Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi

advertisement
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
T.C.
FIRAT ÜNİVERSİTESİ
ORTA DOĞU ARAŞTIRMALARI
ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
DÜNDEN BUGÜNE ULUSLARARASI ORTADOĞU
SEMPOZYUMU
(Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler)
(Elazığ, 28-30 Mayıs 2015)
Bildiri Özetleri
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Yahudilikte Savaş Kuralları
Prof. Dr. Sami KILIÇ*
Arş. Gör. Abdullah ALTUNCU
Ortadoğu, tarih boyunca büyük savaşların yaşandığı bir bölge olmuştur. Egemenlik
iddiasında bulunan bütün siyasi otoriteler Ortadoğu’ya hâkim olmayı amaçlamışlar ve güçlü bir
iktidar olabilmek için bu coğrafyanın kendi denetimleri altında bulunması gerektiğine
inanmışlardır. Diğer taraftan, çeşitli dini metinlerde yer alan önemli kutsal mekânların bu
coğrafyada bulunması, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar açısından bölgenin cazip hale
gelmesini sağlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, bölgenin korunması gerektiği inancından
hareketle, geçmişten günümüze söz konusu din mensupları arasında çeşitli çatışmalar meydana
gelmiştir. Bu çatışmanın değişmez taraflarından birisi Yahudilerdir.
Yahudiler, Mısır’dan Musa peygamberin öncülüğünde çıkmalarından itibaren
Hâkimler ve Krallar dönemi başta olmak üzere tarihin her döneminde Ortadoğu’daki savaşların
merkezinde yer almışlardır. Yahudilikte savaşların kaynağı genel olarak kutsal metinlerde yer
alan vadedilmiş topraklar ile ilgili inançlardır. Bu metinlerin yanı sıra dini otoritelerin
görüşlerine dayandırılan kurallar, savaşın amacı ve özelliğiyle yakından ilgilidir. Bu manada
Yahudilikte savaş, Milhemet Mitsva (emredilen savaş) ve Milhemet Reşut (isteğe bağlı savaş)
olarak ikiye ayrılmaktadır. Diğer taraftan Tanah’ta (Tevrat) yer alan savaşla ilgili ifadeler,
çeşitli Yahudi grupları tarafından farklı şekillerde yorumlanmaktadır. Bazı Yahudi reformist
düşünürler, savaşla ilgili pasuklardan bir kısmının “tarihsel” olduğunu ifade etmekte, Ortodoks
Yahudi grupları ise aynı pasukların özellikle eskatolojik çağda gelecek olan kurtarıcı dönemine
vurgu yaptığını belirtmektedir.
Tebliğde, “Yahudiliğe göre savaşın amacı”, “kutsal metinlerde yer alan ifadelerin
savaş doktrinleri üzerindeki tesiri”, “yapılan savaşların hangi kural ve prensipler etrafında
gerçekleştirildiği” ve “Yahudilikteki savaş ahlakı” konularında bilgi verecektir. Böylece,
Yahudi kaynaklı günümüz Ortadoğu’sundaki çatışma ortamının anlaşılmasına katkı sağlamak
amaçlanmıştır.
*
Fırat Ünv. İlahiyat Fak. Elazığ
Kilis 7 Aralık Ünv. İlahiyat Fak. Kilis

‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫القدس بين الحرب والسالم عبر التاريخ‬
‫ملخص البحث‬
‫‪‬عبدهللا بن عبدالرحمن الربيعي (أستاذ‪ /‬بروفيسور)‬
‫وهي دراسة تحليلية ألهمية القدس اإلقليمية والدولية وكيف تعاطت األمم واألديان معها عبر التاريخ بين صراع عسكري‬
‫وسالم مؤقت مبينا أن القدس لم تشهد استقرارا واحتراما وهدوءا إال في فى ظل الدول اإلسالمية المتعاقبة(دولة الخلفاء‬
‫الراشدين‪ ،‬األمويون" العباسيون ‪ ،‬األيوبيون من فت القدس على يد صال الدين األيوبي‪ ،‬الممالي األترا‪ ،،‬العمماييونووفي‬
‫المقابل مرت القدس في فترات من الصراع والحرب والخوف قبل الميالد بين قوى الشرق األديى القديم بما فيها اليهود وبعد‬
‫الميالد إبان الحكم الرومايي والبيزيطي ثم عايت من االستعمار الصليبي الغربي ثمايين عاما (‪1183-1099‬م)‪ ،‬واآلن ترز‬
‫تحت النير االسرائيلي من عام ‪1967‬مو‬
‫جامعة اإلمام محمد بن سعود _ الرياض‬
‫‪‬‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Filistin Meselesine Diplomatik Çözüm: Uluslararası Filistin’in Dostları Örgütü
Arş. Gör. Ahmet ÇELİK
Ortadoğu, jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik açılardan değerlendirildiğinde, gerek
bölge ülkeleri ve gerekse küresel güç odakları açısından oldukça önemlidir. Böyle olması
sebebiyle de bölgede her zaman bir kaos ortamı mevcut olmuştur. Fakat Filistin meselesi
diğerlerinden farklı boyutları olan, uzun süren ve sürecek olan bir meseledir. Bu sorun bölgesel
değil, evrensel ve sadece iki taraflı değil çok taraflı bir sorun olma özelliğinden dolayı
neredeyse tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun olmuştur.
Günümüz Filistin meselesinin temeli Yahudilere yurt olarak Filistin’in verilmesinin
resmi belgesi Balfour Deklarasyonu ile (1917) başlar. Dünyanın değişik coğrafyalarından
bölgeye Yahudi göçü başlatılır. 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla sorun daha da büyük bir
hale gelir ve 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarında dört defa savaş meydana gelir. Oslo
görüşmeleri başta olmak üzere Birleşmiş Milletler bünyesinde iki taraflı barış görüşmeleri
neticesiz kalır. Uluslararası arenada İsrail kendine yandaş bulurken Filistin’in yalnızlığa
itilmesi çözümsüzlüğü beraberinde getirmiştir. Söz konusu süreçte ne İslam Konferansı
Örgütü’nün ne de Arap Ligi’nin meseleyi çözmeye yönelik somut bir adımı olmamıştır.
Günümüzde Filistin Meselesi iç içe geçmiş beş ana noktada düğümlenmiştir.
Kudüs’ün nihai statüsü
Kendi sınırları içinde yaşayabilir bir Filistin devletinin doğuşu
Filistinli mülteciler
Yahudi yerleşimciler
Ekonomik kaynakların ortak kullanımı
Bölgede kalıcı barışı tesis etmek ve meseleyi Arapların milli meselesi olmaktan
çıkarmak için, sadece Filistin yanlısı değil, ortak noktada hareket edecek, uluslararası, şeffaf
bir kuruluş gereklidir.
Çalışmamızda önerdiğimiz Uluslararası Filistin’in Dostları Örgütü; dışişleri bakanlığı
düzeyinde, tüm dünya devletlerinin katılımına açık, objektif olarak bölge barışına katkı
sağlayabilecek, çalışmaları şeffaf bir örgüt olarak tesis edilmesi öngörülebilir.
Çalışmamız aşağıdaki soruları yanıtlamakla şekillenecektir:
1) Bu örgüt nasıl teşkil edilebilir?
2) Bu örgüt Filistin Meselesine kalıcı çözüm bularak bölge barışına katkı sağlayabilir mi?
3) Bu örgüt Filistin’i uluslararası arenada temsil edebilir mi?
4) Hangi ülkeler bu örgüte üye olur/olabilir?
1)
2)
3)
4)
5)

Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fak. Elazığ
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Kuruluşu öngörülen örgüt, Filistin’in siyasi, sosyal ve ekonomik gelişimine katkı
sağlayabileceği gibi, bölgede barış için oluşturulmak istenen geniş çaplı birliğin ilk adımı
olabilir. Filistinli Arapların eğitimi ve mülteciler sorununa da çözüm üretebilmesi her iki tarafın
eşit şekilde temsil edilmesine olanak sağlayabilir. Ayrıca Türkiye’nin örgüt içindeki
faaliyetleri, İsrail’in kuruluşundan sonra Türkiye’nin izlediği politika sonucu İslam
Dünyası’ndaki olumsuz imajı kırabileceğini öngörmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Filistin Meselesi, Uluslararası Filistin’in Dostları Örgütü, Türkiye
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Büyük Devletlerin Değişmeyen Mücadele Alanı, Orta Doğu
Yrd. Doç. Dr. Ali Gökçen Özdem
Ortadoğu; farklı uygarlıkların filizlendiği, değişik kültürlerin birleştiği ve ayrıldığı,
gelişmişlikle geri kalmışlığın tüm boyutunun görülebileceği, tarihin her döneminde
çatışmaların ve uyuşmazlıkların eksik olmadığı, dünyanın enerji deposu, kısaca iyi, güzel ve
çirkin olarak tanımlanabilecek tüm değerleri kendisinde barındıran, Asya ve Afrika kıt'ası ile
Akdeniz’i Hint Okyanusuna bağlayan stratejik bölgedir. Ortadoğu’nun coğrafi sınırları,
bölgeye tarihi süreçte egemen olan güçlerin stratejik hedeflerine göre değişiklik gösterdiğinden
üzerinde tam mutabakat sağlanmamıştır. Ancak Ortadoğu denilince günümüzde yaygın olarak
Arap Yarımadası ile İran'ı kapsayan bölge tanımlanmaktadır.
Sanayi devriminden önce, büyük güçlerin enerjiye ihtiyaçları henüz mevcut değilken
Ortadoğu hak dinlerinin ortaya çıkış yeri olması nedeniyle büyük devletlerin hakimiyet kurarak
prestij kazanmak için mücadele ettiği bölge olmuş bu kapsamda Rusya ve Fransa'nın yaratmış
olduğu
kutsal
yerler
sorunu, XIX.
yüzyılda Osmanlı
Devletini
uğraştıran
başlıca konulardan birisi olmuştur. Dönemin diğer iki büyük gücü İngiltere ve Avusturya
Macaristan İmparatorluğunun da krize müdahil olması ile, kriz 1854-1856 Kırım savaşının en
önemli nedenlerinden birisi olmuştur.
Bölgenin dünya petrol rezervlerinin büyük kısmını ihtiva etmesi nedeniyle, Büyük
Devletlerin mücadelesinin şekli ve şiddeti değişiklik göstermeye başlamıştır. Savaş başlıca
mücadele vasıtası olarak kullanılmaya devam ederken, bunun yanında kominizim, liberalizm,
demokrasi, vb. ideolojik argümanlar kullanılarak bölgenin sürekli olarak kaynaması
sağlanmıştır. Bu kapsamda Ortadoğu’yu dünyanın aktif volkanı olarak adlandırmak yanlış
olmayacaktır.
Bu incelemede daha çok yabancı kaynaklardan istifade edilerek, tarihsel süreç içinde
büyük devletlerin Ortadoğu’da kurmaya çalıştıkları hakimiyet ve kullandıkları vasıtalar
incelenerek, günümüze ışık tutabilecek sonuçlara ulaşılmaya çalışılacaktır
Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, Osmanlı, Rusya, İngiltere, Avusturya Macaristan
İmparatorluğu, Fransa, Amerika.

Uluslararası Plato Üniversitesi-İstanbul
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
19. Yüzyılda Rusya’nın Doğu Anadolu’daki Kürtler Üzerinde Etkileri
Öğr. Gör. Arzu AYTEKİN
Onsekizinci yüzyılda başlayan sanayi inkılabı ve Fransız Devriminin ortaya çıkardığı
milliyetçilik akımı On dokuzuncu yüzyılda Avrupalı Devletler açısından artık meyvelerini
vermeye başlamıştı. Bu devletler sanayi inkılabının tamamlanması ile birlikte sömürgecilik
yarışına girmiş ve bu yarışta milliyetçilik akımını Osmanlı İmparatorluğu gibi artık çökmeye
başlayan devletler üzerinde etkin şekilde kullanmışlardır.
Bu devletlerden biri de sanayi inkılabını tamamlamamasına rağmen Osmanlı
İmparatorluğunu parçalayıp tarihi emellerine ulaşma yönünde din ve etnik köken faktörünü en
iyi şekilde kullanan Rus Çarlığı olmuştur. Rusya 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile elde
ettiği Osmanlı İmparatorluğundaki Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu misyonunu
kullanmaya başlamakla birlikte , imparatorluk içerisinde Müslüman olup ancak etnik kökeni
farklı olan diğer unsurları da politikalarına alet etmiştir. Bunların başında da Kürtler
gelmekteydi.
Rus Çarlığı için Doğu Anadolu Platosunun kontrolü hem sıcak denizlere ulaşması
açısından, hem de sahip olduğu doğal zenginlikler ve Rusya’nın güney sınırlarının güvence
altına alınması bakımından oldukça önemliydi. Osmanlının çökmeye başlaması ile birlikte bu
bölgede ne zayıf bir devletin kurulmasını ne de batılı güçlü bir devletin buraya yerleşmesini
istemekteydi. Bu nedenle Doğu Anadolu’da yaşayan diğer etnik ve dini azınlıkların yanı sıra
çoğunluğu oluşturan Ermeniler ve Kürtler Çarlık politikasının bölgedeki başlıca unsurları
olmuşlardır.
Ruslar bölgede çıkarlarının gerektirdiği yönde bazen Ermenileri bazen de Kürtleri
destekleyerek etkili olmaya çalışmışlardır. Bağımsız Kürdistan hayalini gerçekleştirmek
isteyen Kürtler ise bu siyasete tepkisiz kalmamışlar hayallerine ulaşmak için arkalarına Rus
desteğini almak istemişlerdir.
Bu tebliğimizde on dokuzuncu yüzyılda Rusya’nın Doğu Anadolu’da yaşayan Kürtlere
yönelik siyaseti, Kürtlerin özelliklede Kör Hüseyin Paşa’dan başlayıp Bedirhan Beyi
Abdürrezzak ve Simko ile devam eden Kürt aşiret reislerinin bu siyasete yönelik tutumları ve
1917 Devriminin ikili ilişkileri nasıl etkilediği incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusyası, Kürtler, Doğu Anadolu.

Tunceli Üniversitesi-Tunceli
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
The Muslim Brotherhood in the Middle East according to British Documents
(İngiliz Belgelerine Göre Orta Doğu’da Müslüman Kardeşler)
Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA
The Brotherhood began as an Egyptian politico-religious movement and, by 1954, had
built itself up into a powerful political organisation. Although it took no active part in the
Revolution of 1952, it subsequently attempted to persuade the officers of the Revolutionary
Command Council to accept political advice and control, but was unsuccessful. By 1954 the
Brotherhood had ranged itself against the Revolution, and one of its members tried to
assassinate Nasser at Alexandria in October 1954. As a result the Brotherhood was suppressed,
and many of its more influential members were either executed, imprisoned or forced to flee
abroad.
In Egypt considerable numbers of the Brethren were imprisoned, and in 1959 some 600800 were known to be detained in concentration camps. In 1961, out of 6,700 persons sentenced
to “political isolation”, about 4,400 were classified as Muslim Brothers. Occasional abortive
plots alleged to be of Brotherhood origin were unearthed, but though the movement was thought
to retain some latent underground strength, at that date it showed no signs of revival.
Outside Egypt the Brotherhood made little impact. Even in Syria, despite the arrival of
Egyptian exiles in 1954, it struck no deep roots and in 1958 meekly accepted orders from the
United Arab Republic Government to disband itself. Minor offshoots of the Egyptian
movement appeared in Jordan, Sudan, Lebanon, Iraq and Kuwait.
A movement of similar name which appeared in Syria in 1960 under the leadership of
Isam al Attar drew its strength mainly from Damascus and appeared to have little connection
with the Egyptian movement. Three of its members held Ministerial posts in the previous
Government of Khalid al Azm, but since the army coup of March 8, 1963, little has been heard
of it.
A number of Islamic movements and organisations throughout the Middle East have
had associations with the Brotherhood at one time or another, including the Islamic Fraternity
of Iraq; the Servants of the Merciful of Lebanon; the Islamic Liberation Party and the General
Islamic Congress of Jerusalem in Jordan; and the Devotees of Islam in Iran.
Despite conflicting ideologies, the Brotherhood and the Communist Parties of the
Middle East often found themselves in tacit alliance, more particularly in Egypt in the spring
and summer of 1954. The Brotherhood was always shy of admitting its Communist

Uludağ Üni., Fen-Ede. Fakültesi, Tarih Bölümü
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
connections, and stressed the distinction between Communism as a creed and the USSR as a
friendly and peace-loving nation.
The Brotherhood was very much an Egyptian movement, and at that time did not seem
to be an important force anywhere in the Arab world. “So long, however, as poverty, ignorance
and social injustice are endemic in the Middle East, and so long as Islam retains its appeal, there
is always the possibility of a recrudescence of a politico-religious reforming movement of the
same type as the Brotherhood.”
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
19.Yüzyılda Kıbrıs’ın İdari Taksimatı ve İngilizlerin Bölgede Hâkimiyet Kurmaları
Ela ÖZKAN
Kıbrıs Adası İtalya’ya bağlı Sardinya ve Sicilya adalarından sonra Akdeniz’in en büyük
üçüncü adasıdır. Kıbrıs Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolüne geçmeden önce Doğu
Akdeniz’deki Osmanlı’ya ait gemilerine akın yapan Hristiyan korsanlarının sığınağı haline
gelmişti. Kıbrıs tarihi boyunca ada dışındaki uygarlıklar tarafından kontrol altına alınmak
istenen stratejik öneme sahip bir ülke olmuştur. Çünkü coğrafi konumu nedeniyle Ortadoğu’da
Afrika’ya uzanan yolları kontrol etmesi, Anadolu- Ortadoğu- Süveyş Kanalı hattına hâkim
olması, Süveyş Kanalından Hint ve Pasifik Okyanusuna uzanan deniz yolunun kontrol
noktalarından biri olması Kıbrıs’ın dikkatleri üzerine çekmesindeki önemli etkenlerin başında
geliyordu.
Osmanlı Devleti 1571 yılında Kıbrıs’ı feth etmesinden sonra adaya Anadolu’dan
getirilen Türk aileler yerleştirilmişti. Osmanlının adayı fethetmesiyle birlikte artık Kıbrıs’ta
adalet ve eşitliğe dayanan yerleşik bir imparatorluk düzeni hâkim olmaya başlamıştı. Osmanlı
İmparatorluğunun idari düzeni ve bu düzenin işleyişi Kıbrıs’ta da tatbik edilmiştir. Oluşturulan
idari teşkilatla bölgeye beylerbeyi atanarak eyalet sistemi devreye girmiştir. Kıbrıs’ta
oluşturulan bu düzen ve sağlanan imkânlar, adadaki halk tarafından olumlu karşılanmış ve
adada 19. yy’ın başlarına kadar, devlete karşı önemli bir hareket olmamıştır 17. Osmanlı
Devletinin genel gerileme ve zayıflama sürecine paralel olarak, Kıbrıs’ta kurulan düzen de
sarsılamaya başlamıştır. Kapitülasyonların Kıbrıs için de geçerli olması, yabancıların
ayrıcalıklardan yararlanmaya başlamaları adada çözülmeye yol açmıştır. Osmanlı Devleti, 4
Haziran 1878’de İngiltere’yle yaptığı gizli savunma antlaşmasıyla (Kıbrıs Antlaşması) Rus
tehlikesine karşı, geçici olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye devretmiştir. Ancak ada, hukuken
Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya devam etmiştir. Ancak Kıbrıs zamanla İngiltere’nin idaresi
altına girmiştir.
Bu tebliğde 19.Yüzyılda Kıbrıs’ın İdari Taksimatı ve işleyişi, İngiltere’nin bölgede
hâkimiyet kurması ve bu süreçte yaşanılanlar Arşiv Kaynakları ve Tetkik Eserlerden
yararlanılarak ortaya konulacaktır.

