2. BÖLÜM: ANTİK YUNAN`DA VE ROMA`DA İKTİSADİ DÜŞÜNCE

advertisement
2. BÖLÜM: ANTİK YUNAN’DA VE ROMA’DA İKTİSADİ DÜŞÜNCE (İD)

Antik Yunan Öncesi İktisadi Düşünce
Antik Yunan öncesi dönemde iktisadi düşünce yok denecek kadar azdır. Gerekçeleri:
 Ekonomik hayat ilkel bir düzeyde; devlet, gelişmiş ekonomik faaliyet, para vb. yok,
dolayısıyla İD gelişimini tetikleyecek bir pratik alan oluşmamış.
 Dinlerin toplum üzerindeki belirleyici rolü,
 İD kapsayan yazılı kanıtlar ve kaynaklar azdır, erişilebilen bazıları şunlardır:
 Hinduizm, Budizm (MÖ 6. yy) ve Musevilik (MÖ 1000) gibi dinler
 Hinduizm’de kastlar: Yöneticiler, askerler, çiftçiler ve zanaatkârlar.
 Budizm kastlara karşı çıkar. Buddha’nın kurtuluşa ermede 10
emrinden bazıları: Kötülük etme, çalma, yalan söyleme, içki içme,
süslenme, şatafattan uzak dur, paraya el sürme. (Bir devletin
düzenleyici otoritesi olmadığı dönemlerde insanları toplum halinde
tutabilmenin yolu aranmış gibi görünüyor…)
 Musevilik (Yahudilerin dini) Hz. Musa’ya gelen 10emirle başlar, bu
emirlerin
bazıları:
Katletmeyeceksin,
zina
etmeyeceksin,
çalmayacaksın, yalancı şahitlik yapmayacaksın, komşunun evine,
karısına, cariyesine ve öküzüne göz dikmeyeceksin…)
 Hammurabi Kanunları (MÖ 1750’li yıllar) ve Orhun Kitabeleri.
 Hammurabi Kanunları silindirik bir taşa Akadça diliyle çivi yazısı
şeklinde yazılmış 282 maddelik kanunlardır. Yaşanılan döneme ait
pratikten kaynaklanan sorunları çözmeye dönük somut ifadeler içerir.
Bu kanunlar ana hatlarıyla kölelik, alış veriş, çalışma ilişkileri,
kiralama, ticaret, borç ilişkisi vb. ekonomik faaliyet alanlarına
dönüktür.
 Orhun Kitabeleri 730-735 yılları arasında Göktürkler tarafından
Ötüken’e yerleştirilmiştir. İlk kez 1893 yılında okunmuştur. Tutumlu
olmak, Çinlilere aldanmamak, siyaset ekonomi ilişkisi, milli
zenginliğin gerekliliği şeklinde genel hükümler içermektedir.

Antik Yunan’da Ekonomik ve Siyasi Atmosfer
 Yunan uygarlığı deyimi, MÖ 1200’lerden Roma İmparatorluğunun (Rİ) bölgede
egemen olduğu MÖ 200’lü yıllara kadar, bugünkü Yunanistan’da konuşlanmış site
devletlerine verilen isimdir.
 Bu dönemin MÖ 5 ve MÖ 4. yüzyılları arasına Klasik Yunan dönemi denir. Batı
medeniyetinin altın çağı olarak kabul edilir. Pek çok alanda katkıların sağlandığı
dönemdir.
 Tüm katkılarına rağmen, bu dönemde İD felsefeye, şehir yönetimine, varlığa,
düşünceye, dine ilişkin yorumların içine serpilmiş, dağınık bir biçimde
bulunmaktaydı.
 Antik Yunan’da tek bir merkezi otorite bulunmuyordu,
 cite adı verilen her biri bağımsız Sparta, Atina, Korintos ve Thebes gibi şehir
devletlerinden oluşan bir siyasal yapılanma vardı.
 1000 yıllık dönem boyunca tek bir yönetim anlayışından bahsetmek mümkün
değildir: Krallık, despotizm, plütarşi (zenginlerin yönetimi), aristokrasi (soylu
sınıfların yönetimi), az da olsa demokrasi.
 MÖ 700’lü yıllarda halk sınıflara ayrılmaya başladı. Soylular sınıfı oluştu, şehirler
kuruldukça, krallığın otoritesi zayıfladı ve şehir yönetimlerinin otoritesi başladı.
