İndir

advertisement
D. 9/2012
Birleştirilmiş
Yargıtay/Ceza No: 26-27/2012
(Gazi Mağusa Ağır Ceza Dava No: 458/2011)
YÜKSEK MAHKEME HUZURUNDA.
Mahkeme Heyeti: Narin F.Şefik, Hüseyin Besimoğlu, Ahmet Kalkan.
Yargıtay/Ceza No: 26/2012
(Gazi Mağusa Ağır Ceza Dava No:458/2011)
İstinaf eden:
KKTC Başsavcısı
(Davayı ikame eden)
- ile -
Aleyhine istinaf edilen: Yalçın Şah, Merkezi Cezaevi,Lefkoşa.
(Sanık)
A r a s ı n d a.
İstinaf eden namına: Kıdemli Savcı Cevat Rıza
Aleyhine istinaf edilen namına: Avukat Gürsel E Kadri ve
Avukat Emre Kadri.
Yargıtay/Ceza No: 27/2012
(Gazi Mağusa Ağır Ceza Dava No:458/2011)
İstinaf eden : Yalçın Şah, Merkezi Cezaevi,Lefkoşa.
(Sanık)
- ile Aleyhine istinaf edilen :
KKTC Başsavcısı.
(Davayı ikame eden)
A r a s ı n d a.
İstinaf eden namına: Avukat Gürsel E. Kadri ve Avukat Emre
Kadri.
Aleyhine istinaf edilen namına: Kıdemli Savcı Cevat Rıza.
Gazimağusa Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Güran, Kıdemli
Yargıç Nüvit Gazi ve Yargıç Ayşen Toroslu’nun 458/2011 sayılı
davada 27.2.2012 tarihinde verdikleri karara karşı Başsavcılık
ve Sanık tarafından yapılan istinaflardır.
-----------------
2
H Ü K Ü M
Narin F.Şefik: Birleştirilerek dinlenen Yargıtay/Ceza 26/2012
ve Yargıtay/Ceza 27/2012 sayılı istinaflar, Gazimağusa Ağır
Ceza Mahkemesinin 27.2.2012 tarihli kararından
kaynaklanmaktadır.
Gazimağusa Ağır Ceza Mahkemesi huzurunda, Fasıl 154 Ceza
Yasası’nın 205(1)(3) maddelerine aykırı adam öldürme suçu ile
itham edilen Sanık, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından suçlu
bulunarak mahkum edilmiş ve Sanığa 9 ay hapislik cezası takdir
edilmiştir.
Sanık, Yargıtay/Ceza 27/2012’de, mahkumiyet kararının
hatalı olduğunu ve takdir edilen cezanın fahiş olduğunu, İddia
Makamı ise, Yargıtay/Ceza 26/2012’de, Sanığa takdir edilen
cezanın çok az olduğunu ileri sürmektedir.
Sanık aleyhine getirilen itham aynen şöyledir:
“İTHAM OLUNDUĞU SUÇ
Fasıl 154 Ceza Yasası’nın 205(1)(3) maddelerine
aykırı adam öldürme.
SUÇUN TAFSİLATI
Sanık, 28.10.2009 tarihinde, Gazimağusa kazasına
bağlı Görneç köyünde, Sönmezler Kahvehanesi önünde,
kendisine küfür ettiği gerekçesi ile Cuma Üzümcü’ye,
kanuna aykırı bir fiil ile elleri ve ayakları ile
vücudunun muhtelif yerlerine vurmak keza yakasından tutup
çekiştirip ve yere düşürmek suretiyle, Cuma Üzümcü’nün
önceden var olan mevcut kalp damar hastalığının, olayın
efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu ölümüne sebep
oldu.”
Cuma Üzümcü’nün ölümü ile neticelenen olayın ne şekilde
meydana geldiği ile ilgili olarak, Bidayet Mahkemesi huzurunda
şahadet veren, Tanık 6 Hüseyin Bilal, Tanık 7 İbrahim
3
Sönmezler ile Tanık 12 Birol Şah’ın şahadetleri neticesinde,
Bidayet Mahkemesi, olayı kararında şu şekilde özetlemiştir:
“27.10.2009 tarihinde Görneç köyünde lokanta olarak
kullanılan Sönmezler Kahvesinde Sanığın orayı çalıştıran
Tanık 6 Hüseyin Bilâl’den Bakan Sunat Atun’un köye
geleceği için 10-13 kişilik bir masa hazırlamasını
istediğini,Tanık 6’nın işbu masayı hazırladığını,
Sanığın ilgili yere 07:30 gibi geldiğini, saat 20.0020.30 raddelerinde Bakan Sunat Atun’un 3 arkadaşı ile
birlikte geldiğini ve ordaki köylülerle birlikte
oturduğunu, Müteveffa Cuma Üzümcü’nün ise 22.00-22.30
civarında van aracıyla Sönmezler Kahvehanesinin önüne
gelerek elektrik direğinin yanına arabasını park edip,
kahvehanenin dışında bulunan boş masaya oturduğunu ve
kendisinden bir duble viski istediğini kendisinin de
Müteveffaya bir duble VSOP içki götürdüğünü, gece
yarısını 3-5 dakika geçe Bakan Sunat Atun’un kahveden
ayrıldığını, bilâhare Müteveffanın bir duble viski daha
istediğini ve götürdüğü zaman yanında ayran da
istediğini, ayranı da götürdüğünü, Müteveffanın bir
duble viski ve bir ayran daha istediğini ve bunları
masasına koyarken Müteveffanın kalkıp aracını 25-30
metre olan elektrik direğinin yanından kahvenin önüne
çektiğini, aracının teybinin sesini açmaya çalıştığını,
çevre rahatsız olmasın diye ikaz ettiğini Müteveffanın
bardağını alıp içeri geldiğini, sohbete katıldığını
Belediye Başkan adayı olmak isteyen Sanığa “köylünü
arkana al da korkma” “ama” “unutmadım” deyip aralarında
6-7 yıl önce geçen husumeti hatırlattığını, Sanığın ise
“Cuma dayı, olayı yanlış bilin” dediğini, Müteveffanın
eli ile sus işareti yaptığını, yine Sanığın “bu şekilde
yapma Cuma dayı” dediğini, Müteveffanın ise Sanığa
“Kuranını sikerim” demesi üzerine birbirlerinin
yakasından tutarak ve itekleyerek dışarı çıktıklarını, o
sıralarda Tanık 7 İbrahim Sönmezlerin (Saat 1.13’te)
Müteveffanın oğlu olan Tanık 14 Eylem Üzümcü’yü babasına
bakması için aradığını ancak Eylem Üzümcü’nün telefonu
kapalı olduğu için ulaşamadığını, bu arada dışarıda
balkonda altta Cuma Üzümcü, üstte ise Sanık olmak üzere
yere düştüklerini, oradakiler tarafından ayrıldıklarını,
Sanığın Cuma Üzümcü uzaklaştırılırken Cuma Üzümcü’yü
arkadan ittiğini ve Cuma Üzümcü’nün balkondan asvalt
yola dizleri üzerine düştüğünü, Sanığın tekrar Cuma
Üzümcü’den uzaklaştırıldığını, Cuma Üzümcü’nün sekiye
oturduğunu ve Sanığa eli ile “gel işareti” yaptığını,
Sanığın Cuma Üzümcü’nün yanına gelerek 1-2 sille tokat
vurduğunu, Cuma Üzümcü’nün yan tarafa asvaltın kenarına
düştüğünü, Sanığın yerde yatan Cuma Üzümcü’ye 2-3 tekme
vurduğunu, Sanık ile Müteveffayı tekrar ayırdıklarını,
4
Sanığı Raşit Şah’ın içeri götürdüğünü, Müteveffanın
yerde yatır vaziyette olduğunu, araba süremeyecek halde
olan Müteveffa Hüseyin Bilal ve Ayhan Şah tarafından
koltuk altlarından tutularak van aracın ön kısmına
konamadığını ve arka kısmına yatırıldığını, arbede
esnasında ise Müteveffanın üst kısmındaki tüm elbiseleri
tamamen yırtıldığı ve üst kısmı çıplak olduğundan Erhan
Şah’ın aracındaki çarşafla örtüldüğünü ve bu şekli ile
Hüseyin Bilâl tarafından Gürsel Sönmezlerin evinin
bahçesinin garaj girişine bırakıldığını, Hüseyin
Bilâl’ın tekrar kahveye döndüğünü, 1.30- ikiye 20 kala
gibi kahveyi kapatıp dağıldıklarını, Müteveffa
sabahleyin 28.10.2009 tarihinde saat 08.30 raddelerinde
aracının içerisinde bırakıldığı şekil ve vaziyette oğlu
Eylem Üzümcü tarafından ölü olarak bulunduğu....”
