ÖNSÖZ Zulüm, haksızlık ve tüm aşırılıkların varolduğu bir topluma indirilen Kuran, insanların dünyevi yaşamlarını düzene sokmuş, haksızlık, zulüm ve aşırılıkları kaldırmak suretiyle toplumsal düzeni sağlamıştır. Ahiret hayatının dünya fiilleriyle kazanıldığından hareketle, insanları Alah’ın varlığına, birliğine imana çağıran Kuran, bunun göstergesi olarak da müminleri ibadetle sorumlu tutmuştur. İnsan ve cinlerin yaratılış amaçlarının Allah’a ibadet etmek olduğunu belirten Kuran, bu amacın gerçekleşmesini sırf uhrevi amelleri yapmaya bağlamamış, farz kılınan ibadetleri yapmak kaydıyla, insanların dünya için çalışmalarından dolayı da uhrevi mükafat kazanacağını vurgulamıştır. Dünya işlerinden el etek çekip sırf ahirete yönelmeyi ve dünyayı boş vermeyi ayet ve hadislerle yasaklayan İslam dini yaşanabilir bir dünya düzeni tesis etmiş ve bu düzende Müslümanları, ifrat ve tefritten kaçındırarak ikisi arasında dengeli bir yaşama yönlendirmiştir. Yapmış olduğumuz bu çalışmada İslam dininin insanlardan, yaşamlarına tatbik etmelerini istediği bu denge sisteminin, çalışma ve aile hayatındaki durumunu incelemeye, ayet ve hadislerdeki bu orta yolu göstermeye çalıştık. Müslümanların yaşamış örneği olan Rasulullah’tan örneklerle işlemeye çalıştığımız konunun faydalı olacağını ümit etmekteyiz. Gayret bizden tevfik Allah’tandır. Çalışmam esnasında yol göstererek ufkumu açan ve tüm gayretleriyle beni destekleyen muhterem hocam Prof. Dr. Şevki Saka beye teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim. III İÇİNDEKİLER I.BÖLÜM ......................................................................................................................... 3 ÇALIŞMA HAYATI ........................................................................................................ 3 A-) GENEL OLARAK ÇALIŞMA HAYATI .............................................................. 3 1-) İslam’ın Çalışmaya Bakışı ........................................................................... 4 2-)Kazanç Yolları .............................................................................................. 9 a-)Zenginlik .................................................................................................. 12 b-)Tembellik ve Dilenme .............................................................................. 13 B-) DÜNYA AHİRET DENGESİ .............................................................................. 17 1-) Dünya İşlerinde Ölçü ................................................................................. 17 a-) Çalışmada Ölçü ....................................................................................... 17 b-) İsraf Etmemek ......................................................................................... 20 c-) Tevekkül .................................................................................................. 22 d-) Sabır .............. …………………………………………………………..23 e-)Adaletli Olma ........................................................................................... 25 2-) Ahiret İşlerinde Ölçü .................................................................................. 26 a-)Aşırıya Kaçmamak ................................................................................... 28 b-)Az da Olsa Devamlı İbadet ...................................................................... 30 c-)Havf ve Reca (korku ile ümit) Arası Yaşama .......................................... 31 3-) Kur’an’ın Dünyaya Bakışı ......................................................................... 33 a-)Dünya Hayatı Bir Oyun ve Eğlencedir ..................................................... 33 b-) Dünya Hayatı Aldatıcı Bir Metadır ......................................................... 34 c-)Dünya Hayatının Aldatıcılığı ve İnsanların Buna Karşı Uyarılması ........ 35 4-) Kur’an’ın Ahiret Hayatına Bakışı ve Ahiret Hayatını Tercih Etmesi ........ 36 II. BÖLÜM ..................................................................................................................... 38 AİLEVİ HAYAT ............................................................................................................ 38 A-) GENEL OLARAK AİLE ..................................................................................... 38 1- Tarihte Kadın ............................................................................................... 42 2-) Tarihte Evlenme - Boşanma ve Cinsellik................................................... 45 a-) Evlilik ve Cinsellik .................................................................................. 45 b-) Boşanma .................................................................................................. 50 3-) İslam Öncesi Dönemde Aile ...................................................................... 51 a-)Yahudilikte Aile ....................................................................................... 51 b-)Hıristiyanlıkta Aile ................................................................................... 54 c-)Cahiliye Toplumunda Aile ....................................................................... 56 B-) İSLAMDA AİLE ve İSLAMİ AİLEDE DENGE ................................................ 57 1-) İslam’da Kadın ........................................................................................... 57 2-) İslam’da Evlenme ve Boşanma .................................................................. 62 3-) İslam’da Aile .............................................................................................. 66 a-)Erkeğin ailenin reisi olması ...................................................................... 69 b-) Kocanın Uyması Gereken Kurallar (Hanımın Hakları).................................. 77 b1-) Nafaka Temini:................................................................................... 70 b2-)Kadına Darılmamak: ........................................................................... 71 b3-)Hanımına Karşı Hoşgörülü Olmak...................................................... 71 b4-)Kadını Dövmemek: ............................................................................. 72 b5-)Kadının Malına Dokunmamak: ........................................................... 72 IV b6-)Kadının Eğlenmesini Temin Etmek: ................................................... 72 b7-)Kadının Yaptıklarına Karşılık Vermek: .............................................. 73 b8-)Kadının İffetini Koruması: .................................................................. 73 b9-)Eşinin Sırlarını İfşa Etmemek: ............................................................ 73 b10-)Ayıplarını Araştırmamak: ................................................................. 73 b11-)Boşanma Hakkı: ................................................................................ 74 c-) Hanımın Uyması Gereken Kurallar (Kocanın Hakları) .......................... 74 c1-)Kocaya İtaat: ........................................................................................ 74 c2-)İffet ve Namusunu Korumak: .............................................................. 75 c3-)Eşinin Cinsi Arzularına Olumlu Cevap Vermek: ................................ 75 c4-)Aileyi Koruma Hakkı: ......................................................................... 76 c5.-)Çocukların Terbiyesi: ......................................................................... 76 V KISALTMALAR T.D.V.İ.A. T.C.B.A.A.K. Kurumu. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. : Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Aile Araştırmaları D.İ.B. : Diyanet İşleri Başkanlığı. M.E.B. : Milli Eğitim Bakanlığı. SAV : Sellellahu Aleyhi Vesellem. Çev. : Çeviren. a.s : Aleyhisselam. h. : Hicri. a.g.e. : Adı Geçen Eser. c.c : Celle Celalüh. s: : Sayfa. c: : Cilt. yay. : Yayınevi. İst. : İstanbul. Ank. : Ankara. t.y : Tarih yok. y.y : Yer yok. b. : İbn. Mad. : Maddesi. Fak. : Fakültesi. VI GİRİŞ İslam denge dinidir. İslam dininde hiçbir konuda aşırılık tasvip edilmemiş, insandan, dünya ve ahireti birlikte yürütmesi ve har iki alemde de mutlu olması beklenmiştir. İnsanın bu dünya gönderiliş gayesi imtihan olduğu için, bu dengenin ona sağlayacağı ilk ve en önemli fayda, şüphesiz ki imtihanı başarmasıdır. Allah (c.c.) insanoğlunu ona verilmiş olan cüzi bir irade ile yaratmış ve ona fiillerini seçme özgürlüğü bahşetmiştir. Bu sebeple kişi, sırf dünya için veya sırf ahiret için çalışabileceği gibi, çalışmalarında dünya ve ahiret mutluluğunu da esas alabilir. Nefis ve şeytanın galip geldiği kişi, sadece dünya için gayret sarf ederek ukbasını tehlikeye sokmuş olur. Bunun aksini yapıp kendisine ve sorumluluğunu taşıdığı kimselere bir nevi, zulüm ederek, ahiretini kazanmaya çalışan kişi ise dünyada mutlu olamaz. Fakat Ayet ve Hadislerin işaret buyurduğu şekli ile yaşayıp ikisi arsında orta bir yol tutan kimse ise hem bu dünyada mutlu, insanlara ve kendine faydalı bir şekilde yaşar hem de ahirette, gerçek saadet olan ebedi mutluluğa erişir. Müslüman kişinin, yaşamına tatbik etmesi gereken bu dengeli hayat tarzının nasıl olması gerektiğini, Müslüman’ın el kitabı olan Kuran’ın en iyi şekilde açıklayabileceği gerçeğinden hareketle, böyle bir çalışma yapmaya karar verdik. Bizlere göre yaşayan Kur’an olan Hz. Peygamberin hadislerinden de yaralanmamız böylesi bir konu için elzem olması hasebiyle, çalışmamızda Rasulullah’ın yaşantısından bolca örnekler sunmaya çalıştık. Hadisleri kullanırken elimizden geldiğince Kütüb-i Tis’a eserlerinden alıntı yaptık. Ayrıca Kur’an’ı daha iyi anlayabilmemiz için yazılmış tefsirlerin hem ilk dönem hem de son dönem yazılanlarından faydalanmayı uygun gördük. Ayetlerin meallerinde ise, maksadı en güzel ifade ettiğini düşündüğümüze esere göre farklı çağdaş alimlerimizin meallerini kullandık. Kur’an’a göre dünya ahiret dengesi konusunun, bir Müslüman’ın hayatını kapsayan tüm olayları içine alan geniş bir sahası olduğu için, konuyu bunların içerisinde en önemlisi olarak gördüğümüz, çalışma ve ailevi hayatta Kur’an’daki denge ile sınırladık. Bu çerçeve içerisinde tezimizi iki bölümde ele aldık. Birinci bölümde; genel olarak çalışma hayatını ve bu hayat içerisinde Kuran’ın Müslüman'a çizmiş olduğu rolü, ikinci bölümde ise; İslam öncesi dönemde aile hayatı ve kadının bu hayat içindeki yeri ile İslam’ın aile hayatına getirdiği yeni düzen ile kadın ve erkeğe yüklemiş olduğu görevlerin dengeli dağılımını araştırmaya gayret ettik. Çalışma hayatı bölümünde, genel olarak çalışma düzeni, kazanç yolları, tembellik ve dilenme ile zenginlikten bahsettik. Devamında dünya ve ahiret işlerinde İslam’ın öngördüğü ölçünün nasıl olduğu, Kuran’ın dünyaya nasıl baktığı ve dünyayı ne şekilde nitelediği, ahiret hayatına bakışı ile müminlerin ahireti tercih etmeleri konusunda Kuran’ın uyarılarına yer verdik. Ailevi hayat bölümünde ise; konunun daha iyi kavranabilmesi ve İslam dininin getirmiş olduğu farklı düzenin açığa çıkması açısından ilk önce, İslam öncesinde ailevi yaşantı ve kadının konumunu, bunun yanı sıra, yine aynı dönemde evlenme, boşanma ve akitlerinin uygulanışını araştırdık. Daha sonra, İslam’ın gelişi ve getirdiği esaslarla ailenin yeni yapısını, kadın-erkek dengesini, evlenme ve boşanmada taraflara tanınan hakları, aile içerisinde, kadın ve erkeğin görev ve sorumluluklarını araştırdık Araştırmamız boyunca hem iş hayatında hem aile hayatında davranışlarıyla bizlere ışık tutan Hz. Peygamberimizin sahih hadislerini, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için örnek olarak getirdik. Faydalı olabilmesi adına uğraş verdiğimiz çalışmamızın, hedefine ulaşması en büyük temennimizdir. 2 I.BÖLÜM ÇALIŞMA HAYATI A- GENEL OLARAK ÇALIŞMA HAYATI İnsanoğlu doğası gereği tek başına yaşamaya elverişli olarak yaratılmamıştır1. Bu sebeple ta ilk insandan günümüze insanlar, hayatlarını belli alanlarda iş bölümü yapmak suretiyle idame ettirmişlerdir. Hatta semavi olsun insan kökenli olsun hiçbir din, tek bir ferdi muhatap almamış, belli bir topluma hitabı esas almıştır. Bu açıdan bakıldığında belki de tüm dinlerin ortak olduğu tek nokta, muhatabın fert değil toplum olmasıdır. İnsanoğlu, yaratılışından başlayarak, hayatının tüm evrelerinde, hatta olgunluk ve ihtiyarlık çağında dahi, tabiatının sevkiyle geçinme vasıtalarına ve gıdaya muhtaçtır.2 Yüce Allah ayetinde: “Allah zengin, siz ise fakirlersiniz”3 buyurmuştur. Allah Teala yeryüzündeki her şeyi insanların istifadesine sunmuş ve onlar için hazır hale getirmiştir. Allah (c.c.) K. Kerim’de denizleri insanlara müsahhar kıldığını bildirmiş,4 insanlara denize güç yetirebilme kudreti vermiş ve onlara ise bu yönde çalışmayı, gayret etmeyi 1 Hucurat 49/13. İbn Haldun, Mukaddime, c:2, s:319, (Çev: Zakir Kadiri Ugan) M.E.B. Yay. İst. 1996. 3 Fatır 35/15. 4 İbrahim 14/32; Nahl 16/14. 2 3 bırakmıştır. Bunun gibi Allah Teala hayvanları, insanın emrine boyun eğdirdiğini,5 gemileri insanların emrine amade kıldığını6 belirterek, insanları onlara hükmedebilme kudretiyle donattığını vurgulamak istemiştir.7 Bakara sûresinde Allah’ın (c.c.) belirttiği gibi, insanlar yeryüzünün halifesi olarak yaratılmıştır. Halife olmak ise hükmetmeyi, idare altına almayı,8 kendine müsahhar kılmayı icap ettirir. Bu ise insanın gayretini, gücünü kullanmasını gerektirir. Alemde yaratılmış tüm varlıklar, insanlara aynı uzaklıktadır. Kim kudretini sarf edip onu elde ederse artık o, onun tasarrufuna geçer ve onun mülkü olur. Başkaları ise ancak karşılığının vererek bundan istifade edebilirler.9 İslam dini, dini hayat ile dünyevi hayatın girift olduğu, iki alana da hitap eden bir dindir. İnsandaki asıl amacın Allah’a ibadet etmek10 olması yanında, bu ibadet anlayışının çerçevesi çok geniş tutulmuş, insanın günlük çalışması, salih amel bağlamında ibadet ve imanla birlikte anılmıştır11. İnsanın bu günlük meşgaleleri içinde, İslam’ın, meşru ve gayri meşru kabul ettiği temel doneler mevcuttur. 1-) İslam’ın Çalışmaya Bakışı Yüce Allah insanı yoktan var etmiş ve dünya nimetlerini onun emrine müsahhar kılarak12 insanın rahat etmesine, mutlu olmasını sağlamış ve ona bir çok nimetler lütfetmiştir. Allah (c.c.) insana, diğer canlıların üstünde bir değer vererek, onu şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. Ayeti Kerime’de: “Yemin olsun Biz, Ademoğullarını üstün ve onurlu kıldık, karada ve denizde ulaşımlarını sağladık, temiz besinlerle onları rızklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk”,13 buyurulmuştur. Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu bu üstünlük şüphesiz ki insanın, lütfedilen akıl nimetini gerektiği şekilde kullanması ve O’na kul olmanın bir gereği olarak, rızasına uygun bir şekilde çalışıp, hayata hakim olmasıyla gerçekleşir. İnsanı diğer varlıklardan üstün kılan en önemli iki özelliği; aklının olması ve bu aklı 5 Hac 22/37. Casiye 45/12. 7 Haldun, a.g.e. c:2, s:320. 8 Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayış Işığında Kuran Tefsiri, c:13 , s:294, Bayraklı Yay. İst. Eylül 2001. 9 Haldun, a.g.e. c:2, s:30. 10 Zariyat 51/56. 11 Fussilet 41/8; Şura 42/22-23; Casiye 45/21-30. 12 Lokman 31/20; Casiye 45/13. 13 İsra 17/ 70 . 6 4 gerektiği ve istendiği şekilde kullanabilmesidir. Zira bunu gerçekleştiremeyen insanların, yine Kuran’ın ifadesiyle hayvanlardan daha aşağı olacağı açıktır.14 Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde gökleri, yeri ve üzerindekileri insanın emrine amade kıldığını belirtmiş ve düşünen toplumlar için, bütün bu yarattıklarında alınacak ibretler olduğunu vurgulamıştır.15 Yüce Allah (c.c.) insanların yeryüzünü araştırmalarını, göklerin nimetlerini incelemelerini, bunlar hakkında düşünmelerini, bu yönde çalışmalarını ve bu nimetlerden gerektiği faydalanmalarını insanlara öğütlemiştir.16 Bütün bunlara ulaşmanın gibi yolunun çalışmaktan geçtiği de açıktır. İnsanoğlu, yeryüzünün yegane hakimi ve halifesi olarak yaratılmıştır.17 İnsan, Allah (c.c.) adına yeryüzünde bir çok şeyin sorumluluğunu yüklenmiştir. Muhammed Esed, insanların yeryüzünün halifesi olduğunun belirtildiği ayette geçen: “Halife yaratacağım” tabirine; yeryüzüne sahip çıkacak, yeryüzünün kendisine emanet edileceği insan şeklinde anlam vermiştir.18 Halife kelimesinin Kuran’ın diğer yerlerindeki kullanımına baktığımızda19 da bu şekildeki tercümenin en uygun tercüme olduğunu görmekteyiz. İnsanın yeryüzüne sahip çıkıp, ona hükmetmesi de ancak bu uğurda çalışma ve gayret göstermekle mümkün olabilecektir. Bu da insanın halife olmasına vesile olacak yegane şeyin onun çalışması olduğunu göstermektedir. İnsana Cenab-ı Hakkın yüklemiş olduğu emanetler çok şerefli ve kaldırılabilmesi için gayretin gerekli olduğu ağır emanetlerdir. Kur’an’da: “Gerek şu ki, biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunmuştuk ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emaneti) insan üstlendi. Zaten o daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyaldir”20 buyurulmuştur. Bu ayette geçen emanet sözcüğüne müfessirler farklı anlamlar yüklemişlerdir. İnsana yüklenen en önemli emanet şüphesiz dini görevler ve şer'i mükellefiyetlerdir.21 Bunun yanı sıra Allah’ın insana lütfettiği 14 Furkan 25/44. Casiye 45/12-13. 16 Bakara 2/198; A’raf 7/32-10; Yasin 36/71. 17 Bakara 2/30. 18 Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, s:11-12, İşaret Yay. İst. 1999. 19 Enam 6/165; Neml 27/62;, Fatr 35/39. 20 Ahzap 33/77. 21 Vehbe Zuhayli, Tefsir’ul Münir, c:22, s:129, Dar’ül Fikr , Dımeşk , 1998. 15 5 beden en büyük emanetlerdendir.22 Bu emaneti dünya ve ahiretteki tehlikelere karşı korumak insanın en büyük görevidir. Müfessirler, emanet kelimesinin bunlardan farklı olarak, kişinin ailesi, eş ve çocukları, ana-baba ve akrabaları,23 çevresi, köyü, ilçesiyle, toplumu ve vatanı gibi24 diğer tüm değerlerinin de gireceğini belirtmişlerdir. Hadis-i Şerif’te: “Hepiniz çobanlarsınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz, onlara karşı sorumlusunuz”25 buyurulmuştur. İnsanın en yakınından başlayarak en uzağına kadar tüm bu aşamalarda mesuliyeti söz konusudur ve insan bu alanlardaki sorumluluğundan ancak sürekli bir gayret, çalışma ve çabayla kurtulabilir. Bu çaba, dünyaya ve ukbaya bakan yönleriyle ifa edilmeli ve emanetin en büyüğü olan dini yükümlülükler ve şer'i görevler26 unutulmamalıdır. Hz. Peygamber (S.A.V) çalışmanın gerekliliği üzerinde durmuş, tembellik ve dilenciliği de aynı derecede yermiştir. Hz. Peygamber: “Muhakkak ki Allah, çalışan, gayret gösteren mümin kulunu sever”27 buyurmuştur. “Hiç kimse eli ile kazandığından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah’ın (c.c.) peygamberi Davut da kendi elinin emeğini yerdi”28 buyuran Hz. Peygamber diğer bir hadis-i şerifte “yediğiniz en temiz lokma kendi kazancınızdan olan lokmadır ve çocuklarınız da sizin kendi kazancınızdandır”29 buyurmuşlardır. İnsanın el emeğinin, çalışmasının önemini belirten bu hadislerde belirtildiği gibi Kur’an-ı Kerim’de de Cenab-ı Hak, Hz. Davut’un (a.s) demircilik sanatına önem atfetmiş,30 bir peygamberin dahi çalışıp rızkını kazandığı, başkalarına el açmadığı belirtilerek bu durum insanlara örnek gösterilmiştir.31 Geçimi sağlamak için çalışmanın, insanın günahlarını bağışlatacağı müjdesini32 verecek derecede çalışmaya önem atfeden Hz. Peygamber( S.A.V.) gerek kişisel ve Ebi Abdillah Muhammed b. El-Ensari El-Kurtubi, El-Cami li Ahkam’il Kur’an, c:14 ,s:254 , Dar’u İhya’it Türas’il Arabi, Beyrut 1985 . 23 Kurtubi a.g.e. c:14, s:254. 24 Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c:6, s:342, Akçağ Yay. İst (T.y). 25 Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, El Buhari , Sahihi Buhari, Cuma 11 , Çağrı Yay. İst. 1992; Hüseyin b. Müslim b Haccac , Sahihi Müslim, İmaret 5, Çağrı Yay. İst. 1992. 26 Zuhayli a.g.e. c:22, s:125. 27 Abdurrahman b. El Kemal Celalettin es Suyuti, Ed Durul Men’sur fit Tefsir’il Mes’ur, c:8, s:238 Dar’ul fikr, Beyrut, 1993 . 28 Buhari, Büyu 15. 29 El Hafız Ebi Abdillah Muhammed b. Yezid İbn Mace, Sünen-i İbn Mace, Ticarat 1, Çağrı Yay, İst. 1992 . 30 Sebe 34/10-11; Enbiya 21/80. 31 Buhari, Büyu 15. 32 Şemsettin Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed Ebu Sehl Es-Serahsi, El Mebsud, c:30, s:245,(30 Cilt) Darul Marife, Beyrut (T.y.) . 22 6 gerekse toplumsal ihtiyaçların giderilmesi için çalışıp alın teri dökmeyi ve dünya malını elde etmeyi teşvik etmiştir.33 İslam dininde, dinini kurtarmak için dağlara çıkıp ibadetle meşgul olan,34 evlenmeyen, toplumdan kopuk, hayatın her türlü sorumluluğundan soyutlanan kişiler denebilecek ruhbanlık35 diye bir sınıf yoktur. Her ne kadar tarihi seyir içerisinde, İslam toplumunun refah düzeyindeki artmaya paralel olarak oluşan, dünyaya meyyal bir yaşam süren toplumsal kaymaya tepki niteliğinde, daha çok tasavvufi akımlarda bir uzlet hayatı görülse de36 bu, toplumdan tamamen kopma mahiyetine bürünmemiştir. Hz. Ömer dönemi ve sonrasında İslam devleti sınırlarının genişlemesi ve neticesinde elde edilen ganimet ve zenginliklerin halkın yaşam kalitesini artırmasının doğal bir sonucu olarak Müslümanların dünyevi meşgaleleri çoğalmıştır. Bu durum, İslam devletinin temellerinin oluşumu ve şahlanışına, nice zorluk ve eziyetlere göğüs gererek vesile olan bazı sahabelerde ve onları takiben tabii ve tebe-i tabiilerde, insanların İslam’dan kopmaları ve dini hassasiyetlerinin gevşemesi endişesini doğurmuştur.37 Bu endişe İslamın ilk devirlerinden itibaren farklı şekilleriyle vücut bulmuş, uhrevi hayata ağırlık verilmesi, dünya meşgalelerinin azaltılarak terk edilmesine karşın ibadet hayatının yozlaştırılması şeklinde tezahür etmiştir.38 Asıl olan ise Hz. Peygamber’in (S.A.V.) sahabelere çalışmalarını tavsiye etmesi ve onların çalışmalarını övmesi biçiminde şekillenen yaşam şeklidir. “Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gün Şad b. Muaz ile tokalaşmış, ellerinin nasırlı olduğunu görünce sebebini sormuş, Sad da çoluk çocuğumun geçimini sağlamak için kazma ve kürek ile çalışıyorum cevabını vermiş bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) ‘İşte Allah’ın sevdiği eller’ buyurarak iki elini öpmüştür”.39 Ayrıca yine Kur’an-ı Kerim’de “Boş kaldığın zaman hemen başka bir işe koyul”40 mealindeki ayetle Müslümanların boş vakti olamayacağı ve bu vakitlerin muhakkak değerlendirilmesi vurgulanmıştır. Müslüman boş vakitlerinin hesabını Muhammed El Meduv bi Abdirrauf El Münavi, Feyzul Kadir Şerh’u Cami is-Sağîr, c:1, s:162, Darül Marife, Beyrut (t.y). 34 Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi, c:17, s:422, Kuba yay. İst. (t.y). 35 Ebu Nasr Serrac Tûsi, İslam Tasavvufu, s:486, (Çev: Hasan Kamil Yılmaz), Altınoluk Yay. İst. (T.y.). 36 Mahir İz, Tasavvuf, s:24, Kitabevi Yay. (5. baskı) İst. 1995. 37 Mahir iz , a.g.e. s:25; Ahmet Özalp, Tasavvuf Mad. c:6, s:125, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yay. İst. 1994 38 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s:58, İfav Yay. İst. 1994 . 39 Serahsi, a.g.e. c:30, s:246. 40 İnşirah 94/7. 