 Toprakta özel mülkiyetin ortaya çıkması ekonomik gelişme yanında toplumsal
sınıflaşmanın ve zenginlik farklarının oluşmasına zemin hazırladı.
 Toplum temelde iki sınıfa ayrıldı:
 Zengin ve soylu aileler
 Diğer sınıf
 Kendi toprağı olanlar
 Toprağı soylulardan kiralayanlar
 Zanaatkârlar
 Ücretli işçiler ve
 Köleler.
 Toplumsal sınıflar arasındaki fark giderek artmış ve sonuçta ekonomik bir bozulmayı
da beraberinde getirmiştir.
 Atina sitesinde bu bozulmanın giderilebilmesi için MÖ 594’te Solon adlı bir
bilgeye görev verilmiştir. Solon bir dizi yasa hazırlayarak toplumdaki sınıfları
ve bunların görevlerini belirledi ve ekonomik eşitsizliği düzeltmeye çalıştı.
Bu yasalar Solon Yasaları olarak bilinir.
 Yunan siteleri ekonomik bozulma ve coğrafi koşulların zorlamasıyla
(ekilebilir toprak %20, dolayısıyla gıda temini sorunu…) koloniler kurmaya
başladılar. Dış ticaret, kolonizasyon ve sömürgecilik teşvik edilmiştir.
 Atina sitesi MÖ 430’da başlayarak 25 yıl süren Pelopennes savaşları sonunda
Sparta’ya yenilerek tarih sayfasından çekilmiştir.
 Sparta’lılara göre bir devletin başarısı savaş meydanındaki galibiyettir.
 Onlara göre tek gerçek faaliyet askerlik ve devlet yönetimidir.
 Bu nedenle ticaret ve diğer faaliyetleri kölelerle ve hür köylülere
bırakmışlardı.
 Ekonomide korumacılık benimsenmiş ve temel amaç askeri gücü desteklemek
olarak belirlenmiştir.
 Antik Yunan dönemi İD bazı faktörlerin etkisi altında kalmıştır:
 Felsefe: Evren, dünya ve insanı anlamak için geliştirilen düşünceler bütünü.
Bu bütün içinde felsefe ekonomik faaliyetler karşısında düşünce geliştirmeye
çabalamıştır.
 18. Yüzyıla gelinceye kadar felsefedeki gelişmelerin pratikteki
gelişmeleri karşılayamaması sonucu psikoloji, sosyoloji, astronomi,
tarih, iktisat vb. müstakil bilimler ortaya çıkmıştır.
 Din: İlgili dönemde özellikle Musevilik ve Paganist inanç, Mısır’da,
Mezopotamya’da, Yunan’da, Roma’da ve İslamiyet öncesi Orta Doğu’da
gelişen İD üzerinde etkili olmuştur.
 Sokrat öncesi dönem Doğa felsefecileri ve Sofistler olarak iki ana
guruba ayrılabilir:
 Doğa felsefecileri daha çok kâinatın oluşumu ve onu oluşturan ilk maddenin
ne olduğu üzerinde durmuşlardır.
 Pythagoras (MÖ 582-507), müzik, sayılar, ahenk/uyum/harmoni,
denge
 Heraclitus (MÖ 535-475), doğadaki/toplumdaki denge zıt güçlerin
çatışması sonucu doğmaktadır, arz/talep ve piyasa mekanizması,
Hegel’in Diyalektik Düşünme sistemi ve Marks’ın sınıf çatışması
kavramına kaynaklık etmiştir.
 Democritus (MÖ 460-370), özel mülkiyeti savunmuştur,
faydanın/değerin sübjektif olduğunu ve insandan insana değişeceğini
ileri sürmüştür.
 Sofistler, pratikteki gelişme karşısında Doğa felsefesi yetersiz kalınca, siyaset,
devlet, toplum, birey, ekonomi vb. pek çok konuyu tartışmaya açarak dogma
olmaktan çıkardı.
 Her şey tartışmaya açıktı, Tanrı bilgisi dahi. Bilgi görecelidir,
Subjektivizim.
 Bu bakış açısı bazı sofistleri şüpheciliğe ve inkâra kadar götürmüştür.