Fırat Üniversitesi, Tarih Bölümü, Doktora Öğrencisi
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Ortadoğu’daki Güncel Gelişmelerin Türk Dış Politikasına Etkileri ve Krizlerin
Önlenmesi
Prof. Dr. Erdal AÇIKSES
Dr. Zülfükar Aytaç KİŞMAN
Ortadoğu tarih boyunca statik bir siyasal yapıya sahip olmakta hep güçlük çekmiş bir
coğrafyadır. Bu karmaşık ve problemli coğrafyanın kavşak noktasında olan Türkiye
Cumhuriyeti bölgeye dönük ve genel dış politikasını oluşturmada ve uygulamada çeşitli
sıkıntılar yaşamaktadır. Ortadoğu coğrafi yakınlık, sosyal ve kültürel bağlar ve enerji gibi
konulardan ötürü Türk dış politikasının önemli konularından birisidir. Ortadoğu’da meydana
gelen güncel kriz ve gelişmelerin Türk dış politikası üzerine doğrudan veya dolaylı birçok
etkisinin olduğu görülmektedir. Bu etkinin gücü, yoğunluğu ve yönü henüz tam olarak
irdelenmediği için, bu noktada politikaların belirlenmesinde zorluklar ortaya çıkmaktadır. Dış
politikanın dinamik yapısı düşünüldüğünde bölgedeki kriz ve gelişmelerin Türk dış politikasını
etkileme potansiyelinin tespiti konusu aciliyet kazanmaktadır.
Bu çalışmanın amacı bölgedeki durumun Türkiye açısından tespitinin doğru bir şekilde
yapılıp, kısa vadede Türkiye’nin hem milli çıkarlarını hem de bölgedeki konumunu
sürdürebilmesi ve orta-uzun vadede ise Ortadoğu’daki gelişme krizleri kendi lehine
çevirebilmesi için çeşitli öngörü ve önerilerde bulunmaktır.

Fırat Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, [email protected]
Fırat Üniversitesi, Dış Ticaret Bölüm Başkanı, [email protected]

‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫الشباب والمعيش الديني‪:‬مقاربة سوسيولوجية لتمثالث الشباب التونسي للممارسة الدينية‬
‫‪‬فاتن مبارك‪:‬دكتوراه في علم االجتماع‬
‫ليست مؤسسات التنشئة االجتماعية التقليدية األساسية‪ ،‬وحدها المحددة لسلو‪ ،‬أفراد األسرة في المجتمع‪ ،‬بل ّ‬
‫إن تطور التقنيات‬
‫الحديمة للتواصل في عصر التقنيات الحديمة للتواصل في عصر بات يوصف بعصر عولمة وسائل االعالم والمورة الرقمية‬
‫وما رافقها من عنف وإرهاب للمعلومات‪ ،1‬قد ممّل ه ا التطور إلى تشعب أطر التنشئة وتداخلها فيما بينها على يحو أصب فيه‬
‫يسق التغيير االجتماعي للقيم والعالقات االجتماعية أكمر سرعة وحراكا خصوصا بالنسبة إلى فئة الشباب ذات الميل الطبيعي‬
‫للجديد وإلى االيفالت من حتمية وإكراهات مؤسسات التنشئة االجتماعية الحارسة لسلطة التقليد وبنية ومنظومته الرمزيةو ذل‬
‫ّ‬
‫أن الشباب بحكم خصائصهم وتطلعاتهم مرشحين ألن يكويوا أكمر تأثرا بالتحوالت الحاصلة في طرق العيش وأيماط السلو‪،‬‬
‫‪2‬‬
‫وأساليب التفكير والناتجة عن التأثير المتعاظم لمورة االتصاالت والمعلومات و‬
‫إذن في عصر وسائل االتصال الجماهيري والوسائط الرقمية الحديمة العابرة للحدود وشيوع استعمال تكنولوجيا االتصال في‬
‫المجتمع التويسي‪ ،‬يصب من غير الممكن محاولة فهم بينة ومحددات عالقة األسرة اليوم بالدين في الحياة اليومية دون البحث‬
‫في أثر المقافة التي تنش رها الفضائيات واأليتريات ومواقع التواصل االجتماعي على أفراد األسرة وسلوكهم الديني ذل أن‬
‫هو تل العملية التي يتلقى من خاللها األفراد معنى معينا‪ 3‬ول ل ‪(Wirght Charles‬االعالم كما يحددها رايت تشارلز (‬
‫ّ‬
‫فأن االهتمام به ه المسألة أكمر من ضرورة في فضاء اتصالي معلوم‪ ،‬تحتل فيه الفضائيات الدينية والبرامج الدينية حيّزا مهما‬
‫من حيث مساحة البحث وأيضا من ياحية يسبة المشاهدة‪ ،‬مما يعني أن البرامج الدينية في القنوات العربية اليوم أصبحت‬
‫مصدرا للرب و ذل باعتبار العالقة العضوية بين الرب وارتفاع يسبة المشاهدةو ولع ّل اإلقرار بتراجع ثقافة الكتاب لدى‬
‫أغلب أفراد المجتمع التويسي‪ 4‬يدفعنا إلى التساؤل حول واقع استهالكهم للصورة تحديدا كنزعة غالبة على الممارسات المقافية‬
‫الخاصة بهم‪ ،‬وذل من منطلق أن وسائط االتصال الرقمي وتحديدا التلفزيويات تحتل حيّزا مهما من ميزايية وقت األسرةو‬
‫يهت ّم بحمنا في ه ا المستوى بدور وسائل االعالم في تحديد المعيش الديني لألسرة التويسية وهو دور من الصعب وصفه‬
‫بالوضو و بحكم خضوع وسائل االعالم إلى قايون السوق ويسبة المشاهدة‪ ،‬فإيها تلجأ إلى إستراتجيات من الضغوط تمارسها‬
‫على المتلقي‪ ،‬بل إن بيار بورديو يل على تل العالقة العضوية بين االيديلوجيا ووسائل االعالم‪5‬و وربما بسبب عدم وضو‬
‫إيديولوجيات وسائل االعالم فإن تأثيرها االجتماعي على سلو‪ ،‬االفراد يتم بشكل غير مباشر‪ ،‬إذ تندرج وسائل االعالم في‬
‫إطار ما يسميه بالنموذج التوسيطي للتأثير االجتماعي ‪6‬و‬
‫ّ‬
‫إن عملية المشاهدة ال تخ لو من تركيب و تعقيد من ذل أن المشاهدة الجماعية وما ينتج عنها من تفاعلية وتبادلية لآلراء بين‬
‫المشاهدين أيفسهم تفت المجال واسعا أمام الفضائيات ومختلف وسائل االتصال الجماهيري لمضاعفة أثرها‪ ،‬وذل لما يتمتع‬
‫جامعة قرطاج‬
‫‪1‬‬
‫‪‬‬
‫علي يبيل " عنف المعلومات وإرهابها"‪ ،‬مستقبل المورة الرقمية‪ :‬العرب والتحدي القادم‪ ،‬كتاب العربي رقم (‪ ،)55‬مجلة العربي‪ ،‬الكويت‪ ،2004‬ص‪154،‬و‬
‫‪ 2‬المبروكي منجي‪" ،‬الشباب وثقافة االعالم الجديد‪ :‬يخبة االستخدام وضبابية المقاصد"‪ ،‬الشباب والمقافة‪ ،‬وقائع الندوة الدولية ‪11‬ـ‪ 12‬أكتوبر‪ ،‬بيت الحكمة‪ ،‬ص ‪165‬و‬
‫‪Wright Charles, Mass Communication : ASociological Prespective, Random House, New York, 1959,p.10-13.‬‬
‫‪3‬‬
‫‪Draoui Mahfoud, Imed Melliti, De la difficulté de Grandir: pour une sociologie de l’adolescence en Tunisie, centre de‬‬
‫‪publication universitaire, 2006, pp.156-157‬‬
‫‪5 Pierre Bourdieu, Raisons d’agir, Paris 1986, p. 17‬‬
‫‪4‬‬
‫‪ 6‬الممارسات المقافية والتعبيرات المستحدثة لدى الشباب‪ ،‬مارس ‪ ، 2005‬المرصد الوطني للشباب‪ ،‬وزارة الشباب والرياضة والتربية البدييةو‬
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫به االشخاص في البيئة المحيطة من دور حاسم في تبديل الموقف والرأي‪ ،7‬ل ل فأينا سنهتم في جزء ثان من بحمنا بدور‬
‫األسرة والعالقات داخلها في تممل أفرادها للمعيش الديني بما يصحبه من ممارسات وتصورات وأفكارو‬
‫‪ 7‬فليب كابان‪ ،‬جان فرايسوا دورتيه‪ ،‬علم االجتماع من النظريات الكبرى إلى الشؤون اليومية‪ :‬أعالم وتواريخ وتيارات‪ ،‬ترجمة إياس حسن‪ ،‬دار الفرقد‪ ،‬دمشق‪،2010 ،‬‬
‫ص ‪104‬و‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Ortadoğu’da Hukukun Modernleşme Süreci: Osmanlı ve İran Örneği
Prof. Dr. Fatmagül Demirel
19. yüzyıl Osmanlı ve İran devleti için bir değişim yüzyılıdır. Her iki devlet değişen
dünya koşullarına uyum sağlamak ve ayakta kalabilmek için batı modernitesini örnek alarak
devlet ve toplum yapısında reformist düzenlemeler yapmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla
uygulamada Osmanlı ve İran modernleşme süreci, kendilerine özgü farklılıkları barındırmakla
birlikte önemli benzerlikleri de ihtiva etmektedir. Eş zamanlı olarak modernleşme sürecini
yaşayan her iki devletin bu süreci askeri, idari, eğitim, hukuk, iktisat gibi alanlarda nasıl
yaşadığını ortaya koyacak müstakil çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Zira her bir konu
üzerinde yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar Osmanlı ve İran’ın modernleşme yüzyılını
anlamamıza yardım edecektir.
Tebliğde Ortadoğu’da iki komşu devletin modernleşme sürecinin önemli bir aşaması olan
hukuk alanında nasıl bir dönüşüm geçirdiğinden bahsedilecektir. Hukukun toplumsal yapıyı
dönüştürmede önemli bir araç olduğu düşünülürse, her iki devlet yirminci yüzyıla farklı bir devlet
ve hukuk yapısı ile girmiştir. Osmanlı ve İran Devletinin İslam hukuku zemininde, batı hukuk
norm ve kurumlarını nasıl benimsediği veya benimseyemediği ve günümüz Türkiye ve İran
Devleti’nin mevcut hukuk sistemlerine nasıl bir değişim içinde geldikleri karşılaştırmalı olarak
incelecektir.

Yıldız Teknik Üniversitesi
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Kadın, Orta Doğu ve ABD
Yrd. Doç. Dr. Füsun Çoban DÖŞKAYA*
Amerika Birleşik Devletleri sömürgeci emellerle ve enerji kaynaklarının zenginliği
yüzünden Ortadoğu'yu dış politikasının ve milli güvenlik stratejisinin önemli bir parçası haline
getirmiştir. 19. yüzyılın başlarından itibaren bölgeye gelen Amerikalı misyonerler, burada
yaşayan insanların inançları ve bölge özellikleri hakkında kayıtlar tutmuşlardır. Ortadoğu,
ABD ve Avrupa'nın konumlanışına göre 1900'lü yıllarda kavramlaştırıldıktan sonra, bölgedeki
kimi gruplar ayaklandırılarak kargaşa ortamı yaratılmıştır. Daha sonra, kurtuluşun Amerika'da
ve Amerikan tarzı eğitimde olduğu vurgusu yapılarak, bölgedeki enerji kaynakları ve ulaşım
yolları her dönem kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
Sürekli devam eden savaşlarla ilişkilendirilerek, silahların ve bombaların patladığı bir
savaş alanı olarak zihinlerde kodlanan Ortadoğu imgesi, günümüzde erkek egemen bir mekan
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölgede kadın olmak diğer bölgelere oranla daha zordur.
Ortadoğulu kadın, kamusal alanın değil, aile içi yaşamın bir parçasıdır ve toplum içerisinde
etkisiz ve ikincil konumdadır. Dünya gündemine sıklıkla, berdel, namus, töre, başlık parası,
cinsel taciz ve eğitimde ayrımcılık gibi konularla gelmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu kadınına bakışı ve onu eğitim yoluyla kendi
ideolojisine dahil etme gayreti bu çalışmanın inceleme konusunu oluşturmaktadır. Bu amaçla
çalışmada, farklı dönemlerde, Amerikalıların kendileri veya 'yerli yardımcılar' olarak
adlandırabileceğimiz kişilerce kaleme alınmış olan metinlerden örnekler verilerek, ABD'nin
yaratmaya çalıştığı Ortadoğulu kadın imajı ve bunun nedenleri üzerinde durulacaktır.
Çalışmada incelenecek olan metinler arasında ABCFM misyonerlerinin metinleri yanı sıra,
David L. Phillips'in Kürt Baharı:Ortadoğu’nun Yeni Haritası (2015) ve Nobel Barış Ödülü
sahibi MalalaYusufzay'ın Cristina Lamb ile beraber kaleme almış oldukları Ben Malala:
Eğitim Hakkını Savunduğu için Taliban Tarafından Vurulan Kız (2014) isimli güncel
metinlerde kullanılacaktır.
________________
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü, İzmir
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Ortadoğu’da, Matüridilik ve Selefilik Anlayışının Etkileri
Prof. Dr. Fikret KARAMAN
Tebliğimizde, öncelikle İslam inancının önemli iki ekolünü oluşturan Selefilik veMatüridilik anlayışları ile bunların birbirlerine olan yakınlıklarına ve farklılıklarına dikkat
çekilecektir.
Ayrıca 19. Asrın sonlarında başlayan ıslah, tecdit faaliyetleriyle İslam
bilginlerinin dine dönüş çağrılarının etkileri ve Batılı ülkelerin İslam dünyasına yönelik
politikaları sonucunda ortaya çıkan özellikle günümüzde modern Selefiliğin tetiklenerek yön
değiştirmesi ve Haricîlik hareketini çağrıştıran olaylarla ilişkilendirilmesinin arka planı
tartışılacaktır.
Selefiyye; sahabe - tabiin Müslümanlarının dini meselelerde kendileri gibi düşünerek
Ehl-i Sünnet yolunda karar kılanların itikadi mezhebi olarak bilinmektedir. Gelenekçi metot
çizgisinde; ayet ve hadislerin zahiri anlamıyla yetinen, te’vile, akli yoruma kapalı bu inanç
disiplini, başlangıçta, “Kelâm İlmi”nin zeminini oluşturmakla beraber, sonraları bazı kırılmalar
ve sapmalar yaşamıştır.
Ayet ve hadislerden yararlanmakla Selef’e yakın duran Matüridilik; dinin anlaşılmasında
aklı önemli araç olarak kullanmıştır. İtikadi konularda Hanefiliğin prensiplerini benimsemekle;
Selçuklularda, Osmanlılarda hâkim olan hoşgörüyle çoğulculuk kültürünün ilham kaynağı
olmuş, Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında asırlarca huzur iklimi hüküm sürmüştür.
Resulullah’ın tebliğiyle İslam, dünyanın dört bir yanına yayılmış ameller, niyetlerle
değerlendirilerek insanların sosyal, psikolojik duyguları dikkate alınmıştır. İlerleyen süreçte;
medrese, cami, han, hamam, köprü, kervan saray gibi kültürel zenginliklere yansıyan sanat,
estetik değerler medeniyetin temelini oluşturmuştur.
İslam; şirki gerekçe göstererek “Tevhid İnancı”na gelenlerin yolunu kapatmamıştır.
Onların kutsal hayatını, hukukunu korumuştur. Günümüzde; iyiliği emretmek, kötülükten alı
koymak adına, dini değerlerimizle bağdaşmayan aşırılıkları onaylamamıştır. Aksine, insanlara
güzel söz ve hoşgörüyle yaklaşmayı emretmiştir.
Çağımızda Selefiliği / Vehhabiliği; doğduğu sert çöl iklimi şartlarında tutarak; aklı,
felsefeyi, tefekkürü dikkate almadan salt inancı telkin etmenin zorlukları tartışmasızdır.
Sonuçta din hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ancak İslam’ı öğrenmek isteyenler, hayal
kırıklığına uğrayacaklardır. Cihad ayetleri, bulundukları kontekstlerden koparılarak savaşla
yorumlanmaktadır. Böylece değişik coğrafyalarda çeşitli örgüt isimleriyle korkunç
uygulamalar İslam’a mal edilmektedir. Oysaki İslam bir insanın hayatını kurtarmayı, bütün
insanların hayatını kurtarmakla eşdeğer kabul etmiştir.

İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi-Malatya
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫مخاطر االبتعاد عن مصادر الدين األساسية والتحليل الكيفي والمختلف‬
‫ملخص الموضوع‬
‫‪‬أودوخالد حلبويي‬
‫تعد المصادر الدينية مرجعيات معرفية‪ ،‬تستنفر طاقات الوعي‪ ،‬لتممل تجربة الفكر والحياة البشريةو والبعد عن التلقي عن‬
‫المصادر الدينية األساسية هو ايتصار لشرعة السيف على شرعة المنهجو‬
‫ويأتي التحليل الكيفي للنصوص في إطار ف االرتباط بين العودة الحقة إلى المصادر األصيلة‪ ،‬وبين إطار التفسيرات‬
‫الالمعقولة‪ ،‬وتوظيفها بما يخدم المصال الخاصة لجهة محددةو‬
‫ويتجلى مكمن الخطر في العقلية التي تمكنت من الخطاب الكيفي في تفسير يصوص الدين‪ ،‬وه ا يؤدي إلى سحق الفكر‬
‫ب مقيتٍ‪ ،‬ينتهي إلى التشتت فكريا‪ ،‬والحرابة اجتماعيا‪ ،‬والتفرق تاريخيا‪ ،‬والخصام حضارياو‬
‫اإليسايي‪ ،‬وتقديمه قربايا لتعص ٍ‬
‫ب للمصادر الدينية األساسية‪ ،‬ذل أن العناصر الماوية في التحليل‬
‫وما يندا في الواقع ما هو إالّ اهتال‪ ،‬فكري‪ ،‬وثقافة احترا ٍ‬
‫الكيفي‪ ،‬والنأي عن المنهجية‪ ،‬تجسد تدشينا لخطاب االيغالق‪ ،‬وتوءمة التطرف المتشرذم في إحاالته المبعمرة‪ :‬غلواً‪ ،‬وتشدداً‪،‬‬
‫وضياعا ً في تيه اإلشكالياتو‬
‫أقتر ‪:‬‬
‫أ‪ -‬ضرورة القطيعة للتحليل الكيفي والمختلف‪ ،‬لمخالفته مناهج البحث العلمي والقراءة المنضبطةو‬
‫ب‪ -‬توظيف مراكز اإلعالم والنشر لنقد ما يحدث‪ ،‬وتعريته‪ ،‬وبيان سوء مقاصده‪ ،‬وفساد أهدافهو‬
‫ت‪ -‬طر البدائل الصحية‪ ،‬التي تستمد ُ بنيتها من المصادر الدينية األساسيةو‬
‫‪Şam Üniversitesi-Suriye‬‬
‫‪‬‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Türkiye Ortadoğu Ekonomik İlişkilerinin Gelişimi ve Geleceği
Doç. Dr. Harun Öztürkler
Türkiye 1963 yılında bir yandan Avrupa Birliği (AB) ile Ankara Anlaşması’nı
imzalayarak bütünleşme sürecini başlatırken, diğer yandan kalkınma planlaması eksenli bir
çerçevede uygulamaya koyduğu ithal ikamece sanayileşme stratejisi ile içe dönük bir ekonomik
politika anlayışını benimsiyordu. AB üyelik sürecinin hala tamamlanmamış olmasında sürecin
başlangıcında var olan bu paradoksal ekonomi politik bu tercih ile birlikte, AB’nin Türkiye ile
ilişkilerini “coğrafi yakınlık” ve “stratejik konum” boyutunda değerlendirirken, Türkiye’nin
AB üyeliğini ekonomik, sosyal, politik ve güvenlik boyutlu bir “beka projesi” olarak görmesi
de vardır. Ayrıca, AB, Ortadoğu ile ilişkilerini enerji kaynaklarına erişim, ürünlerine pazar,
Asya pazarlarına erişim ve sosyo-politik ve güvenlik boyutları ile sürekli geliştirirken, Türkiye,
Ortadoğu ile olan ekonomik ilişkilerini, enerji kaynakları ithalatı dışarıda bırakıldığında,
coğrafi yakınlık avantajını dahi yeteri kadar kullanacak ölçüde geliştirememiştir. 2000’li
yıllarda Türkiye AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlamakla birlikte, dış ekonomik ve politik
ilişkilerindeki perspektifi küresel bir yaklaşım içermeye başlamıştır. Küreye açılmanın coğrafi
komşulardan başlaması doğal olduğundan, Türkiye’nin hem Ortadoğu hem Rusya Federasyonu
hem de diğer komşuları ile ekonomik ve politik ilişkileri hızla gelişmeye ve dönüşmeye
başlamıştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan Arap Baharı süreci ve Rusya
Federasyonu’nun komşuları ile olan ilişkilerindeki bozulmalar ve bunun Batı ile olan
ilişkilerine de yansıması ise Türkiye’nin Ortadoğu ve Rusya Federasyonu ile olan ilişkilerini
yeniden tanımlayama zorlamıştır. Bu çerçevede, bu çalışmanın amacı, Türkiye ile Ortadoğu
arasındaki ekonomik ilişkileri tarihsel boyutu ile ele almak, ekonomik ilişkileri tamamlayıcılık
ve rakiplik ölçütlerinde değerlendirerek gelecekte nasıl bir ilişki öngörülebileceğini
tartışmaktır. Çalışma bu temel amacı yanında, Türkiye’nin Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerinin
gelişiminin dış politikalarındaki dönüşümler ve AB ile olan ilişkilerindeki gelişmeler ile ne
ölçüde örtüştüğünü ve/veya ayrıştığını da analiz etmektedir. Bu analiz ile ulaşılmak istenen
Türkiye’nin Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerinin gelecekte izleyebileceği patikaya ilişkin olarak
öngörüde bulanmak ve Ortadoğu’nun Türkiye için ekonomik anlamda AB’ye bir alternatif
oluşturup oluşturamayacağı sorusuna yanıt aramaktır.

