.
Sosyal Fobi
Sosyal fobi utanç verici olayların yaşanabileceği düşüncesiyle sosyal ortamlarda ya da
performans gösterilmesi gereken durumlarda yaşanılan sürekli korku durumudur. Bireyler
diğer kişiler tarafından yargılanmaktan korkarlar ve bu korku, konuşma yapmak, topluluk
içinde yemek yemek ve halka açık yerlerde bulunmak gibi durumlardan kaçınma ile
sonuçlanır (7,13). Sosyal fobisi bulunan yaşlı kişiler, etraflarındaki insanların ellerindeki
titremeleri fark etmelerinden korktukları için topluluk içinde yemek yemek, bir şeyler içmek
ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler. Ancak bu yakınmalara sahip yaşlı hastaların genellikle
yardım arama davranışına girmedikleri görülmektedir (16). Sosyal fobi sıklıkla yaşam boyu
devam etmektedir, bununla birlikte hastalığın şiddeti dalgalanmalar gösterebilir hatta tam
olarak iyileşebilir (13).
Obsesif-Kompülsif Bozukluk (OKB)
Obsesyonlar kişilerin zorlayıcı ve uygunsuz bir şekilde yaşan tıladıklan düşünce, dürtü ya da
7
görüntülerdir. Bireyler obsesyonun içeriğinin normalde sahip oldukları düşünce tarzına
benzemediğini fark ederler fakat aynı zamanda bunların zihinlerine zorla dışandan
sokulmadığını, kendilerine ait olduklarını da bilirler. Sık rastlanılan obsesyonlar
kontaminasyon (bulaş) ile ilişkili tekrarlayıcı düşünceler, şüphelenme, düzen, agresyon ve
seksüel içerikli görüntüler/düşünceler şeklindedir. Bu düşünceleri göz ardı etme ya da
bastırma çabalan sıklıkla kompülsiyonlara (anksiye-teyi azaltmak ya da engellemek için
yapılan tekrarlayıcı davranışlar) yol açacak şekilde anksiyete artışı ile sonuçlanır. Yaygın
görülen kompülsif davranışlar, el yıkama, davranışları kontrol etme, sıraya sokma, dua etme,
sayma ve bazı kelime ya da cümleleri yineleme şeklindedir (7,13).
Obsesif kompülsif bozukluk (OKB) sıklıkla adolesan ya da erken erişkinlik döneminde
başlar ve kademeli bir başlangıç gösterebilir. Hastaların %15'i ilerleyici bir yıkım gösterirken
%5 kadarında hastalık belirtilerinin ataklar şeklinde görülmesi söz konusudur ve ataklar
arasında belirtiler azalmaktadır (13). OKB durumunun ileri yaşta başlaması nadirse de 65 yaş
üzeri hastalardaki 6 aylık prevalansa bakıldığında %1.5'e varan bir hız görülmektedir (17).
Yaşlı hastalarda OKB nokta prevalansı %0 ile %1.5 arasında değişmektedir. Düşük
insidansına rağmen OKB kliniklerinde-ki vakalar gözden geçirildiğinde hastaların yaklaşık
%5'inin 60 yaş üzerinde olduğu görülmektedir (13).
Yaşlı hastalarda sık sık doktorlara gitmeye yol açan somatik/bedensel kaygılar yaygındır.
İsimleri unutma korkusu ya da egosintonik (benliğe yabancı gibi algılanmayan) şüphelerle
ilişkili obsesyon ve kompülsiyonlar da bu yaş grubunda yaygın olarak görülmektedir.
Bununla birlikte bu popülasyonda görülebilen bilişsel bozuklukların OKB belirtilerini taklit
edebileceği ya da şiddetlendirebi-leceği unutulmamalıdır (13). Benzer şekilde daha önce
sağlıklı olduğu halde serebrovasküler olay geçirdikten sonra OKB gelişen hastalar da
görülmektedir. Literatürde bu şekilde görülen bir vakada 75 yaşında, ani başlayan "bilme
ihtiyacı" ile ilgili obsesyonları olan ve bu nedenle günlük yaşamını aksatacak biçimde listeler
tutmaya başlayan bir hasta tanımlanmaktadır. Çekilen beyin manyetik rezonans
görüntülemesinde hastanın sol bazal gangli-onunda iki adet küçük laküner enfarkt görüldüğü
tespit edilmiştir. Bu durumun OKB etyolojisinde rolü olduğu düşünülen bazal ganglionlar ve
orbitofrontal korteksteki serotonerjik yolaklarda oluşan bozulma teorilerini desteklediği
düşünülmektedir (17). Erken ve ileri yaş başlangıç-lı OKB vakalarının nörobiyolojik
işlevselliğinin değerlendirildiği bir çalışmada, yaşlı hastaların yürütücü işlevlerde ve işitsel
dikkatte genç gruba göre daha düşük puanlar aldığı belirtilmiştir. Bu çalışmada OKB
durumunun erken ya da ileri yaşta başlangıç göstermesinin kısmen farklı nörobiyolojik
düzeneklerden kaynaklanıyor olabileceği ileri sürülmüştür (18).
