Slayt 1

advertisement
TEMEL HUKUK
Dr. O. İnanç GÜNEY
Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Programı
ADANA MYO
GİRİŞ:
İnsan davranışı, bazen tümüyle istenç (irade) dışı faktörlerce
belirlenir. Uykudayken yaptığımız hareketler, reşekslerimiz vb
arkasında herhangi bir istencin bulunmadığını kabul ettiğimiz
davranışlardır.
Bunun yanında, her ne kadar bazı bilim adamları ve filozoşar kabul
etmese de pek çok davranışlarımız istencimizin ürünüdür. Bu
davranışların arkasında isteme, akıl yürütme, hesaplama, hedef
belirleme, hedefe yönelme, karar verme gibi farklıı zihinsel süreçler
yer alır. Söz konusu arka planın ayrıntılarını bilelim bilmeyelim, bu tür
davranışlarımıza bizzat kendimizin neden olduğunu, isteseydik farklı
türde davranabileceğimizi düşünürüz. Bunları istem dışı olanlardan
ayırmak için ‘eylem’ kelimesini kullanabiliriz.
İnsan eylemleri istencin ürünüdür. istenç, salt istek veya arzu değildir.
istek ve arzuların da yön vermesiyle istenç; seçim yapma, hedef
belirleme, sebep sonuç ilişkisi kurma ve karar vermedir. Yukarıda
kısmen betimlediğimiz süreçte rol olan pek çok iç ve dış faktör vardır.
Bunların bir kısmı salt maddi ve istençle ilgisi olmayan faktörlerdir.



Tercihlerimizi, kararlarımızı ve dolayısıyla eylemlerimizi belirleyen
bazı faktörler ise istencin, hatta başkalarının istencinin ürünü olduğu
gibi, ‘kural’ adını alan özel bir biçime de sahiptir. Kurallar, belli
durumlarda ne yapılması gerektiğini söyleyen ifadelerdir. Bu
kuralların varlığını, dolayısıyla bir kural düşüncesini, eğitim ve
sosyalleşme sürecinde doğallıkla öğreniriz. Öyle ki, kuralların
varlığını doğal görür, hatta zorunlu olduklarını düşünürüz.
Kurallar, bazen bizzat eylemde bulunan kişi tarafından oluşturulur.
Bu durumda kişi, kendisi için kural koyar. Çoğu durumda ise
kurallar, kişinin dışındaki bir irade tarafından koyulur.
Bir kuralın varlığı, eylemlerin arkasında özgür iradenin bulunduğu
düşünüldüğünden, zorunlu olarak bir sorumluluk düşüncesi yaratır.
Eğer bir kural varsa, başka bir deyişle sizin davranışlarınıza
yönelmiş bir kural varsa, bu düşüncenin mantıksal sonucu, kurala
aykırı eyleminizin, sorumluluğunuzu doğuracağıdır. Eğer kurala
aykırı davranmışsanız, her şeyden önce, hareketiniz yanlıştır. Farklı
şekilde eylemde bulunma olanağına sahip olduğunuz için, kuralın
türüne ve içeriğine bağlı olarak kınanabilir, cezalandırılabilir, belli bir
olanaktan mahrum bırakılabilir, en azından vicdan azabı yahut
suçluluk duygusu duyabilirsiniz.

Toplum içinde sürdürülen yaşam, çeşitli kurallara
muhatap olma anlamına gelir. içinde yaşanılan
toplumun ahlaki yargıları, gelenekleri, siyasi iktidarın
koyduğu kurallar, toplum içindeki daha küçük grupların
çeşitli insan davranışlarına yönelik kuralları -söz gelimi
adabımuaşeret (görgü) kuralları, meslek kuralları,
moda
kurallarıbütün
toplumlarda
varlığını
gözlemlediğimiz din kuralları ve benzerleri, neredeyse
insan eylemlerinin her türünü konu edinmeye ve
yönlendirmeye çalışır. Hukuk kuralları da, insan
davranışına yönelmiş kurallardandır ve kişinin belli
durumlarda hangi eylemde bulunulması gerektiğini,
muhtemel eylemlerinin sonuçlarıyla birlikte ifade eder.

Asıl konumuz hukuk kuralları olmakla birlikte,
kurallar çeşitliliği içerisinde neye hukuk kuralı
deneceğini daha iyi belirleyebilmek için öncelikle
insan davranışına yönelmiş diğer kurallardan bir
kaçına değineceğiz. Ancak ‘hukuk’ denildiğine
kastedilenin sadece hukuk kuralları olmadığını,
‘hukuk’ sözcüğünün daha geniş bir anlama ve
olgular bütününe gönderme yaptığını söylememiz
gerekiyor. Bu genişanlamı ve olgular bütününü,
hukuk kurallarını ele alırken göreceğiz.
1.ÜNİTE:TOPLUMSAL DÜZEN
HUKUK KURALLARI
ve
1- HUKUKUN ANLAMI VE KONUSU
İnsanlar ilkel çağlarda bile toplu hallerde ve bir düzen içinde
yaşamışlardır. Bu, hem insanın yaratılışından kaynaklanan
ve onda var olan bir özellik olduğu gibi, hem de doğa
koşullarına karşı daha rahat korunma ve temel ihtiyaçlarını
daha kolay sağlama yoludur. İnsanlar toplu yaşamak
zorundadır ve bu birlikte yaşamanın sonucunda da kültürel,
sosyal ve teknik gelişmeler sağlanabilmiştir.
Gerek doğal topluluklarda gerekse hukuki topluluklarda
yaşayan insanlar diğer insanlarla bağlılık ve ilişki içerisinde
olmak zorundadırlar. Toplum içindeki insanların birbirleri
ile sürekli ve karşılıklı ilişkide olmaları, menfaat çatışmasını
da beraberinde getirmektedir. Ancak toplum içinde
yaşamanın en önemli unsuru güven içinde yaşamaktır. İşte
insanlar arasındaki menfaat çatışmaları düzensizlikler ve
anlaşmazlıkların belli kurallar dahilinde bir çözüme
kavuşturularak, güven ve düzen içinde yaşamalarını hukuk
kuralları sağlamaktadır.
Hukuk kuralları, toplum içindeki insan davranışlarının nasıl
olup olmayacağı konusunda bir takım emir veya yasaklar
içerir. Bu kural ve kaidelere uygun düşmeyen davranış ve
fiiller, toplum düzen ve güvenini bozduğu için, yapılan eylemin
derecesine göre yine hukuk kurallarına uygun olarak bir takım
tepkilerle karşılanır. Bu tepkilere yaptırım veya müeyyide
denilir.
2- TOPLUMU DÜZENLEYEN KURALLAR
- Toplum hayatının barış, düzen ve güven içinde devamı,
toplumsal ilişkilerin düzenli bir şekilde gelişmesi, toplumu
düzenleyen
kuralların
varlığına
ve
bunların
etkin
uygulanmasına bağlıdır. Ancak toplum hayatının gereği olan
çeşitli sosyal ilişkiler sadece hukuk kuralları tarafından
düzenlenmez. İnsanların sosyal hayatını hukuk kurallarının
yanı sıra din, ahlak ve görgü kuralları da düzenler. Bütün bu
kurallara toplumu düzenleyen kuralar denilmektedir.
- Din ahlak ve görgü kurallarını hukuk kurallarından ayıran en
önemli fark bunlara uyulmaması halinde maddi bir
müeyyidesinin olmamasıdır.
-
-
Gerek hukuk kuralları, gerek din ahlak ve görgü
kuralları toplum hayatını düzenleyen kurallar
oldukları için çoğu kez birbirlerinden etkilenmişlerdir.
Nitekim bir din, ahlak veya görgü kuralı toplumda arz
ettiği önem bakımından bazen bir hukuki yaptırıma
bağlanmış ve bir hukuk kuralı haline gelmiştir.
B- DİN KURALLARI
 dinin “insanın doğasına, evrenin yapısına, insanların nasıl
yaşaması gerektiğine, gerçeklik ve değerlerle ilgili doğruları
araştırmanın en iyi yöntemlerine ilişkin birbiriyle içten
bağlantılı bir inançlar kümesi ve bu inançlar tarafından
belirlenen tutumlar ve pratikler” olduğunu söyleyebiliriz.
-
Dini kurallar, insanların inançları ile ilgili kurallardır.
İnançların kaynakları değişik olmakla birlikte ortak amaçları
inananların bu dünyada ve ahrette mutluluğunu
sağlamaktır. İlkel dinlerde, insana özgü korku ve
hayranlıklar, inançların temel kaynağını oluştururken, tek
tanrıya dayanan semavi dinlerde ise inançların kaynağı
Allah’tır. Din kuralları Allahın peygamberleri aracılığıyla
insanlığa tebliğ ettiği emirler, yasaklar ve tavsiyelerden
oluşan ilahi buyruklardır.
Bir dinin mensubunun, dinin öngördüğü eylemleri
yerine getirmemesi yahut daha açık bir ifadeyle din
kurallarına aykırı davranması, öncelikle kendi inancı
açısından düştüğü bir çelişkiyi ortaya çıkarır. Bu
çelişki inanç zayışığını gösterdiği kadar, tanrının
veya doğaüstü güçlerin gazabını çekmek, bu
dünyada veya hem bu dünyada hem de öte dünyada
bir azaba maruz kalmak korkusunu da doğurur. Bu
gazap ve azap inancı, din kurallarına uymaya
zorlayan bir etken olarak, din kurallarının
yaptırımıdır.
 daha doğru ve tutarlı bir belirlemeyle, dinî kuralların
yaptırımının öte dünyayla ve doğaüstü güçlerle ilişkili
olduğunu, din kurallarının iktidar tarafından
benimsenmesiyle ortaya çıkan uygulamanın, olsa
olsa dine uygun, dine dayanan bir ‘hukuk düzeni’
olduğunu söylemek gerekir.

C-AHLAK KURLLARI
akıl sahibi bir varlıktır ve şüphesiz akıl sahibi olmak, onu
diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. insan, aklı sayesinde
nesneleri ve olguları seyretmekle kalmaz, onları karşılaştırır,
birbirleriyle bağlantılandırır. insan yine aklı sayesinde karşılaştırma
ve bağlantılandırmanın yanında projeler yapar, bu projelere uygun
araçlar tasarlar. Doğa yasalarından tamamen bağımsızlaşamasa da
kendini tümden doğanın akışına bırakmaz, doğayı değiştirmeye
çalışır.
insan
sözcüğünün betimsel ve normatif anlam taşıyan iki kullanımı
vardır. Birincisi, özellikle toplum veya gruplarla ilgili olduğunda, var
olan davranış kurallarına gönderme yapar. Bir toplumun ahlakından
bahsederken uyulması gereken kurallardan değil, uyulmakta olan
kurallardan bahsederiz. Bu nedenle böyle bir kullanım, tasvir etme
işlevine sahip olmak anlamında betimseldir. ikincisinde ise uyulması
gereken kurallar düşüncesi vardır. Bu anlamıyla ahlak, insanlara
uyma talebinde bulunmak anlamında kullanılır, dolayısıyla da
normatiftir.
Ahlak
 ahlakın
değer yargıları içeren, iyiye
yönelmiş davranış kuralları olarak
belirlenebileceği sonucuna varabiliriz.
 Ahlak beşerîdir. insan ürünüdür. Doğada
ahlak olmaz; doğanın ahlakı olmaz.
Doğanın yasaları vardır. Olgular bizatihi
değer yaratmaz. Karnını doyurmak için
sürekli başkalarını öldüren bir aslan,
ahlaksız değildir.

Diğer kurallar açısından ilgili kısımlarda ele almak
üzere,
şimdilik
sadece
ahlak
kurallarına
uyulmamasına değinelim. Bir ahlak kuralına
uyulmamasının iki tür sonucu olabilir. Birincisi,
ahlak kişinin kendi kendisine sınır koyması demek
olduğundan, kendi içinde yaşadığı çelişkinin sonucu
olarak duyulan ve genellikle vicdan azabı olarak
isimlendirilen huzursuzluktur. ikinci tür sonuç,
toplumun genel ahlaki yargılarına aykırı hareket
edilmesi durumunda diğer kişilerle ilgili olarak
ortaya çıkar. Kişi başkaları tarafından ayıplanabilir,
kınanabilir, hatta dışlanabilir.
-
-
Özetle ahlak kuralları, insanların hem kendilerine hem
de başkalarına karşı ödevlerini gösteren, insanın ve
toplumun vicdanına dayanan hayır, yardım ve iyilik
duygularından oluşur. Ahlak kuralları sübjektif ve
objektif
ahlak kuralları olmak üzere ikiye ayrılır.
İnsanın bizzat ve sadece kendisine karşı yapmak veya
yapmamakla yükümlü olduğu davranışlara sübjektif
ahlak; insanın toplumun müşterek vicdanında oluşan
hayır ve iyilik kurallarına göre davranması ise objektif
ahlak kuralları olarak nitelendirilir.
Ahlak kurallarına aykırı hareket edilmesine tepki, ya
kişinin kendi vicdanında ya da toplumun vicdanında
ortaya çıkar. Bunlar da kişinin yaptığı davranıştan dolayı
pişmanlık duyması veya toplumda ortaya çıkan
ayıplanma ve kınama şeklinde tepkilerdir.
D-GÖRGÜ(Örf ve Âdet Kuralları) KURALLARI
 Eylemlerimizi yönlendiren bazı kuralları bizzat
toplumsal pratiklerde buluruz. Bu pratikler toplumda
öylesine yerleşmiştir ki, belli bir yörede yahut
toplumun ortak karakteristiğini taşıyan topluluklarda
artık bir kural hâline gelmiştir. Kuralı kimin koyduğu
bilinmez; hatta bu pratiği uygulayanlar söz konusu
kuralın ne zaman konulduğunu da bilmez.
 Bu tip pratiklerin kural oluşu, ortaklaşa kabule ve
eskiliğe, yani çok uzun zamandan beri uygulanıyor
olmaya bağlıdır. Öyleyse örf ve âdet kuralları adı
verilen bu kuralların en önemli iki özelliği, başlangıcı
bilinemeyecek ölçüde eskiden beri uygulanıyor olmak
ve toplumda bu şekilde hareket edilmesi gerektiği
yönünde bir inancın bulunmasıdır.

Örf ve âdet kuralları, özellikle modernleşmemiş
toplumlarda bireylerin davranışlarını
yönlendiren en önemli kurallardandır. Örf ve
âdet kuralları sosyalleşme sürecinde kişiden
kişiye, nesilden nesile aktarılır. Toplumun büyük
bir çoğunluğu, özellikle de çeşitli iktidar
araçlarını kullananlar tarafından benimsenen bu
kurallara uyulmaması, bazen modern hukuk
sistemlerindeki hukuk ihlallerine verilen
tepkiden çok daha ağır olabilir. Üstelik örf ve
âdetler, kişilerin kimlik algılarında da kurucu
unsurdur. Örf ve âdetlere uyulmamış olması,
dışardan bir baskı ve zorlama gelmese bile, kişi
açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
-
-
Örf adet (Görgü) kurallarına uyan kişiler arasında daha
samimi ve sağlıklı ilişkilerin kurulması sağlanır.Böylece
toplum yaşamı daha kolay ve saygın hale gelmiş olur.
Görgü kurallarına uymamanın müeyyidesi manevidir.
Görgü kurallarına uymayan bireyler toplum tarafından
cahil, görgüsüz, vefasız, saygısız kaba gibi manevi bir
takım tepkilere muhatap olurlar ancak bunun ötesinde
herhangi bir maddi müeyyide ile karşılaşmaları
mümkün değildir.
HUKUK KURALLARI
Hukuk kuralları, aynen diğer kurallar gibi yöneldikleri kişilere,
daha teknik tabirle muhataplarına belli bir şekilde davranmayı
veya davranmamayı söyler. Yani hukuk kuralları öncelikle
emreder veya yasaklar. Bunun yanında hukuk kuralları, belli
durumlarda belli eylemlerde bulunmaya izin verir. Hukukun belli
bir eylemde bulunmaya izin vermesi, kişinin o eylemi yapmaya
mecbur olmamakla birlikte, yapması durumunda istemediği bir
durumla karşılaşmayacağı, izin verilmiş bir eylemin tipinin, hukuk
tarafından korumaya alındığı anlamına gelir.
beşeri davranışı yönlendiren kuralların mecbur kılmasından
bahsettiğimizde, aksi şekilde davranmanın imkânsızlığını
kastetmeyiz. Bir kuralın emir veya yasakla yöneldiği kişi, pekâlâ
bu kuralın işaret ettiği eylemi gerçekleştirmeyebilir. ister ahlak,
ister din, isterse hukuk kuralı olsun, insanlar bu kuralların aksi
yönünde hareket edebilirler. Hatta şöyle söylemek belki daha
doğru olacaktır: Aksi yönde hareket etme ihtimali, zaten o
kuralların yaratı lmasının nedenidir.


Eğer insanlar öldürme kabiliyetinden yoksun olsa idiler,
öldürmeyi ahlaken, dinen veya hukuken yasaklamanın bir
anlamı kalmazdı. Dolayısıyla kuralların yarattığı mecburiyet
veya zorunluluk, daha çok, sorumluluk ve yükümlülük
anlamlarına gelir. Sorumluluk ve yükümlülük ise, söz konusu
kural sisteminin mahiyeti açısından değişkenlik gösterir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir ahlak kuralına uymamakla
ortaya çıkan ahlaki sorumluluk kişinin vicdan azabı veya
psikolojik huzursuzluğu sonucuna ve aynı zamanda diğer
insanlar tarafından kınanmasına neden olur. Bir din kuralının
aksi yönünde eylemde bulunmak, o dinin mensubu
açısından, bu dünyada veya öte dünyada çekilecek bir acıyı
doğurur.
Bir hukuk kuralının ihlali nedeniyle ortaya çıkan sorumluluk,
yani bir yükümlülüğ ün yerine getirilmemesi, kişinin hukuk
düzeninin öngördüğü sonuçlarla karşılaşmasına neden olur.
Bu sonuçlar, tazminat ödeme, bazı haklardan mahrum kalma
veya doğrudan cezaya maruz kalma yahut eylemiyle elde
etmeyi umduğu sonucun gerçekleşmemesi olabilir.


Hukuk kurallarının özellikle gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız
örnekleri, ahlak kurallarıyla, din kurallarıyla yahut örf ve âdet
kurallarıyla
benzerlik
gösterebilir
yahut
bu
kurallara
dayandırılabilir. Söz gelimi hırsızlık, adam öldürme, hakaret etme
gibi eylemler, pek çok ahlak anlayışı, neredeyse bütün dinler ve
yine neredeyse bütün toplumların tarihten gelen örf ve âdetleri
çerçevesinde yasaklanmıştır.
Öyle görünüyor ki, bir kuralın hukuk kuralı olduğunu söylemek,
her şeyden önce, söz konusu kuralın merkezî siyasal iktidar
tarafından çıkarıldığını söylemektir. Daha gündelik bir tabirle, bir
kural devlet tarafından çıkarılmışsa hukuk kuralı dır. Bu durumda
hukuk kurallarını diğer kurallardan ayıran özelliğin, kuralın
koyucusu, yaratıcısı tarafından yapılan belirlemeye bağlı
olduğunu söyleyebiliriz.
Hukuk kuralı olmanın, devlet tarafından yaratılmış
olmaya bağlanmış olmasının bir başka sonucu, hukuk
kurallarının birer ahlak veya din kuralı olarak kabul
edilememesidir.
 Yani bir yandan ahlak ve din kuralları hukuk kuralı
olarak kabul edilmezken, diğer yandan hukuk
kurallarına da ahlakilik ve dinîlik sıfatı yüklenemez.
 Bu sonucun pratik anlamı, hukuk kurallarına uyan bir
kişinin sırf bu yüzden ahlaklı bir insan olamayacağıdır.



Hukukîliğin devletle ilgili bir mesele olmasının, hukuk
kurallarının din kurallarıyla ilişkisi açısından da pratik
bir anlamı vardır. Hukuk kuralları, devlet tarafından
çıkarılmış kurallar olarak tanımlandığında, devletin
çıkardığı kurallar da hukuk kuralı olarak kabul
edildiğinde, din kuralları ile hukuk kuralları köklü bir
şekilde birbirinden ayrılmış olur.
Kavramsal olarak devlet, din kurallarını uygulamaz.
Yahut devletin çıkardığı ve uyguladığı kurallara din
kuralı denmez. Devlet olsa olsa, belli bir dinin
kurallarına uygun kurallar çıkarır. Ama iktidarın
ürünü olmakla, bu kurallar hukuk kuralı olacaktır.

