2. BÖLÜM: ANTİK YUNAN’DA VE ROMA’DA İKTİSADİ DÜŞÜNCE (İD) Antik Yunan Öncesi İktisadi Düşünce Antik Yunan öncesi dönemde iktisadi düşünce yok denecek kadar azdır. Gerekçeleri: Ekonomik hayat ilkel bir düzeyde; devlet, gelişmiş ekonomik faaliyet, para vb. yok, dolayısıyla İD gelişimini tetikleyecek bir pratik alan oluşmamış. Dinlerin toplum üzerindeki belirleyici rolü, İD kapsayan yazılı kanıtlar ve kaynaklar azdır, erişilebilen bazıları şunlardır: Hinduizm, Budizm (MÖ 6. yy) ve Musevilik (MÖ 1000) gibi dinler Hinduizm’de kastlar: Yöneticiler, askerler, çiftçiler ve zanaatkârlar. Budizm kastlara karşı çıkar. Buddha’nın kurtuluşa ermede 10 emrinden bazıları: Kötülük etme, çalma, yalan söyleme, içki içme, süslenme, şatafattan uzak dur, paraya el sürme. (Bir devletin düzenleyici otoritesi olmadığı dönemlerde insanları toplum halinde tutabilmenin yolu aranmış gibi görünüyor…) Musevilik (Yahudilerin dini) Hz. Musa’ya gelen 10emirle başlar, bu emirlerin bazıları: Katletmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalancı şahitlik yapmayacaksın, komşunun evine, karısına, cariyesine ve öküzüne göz dikmeyeceksin…) Hammurabi Kanunları (MÖ 1750’li yıllar) ve Orhun Kitabeleri. Hammurabi Kanunları silindirik bir taşa Akadça diliyle çivi yazısı şeklinde yazılmış 282 maddelik kanunlardır. Yaşanılan döneme ait pratikten kaynaklanan sorunları çözmeye dönük somut ifadeler içerir. Bu kanunlar ana hatlarıyla kölelik, alış veriş, çalışma ilişkileri, kiralama, ticaret, borç ilişkisi vb. ekonomik faaliyet alanlarına dönüktür. Orhun Kitabeleri 730-735 yılları arasında Göktürkler tarafından Ötüken’e yerleştirilmiştir. İlk kez 1893 yılında okunmuştur. Tutumlu olmak, Çinlilere aldanmamak, siyaset ekonomi ilişkisi, milli zenginliğin gerekliliği şeklinde genel hükümler içermektedir. Antik Yunan’da Ekonomik ve Siyasi Atmosfer Yunan uygarlığı deyimi, MÖ 1200’lerden Roma İmparatorluğunun (Rİ) bölgede egemen olduğu MÖ 200’lü yıllara kadar, bugünkü Yunanistan’da konuşlanmış site devletlerine verilen isimdir. Bu dönemin MÖ 5 ve MÖ 4. yüzyılları arasına Klasik Yunan dönemi denir. Batı medeniyetinin altın çağı olarak kabul edilir. Pek çok alanda katkıların sağlandığı dönemdir. Tüm katkılarına rağmen, bu dönemde İD felsefeye, şehir yönetimine, varlığa, düşünceye, dine ilişkin yorumların içine serpilmiş, dağınık bir biçimde bulunmaktaydı. Antik Yunan’da tek bir merkezi otorite bulunmuyordu, cite adı verilen her biri bağımsız Sparta, Atina, Korintos ve Thebes gibi şehir devletlerinden oluşan bir siyasal yapılanma vardı. 1000 yıllık dönem boyunca tek bir yönetim anlayışından bahsetmek mümkün değildir: Krallık, despotizm, plütarşi (zenginlerin yönetimi), aristokrasi (soylu sınıfların yönetimi), az da olsa demokrasi. MÖ 700’lü yıllarda halk sınıflara ayrılmaya başladı. Soylular sınıfı oluştu, şehirler kuruldukça, krallığın otoritesi zayıfladı ve şehir yönetimlerinin otoritesi başladı. Toprakta özel mülkiyetin ortaya çıkması ekonomik gelişme yanında toplumsal sınıflaşmanın ve zenginlik farklarının oluşmasına zemin hazırladı. Toplum temelde iki