Kırıkkale Üniversitesi
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫الطائفية وآليات توظيفها في الشرق األوسط‬
‫‪‬دو إبراهيم محمد السعداويو أستاذ تاريخ حديث ومعاصر‬
‫ارتبطت "الطائفية" كميرا بكلمة "طائفة" التي تطور مدلولها عبر المراحل التاريخية‪ ،‬واقتريت أهميتها بالحيز‬
‫المخصص لها في خطاب النخبة العالمة وصناع القرار بصفة عامةو فلئن تعددت دالالت "الطائفة" في المعاجم اللغوية‪ ،‬فإن‬
‫استعماالتها تنوعت حسب الفترات التاريخيةو وتفيد المصادر العربية أن تل العبارة أطلقت أول األمر على األقليات الدينية‬
‫والعرقية التي تقيم داخل الدولة اإلسالمية‪ ،‬ممل طائفة الخوارج وطائفة اليهود وطائفة الجنويين وغيرها من الوحدات‬
‫االجتماعية الصغرىو كما استخدمت أيضا في التصنيفات المهنية والنشاطات االقتصادية‪ ،‬حيث تحدثت المصادر عن طائفة‬
‫التجار وطائفة الخضريين (بائعي الخضر) وطائفة الصباغين وطائفة السقائين وطائفة "الشواشية" (منتجو الشاشية) وطائفة‬
‫الفحامين وطائفة "القهواجية" وغيرهم من أصحاب المهنو‬
‫ويبدو أن كلمة "الطائفة" اتخ ت بعدا جديدا ومتميزا في الشرق األوسط من القرن التاسع عشر‪ ،‬حيث ايحصرت‬
‫أكمر فأكمر في المجال الديني والمقافيو وحرص المستشرقون والقناصل األجايب على فهم الطائفة بطريقتهم وإبراز أهميتها‬
‫في النسيج االجتماعي‪ ،‬كما استعملوها كآلية لتقسيم المجتمع وإضعافه قصد تسهيل تدخلهم في الشؤون الداخلية للمنطقة وفرض‬
‫الوصاية عليهاو ويرجع ذل إلى استراتيجيات القوى األوروبية الصاعدة السيما فريسا وبريطاييا‪ ،‬حيث حرصت على دعم‬
‫مصالحها بتل المنطقة التي تحتوي على موارد طبيعية مهمة بالنسبة لالقتصاد الرأسماليو وبالتالي فإن "الطائفية" التي تعتبر‬
‫عامل تنوع ثقافي وإثراء اجتماعي‪ ،‬تحولت إلى آلية سياسية تستخدمها الدول الغربية للسيطرة على بلدان الشرق األوسط‬
‫وتأجيج الصراعات والنزاعات داخلهاو ولعله من يافلة القول أن النخب المحلية ايخرطت أحيايا في ه ا المخطط االستعماري‬
‫العتبارات متعددة‪ ،‬وهو ما عرقل عملية التنمية بكامل المنطقةو‬
‫وسنحاول في ه ه الدراسة توضي األفكار السالفة ال كر إذ سنبين ظاهرة "الطائفية" وتطوراتها بالشرق األوسط‪،‬‬
‫أليه ا صارت اليوم سببا لضعف وتفكي المنطقة بعد أن كايت رمزا للتنوع المقافي واإليتاج االقتصادي خالل العهد العمماييو‬
‫كما سنقتر بعض الحلول الكفيلة بتحويل الطائفية من عامل تشتيت وحرب إلى عامل بناء وإثراءو‬
‫‪Sectarianism and its mechanisms‬‬
‫‪employed in the Middle East‬‬
‫‪Summary‬‬
‫‪The word "sectarianism" was often associated with the word "sect" that develops its‬‬
‫‪significance across historical periods, and coupled with its importance allocated to the‬‬
‫‪intellectual elite and decision-makers in general. Though there were many indications of‬‬
‫‪"community"(“or congregation”) in language dictionaries, its usage varied according to‬‬
‫‪historical periods. According to Arab sources the phrase was first concerned with religious and‬‬
‫‪ethnic minorities who lived in the Islamic state, such as the Kharijites sect, the Jews sect,‬‬
‫‪Genovese sect, and some other smaller social units. It was also used in professional sectors and‬‬
‫‪economic activities, where sources talked about a group ("Taïfa") of traders and group of‬‬
‫المعهد العالي للعلوم االيسايية بجندوبة‪ ،‬جامعة الشمال الغربيو الجمهورية التويسية‬
‫‪‬‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
merchants (vegetable vendors) , another group of dyers and those “chechia” makers (traditional
hat producers) in addition to Fahamines(Coal producers), and "Kahwajiines”( Coffe makers)
and many other professions.
It seems that the word "community" ("Taïfa") has taken a new and distinct dimension
in the Middle East since the nineteenth century since it was more confined to the religious and
cultural field. Orientalists and Foreign consuls took care in understanding the word community
or sect in their own way and highlight their importance in the social context. They used it as a
mechanism to divide and weaken the community in order to facilitate their interference in the
internal affairs of the region as well as the imposition of trusteeship. This is due to the emerging
European powers strategies, particularly France and Britain. The latter were keen to support the
interests of that region, which contain important natural resources for the capitalist economy.
Thus, the word "sectarian", which involves cultural diversity and social enrichment, turned into
a political mechanism used by Western countries to dominate the Middle East countries and
fueling internal conflicts and disputes. Perhaps it is worth saying that the local elites were
sometimes engaged in this colonial plan for multiple considerations, which hampered the full
development process of the region.
Within the enclosed study, we will try to clarify the above-mentioned ideas and show
that phenomenon of "sectarianism" together with its development in the Middle East, since it
has become today the main reason for the weakness and the dissociation of that region under
study; this after being considered as a symbol of cultural diversity and economic production
during the Ottoman era. We will propose also some solutions to transfer sectarianism from
dispersive and war factor to a constructive and enriching one.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Osmanlı Döneminde Kürdistan Eyaletinin Teşkili ve Kaldırılması (1848-1867)
Prof. Dr. İbrahim YILMAZÇELİK
Diyarbekir eyaleti 1515 tarihinde Osmanlı hâkimiyetine katılmış ve bu tarihten
başlayarak, Osmanlı Devletinin yıkılmasına kadar geçen süre içerisinde önemini
korumuştur.Diyarbekir Beylerbeyliğinin ilk idarî taksimatına bakıldığında; bölgenin ilk
dönemlerde, Safevî dönemi tesiriyle oldukça geniş bir sınıra sahip olduğu ve Bütün Doğu
Anadolu'nun bir arada toplandığı görülmektedir. Erzurum Beylerbeyliğinin teşkiliyle,
Diyarbekir Eyaletinin kuzeyindeki toprakların bir kısmı, Van ve Urfa eyaletlerinin teşkili ile
birlikte ise Diyarbekir eyaletinin doğu ve güneyindeki bazı yerlerin de bu yeni kurulan
eyaletlere bağlandığı bilinmektedir. XVII.-XVIII ve XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı
Devletinin genel idarî taksimatında görülen bir kısım değişiklikler, kendisini Diyarbekir
Eyaleti’nin idarî taksimatında da göstermiştir. Eyaletin sınırları zaman içerisinde daralmakla
beraber, Osmanlı açısından önemini korumuştur. Bu incelemede, 1848-1867 yılları arasındaki
Diyarbekir Eyaleti’nin yeniden teşkilatlandırılmasına gelinceye kadarki idarî teşkilattaki
değişmeler ana hatları ile ele alınmıştır. Zira 1848 tarihine gelinceye kadarki idarî taksimatın
ortaya konulması, bu tarihte idarî taksimatta yapılan değişiklikle, ilgisinin olup olmadığını
göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Tanzimat Fermanının ilan edilmesinden sonraki süreçte, Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerin
bütün, Osmanlı topraklarında aynı anda uygulanması mümkün olmadığı görülmektedir.
Tanzimat’ın geç uygulandığı yerlerden bir tanesi de Diyarbekir Eyaleti’dir. Bu bölgede
Tanzimat’ın uygulanması, ancak 1848 yılından itibaren olmuştur. 1848 yılında idarî alanda
yapılan düzenlemelerle, Diyarbekir Eyaleti yeniden teşkilatlandırılmıştır. Bu incelememizde,
Osmanlı döneminde kuruluşundan itibaren Diyarbekir Eyaleti'nin idarî durumu ana hatları ile
ele alınmış, ancak özellikle 1848-1867 yılları arasındaki idarî düzenleme ve sebepleri üzerinde
daha ayrıntılı olarak bilgi verilmiştir. 1848-1867 tarihleri arasında Osmanlı idarî teşkilatı
içerisinde görülen Kürdistan Eyaleti ile ilgili olarak; o dönemde gerçekleşen ve kayıt altına
alınan bütün işlemler, Osmanlı Arşivine intikal eden belgelerden ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Osmanlı devletinin son döneminde bölge adıyla hiç bir şekilde ilgisi olmamasına rağmen,
Doğu Bölgesine Kürdistan adını verilmesi, pek çok problemi de beraberinde getirmiştir.
Tanzimat dönemi devlet adamlarının yeni idarî teşkilata, Doğu bölgesine, Kürdistan Eyaleti
adını vermelerin sebebini, başta özellikle Avrupa'nın tesirinde aramak gerekir. Zira Osmanlı
döneminde idarî bir mıntıka olarak, İran sahasında rastlanan bu tabirin, Diyarbekir merkezi
başta olmak üzere bölge ile uzaktan ya da yakından hiçbir alakasının olmadığı gerçeği belgelere
de açık olarak yansımıştır.

Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih bölümü-Elazığ
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Bu yeni idarî teşkilatlanmanın diğer sebepleri ise bölgede, asker teminin sağlanamaması,
asayişin kurulamaması ve vergi tahsilinde karşılaşılan zorluklar şeklinde sıralanabilir.
Dolayısıyla bu bölgede yeni bir eyalet teşkil edilmesinin başlıca sebebini, özellikle "
Tanzimat'ın Uygulanmasında Karşılaşılan Güçlükler" de aramak lazımdır. Bununla birlikte
1857-1858 tarihlerine ait belgelerde bile hala eyalet adı olarak, Kürdistan yerine Diyarbekir
adının kullanılması; bu uygulamanın ve adın Diyarbekir bölgesinde benimsenmediğinin de açık
bir göstergesi olmalıdır. Devlet bu yeni teşkilatlanmadan ümit ettiği verimi sağlamadığından;
1864-1867 tarihleri arasında yaptığı yeni düzenleme ile Kürdistan adını kaldırmış ve bölgeye
yeniden Diyarbekir Eyaleti denilmiştir.
In The Ottoman Empire State Formation and Removal of Kurdistan (1848-1867)
The Diyarbekir province remained under the authority of the Ottoman Empire in 1515
and maintained its importance from that period to the collapse of the Ottoman Empire. When
considering administrative divisions of Diyarbekir governor, it can be seen that the region had
an extremely large border and the whole Eastern Anatolia was gathered together in the first
periods. It is known that with the organization of the Erzurum governorship, some of the lands
in the Northern Diyarbekir Province and with the organization of Van and Urfa provinces, some
lands of the eastern and southern Diyarbekir province were linked to these provinces recently
founded. Some changes seen in the general administrative divisions of the Ottoman Empire in
XVII.-XVIII and the first half of the XIX. century appeared in the administrative divisions of
the Diyarbekir Province, as well. Although the province borders were narrowed in time, it
maintained its importance in terms of the Ottoman Empire. This study dealt generally with
changes in the administrative organization until re-organization of the Diyarbekir Province
between the years 1848-1867. Because, finding out the administrative divisions until 1848 has
a significant importance in terms of showing whether it was rekated with the changes in the
administrative divisions.
Following the declaration of the Imperial Edict of Reorganization, it is seen that it was
impossible to apply all the innovations brought by the Reorganization in the Ottoman lands at
the same time. One of the lands where the Reorganization was applied late was the Diyarbekir
Province. The Reorganization was applied here after 1848. With the regulations in the
administrative area, the Diyarbekir Province was re-organized. In this study, the administrative
condition of the Diyarbekir Province since the establishment of the Ottoman Empire, was
generally dealt, however, more detailed information was given especially about the
administrative regulation and its reasons in the years 1848-1867. All the processes that came
into being in this period and recorded, abput the Kurdistan Province in the Ottoman
administrative organization in the years between 1848-1867, were examined through the
documents tranferred to the Ottoman archieve.
In the late period of the Ottoman Empire, although there was not any relation to the area
name, that the name of Kurdistan was given to the Eastern Region brought many problems with
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
itself. The reason why the name of Kurdistan Province was given to the recent administrative
organization, the Eastern Region shoud be searched especially in the European impact.
Because, it is clearly reflected in the documents that this expression encountered in the Iranian
region as an administrative district had no less ad more relation to the region, notably the center
of Diyarbekir in the Ottoman period of time.
The other reasons of this recent administrative organization can be ranked as the inability
to supply soldier, the inability to establish the peace and the difficulties encountered in
tax collection. Therefore, the main reason of organising a new province in the region should
be searched especially in “The Difficulties Encountered in the Practice of the
Reorganization”. However, that the name of Diyarbekir was still used as a province name,
instead of Kurdistan even in the documents of the years 1857-1858 should be a clear indication
that this practice and this name were also adopted in the Diyarbekir region. As the State did not
supply the yield it hoped from this recent organization; it abolished the name of Kurdistan with
a new regulation in the years between 1864-1867 and this region was called again as Diyarbekir
Province.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
İpek Yolu’nun Ortadoğu’daki Önemli Bir Durağı, Mısır: İktisadi Dönüşüm Süreci,
Dünya Ticaretindeki Yeri ve Türkiye İle İlişkisi
Doç. Dr. İrfan Kalaycı
Hatice Özkurt
Mısır, İpek Yolu’nun Ortadoğu’daki en büyük uzantısı konumundadır. Bir başka açıdan
da, G. Afrika Cumhuriyeti’nden sonra antik kıta Afrika’nın en büyük 2., dünyanın ise
27.ekonomisidir. Türkiye, bölgesel gücüne paralel olarak genel olarak Afrika kıtasına ve özel
olarak da Ortadoğu’ya ve dolayısıyla Mısır’a karşı ilgisini arttırmıştır. Zira Mısır Osmanlı
İmparatorluğu’nun zengin ve verimli bir eyaleti (1517-1805) idi. Daha sonra, Osmanlı’nın
ardılı olarak Türkiye ile derin tarihsel, kültürel, iktisadi ve ticari ilişkilerini sürdürdü. BM, G24, ILO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi birçok
uluslararası kuruluşlardaki ortak üyelikler ise bu ikili ilişkileri pekiştirmiştir. “Arap Baharı”
süreci ile birlikte Mısır ekonomi-politik dönüşümde zigzaglar çizmiştir. Mısır, 52 ülkeli toplam
Afrika ihracatının (X) %5,1’ni; Afrika ithalatının (M) %10,5’ini oluştururken; X’de dünya
68.si, M’de ise 49. sırada yer bulmaktadır. Türkiye'nin yüksek cirolu tekstil şirketleri Mısır'daki
nitelikli serbest bölgelerde yatırıma başlamışlardır. Mısır ile Türkiye’nin dış ticaret hacmi 2013
ortasında 3 milyar doları ($) aşmıştır. Türkiye, büyük bir ihracat pazarı olarak gördüğü Mısır’a
karşı 1,4 milyar $ civarında fazla vermiştir.
Anahtar Kelimeler: Mısır, Dış Ticareti, İpek Yolu, Arap Dönüşüm Süreci.

İnönü Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi

Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Amerikan Hegemonyasında Irak Türkleri: Körfez Krizinden Günümüze
Yrd. Doç. Dr. İsa KALAYCI
Osmanlı Devleti hâkimiyetinin son bulmasından itibaren bir türlü huzur ve sükûna
kavuşamayan Irak, 1991 yılından beri Amerikan sultası altındadır. Amerika’nın BM Güvenlik
Konseyi kararına dayanarak Diktatör Saddam rejimii dizginlemek ve bölge insanını
demokrasiye kavuşturmak parolasıyla başlattığı fiili müdahale, Irak Kürtlerinin Irak’ın
kuzeyine tam hâkimiyetiyle sonuçlanmıştır.
Körfez Savaşı ile başlayan ambargo ve ABD işgaliyle devam eden süreç, Irak
topraklarını güvensiz kılmış ve bu durum yüzbinlerce insanın ülkeyi terk etmesine neden
olmuştur. Saddam’ın varlığı bahane edilerek sürdürülen yaptırımlar aslında savunmasız Irak
halkını hedef almıştır. Iraklıların en temel insan haklarından bile faydalanmalarına engel
olunmuştur.
Çekiç Güç’ün Temmuz 1991’de başlattığı Huzur Operasyonu’yla Saddam Hüseyin
bertaraf edilmiş olmasına rağmen, konjonktürel ve çıkarımsal olarak iktidarda bırakılmıştır.
Üstelik 36. Paralelin kuzeyini Güvenli Bölge olarak ilan edenler, Türkmenleri bu korumanın
dışında bırakmışlardır. Bu tarihten 2015’e kadar geçen 25 yıllık zaman zarfında ülkede
Kürtlerin hesapladıklarından daha fazla hak edinimleri söz konusudur. Tam da bu noktada, Irak
Türklerinin türlü eza ve cefaları başlamıştır. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra çeşitli baskı ve
zulümlere duçar olan Türkmenler, Amerikan hegemonyasında da adeta iki taş arasında
ezilmişlerdir. Özellikle Kerkük’ü ele geçirmek isteyen Kürtlerin saldırılarına maruz bırakılan
Türkmenler, tarihlerinin en kötü dönemlerini yaşamışlardır. Bugün gelinen noktada Türkmenler
her türlü demokratik ve insani haklardan yoksun olarak hayatlarını devam ettirmektedirler.
Muhtemelen karşılaştıkları bu problemler kısa vadede çözülemeyecektir.
Bu çalışmada genel olarak; Irak Türklerinin 1991-2011 yılları arasında yaşadıkları
sıkıntılar değerlendirilmiştir. Söz konusu çalışmada hatıralar, raporlar, röportajlar, tezler, telif
ve tetkik eserlerin yanı sıra, dönemin basınından istifade edilmiştir.