 Bazıları ise devlet ve kanuna karşı çıkmışlardır. Onlara göre bu
yapılalar güçlü Sınıfların kendilerine göre uydurdukları şeylerdir. Bu
bakış açısı ileride Marks ve Lenin gibilerin devlet felsefelerini
oluşturacaktır.
 Döneme damgasını vuran tartışmasız Doğacı ve Sofistlerin katkılarını geliştiren
Sokrat, Eflatun ve Aristo’nun düşünceleri olmuştur.
 Sokrat hayatını Atina sitesine ve insanları aydınlatmaya adamış ancak idama
mahkûm edilmiştir. Hakkındaki bilgiler öğrencisi Eflatun’un yazdıklarından
elde edilmektedir. Sokrat’ın ölümünden sonra ondan türeyen (öğrencileri
tarafından kurulan) dört felsefe okulu ortaya çıkmıştır:
 Bunlardan en etkilisi Eflatun tarafından kurulan Akademia’dır. Diğerleri
Kyrene Okulu, Kynik Okulu ve Elis Eretria Okulu’dur.
 Kyren Okulu: Bilgi görecelidir ve gerçek bilgiye erişilemez. Kişiyi motive
eden en önemli unsur (akılcı bir sınır içinde) haz ve zevk almaktır. Bunun için
insanların özgür olması gerekir.
 Kynik Okulu: (Diogenes) Kyren okulun tam tersine felsefesi, erdem sahibi
olmak, nefsi kontrol etmek, dünyaya tamah etmemek üzerine kuruludur.
Münzevi bir hayatı benimsemişlerdir. Birey özgür olmalıdır ancak mutluluğa
nasıl erişileceği konusunda Kyren okuldan ayrılırlar. Hırs, açgözlülük ve kibir
gibi ruhsal saptırıcıların da kontrol altına alınması gerekir.
 Antik Yunan’ın gerileyerek Helenistik dönemin başlamasıyla iki felsefi akım öne
çıkmıştır: Epikurosculuk ve Stoacılık.
 Epikuros, Atina’da kurduğu Kepos isimli okulda düşüncesini yaymıştır. Bütün
düşüncelerini insanı merkeze alarak oluşturmuştur.
 Temel soru insanın mutluluğu nasıl sağlanacaktır?
 İnsan davranışının temelinde haz ve acı vardır.
 Ancak haz, bedenin ve ruhun hazzı olarak ayrılır, öncelikli olan bedenin
hazzıdır.
 Epikuros, insanların ihtiyaçlarını değil ama istek ve arzularının sonsuz
olduğunu ileri sürerek bugün dahi süren bir tartışmanın temelini atmıştır.
 Stoacılık da insan, insanın mutluluğu, bireycilik, devlet, doğa ve siyasal
konularda düşünceler geliştirmiştir.

Eflatun (Platon) ve Aristo’da (Aristotales) İD
 Sokrat, Eflatun ve Aristo üçlüsü, ama özellikle son ikisi, kurmuş oldukları felsefi
bütünlükte Antik Yunan dönemi düşünce hayatını derinden etkilemişlerdir.
 Eflatun felsefeye idealar kuramı, ruh konusundaki düşünceleri, ahlâk, devlet ve Tanrı
düşünceleriyle önemli katkılar yapmıştır.
 İdealar Kuramı: Mağara Alegorisi ile açıklanır. Gölgeler duyular ile gölgelerin
gerçekliği olan varlıklar ise akıl ile kavranabilir. O halde fenomenler (olgular)
dünyası bütün varoluşlarını ancak idealar dünyasında bulmaktadırlar.
 Bilgi kuramında düşüncelerini soru-cevaplarla ilerleyen diyalektik yöntemiyle
açıklar.
 Ruh Tanrısal kaynaklıdır ve maddeden önce vardır. Tanrıya dönme eğilimi
taşır. Dünyada günahlardan arınmalı, temizlenmeli ve yücelmelidir. Dünyalık
zevk ve hazlardan uzak durmalıdır.
 Eflatuna göre ahlak toplumsaldır. Bu yüzden bireysel ahlak yerine toplumsal
ahlakı inceler. Ona göre ahlak bir toplumsal problemdir.
 Aristo tüm saygısına rağmen bazı konularda hocası Eflatun’dan ayrılıyordu:
 Rasyonalite ile evreni ve insanı anlamada aklın rolüne vurgu yapıyor ama
diğer taraftan dünyayı idealarla değil duyularımızla anlayabileceğimizi ifade
ediyordu.