33 7 verecek olduğunu bilme hassasiyetiyle hareket etmelidir. Zira boş duran kişinin, şeytanın oyuncağı olacağı ve gayri meşru şeylere meyledeceği muhakkaktır. Müfessirler bu ayetin tefsirinde, Allah’ın (c.c.) kullarından vakitlerinin çalışarak değerlendirmelerini istediğini ve Allah’ın, kulunun boş durmasını kerih gördüğünü ve Salih amellerde sürekliliğin gerekli olduğunu söylemişlerdir.41 Müslüman kişinin boş vakti olamayacağı ve bu vakitlerin ya dünya yada ahiret için harcanması gerektiği de yine tefsirlerde belirtilmiştir.42 Bununla beraber bu ayete; bir ibadeti bitirince diğerine başla şeklinde mana verenler de vardır. Fakat Hz. Ömer’in (R.A.) “Ben sizden birinizin dünya veya ahiret işlerinde boş durmasını kerih görürüm”43 sözünün, Müslümanın hayatının temel düsturu olacağı düşüncesindeyiz. Yine Peygamber efendimizin boş vakit hususunda “İki nimet vardır ki insanların çoğu bu ikisini gereği gibi kullanmada aldanmıştır. (Bunlar) Sıhhat ve boş vakittir”44 buyurmuş ve Müslümanları sıhhatleri elde iken boş vakitlerini dolu dolu kullanmaları konusunda uyarmıştır. K. Kerim bütün Müslümanlara savaş tekniği bakımından üstün olacaka seviyeye gelene kadar çalışmayı, düşmanı caydıracak ve mağlup edecek silah ve teknolojiyi imal etmeyi adeta emretmiştir: “Ey insanlar! Düşmanlarınıza karşı, gücünüz yettiği ölçüde kuvvetler ve savaş atları (araçları) hazırlayın ki, bunlarla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz diğerlerini caydırırsınız”.45 Bu ayetin tefsirinde, Müslümanların çalışıp teknolojiyi ürettiği zamanlarda zirvede olduğu, çalışmayı bırakıp lükse, israfa ve tembelliğe daldığı zamanlarda ise bugün olduğu gibi geri kaldığı, zulüm gördüğü, ezildiği ve zaman zaman düşmanlarınca inim inim inletildiği belirtilmiştir.46 Binaenaleyh Müslümanlıkta atalet, tembellik, medeni vasıta ve teknolojiden mahrumiyet kesinlikle yasaklanmış,47 Müslümanların dünya barışına katkıda bulunmak 41 Zuhayli , a.g.e. c:15, s:298. Muhammed Emin İbn Muhammed’il Muhtar el Cekeniyyi Eş Şenkiti, Evzaul Beyan fi İzah’il Kur’an bil Kur’an, c:9, s:318, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1992 . 43 Süleyman b. Ömer’ul Uceyli Eş Şafiî , El Futuhat’ül İlahiye bi Tevzihi Tefsir’ul Celaleyn, c:8, s:354, Darul Kütüb’ül İlmiye, Beyrut ,1996. 44 Ebi İsa Muhammed b. İsa b. Sevde , Sünet’üt Tirmizi, Zühd 1, Çağrı Yay. İst. 1992 ; İbn Mace, Zühd 15. 45 Enfal 8-60. 46 Muhammed Cemaleddin Kasımî , Tefsir’ul Kasımî, c:4 ,s:58, Darû İhya’it Turas’il Arabi, Beyrut, 1994 . 47 Ömer Nasuhi Bilmen, K.Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, c:3, s:1205, Akçağ Yay. Ankara, 1991. 42 8 ve düşmanlarına karşı güçlü görünmek için boş durmayıp çalışmalarının gerektiği vurgulanmıştır. İnsanın gerek bu dünya gerekse öldükten sonraki uhrevi hayatında ancak çalıştığının karşılığını göreceğine dair olan ayetlerde48 de görüldüğü üzere bu dünyada miskince oturup en üstün millet olmayı beklemek bir hayalden öteye geçmeyecektir. Ehli sünnet alimlerinin büyük çoğunluğuna göre zaruri ihtiyaçlarını giderecek kadar çalışmak farzdır.49 Bunun gibi, çağımızda sürmekte olan teknolojik ve ekonomik soğuk savaşta galip gelebilmek ve bu ileri teknoloji seviyesini yakalamış milletlerin sömürgesine girmemek ve istediğimiz şekilde yaşayabilmek için çalışmak da bir farzdır. Çünkü dini ve dünyevi işlerin rahatça yapılabilmesi özgürlüğe bağlıdır. İbadetlerin yapılması ve kişinin zaruri ihtiyaçları için çalışması farz olduğuna göre bunu getirecek yolların sağlanması da farz olur. İnsanın rızk temini için çalışması farzdır ve ibadet sayılmıştır. Rızk temini için çalışılan kazanç yolları çok çeşitlidir. 2-)Kazanç Yolları Yeryüzündeki tüm canlılar kendilerinin ve ailelerinin yaşamlarını idame ettirmek için bir gayret içindedirler. Bu gayret hayvanlarda içgüdüsel olarak yerleştirilen avlanma, otlama yeteneğiyle sonuca ulaşır. İnsanlarda ise Allah’ın kendilerine bahşettiği akıl nimetinin kullanılması sonucu değişik şekillerde tezahür ede gelmiştir. İnsanların bu gayretlerinin temelinde, bir şeyler kazanıp kendinin ve sorumluluğundaki kişilerin hal ve istikbalini garanti edebilmektir. Kişi zayıflık ve acizlik evresini geçirerek varlıklardan istifade edebilecek kadar kuvvet kesb ettikten sonra, geçinmesi ve ailesini geçindirebilmesi için kazanç temin etmeye başlar. Allah’ın (c.c.) kendisine vermiş olduğu nimetlerden istifadeye koyularak ihtiyaçlarını tatmin etmek üzere emek sarf eder.50 Yüce Allah bunu, kişiler üzerine görev olarak yüklemiştir: “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın ve Allah’ın verdiği rızktan yeyin, sonunda dönüş O’nadır”.51 Diğer bir Ayet’i Celile'de: “Size rahmetini tattırması, buyruğu ile gemileri yürütmesi, lütfünden rızk istemeniz ve Ebil Berekat Abdullah b. Ahmet b. Mahmut en Nesefi, Medarik’üt Tenzil ve Hakaik’ut Te’vil, c:1, s:680, DaruL Kesir, Beyrut, 1999. 49 Serahsi, a.g.e. c:30, s:250. 50 Haldun a.g.e. c:2, s:320. 51 Mülk 67/15. 48 9 O’na şükretmeniz için rüzgarları müjdeciler olarak göndermesi, O’nun belgelerindendir” buyurarak verdiği lütuflardan insanların gayret ederek kazanması ve neticesinde de Allah’a şükretmesi istenmiştir. Allah Teala eğer yeryüzünü sert bir kaya parçası olarak yaratsaydı orada ekimdikim yapmak imkansız olur ve yaşanmazdı. Yine bunun gibi eğer demir, altın, gümüş gibi sert bir madenden müteşekkil olarak yaratılsaydı geceleri olanca soğuk, gündüzleri de o derece sıcak olur ne ölüleri ne dirileri içinde barındırmaz, üzerinde yürünmez, bina yapılmaz kısaca yaşanmaz olurdu.52 Eğer böyle olsaydı, yeryüzü ölülerin defin işleminin bile yapılamayacağı bir şekil alırdı. Mülk sûresinde yukarıdaki ayetteki emrin ibaha manasında olduğu tefsirlerde belirtilmekle beraber,53 bu emirle ümmetin çalışmaya teşvik edildiği, yönlendirildiği,54 gayrete getirilmeye çalışıldığı da açıktır. Hatta burada, yeryüzünde çalışma ve kazanmanın emredildiğini söyleyenler de olmuştur.55 İnsan, bazı varlıklardan, emek sarf etmeden istifade etmektedir. Bitki ve hayvanlar için faydalı olan yağmurlar bu gruba girer. Fakat bunlar insanın geçimini sağlaması için yardımcı unsurlardır. Bunun yanında insan, geçimini temin edebilmek için emek sarf etmeye muhtaçtır. Bu kazandıklarından geçimini temin edebilecek derecede olana ‘geçimlik’, zaruri ihtiyacından fazlasına ise ‘servet’ denilir. Emek vererek, kulun Allah’ın verdiklerinden ele geçirdiği mallara ise kazanç denilir.56 Kazanma ancak çalışmayla mümkün olur. Allah’a (c.c.) tevekkül edip çalışmayı terk, hem tevekkülün manasına aykırı, hem de kazanca engeldir. Zira Hz. Peygamber (SAV) bir gruba, ‘siz kimsiniz’ diye sorar. Onlar, ‘biz tevekkül edenleriz’ derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) onlara, ‘siz mi tevekkül edenlersiniz. Oysa tevekkül eden kişi, toprağa tohumu atan, sonra Allah’a (c.c.) tevekkül edendir’ buyurmuştur. Çalışmamak da kazanca engeldir. Çeşmelerden akan suyun ta kuyuların dibini kazmakla çıkarıldığını, kazılmadan kendi haline bırakılırsa susuz kalınacağını, hayvanların memelerini çektikçe sütün akacağını, aksi takdirde sütün gideceğini insanın El Fahr’ur Razi, Et Tefsir’ul Kebir, c:10, s:591, Dar’u İhyai’t Turas’il Arabi, Beyrut, 2001. Ahmet Mustafa Meraği, Tefsir’ul Meraği, c:10, s:154, Darul Kutubil İlmiye, Beyrut 1998- Kurtubi, a.g.e. c:18, s:215. 54 Şenkıtî, a.g.e, c:8, s:404 55 Muhammed b. Yusuf Eş Şehid bi Ebi Hayan el Endulusi, Bahr’ül Muhit, c:3 s:295, Dar’ul Kütüb’il İlmiye, Beyrut,1993 56 Haldun, a.g.e. c:2, s:321 52 53 10 çalışmasının gerekliliğine benzeten İbn Haldun bir şehrin bayındırlığını kaybetmesi durumunda, suların çekilip kuruyacağını bunun da insanların çalışmalarının ne derece önemli olduğunu gösterdiğini söylemektedir.57 İnsanları irşat etmek, hak yola yöneltmek için gönderilen peygamberler de rızklarını çalışarak, emek sarf ederek kazanmışlardır. Hz. Adem, çiftçilikle geçinir, öküz çifte koşar, buğday ekerdi.58 Şit’in (a.s) ilk hurma eken insan olduğu,59 İdris’in (a.s) terzilik sanatı icra ederek rızkını kazandığı,60 Nuh’un (a.s) da yine çiftçilik yaptığı61 kaynaklarda belirtilmiştir. Hz. Musa’nın (a.s) çobanlık yaptığı,62 Hz. Davut’un (a.s) demircilikle meşgul olup zırh ve savaş aletleri yaptığı Kur’an’da bizlere bildirilmiştir.63 Yine Ebu Hanife’nin, ticaret yaptığı aynı zamanda öğrencilere ders verdiği64 de bilinmektedir. Ayrıca Hz. Muhammed’in (SAV), yaşamının bir kısmında çobanlık yaptığı,65 bir kısmında ticaretle uğraştığı gerçeğine bakınca, dinin çalışma ve kendi rızkını kazanmaya verdiği önem hakkında, genel bir fikrin oluşması mümkündür. İnsanlardaki kazanma ve bir şeylere hakim olma hissi, fıtraten gelen bir arzudur. Bu arzusunu inançlarıyla yemleyemeyen kişilerdeki kazanma arzusunun belli bir sınırı yoktur. Bu kişilerde hak-hukuk kavramı ve adalet duygusunun yerini hırs ve tamah duygusu almıştır. Bu husus Hz. Peygamber’in şu hadisinde varlığını bulmuştur: “Eğer ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikinci bir vadisinin olmasını ister. Allah (c.c.) tövbe edenin tövbesini kabul eder”66. Dolayısıyla İslam dini kazanç yollarını temelde, haksız kazanç yolları ve helal kazanç yolları olarak ikiye ayırmıştır. İslam hukuku karşılıksız, alın teri olmadan elde edilmiş, içinde başkasının hakkı olan edinimleri kabul etmemiştir.67 Bunlarla beraber helal kazanç olsa dahi Allah’tan uzaklaştıran ve Allah’ı anmama gafletine düşüren 57 Haldun a.g.e. c:2, s:324 -325. Müinüd’din Muhammed Emin Hirevi, Mearic’ün Nübüvve s:131, (Çev: Muhammed b.Muhammed Efendi) Berekat Yay. İst.(t.y) ; Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s:35, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ank. 1992. 59 Hirevi a.g.e. s:143. 60 Hirevi a.g.e. s:143. 61 Tekvin 9/20. 62 Aydemir a.g.e. s:121. 63 Sebe 34/10-11. 64 Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, (Çev: Osman Keskioğlu), s:41, DİB Yay. Ank. 1997. 65 İbn Mace, Ticarat 63-Ebu Davud Süleyman b. Eş’as ,Sünen’i Ebi Davut, Edep 17,Çağrı Yay. İst. 1992. 66 Müslim, Zekat 39; Buhari, Rikak 10, Tirmizi, Zühd 27. 67 Nisa 4/29. 58 11 kazançlar da zem edilmiştir.68 Yine başkalarını aldatarak,69 gasp edip malını çalarak,70 rüşvet v.s. gibi gayri meşru yollarla,71 tefecilik72 ve kumar yoluyla kazanç sağlama,73 malları stok ederek insanları sıkıntıya sokma,74 domuz eti, kan ,leş gibi İslam’ın mal olarak kabul etmediği şeyleri satarak kazanç sağlama,75 hür insanların satımıyla para kazanma76 gibi kazanç sahalarını da İslam, helal olmayan kazanç yolları olarak kabul etmiştir. Diğer taraftan insanların aralarında karşılıklı rıza ile yapılan akitler neticesinde elde edilen kazançları,77 başkalarının haklarını suiistimal etmemek, onlara zulüm yapmamak78 ve bunları ibadetlerin sınırlarına girmeden yapmak79 şartıyla helal görmüştür. Ticaret, ziraat, zanaat, işçilik, memurluk v.s. gibi kazanç yolları, bu noktalara uyulup uyulmamasına göre, insanı helal veya haram kazanca götürebilir. a-)Zenginlik İnsanların kendinin ve ailesinin geçimini sağlayacak derecede kazanması zaruri kazanmadır. Bunun üzerinde kazandığı mal ve servet onun zenginleşmesine vesile olur. İslam’da zenginlik sadece mal zenginliği değildir. Bunun yanı sıra evlat zenginliğinden de bahsedilmiştir. İslam tarihi boyunca bazı alimler zenginliği yermiş, zengin olmaktan kaçınmış, fakirliği ve fakir bir yaşantıyı övmüş ve sırf uhrevi işler üzerinde çalışmıştır. Oysa Hz. Muhammed (S.A.V.), zenginlik hakkında genel bir görüş bildirmemiş, bunun yerine niteliğine vurgu yapmıştır. Bu niteliğine göre zenginlik; övülen ve yerilen zenginlik olarak tarif edilmiştir. Bazı İslam alimlerinin zenginliği yermesi ve müntesiplerini mal kazanmaktan uzak tutmaya çalışması mal ve mülk kazanma hırsının insanda fıtraten var olması ve bu hırsın insanı, ahiret hayatına yönelik ibadetlerden alıkoyup, dünyaya meyletmeye 68 Nur 24/37. Mütaffifin 83/1-3. 70 Mümtehine 60/12. 71 Bakara 2/188. 72 Rum 30/39; Bakara 2/275-280; Ali İmran 3/130. 73 Bakara 2/219; Maide 5/90. 74 İbn Mace, Ticarat 7. 75 Maid e 5/173. 76 Buhari, Buyu 6. 77 Nisa 4/29. 78 İsra 17/35. 79 Cuma 62/9. 69 12 götürmesi sebebiyle olmuştur. Bu gerçeğe Hz. Peygamber’in (S.A.V.) “İnsanoğlu yaşlanır fakat iki şeyi genç kalır. Biri mal hırsı, diğeri yaşama hırsıdır”80 sözü işaret etmektedir. Hatta Kur’an’da mal kazanmanın bu şekilde bir hırs haline dönüşmesi Karun kıssasında zecir edilmiş81 ve insanlara faydası olmadan sırf yığmak ve kendisiyle böbürlenmek için kazanılan malın insana uhrevi açıdan fayda değil zarar vereceği açıkça belirtilmiştir.82 Hz. Peygamber’in (S.A.V.) zenginliği yeren hadislerinin olması yanında, destekleyen ve öven hadislerinin tahlilini, araştırmamızın ikinci bölümünde genişçe ele alacağımız için burada sadece konuya değinmekle yetiniyoruz. b-)Tembellik ve Dilenme İnsanın çalışmasına ve başarısına engel olan en büyük düşman tembelliktir. Bu sebeple Kur’an ve sünnette çalışmayı teşvik eden ve tembelliği yeren ifadelere rastlamaktayız. Onurlu bir yaşam, başkalarına muhtaç olmadan, onlara el açmaksızın çalışmak ve bu şekilde başkalarına da faydalı olunan bir hayattır. Çalışmak insanların vazgeçilmez görevidir. Hz. Peygamber (SAV) hadislerinde, çalışmanın gerekliliği üzerinde durmuş ve başkalarına el açıp dilenmeyi yasaklamıştır. “Dilencilikle geçinen kimseler, kıyamet günü yeryüzündeki etler kurumuş olarak dirilirler”83 buyuran Hz. Peygamber (S.A.V); gücü, sıhhati yerinde olan kişinin başkalarına el açmasını yasaklamış, hatta zengin ve orta halli kişilerin sadaka almasını da menetmiştir.84 Yine Asr-ı Saadet’te adamın biri Peygamber Efendimizden bir şey istemiş, O’da ona istediğini vermiş, adam dışarı çıkınca da “ Eğer dilenmenin günahını bilseydiniz, hiç biriniz bir şeyler istemek için bir adım bile atmazdınız”85 buyurmuşlardır. Rasulullah (SAV) dilenmeyi azami ölçüde yasaklamış, ancak istisnai durumlarda buna cevaz vermiştir, şöyle buyurmuştur: “Şu üç insandan her biri müstesna olmak üzere dilenmek, hiçbir kimseye helal değildir. Kefil olan kimseye, o malı tedarik edinceye kadar dilenmek helaldir, sonra bunu bırakır. Bütün malını helak eden bir felakete maruz kalana, geçim ihtiyacını giderene dek dilenmesi helaldir. Çevresindeki 80 Müslim, Zekat 115. Kasas 28/78. 82 Kasas 28/78-83. 83 Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen’ün Nesai, Zekat 83. , Çağrı Yay. İst. 1992. 84 Tırmızî, Zekat 23. 85 Nesai, Zekat 83. 81 13 akıllı üç kişinin filan sahiden fakir oldu dedikleri kimsenin ihtiyacını giderene değin dilenmesi helaldir”.86 Sınırlarının bu denli belirtilmiş alması ve bunun dışındakilere dilenmenin kesin bir dille yasaklanmış olması, konunun önemi ve yasağın şümulü açısından dikkat çekmektedir. Rasulullah’ın (SAV) bile duasında “Allah’ım, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan sana sığınırım”87 diyerek, tembelliğe dikkat çekmesi, bu illetin ne derece önemli ve kaçınılması gereken, İslam toplumunun bir yarası olduğunu ortaya koymaktadır. Muhtaç olmamakla beraber ısrarla yüzsüzlük ederek dilenmek haramdır, helal olmaz.88 Rasulullah (S.A.V.), “Her kim insanlardan malı daha çok artsın diye dilenirse, kor ateş dileniyor” demektedir. “(Şimdi isterse) az ile yetinsin veya daha çok istesin”.89 Yine diğer bir hadise göre de yanında sabah-akşam yiyecek bir şey olmayanın dilenebileceği belirtilmiştir.90 Konuyla ilgili tefsirlerde de geçen ifadeler ancak zorda kalan kişinin dilenebileceği, aksi durumda olanın ise kesinlikle dilenmesinin doğru olmadığı yönündedir.91 Yine Rasulullah “Üç şey üzere yemin ediyorum ve size bir söz söylüyorum onu tutun: Sadakadan dolayı kulun malı azalmaz. Zulüm görüp sabreden kul yoktur ki Allah izzetini arttırmasın. Dilencilik kapısı açan bir kul yoktur ki Allah ona fakirlik vermesin.”92 “Kim dilenmez, müstağni olursa Allah onu müstağni kılar, kim iffet isterse Allah onu iffetli kılar, kim Allah’tan kendine yetebilmeyi isterse, Allah onu kendine yeterli kılar, kim yanında bir ukiyye (ölçü birimi) olduğu halde dilenirse zulmetmiş olur.”93 “Sizden birinizin bir ip alıp odun toplayarak onu bir müd94 hurma karşılığında satması, onun insanlardan dilenmesinden daha hayırlıdır”95 buyurmuştur. Rasulullah’ın ashabından da dilenmenin kötülüğüne dair, bir çok söz söyleyen sahabe vardır. İbn Mesud (r.a.): “Allah, iffetli olup dilenmeyen kimseleri sever. Küfürbaz, çirkin söz 86 Müslim Zekat 109; Ebu Davut, Zekat 26; Nesai, Zekat 80-86. Buharî, Deavat 38; Müslim Zikir 73; Tirmizî, Deavat 13-116. 88 Kurtubî a.g.e. c:3, s:346; Zuhayli, a.g.e. c:2, s:80. 89 Müslim, Zekat 35; İbn Mace, Zekat 26; Ahmed b. Muhammed b.Hanbel, El-Müsned, 2/231, Çağrı Yay. İst. 1992. 90 Ebi Davud , Zekat 24. 91 Kurtubî, a.g.e. c:3, s:347. 92 Tirmizi, Zühd 17. 93 Nesai, Zekat 89. 94 Iraklılara göre 832gr’lık bir ölçek. 95 Buharî, Zekat 50. 87 14 söyleyen ve ağzı bozuk olanları, çok verdiğinde methedip, az verdiğinde kınayan ısrarkar ve yüzsüz dilencilere de buğz eder”96 demiştir. Bunun yanı sıra K. Kerim’de Cenab-ı Hak da fakirliğine rağmen dilenmeyip, iffetini koruyanları övmüş ve asil fakir olarak böyle şahsiyetli kişileri nitelemiş ve de insanların onları bulup infak etmelerini istemiştir.97 Herkese çalıştığından bir hisse olduğu da yine Kur’an’ı Kerim’de belirtilmiştir.98 Yine Kur’an’da İnşirah sûresinde Cenab-ı Allah (c.c.) Hz. Peygamber’e (S.A.V.) hitapla; biz Müslümanlara boş kaldığınız zaman başka bir işe başlamamızı ve boş durmamamızı emretmiş, çalışıp yorulmaya teşvik etmiştir.99 Kolaylık insanı tembelliğe sevk eder, ayette yorul denmesinden kasıt insanın tembelliğe meyletmemesi, çalışmaya gayret etmesi ve bu şekilde bir artma ve ilerlemenin meydana gelmesidir.100 İnsanın bir işi bitirip başka bir işle meşgul olması, insana gönül hoşluğu ve huzur (göz aydınlığı) verir.101 Bunun yanında Rasulullah yeni Müslüman olan bazı kimselerden, Allah’a inanıp yalnız O’na ibadet etmelerini ve namaza devam etmelerine ek olarak dilencilik yapmayacaklarına dair biat alması,102 İslamın dilenciliğe bakışı açısından önemlidir. Sahabeler, ayet ve hadislerin, dilenmeye karşı bu sert tutumları karşısında, birinin kamçısı yere düşmesi halinde, diğerinden kendisine onu vermesini istememesi derecesinde dilencilikten kaçınmaları103 da yine konunun anlaşılması açısından dikkate şayandır. İslam alimleri, dilenciliğin prensip olarak caiz görülmemesinin sebeplerini şöyle sıralamışlardır: 1- Allah (c.c.), K. Kerim’de insanlar da dahil olmak üzere bütün canlıların rızklarını vereceğini vaat etmiştir.104 Bundan dolayı ihtiyaç sahibi olan insan, bunu önce 96 Razi, a.g.e. c:3, s:69. Bakara 2/273. 98 Nisa 4/32. 99 İnşirah 94/7. 100 Yazır, a.g.e. c:9 s:302. 101 Meraği a.g.e. c:10, s:451. 102 Müslim, Zekat 108; İbn Mace, Cihat 41; Ebu Davut, Zekat 27. 103 Ali Toksarı, Dilencilik mad., T.D.V.İ.A. c:9, s:298. 104 Hud 11/6. 97 15 Allah’a arz etmelidir. Şu halde başkalarına el açmak Allah’ın bütün canlılara verdiği rızk garantisine güvenmeme anlamı taşır. Kölenin dilenmesi, nasıl ki efendisine hakaret ise kulların başkalarına el açması da Allah’a karşı saygısızlıktır. 2- Bir Müslüman kendisini sadece Allah (c.c.) karşısında küçük görebilir. Bu durum kulluk anlamına geldiği için zillet değil, izzettir. Dilenci ise sabırsızlık göstererek, ihtiyacını Allah’tan başkasına arz ettiği için, kendisini küçük düşürmüştür. 3- Dilenciye yardım eden kişi her zaman samimi olmayabilir. Başka bir deyişle insan bazen vermediği takdirde kendisine yapılacak tacizlerden utandığı, bazen de gösterişten hoşlandığı için dilenciye yardım etmek durumunda kalabilir. Bu şekilde gerçekleşen dilencilik, vereni bir bakıma psikolojik baskı altında tutma anlamı taşıdığından zulüm ve eziyet olur.105 Dilencilik, bir meslek yada bir geçim yolu olarak kabul edilmemekle beraber başlangıçtan beri İslam toplumunda çeşitli sebeplerle dilenenler ve bu yolla geçimini sağlayanlar var olagelmiştir. Bunun sebepleri arasında, çalışma ve çaba göstermeden para kazanma düşüncesi olduğu gibi bazı tasavvufi düşünce ve inanışlar da dilenmeye sebep olmuştur. İslam aleminde çaresiz kaldıkları için dilenenler olduğu gibi, bir meslek haline getirenler, zengin olduğu ve dilenmeye muhtaç olmadığı halde dilenen zengin dilenciler tarihte olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Geçinmek için veya zorunlu kaldığı için kaldığı için, zaruret ölçüsünde dilenmekle, bu tür dilencilik yapanların eşit tutulamayacağı açıktır. Dilenciliğin İslam toplumunda yayılmasının diğer bir sebebi, bazı mutasavvıf ve dervişlerdir. Gerekçe olarak, kimi zaman dünya hayatını terk etmek ve Allah’a yaklaşmak için tüm malını tasadduk ettikten sonra, fakir bir yaşam sürmeye çalışan bazı sofiler, geçimlerini sağlayabilmek için kimi zaman dilenmek zorunda kalmışlardır.106 Diğer bir sebep de bazı büyük sofilerin, müritlerin kibrini kırmak ve mütevazı olmalarını sağlamak maksadıyla onları dilendirmeleri, melamet ehli ise kınanmak için hem kendisinin dilenmesi hem de çevresinde toplananlara dilencilik yapmalarını 105 106 Ali Toksarı, a.g.e. c:9 s:299. Süleyman Uludağ, Dilencilik mad.(Tasavvufta), T.D.V.İ.A. c:9. s:300. 16 emretmeleridir. Çünkü bir çok şeyh, tasavvuf yoluna girmek isteyenleri odun taşıtmak, abdesthane temizletmek ve dilencilik yaptırmak suretiyle dener, çile çektirir ve bu şekilde benliklerini kırardı.107 Başlangıçtan günümüze İslam aleminde çaresizlik ve mecburiyet sebebiyle dilenenler olduğu gibi dilenciliği hazır para kapısı gibi görüp meslek edinenler de mevcuttur. Bulduğu her ortamda dilenmek suretiyle büyük servet sahibi olan insanlar, günümüzde bu işi ferdi olarak değil toplu olarak yapabilmektedirler. Bu iki grup insanın aynı kefede tutulamayacağı açıktır. Bununla beraber yardımsever insanların iyi duygularını köreltecek, insanların yardım ederken şüpheye düşmesine sebep olacak ve neticesinde gerçek ihtiyaç sahiplerinin mağdur olmasına yol açacak olması sebebiyle günümüzde Müslümanların bu gruptan olan insanlara karşı daha ihtiyatlı davranmaları da bir zorunluluktur. B-) DÜNYA AHİRET DENGESİ 1- Dünya İşlerinde Ölçü İnsan dünya hayatında rahat ve huzurlu bir yaşam ve karşılığında da ahiret hayatında da mutlu olmak isterse dünyalık işlerinde ölçülü olması ve uhrevi hayatını da hesaba katmalıdır. İşlerini çoğaltır, çeşitlendirir ve himmetini sırf dünyalık elde etmeye yöneltirse dünya hayatında tatmin olamayacağı gibi ahirette de amaçlanan bir yer elde edemeyecektir. Şüphesiz kişinin amacı kısa olan ömrünü en güzel şekilde değerlendirmek, çok mal kazanma uğruna kendini ve çevresini stres ve sıkıntıya sokmamak ve kazancıyla dünya ve ukbasını kurtarmaya yönelmek olmalıdır. a-) Çalışmada Ölçü Hz. Peygamber (S.A.V.) geçimini temin etmek için çalışmış, sahabeler de O’nu örnek alarak çalışmışlardır.108 Kendi işlerinin işçileri olan bu nadide insanlar, bizzat çalışır, terler, kazanırlar ama bu arada namaza gelirlerdi. Hatta bu halde camiye gelen sahabelerin vücutlarında ter kokusu olur, Hz. Peygamber’de onlara “Keşke yıkansaydınız” diye tavsiyede bulunurdu.109 Müslüman’ın çalışmasının gerekliliğine Uludağ, a.g.e. c:9, s:300. Buhari, Buyu 11. 109 Buhari, Buyu 15. 