Mustafa Kemal Üniversitesi Antakya/Hatay
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Bir Ütopya: Kudüs’te Barış
Yrd. Doç. Dr. Işıl Işık BOSTANCI
Kenânîler tarafından bir krâliyet şehri olarak kurulan ve en büyük ilâhları “Salem” için
bir tapınak inşâ edilmek suretiyle de kutsallık pâyesi kazandırılan Kudüs, bu özelliğini üç
semavî din için de devam ettirmiştir. Kudüs kutsallığından çok, bulunduğu coğrafyanın
kaderinden etkilenmiştir. Asya, Afrika ve hatta Avrupa kıtalarını kara ve deniz yolları ile
birbirine bağlayan, önemli bir köprü durumundaki Ortadoğu coğrafyası, tarihî süreç içerisinde
hem iktisadî olarak ön plana çıkmış, hem de farklı birçok kavme ev sahipliği yapmıştır. 20.
yüzyılın başlarına kadar Anadolu, İran ve Mısır coğrafyalarında bulunan güçlerin etkisi altında
gelişme göstermiştir. İslam hâkimiyetine kadar Kudüs şehri de her el değiştiğinde yakılmış,
yıkılmış, halkı sürgüne gönderilmiş ve her defasında yeniden inşâ edilmiştir. İslâm devletleri
arasında da el değiştirmesine rağmen şehrin mevcut durumu korunmuş, herhangi bir tahribâta
uğramamıştır. Kudüs en uzun soluklu barış dönemini ise Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti
altında yaşamıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu bölgesindeki topraklarını
ele geçirmeye çalışan başta İngiltere olmak üzere batılı devletler, bir taraftan bölgedeki Arapları
bağımsız birer devlet kurma vaadiyle Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırırken, diğer taraftan
da Yahudilere Filistin’de bir devlet kurma yolunda girişimlerde bulunmuşlardır. İngiltere,
Yahudileri Filistin’e yöneltirken, Avrupa’da yükselişe geçen antiseminist tehlikesi karşısında
hem kendi devleti içerisinde bulunan Yahudilerden kurtulmayı hem de Ortadoğu gibi stratejik
bir bölgede kendisine minnettâr bir millet yaratmayı düşünmüştür. 1917’de Osmanlı
Devleti’nin savaşı kaybedip bölgeden çekilmesiyle birlikte Kudüs ve çevresi, İngiltere
tarafından işgal edilmiş ve 1920-1948 yılları arasında da İngiliz manda yönetimi altında
kalmıştır. Bu dönemde Kudüs ve çevresine, özellikle Almanya ve Polonya’dan çok sayıda
Yahudi gelip yerleşmiştir. Yahudi nüfusunun Müslüman Arap nüfus aleyhine büyümesi,
Yahudi-Arap çatışmasını da beraberinde getirmiştir. Bölgede güvenlik ve istikrârı
sağlayamayan İngiltere, Filistin konusunu 1947 yılında ilk defa Birleşmiş Milletler
Teşkilatı’nda görüşülmek üzere uluslararası platforma taşımıştır. Bölgede iki devletli bir yapıyı
öngören Birleşmiş Milletler, Kudüs’ün de uluslararası statüde olmasına karar vermiştir.
1948 yılında İsrail devletinin kurulmasının hemen ardından Mısır, Ürdün, Suriye,
Lübnan ve Irak, yeni devleti tanımamış ve savaş ilan etmişlerdir. Yaklaşık bir yıl süren savaş
sonucunda İsrail üstün gelmiş, Filistin topraklarının dörtte üçünün ve Kudüs'ün yarısının
yönetimini ele geçirmiştir. Yaşadıkları yerlerden zorla çıkarılan Müslüman Araplar da diğer
Arap devletlerine mülteci olarak sığınmışlardır. 1967 yılındaki Altı Gün Savaşları ve 1973
yılındaki Yom Kippur Savaşı ile İsrail, sınırlarını genişletmiştir. İsrail işgaline karşı bölgede

Mustafa Kemal Üniversitesi-HATAY
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
kitlesel ayaklanmalar başlamıştır. Filistinli Müslüman Araplar, kendi aralarında bir birlik
sağlamadan kurdukları farklı örgütler ile İsrail’e karşı mücadelelerini devam ettirmişlerdir.
İsrail’in yayılmacı bir politika izlemesi ve Müslüman Arapların bu uygulamaya karşı direnmesi,
bölgesel bir mesele olmasına rağmen dünya siyasetine yön veren büyük güçlerin de yakından
ilgilendiği bir konu haline gelmiştir. Yıllardır çözüm bekleyen meselenin temelinde, Kudüs
başta olmak üzere Filistin toprakları üzerindeki egemenlik hakkı, etnik ve dinî kimlik çatışması,
karşılıklı güvensizlik, mültecilerin durumu ve mevcut kaynakların kullanımı yer almaktadır.
Müslüman Araplar tarafından İsrail, işgalci bir devlet pozisyonunda görülmektedir. İsrail ise
özellikle Kudüs’ün, Müslümanlar için bir öneminin bulunmadığı ve hiçbir zaman bir Arap şehri
olmadığı iddiasındadır. Ayrıca İsrail’in Süleyman Mâbedi’ni yeniden inşâ düşüncesi, taraflar
arasındaki çatışmayı derinleştirmekte ve Hıristiyanların da kutsal yerlerin statüsü konusunda
meseleye dâhil olmalarına neden olmaktadır.
Bu bildiride; genel olarak Filistin bölgesinin özel olarak Kudüs’ün önemi, Filistin ya da
İsrail meselesinin ortaya çıkmasında İngiltere’nin rolü, bölgedeki demografik yapının
Yahudiler lehine değişmesi, mevcut meselenin çözüme kavuşturulmasının önündeki engeller
ve Kudüs’te gerçek anlamda bir barışın sağlanıp sağlanamayacağı üzerine bir değerlendirme
yapılacaktır.
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫الجوالن السوري تحت االحتالل االسرائيلي‬
‫أ‪.‬د‪.‬كاميليا أبو جبل*‬
‫خلقت ظروف االحتالل االسرائيلي في الجوالن عام‪1967‬م أوضاعا ً جديدة تركت آثارها السلبية على السكان حيث قامت‬
‫بتهديم القرى التي ه ّجرت سكايها حيث بلغ عدد ه ه القرى و المزارع‪ /244/‬قرية و مزرعة بهدف إخفاء كل معالم ه ه‬
‫المناطق لمنع عودة سكايها إليها‪ ،‬و لم يبقى في الجوالن سوى ‪6‬قرى ال يتجاوز عدد سكايها‪6600‬يسمةو‬
‫لجأت اسرائيل إلى سياسة التعتيم ممل حظر إدخال الجرائد إلى الجوالن و منع التجول و إلغاء العملة السورية و‬
‫استبدال المناهج الدراسية بمناهج اسرائيلية و فرضت على السكان حمل هوية خاصة صادرة عن سلطات االحتاللو‬
‫قامت اسرائيل بعمليات مس أثري و قامت بسرقة و يهب آثار كميرة ثم لجأت إلى إزالة المعالم و اآلثار الحضارية‬
‫و اال يسايية في الجوالن‪ ،‬فقامت بتغيير أسماء المناطق و المواقع األثرية و استبدالها بأسماء عبرية بهدف إخفاء مالمحها‬
‫العربيةو‬
‫بدأت اسرائيل ببناء المستوطنات و إحالل سكان يهود فيها بدل سكايها األصليين و بدأت باستغالل أراضي الجوالن‬
‫للزراعة و الرعي فهدفت اسرائيل لتحقيق أهداف اقتصادية و سياسية و عسكرية و استمرت بإقامة المستوطنات حتى وصلت‬
‫إلى ‪//‬مستوطنةو‬
‫تمادت اسرائيل أكمر باالستيالء على األراضي و المياه حيث سيطرت على ‪ %96‬من أرض الجوالن و منعت‬
‫األهالي من حفر أو استخراج أو ضخ أو بناء سدود ‪ ،‬و وضعت يدها على األيهار و البحيرات أبرزها يهر بايياس و بحيرة‬
‫مسعدة ‪ ،‬و حرمت المواطنين السوريين من االستفادة منها و ب ل ضيقت عليهم في معيشتهم في محاولة إلخضاعهم و تمرير‬
‫قرار ضم الجوالن و تطبيق القايون االسرائيلي عليهو‬
‫‪Şam Üniversitesi-Suriye‬‬
‫‪‬‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Filistin Mandası Altında Ürdün Ve Yeni Mandacılık
Yrd. Doç. Dr. Kadir KASALAK
Onur GÖLCEZ
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yenidünya düzeni içerisinde, Osmanlı’dan
ayrılacak toprakların gelecekte ne olacağı meselesi Paris Barış konferansının en önemli
konularının başında gelmekte idi. Bugün Ortadoğu olarak ifade ettiğimiz ve petrol zengini
bölgeler; dönemin güçlü devleti olarak bilinen, Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri
ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerin gündeminin asıl konularını oluşturmuştur. Bu bağlamda
zaten Birinci Dünya Savaşı yıllarında İtilaf Devletleri’nin kendi aralarında yapmış oldukları
gizli paylaşma antlaşmaları; İtilaf Devletleri’nin kendi aralarında yapmış oldukları Osmanlı
topraklarının paylaşımla ilgili girişimler idi. Savaştan sonra şartların değişmesi (Çarlık
Rusya’sının yıkılması, ABD’nin yeni bir sömürge sistemi önermesi ve Monroe doktrini gereği
bir nevi kendi kabuğuna çekilmesi) sonucu Paris Barış Konferansı’ndaki İngiltere ve Fransa’nın
savaş sırasındaki ve öncesindeki projelerini revize etmelerine de neden olmuştur.
Paris Barış Konferansı’nda Birinci Dünya Savaşı yıllarından farklı olarak iki önemli
durum ortaya çıkmıştır. Birincisi, Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu ve buna bağlı olarak manda
sisteminin ortaya çıkışı, ikinci olarak, Rusya’da çarlık rejiminin yıkılması ve iç savaş. Bu
nedenledir ki Paris Barış Konferansı sürecinde bile sürekli fikri ve uygulamada değişiklikler
söz konusu olmuştur. Bu yüzden 1919 yılı ile 1920 yılları arasında bile bilhassa bu iki durumda
çok önemli değişiklikler olmuştur. Paris Barış Konferansı’nın ilk altı aylık dönemi ile son altı
aylık dönemi bile yenidünya düzeninin kurulmasında dünyanın pek çok yerinde değişikliklere
sahne olmuştur. Bir taraftan sömürgecilik, “ manda sistemi” ile şirin gösterilirken; diğer yandan
Rusya’daki iç savaş ve ABD yenidünya düzeninin kuruluşunda sanki devre dışı kalmışlardır.
Yani 1919 yılının 20 Temmuz’undan sonrası ortam İngiltere ve müttefiki ve rakibi Fransa’ya
kalmıştır. Her ne kadar Ortadoğu’nun şekillenmesinde Sovyetler Birliği ve ABD’ye özellikle
İngiltere tarafından diplomatik olarak görüşleri alınmış olsa da çoğunlukla İngiliz projeleri
Fransa’da dâhil olmak üzere pek çok devlete dikte ettirilmiştir. İşte bu projelerden birisi de
Filistin mandası ve bu sisteme bağlı muhtar Ürdün Krallığı’dır.
Osmanlı’dan koparılmış Ürdün, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kral Faysal’ın büyük
Suriye Krallığı’na dâhil iken, Faysal’ın Fransızlar tarafından Suriye’den çıkarılması ve
Milletler Cemiyeti’nin kararıyla muhtar Ürdün Devleti kurularak Filistin İngiliz mandasına
içerisinde İngiliz Yüksek Komiserliği’ne bağlanmıştır.
İngiliz Mandası altındaki Ürdün’ün durumu bu günden ne kadar farklıdır sorusu yeni
mandacılık anlayışını da dikkate aldığımızda en çok sorulması gereken soruların başında

Süleyman Demirel Üniversitesi
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
gelmektedir. Hukuki olarak günümüzde vesayet sistemi yok gibi gözükse de esasen
uygulamaların bunun tersini gösterdiği kabul edilen bir gerçektir. Biz bu bildirimizde, Filistin
mandası içerisindeki uygulamalardan yola çıkarak günümüzdeki gayrı resmi manda
uygulamalarını tartışacağız.
Abstract
Jordan And New Mandating Under The Palestinian
Within the new order established in the aftermath of the First World War, One of the
most vital debates of the Paris Peace Conference was of the future of territories being parted
from Ottoman Empire. The countries with rich oil reservoir and The Region currently called
The Middle East became the essential topics on the agendas of some countries such as France,
England, The USA and The Soviet Union. In this regard the essence of the secret partition
agreements initially initiated by Allied Powers among themselves was actually agreements
made by them to dismantle The Ottoman Empire. After The First World War the conditions
were changed (the Tsarist Russia was abolished, the new proposal submitted by The USA and
Its withdrawal into its shell). Therefore France and England was obliged to revise their plans
once more.
In the Paris Peace Conference Two various cases arose as distinct from the state of the
First World War; the first one was the establishing of The League of Nations and accordingly
the appearance of the mandate system. The second one was the collapse of The Tsarist Russian
Regime and civil war. For this reason even in The Paris Peace Conference the changes in
opinions and practice was always being discussed. So between 1919 and 1920 witnessed some
huge changes in these two cases. Even In the first and the last six months period of the
Conference a lot of changes was seen in the many parts of the world in the course of establishing
new world order. On the one hand the colonialism was presented as pleasant thing disguised in
the mandate system, on the other hand Russia suffering from civil war and The USA seemed
like to be disabled from new world order. In spite of the fact that The Soviet union and The
USA was diplomatically consulted in the process of formulation of The Middle East by
England, mostly England’s plans were dictated to other countries including France. One of
these dictations was the Palestinian Mandate and Autonomous Jordan Kingdom being
subordinated to the system.
While Jordan ripped from The Ottoman Empire was included in the Great Kingdom of
the King Faysal, with the League of Nations’ resolution, Autonomous Jordon State was
established and subordinated to The English High Commissariat following faysal’s being
dismissed from Syria.
The question of how much the state of Jordan under British Mandate is differed from
that of the present-day Jordan is in the lead among the questions to be asked. Although
juristically The Trusteeship System seems to be disappeared, as a matter of fact it is the
commonly accepted reality that practices suggest the opposite. In this report, we will discuss
the unofficial mandate systems on the basis of the practices of Palestinian mandate system.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Türkiye’nin Ortadoğu’da Etkili Olabilmesi İçin
Zihniyet Değişimine İhtiyacı Vardır
Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal
Türkiye’de son on yıldır demokrasi, bilim ve kültür anlayışı alanında ciddi bir zihniyet
değişimi yaşanmaktadır. Bu değişim Cumhuriyet döneminin en mühim ve en dikkat çekici
gelişmesi ve en doğru ifadesi ile Türk milletinin kaderine yön verecek tam bir tekâmül
hamlesidir.
Türkiye modernleşme uğrunda değişik tarihi seyirlerden geçti. Tanzimat ve meşrutiyet
imparatorluk yapısı ve kültürel çerçevesi içerisinde ayakta kalabilmek için bütün kurumları ile
devleti dönüştürmek hamleleri idi. Cumhuriyet ise sadece devleti ve kurumları değil, topyekûn
toplumu dönüştürmeyi amaçlıyordu. Ancak Cumhuriyetin değişme ve modernleşme planı
toplumun tarihi ve kültürel temellerini inkâr eden bir yaklaşım sergiliyordu. Onun modernleşme
projesi bir toplum mühendisliği projesi idi ve belirli formatta “homo cumhuriyetikus”
yetiştirmeye yönelikti. Bu tek tip bireylerden meydana gelen homojen bir toplum tasavvuru
tarihe, sosyolojiye ve en önemlisi insanın yaratılış fıtratına aykırı idi. Toplum bu projeye
olumsuz tepkiler verdiği zaman gericilikle suçlandı. Tarihe ideolojik açıdan bakıldı ve yakın
tarih başta olmak üzere bütün Osmanlı tarihi ideolojik kaygılara göre kurgulanmaya çalışıldı.
Osmanlı Devleti’nin bütün farklı gruplara tesamuh ve tevazu içerisinde yaklaşma siyaseti
yerine içe kapanan, çekingen ve hoşgörüsüz politikalar hâkim oldu. Osmanlı devrinin heybetli
ve evrensel ideolojisi yerine manâsız hedefler konuldu. Tam manasıyla bir ölçek küçültmesi
yapıldı ve zihniyet daralması meydana geldi.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın iddialarından vazgeçmesi ve yeni bir
söylemle yola çıkması bir yere kadar gerekliydi. Ana prensibimiz “yurtta sulh, cihanda sulh”,
gayemiz de “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmaktı”. Eldeki imkânlar dikkate
alındığında, sınırlı, mütevazı ve gerçekçi hedeflerdi bunlar. Komşularımızla veya başka
devletlerle didişmeye ve savaşmaya, hele heybetli Osmanlı iddialarını sürdürmeye ne
ekonomimiz müsaitti, ne nüfusumuz ne mecalimiz. Yani ölçek küçültmek zaruretti. Fakat en
fazla 10-15 sene sürmesi gereken bu sürecin 90 yıla uzatılması zihniyet daralmasının
pekişmesini sağladı.
Türkiye’nin bir an önce bu zihniyet daralmasından kurtulması, daha geniş ufuklara
yönelmesi ve buna göre bir siyaset üretmesi gerekmektedir. Dolayısıyla Osmanlı devri tarih ve

Pamukkale Üniversitesi
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
kültürünün tabii mirasçısı olan Türkiye’nin Ortadoğu meselelerine yaklaşımı imparatorluk
döneminde kazandığımız hoşgörü, tevazu, vakar ve azamet siyasetine tekrar sahip çıkmakla
olacaktır görüşündeyim.
Bildirimizde bu konularda bir ufuk turu yapılacak ve mazi, hal ve istikbal daha geniş bir
perspektiften değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Ortadoğu: Problemler ve Çözüm Önerileri
Doç. Dr. Mehmet Emin Üner
Bu gün neresinden ele alınırsa alınsın ve dünyanın neresinden bakılırsa bakılsın,
“Ortadoğu” terimi karışıklık çağrışmaktadır. Bu karışıklık emperyalist devletler için son derece
gereklidir ve devam etmelidir. Ancak Ortadoğu coğrafyası Müslüman toplumlardan oluşmakta
ve bugün bu toplumlar adeta “zillet” halini yaşamaktadırlar. Bölgede yaşanan problemlerden,
bu zillet halinden kurtulmanın çözüm yolları üzerinde bütün Müslümanların özellikle de
akademisyenlerin kafa yorması gerekmektedir. Tebliğim burada ana başlıklarını vereceğim
bazı problem ve çözüm yollarından ibarettir.
Her şeyden önce Ortadoğu İslâm âleminin kalbidir. Çözüm yollarımız da buna göre
olmalıdır.
Ortadoğu sadece bir coğrafyayı değil; İbrahimî dinlerin mensuplarını özellikle İslam
dünyasını ifade etmektedir. Öyleyse Ortadoğu’ya yaklaşımımız bu yönden olmalıdır.
Kâbe’nin merkez olarak alındığı yeni tanımlamalar yapılmalı, bu topraklar “hürriyeti şer’iye”nin parladığı topraklar olarak aslına döndürülmelidir.
İslam dünyasındaki gayr-i İslami yaşayış, İslam’ın özüne ve ruhuna aykırı oluşum ve
uygulamalar, bugünkü problemlerin de özünü oluşturmaktadır.
Emperyalist güçler Ortadoğu’yu daha kolay sömürebilmek ve yönetebilmek için
daha küçük parçalara bölmeye ve bu amaçla devlet görüntüsü altında milliyete ve mezhebe
dayalı küçük beylikler oluşturmaya çalışmaktadır.
“Cehalet”, “zaruret” ve “ihtilaf”ı üç büyük düşman olarak teşhis eden Bediüzzaman
Said Nursi, bu düşmanlardan kurtuluş silahı olarak da “sanat”, ”marifet” ve “ittifak”ı
sunmaktadır.
İslam aleminde bugün oluşturulan fay hatlarına karşı Bediüzzaman Said Nursi’nin
oluşturmaya çalıştığı istihkamın, yani iman hizmetinin önemi bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Harran Üniversitesi
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Kendi medeniyetini ve ruhunu kaybederek şiddetli bir travmaya maruz kalan İslam
aleminin kurtuluşunun ilk adımı faziletli bir toplumun oluşturulmasıdır.
Bu coğrafyadaki toplulukların, devletlerin mutluluğun anahtarı İttihad-ı İslam’dır.
Bunun için öncelikle fikirlerin ve kalblerin ittihad etmesi gereklidir.
Ortadoğu parçalı bir yapıya sahiptir. Bu parçalı yapının birleşmesinin ön şartı
Bediüzzaman Said Nursi’nin “meşveret ve şura” olarak ifade ettiği katılımcı demokrasidir.
İslam dünyasını sürekli problemlerle boğuşmak zorunda kalan dar bir bölgeye hapsetmeyi
hedefleyen Irkçı, Materyalist ve Marksist projelere asla itibar edilmemeli, barış süreci doğru
prensiplerle geliştirilip sürdürülerek demokratikleşme tamamlanmalıdır.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Afganistan: Dünü-Bugünü-Yarını
Mehmet KÖÇER
Afganistan, 1919’da İngiltere’den bağımsızlığını elde etmişti. Ancak ülkede huzur uzun
bir süre tesis edilememişti. İç karışıklıklar ve dışarıdan müdahaleler sebebiyle dünya
gündeminde olan Afganistan’da istikrarsızlık günümüze kadar devam etmiştir. Bağımsızlığın
elde edilmesinden sonra kendisine model olarak Atatürk Türkiye’sini seçen Afganistan,
1920’lerden itibaren değişimi ve modernleşmeyi savunan aydınlar ile din adamları ve aşiret
mensupları arasındaki çatışmaya sahne olmuştur. Bu çatışma günümüze kadar artarak devam
etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Afganistan yeniden modern dünyada kendisine yer
edinme gayreti içerisine girmiştir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye Cumhuriyeti Batı blokunun
kendisine biçtiği misyon çerçevesinde, Afganistan’ın, Sovyet Rusya ekseni yerine Avrupa ve
Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşmasını sağlamaya çalışmıştır. Ancak ABD’den
beklediği desteği bulamayan Afganistan, Sovyet Rusya’ya yanaşmıştır. Bunun devamında
Sovyetler Afganistan’ı işgal etmiş, işgal sonrası Afgan halkının vermiş olduğu mücadele ABD,
Batı Bloku ve genelde İslam Dünyası’ndan destek görmüştür. Afganistan Sovyet işgalinden
kurtulduktan sonra yeniden iç savaş ve kaos ortamına sürüklenmiştir. Taliban yönetiminin
politikaları üzerine ABD öncülüğünde NATO Birliklerinin Afganistan’a müdahalesi
gerçekleşmiştir. Günümüzde Afganistan’da hala NATO kuvvetleri varlığını sürdürmektedir.
Ancak Afganistan istenilen huzur ve barış ortamına bugüne kadar kavuşamamıştır.
Anahtar Kelimeler: Afganistan, Türkiye, ABD, NATO, savaş.