 Aristoya göre gerçek varlık yani cevher (töz) idealar değil tek tek bireyler ve
varlıklardı.
 Hocasının maddenin ötesinde oluşturduğu idealara karşı çıkmış ve ideaların
varlıkların içinde bulunan bir öz olduğunu ifade etmiştir. Böylece Eflatun’un
bu dünyadan ötelediği gerçekliği bu dünyaya maddenin kendisine
indirgemiştir.
 Aristo düşüncelerinde tüme varım yöntemini benimsemiştir.
 Devlet ve İşbölümü Düşüncesi
 Eflatun ve Aristo’da devlet anlayışı benzerdir. Aynı sorudan hareketle ortaya
konulmuştur: İdeal bir devlet nasıl ve hangi kurallar üzerine kurulacaktır?
 Her ikisi de ne, ne kadar, nasıl, hangi kaynaklarla ve kim için üretilecek
sorularına cevaben toplumların sınıflara ayrılmasını en rasyonel yol aolarak
görmüşlerdir.
 Eflatun’a göre ideal devlet için adalet, işbölümü ve toplumsal sınıflaşma
gereklidir. Aristo da sınıflı bir toplum yapısını önermekte hatta daha da ileri
giderek kölelik kurumunu toplumun temel ve doğal kurumlarından biri olarak
görmektedir.
 Eflatun diyaloglardan oluşan “Devlet” isimli eserinde adaletin ne olduğunu
açıklamaya çalışır. Ona göre adaletin mutlak bir tanımı yoktur, hem
toplumdan topluma, hem de zamandan zamana göre değişiklik gösterir.
 Bu nedenle de bir site içinde ve bir birey için adalet, onların yurttaş olarak
kendi doğalarına en uygun işi yapmalarından ibarettir.
 Eflatun’a göre ideal devlet, en azından halkın temel ihtiyaçlarını sağlayacak
bir ekonomik yapıya sahip olmalıdır. Bu, bireyler ve onların ekonomik
faaliyetleri ile ilgilidir. Her birey kendi doğasına uygun işi yaptığı zaman
ideal devletin ilk koşulu yerine gelmiş olacaktır.
 Sitenin büyümesi sonucu yeni ve artan ihtiyaçlar ancak site dışından
sağlanabilir. Bu durum bir savaşı ve kaçınılmaz olarak doğuştan savaşçı
yeteneği ile donatılmış olan bir sınıfı gerekli kılar. Toplum böylece askerler
ve üretenler olarak ikiye ayrılır.
 Sonra askerler kendi içinde filozoflar ve askerler olarak da ikiye ayrılacaktır.
 Böylece devlet, bir insanın sahip olması gereken düşünmek (filozoflor), ihtiras
(arzu etmek (üretenler) ve şiddet/dışavurum (askerler) gibi üç unsuru da
içinde barındıracaktır.
 Bu işbölümü Adam Smith’te de görülecektir. Ancak Smith’e göre iş bölümü
sonradan kazanılan bir özellikken Eflatun’a göre doğuştan gelen bir ayrımdır.
 Eflatun’a göre ideal devlet sınıflı bir toplum yapısına bağlıdır, bu bakımdan
maddi ve manevi kurallarla sürdürülmesi önemlidir. Bu bağlamda:
 Yönetici sınıf için ortak mülkiyet önermektedir; üretici sınıf mutlu olabilmesi
(sınıfsal özelliklerini devam ettirebilmesi) için ne zengin ne de fakir olması
gerektiğini ileri sürer.
 Eflatun halka çalışama ve üzerine düşeni yerine getirme dışında bir pay
vermez, devletin halka karşı adaletli olması ve bunu ilkeleri üzerinde durmaz.
 Eflatun demokrasiye uzaktır ve yönetimin bilgi gerektirdiğini dolayısıyla
filozoflara ait olduğunu ileri sürer.
 Eflatun’da devlet bir düzen ve terbiye kurumudur.
 Eflatun işbölümü sayesinde ideal devletin, adaletin ve site içinde birliğin
sağlanacağı inancındadır. Ama paradoksal olarak üretici sınıfa fazla önem
vermez bu durumda soru: Kim için adalet?
 Eflatun’a göre en iyi yönetim şekli, en iyilerin söz sahibi olduğu aristokrasidir.
Ama gerçek hayatta yönetim askerlerin elindedir. Zamanla bu yönetim biçimi
evrilerek demokrasiye dönüşecektir ama demokrasi de ideal bir yönetim
biçimi değildir zira doğuştan eşit olmayan bireyleri eşitler. Dolayısıyla ideal
devlet kalıcı değildir. Değişime ve dönüşüme tabidir.
 Eflatunun devlet anlayışı son tahlilde evrende her varlığın belirli bir yeri ve
konumu ve aynı zamanda her varlığı kapsayan bir alın yazısı olduğu inancına
dayanır: Doğal düzen, Fizyokrasi, Klasik düşünce.
 Aristo devletin yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye ayrılmasını, hocası gibi,
benimser.
 Aristo yöneticiler için de ortak mülkiyet önermez.
 Aristo’ya göre ideal devlet, bireylerin ahlaklı ve iyi yetişmiş olmasına
bağlıdır. Önemli olan yönetim sistemlerinden çok yöneticilerin nitelikleridir.
 Aristo adaletin ne olduğuna odaklanmıştır. Ona göre adalet toplum içindeki
eşitlikten ibarettir. Ekonomik ve sosyal ilişkilerinde taraflar zarar
görmemelidir: Orta çağda Adil Fiyat Doktrini.
 Aristo’ya göre toplumun adaletli bir yapısı olabilmesi için üç boyutlu bir
adalet anlayışına ihtiyaç vardır: Bölüşüm adaleti: Ekonomik ve sosyal
unsurların kişilerin niteliklerine göre dağılımı. Düzeltim adaleti: Yine de bir
adaletsizlik olursa devreye girerek adaletsiz durumu giderecek mekanizmadır.
Son olarak Değişim adaletidir: değişimden (mübadeleden) sonra da adaletin
devam etmesi gerekir.
 Mülkiyet Düşüncesi
 Eflatun’da mülkiyet bütün toplumu kapsamaz, sadece yönetici sınıf içindir;
Aristo ise özel mülkiyeti savunur.
 Aristo’ya göre özel mülkiyet toplumdaki işlerin yapılmasının ve gelişmenin
teminatıdır. Özel mülkiyet insanlığın tecrübe tarihine uygundur, insanlara
yardım etme, cömertlik vb. fırsatlar verir, toplumda kardeşlik ve uyum
sürecinin oluşumuna katkı sağlar.
 Eflatun ortak mülkiyeti sitenin birliği ve devamı için önermesine rağmen
Aristo ortak mülkiyetin karşılıklılık, çeşitlilik ve kendine yeterlik ilkelerini
zayıflatacağını ve bu ölçüde sitenin birlik ve devamını da tehdit edeceğini
iddia etmektedir.
 Aristo özel mülkiyeti, insan üzerindeki mülkiyete kadar götürerek köleliği de
meşru görme eğilimi taşımıştır.
 Çalışma yorucu ve zahmetli bir çaba gerektirir, öyleyse insana göre değildir.
Zira insan daha yüksek idealler için yaratılmıştır: siyaset yapmak, yönetmek,
erdemli olmak vb. Nitekim insanlar doğuştan farklı yaratılmışlardır ve
çalışmak kölelere ait bir iştir.
 Ticaret Düşüncesi
 Antik Yunan döneminde ticaret düşüncesi, dönemin sosyal ve ekonomik
yapısı ile uyumlu ve aynı zamanda dönemi açıklayıcı niteliktedir.
 Eflatun, sitenin genişlemesi ve büyümesine paralel olarak ihtiyaçların,
üretimin ve doğal olarak ticaretin artacağını ifade etmektedir. Tüccar sınıfı
üretici ve tüketiciyi buluşturmaktadır. Bu anlamda Eflatun’da tüccar bugünkü
perakendeci olarak düşünülebilir.
 Hocasının aksine Aristo ticaret konusunda daha geniş bir bakış açısına sahip
olmuştur. Aristo temelde şu soruya cevap aramıştır: Üretiminde hiçbir emeği
ve rolü bulunmayan tüccar nasıl olup da bir kazanç elde edebilmektedir? Bu
soru etrafında gelişen tartışma, orta çağda Thomas Aquinas’ın “Katma Değer”
kavramını yaratmasının zeminini oluşturdu.
 Aristo’ya göre ticaret anormal bir faaliyetti ve bu nedenle ekonomik yapıdaki
faaliyetler ikiye ayrılarak analiz edilmeliydi:
 İlki oeconomicus, Mal-Para-Mal şeklinde bir mübadele oluşacaktır.
 İkincisi ise Krematistik: Mal, mülk, servet edinme faaliyeti. Bu da kendi
içinde ikiye ayrılır: Doğal Krematistik: Avcılık, balıkçılık, çiftçilik, çobanlık
vb. ihtiyaçları karşılamaya dönük faaliyetler. Burada da Mal-Para-Mal
şeklinde bir mübadele oluşacaktır.
 Doğal olmayan Krematistik: İhtiyaçlar ikinci plana itilmiş, tamamen kâr
amacına dönük faaliyetlerdir. Para-Mal-Para şeklinde bir mübadele vardır.
İkinci P ilkinden büyüktür. Bu bakış açısı Aquinas’ta ve sonra Marks’ta farklı
kurgulanacak ve artı değer teorisine dönüşecektir.
 Aristo’ya göre bir malın iki kullanımı vardır: Malın bizatihi yerinde kullanımı,
ikincisi ise zaruri olmayan kullanımı. (Ayakkabı örneği)
 Aristo’ya göre para malların değişimine aracılık eden itibari bir şey’dir. Bu
düşünce Klasik iktisadın parayla ilgili görüşlerinin temelini de
oluşturmaktadır.
 Aristo’yu ticari faaliyette rahatsız eden şey paradan para kazanılmaya
başlanmasıdır. (Bu ince düşünce ve kölelik kurumu?!)
 Aristo’ya göre doğal olmayan Krematistik dört unsurdan kaynaklanmaktadır:
Dış ticaret, faiz, tekel, ücret karşılığında çalışmak. Dış ticaret gereklidir ancak
yabancılar tarafından yapılmalıdır. Faiz terk edilmelidir, zira para yavrulamaz.
 Antik Yunan, Roma İmparatorluğu ve Ortaçağda bedenle yapılan işler
aşağılanmıştır. Beden yorulmamalı, zinde olmalı ki zihinde zinde olsun ve
asılı layık olduğu yönetim, düşünce, politika vb. alanlarda ürebilsin!
 Antik Yunan’da Para
 Eflatun, paranın hangi maddeden yapıldığının önemli olmadığını, değerinin
ülke halkının ona verdiği değerden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Günümüz
itibari (kağıt) para sistemi!
 Aristo benzer bir anlaşışa sahip olamkla birlikte paranın kolay taşınabilmesi,
bölünebilmesi, istikrarlı olması, homojen olması gibi bazı özelliklerini de
belirtmiş ve bugün sahip olduğumuz anlayışa yakın bir düşünce ortaya
koymuştur.

Roma İmparatorluğunda (Rİ) İD
 Rİ MÖ 750’li yıllarda İtalya yarımadasında örgütlenerek kurulan ve toprakları Basra
Körfezi ve diğer tarafta İngiltere’deki Hadrian duvarına kadar uzanan tarihteki tek
devlettir.
 Bu büyüklüğe rağmen Rİ döneminde önemli İD geliştirme çabaları olduğu
söylenemez.
 Düşünce tarihine yaptıkları en büyük katkı Roma Hukukudur.
 Antik Yunan felsefe eserlerini Latinceye çevirerek Antik Yunan ve ortaçağ Avrupası
arasında bir köprü vazifesi görmüştür.
 Roma için düşünceden ziyade eylem ön plandaydı. Sahip oldukları geniş topraklar ve
istilacı yapıları uzun süre ekonomik problemlerle karşılaşmalarını önlemiştir.
 Roma, Antik Yunan’dan farklı olarak güçlü bir merkezi otoriteye sahipti. Devlet
kutsallaştırılmış ve “Kutsal Roma” inancı emperyalist ve sömürgeci politikaların
meşrulaştırılmasında temel motivasyon olarak kullanılmıştır.
 Romanın çöküşünde karşılaştığı en temel sorun: Kendine yeterli olmayan ekonomik
yapı.
 Ekonomik çöküş dönemi az da olsa İD’ye kapı aralamıştı.
Download