Her ne kadar hukukun devletin ürünü, devlet yapımı kurallar oldu- ğunu
söylüyorsak da, devlet ve hukuk ilişkisi, yapan-yapılan ilişkisi kadar basit
de- ğildir. Zira hukukun yaratıcısı olarak devleti kolaylıkla teşhis
edebilmemize karşın, döngüsel bir şekilde, devletin de hukuk tarafından
yaratıldığını gözlemleriz. Eğer devlet bir iktidar örgütlenmesi ise bu
örgütlenme doğal olarak kurallara, yani hukuka dayanır. Örgütlenmenin
biçimi, sınırları, yetkileri ve gücü, tümüyle hukuk tarafı ndan belirlenir.
Öte yandan hukuk, yine bu örgütlenme tarafından üretilmektedir.
Dolayısıyla hukuk ve devlet sürekli olarak birbirlerini yaratmaktadır.

‘Hukuk kuralı’, ‘merkezi siyasal iktidar’ veya ‘devlet’ ifadelerinin taşıdığı
zorunlu bir anlam, ‘örgütlü yargılama’dır. Yargılama, herhangi türden bir
kuralın varlığında kendiliğinden ortaya çıkar. Yargılama, bir eylemin bir
kurala uygun olup olmadığını belirlemedir. Bu açıdan ahlak kuralları söz
konusu olduğunda kişinin kendi eylemleri hakkında yaptığı
değerlendirme bir yargılama, kişi de bu durumda kendisinin yargıcı
olduğu gibi, diğer insanların değerlendirmesi de yargılamadır. Ancak
hukuktan ve devletten bahsettiğimizde, bu yargılama örgütlenmiş,
kurumlaşmış, egemenlik alanının tamamında etkin, sürekli ve düzenli bir
şekilde karşımıza çıkar.

Devletin örgütlü yargılama faaliyetinde ilk olarak göze
çarpan, mahkemelerdir. Mahkemeler, devlet tarafından
yaratılan hukuk kurallarına fiilen uyulup uyulmadığını
belirler. Mahkemelerin bir kısmı, suç adı verilen ihlallerle
ilgilenir. Suç, iktidarın önemli gördüğü kural ihlalleridir ve bir
eylemin bu türden bir ihlal olduğu mahkemece tespit
edilirse, mahkemenin diğer görevi, hukukun öngördüğü
çerçevede bir cezaya karar vermektir. Suç oluşturduğu
kabul edilen eylemlerde devlet, aynı zamanda davacı
konumundadır. Dolayısıyla suç işlediği düşünülen kişinin
mahkemece yargılanması süreci, yine devlet tarafından
yönetilir.

Söz gelimi Türk hukuku, suç mağdurlarının, mesela
eşyası çalınan bir kişinin, bizzat dava açması- na
izin vermez. Kabaca ‘bir başkasının malını, izinsiz
olarak kendi menfaati için almak’ şeklinde
tanımlanabilecek hırsızlık, hukuk düzeni tarafından
önemli bir kural ihlali olarak görülür. Hırsızlık
eyleminden şikayet veya ihbar gibi bir yolla
haberdar olan devlet görevlisi, yani savcı, gerekli
hazırlığını yaptıktan sonra, ceza mahkemesinde
zanlı (şüpheli) aleyhine dava açar. Mahkeme,
hukukun öngördüğü yargılama kuralları
çerçevesinde, yargılanan kişinin, yani sanığın,
gerçekten bu eylemi yapıp yapmadığını araştırır.
Eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiği
kanaatine varıldığı takdirde, mahkemece bu eylem
için bir cezaya hükmedilir.



Mahkemelerin bir kısmı ise bireyler arasındaki suç
oluşturmayan uyuşmazlıkların giderilmesiyle ilgilenir. Bir
eşyanın veya taşınmazın kullanımıyla, ailevi ilişkilerle veya
ticari ilişkilerle ilgili uyuşmazlıklar, mahkemeler tarafından
hukukun öngördüğü çerçevede sonuca bağlanır.
Eşyanın kimin mülkiyetinde olduğu, taşınmazı kimin
kullanacağı, verilen zararın nasıl tazmin edileceği, çocuğun
babasının kim olduğu, bozuk mal satın alan kişinin satıcıdan
neler talep edebileceği gibi uyuşmazlıklar, bu mahkemeler
tarafından karara bağlanır. Bu uyuşmazlıklarda da çeşitli
hukuk kuralları ihlal edilmişse de, devlet bu ihlalleri
cezalandırmaya gerek görmez.
Hangi olaylara ve uyuşmazlıklara hangi mahkemelerin
bakacağı, yargılama sürecinin nasıl başlatılacağı, yargılama
sürecinde taraşarın ve yargılama makamlarının hangi
kurallara uyacağı hukuk kuralları tarafından belirlenmiştir.
Bugün çağdaş devlet anlayışında hakim olan ilke hukuk
devletidir. Hukuk kuralları herkes için geçerli emir ve
yasaklar içerirler. Bu kurallar çeşitli biçimlerde ortaya
konulurlar; hiyerarşik olarak kanun, tüzük ve yönetmelik
şeklindedir.
Hukuk kurallarının amaçları;
-
3-HUKUK KAVRAMI ve UNSURLARI
Hukukun Tanımı:
- Hukukun
tanımı uygulandığı ülkeden ülkeye
zamandan zamana değişme gösterse de en basit
şekilde Hukuk, toplum hayatını düzenleyen ve
uyulması zorunlu olan kurallar bütünüdür.
Hukukun Unsurları:
A-Devlet ve Zor Kullanma
 Devletin, dolayısıyla da hukukun bir başka önemli
özelliği, zor kullanmasıdır. Sıradan bir vatandaş için
devletin zor kullanan (cebir uygulayan) bir örgüt
olması ilk bakışta göze çarpmayabilirse de, devlet
varlığını zor kullanmaya borçludur. Devletin bu yönü,
öncelikle kuruluşu sırasında bütün çıplaklığıyla
görünür hâldedir.
Olağan dönemlerde devlet, çeşitli aygıtlarla zor kullanmayı
en aza indirmeyi hedeşer. Ne var ki her kural ihlali, devletin
zor kullanma gücünün özellikle kuralları ihlal edenler
tarafından hissedilmesine neden olur. Devletin zor
kullanma gücü, hukuk kurallarının yaptırımları olarak ortaya
çıkar. Bu güç, ihlal edilen kuralın niteliği ile uygulanan
yaptırımın tür ve ağırlığına oranla ve yaptırıma maruz kalan
kişinin, aleyhine verilen karara uymasına veya direnmesine
göre değişen derecelerde ortaya çıkar.
 ilk başta basit bir dava dilekçesi ile başlayan süreç,
devletin fiziksel şiddete başvurmaya yetkili görevlilerinin de
işe karıştığı daha sert bir cezalandırmayla sonlanabilir.
Özetle, devletin zor kullanma gücünün, hukuka uyulduğu
durumda pek hissedilmediğini, ancak hukukun gerekleri
yerine getirilmedikçe, gittikçe artan bir oranda bu zor
kullanma gücünün muhatabı olunacağını söyleyebiliriz.

Yaptırım
Hukuk kurallarının ihlal edilmesi durumunda, ihlal eden kişilerin
istemedikleri durumlarla karşılaşabileceklerini söylemiştik. işte
devletin hukuk kurallarına uyulmasını sağlamak amacıyla
kuralların ihlali durumunda, ihlal eden kişilerin istemedikleri bir
durumla karşı karşıya bırakılmalarına, yaptırım adı verilir.
Ancak yaptırım, geniş anlamıyla ele alınacak olursa, sadece ihlal
durumunda ortaya çıkmaz; bir yandan hukuk kuralına uyulmasını
sağlamak, dolayısıyla da hukukun kurduğu düzenin devamı için
daima bir tehdit olarak bireylerin karşısında dururken diğer
yandan, kuralın ihlal edilmesi ile bozulan hukuksal düzen yaptırım
vasıtasıyla mümkün olduğunca eskisine benzer bir şekilde yeniden
kurulmaya çalışılır. Tanımımızı yenileyecek olursak yaptırım, hukuk
düzenine aykırı durumlara hukukun verdiği tepkidir.
Tekrarlayacak ve genel olarak değerlendirecek olursak, bir
kuralın olduğu yerde, mutlaka yaptırım vardır. Yaptırımsız bir
kuraldan bahsetmek anlamsızdır.

Yaptırım, ihlal edilen hukuk kuralının niteliğine ve
hukuka aykırılığın gerçekleşme tarzına göre değişir.
Hukuk, kendi kurduğu düzenin devamını
öngördüğüne göre, bu düzene ait olmayan bir eylem,
en basitinden, hukuk tarafından tanınmayacaktır.
Ceza:
Yaptırım
kelimesi genellikle ilk olarak ceza hukuku alanındaki yaptırımları, hapis
cezası ve adli para cezası gibi cezaları çağrıştırır. Hukuk düzeni içerisinde, ceza
mahkemeleri dışında verilen cezalar da bulunmaktadır. Bunların bir kısmı, idare
tarafından uygulanan yaptırımlardır. idare, hukukun kendisine tanıdığı yetki
çerçevesinde çeşitli durumlarda idarî para cezası verebileceği gibi, kamu
görevlileri, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin üyeleri ve öğrenciler,
disiplin cezalarına çarptırılabilir. Nihayet idare, ruhsat iptali, bir mesleğin
icrasından men gibi kararlarla, ceza anlamına gelebilecek yaptırımlar
uygulayabilmektedir. fiimdi hukukun öngördüğü cezaları ana hatlarıyla ele
alabiliriz.
Bazı
hukuka aykırı eylemler, hukuk düzeni tarafından suç olarak kabul
edilir. Hangi eylemlerin suç olarak kabul edileceği, siyasal iktidarın güttüğü
suç politikası tarafından belirlenir. Bir eylemin suç olarak belirlenmesinde,
eylemin kamu düzenini bozduğu düşüncesi temel alınır. Ancak kamu
düzeninin ne olduğu, bozulmasının ne anlama geldiği, ne zaman bozulmuş
sayılacağı yine siyasal iktidarın suç politikasınca belirlenecektir.

Ceza mahkemelerinin suç sayılan eylemler için yaptırım olarak
öngördüğü cezalar, hapis cezası ile adli para cezasıdır. Hapis cezası
ile cezalandırılan kişinin özgürlüğü elinden alınmakta, kişi hapishane
koşulları içerisinde yaşamaya mecbur bırakılmaktadır. Hapis cezası,
suçun niteliğine göre ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası’, ‘müebbet
hapis cezası’ ve ‘süreli hapis cezası’ olarak belirlenebilir. Müebbet
hapis cezası, hükümlünün hayatı boyunca devam ederken,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında bu durum sıkı güvenlik
rejimine tâbidir. Süreli hapis cezası ise en az bir ay, en fazla ise yirmi
yıl olan hapis cezasıdır.

Bir yıl ve daha az süreli hapis cezaları kısa süreli hapis cezası olarak
kabul edilir. Türk Ceza Kanunu’nun 50. maddesine göre kısa süreli
hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna,
yargılama sürecinde duyduğu pişmanlı-ğa ve suçun işlenmesindeki
özelliklere göre, adlî para cezası, belirli yerlere gitmekten veya belirli
etkinlikleri yapmaktan yasaklanma, mahkûm olunan cezanın
yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla
kamuya yararlı bir işte çalıştırılma şeklindeki alternatif cezalara
çevrilebili

Adlî para cezası ise suç oluşturan eylem için mahkeme tarafından
belirlenecek gün sayısının, her gün için yine mahkemenin kişinin ekonomik ve
diğer kişisel hâllerini dikkate alarak kanunda belirlenen sınırlar çerçevesinde
belirleyeceği karşı lığıyla çarpılması sonucu bulunan miktardır. Bu ceza devlet
hazinesine ödenir.

Bu cezaların yanında, suçun niteliğine göre kişilerin belli haklardan mahrum
bırakılması, suç işlemede kullandıkları eşyaların müsadere edilmesi
(mülkiyetinin devlete geçmesi), suç işlemek suretiyle edinilen kazancın
müsadere edilmesi, akıl hastalarına yönelik özel önlemlerin uygulanması gibi
güvenlik tedbirleri adı verilen ceza hukuku yaptırımları da bulunmaktadır.

Belirtildiği üzere hukuktaki ceza niteliği taşıyan yaptırımlar sadece ceza
mahkemeleri tarafından verilmez. idarenin de bazı durumlarda
cezalandırma yetkisi vardır. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, idarenin
verdiği bu cezaların hukuka uygunluğ unu idarî yargıda denetlettirmek
imkânı her zaman vardır. idarenin cezalandırma yetkisi öncelikle idari
para cezalarıyla ortaya çıkar. Çeşitli kanunlarla idareye tanınan yetkiyle,
idari görevliler belli durumlarda yine kanunlarla belirlenen para cezaları
verebilirler. Söz gelimi Kabahatler Kanunu çerçevesinde emre aykırı
davranış, dilencilik, kumar, sarhoşluk, gürültü, rahatsız etme, tütün
mamullerinin tüketilmesi, kimliği bildirmeme, çevreyi kirletme, afiş
asma, silah taşıma gibi eylemler için para cezası verilebilir. Bunun
yanında Trafik Kanunu çerçevesinde verilen trafik cezaları idarî para
cezalarıdır. Ayrıca pek çok kanunda, özellikle idareye yapılması gereken
bildirimlerin zamanında yapılmaması nedeniyle idarî para cezası
verilebilmesini düzenlenir.

Cebrî icra

Cebrî icra, kelime anlamı itibarıyla, zorla yerine getirme demektir. Bazı hukuk kuralları,
kişilerin bazı eylemleri yapmalarını emreder. Bu durumu yukarıda, zorunlu tutmak veya
mecbur kılmak şeklinde ifade etmiştik. Söz gelimi, bir ev kiralamış olun. Kiralanan ev, kira
bedeli, ödeme şartları, kira süresi gibi hususlar hakkındaanlaşmış olmanızla ev sahibi ile
aranızda bir kira sözleşmesi kurulmuş olur. Bu sözleşme çerçevesinde, mesela, her ayın
ilk beş günü içerisinde kararlaştırılan kira bedelini ev sahibinin banka hesabına yatırmayı
kabul etmiş olabilirsiniz. Eğer kararlaştırılan süre içerisinde kiranızı ödemezseniz ve
hukukun öngördüğü diğer şartlar da gerçekleşmiş olursa, ev sahibi kira bedelini sizden
faiziyle birlikte isteyebileceği gibi, evden çıkmanıza karar verilmesi için mahkemeye de
başvurabilir. Kira bedelini ödemekte direnmeniz durumunda, icra daireleri vasıtasıyla
eşyalarınız haczedilebilir ve satılabilir. Satımdan elde edilen parayla da ev sahibine
alacağı ödenir. Üstelik eğer mahkeme sözleşmeye uymamanız nedeniyle evi tahliye
etmenize (boşaltmanıza) karar verirse ve siz bu karara da direnirseniz, icra memurları,
gerekirse kolluk kuvvetlerinin de yardımıyla eşyalarınızı evin dışına çıkarabilir.

Bu anlatım çerçevesinde cebrî icrayı, bazı hukukî yükümlülüklerin yerine getirilmemesi
durumunda, devletin zor kullanma gücüyle bu yükümlülüğün gereklerini bizzat yerine
getirmesi olarak tanımlayabiliriz.

Özel hukukun cebren icrası, borç ilişkileri dışında da ortaya çıkar. Söz gelimi bir
velayet davasında, yani boşanmış bir çiftin çocuklarının kimin yanında yaşamaya
devam edeceğine karar verilmesinin talep edilmesi durumunda yine cebrî icra-ya
başvurmak gerekebilir. Çocuğun, dava süresince yanında kaldığı tarafın, mesela
babanın değil de annenin velayetinde kalmasına karar verilmesi ve babanın çocuğ u
anneye teslim etmemekte direnmesi durumunda, yine icra memurları, gerektiğ i
takdirde kolluk kuvvetlerinin (polis veya jandarmanın) yardımıyla çocuğu babadan
alarak anneye teslim ederler.



Tazminat
Hukuk kurallarının, ihlal durumunda yaptırımlar öngörmesinin ilk
amacının hukuka uyma davranışının sağlanarak, hukukun öngördüğü
düzenin ayakta kalması olduğunu belirtmiştik. Yaptırımın değindiğimiz
ikinci amacı ise, hukuka aykırı eylemle bozulan düzenin mümkün
olduğunca eski hâline getirilmesi idi. Nitekim cebrî icrada, hukuka aykırı
eylemler söz konusu olduğunda hukukun öngördüğü düzen devlet eliyle
zorla kuruluyordu. Ne var ki özel hukuk alanındaki bazı hukuka aykırı
eylemlerin sonuçları, cebrî icra vasıtasıyla düzenin yeniden kurulmasına
uygun değildir. Bir kişi hukuk kurallarına aykırı hareket etmek suretiyle
bir başkasına zarar vermiş ise zararın giderilmesi, tazmin edilmesi
gerekir. Tazminat, genellikle, zararın parasal değerine karşılık gelen bir
ödeme yükümlülüğüdür.
Tazminat, borç ilişkisinin koşullarına uyulmamasının yanında, hukukta
‘haksız fiil’ adı verilen eylemlerden de doğabilir. ‘Haksız fiil’, hukuka
aykırı kusurlu bir eylemle bir başkasına zarar verilmesidir. Söz gelimi
kişi, hatalı kullanımı sebebiyle otomobiliyle bir yayaya çarpar ve
yaralarsa yaraladığı kişinin hastane masraşarını, tedavi ve iyileşme
süresince çalışamamasından kaynaklanan zararlarını tazmin etmekle
yükümlüdür.



Haksız fiil sorumluluğu, bazen ceza sorumluluğuyla aynı anda var olabilir.
Ceza sorumluluğunda bir kişi ceza kanunlarına aykırı hareket etmekte ve
çoğunlukla başkalarına zarar vermektedir. Söz gelimi, hatalı kullanımı
nedeniyle otomobiliyle yayaya çarparak yaralayan kişi, haksız fiil sorumluluğu
yanında, aynı zamanda, ceza sorumluluğuna da sahip olabilir. Böyle bir
eylemle kişi, hem verdiği zarardan dolayı yaralanan kişinin zararını tazmin
edecek hem de ceza yargılaması sonucunda verilecek hüküm çerçevesinde
cezalandırılacaktır.
Tazminatın, idarenin eylem ve işlemleri nedeniyle ortaya çıkan zararların
karşı- lanması durumunda da ortaya çıkması mümkündür. Hukuk devleti
ilkesinin en önemli özelliklerinden birisi, idarenin, yani devletin bütün
işlem ve eylemlerinin yargı denetimine açık olmasıdır. Aynı zamanda
devlet, devlet görevlilerinin görevleri nedeniyle yapmış oldukları
eylemlerle vatandaşlara verdikleri zararı tazmin etmekle yükümlüdür.
Tazminat konusunda son olarak söylenmesi gereken, bahsedilen zararın
sadece maddi zararlar olmadığıdır. Kişi, hukuka aykırı kusurlu eylemiyle,
bir başka kişiye, ortada maddi bir zarar olmasa da, acı veya ıstırap
çektirmiş olabilir. Söz gelimi, hatalı kullanımı sebebiyle yaptığı trafik
kazasında bir kişinin ölümüne neden olan kişi, ölenin yakınlarında büyük
bir acıya neden olabilir. Böyle bir durumda mahkeme, toplumsal ve
ekonomik koşulları da dikkate alarak, bu acıya bir maddi değer biçerek,
zarar veren kişinin manevi tazminat adı altında bu miktarı ödemesini
isteyebilecektir.

Geçersizlik

Hukuk düzeni, günlük hayattaki çeşitli irade açıklamalarımıza hukukî sonuçlar bağlar. Söz gelimi bir
semt pazarında sebze satan satıcı sebzelerin fiyatını yazarak bir irade açıklamasında bulunmuştur.
Hukuk açısından bu irade açıklaması, satım sözleşmesi yapmanın ilk aşamasıdır. Bu pazarcıdan bir
kilo sebze tartmasını isteyen müşteri de bu iradesini açıklamak suretiyle satım sözleşmesi yapmayı
kabul etmiş olur ve böylece bir sözleşme kurulur. Hukuk, bu tip hukukî sonuç doğurmaya yönelmiş
irade açıklamalarını hukukî işlem olarak isimlendirir.

Her hukukî işlemin hukuk düzenince tanınan ve sonuç doğuran bir hukukî işlem olarak kabul
edilebilmesi için, yine hukuk düzenince kabul edilmiş çeşitli koşullar vardır. Ancak hukukî işlemlerin
bu koşullar yerine gelmeden gerçekleştirilmiş olması pekâlâ mümkündür. Bu durum hukuka aykırılık
yarattığından, yine hukuk düzeni böyle hukukî işlemlerin geçersiz olduğunu kabul eder.

