Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ ORTA DOĞU ARAŞTIRMALARI ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ DÜNDEN BUGÜNE ULUSLARARASI ORTADOĞU SEMPOZYUMU (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) (Elazığ, 28-30 Mayıs 2015) Bildiri Özetleri Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Yahudilikte Savaş Kuralları Prof. Dr. Sami KILIÇ* Arş. Gör. Abdullah ALTUNCU Ortadoğu, tarih boyunca büyük savaşların yaşandığı bir bölge olmuştur. Egemenlik iddiasında bulunan bütün siyasi otoriteler Ortadoğu’ya hâkim olmayı amaçlamışlar ve güçlü bir iktidar olabilmek için bu coğrafyanın kendi denetimleri altında bulunması gerektiğine inanmışlardır. Diğer taraftan, çeşitli dini metinlerde yer alan önemli kutsal mekânların bu coğrafyada bulunması, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar açısından bölgenin cazip hale gelmesini sağlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, bölgenin korunması gerektiği inancından hareketle, geçmişten günümüze söz konusu din mensupları arasında çeşitli çatışmalar meydana gelmiştir. Bu çatışmanın değişmez taraflarından birisi Yahudilerdir. Yahudiler, Mısır’dan Musa peygamberin öncülüğünde çıkmalarından itibaren Hâkimler ve Krallar dönemi başta olmak üzere tarihin her döneminde Ortadoğu’daki savaşların merkezinde yer almışlardır. Yahudilikte savaşların kaynağı genel olarak kutsal metinlerde yer alan vadedilmiş topraklar ile ilgili inançlardır. Bu metinlerin yanı sıra dini otoritelerin görüşlerine dayandırılan kurallar, savaşın amacı ve özelliğiyle yakından ilgilidir. Bu manada Yahudilikte savaş, Milhemet Mitsva (emredilen savaş) ve Milhemet Reşut (isteğe bağlı savaş) olarak ikiye ayrılmaktadır. Diğer taraftan Tanah’ta (Tevrat) yer alan savaşla ilgili ifadeler, çeşitli Yahudi grupları tarafından farklı şekillerde yorumlanmaktadır. Bazı Yahudi reformist düşünürler, savaşla ilgili pasuklardan bir kısmının “tarihsel” olduğunu ifade etmekte, Ortodoks Yahudi grupları ise aynı pasukların özellikle eskatolojik çağda gelecek olan kurtarıcı dönemine vurgu yaptığını belirtmektedir. Tebliğde, “Yahudiliğe göre savaşın amacı”, “kutsal metinlerde yer alan ifadelerin savaş doktrinleri üzerindeki tesiri”, “yapılan savaşların hangi kural ve prensipler etrafında gerçekleştirildiği” ve “Yahudilikteki savaş ahlakı” konularında bilgi verecektir. Böylece, Yahudi kaynaklı günümüz Ortadoğu’sundaki çatışma ortamının anlaşılmasına katkı sağlamak amaçlanmıştır. * Fırat Ünv. İlahiyat Fak. Elazığ Kilis 7 Aralık Ünv. İlahiyat Fak. Kilis Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri القدس بين الحرب والسالم عبر التاريخ ملخص البحث عبدهللا بن عبدالرحمن الربيعي (أستاذ /بروفيسور) وهي دراسة تحليلية ألهمية القدس اإلقليمية والدولية وكيف تعاطت األمم واألديان معها عبر التاريخ بين صراع عسكري وسالم مؤقت مبينا أن القدس لم تشهد استقرارا واحتراما وهدوءا إال في فى ظل الدول اإلسالمية المتعاقبة(دولة الخلفاء الراشدين ،األمويون" العباسيون ،األيوبيون من فت القدس على يد صال الدين األيوبي ،الممالي األترا ،،العمماييونووفي المقابل مرت القدس في فترات من الصراع والحرب والخوف قبل الميالد بين قوى الشرق األديى القديم بما فيها اليهود وبعد الميالد إبان الحكم الرومايي والبيزيطي ثم عايت من االستعمار الصليبي الغربي ثمايين عاما (1183-1099م) ،واآلن ترز تحت النير االسرائيلي من عام 1967مو جامعة اإلمام محمد بن سعود _ الرياض Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Filistin Meselesine Diplomatik Çözüm: Uluslararası Filistin’in Dostları Örgütü Arş. Gör. Ahmet ÇELİK Ortadoğu, jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik açılardan değerlendirildiğinde, gerek bölge ülkeleri ve gerekse küresel güç odakları açısından oldukça önemlidir. Böyle olması sebebiyle de bölgede her zaman bir kaos ortamı mevcut olmuştur. Fakat Filistin meselesi diğerlerinden farklı boyutları olan, uzun süren ve sürecek olan bir meseledir. Bu sorun bölgesel değil, evrensel ve sadece iki taraflı değil çok taraflı bir sorun olma özelliğinden dolayı neredeyse tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun olmuştur. Günümüz Filistin meselesinin temeli Yahudilere yurt olarak Filistin’in verilmesinin resmi belgesi Balfour Deklarasyonu ile (1917) başlar. Dünyanın değişik coğrafyalarından bölgeye Yahudi göçü başlatılır. 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla sorun daha da büyük bir hale gelir ve 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarında dört defa savaş meydana gelir. Oslo görüşmeleri başta olmak üzere Birleşmiş Milletler bünyesinde iki taraflı barış görüşmeleri neticesiz kalır. Uluslararası arenada İsrail kendine yandaş bulurken Filistin’in yalnızlığa itilmesi çözümsüzlüğü beraberinde getirmiştir. Söz konusu süreçte ne İslam Konferansı Örgütü’nün ne de Arap Ligi’nin meseleyi çözmeye yönelik somut bir adımı olmamıştır. Günümüzde Filistin Meselesi iç içe geçmiş beş ana noktada düğümlenmiştir. Kudüs’ün nihai statüsü Kendi sınırları içinde yaşayabilir bir Filistin devletinin doğuşu Filistinli mülteciler Yahudi yerleşimciler Ekonomik kaynakların ortak kullanımı Bölgede kalıcı barışı tesis etmek ve meseleyi Arapların milli meselesi olmaktan çıkarmak için, sadece Filistin yanlısı değil, ortak noktada hareket edecek, uluslararası, şeffaf bir kuruluş gereklidir. Çalışmamızda önerdiğimiz Uluslararası Filistin’in Dostları Örgütü; dışişleri bakanlığı düzeyinde, tüm dünya devletlerinin katılımına açık, objektif olarak bölge barışına katkı sağlayabilecek, çalışmaları şeffaf bir örgüt olarak tesis edilmesi öngörülebilir. Çalışmamız aşağıdaki soruları yanıtlamakla şekillenecektir: 1) Bu örgüt nasıl teşkil edilebilir? 2) Bu örgüt Filistin Meselesine kalıcı çözüm bularak bölge barışına katkı sağlayabilir mi? 3) Bu örgüt Filistin’i uluslararası arenada temsil edebilir mi? 4) Hangi ülkeler bu örgüte üye olur/olabilir? 1) 2) 3) 4) 5) Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fak. Elazığ Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Kuruluşu öngörülen örgüt, Filistin’in siyasi, sosyal ve ekonomik gelişimine katkı sağlayabileceği gibi, bölgede barış için oluşturulmak istenen geniş çaplı birliğin ilk adımı olabilir. Filistinli Arapların eğitimi ve mülteciler sorununa da çözüm üretebilmesi her iki tarafın eşit şekilde temsil edilmesine olanak sağlayabilir. Ayrıca Türkiye’nin örgüt içindeki faaliyetleri, İsrail’in kuruluşundan sonra Türkiye’nin izlediği politika sonucu İslam Dünyası’ndaki olumsuz imajı kırabileceğini öngörmekteyiz. Anahtar kelimeler: Filistin Meselesi, Uluslararası Filistin’in Dostları Örgütü, Türkiye Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Büyük Devletlerin Değişmeyen Mücadele Alanı, Orta Doğu Yrd. Doç. Dr. Ali Gökçen Özdem Ortadoğu; farklı uygarlıkların filizlendiği, değişik kültürlerin birleştiği ve ayrıldığı, gelişmişlikle geri kalmışlığın tüm boyutunun görülebileceği, tarihin her döneminde çatışmaların ve uyuşmazlıkların eksik olmadığı, dünyanın enerji deposu, kısaca iyi, güzel ve çirkin olarak tanımlanabilecek tüm değerleri kendisinde barındıran, Asya ve Afrika kıt'ası ile Akdeniz’i Hint Okyanusuna bağlayan stratejik bölgedir. Ortadoğu’nun coğrafi sınırları, bölgeye tarihi süreçte egemen olan güçlerin stratejik hedeflerine göre değişiklik gösterdiğinden üzerinde tam mutabakat sağlanmamıştır. Ancak Ortadoğu denilince günümüzde yaygın olarak Arap Yarımadası ile İran'ı kapsayan bölge tanımlanmaktadır. Sanayi devriminden önce, büyük güçlerin enerjiye ihtiyaçları henüz mevcut değilken Ortadoğu hak dinlerinin ortaya çıkış yeri olması nedeniyle büyük devletlerin hakimiyet kurarak prestij kazanmak için mücadele ettiği bölge olmuş bu kapsamda Rusya ve Fransa'nın yaratmış olduğu kutsal yerler sorunu, XIX. yüzyılda Osmanlı Devletini uğraştıran başlıca konulardan birisi olmuştur. Dönemin diğer iki büyük gücü İngiltere ve Avusturya Macaristan İmparatorluğunun da krize müdahil olması ile, kriz 1854-1856 Kırım savaşının en önemli nedenlerinden birisi olmuştur. Bölgenin dünya petrol rezervlerinin büyük kısmını ihtiva etmesi nedeniyle, Büyük Devletlerin mücadelesinin şekli ve şiddeti değişiklik göstermeye başlamıştır. Savaş başlıca mücadele vasıtası olarak kullanılmaya devam ederken, bunun yanında kominizim, liberalizm, demokrasi, vb. ideolojik argümanlar kullanılarak bölgenin sürekli olarak kaynaması sağlanmıştır. Bu kapsamda Ortadoğu’yu dünyanın aktif volkanı olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Bu incelemede daha çok yabancı kaynaklardan istifade edilerek, tarihsel süreç içinde büyük devletlerin Ortadoğu’da kurmaya çalıştıkları hakimiyet ve kullandıkları vasıtalar incelenerek, günümüze ışık tutabilecek sonuçlara ulaşılmaya çalışılacaktır Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, Osmanlı, Rusya, İngiltere, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Amerika. Uluslararası Plato Üniversitesi-İstanbul Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri 19. Yüzyılda Rusya’nın Doğu Anadolu’daki Kürtler Üzerinde Etkileri Öğr. Gör. Arzu AYTEKİN Onsekizinci yüzyılda başlayan sanayi inkılabı ve Fransız Devriminin ortaya çıkardığı milliyetçilik akımı On dokuzuncu yüzyılda Avrupalı Devletler açısından artık meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu devletler sanayi inkılabının tamamlanması ile birlikte sömürgecilik yarışına girmiş ve bu yarışta milliyetçilik akımını Osmanlı İmparatorluğu gibi artık çökmeye başlayan devletler üzerinde etkin şekilde kullanmışlardır. Bu devletlerden biri de sanayi inkılabını tamamlamamasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp tarihi emellerine ulaşma yönünde din ve etnik köken faktörünü en iyi şekilde kullanan Rus Çarlığı olmuştur. Rusya 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile elde ettiği Osmanlı İmparatorluğundaki Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu misyonunu kullanmaya başlamakla birlikte , imparatorluk içerisinde Müslüman olup ancak etnik kökeni farklı olan diğer unsurları da politikalarına alet etmiştir. Bunların başında da Kürtler gelmekteydi. Rus Çarlığı için Doğu Anadolu Platosunun kontrolü hem sıcak denizlere ulaşması açısından, hem de sahip olduğu doğal zenginlikler ve Rusya’nın güney sınırlarının güvence altına alınması bakımından oldukça önemliydi. Osmanlının çökmeye başlaması ile birlikte bu bölgede ne zayıf bir devletin kurulmasını ne de batılı güçlü bir devletin buraya yerleşmesini istemekteydi. Bu nedenle Doğu Anadolu’da yaşayan diğer etnik ve dini azınlıkların yanı sıra çoğunluğu oluşturan Ermeniler ve Kürtler Çarlık politikasının bölgedeki başlıca unsurları olmuşlardır. Ruslar bölgede çıkarlarının gerektirdiği yönde bazen Ermenileri bazen de Kürtleri destekleyerek etkili olmaya çalışmışlardır. Bağımsız Kürdistan hayalini gerçekleştirmek isteyen Kürtler ise bu siyasete tepkisiz kalmamışlar hayallerine ulaşmak için arkalarına Rus desteğini almak istemişlerdir. Bu tebliğimizde on dokuzuncu yüzyılda Rusya’nın Doğu Anadolu’da yaşayan Kürtlere yönelik siyaseti, Kürtlerin özelliklede Kör Hüseyin Paşa’dan başlayıp Bedirhan Beyi Abdürrezzak ve Simko ile devam eden Kürt aşiret reislerinin bu siyasete yönelik tutumları ve 1917 Devriminin ikili ilişkileri nasıl etkilediği incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusyası, Kürtler, Doğu Anadolu. Tunceli Üniversitesi-Tunceli Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri The Muslim Brotherhood in the Middle East according to British Documents (İngiliz Belgelerine Göre Orta Doğu’da Müslüman Kardeşler) Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA The Brotherhood began as an Egyptian politico-religious movement and, by 1954, had built itself up into a powerful political organisation. Although it took no active part in the Revolution of 1952, it subsequently attempted to persuade the officers of the Revolutionary Command Council to accept political advice and control, but was unsuccessful. By 1954 the Brotherhood had ranged itself against the Revolution, and one of its members tried to assassinate Nasser at Alexandria in October 1954. As a result the Brotherhood was suppressed, and many of its more influential members were either executed, imprisoned or forced to flee abroad. In Egypt considerable numbers of the Brethren were imprisoned, and in 1959 some 600800 were known to be detained in concentration camps. In 1961, out of 6,700 persons sentenced to “political isolation”, about 4,400 were classified as Muslim Brothers. Occasional abortive plots alleged to be of Brotherhood origin were unearthed, but though the movement was thought to retain some latent underground strength, at that date it showed no signs of revival. Outside Egypt the Brotherhood made little impact. Even in Syria, despite the arrival of Egyptian exiles in 1954, it struck no deep roots and in 1958 meekly accepted orders from the United Arab Republic Government to disband itself. Minor offshoots of the Egyptian movement appeared in Jordan, Sudan, Lebanon, Iraq and Kuwait. A movement of similar name which appeared in Syria in 1960 under the leadership of Isam al Attar drew its strength mainly from Damascus and appeared to have little connection with the Egyptian movement. Three of its members held Ministerial posts in the previous Government of Khalid al Azm, but since the army coup of March 8, 1963, little has been heard of it. A number of Islamic movements and organisations throughout the Middle East have had associations with the Brotherhood at one time or another, including the Islamic Fraternity of Iraq; the Servants of the Merciful of Lebanon; the Islamic Liberation Party and the General Islamic Congress of Jerusalem in Jordan; and the Devotees of Islam in Iran. Despite conflicting ideologies, the Brotherhood and the Communist Parties of the Middle East often found themselves in tacit alliance, more particularly in Egypt in the spring and summer of 1954. The Brotherhood was always shy of admitting its Communist Uludağ Üni., Fen-Ede. Fakültesi, Tarih Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri connections, and stressed the distinction between Communism as a creed and the USSR as a friendly and peace-loving nation. The Brotherhood was very much an Egyptian movement, and at that time did not seem to be an important force anywhere in the Arab world. “So long, however, as poverty, ignorance and social injustice are endemic in the Middle East, and so long as Islam retains its appeal, there is always the possibility of a recrudescence of a politico-religious reforming movement of the same type as the Brotherhood.” Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri 19.Yüzyılda Kıbrıs’ın İdari Taksimatı ve İngilizlerin Bölgede Hâkimiyet Kurmaları Ela ÖZKAN Kıbrıs Adası İtalya’ya bağlı Sardinya ve Sicilya adalarından sonra Akdeniz’in en büyük üçüncü adasıdır. Kıbrıs Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolüne geçmeden önce Doğu Akdeniz’deki Osmanlı’ya ait gemilerine akın yapan Hristiyan korsanlarının sığınağı haline gelmişti. Kıbrıs tarihi boyunca ada dışındaki uygarlıklar tarafından kontrol altına alınmak istenen stratejik öneme sahip bir ülke olmuştur. Çünkü coğrafi konumu nedeniyle Ortadoğu’da Afrika’ya uzanan yolları kontrol etmesi, Anadolu- Ortadoğu- Süveyş Kanalı hattına hâkim olması, Süveyş Kanalından Hint ve Pasifik Okyanusuna uzanan deniz yolunun kontrol noktalarından biri olması Kıbrıs’ın dikkatleri üzerine çekmesindeki önemli etkenlerin başında geliyordu. Osmanlı Devleti 1571 yılında Kıbrıs’ı feth etmesinden sonra adaya Anadolu’dan getirilen Türk aileler yerleştirilmişti. Osmanlının adayı fethetmesiyle birlikte artık Kıbrıs’ta adalet ve eşitliğe dayanan yerleşik bir imparatorluk düzeni hâkim olmaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğunun idari düzeni ve bu düzenin işleyişi Kıbrıs’ta da tatbik edilmiştir. Oluşturulan idari teşkilatla bölgeye beylerbeyi atanarak eyalet sistemi devreye girmiştir. Kıbrıs’ta oluşturulan bu düzen ve sağlanan imkânlar, adadaki halk tarafından olumlu karşılanmış ve adada 19. yy’ın başlarına kadar, devlete karşı önemli bir hareket olmamıştır 17. Osmanlı Devletinin genel gerileme ve zayıflama sürecine paralel olarak, Kıbrıs’ta kurulan düzen de sarsılamaya başlamıştır. Kapitülasyonların Kıbrıs için de geçerli olması, yabancıların ayrıcalıklardan yararlanmaya başlamaları adada çözülmeye yol açmıştır. Osmanlı Devleti, 4 Haziran 1878’de İngiltere’yle yaptığı gizli savunma antlaşmasıyla (Kıbrıs Antlaşması) Rus tehlikesine karşı, geçici olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye devretmiştir. Ancak ada, hukuken Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya devam etmiştir. Ancak Kıbrıs zamanla İngiltere’nin idaresi altına girmiştir. Bu tebliğde 19.Yüzyılda Kıbrıs’ın İdari Taksimatı ve işleyişi, İngiltere’nin bölgede hâkimiyet kurması ve bu süreçte yaşanılanlar Arşiv Kaynakları ve Tetkik Eserlerden yararlanılarak ortaya konulacaktır. Fırat Üniversitesi, Tarih Bölümü, Doktora Öğrencisi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Ortadoğu’daki Güncel Gelişmelerin Türk Dış Politikasına Etkileri ve Krizlerin Önlenmesi Prof. Dr. Erdal AÇIKSES Dr. Zülfükar Aytaç KİŞMAN Ortadoğu tarih boyunca statik bir siyasal yapıya sahip olmakta hep güçlük çekmiş bir coğrafyadır. Bu karmaşık ve problemli coğrafyanın kavşak noktasında olan Türkiye Cumhuriyeti bölgeye dönük ve genel dış politikasını oluşturmada ve uygulamada çeşitli sıkıntılar yaşamaktadır. Ortadoğu coğrafi yakınlık, sosyal ve kültürel bağlar ve enerji gibi konulardan ötürü Türk dış politikasının önemli konularından birisidir. Ortadoğu’da meydana gelen güncel kriz ve gelişmelerin Türk dış politikası üzerine doğrudan veya dolaylı birçok etkisinin olduğu görülmektedir. Bu etkinin gücü, yoğunluğu ve yönü henüz tam olarak irdelenmediği için, bu noktada politikaların belirlenmesinde zorluklar ortaya çıkmaktadır. Dış politikanın dinamik yapısı düşünüldüğünde bölgedeki kriz ve gelişmelerin Türk dış politikasını etkileme potansiyelinin tespiti konusu aciliyet kazanmaktadır. Bu çalışmanın amacı bölgedeki durumun Türkiye açısından tespitinin doğru bir şekilde yapılıp, kısa vadede Türkiye’nin hem milli çıkarlarını hem de bölgedeki konumunu sürdürebilmesi ve orta-uzun vadede ise Ortadoğu’daki gelişme krizleri kendi lehine çevirebilmesi için çeşitli öngörü ve önerilerde bulunmaktır. Fırat Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected] Fırat Üniversitesi, Dış Ticaret Bölüm Başkanı, [email protected] Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri الشباب والمعيش الديني:مقاربة سوسيولوجية لتمثالث الشباب التونسي للممارسة الدينية فاتن مبارك:دكتوراه في علم االجتماع ليست مؤسسات التنشئة االجتماعية التقليدية األساسية ،وحدها المحددة لسلو ،أفراد األسرة في المجتمع ،بل ّ إن تطور التقنيات الحديمة للتواصل في عصر التقنيات الحديمة للتواصل في عصر بات يوصف بعصر عولمة وسائل االعالم والمورة الرقمية وما رافقها من عنف وإرهاب للمعلومات ،1قد ممّل ه ا التطور إلى تشعب أطر التنشئة وتداخلها فيما بينها على يحو أصب فيه يسق التغيير االجتماعي للقيم والعالقات االجتماعية أكمر سرعة وحراكا خصوصا بالنسبة إلى فئة الشباب ذات الميل الطبيعي للجديد وإلى االيفالت من حتمية وإكراهات مؤسسات التنشئة االجتماعية الحارسة لسلطة التقليد وبنية ومنظومته الرمزيةو ذل ّ أن الشباب بحكم خصائصهم وتطلعاتهم مرشحين ألن يكويوا أكمر تأثرا بالتحوالت الحاصلة في طرق العيش وأيماط السلو، 2 وأساليب التفكير والناتجة عن التأثير المتعاظم لمورة االتصاالت والمعلومات و إذن في عصر وسائل االتصال الجماهيري والوسائط الرقمية الحديمة العابرة للحدود وشيوع استعمال تكنولوجيا االتصال في المجتمع التويسي ،يصب من غير الممكن محاولة فهم بينة ومحددات عالقة األسرة اليوم بالدين في الحياة اليومية دون البحث في أثر المقافة التي تنش رها الفضائيات واأليتريات ومواقع التواصل االجتماعي على أفراد األسرة وسلوكهم الديني ذل أن هو تل العملية التي يتلقى من خاللها األفراد معنى معينا 3ول ل (Wirght Charlesاالعالم كما يحددها رايت تشارلز ( ّ فأن االهتمام به ه المسألة أكمر من ضرورة في فضاء اتصالي معلوم ،تحتل فيه الفضائيات الدينية والبرامج الدينية حيّزا مهما من حيث مساحة البحث وأيضا من ياحية يسبة المشاهدة ،مما يعني أن البرامج الدينية في القنوات العربية اليوم أصبحت مصدرا للرب و ذل باعتبار العالقة العضوية بين الرب وارتفاع يسبة المشاهدةو ولع ّل اإلقرار بتراجع ثقافة الكتاب لدى أغلب أفراد المجتمع التويسي 4يدفعنا إلى التساؤل حول واقع استهالكهم للصورة تحديدا كنزعة غالبة على الممارسات المقافية الخاصة بهم ،وذل من منطلق أن وسائط االتصال الرقمي وتحديدا التلفزيويات تحتل حيّزا مهما من ميزايية وقت األسرةو يهت ّم بحمنا في ه ا المستوى بدور وسائل االعالم في تحديد المعيش الديني لألسرة التويسية وهو دور من الصعب وصفه بالوضو و بحكم خضوع وسائل االعالم إلى قايون السوق ويسبة المشاهدة ،فإيها تلجأ إلى إستراتجيات من الضغوط تمارسها على المتلقي ،بل إن بيار بورديو يل على تل العالقة العضوية بين االيديلوجيا ووسائل االعالم5و وربما بسبب عدم وضو إيديولوجيات وسائل االعالم فإن تأثيرها االجتماعي على سلو ،االفراد يتم بشكل غير مباشر ،إذ تندرج وسائل االعالم في إطار ما يسميه بالنموذج التوسيطي للتأثير االجتماعي 6و ّ إن عملية المشاهدة ال تخلو من تركيب و تعقيد من ذل أن المشاهدة الجماعية وما ينتج عنها من تفاعلية وتبادلية لآلراء بين المشاهدين أيفسهم تفت المجال واسعا أمام الفضائيات ومختلف وسائل االتصال الجماهيري لمضاعفة أثرها ،وذل لما يتمتع جامعة قرطاج 1 علي يبيل " عنف المعلومات وإرهابها" ،مستقبل المورة الرقمية :العرب والتحدي القادم ،كتاب العربي رقم ( ،)55مجلة العربي ،الكويت ،2004ص154،و 2المبروكي منجي" ،الشباب وثقافة االعالم الجديد :يخبة االستخدام وضبابية المقاصد" ،الشباب والمقافة ،وقائع الندوة الدولية 11ـ 12أكتوبر ،بيت الحكمة ،ص 165و Wright Charles, Mass Communication : ASociological Prespective, Random House, New York, 1959,p.10-13. 3 Draoui Mahfoud, Imed Melliti, De la difficulté de Grandir: pour une sociologie de l’adolescence en Tunisie, centre de publication universitaire, 2006, pp.156-157 5 Pierre Bourdieu, Raisons d’agir, Paris 1986, p. 17 4 6الممارسات المقافية والتعبيرات المستحدثة لدى الشباب ،مارس ، 2005المرصد الوطني للشباب ،وزارة الشباب والرياضة والتربية البدييةو Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri به االشخاص في البيئة المحيطة من دور حاسم في تبديل الموقف والرأي ،7ل ل فأينا سنهتم في جزء ثان من بحمنا بدور األسرة والعالقات داخلها في تممل أفرادها للمعيش الديني بما يصحبه من ممارسات وتصورات وأفكارو 7فليب كابان ،جان فرايسوا دورتيه ،علم االجتماع من النظريات الكبرى إلى الشؤون اليومية :أعالم وتواريخ وتيارات ،ترجمة إياس حسن ،دار الفرقد ،دمشق،2010 ، ص 104و Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Ortadoğu’da Hukukun Modernleşme Süreci: Osmanlı ve İran Örneği Prof. Dr. Fatmagül Demirel 19. yüzyıl Osmanlı ve İran devleti için bir değişim yüzyılıdır. Her iki devlet değişen dünya koşullarına uyum sağlamak ve ayakta kalabilmek için batı modernitesini örnek alarak devlet ve toplum yapısında reformist düzenlemeler yapmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla uygulamada Osmanlı ve İran modernleşme süreci, kendilerine özgü farklılıkları barındırmakla birlikte önemli benzerlikleri de ihtiva etmektedir. Eş zamanlı olarak modernleşme sürecini yaşayan her iki devletin bu süreci askeri, idari, eğitim, hukuk, iktisat gibi alanlarda nasıl yaşadığını ortaya koyacak müstakil çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Zira her bir konu üzerinde yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar Osmanlı ve İran’ın modernleşme yüzyılını anlamamıza yardım edecektir. Tebliğde Ortadoğu’da iki komşu devletin modernleşme sürecinin önemli bir aşaması olan hukuk alanında nasıl bir dönüşüm geçirdiğinden bahsedilecektir. Hukukun toplumsal yapıyı dönüştürmede önemli bir araç olduğu düşünülürse, her iki devlet yirminci yüzyıla farklı bir devlet ve hukuk yapısı ile girmiştir. Osmanlı ve İran Devletinin İslam hukuku zemininde, batı hukuk norm ve kurumlarını nasıl benimsediği veya benimseyemediği ve günümüz Türkiye ve İran Devleti’nin mevcut hukuk sistemlerine nasıl bir değişim içinde geldikleri karşılaştırmalı olarak incelecektir. Yıldız Teknik Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Kadın, Orta Doğu ve ABD Yrd. Doç. Dr. Füsun Çoban DÖŞKAYA* Amerika Birleşik Devletleri sömürgeci emellerle ve enerji kaynaklarının zenginliği yüzünden Ortadoğu'yu dış politikasının ve milli güvenlik stratejisinin önemli bir parçası haline getirmiştir. 19. yüzyılın başlarından itibaren bölgeye gelen Amerikalı misyonerler, burada yaşayan insanların inançları ve bölge özellikleri hakkında kayıtlar tutmuşlardır. Ortadoğu, ABD ve Avrupa'nın konumlanışına göre 1900'lü yıllarda kavramlaştırıldıktan sonra, bölgedeki kimi gruplar ayaklandırılarak kargaşa ortamı yaratılmıştır. Daha sonra, kurtuluşun Amerika'da ve Amerikan tarzı eğitimde olduğu vurgusu yapılarak, bölgedeki enerji kaynakları ve ulaşım yolları her dönem kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Sürekli devam eden savaşlarla ilişkilendirilerek, silahların ve bombaların patladığı bir savaş alanı olarak zihinlerde kodlanan Ortadoğu imgesi, günümüzde erkek egemen bir mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölgede kadın olmak diğer bölgelere oranla daha zordur. Ortadoğulu kadın, kamusal alanın değil, aile içi yaşamın bir parçasıdır ve toplum içerisinde etkisiz ve ikincil konumdadır. Dünya gündemine sıklıkla, berdel, namus, töre, başlık parası, cinsel taciz ve eğitimde ayrımcılık gibi konularla gelmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu kadınına bakışı ve onu eğitim yoluyla kendi ideolojisine dahil etme gayreti bu çalışmanın inceleme konusunu oluşturmaktadır. Bu amaçla çalışmada, farklı dönemlerde, Amerikalıların kendileri veya 'yerli yardımcılar' olarak adlandırabileceğimiz kişilerce kaleme alınmış olan metinlerden örnekler verilerek, ABD'nin yaratmaya çalıştığı Ortadoğulu kadın imajı ve bunun nedenleri üzerinde durulacaktır. Çalışmada incelenecek olan metinler arasında ABCFM misyonerlerinin metinleri yanı sıra, David L. Phillips'in Kürt Baharı:Ortadoğu’nun Yeni Haritası (2015) ve Nobel Barış Ödülü sahibi MalalaYusufzay'ın Cristina Lamb ile beraber kaleme almış oldukları Ben Malala: Eğitim Hakkını Savunduğu için Taliban Tarafından Vurulan Kız (2014) isimli güncel metinlerde kullanılacaktır. ________________ * Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü, İzmir Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Ortadoğu’da, Matüridilik ve Selefilik Anlayışının Etkileri Prof. Dr. Fikret KARAMAN Tebliğimizde, öncelikle İslam inancının önemli iki ekolünü oluşturan Selefilik veMatüridilik anlayışları ile bunların birbirlerine olan yakınlıklarına ve farklılıklarına dikkat çekilecektir. Ayrıca 19. Asrın sonlarında başlayan ıslah, tecdit faaliyetleriyle İslam bilginlerinin dine dönüş çağrılarının etkileri ve Batılı ülkelerin İslam dünyasına yönelik politikaları sonucunda ortaya çıkan özellikle günümüzde modern Selefiliğin tetiklenerek yön değiştirmesi ve Haricîlik hareketini çağrıştıran olaylarla ilişkilendirilmesinin arka planı tartışılacaktır. Selefiyye; sahabe - tabiin Müslümanlarının dini meselelerde kendileri gibi düşünerek Ehl-i Sünnet yolunda karar kılanların itikadi mezhebi olarak bilinmektedir. Gelenekçi metot çizgisinde; ayet ve hadislerin zahiri anlamıyla yetinen, te’vile, akli yoruma kapalı bu inanç disiplini, başlangıçta, “Kelâm İlmi”nin zeminini oluşturmakla beraber, sonraları bazı kırılmalar ve sapmalar yaşamıştır. Ayet ve hadislerden yararlanmakla Selef’e yakın duran Matüridilik; dinin anlaşılmasında aklı önemli araç olarak kullanmıştır. İtikadi konularda Hanefiliğin prensiplerini benimsemekle; Selçuklularda, Osmanlılarda hâkim olan hoşgörüyle çoğulculuk kültürünün ilham kaynağı olmuş, Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında asırlarca huzur iklimi hüküm sürmüştür. Resulullah’ın tebliğiyle İslam, dünyanın dört bir yanına yayılmış ameller, niyetlerle değerlendirilerek insanların sosyal, psikolojik duyguları dikkate alınmıştır. İlerleyen süreçte; medrese, cami, han, hamam, köprü, kervan saray gibi kültürel zenginliklere yansıyan sanat, estetik değerler medeniyetin temelini oluşturmuştur. İslam; şirki gerekçe göstererek “Tevhid İnancı”na gelenlerin yolunu kapatmamıştır. Onların kutsal hayatını, hukukunu korumuştur. Günümüzde; iyiliği emretmek, kötülükten alı koymak adına, dini değerlerimizle bağdaşmayan aşırılıkları onaylamamıştır. Aksine, insanlara güzel söz ve hoşgörüyle yaklaşmayı emretmiştir. Çağımızda Selefiliği / Vehhabiliği; doğduğu sert çöl iklimi şartlarında tutarak; aklı, felsefeyi, tefekkürü dikkate almadan salt inancı telkin etmenin zorlukları tartışmasızdır. Sonuçta din hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ancak İslam’ı öğrenmek isteyenler, hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Cihad ayetleri, bulundukları kontekstlerden koparılarak savaşla yorumlanmaktadır. Böylece değişik coğrafyalarda çeşitli örgüt isimleriyle korkunç uygulamalar İslam’a mal edilmektedir. Oysaki İslam bir insanın hayatını kurtarmayı, bütün insanların hayatını kurtarmakla eşdeğer kabul etmiştir. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi-Malatya Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri مخاطر االبتعاد عن مصادر الدين األساسية والتحليل الكيفي والمختلف ملخص الموضوع أودوخالد حلبويي تعد المصادر الدينية مرجعيات معرفية ،تستنفر طاقات الوعي ،لتممل تجربة الفكر والحياة البشريةو والبعد عن التلقي عن المصادر الدينية األساسية هو ايتصار لشرعة السيف على شرعة المنهجو ويأتي التحليل الكيفي للنصوص في إطار ف االرتباط بين العودة الحقة إلى المصادر األصيلة ،وبين إطار التفسيرات الالمعقولة ،وتوظيفها بما يخدم المصال الخاصة لجهة محددةو ويتجلى مكمن الخطر في العقلية التي تمكنت من الخطاب الكيفي في تفسير يصوص الدين ،وه ا يؤدي إلى سحق الفكر ب مقيتٍ ،ينتهي إلى التشتت فكريا ،والحرابة اجتماعيا ،والتفرق تاريخيا ،والخصام حضارياو اإليسايي ،وتقديمه قربايا لتعص ٍ ب للمصادر الدينية األساسية ،ذل أن العناصر الماوية في التحليل وما يندا في الواقع ما هو إالّ اهتال ،فكري ،وثقافة احترا ٍ الكيفي ،والنأي عن المنهجية ،تجسد تدشينا لخطاب االيغالق ،وتوءمة التطرف المتشرذم في إحاالته المبعمرة :غلواً ،وتشدداً، وضياعا ً في تيه اإلشكالياتو أقتر : أ -ضرورة القطيعة للتحليل الكيفي والمختلف ،لمخالفته مناهج البحث العلمي والقراءة المنضبطةو ب -توظيف مراكز اإلعالم والنشر لنقد ما يحدث ،وتعريته ،وبيان سوء مقاصده ،وفساد أهدافهو ت -طر البدائل الصحية ،التي تستمد ُ بنيتها من المصادر الدينية األساسيةو Şam Üniversitesi-Suriye Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Türkiye Ortadoğu Ekonomik İlişkilerinin Gelişimi ve Geleceği Doç. Dr. Harun Öztürkler Türkiye 1963 yılında bir yandan Avrupa Birliği (AB) ile Ankara Anlaşması’nı imzalayarak bütünleşme sürecini başlatırken, diğer yandan kalkınma planlaması eksenli bir çerçevede uygulamaya koyduğu ithal ikamece sanayileşme stratejisi ile içe dönük bir ekonomik politika anlayışını benimsiyordu. AB üyelik sürecinin hala tamamlanmamış olmasında sürecin başlangıcında var olan bu paradoksal ekonomi politik bu tercih ile birlikte, AB’nin Türkiye ile ilişkilerini “coğrafi yakınlık” ve “stratejik konum” boyutunda değerlendirirken, Türkiye’nin AB üyeliğini ekonomik, sosyal, politik ve güvenlik boyutlu bir “beka projesi” olarak görmesi de vardır. Ayrıca, AB, Ortadoğu ile ilişkilerini enerji kaynaklarına erişim, ürünlerine pazar, Asya pazarlarına erişim ve sosyo-politik ve güvenlik boyutları ile sürekli geliştirirken, Türkiye, Ortadoğu ile olan ekonomik ilişkilerini, enerji kaynakları ithalatı dışarıda bırakıldığında, coğrafi yakınlık avantajını dahi yeteri kadar kullanacak ölçüde geliştirememiştir. 