107 108 17 işaret eden bu hadisler, miskinlik ve tembelliğin asla bir Müslüman’ın özelliği olamayacağını göstermektedir. Kur’an meşru şekilde çalışmayı teşvik etmiş, Allah’ın rızk olarak verdiği temiz gıdalardan israf etmeden yemeyi, içmeyi helal saymıştır. “ Ey ademoğulları!her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gidiniz. Yeyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez. Ey Muhammed! De ki: bunlar dünya hayatında inananlarındır. Kıyamet gününde de yalnız onlarındır. İşte biz, bilen kimseler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.”110 Bu ayetlerde temiz ve güzel giyinmenin, israf etmeksizin yeyip içmenin helal olduğu ve Allah’ın insanlara rızk olsun diye yarattıklarını kimsenin haram kılamayacağı açıkça ifade edilmektedir. Bu da bunlar için çalışmanın gereğini ortaya koymaktadır. Mü’min için dünyayı terk etmek de yasaklanmıştır. Hem dünya hem de ahiret için çalışmanın gereği ayetlerde belirtilmiştir. “Allah’ın sana verdiği nimetlerde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik yap. Yeryüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez.”111 Bu ayetlerde Müslümanların ilk önce Allah’ın verdiği nimetleri, O’nun rızasını kazanma ve ahiret mutluluğunu elde etme yolunda sarf etmeleri istenmekte, bunu yaparken de dünyanın terk edilmemesi öğütlenmektedir. Dünyadan nasip almak mubah olan şeyleri yapmaktır ki,bunların başında çalışma gelir.bir mü’minin bunları kendine yasaklaması söz konusu olamaz. Diğer bir ayeti kerimede “Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfünden nasibinizi arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.”112Buyrulmak suretiyle adeta çalışma emredilmiş ve boş tevekkül yasaklanmıştır. Başka bir Ayette ; “kalp ve gözlerin altüst olacağı bir günden korkan nice adamlar vardır ki, onları ne ticaretleri nede alışverişleri Allah’ı anmaktan ,namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz.”113 Buyrulmuş ve ticaretin kendi vaktinde, 110 Araf 7/31-32. Kasas 28/77. 112 Cuma 62/10. 113 Nur 24/37. 111 18 namaz ve ibadetin de kendi vakitlerinde yapılmasının gereğine dikkat çekilerek, birbirlerinin sınırlarına girmekten mü’minler sakındırılmıştır.114 Çalışma ve ahiret hayatının dengesinin nasıl korunacağının sınırını şu Ayet belirlemiştir: “Onlardan bazıları da ; Rabbimiz, bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru der. İşte onların kazandıklarından dolayı bir payları vardır. Allah hesabı çabuk görür.”115 Müslüman kişi çalışırken dengeli ve ölçülü olmalı, insanı felakete sürükleyebilecek olan mala karşı aşırı hırs tehlikesine karşı uyanık davranmalı, çalışmasında hırs, öfke , kötülük, Rabbi unutma olmamalıdır116. Buna dikkati çeken Rasulullah (S.A.V.) “Allah’a yemin ederim ki bundan sonra size fakirlik ve ihtiyaç geleceğinden korkmam, fakat sizin için, sizden önceki ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılması, onların birbirlerine haset ettikleri ve elde etme yarışına giriştikleri gibi sizin de mala karşı yarışa girmeniz ve bunun onları helake götürdüğü gibi sizi de helake götürmesinden korkarım”117 buyurmuştur. Bu da hırsına yenilerek helal haram demeksizin dünyalık elde etmenin bir Müslümanın yapmaması gereken işlerden olduğunu göstermektedir. Rasulullah insanın içindeki, doğuştan var olan mal mülk edinme arzusunu şu şekilde bildirmiştir: “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi dolusu daha olmasını isterdi. Onun ağzını ancak toprak doldurur.Allah Tevbe edenlerin tövbesini kabul eder.”118 Yine Rasulullah böyle bir hırstan korunmak için Allah’a (c.c.) sığınmış119 ve “Müslüman olup da, kendisine yetecek kadar rızk verilen ve Allah’ın verdiğine kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir”120 buyurarak hırs tehlikesinin panzehirinin kanaat olduğunu göstermiştir. İnsanoğlu ne kadar zengin olursa olsun, mal kazanma hırsının sona ermemesi sebebiyle kendisini hiçbir safhada yeterli derecede zengin, mal sahibi göremeyecektir. Buna da, mal çokluğunun gerçek zenginlik olmadığı, gerçek zenginliğin gönül 114 Münavi, a.g.e. c:1, s:162. Bakara 2/201-202. 116 Münavi, a.g.e. c.1, s.162. 117 Buhari, Cizye 1, Magazi 12; Tirmizi, Kıyame 28; İbn Mace, Fiten 18. 118 Buhari, Rikak 10; Müslim, Zekat 116-119 119 Müslim, Zikir 73. 120 Müslim, Zekat 125; Tirmizi, Zühd 35. 115 19 zenginliği olduğunu söyleyen Hz. Peygamber (S.A.V.) işaret etmişlerdir.121 Müminlerin fıtraten tüm insanlarda var olan bu mal hırsını nasıl yeneceğini de gösteren Rasulullah, kişinin kendinden aşağıda olanlara bakıp yukarıda olanları örnek almamasını tavsiye buyurmuş ve bunun insanı büyük görmemesinin yolu olduğunu vurgulamıştır.122 Kur’an-ı Kerim’de ‘Bizi doğru yola ulaştır’ dan maksadın ifrat ve tefrite girmeden orta olan yol olduğu tefsirlerde zikredilmiştir.123 Yine Kur’an’da “Biz sizleri orta (yolu tutan) bir ümmet kıldık”124 şeklinde var olan ayetler, bir müminin her işinde ifrat ve tefritten uzak bir yol tutmasının gerektiğini göstermektedir. İnsanın yaşamında en önemli yeri teşkil eden çalışma hayatında, bir müslümanın böyle davranması da esas olmalıdır. Müslüman ne boş verip tembelliğe düşmeli ne de hayatında var olan diğer önemli şeyleri işinin yoluna feda etmelidir. Müslüman çalışmalı, işini en güzel şekilde yapmalı, fakat bu arada ailesini, çoluk çocuğunu, çevresini ve en önemlisi ibadetlerini ihmal etmemeye özen göstermelidir. Zira Kur’an’da Allah Teala böyle kimseleri övmüştür: “Kendilerini, alışverişin de ticaretin de Allah’ı aramaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı yiğitlerdir”125 buyurulmuştur. b-) İsraf Etmemek Dünya işlerinde ölçülü olmanın önemli şartlarından biri de ölçülü olmaktır. Ölçülü olmayıp saçıp savurmak, müslümana yakışmayan davranışlardandır. Müslüman kazanmış olduğu her şeyin hesabını verecek olduğu gibi bu kazandıklarını nerelere harcadığının hesabını da vereceğinden hareketle davranışlarına dikkat etmelidir. Zira, Ayet-i Kerime’de zerre miktarında da olsa her şeyin hesabının sorulacağı belirtilmiştir.126 Rasulullah (S.A.V.) “İsraf etmeden ve gururlanmadan yeyin, için, giyinin ve tasadduk edin”127 buyurmuşlar ve Allah’ın bizim israf yapmamızı kerih gördüğünü haber vermişlerdir.128 Cenab-ı Hak Teala israf konusunda “İsraf etmeyin, zira Allah müsrifleri sevmez”129 buyurmuştur. İsraf Allah yolu dışında hak yolda da olabilir. Kişi malının Buhari, Rikak 15; Müslim, Zekat 120; İbn Mace, Zühd 9. Tirmizi, Kıyame 58; İbn Mace, Zühd 9. 123 Razi, a.g.e. c:1, s:217-218. 124 Bakara 2/143. 125 Nur 24/37. 126 Zilzal 99/7-8. 127 Buhari, Libas 1;Nesai, Zekat 66;İbn Mace, Libas 23. 128 Buhari, Edep 6. 129 Enam 6/141. 121 122 20 hepsini sadaka olarak tutup verse bu da israf kabul edilir.130 Zaten İsra suresindeki ayette de buna işaret edilmiş ve “Büsbütün eli açık da olma, sonra kınanır, pişmanlık içinde kalırsın”131 buyurmuştur. Bu hükümde müslümanın tutumlu olmasının ve iktisadi sefalete düşmemesinin gereğini göstermektedir.132 Yine diğer bir Ayet-i Kerime’de “Ey Ademoğulları! Mescide gittiğinizde güzel elbiselerinizi giyinin. Yiyin için israf etmeyin. Kuşkusuz Allah israf edenleri sevmez.”133 buyurulmuştur. Başka bir ayette “Yakın akrabaya hakkını ver. Yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Malını saçıp savurma çünkü mallarını saçıp savuranlar şeytanların dostları olmuşlardır.”134 buyurarak dünya nimetlerinden istifade eden müminin bunu yaparken israf etmemeye özen göstermesi istenmiştir. Savurganların, şeytanın kardeşleri olacağını söylemekle şeytanın kendilerine hoş gösterdiği şeyi yaptıkları dolayısıyla israfın şeytanın emri olduğu gösterilmek istenmiştir.135 İsraf, kişinin kendi iktisadi düzenini bozduğu gibi toplumun yapısında da olumsuz etkilere sahiptir. Zira günümüzde zenginlerin fakiri gözetmeksizin yaptıkları israf, toplumsal barışı zedelemektedir. Bunun yanında israf manevi şeyleri de kapsamaktadır. Toplumların geri kalış nedenlerinin başında, insanların zamanlarını boşa geçirip işlerini ihmal etmeleri gelmektedir. Hz. Peygamber vaktin önemine vurgu yaparak boşa geçirilmemesini tavsiye etmiştir.136 İsraf hakkında kurulacak dengeyi bizlere yine Allah (c.c.) bildirmektedir: “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur açıkta kalırsın”137 ayeti bir müslümanın harcama yaparken unutmaması gereken dengeye vurgu yapmaktadır. Kurtubi, a.g.e. c:7, s:110, Ebil Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed Ez Zamahşeri, El Kessaf , c:2 ,s:70, Darul Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1995 . 131 İsra 17/29. 132 Yazır, a.g.e. c:3, s:529. 133 Araf 7/31. 134 İsra 17/26-27. 135 Kurtubi,a.g.e. c:10, s:247. 136 Buhari, Rikak 1 ; Tirmizi, Zühd 1. 137 İsra 17/29. 130 21 c-) Tevekkül Tevekkül, lügatte aczini bilip başkasına güvenmek olarak açıklanmıştır.138 Bir işin olabilmesi için gerekli olan bütün sebepleri yerine getirerek sonucu Allah Teala’ya bırakmak şeklinde anlaşılan tevekkül, dünya işlerinde ölçülü olmayı sağlayan önemli bir husustur. Tevekkül, rızk Allah’tandır deyip beklemek değil bilakis Allah’ın vermiş olduğu rızka talip olduğunu göstermek için çaba göstermek ve işin sonucunda Allah’a güvenmektir. Bu hususa Peygamber Efendimiz şöyle işaret etmiştir: “Devemi bağlayıp da mı yoksa bağlamadan mı Allah’a tevekkül edeyim sorusuna Rasulullah “Deveni bağla sonra tevekkül et”139 şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap bizlere tevekkülün asıl manasının işin gereklerini yerine getirdikten sonra sonuca razı olmak ve ortaya çıkacak duruma hazırlıklı olup isyan etmemek olduğunu göstermektedir. Allah’ın ilahi yardımıyla tevekkül arasında da sıkı bir bağ vardır.140 Allah (c.c.) gerekenleri yapmayı ve bundan sonra Allah’a tevekkül etmeyi ilahi yardımın gelmesine şart koşmuştur.141 Yoksa hiçbir şey yapmadan tevekkül etmek diye bir anlayış İslam düşünce sisteminde bulunmamaktadır. Allah Teala’nın dünyayı elde etmek için güzel bir şekilde çalışın demesiyle kul, çalışma ve rızk bir araya toplanmıştır ki, tevekküle dayanıp da çalışma terk edilmesin ve böyle davranan kimse rızkının gecikmesi sebebiyle helak olmasın. Ayrıca bunun başka bir sebebi de kişinin çalışıp kazanmayı kendine atfederek şirke düşmekten korunmasıdır.142 Allah’a dayanmak, güvenmek demek olan tevekkül kalbe ait bir ameldir. Sebeplere yapışmak ise bedensel bir iştir. Allah Teala “Yerin tepelerinde yürüyün, Allah’ın rızkından yeyin”143 ayetiyle, kullarının yeryüzünde dolaşıp rızklarını aramalarını, çalışmalarını istemiştir. Ayet, Yüce Allah’ın güç ve kudretine, ayrıca çalışıp çabalamanın, sebeplere sarılmanın Yüce Allah’a tevekküle aykırı olmadığına, ticaret ve kazanmanın teşvik edilmiş bir şey olduğuna delildir.144 İbn Munzır, Lisanül Arap (vkl maddesi) Dar’ul Mearif, Kahire, h:1119. Tirmizi, Kıyame 60. 140 Âli İmran 3/159-160. 141 Bayraklı, a.g.e. c:4, s:435. 142 Münavi, a.g.e. c:1, s:162. 143 Mülk 67/15. 144 Zuhayli, a.g.e. c:30, s:22. 138 139 22 Diğer bir ayette Cenab-ı Hak düşmana karşı tedbir almayı, kuvvet hazırlamayı Müslümanlardan istemiş,145 onların çalışmadan Allah’a tevekkül etmelerini istememiştir. Eğer tevekkül, çalışmayı bırakıp işin olmasını, rızkın gelmesini Allah’tan beklemek anlamına gelseydi, Hz. Peygamber ve sahabeleri İslam’ın yayılması için o kadar uğraş vermez, eziyetlere katlanmazlardı.146 Rasulullah bir hadislerinde “Siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz O, kuşları beslediği gibi sizi de beslerdi. Sabahleyin kursağı boş çıkan kuşlar akşamleyin tok dönerler.”147 buyurmakta ve tevekkülün asıl manasının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Dikkat edilirse hadiste, kuşların yuvalarında oturarak rızklandırıldıklarından bahsedilmemekte, bilakis rızklarını aramak üzere yuvalarından çıktıkları zikredilmektedir. Allah, rızkını arayan yaratıklarına rızkını verir deniliyor. Sonuç olarak tevekkül, Allah’a güvenmek, yapılan işlerin meyvesini Allah’ın vermesini beklemektir. Yaptığı iş sonunda meyve vermese dahi bunu hayat memat meselesi yapmayıp, veren de alan da bir deyip hayatına devam etmektir. d-) Sabır Dünya işlerinde ölçülü olabilmenin diğer bir şartı da sabır erdemini kazanmaktır. Rasulullah’ın hayatı sabretmenin örnekleriyle doludur. Zira o müşriklerin, hayatı boyunca yaptıkları eziyetlere sabırla göğüs germiştir. Mümin olan kişi başına gelen olumlu şeylerde olduğu gibi olumsuzlukları da metanetle karşılayan ve onlara sabırla göğüs germesini bilen kişidir. Zira mümin ayette de belirtildiği gibi imtihan edilmek üzere bazen korkmak suretiyle, bazen aç kalmak, bazen zarar edip malının elinden gitmesi gibi şeylerle denenecek148 ve karşılığında cenneti kazanmayı hak edecektir. Karşılığında cennet olan büyük zorlukların aşılması da şüphesiz sabırla mümkündür. Peygamber Efendimiz “Müminin haki hayrete şayandır. Çünkü onun her halinde hayır vardır. Zira o başına iyi bir şey gelirse şükreder bu onun için hayırdır. Başına bir bela geldiğinde de sabreder. Bu da onun için hayırdır”149 buyurmuşlardır. 145 Enfal 8/60. Süleyman Ateş, a.g.e. c:20, s:391. 147 İbn Mace, Zühd 14. 148 Bakara 2/155; Âli İmran 3/186. 149 Müslim, Zühd ver-Rekaik 64. 146 23 Cenab-ı Hak “Yoksa içinizden cihat edenleri ve sabredenleri belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz”150 buyurarak Allah’ın insanları yaşamları boyunca deneyeceğini belirtmiştir. Müslüman’a yakışan ise bu bilinci hayat düsturu edinerek işlerinde karşılaştığı terslikleri olgunlukla karşılamasıdır. Bu, müslümana dünyada mutlu bir yaşam sürmeyi, ahirette de karşılığını görmeyi kazandıracaktır. Cenab-ı Hak başka bir ayette insana bir iyilik gelince sevinip, kötülük gelince ümidini kaybetmenin ve sabretmemenin doğru olmadığını belirtmiş,151 katından imtihan için bir iyilik verilince sevinip, rızkı daralttığında nankörlük eden insanların ilahi imtihan uygun davranmadıkları vurgulanmıştır.152 İnsanın dünya hayatında mutlu olmasının yolu iyilikleri kabullendiği gibi musibetleri de kabullenmesidir. Aksi takdirde huzurlu olamaz. Müslüman olmayan kişinin, başına gelen musibetleri karşılığının olmadığı düşüncesiyle kabullenmesi zor olduğu halde, mümin kişi musibetlerin karşılığının olduğu inancında olmalı ve dünyasında huzuru, ahiret hayatında saadeti yakalamaya çalışmalıdır. Zira Hz. Peygamber (SAV) müslümanın başına gelecek musibetlerin, ayağına bir diken batmasına kadar, onun günahlarından bir kısmının affına vesile olacağı müjdesini vermiştir.153 Yine Rasulullah “Allah Teala kime hayır murat ederse ona musibet verir”154 buyurmuşlardır. Mümin başına gelen fakirliğe de sabırla karşılık vermelidir. Zira malın olmaması da Allah’ın bir imtihanıdır. Hz. Peygamber kendisinden bir şey isteyen sahabeye elinde olanları vermiş sonra tekrar istediklerinde elinde bir şey olmayan Rasulullah onlara şöyle demiştir: “Elimde bir mal bulunursa onu sizden saklamam. Her kim iffetli olmak isterse Allah onu iffetli kılar. Kanaatkar olanı Allah zengin eder. Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve hayırlı bir ihsan verilmemiştir.”155 buyurarak fakirliğe karşı sabırlı olmak gerektiğini haber vermiştir. Gerçek Müslüman dünya işlerinde öfkesine yenilerek başkalarını kırmayan, öfkesini gemlemesini bilen insandır. Bu konuda Hadis-i Şerif’te “Kuvvetli kimse, Âli İmran 3/142. Rum 30/36-37. 152 Fecr 89/15-16. 153 Buhari, Merda vet-Tıp 1. 154 Buhari, Merda vet-Tıp 2. 155 Müslim, Zekat 124; Tirmizi, Birr ves-Sıla 77. 150 151 24 güreşte başkasını yenen değildir. Esas güçlü ve kuvvetli olan öfkelendiği zaman öfkesini yenendir.”156 “Bir kimse yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse, kıyamet günü bütün mahlukatın önünde Allah Teala onu çağıracak ve onu hurilerden dilediğini almakta serbest kılacaktır”157 buyurulmuştur. e-)Adaletli Olma Adaletli olmak dünya işlerindeki ölçünün temelini oluşturur. Her hak sahibine hakkını vermek olan adalet, toplumun düzenini sağlayan en önemli esastır. Karşıtı ise zulüm yapmak, işkence yapmak, hakkı gizlemektir. Zulüm ile bir toplumun ayakta kalması mümkün değildir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu sebepledir ki İslam Dini adalete çok önem vermiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) adalet konusunda çok titiz davranmış, hiçbir zaman adaletsizlik yapmamıştır. Kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek insanları sayarken de ilk önce adaletle hükmeden idareciyi zikretmiştir.158 Adaletle hükmedenleri öven Hz. Peygamber adaletten ayrılanları da yermiş ve onların sonunu cehennem olarak göstermiştir.159 Kur’an’da adaletli olma ve ihsan emredilmiştir.160 Bu ayetteki adaleti Hz. Ali (r.a.) insafla hareket etme, ihsanı ise lütufta bulunma olarak açıklamıştır. Sufyan b. Uyeyne (r.a.) ise buradaki adaleti; insanın içinin dosdoğru olmasıdır diye tefsir etmiştir.161 Allah Teala insanlara haksızlık yapmamayı emretmiş162 ve şöyle buyurmuştur.: “Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…”163 “Ey insanlar! Allah için adaleti gözetip ayakta tutan şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının şüphesiz o işlediklerinizden haberdardır.”164 Bütün bu ayetler adaletin ne kadar önemli olduğunu, insanın öfkesinin onu adaletsizliğe sürükleyebileceğini bu yüzden dikkatli olunması gerektiğini belirtmiştir. Başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeden hükmedilmesi istenmiştir. 156 Buhari, Edep 76. Ebu Davud, Edep 3; İbn Mace, Zühd 18. 158 Buhari, Zekat 16; Müslim, Zekat 91. 159 İbn Mace, Ahkam 3. 160 Nahl 16/90. 161 Kurtubi, a.g.e. c:10, s:165. 162 Âli İmran 3/161. 163 Nisa 4/58. 164 Maide 5/8. 157 25 “Ey inananlar! Kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınızın aleyhine dahi olsa Allah için şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin ister fakir olsun Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer yan çizer veya yüz çevirirseniz bilin ki Allah işlediklerinizden haberdardır.”165 Adalet İslam ümmetinin ve İslam toplumunun ayırıcı vasıflarından biridir. Bakara suresindeki ‘vasat ümmet’ tabirindeki vasat kelimesi bir çok müfessir tarafından ‘adalet’ manasında anlaşılmıştır.166 Buna göre İslam ahlakı, toplumsal olarak da aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat biçimini benimsemiştir. Kur’an’da adalet sıfatından yoksun olan kişi dilsiz, aciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetilerek böyle bir kimsenin adaletli bir kimseyle bir olamayacağı bildirilmiştir.167 Tüm bu emirler mümin bir şahsın dünyada aleyhine olsa dahi adaletten ayrılamayacağını bunun ona ahirette yarayacağını göstermektedir. Hz. Peygamber’den, hırsızlık yapan bir kadın hakkında sahabeden biri af dilemesine karşın Rasulullah ona şöyle demiştir: “Sizden evvel gelip geçen ümmetleri ancak şu halleri helak etmiştir. Onlar, içlerinde şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, onu cezalandırmazlardı. Fakat aralarında güçsüz olan kimseler çaldığında onlara ceza verirlerdi. Allah Teala’ya yemin ederim ki, eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık etse hiç tereddüt etmeden muhakkak onun elini de keserdim.”168 İşte Rasulullah (S.A.V.) böyle davrandığı için adaletin simgesi olmuştur. Hz. Peygamber’in ümmeti olan müminlere de işte bu yaraşır. 2- Ahiret İşlerinde Ölçü Ahiretin, dünyada kazanılması gereğiyle, Müslüman dünyada ibadetlerini eksiksiz yapmak zorundadır. “Biz insanları ve cinleri ancak ibadet etsinler diye yarattık”169 Ayet-i Celilesi bu gerçeği haber vermektedir. Bir Müslüman'ın bu gerçekten hareketle dünyalık işlerinde de hedefi ahireti kazanmak olmalıdır. Dünya işlerinde ölçünün tavsiye edilmiş olması da bu gayeye matuftur. Kişinin dünya işlerinde kendi ve 165 Nisa 4/135. Mustafa Çağrıcı, Adalet mad. c:1, s:341, T.D.V.İ.A. 167 Nah 16/76. 168 Buhari, Enbiya 54. 169 Zariyat 51/56. 166 26 ailesinin rızkını kazanmak için çalışırken ölçüsü, bu çalışmanın, ayette de belirtildiği gibi kendisini Allah’ın zikrinden alıkoymamasına dikkat etmesidir.170 Ahiret işleri derken bundan kasıt sadece ibadet değildir. İbadet dışında insanın kalbi hayatı da bu çerçeve içine girer. Kalbi hayattaki ölçü ise farklıdır. Müslüman’ın kalbi düşüncesi ve meylinde ölçüsüzlük olması gerektiği söylenebilir. Kalbin meyli tamamen Allah’a olmalıdır. Rasulullah’ın (SAV), insanın içinde bir et parçasının olduğu, o et parçasının iyi olmasıyla insanın iyi olacağı, onun bozulmasının insanın bozulmasına sebep olacağını belirtmesi171 de kalbi koruma ve Allah’ın çizgisinden çıkarmamaya dikkat etmenin gerektiği ortaya çıkacaktır. Kalbin İslam dinindeki büyük önemi iman ve inkar mahalli olmasından kaynaklanmaktaydı. Bütün İslam alimleri iman etmenin asıl şartının kalbin tasdiki olduğu hususunda ittifak etmiştir. İman gibi inkar ve ret de kalbin bir fiilidir.172 İman ve inkarının merkezinin kalp olması kalbe verilen önemin temelini oluşturur. Hatta İslam dininin kaynağında kalp vardır. Çünkü Kur’an Hz. Peygamber’in kalbine indirilmiştir.173 İmanın merkezinin kalp olması Allah Teala’nın nazargahının da aynı yer olmasına vesile olmuştur. “Allah sizin şekliniz ve malınız değil, kalbinize bakar”174 hadisi de insanın maddi yönünün değil manevi yönünün önemli olduğunu göstermektedir. Ayrıca Kur’an’da “O gün mal ve çocuklar fayda vermez. Sadece Allah’a selim bir kalple gelmek fayda verir”175 buyurulması da bu görüşü destekler. Zahitler ve ilk sofiler dini ve ahlaki açıdan kalbin önemi, kalp temizliği, bunun sonucu olan ibadet ve iyi davranışlar üzerinde yoğunlaşmış, Allah’ın huzuruna kalbi selimle çıkabilmenin şartının bu olduğunu vurgulamışlardır.176 Bütün bunlar ahiret hayatıyla alakalı dünyadaki fiillerin de bir Müslüman’ın dünyaya, Allah’a ibadet yapmak üzere gönderildiğini unutmayıp farz ibadetlerini kesinlikle terk etmemeye dikkat etmesi, bunun yanı sıra kalbin kötüleşmesine sebep 170 Nur 24/37. Buhari, İman 39; Müslim, Müsakat 107. 172 Süleyman Uludağ, Kalp maddesi, c:24 , s:230, T.D.V.İ.A. 173 Bakara 2/97; Şuara 26/193-194. 174 Müslim, Birr 32; İbn Mace, Zühd 9. 175 Şuara 26/88-89. 176 Uludağ, Kalp mad. a.g.e. c:24, s:231. 171 27 olacak kin, haset, hırs, tamah, inançsızlık, küfür gibi hasletlere karşı kalbini koruması gerekmektedir. Kalbi fiillerde bir Müslüman’ın Allah’a bağlılık, dünyaya bağlanmama şeklinde bir dengeyi kurması, ibadet hayatında ise belli bazı noktalara dikkat etmesi gerekmektedir. a-)Aşırıya Kaçmamak Mümin olan bir insan her işinde ölçülü, tüm davranışlarında dengeli olmalıdır. Ahiret hayatını süsleyecek olan ibadetlerinde de ölçüyü bırakmamalıdır. Dengeli olmanın zıttı ifrat ve tefrittir ki bundan kaçınılmalıdır. İfrat sınırın ziyadelikte aşılması, tefrit ise eksik olmada sınırın aşılmasıdır. İbadetleri eksik yapmak bu manada tefrit olmaktadır. Kendini helak edecek derecede nafile ibadetlerde aşırıya gitmek ise ifrat olur. İslam bu iki davranışı da yanlış göstermektedir. Rasulullah (S.A.V.) bizleri her türlü aşırılıktan men etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Haddi aşanlar (dini işlerde aşırı ince eleyip sıkı dokuyan), sözlerinde ve fiillerinde haddi aşan, taşkınlık yapan kimseler helak olmuşlardır.”177 Böylece haddi aşma ve her türlü taşkınlık hoş görülmemiş ve yasaklanmıştır. Cabir b. Semure (r.a.) “Bütün namazlarımı Peygamber ile kılardım. O’nun namazı da hutbesi de mutedil idi.”178 buyurmuştur. Hz. Peygamber insanlara meşakkat vermemek, onları ibadetlerden soğutmamak için böyle yapar. Rabbiyle baş başa kaldığında ise mesela gece namazlarında bazen ayakları şişinceye kadar kıyamda dururdu.179 Abdullah b. Amr şöyle demiştir: “Peygamber bana ‘Senin geceleyin ibadet yapıp gündüz oruç tuttuğun bana haber verildi’ dedi. Ben ‘Evet bunu yapıyorum’ dedim. Hz. Peygamber ‘Şüphesiz sen bunu yaptığın zaman gözlerin çöker, nefsin yorulur. Şüphesiz nefsin için bir hak vardır ehlin için de bir hak vardır. Onun için bazen oruç tut, bazen tutma, bazen namaz kıl bazen uyu’ buyurdu.”180 Müslim, İlim 7; Ebu Davud, Sünnet 6. Müslim, Cuma 42- Tirmizi, Salat 364. 