Hukuk düzeni, hukukî işlemlerin varlık kazanabilmesi için bazı unsurları kurucu unsur olarak kabul
eder. Bu unsurların yokluğunda ise söz konusu hukukî işlem ‘yok’ hükmündedir. Böyle bir işleme
dayanılarak hak talep edilmesi mümkün değildir. Söz gelimi Türk Medeni Kanunu, resmî memur
önünde yapılmayan evlenmenin, yok hükmünde olduğunu belirtir. Aynı şekilde, kamu görevlisi
olmayan bir kişinin kamu görevlisiymiş gibi idari bir işlem yapması durumunda yahut yasama,
yürütme ve yargı alanlarındaki organ ve makamların, birbirlerinin alanına giren konularda işlem
yapmaları durumunda, yapılan işlem yok hükmündedir.

Bazı durumlarda ise hukukî işlemin tamamlanmış sayılması için gerekli sayılan bazı
koşulların gerçekleşmemiş olması, bu işlemlerin geçersiz sayılmasını gerektirir. Özel hukukta
bir hukukî işlemin geçersizliği, hükümsüzlük ve iptal edilebilirlik başlı kları altında incelenir.
Hükümsüzlük (butlan, mutlak butlan), hukuki işlemin geçerlilik şartlarından kamu düzenini
ilgilendirdiği kabul edilenlerin gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkar. Yokluk durumunda
işlemlerin hukuk dünyasında hiçbir zaman var olmadıkları kabul edilirken, hükümsüzlükle
geçersiz olan işlemler vardır, hukukî işlem olarak varlık kazanmışlardır. Ancak baştan
itibaren geçersiz oldukları kabul edilir. Taraşarın anlaşması veya zamanın geçmesiyle işlem
geçerli hâle gelmez. Bir dava sırasında işlemin bu niteliği fark edilirse, hakim kendiliğinden bu
durumu dikkate alır.

iptal edilebilirlik (nisbî butlan) durumunda ise işlemin yapılmasında ortaya çı- kan hukuka
aykırılığın nispeten daha hafif olduğu kabul edilir. Bu durumda hukukî işlem varlık
kazanmış ve hukukî sonuç doğurmaya başlamıştır. iptal edilebilir hukukî işlemler,
kendiliğinden geçersiz olmamakla birlikte, taraşardan birisinin talebi sonucunda iptal
edilebilir. Ancak iptal talebinde bulunmak için öngörülen sürelerin geçmesiyle geçerli hâle
gelir. Dava konusu olduğu takdirde, hakim hükümsüzlük durumunda olduğu gibi
kendiliğinden iptal kararı veremez.

Hukukun diğer dallarında da hukuka aykırı bir şekilde verilmiş kararların her zaman iptal
edilmesi mümkündür. Söz gelimi idari makamların yukarıda değindiğimiz yokluk
durumundan farklı olarak hukukun gereklerine aykırı verdikleri kararlar, talep üzerine
yine idare tarafından yahut yargı tarafından iptal edilebilir.
HUKUKUN AMAÇLARI
1-Hukuk Toplumda Barışı Sağlar:
- Toplumdaki insanlar yaşamlarını sağlıklı sürdürebilmeleri
için sosyal hayatta daha iyi şartları elde etmek isterler. Bu
da sürekli bir çatışma ortamını ve kaynağını oluşturur. Bu
kişisel menfaatlerin çatışmasında hukukun temel görevi
kişilerin ve toplulukların güçlerini sınırlamak ve aralarındaki
dengeyi sağlayarak birbirlerini yok etmelerini önlemektir.
Böylece hukuk kuralları sayesinde toplumda hak ve
adalete dayalı bir düzen sağlanmış olur.
2-Hukuk Toplumdaki Güveni Sağlar
Toplumda güveni sağlamaya çalışır. Hukuk düzeninin varlığı
toplumsal güvenin de kaynağını oluşturur. Toplumu oluşturan
kişiler toplumsal hayatı düzenleyen ve uyulması zorunlu
kuralların bilinen belirli ve sürekli kurallar olması nedeniyle bir
güven ortamının varlığını kabul ederler. Örneğin alacağı
karşılığında bir çek alan kişi bilir ki çeki ilgili bankaya
götürdüğünde bunu paraya çevirebilir. Eğer bu mümkün olmazsa
alacağını devlet eliyle alabilir ve kendisine karşılıksız çek veren
kişi cezalandırılır. Hukuk kurallarının bir amacı da toplumda
güven ortamının temin edilmesidir. Kişilerin hak ve yetkileri
önceden belirlendiğinden ve belirlenen hak ve yetkiler önceden
bilindiğinden kişiler tüm ilişkilerini buna göre tanzim ederler ve
bir güven ortamı içerisinde hayatlarını sürdürürler. Eğer
güvenliği oluşturabilecek tüm kurallar mevcut olmakla birlikte
toplumca benimsenmemiş ve uygulanamıyorsa hukuka güven
ortadan kalkmış demektir.
3-Hukuk Toplumda Eşitlik Sağlar
- Hukuk kurallılarının en önemli özelliklerinden biri toplumdaki
herkese eşit olarak uygulanmasıdır. Bu bakımdan herkes yasa
önünde eşittir kuralı yazılı biçimde yer almasa da genel bir ilke
olarak geçerliliğini korur. insanlar arasındaki barışın
sağlanmasında en etkin husus, toplumdaki herkesin uyacağı
kuralları önceden bilmesidir .böylece kişiler, tüm davranışlarını
ona göre ayarlamak suretiyle ortaya çıkacak muhtemel çatışma
ve ihtilaşardan kaçınmış olurlar.
4-Hukuk Toplumda Özgürlük Sağlar
- Toplumların ve toplumdaki bireylerin özgürlüğünü
hukuk kuralları sağlar. Bu nedenle, hukuk özgürlüğün
ön koşulu olarak tanımlanmakta ve hukukun
bulunmadığı bir toplumda özgürlükten de söz edilmesi
mümkün değildir. Ancak hukuk kuralları çerçevesinde
ölçülü ve sürekli bir özgürlük söz konusundur.
5) Toplumsal düzeni sağlamaya çalışır. Hukuk düzeni
kuvvetlinin zayıfı ezmediği anarşinin hakim olmadığı bir
toplumsal yapıyı ifade eder. Bu yapı içerisinde en azından
şekli bir eşitlik mevcuttur. (herkes kanun önünde eşittir
gibi.(Anayasanın 10. maddesi). Sürekli ve güvence
altında bulunan bir özgürlük ortamı bulunur ama hiçbir
özgürlük sınırsız değildir. Hukuk menfaat çatışmalarını
dengeleyerek toplumdaki çekişmeleri en aza indirger ve
toplumsal hayatta barış ve düzeni sağlar.
6) Toplumun varlığını korumaya çalışır. Hukuk varlığını
sürdürebilmek için toplumu oluşturan kişilerin ve
toplumun ihtiyaçlarını karşılamak ve değişen şartlara
uymak zorundadır. Bu ihtiyaçlar hem çok çeşitlidir hem
de sınırsızdır. Hukuk bir taraftan bu ihtiyaçların kişi ve
toplum için asgari düzeyini belirlerken diğer yandan da
bu asgari ihtiyaçları karşılar. İhtiyaçlar ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel olabileceği gibi doğum,
ölüm,beslenme gibi tüm bir hayatı da içerisine alabilir.
7-
Adaleti gerçekleştirmeye çalışır. Adalet kavramının
eşitlik ve rasyonellikle ilişkili olduğunu kabul etmek
gerekir. Yalnız toplumda mutlak bir eşitlik zaten
yoktur. Örneğin vatandaş olanla yabancı , ergin olanla
olmayan , farklı hukuki statüde bulunmaktadırlar. Bu
durumda hak yetki ve yükümlülüklerin farklılığı
adaletin gereği olarak karşımıza çıkar.
Buradaki rasyonellik kavramı da kişiye yapılacak
uygulamanın kurallarla önceden belirlenmesi ve kişinin
keyfi bir muameleye maruz kalmamasını ifade eder.
Toplumsal hayatta adalet fikri sayesinde kendini haklı
gören kişi hakkını elde etmek için mücadele verir.
2.ÜNİTE:HUKUKUN
SINIşANDIRILMASI
Bilimsel bir disiplin olarak hukuk, kendi içinde temel olarak
ikiye ayrılır. Genel olarak hukukun kişiler arası ilişkileri
konu alan kısmına Özel Hukuk, kişiler ile devlet veya
devleti oluşturan kurumlar arası ilişkileri düzenleyen
kısmına ise Kamu Hukuku adı verilir. Bu ayırım Roma
Hukukundan beri yapılmakta olan bir ayrımdır.
1-KAMU HUKUKU
 Kamu
hukuku, devletin ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının örgütlenişine, işleyişine, gördükleri hizmetlere
ilişkin kurallar içerir. Demokratik toplumlarda kamu
hukukuna başlıca egemen olan ilkeler hukuki güvenlik ve
kanunilik prensibidir.
 Kamu hukuku, bir devletin teşkilatını, bir devlet ile başka bir
devlet ve bir devlet ile bireyler arası ilişkilerdeki kuralların
bütünüdür.
Kamu Hukukunun Dalları
 Kamu hukuku, anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku, yargılama hukuku, vergi
hukuku, iş hukuku ve devletler genel hukuku olarak yedi dala ayrılır.
1- Anayasa Hukuku
 Devletin şeklini, yapısını, organlarının görev ve yetkilerini, bunların birbirleriyle olan
ilişkilerini, şahısların temel hak ve hürriyetlerini düzenleyen hukuk kurallarının
bütünüdür.
 Anayasa kuralları çoğunlukla devletin temel organlarının (yani yasama, yürütme ve
yargı organlarının) kuruluşunu ve işleyişi ile devlet karşısında vatandaşların temel hak
ve hürriyetlerini düzenler.
 Günümüzde yürürlükte olan Anayasa, 7 Kasım 1982 tarih ve 2709 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasıdır. Daha önceki Anayasalar aşağıda verilmiştir.
Türkiye’nin Anayasaları
 1876 Kanun-i Esasi
 1908 II. Meşrutiyet
 20 Ocak 1921 Anayasası
 20 Nisan 1924 Anayasası
 1961 Anayasası
 1982 Anayasası
Anayasamıza Göre Devlet Organları:
 YASAMA: Kanun yapma işi. Kanunlar, TBMM tarafından yapılır.
 YÜRÜTME: Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve diğer devlet memurları.
 YARGI: Bağımsız mahkemeler.
Anayasa, bir devletin siyasal kuruluş düzenini gösteren
kanuna, Anayasa Hukuku da bu düzeni ve yasayı
açıklayan hukuka denir.
Anayasamızın Kabul Ettiği Temel İlkeler
 Anayasamızın kabul ettiği beş temel ilke mevcuttur.
Bunlar:


Atatürk milliyetçiliğine bağlı devlet ilkesi,

Demokratik devlet ilkesi,

Laik devlet ilkesi,

Sosyal devlet ilkesi,

Hukuk devleti ilkesidir.
2) İdare Hukuku
 Devlet idaresinin teşkilat ve işleyişini, şahısların idare ile olan ilişki
ve anlaşmazlıklarını, kamu hizmetlerinin görülmesini düzenleyen
hukuk kurallarının tümüdür.
 İdare, genel idare ve mahalli idareler olmak üzere ikiye ayrılır. Genel
idareye merkezi yönetim de denir. Mahalli idareler ise belediyeler
gibi yerel yönetimleri kapsar.
A. Genel İdare (Merkezi Yönetim)
 Merkez Teşkilatı
 Cumhurbaşkanı
 Bakanlar kurulu
 Taşra Teşkilatı
 Vali
 Kaymakam
 Bucak Müdürü
 Bakanlıkların İllerdeki Temsilcileri (Müdürler)
B. Mahalli İdareler (Yerel Yönetimler)
 İl Özel İdaresi
 Belediyeler
 Köy idaresi
3) Ceza Hukuku
 Ceza hukuku, suç sayılan fiillerin nelerden ibaret
olduğunu ve bu fiilleri işleyenlere uygulanacak cezai
yaptırımları düzenleyen kurallar bütünüdür. Türk ceza
hukukunun temel kaynağı 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunudur.
 Göçmen kaçakçılığı gibi uluslar arası suçlar, cinayet
işlemek gibi kişilere karşı suçlar, zararlı kimyasal
maddelere halkın maruz kalmasına neden olmak gibi
topluma karşı suçlar ve yalancı tanıklık gibi millete ve
devlete karşı suçlar mevcuttur.
Ceza Hukukumuzun iki temel ilkesi vardır:
 Kanunsuz suç ve ceza olmaz
 Hukuku bilmemek mazeret sayılmaz
4) Yargılama Hukuku
 Devletin, yasama yetkisi ve yürütme görevi yanında
yargı yetkisi de vardır. Yargı yetkisi, Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılır. Yargı deyimi
genellikle "hukuk kurallarının bağımsız ve tarafsız
mahkemelerce belli bir olaya uygulanmasını" ifade eder.
 Yargılama hukuku, yargı yetkisini kullanan organların
(mahkemelerin)
adalet
dağıtırken
izleyecekleri
yöntemleri (usulleri) gösteren hukuk kurallarının
tümünden oluşmaktadır. Yargılama hukuku, yargı
etkinliğinin yerine getirilmesiyle ilgili hukuksal ilişkileri
ve işlemleri düzenleyen hukuk dalıdır. Yargılama
hukuku üçe ayrılır. Bunlar, Medeni Yargılama Hukuku,
Ceza Yargılama Hukuku ve İcra-İşas Hukukudur.
5) Vergi Hukuku
 Devlet ile şahıslar arasındaki vergi ilişkisinden doğan hak ve
ödevleri, verginin tahakkuku, toplanması ve vergi yargısını
düzenleyen hukuk dalıdır.
 Vergiler üçe ayrılır. Bunlar;
 Gelir üzerinden alınan vergiler (Kişilerin ücretlerinden yapılan
kesinti),
 Servet üzerinden alınan vergiler (sahip olunan evin vergisi)
 Harcama üzerinden alınan vergilerdir (telefon ücretlerine
eklenen vergi).
6) İş Hukuku
 İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyen hukuk kurallarını inceleyen
hukuk dalıdır. İş hukuku bireysel iş hukuku ve toplu iş hukuku
olarak iki grupta incelenir. İş sözleşmeleri, çalışma saatleri,
fazla mesai ücretleri ve işçilerin izinleri gibi konular bireysel iş
hukukunda yer alır.
 Sendikalar, konfederasyonlar, toplu iş sözleşmeleri, grev ve
lokavt gibi konular ise toplu iş hukukunun içinde yer alır.
7) Devletler Genel Hukuku
 Devletler genel hukuk devletlerarası ilişkileri düzenler.
Antlaşmalar, milletlerarası örf ve adetler gibi kaynakları
vardır. Bunlara uyulmadığında siyasi ve ekonomik
müeyyideler uygulanabilir. Bazen sonuçlar savaş
çıkmasına dahi neden olabilmektedir.
Son yıllarda
devletlerarası uyuşmazlıklar Birleşmiş Milletler gibi bazı
uluslar arası toplulukların yardımıyla çözülmeye
çalışılmaktadır.
2- ÖZEL HUKUK
 Özel hukuk ise dar anlamıyla kişilerin birbirleriyle olan
ilişkilerini düzenler. Örneğin iki kişi arasındaki borç
ilişkisinden doğan anlaşmazlık özel hukukun alanıdır.
 Bazı zamanlarda kişilerle devlet arasındaki ilişkiler de
özel hukukun alanına girmektedir. Ancak, burada
devletin üstünlüğü ilkesinin söz konusu olmaması
gerekmektedir. Örneğin, belediye işçilerine dikilecek iş
tulumu için bir dikimevi ile anlaşılırsa ve taraşardan
biri yükümlülüğünü yerine getirmez ise, sorun özel
hukukun alanına girer.
 Özel Hukukun Dalları: Özel hukuk,
 medeni hukuk,
 ticaret hukuku ve
 devletler özel hukuku olarak üçe ayrılır.
a) Medeni Hukuk
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 2002 yılında yürürlüğe girmiştir.
Kaynağını İsviçre Medeni Kanunundan çevrilerek alınmış olan
1926 tarihli Medeni Kanun oluşturur.
Medeni Hukuk 5 bölümden ibarettir. Bunlar, Kişiler Hukuku, Aile
Hukuku, Borçlar Hukuku, Eşya Hukuku ve Miras Hukukudur.
b) Ticaret Hukuku
Ticaret hukuku kişiler arasındaki ticari ilişkileri düzenler. 6762
sayılı Türk Ticaret Kanunu 1957 yılında yürürlüğe girmiştir.
Ticari İşletme Hukuku, Şirketler Hukuku, Kıymetli Evrak
Hukuku, Deniz Ticareti Hukuku ve Sigorta Hukuku Ticaret
Hukukunun bölümleridir.
c) Devletler Özel Hukuku

Farklı ülke vatandaşları arasındaki ilişkileri düzenler.
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Kanunu 1983 yılında yürürlüğe
girmiştir. Milletlerarası Özel Hukuk 3 bölümden oluşmaktadır:



Vatandaşlık Hukuku
Yabancılar Hukuku
Kanunlar İhtilafı Hukuku
HUKUKUN KAYNAKLARI
 Yarg› organlar› kararlar›n›, hukuka dayanan, hukuktan
kaynaklanan, hukukun gerektirdi¤i kararlar olarak
sunarlar. Bu aç›dan yarg› kararlar›na gerekçe olabilen
her fleyin bir hukuk kayna¤› olabilece¤ini söylemek
mümkündür.
 Bununla birlikte hukukun baz› kaynaklar›, vazgeçilmez
ve zorunlu niteliktedir.Yarg› organlar›n›n bu kaynaklar›
ihmal etmesi, bizatihi hukuka ayk›r›l›k oluflturur. Söz
konusu kaynaklar› ‘Aslî Kaynaklar’ bafll›¤› alt›nda ele
alaca¤›z. Bunun yan›nda yarg› kararlar› oluflturulurken
baz› kaynaklar yard›mc› niteliktedir. Ba¤lay›c›
olmad›klar› gibi, kararlara gerekçe yap›lmamalar›
mümkündür. Bu kaynaklar› ise ‘Talî Kaynaklar’ bafll›¤›
alt›nda inceleyece¤iz.
Asli Kaynaklar
Yazılı Hukuk Kurallar›
Hukuk kurallar›, zaman zaman ‘hukuk’, ‘kanun’ ya da ‘mevzuat’ olarak da isimlendirilen
devlet taraf›ndan ç›kar›lm›fl tüm kurallar› kapsar. Günlük hayatta s›kl›kla bahis
konusu edilen hukuk kurallar›, hiç flüphesiz ki kanunlard›r. Ancak kanunlar yan›
nda, farkl› isimlerdeki çeflitli hukuk kurallar› da hukukun iflleyiflinin önemli unsurlar›
aras›nda yer al›rlar.

Hukuk kurallar›n› böyle bir hiyerarfli içinde sunmak, söz konusu kurallar›n baz›lar›n›n
daha önemli oldu¤unu iddia etmek de¤ildir. Ancak kurallar›n oluflumu aç›s›ndan altta
kalan kurallar, üsttekilere büyük ölçüde ba¤›ml›d›rlar. Bunun anlam›fludur: Bir
yönetmeli¤in varl›¤›, kendinden daha yukar›daki yasa ve tüzüklere ba¤l›d›r. Kanun veya
tüzükten yetki al›nmaks›z›n yönetmelik ç›karmak mümkün de¤ildir.

Üstelik, ilkesel olarak altta kalan kurallar, üstteki kurallarla uyumlu olmal›d›r.Bu durum,
idare mahkemelerine yönetmelikleri kanuna veya tüzü¤e ayk›r›l›klar› nedeniyle iptal
etme ödev ve yetkisi vermektedir. Ayn› flekilde, bir kanun da Anayasa

Mahkemesi taraf›ndan, anayasaya ayk›r›l›k nedeniyle iptal edilebilecektir. Bununla
birlikte, hukukun gereklerini yapmakla yükümlü devlet görevlileri, uygulamak durumunda
olduklar› bir tüzük veya yönetmeli¤i, bu tüzük veya yönetmeli¤indaha üstteki kurallarla
uyumlulu¤una bakmaks›z›n uygulamak durumunda kal›rlar.