Tedavisine bakıldığında, serotonin üzerinden etki gösteren antidepresan ilaçların
(fluvoksamin) ileri yaşta görülen OKB belirtilerini azalttığına dair çalışmalar mevcuttur
(13,17). Maruz bırakma ve tepki önleme (exposu-re and response prevention) şeklindeki
bilişsel ve davranışçı tedavilerin de bu hastalık grubunda başarılı olduğu bilinmektedir ancak
yaşlılarda kullanımı ve sonuçlan ile ilgili detaylı bilgi bulunmamaktadır. Yukarıda bahsedilen
bazal ganglion enfarktı sonrasında gelişen OKB vakasının tedavisinde bilişsel davranışçı
yaklaşımın olumlu sonuç verdiği belirtilmektedir (17).
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)
Yoğun korku, çaresizlik ve dehşet duygulan yaratan trav-matik bir olaya maruz kalmanın
ardından belirli belirti kümlerinin ortaya çıktığı bir rahatsızlıktır. Travmatik olay kişinin
doğrudan kendisinin yaşaması şeklinde etkileyebileceği gibi, tanık olunarak da yaşanılabilir.
TSSB'nun karakteristik belirtileri üç kümeye ayrılabilir: 1-Travmanın rüyalar ya da gündüz
düşleri yoluyla tekrar tekrar yaşanması. Bu durum kişinin olayı hatırlatacak bir durumla karşılaşması halinde de olabilir. 2- Uyaranlardan kaçınma. 3-Sürekli anksiyete yaşama ya da
uyanlmışlığın artması (5,7,13).
TSSB herhangi bir yaşta görülebilir ve sıklıkla olayın hemen ardından ortaya çıkar (ilk üç
ay içinde). Sıklıkla ilk tanı olarak "Akut Stres Bozukluğu" düşünülmektedir. Akut stres
bozulduğu en az 2 gün, en fazla 4 hafta sürer ve travmatik olaydan sonraki 4 hafta içerisinde
ortaya çıkar (5). TSSB hastalarının %50'sinde belirtiler ilk üç ay içinde düzelmektedir fakat
bir kısım hastada 5 yıla kadar varan sürelerle, hatta yaşamm sonuna kadar devam ettiği
8
görülmektedir. Belirtilerin süresi ve yoğunluğu sıklıkla travmanın ağırlığıyla ilişkilidir (13).
Yaşlı hastalar gençlere göre daha fazla kurban durumuna düşüyor ya da yaşamı tehdit edici
olaylarla daha sık karşılaşıyor gibidirler. Bu nedenle yeni başlangıçlı TSSB tanısının bu hasta
grubunda atlanıldığı düşünülmektedir (13). İleri yaş grubunda yapılan TSSB çalışmaları iki
grup üzerinde odaklanmıştır: gençliğinde travmatik olaylar yaşayan ve günümüzde TSSB
belirtileri tarif eden yaşlılar ve ileri yaşta travma yaşayan ve TSSB gelişen yaşlı kişiler (19).
TSSB ile ilgili araştırmaların çoğu savaş zamanındaki travmayı yaşamış yaşlılar üzerinde
yapılmıştır. II. Dünya Savaşı esirlerinin savaştan hemen sonra kötü olan belirtilerinin orta
yaşta azaldığı, ileri yaşlarda ise yeniden şiddetlendiği belirtilmektedir. Bir çalışmada, savaş
gazilerinin belirtilerinin emeklilik ardından şiddetlendiği belirtilmiştir. Gene aynı çalışmada
sağlık, bağımsızlık, eş ve ev kaybı gibi yeni ortaya çıkan kayıpların, belirtilerin nüksüne
neden olduğu gösterilmiştir. Başka bir çalışmada ise yaşlılık stresörlerinin TSSB belirtilerinin
nüksüne neden olduğuna dair bir sonuç bulunamamıştır. Doğal ya da insan eli ile ortaya çıkan
felaketlerin sonuçlan ile ilgili veriler çok az iken, şiddet içeren suç kurbanlarına yönelik
hemen hiç sonuç bulunmamaktadır. Çalışmalara katılanlar daha çok erkektir (15).