2000’li yıllarda Türkiye AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlamakla birlikte, dış ekonomik ve politik ilişkilerindeki perspektifi küresel bir yaklaşım içermeye başlamıştır. Küreye açılmanın coğrafi komşulardan başlaması doğal olduğundan, Türkiye’nin hem Ortadoğu hem Rusya Federasyonu hem de diğer komşuları ile ekonomik ve politik ilişkileri hızla gelişmeye ve dönüşmeye başlamıştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan Arap Baharı süreci ve Rusya Federasyonu’nun komşuları ile olan ilişkilerindeki bozulmalar ve bunun Batı ile olan ilişkilerine de yansıması ise Türkiye’nin Ortadoğu ve Rusya Federasyonu ile olan ilişkilerini yeniden tanımlayama zorlamıştır. Bu çerçevede, bu çalışmanın amacı, Türkiye ile Ortadoğu arasındaki ekonomik ilişkileri tarihsel boyutu ile ele almak, ekonomik ilişkileri tamamlayıcılık ve rakiplik ölçütlerinde değerlendirerek gelecekte nasıl bir ilişki öngörülebileceğini tartışmaktır. Çalışma bu temel amacı yanında, Türkiye’nin Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerinin gelişiminin dış politikalarındaki dönüşümler ve AB ile olan ilişkilerindeki gelişmeler ile ne ölçüde örtüştüğünü ve/veya ayrıştığını da analiz etmektedir. Bu analiz ile ulaşılmak istenen Türkiye’nin Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerinin gelecekte izleyebileceği patikaya ilişkin olarak öngörüde bulanmak ve Ortadoğu’nun Türkiye için ekonomik anlamda AB’ye bir alternatif oluşturup oluşturamayacağı sorusuna yanıt aramaktır. Kırıkkale Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri الطائفية وآليات توظيفها في الشرق األوسط دو إبراهيم محمد السعداويو أستاذ تاريخ حديث ومعاصر ارتبطت "الطائفية" كمير ا بكلمة "طائفة" التي تطور مدلولها عبر المراحل التاريخية ،واقتريت أهميتها بالحيز المخصص لها في خطاب النخبة العالمة وصناع القرار بصفة عامةو فلئن تعددت دالالت "الطائفة" في المعاجم اللغوية ،فإن استعماالتها تنوعت حسب الفترات التاريخيةو وتفيد المصادر العربية أن تل العبارة أطلقت أول األمر على األقليات الدينية والعرقية التي تقيم داخل الدولة اإلسالمية ،ممل طائفة الخوارج وطائفة اليهود وطائفة الجنويين وغيرها من الوحدات االجتماعية الصغرىو كما استخدمت أيضا في التصنيفات المهنية والنشاطات االقتصادية ،حيث تحدثت المصادر عن طائفة التجار وطائفة الخضريين (بائعي الخضر) وطائفة الصباغين وطائفة السقائين وطائفة "الشواشية" (منتجو الشاشية) وطائفة الفحامين وطائفة "القهواجية" وغيرهم من أصحاب المهنو ويبدو أن كلمة "الطائفة" اتخ ت بعدا جديدا ومتميزا في الشرق األوسط من القرن التاسع عشر ،حيث ايحصرت أكمر فأكمر في المجال الديني والمقافيو وحرص المستشرقون والقناصل األجايب على فهم الطائفة بطريقتهم وإبراز أهميتها في النسيج االجتماعي ،كما استعملوها كآلية لتقسيم المجتمع وإضعافه قصد تسهيل تدخلهم في الشؤون الداخلية للمنطقة وفرض الوصاية عليهاو ويرجع ذل إلى استراتيجيات القوى األوروبية الصاعدة السيما فريسا وبريطاييا ،حيث حرصت على دعم مصالحها بتل المنطقة التي تحتوي على موارد طبيعية مهمة بالنسبة لالقتصاد الرأسماليو وبالتالي فإن "الطائفية" التي تعتبر عامل تنوع ثقافي وإثراء اجتماعي ،تحولت إلى آلية سياسية تستخدمها الدول الغربية للسيطرة على بلدان الشرق األوسط وتأجيج الصراعات والنزاعات داخلهاو ولعله من يافلة القول أن النخب المحلية ايخرطت أحيايا في ه ا المخطط االستعماري العتبارات متعددة ،وهو ما عرقل عملية التنمية بكامل المنطقةو وسنحاول في ه ه الدراسة توضي األفكار السالفة ال كر إذ سنبين ظاهرة "الطائفية" وتطوراتها بالشرق األوسط، أليها صارت اليوم سببا لضعف وتفكي المنطقة بعد أن كايت رمزا للتنوع المقافي واإليتاج االقتصادي خالل العهد العمماييو كما سنقتر بعض الحلول الكفيلة بتحويل الطائفية من عامل تشتيت وحرب إلى عامل بناء وإثراءو Sectarianism and its mechanisms employed in the Middle East Summary The word "sectarianism" was often associated with the word "sect" that develops its significance across historical periods, and coupled with its importance allocated to the intellectual elite and decision-makers in general. Though there were many indications of "community"(“or congregation”) in language dictionaries, its usage varied according to historical periods. According to Arab sources the phrase was first concerned with religious and ethnic minorities who lived in the Islamic state, such as the Kharijites sect, the Jews sect, Genovese sect, and some other smaller social units. It was also used in professional sectors and economic activities, where sources talked about a group ("Taïfa") of traders and group of المعهد العالي للعلوم االيسايية بجندوبة ،جامعة الشمال الغربيو الجمهورية التويسية Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri merchants (vegetable vendors) , another group of dyers and those “chechia” makers (traditional hat producers) in addition to Fahamines(Coal producers), and "Kahwajiines”( Coffe makers) and many other professions. It seems that the word "community" ("Taïfa") has taken a new and distinct dimension in the Middle East since the nineteenth century since it was more confined to the religious and cultural field. Orientalists and Foreign consuls took care in understanding the word community or sect in their own way and highlight their importance in the social context. They used it as a mechanism to divide and weaken the community in order to facilitate their interference in the internal affairs of the region as well as the imposition of trusteeship. This is due to the emerging European powers strategies, particularly France and Britain. The latter were keen to support the interests of that region, which contain important natural resources for the capitalist economy. Thus, the word "sectarian", which involves cultural diversity and social enrichment, turned into a political mechanism used by Western countries to dominate the Middle East countries and fueling internal conflicts and disputes. Perhaps it is worth saying that the local elites were sometimes engaged in this colonial plan for multiple considerations, which hampered the full development process of the region. Within the enclosed study, we will try to clarify the above-mentioned ideas and show that phenomenon of "sectarianism" together with its development in the Middle East, since it has become today the main reason for the weakness and the dissociation of that region under study; this after being considered as a symbol of cultural diversity and economic production during the Ottoman era. We will propose also some solutions to transfer sectarianism from dispersive and war factor to a constructive and enriching one. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Osmanlı Döneminde Kürdistan Eyaletinin Teşkili ve Kaldırılması (1848-1867) Prof. Dr. İbrahim YILMAZÇELİK Diyarbekir eyaleti 1515 tarihinde Osmanlı hâkimiyetine katılmış ve bu tarihten başlayarak, Osmanlı Devletinin yıkılmasına kadar geçen süre içerisinde önemini korumuştur. Diyarbekir Beylerbeyliğinin ilk idarî taksimatına bakıldığında; bölgenin ilk dönemlerde, Safevî dönemi tesiriyle oldukça geniş bir sınıra sahip olduğu ve Bütün Doğu Anadolu'nun bir arada toplandığı görülmektedir. Erzurum Beylerbeyliğinin teşkiliyle, Diyarbekir Eyaletinin kuzeyindeki toprakların bir kısmı, Van ve Urfa eyaletlerinin teşkili ile birlikte ise Diyarbekir eyaletinin doğu ve güneyindeki bazı yerlerin de bu yeni kurulan eyaletlere bağlandığı bilinmektedir. XVII.-XVIII ve XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devletinin genel idarî taksimatında görülen bir kısım değişiklikler, kendisini Diyarbekir Eyaleti’nin idarî taksimatında da göstermiştir. Eyaletin sınırları zaman içerisinde daralmakla beraber, Osmanlı açısından önemini korumuştur. Bu incelemede, 1848-1867 yılları arasındaki Diyarbekir Eyaleti’nin yeniden teşkilatlandırılmasına gelinceye kadarki idarî teşkilattaki değişmeler ana hatları ile ele alınmıştır. Zira 1848 tarihine gelinceye kadarki idarî taksimatın ortaya konulması, bu tarihte idarî taksimatta yapılan değişiklikle, ilgisinin olup olmadığını göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır. Tanzimat Fermanının ilan edilmesinden sonraki süreçte, Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerin bütün, Osmanlı topraklarında aynı anda uygulanması mümkün olmadığı görülmektedir. Tanzimat’ın geç uygulandığı yerlerden bir tanesi de Diyarbekir Eyaleti’dir. Bu bölgede Tanzimat’ın uygulanması, ancak 1848 yılından itibaren olmuştur. 1848 yılında idarî alanda yapılan düzenlemelerle, Diyarbekir Eyaleti yeniden teşkilatlandırılmıştır. Bu incelememizde, Osmanlı döneminde kuruluşundan itibaren Diyarbekir Eyaleti'nin idarî durumu ana hatları ile ele alınmış, ancak özellikle 1848-1867 yılları arasındaki idarî düzenleme ve sebepleri üzerinde daha ayrıntılı olarak bilgi verilmiştir. 1848-1867 tarihleri arasında Osmanlı idarî teşkilatı içerisinde görülen Kürdistan Eyaleti ile ilgili olarak; o dönemde gerçekleşen ve kayıt altına alınan bütün işlemler, Osmanlı Arşivine intikal eden belgelerden ayrıntılı olarak incelenmiştir. Osmanlı devletinin son döneminde bölge adıyla hiç bir şekilde ilgisi olmamasına rağmen, Doğu Bölgesine Kürdistan adını verilmesi, pek çok problemi de beraberinde getirmiştir. Tanzimat dönemi devlet adamlarının yeni idarî teşkilata, Doğu bölgesine, Kürdistan Eyaleti adını vermelerin sebebini, başta özellikle Avrupa'nın tesirinde aramak gerekir. Zira Osmanlı döneminde idarî bir mıntıka olarak, İran sahasında rastlanan bu tabirin, Diyarbekir merkezi başta olmak üzere bölge ile uzaktan ya da yakından hiçbir alakasının olmadığı gerçeği belgelere de açık olarak yansımıştır. Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih bölümü-Elazığ Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Bu yeni idarî teşkilatlanmanın diğer sebepleri ise bölgede, asker teminin sağlanamaması, asayişin kurulamaması ve vergi tahsilinde karşılaşılan zorluklar şeklinde sıralanabilir. Dolayısıyla bu bölgede yeni bir eyalet teşkil edilmesinin başlıca sebebini, özellikle " Tanzimat'ın Uygulanmasında Karşılaşılan Güçlükler" de aramak lazımdır. Bununla birlikte 1857-1858 tarihlerine ait belgelerde bile hala eyalet adı olarak, Kürdistan yerine Diyarbekir adının kullanılması; bu uygulamanın ve adın Diyarbekir bölgesinde benimsenmediğinin de açık bir göstergesi olmalıdır. Devlet bu yeni teşkilatlanmadan ümit ettiği verimi sağlamadığından; 1864-1867 tarihleri arasında yaptığı yeni düzenleme ile Kürdistan adını kaldırmış ve bölgeye yeniden Diyarbekir Eyaleti denilmiştir. In The Ottoman Empire State Formation and Removal of Kurdistan (1848-1867) The Diyarbekir province remained under the authority of the Ottoman Empire in 1515 and maintained its importance from that period to the collapse of the Ottoman Empire. When considering administrative divisions of Diyarbekir governor, it can be seen that the region had an extremely large border and the whole Eastern Anatolia was gathered together in the first periods. It is known that with the organization of the Erzurum governorship, some of the lands in the Northern Diyarbekir Province and with the organization of Van and Urfa provinces, some lands of the eastern and southern Diyarbekir province were linked to these provinces recently founded. Some changes seen in the general administrative divisions of the Ottoman Empire in XVII.-XVIII and the first half of the XIX. century appeared in the administrative divisions of the Diyarbekir Province, as well. Although the province borders were narrowed in time, it maintained its importance in terms of the Ottoman Empire. This study dealt generally with changes in the administrative organization until re-organization of the Diyarbekir Province between the years 1848-1867. Because, finding out the administrative divisions until 1848 has a significant importance in terms of showing whether it was rekated with the changes in the administrative divisions. Following the declaration of the Imperial Edict of Reorganization, it is seen that it was impossible to apply all the innovations brought by the Reorganization in the Ottoman lands at the same time. One of the lands where the Reorganization was applied late was the Diyarbekir Province. The Reorganization was applied here after 1848. With the regulations in the administrative area, the Diyarbekir Province was re-organized. In this study, the administrative condition of the Diyarbekir Province since the establishment of the Ottoman Empire, was generally dealt, however, more detailed information was given especially about the administrative regulation and its reasons in the years 1848-1867. All the processes that came into being in this period and recorded, abput the Kurdistan Province in the Ottoman administrative organization in the years between 1848-1867, were examined through the documents tranferred to the Ottoman archieve. In the late period of the Ottoman Empire, although there was not any relation to the area name, that the name of Kurdistan was given to the Eastern Region brought many problems with Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri itself. The reason why the name of Kurdistan Province was given to the recent administrative organization, the Eastern Region shoud be searched especially in the European impact. Because, it is clearly reflected in the documents that this expression encountered in the Iranian region as an administrative district had no less ad more relation to the region, notably the center of Diyarbekir in the Ottoman period of time. The other reasons of this recent administrative organization can be ranked as the inability to supply soldier, the inability to establish the peace and the difficulties encountered in tax collection. Therefore, the main reason of organising a new province in the region should be searched especially in “The Difficulties Encountered in the Practice of the Reorganization”. However, that the name of Diyarbekir was still used as a province name, instead of Kurdistan even in the documents of the years 1857-1858 should be a clear indication that this practice and this name were also adopted in the Diyarbekir region. As the State did not supply the yield it hoped from this recent organization; it abolished the name of Kurdistan with a new regulation in the years between 1864-1867 and this region was called again as Diyarbekir Province. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri İpek Yolu’nun Ortadoğu’daki Önemli Bir Durağı, Mısır: İktisadi Dönüşüm Süreci, Dünya Ticaretindeki Yeri ve Türkiye İle İlişkisi Doç. Dr. İrfan Kalaycı Hatice Özkurt Mısır, İpek Yolu’nun Ortadoğu’daki en büyük uzantısı konumundadır. Bir başka açıdan da, G. Afrika Cumhuriyeti’nden sonra antik kıta Afrika’nın en büyük 2., dünyanın ise 27.ekonomisidir. Türkiye, bölgesel gücüne paralel olarak genel olarak Afrika kıtasına ve özel olarak da Ortadoğu’ya ve dolayısıyla Mısır’a karşı ilgisini arttırmıştır. Zira Mısır Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin ve verimli bir eyaleti (1517-1805) idi. Daha sonra, Osmanlı’nın ardılı olarak Türkiye ile derin tarihsel, kültürel, iktisadi ve ticari ilişkilerini sürdürdü. BM, G24, ILO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi birçok uluslararası kuruluşlardaki ortak üyelikler ise bu ikili ilişkileri pekiştirmiştir. “Arap Baharı” süreci ile birlikte Mısır ekonomi-politik dönüşümde zigzaglar çizmiştir. Mısır, 52 ülkeli toplam Afrika ihracatının (X) %5,1’ni; Afrika ithalatının (M) %10,5’ini oluştururken; X’de dünya 68.si, M’de ise 49. sırada yer bulmaktadır. Türkiye'nin yüksek cirolu tekstil şirketleri Mısır'daki nitelikli serbest bölgelerde yatırıma başlamışlardır. Mısır ile Türkiye’nin dış ticaret hacmi 2013 ortasında 3 milyar doları ($) aşmıştır. Türkiye, büyük bir ihracat pazarı olarak gördüğü Mısır’a karşı 1,4 milyar $ civarında fazla vermiştir. Anahtar Kelimeler: Mısır, Dış Ticareti, İpek Yolu, Arap Dönüşüm Süreci. İnönü Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Amerikan Hegemonyasında Irak Türkleri: Körfez Krizinden Günümüze Yrd. Doç. Dr. İsa KALAYCI Osmanlı Devleti hâkimiyetinin son bulmasından itibaren bir türlü huzur ve sükûna kavuşamayan Irak, 1991 yılından beri Amerikan sultası altındadır. Amerika’nın BM Güvenlik Konseyi kararına dayanarak Diktatör Saddam rejimii dizginlemek ve bölge insanını demokrasiye kavuşturmak parolasıyla başlattığı fiili müdahale, Irak Kürtlerinin Irak’ın kuzeyine tam hâkimiyetiyle sonuçlanmıştır. Körfez Savaşı ile başlayan ambargo ve ABD işgaliyle devam eden süreç, Irak topraklarını güvensiz kılmış ve bu durum yüzbinlerce insanın ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Saddam’ın varlığı bahane edilerek sürdürülen yaptırımlar aslında savunmasız Irak halkını hedef almıştır. Iraklıların en temel insan haklarından bile faydalanmalarına engel olunmuştur. Çekiç Güç’ün Temmuz 1991’de başlattığı Huzur Operasyonu’yla Saddam Hüseyin bertaraf edilmiş olmasına rağmen, konjonktürel ve çıkarımsal olarak iktidarda bırakılmıştır. Üstelik 36. Paralelin kuzeyini Güvenli Bölge olarak ilan edenler, Türkmenleri bu korumanın dışında bırakmışlardır. Bu tarihten 2015’e kadar geçen 25 yıllık zaman zarfında ülkede Kürtlerin hesapladıklarından daha fazla hak edinimleri söz konusudur. Tam da bu noktada, Irak Türklerinin türlü eza ve cefaları başlamıştır. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra çeşitli baskı ve zulümlere duçar olan Türkmenler, Amerikan hegemonyasında da adeta iki taş arasında ezilmişlerdir. Özellikle Kerkük’ü ele geçirmek isteyen Kürtlerin saldırılarına maruz bırakılan Türkmenler, tarihlerinin en kötü dönemlerini yaşamışlardır. Bugün gelinen noktada Türkmenler her türlü demokratik ve insani haklardan yoksun olarak hayatlarını devam ettirmektedirler. Muhtemelen karşılaştıkları bu problemler kısa vadede çözülemeyecektir. Bu çalışmada genel olarak; Irak Türklerinin 1991-2011 yılları arasında yaşadıkları sıkıntılar değerlendirilmiştir. Söz konusu çalışmada hatıralar, raporlar, röportajlar, tezler, telif ve tetkik eserlerin yanı sıra, dönemin basınından istifade edilmiştir. Mustafa Kemal Üniversitesi Antakya/Hatay Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Bir Ütopya: Kudüs’te Barış Yrd. Doç. Dr. Işıl Işık BOSTANCI Kenânîler tarafından bir krâliyet şehri olarak kurulan ve en büyük ilâhları “Salem” için bir tapınak inşâ edilmek suretiyle de kutsallık pâyesi kazandırılan Kudüs, bu özelliğini üç semavî din için de devam ettirmiştir. Kudüs kutsallığından çok, bulunduğu coğrafyanın kaderinden etkilenmiştir. Asya, Afrika ve hatta Avrupa kıtalarını kara ve deniz yolları ile birbirine bağlayan, önemli bir köprü durumundaki Ortadoğu coğrafyası, tarihî süreç içerisinde hem iktisadî olarak ön plana çıkmış, hem de farklı birçok kavme ev sahipliği yapmıştır. 20. yüzyılın başlarına kadar Anadolu, İran ve Mısır coğrafyalarında bulunan güçlerin etkisi altında gelişme göstermiştir. İslam hâkimiyetine kadar Kudüs şehri de her el değiştiğinde yakılmış, yıkılmış, halkı sürgüne gönderilmiş ve her defasında yeniden inşâ edilmiştir. İslâm devletleri arasında da el değiştirmesine rağmen şehrin mevcut durumu korunmuş, herhangi bir tahribâta uğramamıştır. Kudüs en uzun soluklu barış dönemini ise Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu bölgesindeki topraklarını ele geçirmeye çalışan başta İngiltere olmak üzere batılı devletler, bir taraftan bölgedeki Arapları bağımsız birer devlet kurma vaadiyle Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırırken, diğer taraftan da Yahudilere Filistin’de bir devlet kurma yolunda girişimlerde bulunmuşlardır. İngiltere, Yahudileri Filistin’e yöneltirken, Avrupa’da yükselişe geçen antiseminist tehlikesi karşısında hem kendi devleti içerisinde bulunan Yahudilerden kurtulmayı hem de Ortadoğu gibi stratejik bir bölgede kendisine minnettâr bir millet yaratmayı düşünmüştür. 1917’de Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybedip bölgeden çekilmesiyle birlikte Kudüs ve çevresi, İngiltere tarafından işgal edilmiş ve 1920-1948 yılları arasında da İngiliz manda yönetimi altında kalmıştır. Bu dönemde Kudüs ve çevresine, özellikle Almanya ve Polonya’dan çok sayıda Yahudi gelip yerleşmiştir. Yahudi nüfusunun Müslüman Arap nüfus aleyhine büyümesi, Yahudi-Arap çatışmasını da beraberinde getirmiştir. Bölgede güvenlik ve istikrârı sağlayamayan İngiltere, Filistin konusunu 1947 yılında ilk defa Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nda görüşülmek üzere uluslararası platforma taşımıştır. Bölgede iki devletli bir yapıyı öngören Birleşmiş Milletler, Kudüs’ün de uluslararası statüde olmasına karar vermiştir. 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasının hemen ardından Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak, yeni devleti tanımamış ve savaş ilan etmişlerdir. Yaklaşık bir yıl süren savaş sonucunda İsrail üstün gelmiş, Filistin topraklarının dörtte üçünün ve Kudüs'ün yarısının yönetimini ele geçirmiştir. Yaşadıkları yerlerden zorla çıkarılan Müslüman Araplar da diğer Arap devletlerine mülteci olarak sığınmışlardır. 1967 yılındaki Altı Gün Savaşları ve 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşı ile İsrail, sınırlarını genişletmiştir. İsrail işgaline karşı bölgede Mustafa Kemal Üniversitesi-HATAY Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri kitlesel ayaklanmalar başlamıştır. Filistinli Müslüman Araplar, kendi aralarında bir birlik sağlamadan kurdukları farklı örgütler ile İsrail’e karşı mücadelelerini devam ettirmişlerdir. İsrail’in yayılmacı bir politika izlemesi ve Müslüman Arapların bu uygulamaya karşı direnmesi, bölgesel bir mesele olmasına rağmen dünya siyasetine yön veren büyük güçlerin de yakından ilgilendiği bir konu haline gelmiştir. Yıllardır çözüm bekleyen meselenin temelinde, Kudüs başta olmak üzere Filistin toprakları üzerindeki egemenlik hakkı, etnik ve dinî kimlik çatışması, karşılıklı güvensizlik, mültecilerin durumu ve mevcut kaynakların kullanımı yer almaktadır. Müslüman Araplar tarafından İsrail, işgalci bir devlet pozisyonunda görülmektedir. İsrail ise özellikle Kudüs’ün, Müslümanlar için bir öneminin bulunmadığı ve hiçbir zaman bir Arap şehri olmadığı iddiasındadır. Ayrıca İsrail’in Süleyman Mâbedi’ni yeniden inşâ düşüncesi, taraflar arasındaki çatışmayı derinleştirmekte ve Hıristiyanların da kutsal yerlerin statüsü konusunda meseleye dâhil olmalarına neden olmaktadır. Bu bildiride; genel olarak Filistin bölgesinin özel olarak Kudüs’ün önemi, Filistin ya da İsrail meselesinin ortaya çıkmasında İngiltere’nin rolü, bölgedeki demografik yapının Yahudiler lehine değişmesi, mevcut meselenin çözüme kavuşturulmasının önündeki engeller ve Kudüs’te gerçek anlamda bir barışın sağlanıp sağlanamayacağı üzerine bir değerlendirme yapılacaktır. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri الجوالن السوري تحت االحتالل االسرائيلي أ.د.كاميليا أبو جبل* خلقت ظروف االحتالل االسرائيلي في الجوالن عام1967م أوضاعا ً جديدة تركت آثارها السلبية على السكان حيث قامت بتهديم القرى التي ه ّجرت سكايها حيث بلغ عدد ه ه القرى و المزارع /244/قرية و مزرعة بهدف إخفاء كل معالم ه ه المناطق لمنع عودة سكايها إليها ،و لم يبقى في الجوالن سوى 6قرى ال يتجاوز عدد سكايها6600يسمةو لجأت اسرائيل إلى سياسة التعتيم ممل حظر إدخال الجرائد إلى الجوالن و منع التجول و إلغاء العملة السورية و استبدال المناهج الدراسية بمناهج اسرائيلية و فرضت على السكان حمل هوية خاصة صادرة عن سلطات االحتاللو قامت اسرائيل بعمليات مس أثري و قامت بسرقة و يهب آثار كميرة ثم لجأت إلى إزالة المعالم و اآلثار الحضارية و االيسايية في الجوالن ،فقامت بتغيير أسماء المناطق و المواقع األثرية و استبدالها بأسماء عبرية بهدف إخفاء مالمحها العربيةو بدأت اسرائيل ببناء المستوطنات و إحالل سكان يهود فيها بدل سكايها األصليين و بدأت باستغالل أراضي الجوالن للزراعة و الرعي فهدفت اسرائيل لتحقيق أهداف اقتصادية و سياسية و عسكرية و استمرت بإقامة المستوطنات حتى وصلت إلى //مستوطنةو تمادت اسرائيل أكمر باالستيالء على األراضي و المياه حيث سيطرت على %96من أرض الجوالن و منعت األهالي من حفر أو استخراج أو ضخ أو بناء سدود ،و وضعت يدها على األيهار و البحيرات أبرزها يهر بايياس و بحيرة مسعدة ،و حرمت المواطنين السوريين من االستفادة منها و ب ل ضيقت عليهم في معيشتهم في محاولة إلخضاعهم و تمرير قرار ضم الجوالن و تطبيق القايون االسرائيلي عليهو Şam Üniversitesi-Suriye Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Filistin Mandası Altında Ürdün Ve Yeni Mandacılık Yrd. Doç. Dr. Kadir KASALAK Onur GÖLCEZ Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yenidünya düzeni içerisinde, Osmanlı’dan ayrılacak toprakların gelecekte ne olacağı meselesi Paris Barış konferansının en önemli konularının başında gelmekte idi. Bugün Ortadoğu olarak ifade ettiğimiz ve petrol zengini bölgeler; dönemin güçlü devleti olarak bilinen, Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerin gündeminin asıl konularını oluşturmuştur. Bu bağlamda zaten Birinci Dünya Savaşı yıllarında İtilaf Devletleri’nin kendi aralarında yapmış oldukları gizli paylaşma antlaşmaları; İtilaf Devletleri’nin kendi aralarında yapmış oldukları Osmanlı topraklarının paylaşımla ilgili girişimler idi. Savaştan sonra şartların değişmesi (Çarlık Rusya’sının yıkılması, ABD’nin yeni bir sömürge sistemi önermesi ve Monroe doktrini gereği bir nevi kendi kabuğuna çekilmesi) sonucu Paris Barış Konferansı’ndaki İngiltere ve Fransa’nın savaş sırasındaki ve öncesindeki projelerini revize etmelerine de neden olmuştur. Paris Barış Konferansı’nda Birinci Dünya Savaşı yıllarından farklı olarak iki önemli durum ortaya çıkmıştır. Birincisi, Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu ve buna bağlı olarak manda sisteminin ortaya çıkışı, ikinci olarak, Rusya’da çarlık rejiminin yıkılması ve iç savaş. Bu nedenledir ki Paris Barış Konferansı sürecinde bile sürekli fikri ve uygulamada değişiklikler söz konusu olmuştur. Bu yüzden 1919 yılı ile 1920 yılları arasında bile bilhassa bu iki durumda çok önemli değişiklikler olmuştur. Paris Barış Konferansı’nın ilk altı aylık dönemi ile son altı aylık dönemi bile yenidünya düzeninin kurulmasında dünyanın pek çok yerinde değişikliklere sahne olmuştur. Bir taraftan sömürgecilik, “ manda sistemi” ile şirin gösterilirken; diğer yandan Rusya’daki iç savaş ve ABD yenidünya düzeninin kuruluşunda sanki devre dışı kalmışlardır. Yani 1919 yılının 20 Temmuz’undan sonrası ortam İngiltere ve müttefiki ve rakibi Fransa’ya kalmıştır. Her ne kadar Ortadoğu’nun şekillenmesinde Sovyetler Birliği ve ABD’ye özellikle İngiltere tarafından diplomatik olarak görüşleri alınmış olsa da çoğunlukla İngiliz projeleri Fransa’da dâhil olmak üzere pek çok devlete dikte ettirilmiştir. İşte bu projelerden birisi de Filistin mandası ve bu sisteme bağlı muhtar Ürdün Krallığı’dır. Osmanlı’dan koparılmış Ürdün, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kral Faysal’ın büyük Suriye Krallığı’na dâhil iken, Faysal’ın Fransızlar tarafından Suriye’den çıkarılması ve Milletler Cemiyeti’nin kararıyla muhtar Ürdün Devleti kurularak Filistin İngiliz mandasına içerisinde İngiliz Yüksek Komiserliği’ne bağlanmıştır. İngiliz Mandası altındaki Ürdün’ün durumu bu günden ne kadar farklıdır sorusu yeni mandacılık anlayışını da dikkate aldığımızda en çok sorulması gereken soruların başında Süleyman Demirel Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri gelmektedir. Hukuki olarak günümüzde vesayet sistemi yok gibi gözükse de esasen uygulamaların bunun tersini gösterdiği kabul edilen bir gerçektir. Biz bu bildirimizde, Filistin mandası içerisindeki uygulamalardan yola çıkarak günümüzdeki gayrı resmi manda uygulamalarını tartışacağız. Abstract Jordan And New Mandating Under The Palestinian Within the new order established in the aftermath of the First World War, One of the most vital debates of the Paris Peace Conference was of the future of territories being parted from Ottoman Empire. The countries with rich oil reservoir and The Region currently called The Middle East became the essential topics on the agendas of some countries such as France, England, The USA and The Soviet Union. In this regard the essence of the secret partition agreements initially initiated by Allied Powers among themselves was actually agreements made by them to dismantle The Ottoman Empire. After The First World War the conditions were changed (the Tsarist Russia was abolished, the new proposal submitted by The USA and Its withdrawal into its shell). Therefore France and England was obliged to revise their plans once more. In the Paris Peace Conference Two various cases arose as distinct from the state of the First World War; the first one was the establishing of The League of Nations and accordingly the appearance of the mandate system. The second one was the collapse of The Tsarist Russian Regime and civil war. For this reason even in The Paris Peace Conference the changes in opinions and practice was always being discussed. So between 1919 and 1920 witnessed some huge changes in these two cases. Even In the first and the last six months period of the Conference a lot of changes was seen in the many parts of the world in the course of establishing new world order. On the one hand the colonialism was presented as pleasant thing disguised in the mandate system, on the other hand Russia suffering from civil war and The USA seemed like to be disabled from new world order. In spite of the fact that The Soviet union and The USA was diplomatically consulted in the process of formulation of The Middle East by England, mostly England’s plans were dictated to other countries including France. One of these dictations was the Palestinian Mandate and Autonomous Jordan Kingdom being subordinated to the system. While Jordan ripped from The Ottoman Empire was included in the Great Kingdom of the King Faysal, with the League of Nations’ resolution, Autonomous Jordon State was established and subordinated to The English High Commissariat following faysal’s being dismissed from Syria. The question of how much the state of Jordan under British Mandate is differed from that of the present-day Jordan is in the lead among the questions to be asked. Although juristically The Trusteeship System seems to be disappeared, as a matter of fact it is the commonly accepted reality that practices suggest the opposite. In this report, we will discuss the unofficial mandate systems on the basis of the practices of Palestinian mandate system. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Türkiye’nin Ortadoğu’da Etkili Olabilmesi İçin Zihniyet Değişimine İhtiyacı Vardır Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal Türkiye’de son on yıldır demokrasi, bilim ve kültür anlayışı alanında ciddi bir zihniyet değişimi yaşanmaktadır. Bu değişim Cumhuriyet döneminin en mühim ve en dikkat çekici gelişmesi ve en doğru ifadesi ile Türk milletinin kaderine yön verecek tam bir tekâmül hamlesidir. Türkiye modernleşme uğrunda değişik tarihi seyirlerden geçti. Tanzimat ve meşrutiyet imparatorluk yapısı ve kültürel çerçevesi içerisinde ayakta kalabilmek için bütün kurumları ile devleti dönüştürmek hamleleri idi. Cumhuriyet ise sadece devleti ve kurumları değil, topyekûn toplumu dönüştürmeyi amaçlıyordu. Ancak Cumhuriyetin değişme ve modernleşme planı toplumun tarihi ve kültürel temellerini inkâr eden bir yaklaşım sergiliyordu. Onun modernleşme projesi bir toplum mühendisliği projesi idi ve belirli formatta “homo cumhuriyetikus” yetiştirmeye yönelikti. Bu tek tip bireylerden meydana gelen homojen bir toplum tasavvuru tarihe, sosyolojiye ve en önemlisi insanın yaratılış fıtratına aykırı idi. Toplum bu projeye olumsuz tepkiler verdiği zaman gericilikle suçlandı. Tarihe ideolojik açıdan bakıldı ve yakın tarih başta olmak üzere bütün Osmanlı tarihi ideolojik kaygılara göre kurgulanmaya çalışıldı. Osmanlı Devleti’nin bütün farklı gruplara tesamuh ve tevazu içerisinde yaklaşma siyaseti yerine içe kapanan, çekingen ve hoşgörüsüz politikalar hâkim oldu. Osmanlı devrinin heybetli ve evrensel ideolojisi yerine manâsız hedefler konuldu. Tam manasıyla bir ölçek küçültmesi yapıldı ve zihniyet daralması meydana geldi. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın iddialarından vazgeçmesi ve yeni bir söylemle yola çıkması bir yere kadar gerekliydi. Ana prensibimiz “yurtta sulh, cihanda sulh”, gayemiz de “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmaktı”. Eldeki imkânlar dikkate alındığında, sınırlı, mütevazı ve gerçekçi hedeflerdi bunlar. Komşularımızla veya başka devletlerle didişmeye ve savaşmaya, hele heybetli Osmanlı iddialarını sürdürmeye ne ekonomimiz müsaitti, ne nüfusumuz ne mecalimiz. Yani ölçek küçültmek zaruretti. Fakat en fazla 10-15 sene sürmesi gereken bu sürecin 90 yıla uzatılması zihniyet daralmasının pekişmesini sağladı. Türkiye’nin bir an önce bu zihniyet daralmasından kurtulması, daha geniş ufuklara yönelmesi ve buna göre bir siyaset üretmesi gerekmektedir. Dolayısıyla Osmanlı devri tarih ve kültürünün tabii mirasçısı olan Türkiye’nin Ortadoğu meselelerine yaklaşımı imparatorluk döneminde kazandığımız hoşgörü, tevazu, vakar ve azamet siyasetine tekrar sahip çıkmakla olacaktır görüşündeyim. Bildirimizde bu konularda bir ufuk turu yapılacak ve mazi, hal ve istikbal daha geniş bir perspektiften değerlendirilmeye çalışılacaktır. Pamukkale Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Bağdat Demiryolunun İhyasının Bölgenin Geleceğine Etkileri Üzerine Düşünceler Doç. Dr. Mehmet ÇEVİK* Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarında demiryolu projeleri 1830’da başlayan, Bağdat Demiryolu projesinin Almanlara verilmesine kadar devam eden, şirketler üzerinde devletlerin yarışmalara, sürtüşmelere sebep olan tarihi bir sürece yayılmıştır. 