Sanık ile maktul arasında cereyan eden olayın ne şekilde
vukubulduğu konusunda, taraflar arasında ihtilâf yoktur.
İhtilâf, Sanık ve maktul arasında cereyan eden olaydan sonra,
van aracının arkasına, Sanık dışında kişiler tarafından
yerleştirilerek, evine yakın bir yere bırakılan ve ertesi
sabah ölü tespit edilen Cuma Üzümcü’nün ölümünün, Sanığın
kanunsuz bir hareketinin neticesinde olup olmadığı
noktasındadır.
Sanık, Bidayet Mahkemesinin, 27.2.2012 tarihli kararına
karşı, 15 istinaf sebebi ihtiva eden bir istinaf ihbarnamesi
dosyalamakla birlikte, istinafın dinlenmesi esnasında
istinafını 4 başlık altında toplamıştır. İstinaf
ihbarnamesinde yer alan 1 ve 2. istinaf başlıklarını, Sanığı
istinafta temsil eden Avukatı, Sanığın ilk Avukatına olan
saygısından dolayı aynen tekrarladığını söylemiş, ancak bu
başlıklar ile ilgili olarak hiçbir izahat sunmamıştır. Bu
istinaf sebepleri huzurumuzda hiçbir şekilde irdelenmediğinden, bu istinaf sebeplerini geri çekilmiş olarak kabul
eder ve incelemeyi uygun görmeyiz.
Sanık tarafından ileri sürülen istinaf başlıklarını şu
şekilde toparlarız:
5
1. Bidayet Mahkemesi, Fasıl 154 madde 205(1)(3) altında
Sanığı mahkum ederken, Sanığın, Cuma Üzümcü’nün ölümü ile
sonuçlanan yasadışı eylemi niyet etmesinin yeterli
olduğunu kabul etmekle hata etti.
2. Cuma Üzümcü’nün Sanık dışındaki kişiler tarafından van
aracının arkasına konarak orada bırakılmasını, Cuma
Üzümcü’nün ölümüne neden olacak ayrı bir olay olarak
(Novus Actus Interveniens) görmemekle ve Cuma Üzümcü’nün
Sanığın kanunsuz bir fiili neticesinde öldüğünü kabul
etmekle hata etti.
3. Bidayet Mahkemesi, Adli Tıp Kurumunun raporunu emare
olarak aldıktan sonra, bu rapor ile ilgili Tanık 17
Dr.Hüseyin Sarı’nın şahadetine itibar etmekle hata yaptı.
4. Aleyhindeki ithamdan mahkum edilen Sanığa, takdir edilen
9 ay hapislik cezası fahiştir.
İlk olarak Fasıl 154 madde 205 (1) (3)’de yer alan suçun
unsurlarının tespit edilmesi gerekir.
Madde 205 aynen şöyledir:
“(1) Any person who by an unlawful act or omission causes
the death of another person is guilty of the felony
of homicide.
(2) An unlawful omission is an omission amounting to
culpable negligence to discharge a duty, though such
omission may not be accompained by an intention to
cause death.
(3) Any person who commits the felony of homicide is
liable to imprisonment for life.”
Bu madde altında, İddia Makamı, bir mahkumiyet kararı için
aşağıdaki hususları makul şüpheden ari bir şekilde
kanıtlamalıdır:
1. Sanığın,
2. kanunsuz bir fiili ile
6
3. bir kişinin, (burada Cuma Üzümcü’nün)
4. ölümüne neden olduğu.
İçtihatlarımızda, Fasıl 154 madde 205’in unsurları ile
ilgili olarak Yargıtay/Ceza 45/04 D.6/05’de sayfa 14’de şu
karar yer almaktadır:
“Sanığın itham olduğu Fasıl 154 madde 205 şöyledir :
“205. (1) Yasaya aykırı bir fiil veya ihmal ile başka
bir şahsın ölümüne sebep olan herhangi bir
şahıs, adam öldürme ağır suçunu işlemiş olur.
(2) Yasaya aykırı bir ihmal, öldürme kasdı
olmamasına rağmen, bir vazifeyi ifa etmekte
gösterilen cezaî suç teşkil edecek bir ihmal
derecesindeki ihmaldir.
(3) Adam öldürme ağır suçunu işleyen herhangi bir
şahıs, ebedi hapis cezasına çarptırılabilir.”
Sanığın bu maddeye aykırı olarak, kanunsuz bir
fiille adam öldürme suçundan suçlu bulunup mahkûm
edilebilmesi için Savcı’nın, maktul’ün ölümünün
sanığın kanunsuz bir fiili sonucunda meydana
geldiğini, makul şüphenin ötesinde kanıtlaması
gerekir. Kanunsuz bir fiilden dolayı adam öldürme
suçlarında öldürme niyeti (mens rea) aranmaz. Aranan
niyet kanunsuz fiil yapma niyetidir.”
Yine Yargıtay/Ceza 30/06 D.10/08’de sayfa 27’de
Yargıtay/Ceza 45/04’deki alıntıda verilen aynı sözler yer
aldıktan sonra, Yargıtay aşağıdaki görüşe yer vermiştir:
“öldürme fiili, Sanığın öldürme fiilinden hemen
önceki eyleminin kanunsuz olduğu, İddia Makamı
tarafından makul şüphenin ötesinde kanıtlanmışsa
Sanık adam öldürme suçundan mahkum edilir.
Huzurumuzdaki davada Sanığın öldürme fiilinden önce
yaptığı gayri kanuni fiil yere dizlenmiş ihtiyar
maktulün sağ koltuk altına bir tekme vurması, tekme
neticesinde maktulün odanın içine arka üstü düşmesi ve
daha sonra Sanığın maktulün odasında bulunan suç aleti
kürek ve tırmığı alıp zarar verecek şekilde, yerde yatan
7
maktule gelişigüzel vurması ve bundan önce maktulün
boğazını kablo ile sıkıp boğmasıdır. Burda aranacak
niyet, Sanığın gayrı kanuni bir şekilde maktule tekme,
tırmık ve kürekle vurmasıdır. Aynı şekilde maktulü kablo
ile boğmasıdır. Sanığın tekme vurması ve odanın içindeki
tırmık ve küreği alıp maktule zarar verecek şekilde
vurması ve maktulü kablo ile boğmasının kanunsuz
eylemler olduğu ve maktulün ölümünün bu kanunsuz
eylemler sonucunda, Sanığın gönüllü ifadesinde izah
ettiği şekilde meydana geldiği ve cinayetin Sanık
tarafından işlendiği kanaatinde olup bu hususta bulgu
yaparız.”
Bağlayıcı olmamakla beraber, Nicos Nikita Fostieri v The
Republic (1969) 2CLR 105 sayfa 112’de ise, şu sözler yer
almıştır:
“The relevant provision in the Cyprus Criminal Code reads
as folows:205- (1) Any person who by an unlawful act or omission
causes the death of another person is guilty of
the felony of homicide.
(2) An unlawful omission is an omission amounting to
culpable negligence to discharge a duty,
though such omission may not be accompanied by
an intention to cause death”
The substance of the crime lies in the fact that
the death of the victim was caused by the unlawful
act or omission of the offender. The burden of
proof of all the ingredients of the offence lies,
under the law of this country, entirely on the
prosecution. This was never disputed in the present
case; which was tried and decided upon that basis.
What constitutes an unlawful omission is
expressly stated in sub-section(2) of section 205,
which provides that “an omission amounting to
culpable negligence to discharge a duty” is an
unlawful omission upon which the crime of homicide
may be founded “though such omission may not be
accompanied by an intention to cause death”.
Similar construction must be given to the nature of
the unlawful act which caused death. So long as it
is established to the satisfaction of the Court
that the offender intended the unlawful act which
eventually resulted in the death of the victim
within the period prescribed by law it is not
8
necessary for the prosecution to prove that the
offender intended the death of the victim.”