179 Buhari, Teheccüd 6. 180 Buhari, Teheccüd 20. 177 178 28 Hz. Peygamber’in (S.A.V.) zamanında cereyan etmiş şu örnek insanın ibadet hayatının nasıl olması gerektiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir: “Bir gün üç kişi Hz. Peygamber’in hanımlarının evine geldiler ve Hz. Peygamber’in ibadetinden sordular. Bunlara Peygamber’in ibadeti haber verilince ‘Biz nerede Peygamber nerede. Muhakkak Allah Teala Peygamber’imizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını mağfiret etmiştir’ dediler. İçlerinden biri ‘Ben geceleri daima namaz kılacağım’ dedi. Diğeri ‘Ben daima oruç tutacağım ve oruçsuz durmayacağım’ dedi. Üçüncüsü ise ‘Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım. Hiç evlenmeyeceğim’ dedi. Onlar bunu söylerken Rasulullah yanlarına geldi ve ‘Sizler şöyle şöyle diyenlersiniz. Dikkat edin! Allah’a yemin ederim ki, Ben sizin Allah’tan en çok korkanınızım. Bunun yanında ben oruç tutar bazen ise tutmam. Nafile kılar bazen uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir’ buyurmuştur.”181 Dikkat edilirse Hadis-i Şerif’te Rasulullah (S.A.V.) ibadetlerin sınırlarını zorlayan, kendilerine eziyet eden bu insanların yanlışlığını dile getirmiş ve bu şekilde sınırı aşanların da O’na muhalefet etmiş olacağının altını çizerek sert bir ikazda bulunmuşlardır. Hıristiyanlar da kendilerine farz kılınmamışken ruhbanlık icat etmişler ve bunu sırf Allah rızası için yaptıklarını iddia etmişlerdir. Daha sonra ayetlerde belirtildiği gibi buna riayet etmemişler ve tarihi gerçekler de bunun yanlışlığını ispat etmiştir. Yine Hz. Peygamber “Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki, bu din konusunda amellerim tam olsun diye kendini zorlasın da din ona galebe çalmasın. Öyleyken siz orta yolu tutun. (Eğer en kamili yapamazsanız, ona) yaklaşın, (az olsa da devamlı amelden ötürü) sevinin. Sabah, akşam ve gecenin bir kısmında yardım isteyin.”182 buyurarak ibadetlerde orta yolu tutmayı tavsiye etmişlerdir. İslam ümmetinin orta yollu bir ümmet olması gerektiğine Kur’an’da işaret etmiştir: “Sizi insanlara şahit ve örnek olmanız için vasat (orta yollu) Peygamber de size şahit ve örnektir…”183 buyurulmuştur. Talha b. Ubeydullah (r.a.) şöyle demiştir: “Necd ahalisinden saçı darmadağınık bir kimse Rasulullah’a geldi. Uzaktan sesini zor duyuyor, fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihayet yaklaştı meğer İslam’ın ne olduğunu soruyormuş. Bu soruya karşılık Rasulullah ‘Bir gün ve gecede beş vakit namaz’ buyurdu. O kişi ‘Bundan 181 Buhari, Nikah 1; Nesai, Nikah 4. Buhari, İman 29. 183 Bakara 2/143. 182 29 başkasını yapmama gerekir mi?’ diye sordu. ‘Hayır, kendiliğinden kıldıkların var’ buyurdu. Sonra Rasulullah ‘Bir de Ramazan orucu’ buyurdu. O kişi ‘Bundan başkası var mı?’ diye sordu. Rasulullah ‘Hayır, kendiliğinden tuttuğun hariç’ buyurdu. Rasulullah zekatı da ona söyledi. O zat yine ‘Üzerime bundan başka borç var mı?’ dedi. Rasulullah ‘Hayır, kendiliğinden verdiğin hariç’ cevabını verdi. Bunun üzerine o kişi ‘Vallahi bundan ne fazla ne eksik bir şey yapacak değilim’ diyerek arkasını dönüp gitti. Bunu duyan Rasulullah ‘Eğer doğru söylüyorsa felah buldu gitti’ buyurdu.”184 Bu olay da farz ibadetlerini yapan kişi görevini yerine getirmiş olur.bunun dışındaki nafile ibadetler derecesini yükseltmesine vesile olur. Bunu yaparken dikkat etmesi gereken şey ifrat ve tefrite girmemektir. b-)Az da Olsa Devamlı İbadet İbadetlerin en makbul olanı az da olsa devamlı yapılanıdır. İnsanın yaratılış gayesinin Allah’a kulluk etmek olduğu hatırlandığında, insanın tüm hayatını Rabbi’ne adaması gerekli olur.Ancak insan fıtratı bunu kaldıramayacak şekilde yaratılmıştır. Bu sebeple Cenab-ı Hak bazı ibadetleri yıl içine (Ramazan orucu),bazı ibadetleri ay içine (Cuma namazı gibi), bazı ibadetleri gün içine (Beş vakit namaz gibi) serpiştirmiştir. Hatta zorluk derecesi fazla olan bazı ibadetleri imkan bulununca (zekat, kurban gibi) yapılmasını emretmiş, diğer bazılarını ise ömürde bir kere olmak üzere farz kılmıştır(hac gibi). Bu da Allah Teala’nın kullarına karşı rahmet ve şefkatinin bir işaretidir. Allah Teala, farz kılmış olduğu ibadetlerin ise sürekli yapılmasını istemiştir. “Rabbini övgüyle an ve secde edenlerden ol. Ölünceye kadar rabbine kulluk et.”185 Emri , ibadetin sürekli yapılmasının istendiğini göstermektedir. İslamiyet dünya hayatı için ahiret hayatını, ahiret hayatı için de dünya hayatını feda etmeyerek, hem dünya hem de ahiret mutluluğunun esas alındığı bir sistemdir. Kur’an’ı Kerim’de ; “insanlardan kimileri vardır ki ‘ey Rabbimiz bize dünyada ver derler.’ Böylelerinin ahirette hiçbir nasibi yoktur. İnsanlardan kimileri de vardır ki ; ‘Ey Rabbimiz bize dünyada da güzellik ahirette de güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru’ derler. İşte onlar yaptıklarının karşılığını alacaklardır.”186 Buyurulmuş, sadece Buhari, İman 34. Hicr 15/98-99. 186 Bakara 2/200-201-202. 184 185 30 dünyayı isteyenler zem edilirken, sırf ahireti istemek de tavsiye edilmemiş, gereği yapılarak ikisinin de arzu edilmesinin sonucunun kurtuluş olacağı belirtilmiştir. Bu ilke gereği Hz. Peygamber , ümmetine dengeli ve itidalli bir dini hayat tavsiye etmiş, devamlı yapılan ibadetlerin Allah nezdinde amellerin en hayırlısı olduğunu belirtmiş, ibadetlerde aşırıya gitmek isteyenleri uyarmış, kişinin üzerinde kendi nefsinin ve aile fertlerinin de hakkı olduğunu, hak sahibine hakkını verilmesi gerektiğini, kendisinin de yeyip, içip, istirahat eden ,cinsel hayatı olan bir kul olduğunu, İslam’da ruhban hayatının olmadığını belirtmiştir.187 Mesruk b. Abdurrahman ; “Hz. Aişe’ye: Hangi amel Hz. Peygambere daha sevimliydi diye sordum.Hz. Aişe: ‘Devamlı olan amel’ dedi.”188 Buyurmuştur. Yine Hz. Aişe’ye (ra): “Ey Mü’minler'in annesi! Rasulullah’ın ibadetleri nasıldı. Günlerden birine tahsis ettiği ibadet olur muydu?diye sorulduğunda O cevaben şöyle dedi: ‘Hayır O’nun ameli devamlıydı.Rasulullah’ın gücünün yettiğine hanginizin gücü yeter ki.’ Cevabını vermiştir.”189 İşte bu iki hadiste, dünya-ahiret dengesi için ibadetin, az da olsa devamlılığının gereğinden bahsedilmektedir. Yine Rasulullah (SAV), Abdullah b. Amr el-As’a şöyle demiştir: “ Ya Abdellah! Sen falanca kişi gibi olma. O, gecenin bir kısmında namaza kalkardı, sonra ise gece namazını terk etti.”190 c-)Havf ve Reca (korku ile ümit) Arası Yaşama Korku ve ümit insanın fıtratında var edilmiş hislerdendir. Bu hislere sahip olmayan bir insan yoktur. Korku hissi insan hayatının muhafazası için yaratıcı tarafından insana bahşedilmiştir. İslam, insanı korku sebebiyle zalimlere boyun eğmekten kurtarabilmek için, Allah Teala’dan korkmanın gerekliliğini esas almıştır. Çünkü, gerçek Allah korkusunun bulunduğu bir kalbe, insan korkusu giremez. Böyle kimselerde dünyevi korkular hakikaten değil mecazen mevcuttur ve bir nevi tedbirden öteye geçmez. Zira Cenab-ı Hak bu gerçeğe Kur’an’da şöyle vurgu yapmıştır. “Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki Hanbel, Müsned 3/266; Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman Ed-Darimi, Sünen’üd Darimi, Nikah 3, Çağrı Yay. İst. 1992. 188 Buhari, Teheccüd 7. 189 Müslim, Salat’ül Müsafirin 217. 190 Buhari, Teheccüd 19; Müslim, Sıyam 185. 187 31 Allah’ın dostları için bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”191 Gönlüne gerçek Allah inancını, sevgisini, korkusunu yerleştirmiş ve O Rahman’a dost olabilmiş kimseler, O’nun gayrisinden korkmazlar. Kişinin korkusu sebebiyle inancından ve dini hayatından ödün vermemesi ise bunun ölçüsüdür. Müslüman’ın asıl amacı, diğer korkuları gönülden silecek olan Allah korkusunu gönlüne yerleştirebilmek olmalıdır. Allah Teala : “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah’ın ahdi şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi kandırmasın.”192buyurmuş, insanın hayatı boyunca şeytanın hilelerine karşı , ahiretin dehşetini düşünerek sakınmasını istemiştir. Diğer bir Ayet bu Ayet’i destekler nitelikte nazil olmuştur. “Doğrusu Rablerinin azabından kimse güvende değildir.”193 İnsan yaptığı güzel işler veya ibadetler sebebiyle kurtulacağını sanıp şımarmamalıdır. Zira Allah Teala’nın “Eğer şükrederseniz artırırım, eğer nankörlük ederseniz azabım çok şiddetlidir.”194 Ayetinde de belirtildiği gibi O’nun vermiş olduğu en küçük bir nimetin şükrünü eda etmemize bu yaptıklarımız yetmeyecektir. Kendi yaptığı iyiliklerin onu kurtaracağına güvenenin ahiretteki durumu da perişandır. Ayet’i Kerime’de “De ki! Amellerin en fazla yazık olanını size haber vereyim mi? Onlar dünyada amelleri boşa gitmiş olduğu halde iyi iş yaptıklarını sananlardır.”195 buyrulmuştur. Bu haberler yanında Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin bir Müslüman alameti olmadığını, Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiğini, umudunu ancak kafirlerin keseceğini ve böyle kimseler için acıklı bir azap olduğunu söyleyen ayetlerde196 Müslüman’ın devamlı Allah’ın af ve mağfiretine karşı ümit içerisinde olması gerektiğini haber vermektedir. Zira Hz. Peygamber’in en çok yaptığı dua şu olmuştur: “Ey Rabbim! Bize dünyada da iyilik, Ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”197 Peygamberimizin geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilmiş olmasın 191 Yunus 10/62. Lokman 31/33. 193 Mearic 70/28. 194 İbrahim 14/7. 195 Kehf 18/103-104. 196 Yusuf 12/87. 197 Buhari Deavat 55. 192 32 rağmen198 devamlı yapmış olduğu bu dua, bizim gibi günahkar kullar için bir ölçü olmalıdır. Allah (c.c) bizim O’ndan korkmamızı ama bu korkunun O’ndan ümidin kesilmesine sebep olmamasını istemiş ve “Allah’a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.”199 Buyurmuştur. Yine ümitle ilgili şu hadis-i şerifler bize ışık tutmaktadır: “Rasulullah Allah Tela’nın şöyle buyurduğunu bildirdi: Rahmetim gazabımı geçmiştir.”200, “Allah Teala rahmeti yaratacağı gün yüz rahmet yarattı, doksan dokuz rahmeti kendisi aldı, bir rahmeti de bitin yaratıklara gönderdi. Eğer kafir Allah’ın rahmetinin tamamını bilseydi cennetten ümidini kesmezdi. Eğer mü’min Allah’ın azabının tamamını bilseydi cehennem korkusundan emin olmazdı.”201 “Rasulullah ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu ‘Kendini nasıl hissediyorsun?’ ‘Ey Allah’ın Resulü! Allah’tan ümidim var ancak günahlarımdan korkuyorum’ dedi. Rasulullah ‘Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi ,Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar’ buyurdu.”202 “Allah korkusunda ağlayan bir adam sağılan sütün memeye geri dönmediği gibi ateşe girmez.”203 Hadis-i şerif’inin müjdesine nail olabilmek için Allah’tan hakkı ile korkan mümin, dünya işlerinde de bu korku ile hareket etmeli ve cenneti kazanmayı ümit edebilmelidir. 3-) Kuran’ın Dünyaya Bakışı a-)Dünya Hayatı Bir Oyun ve Eğlencedir Allah Teala Kur’an’da dünyayı farklı şekillerde tasvir etmiştir. Bu tasvirler bize Allah’ın dünyaya nasıl bakmamızı istediği konusunda bilgi vermektedir. Dünyaya Allah’a kulluk etmek için yollanılan insan,204 yeryüzünü ahireti kazanma sahası kabul etmediğinde, dünyasının boş bir eğlence olduğu belirtilmektedir. 198 Fetih 48/12. Araf 7/56. 200 Müslim Tevbe 15;Hanbel Müsned 8/8112. 201 Buhari Rikak 19. 202 Tirmizi Cenaiz 11; İbn Mace Zühd 31. 203 Tirmizi Fezail ül-Cihad 8. 204 Zariyat 51/562. 199 33 “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.”205 “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”206 “Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir.”207 Bu ayetlerde dünyanın, asıl görevin unutulması halinde insanın daldığı ve onu başka işler yapmaktan alıkoyan bir oyun ve eğlence olduğu belirtilmektedir. b-) Dünya Hayatı Aldatıcı Bir Metadır Dünya hayatının geçici olması oradaki zevk safa ve lezzetlerin de geçici olduğunu gösterir. Kişi için kalıcı olan, ahirette ortaya çıkacak durumudur. Bu sebeple insan dünyanın zevklerine dalmayıp ahiret mutluluğunu talep etmelidir. Ayette ; “ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kişi, kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ise aldatıcı az bir metadan başka bir şey değildir.”208, “Ahirette şiddetli azap ve Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı ise aldatıcı bir maldan başka bir şey değildir.”209 Yine Kur’an bu aldatıcı dünya malının da ahiretle kıyaslandığında çok az olduğunu belirtmekte, insan ömrünün kısa olduğu ve dünyanın faniliğini haber vermektedir. “De ki! Dünya geçimliği azdır.”210, “Az bir geçim, sonra varacakları yer cehennemdir.”211, “bu, az bir geçimdir. Sonra onlar için acı bir azap vardır.”212işte dünyasına dalmış ve dünya için uzun planlar hazırlamış fakat ahiret için hiçbir düşüncesi ve kaygısı olmayan insanın acı sonunu ayetler böyle açıklamaktadır. İnsan nerede olursa olsun, ölüm onu bulacağına göre213, dünyanın fani ve zevklerinin geçici olduğunu anlamakta bir zorluk olmasa gerektir. Hz. Peygamber’in (sav)de dünyanın değersiz oluşu hakkında bir çok hadisleri vardır.”Eğer dünya Allah katında sivrisineğin kanadına denk olsaydı, ondan dünyada hiçbir kafire bir damla vermezdi.”214,“Ahiret karşısında dünyanın değeri, sizden En’am 6/32 . Muhammed 47/36. 207 Ankebut 29/64. 208 Al’i imran 3/185. 209 Hadid 57/20. 210 Nisa 4/27. 211 Al’i İmran 3/197. 212 Nahl 16 /117. 213 Nisa 4/78. 214 Tirmizi Zühd 79. 205 206 34 birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile aldığına bir baksın.”215 Görülüyor ki Hadis-i Şerifler ve Ayet-i Kerime’ler dünyanın geçiciliğine vurgu yapmaktadır. Ahireti düşünmeksizin dünyaya dalmanın bedbahtlığı da ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır. c-)Dünya Hayatının Aldatıcılığı ve İnsanların Buna Karşı Uyarılması Dünyanın bir oyun ve eğlence olduğunu belirten ayetlerden216 de anlaşılacağı gibi, oyun nasıl ki bir çocuğu aldatır, avutur, başka şeylerden alıkoyarsa, dünya da insanoğlunu gerçeği görmekten, hakikati anlamaktan ve doğruya yönelmekten alıkoyar. İnsan aldatıldığının ancak ölüm anında farkına varır. Hatta bu oyun ve eğlenceye aşırı derecede dalarlar ve ahirete karşı dünyayı değiştirirler; “İşte onlar ahirete karşı, dünyayı satın alanlardır. Azap onlardan hafifletilmeyecek ve hiçbir şekilde yardım edilmeyeceklerdir.”217 Bu kimselerin daha da ileri giderek, dünya oyunlarına ahireti katar, dinle dalga geçerler ve dünya hayatı onları böyle aldatır. “işte bu Allah’ın ayetlerini alaya almanızdan ve dünya hayatının sizi aldatmış olmasından ötürüdür.”218, “Onlar ki dinlerini bir oyun ve eğlence yerine koydular. İşte dünya hayatı onları aldattı.”219, “Dünya hayatı kendilerini aldattı ve kendilerinin kafir olduklarına şahit oldular.”220 İnsan yaratılışı gereği dünya malına karşı aşırı bir ilgi duymaktadır. Bu ilginin gemlenememesi de onu ayetlerde belirtildiği gibi, ahiret hayatına karşı aldatır.dünya hayatının süsü ve cazibesine kapılan insan, ahireti unutmakta ve tüm kötülükleri yapmakta bir sakınca görmemektedir. Allah ise insanları bu tür davranışlara karşı sakındırmaktadır. “Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın dizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi kandırmasın.”221, “Allah’ın verdi söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek İbn Mace Zühd 1376. En’am 6/32; Muhammed 47/36; Ankebut 29/64. 217 Bakara 2/82. 218 Casiye 45/35. 219 Araf 7/1. 220 En’am 6/130. 221 Fatır 35/5. 215 216 35 sakın şeytan sizi kandırmasın.”222, “Allah’ın emri gelene kadar dinde şüpheye düştünüz. Sizi kuruntular aldattı. Şeytan Allah hakkında sizi kandırdı.”223 Tüm bu ayet ve hadisler dünya hayatının gelip geçici olduğunu insanın bu hayat dalarak asıl kazanması gereken hayatı kaybetmemesi gerektiğini, dünya hayatının amaç haline getirilmesinin doğuracağı ebedi sonuçları gözler önüne sermektedir. 4-) Kuran’ın Ahiret Hayatına Bakışı ve Ahiret Hayatını Tercih Etmesi Kur’an dünya hayatını yağmurun bitirdiği bitkilere benzetmekte, bu bitkilerin büyüyüp birbirine karışmasıyla yeryüzünün süslenip bezendiği ve sonunda Allah’ın emri gelince hepsinin çerçöp olduğu bir hayata benzetmekte ve dünya yaşamının da bir bitkini yeşerip sararması kadar kıs olduğuna dikkat çekilmektedir.224 Bu kadar kısa olan dünya hayatına karşı Müslümanların ahirete yönelik çalışmalarının gerektiğine ve bunun daha hayırlı olduğuna işaret edilmektedir. “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Ahiret hayatı ise Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Akletmiyor musunuz?”225, “Ahiret yurdu Allah’tan sakınanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?”226, “Ahiret yurdu daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.”227 Yüce Allah , iyi kullarının ecrini hem dünyada hem de ahirette vereceğini, hiç kimsenin sevabını zayi etmeyeceğini beyan etmektedir.228 Özellikle iman edip Allah’tan korkanların ahiretteki mükafatlarının daha büyük olacağını, ahiret hayatının sürekliliği ve nimetlerinin bolluğu ile dünya hayatından daha hayırlı olduğunu,229 dünya hayatını tercih edip onunla yetinenlerin, huzur ve mutluluğu onda arayanların yanlış yolda ve gaflete dalmış olduklarını230 haber vermektedir. Hayat yalnız dünya hayatıdır deyip, dünyaya karşı ahiretlerini satanlar, ayetlerle tehdit edilmiş, kınanmış ve sapıklıkla itham edilmişlerdir. “Bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, biz de sizi unuttuk. Varacağınız yer cehennemdir. 222 Lokman 31/33. Hadid 57/14. 224 Yunus 10/24. 225 En’am 6/32. 226 Araf 7/169. 227 Nahl 16/30. 228 Yusuf 12/56. 229 İnsan 76/12-22; Yusuf 12/57;- Nahl 16/41; İsra 17/21. 230 Yunus 10/7; A’la 86/16-17; Enfal 8/67; Tevbe 9/38. 223 36 Yardımcılarınız da yoktur.”231, “Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyup onun eğriliğini isterler. İşte onlar derin bir sapıklık içindedir.”232 Dünyayı tercih edip yalnız dünya için çalışanlar, çalıştıklarının karşılığını dünyada alırlar ve ahiretteki durumları iç açıcı değildir. “Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız. Dünya kazancını isteyene de ondan veririz ama onun ahirette bir payı yoktur.”233 “dünyayı isteyenlerden istediğimize, dilediğimiz kadar veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız. Kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. Ahireti isteyip inanmış olarak çalışanlara ise, çalışmalarının karşılığı verilir.”234 231 Casiye 45/34. İbrahim 14/3. 233 Şura 42/20. 234 İsra 17/18-19. 232 37 II. BÖLÜM AİLEVİ HAYAT A-) GENEL OLARAK AİLE Aile toplumun temel birimi olmasına rağmen, ailenin evrensel bir tanımını yapmak imkansızdır. Tarih boyunca toplumlar nasıl değişikliklere uğramışlarsa aile de hem boyutları hem yapısı hem de işlevi bakımından büyük dönüşümler geçirmiştir. Aile kavramı, kuşkusuz çok genel bir kavramdır. Bu sebeple insanların dışında, diğer canlılarda görülen beraberlik ve ortaklıklar da aile sözcüğü ile tanımlanabilmektedir. Aynı şekilde mesleki beraberlikler, bitki türleri, dil grupları, statüleri farklı toplum sınıfları gibi bir çok farklı şey de aile olarak sınıflandırılmaktadır. Ancak niteleme farklılıkları göz ardı edilince aile sözcüğü, insani beraberlikleri anlatan evrensel bir kurumun karşılığı olarak anlaşılmaktadır. Ailenin oluşumu hakkında batılı düşünürlerin farklı görüşleri vardır. Thomas Hubbes, insanların eski devirlerde vahşi birer hayvan gibi fertler halinde yaşadığını, insanların zamanla sosyalleştiğini, Emile Durkeim ise insanların fert olarak değil klan yani insan sürüleri halinde yaşadıklarını ifade etmişlerdir.235 Halbuki sosyologların ifade ettiği gibi, ilk aile biçimleri, insan içgüdüsü sonucu ve tesadüfi olarak meydana Asaf Ataseven , ‘Nasıl Bir Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu 2, s:37, Ensar Neşriyat İst. 1996 . 235 38 gelmemiştir. Zira ilk insan ve ilk peygamberin Hz. Adem (A.S.) olduğu ve tüm eşyanın isimlerinin kendisine öğretildiği236 göz önüne alındığında ailenin teşekkülü hakkındaki bu görüşlerin yanlışlığı ortaya çıkacaktır. İlk insan bir peygamber olarak Hz. Adem olduğuna göre, ilk ailenin temeli, Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yeryüzüne indirilmesiyle atılmıştır. Hz. Adem Allah’ın emrine muhatap bir peygamber olduğuna göre, kendisine eşyanın isimleri yanı sıra kadın ve erkeğin birbiri üzerindeki hakları, ebeveynin çocuklarına karşı sorumlulukları ve çocukları üzerindeki hakları gibi hususlar da Allah tarafından kendisine öğretilmiş olmalıdır. Nitekim Kur’an’da Hz. Adem ve Hz. Havva’nın maceralarından söz edildiği gibi ailenin tabii fertleri olan çocuklardan da söz edilmektedir.237 Bütün bunlar insanın var oluşuyla birlikte ailenin de var ola geldiğinin bir göstergesidir. Aile sosyal bilim dallarının farklı bakış açılarının bir sonucu olarak değişik şekillerde tanımlana gelmiştir. Bu sebeple çok farklı aile tanımlarıyla karşılaşmaktayız.Örneğin; 1940’lı yıllarda Amerikalı sosyolog Kingsley Davis aileyi şöyle tanımlıyordu: “Aralarındaki kan bağı sebebiyle birbirine akraba olan bir grup insan.”238 Bunun yanında farklı aile tanımları da mevcuttur. Aile, evlenme, kan veya evlat edinme bağlarıyla birbirine bağlanmış, aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan, oynadıkları çeşitli roller çerçevesinde (karı-koca, ana-baba, evlat, kardeş) birbirlerine etki eden, kendilerine özgü bir görgüyü yaşatıp sürdüren insan topluluğudur.239 Bu tanım, aile içi roller esas alınarak yapılmıştır. Aileye farklı bir yönden bakarak başka tanımlamalar da olmuştur. Örneğin; ailenin biyolojik ve toplumsal yönünü göz önünde tutarak “Aile, en az evli iki yetişkin insandan ve çocuklarından meydana gelen kurumsallaşmış bir biyolojik-toplumsal gruptur”240 şeklinde aileyi tanımlayanlar da olmuştur. Bu kadar değişken bir kavram olan aile hakkında çeşitli tanımlar yapılmış, her bir tanım ailenin bir yönünü ön plana çıkarmayı ve kendi sosyal bilimine uygun tanıma ulaşmayı hedeflemiştir. Ancak şu husus bir gerçektir ki nüvesini teşkil etmiş ve bu 236 Bakara 2/31. Musa Kazım Yılmaz, ‘ İslami Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, (1. Tebliğ), s:21, İsav Yay. (T.y.) . 238 Aygen Erdentuğ, ‘ Çeşitli İnsan Topluluklarında Aile Tiplerİ’, s:319, Aile Yazıları/1, T.C.B.A.A.K.1990 . 239 Seniha Hasipek , ‘Ailenin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısında Kadının Yeri ve Önemi’ ,s:365, 1.Aile Şurası Bildirileri, Reyhan Yay. Ank. 1990. 240 İsmail Kıllıoğlu,Aile mad., c:1, s:16-17 , Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay. İst. 1990 . 