Doçent Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Arap Birliğini Sağlama Sürecinde Bir Dönüm Noktası:
Albay Cemal Abdünnasır Dönemi
Yrd. Doç. Dr. Meral KUZGUN
Osmanlı Devleti’nin hukuken toprak parçası olan Mısır, 19. Yüzyılda İngiltere’nin
kontrolüne geçmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber, İngiltere 1914 Aralığında
Mısır’ı resmen ilhak etmiştir. Mısır, Kuzey Afrika ve Ortadoğu arasında bir köprü durumunda
olmasının yansıra aynı zamanda Süveyş Kanalı ile Akdeniz üzerinden Körfez’e açılmaktadır.
Stratejik konumu nedeniyledir ki başta İngiltere, Sovyet Rusya ve ABD’nin hedef
noktalarından biri haline gelen Mısır, kendi içinde var olmaya çalışmıştır.
İngiltere ile imzalanan 1936 Antlaşması sonucunda Mısır, İngilizlere Süveyş Kanalı’nda
bir takım haklar tanıyarak bağımsızlığına kavuşmuştur. 1936 yılından 1952 yılına kadar Kral
Faruk tarafından yönetilen Mısır, Albay Cemal Abdülnasır’ın kendisini iktidardan
düşürmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Özellikle 1948 yılında kurulan İsrail devletine ve
bölgede etkinliğini korumak isteyen İngiltere’ye karşı belli bir direnç gösteren Mısır,
Abdülnasır döneminde bu tavrını çok daha net gösterebilmiştir.
İktidarı elinde bulunduran Abdülnasır, 1954 yılından itibaren bir yandan Batılı
devletlerle ilişkilerini düzene koyarken bir yandan da Arap ülkeleri arasında bir ittifak arayışı
ve çabası içinde olmuştur. Bir başka ifadeyle Abdülnasır başkanlığında Doğu ve Batı
bloklarından ayrı Üçüncü Bloğun oluşturulması çabası vardır. Bu çalışma, gerek Mısır
açısından gerek Arap dünyası açısından yükselen ve etkisini hissettiren Abdülnasır döneminde
gerçekleştirilmek istenen Arap birliğinin neden devam ettirilemediği ve günümüzde böyle bir
birliğin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğine yönelik bir bakış açısı oluşturmayı amaçlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, Mısır, Albay Celal Abdülnasır, Dış Politika

Kilis 7 Aralık Üniversitesi
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫المواطنة االفتراضية والرأي العام خالل ثورات الربيع العربي‬
‫قراءة في التعبئة االفتراضية للرأي العام ومستقبل التغيير السياسي االفتراضي في المنطقة العربية‬
‫مريم يريمان يومار أستاذة مساعدة*‬
‫مما الش فيه أن التكنولوجيا الحديمة لإلعالم واالتصال قد ساهمت بشكل كبير في تجسيد جيل جديد أصبحت له‬
‫اهتماماته الخاصة وتشكلت معه العديد من المفاهي م الجديدة التي تحاكي الواقع ولكن في عالم جديد يعيش فيه الفرد وفقا‬
‫للمتغيرات التكنولوجية المتسارعة‪ ،‬وتُعتبر األيترييت ِمن بين أكمر مظاهر تكنولوجيا االتّصال الحديمة تجليا ً والتي يجحت إلى‬
‫كبير في فت فرص جديدة أمام األفراد للتفاعل ويقل همومهم ومشاكلهم من خالل التفاعل في ما يعرف بالمجتمع‬
‫ح ٍد‬
‫ٍ‬
‫االفتراضيو‬
‫ولقد ساهم الجيل المايي لاليترييت في تجسيد ه ا المجتمع (االفتراضي) من خالل وسائله المتعددة التي تتقدمها المدويات‬
‫االلكترويية ومواقع الشبكات االجتماعية‪ ،‬ومع تعدد استخداماتها ظهرت العديد من المفاهيم الجديدة في العالم االفتراضي؛ منها‬
‫الدولة االفتراضية والمواطنين االفتراضيين ال ين أصبحوا يتواصلون مع بعضهم البعض ويتفاعلون مع مختلف السياسات‬
‫فتبلورت ثقافة المواطنة وتحددت الواجبات والحقوق من خالل تدوين األفكار والمالحظات والتعليقات وه ا ما حدث في بعض‬
‫الدول العربية خالل السنوات األخيرة‪ ،‬حيث تحول ه ا الفضاء إلى دولة افتراضية تمارس من خاللها الشعوب المواطنة‬
‫الممالية والديمقراطية الحقيقة التي حرمت من ممارستها في دولها الواقعية؛ األمر ال ي قاد إلى ما يعرف بمورات الربيع‬
‫وه ا ما يقود إلى اإلشكالية التالية‪ :‬كيف أثرت العربي‪ ،‬حيث أصب المصير العربي يتحدد رقميا قبل أن ينتقل إلى الواقعو‬
‫المواطنة االفتراضية على الرأي العام العربي خالل المورات العربية ؟ وماهو مستقبل استخدام مواقع األيترييت في التغيير‬
‫السياسي في المنطقة العربية ؟‬
‫ويسعى من خالل ه ه الدراسة إلى استكشاف ومن ثم الوقوف على دور الرأي العام االلكترويي والمواطنة االفتراضية التي‬
‫ساهمت في التعبئة االفتراضية للرأي العام وذل في محاولة تقديم قراءة للمواطنة االفتراضية وتأثيرها على الرأي العام‬
‫العربي من خالل التجربة المصرية‪ ،‬اليمنية والسورية‪ ،‬كما يقدم من خالل ه ه الدراسة مراحل تشكل الرأي العام افتراضيا‬
‫ومستقبل استخدام شبكة االيترييت في التغيير السياسي العربي و‬
‫جامعة باتنة الجزائر‪ ،‬قسم علوم اإلعالم واالتصال *‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
İnsan-Coğrafya İlişkisi Bağlamında
Kürt Meselesi’ne Farklı Bir Bakış
Muammer Gül
Bu bildiride Kürt Meselesi olarak da adlandırılan Türkiye’nin en önemli meselesinin
bilhassa siyasi ve etnik anlamalar dışında doğru bir şekilde anlaşılmasına dair coğrafi bir bakış
sunulacaktır.
Kürt Meselesini sadece etnik veya siyasi boyutlarına indirgeyerek ya da sadece
Cumhuriyet ve Osmanlı bağlamında ele alırsak doğru anlayamayız. Çünkü Kürt Meselesi salt
bir rejim, bir devlet meselesi olmadığı gibi sadece etnik, siyasi, ekonomik bir mesele olarak da
anlaşılamaz. Mesele Kürtlerin yaşadığı coğrafya meselesidir. Mesele ancak tarihi perspektifte
insan-coğrafya ilişkileri bağlamında ele alınırsa doğru anlaşılabilir. Çünkü nerede olursa olsun
insan üzerinde yaşadığı toprağın, coğrafyanın çocuğudur.
Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın karakteri yüksek yaylalar, dağlardır. Dağların insan ve
onun üzerinde yüzyıllardır yaşamış toplumların renkleri, dilleri, alışkanlıkları, inanışları,
düşünüşleri ve karakter yapıları üzerinde nasıl bir tesir meydana getirmiştir. Kadim
medeniyetlerin ve İslamiyetin geç ve zor nüfuz ettiği dağların değişmeyen dilini nasıl anlamak
lazım?

Prof.Dr., Adıyaman Ün. Fen-Ed. Fak. Tarih Bölümü. [email protected].
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫بناء الّدولة الوطنيّة في تونس وإشكاالت الهويّة والحداثة‬
‫مراد مهنّي – دكتور*‬
‫تهدف هذه الورقة البحثية إلى تفهّم الثّقافة السّياسية الّتي وجّ هت المسار السّياسي في المرحلة التّأسيسية الّتي عقبت‬
‫االستقالل الوطني في تونس بداية من تاريخ إعالن االستقالل الدّاخلي في جوان ‪. 1955‬سنحاول تسليط األضواء على‬
‫الصّراع الكاريزمي بين بورقيبة وصالح بن يوسف وما ولّده من عنف سياسي كما سنعمل على كشف األبعاد اإليديولوجية‬
‫والرّ مزية المتّصلة من قريب أو من بعيد بهذا الصّراع ‪.‬‬
‫كما سنعمل على تحليل العالقة المثيرة بين الكاريزما البورقيبية والمؤسّسة الدّينية عموما ومؤسّسة ّ‬
‫الزيتونة خصوصا‪,‬‬
‫حيث برزت منذ السّنوات األولى لالستقالل تناقضات كبرى بين المشروع البورقيبي المتبنّي "لحداثة غربيّة" ومشروع‬
‫النّخب التّقليديّة تتمحور حول طبيعة العالقة بين السّلطة السّياسية والفاعلين الدّينيّين ‪ ,‬وفي هذا السّياق سنطرح إشكاالت‬
‫جوهريّة ترتبط بفصل الدّين عن الدّولة ومدى إمكانية بناء نظام ديمقراطي في إطار احترام الثّوابت اإلسالمية‪.‬‬
‫كلّية العلوم االيساييّة واالجتماعيّة – تويس*‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Kitlesel Huzursuzluğu Anlamak: Evrilen Demografik
Eğilimler, Toplumsal Değişim ve Yakın Gelecek İçin Öngörüler
Doç. Dr. M. Murat Yüceşahin
2011-2012’de Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın (MENA) pek çok ülkesinde meydana
gelen ve kitlesel huzursuzluklardan beslenen iç karışıklıklar, dünya kamuoyundaki bölgeye
ilişkin statik ve geleneksel algıları ciddi biçimde değiştirdi. ‘Arap Baharı’ olarak
kavramsallaştırılan bu sürecin öncesindeki olayları değerlendirmeci geleneksel yaklaşımların
böylece bölge için çok da geçerli olmadığı ortaya çıktı.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika, dünyanın diğer gelişmekte olan ülkelerinin bulunduğu
bölgelerde olduğu gibi, 20. Yüzyılın ortalarından beri gelişen ve küresel çapta yaşanan
demografik değişim sürecinin önemli bir mekânsal aktörü olarak var oldu. Ve fakat gelişmekte
olan dünyanın bir karakteristiği olarak bölgede demografik geçiş eğilimleri gelişmiş ülkelere
kıyasla kabaca iki kat daha hızlı gerçekleşti. Kuşkusuz Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine
özgü demografik değişim, bölgenin deneyimlemekte olduğu diğer kalkınma çabalarından ve
dönüşmelerden de bağımsız değildi. Ülkeler arasındaki farklılıklara rağmen 1950’lerden beri
ülkelerin biçimlenmekte oluşu, endüstrileşme ve kentleşme, toplumda genel olarak eğitim
düzeyinin yükselişi ve gittikçe artan küresel ağlara eklemlenme bölgeyi küresel ve güncel
eğilimlerin dışında tutmuyordu. Üstelik bölgede yaşayan tüm etnik-sosyal grupları kapsayacak
şekilde toplumsal değişmeyi sağlayan dinamikler çoğu kez dramatik olarak gerçekleşen politik
değişmelerle eş zamanlı olarak gerçekleşiyordu. Böylece 1950’lerden bu yana Orta Doğu ve
Kuzey Afrika bölgesinde yaşanan olaylara özgü birkaç dönemin özelleştiği belirtilebilir.
Bunlardan ilki, 1950’li ve 1970’li yıllar arasını kapsayan, ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınma
çabaları ve politik inşa süreci dönemidir. İkincisi, 1980’ler boyunca ülkelerdeki yapısal uyum
çabalarının ve İslami hareketlerin yaygınlaştığı dönemdir. Üçüncüsü, 1990 ve 2011 yılları
arasını kapsayacak şekilde neoliberalism, İslami hareketler, kadın hakları arayışları ve
çatışmalarla özelleşen bir dönemdir. Ne var ki Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın neredeyse
bütününde etkisi gözlemlenen bu dönüşüm ve çalkantılar, bölgede yaşayan toplumların hem
sınıfsal hem de sosyal farklılıklarını git gide keskinleştiren mekânsal, kültürel, toplumsal,
politik ve ekonomik dinamikler tarafından belirlendi. Ancak kabaca son yirmi yılda bölgenin
neredeyse bütününe yayılan toplumsal huzursuzluklar kısa bir süre önce tanık olunan yaygın
protestolara ve sonrasında da iç karışıklıklara dönüştü.
Bu bildirinin başlıca iki amacı bulunmaktadır. Birincisi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika
bölgesinde yer alan ülkelerde meydana gelen demografik ve sosyal değişmeleri sistematik
biçimde nicel analizlere dayalı olarak sunmaktır. İkincisi, toplumsal dönüşümü, çoğu kez ulusal
yönetim anlayışlarının ötesine geçiren dinamikleri tartışmak ve yakın geleceğe ilişkin

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
öngörüleri nüfus projeksiyonları üzerinden değerlendirmektir. Çalışmanın nicel altlığında
kullanılan veriler (kaba doğum, ölüm, nüfus artış ve toplam doğurganlık hızları, nüfusların yaş,
cinsiyet ve eğitim düzeylerine göre dağılımları, insani gelişme endeksleri vb.) Birleşmiş
Milletler Nüfus Şubesi’nin sunduğu göstergeler ile 2013 İnsani Kalkınma Raporu ve Dünya
Bankası’ndan sağlanan istatistiklere dayalıdır.
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫ثورة اليمن الشبابية الشعبية‪ :‬الربيع ال ي لم يأت بعد‬
‫يدى يحي علي عبده قنبر‪ -‬استاذ مشار‪*،‬‬
‫تممل المورة اليمنية ظاهرة بارزة في الربيع العربي‪ ،‬ولحظة فارقة ما يجعل دراستها و تحليلها أمرا مهما ليس فقط‬
‫في التاريخ السياسي اليمني ف حسب‪ ،‬و إيما في التاريخ السياسي العربي‪ ،‬و ليس أيضا بسبب التداعيات االقتصادية و‬
‫االجتماعية و السياسية التي أفرزتها المورة‪ ،‬و إيما بسبب موقع اليمن االستراتيجي المتميز في المنطقة والدور ال ي تعول‬
‫عليه األطراف الفاعلة في المنطقة‪ ،‬ل ا يلخص البحث المراحل التي مرت بها ثورة الشباب الشعبية في اليمن في فبراير‬
‫‪، 2011‬والتي هبت من أجل رفع الظلم عن اليمنيين والوقوف بوجه الفساد والعبث ال ي ايتشر في البلد بسب ممارسات النظام‬
‫السابق والمطالبة برحيلةو يلقي البحث الضوء على المشهد السياسي اليمني قبل ثورة الشباب وال ي يؤكد على أن ايطالق‬
‫المورة الشبابية الشعبية في اليمن بين عشية و ضحاها و بتأثير ثورتي مصر و تويس فقط‪ ،‬بل كان بشكل رئيس بسب تراكم‬
‫المعاياة و شواهد الخبرات النضالية السلمية و خصوصا الحرا‪ ،‬السلمي الجنوبي‪ ،‬حيث ان الظروف التي كان يعيشها اليمن‬
‫عشية المورة مملت بيئة مهيأة أكمر للمورةو يتطرق البحث إلى مراحل المورة المختلفة ممل الفعل الشبابي السلمي‪ ،‬المسار‬
‫السياسي لمورة الشباب السلمية‪ ،‬والفترة االيتقالية وما بعد المبادرةو ويعرج البحث إلى االضطرابات التي تشهدها البالد في‬
‫ظل ظهور قوى جديدة كالحوثي والقاعدةو‬
‫جامعة تعز‬
‫‪‬‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
İskenderun Limanı’nın Irak ve Suriye ile Entegrasyonu ve Buna Dair Bazı Öneriler
Yrd. Doç. Dr. Naim Ürkmez
Arş. Gör. Serkan Özer
Osmanlı hakimiyetinde bulunduğu süre içerisinde önem kazanan İskenderun Limanı,
Halep’e yakınlığı, sahilinin korunaklı oluşu ve gemilerin rahat yanaşması nedeniyle tercih
edilmekteydi. XIX. yüzyılda Sanayi Devrimi sonrası dünya ticaret hacminin büyümesine bağlı
olarak İskenderun Limanı’nın da yoğunluğu artmıştı. Bu yüzyılda artık İskenderun, İngilizlerin
Hindistan’a ulaşmak için kullandıkları alternatif bir kara yolunun başlangıç noktası idi. Süveyş
Kanalı açılmadan önce, Avrupa ticari emtiasının önemli bir kısmı İskenderun-HalepMusul/Bağdat üzerinden Basra Körfezi’ne ulaştırılmaktaydı. Emtialar buradan da deniz yoluyla
Hindistan’a nakledilmekteydi. Aynı surette tersine akış da söz konusuydu. Bölgenin önemini
fark eden İngilizler bu sebeple 1836 yılında başkanlığını Albay Chesney’in yaptığı bir heyeti,
araştırma yapması için Osmanlı coğrafyasına göndermişlerdi. Chesney’in incelemeleri
neticesinde İskenderun-Basra güzergâhını daha seri işleyen bir yola dönüştürmek için Fırat
Nehri’nde işler bir vapur projesi, bir süre sonra da Süveydiye-Halep-Bağdat güzergâhını takip
eden bir demiryolu projesi hazırlamıştı. Ancak bunlar bir takım nedenlerden dolayı istenen
başarıya ulaşamamıştı. Bunun yanında XX. yüzyılın başında Chester Projesiyle Amerikalıların
gündemine gelen limanın, önemini anlayan Osmanlı Devleti, bölgeyle ilgilenmiş fakat
ekonomik gücü yeterli olmadığı için İskenderun’u imtiyazlar yolu ile işlek bir limana
dönüştürmeye gayret göstermişti. I. Dünya Savaşı’nın zuhur etmesi bu çabaları akamete
uğratmıştı. Sonrasında Suriye ve Irak devletleri ile sağlıklı ilişkiler kurulamadığı için bölgenin
tabiî limanı olan İskenderun, istenilen düzeyde bir büyüme yakalayamamıştır. Bu çalışma,
İskenderun Limanı’nın Suriye ve Irak ile entegre edilerek bölgenin en mühim limanı haline
getirilmesi için neler yapılabileceğine dair bir takım önerileri içermektedir.

Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Necmettin Erbakan’ın Görüşleri Bağlamında; Berberi Anlaşmalarından Günümüze
Amerika’nın Ortadoğu Siyaseti ve BOP Projesi.
Doç.Dr.Nejdet GÖK
Birleşik Amerika’nın Ortadoğu ve Osmanlı Devletiyle resmi ilişkileri ilk aşamada Mağrib
Ülkeleri (veya Berberiler) adı verilen Kuzey Afrika Ülkeleri yoluyla başlamıştır.Osmanlı Arşiv
vesikalarında “Cezayir-i Garb Ocakları” da denilen bu ülkelerden Fas Krallığı aynı zamanda
Amerika’nın bağımsızlığını resmen tanıyan ilk ülke olmuştur. Bunun üzerine 1783’de Fas’la,
1795’de Cezayir, 1796’da Trablusgarb, 1797’de Tunus, Amerika ile ticaret anlaşmaları
imzalamışlardır. Osmanlı sultanları ve devlet ricalinin olumsuz bakışları nedeniyle; yaklaşık
yarım asır süren yoğun lobi çalışmaları sonucunda nihayet 1830 yılında da Osmanlı Devleti ile
ilk seyr-i sefain ve ticaret anlaşması yapılmıştır. Yakın tarihimizin en önemli devlet
adamlarından birisi olan rahmetli Necmettin Erbakan’ın farklı zaman ve mekanlarda yaptığı
konuşma veya demeçlerinde de bir çok kez işaret ettiği gibi; Bu anlaşmaların amacı kağıt
üzerinde, her ne kadar ticari alanlarla sınırlı gibi gözüküyor olsa da uygulamada her zaman
farklı olmuş, ilişkiler kısa süre içinde, başta eğitim faaliyetleri olmak üzere, siyasi, sosyal ve
kültürel alanlarda, ancak daima Amerika’nın çıkarları doğrultusunda artarak devam etmiştir.
Amerika bu yolla Ortadoğu bölgesi ve siyasetine müdahil olmuş, kısa süre zarfında şark
meselesinin en önemli aktörlerinden biri olmuştur.
Erbakan’ın 2001 yılında, George Town Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta da belirttiği
gibi; Amerika’nın Ortadoğu politikası, Büyük İsrail Projesi’ni (bugünkü adıyla BOP)
gerçekleştirme planı üzerine kurulmuştur. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet dönemi arşiv
vesikaları bugüne kadar alınan mesafenin kilometre taşları diyebileceğimiz çok sayıda
anlaşmayı gözler önüne sermenin yanında, Rahmetli Erbakan’ın tarihi olayları ve gelişmeleri
okuma konusundaki basiret ve ferasetine de şahitlik etmektedir.

Necmettin Erbakan Üniversitesi SBBF Tarih Böl.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Şark Meselesi ya da Osmanlı’nın Tasfiyesi Sürecinde Ortadoğu'nun "Balkanlaşması"
Prof. Dr. Necmettin Alkan
Şark Meselesi’nin ne olduğuna dair tartışmalar bir tarafa, genel bir kabul olarak
Türklerin Avrupa’dan ve Anadolu’dan atılması olarak adlandırılıyor. En kritik ve hareketli
dönemini ise takriben Osmanlı Devleti’nin son 200 yılına tekabül eden süreçteki gelişmeleri
ihtiva ediyor. Yani 1683-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin kademeli olarak önce
Avrupa’dan, ardından Balkanlar’dan ve en sonunda ise Arabistan bölgesinden tasfiye
edilmesiyle alakalı gelişmeler doğrudan bu meseleyle alakalıdır.
Şark Meselesi’nin en kritik ayağını teşkil eden 1683-1918 yıllarında Osmanlı
Devleti’nin tasfiye edilmesiyle alakalı gelişmeler üç döneme ayrılabilir: Birinci dönem
Avrupa’dan tasfiye (1683-1792). Bu dönemde Osmanlı Devleti, doğrudan ittifaklar yapılarak
savaş yoluyla Avusturya ve Macar topraklarından atılmıştır. Böylece Batı Avrupa’nın arka
bahçesi Türklerden arındırılmıştır. Boşaltılan bölgeler doğrudan Habsburguluların
hâkimiyetine girmiştir. İkinci dönem Balkanlar’daki Hıristiyan milletlere devlet “kurdurma”
yoluyla tasfiye (1804-1878). Bu sürçte savaş, isyan ve etnik-dinî ayrıştırma yoluyla Yunanistan,
Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan gibi devletler “kurdurulmuştur”. Balkanlar’ın
“Balkanlaştırılması” yoluyla Osmanlı yönetimi ve nüfûzu bu bölgeden de tasfiye edilmeye
gayret edilmiştir. Bu dönemin en önemli özelliği ise “etnik ve dinî ayrışmanın” Osmanlı’nın
tasfiye edilmesinde bir metot olarak kullanılmasıdır.
Üçüncü dönem Ortadoğu’nun kontrollü ve nihaî tasfiyesi (1878-1918). Avrupalı
sömürgeci devletler, diğer adlarıyla Avrupalı Büyük Devletler, özellikle de stratejik, ticarî ve
petrol gibi hammadde ihtiyaçlarını merkeze alarak Osmanlı’nın güney topraklarını siyasî,
iktisadî ve diplomasi nüfûz bölgeleri oluşturmak suretiyle elde etmeye gayret etmişlerdir.
Böylece Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki ve Arabistan bölgesindeki toprakları tamamen
tasfiye edilmiş ve Anadolu’da çok küçük bir bölgeye hapsedilmiştir.
Tebliğimizde bütün bunlar bir kurgu içinde alınmakla birlikte, asıl olarak üçüncü dönem
üzerinde durulacaktır. Hareket noktamız ise Balkanlar’ın “Balkanlaştırılması”ndan sonra
Ortadoğu’nun “Balkanlaştırılması” kavramı olacaktır. Benzer ve farklı hususlar ele alınarak,
Birinci Cihan Harbi’nin ardından 100 yıl geçmesine rağmen gelinen noktaya temas edilecektir.
Böylece Ortadoğu’daki mevcut sorunların tarihî ve siyasî köklerine değinilecektir.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Sözde Ermeni Soykırım Meselesi Gerçekte İse Çözüm Önerileri
Yrd. Doç. Dr. Nurhan AYDIN
Türk-Ermeni ilişkilerinin ele alınan boyutu ne yazık ki hala I. Dünya Savaşı sırasında
yaşanan trajik olayların ötesine geçmemektedir. Olayların ele alınışı ve incelenmesi akademik
yaklaşım yerine siyasal yaklaşımla değerlendirilmektedir. İki milletin bin yıllık beraberliği
tarihi ve tahlili bu kısır döngüden sürekli ard niyet ve gerçek dışı iddiaların gölgesinde süre
gelmektedir. Aslında bin yıllık beraberliğin bu kısır döngüden kurtulması gerekiyor.
Türk-Ermeni ilişkileri üzerinde dururken, aslında neden ilişkilerin geliştirilmediğini, bu
duruma açıklık getirebilmek için, Türkiye-Ermenistan ilişkilerini etkileyen, şekil veren, bundan
sonra da ilişkileri etkilemesi muhtemel temel faktörlerin çerçevesi çizilmelidir.
Ermenistan’ın içinde bulunduğu birçok sorunu aşabilmesi büyük ölçüde bölgesel
işbirliğine bağlıdır. Bu bağlamda diğer komşuları dikkate alındığında Türkiye, hem Batı’ya
yakınlığı, hem de siyasal yapısı itibariyle Ermenistan’ın öncelikle etkileşim içinde olması
gereken bir devlettir. Ancak gelişim bu yönden olmamış, iki devlet arası ilişkiler nerdeyse 1915
Ermeni Tehciri’ne ilişkin spekülasyonlara endeksli bir hal almıştır.
Ayrıca Ermenistan’ın iç ve dış politikası analiz edildiğinde, iç dinamiklerin etkisinin
çok az olduğu görülecektir. Bu noktada etkili olan, global ve bölgesel çıkarların peşinde koşan
güçlü devletlerin yönlendirdiği Ermenistan ve diasporasıdır. Bu bağlamda kendi senaryoları
olmayan ülkeler başkalarının yazdığı senaryolarda figüran rolü oynamaya mahkumdur.
Ermeni sorunu ile ilgili temel çözüm ise Ermeni sorununun dünyadaki oynadığı rol,
yerine getirdiği işlev, hangi kesimlerle kullanıldığı gibi faktörler göz önüne alınarak formüle
edilmelidir. Bu çerçevede bakıldığında yapılması gerekenler sadece akademik sahadaki
çalışmaların ötesinde, Türkiye’nin iç ve dış politikası ile ilgili alanları kapsamaktadır. Ayrıca
Türkiye’nin caydırıcılığı ile çok yakından ilgilidir.

Kafkas Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, KARS
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Manda İdaresinden Bağımsızlığa Geçiş Sürecinde Türkiye’nin Suriye’ye Bakış
Açısı (1936-1946)
Nuri Yavuz
Bahattin Demirtaş
Mustafa Can
Suriye, Ortadoğu’da hem Osmanlı ve Fransız yönetimleri altında hem de bağımsız bir
ülke olarak siyasi, stratejik ve ekonomik açıdan hep büyük öneme sahip olmuştur. Ülkenin
önemli ticaret yolları üzerinde bulunması, Doğu Akdeniz’e açılan liman kentlerine sahip
olması, dini ve etnik olarak bölgenin en kozmopolit ülkelerinden biri olması, özellikle Arapİsrail çatışması ve Arap milliyetçiliği akımı göz önünde bulundurulduğunda Ortadoğu
siyasetinde oynadığı rol, Suriye’yi bölgede kilit ülke konumuna getirmiştir.
Uzun yıllar Osmanlı toprağı olan bu ülke Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’ya
teslim edilmiştir. Ancak yeni bir dünya savaşının başlama emarelerinin belirmesi, Almanya’nın
büyüyen gücünün Fransa için tehdide dönüşmeye başlaması ve savaş hazırlıklarının bütün
devletlere büyük bir yük getirmesi gibi sebepler sonucunda 1936 yılı ortalarına gelindiğinde
Fransa tarafından Suriye manda yönetiminin bırakılması düşüncesi dillenmeye başlamıştır.
Türkiye’nin dâhil edilmediği Paris toplantılarında varılan taslak planlar kamuoyu ile
paylaşıldığında ise, mandater toprakların Suriye ve Lübnan olarak iki bölüme ayrılacağı ve iki
bağımsız devlet teşkil edileceği, Fransa’nın bu devletler üzerinde etkinliğini sürdürecek
yapılara sahip olacağı ve Sancağın Suriye’ye bağlı ve bu devletin bir parçası olacağı ortaya
çıkmış ve planın Türkiye’nin garantörlüğünü tasfiye ederek Sancağın ortadan kaldırılacağı
anlaşılmıştır. Bunun üzerine de Sancak Türkleri, Atatürk’ün önderliğinde Türk hükümetinin
desteği ile 1939 yılına kadar sürecek olan mücadelesini başlatmıştır. Sonuçta Sancak
probleminin Türkiye lehine olacak şekilde çözümlenmesi ile Fransa önemli ölçüde prestij
kaybetmiştir.
Suriye, II. Dünya Savaşı sırasında bir kısmı Almanya’ya teslim olan Vichy hükümetini
tutanlar, diğer kısmı İngilizler ile beraber hareket etmeyi münasip görenler diye kendi
aralarında ikiye ayrılan Fransız kuvvetlerinin birbirleri ile olan mücadelelerine de sahne
olmuştur. Bu olaylara seyirci kalmayan özgürlük taraftarı Fransız kuvvetleri, İngilizlerle
işbirliği yaparak Mayıs 1941'de ortak bir harekât düzenleyip Suriye'yi ele geçirmiştir. Fransızlar
için, manda idaresinin gittikçe daha büyük sıkıntılara sebep olduğunu gösteren bu olayların

Prof. Dr., Gazi Eğitim Fakültesi, Tarih Öğretmenliği Anabilim Dalı, [email protected]
Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Polatlı Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected]

Ar. Gör., Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Tarih Öğretmenliği Anabilim Dalı, [email protected]

Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
ardından, Suriye'nin kontrollü bir bağımsızlığa yönelmesi uygun görülmüştür. Nitekim savaş
sonlarına doğru 1944'de Amerika ve Rusya Suriye'yi tam bağımsız bir ülke olarak kabul ettiği
halde Fransızlar Suriye'den çekilmekte pek istekli olmamışlardır. Ancak bölge üzerinde yeni
planlar peşinde olan Amerika ve İngiltere bu bölgede Fransız nüfuzunun etkisini sürdürmesini
istemiyorlardı. Buna rağmen Fransa manda döneminin bağımlılık ilişkilerini mümkün olduğu
kadar devam ettirtecek ekonomik, kültürel ve stratejik bir takım imtiyazları garanti altına alacak
özel antlaşmaları resmen kabul ettirtinceye kadar Suriye'den çekilmemiştir. Fransızların 5
Nisan 1946'da resmen çekilmesinden sonra Suriye üzerinde egemenlik konusunda Amerika ve
İngiltere arasında rekabet başlamış daha sonra bu rekabete Rusya da katılmıştır.
Suriye, Türkiye açısından da son derece önemli bir ülkedir. Türkiye’nin komşuları
arasında en uzun ortak sınıra sahip olduğu ülke olmasının yanı sıra iki ülke ilişkileri, çeşitli
sorunlar nedeniyle hep gündemde ön sıraları işgal etmiş ve Şam ile Ankara arasında hızla
köprüler kurulmuştur. Bu bildiride Suriye’nin 1936-1946 yılları arasındaki siyasi tarihi ve
Türkiye ile olan ilişkileri hakkında bilgi verilecektir.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Osmanlı Hinterlandında İngiliz Nüfuzu
Prof. Dr. Nuri YAVUZ
Levent YIKICI
Toplumsal ilerlemeler için zorunlu olan devlet siyasetinin belirleyici rolü, yöneticiler için
gözden kaçırılamayacak yükümlülükler getirir. Bu yükümlülüklerini ifa etmek adına idare
edenler yönlendirdiği toplumu bir adım ileri taşımak adına zaman zaman ahlaki normları bir
kenarda tutarak başka toplumların hak ve hukuklarını çiğnemek yoluyla kendi amaçlarına
ulaşmayı denemektedir. Tarih boyunca da bu tür uygulamaların en acımasız örnekleri hep
karşımıza çıkmıştır ve çıkmaya devam etmektedir.
Sömürgeci siyasetin mucidi ve pratisyeni konumunda olan İngiltere’nin, Güneşin
Batmadığı İmparatorluk olma iddialarıyla uzandığı Avustralya, Afrika, Asya, Amerika
kıtalarında yaptığı sınır tanımaz emperyalist politikalarının tamamının anlatılması bir tek
çalışmayla mümkün değildir.
Bu çalışmanın amacı bahsini yaptığımız hırs ve ihtiraslarla donanmış İngiltere
politikalarının zayıflamış veya zayıflamakta olduğunu sezdikleri hemen her topluma yaptığı
gibi Osmanlı Devleti ve Türk Milleti üzerinde de en doyumsuz emperyalist hedefleriyle adı
geçen coğrafyanın ulaşmalarına el verdiği her karışında kan, gözyaşı ile uygulanışını
anlatmaktır.
İngiltere’nin Süveyş Kanalıyla başlayan Osmanlı hinterlandında etkili olma girişimlerinin
Mısır, Mezopotamya, Hicaz, Balkanlar, Anadolu, İran, Azerbaycan gibi Osmanlı Devletin her
toprağında mali, siyasi ve askeri alanda girişimleri bu tebliğde incelenmeye çalışılacaktır.

Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep Eğitim Fakültesi Dekanı
Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü, Cumhuriyet Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi

Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
20. Yüzyıl Mısır’ında Selefi Hareketler: el-Cem’iyyetü’ş-Şer’iyye ve Ensâru’s-Sünneti’lMuhammediyye Grupları
Arş. Gör. Nurullah Çakmaktaş
İslamcılık düşüncesinin ve İslami hareketlerin ortaya çıkışı Müslümanların 18. yy
akabinde yüzleştikleri krizlere karşı bir çözüm arayışının ürünüdür. İslam dünyasının farklı
bölgelerinde neredeyse eş zamanlı olarak başlayan bu çözüm arayışının karakteristik yöntemi
ise, geri kalmışlığın sorumlusu olarak gösterilen “geleneksel İslam” üzerinde ihya ve tecdid
ameliyesinde bulunarak ana kaynaklara dönmek suretiyle “altın çağ” kabul edilen Asr-ı Saadeti
yaşanılan döneme taşımaktır. Geleneğin suçlu ilan edilip Asr-ı Saadet üzerinden selefe vurgu
yapılması İslamcılık düşüncesinin başvurduğu çözüm reçetelerinden biridir. Yani adına ister
Modern İslam Düşüncesi, ister İslamcılık, isterse de İslami hareket denilsin, 18. yy’dan sonra
İslam dünyasının neredeyse tamamında görünür olan, İslam dünyasının içinde bulunduğu hâli
pür melalden kurtulması için serdedilen görüşler, düşünce ve yeni arayışların hepsinde öyle
veya böyle “selefilik” dozu bir şekilde bulunmaktadır. Yani demek istediğimiz şu ki, modern
Müslüman zihni bu süreçte bidat ve hurafe karşıtlığı gibi bazı selefi düşünceleri içselleştirerek
İslam’ın selefi yorum biçimini kabul etmeye mücehhez hale gelmiştir. Dolayısıyla Mısır’da
özellikle yetmişlerden sonra yükselişe geçen Suudi tarzı vehhabi-selefi düşüncenin ve
hareketlerin toplumsal tabanda karşılık bulmasında ve içselleştirilmesinde, her ne kadar
bugünkü anlamıyla görünür olan Selefilikten farklılık arz etse de, ihya ve tecdid eksenli oluşan
modern İslam düşüncesinin ve İhvan gibi diğer İslami hareketlerin arka planda sağladığı bu
katkı yadsınamaz.
Fakat İslamcılık düşüncesinin ve İslami hareketlerin özünde var olan söz konusu
“selef” ve “selefilik” vurgusu dikkate alınarak, İslami hareketleri tasnif edenler tarafından bütün
bu hareketler “selefi hareket” içine dâhil edilmiştir. Mesela Mısır’da Selefilik tarihinden
bahseden birçok metin bu tarihi Muahmmed Abduh ve Reşit Rıza gibi isimler ile başlatıp İhvanı Müslimin hareketiyle devam ettirebilmiştir. Oysa günümüzün Ehl-i Hadis ve İbn Teymiyye
çizgisindeki geleneksel selefiliği, bugün adına Suudi Selefilik denilen başka bir çizgi üzerinde
yol almaktadır. İşte bu tebliğimizde inceleyeceğimiz el-Cem’iyyetü’ş-Şer’iyye ve Ensâru’sSünneti’l-Muhammediyye grupları Mısır’ın bu çizgi üzerindeki ilk selefi hareketleridir. Her ne
kadar Mısır topraklarında selefiliğe teveccüh özellikle yetmişli yıllardan sonra artmaya
başlamış olsa da, yetmiş öncesi yıllarda mevzu bahis grupların özellikle sosyal hizmet alanında
gerçekleştirdiği hizmetler bu teveccühün oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Mısır’da ilk selefi teşkilatlanmalar ve modern selefi hareketin başlangıcı olarak
gösterilen söz konusu cemiyetler, 19. yy boyunca sömürgeciler ve oryantalistler tarafından
istişrak ve misyonerlik hedefleri doğrultusunda Mısır’da kurulan bazı yardım ve bilimsel

Marmara Üniversitesi / Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
akademi kuruluşlarına tepki olarak faaliyete başlayan selefi düşüncenin temel alındığı
yapılanmalardır. Sömürgecilerin ve müsteşriklerin kurdukları kurumlar vasıtasıyla Mısır,
Mısır’ın tarihi, İslamiyet, İslam peygamberi, Kur’an ve Kuran dili gibi konularda Mısırlılar için
yeni olan fikirler serdetmeleri; kavmiyetçilik, batılılaşma ve laiklik gibi söylemlerin revaç
bulması; özellikle eğitim kurumlarındaki modernleşme hareketleriyle birlikte dinin sosyal ve
siyasi hayattaki konumunun tartışılması; Müslümanların İslam’ın özünden uzaklaşıp bidat ve
hurafelere boğulmuş olması gibi nedenler öne sürülerek bazı selefi öncü isimlerin liderliğinde
bu hareketler 20. Yüzyılın başlarından itibaren dinamizm kazanmıştır.
20. Yüzyılın ilk yarısında Mısır’da geleneksel selefiliğn nüvelerini atan, ikinci yarısında ise
Suudi selefiliğinin içine angaje olan, Arap Baharı sonrası Nur Partisini kuracak olan edDa’vetü’s-Selefiyye grubuna öncülük eden ve selefi ekolün Mısır toplumda teveccüh
görmesine zemin hazırlayan Mısır’ın ilk selefi hareketleri olan el-Cem’iyyetü’ş-Şer’iyye ve
Ensâru’s-Sünneti’l-Muhammediyye gruplarını; ortaya çıkışları, faaliyet alanları, yaşadıkları
bölünmeler ve toplum üzerindeki etkileri çerçevesinde bu tebliğimizde incelemeye çalışacağız.
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Osmanlı Belgelerinin Dili Ve Işığında Kürdistan Kavramı
Prof. Dr. Orhan KILIÇ
1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı belgelerinde ve kaynaklarında Kürdistan
tabirine rastlanır. Savaştan sonra Yavuz Sultan Selim, İdrisî Bitlisî’nin telkin ve tavsiyeleri ile
doğu ve güneydoğu Anadolu’daki bazı mahalli ekrad beylerine bulundukları sancakların
idaresini babadan oğula geçecek şekilde tevcih etmiş ve bu sancaklar Diyarbekir
beylerbeyliğine bağlanmıştır. Diyarbekir beylerbeyliğinin yetki alanı içerisinde olan ancak
yerel ekrad beyler tarafından ocaklık suretiyle tasarruf edilen bu sancaklar yaklaşık elli yıl
Kürdistan hükmündeki sancaklar olarak ifade edilmişlerdir. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren
bu adlandırma ortadan kalkmıştır. Osmanlı belgeleri incelendiğinde görülmüştür ki, Osmanlı
uygulamasında Kürdistan kavramı ile ifade edilen ve coğrafi bütünlük gösteren bir alan yoktur.
Bahse konu ocaklık sancaklar da coğrafi ve idari bir bütünlük arz etmemektedirler. Zira ekrad
beylerinin idaresi altında olan ve Diyarbekir beylerbeyliği bünyesinde Kürdistan hükmünde
yazılan bir sancak herhangi bir sebeple o beyin idaresi altından çıkarsa Kürdistan hükmünde
olma durumunu da kaybediyordu. Bu mahalli beylerin kendilerine bağlı kalabalık bir
aşiretlerinin olması durumunda kendilerine ocaklık sancaklar veriliyordu. Bu bağlamda
değerlendirildiğinde 19. yüzyılın ortalarına kadar sabit bir coğrafya üzerinde bir beylerbeyinin
veya valinin idaresinde Kürdistan adı ile anılan bir idari üniteden söz etmek mümkün değildir.
Ocaklık sancakları idare eden mahalli beylerin Osmanlı idari sistemi içerisinde özerk diye
nitelendirilebilecek bir yetkilerinin olmadığı da birçok uygulama içeriğinden anlaşılmaktadır.
Bu bildiride, özellikle arşivler ve dönemin klasik kaynaklarına dayalı olarak Kürdistan
kavramının Osmanlı uygulamasında neyi ifade edip etmediği üzerinde durulmuştur.

Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü-Elazığ
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Dinler, Mezhepler Müzesi İslam Denizi Orta Doğu’da XX. Yüzyılda Var Olma
Mücadelesi: Maruni-Yahudi İttifakı
Yrd. Dr. Ramazan Işık
Dinlerin, mezheplerin kesişme noktası İslam denizi Orta Doğu’da Lübnan Marunileri,
ülkede Hıristiyanlar arasında çoğunluğu teşkil eder ve sadık bir Katolik cemaattir. Kuzey
Suriye’den Cebel-i Lübnan’a Melkitlerin ve Yakubilerin baskıları ile göç etmişlerdir. Adlarını
MS. V. yüzyılın (MS. 410) başlarında Aziz Marun’dan almışlardır. Dolayısıyla Marunilik, etnik
bir kökene değil, dini bir kimliğe işaret etmektedir8. Haçlı seferleri ile birlikte Maruniler,
Frenklerle tanışmışlar ve onların yardımıyla 1182’de papanın üstünlüğünü tanımışlardır. En
nihayet 1736’da tamamen Roma Kilisesinin otoritesini kabul etmişlerdir.
Tarihsel süreçte Maruniler kendilerini Lübnan’la bütünleştirmişler ve bu toprakların
kendileri için arz-ı mevut olduğuna inanmışlardır. Bu anlamda Yahudi toplumu ile benzer
yönlerinin olduğu söylenebilir. Maruniler, Hıristiyanlığın ortaya çıktığı ve ilk yayıldığı
topraklarda yani, her tarafı Müslüman toplumlarla çevrili olan İslam denizinde, kendilerini
Hıristiyanlığın bekçisi olarak görmüşler, Hıristiyanlığın Ortadoğu’da var olmasını, kendi
varlıklarına dayandırmışlardır. Kilise ileri gelenleri ve aydınlar, Yahudi ve Maruni kültürünün
Ortadoğu’da batı medeniyetini ve kültürünü temsil ettiğine ve ikisinin de aynı amaç için
çalışması gerektiğine inanmışlardır. Bu düşüncenin bir yansıması olarak Yahudiler ve
Maruniler Ortadoğu’da 1920’ler ve 1930’larda Müslümanlara karşı başlattıkları gayri resmi
ittifaklarını her zaman ve her fırsatta yinelemişlerdir. Her iki toplum da Ortadoğu’da Müslüman
ve Arap varlığını kendi varlıkları için bir tehdit olarak algılamış ve ‘düşmanımın düşmanı
dostumdur’ mantığının gereği olarak ‘doğal’ bir ittifak düşüncesi geliştirmişlerdir9. Sonuç
olarak Lübnan’da; tarihte olduğu gibi Maruni hegemonyasının yeniden tesis edilmesi amacına
hizmet edebilir düşüncesinden hareketle, Marunilerin Ortadoğu’da Filistin devletinin
olmasından çok, güçlü bir İsrail devletinin var olmasını istedikleri anlaşılmaktadır. Ancak
zaman göstermiştir ki, genelde Ortadoğu’da özelde ise Lübnan’da kalıcı ve adil bir barışın
sağlanabilmesi, kesin olarak Filistin sorununun çözümüne bağlıdır.

FÜ. İlahiyat Fakültesi
Walid Phares, Lebanese Christian Naıionalism: The Rise and Fail an Ethnic Resistanca (Boulder, 1994), 39.
9 Kirsten E. Schulze, “İsrail ve Maruni Milliyetçilikleri Bir Azınlık İttifakı ‘Doğal’ mıdır?”,Ortadoğu’da Milliyetçilik,
Azınlıklar ve Diasporalar, Ed. K. E. Schulze, M. Stokes, Colm Camphell, (Çev. Ahmet Fethi), İstanbul 1999, 214 vd.
8
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Cihadı Ekber ve İran
Sadık Sarısaman
29 Ekim 1914 tarihinde Goben (Yavuz) ve Breslau (Midilli ) adlı savaş gemilerinin Rus
limanlarını topa tutması Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesine yol açtığı gibi komşusu İran’ın
da bir durum değerlendirmesi yapmasına sebep oldu. 1 Kasım 1914 tarihinde İran tarafsızlığını
ilan etti. Ancak, tarafsızlığın gereklerini yerine getiremedi. Çünkü, İran’ın kuzeyinde Rus,
güneyinde ise İngiliz kuvvetleri vardı.
Öte yandan Osmanlı Devleti “ cihad-ı ekber “ ilan etti. Harbiye Nazırı ve Başkumandan
Vekili Enver Paşa da yayınladığı beyannamede " Zincirler altında inleyen 300 milyon İslam ve
eski vatandaşlarımız hep bizim muzafferiyetimize dua ediyor" ifadelerini kullandı. Bununla
beraber Osmanlı Devleti’nin “ cihad-ı ekber “ politikaları açısından komşusu İran kilit
konumundaydı. Suni-Şii ihtilafının bertaraf edilebilmesi halinde İran’ı cihadı ekbere dahil
etmenin mümkün olabileceği düşünüldü. Bu manada Celal Nuri "Bu ihtilafat-ı mezhebiyye ne
demektir? Mezahibi meydana koyanlar doğmadan, acaba Müslümanlar Müslüman değil mi
idiler. Hazreti peygamber dahil olduğu halde aşere-i mübeşşire, ashab, ensar muhacirin acaba
Hanefi-ül mezheb mi idiler" diyerek mezhep çatışmasının gereksizliğine işaret etmişti. Aslında
İran'ın kazanılması bir taşta birkaç kuş vurmak anlamına gelecekti. Bu sayede Afgan ve Hint
Müslümanlarının da İngilizlere karşı ayaklandırılması söz konusu olabilecekti. Bu yüzden
İran'da cihadı ekber ve ittihâd-ı islâm faaliyetlerine önem verildi.
Bu bildiride Birinci Dünya Harbi döneminde Osmanlı Devleti'nin İran'ı ve İran halkını
cihada iştirak ettirmek amacıyla yaptığı faaliyetler, İran Devleti ve halkının bu faaliyetlere karşı
tutum ve davranışları arşiv kaynakları, basın ve mevcut diğer bilgi ve belgeler çerçevesinde ele
alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Cihad, Osmanlı Devleti, İran, Almanya, İngiltere

Prof. Dr. Sadık Sarısaman, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫مشروع عبَّاس باشا لخلق تحالف عربي ضد الغرب (‪1264‬هـ‪1848/‬م)‬
‫فكرة الموضوع‪:‬‬
‫*‪Dr. Saleh M. Al-Sonaidi‬‬
‫الخديوي عبَّاس باشا هو ابن طوسون بن محمد علي وابن أخي إبراهيم باشا ال ي هاجم الدَّولة السُّعوديَّة األولى‪ ،‬وقد‬
‫تولَّى الحكم في مصر بعد وفاة ع ِ ّمه إبراهيم ه ا سنة ‪1264‬هـ‪1848/‬م ؛ وقد ايتهج سياسة استقالليَّة‪ ،‬حاول فيها تنمية فكرة‬
‫صة الفريس ِيّين ال ين كايوا أصحاب يفوذ في مصر‪ ،‬فاستغنى عن الكميرين منهم‪ ،‬ول ا‬
‫القوميَّة والوطنيَّة ضدَّ األورب ِيّين‪ ،‬خا َّ‬
‫والمؤرخين الفريس ِيّين‪ ،‬ويبدو أ َّيه أراد ألفكاره ورآه صد ًى إعالميّا ً ووقعا ً عمليّاً‪ ،‬فف َّكر في‬
‫فقد كان عبَّاس ممار سخط الكتاب‬
‫ِّ‬
‫صب يفسه ملكا ً على العرب؛ مشروعه ه ا كان مح ّل اهتمام بلجريف‪ ،‬ال ي زار‬
‫مشروعٍ يستق ُّل به عن الباب العالي وين ِ ّ‬
‫الجزيرة العربية مموالً من حكومة يابليون المايي في سنة ‪1279‬هـ‪1862/‬م‪ ،‬فعرض لها وبسط الحديث عنها وعن أهدافها‬
‫وأطرافها وما آل إليه مصيرهاو‬
‫محاور البحث‪:‬‬
‫أوالًـ وليم بلجريف‪ :‬الرحلة والرحالةو‬
‫ثايياًـ أوضاع منطقة الشرق األوسط وظروفها في هذه الفترة (منصف القرن‬
‫التاسع عشرالميالدي)‬
‫ثالماًـ مشروع عباس باشا‪:‬‬
‫ـ فكرته‬
‫ـ أهدافه‬
‫ـ محاوره‬
‫ـ يتائجه‬
‫رابعا ً ـ النتائج والتوصيات‬
‫‪Kral Suud Üniversitesi‬‬
‫‪‬‬
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫المشروع الصهيويي التوسعي وسرقة المياه العربية‬
‫أودوسمر بهلوان*‬
‫اتفق ظهور الفكرة الصهيويية مع التطورات االقتصادية – االجتماعية في أوروبا الغربية ويشوء األيظمة االمبريالية‬
‫االستعمارية من القرن المامن عشر‪ ،‬حيث وجد الساسة األوروبيون‪ ،‬ومعهم رجال الكنيسة األرثوذكسية‪ ،‬أن المستعمرات‬
‫ستكون مجاال مناسبا ومهما لربط مصالحهم الجديدةو تل المستعمرات التي البد وأيها تشكل بعدا استراتيجيا بعيد المدى إلجراء‬
‫تحوالت اقتصادية – اجتماعية‪ ،‬ول ل كان من المناسب لكل دولة أوروبية متفوقة اقتصاديا أن تطر مشروعها الصهيويي‬
‫الخاص باستعمار فلسطين‪ ،‬والهيمنة منها على باقي مناطق الوطن العربيو وه ا يعني أن اختالق الدولة الصهيويية في قلب‬
‫الوطن العربي يتطلب مستلزمات لبناء قواعدها وأسسها(خارج إطار المساعدات المالية والعسكرية)و ومع استمرار النشاطات‬
‫الصهيويية ورسوخ تل الفكرة ودخولها حيز التنفي الفعلي على أرض فلسطين‪ ،‬وقيام دولة اسرائيل بدعم بريطايي قوي‪،‬‬
‫كأعظم دولة استعمارية‪ ،‬أخ ت تسعى لتنفي سياستها التوسعية وفقا لشعارها "حدود إسرائيل من الفرات إلى النيل"و حيث‬
‫يعكس ه ا الشعار أن حدود تل الدولة وتوسعها مرتبط تماما باحتياجها للماء في فلسطين وخارجهاو‬
‫من ذل الحين عام ‪ 1948‬بدات دولة إسرائيل بالتوسع من معاهدات الهدية عام ‪ ،1949‬وأخ توسعها في األراضي العربية‬
‫يتجه يحو منابع المياه العربية جميعها في المشرق العربي أو المغرب‪ ،‬والقصد هنا (مصر إلى جايب دول المشرق العربي)‪،‬‬
‫خاصة وأيها استندت إلى الدراسات المعنية بمشاريع المياه التي يعود إعدادها إلى ما قبل مؤتمر بال في سويسرا عام ‪1897‬‬
‫والمستمرة إلى ما بعد عام ‪1967‬و وب ل فإن ه ا البحث يهدف إلى دراسة مجمل مشاريع سرقة المياه العربية‪ ،‬التي يشكل‬
‫احتاللها مأساة ال تقل أهمية عن احتالل األرضو ومن أهم النقاط التي سيعالجها البحث هي‪:‬‬
‫‪-1‬‬
‫أ‪-‬‬
‫ب‪-‬‬
‫ت‪-‬‬
‫‪-2‬‬
‫‪-3‬‬
‫‪-4‬‬
‫أ‪-‬‬
‫ب‪-‬‬
‫‪-5‬‬
‫‪-6‬‬
‫البعد التاريخي لألطماع االستعمارية – الصهيويية في فلسطين‪:‬‬
‫الفكرة الصهيويية‪ ،‬وتبلور فكرة الوطن القومي إلسرائيلو‬
‫العوامل واألسس الالزمة لبناء دولة اسرائيلو‬
‫أهم مشاريع المياه قبل قيام الدولةو‬
‫بريطاييا وتنفي المشروع الصهيويي (دولة اسرائيل)و‬
‫اهم مشاريع المياه خالل فترة اإليتداب البريطايي على فلسطينو‬
‫أهم مشاريع المياه بعد قيام دولة اسرائيل‪:‬‬
‫تحويل مجرى يهر األردنو‬
‫سرقة مياه الجوالن و‬
‫أهم يتائج البحثو‬
‫ألمصادر والمراجعو‬
‫جامعة دمشق‪ ،‬كلية اآلداب*‬
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫دور االستعمار البريطايي في قضايا الشرق األوسط ـ سياسة بيرسي كوكس الحدودية أيموذجا ـ‬
‫‪ /‬العيدايي سمير ـ أستاذ مساعد*‬
‫عرفت منطقة الشرق األوسط خصوصا و العالم المالث عموما ‪ ،‬حركة استعمارية منظمة و مستنزفة ‪ ،‬خاصة‬
‫المناطق التي تعرضت لالستعمارين البريطايي و الفريسي ‪ ،‬في الفترة المصاحبة اليحطاط الدولة العممايية وظهور أفكار‬
‫القومية العربية ‪ ،‬حيث عمل االستعمار ـ طيلة تواجده وحتى بعد استقالل دول الشرق األوسط ـ على االستفادة من خيرات‬
‫المنطقة و النيل من ركائز قوتها ‪ ،‬بالتركيز على مخططات تضمن بقاء المنطقة تحت التبعية من جهة و معرضة ألزمات‬
‫دائمة من جهة أخرى ‪ ،‬ومن المعروف أن االستعمار البريطايي يعد أكمر أشكال االستعمار األوربي الحديث تأثيرا في منطقة‬
‫الشرق األوسط من حيث تخطيطه ثم تنفي ه لمختلف التغييرات التي عرفتها المنطقة ‪ ،‬ومماله تسطيره لحدود كمير من بلدان‬
‫العالم العربي و اإلسالمي خاصة مطلع القرن العشرين و‬
‫إذ يعد الكولوييل و السياسي البريطايي بيرسي كوكس "‪"1937-1864 " Percy Cox‬من أكمر الساسة البريطاييين‬
‫اثرا في ترسيم الحدود بين الكمير من الدول في الشرق األوسط من خالل االتفاقيات الدولية التي أبرمها باسم بريطاييا مع حكام‬
‫يجد و الكويت و مشايخ قطر و البحرين باإلضافة الى ملو‪ ،‬العراق و فارس ‪ ،‬ل ا فدوره كمسؤول بريطايي في المنطقة و‬
‫عضو في المكتب الهندي " المخابرات البريطايية" جعله يراعي مصلحة اإلمبراطورية البريطايية ‪ ،‬ومنه كايت اتفاقياته‬
‫الحدودية في أغلبها غير مهضومة من الحكومات المحلية ‪ ،‬و بالتالي كايت بعدها عامال أساسيا في تصدع العالقات بين كمير‬
‫من الدول الشرق ـ أوسطية ‪،‬ثم أدت الى يزاعات متواصلة بوسائل مختلفة ‪ ،‬صنعت كميرا من مالم تاريخ الشرق األوسط‬
‫في الفترة المعاصرة ‪ ،‬كما كايت تداعياتها حائال دون تعاون أو تكتل للكيايات السياسية المشكلة للمنطقة ‪ ،‬قصد خدمة أهدافها‬
‫في النهوض بطموحات شعوبها يحو األفضل و‬
‫ل ا فمداخلتي في ه ا المؤتمر الدولي الموقر الموسوم بـ"الشرق األوسط بين األمس و اليوم " ‪ ،‬تهدف الى توضي أثر‬
‫اتفاقيات الحدود بين دول الشرق األوسط تحت إشراف "بيرسي كوكس " ‪،‬في العالقات الدولية لدول المنطقة بعد يهاية الحرب‬
‫الباردة و‬
‫جامعة المسيلة ـ الجمهورية الجزائريةـ*‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Devlet ve Toplum Arasında Kalmak: Nusayrîler
Yrd. Doç. Dr. Selahattin TOZLU
Yrd. Doç. Dr. Uğur AKBULUT
Nusayrîler, Ortadoğu’nun önemli unsurlarından birisidir. Çoğunluğu Suriye’de, olmak
üzere, bilhassa Türkiye ve Lübnan gibi değişik ülkelerde yaşayan Nusayrîler, yaşadıkları
bölgenin Memluk Devleti hâkimiyetine girmesinden sonra sürekli Sünni idareler altında
yaşamışlardı. Bu süre zarfında gerek merkezi idare ve gerekse yerel unsurlarla birtakım sorunlar
yaşanmıştı. Bu sorunların büyük kısmı, kontrol edilmesi güç Lazkiye ve çevresindeki dağlık
bölgede yaşayan Nusayrîlerle ilgili olup başta Antakya olmak üzere şehirlerde, Sünnilerle
birlikte yaşayan Nusayrîlerin çok fazla güvenlik sorunu oluşturmadan sakin bir yaşam
sürdürdükleri söylenebilir.
Osmanlı Devleti’nin, bu bölgeyi ele geçirmesinden sonra daha rahat bir yaşam sürdüren
Nusayrîlerle ilgili klasik Osmanlı kaynaklarında yeterli bilgi olmamakla birlikte devletin
bunları resmi muamelatta Müslüman kabul ettiği şüphesizdir. Buna karşılık askerlik
mükellefiyeti sonrası Nusayrîlerin askerlik yapmaya pek sıcak bakmadıkları da bir gerçektir.
1870’li yıllara gelindiğinde Nusayrîler, yaşadıkları sorunların üstesinden gelebilmek
adına Sünniliğe geçme talebinde bulundular. Devletin büyük önem verdiği bu süreçte çok
sayıda okul ve mescit açılmış, İslam akaidini anlatan kitaplar gönderilmiş ve din adamları
tarafından telkinlerde bulunulmuştu. Ancak eğitim faaliyetlerinin istenen seviyeye
ulaşamaması ve ilk mektep sonrası okulların açılamaması sürecin başarısız olmasına neden
olmuştur.
Nusayrîler, Tanzimat sonrası dönemde kendilerini yeteri kadar ifade edememe sıkıntısını
da yaşamıştı. Bunlar mahalli meclislerde yeteri kadar temsil edilememiş, dolayısıyla sorunlarını
gündeme taşıyamamıştı. Nusayrîlerin büyük bir kısmı toprak sahibi olamamış, toprak ağalarına
hizmet etmekten öteye geçememişti. Bu arada bazı şehirlerde Sünniliğe geçtikten samimi
olmamakla da suçlanmışlardı. Toprak sahipleri, kendilerine kiracı veya işçi olarak hizmet eden,
tarlalarında çalışan bu insanlarla “eşit” olmaktan rahatsız olmuş, Sünniliğe geçişin topraklarını
ellerinden almak için hazırlanmış bir oyundan ibaret olduğunu iddia etmişlerdi.
Bu çalışma kendilerinden kaynaklı olsun olmasın Nusayrîlerin içinde bulunduğu sorunları
merkeze alarak bir değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır.