(Suçun esası, mağdurun ölümünün Sanığın kanunsuz fiili
veya ihmalinden olmasıdır. Suçun tüm unsurları ile ilgili
ispat külfeti İddia Makamına aittir.
Kanunsuz bir ihmalin ne olduğu, açıkça 205. maddenin 2.
fıkrasında kesin olarak belirtilmiştir. Bir görevi yerine
getirirken cezai suç teşkil edecek ihmal, böyle bir ihmal ile
birlikte öldürme niyeti olmasa dahi, adam öldürme suçunun
dayandırılması için yeterlidir. Kanunsuz bir fiilin ölüme
neden olmasında da benzeri tanımlama yapılmalıdır. Sanığın,
maktulün ölümüne neden olan fiili Sanığın niyet ettiğini,
İddia Makamının Mahkemeyi tatmin edecek şekilde ispat etmesi
halinde, İddia Makamının, Sanığın Maktulü öldürme niyeti
taşıdığını ispat etmesi gerekmez.)
Fasıl 154 madde 205 maksatları için, İddia Makamı
tarafından, Sanığın maktulü öldürme niyeti olduğunu ispat
etmesi gerekmediği görülmektedir. Madde 205 için, İddia Makamı
tarafından ispat edilmesi gereken niyet, Sanığın, maktulün
ölümüne neden olan kanunsuz fiili yapma niyetidir.
Bu olay ile ilgili şahadete bakıldığında, Sanığın maktulün
bir lafı üzerine “maktulü yakasından tutarak ve itekleyerek
dışarı çıktıklarını”, Sanığın maktulü “arkadan ittiğini”,
Sanığın maktule “1-2 sille tokat vurduğunu”, Sanığın yerde
yatan maktule “2-3 tekme vurduğu” sözleri yer almaktadır.
Sanığın maktulü itmesi, maktule tokat atması ve tekme
vurması, Fasıl 154 Ceza Yasası altında darp suçunu teşkil eden
davranışlardır. İhtilafsız olgulardan, Sanığın maktulü darp
ederek hakiki bedensel incinmesine sebebiyet verdiği
9
tartışmasızdır.
Sanığın, maktulü darp etmesinin maktulün
ölümüne sebebiyet verip vermediği, olgu meselesi olmakla
birlikte, Sanığın maktulü darp etme niyetinin varolduğu ortaya
çıkmış bir olgudur.
Madde 205 maksatları için gerekli niyet kanunsuz fiili
yapma niyeti olduğundan , İddia Makamının, Sanıkta Cuma
Üzümcü’yü öldürme niyeti olduğu veya Sanığın kanunsuz fiili
neticesinde Cuma Üzümcü’nün ölebileceğini makul olarak
öngörmesi gerektiği hususlarını ispat etmesi gerektiği
doğrultusunda iddialar mesnetsizdir ve niyet ile ilgili
istinaf sebepleri reddedilmelidir.
Sanık, Cuma Üzümcü’yü
darp ettikten sonra, Hüseyin Bilâl
ve Ayhan Şah, Cuma Üzümcü’yü koltuk altından tutarak aracına
götürmüşler ve Maktulü koltuğa oturtamadıkları için vanın
arkasına üstü çıplak olduğu halde çarşaf örterek, yatırıp
bırakmışlar ve aracı maktulün evine değil, komşusunun avlusuna
park edip ayrılmışlar; maktulün oğlunun telefonunun kapalı
olması nedeniyle cevap vermediği için de ailesine haber
veremeden, Cuma Üzümcü’yü aracında öylece bırakmışlardır. Cuma
Üzümcü ertesi gün sabah oğlu tarafından van aracın içerisinde
ölü bulunmuştur.
Sanığın, madde 205 altında mahkum edilebilmesi için,
Maktulün ölümünün, Sanığın kanunsuz fiili, yanı darbı
neticesinde olduğunun İddia Makamı tarafından ispat edilmesi
gerekmektedir.
Sanık ile maktul arasında cereyan eden olayın ayrıntıları
ile ilgili taraflar arasında ihtilaf yoktur. Ancak Cuma
Üzümcü’nün ölümünün Sanıktan kaynaklanan darbe neticesinde
olup olmadığı, Cuma Üzümcü’nün olay yerinde değil ertesi sabah
ölü bulunduğu cihetle ihtilaf konusudur. Bu nedenle, bu husus
10
ile ilgili Bidayet Mahkemesi huzurunda teknik bilirkişi
şahadeti sunulmuştur. Uzman tanık konumuna giren Doktorların
şahadetlerini tezekkür etmeden önce, Sanığın hangi koşullarda,
hukuken Cuma Üzümcü’nün ölümüne sebep olabileceği ile ilgili
hukuki prensiplerin tespit edilmesi gerekir.
Sanığın, Maktulü öldürmek suçundan mahkum olabilmesi için,
Maktulün ölümü ve Sanığın kanunsuz fiili arasında olgusal bir
bağlantı bulunması gereklidir.
R.v White (1910) 2 KB 124’de yayınlanan davada; Sanığın
annesinin gece uyumadan önce içtiği içeceğe zehir koymasını
izleyen ertesi sabah annenin ölü bulunmasına rağmen, annesinin
zehirli içecekten çok az içtiği ve ölümünün zehirden değil de,
normal nedenlerden bir ölüm olduğu tespit edildiği nedeniyle,
Sanık annesini öldürmek suçundan değil, ancak annesini
öldürmeye teşebbüs etmek suçundan mahkum edilmiştir.
Olgusal bağlantı Blackstone’s Criminal Practice 2006
A.1.22’de şu şekilde izah edilmiştir:
“Factual causation is sometimes referred to as ‘but for’
(or sine qua non). Causation, because it can be
established only where the alleged result would not have
occurred, or would not have occurred at the time or in
the way it did, ‘but for’ the defendent’s act or culpable
omission.”
(Fiil veya ihmal ile ölüm arasında olgusal bağlantı
kurulabilmesi için, sonucun, yani ölümün, Sanığın fiili
veya ihmali olmamış olsa, o vakitte ve o şekilde
olmayacağının belirlenmesi gerekir.)
Ölümden, Sanığın hukuken sorumlu tutulabilmesi için de,
ölüme, Sanığın kanunsuz fiilinin esaslı ve ağırlıklı bir
şekilde neden olmuş olması gerekir.
11
Bu konuda R.v Smith (1959) 2QB 35 davasında, şu görüşe yer
verilmiştir:
“(ı) ..… if at the time of death the original wound is
still an operating cause and a substantial cause
then the death can properly be said to be the result
of the wound albeit that some other cause of death is
also operating. Only if it can be said that the
original wounding is merely the setting in which
another cause operates can it be said that the death
does not result form the wound .... only if the
second cause is so overwhelming as to make the
original wound merely part of the history can it be
said that the death does not flow from the wound.”
(Eğer ölüm saatinde, orijinal yara ölüme neden olan
esas ve ağırlıklı neden ise, ölümün yara neticesinde
olduğu kabul edilebilir. Bu, ölüme sebep olabilecek
başka nedenler olsa dahi kabul edilir. Ancak orijinal
yara, esas ölüm nedenine bir altyapı oluşturmuş ise,
o zaman ölümün yaralanma neticesinde olduğu kabul
edilmez. İkinci neden, esas yaralanmayı ancak
geçmişte yer alan bir olay konumuna koymuşsa, o zaman
ölümün yaralanma neticesinde olmadığı kabul edilir.)
Yine, R.v Dysan 1908 2 KB 454 davasında, şu görüşe yer
verilmiştir:
“The proper question ……… was whether the prisoner
accelerated the child’s death by the injuries which he
infected December 1907. For if he did, the fact that the
child was already suffering from meningitis, from which
it would in any event have died before long, would afford
no answer to the charge of causing its death: (Rex.v.
Martin)
(Doğru soru, Sanığın çocuğa, Aralık 1907’de verdiği
yaraların ölümünü hızlandırıp hızlandırmadığıdır. Eğer
hızlandırmışsa, çocuğun menenjitten dolayı zaten öleceği
12
iddiası, Sanığın çocuğun ölümüne neden olmasına bir
müdafaa teşkil edemez.)