237 39 özelliği asırlar boyunca devam etmiştir. Hiçbir sosyal sistem ve hayat tarzı da aileyi ortadan kaldıramamıştır. Siyasi rejim ve düşünceleri ne olursa olsun her toplum aileye büyük önem vermiş ve onun kurtuluşu için çalışmışlardır. Bunun sebebi de toplumu oluşturan en önemli etkenin aile olması ve toplumun geleceğinin, ailenin salahiyetine bağlı olmasıdır. Çükü aileye önem veren ve onu sağlam temellere oturtmayı başaran bir toplum, kendi bünyesini sağlamlaştırmış, kendi geleceğini teminat altına almış ve kendi gücüne güç katmış olacaktır. Toplumlarda ailenin yerini hiçbir kurum ve oluşum tutamamaktadır. Çocuğu yetiştirip terbiye etme ve topluma yararlı bir birey haline getirmede en etkili oluşum ailedir. Yine kültürlerin nesilden nesile aktarımında da en etkili kurum aile olmuştur. Toplumun sosyal değerlerinin kökleri ailedir. Aile esas itibariyle üç çeşit sorumluluğun bir araya toplandığı bir organizasyondur. Önce karı-kocanın, ebeveyn ve çocukların yakın akraba organizasyonudur. İkinci olarak aile, çoğu dini prensiplerde öğretilen ve eğitilen, örf ve adetlere karşı daima yüksek derecede sorumluluk taşıyan bir kurumdur. Üçüncüsü, aile hukuki ve idari bir vasıta olarak veya bir statü organizasyonu olarak kullanılmaktadır.241 Bu açıklamalardan sonra genel tabiriyle aile, evlilik, kan yada evlat edinme bağlarıyla birbirine bağlı, tek bir hane halkı tarafından oluşturulan, karı-koca, ana-baba, çocuklar ve kardeşler olarak her biri kendi toplumsal konumu içinde birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen, ortak bir kültür yaratan, paylaşan ve sürdüren bireyler grubuna verilen addır.242 Bununla birlikte aileyi teşkil eden fertler, devirlere, bölgelere, sosyal ve iktisadi yapıya göre değişiklik arz etmektedir.243 İnsanlık tarihinde ilkel klanlardan başlayıp günümüz modern aile yapısına gelene dek bir çok aile tipi görülmektedir.244 Bu aileler hakimiyetin ana veya babadan olmasına göre anaerkil ve ataerkil, eş sayısına göre tek eşli(monogami), ve çok eşli(poligami) olarak farklı şekillerde var olmuşlardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bazı sosyolog ve yazarlar ilkel toplumlarda, başlangıçta cinsel olarak insanlar arasında keyifli ve karışık bir cinsel ilişki dönemin var olduğunu ileri sürmüşlerse de bu görüşler yapılan antropolojik ve etnoğrafik araştırmalarla bertaraf edilmiş ve bugün bu görüşü savunan kimse İsmet Altıkardeş, Din ve Sosyal Bütünleşme, s:175, Rağbet Yay. İst. 2004 . Ana Biritannica, Aile mad. c:1, s:228, Ana Yay. İst. 1993 . 243 Mehmet Akif Aydın, Aile mad. ,c:2, s:196 , T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst. 1989 . 244 Yılmaz, a.g.e; s:23. 241 242 40 kalmamıştır.245 Gerçekte, en basit hatta cinsel bakımdan geniş bir laubaliliğe imkan veren toplumlarda da aile var olmuştur.246 Tarihten beri var olduğu ispatlanmış olan aile kurumu gelişim evrelerinde farklı şekillerde var olmuştur. Ailenin gelişim aşamaları, farklı sosyologlarca kendi düşünceleri çerçevesinde değişik şekillerde isimlendirilmiştir. Bunlardan bazıları totem ailesi, anaerkil aile, babaerkil aile, pederî aile, soy ailesi, kök aile, büyük kent ailesi, gecekondu ailesi, kasaba ve köy ailesi, sanayi öncesi ve sonrası ailesi şekillerinde bazen otorite, çevre ve akrabalık ve mülkiyet ilişkilerine, bazen de hane halkı komposizyonuna bağlı olarak şekillenen bir sosyal yapı içerisinde tanımlanmışlardır.247 Fakat genelde tarih içerisinde ve günümüzde aile, geniş aile ve çekirdek aile diye ikiye ayrılmıştır. Geniş aile, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Diğer bir ifadeyle içinde büyük ana ve babaların, dede ve torunların beraber yaşadıkları, evlenen erkek çocukların eşlerini aile içine getirdikleri aile tipidir. Özellikle tarım ekonomisine dayanan toplumlarda rastlanır.248 Geniş aile terimi bir hanede bir çok kuşağın bir arada yaşadığı bir aile sistemini anlatır. Aynı aile birimi içinde birkaç kuşağın yatay, dikey yada hem yatay hem dikey olarak genişlediği birden fazla evli çiftin bir arada yaşadığı bir aile türüdür.249 Dar aile ise bir karı-koca ile çocuklardan oluşmaktadır.250 Çekirdek aile türü genelde şehirlerde görülmesine karşılık, geniş aile daha çok kırsallarda yaşatılmaktadır. Para ekonomisi, endüstri devrimi, modern teknoloji ve büyük kent ve metropollerin doğuşu gibi çeşitli faktörlerin tesiriyle geniş ailenin durumu günümüzde esaslı bir şekilde sarsılmıştır.251 Dar ailede akraba bağları zayıflamış, ile içi davranışlar daha rasyonelleşmiştir. Bu anlamda islami aile, çekirdek aile değildir. Çünkü Kur’an’da on Mehmet Birekul- Fatih Mehmet Yılmaz, Peygamber Günlerinde Sosyal Hayat ve Aile, s:107 , Yediveren Yay. Konya 2001. 246 Sulhi Dönmezer, Toplumbilim, s:196, Beta Yay. 11.Baskı İst. 1994. 247 Birekul-Yılmaz a.g.e. s:109-110. 248 Dönmezer a.g.e. s:201; Ömer Çaha, Sivil Toplum Aydınlar ve Demokrasi, s:123, İz Yay. İst. 1999 . 249 Birekul-Yılmaz a.g.e. s:112. 250 M. Akif Aydın a.g.e. c:2, s:196 ; Dönmezer a.g.e. s:201. 251 Yılmaz, a.g.e. s:24. 245 41 dört yerde akrabaya iyilik yapmak emredilmiştir.252 Bu da İslam’ın geniş anlamda aile fertlerine verdiği önemi göstermektedir. Bütün bunların yanında, insanın var oluşundan günümüze kadar varlığını tüm toplumlarda sürdüre gelmiş olan aile kurumunu sarsan ciddi cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunlar ferdiyetçilik, kadın hakları, feminizm, moda, zevke düşkünlük, evlilik dışı ilişkiler ve bunları destekleme akımları, homoseksüel ilişkiler, kitle turizminin seks turizmine dönüşmesi, komünizm, gazete, radyo, televizyon ve bunlara bağlı olarak gelişen porno yayınları şeklinde özetlenebilir.253 Özellikle günümüz Tür Toplumunda aile kitle iletişim araçlarıyla tehdit edilmekte ve ailenin vermesi gereken terbiyeyi artık televizyon vermektedir.254 1- Tarihte Kadın İslam dininin gelişiyle kadının statüsünde görülen değişikliği, kadınlara verilen hak ve yetkilerin önemini anlamak şüphesiz İslam öncesi tarihsel yaşam boyunca kadının durumunu ortaya koymak, bu dönemlerdeki kadının siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal yönünü anlamak ve kadına verilen değeri görmekle mümkün olacaktır. Eski Hin’de kadın, evlenme, miras ve diğer alanlarda hiçbir hakka sahip değildir. Kadın, kötü eğilimlere, zayıf karaktere ve fena bir ahlaka sahip olduğundan ‘Manu’ kanunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının vefatından sonra da oğluna veya kocanın akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur etmiştir. Veda’larda kadın, kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir mahluk olarak tasvir edilir.255 Brahmanlarda ve Upanişadlarda söz konusu edilen eğitimdeki ayrımcılık ve zahitlik anlayışı, bilgi ve kurtuluş yolunun sadece erkeklerin tekelinde olduğu fikrini yerleştirmişti. Kadın kısır olur veya hep kız doğurursa kocası onu bırakabilirdi.256 Budizm’in kurucusu Buda, önceleri kadınları dinine kabul etmiyordu. Yakın dostu olan Anenda kendisine ‘kadınlara nasıl muamele edelim’ diye sorunca ‘Onlara hiç bakmayacaksın’ cevabını vermiş. Bakara 2/83; Nisa 4/ 8-36; Maide 5/106; Enam 6/153; Enfal 8/41; Tevbe 9/113; Nahl 16/90; İsra 17/26; Nur 24/32; Rum 30/38; Fatır 35/18; Şura42/ 23; Haşr 59/7. 253 Ataseven a.g.e. s:37. 254 Altıkardeş, a.g.e. s:174. 255 Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın , s:24, Rağbet Yay. İst. 2001. 256 Ömer Faruk Harman, Kadın mad. c: 24 ,s:83, T.D.V.İ.A. 252 42 -Fakat bakmaya mecbur kalırsak? -Onlarla konuşmayacaksın! -Konuşmaya mecbur kalırsak? -O takdirde onlardan son derece sakınmalısın, demiştir. Anenda’nın ısrarıyla Buda kadınları dinine kabul etmiş ve “Kadını dine kabul etmeseydik Budizm saf ir şekilde uzun yıllar devam ederdi. Fakat artık kadın aramıza girdikten sonra bu dinin uzun yaşayabileceğini sanmıyorum” demiştir.257 Yine Konfüçyanizm’in ataerkil bir dini yapısı olması sebebiyle kadın ikinci sıradadır ve “Beş Klasikler” denilen kutsal metinler kadınlara olumsuz yaklaşırlar. İsrail hukukunda ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları babalarının evinde bile hizmetçi gibidirler. Baba onları satabilir. Boşama hakkı ise keyfi bir surette kocaya aittir. Kızlar başka bir mirasçı olmadığı takdirde mirastan pay alabilirler.258 Yunan medeniyeti başlangıçta eşitsizlik temeli üzerinde kurulmuştu. M.Ö. 5. yüzyıla kadar kadına miras kalmazdı. Kadın hiçbir hakka sahip değildi.259 Evlenmenin en önemli amacı erkeğin zevkini tatmin etmek, erkek çocuk elde etmek, iyi bakılmak, eve mal-mülk üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti.260 Hatta felsefenin kurucuları kabul edilenlerden Aristo, kadının yaratılışta yarı kalmış bir erkek olduğunu söylemiş, Eflatun ise kadının elden ele orta malı olarak gezmesi gerektiğini söylemiştir.261 Bununla beraber Aristo, köleliği ve kadının hukuki bakımdan erkekle eşit olmamasının gerekliliğini savunmuştur. Demosthenes’e göre ise insan, meşru çocuklara sahip olmak için bir kadınla evlenir, iyi bakılmak için evlilik dışı bir kadın alır ve sevişmenin tadını çıkarmak için de kiralık kadınlara gider.262 Kadının hor görülmesinde Yunan medeniyeti sınır tanımamıştır. Hatta haksız ve yanlış işler yapan erkeklerin dünyaya yeniden kadın olarak geleceği inancı yaygındır. Topaloğlu, a.g.e. s:25. Topaloğlu, a.g.e. s:25. 259 Naci Yengin, Ailede Kadın, (Kadın mad.), c:3, s:275, Şamil İslam Ansiklopedisi, Genel Yönetim: Ahmet Ağırakça, Şamil Yay. İst 1991. 260 Topaloğlu, a.g.e, s:26- Meydan Larousse, ( Kadın mad.), c:10, s:342,Yayımlayanlar:Safa Kılçlıoğlu, Nezihe Araz, Hakkı Devrim, ,Sabah Gazetesi (Y.Y.) 1992 . 261 Topaloğlu, a.g.e. s:26. 262 Meydan Larousse, Kadın mad. c:10, s:343. 257 258 43 Eski Çin ve İngiltere’de de bunlara benzer olumsuz tavır, düşünce ve inanışlar had safhada var olmuştur. Çin’de kadınların insan sayılmamasından ötürü onlara isim verilemez, bir, iki, üç şeklinde sayıyla çağırılırlardı. İngiltere’de ise kadınlar murdar kabul edildiğinden İncil’e el süremezlerdi.263 Ayrıca 1805 yılına kadar İngiltere kanunları bir erkeğin kendi karısını satmasına müsaade etmiş, Fransızlar ise 586 yılında düzenledikleri kongrede kadının erkeğe hizmet etmek için yaratıldığı ve bundan başka bir işe yaramadığını kabul etmişlerdir.264 Yahudilikte kadının rolü var olan ataerkil yapıya göre şekillenmiş, sosyal statüsü cinsiyetine göre tesis edilmiştir. “Kadın erkekten yaratılmıştır” inancının neticesi olarak erkek ve kadının bir bütünün parçaları olmaları dolayısıyla kadının parçanın bütüne bağlandığı gibi erkeğe tabî olması gereklidir. Kitab-ı Mukaddes geleneğinde erkek kadının efendisidir. İbadetlerinde her gün sabah “Rabbim beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun” duası manidardır. Kadın kamuya ait bir göreve tayin edilemez. Kocasının ellerini ve ayaklarını yıkama görevini yapmayan kadın sopayla cezalandırılır.265 Hıristiyanlıkta kadın ilk dönemlerde İncil’lerde geçtiği gibi erkeklerle aynı haklara sahiptir. İsa Mesih vasıtasıyla şifa bulmuş ve günahları bağışlanmıştır.266 Pavlus, evlenmemenin ideal olduğunu ancak hem zinadan kendini korumak hem de çocuk yapmak için evlenilebileceğini söylemektedir.267 Ama genel olarak Hıristiyan kültüründe kadın, yasak meyveyi Adem’e yedirmek suretiyle O’nun cennetten kovulmasına ve insan neslinin günahkar bir şekilde doğmasına sebep olduğu için kadınlara yönelik görüşler olumsuz olmuştur. Hatta ilk kilise babaları kadın cinsine karşı ağır hakaretler içerecek derecede olumsuzluklar taşımıştır.268 Ortaçağ Hıristiyan dünyasında kadın ve evliliğin yeri o derece kötüleşmiştir ki Macon Konsili’nde kadının ruhu olup olmadığı tartışılmıştır. Buna bağlı olarak o dönemde kadının sosyal hayatı son Topaloğlu, a.g.e. s:27. Mahmud Mehdi İstanbuli, İslam’da Evlilik ve Cinsel Mutluluk, s:211, Çağrı Yay. İstanbul 1993. (7.Baskı) (Eserde bu bilginin Mustafa Sibai’nin “El Mer’etü Beynel-Fıkhi vel-Kanun” adlı esrinden aldığı belirtilmiştir). 265 Harman, a.g.e. c:24, s:84-85. 266 Matta 8/14-15. 267 Korintoslulara Birinci Mektup 7/1-7. 268 Harman, a.g.e, c:24, s:85. 263 264 44 derece kötüleşmiş, 10. asırdan itibaren pek çok kadın cinlerle ilişkisi olduğu iddiasıyla yakılmış veya suda boğulmuştur.269 Cahiliye Arap toplumunda kadın adeta erkeğin şehvetini tatmin vasıtası olarak görülür, kız çocuk ailede maddi bir külfet ve bir utanç vesilesi kabul edilirdi.270 Aile idaresinde sınırsız yetkili olan baba kızını öldürmekte bir mahzur görmez ve diri diri toprağa gömerdi.271 Bu durum Kur’an-ı Kerim’de “İçlerinden biri bir kız çocuğunun doğumu ile müjdelendiğinde, nefretini sinesine çekerek, hiddetinden yüzü kapkara olur, kendisine verilen kötü müjdeden dolayı herkesten saklanır, ‘Bunu ne yapayım, hakarete katlanarak alıkoyayım mı yoksa toprağa mı gömeyim diye şaşırır kalır…”272 şeklinde beyan buyurulmuştur. Diğer bir ayette ise “(Kıyamet günü diri diri gömülen kıza) Hangi günahından dolayı öldürüldün (diye sorulur)”273 şekillerinde açıklanmıştır. Diğer milletlerde olduğu gibi, diğer meselelere de erkeklerle beraber iştirak etmesi mümkün değildi. Kadın evlenme, aile kurma ve boşanma düzeninden, miras hakkından mahrumdu.274 Hatta adet zamanında Araplar bir kadınla aynı evde oturamaz, onlarla beraber yiyip içmezlerdi. Kadın adet görünce evden çıkarılırdı. Kadınları boşadıktan sonra bazen onları cezalandırmak için başkalarıyla evlenmelerine müsaade edilmezdi.275 Bu dönemde kadınların evlenme şekilleriyle ilgili var olan kuralsızlık ve ahlaksızlıkları bir sonraki bölümde inceleyeceğiz. 2-) Tarihte Evlenme - Boşanma ve Cinsellik a-) Evlilik ve Cinsellik Evlenme sadece insanlarda değil bütün canlılarda görülen tabî bir durumdur. Her çağda, her din ve medeniyetin itibar ettiği sosyal bir sistemdir. Bir toplumun organize olmuş en küçük parçası olan aile birliğinin kurulması, her toplumda belli şartlara ve yollara bağlanmıştır. Teşekkül süreci içerisinde aile için en çok başvurulan yön ise evlilik olmuştur. Evlilik, cinsel birliktelik ihtiyacının, kadın ve erkeğin yapmış olduğu akitle oluşan beraberlik neticesinde giderilmesidir. 269 Harman, a.g.e, c:24, s:86. Süleyman Ateş, a.g.e. c:11, s:88. 271 Şemseddin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s:118, Ankara Okulu Yay. Ank. 1997. 272 Nahl 16/58-59. 273 Tekvir 81/8-9. 274 Topaloğlu, a.g.e. s:27. 275 Günaltay, a.g.e. s:118 . 270 45 Ailenin hukuki şeklini oluşturan evlenme, ortaçağ toplumlarından beri aile kurmak üzere uygulanan bir sözleşme özelliği taşımaktadır. Evlenme olmadan da aile kurulabilmiştir ancak ailenin evlilik vasıtasıyla kurulması, toplum düzenine, ahlak anlayışına ve aile geleneklerine en uygun olanıdır. Bunu içindir ki evlenme, bütün dünya hukuklarında kanuni düzenleme ile belirlenmiştir.276 Hatta dünya medeniyetleri içinde evlenme kurumunu kendi örf ve inanışlarına göre düzenlemiş hiçbir toplum yoktur.277 Evliliğin tarih boyunca tüm medeniyetlerce kurumsallaştırılması ve kendisine özel önem verilmesi yanında yine tarihi süreç içerisinde evlilik anlayışına ters uygulamalar da görüle gelmiştir. Bu çirkin uygulamalar da Kuran’ın ifadesiyle ilk kez Hz. Lut’un (a.s.) gönderildiği Sedom halkında görülmüştür.278 Kur’an-ı Kerim’de, Lut’un (a.s) bu hayasızlığı işleyen kavmine “Sizden evvel alemlerden hiçbirinin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz. Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz”279 söylediği beyan edilmiştir. Diğer bir ayette de Lut kavminden “hebais: pis ve murdar iş” işleyenler diye bahsedilmiştir.280 Hz. Lut (a.s.), Sedom halkını bu kötü ve çirkin işi bırakmaları hususunda her ne kadar uyardıysa da bu uyarıların karşılığı Sedom halkının isyanının artması ve Peygamberlerini taşlayıp O’na hakaret etme olmuştur.281 Nihayetinde Allah’ı Teala hak ettikleri cezayı onlara göndermiş ve gökten üzerlerine taş yağdırılmak suretiyle helaklerin en kötüsüyle helak edilmişlerdir.282 Helaklerinin çok şiddetli olduğu hususunda tefsirlerde geniş bilgiler mevcuttur.283 Bu helak edilen şehirlerin beş şehir olduğu bunların Sodom, Gomoro, Daduma, Dauha ve Katem olduğu ve hepsinin göğe kadar kaldırılıp sonra yere çevrilip üzerlerine taş yağdırıldığı bilgileri de tefsirlerde mevcuttur.284 Birekul-Yılmaz , a.g.e. s:128. Dönmezer a.g.e. s:98. 278 Muhammet Reşit Rıza, Tefsir’ül Kuran’ül Hakim (Tefsirül Menar), c:8, s:448, Dar’ül Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1999. 279 Araf 7/80-81. 280 Enbiya 21/74. 281 Şuara 26/167. 282 Hud 11/82-83. 283 Razi, a.g.e. c:6, s:382-383 ; Kurtubi, a.g.e. c:9, s:81-81 ; El- Celil el-Hafız Îmad ed-Din Ebil Fida İsmail İbn Kesir ed-Dimeşki, Tefsir’ul Kuran’il Azim, c:7, s:458-459, Mektebetü evlad’iş Şeyh litTüras, Kahire, 2000. 284 Kurtubi, a.g.e. c:9, s:81. 276 277 46 Kuran-ı Kerim’in eşcinsellik de denilen bu çirkin cinsi birliktelik hakkında Hz. Peygamber’in de şiddetli ifadeleri mevcuttur. Bu fiili işleyen kimseye Allah’ın rahmet nazariyle bakmayacağı bildirilerek285 livata yapanların Allah tarafından lanetleneceği belirtilmiş286 ve bu işi yapan faillerin öldürülmesini istemiştir.287 Tarihte ve günümüzde var olan bu yanlış cinsi tercihler içinde sevicilik denen ve kadınla kadının beraberliğini ifade eden cinsel anlayışlar ve hayvanlarla cinsi münasebet gibi sapıklıklar mevcuttur. Lut kavminde olduğu gibi günümüzde de bu ahlaka ve fıtrata aykırı akımları körükleyen, özgürlük ve insan hakları gibi farklı kılıflara bürümek suretiyle normalleştirmeye çalışan gruplar ve hukuki sistemler mevcuttur. Bekir Topaloğlu’nun, kitabında genişçe yer vermiş olduğu 1965 yılına ait İngiltere Lortlar Kamarası’na sunulan kanun tekliflerinde homoseksüelliğin meşru sayılması gerektiği belirtilmiştir. Yine aynı kitapta A.B.D. ve İsveç gibi ülkelerde ve 1995 yılı itibariyle İngiltere’de söz konusu önergelerin kanunlaştığı da belirtilmiştir.288 Son yıllarda gazete manşetlerinde de bu tür hayasızlıkların farklı şekillerde, günümüzde ilerici ve modern toplumlar diye gösterilen toplumlarda kanuni olarak meşru kabul edildiği hatta bu şekilde yapılan evliliklere kanuni sonuçlar terettüp ettirildiği görülmektedir.289 İlahi vahye dayalı olan dinlerde bu tür aynı cins arası evlilikler şiddetle yasaklanmıştır. Erkekler arası var olan bu eşcinsel ilişki hemen her dönemde ve toplumda cinsi bir sapkınlık olarak görülmüş, kınanmış ve dinlerin ortaklaşa mücadele ettiği bir davranış olmuştur. Tevrat’ta da Sodom halkının rabbe karşı günahkar olduğu ve cinsel sapkınlığın bu toplumda geliştiği ifade edilmiştir.290 Bu işi yapanların cezasının da ölüm olduğu belirtilmiştir.291 Hıristiyanlıkta da bu tür sapkınlıkları yapanlar şiddetle kınanmışlardır.292 Fakat tüm bu yasaklamaların ver olması yanında batı dünyasını saran özgürlük hayalinin yanında şehvet ve menfaatlerin ötesinde bir 285 Tirmizi Rada 12. Ahmed Müsned I/ 317. 287 Ahmed Müsned I/ 217. 288 Topaloğlu a.g.e. s:235-236. 289 Amerikan’ın Massachusetts eyaletinde eşcinsel evliliğe izin verildiği haberi ; Washington Post, New York Times ve Los Angeles gazetelerinin 17 Mayıs 2004 tarihli yayınlarında duyurulmuştur. Aynı haber Türk gazetelerinde 18 Mayıs’ta duyurulmuştur. (Sabah, Akşam gazeteleri) haberde Amerika’nın, Belçika, Hollanda ve Kanada’dan sonra eş cinsel evliliğe izin veren dördüncü ülke olduğu belirtilmiştir. 290 Tekvin 13/13. 291 Levililer 18/22. 292 Romalılara Mektup 1/27. 286 47 değer tanımayanlar, dinlerinin emirlerine saygı göstermeyip bu uygulamaları kanunlarla serbest bırakabilmişlerdir. Bu cinsel sapkınlılar Hıristiyanlığın aslında var olmayan fakat kendilerinin icatları olan ruhbanlığın neticesinde bizzat Hıristiyan din adamları (rahip-rahibe) arasında ortaçağda alabildiğine artış göstermiş ve tüyler ürpertici hadiseler yaşanmıştır.293 Cahiliye Arap Toplumu’nda ise evlenme şekilleri çok farklı şekillerde vuku bulmuştur. Bunların içinde bizim bilmiş olduğumuz; erkek tarafının kızın babası, kardeşi, amcası veya amca oğluna başvurarak iki aile arasında denkliği açıkladıktan sonra kızı istemesi, karşı tarafın olur vermesi halinde kızın sadağının (mehri) ödenerek evlenmeleri şeklindeki evlilik yer almaktadır. Cahiliye döneminde bir baba kızını istediği adamla evlendirebilirdi. Kızın veya erkeğin rızasını almaya gerek görülmezdi.294 Mehir şart koşulur, evliliğin muteber olması için gerekli görülür,295 mehirsiz evlenme ayıp sayılır ve mehirsiz evlenen kadın odalık (metres) olarak telakki edilirdi. Mehir İslam’da olduğunun aksine evlenen kıza değil velisine verilirdi. Bu açıdan bu dönemde evlenme, bir tür satın alma anlamı taşımaktaydı. Bu mehir yerine kıza ‘sadak’ denilen bir hediye verilirdi.296 Araplarda çok farklı evlilik türleri vardı. İffet yaralayıcı ve onur kırıcı olan ve İslam’ın yasaklamış olduğu bu evlilik türlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz. a-) İstibda Nikahı: Asil bir soydan evlat edinmek için kadının hayız dışı döneminde kocasının rızasıyla başka biriyle beraber olmasıdır. Bu durumdaki kadın hamile kalana dek kocasından uzak dururdu.297 b-) Bedel Nikahı: İki erkeğin zevcelerini değiştirme adetidir.298 Topaloğlu a.g.e. s:200-201-202. Günaltay a.g.e. s:122 295 Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s:124, Selçuk Ün. Hukuk Fak. Yay. Konya 1998 (2.Baskı). 296 Ali Osman Ateş, ‘Asrı Saadette Dinler ve Gelenekler’ , c:2, s:247, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 . 297 Buhari Nikah 36; Ebu Davud Talak 32-33; Günaltay a.g.e, s:122. 298 Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:252. 293 294 48 c-) Hıdn Nikahı: Hür kadınların açıkça zina edememeleri karşısında gizlice dost edinmeleridir.299 d-) Müşterek Nikah: On kişiden az olmak şartıyla bir grup erkeğin anlaşarak bir kadınla evlenmesidir. Eğer kadın hamile kalırsa çocuğu istediğine nispet ederdi.300 e-) Biğa Nikahı: Bazı kadınların her erkeği kabul ettiğine dair kapılarına bayrak asmalarına denir. Kadının hamile kalması durumunda bilirkişi çağrılır ve çocuk birine nispet edilirdi.301 f-) Şigar Nikahı: Mehirden kurtulmak için kız ve kız kardeşlerin karşılıklı değişilerek evlenilmesidir.302 g-) Makt Nikahı: Babası ölen adamın ölen annesini alması adetidir.303 h-) Mut’a Nikahı: Velilerin onayı olmaksızın belli bir süre için akdedilen nikahtır. Kadın kendi klanında kalır. Kocasına bir mızrakla bir çadır verir. Kadın nikahını sona erdirir ve doğan çocuklar kadına nispet edilirdi.304 ı-) Ortaklaşma Nikahı: Cahiliyede muahatlık yoluyla kardeş olan erkeklerin gerek malları ve gerekse eşleri ortak kabul edilirdi.305 Bunun yanında çok evlilik kudret ve servetin, tek eşlilik ise fakirlik ve zayıflığın sembolü haline gelmişti ve bunu iftihar vesilesi sayıyorlardı.306 Ayrıca Cahiliye Arap toplumunda kardeşin karısıyla evlenme adeti, dilediği kadar kadınla evlenebilme adeti, hayızlı kadınlara arkadan yaklaşma veya onların bu süre içerisinde evden çıkarılmaları, bazı ayların nikah ve zîfaf için uğursuz sayılması, Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:252. Günaltay, a.g.e. s:123. 301 Günaltay, a.g.e. s:123. 302 Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:251; Günaltay, a.g.e, s:123; Hayrettin Karaman, ‘Asrı Saadette İslam Hukukunun Oluşumu’, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, c:3, s:26, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 . 303 Günaltay, a.g.e, s:123; Karaman, a.g.e. c:3, s:26. 304 Ali Osman Ateş a.g.e. c:2 s:251. 305 Günaltay s:124. 306 Kemal Ali Kevser - Salim Öğüt, ‘Çok Evlilik Mad.’, c:8, s:316, T.D.V.