TSSB belirtileri gençlerde ve yaşlılarda benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte bir tren
kazası sonrası kurbanlarla yapılan bir çalışmada, 65 yaş üzeri kişilerin daha genç gruba göre
kaza ile ilgili düşüncelerle meşgul olma, kaçınma, uyku bozuklukları ve ağlama atakları gibi
sorunları daha fazla yaşadıkları belirtilmiştir (19). Başka bir kaynakta ise yaşlıların TSSB ile
beraber daha fazla somatik belirti gösterdiği kaydedilmiştir (15).
Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB)
Son 6 aylık zaman diliminin büyük bir kısmında abartılmış kaygıların ön planda olduğu,
ruhsal sıkıntı, vücutta gerginlik, uykusuzluk, sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu gibi
belirtilerin eşlik ettiği bir anksiyete bozukluğudur. YAB yaşlı popülasyonda görülen anksiyete
bozuklukları arasında ikinci sıklıkta görülen hastalık grubudur (en yaygın olarak fobiler
görülmektedir). 6 aylık nokta prevalan-sı %2, yaşam boyu prevalansı ise %6 olarak
belirtilmektedir (13). Yoğun endişe ve anksiyete, huzursuzluk, kaslarda gerginlik, uyku
bozuklukları, iritabilite ve uyuma yönelik işlevlerde bozulma gibi belirtiler tarif edilmektedir
(7).
ECA çalışmasında sık görülen bir hastalık olmasına rağmen hastaların ancak %38'inin son
1 yıl içinde psikiyatri polikliniklerine başvurduğu saptanmıştır. %90'ı dep-resif belirtilerle
birlikte gitmektedir. Bir çok belirti diğer tıbbi durumlarla (nörolojik, pulmoner, kardiyak,
endokrin bozukluklar) birlikte olunca tamda güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Kurumlarda kalan
hastalarda yaygın anksiyete bozukluğu olanların %60'ında ayrıca majör depresyon bulunduğu
belirtilmektedir (15).
Genel Tıbbi Duruma Bağlı Anksiyete Bozukluğu
Bu tanıyı koyabilmek için klinisyen hastanın başka bir fiziksel hastalığı bulunup bulunmadığı
ya da anksiyete belirtilerine neden olabilecek bir madde kullanımının olup olmadığını
araştırmalıdır (7). Birkaç nedenden dolayı anksiyete bozukluğu düşünülen yaşlı hastalarda ek
fiziksel hastalıkların araştırılması özel önem taşımaktadır. Öyle ki, bireyler fiziksel hastalığın
anlamı ve etkileri ile ilgili olarak gerçekçi kaygılara sahip olabilirler. Ayrıca anksiyetenin
kendisi fiziksel sorunlara ve komplikasyonlara yol açabilir. Örneğin anksiyete düzeyi yüksek
kişiler hipertansiyon, kardiyak aritmiler ve kardiyavasküler hastalıklardan kaynaklanan
ölümler açısından risk altındadırlar (13). Anksiyete belirtilerine yol açabilecek fiziksel
hastalıklar Tablo 6'da, kimyasal ajanlar ise Tablo 7'de sıralanmıştır.
Yaşlılarda Anksiyete Bozukluklarının Tedavisi
Bu konuda yaşlı hastalarla yapılan çalışmaların sayısı oldukça az olduğundan tedavide genç
erişkinlerle yapılan çalışmalar yol gösterici olmaktadır. Tıbbi birliktelik gösteren hastalıkların
varlığı, depresyondan ayrıcı tanının güçlüğü, kalp ve solunum sistemine ait problemler
nedeniyle anksiyete ölçeklerinde yanlış olarak yüksek değerlerin kaydedilmesi gibi nedenlerle
klinisyenler geriyatrik anksiyete değerlendirmesinde dikkatli olmalıdır (16). Yaşlı
hastalardaki anksiyete ve anksiyete bozukluklarının tedavisinde çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır
ancak Zimmer ve Gershon'un da belirttiği gibi "ideal geriyatrik anksiyolitik henüz
bulunmamıştır" (13).
9
Anksiyete bozukluklarının tedavisinde benzodiyaze-pinler geniş ölçüde kullanım alanı
bulan ilaçlardır. Benzo-diyazepinler iki tür biyotransformasyona uğrarlar: oksi-dasyon ve
glükuronid konjugasyon. Genel bir kural olarak konjugasyon reaksiyonlarıyla inaktive edilen
benzodi-yazepinler diğer ilaçlarla daha az etkileşime girmektedirler (lorazepam, oksazepam
gibi). Benzodiyazepinlerin yaşlılardaki eliminasyonu değişiklikler göstermektedir.
10
Download