sınıfa ayrıldı: Zengin ve soylu aileler Diğer sınıf Kendi toprağı olanlar Toprağı soylulardan kiralayanlar Zanaatkârlar Ücretli işçiler ve Köleler. Toplumsal sınıflar arasındaki fark giderek artmış ve sonuçta ekonomik bir bozulmayı da beraberinde getirmiştir. Atina sitesinde bu bozulmanın giderilebilmesi için MÖ 594’te Solon adlı bir bilgeye görev verilmiştir. Solon bir dizi yasa hazırlayarak toplumdaki sınıfları ve bunların görevlerini belirledi ve ekonomik eşitsizliği düzeltmeye çalıştı. Bu yasalar Solon Yasaları olarak bilinir. Yunan siteleri ekonomik bozulma ve coğrafi koşulların zorlamasıyla (ekilebilir toprak %20, dolayısıyla gıda temini sorunu…) koloniler kurmaya başladılar. Dış ticaret, kolonizasyon ve sömürgecilik teşvik edilmiştir. Atina sitesi MÖ 430’da başlayarak 25 yıl süren Pelopennes savaşları sonunda Sparta’ya yenilerek tarih sayfasından çekilmiştir. Sparta’lılara göre bir devletin başarısı savaş meydanındaki galibiyettir. Onlara göre tek gerçek faaliyet askerlik ve devlet yönetimidir. Bu nedenle ticaret ve diğer faaliyetleri kölelerle ve hür köylülere bırakmışlardı. Ekonomide korumacılık benimsenmiş ve temel amaç askeri gücü desteklemek olarak belirlenmiştir. Antik Yunan dönemi İD bazı faktörlerin etkisi altında kalmıştır: Felsefe: Evren, dünya ve insanı anlamak için geliştirilen düşünceler bütünü. Bu bütün içinde felsefe ekonomik faaliyetler karşısında düşünce geliştirmeye çabalamıştır. 18. Yüzyıla gelinceye kadar felsefedeki gelişmelerin pratikteki gelişmeleri karşılayamaması sonucu psikoloji, sosyoloji, astronomi, tarih, iktisat vb. müstakil bilimler ortaya çıkmıştır. Din: İlgili dönemde özellikle Musevilik ve Paganist inanç, Mısır’da, Mezopotamya’da, Yunan’da, Roma’da ve İslamiyet öncesi Orta Doğu’da gelişen İD üzerinde etkili olmuştur. Sokrat öncesi dönem Doğa felsefecileri ve Sofistler olarak iki ana guruba ayrılabilir: Doğa felsefecileri daha çok kâinatın oluşumu ve onu oluşturan ilk maddenin ne olduğu üzerinde durmuşlardır. Pythagoras (MÖ 582-507), müzik, sayılar, ahenk/uyum/harmoni, denge Heraclitus (MÖ 535-475), doğadaki/toplumdaki denge zıt güçlerin çatışması sonucu doğmaktadır, arz/talep ve piyasa mekanizması, Hegel’in Diyalektik Düşünme sistemi ve Marks’ın sınıf çatışması kavramına kaynaklık etmiştir. Democritus (MÖ 460-370), özel mülkiyeti savunmuştur, faydanın/değerin sübjektif olduğunu ve insandan insana değişeceğini ileri sürmüştür. Sofistler, pratikteki gelişme karşısında Doğa felsefesi yetersiz kalınca, siyaset, devlet, toplum, birey, ekonomi vb. pek çok konuyu tartışmaya açarak dogma olmaktan çıkardı. Her şey tartışmaya açıktı, Tanrı bilgisi dahi. Bilgi görecelidir, Subjektivizim. Bu bakış açısı bazı sofistleri şüpheciliğe ve inkâra kadar götürmüştür. Bazıları ise devlet ve kanuna karşı çıkmışlardır. Onlara göre bu yapılalar güçlü Sınıfların kendilerine göre uydurdukları şeylerdir. Bu bakış açısı ileride Marks ve Lenin gibilerin devlet felsefelerini oluşturacaktır. Döneme damgasını vuran tartışmasız Doğacı ve Sofistlerin katkılarını geliştiren Sokrat, Eflatun ve Aristo’nun düşünceleri olmuştur. Sokrat hayatını Atina sitesine ve insanları aydınlatmaya adamış ancak idama mahkûm edilmiştir. Hakkındaki bilgiler öğrencisi Eflatun’un yazdıklarından elde edilmektedir. Sokrat’ın ölümünden sonra ondan türeyen (öğrencileri tarafından kurulan) dört felsefe okulu ortaya çıkmıştır: Bunlardan en etkilisi Eflatun tarafından kurulan Akademia’dır. Diğerleri Kyrene Okulu, Kynik Okulu ve Elis Eretria Okulu’dur. Kyren Okulu: Bilgi görecelidir ve gerçek bilgiye erişilemez. Kişiyi motive eden en önemli unsur (akılcı bir sınır içinde) haz ve zevk almaktır. Bunun için insanların özgür olması gerekir. Kynik Okulu: (Diogenes) Kyren okulun tam tersine felsefesi, erdem sahibi olmak, nefsi kontrol etmek, dünyaya tamah etmemek üzerine kuruludur. Münzevi bir hayatı benimsemişlerdir. Birey özgür olmalıdır ancak mutluluğa nasıl erişileceği konusunda Kyren okuldan ayrılırlar. Hırs, açgözlülük ve kibir gibi ruhsal saptırıcıların da kontrol altına alınması gerekir. Antik Yunan’ın gerileyerek Helenistik dönemin başlamasıyla iki felsefi akım öne çıkmıştır: Epikurosculuk ve Stoacılık. Epikuros, Atina’da kurduğu Kepos isimli okulda düşüncesini yaymıştır. Bütün düşüncelerini insanı merkeze alarak oluşturmuştur. Temel soru insanın mutluluğu nasıl sağlanacaktır? İnsan davranışının temelinde haz ve acı vardır. Ancak haz, bedenin ve ruhun hazzı olarak ayrılır, öncelikli olan bedenin hazzıdır. Epikuros, insanların ihtiyaçlarını değil ama istek ve arzularının sonsuz olduğunu ileri sürerek bugün dahi süren bir tartışmanın temelini atmıştır. Stoacılık da insan, insanın mutluluğu, bireycilik, devlet, doğa ve siyasal konularda düşünceler geliştirmiştir. Eflatun (Platon) ve Aristo’da (Aristotales) İD Sokrat, Eflatun ve Aristo üçlüsü, ama özellikle son ikisi, kurmuş oldukları felsefi bütünlükte Antik Yunan dönemi düşünce hayatını derinden etkilemişlerdir. Eflatun felsefeye idealar kuramı, ruh konusundaki düşünceleri, ahlâk, devlet ve Tanrı düşünceleriyle önemli katkılar yapmıştır. İdealar Kuramı: Mağara Alegorisi ile açıklanır. Gölgeler duyular ile gölgelerin gerçekliği olan varlıklar ise akıl ile kavranabilir. O halde fenomenler (olgular) dünyası bütün varoluşlarını ancak idealar dünyasında bulmaktadırlar. Bilgi kuramında düşüncelerini soru-cevaplarla ilerleyen diyalektik yöntemiyle açıklar. Ruh Tanrısal kaynaklıdır ve maddeden önce vardır. Tanrıya dönme eğilimi taşır. Dünyada günahlardan arınmalı, temizlenmeli ve yücelmelidir. Dünyalık zevk ve hazlardan uzak durmalıdır. Eflatuna göre ahlak toplumsaldır. Bu yüzden bireysel ahlak yerine toplumsal ahlakı inceler. Ona göre ahlak bir toplumsal problemdir. Aristo tüm saygısına rağmen bazı konularda hocası Eflatun’dan ayrılıyordu: Rasyonalite ile evreni ve insanı anlamada aklın rolüne vurgu yapıyor ama diğer taraftan dünyayı idealarla değil duyularımızla anlayabileceğimizi ifade ediyordu. Aristoya göre gerçek varlık yani cevher (töz) idealar değil tek tek bireyler ve varlıklardı. Hocasının maddenin ötesinde oluşturduğu idealara karşı çıkmış ve ideaların varlıkların içinde bulunan bir öz olduğunu ifade etmiştir. Böylece Eflatun’un bu dünyadan ötelediği gerçekliği bu dünyaya maddenin kendisine indirgemiştir. Aristo düşüncelerinde tüme varım yöntemini benimsemiştir. Devlet ve İşbölümü Düşüncesi Eflatun ve Aristo’da devlet anlayışı benzerdir. Aynı sorudan hareketle ortaya konulmuştur: İdeal bir devlet nasıl ve hangi kurallar üzerine kurulacaktır? Her ikisi de ne, ne kadar, nasıl, hangi kaynaklarla ve kim için üretilecek sorularına cevaben toplumların sınıflara ayrılmasını en rasyonel yol aolarak görmüşlerdir. Eflatun’a göre ideal devlet için adalet, işbölümü ve toplumsal sınıflaşma gereklidir. Aristo da sınıflı bir toplum yapısını önermekte hatta daha da ileri giderek kölelik kurumunu toplumun temel ve doğal kurumlarından biri olarak görmektedir. Eflatun diyaloglardan oluşan “Devlet” isimli eserinde adaletin ne olduğunu açıklamaya çalışır. Ona göre adaletin mutlak bir tanımı yoktur, hem toplumdan topluma, hem de zamandan zamana göre değişiklik gösterir. Bu nedenle de bir site içinde ve bir birey için adalet, onların yurttaş olarak kendi doğalarına en uygun işi yapmalarından ibarettir. Eflatun’a göre ideal devlet, en azından halkın temel ihtiyaçlarını sağlayacak bir ekonomik yapıya sahip olmalıdır. Bu, bireyler ve onların ekonomik faaliyetleri ile ilgilidir. Her birey kendi doğasına uygun işi yaptığı zaman ideal devletin ilk koşulu yerine gelmiş olacaktır. Sitenin büyümesi sonucu yeni ve artan ihtiyaçlar ancak site dışından sağlanabilir. Bu durum bir savaşı ve kaçınılmaz olarak doğuştan savaşçı yeteneği ile donatılmış olan bir sınıfı gerekli kılar. Toplum böylece askerler ve üretenler olarak ikiye ayrılır. Sonra askerler kendi içinde filozoflar ve askerler olarak da ikiye ayrılacaktır. Böylece devlet, bir insanın sahip olması gereken düşünmek (filozoflor), ihtiras (arzu etmek (üretenler) ve şiddet/dışavurum (askerler) gibi üç unsuru da içinde barındıracaktır. Bu işbölümü Adam Smith’te de görülecektir. Ancak Smith’e göre iş bölümü sonradan kazanılan bir özellikken Eflatun’a göre doğuştan gelen bir ayrımdır. Eflatun’a göre ideal devlet sınıflı bir toplum yapısına bağlıdır, bu bakımdan maddi ve manevi kurallarla sürdürülmesi önemlidir. Bu bağlamda: Yönetici sınıf için ortak mülkiyet önermektedir; üretici sınıf mutlu olabilmesi (sınıfsal özelliklerini devam ettirebilmesi) için ne zengin ne de fakir olması gerektiğini ileri sürer. Eflatun halka çalışama ve üzerine düşeni yerine getirme dışında bir pay vermez, devletin halka karşı adaletli olması ve bunu ilkeleri üzerinde durmaz. Eflatun demokrasiye uzaktır ve yönetimin bilgi gerektirdiğini dolayısıyla filozoflara ait olduğunu ileri sürer. Eflatun’da devlet bir düzen ve terbiye kurumudur. Eflatun işbölümü sayesinde ideal devletin, adaletin ve site içinde birliğin sağlanacağı inancındadır. Ama paradoksal olarak üretici sınıfa fazla önem vermez bu durumda soru: Kim için adalet? Eflatun’a göre en iyi yönetim şekli, en iyilerin söz sahibi olduğu aristokrasidir. Ama gerçek hayatta yönetim askerlerin elindedir. Zamanla bu yönetim biçimi evrilerek demokrasiye dönüşecektir ama demokrasi de ideal bir yönetim biçimi değildir zira doğuştan eşit olmayan bireyleri eşitler. Dolayısıyla ideal devlet kalıcı değildir. Değişime ve dönüşüme tabidir. Eflatunun devlet anlayışı son tahlilde evrende her varlığın belirli bir yeri ve konumu ve aynı zamanda her varlığı kapsayan bir alın yazısı olduğu inancına dayanır: Doğal düzen, Fizyokrasi, Klasik düşünce. Aristo devletin yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye ayrılmasını, hocası gibi, benimser. Aristo yöneticiler için de ortak mülkiyet önermez. Aristo’ya göre ideal devlet, bireylerin ahlaklı ve iyi yetişmiş olmasına bağlıdır. Önemli olan yönetim sistemlerinden çok yöneticilerin nitelikleridir. Aristo adaletin ne olduğuna odaklanmıştır. Ona göre adalet toplum içindeki eşitlikten ibarettir. Ekonomik ve sosyal ilişkilerinde taraflar zarar görmemelidir: Orta çağda Adil Fiyat Doktrini. Aristo’ya göre toplumun adaletli bir yapısı olabilmesi için üç boyutlu bir adalet anlayışına ihtiyaç vardır: Bölüşüm adaleti: Ekonomik ve sosyal unsurların kişilerin niteliklerine göre dağılımı. Düzeltim adaleti: Yine de bir adaletsizlik olursa devreye girerek adaletsiz durumu giderecek mekanizmadır. Son olarak Değişim adaletidir: değişimden (mübadeleden) sonra da adaletin devam etmesi gerekir. Mülkiyet Düşüncesi Eflatun’da mülkiyet bütün toplumu kapsamaz, sadece yönetici sınıf içindir; Aristo ise özel mülkiyeti savunur. Aristo’ya göre özel mülkiyet toplumdaki işlerin yapılmasının ve gelişmenin teminatıdır. Özel mülkiyet insanlığın tecrübe tarihine uygundur, insanlara yardım etme, cömertlik vb. fırsatlar verir, toplumda kardeşlik ve uyum sürecinin oluşumuna katkı sağlar. Eflatun ortak mülkiyeti sitenin birliği ve devamı için önermesine rağmen Aristo ortak mülkiyetin karşılıklılık, çeşitlilik ve kendine yeterlik ilkelerini zayıflatacağını ve bu ölçüde sitenin birlik ve devamını da tehdit edeceğini iddia etmektedir. Aristo özel mülkiyeti, insan üzerindeki mülkiyete kadar götürerek köleliği de meşru görme eğilimi taşımıştır. Çalışma yorucu ve zahmetli bir çaba gerektirir, öyleyse insana göre değildir. Zira insan daha yüksek idealler için yaratılmıştır: siyaset yapmak, yönetmek, erdemli olmak vb. Nitekim insanlar doğuştan farklı yaratılmışlardır ve çalışmak kölelere ait bir iştir. Ticaret Düşüncesi Antik Yunan döneminde ticaret düşüncesi, dönemin sosyal ve ekonomik yapısı ile uyumlu ve aynı zamanda dönemi açıklayıcı niteliktedir. Eflatun, sitenin genişlemesi ve büyümesine paralel olarak ihtiyaçların, üretimin ve doğal olarak ticaretin artacağını ifade etmektedir. Tüccar sınıfı üretici ve tüketiciyi buluşturmaktadır. Bu anlamda Eflatun’da tüccar bugünkü perakendeci olarak düşünülebilir. Hocasının aksine Aristo ticaret konusunda daha geniş bir bakış açısına sahip olmuştur. Aristo temelde şu soruya cevap aramıştır: Üretiminde hiçbir emeği ve rolü bulunmayan tüccar nasıl olup da bir kazanç elde edebilmektedir? Bu soru etrafında gelişen tartışma, orta çağda Thomas Aquinas’ın “Katma Değer” kavramını yaratmasının zeminini oluşturdu. Aristo’ya