İ.A. 299 300 49 loğusa olan hanımla beraber olma gibi İslam dininin reddettiği ve kesin olarak yasakladığı adetler mevcut idi.307 b-) Boşanma Cahiliye Araplarında evlenmede var olan aşırılıkların İslam gelene dek devam ettiğini görmekteyiz. Bu aşırılıkların zulüm seviyesine geldiği ve yine bu maksatla boşanmaların kullanıldığı da bir gerçektir. Evlilikte olduğu gibi boşamada da belli bir hukuki kural yoktu. Erkek lehine bir kuralsızlık ve keyfe göre boşama uygulaması yaygındı.308 Kadının toplumdaki değersizliği boşama uygulamalarına da yansımış, erkeğin kadını kolaylıkla boşamayıp onun bir başkasıyla evlenmesini engellemesine ve ona rahatlıkla eziyet etmesine olanak tanınmıştı. Kadının böyle uygulamalar karşısındaki tek hakkı ise itaat etmek olmuştu.309 Bu dönemde erkeklerin çok eşli evliliklerinin şeref ve kudretin nişanesi olduğu anlayışı bu tür evlilikleri çoğaltmış dolayısıyla bir çok erkeğin bekar kalması sebebiyle fuhuş alabildiğine yayılmıştı.310 Kadına evlilik konusunda reva görülen ahlaksız uygulamalar, boşanmada da kendini göstermiş, boşama hakkını, çok az istisnai durumlar hariç, elinde bulunduran erkek iddeti bitmeden karısına dönüyor, sonra tekrar boşayıp onun evlenmesini engellemek suretiyle kadına eziyet ediyordu. Çünkü bu dönemde iddet süresi içinde dönmek şartıyla koca karısını sınırsız sayıda boşayabiliyordu.311 Cahiliye dönemindeki bu boşama uygulamalarında olduğu gibi tarihte de benzer uygulamalar mevcuttur. Hamurabi kanunlarında, kadının kendi hatası sebebiyle boşamaya sebebiyet verilmişse, koca hiçbir şey vermeksizin kadını terk eder veya onu boşamayarak evinde hizmetçi gibi kullanır ve başka kadınla evlenirdi.312Kadın boşanmak istediğinde ise haklı bir sebep göstermek zorundaydı. Aksi takdirde boşama yetkisini gereksiz yere kullandığı için cezalandırılırdı. Cezası ise ya esir edilmek ya da suda boğulmaktı.313 Yine eski Ahit’e göre kadınlardan biriyle evlenen erkek, onda Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:248, 249, 250, 251. Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:255. 309 Mustafa Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, s:199, Pınar Yay. İst. 1991; Nihat Dalgın, İslam Hukukunda Boşama Yetkisi, s:19, Etüt Yay. Samsun, 1999. 310 Aydın, a.g.e, s:97. 311 Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:256; Dalgın, a.g.e, s:19 . 312 Topaloğlu, a.g.e. s:133. 313 Dalgın, a.g.e. s:19. 307 308 50 hoşlanmadığı bir şey görürse boş kağıdını yazıp eline verir ve hanesinden salıverirdi.314 Boşama hakkı yalnız kocanın olup kadının hiçbir şekilde böyle bir hakkı yoktu.315 Yeni Ahit’te ise boşanma daha sert ve katı bir uygulama şeklini almıştır. Evlenen iki kişini tek beden olacağına ve karısını boşayıp tekrar evlenenin zina etmiş olacağına inanılırdı.316 Aile yuvasının kutsal kabul edilmesi sebebiyle bu yuvanın yıkılmaması tavsiye edilmiş, bunun Tanrı’nın emri doğrultusunda kurulmuş manevi bir kurum olduğu inancı yayılmış ve böylece ailenin dağılmaması için boşama zorlaştırılmıştır.317 3-) İslam Öncesi Dönemde Aile İslam’ın aile verdiği önemin iyi anlaşılabilmesi öncelikle İslam öncesi ailenin ve bu aile yapısını etkileyen din ve inançlardaki aile anlayışlarının bilinmesi doğru olacaktır. Bu nedenle genel hatlarıyla Yahudilik, Hıristiyanlık, ve cahiliye toplumundaki aile ve özelliklerini aktarmaya çalışacağız. Böylece İslamî aile yapısını anlamamız ve İslam’ın aileyi ne denli dönüştürüp işlevsel bir kurum haline getirdiğini kavramamız kolaylaşacaktır. a-)Yahudilikte Aile İslam’ın gelmiş olduğu cahiliye toplumunun bir kültürler dünyasının ortasında oluşu ve bu nedenle diğer kültürlerden direkt olmasa da dolaylı olarak etkilenmiş olduğunu daha önceki bölümlerde belirtmiştik. Bu kültürler içerisinde bozulmuş bir ilahi din olan Yahudilik, Arap yarımadasında yaygın olması bakımından önemli bir yer tutmaktaydı. Bu nedenle Yahudilikte ailenin incelenmesi doğru olacaktır. Yahudilik inanç esasları itibariyle, diğer ilahi dinlere benzer özellikler taşımakla beraber kendine has niteliklere sahip bir dindir.Bu itibarla din tarihçileri, dinlerin tasnifini yaparken onun yerini tayinde güçlük çekmektedirler.Yahudilikte din ile ırk adeta özdeşleşmiştir. Bu görünüm Yahudi toplumunun her kesiminde kendini hissettirmektedir. Dolayısıyla toplum esasını oluşturan aile de sosyal olduğu kadar dini bir kurumdur. Bu nedenle, Tevrat’a göre hükümlerini tanzim eden Yahudi toplumu, 314 Tesniye, 24/1-4. Ali Osman Ateş, c:2, s:285. 316 Matta 19/3-10; Markos 10/11-12; Luka 16/18. 317 Mustafa Erdem, Dinler ve Aile ,c:2, s:346, Türk Aile Ansiklopedisi, T.C.B.A.A.K., Ankara 1991.Dalgın, a.g.e. s:22. 315 51 aileyi dini prensiplere dayalı bir evlilikle kurmakta, onu neslin devamı ve çoğalması için gerekli görmektedir.318 Yahudilikte aile sadece sosyal bir ihtiyaç veya olgunun getirmiş olduğu bir topluluk değil asıl olarak dini bir oluşumdur. Aile, Yahudi anlayışta geleneksel ibadeti muhafaza eden ve onu yeni nesillere aktarma görevini üstlenen ve onların hakimi olan babadan oluşan, “aile kültü” denilen bir ibadet topluluğudur. Baba, ailede fısıh denilen ve aile içerisinde icra eden bayrama başkanlık etmesi nedeniyle ruhani bir hüviyete ve sınırsız bir otoriteye sahiptir.319 Bu yönüyle aile ataerkil bir yapı görüntüsü vermektedir. İbrahim, İshak ve Yakup (A.S.) gibi şahsiyetler dini konularda olduğu kadar aile konusunda da örnek kabul edilir ve taklit edilmeye çalışılırlar.320 Evlenmeyerek bekar kalan kişi, bu ibadet kültünün ortadan kalkmasına sebep olacağı için günahkar kabul edilmiştir. Zira Yahudilikte bekar kalmak büyük günahtır.321 Ataerkil olan bu ailede, evlenen kadın kocasının klanına geçer. Akrabalık, kabile ilişkisi ve miras erkeğe göre belirlenir. Bu yüzden ailenin ve isminin devamı için evlat oldukça önemlidir. Bunun bir gereği olarak da ailede erkek hakimiyeti görülür.322 Bu hakimiyet ilk insan Hz. Adem’in karısının (Havva) cennetteki itaatsizliği ve kocasını yanıltması sebebine bağlanır.323 Ataerkil olan Yahudi ailesi, aynı zamanda geniş bir ailedir. Sadece kan ve sıhri hısımlığı değil köle, cariye ve hizmetçileri de içine alır. Ailenin bu geniş yapısı İsrail toplumunun sosyal, dini ve iktisadi yapısıyla ilgili olduğu kadar İsrail oğulları arasında uygulanmış olan poligami (çok evlilik) ile de yakından ilgilidir.324 Zira bu uygulama özellikle ilk dönemlerde oldukça yaygındır.325 Bunun sebepleri arasında birinci eşin erkek çocuk doğuramaması, çok evlilikte sağlanan işgücü ve yengeyle evlenme kuralı(levirat) gösterilebilir. Eski Ahit’te Hz. Davut’un (A.S.) birkaç kadınla evlendiği zikredilir. Babanın malını oğullar arasında paylaşmada uyulacak esaslar anlatılırken de 318 Erdem, a.g.e. c:3, s:343. M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:196. 320 Erdem, a.g.e. s:344. 321 M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:196. 322 Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:116. 323 Tekvin 3/16. 324 Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:116. 325 II. Samuel 5/13- I. Krallar 11/3; Ekrem Sarıkçıoğlu , Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, s:282, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002. 319 52 iki zevceden normal olarak bahsedilir, ayıplanmaz. Binaenaleyh, Musevilikte taaddüd-ü zevcat mevcuttur.326 Çok evlilik aileyi annenin başkanlığında alt gruplara böler ve adeta baba başkanlığındaki ataerkil aile, alt gruplarda anaerkil hale dönüşür. Bu ayrım sonucu ilk dönemlerde farklı kadınlardan olan çocuklar (babaları aynı) birbirleriyle evlenebilirdi.327 Fakat bu uygulama daha sonra yasaklanmıştır.328 Yahudilikte kadına verilen özgürlükler açısından da çerçeve dardır. Kadın kocasının mutlak hakimiyeti altındadır. Bu hakimiyet mal sahibinin alı üzerindeki hakimiyetine benzer. On emirde kadın; ev, köle, cariye, öküz ve eşek gibi mallarla beraber anılmış ve kocanın mal varlığı arasında sayılmıştır.329 Dolayısıyla kadının da miras hakkı yoktur.330 İslam’ın gelmiş olduğu dönem öncesinde Yahudilerin evlilik gelenekleriyle İslam’ın getirdiği esaslar bazı noktalarda benzerlikler içerdiği gibi, farklılıklar da içerir. Örneğin; nikah esnasında Yahudi erkekler kadına ‘mahar’ adı verilen bir miktar mal verirlerdi. Evlenmek için bu malı vermek mecburiydi. Hz. Musa’dan (A.S.) beri geçerli olan bir geleneğe göre kocanın karısına vereceği mehiri “khetouba” adıyla yaygınlaşmış, Mişna ve Telmud’a girmiştir. Buna göre khetouba, bakire kız için en az iki yüz dinar, dul kadın için yüz dinar olarak tespit edilmişti. Nikah havrada kıyılır, iki şahit huzurunda akit gerçekleştirildi.331 Tevrat’ın yasaklanması sebebiyle kan bağı bulunan kimselerle evlilik yasaklanmıştı. Buna göre bir kimse; ana-babası, babasının karısı, kız kardeşi, torunu, halası, teyzesi, amcası, amcasının karısı, gelini ve kayınvalidesiyle, ayrıca iki kız kardeşle aynı anda evlenemezdi. Ölen kardeşin karısıyla evlenmek (levirat) ise gelenek olarak devam ediyordu. Yine Yahudiler başka dinden olanlarla da evlenemezdi.332 Topaloğlu, a.g.e. s:104. Tekvin 20/12. 328 M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:197. 329 Çıkış 20/17. 330 M. Akif Aydın, Aile mad a.g.e. c:2, s:197. 331 Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:284. 332 Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:117. 326 327 53 Boşanma meşru bir olay olarak kabul edilirdi.333 Boşanma hoş karşılanmamasına rağmen334 Yahudilerde boşanma aşırılığı olduğu söylenebilir.335 Boşanma işlemleri hahamların huzurunda gerçekleşirdi. Haham huzurunda boşanmayan kadının nikahı eski kocasına ait olup, kadının hiçbir şekilde böyle bir hakkı yoktu.336 Görüldüğü gibi Yahudilik tahrif edilmemiş şekli ile ilahi bir din olması sebebiyle İslam’la paralel bazı unsurlar içermektedir. b-)Hıristiyanlıkta Aile Hıristiyan dininin esasen Hz. İsa öncesi şeraitleri lağvetmek için değil tamamlamak üzere geldiği337 göz önüne alınırsa, Hıristiyan ailesinin Yahudi ailesinden pek farklı olmayacağı anlaşılacaktır. Bunun yanı sıra bazı değişikliklerde söz konusudur. Hıristiyanlıkta insan-Allah, insan-İsa ve İsa-Kilise arasında kurulan benzerliklerin neticesi olarak aile, iman ile Allah arasındaki ilişkiye benzetilmekte, dolayısıyla ona bir kutsiyet atfedilmektedir.338 Aile fertleri arasındaki ilişki insanla Allah arasındaki ilişkinin bir aynası ve insanın ruhi-manevi alandaki gelişiminin vazgeçilmez bir unsurudur.339 Aynı benzerlik erkek olması ve dini cemaatin başı olması sebebiyle insan-İsa ve kilise arasında da kendini göstermekte, erkek aile reisliğine layık görülmektedir.340 İsa Mesih kilisenin başı olduğu gibi erkek de ailenin başıdır. Kadın kocasına Rabbine tabî olacaktır.341 Dolayısıyla babanın hakimiyetine dayalı bir ataerkil aile yapısı söz konusudur. Bu ailede kadının hakimiyeti yoktur. Zaten kadın da Hz. Adem’e suç işletmiştir. Suç işlemeye sebep olan kadının hakimiyeti ise düşünülemez. Tüm bunlara rağmen kadın Yahudilikte olduğu gibi kocasının mülkiyeti altındaki bir mal da değildir.342 Yahudilikte olduğunun aksine evliliklerin tek eşli (monogam) olduğu söylenebilir. Fakat bu kesin bir karar değildir. İlk dönem konsüllerinde böyle bir karar Tensiye 24/1, Topaloğlu, a.g.e. s:134. Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:284. 335 M. Akif Aydın, Aile mad, a.g.e. c:2, s:197. 336 Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:285. 337 Matta 5/17. 338 Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:118. 339 M. Akif Aydın ,Aile mad, a.g.e. c:2, s:197. 340 Mustafa Erdem, a.g.e. c:3, s:345. 341 Efoslular’a Mektup 5/22-23. 342 M. Akif Aydın, Aile mad ,a.g.e.c:2, s:197. 333 334 54 çıkmamış olması yanında ileri gelen bazı Hıristiyanlar ve bazı Hıristiyan mezhepleri çok evliliği kabul etmektedirler. Çok evlenme yasağı daha sonra 16. asrın sonrasında başlamıştır.343 Yeni Ahit’te birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayan bir madde bulunmamaktadır.344 Hıristiyanlıkta aile kutsal bir birleşme sayılmıştır. Bu birleşmeyle eşler tek bir beden haline gelerek ayrılma imkanı olmayan kutsal bir yuva kurduklarına inanılır.345 Bu sebeple eşler hayatta oldukları sürece boşanma ve tekrar evlenme söz konusu değildir.346 Şayet boşama olmuşsa, manevi birliğin devam ettiği gerekçesiyle, boşanan çiftin bir başkasıyla evlenmesi zina sayılmıştır.347 Matta İncil’inin kaydettiğine göre Farisî’ler Hz. İsa’yı denemek amacıyla “Kişiye her sebeple karısını boşamak caiz midir?” diye sormuşlar, o da şöyle cevap vermiş: “ Başlangıçta yaratan onları erkek ve dişi yarattığını ve ikisinin bir beden olacağını okumadınız mı? Onlar artık iki değil fakat bir bedendir. İmdi Allah’ın birleştirdiğini insan ayırmasın”. Ferisîler bu sefer “Öyle ise Musa niçin boş vermeyi ve kadını boşamayı emretti?” deyince Hz. İsa “Yüreklerinizin katılığından ötürü Musa, zevcelerinizi boşamanıza müsaade etti. Fakat başlangıçta öyle olmamıştır. Ve ben size derim ki: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkasıyla evlenirse zina eder, boşanmış olanla da evlenen zina eder” cevabını vermiş.348 Bu duruma göre Hıristiyanlıkta boşanmak yasaktır. Yalnız Protestan alimlerinin çoğu, koca zevceyi uzun zaman terk ederse eşler arasında ayrılmanın caiz olabileceğini şuna istinaden ileri sürerler:349 “ Fakat evli olanlara ben değil ancak Rab emrediyor: Karı kocasından ayrılmasın- fakat eğer ayrılırsa da kocasız kalmasın, yahut kocasıyla barışsın ve koca karısını bırakmasın.350 İslam’da var olan mehir uygulaması Hıristiyanlıkta ‘drahoma’ adıyla biraz değişmiş olarak mevcuttur. Yakın akraba ile evlilik Yahudilikte olduğu gibi yasaklanmış, anne-baba, kardeş, süt kardeş, hala, teyze, baldız, üvey çocuk vs. ile evlilik akdi yapılmamıştır.351 Topaloğlu, a.g.e. s:104. M. Akif Aydın, a.g.e. c:2, s:198 ; Bekir Topaloğlu, a.g.e, s:104. 345 Markos 10/89. 346 Sarıkçıoğlu, a.g.e, s:349. 347 Matta 19/9; Markos 10/11-12; Luka 16/18; Mustafa Erdem, a.g.e. c:2, s:346. 348 Matta 19/3-10. 349 Bekir Topaloğlu, a.g.e. s:134 - 135. 350 Korintoslular’a Birinci Mektup 7/10-12. 351 Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:298. 343 344 55 c-)Cahiliye Toplumunda Aile Cahiliye toplumunun aile yapısının bilinmesi bize, toplumun en eski kurumlarından başlıcası olan ailenin İslam’ın gelişiyle nasıl bir değişikliğe uğradığı, nasıl bir şekle büründüğü hususlarında ışık tutacaktır. İslam öncesi müşrik toplumunda var olan cehalet, adaletsizlik, meşruiyet bunalımı, aile kurumu içerisinde de belirgin bir şekilde görülmüştür. İslam’ın gerçekleştirdiği büyük ve esaslı devrimi etraflıca kavrayabilmek için cahiliye toplumunun sosyal yaşamlarını ve aile kurumlarının İslam öncesi yapısını bilmek önemlidir. Tarih içinde geçirdiği evrimler ve her toplumun içinde barındırdığı kültür özellikleri aileyi etkilemiş, değişik toplumlarda değişik tip ve öğeleri içermiştir. Kendisinden önceki toplumda bulunan aile tipi günün aile tipinin esasını oluşturmuş, bu tipolojiyi değiştirmek ya da geliştirmek suretiyle yeni aile şekilleri oluşturulmuştur. Sosyolojik araştırmalar, ailenin toplumlarla beraber gelişmiş olduğunu göstermektedir. Her toplum için doğal olan bu durumu Araplarda da görmekteyiz. Cahiliye devri Araplarında ailenin müstakil bir varlığı olduğunu söylemek güçtür. Arapların sosyal yaşamlarında göçebe bir yaşam tarzıyla beraber kabilecilik ve onun ilkel hali olan klancılık yaygındı.352 Bu yaşantı şeklinin sonucu olarak bir ailenin üyesi olmaktan çok bir kabilenin üyesi olmak değer taşımaktadır. Kabile adeta büyük bir aile gibidir.353 Gerek dağınık bedevi şartları olsun, gerekse ona nispetle daha düzenli olan kabile hayatı olsun düzenli bir ailenin var olmasına imkan sağlayacak potansiyele sahip değildi. Hz. Muhammed’in (S.A.V.) peygamberliğini ilan ettiği yıllara gelinceye dek cahiliye devri Araplarında, sosyal hayatlarının tabî bir neticesi olarak düzenli bir aile müessesinin olduğu söylenemez.354 Bu devirde görülen iki aile tipinden ilki soy birliğine dayanan klan ailesi (toplumsal aile), ikincisi de evlilik yoluyla oluşan tabii aile idi.355 Dini ve hukuki bir şekle sahip olan klan, toplumsal aile idi. Araplar bu tip aileleri 352 Günaltay, a.g.e. s:64. M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s: 198. 354 Mücteba Uğur, ‘Asr-ı Saadette Sosyal Hayat’ Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslam, c:1, s:195. 355 M. Ali Kapar, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, s:76, Esra Yay. (1.Baskı), İst.1993; Günaltay a.g.e, s:106. 353 56 falanca oğulları şeklinde ayırmaktaydı. Dini bir mahiyete sahip olmayan âl ve îyal356 de tabî bir aile idi. Her âl çeşitli îyallerden, her klan ise çeşitli âllerden oluşmakta idi.357 Klan ailesi daha çok dini ve hukuki mahiyeti olan bir cemiyet tipini andırıyor,358 tabî aile ise kabilenin gölgesinde kalmış onun küçük parçası olarak kıymet ifade eden, çok fonksiyonu olmayan bir birim görünümü arz ediyordu. Cahiliye evliliklerinde kadın ile erkeği birbirine bağlayan nikah, dini bir mahiyete sahip olmadığından kadın, çocuk doğurmadan ölürse kocasına baş sağlığına gelinmezdi.359 Arap klanları insanlar arasındaki nesep bağına göre belirlenmezlerdi. Ağırlığı ayrı nesep ve soy grubunu temsil etmesine karşın istihlak (katılma), muahat (kardeşlik), ve hılf yoluyla aileye giren yabancılar da bulunurdu. Çünkü Araplarda bir adam istediği bir yabancıyı kendi nesebine katarak, kendi ailesinden sayabilirdi. Buna istihlak denirdi. Aileye katılan bu adam hür ise daî adı verilir, köle veya esir ise ilhak eden adamın mevlası olursu.Araplar daîyi kendi ailelerinden bir öz evlat gibi düşünür, mirasa ortak eder ve ona da varis olurlardı.360 Nesebin önemli olması sebebiyle akrabalık erkek akrabalar yoluyla oluyor, bunun sonucu olarak da aile ataerkil bir özellik taşıyordu.361 Bazı sosyologların, eski çağlarda klanların anaerkil olduklarını söylemelerine karşılık bilinen en eski dönemlerden itibaren Araplarda ataerkil bir aile yapısının var olduğu görülmektedir. Ad, Semud, Beni Mudar, Benu Haşim, Kureyş gibi kabile isimlerinin çoğu da bu kabilelerin bir atadan geldiğini göstermektedir.362 B-) İSLAMDA AİLE ve İSLAMİ AİLEDE DENGE 1-) İslam’da Kadın Kadının tarihteki konumuyla ilgili yapılan araştırmalardan da anlaşılacağı üzere, İslamiyet’in doğuşuna kadının hemen hemen tüm toplumlarda önemsenecek bir hakkı yoktu. Hatta kadının insan olup olmadığı bile bazı din adamları tarafından tartışılmıştı. İslam gelinceye kadar kadın her toplumda horlanmıştır. Bu horlanma âl: Aynı ev veya çadırda oturan dede, oğullar, torunlar ve bunların çocuklarından oluşan ailedir. iyâl: Eş ve çocuklardan oluşan dar ailelerdir. (Günaltay, a.g.e. s:106). 357 Günaltay, a.g.e. s:106. 358 Mücteba Uğur, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, s:16, Çağrı Yay. İst. 1980. 359 Günaltay, a.g.e. s:106. 360 Günaltay, a.g.e. s:107. 361 Mustafa Erdem, a.g.e. c:1 s:349. 362 M. Akif Aydın,Aile mad. a.g.e. c:2 s:198. 356 57 İslam’ın doğmuş olduğu Arap toplumunda kadının varlığından utanma derecesine varmış, daha önce de belirttiğimiz gibi, bu utanç ve horlanma sebebiyle doğan kız çocukları diri diri toprağa gömülmüştür. İslam’ın gelişi özellikle kadınlar açısından bir devrim ortaya koymuştur. Çünkü insan olarak görülmeyip mal gibi alınıp satılabilen kadını, bulunduğu yerden alıp toplumdaki asıl yeri olan erkeğin yanına koymuştur. Mağdur olan kadının imdadına yetişen İslam, kadın-erkek bütün insanların soyu sopu ne olursa olsun bütün beşeriyetin yaratılışta eşit haklara sahip olduğunu ilan etmiştir. “Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır.”363 ayetiyle kadın ve erkeğin birbirlerini tamamladığını ve birisinin olmadığı takdirde diğerinin de olamayacağını ve insan olmaları yönüyle aralarında hiçbir fark olmadığını vurgulamıştır. İnsanların asıl itibariyle ve temelde tarağın dişleri gibi eşit olduğunu çünkü herkesin bir ana ve bir babadan doğduğunu, insanların aynı zamanda kanuni hak ve sorumluluklar açısından da aynı derecede olduğunu ayet vurgulamıştır.364 İslam dini gerek İslam öncesi Arap toplumundaki dini anlayış, gerekse yerleşmiş olan örf ve adetlerde var olan kadının sosyal, ekonomik ve hukuki konumunda ciddi değişiklikler yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında Hıristiyanlıkta var olan ve ilk kadın tarafından (Hz. Havva) işlenen ve erkeğin de günahkar olmasına yol açan asli günah anlayışı gibi bir anlayış mevcut değildir. Kur’an-ı Kerim Hz. Adem’in cennetten çıkarılması olayında Adem ve Havva’nın ikisinin de şeytan tarafından kandırıldığını söyler.365 Hatta Kur’an’da Adem’in Rabbinin emrine karşı geldiği ve yanıldığından bahsedilmektedir.366 Devamında ise Allah’ın ikisinin de tövbesini kabul ettiği belirtilmektedir. Dolayısıyla İslam dininde her doğan kişi günahsız bir şekilde doğmaktadır. Yine dünyada kadının ruhunun olup olmadığının tartışıldığı bir ortamda kadını erkeğin bir parçası sayan ve onun da kendi yaptıklarının karşılığını hem dünyada ve hem de ahirette alacağını belirten şu ayet de önem arz etmektedir:” İster erkek ister 363 Hucurat 49/13. Zuhayli, a.g.e. c:26, s:265. 365 Bakara 2/34-36; Taha 20/121. 366 Taha 20/121. 364 58 kadın kim inanarak yararlı bir iş yaparsa onu (dünyada) güzel bir şekilde yaşatırız, (ahirette) yaptıklarının karşılığını en güzel bir şekilde veririz.367 İslam’da kadının müstesna bir yeri vardır. Hz. Muhammed (S.A.V.) İslam dinini tebliğ etmeye başladığında ona ilk inanan kişi bir kadın olan Hz. Hatice idi. Hz. Peygamber O’nun hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah bana Hatice’den daha hayırlı bir kadın vermemiştir. Bütün insanlar inanmazken o bana inanmıştı. Herkes beni yalanlarken O beni tasdik etmişti, insanlar benden kaçarken o beni malı ile desteklemişti ve Allah bana başkalarından değil O’ndan çocuk ihsan etmişti.”368 Kur’an manevi olarak da kadınların erkeklere eşit olduğunu sorumluluklarının aynı olduğunu belirtmiş, kadın-erkek, zengin-fakir, siyah-beyaz her ferdin kıyamet gününde Allah’ın huzuruna tek başına ve bir kul olarak geleceğini belirtmiş ve bu anlamda da hiçbir ayrımın olmadığını göstermiştir.369 Bununla beraber Kur’an’da ‘en-Nisa:Kadınlar’ isimli bir sure bulunduğu gibi ‘Meryem’ diye Hz. İsa’nın validesine atfen müstakil bir başak sure daha vardır. Bütün bunlarla beraber Kur’an-ı Kerim’de kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın bir çok ayette iki cins birlikte anılmışlardır.370 Ayrıca Hz. Peygamber erkeklerden ayrı olarak kadınlardan da bey’at alması, bu eşitliği en güzel şekilde yansıtmaktadır. Erkeklere farz olan şeyler kadınlara da farz kılınmış yasak olan şeylerde de cins ayrımı olmamıştır. Arap toplumunda var olan erkeğin kadını dövme adetini Hz. Peygamber ortadan kaldırmaya çalışmış ve eşini döven erkeklere kısas uygulamayı bile düşünmüştür.371 Bunun üzerine, kadınların kocalara itaatsizliğe ve haksız yere huzur çıkarmaya başlamalarıyla bu yasak kaldırılmıştır.372 Abdullah b. Ömer: “Muhammed devrinde hakkımızda ayet iner korkusuyla kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan korkardık. Muhammed’den sonra elimizi ve dilimizi uzattık demiştir”373 demiştir. Bu rivayet cahiliye devrindeki kadının erkek karşısındaki konumunun Hz. Peygamber döneminde ne denli değiştiğine güzel bir örnektir. 367 Nahl 16/97. Hanbel Müsned, 4/:117-118 . 369 Meryem 19/93-95. 370 Hucurat 49/13;Araf 7/189; Nahl 16/97; Âli İmran 3/195; Ahzap 33/35; Tevbe 9/67-68; Tevbe 9/71-72. 371 Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:147. 372 Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:147. 373 Buhari, Nikah 80. 