Atatürk Üniversitesi KKEF Tarih Öğretmenliği ABD

Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Din Anlayışlarındaki Ayrışma Nedenleri
Prof. Dr. Selim ÖZARSLAN
Tarihin derinliklerinden günümüze kadarki süreçte farklı din anlayışları hep bulunula
gelmiştir. Din anlayışlarındaki farklılıkların sebeplerine geçmeden önce din ve din anlayışı
arasındaki farkı belirtmek yerinde olacaktır. İslâmî kaynaklara göre din, “Akıl sahiplerini kendi
hür iradeleriyle peygamberlerin getirdiklerini kabul etmeye davet eden ilâhî emirler
manzumesi”dir. Yani din, Yüce Allah’ın insanları iyi ve güzele yöneltmek, kötü ve çirkin
davranışlardan alıkoymak için peygamberler aracılığıyla bildirdiği ilahi kurallardır. Dinin
hedefi ise, insanları dünya ve ahiret huzur ve mutluluğuna ulaştırmaktır.
Din anlayışından kastımız ise Yüce Allah tarafından peygamberler aracılığıyla
gönderilen dinin yani ilahi kural ve emirlerin insanlar tarafından içinde bulundukları sosyokültürel ve sosyo-ekonomik şartlara göre anlama, algılama ve yorumlama biçimleridir. Din,
ilahi vahye dayanırken, din anlayışı ya da dinin anlaşılması, insanların akıllarıyla ulaştıkları
yorumlarına dayanır. Din ile din anlayışı veya dinin anlaşılması birbirinden farklıdır. Din, bütün
insanlara hitap ettiğinden dolayı evrenselken, din anlayışı bireyseldir.
Din anlayışlarındaki farklılıkların sebepleri ise zaman ve mekâna göre değişiklikler arz
etse de genel olarak sosyal, kültürel, coğrafi ve ekonomik sebepler, insanın yapısından
kaynaklanan sebepler, siyasi-politik sebepler, İslam’ın insanlara tanıdığı fikir ve vicdan
hürriyeti, şeri hükümlerin çıkarılması gereği ve dini metinlerden kaynaklanan sebepler olarak
sayılabilir. İnsanların bilgi ve tecrübe birikimleri, duygu ve düşünceleri, içinde doğup
yaşadıkları sosyal, kültürel, coğrafi ve siyasi ortamlar, dinin kaynağı olan vahyin anlaşılmasını
ve yorumlanmasını etkilemiş ve farklı din anlayışlarının oluşmasına neden olmuştur. Söz
konusu bu nedenlerden dolayı dinin özüne (Allah’ın bir ve tek, Hz. Muhammed’in Allah’ın
elçisi olduğu ve ahiret/ öte dünya gerçeğine) diğer bir deyişle vahyi temellerine aykırı olmamak
şartıyla dinin farklı biçimlerde anlaşılması ya da yorumlanması makul görülmelidir.
Müslümanların farklı din anlayışları ya da dini konulardaki ihtilafları, genelde dinin
temelleri/rükünleri ve genel ilkeleri dışında kalan konularda odaklanmıştır.

Fırat Üniv. İlahiyat Fakültesi Kelam ABD. Öğretim Üyesi, [email protected].
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Hicaz Demiryolu ve XXI. Yüzyılda Aktif Hale Getirilmesi
Süleyman HATİPOĞLU
Bilindiği gibi II. Abdülhamit’in Bağdat Demiryolu Projesinden sonra önemli
projelerinden biri de Şam ile Medine ve Mekke şehirlerini birbirine bağlayacak olan Hicaz
Demiryolu Projesi olmuştur. Bu projenin ortaya çıkması da şüphesiz ki Abdülhamit’in
Panislamizm siyasetinin hedefi; öncü ve etkili rol oynamıştı.
Hicaz Demiryolu fikri ilk önce Nafia Nazırı Hasan Paşa tarafından 1880’de ortaya
atılmış ve askeri sebeplerle 1892’de Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa teklifi yinelemişti. Yine
aynı sebeplerle 1892 yılında Mısır Yüksek Komiseri Ahmet Muhtar Paşa ve yurt dışından
Hindistanlı Müslüman gazeteci Muhammed İnshaullah da Hicaz Demiryolunun yapımını teklif
ettiler. Bütün bu önerileri göz önünde tutan Abdülhamit’i asıl etkileyen sultanın özel sekreteri
Suriyeli Arap İzzet Paşa olmuştu. Bu konuda Abdülhamit: “Çok eskiden beri hayal ettiğim
Hicaz yolu nihayet hakikat oluyor. Bu gayemde benimle işbirliği yapacak İzzet’ten daha iyi
kimseyi bulamazdım. Zira bu işe bütün kuvvetiyle kendini verdi…” Diyerek İzzet Paşa’nın
Hicaz Demiryolunun yapımında gösterdiği gayreti belirttikten sonra: “ Hicaz Demiryolu için
lüzumlu paraları, bütün dünyadaki Müslümanlardan ve bilhassa Hintlilerden, bu kadar çabuk
toplayabilmesine hayran oldum. Bu büyük esere Fransızlardan, Almanlardan da iştirak edenler
oldu. Tabii bunda kurnaz İzzet’in büyük yardım yapanlara verilmek üzere bastırdığı, güzel
madalyaların da çok dahli olmuştur.” diyen Sultan Abdülhamit, Suriyeli Arap İzzet Paşa’nın bu
projenin gerçekleşmesi hususunda büyük çaba sarf ettiğini belirtmiştir.
Sonuç olarak dilek ve temenni doğrultusunda Hicaz Demiryolu hattına günümüzde de
aktifleştirerek işlerlik kazandırılmalıdır. Bu konuda da Türkiye üzerine düşen öncü görevini
layıkıyla yerine getirmelidir. Bu hattın tahrip olan kısımlarının Türk müteahhitlerine bölge
bölge verilerek onarımının yaptırılması doğru olur kanaatindeyim. Bu konuda şunları da
ekleyebiliriz; günümüzde yüksek hızlı trenler ve mavi trenler ayrıca içinde lokantası, duşu ve
yataklı olan trenler var. Hacılarımızın büyük bir çoğunluğu yaşlı olması nedeniyle uçağa
binemiyor ve aynı zamanda Hicaz Demiryolu, hava yoluna alternatif olabilir. Bu durumda
Hicaz hattının tekrar canlılık kazanması gerektiğini vurgulamak isteriz.
Bu bildirimizde “Hicaz Demiryolu”nun yapılış nedenleri, yapılışı ve bu hattın doğurmuş
olduğu sonuçlar üzerinde durulacak ve günümüzde de aktif hale getirilmesi konusunu belirterek
işlemeye çalışacağız.

Yrd.Doç.Dr. ,Mustafa Kemal Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Antakya/Hatay;
[email protected]
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Anahtar Kelimeler: II. Abdülhamit, Hicaz Demiryolu, Panislamizm, Hızlı Tren,
Hacılar
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
İngiltere’nin Basra Eyaletinde Yürüttüğü Yasal Olmayan Faaliyetler ve Basra Eyaleti
Üzerindeki Emelleri (1876-1914)
Doç. Dr. Şennur ŞENEL
Bilindiği üzere Osmanlı devletinin siyaseten ve askeri yönden güç kaybetmesine paralel
dönemde Avrupalı devletlerin sömürgeci faaliyetleri başlamış ve giderek güç kazanmıştı.
Osmanlı nüfusunun çok uluslu ve çok dinli yapısı Avrupalı devletlerin her birini kendileriyle
ortak paydada gördükleri Osmanlı tebaası üzerinde nüfuz tesisine ve mücadelesine sevk etmişti.
Bu güç yarışında Balkanlar, Kafkaslar, Kuzey Afrika ve özellikle Ortadoğu’daki (hassaten
“Verimli Hilal” de denilen bugünkü Irak, Suriye ve Mısır ) Osmanlı hakimiyetindeki topraklar,
mücadele sahası haline gelmiştir.
Nüfusun büyük çoğunluğu Arap ve inanç olarak da Müslümanlar olmakla birlikte Basra
Eyaleti jeostratejik ve jeopolitik konumuyla Rusya’nın, Fransa’nın ve İngiltere’nin ilgi alanı
olmuş ve dolaylı veya doğrudan bu coğrafya üzerinde hakimiyet kurma çabasına girmişlerdir.
Bu çerçevede olmak üzere, İngiltere devletinin 18761914 tarihleri arasında Basra
Eyaleti’nde Osmanlı devletinden izin almaksızın ve haber vermeden yürüttüğü ve yasal
olmayan faaliyetleri ele alınacak ve ne tür girişimlerde niçin bulundukları değerlendirilmeye
çalışılacaktır.

Gazi Üniversitesi
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
21. Yüzyılı Kadar Türkiye-Suriye İlişkilerinde Temel Sorunlar
Yrd. Doç. Dr. Şerif Demir
Türklerin Ortadoğu ilgisi ve orta doğuda faaliyetlerinin kökü oldukça eskilere
dayanır. Günümüz meselelerini anlamamızı sağlayacak gelişmelerin temelini XIX. yüzyılın ilk
yarısına kadar götürmek mümkündür. Osmanlı Devleti'nin son döneminde yaşadığı pek çok
sorun, doğal olarak orta doğu coğrafyasındaki tebaasını da etkilemiş, bu durum doğal bir takım
sonuçları olmuştur.
Ortadoğu coğrafyasında milliyetçilik düşüncesinin kurumsallaşarak, bölge halkının
menfaatleri için mücadele sürecine girmesi II. Meşrutiyetle başladı. Ardından gelen felaket
yılları Osmanlı Devletini ve Ortadoğu coğrafyasını param parça etti. Anadolu'da başlayan
direniş hareketi Batıya karşı büyük bir mücadele içerisine girerken, Osmanlı'nın Ortadoğu
coğrafyası Batılıların çıkarları doğrultusunda tamamen menfaate dayalı paylaşıldı. Böylece
yaklaşık bin yıllık bir birliktelikte son buldu.
Türkiye'nin Ortadoğu coğrafyasında en geniş sınırlara sahip fakat en çok sorun
yaşadığı ülke daima Suriye oldu. Genelde (Beşer Esad'ın ilk yılları hariç) hiç bir zaman bu iki
ülke ilişkileri sağlıklı, normal bir komşuluk gerçekleşmedi. Her iki ülke sürekli bölgesel ve
ulusal sorunlarda karşı cephelerde yer almalarına rağmen. kendi halkları arasında akrabalık
münasebetleri, kültürel ilişkiler ve sosyal faaliyetler de devam etti.
Türkiye, Milli Mücadele sonrasında çoğunlukla kendi iç sorunları ve devrimlerle
meşgul oldu. Fakat Hatay konusunu öncelikli bir mesele olarak gören Mustafa Kemal
Atatürk'ün gayretleriyle Hatay 1939'da Türkiye'ye katıldı. Bu mesele Türkiye-Suriye
ilişkilerinin başlangıcını son derece olumsuz etkiledi ve Suriye bu durumu kabullenmekte çok
zorlandı.
Türkiye'nin Ortadoğu'da ki dostlarıyla barış temelli bir ilişki kurmak amacıyla önce
Sadabat Paktı ardından Bağdat Paktı'nın kurulması için çaba gösterdi. Suriye, Türkiye'nin bu
çabaların hep dışında kaldı. Türkiye'nin Batı'ya yaklaşırken, Suriye SSCB'ye yakınlaştı.
Türkiye'nin Arap- İsrail savaşlarında özellikle 1967 ve 1973 savaşlarında Araplara yakın olması
ilişkileri geliştirse de tamamen normalleşmesine yetmemişti.
1980'li yıllardan itibaren Türkiye, Suriye'yi komşuluğa yakışmayan ve teröre destek
olan bir ülke olmakla suçlarken, Suriye Türkiye'nin barajlar yaparak kendi suyunu kesmekle
suçladı. Kısacası karşılıklı itham ve gerilim 21. yüzyılın başına kadar gelmiştir.

Siirt Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
‫‪Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu‬‬
‫‪Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015‬‬
‫‪Bildiri Özetleri‬‬
‫الصراع العثماني البريطاني في الشرق األوسط إبان الحرب العالمية األولى‬
‫" اليمن نموذجا ً "‬
‫*دو طالل حمود عبده بن عبده المخالفي‬
‫تشهد منطقة الشرق األوسط ‪ -‬ذات األهمية االستراتيجية واالقتصادية‪ -‬تنافسا محموما وصراعا قويا في عصريا‬
‫الراهن(ق‪ ) 21‬بين عدد من القوى الدولية الكبرى للسيطرة عليه بطرق مباشرة وغير مباشرة‪ ،‬ضمن حلقة تاريخية جديدة ‪-‬‬
‫تخلقت مطلع ‪2011‬م وحتى اآلن‪ -‬تتشابه في ظرفيتها ومدتها الزمنية مع حلقة سابقة شهدتها المنطقة قبل حوالي قرن من‬
‫الزمن إبان سنوات الحرب العالمية األولى‪ ،‬في مشهد يجسد صيرورة تاريخية تربط الماضي بالحاضر والمستقبلو‬
‫وخالل القريين الـ‪19‬والـ‪ 20‬شرعت معالم ج ور ذا‪ ،‬التنافس والصراع في التبلور؛ فحتى يهاية العقد المالث من‬
‫القرن الـ‪ 19‬كايت معظم البالد العربية(الشرق أوسطية) تدين بالوالء للدولة العممايية‪ ،‬التي بدأت حينها تعايي من إشكاالت‬
‫عدة‪ ،‬أهمها بروز قوى خارجية تستهدف إزاحتها من الميدان العربي(الشرق أوسطي) وملئ الفراغ بدالً عنها وعلى رأس تل‬
‫القوى بريطايياو ولما كايت اليمن يموذجا ً يجسد الصراع ال ي شهدته منطقة الشرق األوسط على مدى أربع سنوات مهمة‬
‫وحاسمة من العقد المايي للقرن الـ‪ 20‬بين البريطاييين ال ين احتلوا عدن سنة ‪1839‬م ثم بقية المناطق الجنوبية والشرقية‬
‫والعمماييين ال ين استولوا على صنعاء سنة ‪1872‬م وك ا سائر المناطق الشمالية والغربية‪ ،‬فقد وقع اختياريا عليها عنوايا‬
‫لبحمنا ه او‬
‫ومن ه ا المنطلق‪ ،‬فإن اإلشكالية الرئيسة له ا البحث تتمحور حول أحداث الصراع السياسي والعسكري ال ي دار‬
‫بين العمماييين والبريطاييين في اليمن أثناء الحرب العالمية األولى‪ ،‬وايعكاسات ذل الصراع على اليمن ومستقبلها‪ ،‬في ظل‬
‫االعتقاد في أوساط المؤرخين بحيادية موقف اليمن وبعدها عن ميادين الصراع والحرب آي ا‪ ،،‬ومن ثم فإينا يهدف من ه ا‬
‫البحث إلى حلحلة ذل االعتقاد بتسليط الضوء على تل المرحلة المهمة من تاريخ اليمن‪ ،‬بصورة تبين يتائج تل االيعكاسات‬
‫على واقع اليمن آي ا‪ ،،‬وتأثيراتها في رسم معالم حاضرها ومستقبلها في عالم مضطرب استراتيجياو‬
‫واستنادا إلى المعطيات المصدرية والوثائقية المعاصرة للمرحلة المدروسة التي بحوزتنا‪ ،‬وباالستعاية بالمنهجين‬
‫التاريخي الوصفي والتحليلي‪ ،‬سنناقش ه ا الموضوع بتصنيفه إلى أربعة محاور‪ :‬أولها‪ ،‬يهتم بأوضاع اليمن وموازين قوى‬
‫العمماييين والبريطاييين فيها قبيل يشوب الصراع‪ ،‬وثاييها‪ ،‬يتناول خلفيات الصراع وأسبابه الجوهرية‪ ،‬وثالمها‪ ،‬يوض أحداث‬
‫الصراع‪ ،‬وخططه(السياسية والعسكرية والدعائية)‪ ،‬ومراحله‪ ،‬وميادينه(البحرية والبرية)‪ ،‬أما الرابع فخصص لنتائج ذل‬
‫الصراع وتأثيراته المستقبلية على اليمن‪ ،‬سيما من النواحي السياسية واالقتصادية واالجتماعيةو‬
‫كلية اآلداب‪ ،‬جامعة تعز‪ ،‬اليمن*‬
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Ortadoğu'da Değişen Güç Dengelerinin Türkiye'ye Etkileri
Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ*
Dünyanın en eski medeniyet merkezlerinden biri olan Ortadoğu coğrafyasında
istikrarsızlık ve çatışmalar tarih boyunca devam etmiştir. Bu bölgedeki çatışmalar ve sonuçları
sadece çatışmanın yaşandığı bölgeyi değil aynı zamanda diğer ülkeleri de etkilemekte, bazen
bu çatışmaların küresel düzeyde yansımalarıda gözlemlenmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından bu yana Ortadoğu'nun içinde bulunduğu
durum giderek daha sıkıntılı bir hal almıştır ve günümüzde Ortadoğu'da yaşananlar dünya barışı
önünde bir engel olarak yer almaktadır. Ortadoğu'daki mevcut anlaşmazlık ve sıkıntıların çok
çeşitli nedenleri vardır. Etnik çeşitlilik, sosyo-kültürel durum, ekonomik nedenler veya değişen
güç dengelerinden kaynaklanan sorunlar bunlardan bazılarıdır.
Tarih boyunca Ortadoğu'da değişen güç dengelerinin ele alınacağı bu çalışmada, özellikle
Irak ve Suriye örneklerinin üzerinde durulacak ve bu ülkelerin tarihi gelişimleri incelenerek,
Türkiye'ye etkileri üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda çalışmada öncelikle Ortadoğu
kelimesinin nereden geldiği tartışılacak daha sonra ise Ortadoğu'da devam eden istikrarsızlık
ortamının nedenlerinden biri olan değişen güç dengeleri konusu Sadabat Paktı çerçevesinde ele
alınacaktır.
____________________
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İzmir
Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Türkiye’nin Fransız Mandası Altında Suriye İle Ticarî Münasebetleri
Doç. Dr. Sadiye TUTSAK
Yrd. Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ
I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi gereğince Osmanlı
Devleti’nden kopan ve Arapça’nın konuşulduğu coğrafi sahada oluşturulan manda
idarelerinden birisi, 1920 yılında onbeş yıllığına Fransızlar tarafından Suriye’de kuruldu.
Anadolu’da İtilaf Devletlerine karşı sürdürülen İstiklal Harbi ve ardından kurulan Cumhuriyet
Türkiyesi devrinde Fransız mandası altında bulunan Suriye’yle pekçok sıkıntı yaşanmasına
rağmen karşılıklı olarak ticareti sürdürülme çabasının bulunması dikkat çekmektedir. Bu
çalışmada; Türkiye’nin Fransız mandası altında Suriye ile yaptığı ticarî anlaşmalar,
münasebetleri devam ettirmek için gayretleri, ortaya çıkan meseleler ele alınacaktır.
Bu çalışmanın, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, gazete, dergi, hatırat ve diğer telif
ederlerden faydalanarak yapılması hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Suriye, Fransız Mandası, Ortadoğu Ticareti, Gümrük

Uşak Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü

Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi-Dünden Bugüne Uluslararası Ortadoğu
Sempozyumu (Meseleler-Öngörüler-Tedbirler-Teklifler) -Elazığ, 28-30 Mayıs 2015
Bildiri Özetleri
Download