1 POST Modern şehrin ortasında FELSEFE Prof. Dr. Gabriel Vargas Lozano1 Sunumuma başlamadan önce, özellikle benim bu “Şehir ve Felsefe” konulu sunumumla katılacağım II. Uluslararası FELSEFE Kongresine beni davetlerinden ve bunun gerçekleşmesindeki katkılarından dolayı sayın Prof. Dr. A. Kadir Çüçen’e ve Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’ye minnettar olduğumu ifade etmek isterim. Ve sizleri de özellikle seçmiş olduğunuz bu konudan dolayı kutlarım. Bu konu şüphesiz iki nedenden dolayı uluslararası bir önem arz etmektedir; ilk planda, benim bakış açımdan,-zaten kendisini hissettiren bir obje olarak, şehir problemi felsefe açısından yıllardır hep dışarıda tutulmuş, ihmal edilmiştir. Uluslararası kongrelerde sunulan bildirilere bakıldığında, hatta sondaki bibliyografyaya baktığımızda bu konunun politik ve ahlak felsefesi içinde yer almasına karşın, bu temayülün doğruluğunu pekala görebiliriz. Mamafih, felsefe açısından şehir üzerinde yoğunlaşmak gerektiği gibi, onun gelişim, değişim ve problemleri de bizim ivedi teorik çalışma alanlarımız içine alınmalıdır. Ama, ikinci planda ise; dünyanın başına sorun olan ve bu yönüyle şehirde çok bariz görülen bu önemli sorun ivedi olarak felsefenin disiplinleri ve katkısına ihtiyaç duyar. Bununla beraber, bilakis bütün dünyanın pek çok kesimlerinde aynı zamanda gitgide artan bir şekilde kamu yaşamının marjinalleştiği tanımlanmaktadır. Benim bu sunumun işte burada soruna çözüm noktaları aramayı ve mücadele ye çözümler bulmayı amaçlayıp, sorunu yok tersine çevirmeye yöneliktir. İlave olarak, hemen en başta, birbirinden farklı onların deyimi ile “postmodern” ve “transmodern” dedikleri kayıtlı iki Batı şehrinin farklı özelliklerinden etkilenmiş oldugumu ve bu anlamda çok bilinçli olduğumu belirtmek isterim. Bu “postmodern” ve “transmodern” kavramlar, Friedrick Jamesson tarafından ifade edildiği üzere, “son dönem kültürel mantık” ifadesinin kesin olarak vurgulanmasından başka bir şey değildir ve kendine her anlamda yeten ve dışa bağımlı ülkelerdeki iki şehir arasındaki büyük ekonomik ve kültürel farkları göz önüne alınarak onların bu çerçevedeki özellikleri üzerinde durulmaktadır. Benim burada ilk ifade etmek istediğim tezim, felsefenin şehir için ve şehirden bir takım yansımalar olarak ortaya çıktığı ama maalesef bu yadsınamaz varlığını ve yaptırımlarını gösterecek gücü bir sürü ekonomik, bilimsel, politik ve kültürel nedenlerden dolayı gitgide kaybetmiştir. Felsefi bakış ve yönelme, merkezi şehirden imparatorluğun şehir devletlerine kadar çok farklı şekillerde ve farklılıklar göstererek ortaya çıkar ve bu da toplum ve ulusların “globalleşme” ve kozmopolitikleşmesi diye bilinen olgu ile sürer gider. Geleneksel çıkış noktası eski yunandaki “şehir” ve felsefe arasındaki yakın ilişkiye dayanmaktadır. Özellikle Sokrates, Platon ve Aristoteles üçlüsü tarafından oluşan ve başı çektikleri feylesoflar, sadece metafizikten, politik görüşler içindeki şehir devletleri yansıtan bir çaba, düşünce aşamasında kalmayıp aynı zamanda bu görevi de yerine getirmişlerdir. Bu üç filozof, demokrasinin o şaşasına kendileri bozuk ve iyi