Anayasa hükümlerinin herhangi bir yarg› organ› taraf›ndan maddi
denetlemeye tâbi tutulmas› mümkün de¤ildir. Zira di¤er hukuk kurallar› söz
konusu oldu¤unda, daha üstteki bir hukuk kural›na ayk›r›l›k de¤erlendirme
konusu yap›lmaktad›r. Ancak

Anayasa di¤er hukuk kurallar›n›n üstünde oldu¤u ve kendi üstünde baflka bir
hukuk kural› bulunmad›¤› için, maddi denetleme yap›lmas› olanakl› de¤ildir.
Dolay›s›yla anayasa de¤ifliklikleri de, içerikleri bak›m›ndan
denetlenememektedir. Bununla birlikte, anayasada yap›lan bir de¤ifliklik, flekil
aç›s›ndan denetlenebilmektedir. Bu durumda yetkili yarg› organ›, Anayasa
Mahkemesi’dir.
Bununla birlikte kabul oyu, hiçbir flekilde 139’dan (Anayasadaki
ifadesiyle, üye tam say›s›n›n dörtte birinin bir fazlas›ndan) az olamaz.
Kabul edilen teklif veya tasar›, kanun ismini al›r.
TÜRK HUKUK SİSTEMİ
3. ÜNİTE: TÜRK HUKUK SİSTEMİ
YARGI SİSTEMLERİ
1-Yargı Ayrılığı Sistemi: Büyük ölçüde Roma Hukuku
kaynaklı olan, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve İsviçre
gibi Kıta Avrupa’sı ülkelerde uygulanan yargı sistemidir. Bu
sistemde; adli olayların bakıldığı adli yargı ile idari olayların
bakıldığı idari yargı olmak üzere iki düzen vardır.
2-Yargı Birliği Sistemi: İngiltere’de doğmuş olan bu sistem,
başta İngiltere olmak üzere ABD, Avustralya, Kanada,
Hindistan ve eski İngiltere sömürge devletlerinin birçoğunda
uygulanmaktadır.Bu sistemin özelliği; “Yargı Ayrılığı
Sistemi”nin aksine adli yargı idari yargı ayrımına yer
vermemesidir. Yargı Birliği Sistemi”ni benimseyen ülkelerde
idari yargı, adli yargı bünyesinde uzman şubeler şeklinde
faaliyet göstermektedir. Tüm mahkemeler, nihayette en
yüksek mahkemeye tabidir.
YARGI YETKİSİ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞI
-
Yargı, yasama ve yürütme gibi bir devlet görevidir. Anayasa’nın 9. maddesi, yargıyı bir
devlet işlevi olarak düzenlemiş ve yargı yetkisinin, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılacağını belirtmiştir.
-
Yargı yetkisi, hukuk devletinin temel kurumlarından olduğu için, her türlü baskı ve
etkiden uzak bir biçimde yürütülmelidir.
-
Mahkemelerin bağımsızlığı, yargının yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız
yapısını, bu doğrultuda yetkilerini kullanmasını, görevlerini yerine getirmesini ifade
etmektedir. Yargıçların bağımsızlığı ise yasama ve yürütme organlarına bağlı olmadan
Anayasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanılarına göre hüküm vermelerini amaçlar.
-
Hiç bir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
-
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu
organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiç bir surette değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez.
-
Hakimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe altmışbeş yaşını bitirinceye
kadar emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de
olsa aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz.
-
Yargının, yasama ve yürütme organlarının etkisinde kalmasının önlenmesi amacıyla,
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu oluşturulmuştur. Bu Kurul, hakim ve savcıları
mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükseltme ve birinci sınıfa
ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme,
disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar.
TÜRK YARGI SİSTEMİ
Anayasamız kendisine esin kaynağı olan Fransa sisteminde olduğu
gibi “Yargı Ayrılığı Sistemi”ni benimsemiştir. Sistemin gereği
olarak yargı iki ana kola ayrılmaktadır.
1-Adli Yargı
2-İdari Yargı. Her iki yargı kolu birbirinden bağımsız olarak yerel
mahkemeler ve yüksek mahkemeler şeklinde örgütlenmiştir.
 Ülkemizde hukuksal uyuşmazlıkların yedi tür yargı yerinde
giderildiği görülmektedir:
- Özel hukuk ve ceza hukukundan doğan uyuşmazlıklar, Adalet
Mahkemelerinde;
- Kişilerle yönetim ararsında, kamu yönetim hukukundan doğan
uyuşmazlıklar, İdare Mahkemeleri’nde;
-Asker kişilerle, askeri yerler arasında çıkan idari uyuşmazlıklar
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde;
-Asker kişiler ve belli koşullarda asker sayılan kişilerin, askeri
suçtan doğan davaları, Askeri Mahkemelerde;
-Seçimlerle ilgili uyuşmazlıklar, Yüksek Seçim Kurulu’nda;
-Adli, idari, ve askeri yargı yerleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıkları, Uyuşmazlık Mahkemesi’nde;
-Yasaların Anayasa’ya aykırılıkları, Anayasa Mahkemesi’nde
karara bağlanır.
Anayasamıza göre, ülkemizde yüksek mahkemeler, Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay, Askeri Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Yüksek Seçim
Kurulu’dur. Genel olarak, her yüksek mahkeme, alt mahkemeleri
ile birlikte bir yargı düzenini oluşturur.
A-ANAYASA YARGISI
Anayasa Mahkemesi
- Ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla
kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi bazı değişikliklerle birlikte
1982 Anayasası’nca da korunmuştur
- Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasıyla amaçlanan ve umulan,
yasama meclisinin denetlenmesi ve Anayasa’da yazılı temel hak ve
özgürlüklerin korunmasıdır.
- Anayasa
Mahkemesi, Parlamento’nun çıkardığı yasaların
anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin
kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa
Mahkemesi, Parlamento’nun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı
olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin,
siyasal kurumların, özellikle Parlamento’nun yetkilerini kötüye
kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu
engelleyeceği düşünülmüştür.
Anayasa Mahkemesi’nin Görev ve Yetkileri
- Anayasa Mahkemesi’nin temel görevi, yasama organının kimi
işlemlerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. 1982
Anayasası’nın 148. maddesine göre, “Anayasa Mahkemesi,
kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas
bakımlarından uygunluğunu denetler”. Ayrıca Anayasa
Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinde Anayasa’da belirtilen
biçim kurallarına uyulup uyulmadığı bakımından da denetim
yapar. Başka bir deyişle, Anayasa değişikliklerini öz
bakımından denetleyemez. Anayasa değişikliği konusunda iptal
kararı verebilmek için üçte iki oyçokluğu gereklidir (Madde148
ve madde 149).
Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir. Bu görevler
kısaca şunlardır:
1.Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı’nı, Bakanlar Kurulu
Üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî
Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini,
Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini
görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
2.Siyasî Partilerin kapatılması, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açacağı dava
üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanır (Madde 69).
3.Siyasî Partilerin malî denetimi de Anayasa Mahkemesi’nce yapılır (Madde 69).
4.Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düştüğüne
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce karar verilmesi durumunda, bu karar
tarihinden başlayarak bir hafta içinde ilgili üye ya da milletvekillerinden
herhangi biri tarafından bu kararın Anayasa’ya veya İçtüzük hükümlerine
aykırılığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir. Anayasa
Mahkemesi bu iptal istemini onbeş gün içinde karara bağlar (Madde 85).
B-ADLİ YARGI
1- İLK DERECE MAHKEMELERİ
1- İlk Derece Mahkemeleri
Genellikle davalar ilk derece mahkemelerinde açılır ve karara
bağlanır. İlk derece mahkemelerinin kararlarının düzeltilmesi, ilk
derece mahkemeleri arasında doğabilecek görüş ayrılıklarının
giderilmesi ve uygulamada birliğin sağlanması için yüksek
mahkemeler kurulmuştur.
İlk Derece Mahkemeleri ikiye ayrılır. Bunlar:
1. Hukuk Mahkemeleri ve
2. Ceza Mahkemeleridir.
1. Hukuk Mahkemeleri:
a)Sulh Hukuk Mahkemeleri
 Asliye hukuk mahkemelerine göre daha küçük davalara bakarlar. Bu
mahkemeler işas ve vakfa ilişkin mahkemeler hariç olmak üzere
miktarı 2007 yılı itibarı ile 5910 TL’yi geçmeyen davalara bakmak ve
kira alacağı ve tazminat davaları ortaklığın giderilmesi davası
zilyetliğin korunması davası gibi davalara bakmakla görevlidirler.
 Tek hakimli olan bu mahkemelerin görevi Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun 8 inci maddesinde belirtilmiş olan istisnai
davalara bakmaktır. İşi çok olan yerlerde bu mahkemeler birden fazla
olabilir, her il ve ilçe merkezinde ve işi çok olan beldelerde sulh
mahkemesi kurulur.
b) Asliye Hukuk Mahkemeleri
 Miktar ve değeri 2007 yılı itibarı ile 5910 TL’yi geçen
davalara
Asliye
hukuk
mahkemeleri
bakar.ör.
Derneklerin kapatılması davaları
 Her ilçede ve il merkezinde kurulu bulunan asliye
hukuk mahkemeleri genel görevli mahkemeler olup
Sulh Hukuk Mahkemelerinin görevi dışında kalan
bütün davalara ve işlere bakmakla görevlidirler.
 Bu mahkemeler de işin çokluğuna göre birden fazla
olabilir, tek hakimli mahkemelerdir. Ayrı bir ticaret
mahkemesi bulunmayan yerlerde o yer asliye hukuk
mahkemesi aynı zamanda ticaret mahkemesi sayılır ve
ticari davalara da bakar.
2. Ceza Mahkemeleri
a) Sulh Ceza Mahkemeleri

İki yıla kadar hapis cezaları ve ve bunlara bağlı adli para cezaları
ile bağımsız olarak hükmedilecek adli para cezalarına ve güvenlik
tedbirlerine yönelik hükümler sulh ceza mahkemelerinin görevleri
içerisindedir.

Sulh ceza mahkemesine kamu davası Cumhuriyet savcısı
tarafından açılır ama mahkemede bulunmaz.

Sulh Ceza Mahkemesi’nin kurulu bulunduğu mahallin iş
durumuna göre birden fazla olabilir ve yine iş durumuna göre
bunlardan birisi Trafik Mahkemesi olarak görevlendirilebilir.
b) Asliye Ceza Mahkemeleri

Sulh ceza mahkemesi ile ağır ceza mahkemesinin görev alanına
girmeyen davalar asliye ceza mahkemesinin alanına girer.

Asliye ceza mahkemesine kamu davası Cumhuriyet savcısı
tarafından açılır ve mahkemede bulunur.

Bu mahkemeler de iş yoğunluğuna göre birden başlamak üzere
numaralar alarak adlandırılırlar ve bunlardan 1 numaralı olan
kaçakçılık davalarına, 2 numaralı olan basın yolu ile işlenen
suçlarla ilgili davalara bakarlar.Bölgenin özelliği gerektiriyorsa
bu mahkemelerden bir tanesi kambiyo suçlarına bakmakla
görevlendirilir.
c) Ağır Ceza Mahkemeleri
 Türk ceza kanununda yer alan yağma, irtikap, resmi
belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık suçları ile
ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on
yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilişkili
davalara bakmakla ağır ceza mahkemesi görevlidir.
d) Çocuk Mahkemeleri
 Bu mahkemeler bir başkan ve iki üyeden oluşan toplu
mahkemelerdir.18
yaşını
bitirmeyen
küçükler
tarafından işlenen ve genel mahkemelerin görevine
giren suçlara ilişkin davalara bakmakla yükümlüdürler.
Yasaya
göre
Adalet
Bakanlığınca
her
çocuk
mahkemesine yeteri kadar sosyal hizmet uzmanı,
pedagog, psikolog ve psikiyatr atanır.
2-Üst Derece Mahkemesi: Yargıtay





-
Adli yargı düzeninin üstünde, yüksek mahkeme olarak Yargıtay
bulunmaktadır.
Adli yargıda, hukuk ve ceza uyuşmazlıklarını çözmek üzere
kurulmuş ilk derece mahkemelerinin, örneğin sulh hukuk, asliye
hukuk, iş, ticaret mahkemeleri ile sulh ceza, asliye ceza ve ağır
ceza mahkemelerinin verdikleri kararlar Yargıtay tarafından
yeniden incelenebilir.
Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli
yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece
mahkemesi olarak bakar.
İlk derece mahkemelerinin verdikleri kararlara karşı Yargıtay a
başvurulduğunda,
Yargıtay’ın
ilgili
dairesi,
ilk
derece
mahkemesinin kararını inceler, hukuka aykırı bulursa bozar,
hukuka uygun bulursa onaylar. İlk derece mahkemesinin
bozulması halinde, ilk derece mahkemesi ya bozma kararına uyar
ya da direnir. İlk derece mahkemesi karara direnirse, bu durumda
davanın niteliğine göre ya Ceza Genel Kurulu’nda ya da Hukuk
Genel Kurulu’nda incelenir ve karara bağlanır.
Yargıtay Genel Kurulu’nun verdiği karara hem ilk derece
mahkemesi hem de Yargıtay’ın davayla ilgili dairesi uymak
zorundadır.
ADLİ YARGININ İŞLEYİŞİ…
C- İDARİ YARGI
İdari
yargı,
idari
makamların
idare
hukuku
alanındaki
faaliyetlerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümlendiği yargı
koludur.
1- İlk Derece Mahkemeleri
a) İdare mahkemeleri
 İdarenin yaptığı tasarruşar ve uygulamalarla ilgili iptal davalarını,
genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari
sözleşmelerden dolayı taraşar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davaları sonuca bağlar.
b)Vergi mahkemeleri
 Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve
harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunlara ilişkin zam ve cezaları ile
tarifelere ilişkin davaları, 6183 sayılı Amme (kamu) Alacakları Tahsili
Usulü Hakkında Kanun’un uygulanmasına ilişkin davaları halleder.
2- Üst Derece Mahkemeleri
a) Bölge idare mahkemeleri
 Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemelerinde tek hakim
tarafından İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7 inci madde
hükümleri uyarınca verilen kararları itiraz üzerine
inceleyerek karara bağlar, idare ve vergi mahkemeleri
arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözümler.
b) Danıştay
 Danıştay, özelliği olan bir yüksek mahkemedir. Şöyle ki;
Danıştay bir yandan hükümetin yüksek bir danışma
organıyken, bir diğer yandan idare mahkemelerinin yüksek
mahkemesi olarak görev yapmaktadır. Danıştay, hem idari
yargı alanında belli konularda karar alan ilk derece
mahkemesi hem de alt kademe yargı yerlerinin kararlarını
inceleyen üst mahkeme niteliğindedir.
 Danıştay, idari mahkemelerce (idare ve vergi mahkemeleri)
verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine
bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii görevi
görür. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece
mahkemesi olarak bakar.
SAYIŞTAY


Sayıştay bir yandan mali bir denetim organı, bir yandan da
saymanların hesaplarını inceleyen, sorumluluklarına karar veren özel
görevli bir birimdir ve TBMM'ne bağlı olarak görev yapar. Başkan ve
üyeleri TBMM tarafından seçilir.Yargısal nitelikli kararları için başka
mercie itiraz edilemese de Anayasa Mahkemesi tarafından yüksek
mahkeme olarak kabul edilmemektedir. Bağımsız olmadığı için bu
anlamda bir mahkeme olamaz.
Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek,
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini
yapmakla görevlidir.
Uyuşmazlık Mahkemeleri



Uyuşmazlık Mahkemesi, adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında
görev ve hüküm uyuşmazlıklarını incelemek ve karar bağlamakla
görevli yüksek bir yargı organıdır.
Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi yargıçlarından oluşan bu karma kuruluşa, Anayasa
Mahkemesi tarafından görevlendirilen bir üye başkanlık eder.
Uyuşmazlık mahkemesinin, hukuk ve ceza bölümleri olmak üzere iki
bölümü vardır. Her bölüm bir başkan ve altı üyeden oluşur.
4.ÜNİTE:DAVA TÜRLERİ
1-DAVA HAKKI VE TÜRLERİ
Dava Hakkı
 Dava hakkı, hak sahibinin ihlal edilen hakkının
korunması
amacıyla
devletin
mahkemelerine
başvurabilme yetkisidir. Diğer bir anlatımla dava
hakkı; hak sahibinin talep hakkını devlet aracılığıyla
öne sürmesidir. Burada devlet kendi gücünü, bireyin
hakkını elde etmesi için üstün otorite olarak öne
sürmektedir. Bu nedenle dava hakkı, kamu
hukukundan doğan bir kavramdır.
 Yargı organı önünde dava açan yani mahkemeden
hakkının korunmasını isteyen kişiye “davacı”;
davanın yöneldiği yani aleyhine dava açılan kişiye de
“davalı” adı verilir. Davacının mahkeme de öne
sürdüğü talebe “iddia”; davalının bu talebe karşı öne
sürdüğü görüşe de “savunma” adı verilir.
Dava Türleri
Davalar, hukuk davaları, ceza davaları, idari davalar olmak
üzere üç başlık altında ele alınacaktır.
A- HUKUK DAVALARI
Medeni Usul (Yargılama) Hukuku’ndan doğan ve adli
yargı içinde yer alan hukuk mahkemeleri tarafından
incelen ve karara bağlanan davalara, hukuk davaları
denir. Hukuk davalarını, bir uyuşmazlığı konu alıp
almamasına göre “çekişmeli davalar” ve “çekişmesiz
davalar” olarak ikiye ayırmak mümkündür.
1- Çekişmeli Davalar: Mahkemelerde görülen
davaların büyük bir çoğunluğunda amaç bir çıkar
çatışmasının çözülmesidir. Çekişmeli davalarda, dava
açılırken, davacı tarafın en az bir davalı taraf
gösterilmesi gerekir. Bazı hallerde her iki taraf da hem
davalı hem davacı sıfatına sahip bulunabilir.
Çekişmeli davalar, davacının mahkemeden istediği yardımın
niteliğine göre üçe ayrılır.
a-Eda Davaları
b-Tespit Davaları
c-Yenilik Doğuran Davalar
a- Eda Davaları:
 Eda davası ile, davacı bir edimin davalı tarafından yerine
getirilmesini ister. Yani davalı, davacıdan bir şeyin
verilmesini veya yapılmasını veya yapılmamasını talep eder.
 Eda
davası, bir şeyin verilmesine veya yapılmasına
dayanıyorsa “ifa davası” adını alır.
 Hakim, eda davasında, davacının dayandığı hakkın mevcut
olduğuna ve davacı tarafından istenilen edimin yerine
getirilmesine karar verirse, davalı buna uymak zorundadır
b- Tespit Davaları
 Bir hukuksal ilişkini veya bir hukuksal durumun ya da
bir olgunun mevcut olup olmadığının belirlenmesi için
açılan davalara tespit (saptama) davaları denir. Bir
hukuksal ilişkinin var olduğunun saptanması isteniyorsa
“olumlu (müspet) tespit” davası, mevcut olmadığı
belirlenmek isteniyorsa “olumsuz (menfi) tespit”
davasından söz edilir.
 Tespit davası sonucu, verilen yargı kararının yerine
getirilmesi mümkün değildir. Bu yargı kararı, ileride
çıkacak uyuşmazlıkların giderilmesinde kesin bir kanıt
niteliği taşır. Tespit davasına örnek olarak, evlilik dışı
doğmuş çocuğun babasının saptanması için açılan dava
gösterilebilir.
 Eda davalarından farklı olarak, davacının, tespit davası
açabilmesi için, davayı açmakta hukuki bir çıkarının
olduğunu ispat etmesi gerekir. Aksi taktirde, tespit
davası açılamaz.
c. Yenilik Doğuran (İnşai) Davalar
 Yeni bir hukuki durum yaratma, mevcut bir hukuki
durumu değiştirme veya ortadan kaldırmayı amaçlayan
davalara, “yenilik doğuran davalar” denir.
 Bazı yenilik doğuran hakların kullanılması ancak
mahkeme kararıyla olur. Böyle bir davada, davacı
mahkemeden, mevcut bir hukuksal ilişkiyi sona
erdirecek veya değiştirecek ya da yeni bir hukuksal
ilişki kurulmasını sağlayacak bir karar verilmesini ister.
Örneğin, evli eşlerden birinin, boşanma davası açması
ve mahkemenin davacı lehine bir karar vermesi halinde
evlilik bağı ortadan kalkar ve eşler yeni bir hukuksal
durum kazanmış olurlar.
2- Çekişmesiz Davalar: Mahkemelerin çekişmeli davalar dışında
faaliyetleri de vardır. Davaların bir bölümünde amaç, çıkar
çatışmalarının çözümü değil, idari sayılabilecek bir konuda karar
vermektir. Hukuk uygulamalarında çekişmesiz yargıya dahil
davalar fazla yer tutmamakla birlikte, bir küçüğün rüştüne veya
bir kişinin gaipliğine( ölümü muhtemel olacak bir biçimde
kaybolma haline denir.Uzun zamandan beri haber alınamama
durumunda da bu geçerlidir) karar verilmesi davaları örnek
verilebilir.
B-CEZA DAVALARI
 Ceza davaları, askeri yargı da görülen ceza davaları da olmakla
birlikte, genellikle adli yargı içinde yer alan ceza mahkemeleri
tarafından bakılan davalardır.