368 59 İslam hukuk anlayışında kadınların siyasi olarak tüm haklarının var olduğu kabul edilir. İslam hukukçuları kadının devlet başkanlığı ve hakimlik dışında kamu görevi yapmasına umumiyetle karşı çıkmamışlardır.374 Hz. Ömer’in (r.a.) akrabalarından bir hanım olan Şifa bint Abdillah’ın İslam’dan önce okuma yazma bilen aydın bir kadın olması hasebiyle Rasulullah kendisini bazı pazar işlerinde denetim görevlisi olarak görevlendirdiği kaydedilmiştir.375 Hakimlik konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı mezhep imamlarının kadının hakimlik yapamayacağı yönünde görüş bildirmesine karşın Hanefiler had ve kısası gerektiren suçlar dışındaki davalarda kadının hakimliğinde bir beis görmemişlerdir.376 Devlet başkanlığı hususunda da hakimliğe benzeterek benzer görüşler ortaya çıkmıştır. İslam tarihinde farklı zaman ve mekanlarda günümüze değin bir çok kadın devlet başkanının var olduğunu görmek mümkündür. Bunların en önemlisi sahabenin en fazla hadis rivayet edeni ve Hz. Peygamber’in eşi olan Hz. Aişe’dir. Her ne kadar devlet başkanlığı yapmamış olsa da Cemle savaşında orduyu yönetmesi, siyasi konuşmalarıyla askerleri yönlendirmesi, ‘kadının devlet başkanı olamayacağını’ söylemeyi engellemektedir. Bununla birlikte Suriye bölgesinde Melik Adil kızı Safiye (ö:640), Gaziye Hatun (ö:656), Mısır’da Eladur Kerime (ö:762), Müskene, Yemen’de Hasan b. Muhammed Ali binti Fatıma (ö:857) gibi daha bir çok kadın ülkelerindeki siyasi karışıklığın sonucunda hükümdarlık ve devlet başkanlıkları yapmışlardır.377 İslam dininde kadınlara, evlenme esnasında mehir verilmesi, boşama yetkisi (Tefvizü’t-Talak) gibi haklar verilmiştir. Boşama yetkisini kadıya başvurarak kullanma hakkı sağlanmıştır. Kadın, ölenin ardından mirasçı kabul edilmiş hatta bazı durumlarda erkeğin payı (asabe olunca) düştüğü halde kadın farz sahiplerinden (ashabül feraiz) kabul edilerek her durumda mirastan pay alması sağlanmıştır. Miras ayetlerine göre asıl miras yollarında (ana-baba, karı-koca gibi) erkeğe iki kadına bir pay verilmiştir.378 Görünürde adaletsizliğin var olduğu zannedilen ve kişiler tarafından İslam’a karşı kullanılmaya çalışılan bu uygulamanın aslının, kadın ve erkeğin yükümlülükleriyle alakalı olduğu bir M. Akif Aydın, İslam’da Kadın, Kadın mad, c:24, s:90, T.D.V.İ.A. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c:2, s:935, İrfan Yay. İst. 1995. 376 Hamidullah, a.g.e. c:2, s:935; M.Akif Aydın, Kadın mad. a.g.e, c:24, s:90. 377 Süleyman Ateş, a.g.e. c:11, s:128-129. 378 Topaloğlu, a.g.e. s:176. 374 375 60 gerçektir.379 Zira kadının malına hiçbir şekilde erkek tarafından dokunulamayacağına, kadının zengin olması halinde dahi geçim giderleri için harcama yapması gerekmediğine, kadının kendine bakmak dahil tüm sorumluluklarının baba, oğul, kardeş, amca gibi erkek tarafına yüklendiğine bakıldığında var olduğu iddia edilen adaletsizliğin sözde kaldığı görülecektir. Bunlarla beraber erkek, boşanma durumunda hanımının nafakasını temin etmek durumunda iken, kadının böyle bir mecburiyetinin olmaması, erkeğin mehir vermek gibi bir mecburiyeti yanında kadının mehir alan taraf olduğu, erkeğin kadın dahil çocuklarının geçimini, annesinin, kardeşinin, teyzesinin geçimlerini380 (kimseleri yoksa) sağlamak mecburiyeti yanında kadının mali bir sıkıntıya girmediğine bakıldığında kadına yapılan haksızlıklar bir tarafa kadın lehine yaptırımların olduğu görülecektir.381 Miras paylaşımındaki ikili birli bu taksimat tüm hisselerde değil belli başlı bazı hisselerdedir. Bunun sebebi İslam’da mirasın şahısların ihtiyaç ve sorumluluklarına göre tabi tutulmuş olmasıdır. İnsanın neslini ve kurduğu düzenini devam ettiren erkek evladın, belli bir süre sonra evlenerek başka bir alenin üyesi olacak olan kız evlat karşısında ölenin bütün gayretleriyle kurduğu düzeni devam ettirecek olan erkeğin bir misli pay alması daha uygun olacaktır.382 Daha önce de yer verildiği gibi İslam öncesinde hemen hemen dünyanın her yerinde kadına, aşağılanmış ve sanki insan değilmiş gibi davranılıyordu. Kadınların zaten çok az olan hakları erkeklerin merhametine kalmıştı. Bu durum medeniyetin beşiği denilen bazı Avrupa ülkelerinde günümüzde bile kısmen de olsa böyledir. Mesela İngiltere’de devlet işlerinde çalışan birçok kadın erkeklerden daha az maaş almaktadır.383 İslam öncesinde dünyanın her yerinde kadına kötü muamelede bulunulmuştur. O dönemlerde Hindistan’ın iç kısımlarında daima aşağılanan kadının, kocası öldüğünde kendini yakması zorunlu idi.384 Böyle bir ortamda dünyayı karanlıktan aydınlığa çıkarmak üzere gelen Kuran’ın şu ayetleri İslam dininde var olan eşitliğin derecesini göstermektedir: “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve Topaloğlu, a.g.e. s:176. Süleyman Ateş, a.g.e. c:11, s:139. 381 M. Akif Aydın,Kadın mad. a.g.e. c:24, s:90. 382 Topaloğlu, a.g.e. s:177. 383 Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, c:2, s:21 İnkilap Yay. İst. 1996. 384 Rahman, a.g.e. c:2 ,s:22. 379 380 61 doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, muttaki erkekler ve muttaki kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar, işte Allah bunların hepsi için bağışlama ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.”385 Bu Ayet’i Kerime’de hitabın erkek ve kadınlara her yönden eşit şekilde gelmiş olması, İslam’da kadın ve erkek arasındaki dengeyi göstermesi açısından kayda değerdir. Diğer taraftan Hz. Muhammed’in (S.A.V) kadınlar hakkındaki sözleri de kadınlara verilen değeri göstermektedir. “Kim iki kız çocuğunu ergenlik çağına ulaştırıncaya kadar besleyip büyütürse kıyamet gününde (iki parmağını birleştirerek) şöylece beraber oluruz”386 “Müminlerin iman bakımından en kamili, ahlak bakımından en güzel olanıdır. Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olanlarınızdır.”387 “Dünya bir metadır. Dünya metaının en hayırlısı ise saliha kadınlardır.”388 gibi daha bir çok Hadis-i Şerif, Rasulullah’ın kadınlara verdiği değeri gözler önüne sermektedir. Sonuç olarak şu denilebilir: İslam dini, bulunduğu ortamın getirmiş olduğu etkenler sebebiyle asli konumunu kaybedip mal haline sokulan kadına, bu gün bile bir çok toplumda olmadığı derecede değer vermiş, onu erkekle aynı hitaba tabi tutmuştur. Ekonomik alanda da kadına haklarını tevdi eden İslam, erkek ve kadının sorumluluklarını göz önünde tutarak adalet ölçüsünde iki cinsi dengelemiştir. Bunun yanında erkeklerin maddi ve fizyolojik özelliklerini de göz önünde tutarak ailede erkeği (kavvam) ailenin reisi yapmış, kendisine buna bağlı bazı sorumluluklar vererek onu, bu yönden kadından bir derece üstte tutmuştur.389 Allah’ın emirlerine muhatap olması yönünde ise aralarında fark görmemiş ikisine de Allah’a kul olmaları sıfatıyla aynı değer ve konumu vermiştir. 2-) İslam’da Evlenme ve Boşanma İslam dini kadın ile erkeğin birbirlerine karşı kuvvetli bir temayülü olduğunu kabul eder. İnsan fıtratında yaratılıştan var olan bu temayülün, insan neslinin devamı, yeryüzünün imanı gibi bir çok faydaları vardır. Normal olan insanlarda bu temayülün 385 Ahzap 33/35. Müslim, El Bir ves- Sıla, 149. 387 Tirmizi, Rada 11. 388 Müslim, Rada 64; İbn Mace, Nikah 5; Hanbel Müsned 2/166 . 389 Nisa 4/34. 386 62 olmaması söz konusu olamaz. Bu alemde her şeyin çiftiyle yaratıldığını390 ve insan çifti olan erkeğin kadına meyyal olarak yaratıldığını391 Kur’an bizlere bildirmektedir. İslam dini kadın ile erkeğin yaratılışında var olan karşı cins temayülünü çirkin ve kötü görmeyip doğal karşılar. Bu temayülün İslam’ın emirlerine uygun şekilde evlilik yoluyla giderilmesini teşvik eder. “Ashab’dan Osman b. Maz’un, dünya ve kadından uzaklaşmak için Hz. Peygamber’den izin istemişti. Fakat Rasulullah ona izin vermedi, eğer izin vermiş olsaydı biz kendimizi hadım ederdik” diyen Sa’d b. Vakkas’ın bu sözü de bu gerçeği yansıtmaktadır.392 Yine Rasulullah (S.A.V.) “Dünya bir yararlanma sahasıdır. Dünya nimetlerinin en hayırlısı da kadındır.” buyurmuştur.393 Cinsi tatminin meşru yolu evliliktir. Her insanda cinsi tatmin ihtiyacı vardır. Bu meşru olarak giderilmezse insanı gayrı meşruya sevk eder. Bu sebeple de Kur’an’da evlenme emredilmiştir: “İçinizden bekarları, köle ve cariyelerinizden durumları uygun olanları evlendiriniz. Bunlar fakir olsalar da Allah onları lütfüyle zenginleştirir.”394 İslam hukukçuları kişinin durumuna göre, evlenmeyi farz, vacip, mubah, mekruh, haram olan evlenmeler diye gruplandırmışlardır.395 Hz. Peygamber de ayette belirtildiği gibi maddi zorluk sebebiyle evlenmeyenleri uyararak evlenmelerini, fakir olup evlenenlere Allah’ın yardım edeceğini müjdelemiştir.396 Diğer bir hadislerinde “Nikah benim sünnetimdir, kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir”397 buyurarak imkan bulan tüm müminlerin evlenmelerinin gerekliliğine işaret etmiştir. Ayrıca evlenip çocuk sahibi olma, diğer peygamberlerin de bir sünneti olma özelliğini taşımaktadır.398 İslam, evliliğin önemini sağlıklı nesiller yetiştirme ve ahlaki çöküntünün önüne geçilmesinde görmüştür.399Bu bakımdan evlilik teşvik edilmiş hatta maddi sebeplerle evlenemeyenleri evlendirme sorumluluğu topluma yüklenmiştir.400 390 Zariyat 51/49. Âli İmran 3/14. 392 Buhari, Nikah 8. 393 Müslim, Rada 64. 394 Nur 24/32. 395 Kurtubi, a.g.e. c:12, s:239; Razi, a.g.e. c:8, s:369-370-371. 396 Tirmizi Fedail’ül Cihat 20; Nesai, Nikah 5, Cihad 12; İbn Mace, Itk 3. 397 Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesai, Nikah 4; Hanbel Müsned 2/ 158; İbn Mace, Nikah 1. 398 Ra’d 13/38. 399 Erdem, a.g.e. c:1, s:351. 400 Nur 24/32. 391 63 İslam’dan önceki tarihlerde ve cahiliye Arap toplumunda var olan sayısız kadınla evlenebilme adetini İslam dini yasaklamış tek eşliliği teşvik etmekle beraber üst sınır dört olmak kaydıyla çok evliliği sınırlandırmıştır.401 Çok eşlilik toplumdaki dengelerin bozulduğu anlarda devreye giren bir tür ‘sosyal sigorta’ olarak işletilmiştir.402 Zevcenin müzmin ve kalıcı bir hastalığa sahip olması, çocuk yapamaması, savaşta erkeklerin azalmasıyla kadınların ortada kalması gibi durumlarda kadınların evden dışarı atılmaktansa ikinci zevcenin getirilmesi ve aralarında adaletin tesis edilmesi403 gibi durumlar göz önüne alındığında çok evliliğin gerekli olabileceği bile görülecektir.404 Çok evlilik konusunda değinilmesi gereken diğer bir konu ise evlilik akdi esnasında kadının, kocasına başka kimseyle evlenmemesi şartını koşabileceğidir. Kadın nikah akdi kıyılırken erkekle eşit şartlara sahiptir. Bunun yanında kadın tek taraflı boşanma hakkını da yine akit esnasında şart koşabilmektedir.405 Bu şartların hepsinin hukuki anlamada bağlayıcılığı vardır. Rasulullah (S.A.V.) “İfa etmenize en çok layık olan şart, kadınların namusunu helal edinirken koşmuş olduğunuz şarttır”406 buyurmak suretiyle bu gibi şartların bağlayıcılığına işaret etmişlerdir. Evlilikte kadına da erkekte olduğu gibi eş seçme hakkı verilmiş, istemediği bir kimse ile evlenmeme hakkı tanınmıştır. Rızası ve tasdiki olmadan evlendirilemez. Hz. Peygamber (S.A.V.) devrinde Ensar’dan Hansa adlı bir hanımı, babası, rızası olmadan nikahlamış, dul olan Hansa Peygamber’e başvurarak nikahını bozdurmuştur.407 Evliliğin sağlam temeller üzerine kurulmasına önem veren İslam dini, evlilik öncesi eşlerin birbirlerini görmelerini hoş karşılamış hatta tavsiye etmiştir. Evlenmek isteyen bir kişiye Hz. Peygamber “Onu bir gör, zira bu evliliğin devamlılığına vesiledir”408 buyurmuştur. Eşler arasındaki anlaşmazlık dolayısıyla boşanan, erkeğinden ayrılan, hangi sebeple olsun nikahı feshedilen veya dul kalan kadına Cahiliye de olduğu gibi 401 Nisa 4/3. Kevser -Öğüt, a.g.e. c:8, s:368; Halil Cin, a.g.e, s:43-44. 403 Nesai İşaret’ün Nisa 2. 404 Topaloğlu, a.g.e. s:106,107; Hamidullah, a.g.e. c:2, s:667. 405 Hamidullah, a.g.e. c:2, s:667. 406 Buhari, Nikah 52. 407 Buhari, Nikah 42. 408 Nesai, Nikah 17. 402 64 zulmedilemez ve belli bir müddet (iddet miktarı)bekledikten sonra istediği erkekle evlenebilir.409 İslam dini karı ile kocanın ayrılmasına iyi bir gözle bakmamaktadır. Eşeler arasında vuku bulan tatsızlıkların nasihat yoluyla, anlaşarak halledilmesini istemekte ve itaat etmeleri durumunda ise onları boşamak için farklı mazeretler uydurulmasına karşı çıkmaktadır. “Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara nasihat edin, (olmazsa) yataklarınızı ayırın (o da olmazsa) onları (hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse onların aleyhine başka bir yol aramayın.”410 Bu ayette görüldüğü gibi İslam’ın eşlerin ayrılmasına iyi gözle bakmaması İslam’da evliliğe verilen önemi göstermektedir. Ayetlerin en iyi uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’in (S.A.V.), ailenin dağılmaması için kadının dövülebileceğini belirten ayetlerdeki bu müeyyideyi kendi ailesine asla uygulamaması ve ashabına tavsiye etmemesi de konunun bir başka yönüdür. Halbuki O’nun hanımlarından da geçimsizlik gösteren ve bu sebeple haklarında ayetler inen hanımları olmuştur.411 Sahabelere tavsiyelerinde şöyle buyurmuştur: “Sizden hiçbiriniz kölesi imiş gibi hanımlarınızı dövmesin. Belki de günün sonunda onunla cinsi ilişki de bulunacaktır.”412 Hz. Peygamber de (S.A.V.) boşanmayı hoş karşılamamış ve “Allah’a en sevimsiz gelen helal, talaktır”413 buyurmuştur. İslam dini evlilik müessesine bunca değer vermesi ve boşanmayı hoş karşılamamasına karşın, bütün gayret ve iyi niyetlere rağmen eşler arasında ortaya çıkan geçimsizliklerin bazen giderilemeyeceğini de göz önünde tutarak eşlerin boşanmasına da cevaz vermiştir. Kur’an’da da eşlerin anlaşması metotlarından, hakem tayininden ve ne yapmaları gerektiğinden bahsedildikten sonra şöyle buyurulmuştur: “Eğer karı ile koca ayrılacak olurlarsa, Allah her birini kendi lütfüyle zenginleştirecektir. Allah’ın lütfu geniştir ve hikmet sahibidir.”414 Bu ayet de bizlere tüm çarelere başvurulduktan sonra geçimsizlik giderilemiyorsa o takdirde boşanmanın helal olduğunu göstermektedir. İslam’da var olan boşanma uygulaması boşamayı yozlaştıran Yahudi 409 Afzalurrahman, a.g.e. c:4, s:348. Nisa 4/34. 411 Ahzap 33/28-34. 412 Buhari, Nikah 93. 413 Ebu Davud, Talak 3; İbn Mace, Talak 1. 414 Nisa 4/130. 410 65 uygulamasıyla, onu asla kabul etmeyen Hıristiyan tatbikatı arasında yer alan orta bir görünüm arz etmektedir.415 Boşanma salahiyeti ise ağırlık erkekte olmak üzere eşlerin ikisine de verilmiştir. Erkeğe verilen artı yetkilerin ise boşanmadan doğacak tüm külfetin kocaya verilmiş olması sebebiyle, bu durumun kocayı boşanmadan önce başka tedbirler almaya sevk edeceği düşüncesi olması muhtemeldir.416 Bununla beraber akit esnasında kadına boşama hakkı verilmişse kadın da bu hakkını hoyratça kullanamaz. Hz. Peygamber bu konuda “Hangi kadın zaruri bir durum olmadan kocasını boşamak isterse ona cennet kokusu haram olur”417 buyurmuş olması da bu titizliğin gösterilmesinin istendiğine delildir. Kadınlar kötü muamele,kötü geçindirme, kocanın cinsel iktidarsızlığı gibi sebeplerden ötürü, kocalarından ayrılmayı hakime başvurmak suretiyle isteyebilirler. Kadının ileri sürdüğü deliller kuvvetli olmazsa mehrini kaybeder. Boşamayı isteyenin koca olması durumunda ise kadının mehri, nafakası ve ona karşı bütün taahhütlerini yerine getirme zorunluluğu vardır.418 Tüm bunların sonunda ortaya çıkan şudur: İslam öncesi istenildiği gibi evlenilip adeta bir mal gibi terk edilebilen kadınlara, İslam’ın gelişiyle tarihte o zamana kadar hiçbir toplumda verilmemiş haklar verilmiş ve bu haklar sağlam temeller oturtulmuştur. Evliliğin, kişinin dünya ve ahiret hayatındaki mutluluğun esasını teşkil etmesi sebebiyle evlilik müessesesi kutsal kabul edilmiş, zevke göre yıkılması yasaklanmış ama devam etmesinin çok daha olumsuz neticeler doğuracağı göz önünde tutularak bu gibi evliliklerin de tarafların haklarının çiğnenmemesi kaydıyla sonlandırılmasının yolu açılmıştır. 3-) İslam’da Aile İslam’da aile Hıristiyanlıktaki gibi tamamen dini bir kurum değilse bile bu birliktelik ileri derecede önemsenmiş ve Müslümanların aile kurmaları teşvik edilmiştir. İslam dini aileye, kişinin huzur bulacağı bir ortam olarak bakmış, eşlerin birbirlerine karşı olan durumlarını da böyle yansıtmıştır. “İçinizden kendileriyle huzura M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2 ,s:200. M.Akif Aydın, Aile mad a.g.e. c:2 s:200. 417 Hanbel Müsned 5/:277. 418 Afzalurrahman, a.g.e. c:4 ,s:350. 415 416 66 kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda rahmet ve muhabbet var etmesi O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.”419 Bunun yanı sıra Rasulullah (S.A.V.) de evlenip aile kurmayı şiddetle teşvik etmiştir. “Nikah benim sünnetimdir, kim benim sünnetimi yüz çevirirse o benden değildir”420 buyurmuşlardır. İslami toplum düzeninde aile, insanlığın ilk ve asıl birimidir ve medeniyeti mümkün kılan yapıcı bir kuvvettir. İnsanları birleştirme gibi önemli bir fonksiyonu ifa eder. Ailenin bu söz konusu öneminden dolayı İslam, aileyi ilgilendiren sosyal meselelere özel ilgi göstermiş ve toplumun bu en küçük biriminin sağlam, kuvvetli ve sağlıklı bir temel üzerine kurulması için büyük çaba göstermiş,421 aileyi oluşturan fertler arasındaki ilişkilerin fıtri seyrinde cereyan etmesi, aile içindeki huzur ve mutluluğun temin edilebilmesi için Allah tarafından insanlara gönderilen yasalarda bir takım kurallar vazedilmiştir. Bunu, İslam’dan önceki devrede sistemli bir aile düzeninin olmayışı, kadın ve çocuklara itibar edilmeyişi,422 aileyle ilgili hukuki ve sosyal yaptırımların yok denecek kadar az oluşu gerekli kılmıştır. İslam’ın oluşturduğu sosyal hayat içerisinde aile, sadece fiziki bir birliktelik olarak algılanmamış, aynı zamanda sosyal bir öğe ve kurulması dinen gerekli bir kurum olarak görülmüştür. Bu nedenle hadis ve ayetlerde evlilik teşvik edilirken bekarlık kınanmıştır.423 Buna karın evlenmeye gücü yetmeyenler ve bekarlara iffetli olmaları tavsiye edilmiş,424 evlilik dışı tüm ilişkiler yasaklanmış özellikle zina, aile yapısı ve toplum yapısı üzerindeki yıkıcı etkisi sebebiyle büyük günahlardan sayılarak, buna başvuranlar ağır ifadelerle kınanmıştır.425 Hatta zina tehlikesinin önemine binaen, değil bu çirkin işin yapılması ona yaklaşılmaması yönünde nehiy ifade eden ayet nazil olmuştur.426 Ayrıca zina toplum içinde ortaya çıkmadan engellenilmeye çalışılmış ve bu nedenle kadın ve erkeklere iffetli olmaları, kadınlara ziynetlerini toplum içinde sergilememeleri 419 Rum 30/21. Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesai, Nikah 4; Hanbel Müsned 2/158; İbn Mace, Nikah 1. 421 Afzalurrahman, a.g.e. c:2, s:28. 422 Mücteba Uğur, Asrı Saadette Sosyal Hayat, c:1, s:195. 423 Nur 24/32; Nisa 4/3; İbn Mace, Nikah 1; Buhari, Nikah 1. 424 Nur 24/33. 425 Furkan 25/68; Nur 24/2. 426 İsra 17/32. 420 67 tavsiye edilmiş,427 kendilerine haram olan erkeklerle gereksiz yere konuşmamaları ve onları ağırlamamaları uyarısında bulunulmuş,428 kadın ve erkelerin karışık olmaları yasaklanmış429 ve kadınların açık saçık şekilde dışarı çıkmaları yasaklanarak bu halleri ev içi ile sınırlandırılmıştır.430 İster kadın ister erkek olsun izinsiz olarak başkalarının evlerine girmemeleri emredilmiş,431 müstehcenlik ve hayasızlığa yol açacak, fuhşun yayılmasına sebep olacak propagandalar yasaklanmıştır.432 Böylece toplum sorumsuz davranışlardan temizlenmiş ve aileyi bozan, ona zarar veren şeyler engellenmiştir. İslam’ın aileye getirdiği yenilikler arasında evlatlık kurumuna yer verilmeyişidir. Evlatlık kurumu suni bir ilişki olarak algılanmış, kimsesiz çocukların bakılıp büyütülmesi bütün Müslümanlara ve İslam devletine yüklenmiştir.433 Bir çok aile sisteminde olduğu gibi İslami aile de ataerkil bir yapıya sahiptir. Fakat bu aile Yahudilik, Roma ve eski Arap toplumunda var olanlardan farklı bir yapıdadır. İslami ailede, aile reisinin aileyi meydana getiren fertler üzerindeki yetkisi öncekilere nispeten son derece sınırlı434 ve hakkaniyet kuralları çerçevesindedir. Babanın hanımını satmak, istediği kadar boşayıp geri almak, üzerinde mala benzer şekillerde tasarrufta bulunmak, çocukları gömebilecek düzeyde onlara sahip olmak, onları satmak, onların mal varlıkları üzerinde istediği şekillerde tasarrufta bulunmak gibi bir hakkı olmadı gibi eşine ve çocuklarına karşı bir çok görev ve sorumlulukla yükümlü tutulmuştur. Eşlere birbirlerine karşı, çocuklara ebeveynlerine karşı, ebeveynlere de çocuklarına karşı bir çok sorumluluk ve görev yükleyerek sağlam bir toplum oluşturmanın temeli olan sağlam bir aile tesis etmeye çalışmıştır. İslam iki cins arasındaki biyolojik ve psikolojik farklılıklar, günlük hayattaki fonksiyonlarını ve onların faaliyet sahaları veya yaratılıştan gelen farklılıklarını kabul eder. İslam kadın ve erkeğin asıl vazifelerini bu farklılık temeli üzerinde kurulan sosyal sistem içindeki kendi görev ve yerlerini tespit eder. 427 Nur 24/30-31. Ahzap 32/32. 429 Ahzap 32/59. 430 Ahzap 32/33. 431 Nur 24/27. 432 Nur 24/19. 433 M. Akif Aydın, Aile mad.a.g.e. c:2, s:200. 434 M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:199. 428 68 İlk olarak İslam aile içindeki düzenin güzel ve huzurlu bir şekilde sürebilmesi için erkeğin otoritesini kabul eder ve bu otoritenin dikkate alınması için kadına, erkeğe itaati gerekli görür. İslam dini kadına da kendi vasıf ve konumunu dikkate alarak farklı sorumluluk ve görevler yüklenmiştir. Erkek gibi olmak, erkekle aynı şeyleri yapmak onun ne haklarından ne de vazifelerindendir. İslam, kadını erkeğe eşit ve onların evlilik münasebetlerinde tam bir ortak olarak tanır. Erkek, baba ve evin geçimini üstlenen kişi, kadın ise anne ve ev işlerinin idarecisidir. Her ikisinin rolü insan medeniyetinin ilk ve esaslı kökü olan aile hayatının başarılı işleyişi için eşit derecede lüzumludur.435 İslam dini aile içindeki dengeyi sağlam temellere oturtmak ve onu huzurla yaşanabilir bir ortam haline getirmek için kadın ve koca için belli hak ve sorumluluklar belirlenmiştir. a-)Erkeğin ailenin reisi olması Cenab-ı Hak Teala aile müessesesinde erkeklerin, kadınların reisleri olduğunu belirtmiştir. “Erkeklerin kadınlar üzerinde meşru (hakları olduğu) gibi, kadınların da (kocalar) üzerinde (hakları) vardır ama erkekler için kadınlar üzerine üstün bir derece vardır. Allah güçlüdür, hakimdir.”436 “…Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkar olup, Allah’ın kendilerini korumalarına karşılık kendileri de gizliyi korurlar.”437 Bu ayetler aile hayatının mutluluk içinde sürebilmesi için gerekli tedbirleri getirmektedir. Bu ayetteki ‘kavvam’dan kasıt ise erkeklerin kadınları korumaları, nafakalarını sağlamaları, himaye etmeleri ve yönetmeleri şeklinde anlaşılmıştır. Kadınların bedensel özellikleri sebebiyle zayıf ve korunmaya muhtaç olmaları, erkeklerin ise hanımlara nispetle kuvvetli ve yönetici vasfında olmaları da bunu gerekli kılar.438 Ayetin devamında da kadınların aile içinde kocalarına itaat etmelerinin gereğinden bahsedilmiş ve itaatkar kadın saliha kadın olarak vasıflandırılmıştır. Ayetin devamında ise erkeklere de bir uyarı gelmekte ve kadınların aleyhine söz ve davranışta bulunmamaları emredilmiştir. Bu uyarı ve emir kadınlara karşı zulmü kesin olarak yasaklamıştır.439 435 Afzalurrahman, a.g.e. c:2, s:31. Bakara 2/228. 437 Nisa 4/34. 438 Kurtubi, a.g.e. c:5, s:168. 439 Kurtubi, a.g.e. c:5, s:173. 