Yine, R.v Cato 62 Cr. App R. 41 davasında, şu görüşe yer
verilmiştir:
“As a matter of law, it was sufficient if the prosecution could establish that it was a cause, provided
it was a cause outside the de minimis range, and
effectively bearing upon the acceleration of the
moment of the victim’s death.”
(Hukuken, İddia Makamının, maktulün ölümüne neden
olduğunu, bunun çok küçük bir katkı dışında bir katkı
olduğunu ve esasen maktulün ölüm anını süratlendirdiğini
ispat etmesi gerekir.)
Bir diğer prensip ise, mağdurun kendine has özel durumu
nedeniyle, Sanığın kanunsuz fiilinden beklenebilecek boyuttan
farklı bir şekilde etkilenmesinin de, Sanığa bir çare
bahşetmeyeceğidir. Sanık, mağduru, olduğu şekliyle bulur. Buna
Ceza Hukukunda da, yumurta kafatası kuralı (egg shell skull
rule) denmektedir.
Aynı kitabın A.1.26’da, bu konuda şu sözler yer alır:
“In criminal cases, as in tort, D must ordinarily take his
victim as he finds him. If, for example, the victim of
his assault is unusually vulnerable to physical injury as
a result of an existing medical condition, or old age, D
must accept liability for any unusually serious
consequences which result.”
(Haksız fiillerde olduğu gibi, ceza davalarında da, Sanık,
mağduru, olduğu şekliyle kabul etmelidir. Örneğin; eğer
mağdur, mevcut bir tıbbi rahatsızlığı veya
yaşlılığı
13
nedeniyle fiziki yaralanmaya olağanüstü bir tepki
verirse, Sanık beklenmedik ciddi netice için sorumluluk
kabul etmelidir.)
Sanığın, kanunsuz fiilinden sonra, 3. kişi veya kişiler
tarafından yapılan fiil veya ihmalin, Sanığın kanunsuz fiili
ile mağdurun ölümü arasındaki bağlantıyı koparacak nitelikte
olması halinde, Sanık, fiilinin neticesinden sorumlu tutulmaz.
Bu konuda aynı kitabın A.1.27’de şu sözler yer alır:
“A defendant will not be regarded as having caused
the consequence for which it is sought to make him
liable if there was a novus actus interveniens (or
new intervening act) sufficient to break the chain of
causation between his orginal action and the
consequence in question. Although his original act
may remain a factual cause, but for which the
consequence would never have occurred, the
intervening act may supplant it as the imputable or
legal cause for the purpose of criminal liability.
This intervening act may be the act of a third party,
an act of the victim or an unforeseeable natural
event, sometimes called an ‘act of God’ These three
variants will be considered in turn, but one general
point may be made at the outset; no such intervening
act can break the chain of causation it it merely
complements or aggravates the ongoing effects of the
defendant’s intial conduct. Suppose, for example,
that D attacks V, inflicting grave injuries, and that
V later suffers further injuries, caused by his own
foolishness, or by E’s misconduct, or by some natural
disaster. If V eventually dies of his cumulative
injuries,there can be no question of the chain of
causation being broken. The chain of causation can be
broken only where the effect of the intervening act
is so overwhelming that any intial injuries are
relegated to the status of mere historical
background.
(Bir davalıyı bir sonuçtan sorumlu tutmak isterken,
Davalının hareketi ve sonuç arasındaki bağı koparacak
mahiyette yeni bir olay veya fiil olması halinde,
Davalı o sonuçtan sorumlu tutulamaz. Davalının
orijinal hareketi neticeyi getiren olgusal bir neden
14
olarak kalsa da, araya giren fiil, cezai sorumluluk
açısından hukuki neden olarak yerini alabilir. Araya
giren fiil bir üçüncü kişinin hareketi, mağdurun
hareketi veya öngörülemeyen doğal bir olay olabilir.
Araya giren fiil, eğer olayı ağırlaştırır veya uyumlu
bir şekilde devamını sağlarsa hiçbir şekilde illiyet
bağını koparmaz. İlliyet bağı ancak araya giren
hareketin, ilk yaralanmayı ancak tarihi bir olgu
statüsüne getirdiği takdirde olabilir.”
Bu hukuki prensipler ışığında, Sanığın darp fiilinin Cuma
Üzümcü’nün ölümüne olgusal olarak sebep olup olmadığına ve
olgusal bağlantı bulunduğunun kabul edilmesi halinde, Sanığın,
Cuma Üzümcü’nün ölümünden hukuken de sorumlu kabul edilip
edilemeyeceğine karar verilmelidir.
28.10.2009 tarihinde, Görneç köyünde, Sönmezler
Kahvehanesinde, Sanık ile Cuma Üzümcü arasında yer alan olay
ve ondan sonra, Cuma Üzümcü’nün kendi aracının arkasına
konarak, aracın komşusunun bahçesine park edilip bırakıldığı
hususlarında ihtilâf yoktur.
Cuma Üzümcü’nün ölüm sebebi ile ilgili İddia Makamı ve
Savunma arasında farklı iddialar ileri sürülmüştür. İddia
Makamı, Sanığın kanunsuz fiili, yani kanunsuz bir şekilde
Maktulü darp etmesi neticesinde, Maktulde var olan kalp damar
hastalığının, olayın efor ve stresi neticesinde aktif hale
gelmesiyle, Maktulün öldüğünü iddia etmektedir. İddia Makamı,
bu iddiasını ispat etmek için Tanık 11 Dr.İdris Deniz, Tanık
15 Neslihan Köseoğlu, Tanık 16 Dr. Mehmet Özbay ve Tanık 17
Dr.Hüseyin Sarı’yı tanık olarak dinletmiş ve Emare 16 olarak
28.10.2009 tarihli otopsi raporunu, Emare 23 olarak T.C Adalet
Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi Raporunu, Emare
24 olarak T.C. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu İhtisas
Kurulunun 1. Raporunu ve Emare 26 olarak T.C Adalet Bakanlığı
Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesi
Raporunu sunmuştur.
15
Savunma, İddia Makamı tarafından Emare 23, Emare 24 ve
Emare 26 Raporların, meselenin tahkikat memuru tarafından
ibrazına itiraz etmiş değildir. İbraz edilen evrakta
belirtilenler geçerli şahadet konumunda olmakla birlikte,
sözlü şahadette olduğu gibi, Bidayet Mahkemesi tarafından
şahadet kurallarına göre değerlendirilmelidir. Evrağın
muhteviyatını karşı taraf doğru kabul etmediği takdirde, evrak
içerisinde yer alan hususların
Mahkeme huzurundaki diğer
şahadet gibi tezekkür edilmesi gerekir. Evrağın emare
yapılmasına itiraz yapılmadığı takdirde, o evrakta yer alan
her hususun ispat edilmiş olgu olarak kabul edilmesi
yanlıştır. Savunma tarafından Emare 24 raporun, emare olarak
tahkikat memuru tarafından ibraz edilmesine itiraz edilmediği,
ancak muhteviyatının kabul görmediği, Bidayet Mahkemesi
huzurundaki şahadetten görülmektedir. Bu durumda, Bidayet
Mahkemesi, raporu destekleyen Dr.Hüseyin Sarı’nın şahadeti ile
raporu kabul etmeyen Savunmanın tanıklarının şahadetlerini
birlikte inceleyerek, Cuma Üzümcü’nün ölümüne Sanığın darp
fiilinin neden olup olmadığına karar vermesi gerekmekteydi.
Emare 24 Rapora bakıldığında, 7 sayfalık raporun ancak ½
sayfalık kısmının bu kurul tarafından hazırlandığı, raporun 6
½ sayfasının KKTC Adli Makamlarından gönderilen iki ifade ile
otopsi raporunu, KKTC Devlet Labaratuvarı Müdürlüğünden
gönderilen sonuçları ve Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas
Dairesinin, 9.12.2009 tarihli otopsi raporu ile Kimya İhtisas
Dairesinin 8.11.2009 tarihli raporunu ihtiva ettiği görülür.
Raporun sonuç kısmı aynen şöyledir:
“SONUÇ:
28.10.2009 tarihinde alkol alırken çıkan tartışma
sonrası gece baygın vaziyette iken arabasına konularak
arabası ile evine yakın bir yere getirilip bırakıldığı,
sabah oğlu tarafından evine yakınına bırakılan arabanın
16
içinde ölü olarak bulunduğu bildirilen Cuma Üzümcü
hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan
veriler birlikte değerlendirildiğinde;
1. Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre kanda
saptanan 280 mg/dl etil alkolün öldürücü düzeyde
olmadığı, aranan diğer toksik maddelerin bulunmadığı,
2. Otopside tanımlanan makroskopik ve mikroskopik
bulgulara göre yaygın travmatik bulguları bulunan kişinin
ölümünün kendisinde mevcut kalp damar hastalığının olayın
efor ve stresi ile aktif hale geçmesi sonucu meydana
gelmiş olduğu kişinin vücutunda tanımlanan; sıyrık ve
ekimotik lezyonların tamamının basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadıkları oy
birliği ile mütalaa olunur.”
Huzurumuzdaki davayı ilgilendiren sonuç kısmının 2.
maddesidir. Burada “kişinin ölümünün, kendisinde mevcut kalp
damar hastalığının, olayın efor ve stresi ile aktif hale
geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu” belirtilmiştir. Bu,
kurulun kanaatidir. Bu kanaate nereye dayanılarak varıldığı
izah edilmemektedir.
Bizim Hukuk sistemimizde, bilirkişi kabul edilen bir
kurumun görüşünün sorgusuz kabul edilmesi ve o görüşü
benimsemesi mümkün değildir. Mahkeme, bilirkişinin kararına
etken olan olaylar hakkında bilgilendirilmeli ve kendisi bir
kanaate varabilmelidir. Aksi takdirde, mahkeme kendisi karar
vermeyip başka birinin kendi yerine karar vermesini kabul
etmiş olur.
Emare 16 otopsi raporuna bakıldığı zaman, burada otopsiyi
yapan Dr.İdris Deniz’in “travmanın kişi üzerinde oluşturacağı
stres, korku ve benzeri durumlar ile almış olduğu alkolün
etkisi ile kişide mevcut hastalığın kompanse durumundan
dekompanse hale gelmiş olabileceği” sözleri yer almakta ve
kesin ölüm sebebinin İstanbul Adli Tıp Kurumundan sorulması
tavsiye edilmektedir. Durum böyle iken, Emare 24 rapor, Emare
16 otopsi raporundaki soruyu tatmin edecek bir izahat
17
içermemekte ve rapor, otopsi raporunda ifade edilene benzer
bir ifadeyle olayın efor ve stresi ile maktuldeki hastalığın
aktif hale geldiğini belirtmekle yetinmektedir. Maktulün
mevcut hastalığının niçin aktif hale geldiği, yeterli bir
şekilde izah edilmemiştir.
Dolayısıyla Emare 24 eksik bir
rapor olarak kabul edilmelidir.
Esasen, Cuma Üzümcü’nün ne şekilde ölmüş olabileceği
konusu ile ilgili Bidayet Mahkemesi huzurunda, Emare 24
raporda imzası olan Adli Tıp Uzmanı Doktorun şahadeti ile
Savunma tarafından dinletilen Kalp Hastalıkları Uzmanı
Dr.Vedat Ertuna ve Adli Tıp konusunda Profesör Dr.Süleyman
Serhat Gürpınar’ın şahadetleri vardır.
Emare 24 raporda,
Kardiyoloji Uzmanı olarak görülen Prof.Dr.Sedat Tavşanoğlu da
İddia Makamı tarafından şahit olarak dinletilmemiştir. Bidayet
Mahkemesinin, Sanığın darp fiilinin, Cuma Üzümcü’nün ölümüne
neden olup olmadığı hususuna sağlıklı bir şekilde karar
verebilmesi için, huzurundaki tüm şahadeti değerlendirmeli ve
tıbbi şahadet ışığında, Cuma Üzümcü’nün 28.10.09 tarihinde
Görneç köyündeki Sönmezler Kahvehanesi’nde, Sanık tarafından
darp edilmemiş olsa, van aracına konduktan sonra ölmeyeceği
bulgusuna varılıp varılamayacağını tezekkür etmeliydi. Bidayet
Mahkemesi ancak huzurundaki tüm tıbbi şahadeti değerlendirdikten sonra, Cuma Üzümcü’nün ölümü ile Sanık tarafından darp
edilmesi arasında olgusal bağ olup olmadığına karar vermesi
gerekirdi. Bidayet Mahkemesi bunu yapmamıştır.
Bidayet Mahkemesi kararında, (Mavi 354)’de savunma
tarafından şahadete çağrılan doktorların şahadetleri ile
ilgili şu görüşe yer vermiştir:
“Bu tanık (Prof. Dr. Süleyman Serhat Gürpınar) kararımızın
içeriğinde, Müteveffanın ölüm zamanı tespitinde de
değindiğimiz gibi kendisine tevcih edilen her soruyu
geniş bir bilgi yelpazesinde cevaplayıp, meseleyi başka
mecralara taşımak istediği tarafımızdan gözlemlenmiştir.
18
Kendisine tevcih edilen sorulara spesifik cevaplar vermek
yerine kaçamak, genel cevaplar verip Mahkemenin dikkatini
sürekli şahadet haricindeki olaylara dağdaştırma gayesi
gütmüştür.
Esasen Savunmanın her iki tanığının da, aynı saik
altında huzurumuzda şahadet verdiği müşahade
edilmiştir. Ne var ki Müdafaanın her iki tanığı da
İddia Makamı tanıklarının Mahkemeye aktarmış olduğu
şahadeti nakzedici şekilde değildi. İddia Makamının
mahkemeye aktarmış olduğu şahadeti tamamıyle kabul
etmelerine karşın, belki Mahkemenin aklına bir şüphe
düşürürüm saiki ile hareket ettikleri açıklıkla
görülmektedir.”
Bidayet Mahkemesi, esasen, Maktulün kalp rahatsızlığı
nedeniyle öldüğünü kabul ettikten sonra, huzurunda var olan
Kalp Uzmanının şahadetini tezekkür etmeden, huzurundaki tıbbi
şahadeti değerlendirmesi hatalı olmuştur.
Yargıtay, Bidayet Mahkemesi huzurunda şahadet veren
tanıkların şahadetlerine Bidayet Mahkamesinin inanıp inanmamak
hususunda verdiği kararlara genellikle müdahale etmemeyi
tercih eder; meğer ki, Bidayet Mahkemesi hata yapsın. Ancak,
huzurumuzdaki birleştirilerek dinlenen istinafta, Bidayet
Mahkemesinin huzuruna getirilip de tezekkür etmediği ve kabul
etmediği şahadet, uzman konumunda 2 doktor tanığın
şahadetidir. Bidayet Mahkemesinin huzurunda şahadet veren
uzman doktorların bir tanesi kalp uzmanıdır ve Cuma Üzümcü’nün
kalp damar hastalığı nedeniyle öldüğü kabul edildikten sonra,
bihassa bu tanığın şahadetini teferruatlı bir şekilde
incelemeden ve niçin bu teknik şahadeti kabul etmediğini,
şahadete dayanarak belirtmeden reddetmemesi gerekirdi. Bidayet
Mahkemesi, savunmanın uzman tanıklarının şahadetlerini
incelememekle hata yapmıştır.
Bidayet Mahkemesi huzurundaki 3 uzman şahadeti
incelediğimiz zaman, İddia Makamı Tanığı Adli Tıp Uzmanı
Dr.Hüseyin Sarı’nın, Mavi 194’de Cuma Üzümcü’ye uygulanan
19
efor, darp, itişme, kakışma sonrası maktulde oluşan stresin
kalbe nasıl etki ettiği sorusuna şu şekilde cevap verdiği
görülür:
“C. Adrenalin, noradrenalin dediğimiz hormanların kana
salgılanması ile tansiyon yükselmesi olur, bu tür
vakalarda zaten beklenen bir durumdur. Sağlıklı
insanlarda da bu salgı olur fakat sağlıklı insanların
kalbi sağlam olduğu için bu kişiler bunu tolere
edebilirler kalpleri yetmezliğe girmez ancak kalp
hastası olan kalp damarlarında darlık olan kişilerde
bunu tolere edemezler ve kalp yetmezliğe girebilir.”
Mavi 195’de ise tanık şöyle demiştir:
“S. Bu Cuma Üzümcü’nün ölümüne esas olan etki nedir?
C. 2 olay var. 2 olayla bunu açıklayabiliriz. Biri
kişinin kronik kalp hastası olması, ikincisi bir kavga
sırasında boğuşmaya ve travmaya maruz kalmış olması.
İki faktör vardır bu iki faktörün birleşmesi ile ölüm
gerçekleşmiştir. Sadece bir olayla bunu
açıklayamayız.”
Mavi 200’de ise şöyle denmiştir:
“Bu olayda kişide bir hastalık olmakla birlikte harici
müdahale ile bu hastalığın aktive olması sonucu ölüm
gerçekleşmiş olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyle bu bir
doğal ölüm değildir, Patolojik ölüm değildir, travma
etkisi ile kendi hastalığının aktive olması sonucu
oluşmuş bir ölümdür.”
Savunma Tanığı Kalp Uzmanı Dr. Vedat Ertunç ise, Mavi
261’de ise şöyle demiştir:
“efor tabi ki kalp hastalığı açısından risk faktörü.
Risk faktörlerinden biri. Efor kalp krizini tetiklemiş
olabilir, olmayabilir de. Neden? Çünkü her efordan
sonra o zaman insanların kalp krizi geçirmesi lazım.
Belli işte bu bilmediğimiz başka mekanizmalardan
dolayı, bilinmeyen başka faktörlerden dolayı kalp
krizinin zamanını belirlemek çok zor. Sadece efor
sarfetti bu kişi, kalp krizi geçirdi demek kesinlikle
yanlıştır. Çünkü olayın içine bir sürü alkol alımından
20
tutun daha önce kalp hastası olduğuna bakın ve işte
muhtemelen sigara da kullanıyordur bu hasta, kendine
dikkat etmeyen bir kişi raporlardan anlaşıldığı kadarı
ile bu kişi efor sarfetmese bile risk faktörlerine
bakarak gece uykuda bile kalpten ölebilirdi. Gece uyku
sırasında ani olan ritim bozukluğundan
kaybedilebilirdi. Biraz tuz alımından fazla aşırıya
kaçsa, yemeye kaçırsa kalp yetmezliğinden
kaybedilebilirdi. Yani bu vaka ciddi bir kalp hastası
kendine kesinlikle dikkat etmesi gerekiyordu. En ufak
bir dış faktör sigara alımından tutun, travmaya tutun,
işte şeker düzensizliği efor sarfetmesinin hepsi
tetikleyebilir. Bunlardan bir tanesini suçlamak
kesinlikle yanlıştır.”
Mavi 263’de ise şöyle denmiştir:
“olayın eforu stresi tabi ki kalp hastalığını kötü hale
getirebilir, getirmeyebilir. Bu dediğim gibi 1. maddede
alkolün kendi miktarı bile 261 ve 280 o bile kalp
hastalığını ortaya çıkarabilir. Olayın travması, işte
travma derken psikolojik travma bile bu kalp hastalığını
aktif hale getirebilir veya getirmeyebilir. Bu sadece
bir faktör üzerinden, ben baştan beri hep aynı şeyi
söylüyorum, kusura bakmayın, bu kalp hastalığının bir
ciddi risk faktörlerinin yanında bir sürü bilinmeyen
risk faktörleri içinden sadece bir tanesi yani sadece
buna suçlayarak bu travmayı bu stresi suçlayarak bu kişi
kalp krizi geçirdi veya geçirmedi demek kesinlikle
yanlıştır.Yani bunu ben özellikle yine söylüyorum.
Travma, stres, psikolojik stres, psikolojik travma da
diyebiliriz kalp hastalığını meydana getirdi veya
getirmedi demek tamamen subjektif bir yaklaşımdır. Çünkü
olayın bir sürü fizyo patalojik mekanizması var, yani
buna bağlamak yanlıştır kalp krizini. O zaman her
travmadan sonra her kalp hastasının kalp krizi geçirmesi
lazım. Öyle bir şey olmadığına göre buna tamamen
bağlanma yanlıştır.”
Mavi 274’de ise:
“bu kişi kalp hastası, kalp yetmezliği kroner kalp damar
hastası. Bu kadar miktar alkol bile ciddi bir ritim
bozukluğu, kompanse olan kalp yetmezliğini dekompanze
kalp yetmezliği hale getirebilir. Az miktarda bile biz
izin vermiyoruz kalp yetmezliği olan hastalara. Az
21
miktarda hocam çok az içeyim diyor, birazcık, arada,
haftada bir bile ona da izin vermiyoruz”
doğrultusunda şahadet vererek, maktulün ölümünün sadece
travmaya bağlı olarak yer aldığını söylemenin mümkün
olmadığını, kalp krizi için birçok başka faktörün etken olmuş
olabileceğini ileri sürmüştür.
Adli Tıp uzmanı Prof.Dr.Süleyman S.Gürpınar da şahadetinde
Mavi 301’de şöyle demiştir:
“Peki efendim bu şeyi okudunuz girişte olan çekişme,
itişme kavga ne derseniz deyiniz neticesi bir efor
sarfedilmiştir. Bu münhasıran bu efora bağlı ölümle
neticelendi. Kalp durdu, yetmezlik durumuna girdi diye
bilirmiyiz?
C.Bunu doğrudan söylemek tıbben mümkün değil. Çünkü kalbin
son yetmezlik tablosuna girip durmasına yol açan hangi
tür faktörler olduğunu tıbben ayırt etmek çok mümkün
değil. Yani hiç mümkün değil, çok mümkün değil derken.
Çünkü kalbin hangi faktörleri altında ve örneğin burda
stres faktörü çok önemli çünkü stres faktörü dediğimiz
bir travma olayı var. Karşılıklı bir travma olabilir.
Kişinin kendisi travmaya maruz kalmış olabilir. Kişi
kendisi saldırgan davranmış olabilir. Bütün bunların
hepsi bir stres faktörü. Bu stres faktörü tek başına
öldürücü nitelikte de olabilir, olaydan hemen sonra
yaşadığı başka stres faktörleri de ölüme etki etmiş
olabilir. O yüzden bunları ayırt etmek hiç mümkün değil
tıbben. Burda da zaten Adli Tıp Kurumu’nun raporunda da
bizim adetimiz veçhile şu şekilde yazılmamış ona
dikkatinizi çekiyorum. 2. paragraf yani sonucun 2.
paragrafında “kişinin ölümünün kendisinde mevcut kalp –
damar hastalığının, olayın efor ve stresi ile aktif hale
geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu’diyor. Burda adli
tıp uygulamasında şöyle bir nüans var. Onu bir önceki
Mahkemede de ben belirtmiştim şimdi sizin de takdirinize
sunmak istiyorum. Sayın Heyete. Şimdi biz travmanın efor
ve stresi ile olayın efor ve stresini ayırt ederiz.
Travmanın efor ve stresi kişinin kendisinin aktif
olmadığı ve kendisinin tamamen pasif olduğu bir
durumunda travma kalp hastalığını aktif hale getirmişse,
travmanın efor ve stresi ile kalp hastalığını aktif hale
getirmesi olur. Ancak olayın efor ve stresi dersek,
burda ki Adli Tıp Kurumu, 1. İhtisas Kurulu bu nüansa
aslında dikkatini çekiyor. Kişinin de karışmış olduğu
bir olay var. Yani kişi sadece travmaya maruz kalmıyor.
22
Kişi de olayın içinde ve bu olay dolayısıyla kişinin de
saldırganlığı yani bu saldırganlık fiziksel saldırganlık
olmayabilir, sözlü de olabilir, fiziksel de olabilir.
Onun stresi faktörü de kişiyi etkilediği anlamına
geliyor Adli Tıp Kurumu’nun bu raporu.”