Ceza mahkemelerini, genel olarak, kamunun koruyucusu sayılan
ve ceza davasında davacı konumunda olan “savcı” harekete geçirir.
Örneğin, adam öldürme gibi hallerde, savcı kendiliğinden,
herhangi bir şikayete gerek kalmaksızın harekete geçer. Bazı
hallerde ise, suçtan zarar görenin davası açması gerekir. Buna
“şahsi dava” denir. Örneğin, zina gibi bazı suçlarla ilgili davalar,
ancak “şahsi dava” yolu ile görülebilir. Bazı suçlarda ise, savcının
harekete geçmesi ilgili kişinin şikayetine bağlıdır. Örneğin,
yabancı elçiler aleyhine işlenen suçlarda olduğu gibi.
Ceza yargısında iki aşamalı yürütme uygulanır
1- Ceza Yargılama Yöntemi: Ceza yargılama yöntemi Ceza
muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) ile düzenlenmiştir. Bu
yasaya göre, ceza yargılaması, “hazırlık soruşturması” ve “
yargılama aşaması” olmak üzere ikili bir düzenlemeye
gidilmiştir.
a-Hazırlık Soruşturması ve Davanın Açılması
 Hazırlık soruşturması, herhangi bir olayla ilgili bir kişi
hakkında kamu davası açılıp açılmamasına gerek olup
olmadığının, savcı tarafından saptanmasıyla ilgili aşamadı
 Savcı, hazırlık soruşturmasında, önüne gelen konunun
açıklığa kavuşması için her türlü soruşturmayı yürütür.
Yalnız sanık aleyhine değil, lehine olan delilleri de toplar.
Hazırlık soruşturması sonucunda, toplanan kanıtlar, kamu
davasının açılmasına yeterli ise, savcı bir iddianame ile kamu
davası açar. Yapılan soruşturma sonucunda, yeterli kanıt
bulunamaması veya soruşturmaya değer görülmemesi
halinde, savcı soruşturmaya yer olmadığına karar verir ve
durumu ilgililere bildirir.
b. Yargılama Aşaması
 Hazırlık soruşturması sonucunda savcı, kovuşturmama
kararı vermezse, eylemin suç oluşturduğu konusunda
yeterli şüpheye ulaşmış demektir. Bu durumda
uyuşmazlığı yargı organı önüne götürmek zorundadır.

Savcının bir iddianame sunarak açtığı davaya kamu
davası denir. Böylece hazırlık soruşturması bitmiş ve
son soruşturmaya (yargılama aşamasına) geçilmiş olur.

İddianamede; sanığın açık kimliği, sanığa yüklenen
eylem, söz konusu eylemin hangi suçu oluşturduğu,
sanığın eyleminin hangi yasanın hangi kuralına aykırı
olduğu, kanıtlar, son soruşturmanın yapılacağı yargı
organının
gösterilmesi
gerekir.
Savcı,
sanığın
cezalandırılmasını, iddianamenin son bölümünde ister.



Duruşmada, sanığın kimliği saptanır, iddianame
okunur; sanığın sorgulaması yapılır ve kanıtlar
mahkemeye sunulur. İddia ve savunmadan sonra son
söz sanığa verilir ve duruşma sona erer.
Duruşma sona erince mahkeme, sanığın beraatına veya
mahkumiyetine, bazı durumlarda davanın reddine ya
da düşmesine veya yargılamanın durmasına karar
verir.
Verilen karara karşı gerek savcı gerekse sanık yasa
yollarına başvurabilir.
:C-İDARİ DAVALAR
İdari davalar, yönetim tarafından idare hukukunun
uygulanmasından doğan davalardır. İdarenin kamu hizmeti
görürken aldığı kararlardan, yaptığı eylem ve işlemlerden
dolayı menfaat ihlaline olanların, idare aleyhine idari yargıda
açtıkları davalara “idari dava” adı verilir. İdari davalar ikiye
ayrılır, İptal Davaları ve Tam Yargı Davaları
1. İptal Davaları
 İptal davası, hukuka aykırı bir idari işlemin, idari yargı
yerlerince iptalini sağlayan bir dava türüdür. Bu dava ile,
yönetsel (idari) işlemin hukuka aykırı olup olmadığı incelenir.
Hukuka aykırılık saptanırsa, yönetsel işlemin tamamının
veya bir kısmının iptali sağlanır.

İptal davası, idari yargıya özgü bir dava türüdür. Türk
hukuk sisteminde, genel olarak bir davanın açılabilmesi için
bir hakkın ihlal edilmesi gerekir. Buna karşın iptal davası
açılabilmesi için menfaat ihlali yeterli sayılmıştır.
2. Tam Yargı (Kaza) Davaları


Yönetimin eylem ve işlemlerinden dolayı hakları ihlal
edilenlerin açtıkları davalar ile yönetsel sözleşmelerden
doğan davalara “tam yargı davaları” denilmektedir.
Tam yargı davaları nitelikleri itibariyle adli yargıda
görülmekte olan “eda” davalarına benzer. Tam yargı
davalarında davacı, ya hakkının geri verilmesini yahut
hakkını ihlal eden idari işlem veya eylemin ortadan
kaldırılmasını, ya da yönetimin tazminata mahkûm
edilmesini isteyebilir.
5. ÜNİTE: HAKLAR, HAKLARIN KAZANILMASI VE
KAYBEDİLMESİ
5.1.Hak Kavramı:
- Hukuk düzeni tarafından şahıslara tanınmış olan yetkilerdir. Hakkın
korunmasını isteme hususunda fertler hukuk tarafından yetkili sayılmıştır.
Her hak bir hukuk kuralından doğar ve her hakkın bir sahibi vardır.
Sahipsiz şeyler hak değildir.
- Hak sahibi olan varlıklara “şahıs” (kişi) denir. Hukuki anlamda şahıslar;
“özel kişi” ve “tüzel kişi” olarak ikiye ayrılırlar.
- Özel kişiler,
topluluklarıdır.
fert (birey)’lerdir.
Tüzel kişiler
ise insan
ve
mal
- Hakları, hangi alandaki ilişkiden doğduğuna bakılarak kamu hakları ve
özel haklar olarak iki temel grupta ele almak mümkündür.
1.Kamu hakları:
Kamu hukuku ile ilgili haklardır ve kişiler ile devlet arasındaki ilişkileri
düzenler. Kişilerin sahip olduğu kamu hakları Anayasada düzenlenmiştir.
Bunlar kişisel haklar, sosyal ve ekonomik haklar ve siyasi haklardır.
1.1.Kişisel haklar kişiyi devlete karşı koruyan
haklardır. Özel hayatın gizliliği, istediği dini seçme
hakkı ve fikir özgürlüğü gibi hakladır.
1.2. Sosyal ve ekonomik haklar: Kişinin toplum
içerisindeki yaşamında ortaya çıkarlar. Eğitim hakkı,
grev ve lokavt hakkı ve mülkiyet hakkı sosyal ve
ekonomik haklardandır.
1.3. Siyasi haklar: Seçme ve seçilme hakkı ve siyasi
parti kurma hakkı ve vatandaşlık hakları gibi
haklardır.
2. Özel haklar
Kişiler arası ilişkilerden doğan haklardır. Özel haklar,
mutlak haklar, nispi haklar, bağımlı ve bağımsız
haklar, mal varlığı hakları, devredilen ve
devredilmeyen haklar gibi çok çeşitli şekillerde
sınışandırılabilirler.
5.2. . HAKLARIN KAZANILMASI
-Kişilerin hakları elde etmelerine hakların kazanılması denir.
Bir hakkı bir kişi kazanırken, yani elde ederken başka bir
kişi hakkı kaybeder. Hak üç değişik şekilde kazanılabilir.
Bunlar, aslen kazanma, devren kazanma ve tesisen
kazanmadır.
5.2.1. Hakların Aslen Kazanılması
-Daha önce hiç kimseye ait olmayan bir hakkın elde
edilmesine hakların aslen kazanılması denir. Taşınır ve
taşınmaz mallarda aslen kazanma hakkı farklılıklar gösterir.
-Araba, televizyon, saat ve bilgisayar, ekmek gibi mallara
taşınır mallar denir. Taşınır malların aslen kazanılması
altı değişik şekilde olur. Bunlar;






Sahiplenme,
Bulma,
Düşme ve sürüklenme,
İşleme,
Karışma ve birleşme,
Zamanaşımıdır.
-Başkasına ait bir taşınmaz davasız ve aralıksız beş yıl
iyi niyetle ve malik(sahip)
sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi zamanaşımı yoluyla o malın maliki
olur.
-Taşınmaz mallar, ev, dükkan, arsa, tarla, bahçe gibi
mallardır. Taşınmaz malların aslen kazanılması
farklı biçimde karşımıza çıkar. Bunlar;





İşgal,
Yeni arazi oluşumu,
Arazi kayması,
Olağan zamanaşımı,
Olağanüstü zamanaşımıdır.
-Tapuya kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve
aralıksız yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğini
bulunduran kişi o taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkı
kazanmış olur. Bu durum olağanüstü zamanaşımı
yoluyla taşınmazın aslen kazanılmasına örnektir.





5.2.2. Hakların Devren Kazanılması
Bir hakkın bir kişiden diğerine tüm kapsamı ile geçmesine hakkın
devren kazanılması denir.
Daha önce birisine ait olan hakkın o kişiden çıkıp diğerine
geçmesidir. Örneğin, bestekarın yeni bestesini bir yorumlayıcıya
satması ile yorumcu besteyi devren kazanmış olur. Satınalma
devren hak kazanma şekillerinden biridir.
Miras yoluyla da hak devren kazanılabilir. Ölen kişinin mal varlığı
ölüm anından itibaren mirasçılarına devren geçer. Örneğin, X
kişisinin sahip olduğu bir araba vardır. X kişisi öldüğü an
arabasının sahibi X’in mirasçısı olur. Mirasçı arabayı devren hak
kazanmıştır.
5.2.3. Hakların Tesisen Kazanılması
Hakkın sahibi hakkını kaybetmeden bir başkası da o hak üzerinde
hak sahibi olursa bu durumda yeni hak kazanan bu hakkı tesisen
kazanmış olur. Örneğin Bay X, arsasında ev yaptırmıştır. Komşusu
Bay Y, Bay X’in arsası üzerinden geçmeden evine gitmekte çok
zorlanıyorsa ve Bay X’den arsa üzerinden geçiş hakkı elde ederse bu
hak tesisen kazanılmış bir hak olur. Arsanın sahibi hala Bay X’dir.
5.3. HAKLARIN KAYBEDİLMESİ


Haklar sonsuza kadar aynı kişilerde kalmaz. Haklar zaman
zaman el değiştir ve bir kişiden diğerine geçerler. Hakkın bir
başkasına geçişine hakkın kaybedilmesi denir.
Hakkın kaybedilmesi iki şekilde gerçekleşir. Bunlar:




Hakkın mutlak kaybı ve
Hakkın nispi kaybıdır.
Hak tamamen ortadan kalkarsa ve başka hiç kimseye
geçmez ise bu duruma hakkın mutlak kaybı denir. Bay X’in
sahip olduğu ev yanıp yok olursa, Bay X’in evi üzerindeki
hakkı yok olur. Bu hak başka bir kimseye geçmez.
Eğer hak tamamen ortadan kalkmamışsa ve bir kişiden
diğerine geçmişse hakkın nispi kaybı söz konusudur. Bay X
evini Bay Y’ye satarsa, Bay X ev üzerindeki hakkını
kaybeder ve Bay Y evin sahibi olma hakkını kazanır. Bu
olayda hak el değiştirmiş olur.
5.4. HAKLARI KAZANILMASI VE KAYBEDİLMESİ
 Hakların kazanılmasında ve kaybedilmesinde etken olan
üç unsur mevcuttur. Bunlar;
Hukuki olaylar,
 Hukuki fiiller ve
 Hukuki işlemlerdir.

5.4.1. Hukuki Olaylar
 Hukuki olaylar, hukuk düzeninin, insan iradesi sonucu
olup olmadığına bakılmaksızın, kendisine hukuki sonuç
bağladığı veya tanıdığı her türlü olaylardır.
 Örneğin bir insanın doğması ile bir hukuki olay
gerçekleşir. Ayrıca, kuraklık gibi bir olay doğa olayı gibi
görünse de eğer o bölgede yaşayan çiftçiler bu
kuraklıktan etkilenirlerse ve sigorta şirketlerinden
kuraklık nedeni ile zararlarının karşılanmasını talep
ettiklerinde hukuki bir olay doğar.
5.4.2. Hukuki Fiiller
 Hukuk düzeni tarafından kendilerine hukuki sonuç
bağlanmış olan insan eylemlerine hukuki fiiller denir.
Hukuki fiiller hukuka aykırı fiiller ve hukuka uygun
fiiller olarak ikiye ayrılır.
 Hukuka aykırı fiiller, hukuk düzeninin onaylamadığı
ve kendilerine hukuki sonuç bağlanan insan eylem ve
davranışlardır. Kişinin başkasından aldığı borç parayı
ödememesi hukuka aykırı fiili ortaya çıkarır.
 Hukuka uygun fiiller, hukuk düzenini bozmayan ve
hukuki sonuç doğuran insan eylem veya fiilleridir. Duygu
açıklamaları, bilgi açıklamaları ve irade açıklamaları
olarak sınışandırılırlar.
5.4.3. Hukuki İşlemler
 Hukuki işlemler, katılanların sayısına göre




Tek taraşı işlemde vasiyetname, iptal, fesih gibi işlemler yer alır. İki
veya çok taraşı işlemlere ise satış sözleşmeleri ve kurul kararları
örnek verilebilir.
Malvarlığına yaptığı etkiye göre hukuki işlemler




Tek taraşı ve
Çok taraşı olarak ikiye ayrılır.
Borçlandırıcı işlemler ve
Tasarrufi işlemlerdir.
Borçlandırıcı işlemler, genellikle bir borç sözleşmesidir. Örneğin
satım ve kira sözleşmeleri borçlandırıcı işlemlerdir.
Tasarrufi işlemler, bir hakkı veya ilişkiyi doğrudan doğruya
etkileyen, onu karşı tarafa geçiren, değiştiren veya ortadan kaldıran
işlemlerdir. Tasarruf işlemiyle kişinin malvarlığında azalma olur.
Kişi bilgisayarını diğer kişiye satarsa, bilgisayarı devreder ve onun
haklarını kaybeder.
6. ÜNİTE: KİŞİLER HUKUKU-I
6. 1. KİŞİLER HUKUKUNUN KONUSU
 Medeni hukukun birinci alt dalını oluşturan kişiler ( şahsın )
hukukunu (Medeni Hukuk; Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras
Hukuku, Eşya Hukuku, Borçlar Hukuku dallarına ayrılır), kişiliğin (
şahsiyetin ) kazanılması, kapsamı, korunması ve sona ermesini
düzenleyen kurallardan meydana gelir. Bu çerçevede kişilerin
ehliyetleri, hısımlık( Soyca veya evlilik sonucu aralarında bağ
bulunanlardan her biri, akraba), yerleşim yeri ve kişisel durum
sicilleri kişiler hukuku tarafından düzenlenir.
 Kişi, hukukun temel kavramlarından biridir. Çünkü, hukuk zaten
“kişiler” için vardır. Kişinin olmadığı yerde hukuka da gerek yoktur.
Ayrıca hak da hukuk düzeninde kişiler için düzenlenmiştir. Nitekim
hak,
hukuk
düzeninin
kişilere
tanıdığı
yetki
olarak
tanımlanmaktadır.
6.1.1 Kişi Kavramı

Hukukta kişi, haklara ve borçlara sahip olabilen varlıklar olarak
tanımlanır. Bu ünite içerisinde göreceğimiz, medeni haklarda
yararlanma ehliyeti (hak ehliyeti) ile kişi terimi aynı anlamlara
gelmektedir.


Hukuk düzeni; hangi varlıkların kişi kabul edileceğini düzenlemiştir. Bu
anlamda, kişi kabul edilecek varlıklar sadece insanlardan ibaret değildir.
Hukuk düzeni tarafından tespit edilmiş ve hukukun aradığı şartlara
sahip olan varlıklar kişi olarak kabul edilmektedir. Kişilerin gerçek
kişiler ve tüzel kişiler olmak üzere iki çeşidi vardır.
Gerçek kişiler insanlardır. Tüzel kişiler ise hukukun aradığı şartlar
çerçevesinde bir araya gelmiş “insan ve mal toplulukları “ olarak
tanımlanır.
6.1.2 Kişilik Kavramı
 Kişilik kavramı, kişi kavramına göre daha geniş kapsamlıdır. Kişilik,
haklara ve borçlara sahip olma gücü yanında, kendi eylem ve işlemleriyle
haklara ve borçlara sahip olmayı, kişilik haklarını ve kişisel durumları
kapsar.
 Kişi kavramı, sadece medeni haklardan(kişinin varlığına bağlı ve
herkesin sahip olması gereken;konuşma özgürlüğü, basın özgürlüğü,
toplanma özgürlüğü, oy verme özgürlüğü, angarya yasağı, kamusal
alanda eşitlik... gibi hakları kapsayan haklar bütününe denir)
yararlanabilme ehliyetini ifade ederken, kişilik kavramı medeni
haklardan yararlanma ehliyeti yanında medeni hakları kullanma ehliyeti
ile kişisel haklar ve kişisel durumları kapsayan bir değerler bütünüdür.
 Kişilik hakları ise, kişilerin maddi, manevi bütünlüğü ve varlıkları
üzerinde sahip bulundukları hakları ifade eder. Vücut sağlığı ve
bütünlüğü, hürriyeti, şeref ve haysiyeti, fikri faaliyetleri üzerindeki
hakları ve mal varlığı kişilik haklarına örnek verilebilir.
6.2. KİŞİLER HUKUKUNUN KAPSAMI
 Hangi varlıkları kişi olarak kabul edileceği hukuk düzeni
tarafından belirlenir. Bu gün modern hukuk düzenleri kişilerin
iki çeşidi olduğunu kabul etmektedir. Bunlardan biri gerçek
kişiler diğeri ise tüzel kişilerdir.


Gerçek kişiler insanlardır. Nitekim medeni kanunumuz kişiler
hukukunun birinci kısmını ilk maddesinde “her insanın hak
ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin
sınırları içerisinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittir.”
(md.8) demek suretiyle bütün insanları hak sahibi yani kişi
olarak kabul etmektedir.
Hukuk düzeni, gerçek kişiler dışında tüzel kişilere de yer
vermiştir. Medeni kanunumuzun tüzel kişilerle ilgili ikinci
kısmının birinci maddesinde “başlı başına bir varlığı olmak üzere
örgütlenmiş kişi ve toplulukları belli bir amaca özgülenmiş olan
bağımsız mal toplulukları kendileri ile ilgili özel hükümler
uyarınca tüzel kişilik kazanırlar.” (MK md.47) demek suretiyle
gerçek kişiler dışındaki varlıklara da hukuk düzeni sınırları
içerisinde kişi olarak kabul edileceğini belirtmektedir.
6.3. GERÇEK KİŞİLER
6.3.1. Kişiliğin Başlangıcı
Medeni kanunumuz kişiliğin başlangıcını 28. maddesinde belirlemiştir. Anılan
maddeye göre, “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar…”
Kişiliğin başlangıcı için kanunun aradığı, biri “tam olarak doğmak” ve diğeri
“sağ olarak doğmak” şeklinde iki şartı vardır.
1) Tam olarak doğmak: Tam olarak doğmuş olmak şartı, genel olarak çocuğun
bütün organları ile birlikte ana rahminden ayrılarak, dünyaya gelmesini ifade
eder. Anasının vücudundan ayrılmış olan çocuğun göbeğinin kesilmemiş olması
veya çocuğunun eşinin ayrılması gerekmez.
2) Sağ olarak doğmak: Sağ olarak doğmak şartı ise, çocuğun çok kısa bir süre
dahi olsa anadan bağımsız yaşamış olmasını ifade eder. Çocuğun anadan
bağımsız olarak, bir kez nefes alıp vermesi sağ doğmuş olmak şartı için
yeterlidir. Çocuk anasının vücudundan tamamıyla ayrılmış olsa bile, eğer sağ
olarak doğmamış ise kişiliğini kazanamaz.
3) Ceninin durumu: Medeni kanunumuzun 28/2. maddesi; “Çocuk hak
ehliyetini, sağ olarak doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan
başlayarak elde eder.” demekle birlikte çocuğun hak ehliyetini çocuğun
doğumundan önceki bir andan başlatmaktadır. Bu an, cenin ana rahmine
düştüğü andır. Cenin, tam ve sağ doğmuş olmak şartıyla, ana rahmine düştüğü
andan itibaren hak ehliyetini kazanır.
Bu hükmün özellikle miras hukuku açısından önemli sonuçları vardır. Böylece
eğer mirasçılar arasında bir cenin varsa mirası taksim edilmesi ceninin
doğumuna kadar beklenir. Cenin tam ve sağ olarak doğduğu takdirde, kişiliğini
doğumdan önce kazanmış olur ve mirasçı olarak atanır.