1856 yılında kurulan Fırat Vadisi Demiryolu Kumpanyası biri kurulun gerçekleştirmese bile sonrasında, İstanbul-ViyanaParis, İstanbul Bağdat ve hatta Hindistan’a kadar uzanacak projelerin ortaya çıkması ve konuşulması sürecini başlattı. Kısa sürede Osmanlıda demiryolu ulaşımı projeleri Osmanlı ve Almanya’yı ilgilendiren bir mesele olmaktan çıkıp uluslararası Ortadoğu sorunu haline geldi. Çünkü Ortadoğu Petrol, kurşun, bulgur, krom, çinko, linyit, tarım ürünleri velhasıl bitmez tükenmez hammadde kaynağıdır. Günümüzde şartlar değişmiştir. Bu gün Türkiye bölgenin en istikrarlı ülkelerinden birisidir. Bu özelliği ve giderek büyüyen ekonomisiyle Türkiye Bağdat ve Basra Limanına kadar uzanacak bir demiryolu varlığıyla Asya ve Ortadoğu’dan, Avrupa’ya doğru bir terminal ya da ekonomi koridor durumundadır. Bu yönüyle bakıldığında Bağdat Demiryolu projesinin ihyası sadece Türkiye için değil, Suriye, Irak, Körfez ülkeleri ve dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisinden biri olan ve en büyük ikinci nüfusa sahip ülkesi Hindistan için de hayli önemli bir stratejik gelişme olabileceği düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Bağdat Demiryolu, Basra, Hindistan, Türkiye, Demiryolu Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü-ELAZIĞ Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Ortadoğu: Problemler ve Çözüm Önerileri Doç. Dr. Mehmet Emin Üner Bu gün neresinden ele alınırsa alınsın ve dünyanın neresinden bakılırsa bakılsın, “Ortadoğu” terimi karışıklık çağrışmaktadır. Bu karışıklık emperyalist devletler için son derece gereklidir ve devam etmelidir. Ancak Ortadoğu coğrafyası Müslüman toplumlardan oluşmakta ve bugün bu toplumlar adeta “zillet” halini yaşamaktadırlar. Bölgede yaşanan problemlerden, bu zillet halinden kurtulmanın çözüm yolları üzerinde bütün Müslümanların özellikle de akademisyenlerin kafa yorması gerekmektedir. Tebliğim burada ana başlıklarını vereceğim bazı problem ve çözüm yollarından ibarettir. Her şeyden önce Ortadoğu İslâm âleminin kalbidir. Çözüm yollarımız da buna göre olmalıdır. Ortadoğu sadece bir coğrafyayı değil; İbrahimî dinlerin mensuplarını özellikle İslam dünyasını ifade etmektedir. Öyleyse Ortadoğu’ya yaklaşımımız bu yönden olmalıdır. Kâbe’nin merkez olarak alındığı yeni tanımlamalar yapılmalı, bu topraklar “hürriyeti şer’iye”nin parladığı topraklar olarak aslına döndürülmelidir. İslam dünyasındaki gayr-i İslami yaşayış, İslam’ın özüne ve ruhuna aykırı oluşum ve uygulamalar, bugünkü problemlerin de özünü oluşturmaktadır. Emperyalist güçler Ortadoğu’yu daha kolay sömürebilmek ve yönetebilmek için daha küçük parçalara bölmeye ve bu amaçla devlet görüntüsü altında milliyete ve mezhebe dayalı küçük beylikler oluşturmaya çalışmaktadır. “Cehalet”, “zaruret” ve “ihtilaf”ı üç büyük düşman olarak teşhis eden Bediüzzaman Said Nursi, bu düşmanlardan kurtuluş silahı olarak da “sanat”, ”marifet” ve “ittifak”ı sunmaktadır. İslam aleminde bugün oluşturulan fay hatlarına karşı Bediüzzaman Said Nursi’nin oluşturmaya çalıştığı istihkamın, yani iman hizmetinin önemi bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Kendi medeniyetini ve ruhunu kaybederek şiddetli bir travmaya maruz kalan İslam aleminin kurtuluşunun ilk adımı faziletli bir toplumun oluşturulmasıdır. Bu coğrafyadaki toplulukların, devletlerin mutluluğun anahtarı İttihad-ı İslam’dır. Bunun için öncelikle fikirlerin ve kalblerin ittihad etmesi gereklidir. Ortadoğu parçalı bir yapıya sahiptir. Bu parçalı yapının birleşmesinin ön şartı Bediüzzaman Said Nursi’nin “meşveret ve şura” olarak ifade ettiği katılımcı demokrasidir. Harran Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri İslam dünyasını sürekli problemlerle boğuşmak zorunda kalan dar bir bölgeye hapsetmeyi hedefleyen Irkçı, Materyalist ve Marksist projelere asla itibar edilmemeli, barış süreci doğru prensiplerle geliştirilip sürdürülerek demokratikleşme tamamlanmalıdır. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Afganistan: Dünü-Bugünü-Yarını Mehmet KÖÇER Afganistan, 1919’da İngiltere’den bağımsızlığını elde etmişti. Ancak ülkede huzur uzun bir süre tesis edilememişti. İç karışıklıklar ve dışarıdan müdahaleler sebebiyle dünya gündeminde olan Afganistan’da istikrarsızlık günümüze kadar devam etmiştir. Bağımsızlığın elde edilmesinden sonra kendisine model olarak Atatürk Türkiye’sini seçen Afganistan, 1920’lerden itibaren değişimi ve modernleşmeyi savunan aydınlar ile din adamları ve aşiret mensupları arasındaki çatışmaya sahne olmuştur. Bu çatışma günümüze kadar artarak devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Afganistan yeniden modern dünyada kendisine yer edinme gayreti içerisine girmiştir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye Cumhuriyeti Batı blokunun kendisine biçtiği misyon çerçevesinde, Afganistan’ın, Sovyet Rusya ekseni yerine Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşmasını sağlamaya çalışmıştır. Ancak ABD’den beklediği desteği bulamayan Afganistan, Sovyet Rusya’ya yanaşmıştır. Bunun devamında Sovyetler Afganistan’ı işgal etmiş, işgal sonrası Afgan halkının vermiş olduğu mücadele ABD, Batı Bloku ve genelde İslam Dünyası’ndan destek görmüştür. Afganistan Sovyet işgalinden kurtulduktan sonra yeniden iç savaş ve kaos ortamına sürüklenmiştir. Taliban yönetiminin politikaları üzerine ABD öncülüğünde NATO Birliklerinin Afganistan’a müdahalesi gerçekleşmiştir. Günümüzde Afganistan’da hala NATO kuvvetleri varlığını sürdürmektedir. Ancak Afganistan istenilen huzur ve barış ortamına bugüne kadar kavuşamamıştır. Anahtar Kelimeler: Afganistan, Türkiye, ABD, NATO, savaş. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Arap Birliğini Sağlama Sürecinde Bir Dönüm Noktası: Albay Cemal Abdünnasır Dönemi Yrd. Doç. Dr. Meral KUZGUN Osmanlı Devleti’nin hukuken toprak parçası olan Mısır, 19. Yüzyılda İngiltere’nin kontrolüne geçmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber, İngiltere 1914 Aralığında Mısır’ı resmen ilhak etmiştir. Mısır, Kuzey Afrika ve Ortadoğu arasında bir köprü durumunda olmasının yansıra aynı zamanda Süveyş Kanalı ile Akdeniz üzerinden Körfez’e açılmaktadır. Stratejik konumu nedeniyledir ki başta İngiltere, Sovyet Rusya ve ABD’nin hedef noktalarından biri haline gelen Mısır, kendi içinde var olmaya çalışmıştır. İngiltere ile imzalanan 1936 Antlaşması sonucunda Mısır, İngilizlere Süveyş Kanalı’nda bir takım haklar tanıyarak bağımsızlığına kavuşmuştur. 1936 yılından 1952 yılına kadar Kral Faruk tarafından yönetilen Mısır, Albay Cemal Abdülnasır’ın kendisini iktidardan düşürmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Özellikle 1948 yılında kurulan İsrail devletine ve bölgede etkinliğini korumak isteyen İngiltere’ye karşı belli bir direnç gösteren Mısır, Abdülnasır döneminde bu tavrını çok daha net gösterebilmiştir. İktidarı elinde bulunduran Abdülnasır, 1954 yılından itibaren bir yandan Batılı devletlerle ilişkilerini düzene koyarken bir yandan da Arap ülkeleri arasında bir ittifak arayışı ve çabası içinde olmuştur. Bir başka ifadeyle Abdülnasır başkanlığında Doğu ve Batı bloklarından ayrı Üçüncü Bloğun oluşturulması çabası vardır. Bu çalışma, gerek Mısır açısından gerek Arap dünyası açısından yükselen ve etkisini hissettiren Abdülnasır döneminde gerçekleştirilmek istenen Arap birliğinin neden devam ettirilemediği ve günümüzde böyle bir birliğin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğine yönelik bir bakış açısı oluşturmayı amaçlamıştır. Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, Mısır, Albay Celal Abdülnasır, Dış Politika Kilis 7 Aralık Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri المواطنة االفتراضية والرأي العام خالل ثورات الربيع العربي قراءة في التعبئة االفتراضية للرأي العام ومستقبل التغيير السياسي االفتراضي في المنطقة العربية مريم يريمان يومار أستاذة مساعدة* مما الش فيه أن التكنولوجيا الحديمة لإلعالم واالتصال قد ساهمت بشكل كبير في تجسيد جيل جديد أصبحت له اهتماماته الخاصة وتشكلت معه العديد من المفاهيم الجديدة التي تحاكي الواقع ولكن في عالم جديد يعيش فيه الفرد وفقا للمتغيرات التكنولوجية المتسارعة ،وتُعتبر األيترييت ِمن بين أكمر مظاهر تكنولوجيا االتّصال الحديمة تجليا ً والتي يجحت إلى كبير في فت فرص جديدة أمام األفراد للتفاعل ويقل همومهم ومشاكلهم من خالل التفاعل في ما يعرف بالمجتمع ح ٍد ٍ االفتراضيو ولقد ساهم الجيل المايي لاليترييت في تجسيد ه ا المجتمع (االفتراضي) من خالل وسائله المتعددة التي تتقدمها المدويات االلكترويية ومواقع الشبكات االجتماعية ،ومع تعدد استخداماتها ظهرت العديد من المفاهيم الجديدة في العالم االفتراضي؛ منها الدولة االفتراضية والمواطنين االفتراضيين ال ين أصبحوا يتواصلون مع بعضهم البعض ويتفاعلون مع مختلف السياسات فتبلورت ثقافة المواطنة وتحددت الواجبات والحقوق من خالل تدوين األفكار والمالحظات والتعليقات وه ا ما حدث في بعض الدول العربية خالل السنوات األخيرة ،حيث تحول ه ا الفضاء إلى دولة افتراضية تمارس من خاللها الشعوب المواطنة الممالية والديمقراطية الحقيقة التي حرمت من ممارستها في دولها الواقعية؛ األمر ال ي قاد إلى ما يعرف بمورات الربيع وه ا ما يقود إلى اإلشكالية التالية :كيف أثرت العربي ،حيث أصب المصير العربي يتحدد رقميا قبل أن ينتقل إلى الواقعو المواطنة اال فتراضية على الرأي العام العربي خالل المورات العربية ؟ وماهو مستقبل استخدام مواقع األيترييت في التغيير السياسي في المنطقة العربية ؟ ويسعى من خالل ه ه الدراسة إلى استكشاف ومن ثم الوقوف على دور الرأي العام االلكترويي والمواطنة االفتراضية التي ساهمت في التعبئة االفتراضية للرأي العام وذل في محاولة تقديم قراءة للمواطنة االفتراضية وتأثيرها على الرأي العام العربي من خالل التجربة المصرية ،اليمنية والسورية ،كما يقدم من خالل ه ه الدراسة مراحل تشكل الرأي العام افتراضيا ومستقبل استخدام شبكة االيترييت في التغيير السياسي العربي و جامعة باتنة الجزائر ،قسم علوم اإلعالم واالتصال * Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri İnsan-Coğrafya İlişkisi Bağlamında Kürt Meselesi’ne Farklı Bir Bakış Muammer Gül Bu bildiride Kürt Meselesi olarak da adlandırılan Türkiye’nin en önemli meselesinin bilhassa siyasi ve etnik anlamalar dışında doğru bir şekilde anlaşılmasına dair coğrafi bir bakış sunulacaktır. Kürt Meselesini sadece etnik veya siyasi boyutlarına indirgeyerek ya da sadece Cumhuriyet ve Osmanlı bağlamında ele alırsak doğru anlayamayız. Çünkü Kürt Meselesi salt bir rejim, bir devlet meselesi olmadığı gibi sadece etnik, siyasi, ekonomik bir mesele olarak da anlaşılamaz. Mesele Kürtlerin yaşadığı coğrafya meselesidir. Mesele ancak tarihi perspektifte insan-coğrafya ilişkileri bağlamında ele alınırsa doğru anlaşılabilir. Çünkü nerede olursa olsun insan üzerinde yaşadığı toprağın, coğrafyanın çocuğudur. Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın karakteri yüksek yaylalar, dağlardır. Dağların insan ve onun üzerinde yüzyıllardır yaşamış toplumların renkleri, dilleri, alışkanlıkları, inanışları, düşünüşleri ve karakter yapıları üzerinde nasıl bir tesir meydana getirmiştir. Kadim medeniyetlerin ve İslamiyetin geç ve zor nüfuz ettiği dağların değişmeyen dilini nasıl anlamak lazım? Prof.Dr., Adıyaman Ün. Fen-Ed. Fak. Tarih Bölümü. [email protected]. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri بناء الّدولة الوطنيّة في تونس وإشكاالت الهويّة والحداثة مراد مهنّي – دكتور* تهدف هذه الورقة البحثية إلى تفهّم الثّقافة السّياسية الّتي وجّ هت المسار السّياسي في المرحلة التّأسيسية الّتي عقبت االستقالل الوطني في تونس بداية من تاريخ إعالن االستقالل الدّاخلي في جوان . 1955سنحاول تسليط األضواء على الصّراع الكاريزمي بين بورقيبة وصالح بن يوسف وما ولّده من عنف سياسي كما سنعمل على كشف األبعاد اإليديولوجية والرّ مزية المتّصلة من قريب أو من بعيد بهذا الصّراع . كما سنعمل على تحليل العالقة المثيرة بين الكاريزما البورقيبية والمؤسّسة الدّينية عموما ومؤسّسة ا ّ لزيتونة خصوصا, حيث برزت منذ السّنوات األولى لالستقالل تناقضات كبرى بين المشروع البورقيبي المتبنّي "لحداثة غربيّة" ومشروع النّخب التّقليديّة تتمحور حول طبيعة العالقة بين السّلطة السّياسية والفاعلين الدّينيّين ,وفي هذا السّياق سنطرح إشكاالت جوهريّة ترتبط بفصل الدّين عن الدّولة ومدى إمكانية بناء نظام ديمقراطي في إطار احترام الثّوابت اإلسالمية. كلّية العلوم االيساييّة واالجتماعيّة – تويس* Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Kitlesel Huzursuzluğu Anlamak: Evrilen Demografik Eğilimler, Toplumsal Değişim ve Yakın Gelecek İçin Öngörüler Doç. Dr. M. Murat Yüceşahin 2011-2012’de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın (MENA) pek çok ülkesinde meydana gelen ve kitlesel huzursuzluklardan beslenen iç karışıklıklar, dünya kamuoyundaki bölgeye ilişkin statik ve geleneksel algıları ciddi biçimde değiştirdi. ‘Arap Baharı’ olarak kavramsallaştırılan bu sürecin öncesindeki olayları değerlendirmeci geleneksel yaklaşımların böylece bölge için çok da geçerli olmadığı ortaya çıktı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika, dünyanın diğer gelişmekte olan ülkelerinin bulunduğu bölgelerde olduğu gibi, 20. Yüzyılın ortalarından beri gelişen ve küresel çapta yaşanan demografik değişim sürecinin önemli bir mekânsal aktörü olarak var oldu. Ve fakat gelişmekte olan dünyanın bir karakteristiği olarak bölgede demografik geçiş eğilimleri gelişmiş ülkelere kıyasla kabaca iki kat daha hızlı gerçekleşti. Kuşkusuz Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine özgü demografik değişim, bölgenin deneyimlemekte olduğu diğer kalkınma çabalarından ve dönüşmelerden de bağımsız değildi. Ülkeler arasındaki farklılıklara rağmen 1950’lerden beri ülkelerin biçimlenmekte oluşu, endüstrileşme ve kentleşme, toplumda genel olarak eğitim düzeyinin yükselişi ve gittikçe artan küresel ağlara eklemlenme bölgeyi küresel ve güncel eğilimlerin dışında tutmuyordu. Üstelik bölgede yaşayan tüm etnik-sosyal grupları kapsayacak şekilde toplumsal değişmeyi sağlayan dinamikler çoğu kez dramatik olarak gerçekleşen politik değişmelerle eş zamanlı olarak gerçekleşiyordu. Böylece 1950’lerden bu yana Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde yaşanan olaylara özgü birkaç dönemin özelleştiği belirtilebilir. Bunlardan ilki, 1950’li ve 1970’li yıllar arasını kapsayan, ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınma çabaları ve politik inşa süreci dönemidir. İkincisi, 1980’ler boyunca ülkelerdeki yapısal uyum çabalarının ve İslami hareketlerin yaygınlaştığı dönemdir. Üçüncüsü, 1990 ve 2011 yılları arasını kapsayacak şekilde neoliberalism, İslami hareketler, kadın hakları arayışları ve çatışmalarla özelleşen bir dönemdir. Ne var ki Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın neredeyse bütününde etkisi gözlemlenen bu dönüşüm ve çalkantılar, bölgede yaşayan toplumların hem sınıfsal hem de sosyal farklılıklarını git gide keskinleştiren mekânsal, kültürel, toplumsal, politik ve ekonomik dinamikler tarafından belirlendi. Ancak kabaca son yirmi yılda bölgenin neredeyse bütününe yayılan toplumsal huzursuzluklar kısa bir süre önce tanık olunan yaygın protestolara ve sonrasında da iç karışıklıklara dönüştü. Bu bildirinin başlıca iki amacı bulunmaktadır. Birincisi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde yer alan ülkelerde meydana gelen demografik ve sosyal değişmeleri sistematik biçimde nicel analizlere dayalı olarak sunmaktır. İkincisi, toplumsal dönüşümü, çoğu kez ulusal yönetim anlayışlarının ötesine geçiren dinamikleri tartışmak ve yakın geleceğe ilişkin Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri öngörüleri nüfus projeksiyonları üzerinden değerlendirmektir. Çalışmanın nicel altlığında kullanılan veriler (kaba doğum, ölüm, nüfus artış ve toplam doğurganlık hızları, nüfusların yaş, cinsiyet ve eğitim düzeylerine göre dağılımları, insani gelişme endeksleri vb.) Birleşmiş Milletler Nüfus Şubesi’nin sunduğu göstergeler ile 2013 İnsani Kalkınma Raporu ve Dünya Bankası’ndan sağlanan istatistiklere dayalıdır. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri ثورة اليمن الشبابية الشعبية :الربيع ال ي لم يأت بعد يدى يحي علي عبده قنبر -استاذ مشار*، تممل المورة اليمنية ظاهرة بارزة في الربيع العربي ،ولحظة فارقة ما يجعل دراستها و تحليلها أمرا مهما ليس فقط في التاريخ السياسي اليمني فحسب ،و إيما في التاريخ السياسي العربي ،و ليس أيضا بسبب التداعيات االقتصادية و االجتماعية و السياسية التي أفرزتها المورة ،و إيما بسبب موقع اليمن االستراتيجي المتميز في المنطقة والدور ال ي تعول عليه األطراف الفاعلة في المنطقة ،ل ا يلخص البحث المراحل التي مرت بها ثورة الشباب الشعبية في اليمن في فبراير ،2011والتي هبت من أجل رفع الظلم عن اليمنيين والوقوف بوجه الفساد والعبث ال ي ايتشر في البلد بسب ممارسات النظام السابق والمطالبة برحيلةو يلقي البحث الضوء على المشهد السياسي اليمني قبل ثورة الشباب وال ي يؤكد على أن ايطالق المورة الشبابية الشعبية في اليمن بين عشية و ضحاها و بتأثير ثورتي مصر و تويس فقط ،بل كان بشكل رئيس بسب تراكم المعاياة و شواهد الخبرات النضالية السلمية و خصوصا الحرا ،السلمي الجنوبي ،حيث ان الظروف التي كان يعيشها اليمن عشية المورة مملت بيئة مهيأة أكمر للمورةو يتطرق البحث إلى مراحل المورة المختلفة ممل الفعل الشبابي السلمي ،المسار السياسي لمورة الشباب السلمية ،والفترة االيتقالية وما بعد المبادرةو ويعرج البحث إلى االضطرابات التي تشهدها البالد في ظل ظهور قوى جديدة كالحوثي والقاعدةو جامعة تعز Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri İskenderun Limanı’nın Irak ve Suriye ile Entegrasyonu ve Buna Dair Bazı Öneriler Yrd. Doç. Dr. Naim Ürkmez Arş. Gör. Serkan Özer Osmanlı hakimiyetinde bulunduğu süre içerisinde önem kazanan İskenderun Limanı, Halep’e yakınlığı, sahilinin korunaklı oluşu ve gemilerin rahat yanaşması nedeniyle tercih edilmekteydi. XIX. yüzyılda Sanayi Devrimi sonrası dünya ticaret hacminin büyümesine bağlı olarak İskenderun Limanı’nın da yoğunluğu artmıştı. Bu yüzyılda artık İskenderun, İngilizlerin Hindistan’a ulaşmak için kullandıkları alternatif bir kara yolunun başlangıç noktası idi. Süveyş Kanalı açılmadan önce, Avrupa ticari emtiasının önemli bir kısmı İskenderun-HalepMusul/Bağdat üzerinden Basra Körfezi’ne ulaştırılmaktaydı. Emtialar buradan da deniz yoluyla Hindistan’a nakledilmekteydi. Aynı surette tersine akış da söz konusuydu. Bölgenin önemini fark eden İngilizler bu sebeple 1836 yılında başkanlığını Albay Chesney’in yaptığı bir heyeti, araştırma yapması için Osmanlı coğrafyasına göndermişlerdi. Chesney’in incelemeleri neticesinde İskenderun-Basra güzergâhını daha seri işleyen bir yola dönüştürmek için Fırat Nehri’nde işler bir vapur projesi, bir süre sonra da Süveydiye-Halep-Bağdat güzergâhını takip eden bir demiryolu projesi hazırlamıştı. Ancak bunlar bir takım nedenlerden dolayı istenen başarıya ulaşamamıştı. Bunun yanında XX. yüzyılın başında Chester Projesiyle Amerikalıların gündemine gelen limanın, önemini anlayan Osmanlı Devleti, bölgeyle ilgilenmiş fakat ekonomik gücü yeterli olmadığı için İskenderun’u imtiyazlar yolu ile işlek bir limana dönüştürmeye gayret göstermişti. I. Dünya Savaşı’nın zuhur etmesi bu çabaları akamete uğratmıştı. Sonrasında Suriye ve Irak devletleri ile sağlıklı ilişkiler kurulamadığı için bölgenin tabiî limanı olan İskenderun, istenilen düzeyde bir büyüme yakalayamamıştır. Bu çalışma, İskenderun Limanı’nın Suriye ve Irak ile entegre edilerek bölgenin en mühim limanı haline getirilmesi için neler yapılabileceğine dair bir takım önerileri içermektedir. Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Necmettin Erbakan’ın Görüşleri Bağlamında; Berberi Anlaşmalarından Günümüze Amerika’nın Ortadoğu Siyaseti ve BOP Projesi. Doç.Dr.Nejdet GÖK Birleşik Amerika’nın Ortadoğu ve Osmanlı Devletiyle resmi ilişkileri ilk aşamada Mağrib Ülkeleri (veya Berberiler) adı verilen Kuzey Afrika Ülkeleri yoluyla başlamıştır.Osmanlı Arşiv vesikalarında “Cezayir-i Garb Ocakları” da denilen bu ülkelerden Fas Krallığı aynı zamanda Amerika’nın bağımsızlığını resmen tanıyan ilk ülke olmuştur. Bunun üzerine 1783’de Fas’la, 1795’de Cezayir, 1796’da Trablusgarb, 1797’de Tunus, Amerika ile ticaret anlaşmaları imzalamışlardır. Osmanlı sultanları ve devlet ricalinin olumsuz bakışları nedeniyle; yaklaşık yarım asır süren yoğun lobi çalışmaları sonucunda nihayet 1830 yılında da Osmanlı Devleti ile ilk seyr-i sefain ve ticaret anlaşması yapılmıştır. Yakın tarihimizin en önemli devlet adamlarından birisi olan rahmetli Necmettin Erbakan’ın farklı zaman ve mekanlarda yaptığı konuşma veya demeçlerinde de bir çok kez işaret ettiği gibi; Bu anlaşmaların amacı kağıt üzerinde, her ne kadar ticari alanlarla sınırlı gibi gözüküyor olsa da uygulamada her zaman farklı olmuş, ilişkiler kısa süre içinde, başta eğitim faaliyetleri olmak üzere, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda, ancak daima Amerika’nın çıkarları doğrultusunda artarak devam etmiştir. Amerika bu yolla Ortadoğu bölgesi ve siyasetine müdahil olmuş, kısa süre zarfında şark meselesinin en önemli aktörlerinden biri olmuştur. Erbakan’ın 2001 yılında, George Town Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta da belirttiği gibi; Amerika’nın Ortadoğu politikası, Büyük İsrail Projesi’ni (bugünkü adıyla BOP) gerçekleştirme planı üzerine kurulmuştur. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemi arşiv vesikaları bugüne kadar alınan mesafenin kilometre taşları diyebileceğimiz çok sayıda anlaşmayı gözler önüne sermenin yanında, Rahmetli Erbakan’ın tarihi olayları ve gelişmeleri okuma konusundaki basiret ve ferasetine de şahitlik etmektedir. Necmettin Erbakan Üniversitesi SBBF Tarih Böl. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Şark Meselesi ya da Osmanlı’nın Tasfiyesi Sürecinde Ortadoğu'nun "Balkanlaşması" Prof. Dr. Necmettin Alkan Şark Meselesi’nin ne olduğuna dair tartışmalar bir tarafa, genel bir kabul olarak Türklerin Avrupa’dan ve Anadolu’dan atılması olarak adlandırılıyor. En kritik ve hareketli dönemini ise takriben Osmanlı Devleti’nin son 200 yılına tekabül eden süreçteki gelişmeleri ihtiva ediyor. Yani 1683-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin kademeli olarak önce Avrupa’dan, ardından Balkanlar’dan ve en sonunda ise Arabistan bölgesinden tasfiye edilmesiyle alakalı gelişmeler doğrudan bu meseleyle alakalıdır. Şark Meselesi’nin en kritik ayağını teşkil eden 1683-1918 yıllarında Osmanlı Devleti’nin tasfiye edilmesiyle alakalı gelişmeler üç döneme ayrılabilir: Birinci dönem Avrupa’dan tasfiye (1683-1792). Bu dönemde Osmanlı Devleti, doğrudan ittifaklar yapılarak savaş yoluyla Avusturya ve Macar topraklarından atılmıştır. Böylece Batı Avrupa’nın arka bahçesi Türklerden arındırılmıştır. Boşaltılan bölgeler doğrudan Habsburguluların hâkimiyetine girmiştir. İkinci dönem Balkanlar’daki Hıristiyan milletlere devlet “kurdurma” yoluyla tasfiye (1804-1878). Bu sürçte savaş, isyan ve etnik-dinî ayrıştırma yoluyla Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan gibi devletler “kurdurulmuştur”. Balkanlar’ın “Balkanlaştırılması” yoluyla Osmanlı yönetimi ve nüfûzu bu bölgeden de tasfiye edilmeye gayret edilmiştir. Bu dönemin en önemli özelliği ise “etnik ve dinî ayrışmanın” Osmanlı’nın tasfiye edilmesinde bir metot olarak kullanılmasıdır. Üçüncü dönem Ortadoğu’nun kontrollü ve nihaî tasfiyesi (1878-1918). Avrupalı sömürgeci devletler, diğer adlarıyla Avrupalı Büyük Devletler, özellikle de stratejik, ticarî ve petrol gibi hammadde ihtiyaçlarını merkeze alarak Osmanlı’nın güney topraklarını siyasî, iktisadî ve diplomasi nüfûz bölgeleri oluşturmak suretiyle elde etmeye gayret etmişlerdir. Böylece Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki ve Arabistan bölgesindeki toprakları tamamen tasfiye edilmiş ve Anadolu’da çok küçük bir bölgeye hapsedilmiştir. Tebliğimizde bütün bunlar bir kurgu içinde alınmakla birlikte, asıl olarak üçüncü dönem üzerinde durulacaktır. Hareket noktamız ise Balkanlar’ın “Balkanlaştırılması”ndan sonra Ortadoğu’nun “Balkanlaştırılması” kavramı olacaktır. Benzer ve farklı hususlar ele alınarak, Birinci Cihan Harbi’nin ardından 100 yıl geçmesine rağmen gelinen noktaya temas edilecektir. Böylece Ortadoğu’daki mevcut sorunların tarihî ve siyasî köklerine değinilecektir. Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Sözde Ermeni Soykırım Meselesi Gerçekte İse Çözüm Önerileri Yrd. Doç. Dr. Nurhan AYDIN Türk-Ermeni ilişkilerinin ele alınan boyutu ne yazık ki hala I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajik olayların ötesine geçmemektedir. Olayların ele alınışı ve incelenmesi akademik yaklaşım yerine siyasal yaklaşımla değerlendirilmektedir. İki milletin bin yıllık beraberliği tarihi ve tahlili bu kısır döngüden sürekli ard niyet ve gerçek dışı iddiaların gölgesinde süre gelmektedir. Aslında bin yıllık beraberliğin bu kısır döngüden kurtulması gerekiyor. Türk-Ermeni ilişkileri üzerinde dururken, aslında neden ilişkilerin geliştirilmediğini, bu duruma açıklık getirebilmek için, Türkiye-Ermenistan ilişkilerini etkileyen, şekil veren, bundan sonra da ilişkileri etkilemesi muhtemel temel faktörlerin çerçevesi çizilmelidir. Ermenistan’ın içinde bulunduğu birçok sorunu aşabilmesi büyük ölçüde bölgesel işbirliğine bağlıdır. Bu bağlamda diğer komşuları dikkate alındığında Türkiye, hem Batı’ya yakınlığı, hem de siyasal yapısı itibariyle Ermenistan’ın öncelikle etkileşim içinde olması gereken bir devlettir. Ancak gelişim bu yönden olmamış, iki devlet arası ilişkiler nerdeyse 1915 Ermeni Tehciri’ne ilişkin spekülasyonlara endeksli bir hal almıştır. Ayrıca Ermenistan’ın iç ve dış politikası analiz edildiğinde, iç dinamiklerin etkisinin çok az olduğu görülecektir. Bu noktada etkili olan, global ve bölgesel çıkarların peşinde koşan güçlü devletlerin yönlendirdiği Ermenistan ve diasporasıdır. Bu bağlamda kendi senaryoları olmayan ülkeler başkalarının yazdığı senaryolarda figüran rolü oynamaya mahkumdur. Ermeni sorunu ile ilgili temel çözüm ise Ermeni sorununun dünyadaki oynadığı rol, yerine getirdiği işlev, hangi kesimlerle kullanıldığı gibi faktörler göz önüne alınarak formüle edilmelidir. Bu çerçevede bakıldığında yapılması gerekenler sadece akademik sahadaki çalışmaların ötesinde, Türkiye’nin iç ve dış politikası ile ilgili alanları kapsamaktadır. Ayrıca Türkiye’nin caydırıcılığı ile çok yakından ilgilidir. Kafkas Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, KARS Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Manda İdaresinden Bağımsızlığa Geçiş Sürecinde Türkiye’nin Suriye’ye Bakış Açısı (1936-1946) Nuri Yavuz Bahattin Demirtaş Mustafa Can Suriye, Ortadoğu’da hem Osmanlı ve Fransız yönetimleri altında hem de bağımsız bir ülke olarak siyasi, stratejik ve ekonomik açıdan hep büyük öneme sahip olmuştur. Ülkenin önemli ticaret yolları üzerinde bulunması, Doğu Akdeniz’e açılan liman kentlerine sahip olması, dini ve etnik olarak bölgenin en kozmopolit ülkelerinden biri olması, özellikle Arapİsrail çatışması ve Arap milliyetçiliği akımı göz önünde bulundurulduğunda Ortadoğu siyasetinde oynadığı rol, Suriye’yi bölgede kilit ülke konumuna getirmiştir. Uzun yıllar Osmanlı toprağı olan bu ülke Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’ya teslim edilmiştir. Ancak yeni bir dünya savaşının başlama emarelerinin belirmesi, Almanya’nın büyüyen gücünün Fransa için tehdide dönüşmeye başlaması ve savaş hazırlıklarının bütün devletlere büyük bir yük getirmesi gibi sebepler sonucunda 1936 yılı ortalarına gelindiğinde Fransa tarafından Suriye manda yönetiminin bırakılması düşüncesi dillenmeye başlamıştır. Türkiye’nin dâhil edilmediği Paris toplantılarında varılan taslak planlar kamuoyu ile paylaşıldığında ise, mandater toprakların Suriye ve Lübnan olarak iki bölüme ayrılacağı ve iki bağımsız devlet teşkil edileceği, Fransa’nın bu devletler üzerinde etkinliğini sürdürecek yapılara sahip olacağı ve Sancağın Suriye’ye bağlı ve bu devletin bir parçası olacağı ortaya çıkmış ve planın Türkiye’nin garantörlüğünü tasfiye ederek Sancağın ortadan kaldırılacağı anlaşılmıştır. Bunun üzerine de Sancak Türkleri, Atatürk’ün önderliğinde Türk hükümetinin desteği ile 1939 yılına kadar sürecek olan mücadelesini başlatmıştır. Sonuçta Sancak probleminin Türkiye lehine olacak şekilde çözümlenmesi ile Fransa önemli ölçüde prestij kaybetmiştir. Suriye, II. Dünya Savaşı sırasında bir kısmı Almanya’ya teslim olan Vichy hükümetini tutanlar, diğer kısmı İngilizler ile beraber hareket etmeyi münasip görenler diye kendi aralarında ikiye ayrılan Fransız kuvvetlerinin birbirleri ile olan mücadelelerine de sahne olmuştur. Bu olaylara seyirci kalmayan özgürlük taraftarı Fransız kuvvetleri, İngilizlerle işbirliği yaparak Mayıs 1941'de ortak bir harekât düzenleyip Suriye'yi ele geçirmiştir. Fransızlar için, manda idaresinin gittikçe daha büyük sıkıntılara sebep olduğunu gösteren bu olayların Prof. Dr., Gazi Eğitim Fakültesi, Tarih Öğretmenliği Anabilim Dalı, [email protected] Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Polatlı Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected] Ar. Gör., Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Tarih Öğretmenliği Anabilim Dalı, [email protected] Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri ardından, Suriye'nin kontrollü bir bağımsızlığa yönelmesi uygun görülmüştür. Nitekim savaş sonlarına doğru 1944'de Amerika ve Rusya Suriye'yi tam bağımsız bir ülke olarak kabul ettiği halde Fransızlar Suriye'den çekilmekte pek istekli olmamışlardır. Ancak bölge üzerinde yeni planlar peşinde olan Amerika ve İngiltere bu bölgede Fransız nüfuzunun etkisini sürdürmesini istemiyorlardı. Buna rağmen Fransa manda döneminin bağımlılık ilişkilerini mümkün olduğu kadar devam ettirtecek ekonomik, kültürel ve stratejik bir takım imtiyazları garanti altına alacak özel antlaşmaları resmen kabul ettirtinceye kadar Suriye'den çekilmemiştir. Fransızların 5 Nisan 1946'da resmen çekilmesinden sonra Suriye üzerinde egemenlik konusunda Amerika ve İngiltere arasında rekabet başlamış daha sonra bu rekabete Rusya da katılmıştır. Suriye, Türkiye açısından da son derece önemli bir ülkedir. Türkiye’nin komşuları arasında en uzun ortak sınıra sahip olduğu ülke olmasının yanı sıra iki ülke ilişkileri, çeşitli sorunlar nedeniyle hep gündemde ön sıraları işgal etmiş ve Şam ile Ankara arasında hızla köprüler kurulmuştur. Bu bildiride Suriye’nin 1936-1946 yılları arasındaki siyasi tarihi ve Türkiye ile olan ilişkileri hakkında bilgi verilecektir. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Osmanlı Hinterlandında İngiliz Nüfuzu Prof. Dr. Nuri YAVUZ Levent YIKICI Toplumsal ilerlemeler için zorunlu olan devlet siyasetinin belirleyici rolü, yöneticiler için gözden kaçırılamayacak yükümlülükler getirir. Bu yükümlülüklerini ifa etmek adına idare edenler yönlendirdiği toplumu bir adım ileri taşımak adına zaman zaman ahlaki normları bir kenarda tutarak başka toplumların hak ve hukuklarını çiğnemek yoluyla kendi amaçlarına ulaşmayı denemektedir. Tarih boyunca da bu tür uygulamaların en acımasız örnekleri hep karşımıza çıkmıştır ve çıkmaya devam etmektedir. Sömürgeci siyasetin mucidi ve pratisyeni konumunda olan İngiltere’nin, Güneşin Batmadığı İmparatorluk olma iddialarıyla uzandığı Avustralya, Afrika, Asya, Amerika kıtalarında yaptığı sınır tanımaz emperyalist politikalarının tamamının anlatılması bir tek çalışmayla mümkün değildir. Bu çalışmanın amacı bahsini yaptığımız hırs ve ihtiraslarla donanmış İngiltere politikalarının zayıflamış veya zayıflamakta olduğunu sezdikleri hemen her topluma yaptığı gibi Osmanlı Devleti ve Türk Milleti üzerinde de en doyumsuz emperyalist hedefleriyle adı geçen coğrafyanın ulaşmalarına el verdiği her karışında kan, gözyaşı ile uygulanışını anlatmaktır. İngiltere’nin Süveyş Kanalıyla başlayan Osmanlı hinterlandında etkili olma girişimlerinin Mısır, Mezopotamya, Hicaz, Balkanlar, Anadolu, İran, Azerbaycan gibi Osmanlı Devletin her toprağında mali, siyasi ve askeri alanda girişimleri bu tebliğde incelenmeye çalışılacaktır. Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep Eğitim Fakültesi Dekanı Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü, Cumhuriyet Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri 20. Yüzyıl Mısır’ında Selefi Hareketler: el-Cem’iyyetü’ş-Şer’iyye ve Ensâru’s-Sünneti’lMuhammediyye Grupları Arş. Gör. Nurullah Çakmaktaş İslamcılık düşüncesinin ve İslami hareketlerin ortaya çıkışı Müslümanların 18. yy akabinde yüzleştikleri krizlere karşı bir çözüm arayışının ürünüdür. İslam dünyasının farklı bölgelerinde neredeyse eş zamanlı olarak başlayan bu çözüm arayışının karakteristik yöntemi ise, geri kalmışlığın sorumlusu olarak gösterilen “geleneksel İslam” üzerinde ihya ve tecdid ameliyesinde bulunarak ana kaynaklara dönmek suretiyle “altın çağ” kabul edilen Asr-ı Saadeti yaşanılan döneme taşımaktır. Geleneğin suçlu ilan edilip Asr-ı Saadet üzerinden selefe vurgu yapılması İslamcılık düşüncesinin başvurduğu çözüm reçetelerinden biridir. Yani adına ister Modern İslam Düşüncesi, ister İslamcılık, isterse de İslami hareket denilsin, 18. yy’dan sonra İslam dünyasının neredeyse tamamında görünür olan, İslam dünyasının içinde bulunduğu hâli pür melalden kurtulması için serdedilen görüşler, düşünce ve yeni arayışların hepsinde öyle veya böyle “selefilik” dozu bir şekilde bulunmaktadır. Yani demek istediğimiz şu ki, modern Müslüman zihni bu süreçte bidat ve hurafe karşıtlığı gibi bazı selefi düşünceleri içselleştirerek İslam’ın selefi yorum biçimini kabul etmeye mücehhez hale gelmiştir. Dolayısıyla Mısır’da özellikle yetmişlerden sonra yükselişe geçen Suudi tarzı vehhabi-selefi düşüncenin ve hareketlerin toplumsal tabanda karşılık bulmasında ve içselleştirilmesinde, her ne kadar bugünkü anlamıyla görünür olan Selefilikten farklılık arz etse de, ihya ve tecdid eksenli oluşan modern İslam düşüncesinin ve İhvan gibi diğer İslami hareketlerin arka planda sağladığı bu katkı yadsınamaz. Fakat İslamcılık düşüncesinin ve İslami hareketlerin özünde var olan söz konusu “selef” ve “selefilik” vurgusu dikkate alınarak, İslami hareketleri tasnif edenler tarafından bütün bu hareketler “selefi hareket” içine dâhil edilmiştir. Mesela Mısır’da Selefilik tarihinden bahseden birçok metin bu tarihi Muahmmed Abduh ve Reşit Rıza gibi isimler ile başlatıp İhvanı Müslimin hareketiyle devam ettirebilmiştir. Oysa günümüzün Ehl-i Hadis ve İbn Teymiyye çizgisindeki geleneksel selefiliği, bugün adına Suudi Selefilik denilen başka bir çizgi üzerinde yol almaktadır. İşte bu tebliğimizde inceleyeceğimiz el-Cem’iyyetü’ş-Şer’iyye ve Ensâru’sSünneti’l-Muhammediyye grupları Mısır’ın bu çizgi üzerindeki ilk selefi hareketleridir. Her ne kadar Mısır topraklarında selefiliğe teveccüh özellikle yetmişli yıllardan sonra artmaya başlamış olsa da, yetmiş öncesi yıllarda mevzu bahis grupların özellikle sosyal hizmet alanında gerçekleştirdiği hizmetler bu teveccühün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Mısır’da ilk selefi teşkilatlanmalar ve modern selefi hareketin başlangıcı olarak gösterilen söz konusu cemiyetler, 19. yy boyunca sömürgeciler ve oryantalistler tarafından istişrak ve misyonerlik hedefleri doğrultusunda Mısır’da kurulan bazı yardım ve bilimsel Marmara Üniversitesi / Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri akademi kuruluşlarına tepki olarak faaliyete başlayan selefi düşüncenin temel alındığı yapılanmalardır. Sömürgecilerin ve müsteşriklerin kurdukları kurumlar vasıtasıyla Mısır, Mısır’ın tarihi, İslamiyet, İslam peygamberi, Kur’an ve Kuran dili gibi konularda Mısırlılar için yeni olan fikirler serdetmeleri; kavmiyetçilik, batılılaşma ve laiklik gibi söylemlerin revaç bulması; özellikle eğitim kurumlarındaki modernleşme hareketleriyle birlikte dinin sosyal ve siyasi hayattaki konumunun tartışılması; Müslümanların İslam’ın özünden uzaklaşıp bidat ve hurafelere boğulmuş olması gibi nedenler öne sürülerek bazı selefi öncü isimlerin liderliğinde bu hareketler 20. Yüzyılın başlarından itibaren dinamizm kazanmıştır. 20. Yüzyılın ilk yarısında Mısır’da geleneksel selefiliğn nüvelerini atan, ikinci yarısında ise Suudi selefiliğinin içine angaje olan, Arap Baharı sonrası Nur Partisini kuracak olan edDa’vetü’s-Selefiyye grubuna öncülük eden ve selefi ekolün Mısır toplumda teveccüh görmesine zemin hazırlayan Mısır’ın ilk selefi hareketleri olan el-Cem’iyyetü’ş-Şer’iyye ve Ensâru’s-Sünneti’l-Muhammediyye gruplarını; ortaya çıkışları, faaliyet alanları, yaşadıkları bölünmeler ve toplum üzerindeki etkileri çerçevesinde bu tebliğimizde incelemeye çalışacağız. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Osmanlı Belgelerinin Dili ve Işığında Kürdistan Kavramı Prof. Dr. Orhan KILIÇ 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı belgelerinde ve kaynaklarında Kürdistan tabirine rastlanır. Savaştan sonra Yavuz Sultan Selim, İdrisî Bitlisî’nin telkin ve tavsiyeleri ile doğu ve güneydoğu Anadolu’daki bazı mahalli ekrad beylerine bulundukları sancakların idaresini babadan oğula geçecek şekilde tevcih etmiş ve bu sancaklar Diyarbekir beylerbeyliğine bağlanmıştır. Diyarbekir beylerbeyliğinin yetki alanı içerisinde olan ancak yerel ekrad beyler tarafından ocaklık suretiyle tasarruf edilen bu sancaklar yaklaşık elli yıl Kürdistan hükmündeki sancaklar olarak ifade edilmişlerdir. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren bu adlandırma ortadan kalkmıştır. Osmanlı belgeleri incelendiğinde görülmüştür ki, Osmanlı uygulamasında Kürdistan kavramı ile ifade edilen ve coğrafi bütünlük gösteren bir alan yoktur. Bahse konu ocaklık sancaklar da coğrafi ve idari bir bütünlük arz etmemektedirler. Zira ekrad beylerinin idaresi altında olan ve Diyarbekir beylerbeyliği bünyesinde Kürdistan hükmünde yazılan bir sancak herhangi bir sebeple o beyin idaresi altından çıkarsa Kürdistan hükmünde olma durumunu da kaybediyordu. Bu mahalli beylerin kendilerine bağlı kalabalık bir aşiretlerinin olması durumunda kendilerine ocaklık sancaklar veriliyordu. Bu bağlamda değerlendirildiğinde 19. yüzyılın ortalarına kadar sabit bir coğrafya üzerinde bir beylerbeyinin veya valinin idaresinde Kürdistan adı ile anılan bir idari üniteden söz etmek mümkün değildir. Ocaklık sancakları idare eden mahalli beylerin Osmanlı idari sistemi içerisinde özerk diye nitelendirilebilecek bir yetkilerinin olmadığı da birçok uygulama içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu bildiride, özellikle arşivler ve dönemin klasik kaynaklarına dayalı olarak Kürdistan kavramının Osmanlı uygulamasında neyi ifade edip etmediği üzerinde durulmuştur. Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü-Elazığ Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Dinler, Mezhepler Müzesi İslam Denizi Orta Doğu’da XX. Yüzyılda Var Olma Mücadelesi: Maruni-Yahudi İttifakı Yrd. Dr. Ramazan Işık Dinlerin, mezheplerin kesişme noktası İslam denizi Orta Doğu’da Lübnan Marunileri, ülkede Hıristiyanlar arasında çoğunluğu teşkil eder ve sadık bir Katolik cemaattir. Kuzey Suriye’den Cebel-i Lübnan’a Melkitlerin ve Yakubilerin baskıları ile göç etmişlerdir. Adlarını MS. V. yüzyılın (MS. 410) başlarında Aziz Marun’dan almışlardır. Dolayısıyla Marunilik, etnik bir kökene değil, dini bir kimliğe işaret etmektedir8. Haçlı seferleri ile birlikte Maruniler, Frenklerle tanışmışlar ve onların yardımıyla 1182’de papanın üstünlüğünü tanımışlardır. En nihayet 1736’da tamamen Roma Kilisesinin otoritesini kabul etmişlerdir. Tarihsel süreçte Maruniler kendilerini Lübnan’la bütünleştirmişler ve bu toprakların kendileri için arz-ı mevut olduğuna inanmışlardır. Bu anlamda Yahudi toplumu ile benzer yönlerinin olduğu söylenebilir. Maruniler, Hıristiyanlığın ortaya çıktığı ve ilk yayıldığı topraklarda yani, her tarafı Müslüman toplumlarla çevrili olan İslam denizinde, kendilerini Hıristiyanlığın bekçisi olarak görmüşler, Hıristiyanlığın Ortadoğu’da var olmasını, kendi varlıklarına dayandırmışlardır. Kilise ileri gelenleri ve aydınlar, Yahudi ve Maruni kültürünün Ortadoğu’da batı medeniyetini ve kültürünü temsil ettiğine ve ikisinin de aynı amaç için çalışması gerektiğine inanmışlardır. Bu düşüncenin bir yansıması olarak Yahudiler ve Maruniler Ortadoğu’da 1920’ler ve 1930’larda Müslümanlara karşı başlattıkları gayri resmi ittifaklarını her zaman ve her fırsatta yinelemişlerdir. Her iki toplum da Ortadoğu’da Müslüman ve Arap varlığını kendi varlıkları için bir tehdit olarak algılamış ve ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığının gereği olarak ‘doğal’ bir ittifak düşüncesi geliştirmişlerdir9. Sonuç olarak Lübnan’da; tarihte olduğu gibi Maruni hegemonyasının yeniden tesis edilmesi amacına hizmet edebilir düşüncesinden hareketle, Marunilerin Ortadoğu’da Filistin devletinin olmasından çok, güçlü bir İsrail devletinin var olmasını istedikleri anlaşılmaktadır. Ancak zaman göstermiştir ki, genelde Ortadoğu’da özelde ise Lübnan’da kalıcı ve adil bir barışın sağlanabilmesi, kesin olarak Filistin sorununun çözümüne bağlıdır. FÜ. İlahiyat Fakültesi Walid Phares, Lebanese Christian Naıionalism: The Rise and Fail an Ethnic Resistanca (Boulder, 1994), 39. 9 Kirsten E. Schulze, “İsrail ve Maruni Milliyetçilikleri Bir Azınlık İttifakı ‘Doğal’ mıdır?”,Ortadoğu’da Milliyetçilik, Azınlıklar ve Diasporalar, Ed. K. E. Schulze, M. Stokes, Colm Camphell, (Çev. Ahmet Fethi), İstanbul 1999, 214 vd. 8 Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Cihadı Ekber ve İran Sadık Sarısaman 29 Ekim 1914 tarihinde Goben (Yavuz) ve Breslau (Midilli ) adlı savaş gemilerinin Rus limanlarını topa tutması Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesine yol açtığı gibi komşusu İran’ın da bir durum değerlendirmesi yapmasına sebep oldu. 1 Kasım 1914 tarihinde İran tarafsızlığını ilan etti. Ancak, tarafsızlığın gereklerini yerine getiremedi. Çünkü, İran’ın kuzeyinde Rus, güneyinde ise İngiliz kuvvetleri vardı. Öte yandan Osmanlı Devleti “ cihad-ı ekber “ ilan etti. Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa da yayınladığı beyannamede " Zincirler altında inleyen 300 milyon İslam ve eski vatandaşlarımız hep bizim muzafferiyetimize dua ediyor" ifadelerini kullandı. Bununla beraber Osmanlı Devleti’nin “ cihad-ı ekber “ politikaları açısından komşusu İran kilit konumundaydı. Suni-Şii ihtilafının bertaraf edilebilmesi halinde İran’ı cihadı ekbere dahil etmenin mümkün olabileceği düşünüldü. Bu manada Celal Nuri "Bu ihtilafat-ı mezhebiyye ne demektir? Mezahibi meydana koyanlar doğmadan, acaba Müslümanlar Müslüman değil mi idiler. Hazreti peygamber dahil olduğu halde aşere-i mübeşşire, ashab, ensar muhacirin acaba Hanefi-ül mezheb mi idiler" diyerek mezhep çatışmasının gereksizliğine işaret etmişti. Aslında İran'ın kazanılması bir taşta birkaç kuş vurmak anlamına gelecekti. Bu sayede Afgan ve Hint Müslümanlarının da İngilizlere karşı ayaklandırılması söz konusu olabilecekti. Bu yüzden İran'da cihadı ekber ve ittihâd-ı islâm faaliyetlerine önem verildi. Bu bildiride Birinci Dünya Harbi döneminde Osmanlı Devleti'nin İran'ı ve İran halkını cihada iştirak ettirmek amacıyla yaptığı faaliyetler, İran Devleti ve halkının bu faaliyetlere karşı tutum ve davranışları arşiv kaynakları, basın ve mevcut diğer bilgi ve belgeler çerçevesinde ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Cihad, Osmanlı Devleti, İran, Almanya, İngiltere Prof. Dr. Sadık Sarısaman, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri مشروع عبَّاس باشا لخلق تحالف عربي ضد الغرب (1264هـ1848/م) فكرة الموضوع: *Dr. Saleh M. Al-Sonaidi الخديوي عبَّاس باشا هو ابن طوسون بن محمد علي وابن أخي إبراهيم باشا ال ي هاجم الدَّولة السُّعوديَّة األولى ،وقد تولَّى الحكم في مصر بعد وفاة ع ِ ّمه إبراهيم ه ا سنة 1264هـ1848/م ؛ وقد ايتهج سياسة استقالليَّة ،حاول فيها تنمية فكرة صة الفريس ِيّين ال ين كايوا أصحاب يفوذ في مصر ،فاستغنى عن الكميرين منهم ،ول ا القوميَّة والوطنيَّة ضدَّ األورب ِيّين ،خا َّ والمؤرخين الفريس ِيّين ،ويبدو أ َّيه أراد ألفكاره ورآه صد ًى إعالميّا ً ووقعا ً عمليّاً ،فف َّكر في فقد كان عبَّاس ممار سخط الكتاب ِّ صب يفسه ملكا ً على العرب؛ مشروعه ه ا كان مح ّل اهتمام بلجريف ،ال ي زار مشروعٍ يستق ُّل به عن الباب العالي وين ِ ّ الجزيرة العربية مموالً من حكومة يابليون المايي في سنة 1279هـ1862/م ،فعرض لها وبسط الحديث عنها وعن أهدافها وأطرافها وما آل إليه مصيرهاو محاور البحث: أوالًـ وليم بلجريف :الرحلة والرحالةو ثايياًـ أوضاع منطقة الشرق األوسط وظروفها في هذه الفترة (منصف القرن التاسع عشرالميالدي) ثالماًـ مشروع عباس باشا: ـ فكرته ـ أهدافه ـ محاوره ـ يتائجه رابعا ً ـ النتائج والتوصيات Kral Suud Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri المشروع الصهيويي التوسعي وسرقة المياه العربية أودوسمر بهلوان* اتفق ظهور الفكرة الصهيويية مع التطورات االقتصادية – االجتماعية في أوروبا الغربية ويشوء األيظمة االمبريالية االستعمارية من القرن المامن عشر ،حيث وجد الساسة األوروبيون ،ومعهم رجال الكنيسة األرثوذكسية ،أن المستعمرات ستكون مجاال مناسبا ومهما لربط مصالحهم الجديدةو تل المستعمرات التي البد وأيها تشكل بعدا استراتيجيا بعيد المدى إلجراء تحوالت اقتصادية – اجتماعية ،ول ل كان من المناسب لكل دولة أوروبية متفوقة اقتصاديا أن تطر مشروعها الصهيويي الخاص باستعمار فلس طين ،والهيمنة منها على باقي مناطق الوطن العربيو وه ا يعني أن اختالق الدولة الصهيويية في قلب الوطن العربي يتطلب مستلزمات لبناء قواعدها وأسسها(خارج إطار المساعدات المالية والعسكرية)و ومع استمرار النشاطات الصهيويية ورسوخ تل الفكرة ودخولها حيز التنفي الفعلي على أرض فلسطين ،وقيام دولة اسرائيل بدعم بريطايي قوي، كأعظم دولة استعمارية ،أخ ت تسعى لتنفي سياستها التوسعية وفقا لشعارها "حدود إسرائيل من الفرات إلى النيل"و حيث يعكس ه ا الشعار أن حدود تل الدولة وتوسعها مرتبط تماما باحتياجها للماء في فلسطين وخارجهاو من ذل الحين عام 1948بدات دولة إسرائيل بالتوسع من معاهدات الهدية عام ،1949وأخ توسعها في األراضي العربية يتجه يحو منابع المياه العربية جميعها في المشرق العربي أو المغرب ،والقصد هنا (مصر إلى جايب دول المشرق العربي)، خاصة وأيها استندت إلى الدراسات المعنية بم شاريع المياه التي يعود إعدادها إلى ما قبل مؤتمر بال في سويسرا عام 1897 والمستمرة إلى ما بعد عام 1967و وب ل فإن ه ا البحث يهدف إلى دراسة مجمل مشاريع سرقة المياه العربية ،التي يشكل احتاللها مأساة ال تقل أهمية عن احتالل األرضو ومن أهم النقاط التي سيعالجها البحث هي: -1 أ- ب- ت- -2 -3 -4 أ- ب- -5 -6 البعد التاريخي لألطماع االستعمارية – الصهيويية في فلسطين: الفكرة الصهيويية ،وتبلور فكرة الوطن القومي إلسرائيلو العوامل واألسس الالزمة لبناء دولة اسرائيلو أهم مشاريع المياه قبل قيام الدولةو بريطاييا وتنفي المشروع الصهيويي (دولة اسرائيل)و اهم مشاريع المياه خالل فترة اإليتداب البريطايي على فلسطينو أهم مشاريع المياه بعد قيام دولة اسرائيل: تحويل مجرى يهر األردنو سرقة مياه الجوالن و أهم يتائج البحثو ألمصادر والمراجعو جامعة دمشق ،كلية اآلداب* Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri دور االستعمار البريطايي في قضايا الشرق األوسط ـ سياسة بيرسي كوكس الحدودية أيموذجا ـ /العيدايي سمير ـ أستاذ مساعد* عرفت منطقة الشرق األوسط خصوصا و العالم المالث عموما ،حركة استعمارية منظمة و مستنزفة ،خاصة المناطق التي تعرضت لالستعمارين البريطايي و الفريسي ،في الفترة المصاحبة اليحطاط الدولة العممايية وظهور أفكار القومية العربية ،حيث عمل االستعمار ـ طيلة تواجده وحتى بعد استقالل دول الشرق األوسط ـ على االستفادة من خيرات المنطقة و النيل من ركائز قوتها ،بالتركيز على مخططات تضمن بقاء المنطقة تحت التبعية من جهة و معرضة ألزمات دائمة من جهة أخرى ،ومن المعروف أن االستعمار البريطايي يعد أكمر أشكال االستعمار األوربي الحديث تأثيرا في منطقة الشرق األوسط من حيث تخطيطه ثم تنفي ه لمختلف التغييرات التي عرفتها المنطقة ،ومماله تسطيره لحدود كمير من بلدان العالم العربي و اإلسالمي خاصة مطلع القرن العشرين و إذ يعد الكولوييل و السياسي البريطايي بيرسي كوكس ""1937-1864 " Percy Coxمن أكمر الساسة البريطاييين اثرا في ترسيم الحدود بين الكمير من الدول في الشرق األوسط من خالل االتفاقيات الدولية التي أبرمها باسم بريطاييا مع حكام يجد و الكويت و مشايخ قطر و البحرين باإلضافة الى ملو ،العراق و فارس ،ل ا فدوره كمسؤول بريطايي في المنطقة و عضو في المكتب الهندي " المخابرات البريطايية" جعله يراعي مصلحة اإلمبراطورية البريطايية ،ومنه كايت اتفاقياته الحدودية في أغلبها غير مهضومة من الحكومات المحلية ،و بالتالي كايت بعدها عامال أساسيا في تصدع العالقات بين كمير من الدول الشرق ـ أوسطية ،ثم أدت الى يزاعات متواصلة بوسائل مختلفة ،صنعت كميرا من مالم تاريخ الشرق األوسط في الفترة المعاصرة ،كما كايت تداعياتها حائال دون تعاون أو تكتل للكيايات السياسية المشكلة للمنطقة ،قصد خدمة أهدافها في النهوض بطموحات شعوبها يحو األفضل و ل ا فمداخلتي في ه ا المؤتمر الدولي الموقر الموسوم بـ"الشرق األوسط بين األمس و اليوم " ،تهدف الى توضي أثر اتفاقيات الحدود بين دول الشرق األوسط تحت إشراف "بيرسي كوكس " ،في العالقات الدولية لدول المنطقة بعد يهاية الحرب الباردة و جامعة المسيلة ـ الجمهورية الجزائريةـ* Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Devlet ve Toplum Arasında Kalmak: Nusayrîler Yrd. Doç. Dr. Selahattin TOZLU Yrd. Doç. Dr. Uğur AKBULUT Nusayrîler, Ortadoğu’nun önemli unsurlarından birisidir. Çoğunluğu Suriye’de, olmak üzere, bilhassa Türkiye ve Lübnan gibi değişik ülkelerde yaşayan Nusayrîler, yaşadıkları bölgenin Memluk Devleti hâkimiyetine girmesinden sonra sürekli Sünni idareler altında yaşamışlardı. Bu süre zarfında gerek merkezi idare ve gerekse yerel unsurlarla birtakım sorunlar yaşanmıştı. Bu sorunların büyük kısmı, kontrol edilmesi güç Lazkiye ve çevresindeki dağlık bölgede yaşayan Nusayrîlerle ilgili olup başta Antakya olmak üzere şehirlerde, Sünnilerle birlikte yaşayan Nusayrîlerin çok fazla güvenlik sorunu oluşturmadan sakin bir yaşam sürdürdükleri söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin, bu bölgeyi ele geçirmesinden sonra daha rahat bir yaşam sürdüren Nusayrîlerle ilgili klasik Osmanlı kaynaklarında yeterli bilgi olmamakla birlikte devletin bunları resmi muamelatta Müslüman kabul ettiği şüphesizdir. Buna karşılık askerlik mükellefiyeti sonrası Nusayrîlerin askerlik yapmaya pek sıcak bakmadıkları da bir gerçektir. 