Mavi 315’de ise:
“Konuşmamın başında da söylediğim gibi alkolü devamlı
kullanan bir kimsenin alkollü iken ani ölümüne maruz
kalma şansı her zaman çok yüksektir. Alkolün öldürücü
düzeyde olmasına bağlı değil. Çünkü bu kişinin bir kere
karaciğer yetmezliği var ve her alkol aldığınızda
karaciğer o alkolün zehirini detoksifiye etmek için
ayırca çalışıyor ve bu kişinin karaciğeri de zaten
yetmezliğe girmiş durumda. Yani hem ağırlığı azalmış hem
de zaten hücresel olarak yağlanmaya başlamış. Dolayısıyle
bu kişinin ve karaciğer yetmezliğinin de kalp üzerine
etkisi var. Yani biz Adli Tıp uygulamasında bu tür
ölümlerle çok karşılaşıyoruz. Yani alkol almış kişilerin,
alkolik kişilerin karaciğerde de alkole bağlı
hastalıkları olan kişilerin öldürücü düzeyde olmaksızın
da ani ölümleri ile karşılaşıyoruz. Bu hangi mekanizma
ile oluyor. Karaciğerin üzerinden kalbe yüklenme + kalbin
ritim bozukluklarına yol açması nedeni ile alkolün
kendisi tekrar söylüyorum öldürücü düzeyde olmasa bile
ani kalp ölümlerine yol açabilir.”
demiştir.
Savunmanın 2. tanığı da, efor ve stresin, Cuma Üzümcü’nün
hastalığını aktif hale getirebileceğini kabul etmekle
birlikte, Cuma Üzümcü’nün Sanığın kanunsuz fiili dışında bir
nedenden dolayı, (alkol alımı gibi) hastalığını aktif hale
getirmiş olabileceğini; Cuma Üzümcü’nün sırf Sanığın darbı
neticesinde hastalığının aktive edildiğini söylemenin mümkün
olmadığını ileri sürmüştür. Yani savunma tanıkları, İddia
Makamı tarafından şahadette ifade edildiği şekilde, Cuma
Üzümcü’nün, Sanığın, kanunsuz fiili neticesinde hastalığının
aktif hale getirebileceğini kabul etmekle beraber, hastalığın
başka nedenlerle de aktif hale gelmiş olabileceğini
söylemektedirler. İddia Makamı tarafından ibraz edilen
Emare
16 otopsi raporunda da, Cuma Üzümcü’nün alkol alması nedeniyle
23
hastalığının aktif hale gelebileceği İddia Makamı Tanığı Dr.
İdris Deniz tarafından da ifade edilmiş bir husustur.
Bir ceza davasında, İddia Makamı, Sanığın itham edildiği
suçu işlediğini, makul şüphenin ötesinde ispat etmelidir.
(Yargıtay/Ceza 29/73) Savunma tarafından ileri sürülen olgular
ve izahatın makul bir şüphe yaratması durumunda, Sanığın suçu
makul şüphenin ötesinde kanıtlanmadığından, Sanığın beraat
ettirilmesi gerekir. Bidayet Mahkemesi huzurundaki uzman
tanıkların şahadetleri neticesinde, İddia Makamının Cuma
Üzümcü’nün Sanık tarafından darp edilmesi neticesinde mevcut
hastalığının aktif hale gelerek, ölümüne neden olduğunu makul
şüpheden ari bir şekilde ispat ettiği kabul edilebilir mi?
Sanık Görneç’teki kahveye gitmeden önce içki içmiş,
kahvede de içki içmeye devam etmiştir. Kavgadan önce oturduğu
yerden bara kadar yürüyebilecek kadar iyi durumda olduğu
anlaşılmaktadır. Barda, Sanık ile aralarında sözlü atışma
sonrası, Sanık ile aralarında itişme kakışma olmuş, Sanık ile
birlikte Cuma Üzümcü yere düşmüş ve Sanık tarafından darp
edilmiştir. İtişme, düşme ve darp sonrası, Cuma Üzümcü Sanık
dışında kişiler tarafından aracına koltuk altlarından
tutularak götürülmüş ve karşı koyması neticesinde aracın ön
tarafına oturtulamayarak van aracın arkasına bırakılmıştır.
Otopsi raporunda yer alan koltuk altlarındaki izler, vefat
etmesinden öncesine ait araca taşınmasından meydana gelen
izler olarak kabul edilmiştir.
İddia Makamı tanıkları, Cuma
Üzümcü’nün bu halini sarhoş olmasına atfetmişlerdir. Bidayet
Mahkemesi huzurundaki tüm şahadetten, İddia Makamının
iddiasının bu yönde olduğu kabul edilmelidir. Cuma Üzümcü’nün
aracına konma safhasında rahatsızlığının aktif hale geldiğine
dair bir iddia, İddia Makamı tanıkları tarafından ileri
sürülmüş değildir.
24
Cuma Üzümcü, Sanık dışında kişiler tarafından aracına
zorlanarak götürülmüş, karşı koyduğu nedeniyle, aracın ön
kısmına oturtulamadığından arka kısmına yatırılmış, üzeri
örtülmüş ve bırakılmıştır. Araç Cuma Üzümcü’nün
evine
götürülmemiş, komşusunun avlusuna bırakılmıştır. Evinin kapısı
çalınıp haber verilmemiş, oğlunun telefonunun cevap vermediği
gerekçesiyle Cuma Üzümcü araç içerisinde bırakılmıştır. Cuma
Üzümcü’yü bu şekilde bırakan kişiler ile ilgili İddia
Makamının herhangi bir soruşturması veya iddiası olmamış, bu
kişiler aleyhine soruşturma açılmamıştır. Her halükarda, Cuma
Üzümcü’nün ölüm nedeninin kavga sonrasında araçta bırakılması
neticesinde vukubulduğuna dair, savunmanın ciddi bir iddiası
veya şahadeti de yoktur. Otopsi raporunda, Cuma Üzümcü’nün
ölümünün ekim ayında yarı çıplak, kapalı bir araçta
bırakılması neticesinde olduğunu gösteren bir ibare olmadığı
gibi, bu doğrultuda da şahadet verilmiş değildir. Oksijensiz
kalma iddiaları, organların kan dolaşımı aksadığından ileri
gelen bir oksijensizlik olup, araçta kalmadan dolayı meydana
gelen bir oksijensizlik iddiası değildir. Bu şartlarda novus
actus interveniens, yani illiyet bağını koparacak yeni bir
fiil olduğunu kabul edecek şahadetin Bidayet Mahkemesi
huzurunda olmadığı kabul edilmelidir.
Cuma Üzümcü’nün ölüm saati ile ilgili karşılıklı iddialar
yapılmıştır. Bidayet Mahkemesi kararının Mavi 346-347’de ifade
edildiği gibi; Tanık Dr. İdris Deniz’in savunma tarafından
istintak edilmeyen şahadetinde belirtilen yani 27.10.2009 –
24.00 ile 28.10.2009
- 03.00 arası öldüğü bulgusunu Bidayet
Mahkemesi kabul etmekte hatalı değildir. Bidayet Mahkemesi
huzurundaki şahadet ışığında, 01.15’de Cuma Üzümcü halen
hayatta olduğundan, 28.10.09 tarihinde Cuma Üzümcü’nün 01.15
ve 03.00 arası öldüğünü kabul etmekle Bidayet Mahkemesi hata
yapmamıştır.
25
Cuma Üzümcü’nün ölümü, Sanığın kanunsuz fiili, yani
Sanığın Cuma Üzümcü’yü darp etmesi neticesinde mi olmuştur?
Sanık tarafından Cuma Üzümcü darp edilmemiş olsa, Cuma
Üzümcü’nün öldüğü yer ve saatte ölmeyeceği, Sanığın darbının
neticesinde Cuma Üzümcü’nün öldüğünü İddia Makamı makul
şüpheden öte ispat edebilmiş midir?
Bidayet Mahkemesi bu soruyu, İddia Makamı tanıklarının
şahadetlerini doğru ve tatmin edici kabul ederek olumlu
cevaplamıştır.
Bidayet Mahkemesi madde 205’in unsurlarını incelerken,
madde 211(d)’i kullanmıştır. İstinaf eden Sanık, madde 211’in
madde 205 maksatları için kullanılamayacağını, bu maddenin
sadece madde 210 maksatları için kullanılabileceğini ileri
sürmüştür.