6.3.2. Kişiliğin Sona Ermesi
Kural olarak kişilik ölümle sona erer (M.K. md. 28/I). Ayrıca
ölüsü bulunamamakla beraber, öldüğü sanılan ve kişiliği
sona erdiren hallerde kanunda düzenlenmiştir. Kişiliği sona
erdiren halleri inceleyelim.
1) Ölüm
 Ölüm hayatın sona ermesidir. Bu andan itibaren kişilik de
sona erer bununla birlikte kişinin sahip olduğu şahıs bağlı
hakları da sona erer, mal varlığı hakları ise mirasçılarına
geçer.
 Ölüm ile kişilik sona erer. Kişiliğin sona ermesi ile şahsa
bağlı haklar da ortadan kalkar. Örneğin ölen kişinin cesedi
bir eşya niteliğine dönüşmez ve hukuki işlemlere konu
edilemez. Ancak ölen kişi vasiyet yoluyla cesedinin bilimsel
araştırmalarda kullanılmasını arzu etmişse, bu isteği yerine
getirilir. Kişinin ölümü ile özel hayatına ve şerefine dair
haklar onun adına dava edilemez. Ama açılan bir dava
mirasçıları tarafından takip edilebilir.



2) Ölüm Karinesi
Bir kişinin öldüğü sonucuna ancak cesedinin bulunması ve
cesedin o kişiye ait olduğunun belirlenmesiyle varılır. Fakat
bazı durumlarda, olayların içinde olanların, cesedi
bulunamadığı halde ölümüne kesin gözle bakılabilir. Örneğin
bir uçağın havada veya bir geminin denizde infilak etmesi
nedeniyle yolcular uçakla veya gemiyle beraber parçalanır ve
cesetleri bulunamaz. Bu gibi durumlar için kanunumuzda
ölüm karinesi düzenlenmiştir. MK. md. 31’e göre; “ Bir
kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar
içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten
ölmüş sayılır.” Buna ölüm karinesi denir.
Hakkında ölüm karinesi kararı verilecek kişinin, nüfus
kütüğünün ilgili yerine, mahallin en büyük mülki amirinin
emriyle ölüm kaydı düşürülebilir. Bununla birlikte her ilgili
kişi, bu kişinin ölü veya sağ olduğunun tespitini dava
edebilir.
3) Gaiplik
 Medeni Kanunun 32. maddesinde gaiplik; “Ölüm
tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun
zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü
hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme
bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin
gaipliğine karar verebilir” şeklinde tanımlanmaktadır.
 bir kimsenin gaipliğine iki halde karar verilebilir.
Bunlardan biri, “ölüm tehlikesi içerisinde kaybolma”;
bir diğeri ise “uzun zamandan beri haber
alınamama”dır. Ancak bu hallerde bile gaiplik
kararının alınabilmesi için belli sürelerin geçmesi
gerekmektedir. Medeni Kanun 33. maddesinde bu
süreler, ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumu için en
az bir yıl ve uzun zamandır haber alınamama
durumunda ise en az beş yıl olarak düzenlenmiştir.


Gaiplik kararı verilmesi ile gaibin şahsa bağlı hakları sona
erer, malvarlığı hakları ise ölüm tehlikesi veya son haber
tarihinden
itibaren
gaibin
mirasçısı
durumunda
bulunanlara o anda kendiliğinden intikal etmiş sayılır.
Ancak gaibin terekesi mirasçılara teminat karşılığında
teslim edilir. Ancak teminat belirli sürelerle sınırlanmıştır
ve gaiplik kararı ölüm tehlikesi içinde kaybolmaktan dolayı
verilmişse bu süre 5 yıl, uzun zamandır kendisinden haber
alınamama durumunda verilmişse bu süre 15 yıl ve her
halde gaibin 100 yaşına varacağı süre içinde gösterilir.
Son olarak, gaiplik kararı verildikten sonra, gaip ortaya
çıkarsa veya hayatta olduğu anlaşılırsa, gaiplik kararı
hükümsüz hale gelir. Bu hususun tespitini, hakkında
gaiplik kararı bulunan kimse veya herhangi bir ilgili
mahkemeden
isteyebilir.
Gaiplik
kararının
hükümsüzleşmesi ile kararın sonuçları ortadan kalkar.
Mirasa el koymuş olanlar malları geri vermekle yükümlü
olurlar. Gaibin ölümünün kesinleşmesi ile gaiplik kararı
hükümsüzleşir.
6.3.3. Kişiliğin Ehliyetleri
 Kişilik kavramına dahil bulunan unsurlardan biri de
“kişiliğin ehliyetleri”dir. Kişiler bakımından biri “hak
ehliyeti” (medeni haklardan yararlanma ehliyeti) diğeri ise,
“fiil ehliyeti” (medeni hakları kullanma ehliyeti) olmak
üzere iki ehliyet söz konusudur.
HAK EHLİYETİ
 Hak ehliyeti ( medeni haklardan yararlanma ehliyeti)
haklara ve borçlara sahip olabilme gücüdür. Hak ve borç
sahibi olabilme gücüne sahip bulunan varlıklar ise,
bugünün hukuk sisteminde “şahıslar”dır. Bu itibarladır ki
“hak ehliyeti” ile “ kişi” kavramları aynı anlama
gelmektedir.
 Hak ehliyeti pasiftir. Yani bir kimsenin hak ehliyeti sahip
olabilmesi için, bir muamele yapmasına, bir irade
açıklamasında bulunmasına gerek yoktur. Gerçek kişiler
bakımından sadece “doğmuş olmak” hak ehliyetini
kazanmak için yeterlidir. Hatta sağ doğmak şartıyla
“cenin“ dahi hak ehliyetine sahiptir.
Hak Ehliyetine Hakim Olan İlkeler
Hak ehliyeti ile ilgili iki ilke bulunmaktadır. Bunlar “ genellik”
ve “eşitlik” ilkeleridir.
a) Genellik ilkesi
 Bu ilke MK. md.8 hükmünün birinci cümlesinden çıkmaktadır.
Gerçekten birinci cümleye göre, “her insanın hak ehliyeti vardır.”
O halde, hak ehliyetine sahip olmak bakımından kişi olmak
yeterlidir. Diğer bir deyimle, hak ehliyetini kazanabilmenin tek
şartı, gerçek kişiler için “ sağ olarak doğmuş olmak”, tüzel kişiler
için ise “ kanunun ön gördüğü şekilde kurulmuş olmak” , yani
“kişilik kazanmış bulunmak”tır.
b) Eşitlik İlkesi


Bu ilkede MK. m.8 hükmünün ikinci cümlesinden çıkmaktadır.
Anılan maddeye göre “herkes, hukuk düzeninin sınırları içinde
eşittir”.
Eşitlik ilkesi gereği olarak, hak ehliyetine sahip olabilmek
bakımından kişiler arasında herhangi bir ayırım yapılamaz.
Örneğin yerli-yabancı, okumuş-cahil, kadın-erkek, zengin-fakir,
reşit-küçük gibi farkların hak ehliyetine sahip olma bakımından
bir rolü yoktur. Herkes bu ehliyetten eşit şekilde yararlanır.
7. ÜNİTE: KİŞİLER HUKUKU-II
1- FİİL EHLİYETİ
Fiil ehliyeti (medeni hakları kullanma ehliyeti), bir
şahsın bizzat kendi işlem ve eylemleriyle kendi lehine
haklar, aleyhine borçlar yaratabilme iktidarıdır.
 Fiil
ehliyeti,
daha
önce
gördüğümüz
“hak
ehliyeti”nden farklıdır. Hak ehliyetine, her şahıs sahip
olduğu halde, fiil ehliyetine herkes sahip olmaz.
Çünkü fiil ehliyetine sahip olabilmek için kanun bazı
şartlar aramıştır. Bu nedenle, hak ehliyetinin pasif bir
ehliyet olmasına karşılık fiil ehliyeti aktif bir
ehliyettir.

A-Fiil Ehliyetinin Şartları
 Fiil ehliyetinin ikisi “olumlu”, birisi ise “olumsuz” olmak üzere üç şartı
vardır. Olumlu şartlar, “ayırt etme gücüne sahip olmak ya da temyiz
kudretine sahip bulunmak “ ile “ ergin (reşit) olmak”; olumsuz şart ise,
“kısıtlı olmamak”tır.
1) Ayırt etme gücü
 Medeni Kanunumuz ayırt etme gücünü şekilde şöyle tanımlamaktadır:
“Yaşının küçüklüğü yüzünden, veya akıl hastalığı, akıl zayışığı,
sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde
davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu kanuna göre ayırt
etme gücüne sahiptir.” (MK md. 13)



Maddenin ifade biçiminden anlaşılacağı üzere ayırt etme gücü; akla
uygun biçimde davranma yeteneğidir. O halde, akla uygun biçimde
davranma yeteneğine sahip bulunan kişiler, ayırt etme gücüne sahip
kabul edilirler.
Ayır etme gücü, fiil ehliyetinin en önemli şartıdır. Zira daha sonra
göreceğimiz gibi bir kimse diğer iki şarta sahip olsa bile Ayır etme
gücünden yoksun bulunduğu takdirde fiil ehliyetine sahip olamaz, yani “
ehliyetsiz” bir kimse durumundadır.
Kanun, ayırt etme gücünün hangi hallerde ortadan kalkacağını 13.
maddesinde saymıştır. Bunlar “akıl hastalığı” , “akıl zayışığı” , “yaş
küçüklüğü” ve “sarhoşluk”tur. Ancak bu haller örnek olarak verilmiş olup,
bunlarla sınırlı değildir. Nitekim maddede bunlara benzer sebeplerden
biriyle denmiş olması da bunu göstermektedir.
2) Erginlik
 Fiil ehliyetine sahip olabilmek için bir kimsenin kanunun
tayin ettiği belli bir yaş sınırını aşmasına, “erginlik ” ya da
“reşit olma” bu yaşa da “ergin olma yaşı ” ya da “rüşt yaşı”
denir. Bu yaş sınırını aşmış olan kişiler “ergin” olurlar;
aşmamış olanlara ise “küçük” denir.
a) Normal erginlik: Medeni kanunumuzun 11. maddesi;
“Erginlik onsekiz yaşın doldurulmasıyla başlar” demek
suretiyle erginlik yaşını belirlemiştir. Anılan madde de
düzenlenen ergin olma durumuna “normal erginlik ” denir
b) Erken erginlik: Medeni Kanunumuzun 11. maddesinde
normal erginlik düzenlenmiştir. Ancak bazı hallerde bir kimse
henüz 18 yaşını bitirmemiş olmasına rağmen ergin sayılabilir
ki buna da “erken erginlik” denir. Erken erginlik iki halde söz
konusu olur. Bunlardan biri, “evlenme ile erginlik”; diğeri
ise, “ yargısal erginlik”dir.
Evlenme ile erginlik: MK. md. 11/II’ ye göre “evlenme kişiyi
ergin kılar”. Buna “evlenme ile erginlik” denir. Evlenme ile
erginlik MK.m.124’e göre, erkek ve kadın için onyedi yaşın
bitirilmesidir. Erkek veya kadın onyedi yaşını
doldurmadıkça evlenemez. Aynı maddenin ikinci cümlesine
göre ise; “Hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir
sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının
evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan
önce ana ve baba veya vasi dinlenir.” Buna da “olağanüstü
evlenme ile erginlik” denir. Evlenmeyle kazanılmış olan
erginlik kesindir. Yani bu suretle ergin olmuş bir kimse,
evlenmenin ölüm, boşanma gibi sebeplerle sona ermesi
halinde tekrar önceki küçük (ergin olmamış) durumuna
dönmez.
Yargısal erginlik: Medemi Kanunun 12. maddesi yargısan
erginliği düzenlemiştir. Sözü geçen maddeye göre “ Onbeş
yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla
mahkemece ergin kılınabilir.”
 Yukarıdaki madde hükmüne göre, bir küçüğün yargısal
erginliğine karar verebilmek şu şartların bulunması gerekir:



1) Mahkeme hükmüyle ergin kılınacak küçüğün “ 15
yaşını bitirmiş olması”
2) Yargısal erginliğe karar verilmesi isteminde
bulunma, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu
içindir ki, bu talebin bizzat küçükten gelmesi gerekir.
Küçüğün isteği olmadan onun yargısal erginliğine
karar vermek mümkün değildir. Bu şart, yargısal
erginliğin şartlarından en önemlisidir.
3) Küçüğün yargısal erginliğine karar verilmesi, onun
ana ve babanın velayeti altından çıkması sonucunu
doğuracağından, kanunumuz burada ana ve babanın
rızasını da aramaktadır.
3) Kısıtlı Olmamak
 Kısıtlı olmak, kısıtlanmış bulunmak demektir. Kısıtlama kanunun belirttiği
sebeplerden birinin varlığı halinde bir kimsenin fiil ehliyetini mahkeme
kararıyla sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması demektir.
 Kısıtlama sebeplerinin neler olduğunu MK. md. 405-408’de sayılmıştır.
a) Akıl hastalığı veya akıl zayışığı: MK. md. 405’e göre; “Akıl hastalığı veya
akıl zayışığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için
kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye
sokan her ergin kısıtlanır.”
b) Savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama
tarzı, kötü yönetim: MK. md. 406’ya göre; Savurganlığı, alkol veya
uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü
yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme
tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan
ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır.
c) Özgürlüğü bağlayıcı ceza: MK. md. 407’ye göre; Bir yıl veya daha uzun
süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.
d) İstek üzerine: MK. md. 408’e göre; Yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya
ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her
ergin kısıtlanmasını isteyebilir.

Yukarı da belirttiğimiz sebeplerden biri yüzünden kısıtlanmış ve kendisine bir
vasi tayin edilmiş olan kimseye kısıtlı denir. Bu kimse artık fiil ehliyetine
tamamen sahip değildir; onun fiil ehliyeti, kısıtlama sebebinin içeriğine göre ya
tamamen kalkmıştır veya sınırlandırılmıştır.
B- Fiil Ehliyetinin İçeriği
Fiil ehliyeti kavramına dahil olan çeşitli ehliyetler vardır.
“Hukuki işlem ehliyeti” ile “ haksız fiillerden sorumlu
olma ehliyeti” fiil ehliyetinin içeriğine dahil olan
ehliyetlerdir.
1-Hukuki İşlem Ehliyeti:
o Hukuki işlem ehliyeti bir kişinin hukuki işlemler
yapabilme, hukuki işlemlerle kendi lehine haklar ve
aleyhine borçlar yaratabilme iktidarıdır.
 Hukuki işlemler, taraşarı bakımından “tek taraşı hukuki
işlemler “ ve “çok taraşı hukuki işlemler” olmak üzere
ikiye ayrılır.
 “Tek taraşı hukuki işlemler”, sadece bir tarafın iradesini
açılmasıyla meydana gelen hukuki işlemlerdir. Örneğin
“vasiyet” tek taraşı bir hukuki işlemdir.

Çok taraşı hukuki işlemler” ise, birden fazla kişinin irade
açıklamalarıyla tamam olan hukuki işlemlerdir. Bunların
içinde en önemlileri iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine
uygun irade açıklamalarıyla meydana gelen
“sözleşmeler”dir.
2- Haksız Fiillerden Sorumlu Olma Ehliyeti
Haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti, bir kişinin
hukuka aykırı fiilleriyle başkalarına vermiş olduğu
zararları bizzat ödemekle yükümlü tutabilme ehliyetidir.
3- Dava Ehliyeti
 Dava ehliyeti bir şahsın mahkemelerde davacı veya davalı
sıfatıyla usul hukukuna ait işlemleri bizzat yapabilme
iktidarıdır.
C- Fiil Ehliyetine Göre Kişiler
Fiil ehliyetinin şartlarına sahip olup olmamalarına göre gerçek
kişiler; tam ehliyetliler, sınırlı ehliyetliler, sınırlı ehliyetsizler
ve tam ehliyetsizler olmak üzere dört kategoriye ayrılır.
a) Tam Ehliyetliler:

Tam ehliyetliler kategorisine giren gerçek kişiler fiil
ehliyetinin bütün şartlarına sahip bulunan kimselerdir.

Tam ehliyetliler fiil ehliyetine dahil bulunan bütün
ehliyetlere sahiptirler. O halde, tam ehliyetliler her türlü
işlemleri hiç kimsenin iznine ihtiyaç duymaksızın bizzat
yapabilirler ve bu suretle de kendi lehlerine haklar ve
aleyhlerine borçlar yaratabilirler.

Tam ehliyetliler, haksız fiilleriyle başkalarına vermiş
oldukları zararlardan bizzat sorumludurlar. Bu kişilerin aynı
zamanda dava ehliyetleri de mevcut olduğundan
mahkemelerde davacı ve davalı sıfatıyla bulunup her türlü
usul hukuku işlemlerini de bizzat yapmaları mümkündür.
b- Sınırlı Ehliyetliler
Sınırlı ehliyetliler, aslında tam ehliyetli oldukları halde
bazı sebeplerden dolayı ehliyetleri belli konularda
sınırlandırılmış bulunan kişilerdir. Sınırlı ehliyetliler
kategorisine giren kişiler kendilerine kanunu müşavir
tayin edilmiş olan kişilerdir.
Kendilerine kanuni müşavir tayin edilmiş olanlar,
kısıtlanmaları için yeterli bir sebep bulunmamakla
beraber, fiil ehliyetlerini kısmen sınırlandırılması kendi
menfaatleri gereği olan ergin kişilerdir. Bu gibi kişilere
kanunda sayılmış olan önemli hukuki işlemler de oyu
alınmak üzere bir “kanunu müşavir” tayin olunur.
c) Sınırlı Ehliyetsizler
 Sınırlı ehliyetsizler fiil ehliyetinin en önemli şartı olan ayırt etme gücüne
sahiptirler. Fakat bunlardan bir kısmı reşit değildir bir kısmı ise
kısıtlıdır.
 Sınırlı ehliyetsizlerin hukuki durumunu hukuki işlem ehliyeti, haksız
fiillerden sorumlu olma ehliyeti ve dava ehliyeti bakımından ayrı ayrı
inceleyelim:
A. Hukuki işlem ehliyeti bakımından:
 Sınırlı ehliyetsizlerin hukuki işlem ehliyeti bakımından durumlarını dört
halde ayrı ayrı incelemek gerekir.
I) Kendi başlarına yapamayacakları işlemler


Sınırlı ehliyetsizler satım, kira istisna sözleşmeleri ile kendilerini borç
altına sokan işlemleri bizzat yapamazlar. Kural olarak bu gibi hukuki
işlemler sınırlı ehliyetsizler adına “yasal temsilcileri” tarafından yapılır.
Yasal temsilciler veli veya vasi’dir. Sınırlı ehliyetsizler bu gibi işlemleri
ancak yasal temsilcilerinin rızasıyla yapabilirler.
Sınırlı ehliyetsiz, kendisini borç altına sokan hukuki işlemleri yasal
temsilcileri izni olmadan yaparsa bu işlemler “tek taraşı bağlamazlık”
yaptırımına tabi olurlar; yani karşı taraf bu işlemlerle bağlı olduğu halde
sınırlı ehliyetsiz bağlı değildir. Bu işlemleri sınırlı ehliyetsizi de
bağlışlayabilmesi için yasal temsilcilerinin sonradan rızasını beyan
etmesi gerekir.
I) Kendi başlarına yapabilecekleri işlemler
 Sınırlı ehliyetsizlerin bizzat yapabilecekleri işlemlerin başında
“karşılıksız kazandırmayı amaçlayanlar” gelir. Karşılıksız
kazandırmaya yönelik işlemlerle kastedilen, sadece sınırlı
ehliyetsize menfaat sağlayan, buna karşılık herhangi bir
yükümlülük getirmeyen işlemlerdir. Bu tip karşılıksız
işlemlere örnek olarak sınırlı ehliyetsiz lehine yapılan
bağışlama sözleşmesi gösterilebilir.
 Sınırlı ehliyetsizlerin bizzat yapabilecekleri işlemlerin ikinci
kısmını “serbest mallara” ilişkin işlemler oluşturur. Bunlar,
anne babanın yönetim ve yararlanma hakkının dışında
tutularak üçüncü şahısların küçüğe verdikleri mallar, sınırlı
ehliyetsize bir meslek ve sanatla uğraşması için verilen mallar
ve sınırlı ehliyetsizin çalışarak elde ettiği kazançtan meydana
gelir.
 Sınırlı ehliyetsizlerin bizzat yapabilecekleri işlemlerin üçüncü
kısmını ise “sıkı şekilde şahsa bağlı hakların” kullanmasından
kaynaklanan işlemler oluşturur. Örneğin boşanma, babalık
davası açma gibi haklar şahsa sıkı şekilde bağlanmış
haklardır.
III) Kanuni temsilci aracılığıyla veya kanuni temsilci
izin verirse yapabilecekleri işlemler
 Sınırlı ehliyetsizler kendini borç altına sokan işlemleri
bizzat yapamazlar. Yapabilmeleri için kanuni
temsilcilerinin önceden izin vermesi gerekir. Gerçekten
medeni kanunun 16. maddesine göre “Ayırt etme gücüne
sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası
olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler.”
IV) Hiç yapamayacakları işlemler
 Bazı işlemleri sınırlı ehliyetsizler hiç yapamazlar. Yani
bunları ne bizzat ne de kanuni mümessillerinin rızasıyla
yapmaları mümkün değildir. Hatta kanuni mümessiller
dahi bu işlemleri sınırlı ehliyetsiz namına yapamazlar.
Bunlara yasak işlemler de denir. Yasak işlemler “
bağışlama”, “ vakıf kurma” ve “ kefalet”tir.
B. Haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti
bakımından:

Sınırlı ehliyetsizlerin haksız fiillerden sorumlu olma
ehliyetleri vardır. Haksız fiillerle başkalarına verdikleri
zararlardan dolayı bizzat kendi mal varlıklarıyla sorumlu
olurlar.
C. Dava ehliyeti bakımından:

Sınırlı ehliyetsizler, kendi başlarına yapabilecekleri
hukuki işlemler ve haksız fiilleriyle ilgili olmak üzere
dava ehliyetlerine sahiptirler.
d) Tam Ehliyetsizler
 Tam ehliyetsizler kategorisine giren kişilerin fiil ehliyetleri hiç
yoktur; çünkü bunlar fiil ehliyetinin en önemli şartı olan ayırt
etme gücünden yoksun olan kişilerdir.
 Tam ehliyetsizlerin “hukuki işlem ehliyeti” yoktur. Çünkü tam
ehliyetsiz kişiler, ayırt eme gücünden yoksun olduklarından
hukuki işlem için gerekli olan irade açıklamasında
bulunamazlar.
 Kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklarını da bizzat kullanamazlar.
Tam ehliyetsizlerin “haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti” de
yoktur. Örneğin bir akıl hastası haksız fiilleriyle başkalarına
vermiş oldukları zararlardan sorumlu olmaz. Kural bu olmakla
beraber bunun istisnaları da vardır.
 Ayırt etme gücünden sürekli olarak değil de, “geçici olarak”
yoksun bulunan kimseler, Ayırt etme gücünü geçici olarak
kaldıran hale kendi kusurlarıyla düşmemiş oldukları ispat
ederlerse, sorumlu olmazlar. Tam ehliyetsizlerin dava ehliyeti
de yoktur.
2-TÜZEL KİŞİ KAVRAMI


Kişi denildiği zaman ilk önce insanlar akla gelir. Ancak
hukuk düzeni toplumsal hayatın zorlaması sonucu belirli
şartlar altında bazı mal ve topluluklarını da kişi olarak
kabul etmiştir.
Tüzel kişiler, ister kişi topluluğu isterse mal topluluğu
şeklinde olsunlar, kendilerine meydana getiren
insanlardan ayrı bir kişilikleri vardır. Ayrı bir
kişiliklerinin olması, kurucularından ayrı kendilerine ait
hak ve fiil ehliyetlerinin olması sonucunu doğurur. Tüzel
kişilerin sahip oldukları haklardan üyeler ve ortaklar
doğrudan faydalanamazlar, istisnalar dışında tüzel
kişinin borçlarından da bizzat sorumlu olmazlar.
2.1. Tüzel Kişilerin Türleri
A. Tabi Oldukları Hukuk Kurallarına Göre Tüzel
Kişiler
 Tüzel kişiler, tabi oldukları hukuk kurallarına göre “
kamu hukuku tüzel kişileri” ve “özel hukuk tüzel kişileri”
şeklinde ikiye ayrılır.
1) Kamu Hukuku Tüzel Kişileri
 Kamu hukuku tüzel kişilerine kamu hukuku içinde yer
alan kurallar uygulanır. Bunlar ya doğrudan doğruya bir
kanunla ya da kanunun verdiği yetkiye dayanılarak
kurulur. Bunlar, “kamu idareleri” ve “ kamu kurumları”
olmak üzere ikiye ayrılırlar. Devlet, il özel idareleri,
belediyeler ve köyler tüzel kişiliği olan kamu idareleridir.
Tüzel kişiliğe sahip kamu kurumlarına örnek olarak da
TRT ve üniversiteler gösterilebilir.
2) Özel Hukuk Tüzel Kişileri
 Özel hukuk tüzel kişileri özel hukuk kurallarına tabidir.
Kişilerin iradeleriyle kurulur ve sona erdirilirler. İdeal veya
iktisadi nitelik taşıyan amaçlar için kurulurlar. İdeal amaçlı
özel hukuk tüzel kişilikleri derneklerdir. Vakışarın durumu
da genellikle böyledir. Şirketlerin amacı ise iktisadidir. Onlar
ortaklarına kazanç sağlamak amacıyla meydana getirilirler.
B. Yapılarına Göre Tüzel Kişiler
1) Kişi Toplulukları
Kişi topluluğu şeklindeki tüzel kişiler ortak bir amaca
ulaşmak için birden fazla kişinin bir araya gelmesiyle
oluşurlar. Bu tip toplulukların en belirgin örneği “
dernekler”dir.
2) Mal Toplulukları


Mal toplulukları şeklindeki tüzel kişiler, hukuk düzeninin ön
gördüğü esaslar çerçevesinde belirli bir amaca tahsis edilmiş
mal topluluklarıdır. Bu tip tüzel kişilik en belirgin örneği
“vakışar” dır.
2.2. Tüzel Kişilerde Kişiliğin Kazanılması



Tüzel kişilerde kişiliğin ne zaman kazanılacağı hususunda üç
değişik sistem vardır. Bunlar izin sistemi, tescil sistemi ve serbest
kuruluş sistemidir.
İzin sistemine göre; tüzel kişi ancak devletin izniyle kurulabilir.
Devletin yetkili organı izin verip vermemekte serbesttir. Kişiliğin
başlangıcı “iznin verildiği an”dır.
Tescil sistemine göre; bir tüzel kişiliğin doğabilmesi ancak onun
resmi bir sicile tescil edilmesiyle mümkün olur. Resmi sicile tescil
edildiği takdirde kişilik kazanılmış olur.
Serbest kuruluş sistemine göre ise, tüzel kişinin kişilik
kazanması bakımından kurucuların, hukuk düzeninin belirlediği
şartlara uygun olarak iradelerini açıklaması yeterlidir. Bu konuda
başka şart aranmaz.
Türk hukukunda dernekler bakımından serbest kuruluş sisteminin
benimsenmiş olduğu söylenebilir. Vakışar yönünden tescil ilkesi
geçerlidir. Ticaret şirketlerinde ise izin sistemi ile tescil sistemi
birlikte uygulanmaktadır.
Belirtilmesi gereken bir nokta da, tüzel kişinin amacının hukuka ve
ahlaka aykırı olmasıdır. Böyle bir durumda, gerekli bütün şartlar
yerine getirilmiş olsa bile, tüzel kişi, kişiliğini kazanamaz.
2.3. Tüzel Kişilerde Ehliyet
Tüzel kişilerde de gerçek kişilerde olduğu gibi, hak ehliyeti ve
fiil ehliyeti olmak üzere iki tür ehliyet düzenlenmiştir. Şimdi
bunları inceleyelim.
1) Hak Ehliyeti


Hak ehliyeti, hak ve borçlar sahibi olabilme gücüdür. Gerçek
kişiler gibi tüzel kişilerin de hak ehliyeti vardır. Ancak; cins,
yaş, akrabalık gibi yaradılış gereği sadece insanlara özgü
medeni haklar tüzel kişiler hakkında söz konusu olamaz.
Tüzel kişiler bunun dışındaki bütün medeni hakları
kazanabilirler ve borçlara sahip olabilirler.
Tüzel kişilerin de gerçek kişiler gibi “ kişilik hakları” vardır.
Böylece manevi bütünlüklerine, isimlerine, iktisadi
bütünlüklerine karşı haksız saldırılarda bulunduğu takdirde
Medeni Kanun’da belirtilmiş olan davaları açabilirler.
2) Fiil Ehliyeti

Gerçek kişiler gibi tüzel kişilerin de fiil ehliyeti vardır.
Ancak, tüzel kişilerin fiil ehliyetini kazanmaları için
aranan şartlar gerçek kişilerden farklıdır. Tüzel kişilerin
fiil ehliyetine sahip olmaları için MK.m.49’a göre;
“kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara
sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar.” Kanunun ilgili
maddesinden de anlaşılacağı gibi, tüzel kişinin fiil
ehliyetine sahip olması için kanunun öngördüğü
organlara sahip olması yeterlidir. Kanunun öngördüğü
zorunlu organlara sahip olmayan bir tüzel kişinin fiil
ehliyetine sahip olması mümkün değildir.
2.4. Tüzel Kişilerde Kişiliğin Sona Ermesi
1.Kişiliği sona erdiren haller
 Tüzel kişilerde kişiliğin sona ermesi ya kendiliğinden olur ya da bir
kararla gerçekleşir. Birinci ihtimalde “ infisah” tan ikinci ihtimalde
ise “fesih” ten söz edilir.
a) Kişiliğin kendiliğinden sona ermesi
 Tüzel kişilerde kişiliği belirli bir süre için kurulmuş tüzel kişilerde
sürenin dolması, amacın kesin olarak elde edilmesi veya elde
edilmesinin imkânsızlaşması gibi durumlar tüzel kişiliği ortadan
kaldırır.
b) Kişiliğin bir kararla sona erdirilmesi
 Tüzel kişilerde, kişiliğin ortadan kalkmasına yol açan ikinci hal bu
konuda karar verilmesidir. Sona ermeye ilişkin karar ya kişinin
yetkili organı ya da hukuk düzeninin yetkili kıldığı bir makam
tarafından verilir.
 Birinci halde kişiliğin sona ermesi iradidir. İkinci halde ise irade dışı
sona erme vardır. İradi sona ermede yetkili organ, kişi topluluğu
şeklinde ki tüzel kişiler de genel kuruldur. Genel kurulun oy birliği
ile karar alması gerekir. Aksi takdir de sona ermeye ilişkin karar
geçerli olmaz. İrade dışı sona ermede karar, genellikle mahkeme
tarafından verilir.
2) Kişiliğin sona ermesinin sonuçları
 Tüzel kişilerde kişiliğin sona ermesinin, biri “tüzel kişiye ait mal
varlığını tasfiyesi” , diğeri “tasfiyede ortaya çıkan fazlalığın tahsili”
olmak üzere iki önemli sonucu vardır.
a) Tüzel kişiye ait malvarlığının tasfiyesi
 Tüzel kişilerde kişilik herhangi bir sebeple sona erince mal
varlığının tasfiyesi gerekir. Mal varlığının tasfiyesi tüzük
hükümlerine göre yapılır. Tüzükte bu konuya ilişkin herhangi bir
düzenleme yoksa genel kurulun vereceği karar doğrultusunda
hareket edilir. Genel kurul tarafından da karar alınmışsa artık
tasfiyenin kanun hükümleri çerçevesinde yapılması gerekir.
 Tasfiye yapılırken önce mal varlığı içinde yer alan kıymetlerin
değerlendirilir. Daha sonra tüzel kişinin borçları ödenir. Borçların
ödemesinden arta kalan kısım ise tahsis edilir.
b) Tasfiyede ortaya çıkan fazlalığın dağıtımı
 Tasfiyede ortaya çıkan fazlalığın tahsisi, varsa tüzük veya vakıf
senedinde yer alan hükümler çerçevesinde gerçekleşir. Bunlar da
konuya ilişkin herhangi bir düzenleme yoksa, yetkili organın karar
alması gerekir. Böyle bir durumda mallar karara uygun şekilde
tahsis edilir. Yetkili organ tarafından da karar alınmamışsa tahsis
kanunlar çerçevesinde yapılır.
8. ÜNİTE: MİRAS HUKUKU-I
Ünitenin Amaçları
 Miras kavramının hukuki içeriğini, mirasın kazanılması,
kaybedilmesini kavrayabilme ve yasal mirasçıları
tanıyabilme.
Ünitenin İçindekiler
 Mirasa egemen olan ilkeleri, hısımlığın mirasla
ilişkilerini açıklar.
 Yasal mirasçıları, vasiyet yoluyla mirasçılığı ve
mirasçıların sorumluluklarını açıklar.
1. MİRAS HUKUKUN TANIMI
 İnsanlar doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. İnsan
yaşamının her aşamasında hukuk kurallarının önemi
vardır. Çocuk doğunca birey olarak kabul edilir ve bazı
haklara sahip olur. Belirli yaşa gelince seçme ve seçilme
hakkı elde eder. Ölümlerinde ise mal varlıklarının ne
olacağı yine hukuk kuralları ile çözülür.
 Anayasamızda herkesin miras hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Miras hukuku özel hukukun dallarından
Medeni Hukukun içinde yer alır. Medeni Kanundaki
MADDE 495 ile MADDE 682 arasındaki maddeler Miras
Hukuku ile ilgili maddelerdir.

Miras hukukunun alanı, gerçek kişilerin öldüklerinde
mallarının kimlere ve hangi oranda ve nasıl
dağıtılacağını belirlemektir.
Miras hukukunda kullanılan muris, varis ve tereke gibi
kavramların açıklamaları;
 Muris (mirasbırakan): Ölen kişiye, mirasbırakan veya
muris denir. Muris, öldükten sonra malvarlığı
mirasçılarına geçen kişiye denir.
 Mirasçı (varis): Mirasbırakanın mirasını bıraktığı
kişiye mirasçı veya varis denir.
 Tereke: Tereke ise mirasbırakanın ölümü ile
mirasçılarına geçen hak ve borçlar ile hukuki ilişkilerin
tümüdür.
2- YASAL MİRASÇILAR
 Medeni Kanuna göre yasal mirasçılar mirasbırakanın
a.Soy (kan) hısımları,
b. Sağ kalan eş,
c. Evlatlık ve
d. Devlet (Hazine) dir.
a) Soy (kan) hısımları

Dört grupta toplanmıştır. Bunlar:
Altsoy (birinci derece mirasçılar),
 Ana ve baba (ikinci derece mirasçılar) ve
 Büyük ana ve büyükbaba (üçüncü derece mirasçılar) ve
 Evlilik dışı hısımlardır.





Kural olarak eğer birinci derece mirasçı mevcut ise,
ikinci ve üçüncü derece mirasçılar mirastan
yararlanamazlar.
Eğer hayatta birinci derece yok ise, miras ikinci derece
mirasçılara geçer.
Önceki derecede mirasçı varsa, sonraki derecedeki
mirasçıların mirasçılığı olmaz.
Örneğin, Bay X öldüğünde, 2 çocuğu varsa mirası altsoyu
olan çocukları alır. Ölen kişinin ana ve babası, kardeşleri
veya amcaları, torunları gibi diğer soy bağları miras
alamaz.
1. derece mirasçılar
Çocuklar
Torunlar
Torun çocukları
Torun Alt soyları
1. Birinci derece mirasçılar
 Birinci derece mirasçılar, mirasbırakanın altsoylarıdır.



Altsoy, mirasbırakanın çocuklarıdır. Çocuklar eşit olarak
mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan
çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi
altsoyları alır.
Eğer mirasbırakanın çocukları kendisinden daha önce
ölmüşlerse, altsoy torunları olur.
Eğer mirasbırakanın torunları ve çocukları kendisinden
daha önce ölmüşlerse, altsoy torun çocukları olur.
2. İkinci derece mirasçılar



İkinci derece mirasçılar, miras bırakanın ana ve
babasıdır.
Altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları, ana ve
babasıdır. Bunlar eşit olarak mirasçıdırlar. Miras
bırakandan önce ölmüş olan ana ve babanın yerlerini,
her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Bir
tarafta hiç mirasçı bulunmadığı takdirde, bütün miras
diğer taraftaki mirasçılara kalır.
Eğer ölen kişinin anne ve babası hayatta değillerse,
kardeşler altsoylarıdır.
1.Derece mirasçılar
1.
2.
3.
4.
5.


ANNE BABA
KARDEŞLER
KARDEŞ ÇOCUKLARI
KARDEŞ TORUNLAR
ALTSOYLARI
Eğer ölen kişinin anne ve babası hayatta değillerse ve
kardeşlerde ölmüşlerse, altsoyları kardeş çocukları yani
yeğenlerdir.
Eğer kardeş çocukları da hayatta değillerse, kardeş
torunları altsoydur.
3.Üçüncü derece mirasçılar,
 Üçüncü derece mirasçılar, miras bırakanın büyük ana ve
büyük babasıdır.

Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulunmayan
miras bırakanın mirasçıları, büyük ana ve büyük
babalarıdır. Bunlar, eşit olarak mirasçıdırlar.
Miras bırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük
babaların yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi
altsoyları alır.
3.Derece mirasçilar

1-büyükana , büyükbaba
2- dayı, teyze, hala, amca
3-bunların alt soyları




Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük
babalardan biri altsoyu bulunmaksızın mirasbırakandan önce
ölmüşse, ona düşen pay aynı taraftaki mirasçılara kalır.
Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babaların
ikisi de altsoyları bulunmaksızın mirasbırakandan önce
ölmüşlerse, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır.
Sağ kalan eş varsa, büyük ana ve büyük babalardan birinin
miras bırakandan önce ölmüş olması hâlinde, payı kendi
çocuğuna; çocuğu yoksa o taraftaki büyük ana ve büyük
babaya; bir taraftaki büyük ana ve büyük babanın her ikisinin
de ölmüş olmaları hâlinde onların payları diğer tarafa geçer.
Eğer büyük ana ve büyük baba hayatta değillerse, ölen kişinin
altsoyu dayı, amca, hala ve teyzedir. Eğer dayı, amca, hala ve
teyze hayatta değillerse bunların çocukları altsoydur.
4. Evlilik dışı hısımlar
 Evlilik dışında doğmuş ve soybağı, tanıma veya hâkim
hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi
hısımlar gibi mirasçı olurlar.
b) Sağ kalan eş


Yasal mirasçıları ikincisi sağ kalan eştir. Ölen kişinin eşi
hayatta ise, eş mirası soy (kan) hısımları ile birlikte
paylaşır.
Yani, Bay X öldüğünde eşi ve 2 çocuğu varsa, mirası eşi
ve 2 çocuğu alır. Ancak, eşin mirası paylaştığı kişilerin
soy hısımlık derecesi, eşin miras payını etkiler.
Sağ kalan eş, birlikte bulunduğu zümreye göre miras
bırakana aşağıdaki oranlarda mirasçı olur:
1. sağ kalan eş, Miras bırakanın altsoyu ile birlikte-yani
çocukları veya torunlarıyla- mirasçı olursa, mirasın
dörtte biri,
2. sağ kalan eş, Miras bırakanın ana ve baba zümresi ile
birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısını alır.örneğin
miras bırakan ölmüş geriye eş ve anası kalmışsa mirasın
yarısını eşi yarısını anası alır.
3. Sağ kalan eş miras bırakanın büyük ana ve büyük
babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa,
mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe
kalır.örneğin miras bırakan ölmüş geriye eşi ve dedesi
sağ kalmıştır. Mirasın dörtte üçünü eş, dörtte birini
dedesi alır



Bay X evli ve 2 çocuğu var. Bay X ölürse mirasının
paylaşımında çocukları (1. derece mirasçı) ve eşi mirasçı
olur. Mirasın dörtte birini eş alır ve kalan dörtte üç kısmı
iki çocuk arasında eşit olarak paylaşılır.
Bay X evli ancak çocuğu yok. Bay X ölürse mirasının
paylaşımında çocukları olmadığından 1. derece mirasçı
yoktur. Bu durumda 2. derece mirasçılara bakılır. Eğer
Bay X’in annesi hayatta ise mirasın yarısını eşi ve diğer
yarısını annesi alır.
Bay X evli ancak çocuğu yok. Bay X ölürse mirasının
paylaşımında çocukları olmadığından 1. derece mirasçı
yoktur. Bu durumda 2. derece mirasçılara bakılır. Eğer
Bay X’in annesi, babası hayatta değillerse, kardeşleri de
yoksa miras için 3. derece mirasçılara bakılır. Üçüncü
derece mirasçılardan dedesi hayatta ise, mirasın dörtte
üçünü eşi ve kalanını dede alır.
B-Evlatlık
Evlâtlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı
olurlar. Evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam
eder. Evlât edinen ve hısımları, evlâtlığa mirasçı
olmazlar.
 Evlat edinilen kişi hem öz ailesinin mirasçısı olur hem de
kendini evlat edinen kişilerin mirasçısı olur. Evlat
edinen karı ve kocanın çocuğu gibi mirasçı olur.
 Evlatlık kendisini evlat edinenlerden önce ölürse, onu
evlat edinen karı ve koca veya onların akrabaları
evlatlığın mirasından faydalanmazlar, evlatlığın
mirasçısı olamaz. Yani, evlat edinen ve onların hısımları
evlatlığın mirasçısı olamazlar. dolayısıyla evlatlığın
mirasçılığı tek taraşıdır.