göre ticaret anormal bir faaliyetti ve bu nedenle ekonomik yapıdaki faaliyetler ikiye ayrılarak analiz edilmeliydi: İlki oeconomicus, Mal-Para-Mal şeklinde bir mübadele oluşacaktır. İkincisi ise Krematistik: Mal, mülk, servet edinme faaliyeti. Bu da kendi içinde ikiye ayrılır: Doğal Krematistik: Avcılık, balıkçılık, çiftçilik, çobanlık vb. ihtiyaçları karşılamaya dönük faaliyetler. Burada da Mal-Para-Mal şeklinde bir mübadele oluşacaktır. Doğal olmayan Krematistik: İhtiyaçlar ikinci plana itilmiş, tamamen kâr amacına dönük faaliyetlerdir. Para-Mal-Para şeklinde bir mübadele vardır. İkinci P ilkinden büyüktür. Bu bakış açısı Aquinas’ta ve sonra Marks’ta farklı kurgulanacak ve artı değer teorisine dönüşecektir. Aristo’ya göre bir malın iki kullanımı vardır: Malın bizatihi yerinde kullanımı, ikincisi ise zaruri olmayan kullanımı. (Ayakkabı örneği) Aristo’ya göre para malların değişimine aracılık eden itibari bir şey’dir. Bu düşünce Klasik iktisadın parayla ilgili görüşlerinin temelini de oluşturmaktadır. Aristo’yu ticari faaliyette rahatsız eden şey paradan para kazanılmaya başlanmasıdır. (Bu ince düşünce ve kölelik kurumu?!) Aristo’ya göre doğal olmayan Krematistik dört unsurdan kaynaklanmaktadır: Dış ticaret, faiz, tekel, ücret karşılığında çalışmak. Dış ticaret gereklidir ancak yabancılar tarafından yapılmalıdır. Faiz terk edilmelidir, zira para yavrulamaz. Antik Yunan, Roma İmparatorluğu ve Ortaçağda bedenle yapılan işler aşağılanmıştır. Beden yorulmamalı, zinde olmalı ki zihinde zinde olsun ve asılı layık olduğu yönetim, düşünce, politika vb. alanlarda ürebilsin! Antik Yunan’da Para Eflatun, paranın hangi maddeden yapıldığının önemli olmadığını, değerinin ülke halkının ona verdiği değerden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Günümüz itibari (kağıt) para sistemi! Aristo benzer bir anlaşışa sahip olamkla birlikte paranın kolay taşınabilmesi, bölünebilmesi, istikrarlı olması, homojen olması gibi bazı özelliklerini de belirtmiş ve bugün sahip olduğumuz anlayışa yakın bir düşünce ortaya koymuştur. Roma İmparatorluğunda (Rİ) İD Rİ MÖ 750’li yıllarda İtalya yarımadasında örgütlenerek kurulan ve toprakları Basra Körfezi ve diğer tarafta İngiltere’deki Hadrian duvarına kadar uzanan tarihteki tek devlettir. Bu büyüklüğe rağmen Rİ döneminde önemli İD geliştirme çabaları olduğu söylenemez. Düşünce tarihine yaptıkları en büyük katkı Roma Hukukudur. Antik Yunan felsefe eserlerini Latinceye çevirerek Antik Yunan ve ortaçağ Avrupası arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Roma için düşünceden ziyade eylem ön plandaydı. Sahip oldukları geniş topraklar ve istilacı yapıları uzun süre ekonomik problemlerle karşılaşmalarını önlemiştir. Roma, Antik Yunan’dan farklı olarak güçlü bir merkezi otoriteye sahipti. Devlet kutsallaştırılmış ve “Kutsal Roma” inancı emperyalist ve sömürgeci politikaların meşrulaştırılmasında temel motivasyon olarak kullanılmıştır. Romanın çöküşünde karşılaştığı en temel sorun: Kendine yeterli olmayan ekonomik yapı. Ekonomik çöküş dönemi az da olsa İD’ye kapı aralamıştı.