Fasıl 154 madde 203’den 213’e kadar, “Taammüden
Katil ve Adam Öldürme” başlığı yasada yer almaktadır. Bu
kısımda yer alan maddelerde gerek bu maddelerde yapılan
tadilatlardan önce orijinal şeklinde, gerekse tadilat sonrası,
‘ölüme neden olma’ veya ‘ölüme sebep olma’ ibareleri yer
almaktadır. Madde 211’de ise, ölüme neden olma tabirinin
tanımı verilmektedir. Bu nedenle, madde 211’in sadece madde
210 için geçerli
olduğunu kabul etmek yanlış olur. Netice
itibarıyla, Bidayet Mahkemesinin madde 211’i kullanmakla hata
yaptığını kabul etmek mümkün değildir.
Bidayet Mahkemesi kararında; madde 205’in unsurlarını
sıraladıktan sonra, ithamnamenin tafsilat kısmında yer alan
“ölümüne sebep olma” sözleri nedeniyle, Fasıl 154 madde 211’i
de incelemiş ve Sanığın, maktulü darp etmekle kanunsuz bir
harekette bulunduğunu ve bu fiiliyle de madde 211(d)’de izah
edildiği gibi maktulün olümünü hızlandırdığından, ölümüne
sebep olduğunu kabul etmiştir.
26
Esasen Bidayet Mahkemesi “Cuma Üzümcü, Sanık tarafından
darp edilmemiş olsaydı ölmeyecekti” görüşünü kararına
taşımamıştır. Bidayet Mahkemesi Sanığın darp etmesinden
sonraki
bir zaman zarfında Cuma Üzümcü’nün öldüğü gerçeği
ışığında, ölümün Sanığın darbı neticesinde olduğunu kabul
ederek, Sanığı mahkum etme yönüne gitmiştir.
Bidayet Mahkemesi, yukarıda ifade edildiği gibi; Savunma
tanıklarının şahadetlerini yeterince değerlendirmemiştir.
Otopsiyi yapan Dr. İdris Deniz otopsi raporunda hastalığın
maktulün alkol alması nedeniyle de aktif hale gelebileceğini
ifade etmesine rağmen, Adli Tıp Kurumu bu noktayı yeterli bir
şekilde izah etmemiş ve aydınlatmamıştır. Savunma uzman
tanıkları da, otopsi yapan Adli Tıp Uzmanı ile aynı doğrultuda
Cuma Üzümcü’nün hastalığının darp dışındaki nedenlerden (ki
bunlar arasında alkol alımına da yer vermişlerdir) dolayı
aktif hale gelmiş olabileceğini izah etmişlerdir. Bidayet
Mahkemesi huzurunda, yukarıda aktarılan Dr.Vedat Ertunç ve
Profesör Dr.Süleyman S.Gürpınar’ın şahadetleri ışığında,
Sanığın sırf Cuma Üzümcü’yü darp etmesi neticesinde, Cuma
Üzümcü’nün kalp damar hastalığının aktif hale geldiğini kabul
etmek mümkün değildir.
Bu durumda, Savunmanın Sanık lehine bir şüphe yaratmaya
muvaffak olduğunu kabul etmek gerekir. İddia Makamı ise, gerek
Emare 24 Adli Tıp Kurumunun raporunun eksik olması nedeniyle,
gerekse bir kalp uzmanını şahadete çağırmamış olmakla,
Savunmanın yarattığı şüpheyi ortadan kaldıramamış ve Sanık
lehine bir şüphe oluşmasını önleyememiştir.
Sanık lehine Savunma tarafından yaratılan bu şüpheden,
Sanığın faydalandırılması gerekmektedir. Bu nedenle, İddia
Makamının Sanık aleyhindeki Fasıl 154 madde 205 altında
getirilen ithamı makul şüpheden ari bir şekilde ispat ettiğini
27
kabul etmek mümkün değildir. Bu durumda, Sanığın, Bidayet
Mahkemesinin Fasıl 154 madde 205 altında, Sanığı mahkum
etmekle hata yaptığı doğrultusundaki istinaf sebebi haklıdır.
Sanık, istinafında muvvaffak olmuştur ve Sanık adam öldürme
suçundan beraat etmelidir.
Sanık aleyhine ikame edilen ithamdan beraat etmesine
rağmen, Bidayet Mahkemesi huzurundaki şahadette, Sanığın, Cuma
Üzümcü’yü 28.12.2009 tarihinde Görneç’te, Sönmezler
Kahvehanesinde darp ettiği görülmektedir. Sanığın, Cuma
Üzümcü’yü darp ettiği hususunda taraflar arasında ihtilâf
yoktur.
Fasıl 155 madde 145 altında, sanığın, mahkeme huzurunda
mevcut şahadetten mahkum olabileceği başka bir suç bulunması
halinde, Yargıtayın yeni bir itham altında sanığı mahkum etme
yetkisi vardır. (Koutrouzas v The Republic (1972) 10 JSC 1324)
Fasıl 155 madde 145 (1)(c) aynen şöyledir:
145.(1) Yargıtay olarak Yüksek Mahkeme mahkumiyet
aleyhine yapılan bir istinafını karara bağlarken,
bu Yasanın 153.maddesi kurallarına bağlı olmak
koşuluyla :...........
“(c) Mahkumiyeti iptal edebilir,
ibraz edilen şahadetle istinaf edenin İlk
Mahkemede mahkum edilebileceği herhangi bir suçtan
ötürü istinaf edeni mahkum edebilir ve
gerekli cezaya çarptırabilir.”
Fasıl 154 madde 243 ‘de hakiki bedensel zarara neden olan
darp suçu şu şekilde izah edilmiştir:
“243: Any person who commits an assault occasioning actual
bodily harm is guilty of a misdeameanour and is
liable to imprisonment for three years.”
“243. Bedensel fiili
zarar veren eylemli bir saldırıda
28
bulunan herhangi bir kişi, hafif bir suç işlemiş
olur ve üç yıla kadar hapis cezasına
çarptırılabilir.”
Madde 145(1)(C) altında, bu safhada, Bidayet Mahkemesi
huzurundaki ihtilâfsız şahadet ışığında, Sanığın 28.10.09
tarihinde, Görneç’te, Sönmezler Kahvehanesinde Cuma Üzümcü’yü
darp ettiği, darp neticesinde Cuma Üzümcü’nün hakiki bedensel
incinmeye düçar kaldığı ,İddia Makamı tanıklarının şahadeti ve
otopsi raporunda İddia Makamı tarafından makul şüphe ötesinden
ispat edildiğinden, Sanığı, Fasıl 154 madde 243 altında
28.10.2009 tarihinde, Gazimağusa kazasına bağlı Görneç
köyünde, Sönmezler Kahvehanesi önünde, kendisine küfür ettiği
gerekçesi ile Cuma Üzümcü’ye kanuna aykırı bir fiil ile elleri
ve ayakları ile vücudunun muhtelif yerlerine vurmak, keza
yakasından tutup çekiştirip ve yere düşürmek suretiyle, Cuma
Üzümcü’nün hakiki bedensel incinmesine neden olacak şekilde
darp ederek, hakiki bedensel zarara uğramasına neden olmak
suçundan mahkum ederiz.
Sanığa ceza takdir etmeden önce Sanık Avukatına söz hakkı
veririz.
(Avukat Emre Kadri Mahkemeye hafifletici nedenlerini
sundu.)
Fasıl 154 madde 243 için öngörülen azami ceza 3 yıldır.
Dava ile ilgili tüm olguları, Sanığın 28.10.2009 tarihinde
tutuklandığını, 27.2.12 tarihinden itibaren hükümlü tutuklu
olarak cezaevinde olduğunu da dikkate aldıktan sonra, Sanığa
mahkum ettiğimiz dava ile ilgili olarak hapislik cezası takdir
etmeyi uygun görürüz. Hapislik cezasının süresini ise, bu
olaya has olgular ışığında 9 ay olarak tespit ederiz.
29
Netice itibarıyla, Sanık Fasıl 154 madde 205 adam öldürme
suçundan beraat eder, ancak madde 243 altında Cuma Üzümcü’yü
hakiki bedensel zarara uğratacak şekilde darp etme suçundan
mahkum edilir. Sanığa mahkum olduğu davadan 9 ay hapislik
cezası takdir edilir. Ceza süresi, Bidayet Mahkemesi karar
tarihi olan 27.2.12 tarihinden hesaplanacaktır.
Narin F.Şefik
Yargıç
8 Ağustos, 2012
Hüseyin Besimoğlu
Yargıç
Ahmet Kalkan
Yargıç
Download