C-Devlet
 Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası Devlete geçer.
Miras bırakanın eşi, evlatlığı, soy hısımları yani hiç akrabası
yoksa ve herhangi bir kişiyi kendisine mirasçı atamamışsa,
miras devlete geçer.



Saklı pay (mahfuz hisse)
Yasal mirasçıların paylarının bir bölümü yasayla koruma
altına alınmıştır. Bu korunan kısma saklı pay denir. Yani, kişi
tüm mal varlığını tek bir kişiye vasiyet gibi yollarla bırakamaz.
Mirasçı olarak altsoyu, ana ve babası, kardeşleri veya eşi
bulunan miras bırakan, mirasının saklı paylar dışında kalan
kısmında ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Bu mirasçılardan
hiç biri yoksa miras bırakan mirasının tamamında tasarruf
edebilir.
Kişinin eşi, çocuğu veya başka hısımları varsa bu kişiler
mirasın belirli oranını saklı payla alabilirler.
Saklı pay oranları;
Miras bırakanın
1. Altsoy için yasal miras payının yarısı,
2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte
biri,
3. Kardeşlerden her biri için yasal miras payının sekizde
biri,
4. Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle
birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının
tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçüdür.
3- ATANMIŞ MİRASÇILAR
- Mirasçılığın ikinci çeşidi atanmış mirasçılıktır. Bu da ölüme bağlı
tasarruşar ile yapılır. Ölüme bağlı tasarruf miras bırakanın
ölümünü düşünerek yapılmasını istediği hususları bir hukuıki işlem
ile bildirmesidir. Diğer bir ifadele hükümlerini miras bırakanın
ölümünden sonra meydana getiren hukuki işlemleridir.
- 1. Mirasçı Atama: Miras bırakan, ölüme bağlı tasarruşarla,
mirasının tamamını veya belli bir oranı için bir veya birden çok
kişiyi mirasçı atayabilir. Bu şekildeki mirasçılara atanmış
mirasçılar denilir. Bu mirasçı bir yasal mirasçı olabileceği gibi 3. bir
kişi de olabilir.
- 2- Belirli mal bırakma: miras bırakan ölüme bağlı bir tasarruşa, bir
kimseye terekesinin tamamını veya belli bir oranı için mirasçı
atayabileceği gibi mirasçı atamaksızın bir kimseye terekesinden
belirli bir mal bırakabilir. Yani miras bırakan yasal mirasçılarından
birine yada 3. bir kişiye terekesinden bir malı ayrıca bırakabilir. Bu
kişiye vasiyet alacaklısı denilir. Vasiyet alacaklısının yasal
mirasçılardan kendisine bırakılmış malı talep etme hakkı vardır.
3- MİRASÇILIK
o Mirasın İktisabı (Mirasın Kazanılması): Mirasın intikali,
murisin ölümü ile kendiliğinden oluşur. Mirasçılar, mirasçı
olduklarını ispat etmek kaydıyla mirastan yararlanırlar.
Murisin cenaze masraşarı, borçları, yakınlarının 3 aylık iaşe
(beslenme) masraşarı çıkartıldıktan sonra, geriye kalan malı
hesaplanır. Miras olarak verilen pozitif mallar bu şekilde
belirlenir.

Veraset ilamı
Mirasçılık Belgesi, mirasçının, mirasçılık sıfatını tespit eden
vesika olup; “veraset vesikası”, “mirasçılık belgesi”, “veraset
senedi” ve “veraset ilamı” adlarıyla da bilinir. Mirasçılık
belgesi (veraset ilamı), mirasçı olduğunu ispat eden kişilere,
Sulh Hakimi tarafından verilir. Kanuni mirasçıların bu belgeyi
çıkartmaları yerleşmiş bir usuldür. Ancak, mansup (atanmış)
mirasçılar mutlaka çıkartmalıdırlar. Mirasçılık belgesinin
geçersizliği her zaman için ileri sürülebilir. Mirasçılardan
birinin başvurusu üzerine, çıkartılan mirasçılık belgesi diğer
mirasçılar tarafından da kullanılabilir.
Bir Kimsenin Mirasçı Olabilmesi İçin;
Murisinin vefatında sağ olmalıdır.
 Mirasçını ölümü anında anne karnındaki cenin sağ olarak
doğarsa mirasçı olur.
 Medeni haklardan yararlanma ehliyeti bulunmalıdır
(hakiki ve hükmi şahıs olmalı). Hayvanlar veya tüzel
kişiliği bulunmayan topluluklar mirasçı olamazlar.
 Mirastan mahrumiyet (yosunluk) bulunmamalıdır.
 Mirastan çıkarma olmamalıdır.
 Aynı anda ölenler birbirinin mirasçısı olamazlar.

Mirastan Mahrumiyet (yoksunluk) Sebepleri:
Aşağıdaki kimseler, mirasçı olamayacakları gibi; ölüme bağlı tasarruşa
herhangi bir hak da edinemezler:
1. Mirasbırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye
teşebbüs edenler,
2. Mirasbırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak sürekli şekilde ölüme
bağlı tasarruf yapamayacak duruma getirenler,
3. Mirasbırakanın ölüme bağlı bir tasarruf yapmasını veya böyle bir
tasarruftan dönmesini aldatma, zorlama veya korkutma yoluyla
sağlayanlar ve engelleyenler,
4. Mirasbırakanın artık yeniden yapamayacağı bir durumda ve zamanda
ölüme bağlı bir tasarrufu kasten ve hukuka aykırı olarak ortadan
kaldıranlar veya bozanlar.



Söz konusu suçları işleyen biri, miras bırakanın herhangi bir işlem
yapmasına gerek kalmadan (kendiliğinden) mirastan mahrum edilirler.
Mirastan mahrumiyet, murisinin affıyla ortadan kalkar ve mirastan
mahrumiyet tüm mirasçılar için söz konusudur.
Mirastan yoksunluk, yalnız yoksun olanı etkiler. Mirastan yoksun olanın
altsoyu, miras bırakandan önce ölen kimsenin altsoyu gibi mirasçı olur.

Mirastan Çıkarma Sebepleri:
Aşağıdaki durumlarda miras bırakan, ölüme bağlı bir
tasarruşa saklı paylı mirasçısını mirasçılıktan çıkarabilir:
1. Mirasçı, miras bırakana veya miras bırakanın yakınlarından
birine karşı ağır bir suç işlemişse,
2. Mirasçı, miras bırakana veya miras bırakanın ailesi
üyelerine karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini
önemli ölçüde yerine getirmemişse.


Mirasçılıktan çıkarılan kimse, mirastan pay alamayacağı gibi;
tenkis (saklı pay) davası da açamaz.
Miras bırakan başka türlü tasarrufta bulunmuş olmadıkça,
mirasçılıktan çıkarılan kimsenin miras payı, o kimse miras
bırakandan önce ölmüş gibi, mirasçılıktan çıkarılanın varsa
altsoyuna, yoksa miras bırakanın yasal mirasçılarına kalır.




Mirasçılıktan çıkarılan kimsenin altsoyu, o kimse miras
bırakandan önce ölmüş gibi saklı payını isteyebilir.
Mirasçılıktan çıkarma, miras bırakan ancak buna ilişkin
tasarrufunda çıkarma sebebini belirtmişse geçerlidir.
Mirasçılıktan çıkarılan kimse itiraz ederse, belirtilen
sebebin varlığını ispat, çıkarmadan yararlanan mirasçıya
veya vasiyet alacaklısına düşer.
Mirastan çıkarma miras bırakanın vasiyeti ile olur.
Mirastan çıkarma sadece saklı paylı mirasçılar için söz
konusudur.
9. ÜNİTE: MİRAS HUKUKU–II
Ünitenin Amaçları
Ölüme Bağlı Tasarruşarı kavrayabilme,
Gaipliğin miras hukuk ile ilişkisini anlayabilme.
Ünitenin İçindekiler
Vasiyet çeşitlerini kavrar,
Gaipliğin miras hukuk ile ilişkisini açıklar.
Mirası reddi konusunu kavrar.
9.1 ÖLÜME BAĞLI TASARRUşAR




Medeni Kanuna göre kişinin ölümünden sonra hüküm ve sonuç
doğurması için yaptığı hukuki işlemlere ölüme bağlı tasarruşar denir.
Mirasbırakan, tasarruf özgürlüğünün sınırları içinde, malvarlığının
tamamında veya bir kısmında vasiyetname ya da miras sözleşmesiyle
tasarrufta bulunabilir.
Mirasbırakanın üzerinde tasarruf etmediği kısım yasal mirasçılarına
kalır.
Ölüme bağlı tasarruşar 2 yolla oluşur;


Mirasçı atama;Mirasbırakan, mirasının tamamı veya belli bir oranı için bir
veya birden çok kişiyi mirasçı atayabilir. Bir kişinin, mirasın tamamını veya
belli bir oranını almasını içeren her tasarruf, mirasçı atanması sayılır.
Belirli mal bırakma :Mirasbırakan, bir kimseye onu mirasçı
atamaksızın belirli bir mal bırakma yoluyla kazandırmada
bulunabilir.
- Ölüme bağlı tasarruşar iki şekilde yapılabilir. Bunlar;
Vasiyet,
 Miras sözleşmesidirler.

9.2. VASİYET


Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve onbeş
yaşını doldurmuş olmak gerekir.
Vasiyet üç şekilde yapılabilir. Bunlar:
Resmî şekilde,
 Mirasbırakanın el yazısı ile ve
 Sözlü olarak yapılabilir.

1. Resmî vasiyetname
 Resmî vasiyetname, iki tanığın katılmasıyla resmî memur tarafından
düzenlenir.
 Resmî memur, sulh hâkimi, noter veya kanunla kendisine bu yetki
verilmiş diğer bir görevli olabilir.
 Mirasbırakan, arzularını resmî memura bildirir. Bunun üzerine
memur, vasiyetnameyi yazar veya yazdırır ve okuması için
mirasbırakana verir.
 Vasiyetname, miras bırakan tarafından okunup imzalanır.
 Memur, vasiyetnameyi tarih koyarak imzalar.
 Vasiyetnameye tarih ve imza konulduktan hemen sonra
mirasbırakan, vasiyetnameyi okuduğunu, bunun son arzularını
içerdiğini memurun huzurunda iki tanığa beyan eder.
 Tanıklar, bu beyanın kendi önlerinde yapıldığını ve miras bırakanı
tasarrufa ehil gördüklerini vasiyetnameye yazarak veya yazdırarak
altını imzalarlar.
 Vasiyetname içeriğinin tanıklara bildirilmesi zorunlu değildir.

Mirasbırakan tarafından okunmaksızın ve
imzalanmaksızın düzenleme
Mirasbırakan vasiyetnameyi bizzat okuyamaz veya
imzalayamazsa, memur vasiyetnameyi iki tanığın önünde ona
okur ve bunun üzerine mirasbırakan vasiyetnamenin son
arzularını içerdiğini beyan eder.
 Bu durumda tanıklar, hem mirasbırakanın beyanının kendi
önlerinde yapıldığını ve onu tasarrufa ehil gördüklerini; hem
vasiyetnamenin kendi önlerinde memur tarafından
mirasbırakana okunduğunu ve onun vasiyetnamenin son
arzularını içerdiğini beyan ettiğini vasiyetnameye yazarak veya
yazdırarak altını imzalarlar.


Fiil ehliyeti bulunmayanlar, bir ceza mahkemesi kararıyla
kamu hizmetinden yasaklılar, okuryazar olmayanlar,
miras bırakanın eşi, üstsoy ve altsoy kan hısımları,
kardeşleri ve bu kişilerin eşleri, resmî vasiyetnamenin
düzenlenmesine memur veya tanık olarak katılamazlar.
2. El yazılı vasiyetname
El yazılı vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek
başından sonuna kadar miras bırakanın el yazısıyla yazılmış ve
imzalanmış olması zorunludur.
 El yazılı vasiyetname, saklanmak üzere açık veya kapalı olarak
notere, sulh hâkimine veya yetkili memura bırakılabilir.

3. Sözlü vasiyet
 Mirasbırakan; yakın ölüm tehlikesi, ulaşımın kesilmesi,
hastalık, savaş gibi olağanüstü durumlar yüzünden resmî
veya el yazılı vasiyetname yapamıyorsa, sözlü vasiyet
yoluna başvurabilir.

Bunun için mirasbırakan, son arzularını iki tanığa anlatır
ve onlara bu beyanına uygun bir vasiyetname yazmaları
veya yazdırmaları görevini yükler.


Vasiyetten dönme
Kişiler hayatta iken hazırladıkları vasiyetten vaz geçebilirler. Vasiyetten dönme üç
şekilde gerçekleşebilir. Bunlar;
1. Yeni vasiyetname ile
2. Yok etme ile
3. Sonraki tasarruşardır.
1. Yeni vasiyetname

Mirasbırakan, vasiyetname için kanunda öngörülen şekillerden birine uymak suretiyle
yeni bir vasiyetname yaparak önceki vasiyetnameden her zaman dönebilir.
2. Yok etme ile


Mirasbırakan, yok etmek suretiyle de vasiyetnameden dönebilir.
Kaza sonucunda veya üçüncü kişinin kusuruyla yok olan ve içeriğinin aynen ve
tamamen belirlenmesine olanak bulunmayan vasiyetname hükümsüz kalır. Tazminat
isteme hakkı saklıdır.
3. Sonraki tasarruşar


Mirasbırakan, önceki vasiyetnamesini ortadan kaldırmaksızın yeni bir vasiyetname
yaparsa, kuşkuya yer bırakmayacak surette önceki vasiyetnameyi tamamlamadıkça,
sonraki vasiyetname onun yerini alır.
Belirli mal bırakma vasiyeti de, vasiyetnamede aksi belirtilmedikçe, mirasbırakanın
sonradan o mal üzerinde bu vasiyetle bağdaşmayan başka bir tasarrufta bulunmasıyla
ortadan kalkar.
9.3. MİRAS SÖZLEŞMESİ
 Vasiyette tek taraşı olarak kişi mirası hakkında karar
verir. Miras sözleşmesinde mirası bırakan ve mirasın
bırakıldığı kişi karşılıklı oturarak bir sözleşme
hazırlarlar.
 Miras sözleşmesinin geçerli olması için resmî vasiyetname
şeklinde düzenlenmesi gerekir.
 Sözleşmenin taraşarı, arzularını resmî memura aynı
zamanda bildirirler ve düzenlenen sözleşmeyi memurun
ve iki tanığın önünde imzalarlar.
 Miras sözleşmesi, taraşarın yazılı anlaşmasıyla her
zaman ortadan kaldırılabilir.
 Miras sözleşmesi yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip
ve ergin olmak, kısıtlı bulunmamak gerekir. Miras
sözleşmesi iki şekilde yapılabilir. Bunlar:


Olumlu miras sözleşmesi ve
Mirastan feragat sözleşmesidir.
9.4. GAİPLİK
Kişinin;
 Ölüm tehlikesi içinde kaybolmasından itibaren 1 yıl,
 Kendisinden, çoktan beri haber alınamaması halinde son
haber tarihinden itibaren 5 yıl geçtikten sonra gaipliğine
karar verilir.
 Hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimsenin mirasçıları
veya mirasında hak sahibi olan kişiler, tereke malları
kendilerine teslim edilmeden önce bu malları ileride
ortaya çıkabilecek üstün hak sahiplerine veya gaibin
kendisine geri vereceklerine ilişkin güvence göstermek
zorundadırlar.
 Bu güvence, ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda
beş yıl, uzun zamandan beri haber alınamama
durumunda onbeş yıl ve her hâlde en çok gaibin yüz
yaşına varmasına kadar geçecek süre için gösterilir.

Teminat Süreleri:
 Ölüm tehlikesi içinde kaybolma durumunda 5 yıl,
 Kendisinden, çoktan beri haber alınamaması durumunda
15 yıl,
 Her halde gaibin 100 yaşını tamamlamış olması
 ile sona erer.


Beş yıl, tereke mallarının tesliminden; onbeş yıl, son
haber tarihinden başlayarak hesaplanır.

Murisin Gaipliği Durumu
Gaip muris ise, mirasçıları;
 Teminat gösterme mecburiyeti ve
 Terekeyi geri vermek mükellefiyeti
 ile mirastan yararlanabilirler.

Mirasçının Gaipliği Durumu
 Gaip mirasçı ise:
Mirasın açıldığı gün gaip olup ta gaipliğine henüz karar
verilmemiş mirasçıların hisseleri mahkeme tarafından
idare olunur. Gaip, murisin ölümünde sağ olmasaydı,
mirası kime düşecek idiyse onlar, gaiplik şartları
doğduğunda (1 yıl veya 5 yıllık süreler) mahkemeye
başvurarak, kendilerine düşen paylar kadarını isterler.
Bu durumda, mirasçı çıkagelirse, terekeden kendine
düşen paylar iade edilirler.
9.5. MİRASIN REDDİ
 Mirasın Reddi, süresi içinde tek taraşı bir hukuki
muamele ile mirasın bir bütün halinde reddedilmesidir.
Bu hak, kanun tarafından, mirasçı sıfatını kazanmak
istemeyen kişilere tanınmıştır. Mirası red eden mirasçı,
murisin son ikametgahının bulunduğu yerin Sulh
Mahkemesine yazılı veya sözlü başvuru ile mirası kayıtsız
ve şartsız red ettiğini bildirirse buna “hakiki red”; borca
batık bir vaziyette ölen murisin mirasının beyana ihtiyaç
kalmaksızın red edilmiş sayılmasına da “hükmi red” adı
verilir.
Red Hakkından Mahrumiyet
 Yasal süre içinde (3 ay) mirası reddetmeyen mirasçı,
mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur. Bu duruma Red
Hakkından Mahrumiyet denir.

Reddin Hükümleri



Yasal mirasçılardan biri miras hakkını reddederse, onun payı, miras açıldığı
zaman kendisi sağ değilmiş gibi, diğer hak sahiplerine geçer.
Mirası reddeden atanmış mirasçının payı ise, miras bırakanın en yakın yasal
mirasçılarına geçer.
En yakın mirasçıların tamamı mirası reddetmiş ise, miras, sulh
mahkemesince işas hükümlerine göre tasfiye edilir. Artan pay,
reddedilmemiş gibi mirasçılara verilir.
Mirasın Reddine Karşı Mirasçının Alacaklılarının Korunması

Mal varlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarını zarara uğratmak
maksadıyla miras hakkını reddederse, alacaklılar veya işas masası 6 ay
içinde reddin iptali için dava açabilirler. İptal kararı verilirse, miras resmen
tasfiye edilir. Tasfiye sonucu, reddeden mirasçının payına bir şey düşerse,
bundan önce itiraz eden alacaklılar, sonra diğer alacaklılar, sonra da red
geçerli olsa idi bundan yararlanacak olan mirasçılar faydalanır.
Miras Bırakanın Alacaklılarına Karşı Reddedenin Sorumluluğu

Ödemede aciz bir murisin mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklılarına
karşı ölümünden önceki 5 yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın
paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu
olurlar.
Download