gitmeyen vatandaşlık olgusu her türlü suçun işlenebileceği gerçeğinden hareketle karşı çıkarlar, (bize Periklesten gelen ve Thucydides tarafından (Nakledilen “Funeral Oration”). Aynen bize, o her kim ide kendini adaletsizlikler içinde görebilsin diye şehrin kanunlarına mutlak uyulmalıdır diyerek ironik bir sonuç, bir ders Research Professor, Department of Philosophy, Universidad Autónoma MetropolitanaUnidad Iztapalapa (UAM-I; Autonomous Metropolitan University, Iztapalapa campus) México. 1 veren Sokrates ölümünde olduğu gibi. Platon da, kendi adına, cumhuriyet için önerdiği teklifin çok katı olmasından dolayı başarısız olmuştur, ama diger yandan da Aristoteles de, vatandaşların “eudaimonia” içinde yaşamasına olanak sağlayacak “politelia” gibi daha dengeli kavramı savunmuştur. Şehir ve şehir hayatında daha iyi, daha rahat bir yaşam için etkin bu bu görüşler, hala şehirler için etik ve kritik açılardan her anlamda çeşitli organizasyonlarda filozofların emek ve çabaları günümüzde gözlenmektedir. Ama bütün bunlar, Ortaçağ boyunca şehir devletlerin tahrip olması ve dikkatlerin bu şehir devletleri dışına kırsal alanlara kayıp oralara yoğunlaşmasıyla bozulmuştur. Ve Roma şehrinin de tahrip olması da Agustine of Hipona için Ciceronian Cumhuriyeti oluşturulmasındaki başarısızlığı reddetmesi ve Platonik ve Hristiyan düşünce arasındaki uyumu öne çıkarması için bir temel teşkil eder. Bunu da, Machiavelli’nin o klasik vurgulamasında yansıttığı krallar nasıl varlığını sürdürürler olgusunun yer aldığı Rönesans dönemi takibeder.; ama bu da gerçekten Machiavelli’nin; onun o yeni Discourse regarding the first decade in power of Titus Livius” eserindeki yeni düzende halkın o düzende, o düzenin gerçek savunucuları ve garantörleri olması gerektiği noktasında yaptığı en büyük katkıdır. Yine bu son on yıl boyunca olduğu üzere Thomas More, Campanella ve Bacon ’ın şehir projeleri bilinmeyen Amerikalarda yer bulmuş ve bu da onların içinde yaşamış olduğu toplumun aynı zamanda dolaylı bir kritiğidir. Bu çalışmalar, her ne kadar Franz Hinkelammertin de eleştirmiş olmasına karşın, bir “model and possibility” olarak da kendinden öncekiler gibi adaletten yoksun yeni bir toplum(un) açıklanması arayışını ve bu anlamda hayali bir düşünce açılımını oluşturur. De cive deki Hobbes ten beri, 17. yüzyıl koşullarındaki mevcut durum kötü insana ve onun kötülüklerine her zaman engel olabilme gücüne sahip güçlü bir devleti önerir ve aynı zamanda da tebasının öncelikle güvenliğini sağlamakta başarısızlığa uğramış bir toplumda yöneten otoriteler ile onların vatandaşları arasında yeni bir uzlaşma yoluna işaret eder. Şartlar ne olursa oluşup oluşamayacğına baılmaksızın Engels’in de From Utopian to Scientific Socailism kitabında tartışmaya açtığı üzere - 18. yüzyılda “şehir” için yeni bir düzenin oluşması ve bununda tamamen gerçekleşmesi gerçeğini özellikle vurgulamam lazım. Ve tam burada Charles Fourier’in “yeni dünya sevgisi”ne, St. Simon sanayi kenti ve aşikar bir şekilde başarısızlığa uğramış olan Robert Owen’ın işbirliğine işaret ediyorum. Aynı zamanda, düşünceleri hiç terk etmediği tek şehir (Konigsberg) perspektifi düşüncesinden, uygulamadan, önceki bilgi koşulları araştırmalarında ortasına yerleşmiş düşüncesiyle Kant tarafından ortaya konan çelişkinin yansıması amaçlarına da dikkat çekmeliyim. 19. ve 20. yüzyıllarda, ekonomik ve sosyal anlamda ‘şehir’ tekrar bir merkez olma hüvviyeti ortaya koyar ki bu da şehri modern kapitalizmin oluşup, canlanacağı için uygun bir yere dönüştürür. Hegel eseri Philosphy of the State ‘de daha iyi bir yönetim şekli ve dünya etnik (ethicity) vatandaşlığının oluşmasını ister. Fakat hemen takiben de, yen başlayan ancak ‘eski şehir’(ancient city) olgusunun tahrip olmasıyla sonuçlanan sanayileşme döneminde kapitalizmin çelişkilerini ortaya koyanda Friedrich Engels olmuştur. Latin Amerika olgusunda da, yeni kimlikle devletlerin oluşup vücut bulması aşamasında filozofun görevinin yanında, neden İspanyol İmparatorluğunun çöküşüdür. Çok uzun süre koloni sürecine hep karşı çıkan bizim halklarımız, liberalleştiklerinde, bu dönemlerde hep kendi okul düşüncelerini ve kendi öz kimliklerini yansıtırlar, bu da, bu tarihi dönemde felsefecilerin için önemli görev olmuştur. Buna örnekte, en acil ihtiyaçları vurgulayıp yeniden düşünmeye katkı yapacak bir felsefe ye duyulan ihtiyacı vurgulayan Arjantinli düşünce adamı filozof Juan Bautista Aberdi’dir. O, düşüncelerinde, Latin Amerika’daki modern şehirlerin doğuşu toplumların gelişmesinde de önemli bir rol taşımaktadır, aynen ,José Luis Romero’nun Latinoamerica: las ciudades y las ideas (Latin America; The cities and the ideas) başlığını taşıyan eserinde savunduğu gibi. Şehir olgusunu dışlayan Felsefeciler 20.ci yüz yılın ortalarına kadar, felsefeciler gerçekten şehir kavramını hep dışlamışlardır. Ama tabii ki Walter Benjamin, Max Weber, Gerge Simmel, John Dewey ,Martin Heidegger gibi istisnalar vardır, ve hele de Henri Lefebve’nin çalışması şehre katkıları felsefi yansıma açısından önemli bir obje olmamasına karşın, sistematik yansımanın en iyi örneğidir, ve bura ben vurguladığım üzere yukarda açıkça vurguladığım problemlerden dolayı hiçte varlığını gösterememiştir: insanın doğasından, insanın güçlü olmasına ve vatandaşın yapılandırılmasına kadar. Peki, neden bu konu neden ihmal edilmiştir? Nedenleri nelerdir? İkinci bir savunma noktası olarak ben şahsen bilginin gelişmesine bazı içsel (dahili) faktörler, ve hem de sosyal sonuçlarla ilgili bazı dış etkenler de olduğunu ileri süreceğim. İçsel’den teorik yansımaya bakış açısından, felsefe; sosyal ve doğa bilimlerin bağımsız olarak hızlı gelişmesiyle kendine bir yer edinememiştir. Ekonomi, tarih politik bilimler gibi bilim dalları bilgiye ulaşmada öncelik sağladılar; ve felsefi konu ve tartışmaları felsefenin düşünsel doğasından dolayı hep ikinci plana ittiler. İşte bunun içindir ki ‘şehir’ hep bu bilimlerle ele alınmıştır. Ve yine burada, ben, tersine işleyen bir süreç kendini var etmiş, bununla birlikte de zorluk ufukların arkasındaki bilimsel bulguları değerlendirmede ki yaklaşım sürecine duyulan gereksinim kadar, bilim dallarından ortak elde edilecek bilgiye olan ihtiyaca da vurgu yapmak isterim. Felsefeyle ilgili benzer bir sonuç yine 20 yüzyılın ilk üçte ikilik döneminde davranış bilimciliğin egemenliği altındaki politika biliminin disiplini bağlamında ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, Isaiah Berrlin’in Does Political Theory Stil Exist?”(1961) başlıklı çalışmasında başta yönelttiği soruda, kendisi, felsefecileri bilim hareketlerinin kayıtlarını tutan sekreter gibi gören neopositivistleri eleştirir; bu da sonradan John Rawls, Anthony Quinton, John Plamenatz vew diğer bazılarının katılmasıyla bir koro şekline dönüşmüş ve bu da politik felsefenin merkeziyetçiliğinin iyileştirilmesine yardımcı olmuştur ve de başlıca felsefe problemlerini ele alan tartışmaları tetiklemesine etken olmuştur. Şöyle ki; En iyi cumhuriyet şekli hangisidir? Politik ideolojilerden ne gibi etkiler çıkar? Ya da, insan hakları, cinsiyet ve ırk eşitliği, şiddet, demokrasi, vatandaşlık ve diğer; bunlar sonuçta ne olacaktır? Daha dışardan bir bakışla: büyük şehirler merkezlerin dağılım ve işlevleri göz önüne alınarak tasarlanmışlardır, şöyle ki; marketler, iş (merkezleri), eğlence yerleri, eğitim kurumları, konutlar. National Aoutonomous University of Mexico, ya da onun Madrid deki muadili UNAM gibi çok büyük arazilere sahip üniversiteler hem merak uyandıran hem de simtomatik bir durum arz eder, bunlar şehir üniversiteler diye adlandırılır; ama burada, şehir merkezleri durağandır sektörleri çok fakirdir. (bunlara İspanyolca da kayıp şehirler anlamında (“ciudades perdidas”) denmektedir; bunlara kırsal sanayi bölgeleri ve sanayi şehirlerini vb. de katabiliriz. Felsefe üniversite şehirlerine onların akademik birimlerine cevap verir bir durum arz etmektedir. Benzer şekilde, felsefe, devletin meşruluk ve eğitimin oryantasyonu gibi görevini kaybetmiştir.(8) Daha sonraki süreç, köklü güçlerin ideolojik politik meşruluğu; daha fazla mal tüketimi arzusu ve eğilimi, iletişim, yeni bilişim teknolojilerinin yer aldığı ve işlediği aşamadır. Yeni teknolojilerin başarısı, kitaptan okuyarak algılayarak kavramlaştırmaktan ses ve görüntüye odaklanmış bir algılama ve kavramı sağlamış olmasıdır. Sadece iletişim ve bilişim araçlarına sahip olmak bile felsefenin kendi mecrasında kendisine dönük en büyük engel teşkil etmektedir, felsefe bundan kurtarılmalıdır ve korunmalıdır. Felsefe, dünya genelinde, gelişmiş büyük devletlerin teknokratik stratejileri sayesinde pek çok eğitim kurum ve uygulamalarında farklı seviye ve şekillerde dışlanmıştır. Pek çok Latin Amerika ülkesinde, felsefe öğretileri ortaöğretim müfredatından çıkarılmıştır. Dört yıl önce Mexico’da hatta Mantık, Etik, Estetik ve Felsefeye Giriş gibi felsefe öğretileri ortaokul ve liselerden kaldırılmak noktasındaydı. Bu, hükümeti kararında geri atmak noktasına getiren ülkenin felsefe, bilim ve insan/toplum örgütlerinin çaba ve katkılarıyla gerçekleşmiştir. Felsefeci Martha Nussbaum, Not for Profit adlı eserinde Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan’daki insanı konu alan bilimlerin yavaş yavaş elimine edilmesine karşı çıkar; bir yandan insan açısından “insani” sınırları yeniden oluşturmak için eğitimin görsel ve işitsel enstrümanlarla yapılmasına karşı bir gereksinimi savunarak bu süreci, sinsi ve yavaş ilerleyen bir kanser olarak niteler. Özetle, felsefe genel olarak bir kenara itilmiş ve sadece akademik zeminlerde kendine yer bulmuştur. Ve benim üçüncü savım da bu olgunun nasıl ters çevrileceğine dönüktür. Şayet yukarıda değindiklerim doğru ise, evet bu işlevi tersine çevirmek için neler yapılmalıdır? Bireylerde bu anlamda bilinçli bir istek yaratmak için felsefenin tarihsel fonksiyonunu etken bir hale getirmek için neler yapabiliriz? Bu bizim bireylerimize ne gibi kazanımlar sağlayacaktır? Ve, biz felsefeci ile birey arasında felsefenin adeta kaybedildiği noktada gerekli bağı tekrar nasıl kurup canlandırabiliriz? Bunun için yanıtlarım aşağıdadır: Şöyle ki; 1. Felsefe, “şehir” diye anılan teorik bir objenin bütünselliğini göz önüne alarak onu yansıtan bir disiplindir ve onun ekonomik, politik ve sosyal sistem diye bilinen teorik yönleriyle de birini diğerine bağlar. Şehirler, muazzam eşitsizlik ve farklılıkların, ırksal kavga ve görüş ayrılıklarının, bireysellik ve bastırılmış topluluk haklarının, çevresel yıkıntı ve bozulmanın varolduğu, üretim zorlukları ve daha çok tüketime yönelimin hayat bulduğu sorunlarla ilgili olarak bütün yaşayanların bu gibi sorunlar içinde bulunduğu ve bunlara ilaveten de sistemik bir çelişkiler içinde yaşandığı yoğunluk arz eden yaşam alanlarıdır. Bu şartlar altında, son derece güçlü ve olanaklı olan kitle iletişimi de bireylerin kendi yaratıcılığını ve bu kapasitelerini kullanmakta onları alıkoymaktadır. Ama sadece felsefe, toplumun bütün olarak anlayış ve idrak içinde şekillenmesini sağlayabilir ki bu da bireyin kendi varlığı için kendini keşfedip neler yapabileceğine olanak sağlayacaktır. Günümüzde, bu çok özel sorumluluğa felsefe her zamankinden daha fazla destek olabilir. Felsefe ortaklık ve koordinasyon bazında “şehrin” problemlerine bir yanıt oluşturabilecek tek disiplindir. Bunu tamamlayabilmek için felsefe artık kendi akademik çerçevesi içinde kalmamalı; çeşitli bilim ve insan öğeli bilim dalları (edebiyat, sanat dalları, mimarlık, antropoloji vb) ile birlikte diyaloğa dayalı daha yaşanabilir şehir hakkında daha duyarlı ve bilgilerle şehri tam anlayacak bilgi birikimleriyle bu bilinçle felsefe, işlev ve varlığını daha aktif olarak sürdürmelidir. Felsefe, akademiden topluma yöneliş şeklinde ters yönde bir harekete içinde olmalıdır. Felsefe kamusal alanda etkili olmalı ve faaliyetini göstermelidir. Bu, sadece politik güçle uygulanan stratejilerden medet umarak gerçekleşemez, ama bilakis bütün bireylerin farklılıklar gösterse de toplu istemlerini gözeten bütünsel bir talebin serbestçe anlatılabilmesiyle olabilir. Kant, toplumsal rahatsızlıkları ortadan kaldırmak için, akıl yürütmenin tüm toplum katmanlarında konuşulur ve tartışılır olmasına gereksinim olduğunu söylerdi. 2. Bu geniş spektrum içinde harekete geçmenin yolu UNESCO tarafından yayınlanıp önerilen (Philosphy, A School for Freedom (Paris,2007) uygulanabilir felsefedir (practical philosophy). Çocuklar, gençler ve yetişkinler için bu felsefe motivasyonu henüz başlangıç aşamasındadır ama tabiî ki teşvik edilebilir ve edilmelidir de. Ama gerekli olan şey, insanların yansıtamadıkları düşünce şekillerinin hepsine bir çare olabilecek ve kendi felsefi yansıtma stratejilerini oluşturabilecek bir yola girmeleridir. Felsefe yapmak, varlığa bir anlam katmaktır. Ve sonuç olarak, bugün şurası açıktır ki şehirler pek çok açıdan karşıtlıklara maruz kalmış gibi tanımlayabileceğimiz yerler olmuşlardır; örneğin Atina, Barcelona, Lizbon, Madrid, New York, Kahire, Varşova ve diğer pek çok şehir . Dünyamızın her yanından milyonlarca kent sakini buralarda fakirliğin olmadığı, inansın güçlü kılındığı , genel anlamda ekonomik zorluklara sürüklenmediği ve modernleşme ve makinaların insanları işsiz ve yoksun bırakmak tasalarından uzak olabildiği bir yaşam arzu ederler. Ve Felsefe de, bu anlamda kavram ve yarar’ı göz önünde bulundurarak çözüm yolları bulmalıdır. Mexico, D. F. 29 Eylül, 2012 BIBLIOGRAPHY Aristóteles. La Política. Madrid. Alianza Editorial. 2003 Cicerón, La República, Madrid, Aguilar, 1979. De Hipona, Agustín, La ciudad de Dios. Madrid. Biblioteca de Autores Cristianos. 2004, pp. 683-752, 139-225. Engels, Federico, Del socialismo utópico al socialismo científico. Obras escogidas. Moscú, s/f Engels, Federico, La situación de la clase obrera en Inglaterra. En Carlos Marx. Federico Engels, Obras fundamentales 2. Engels, escritos de juventud. FCE, México, 1981. Fourier Charles, Simone Debout-Oleszkiewicz, El Nuevo mundo amoroso, Siglo XXI Editores, México, 1972. Habermas, Jürgen, Facticidad y validez. Ed. Trotta, Madrid, 1998. Hegel, GFW, Filosofía del derecho. UNAM, México, 1976 Hinkelamert, Franz, Crítica de la razón utópica. Desclée de Brower, Bilbao, 2002 Hobbes, Thomas. El Leviatán. Madrid. Alianza Editorial. 1987. (Libro II, Del Estado) Jameson, Frederic, El posmodernismo, lógica cultural del capitalismo avanzado, Paidos, Barcelona, 1992. Lefebvre, Henri, Writings on Cities, E. Kofman and E. Lebas trans. and eds., Oxford: Basil Blackwell, 1996 -La révolution urbaine Paris: Gallimard, Collection Idées, 1970 Maquiavelo, Nicolás. El Príncipe. México. Trillas. 2000. Moro, Thomas, Campanella, Bacon, Utopías del Renacimiento. Int. Eugenio Imaz. FCE, México, 1946 Nussbaum, Martha C. Not for profit. Why Democracy Needs the Humanities. Princeton University Press, New Jersey. 2010. Platón. La República. México. UNAM. 2000, pp. 1-155. Platón, Critón o del deber. Obras completas. Ed. Aguilar, Madrid, 1986 Quinton, Anthony, Filosofía Política, México, Fondo de Cultura Económica, 1974. Rawls J. A Theory of Justice. Oxford Univ. Press. 1971 Romero José Luis, Latinoamérica, la ciudad y las ideas. Siglo XXI Editores, Buenos Aires, 2001 A Companion to Contemporary Political Philosophy. Edited by Robert E. Goodin and Philip Pettit. Blackwel, Malden, Mass, 1995. Tucídides, Historia de la guerra del Peloponeso. “La oración fúnebre de Pericles”. (470 AC-399 AC) Alianza Editorial, Madrid, 2008. Berlin, Isaiah. ¿Existe aún la teoría política?, en Conceptos y categorías, FCE, México, 1998 VVAA, La filosofía, escuela de la libertad. UNESCO/UAM-I, México, 2011. Philosophy, school of freedom. Paris, 2007.