436 69 Erkeklerin ailede yönetici olmalarına birkaç sebep sayılabilir. Bunlar;bedenen kuvvetli olması, ailenin geçiminden sorumlu olması, kadının aile içinde hiç bir mali mükellefiyetinin olmaması, bir sorumlu olmamasının aileyi sokacağı kötü durum, erkeğin ev kurmak ve muhafazasını sağlamak şeklinde görevlerinin olması gibi sebepler, erkeğin bu konumunun gerekli olduğunu göstermektedir.440 Hz. Peygamber (SAV) de, kadının aile içerisinde erkeğe itaat etmesinin gerekliliğine hadislerinde değinmişlerdir: “Eğer bir kimseye Allah’tan başka birine secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim. Bunun sebebi Allah’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır.”441 Buyurmuştur. Ailenin toplumun temeli olduğu ve bu sebeple de adeta küçük bir devlet olduğu bir gerçektir. Tabiatla bu küçük devletin de bir yöneticisi olmalıdır. Bu kişi de yaratılışı, sorumlulukları ve kendisine yüklenilen görevler itibariyle erkektir. Şüphesiz İslam, erkeğin yöneticiliği esnasında ona, kadınına karşı böbürlenip baskı ve zulüm yapması hakkını vermez. Yukarıda da değindiğimiz gibi, kadının itaati halinde, erkeğin böyle bir hakkı olmadığı kesindir. İtaatsizlik olması halinde erkeğin nasıl davranacağı ise belirlenmiş ve zulme mahal bırakılmamıştır. Çünkü kadınla erkek bir bütünün parçaları durumundadırlar. Nitekim Ayette; ‘Allah erkekleri kadınlardan üstün kıldığı için’ denmemiş, ‘Allah bazı insanları bazılarından üstün kıldığı için’ denmiştir. Bu da erkeğin toplum ve aile için ne kadar önemi varsa, kadın için de aynı kıymetin söz konusu olduğunu, erkek ailede baş durumunda ise kadının da kalp konumunda olduğunu gösterir.442 b-)Kocanın Uyması Gereken Kurallar (Hanımın Hakları) b1-) Nafaka Temini: Rasullah’a (SAV), kadının kocası üzerindeki hakları sorulduğunda şöyle buyurmuştur. “Yediğin zaman yedirmeli, giydiğin zaman giydirmelisin. Yaptığını asla yüzüne vurmamalısın. Kendisi için asla çirkin dememelisin. Ev içinde bazı zamanlar hariç ev dışında kendisiyle küsmemelisin.”443 Diğer bir hadislerinde de; “Onlara Topaloğlu a.g.e. s:83. İbn Mace Nikah 4. 442 Süleyman Ateş a.g.e. c:11, s:94. 443 İbn Mace Nikah 3; İbn Kesir a.g.e. c:2, s:339. 440 441 70 yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin davranmayın ve fena söz sarf etmeyin.”444 Buyurmuşlardır. Kadının maddi ihtiyaç ve nafakasının erkeğe ait olduğu bu hadislerde görülmektedir. Kadının ihtiyaçları ise kadının isteğiyle değil erkeğin mali gücü ile sınırlıdır.445 Bunun yanında kocanın kadına içinde oturabileceği bir ev sağlaması ve bu evi gücü nispetinde, kadının rahat edebileceği bir yer haline getirmesi de erkeğin görevleri arasındadır.446 Tüm bunlar erkeğin gücü nispetinde sorumlu olduğu şeylerdir. Çünkü Allah Teala, kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyeceğini belirtmiştir.447 Bunu yaparken dikkat edilmesi gereken nokta, ifrat ve tefritin olmamasıdır.448 b2-)Kadına Darılmamak: Hadis-i Şerif’te kadına darılmamak ve onu tek başına bırakmamak yer almaktadır.449 Bunun yanı sıra iyi geçinme K. Kerim’de de emredilmiştir. “Hoşlanmasanız da kadınlarınızla iyi geçinin. Olabilir ki sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah bir çok hayır takdir etmiştir.”450 Hz. Peygamber de kadınlar hakkında insanların birbirine hayrı tavsiye etmesini,451 mümin bir erkeğin mümin bir kadına darılmaması gerektiğini452 belirterek bu hususa önem vermiştir. Hz. Peygamber’in şu hadisi konunun önemini özetlemektedir: “Müminlerin iman yönünden en kamilleri ahlaken en güzel olanlarıdır. Sizin en hayırlınız kadınlara karşı güzel davrananızdır.”453 b3-)Hanımına Karşı Hoşgörülü Olmak: Rasulullah (S.A.V.) “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır, doğrultmaya kalkarsanız kırarsınız. Fakat hali üzere terk edersen, eğriliğine rağmen ondan istifade edebilirsin”454 buyurmuşlardır. Bu hadisle Hz. Peygamber erkeklerin dikkatini çekmiş 444 Ebu Davut Nikah 40-41. Topaloğlu a.g.e. s:87. 446 Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, el-Ahval’üş Şahsiye fiş-Şeriat’il İslamiyye, s:119, Dar’ul Kütüb’il Arabi, (t.y) (y.y). 447 Bakara 2/286, Talak 65/7. 448 Kurtubi a.g.e. c:3, s:163. 449 İbn Mace, Nikah 3. 450 Nisa 4/19. 451 Buhari, Nikah 80;Tirmizi, Rada 11-1162. 452 Müslim, Rada 61. 453 Tirmizi, Rada 11/1163. 454 Müslim, Rada 18. 445 71 ve kadınlara karşı hoşgörülü olmalarını tavsiye etmiştir. Bir insanın hatadan beri olamayacağı, fahiş olmamak kaydıyla hataların karşılıklı hoşgörüyle giderilebileceği belirtilmiştir.455 b4-)Kadını Dövmemek: Rasulullah (S.A.V.) “Hiçbiriniz, kadınlarını kölesini dövermiş gibi dövmesin. Gün sonunda belki de onunla münasebette bulunur”456 buyurmuştur. Diğer bir Hadislerinde “Muhammed ailesine, kocalarından şikayet eden bir çok kadın başvurmaktadır. Şunu bilin ki, hanımlarını dövenler asla sizin hayırlılarınızdan değildir.”457 kadınlara zulmetmeyi yasaklamış, onlara gelişigüzel davranılamayacağını belirtilmiştir. Nasıl ki onlar kocalarına zarar vermemekle yükümlü iseler kocaların da onlara zarardan uzak durmaları gereklidir.458 Bir hadiste “Ona iyilik tavsiye et, öğütte bulun. Şayet kendinde bir meleke varsa yapacaktır. Sakın hizmetçi imiş gibi eşini azarlayıp dövmeyesin”.459buyrulmuştur. b5-)Kadının Malına Dokunmamak: Kadının kendi malında istediği gibi tasarruf etme hakkı vardır. Kocanın bu mala müdahale etmesi söz konusu değildir.460 Hatta koca, verdiği mehri kadının rızası olmadan alamaz, onda hak talep edemez.461 b6-)Kadının Eğlenmesini Temin Etmek: Koca evde hanımıyla eğlenmek veya meşru bir eğlenceye götürerek eğlenmesini sağlamak görevi vardır. Aişe validemiz, Rasulullah ile yolda yarışır bazen o geçer bazen Rasulullah onu geçerdi. Habeşli yiğitler mescitte mızraklarıyla savaş oyunları düzenlerken Peygamberimiz Hz. Aişe ile kapıdan seyrederlerdi.462 Hz. Peygamber (S.A.V.) “Kişinin tüm oyunları boştur. Ancak yay ile ok atması, atını çalıştırması ve eşi ile oynaması müstesna. Bunlar doğrudur.”463 buyurmuşlardır. M. Zeki Duman, ‘Asrı Saadette Adab-ı Muaşeret’, c:5, s:276, Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslam. İbn Mace Nikah 51. 457 Darimi, Nikah 34. 458 Kurtubi, a.g.e. c:3, s:124. 459 Hanbel Müsned , 4 /211. 460 Abdülhamid, a.g.e . s:120. 461 Nisa 4/4. 462 Müslim İdeyn 18-20. 463 Tirmizi Fedail’ül Cihad 11. 455 456 72 b7-)Kadının Yaptıklarına Karşılık Vermek: Kadının erkeği için süslenmesi, ona kendini beğendirmek için hazırlanması güzel olduğu gibi erkeğin de kadınına karşı süslenmesi ve dikkatli olması gereklidir. Hz. Abbas (r.a.) “Üzerlerindeki hakları gibi maruf şekilde onların da hakları vardır”464 ayetini yorumlarken şöyle demiştir: “Karım benim için süslendiği gibi, ben de karım için süslenirim. Ben onun üzerindeki bütün haklarımı tüketip de bu sefer onun benim üzerimdeki haklarını almasının gerekmesi hoşuma gitmez. Çünkü yüce Allah ayetinde böyle buyurmuş yani günah söz konusu olmaksızın süslenmek hakkı vardır buyurmuştur.”465 Bu haklar hepsinin vazife taksimince olan haklardır. Biri yemek hazırlıyor diye diğerinin hazırlaması, elbisesini yıkayınca diğerinin yıkaması buna girmez. Bunlar dengi hakları kapsar.466 b8-)Kadının İffetini Koruması: İhtiyaca uygun olarak eşlerden her birisinin diğerinin iffetini korumayı gözetmesidir. Böylelikle eşler başkasına bakma ihtiyacından kurtulmuş olacaktır. Eşlerden birinde diğerinin hakkını yerine getirmekten bir acizlik olacak olursa gereken şekilde tedavi olması gereklidir.467 b9-)Eşinin Sırlarını İfşa Etmemek: Eşlerin, özel hayatın sırlarını ifşa etmesi dini açıdan son derece sakıncalı görülmüştür. Daha çok kadının haya hissini rencide eden bu hareketi Rasulullah (S.A.V.) şöyle değerlendirmiştir: “Kıyamet gününde Allah nezdinde en kötü mevkide bulunan insanlardan biri eşiyle münasebette bulunup onun sırrını ifşa eden kimsedir.”468 b10-)Ayıplarını Araştırmamak: Rasulullah (S.A.V.) “Koca zevcesini sû-i zanna mevzu ederek ona baskı yapmasın. Hanımını gizlice teftiş ve tetkik etmesin”469 buyurmuş ve bu durumun eşler arası güveni sarsacağı ve aileyi huzursuzluğa götüreceği konusunda kocayı uyarmıştır. 464 Bakara 2/228. Kurtubi, a.g.e. c:3, s:123. 466 Zamahşeri, a.g.e .c:1, s:268 . 467 Zuhayli, a.g.e. c:1, s:328. 468 Müslim, Nikah 124. 469 Müslim, İmaret 56. 465 73 b11-)Boşanma Hakkı: Kadın kocasının kusurlu, hastalıklı olması, nafakasını temin edememesi, kocasının hapsedilmesi, kocanın kadına karşı güvenilir olmaması(hayatına kastetmesi), mehrini ödememesi, şart koşmuş olduğu halde eşi üzerine evlenmesi, kocanın akitteki diğer şartlara muhalefet etmesi, şiddetli geçimsizlik gibi sebeplerden ötürü mahkemeye müracaat edip boşanma hakkı vardır.470 Ayrıca akit esnasında kocasından boşama hakkı almışsa (Tefviz-i Talak) veya bir bedel ödemek kaydıyla kocasıyla anlaşmışsa (Muhalaa) yine kendi isteğiyle boşanma hakkı vardır.471 Tabi ki boşanma İslam dininde hoş görülmemiş bunu erkeğin veya kadının yapması dışında mutlak olarak kerih görülmüştür. “Allah nezdinde en sevimsiz mubah talak (boşama)dır”472 hadisi bu durumu göstermektedir. Yine kadınların boşama konusunda dikkatli davranmalarını öğütlemek için de Rasulullah “Hangi kadın zaruri bir durum olmadan boşanmak isterse ona cennet kokusu haram olur.”473 buyurarak boşanmada kesinlikle keyfi davranılmaması gerektiğine dikkatleri çekmiştir. c-) Hanımın Uyması Gereken Kurallar (Kocanın Hakları) c1-)Kocaya İtaat: Önceki konularda da anlatıldığı üzere koca eşinin ve çocuklarının yiyecek, içecek, mesken ve diğer ihtiyaçlarını sağlamakla mükellef bulunan ailenin sorumluluğunun üzerinde olduğu kişidir. Koca bu mesuliyetine mukabil ev reisidir. Ev sahibi odur. Kadın buna mukabil meşru işlerde ona itaat eder. Evlilik birliğine dair hususlarda istişare edip görüş birliğine varamadıkları konularda kocanın görüşü ağırlık kazanır. “Erkekler kadınların yöneticileri ve koruyucularıdır”474 mealindeki ayet de bu durumu göstermektedir.475 Hz. Peygamber (S.A.V.) konunun aile yapısı için bu denli önemli olmasına binaen “Şayet insanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki, kadın kocasının hakkını tam olarak yerine getirmedikçe, Rabbi’nin hakkını tam olarak ifşa Dalgın, a.g.e. s:160-172. Dalgın, a.g.e. s:80-88. 472 İbn Mace Talak 1. 473 Hanbel Müsned , 5/277. 474 Nisa 4/34. 475 Topaloğlu, a.g.e. s:92. 470 471 74 etmiş olamaz.”476 buyurmuştur. “Bir kadın, kocası kendinden razı olarak vefat ederse cennete girer”477 buyurması da konunun önemini göstermektedir. c2-)İffet ve Namusunu Korumak: Kadın, kocasının evinde bir koruyucu ve muhafızdır. Ailenin malını, çocuklarını muhafaza etmekle mükellef olduğu gibi namusu ve iffetini de haramdan korumak zorundadır. Hz. Peygamber’in (S.A.V.) bir hadislerinde erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarını “yatağınızı başkalarına çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimselerin evlerinize girmelerine izin vermemeleri”478 diyerek belirlemiş ve hanımın, kocasının evine sokmasını istemediklerini sokmamasını da bu haklar içinde zikretmiştir. Kadın kocasının ardından o olmadığı zamanlarda ailesinin mahremiyetini, gizliliğini, özel hayatın eşlere has olması gerektiğini göz önünde bulundurarak korumalı, bunların dini görevlerinin en büyüğü olduğunu unutmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de de bu konuda şöyle bahsedilmiştir: “İyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah kendi haklarını nasıl korudu ise onlar da öylece gözle görünmeyenleri koruyanlardır”479 buyurulmuştur. Buradaki korunmasından bahsedilen görünmeyenlere, ailenin malı, sırları, namusu, hatta kadının karnındaki çocuk dahildir. Kadının bunları muhafaza etmesi, çocuğunu düşürmemesi lazımdır.480 c3-)Eşinin Cinsi Arzularına Olumlu Cevap Vermek: Bu sorumluluk eşlerin birbirlerine karşı olan sorumluluğudur. İbn Abbas’ın “Hanımım benim için süslendiği gibi ben de hanımım için hazırlanırım”481 sözü bunu göstermektedir. Eşeler cinsi iktidar konusunda birbirini tanımalı ve ona göre hareket etmelidir. Cinsi istek konusunda daha fazla istekli olanın koca olduğu düşünülecek olursa bu görevin kadın için farklı bir boyut kazandığı açıktır. Bu sebeple Rasulullah (S.A.V.) söyle buyurmuştur: “Koca, eşini yatağına çağırır da, meşru mazereti olmadığı halde olumlu cevap vermeyen kadına sabaha kadar melekler lanet eder”482 buyurmuştur. Yine sahabeden bir kadın Hz Peygamber’e gelerek ‘kocam benim orucu bozduruyor’ İbn Mace, Nikah 4-1853. İbn Mace, Nikah 4-1854. 478 Tirmizi, Rada 11; İbn Mace Nikah 3. 479 Nisa 4/34. 480 Topaloğlu, a.g.e. s:93. 481 Kurtubi, a.g.e. c:3, s:123. 482 Buhari, Nikah 85; Müslim, Nikah 121-122. 476 477 75 diyerek şikayet etmiş, kocası ise ben genç bir kişiyim hanımım ise her gün oruç tuttuğundan ben buna dayanamıyorum. (Beraber olmak istiyorum) deyince Rasulullah kadının, kocasının izni olmadan nafile oruç tutamayacağını belirtmiştir.483 İslam dini kocanın da hanımına karşı bu yönden sorumlu olduğunu, kadınlardan uzak kalmanın İslami açıdan bir fazilet olmadığını kabul eder. Rasulullah (S.A.V.) “Allah’tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız benim. Böyle iken bazen oruç tutar bazen tutmam. Kadınlarla evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir”484 buyurmak suretiyle kadınlardan uzak durmanın bir fazilet olamayacağına işaret etmiştir. Sonuç olarak kadın, kocasının beraberlik isteğine hayız, nifas gibi engellerin olmaması şartıyla olumlu cevap vermesi kocasına karşı olan bir görevidir.485 c4-)Aileyi Koruma Hakkı: Kadın kurulmuş olan aile düzenini bozmaya çalışmamalıdır. Evliliği devam ettirmeye imkan vermeyen durumlar bir yana, kadın kocasından boşanmak talebinde bulunmamalıdır.486 Rasulullah (S.A.V.) “Zaruret olmaksızın kocasından boşanmak isteyen kadına cennet kokusu haram kılınmıştır.”487 buyurarak kadının kocasına bağımlı olmasının gereğine ve son ana kadar sile yuvasını kurtarmaya çaba göstermesinin önemine işaret etmiştir. c5.-)Çocukların Terbiyesi: Bu görev eşlerden ikisinin asli görevidir. Ailenin kurulması ve evliliğin temeli de hayırlı evlat yetiştirmektir. Eşlerden ikisinin de asli görevi olmasına karşın kadının evin idarecisi olması, çoğu vaktini evde geçirmesi, çocuklarıyla ilişkisi kocaya göre daha sıcak ve fazla olması sebebiyle çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi kadını daha fazla ilgilendirmektedir. Kadın ise bu görevini, çocuklarını okula öncesi dönemde İslami eğitimle eğitmesi, okul döneminde bu anlayışa karşı dışarıdan gelebilecek düşüncelere karşı uygun şekilde yetiştirmesidir. Kur’an-ı Kerim’de “Ey İnananlar! 483 Ebu Davud, Siyam 74. Müslim, Nikah 5. 485 Abdülhamid, a.g.e. s:118. 486 Topaloğlu, a.g.e. s:93. 487 İbn Mace, Talak 21. 484 76 Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyunuz. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır.”488 buyurulmuştur. 488 Tahrim 66/6. 77 SONUÇ Tezimizde Kuran’a göre dünya ve ahiret dengesini işlemeye çalıştık. Her alanda dengeli olmayı öngören İslam dini Müslümanlardan da yaşamlarını dünya ve ahiret dengesi üzerine kurmalarını istemiştir. Bu dengeyi ilk önce Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere ilk Müslümanlar kurmuş ve bizlere bu konuda örnek olmuşlardır. Tek taraflı çalışmanın dünya ve ahiret mutluluğuna yetmeyeceği içindir ki ikisini de birlikte yürütmeye ihtiyaç vardır. Bu sebeple Kuran’ı Kerim’in ifade ettiği dünya ahiret dengesinin kurulması her iki alemde de mutlu olmayı sağlayacaktır. Dünya nimetlerinden faydalanmak için çalışmak gereklidir. Bu çalışmanın hem maddi hem manevi faydaları vardır. İslamda tembelliğe yer yoktur. Bunun en güzel örneğini Peygamberimiz (s.a.v.) bizzat kendi yaşamında uygulayarak bizlere örnek olmuştur. Bu sebeple Müslüman’ın yaşantısı içerisinde çeşitli alanlarda rızkını araması gerekir. Ancak tüm bu çalışmaları onu ibadet hayatından ve Allah’ı anmaktan alıkoymamalıdır. Ahirette mutlu olabilmek için ise en başta Allah’a iman ve taat gerekir. İman ve itaatten sonra Müslüman’ın aklından çıkarmaması gereken şey dünyaya geliş amacının mutlak olarak ibadet etmek olduğudur. İslam’ın gelişi ile aile düzeni karşılıklı hak ve sorumluluklardan oluşan bir temele oturtulmuştur. Ailede eşlerin birbirlerine karşı, çocuklarına karşı yükümlülükleri vardır. Erkeğin aile reisi olması ve yöneticiliğin getirmiş olduğu bazı yetkiler dışında kadın ve erkek eşit kabul edilmiştir. Her ikisinin ailede ki konumlarına göre sorumlulukları vardır. Kadının hiçbir hakkının olmadığı, ruhunun olup olmadığının tartışıldığı ve mal gibi alınıp satıldığı bir ortamda gelen İslam dini kadına gerçek değerini vermiş ve günümüzde bile ulaşılamayan bir seviye çıkarmıştır. Bu bakımdan kadın açısında İslam dininin gelişi bir dönüm noktası kabul edilebilir. Demokrasi ve eşitlik olgularının toplumların hedefi olduğu günümüz dünyasında her ne kadar bu olay olağanüstü olarak nitelendirilemeyecek olsa bile o günün şartlarında bunun bir devrim olduğu açıktır. 78 BİBLİYOGRAFYA Abdurrahman b. El Kemal Celalettin es Suyuti, Ed Durul Men’sur fit Tefsir’il Mes’ur, Dar’ul fikr, Beyrut, 1993 Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, İnkılap Yay. İst. 1996 Ahmed b. Muhammed b.Hanbel, El-Müsned, Çağrı Yay. İst. 1992. Ahmet Mustafa Meraği, Tefsir’ul Meraği, Darul Kutubil İlmiye, Beyrut 1998Altıkardeş İsmet, Din ve Sosyal Bütünleşme, Rağbet Yay. İst. 2004 Ana Biritannica, Ana Yay. İst. 1993 Ataseven Asaf , ‘Nasıl Bir Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu 2, Ensar Neşriyat İst. 1996 Ateş Ali Osman, ‘Asrı Saadette Dinler ve Gelenekler’, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 Ateş Süleyman, Kuran Ansiklopedisi, Kuba yay. İst. (t.y) Aydemir Abdullah, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ank. 1992 Aydın Mehmet Akif, Aile mad. , T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst. 1989 Aydın Mehmet Akif, İslam’da Kadın, Kadın mad, T.D.V.İ.A Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst. 2001 Aydın Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay. İst. 1991 79 Bayraklı Bayraktar, Yeni Bir Anlayış Işığında Kuran Tefsiri, Bayraklı Yay. İst. Eylül 2001 Bilmen Ömer Nasuhi, K.Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, Akçağ Yay. Ankara 1991 Birekul Mehmet - Yılmaz Fatih Mehmet, Peygamber Günlerinde Sosyal Hayat ve Aile, Yediveren Yay. Konya 2001 Cin Halil, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Selçuk Ün. Hukuk Fak. Yay. Konya 1998 (2.Baskı) Çağrıcı Mustafa, Adalet mad. T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst. 1988 Çaha Ömer, Sivil Toplum Aydınlar ve Demokrasi, İz Yay. İst. 1999 Dalgın Nihat, İslam Hukukunda Boşama Yetkisi, Etüt Yay. Samsun, 1999 Dönmezer Sulhi, Toplumbilim, Beta Yay. 11.Baskı İst. 1994 Duman M. Zeki, ‘Asrı Saadette Adab-ı Muaşeret’, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 Dumlu Ömer-Elmalı Hüseyin, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe anlamı, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İzmir, 2004. Ebi Abdillah Muhammed b. El-Ensari El-Kurtubi, El-Cami li Ahkam’il Kur’an, Dar’u İhya’it Türas’il Arabi, Beyrut 1985 Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, El Buhari , Sahihi Buhari, Çağrı Yay. İst. 1992 Ebil Berekat Abdullah b. Ahmet b. Mahmut en Nesefi, Medarik’üt Tenzil ve Hakaik’ut Te’vil, Darul Kesir, Beyrut, 1999 Ebi İsa Muhammed b. İsa b. Sevde , Sünet’üt Tirmizi, Çağrı Yay. İst. 1992 Ebil Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed Ez Zamahşeri, El Keşşaf, Darul Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1995 80 Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen’ün Nesai, Çağrı Yay. İst. 1992 Ebu Davud Süleyman b. Eş’as ,Sünen’i Ebi Davut, Çağrı Yay. İst. 1992 Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman Ed-Darimi, Sünen’üd Darimi, Çğrı Yay. İst. 1992. Ebu Nasr Serrac Tûsi, İslam Tasavvufu, (Çev: Hasan Kamil Yılmaz), Altınoluk Yay. İst. (T.y.) El- Celil el-Hafız Îmad ed-Din Ebil Fida İsmail İbn Kesir ed-Dimeşki, Tefsir’ul Kuran’il Azim, Mektebetü evlad’iş Şeyh lit-Türas, Kahire, 2000 El Fahr’ur Razi, Et Tefsir’ul Kebir, Dar’u İhyai’t Turas’il Arabi, Beyrut, 2001 El Hafız Ebi Abdillah Muhammed b. Yezid İbn Mace, Sünen-i İbn Mace, Çağrı Yay, İst. 1992 Eraydın Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İfav Yay. İst. 1994 Erdem Mustafa, Dinler ve Aile , Türk Aile Ansiklopedisi, T.C.B.A.A.K., Ankara 1991 Erdentuğ Aygen, ‘ Çeşitli İnsan Topluluklarında Aile Tipleri’, Aile Yazıları/1, T.C.B.A.A.K.1990 Esed Muhammed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, İşaret Yay. İst. 1999 Günaltay Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Ankara Okulu Yay. Ank. 1997 Harman Ömer Faruk, Kadın mad., T.D.V.İ.A.Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst.2001. Hasipek Seniha , ‘Ailenin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısında Kadının Yeri ve Önemi’ , 1.Aile Şurası Bildirileri, Reyhan Yay. Ank. 1990 Hüseyin b. Müslim b Haccac , Sahihi Müslim,Çağrı Yay. İst. 1992 81 İbn Haldun, Mukaddime, (Çev: Zakir Kadiri Ugan) M.E.B. Yay. İst. 1996 İbn Munzır, Lisanül Arap,Dar’ul Mearif, Kahire, h:1119 İz Mahir, Tasavvuf, Kitabevi Yay. (5. baskı) İst. 1995 Kapar M. Ali, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, Esra Yay. (1.Baskı), İst.1993 Karaman Hayrettin, ‘Asrı Saadette İslam Hukukunun Oluşumu’, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 Kevser Kemal Ali – Öğüt Salim, Çok, ‘Çok Evlilik Mad.’, T.D.V.İ.A. 1993 Kıllıoğlu İsmail, Aile mad., Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay. İst. 1990 Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, (Çev: Salih Tuğ), İrfan Yay. İst. 1995 Mahmud Mehdi İstanbuli, İslam’da Evlilik ve Cinsel Mutluluk, Çağrı Yay. İstanbul 1993, (7.Baskı) Meydan Larousse, Yayımlayanlar:Safa Kılçlıoğlu, Nezihe Araz, Hakkı Devrim, ,Sabah Gazetesi (Y.Y.) 1992 Muhammed b. Yusuf Eş Şehid bi Ebi Hayan el Endulusi, Bahr’ül Muhit, Dar’ul Kütüb’il İlmiye, Beyrut,1993 Muhammed Cemaleddin Kasımî , Tefsir’ul Kasımî, Darû İhya’it Turas’il Arabi, Beyrut, 1994 Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, (Çev: Osman Keskioğlu), DİB Yay. Ank. 1997 Muhammed El Meduv bi Abdirrauf El Münavi, Feyzul Kadir Şerhu Cami isSağîr, Darül Marife, Beyrut (t.y) Muhammed Emin İbn Muhammed’il Muhtar el Cekeniyyi Eş Şenkiti, Evzaul Beyan fi İzah’il Kur’an bil Kur’an, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1992 82 Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, el-Ahval’üş Şahsiye fiş-Şeriat’il İslamiyye, Dar’ul Kütüb’il Arabi, (t.y) (y.y) Muhammet Reşit Rıza, Tefsir’ül Kuran’ül Hakim (Tefsirül Menar), Dar’ül Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1999 Müinüd’din Muhammed Emin Hirevi, Mearic’ün Nübüvve, (Çev: Muhammed b.Muhammed Efendi) Berekat Yay. İst.(t.y) Özalp Ahmet, Tasavvuf Mad. Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yay. İst. 1994 Sarıkçıoğlu Ekrem , Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002 Süleyman b. Ömer’ul Uceyli Eş Şafiî , El Futuhat’ül İlahiye bi Tevzihi Tefsir’ul Celaleyn, Darul Kütüb’ül İlmiye, Beyrut ,1996 Şemsettin Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed Ebu Sehl Es-Serahsi, El Mebsud, (30 Cilt) Darul Marife, Beyrut (T.y.) Toksarı Ali, Dilencilik mad., T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst 1994 Topaloğlu Bekir, İslam’da Kadın ,Rağbet Yay. İst. 2001 Uğur Mücteba, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, Çağrı Yay. İst. 1980 Uğur Mücteba, ‘Asr-ı Saadette Sosyal Hayat’ Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 Uludağ Süleyman, Dilencilik mad.(Tasavvufta), T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst 1994 Uludağ Süleyman, Kalp maddesi, T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst 2001 Yazır Muhammed Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, Akçağ Yay. İst (T.y) Yengin Naci, Ailede Kadın, (Kadın mad.), Şamil İslam Ansiklopedisi, Genel Yönetim: Ahmet Ağırakça, Şamil Yay. İst 1991 83 Yılmaz Musa Kazım, ‘İslami Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, (1. Tebliğ), İsav Yay. (T.y.) Zuhayli Vehbe, Tefsir’ul Münir, Dar’ül Fikr , Dımeşk , 1998 84