1870’li yıllara gelindiğinde Nusayrîler, yaşadıkları sorunların üstesinden gelebilmek adına Sünniliğe geçme talebinde bulundular. Devletin büyük önem verdiği bu süreçte çok sayıda okul ve mescit açılmış, İslam akaidini anlatan kitaplar gönderilmiş ve din adamları tarafından telkinlerde bulunulmuştu. Ancak eğitim faaliyetlerinin istenen seviyeye ulaşamaması ve ilk mektep sonrası okulların açılamaması sürecin başarısız olmasına neden olmuştur. Nusayrîler, Tanzimat sonrası dönemde kendilerini yeteri kadar ifade edememe sıkıntısını da yaşamıştı. Bunlar mahalli meclislerde yeteri kadar temsil edilememiş, dolayısıyla sorunlarını gündeme taşıyamamıştı. Nusayrîlerin büyük bir kısmı toprak sahibi olamamış, toprak ağalarına hizmet etmekten öteye geçememişti. Bu arada bazı şehirlerde Sünniliğe geçtikten samimi olmamakla da suçlanmışlardı. Toprak sahipleri, kendilerine kiracı veya işçi olarak hizmet eden, tarlalarında çalışan bu insanlarla “eşit” olmaktan rahatsız olmuş, Sünniliğe geçişin topraklarını ellerinden almak için hazırlanmış bir oyundan ibaret olduğunu iddia etmişlerdi. Bu çalışma kendilerinden kaynaklı olsun olmasın Nusayrîlerin içinde bulunduğu sorunları merkeze alarak bir değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır. Atatürk Üniversitesi KKEF Tarih Öğretmenliği ABD Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Din Anlayışlarındaki Ayrışma Nedenleri Prof. Dr. Selim ÖZARSLAN Tarihin derinliklerinden günümüze kadarki süreçte farklı din anlayışları hep bulunula gelmiştir. Din anlayışlarındaki farklılıkların sebeplerine geçmeden önce din ve din anlayışı arasındaki farkı belirtmek yerinde olacaktır. İslâmî kaynaklara göre din, “Akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeye davet eden ilâhî emirler manzumesi”dir. Yani din, Yüce Allah’ın insanları iyi ve güzele yöneltmek, kötü ve çirkin davranışlardan alıkoymak için peygamberler aracılığıyla bildirdiği ilahi kurallardır. Dinin hedefi ise, insanları dünya ve ahiret huzur ve mutluluğuna ulaştırmaktır. Din anlayışından kastımız ise Yüce Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen dinin yani ilahi kural ve emirlerin insanlar tarafından içinde bulundukları sosyokültürel ve sosyo-ekonomik şartlara göre anlama, algılama ve yorumlama biçimleridir. Din, ilahi vahye dayanırken, din anlayışı ya da dinin anlaşılması, insanların akıllarıyla ulaştıkları yorumlarına dayanır. Din ile din anlayışı veya dinin anlaşılması birbirinden farklıdır. Din, bütün insanlara hitap ettiğinden dolayı evrenselken, din anlayışı bireyseldir. Din anlayışlarındaki farklılıkların sebepleri ise zaman ve mekâna göre değişiklikler arz etse de genel olarak sosyal, kültürel, coğrafi ve ekonomik sebepler, insanın yapısından kaynaklanan sebepler, siyasi-politik sebepler, İslam’ın insanlara tanıdığı fikir ve vicdan hürriyeti, şeri hükümlerin çıkarılması gereği ve dini metinlerden kaynaklanan sebepler olarak sayılabilir. İnsanların bilgi ve tecrübe birikimleri, duygu ve düşünceleri, içinde doğup yaşadıkları sosyal, kültürel, coğrafi ve siyasi ortamlar, dinin kaynağı olan vahyin anlaşılmasını ve yorumlanmasını etkilemiş ve farklı din anlayışlarının oluşmasına neden olmuştur. Söz konusu bu nedenlerden dolayı dinin özüne (Allah’ın bir ve tek, Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğu ve ahiret/ öte dünya gerçeğine) diğer bir deyişle vahyi temellerine aykırı olmamak şartıyla dinin farklı biçimlerde anlaşılması ya da yorumlanması makul görülmelidir. Müslümanların farklı din anlayışları ya da dini konulardaki ihtilafları, genelde dinin temelleri/rükünleri ve genel ilkeleri dışında kalan konularda odaklanmıştır. Fırat Üniv. İlahiyat Fakültesi Kelam ABD. Öğretim Üyesi, [email protected]. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Hicaz Demiryolu ve XXI. Yüzyılda Aktif Hale Getirilmesi Süleyman HATİPOĞLU Bilindiği gibi II. Abdülhamit’in Bağdat Demiryolu Projesinden sonra önemli projelerinden biri de Şam ile Medine ve Mekke şehirlerini birbirine bağlayacak olan Hicaz Demiryolu Projesi olmuştur. Bu projenin ortaya çıkması da şüphesiz ki Abdülhamit’in Panislamizm siyasetinin hedefi; öncü ve etkili rol oynamıştı. Hicaz Demiryolu fikri ilk önce Nafia Nazırı Hasan Paşa tarafından 1880’de ortaya atılmış ve askeri sebeplerle 1892’de Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa teklifi yinelemişti. Yine aynı sebeplerle 1892 yılında Mısır Yüksek Komiseri Ahmet Muhtar Paşa ve yurt dışından Hindistanlı Müslüman gazeteci Muhammed İnshaullah da Hicaz Demiryolunun yapımını teklif ettiler. Bütün bu önerileri göz önünde tutan Abdülhamit’i asıl etkileyen sultanın özel sekreteri Suriyeli Arap İzzet Paşa olmuştu. Bu konuda Abdülhamit: “Çok eskiden beri hayal ettiğim Hicaz yolu nihayet hakikat oluyor. Bu gayemde benimle işbirliği yapacak İzzet’ten daha iyi kimseyi bulamazdım. Zira bu işe bütün kuvvetiyle kendini verdi…” Diyerek İzzet Paşa’nın Hicaz Demiryolunun yapımında gösterdiği gayreti belirttikten sonra: “ Hicaz Demiryolu için lüzumlu paraları, bütün dünyadaki Müslümanlardan ve bilhassa Hintlilerden, bu kadar çabuk toplayabilmesine hayran oldum. Bu büyük esere Fransızlardan, Almanlardan da iştirak edenler oldu. Tabii bunda kurnaz İzzet’in büyük yardım yapanlara verilmek üzere bastırdığı, güzel madalyaların da çok dahli olmuştur.” diyen Sultan Abdülhamit, Suriyeli Arap İzzet Paşa’nın bu projenin gerçekleşmesi hususunda büyük çaba sarf ettiğini belirtmiştir. Sonuç olarak dilek ve temenni doğrultusunda Hicaz Demiryolu hattına günümüzde de aktifleştirerek işlerlik kazandırılmalıdır. Bu konuda da Türkiye üzerine düşen öncü görevini layıkıyla yerine getirmelidir. Bu hattın tahrip olan kısımlarının Türk müteahhitlerine bölge bölge verilerek onarımının yaptırılması doğru olur kanaatindeyim. Bu konuda şunları da ekleyebiliriz; günümüzde yüksek hızlı trenler ve mavi trenler ayrıca içinde lokantası, duşu ve yataklı olan trenler var. Hacılarımızın büyük bir çoğunluğu yaşlı olması nedeniyle uçağa binemiyor ve aynı zamanda Hicaz Demiryolu, hava yoluna alternatif olabilir. Bu durumda Hicaz hattının tekrar canlılık kazanması gerektiğini vurgulamak isteriz. Bu bildirimizde “Hicaz Demiryolu”nun yapılış nedenleri, yapılışı ve bu hattın doğurmuş olduğu sonuçlar üzerinde durulacak ve günümüzde de aktif hale getirilmesi konusunu belirterek işlemeye çalışacağız. Anahtar Kelimeler: II. Abdülhamit, Hicaz Demiryolu, Panislamizm, Hızlı Tren, Hacılar Yrd.Doç.Dr. ,Mustafa Kemal Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Antakya/Hatay; [email protected] Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri İngiltere’nin Basra Eyaletinde Yürüttüğü Yasal Olmayan Faaliyetler ve Basra Eyaleti Üzerindeki Emelleri (1876-1914) Doç. Dr. Şennur ŞENEL Bilindiği üzere Osmanlı devletinin siyaseten ve askeri yönden güç kaybetmesine paralel dönemde Avrupalı devletlerin sömürgeci faaliyetleri başlamış ve giderek güç kazanmıştı. Osmanlı nüfusunun çok uluslu ve çok dinli yapısı Avrupalı devletlerin her birini kendileriyle ortak paydada gördükleri Osmanlı tebaası üzerinde nüfuz tesisine ve mücadelesine sevk etmişti. Bu güç yarışında Balkanlar, Kafkaslar, Kuzey Afrika ve özellikle Ortadoğu’daki (hassaten “Verimli Hilal” de denilen bugünkü Irak, Suriye ve Mısır ) Osmanlı hakimiyetindeki topraklar, mücadele sahası haline gelmiştir. Nüfusun büyük çoğunluğu Arap ve inanç olarak da Müslümanlar olmakla birlikte Basra Eyaleti jeostratejik ve jeopolitik konumuyla Rusya’nın, Fransa’nın ve İngiltere’nin ilgi alanı olmuş ve dolaylı veya doğrudan bu coğrafya üzerinde hakimiyet kurma çabasına girmişlerdir. Bu çerçevede olmak üzere, İngiltere devletinin 18761914 tarihleri arasında Basra Eyaleti’nde Osmanlı devletinden izin almaksızın ve haber vermeden yürüttüğü ve yasal olmayan faaliyetleri ele alınacak ve ne tür girişimlerde niçin bulundukları değerlendirilmeye çalışılacaktır. Gazi Üniversitesi Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri 21. Yüzyılı Kadar Türkiye-Suriye İlişkilerinde Temel Sorunlar Yrd. Doç. Dr. Şerif Demir Türklerin Ortadoğu ilgisi ve orta doğuda faaliyetlerinin kökü oldukça eskilere dayanır. Günümüz meselelerini anlamamızı sağlayacak gelişmelerin temelini XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar götürmek mümkündür. Osmanlı Devleti'nin son döneminde yaşadığı pek çok sorun, doğal olarak orta doğu coğrafyasındaki tebaasını da etkilemiş, bu durum doğal bir takım sonuçları olmuştur. Ortadoğu coğrafyasında milliyetçilik düşüncesinin kurumsallaşarak, bölge halkının menfaatleri için mücadele sürecine girmesi II. Meşrutiyetle başladı. Ardından gelen felaket yılları Osmanlı Devletini ve Ortadoğu coğrafyasını param parça etti. Anadolu'da başlayan direniş hareketi Batıya karşı büyük bir mücadele içerisine girerken, Osmanlı'nın Ortadoğu coğrafyası Batılıların çıkarları doğrultusunda tamamen menfaate dayalı paylaşıldı. Böylece yaklaşık bin yıllık bir birliktelikte son buldu. Türkiye'nin Ortadoğu coğrafyasında en geniş sınırlara sahip fakat en çok sorun yaşadığı ülke daima Suriye oldu. Genelde (Beşer Esad'ın ilk yılları hariç) hiç bir zaman bu iki ülke ilişkileri sağlıklı, normal bir komşuluk gerçekleşmedi. Her iki ülke sürekli bölgesel ve ulusal sorunlarda karşı cephelerde yer almalarına rağmen. kendi halkları arasında akrabalık münasebetleri, kültürel ilişkiler ve sosyal faaliyetler de devam etti. Türkiye, Milli Mücadele sonrasında çoğunlukla kendi iç sorunları ve devrimlerle meşgul oldu. Fakat Hatay konusunu öncelikli bir mesele olarak gören Mustafa Kemal Atatürk'ün gayretleriyle Hatay 1939'da Türkiye'ye katıldı. Bu mesele Türkiye-Suriye ilişkilerinin başlangıcını son derece olumsuz etkiledi ve Suriye bu durumu kabullenmekte çok zorlandı. Türkiye'nin Ortadoğu'da ki dostlarıyla barış temelli bir ilişki kurmak amacıyla önce Sadabat Paktı ardından Bağdat Paktı'nın kurulması için çaba gösterdi. Suriye, Türkiye'nin bu çabaların hep dışında kaldı. Türkiye'nin Batı'ya yaklaşırken, Suriye SSCB'ye yakınlaştı. Türkiye'nin Arap- İsrail savaşlarında özellikle 1967 ve 1973 savaşlarında Araplara yakın olması ilişkileri geliştirse de tamamen normalleşmesine yetmemişti. 1980'li yıllardan itibaren Türkiye, Suriye'yi komşuluğa yakışmayan ve teröre destek olan bir ülke olmakla suçlarken, Suriye Türkiye'nin barajlar yaparak kendi suyunu kesmekle suçladı. Kısacası karşılıklı itham ve gerilim 21. yüzyılın başına kadar gelmiştir. Siirt Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri الصراع العثماني البريطاني في الشرق األوسط إبان الحرب العالمية األولى " اليمن نموذجا ً " *دو طالل حمود عبده بن عبده المخالفي تشهد منطقة الشرق األوسط -ذات األهمية االستراتيجية واالقتصادية -تنافسا محموما وصراعا قويا في عصريا الراهن(ق ) 21بين عدد من القوى الدولية الكبرى للسيطرة عليه بطرق مباشرة وغير مباشرة ،ضمن حلقة تاريخية جديدة - تخلقت مطلع 2011م وحتى اآلن -تت شابه في ظرفيتها ومدتها الزمنية مع حلقة سابقة شهدتها المنطقة قبل حوالي قرن من الزمن إبان سنوات الحرب العالمية األولى ،في مشهد يجسد صيرورة تاريخية تربط الماضي بالحاضر والمستقبلو وخالل القريين الـ19والـ 20شرعت معالم ج ور ذا ،التنافس والصراع في التبلور؛ فحتى يهاية العقد المالث من القرن الـ 19كايت معظم البالد العربية(الشرق أوسطية) تدين بالوالء للدولة العممايية ،التي بدأت حينها تعايي من إشكاالت عدة ،أهمها بروز قوى خارجية تستهدف إزاحتها من الميدان العربي(الشرق أوسطي) وملئ الفراغ بدالً عنها وعلى رأس تل القوى بريطايياو ولما كايت اليمن يموذجا ً يجسد الصراع ال ي شهدته منطقة الشرق األوسط على مدى أربع سنوات مهمة وحاسمة من العقد المايي للقرن الـ 20بين البريطاييين ال ين احتلوا عدن سنة 1839م ثم بقية المناطق الجنوبية والشرقية والعمماييين ال ين استولوا على صنعاء سنة 1872م وك ا سائر المناطق الشمالية والغربية ،فقد وقع اختياريا عليها عنوايا لبحمنا ه او ومن ه ا المنطلق ،فإن اإلشكالية الرئيسة له ا البحث تتمحور حول أحداث الصراع السياسي والعسكري ال ي دار بين العمماييين والبريطاييين في اليمن أثناء الحرب العالمية األولى ،وايعكاسات ذل الصراع على اليمن ومستقبلها ،في ظل االعتقاد في أوساط المؤرخين بحيادية موقف اليمن وبعدها عن ميادين الصراع والحرب آي ا ،،ومن ثم فإينا يهدف من ه ا البحث إلى حلحلة ذل االعتقاد بتسليط الضوء على تل المرحلة المهمة من تاريخ اليمن ،بصورة تبين يتائج تل االيعكاسات على واقع اليمن آي ا ،،وتأثيراتها في رسم معالم حاضرها ومستقبلها في عالم مضطرب استراتيجياو واستنادا إلى المعطيات المصدرية والوثائقية المعاصرة للمرحلة المدروسة التي بحوزتنا ،وباالستعاية بالمنهجين التاريخي الوصفي والتحليلي ،سنناقش ه ا الموضوع بتصنيفه إلى أربعة محاور :أولها ،يهتم بأوضاع اليمن وموازين قوى العمماييين والبريطاييين فيها قبيل يشوب الصراع ،وثاييها ،يتناول خلفيات الصراع وأسبابه الجوهرية ،وثالمها ،يوض أحداث الصراع ،وخططه(السياسية والعسكرية والدعائية) ،ومراحله ،وميادينه(البحرية والبرية) ،أما الرابع فخصص لنتائج ذل الصراع وتأثيراته المستقبلية على اليمن ،سيما من النواحي السياسية واالقتصادية واالجتماعيةو كلية اآلداب ،جامعة تعز ،اليمن* Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Ortadoğu'da Değişen Güç Dengelerinin Türkiye'ye Etkileri Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ* Dünyanın en eski medeniyet merkezlerinden biri olan Ortadoğu coğrafyasında istikrarsızlık ve çatışmalar tarih boyunca devam etmiştir. Bu bölgedeki çatışmalar ve sonuçları sadece çatışmanın yaşandığı bölgeyi değil aynı zamanda diğer ülkeleri de etkilemekte, bazen bu çatışmaların küresel düzeyde yansımalarıda gözlemlenmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından bu yana Ortadoğu'nun içinde bulunduğu durum giderek daha sıkıntılı bir hal almıştır ve günümüzde Ortadoğu'da yaşananlar dünya barışı önünde bir engel olarak yer almaktadır. Ortadoğu'daki mevcut anlaşmazlık ve sıkıntıların çok çeşitli nedenleri vardır. Etnik çeşitlilik, sosyo-kültürel durum, ekonomik nedenler veya değişen güç dengelerinden kaynaklanan sorunlar bunlardan bazılarıdır. Tarih boyunca Ortadoğu'da değişen güç dengelerinin ele alınacağı bu çalışmada, özellikle Irak ve Suriye örneklerinin üzerinde durulacak ve bu ülkelerin tarihi gelişimleri incelenerek, Türkiye'ye etkileri üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda çalışmada öncelikle Ortadoğu kelimesinin nereden geldiği tartışılacak daha sonra ise Ortadoğu'da devam eden istikrarsızlık ortamının nedenlerinden biri olan değişen güç dengeleri konusu Sadabat Paktı çerçevesinde ele alınacaktır. ____________________ * Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İzmir Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015 Bildiri Özetleri Türkiye’nin Fransız Mandası Altında Suriye İle Ticarî Münasebetleri Doç. Dr. Sadiye TUTSAK Yrd. Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi gereğince Osmanlı Devleti’nden kopan ve Arapça’nın konuşulduğu coğrafi sahada oluşturulan manda idarelerinden birisi, 1920 yılında onbeş yıllığına Fransızlar tarafından Suriye’de kuruldu. Anadolu’da İtilaf Devletlerine karşı sürdürülen İstiklal Harbi ve ardından kurulan Cumhuriyet Türkiyesi devrinde Fransız mandası altında bulunan Suriye’yle pekçok sıkıntı yaşanmasına rağmen karşılıklı olarak ticareti sürdürülme çabasının bulunması dikkat çekmektedir. Bu çalışmada; Türkiye’nin Fransız mandası altında Suriye ile yaptığı ticarî anlaşmalar, münasebetleri devam ettirmek için gayretleri, ortaya çıkan meseleler ele alınacaktır. Bu çalışmanın, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, gazete, dergi, hatırat ve diğer telif ederlerden faydalanarak yapılması hedeflenmektedir. Anahtar Kelimeler: Türkiye, Suriye, Fransız Mandası, Ortadoğu Ticareti, Gümrük Uşak Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü. Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü