yaygın anksiyete bozukluğu - İstanbul Sağlık Müdürlüğü

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
HAYDARPAŞA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
PSİKİYATRİ KLİNİĞİ
PSİKİYATRİ KLİNİK ŞEFİ: Dr. Mecit ÇALIŞKAN
“YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU” TANISI ALAN
HASTALARIN ELEKTROKARDİYOGRAFİLERİNDEKİ
P-DALGA DİSPERSİYONU VE QT DİSPERSİYONU
Uzmanlık Tezi
Dr. Cüneyt ÜNSAL
İstanbul – 2007
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca engin deneyim ve bilgisinden yararlandığım,
bana ve diğer asistan arkadaşlarıma sürekli ahlaklı hekim olmanın önemini
vurgulayan Hocam; Psikiyatri Klinik Şefi Sayın Dr. Mecit ÇALIŞKAN’a, psikiyatriyi ilk
onun yanında hasta muayene ederek sevmeye başladığım Psikiyatri Kliniğinin ağabeyi
Şef Yardımcımız Sayın Dr. A. Mehmet Üçışık ’a, rotasyonlarım esnasında bilgi ve
tecrübelerinden faydalandığım emekli 1. Nöroloji Klinik Şefi Sayın Dr. Nuri Yaşar
ERENOĞLU’na, emekli 1.Dahiliye Klinik Şefi Sayın Dr. Yaşar YILDIRIM’a,
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Ana Bilim Dalı
Başkanı Sayın Dr. Levent KAYAALP’a, tezimde yardımcı olan İstanbul Siyami Ersek
Hastanesinden Kardiyoloji uzmanı Sayın Dr. Hüseyin UYAREL ve İstanbul Özel
Medipol Hastanesinden Kardiyoloji uzmanı Sayın Dr. Bülent UZUNLAR’a, tez
danışmanım, sorumlu uzmanım Sayın Dr. Melek Zeynep Soner SAYGIN’a, asistanlık
dönemi boyunca beraber çalıştığım asistan arkadaşlarıma, özellikle de Dr. Okan Kemal
KAPLAN’a, hemşire, sekreter ve personellerimize teşekkürlerimi sunarım.
Desteğini hiçbir zaman benden esirgemeyen aileme sevgi, saygı ve sonsuz
şükranlarımı sunarım.
Dr. Cüneyt ÜNSAL
İstanbul 2007
II
İÇİNDEKİLER
•
TEŞEKKÜR
ii
•
İÇİNDEKİLER
iii
•
KISALTMALAR
iv
•
GİRİŞ VE AMAÇ
1
•
GENEL BİLGİLER
3
•
MATERYAL VE METOD
35
•
BULGULAR
38
•
TARTIŞMA
47
•
SONUÇLAR
52
•
ÖZET
53
•
SUMMARY
56
•
KAYNAKLAR
58
•
EK: ÇALIŞMADA KULLANILAN FORM VE
69
ÖLÇEKLER
III
KISALTMALAR
ACTH
AF
Bz
BOS
CCK
CRF
KVS
DST
DSM
EKG
EMG
GABA
LC
msn
MHPG
NE
NK
NPY
OKB
OSS
PAF
Pd
Pmax
Pmin
PTSB
QTd
SCID-1
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
………….
SSS
VMA
VF
VT
YAB
VKİ
5-HİAA
5-HT
5-HTT
………….
………….
………….
………….
………….
…………
………….
………….
………….
Adrenokortikotropik Hormon
Atrial Fibrilasyon
Benzodiazepin
Beyin Omurilik Sıvısı
Kolesistokinin
Corticotropin-Releasing Factor
Kardiyovasküler Sistem
Deksametazon supresyon testi
Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders
Elektrokardiyografi
Elektromiyografi
Gamma-aminobütirik asit
Locus Ceruleus
Milisaniye
3-metoksi 4-hidroksifenilglikol
Norepinefrin
Nörokinin
Nöropeptit Y
Obsesif - Kompulsif Bozukluk
Otonom Sinir Sistemi
Paroksismal Atrial Fibrilasyon
P dispersiyonu
Maksimum P dalga süresi
Minimum P dalga süresi
Post Travmatik Stres Bozukluğu
QT dispersiyonu
DSM IV eksen 1 bozuklukları için yapılandırılmış klinik
görüşme
Santral sinir sistemi
Vanilmandelik asit
Ventriküler Fibrilasyon
Ventriküler Taşikardi
Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Vücut Kitle İndeksi
5-hidroksiindolasetik asit
5-Hidroksitriptamin (Serotonin)
5- Hidroksitriptamin Transporteri (Serotonin Taşıyıcısı)
IV
GİRİŞ VE AMAÇ
Psikolojik faktörler ve kardiyolojik hastalıklar arasındaki ilişki uzun zamandan
beri tartışılmaktadır. Kardiyoloji literatüründe atrial fibrilasyonun(AF) dolaylı
göstergesi kabul edilen P-dalga dispersiyonu(Pd)(1) ve ventriküler aritminin dolaylı
göstergesi kabul edilen QT dispersiyonunun(QTd)(2) anksiyete bozukluğu ile arasındaki
ilişkiyi araştıran çalışmalar sınırlı sayıdadır. Anksiyete bozuklukları grubundan olan
Yaygın Anksiyete Bozukluğu(YAB)’nun sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığı
çalışma ise bulunamamıştır.
YAB’nun temel özelliği, bir grup fizyolojik bulgu ile sürekli ve aşırı anksiyeteli
olma halidir. YAB’nun psikofizyolojisi henüz tam olarak anlaşılamamıştır. YAB olan
bireyler, özgül olmayan stres etkenleri ile kalp hızı, deri iletkenlik yanıtları ve
Elektromiyografi(EMG)
değişiklikleri
gösterirler.
Bu
tepkiler
endişe
ile
ilişkilendirilmektedir. Endişeli düşünce, vagal tonusun azalmasından kaynaklandığı
düşünülen azalmış otonomik değişkenlik durumuna yol açmaktadır. Streste ilk
reaksiyon, parasempatik aktivasyona bağlı olan kalbin duracakmış hissi ve kas
güçsüzlüğüdür. Kısa bir süre sonra ise, sempatik sistem devreye girer; terleme, çarpıntı,
titreme, hızlı ve derin solunum başlar. Daha hafif stres durumlarında ise, hemen her
zaman kas gerginliği artmıştır. Her stres durumunda, genellikle otomatik olarak
parasempatik ve sempatik aktivasyon birlikte cevap verir(3).
YAB hastaları, dinlenme esnasında bile anksiyetesi olmayan insanlara kıyasla
daha yüksek kas gerilimi ve azalmış otonomik değişkenlikler sergilerler(4). Zorlayıcı
faaliyetlerde bulunduklarında ya da kaygı duyduklarında ise kardiyovasküler
değişkenlik ve parasempatik tonusta fazik düşmeler meydana gelir(5,6).
YAB hastalarında psikolojik stres esnasında, sempatik inhibisyonu gösterir
tarzda, deri iletimi ve kalp hızı değişkenliğinde azalma saptamışlardır(7). YAB
hastalarında saptanan stresin daha yetersiz otonomik yanıta neden olması ve bazen
oluşan otonomik değişikliklerin düzelmesi için uzunca bir zaman geçmesi, azalmış
kalp hızı değişkenliği gibi bulgular, erken mortalite açısından ciddi bir risk olarak
değerlendirilmektedir(8).
1
YAB hastaları, bilişsel bulgulardan (konsantrasyon kaybı, uykusuzluk ve
huzursuzluktan) yakınmakla birlikte, doktora başvuru şikayetleri genelde nefes darlığı,
aşırı terleme, çarpıntı gibi bedensel şikayetlerdir. Bu bedensel şikayetler anksiyetenin
sebep olduğu otonomik değişikliklerden kaynaklıdır. Kalp, Otonom Sinir Sistemi
(OSS)‘nin sempatik ve parasempatik dalları ile kontrol edilir(9). Otonomik
faktörlerin ve davranışsal durumun kardiyak aritmilere yatkınlık oluşturma etkisi
hakkında deneysel laboratuar çalışmaları yapılmaktadır. Hayvan deneylerinde azalmış
vagal tonus ve sempatik aktivitede relatif artış olduğundan, ventriküler aritmi ve ani
ölüm insidansında artış olduğu bulunmuştur. Parasempatik sinir sistemi aktivitesinin
AF oluşumu ve sürmesindeki rolü uzun zamandır bilinmektedir. Sempatik sinir
sisteminin uyarılması ise parasempatik sistem kadar yaygın olmasa da, bazı hastalarda
AF’ ye neden olabilir(10).
Salt olarak YAB’na bağlı olan otonomik değişikliklerin, kardiyak etkilerini
araştırmak amacıyla, kardiyoloji literatüründe atrial aritminin dolaylı göstergesi kabul
edilen Pd ve ventriküler aritminin dolaylı göstergesi kabul edilen QTd ‘nun YAB’nda
-sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırarak- bu hastaların aritmi açısından riskli grupta
olup olmadığını araştırmayı amaçladık. YAB tanısı almış hastalarda invaziv olmayan ve
ucuz bir tetkik olan elektrokardiyografi(EKG) çekilerek, aritmi açısından riskli bulunan
hastaların farkedilmesi, kardiyoloji ile konsülte edilmesi sonucunda daha sonradan
oluşabilecek
aritmi
öngörülebilir.
Psikiyatrik
sürdürülebilmesi ile muhtemel aritmi riski azaltılabilir.
2
tedavilerinin
etkin
biçimde
GENEL BİLGİLER
1. ANKSİYETE KAVRAMI VE ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
Anksiyete, kaygı, bunaltı, boğulma hissi, sıkıntılı durum anlamına gelmektedir.
Çarpıntı, nefes almada zorluk, hızlı hızlı nefes alma, boğuluyormuş gibi hissetme, kalp
hızının artması, ellerde ve ayaklarda titreme, aşırı terleme gibi fizyolojik belirtileri
yanında sıkıntı, heyecan, aniden çok kötü bir şey olacakmış hissi ve korkusu gibi
psikolojik belirtileri vardır. Bazı tanımlar anksiyeteyi kaynağı bilinmeyen bir tehlike
beklentisi ile sınırlandırarak korkudan ayırteder(11) .
Anksiyete, açıkça ayırtedilebilir bir uyaranla ilişkili ya da ilişkisiz olabilen,
korku ve endişe ile belirli bir duygusal durumdur. Bireyi, çevresinde olan değişikliklere
hazırlayan veya yanıt vermesini sağlayan bir emosyondur. Hemen her psikiyatrik
bozukluğa eşlik edebilen ve birçok organik bozuklukta da görülebilen bir
semptomdur(12). Normal anksiyete, organizmanın biyolojik bir korunma sistemi olup
organizmayı tehdit eden bir olayın varlığında kaçma veya olay ile savaşmayı sağlamak
üzere ortaya çıkar(13). Ancak anksiyete ortada tehlike oluşturacak bir durum yokken de
ortaya çıkıyorsa, uzun sürüyor ve sonlandırılamıyorsa patolojik anksiyeteden
bahsedilir(14 ).
Anksiyete, bunaltı, can sıkıntısı veya hoş olmayan heyecansal bir endişe hali
olarak tanımlanabilir. Bu durum hastalar tarafından, aşırı sıkıntı ve kaygı yaşantısı
olarak algılanabildiği gibi, saçma korkular, rahatsız edici saplantılar veya zorlantılar,
ölüm ve çıldırma korkusu, bedenini yabancı olarak algılama, bedensel işlevlerin yanlış
yorumlanması gibi psikolojik semptomlar ile çarpıntı, tansiyon değişiklikleri, soluk renk
veya yüzde kızarma, hava açlığı, soluk almada zorluk, hiperventilasyon, yutma güçlüğü,
bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı, sık idrara çıkma, ereksiyon, ejakülasyon
bozuklukları, terleme, kızarma, soğukluk, tremor, parestezi, anestezi, baş dönmesi,
bayılma hissi veya bayılmalar, kas gerginliği, motor huzursuzluk, ağrılar, yorgunluk,
uykuya dalmada güçlük, uykusuzluk, boğazında düğümlenme, boğuluyor gibi hissetme
duygusu, ellerinde aşırı titreme gibi bedensel semptomlar ile kendini gösterebilir.
Belirtiler aniden veya giderek sıklaşan ve yoğunlaşan tarzda başlayabilir. Kişi
kendisinde oluşan belirtileri genellikle gerçeğe uygun bir şekilde yorumlayabilir.
3
Genellikle, bunlarla kendi bilgi ve becerisiyle başa çıkmaya uğraşır. Sorunu aşmakta
zorlandığında, belirtilerin üstesinden gelemediğinde veya sosyal yaşamlarının
sınırlanması durumlarında tedavi için başvurabilir(15).
Anksiyete bozuklukları, tüm dünyada ve Amerika Birleşik Devletlerinde en
yaygın psikiyatrik bozukluklar arasında yer almaktadır. Epidemiyolojik çalışmalar,
normal popülasyonda, psikiyatrik tedaviye başvuranlara göre anksiyete bozukluklarının
fazla olmasının nedenini; bir "buzdağı etkisi" olarak açıklanmakta ve psikiyatrların
sadece buzdağının üst kısmında kalan anksiyete bozukluklarını görebildiğini ifade
etmektedirler(15).
1.1 DSM IV TANI SINIFLAMASINDA ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
Psikiyatride hastalıkların tanımlanması ve sınıflandırılması elkitabının yeniden
gözden geçirilmiş dördüncü baskısı DSM IV-TR(Diagnostic and Statistical Manuel of
Mental Disorders,fourth edition text revision)’ye göre anksiyete bozuklukları Tablo
1’deki gibi sınıflandırılmaktadır(16).
Tablo 1: DSM Tanı Sınıflamasında Anksiyete Bozuklukları
•
Agorofobi olmadan Panik Bozukluk
•
Agorofobi ile birlikte Panik Bozukluk
•
Panik bozukluk öyküsü olmadan Agorofobi
•
Özgül Fobi
•
Sosyal fobi (Sosyal Anksiyete Bozukluğu)
•
Obsesif-Kompulsif Bozukluk
•
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
•
Akut Stres Bozukluğu
•
Yaygın Anksiyete Bozukluğu
•
Genel Tıbbi Duruma Bağlı Anksiyete Bozukluğu
•
Madde Kullanımının Yol Açtığı Anksiyete Bozukluğu
•
Başka Türlü Adlandırılamayan Anksiyete Bozukluğu
4
2.YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU
2.1 YAB tanımı
Süregen bir
bozukluk olan YAB’nun esas özelliği, bir takım olaylar ve
faaliyetler ile ilişkin olarak hemen her gün görülen aşırı anksiyete, korku ve gergin bir
bekleyiş olmasıdır. Bireyin denetleyemediği bu duruma ayrıca, huzursuzluk,
heyecanlanmak, kolayca yorulmak, dikkatini toparlayamamak, kasların gerginliği, uyku
bozukluğu gibi bir takım belirtiler de eklenmiştir(11).
YAB, sıklıkla gözden kaçan ve yeterince tanınmayan bir ruhsal bozukluktur.
Hastalar, öncelikle birinci basamak hekimlere ve psikiyatri dışındaki hekimlere
başvurduklarından, YAB aynı zamanda bir halk sağlığı sorunudur. Klinisyenler, çoğu
zaman hastalığın ciddiyeti ve kronik gidişatının farkında değildirler. YAB, sadece
"endişeli" olmaktan ibaret olmayıp; anksiyetenin her zaman hissedilmesidir(17).
YAB, birçok olay ya da etkinlik hakkında aşırı sıkıntı, kaygı ve endişenin
yaşandığı, kişinin kaygısını kontrol etmekte zorlandığı ve yaşanan kaygı ve endişe
nedeniyle
kişinin
işlevselliğinin
önemli
derecede
bozulduğu
bir
anksiyete
bozukluğudur(18.19.20).
YAB’nun temel belirtisi kaygıdır. Kaygı, diğer anksiyete ve depresif
bozukluklarda da görülen bir semptom olduğu halde YAB’nda tanımlayıcı özelliktir.
Kaygı, sağlıklı insanlara göre daha yoğun, uzun süreli, kontrol edilemez şekilde
yaşanır(21). YAB’nda yaşanan kaygıyı patolojik kılan; kaygının içeriğinden ziyade, aşırı ve
kontrol edilemez olarak algılanmasıdır(22). Ayrıca YAB hastalarının büyük bölümü,
diğer anksiyete bozukluklarından daha fazla oranlarda, küçük sorunlarda bile aşırı
kaygı yaşadıklarını bildirmişlerdir(23).
DSM-IV’ teki haliyle bozukluğun çekirdek özelliği denetlenemez bir endişe
(worry) ve kuruntulu beklenti (apprehensive expectation) hali olup, bu durum diğer
anksiyete bozukluklarındaki beklenti anksiyetesinden (anticipatory anxiety) nitelik
olarak farklıdır. Anksiyetenin bedenselleştirme olasılığının yüksek olduğu ülkemizde,
YAB'nun tanımındaki endişe, halk arasında “evham ve evhamlılık” sözcüğüyle ifade
edilmektedir(15).
5
YAB olan hastalar genellikle küçük şeylere üzülen, sürekli bir korku içinde olan
ve olabileceğin en kötüsünün başlarına gelebileceğini bekleyen, sürekli kaygı içerisinde
olan kişilerdir(24) . Bu bozukluk kısıtlayıcı ve kronik bir bozukluktur(25,26).
2.2. DSM TANI SİSTEMİNDE ANKSİYETE VE YAB KAVRAMLARININ
GELİŞİMİ
1896 yılında Kraepelin tüm psikiyatrik bozuklukları 13 kategoriye ayırmıştı. Bu
kategorilerden biri olan "psikojenik nevroz" anksiyete bozukluklarını sınıflandırmak
için ilk girişimdi. Freud'un "anksiyete nevrozu"
kavramı, şiddetli ve kronik bir
anksiyete durumunu gerçek ve bağımsız bir tıbbi nozolojik başlık olarak ele almanın ilk
girişimiydi. 1950'lerin başlarında yayımlanan DSM-I (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve
Sayımsal Elkitabı-I) Freud'un görüşlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Anksiyete
bozuklukları, "anksiyöz reaksiyon" [Freud'un anksiyete nevrozuna karşılık] ve "fobik
reaksiyon' [Freud'un histerik nevrozuna karşılık] olmak üzere iki gruba ayrılmıştır(7).
1968 yılında yayınlanan DSM-II'de nevroz kavramında bazı değişiklikler
yapılmıştır; fakat yine de psikanalitik okulun etkisinde kalınmıştır. DSM-III
yayımlandığında anksiyete nevrozu alt kategorisi, "anksiyete durumları" olarak
değiştirilmiştir. Yaygın anksiyete; genelleşmiş ve ısrarlı bir anksiyete duygusu olarak
tanımlanmıştır. Israrlı anksiyete denildiğinde, en azından bir ay süreyle var olan
anksiyete yakınmaları anlaşılmaktaydı. Yaygın anksiyete belirtileri başlıca 4 kategoriye
ayrılmıştı: 1)otonomik hiperaktivite, 2)motor gerilim, 3)endişeli beklenti ve 4)aşırı
uyanıklık. Tanı konabilmek için bir hastanın, bu dört kategoriden en az üç kategorideki
belirtilerden yakınması gerekmekteydi(27).
DSM-III-R(28) 'de YAB'nun yeniden tanımlanması yapılmıştır. Böylece, YAB;
kalıntı şeklinde bir bozukluk olmaktan çok birincil bir tanısal kategori olarak
tanımlanmıştır. Bu yeni tanımlama, "endişeli beklenti " ve "kaygılı olma" (bu
bozukluğun temel özelliğidir) ölçütlerine merkezi bir yer ayırmıştır. DSM-III-R'de ayrıca bedensel belirtiler ölçütü de yeniden düzenlenmiştir. Bir hastanın üç kategoriye
ayrılmış 18 belirtiden en az 6 sını karşılaması gerekli görülmüştür. Bu üç kategori
şunlardır; Motor gerilim, otonomik hiperaktivite ve uyanıklık. Yakınmaların süresi ise
en az 6 ay olacak şekilde uzatılmıştır(23).
6
DSM-IV(29) 'te de YAB bağımsız bir kategori olarak ele alınmıştır. Ayrıca DSMIII-R'de eşlik eden belirtiler, üç kategoriye (motor gerilim, aşırı uyanıklık ve otonomik
hiperaktivite) ayrılmış 18 belirti varken; bu ölçüt DSM-IV'te sadece altı belirtiyi
kapsamıştır. DSM-IV'te otonomik hiperaktivitenin tüm belirtileri kaldırılmıştır(30).
5 yıllık izleme çalışmasında, bu kriterler ile tanı konan YAB'nun tanısal kararlılığı
gösterilmiş, tanının geçerliliği desteklenmiştir(31).
Özetle, çalışmalardan elde edilen verilerin sonucu olarak DSM-IV sınıflaması
YAB teşhisi için yenilikler getirmiştir. Bu sınıflama sistemine göre kişinin en az 6 ay
boyunca günlerin çoğunda, belli sayıda olay veya faaliyetle ilgili aşırı endişesinin
olması gerekmektedir. Ek olarak anksiyete kontrol edilemez olarak algılanmalıdır ve
başka bir birinci eksen bozukluğuna atfedilmemelidir (örn. panik bozukluğundaki panik
atakları ile ilişkili anksiyete). DSM-III-R’ye göre somatik belirtilerde de değişiklikler
yapılmıştır. Huzursuzluk, yorgunluk, konsantrasyon bozukluğu, irritabilite, kas
gerginliği ve uyku bozukluğu gibi 6 belirtiden üçünün bulunması gereklidir. Tanının
konulabilmesi için bozukluğun klinik anlamda önemli derecede sıkıntıya veya
işlevsellikte bozulmaya sebep olması gerekir, DSM-III-R de olduğu gibi DSM-IV’ te de
özellikle bir duygudurum bozukluğu veya psikotik bozukluk ile birlikte ortaya
çıktığında YAB tanısı konulmaz(32).
Şekil 1: YAB’nun tarihsel gelişimi(7)
2.3 EPİDEMİYOLOJİ
YAB'nun güncel tartışmalardaki tanısal güvenilirliğinin yetersiz olarak anılması,
yüksek eştanı oranlarına, diğer anksiyete veya depresif bozuklularından birisinin
7
gelişmesine yatkınlık sağlaması ile açıklanmaktadır(24). YAB en sık görülen anksiyete
bozukluklarındandır fakat üzerinde çok çalışılmamıştır(33).
Türkiye'de Sivas il merkezindeki DSM-III-R Yaygın Anksiyete Bozukluğu tanı
ölçütleri ile yapılan çalışmanın sonuçlarına göre; yaşam boyu yaygınlığı ise %12,1(34),
Sağlık Bakanlığının ICD–10 ölçütlerine göre yaptığı çalışmada ise bir yıllık yaygınlığı
%0,7 oranında bulunmuştur(35).
Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’nde yapılan ve tanı için DSM-III-R
ölçütlerinin kullanıldığı en büyük araştırma, Ulusal Eştanı Çalışması(National
Comorbidity Survey) 'dır(7). Yaşları 15–54 yaş arası, 8098 bireyin katıldığı bu çalışmada
noktasal yaygınlığı %1,6; bir yıllık dönemdeki yaygınlığı %3,1 ve yaşam boyu
yaygınlığı %5,1 olarak bulunmuştur. YAB’nun kadınlarda 2 kat fazla olduğu ve
boşananlarda, işsizlerde, 24 yaşın üstündeki kişilerde daha fazla görüldüğü
bildirilmiştir(36). Çoğu çalışmada anksiyete bozuklukları kadınlarda daha sık
bulunmaktadır(37,38). Bir çalışmada, YAB’nun diğer anksiyete bozukluklarıyla, özellikle
de agorafobili panik bozukluk ile yaşam boyu eştanısının kadınlarda daha yüksek
olduğunu bildirmişlerdir(39). ABD'de yapılan son epidemiyolojik araştırmalara göre,
YAB'nun yaşam boyu yaygınlığı %3,9–5,1, 12 aylık yaygınlığı ise %3,1 olarak
bulunmuştur(40).
Avustralya'da yapılan bir epidemiyolojik çalışmada, boşanmış veya dul,
eğitimsiz ve işsiz kişilerde YAB sıklığının daha yüksek olduğu(41), başka bir çalışmada
ortalama yaygınlığın %5,8(42) , birinci basamak hekimlerin YAB ile karşılaşma sıklığı
ise %8 oranında olduğu bildirilmiştir(43). YAB, birinci basamakta en sık tanımlanan
anksiyete bozukluğudur. Buna karşılık ruh sağlığı merkezlerinde YAB, diğer anksiyete
bozuklukları ile karşılaştırıldığında daha düşük yaygınlık oranına sahiptir. YAB tanısı
için gerekli ölçütleri karşılayan bireylerin büyük bir çoğunluğu, birinci basamak
hizmetlerinden yararlanmak üzere başvurmaktadırlar. Bu bireyler özelleşmiş uzmanlık
alanlarına pek sık başvuruda bulunmazlar. Bununla birlikte tanısal ölçütlerin zaman
içerisinde çok değişmesine ve gerçekte var olandan daha az oranda tanı konulmasına
karşın; eldeki veriler YAB'nun en sık karşılaşılan anksiyete bozukluklarından biri
olduğunu göstermektedir(7).
8
2.4 ETYOLOJİ:
Çoğu mental bozuklukta olduğu gibi YAB’nun nedeni de bilinmemektedir. Bir
dereceye kadar olan kaygı, normal ve uyum sağlamaya yönelik olduğundan normal
anksiyeteyi patolojik anksiyeteden ayırt etmek ve neden olan biyolojik etkenleri
psikososyal etkenlerden ayırt etmek güçtür. Biyolojik ve psikososyal etkenler
muhtemelen birlikte etki gösterirler(44).
Etyolojiyi açıklamaya çalışan çeşitli modeller vardır.
2.4.1 BİYOLOJİK MODELLER;
2.4.1.1.GENETİK ETKENLER;
İkiz çalışmalarında çelişkili sonuçlar bildirilmiştir(7) . Bir çalışmada; monozigot ve
dizogit ikizlerin hastalanma oranları arasında anlamlı bir farklılık bulunmazken(45); diğer
çalışmada
YAB'nun
bildirilmiştir
(46)
kadın
ikizlerdeki
genetik
geçiş
oranının
%30
olduğu
.
Birçok çalışma, YAB hastalarının büyük bir kısmında duygudurum
bozukluğunun eşlik ettiğini göstermiştir(7). YAB hastalarının, %62,4’ünde majör
depresyon,
%10,5’inde
bildirilmiştir(36).
Başka
ise
bir
bipolar
çalışmada
bozukluk
ise
YAB
eştanı
bulunabilecekleri
hastalarının
yaşam
boyu
%11-84’ünde depresyon eşlik ettiği bildirilmiştir(47). YAB ve duygudurum
bozukluklarının genetik olarak paylaşıldığı şeklinde yorumlamalar olmuştur(48) .
YAB’nda moleküler genetik çalışmalar oldukça sınırlı sayıda ve yetersizdir(7).
Bir çalışmada, 17q kromozomunda yerleşen serotonin taşıyıcı (5-HTT) geninin,
YAB grubunda kontrollerden anlamlı olarak daha yüksek oranda 5HT’nin 2.12
alleli saptanmıştır ancak bu sonucun YAB'na özgü olmadığı anlaşılmış; obsesifkompulsif bozukluk hastalarında da benzer bir oran elde edilmiştir (49) .
2.4.1.2. NÖROBİYOLOJİ;
YAB’nun
nörobiyolojik
sebeplerine
dair
yapılan
çalışmalarda
birçok
parametrede değişiklik bulunmasına karşın, bulgulardan hiç biri biyolojik gösterge
niteliğinde değildir. Anksiyete durumunda beyin kan akımı ve serebral glikoz
metabolizmasında değişiklikler saptanmıştır. YAB’nun önemli bir ayırd edici özelliği,
YAB hastalarının anksiyeteli olmayan kişilere göre psikolojik stresörlere otonomik
9
yanıtlarının (kalp hızı, cilt iletimi) ve esnekliğinin azalmış olmasıdır(50). Bununla birlikte
YAB hastalarında hem ötiroidik vakalar, hemde hipertiroidik vakalarda bulunması gibi
birçok biyolojik parametreye dair tutarsız sonuçlar kaydedilmiştir(51).
Anksiyete ile ilişkili beyin yapıları; korteksin bazı alanları, bazal ganglionlar,
limbik sistemin bazı yapıları (amigdal, hipokampus) ve talamustur(12).
Limbik yapılar içinde amigdal, korku duygusu ve anksiyete oluşumunda en
önemli rolü olan bölgedir. Amigdal ve amigdal ile nöronal bağlantısı olan lateral
hipotalamus, vagusun dorsomedial nükleusu, nükleus ambigius, parabrakial nükleus,
ventral tegmental alan, lokus ceruleus (LC), nükleus retikülaris ve hipotalamusun
paraventriküler çekirdeği normal strese yanıt olarak ve patolojik anksiyete
oluşumunda rolü olan başlıca yapılardır(52).
Talamus ise muhtemelen noradrenerjik girdiler yoluyla dikkat işlevinde yer
alarak, anksiyete oluşumunda rol oynayan diğer yapılardan birisi olmaktadır (53).
YAB' da yapılan fonksiyonel görüntüleme çalışmalarında dinlenme durumunda
global ve bölgesel kan akımında kontrollere göre farklılık olmadığı, ancak durumsal
anksiyete sırasında beynin bir çok bölgesinde serebral kan akımının azalmış olduğu bildirilmiştir(54).
Bir pozitron emisyon tomografisi (PET) çalışmasında YAB olan hastaların
oksipital, temporal ve frontal loblarında ve serebellumlarında metabolizma artışı, bazal
ganglionlarında ise metabolizma azalması saptanmıştır(55).
2.4.1.3.YAB' DA NÖROKİMYASAL SİSTEMLER
Gamma-Aminobutirik Asit Nöronal Sistemi;
Gamma-aminobütirik
asit
(GABA)
beynin
en
önemli
inhibitör
nörotransmiteridir. GABA' erjik nöronlar içinde glutamattan sentezlenir. Santral sinir sistemi (SSS)'ndeki tüm sinapsların yaklaşık %40'ında GABA kullanılmaktadır (14).
GABA sisteminin YAB ve panik bozukluğunda önemli rolünün olduğu
düşüncesi, bu bozuklukların tedavisinde etkili olduğu bilinen benzodiazepinlerin (Bz)
etki yerlerinin GABAA reseptörleri ile ilişkili olduğunun bulunmasıyla ortaya çıkmıştır.
GABAA reseptörleri ile Bz reseptörleri, yakın yapısal ve işlevsel ilişki içindedir. Bz
molekülü, GABA-Bz reseptör kompleksindeki kendi bağlanma yerine bağlanınca
GABA'nın etkisi artar(56,57). YAB'nda GABA/Bz reseptör kompleksi işlevinin azalmış
10
olduğu ve bu şekilde amigdala gibi anksiyete ve korku cevabı ile ilişkili yapılarda
nöronal ateşlemenin artmış olabileceği düşünülmektedir(54).
GABA/Bz aktivitesinin azalmasıyla ilişkili başlıca üç teori vardır: Birincisi
YAB'nda GABAA reseptörlerinde duyarlılık azalması (down-regulation) olduğu;
ikincisi, bu reseptör kompleksine bağlanan ve benzodiazepinlere benzeyen bir endojen
ligandın yetersiz miktarda üretiliyor olabileceği; üçüncüsü ise, bu hastalarda GABAA
reseptörü üzerinde ters agonist etkiye sahip endojen bir anksiyojenik maddenin var
olduğu şeklindedir(4).
Kronik stres oluşturarak yapılan çevresel uygulamalarla beynin frontal
korteks, hipokampus ve hipotalamus gibi anksiyete ile ilişkili bölümlerinde GABAA
reseptör
sayısında
azalma
oluşturulabilmekte
ve
böylece
anksiyete
artırılabilmektedir(7,12). Bir diğer çalışmada, hayvanlarda hipokampus ve
kortekste bulunan Bz reseptörlerinin sayısının stresi takiben azaldığı bulunmuştur(58). YAB olan hastaların anormal derecede düşük olan lenfosit Bz
reseptörlerinin tedavi ile normale döndüğü bulunmuştur(59).
Noradrenerjik Sistem
Norepinefrin(NE) sempatik sinir sistemi üzerinden etki gösteren, stres ve
anksiyete dönemleri esnasında daha etkin hale gelen bir nörotransmitterdir.
Beyindeki ana çekirdeği LC’tur. LC ponsun dorsal bölümünde yer alan ve SSS’deki
toplam NE yaklaşık %70'ini içeren bir çekirdektir ve LC nin uyarılması otonomik
uyarılma ve anksiyete semptomlarına yol açar. Bu çekirdek anksiyeteye ile ilgili beyin
bölgelerine uzantılar verir ve korku, uyarılma ve stres yanıtları açısından
önemlidir(60).
LC ve NE sisteminin aynı zamanda vijilans ve dikkatle ilgili süreçlerde rol
oynadığı gösterilmiştir(61).Bu süreç YAB’nda sempatik hiperaktivitenin söz konusu
olduğu düşüncesi desteklemektedir(50). NE’nin metaboliti olan vanilmandelik
asit(VMA)’in
idrardaki
düzeyinin
YAB
hastalarında
artmış
olduğu
bulunmuştur (62).
Yazarlar,
anksiyete
hastalarındaki
artmış
katektolamin
düzeylerinin
anksiyetenin neden olduğu sempatik etkinleştirmeye işaret ettiğini ve bunun
anksiyetenin altta yatan nedeni olmadığını belirtmişlerdir(7).
11
YAB hastalarında, plazma NE ve NE metaboliti olan 3-metoksi 4hidroksifenilglikol(MHPG)
beraber
düzeyi
artmış
(63)
olarak
bulunan
çalışmalar
olmakla
(64)
, bunu doğrulamayan çalışmalarda mevcuttur
.
NE üzerine yapılan çalışmalardan karmaşık(12) ve çelişkili sonuçlar alınmış olsa
da, ağırlıklı olan görüş YAB'nun NE’ deki artmayla ilişkili olduğu yönündedir. Ancak,
bu bulgu, anormal NE işlevinin YAB'na yol açtığının bir göstergesi olmaktan çok,
YAB'nun bir sonucu olduğu yönünde yorumlanabilir(7) .
Serotonerjik Sistem
YAB'nun etyolojisinde etkisi olduğu düşünülen bir diğer nörotransmitter ise
serotonindir(7). Potansiyel olarak tehdit edici durumlar sinaptik serotonini yükseltir,
kortikal ve limbik bölgeler muhtemelen bu girdiyi durumu değerlendirme ve tepki
vermede kullanılır(65).Birçok pre ve post-sinaptik 5 Hydroxytryptamine(5-HT)
(serotonin) reseptörü tanımlanmıştır.5HT1A ve 5HT1B gibi en azından iki tanesi YAB
ile ilişkilendirilmiştir(55).
Çeşitli çalışmalarda, düşük serotonin düzeyleri ile anksiyete(66) , agresyon
ve
impulsivite (67)
arasında
ilişki
bulunmuştur. Fakat
YAB’nda
serotonin
anormalliklerini belirlemek için yapılan çalışmalardan çelişkili sonuçlar elde
edilmiştir(7). Başka bir çalışmada ise, YAB olan hastaların idrarlarında serotonin
metaboliti 5-hidroksiindolasetik asit (5-HİAA) düzeylerinde artış saptanmıştır.
BOS’daki 5 HT düzeyleri, normal vakalarla karşılaştırıldığında YAB’nda düşük
saptanmıştır(68) . Bu da serotonin metabolizmasında artışı gösterdiğini düşündürmüş
ve anksiyetesi daha fazla olan hastalarda serotonin metabolizmasında artış olduğu
ileri sürülmüştür (62).
Hayvan çalışmalarında korku davranışı ile ilişkili bulunan ve insanlarda
anksiyete bozukluklarında en çok ilgi çeken serotonin reseptör alt tipleri 5-HTlA,
5-HT2A ve 5-HT3 olmuştur. 5-HT1A reseptörleri olmadan yetiştirilen sıçanların, yüksek
anksiyeteyi gösterir tarzda çevreyi keşfetmelerinin azaldığı ve çevre korkularının arttığı
gözlenmiştir(74). Depresyon ve anksiyete basit bir 5-HT fazlalığı veya eksikliği
olarak düşünülemez, zira eldeki kanıtlar bu bakımdan çeşitli çelişkiler ile
doludur(50).
12
Birçok
serotonerjik
ajanın
YAB'nun
tedavisinde
etkili
olduğu
(7)
bilinmektedir . İmipramin ve trazodon serotonin geri alımını inhibe ederler ve
YAB'nun tedavisinde etkili bulunmuşlardır(70). Erken döneme ait modeller serotonine
anksiyolitik bir işlev atfederken, çeşitli çalışmalardan serotoninin anksiyojenik
olduğunu gösteren sonuçlar alınmıştır(7).
Kolesistokinin
Kolesistokinin(CCK); son zamanlarda insandaki anksiyetede nöral bir
substrat olarak gösterilmiş olan, beynin yanı sıra gastrointestinal yolda da bulunan
anksiyojenik bir nöropeptidtir(9). CCK hem normal hem de patolojik anksiyetenin
etyolojisinde rol alır. Yüksek CCK reseptör yoğunluğu hipokampüs, beyin sapı ve
hayvanlardaki korku davranışı ile ilgili bölgeler (limbik sistem, bazal gangliyonlar ve
korteks) de bulunur. Birçok farklı CCK peptidleri olmasına karşın, CCK–4 ve CCK–8
en fazla ilgi çekenleridir(7). CCK–4 ve CCK–8 aracılığıyla hipokampusun dentat
girusundaki aksiyon potansiyeli üzerine uyarıcı etkileri vardır. Hayvan deneylerinde
CCK agonistleri anksiyeteye sebep olurken CCK antagonistlerinin anksiyolitik etkileri
mevcuttur(9) .
Nöropeptit Y
Nöropeptit Y (NPY) ve reseptörleri anksiyete ve stresin düzenlenmesinde yer
alır(7). NPY LC’tan girdi alan arkuat nükleusta sentezlenir. Hayvan modellerinde, NPY
uygulamasının anksiyolitik ve yüksek dozlara çıkıldığında ise sedatif etkileri vardır.
NPY, corticotropin-releasing factor(CRF)’ün oluşturduğu stres yanıtlarını antagonize
eder ve beyin sapına enjekte edildiğinde lokus seruleusun ateşlenmesini baskılar.
NPY'nin stresin olmadığı durumlarda düşük olduğu, ancak strese bir karşı uyum
olarak uyarıldığına dair bazı kanıtlar mevcuttur (71).
Taşikininler
Taşikininler, P maddesi, nörokinin (NK)-A ve NK-B'yi içeren bir grup
nöropeptitdir. Çalışmalar, NK–1 antagonistlerinin, bazıları zayıf da olsa,
anksiyolitik etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Hayvan modellerinde, NK-2
reseptör antagonistlerinin anksiyolitik etkilerinin olduğu açık olarak ortaya
13
konulmuştur
(54)
. P maddesi, taşikinin–1 reseptörü olarak da bilinen NK–1 reseptörüne
bağlanır. Bu reseptörün antagonistleri anksiyolitik ve antidepresan etkiler ortaya
çıkartabilmektedir(71).
Glııtamat
Anksiyetede amigdaloid kompleksin merkezi bir rolü olduğuna inanılır.
Strese yanıtı düzenleyen Merkezi Sinir Sistemi(MSS) döngüsü, esas olarak
Glutamaterjik yolaklara bağlıdır(7). Hayvanlarda amigdala elektriksel uyarıma tabi
tutulduğunda
korkutucu
bir
uyaran
görüldüğündekine
benzer
davranış
değişiklikleri gözlenmiştir. Bunun aksine amigdalada oluşturulan lezyonun ise
korkutucu uyarana yanıtı engellediği gözlenmiştir(72). Stresin, hipotalamusta
kısmen
glukokortikoidlerin
etkisiyle
glutamat
salınımını
uyardığı
da
bildirilmiştir(73). Amigdala ve onun efferent projeksiyonları merkezi korku sistemini
temsil eder. Bu sistem korkunun kazanılıp, yoğunlaşıp, dışavurumu ile ilişkilidir.
Glutamat, amigdala ile diğer limbik ve kortikal yapılarda yaygın olarak bulunur.
Amigdala üzerinde GABA reseptörleri inhibitör etki, glutamat reseptörleri ise hem
uyarıcı hem de inhibitör etki oluşturmaktadır(74) .
2.4.1.4.YAB VE ENDOKRİN SİSTEM
Korku ve anksiyete, limbik bölgelerden CRF üreten hipotalamusun
paraventriküler çekirdeklerini uyarır. CRF anksiyete ve korku yanıtlarıyla ilişkili
olarak çeşitli beyin bölgelerinde amigdala, lokus seruleus, dorsal vagal
komplekste bulunur (8). CRF, Adrenokortikotropik Hormon(ACTH) salınımı için
hipofiz bezini uyarır. ACTH’ da kortizol üretimini uyaracak şekilde adrenal bezi
üzerine etki yapar. Kortizol seviyesinde artma, insanda stres yanıtının en önemli
işaretidir ve tehdit ve tehlike karşısında kişinin savunmalarını hazırlama ve
homeostazisi sürdürme işlevini görür(75). Anksiyete bozukluklarında CRF'nin rolü
olduğunu düşündüren klinik veriler yıllar içinde birikmiştir. Beyin omurilik sıvısı
(BOS)’nda, CRF düzeylerinin, obsesif - kompulsif bozukluk (OKB) ve post travmatik
stres bozukluğu(PTSB) 'nda artmış olduğu,
panik bozukluğunda ise artmadığı
gösterilmiştir(54). Bununla birlikte, CRF' nin bazı durumlarda epizodik olarak aşırı
salgılanabileceği ve korku tepkilerine yol açabileceği ileri sürülmektedir(48).
14
Hipotalamus-hipofiz-adrenal
ekseninin
uyrılması
normal
strese
cevap
mekanizmasının önemli bir bileşenidir. YAB hastalarında CRF seviyeleri gibi plazma
kortizol seviyelerinin de normal olduğu gösterilen çalışmada mevcuttur(76) .
YAB hastalarının %27 ila %38'inde deksametazon supresyon testinde (DST)
baskılanmama belirlenmiştir(77) ancak bu veriler değerlendirilirken YAB ve
depresyonun yüksek oranda komorbid olabileceği göz önüne tutulmalıdır(48). Tiroid
işlev bozuklukları ve anksiyete belirtileri arasında güçlü bir ilişki olduğu bilinse de,
çeşitli çalışmalarda YAB’nda tiroid anormallikleri olduğuna dair bir bulgu elde
edilememiştir. YAB hastaları ve kontroller arasında toplam serum tiroksin, serum
serbest tiroksin endeksi ve tiroid uyarıcı hormon düzeyleri açısından anlamlı bir
fark bulunmamıştır(78).
2.4.1.5. NÖROFİZYOLOJİ
Araştırmacılar,
YAB
hastalarında
psikolojik
stres
sırasında,
sempatik
inhibisyonu gösterir tarzda deri iletimi ve kalp hızı değişkenliğinde azalma
saptamışlardır(7) bu hastalarda kontrollere göre, hem dinlenme hem de endişe sırasında
düşük vagal tonus, artmış kalp hızı ve düşük kalp hızı değişkenliği bulmuşlardır(79).
YAB'nda otonomik işlevleri araştıran çalışmalardan elde edilen bulgular, muhtemelen
düşük vagal tonusa bağlı olan "azalmış otonomik esneklik" varsayımını destekler
yöndedir. YAB hastalarında saptanan stresin daha az güçlü otonomik yanıta neden
olması ve bazen düzelme için daha uzunca bir zaman geçmesi, azalmış kalp hızı
değişkenliği gibi bulgular, erken mortalite açısından ciddi bir risk olarak
değerlendirilmektedir(8).
2.4.2. PSİKOJEN ETKENLER
Anksiyetenin ortaya çıkışı psikanalitik açıdan iç psikolojik dengenin bozulmuş
olduğunun bir işareti olarak kabul edilir. Psikanalitik kurama göre, anksiyete,
kabul edilemeyen bir dürtü bilinç düzeyinde temsil edilme ve boşalım yolu
bulabilmek için çalıştığında, söz konusu durumu karşılama ya da ondan kaçınmak
üzere, benliğin emrindeki güçleri harekete geçirmesine hizmet eden bir sinyaldir.
Psikanalitik kurama göre, bastırmanın işlevini yeteri kadar görememesi ve diğer
15
savunmaların da yeterince devreye girememesi durumunda, anksiyete sinyal olarak
işlev gördüğü düşük düzeyin üstüne çıkarak serbest anksiyeteye dönüşmektedir(7).
2.4.3.BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI KURAMLAR
Her ne kadar korku uyuma yönelik bir işlev görse de, anksiyete bozukluklarında görülen patolojik korku aşırıdır ve gerçekte tehdit edici olmayan
durumlara yanıt olarak uyumsuz (maladaptive) davranışa yol açar. Klasik öğrenme
kuramı açısından, kişi, geçmişte olan olaylar ile tehdit edici olmayan durumların
varlığında bir yanıt olarak anksiyete geliştirir. Koşullu uyarandan kaçındıkça da,
sönme gerçekleşmez ve öğrenilmiş anksiyete yanıtı sürdürülür. Korkunun klasik
koşullanmayla
kazanılmasını,
koşullu
uyaranlara
alıştırmanın(exposure)
yokluğuna bağlı olarak ortaya çıkan ve korkunun sürmesi ile sonuçlanan edimsel
olarak koşullanmış kaçınma takip eder. Endişe, insana özgü yaygın bir yaşantıdır ve
YAB'nun en önemli özelliğidir(80).
Başka bir Bilişsel-Davranışçı Kurama göre; YAB hastaları endişelenme
hakkında bazı olumsuz inançlar ve değerlendirmeler geliştirirler. Olumsuz inaçların
özellikle iki şekli dikkat çekicidir: 1) Endişenin kontrol edilemeyebilirliği
hakkındaki inançlar; 2) Endişelenmenin zihinsel, fiziksel ve sosyal tehlikeleri
hakkındaki inançlar(81).
2.5. BEYİN GÖRÜNTÜLEME ÇALIŞMALARI
Bölgesel
beyin
metabolizmasının
değerlendirildiği
pozitron
emisyon
tomografisi(PET) çalışmasında, YAB hastalarında, kontrol grubuna göre, oksipital
lob, sağ posterior temporal lob ve sağ presantral frontal girus bölgelerinde glikoz
metabolizma oranlarını görece yüksek; bazal ganglionlar ve beyaz maddedeki
mutlak metabolizma oranlarını düşük bulmuşlardır(50) .
Manyetik rezonans görüntüleme kullanarak yapılan bir çalışmada, YAB' u
olan çocuk ve ergenlerde kontrollere göre, anlamlı olarak daha geniş sağ ve toplam
amigdala volümü bulmuşlardır(7) . Bu çalışmanın uzantısı olan bir diğer çalışmada,
YAB olan çocuk ve ergenlerde kontrollere göre, hem gri hem de beyaz madde
süperior temporal girus volümlerinin daha geniş olduğu bildirilmiştir (82)
16
2.6. SINIFLAMALARDA YAB
2.6.1.DSM-IV YAB TANI ÖLÇÜTLERİ
Psikiyatride hastalıkların tanımlanması ve sınıflandırılması elkitabının yeniden
gözden geçirilmiş dördüncü baskısı DSM IV-TR de YAB tanı ölçütleri Tablo 2’de
belirtilmiştir(16).
Tablo 2: DSM-IV YAB tanı ölçütleri
A. En az 6 ay süreyle hemen her gün ortaya çıkan, birçok olay ya da etkinlik hakkında (işte ya da
okulda başarı gibi) aşırı anksiyete ve kaygı (endişeli beklentiler) duyma(evham)
B. Kişi, kaygısını kontrol etmeyi zor bulur
C. Anksiyete ve kaygı, aşağıdaki altı semptomdan üçüne (ya da daha fazlasına) eşlik eder (son 6
ay boyunca Hemen her zaman en azından bazı semptomlar bulunur) Not: Çocuklarda sadece
bir maddenin bulunması yeterlidir.
(1) Huzursuzluk, aşırı heyecan duyma ya da endişe
(2) Kolay yorulma
(3) Düşüncelerini yoğunlaştırmada güçlük çekme ya da zihnin durmuş gibi olması
(4) İrritabilite
(5) Kas gerginliği
(6) Uyku bozukluğu (uykuya dalmakta ya da sürdürmekte güçlük çekme ya da huzursuz ve
dinlendirmeyen uyku)
D. Anksiyete ve kaygı odağı bir Eksen I bozukluğunun özellikleri ile sınırlı değildir. Örneğin
anksiyete ya da kaygı bir Panik atağı olacağı (Panik bozukluğunda olduğu gibi), genel bir yerde
utanç duyacağı (Sosyal fobide olduğu gibi), hastalık bulaşmış olma (Obsesif-Kompulsif bozuklukta
olduğu gibi), evden ya da yakın akrabalardan uzak kalma (Ayrılma Anksiyetesi bozukluğunda
olduğu gibi), kilo alma (Anoreksiya Nervozada olduğu gibi), birçok fizik yakınmanın olması
(Somatizasyon bozukluğunda olduğu gibi), ya da ciddi bir hastalığının olması (hipokondriazisde
olduğu gibi) ile ilgili değildir ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu sırasında ortaya çıkmamaktadır.
E.
Anksiyete, üzüntü ya da fizik yakınmalar klinik açıdan belirgin bir strese ya da toplumsal,
mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur.
F.
Bu bozukluk bir maddenin (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da
genel tıbbi bir durumun (örn.hipertiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir ve sadece
bir Duygudurum Bozukluğu, Psikotik bir Bozukluk ya da yaygın bir Gelişimsel Bozukluk sırasında
ortaya çıkmamaktadır(16).
17
2.6.2. ICD-10 SINIFLAMASINDA YAB
ICD 10 tanı sınıflamasında YAB tanı ölçütleri Tablo 3’ de belirtilmiştir.
TABLO 3: ICD–10 YAB tanı ölçütleri
Temel özellik belirli çevresel koşullarla sınırlı olmayan yaygın ve sürekli bir bunaltı
halidir(“serbest yüzen” bunaltı). Diğer bunaltı bozukluklarında olduğu gibi baskın belirtiler çok
değişkendir. Fakat sıklıkla bulunan belirtiler sürekli bir sinirlilik hali, titreme, kas gerginliği,
terleme, başta bir hafiflik hissi, çarpıntı, sersemlik hissi ve epigastrik rahatsızlık hissidir.
Hastalar sıklıkla kendileri veya yakınlarının başına bir kaza ya da hastalık geleceği korkusunu
ifade ederler. Bunun dışında pek çok kaygıları ve kuruntuları vardır. Bu bozukluk kadınlarda
daha sıktır ve çoğunlukla kronik çevresel stres ile bağlantılıdır. Gidiş özellikleri değişkendir.
Fakat genellikle dalgalı ve kronik bir gidiş gösterir
Tanı Kılavuzu
Hastada genellikle birkaç ay boyunca ya da en azından haftalarca, çoğu günler ortaya
çıkan birincil bunaltı belirtileri vardır. Bu belirtiler genellikle şunları içerir:
a.
Endişe(kuruntu) (gelecekte kötü şeyler olacağını düşünme, kendini
uçurumun kıyısında hissetme, dikkat toplamada güçlük vb.)
b.
Motor gerginlik (yerinde duramama, gerginlik, başağrısı, titreme,
gevşeyememe)
c.
Otonomik işlevlerde artış(başta hafiflik hissi, terleme, çarpıntı veya sık
soluma, epigastrik rahatsızlıklar, sersemlik hissi, ağız kuruluğu vb)
Çocuklarda kötü bir şey olmayacağına ilişkin yatıştırılma gereksinimi ve yineleyici
bedensel yakınmalar ön planda olabilir.
Geçici bir süre için (birkaç gün boyunca) başka belirtilerin ve özellikle depresyonun
ortaya çıkışı esas tanının yaygın anksiyete bozukluğu olmasını önlemez. Fakat tanı konabilmek
için rahatsızlık depresif nöbet(F32), fobik bunaltı bozukluğu (F40), panik bozukluğu (F41.0)
veya obsesif kompulsif bozukluk (F42) ölçülerini karşılamıyor olmalıdır.
İçerdikleri: Anksiyete nevrozu
Anksiyete reaksiyonu
Anksiyete durumu
İçermedikleri: Nevrasteni (F48.0) (83)
18
2.7. KLİNİK ÖZELLİKLER
YAB; süregiden kaygı ve/veya anksiyete ile karakterizedir. YAB olan hastalar
kendi kaygılarının çok fazla olduğu bildirmeyebilirler. Bu örüntü en az 6 ay süre ile
olmalıdır. Hastalar korkularını kontrol etmekte zorlanmalıdır ve bedensel veya bilişsel
belirtilerin 6’sından en az 3’ünü karşılamalıdır. Huzursuzluk, halsizlik, kas gerginliği ve
insomnia gibi belirtiler bulunur(9).
Çarpıntı ya da kalp hızında artma, terleme, titreme ya da seğirmeler, ağız
kuruluğu, nefes almada güçlük, boğulma hissi, göğüs ağrısı ya da rahatsızlık, bulantı ya
da epigastrik rahatsızlık gibi otonomik uyarılma belirtiler bulunabilir. Ruhsal belirtiler
olarak, başta sersemlik hissi, bayılacakmış gibi hissetme, nesneleri gerçek dışı gibi
hissetme(derealizasyon)
veya
kendini
uzakta
ya
da
orada
değilmiş
gibi
(depersonalizasyon) hissetme, kontrolü yitirme korkusu ve ölüm korkusu bulunabilir(9).
Hastalar, sıcak ya da soğuk basması, hissizlik veya karıncalanma duyumları,
motor gerginlik ya da kas ağrıları, huzursuzluk, yerinde duramama, gevşeyememe,
endişe, kötü bir şey olacakmış gibi hissettiklerinden şikayet ederler. Boğazda yumruk
takılma hissi ya da yutma güçlüğü, küçük ani uyaranlara aşırı tepki verme ya da irkilme,
aşırı endişe nedeniyle yoğunlaşma güçlüğü, sürekli huzursuzluk, endişe nedeniyle
uykuya dalmada güçlük gibi genel belirtiler de bulunabilir(47).
Huzursuzluk/aşırı heyecan duyma ya da endişe, kolay yorulma, düşünceleri
yoğunlaştırmada zorluk çekme ya da zihnin durmuş gibi olması, irritabilite, kas
gerginliği, uyku bozukluğu(uykuya dalmakta ya da sürdürmekte güçlük çekme ya da
huzursuz ve dinlendirmeyen uyku) YAB hastaları tarafından en çok bildirilen somatik
deneyimler olarak bulunmuştur(47).
2.8.YAB AYIRICI TANI
3.8.1. YAB İLE GENEL TIBBİ DURUMU BOZAN HASTALIKLARIN AYIRICI TANISI
YAB'nun belirtileri birçok farklı durumda ortaya çıkabilir ve tanısının konulması
eştanı nedeniyle daha da karışabilir. Anksiyete bozukluğu olanlar, yakınmalarını,
algılama, yaşama ve sunma şekilleri açısından sıklıkla diğer tıp dallarına müracaat
ederler. Bu durumda, YAB medikal bozukluklara bağlı anksiyeteden ayrılmalıdır.
19
Gerçekten diğer tıp dallarının polikliniklerine müracaat eden hastaların 1/3'ünün, ya
organik durumuyla açıklanamayacak derecede ağır şikayetler ile başvuranlar ya da
tamamen psikolojik kaynaklı bozuklukları olanlar olduğu bilinmektedir (15).
Anksiyete semptomları ile başvuran hastalarda ayırıcı tanı açısından dikkat
edilmesi gereken hastalıklar Tablo 4’de sıralanmıştır;
TABLO 4: Anksiyete semptomları olan hastalarda ayırıcı tanda dikkat edilmesi gereken hastalıklar(32)
Kardiyovasküler hastalıklar
Mitral kapak prolapsusu, miyokard infarktüsü, aritmiler, kapak hastalıkları, angina
pektoris
Gastrointestinal
Özefajit, gastrit, mide ülseri, spastik kolon, ülseratif kolit
Sistem hastalıkları
Endokrin hastalıklar
Hipertiroidi veya hipotiroidi, hipoglisemi, hiperparatiroidi veya hipoparatiroidi,
hiperadrenalizm, insulinoma, feokromositoma, hiperprolaktinemi
Nörolojik hastalıklar
Merkezi sinir sistemi hastalıkları[tümör, anevrizma, metabolik bozukluklar veya
infeksiyonlar, multipl skleroz, epilepsi, postiktal konfüzyon]
Solunum sistemi hastalıkları
Astım, pnömoni, pulmoner emboli, pnömotoraks, pulmoner ödem)
Hematolojik hastalıklar
Her türlü anemiler
İmmünolojik hastalıklar
Sistemik lupus eritematozus, anaflaksiler
Metabolik
Hiperkalemi, hipoglisemi, hiponatremi, hipoksi, porfiri, Vitamin B12 eksikliği
Anksiyete belirtilerine neden olabilecek ilaçlar Tablo 5’de sıralanmıştır.
Tablo 5: . Anksiyete belirtilerine neden olabilecek ilaçlar (32)
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Amfetaminler
Antikolinerjikler
Antihipertansif (örn; reserpin, hidralazin) ilaçlar
Antitüberküloz (örn; izoniazid) ilaçlar
Kafein
Digital (toksisite)
Sempatomimetikler ( örn; efedrin, psödoefedrin)
Levodopa
Nöroleptikler
Bronkodilatörler
Tiroid preperatları
Non-steroid anti-inflamatuvarlar
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri
20
2.8.2 YAB'NUN DİĞER PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR İLE AYIRICI TANISI
Bir çalışmada %66,3 oranında eştanı ve yaşamları boyunca YAB tanısı almış
olanların %90'ında en azından bir tane daha psikiyatrik bozukluğun ortaya çıktığı
bildirilmiştir(36). Anksiyete bozuklukları arasında, agorafobili panik bozukluk(%3%27), basit fobi(%21-%55), sosyal fobi(% l6-%59), YAB ile en sık birlikte bulunan
bozukluklardır. YAB olan bireylerin 1/3'ünde majör depresyon (%8-%39)
bildirilmiştir (84) .
Ayırıcı tanı yaparken;
Anksiyetenin, birçok tıbbi durumda ve ruhsal bozuklukta görülebileceği göz
önünde tutulmalıdır. Genel tıbbi duruma bağlı anksiyete bozukluğu tanısı için etyolojik
bir genel tıbbi durumun bulunmasını gereklidir. Eğer yaygın anksiyete genel tıbbi bir
durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlıysa YAB tanısı konulmaz. Bu belirleme
öykü, laboratuar bulguları ve fizik muayene sonucunda yapılır. Endişenin denetlenemez
doğada olması, ertelenemeyişi, işlev bozucu niteliği, hastaları normal kişilerin
endişesinden ayıran en önemli özelliktir. YAB'nda anksiyete daha yaygın, daha kronik
ve tetikleyiciler ile daha az ilişkilidir(15).
Şayet anksiyete semptomlarına madde kullanımı sebep olmuşsa, o maddenin
doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı olduğu söylenilir. Eğer yaygın anksiyete bir
maddenin (tedavi amaçlı ilaç dahil) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlıysa, YAB tanısı
konulmaz. Başka bir psikiyatrik tanı varlığında ise yalnızca kaygının odağı başka bir
bozukluk ile ilişkisiz olduğu zaman, ek bir YAB tanısı konulmalıdır (85) .
Anksiyete bozukluğu eğer anksiyete hali doğrudan özgül bir tıbbi duruma bağlı
ise genel tıbbi bir duruma bağlı anksiyete bozukluğu tanısı konulmalıdır(85).
Patolojik olmayan anksiyeteden, işlev bozukluğuna yol açan fiziksel belirtiler
varlığı ve durumu felakete dönüştüren bilişsel süreçlerin olması ile ayırdedilebilir. Ağır
depresif belirtiler, özkıyım girişimi ve umutsuzluk varlığı ile depresyondan, panik
ataklarının varlığı ile panik bozukluktan ayırıcı tanısı yapılmalıdır(32).
Panik bozuklukta, klinik açıdan belirgin yineleyici beklenmedik panik ataklar
mevcuttur. Sosyal fobide, toplumsal ya da bir eylemin gerçekleştirilmesi
durumlarında küçük düşme ya da alay edilme konusunda anksiyete mevcuttur.,
21
Obsesif- kompulsif bozuklukta yineleyici ruminasyonlar ya da ilişkili anksiyete,
travma sonrası stres bozukluta ise şiddetli travmatik bir olay sonrasında gelişen
anksiyete mevcuttur(85).
2.9. ANKSİYETENİN PSİKOFİZYOLOJİSİ VE OTONOM SİNİR SİSTEMİ İLE
İLİŞKİSİ
Anksiyetenin nörolojik temelinin amigdaladan köken aldığı varsayılmıştır,
amigdala çevresel uyarıların emosyonel önemini belirleyen ve emosyonel hatıraları
saklayan bölgedir. Amigdalanın santral nükleusundan köken alan yollar vagal uyarıya
yol açar. Parabrachial nucleus(dispne ve hiperventilasyona neden olur), vagus sinirinin
dorsomedial nükleusu ve ambigous nucleus(parasempatik sinir sistemini aktive eder) ve
lateral hipotalamus(sempatik sinir sistemini uyarır) dahil olmak üzere birçok kritik
beyin bölgesine gider(86).
Otonomik faktörlerin ve davranışsal durumun, kardiyak aritmilere duyarlılık
üzerindeki etkisi hakkında deneysel laboratuar çalışmaları yapılmaktadır. Laboratuar
şartlarında birçok fizyolojik sistemdeki değişiklikleri kaydedebilmekteyiz. Çizgili kas
aktivitesi, kalp hızı, kan basıncı, deri iletimi kolay kaydedilebilmektedir. Ancak kardiak
output, respiratuar volüm, gastrointestinal motilite gibi ölçümler için özel teknik
donanım gereklidir. Kaslarda gerilmenin artması, anksiyöz hastalarda en sık görülen
bulgudur. Fakat tüm kas grupları anksiyeteye aynı şekilde cevap vermez. Laboratuar
çalışmalarında normal durumda, ön yüz kaslarının çok kasılmasına rağmen, stresör
durumlarda diğer kas gruplarından daha az kasılmaktadır(3).
Otonomik fonksiyonların çoğu sempatik ve parasempatik sinir sistemi tarafından
birlikte kontrol edilir. Sadece ekrin tükrük bezleri, sempatik sinir sistemi tarafından
kontrol edilir. Deri ileti ölçümleri ile sempatik aktivite değerlendirilebilir. Beyin,
uniform bir sistem değildir, fonksiyonel olarak alt grupları vardır. Tükrük bezi
aktivitesini kontrol eden kısmı, kardiovasküler sistemi kontrol eden kısmından
bağımsızdır. Örneğin, kalp hızında artış olduğunda, bu artışın, deri ileti ölçümü
yapılmadan, sempatik aktivitede artış sonucu mu olduğu, yoksa vagal tonusta azalma
sonucu mu olduğu ayırt edilemez. Stres durumlarında anksiyetenin bedensel etkileri,
hem laboratuar şartlarında hem de doğal durumlarda incelenmiştir. Sterese karşı
22
bedensel cevapların niteliği ve şiddeti çok değişik olabilmektedir. En sık gözlenen
belirtiler, kas gerginliği, çarpıntı, sık nefes alma, baş dönmesi ve midede rahatsızlık
hissi, idrara sık çıkma ve defekasyon ihtiyacıdır. Ayrıca pupillerde dilatasyon, yüzde
ateş basması, piloereksiyon ve tremor gözlenebilir. Kas gerginliği artar. Bunlar;
sempatik ve parasempatik uyarıyla, epinefrin, norepinefrin, kortizol, büyüme hormonu
ve prolaktin gibi stres hormonlarının artışına ve testesteron salımının azalmasına
bağlıdır(3).
Şiddetli streste ilk reaksiyon, parasempatik aktivasyona bağlı olan kalbin
duracakmış hissi ve kas güçsüzlüğüdür. Kısa bir süre sonra ise, sempatik sistem devreye
girer, terleme, çarpıntı, titreme, hızlı ve derin solunum başlar. Daha az stres
durumlarında ise; hemen her zaman kas gerginliği artmıştır. Her stres durumunda, vücut
genellikle otomatik olarak parasempatik ve sempatik aktivasyon birlikte cevap verir.
Sempatik tonusa bağlı olarak ter bezlerinde aktivasyon artışı, kalp hızı ve kan basıncı
artışı, parasempatik tonusa bağlı olarak ise miksiyon ve defakasyon ihtiyacı, abdominal
rahatsızlık, kramplar gibi üriner ve gastrointestinal semptomlar görülür(3).
Muskarinik asetil kolin reseptörleri, kalp fonksiyonunda parasempatik etkilerde
önemli rol oynar. Kalpte bu reseptörlerin uyarımının, yavaşlama veya hızlandırma
oluşturduğu (negatif veya pozitif kronotropik etkiler), kasılma kuvvetinin zayıflaması
veya arttırdığı; kısa atrial aksiyon potansiyel süresinde(APD = Action potential
duration)
uzama
veya
kısalma
yaptığı,
atrioventriküler
nodal
ileti
hızının
yavaşlamasında ve kardiomiyosit apoptotik hücre ölümü azalmasında etkili olduğu
belirlenmiştir(3).
Anksiyete ile kardiyovasküler sistem (KVS) arasındaki ilişki, 1870’lerde
irritabl kalp hastası olarak adlandırılan bireyler üzerinde yapılan ilk çalışmalardan bu
yana bilinmektedir. Şiddetli korku ve anksiyete sonucunda oluşan taşikardi ve
çarpıntı ile ilgili yayınlar, KVS aktivitesini inceleyen araştırmaların odağı haline
getirmiştir. Kalp hızının artması, otonomik hiperaktivasyon belirtisi olarak kabul
edilmektedir. Ancak, karmaşık sempatik ve parasempatik etkileşimlerin KVS
aktivitesini düzenleme rolü bir tek gösterge ile ölçülemez. Kalp, OSS‘nin sempatik
ve parasempatik dalları ile kontrol edilir. Parasempatik lifler kalbe vagal sinir
aracılığı ile ulaşır. Bunların aktivasyonu, asetilolin salınımına yol açarak
23
bradikardiye neden olur. Sempatik lifler ise, NE salınımına yol açarak taşikardiye
neden olur. Yani, taşikardi sempatik aktivite artışından ya da parasempatik aktivite
azalmasından ya da her ikisinden birden kaynaklanabilir(9). Ayrıca kronik anskiyete,
sempatovagal dengede sempatik yöne doğru bir kaymaya neden olabilir(87).
Böyle çalışmalar, sempatik aktivitenin kalpte kardiyak duyarlılığa yol
açabilmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Buna göre santral ve periferik adrenerjik yapıların
uyarılmasının, katekolamin infüzyonunun ve davranışsal stresin sağlıklı ve iskemik
kalpte kardiyak duyarlılığa yol açabildiği gösterilmiştir. İnsanlarda sempatik sinir
sistemine bağlı aritmi oluşumu, akut miyokardiyal iskemi ve enfarktüs oluşumunda,
uzun QT sendromunda ve davranışsal stress esnasında gösterilmiştir. Birçok
supraventriküler aritmi de, OSS’nin aktivasyonu ile elde edilmiştir(10).
Vagus sinir aktivasyonunun ise genelde atriyoventriküler düğümü ilgilendiren
artimilere karşı etkili olduğu, atriyumda ise fibrillasyonu tetikleme potansiyeli olduğu
ifade edilmektedir. Artmış kardiyak vagal aktivite, ventriküler fibrillasyona duyarlılığı
azaltabilir. Bugün için insanlarda vagusun ventriküler düzeyde antiaritmik bir etkisi
olduğuna dair bir kanıt olmadığı da ifade edilmektedir(10)
OSS, AF oluşumunu, devamını ve ilişkili aritmi şikayetlerini güçlü bir şekilde
etkilemektedir. Parasempatik ve sempatik sinir sistemindeki uyarılmalar AF’yi çeşitli
hastalarda presipite edebilir. Vagal etkiler, kalbi sağlıklı olan kişilerde daha baskındır.
Adrenerjik stimülasyon ise, yapısal kalp hastalığı olan azalmış vagal tonusu olan
hastaları etkilemektedir. Parasempatik sinir sistemi aktivitesinin AF oluşumu ve
idamesindeki rolü uzun zamandır bilinmektedir. Vagal stimülasyon, atriyal aksiyon
potansiyeli süresini kısaltır. Atriyumdaki vagal lifler düzensiz olduğu için vagal
aktivitede artış atriyumda önemli derecede elektriksel aktivitede bölgesel farklılıklara
sebep olabilir. Bu da reentry ve AF gelişimine duyarlılığı arttırır(10).
Sempatik sinir sisteminin uyarılması(fiziksel aktivite, emosyonel stres,
hipertiroidizm, feokromositoma) parasempatik sistem kadar yaygın olmasa da, bazı
hastalarda AF’ye neden olabilir. Adrenerjik sistemin hangi mekanizmayla AF’ye neden
olduğu çok açık değildir. Beta adrenerjik stimulasyon hem miyokard üzerindeki direkt
etkisiyle hem de kalp hızı ya da kolinerjik sistemine olan indirekt etkisiyle, aksiyon
potansiyeli(AP) süresini azaltarak AF oluşumunu kolaylaştırır. Sempatik sistem aynı
24
zamanda anormal otomatisite ya da tetiklenen aktiviteyi arttırır ve fokal atriyal prematür
vurulara ya da atriyal taşikardiye neden olarak Atriyal fibrilasyon(AF) oluşumuna
katkıda bulunur(10).
Hayvan deneylerinde azalmış vagal yeterliliğin ve sempatik aktivitede relatif
artışın akut iskemi ile ilişkili görülünce ventriküler artimi ve ani ölüme neden olbileceği
bulunmuştur(10).
Azalmış parasempatik tonus YAB’una özgü değildir. Panik bozukluk gibi başka
farklı anksiyete bozukluklarında aynı fenomen bulunmuştur. Öte yandan, azalmış
otonomik değişkenlik başka anksiyete bozukluklarında da gözlenebilir. Zira azalmış
otonomik değişkenliğe sebep olan kaygı, diğer anksiyete bozukluklarında da görülebilir.
Fakat kaygı aynı zamanda YAB’nun temel özelliğidir( 47).
YAB olan hastalar, dinlenme esnasında bile anksiyetesi olmayan insanlara
kıyasla daha yüksek kas gerginliği ve azalmış otonomik değişkenlik sergilerler.
Zorlayıcı faaliyetlerde bulunduklarında ya da kaygı duyduklarında kardiyovasküler
değişkenlik ve parasempatik tonusta fazik düşmeler meydana gelir(84). Otonomik
aktivitedeki değişkenliğin azalabilmesi YAB hastalarının karşılaştığı durumlarla
mantıklı bir şekilde izah edilebilir.Bu hastalarda başka anksiyete hastalıkların aksine
çoğu zaman algılanan bir tehdidi ortadan kaldırmak için hiçbir etkili motor kaçınma
tepkisi yoktur(47).
Fobilerde, panik hastalıklarında ya da OKB’de korku ile ilişkili çevresel dış
koşullardan davranışsal olarak kaçınmaya çalışma durumu gelişir. Fakat YAB
durumunda kaçacak bir yer ve savaşacak bir kimse yoktur. Savaşmayı ya da kaçmayı
kolaylaştıracak ne bir sempatik aktivasyona ne de otonomik değişkenliğe genelde gerek
yoktur. Parasempatik aracılı uyum özelliğine(78) ihtiyaç duyulur ve bu nedenle kaygı
derecesiyle uyumsuz bir otomatik değişkenlik azalması görülür(47).
3.EKG
EKG nedir?
EKG kalp hücreleri tarafından üretilen ve vücut yüzeyine ulaşan elektriksel
aktivitenin(elektro) kaydıdır(grafi). Bu elektriksel aktivite, kalbin kanı tüm vücuda
25
pompalanmasını sağlayan kalp kasının kasılmasını sağlar. Rutin klinik EKG’nin bize
sunduğu 12 noktadan gözlem imkanı sayesinde kalbin elektriksel aktivitesinin “etrafında
dolaşma” ve sanki kalbi farklı noktalardan görme olanağına kavuşmaktayız(88).
EKG tam olarak neyi ölçer?
EKG kaydı ile dikey eksende voltajın, yatay eksende ise zamanın yer aldığı bir
grafik elde ederiz. Yatay eksen boyunca yapılan ölçümler, kalp hızını, ritminin düzenini,
aynı zamanda kalbin bir kısmından diğer kısmına elektrik aktivitesinin ulaşması için
gerekli süreyi bize verir. Dikey eksen boyunca yapılan ölçümler ise, vücut yüzeyindeki
voltaj değerlerini gösterirler. Bu voltaj tüm kardiyak hücrelerin elektriksel aktivitelerinin
“toplamını” temsil eder(88) ( Şekil 2).
EKG ile hangi tıbbi problemler teşhis edilebilir?
Kalp kasının büyümesi, elektrik iletim blokları, yetersiz kan akımı, kalp hızı, kalp
ritmi, elektrolit dengesizlikleri ve bazı ilaçların potansiyel tehlikeli seviyelerinin tespiti
gibi pek çok kardiyak ve non-kardiyak durumların teşhisinde faydalanılan tıbbi bir teşhis
aracıdır(88).
Şekil 2: Normal EKG
26
KARDİYAK UYARANIN OLUŞUMU VE İLETİMİ
Tek bir miyokard hücresinin hatta küçük bir grup miyokard hücresinin elektriksel
aktivasyonu vücut yüzeyinde kaydedilebilir voltaj üretemez. Elektrokardiyografi, büyük
gruplar halindeki atrial ve ventriküler hücrelerin aktivasyonu ile mümkün olur(88).
Miyokard hücreleri, genellikle elektriksel uyaranın (impuls) spontan olarak
oluşturulması veya iletimi konusunda yetersizdir. Bu fonksiyonlar düğümler, lif
demetleri, demetlerden oluşan dallar ve kolların bir iletişim ağı olan fasiküller tarafından
düzenlenir. Bunları oluşturan yapılar, kontraksiyondan yoksun olup yalnızca spontan
elektrik uyarıları üretebilir (pacemaker gibi görev alırlar) ve kalp boyunca elektriksel
iletim hızını değiştirebilirler. Bu intrinsik pacemaker işlevinin hızı OSS’nin sempatik ve
parasempatik bileşenleri arasındaki denge tarafından değiştirilir(88).
Sinoatrial(SA) düğüm tarafından üretilen uyarı, özel ileti demetlerine ihtiyaç
olmaksızın tüm miyokarda yayılır. Buna karşın ventriküllerde, dalları ile birlikte hızlı
ileti demetleri ve fasiküller mevcuttur. İntraventriküler ileti yolları, bir müşterek demet
(his demeti) ve his demetinin sağ ve sol dallarını içerir. His demeti atrioventriküler
(AV) düğümden başlayıp ventriküler septumun en tepe noktasına kadar ulaşırken, bu
demetten ayrılan dallar sağ ve sol ventriküllerin septal yüzeyleri boyunca ilerlerler. Sol
dal demeti, mitral kapağın iki kapiller kasına doğru ilerleyen fasikül içine doğru yelpaze
biçiminde dallanır. Sağ dal demeti ise, sağ distal septal düzeye kadar iner ve burada
ventriküler septuma doğru dallanır ve sağ ventrikülün serbest duvarı boyunca aşağıya
ilerler. Bu interventriküler ileti yolları Purkinje liflerinden meydana gelir. Bu lifler, hem
pacemaker, hem de impulsların hızlı iletiminden sorumludur. Purkinje liflerinden
meydana gelen fasiküller, hemen sağ ve sol ventriküler endokardın altında uzanan bir
iletim ağı oluşturlar. Bu Purkinje liflerinin uçlarına yaklaştıkça impulslar sağ ve sol
ventriküler boyunca endokarddan epikarda doğru yavaşça ilerler(88).
27
KARDİYAK DALGALAR;
Kardiyak dalgalar çeşitli harflerle adlandırılırlar(Şekil 3).
Şekil 3: EKG dalgasının görünümü
P DALGASI: Kardiyak siklüsün ilk dalgası, atriyum aktivasyonunu temsil eder
ve P dalgası olarak adlandırılır. SA düğümü sağ atriumda yer aldığından, P dalgasının
ilk kısmı sağ atrial aktivasyonu gösterir ve atrial septumdan sağ atrial serbest duvara
doğru elektriksel aktivitenin ilerlemesinden dolayı pozitiftir. P dalgasının ikinci kısmı
ise, sol atrial aktiviteyi temsil eder ve negatiftir. Çünkü elektriksel aktivite atrial
septumdan sol atrial serbest duvara doğru ilerler. AV düğümü aktivasyonu P dalgasının
ortalarında başlar ve P dalgasının son kısmı boyunca yavaş bir şekilde sürer. Atriumun
elektriksel istirahatini gösteren dalga genellikle görülmeyecek kadar küçüktür. His
demeti demetin dalları PR bölümü boyunca aktive olurlar, ancak EKG dalgası
oluşturmazlar. Bu uzun eksen kayıtta P dalgası tamamen pozitiftir. Normalde dalganın
süresi 0,12 sn’den azdır. V1 hariç ya pozitif ya da negatiftir (monofazik). V1’de
pozitiftir(88).
QRS KOMPLEKSİ: Kaydedilen bir sonraki dalgalar grubuna “QRS kompleksi”
denir. Sağ ve sol ventriküllerin eş zamanlı aktivitesini gösterir. QRS kompleksinin
başlangış ve bitişindeki küçük kısımları negatif dalgalar olarak görülebilir. QRS
28
kompleksinin başlangıcındaki negatif dalgaya Q dalgası denilir. Uzun eksen boyunca
çekilen EKG trasesinde QRS kompleksinin hakim olan bölümü genellikle pozitiftir. Bu
bölüme R dalgası denilir. R dalgasını takiben oluşan negatif defleksiyona ise S dalgası
denilir(88).
T DALGASI: Kardiyak siklüste ventrikül istirahatini(repolarizasyonu) temsil eden
dalga T dalgasıdır(88).
U DALGASI: T dalgasını bazen başka bir küçük, yukarı doğru dalga (kaynağı belli
olmayan) takip edebilir. Bu dalgaya da U dalgası adı verilir(88).
PR ARALIĞI: P dalgasının başlangıcından QRS kompleksinin başlangıcına kadar
geçen zamana bu kompleksin başında Q veya R dalgası olmasına bakılmaksızın “PR
Aralığı” adı verilir. Bu aralık atrial ve ventriküler miyokard aktivasyonlarının
başlangıçları arasındaki zamanı ifade eder. PR aralığının büyük kısmı AV düğümden bir
uyaranın yavaş iletimi sonucu oluşur. Bu olay OSS tarafından kontrol edilir. Bu nedenle,
PR aralığı kalp hızı ile birlikte değişim gösterir. Kalp hızlandığında kısalır. Normalde
0,10 ila 0,12 sn aralığındadır(88).
PR SEGMENTİ: P dalgasının bitiminden QRS kompleksinin başlangıcına kadar
geçen zamanı gösterir(88).
QRS ARALIĞI: Ventrikül aktivasyonunun başlangıcından bitimine kadar olan
zamanı ölçer(88).
ST SEGMENTİ: Ventriküler aktivasyonun sonu ile ventriküler istirahatinin
başlangıcı arasındaki aralığa denir. ST Segmenti terimi QRS kompleksinin son dalgasının
R veya S olmasına bakılmaksızın kullanılır(88).
QT ARALIĞI: Ventrikül aktivasyonunun başlangıcından ventrikül istirahatinin
sonuna kadar olan aralığa “QT aralığı” denir. Bu terim QRS kompleksinin son dalgasının
Q veya R başlayıp başlamadığına bakılmaksızın kullanılır. Ventriküler miyokardın
elektriksel aktivasyon ve istirahat sürelerini verir. Kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir.
Bir sonraki başlamadan önce bir kalp siklüsünde tam olarak istirahat sağlandığını garanti
altına almak için istirahatin süresi aktivasyon arttıkça azalmalıdır. Bu yüzden QT
aralığının sağlıklı olarak kalp hızı düzeliterek hesap edilir. QTc= QT/√(RR) formülü ile
düzeltilmiş QT aralığı hesaplanır. Birçok derivasyonda ölçülen QT aralığının en uzunu
29
gerçek QT aralığı olarak değerlendirilmelidir. Şayet U dalgası varsa U dalgasının
başlangıcı yaklaşık QT aralığının sonu olarak kabul edilir. Kalp hızı arttığında T ve P ile
bileşke oluşturabilir. Bu halde ise P dalgasının başlangıcı yaklaşık QT aralığının sonu
olarak kabul edilir(88).
Şekil 4:EKG’de dalgaların Kalp elektrofizyolojisindeki anlamlarının EKG üzerinde sunulması
4.P DİSPERSİYONU;
P dalgası: atrial depolarizasyonu gösterir. Maksimal yüksekliği 2,5 mm'i,
süresi de 0,12 saniyeyi geçmez. Normalde aVR'de negatiftir. EKG' de P dalgası
görülmüyor ise sinoatrial blok, atrial fibrilasyon, hiperpotasemi veya junctional ritm
akla gelmelidir (89).
P dalga dispersiyonu(Pd), EKG’de yeni bir ölçü birimidir(90,91). Pd, kısaca
maksimum ve minimum P dalga süreleri arasındaki fark olarak belirtilebilir(92).
Pd = Pmax - Pmin
P dalgasının başlangıcı olarak, P dalgası pozitif olduğunda izoelektrik hattan
yukarı doğru olan ilk hareket noktası, P dalgası negatif olduğunda izoelektrik hattan
aşağıya doğru olan ilk hareket noktası alınmaktadır. P dalgasının sonlanma noktası, P
30
dalgasının (negatif ya da pozitif) tekrar izoelektrik hatta döndüğü nokta olarak kabul
edilmektedir. P dalga dispersiyonunun, çeşitli klinik durumlarda AF’nun sensitif ve
spesifik bir habercisi olduğu(93) ve paroksismal atrial fibrillasyon(PAF) için bir gösterge
olarak kullanılabileceği bildirilmiştir(l).
EKG’de saptanan P dalga anormaliklerinin sol atrial büyümeyi ve sol atrial
hipertansiyonu(94,95) ve değiştirilmiş iletimi(96) yansıttığı düşünülmektedir. Atriyumun
AF’ye meyilli olup olmadığını anlamamıza yarayan, interatrial ve intraatrial ileti
zamanları ile sinüs ritmi ile başlayan ritmin homojen olmayan yayılmalarını
değerlendirmek için Maksimum P dalga süresi(Pmax) ve Pd kullanılmıştır(97).
Uzamış P dalga süresi ve Pd’nin altta yatan kardiyak hastalığı olmayan(98)ve
koroner arter bypass cerrahisi geçiren(97,99) hastalarda artmış AF riskine işaret ettiği
bildirilmiştir. AF’nu olan hastalar ile yapılan bir çalışmada, sağlıklı hastalara oranla P
dispersiyonu anlamlı olarak daha yüksek olduğu ve 40 ms değerindeki P dalga
dispersiyonu AF riski olan hastaları belirlemede %83 sensitivite, %85 spesifite ve %89
pozitif prediktif değere sahip olduğu bilidirilmiştir(98)
Pd’nin normal kişilerde, atrial büyüklükten ve uyarı yayılma hızında
değişiklikleri tetikleyen otonomik tonustan etkilendiği bildirilmiştir
(100)
. Atrial iletim
bozuklukları, EKG derivasyonlarında uzun süreli ve yüksek derecede değişken P
dalgalarına sebep olabilir. Pd, standart simultane 12 derivasyonlu EKG ölçümünden
elde edilen ve derivasyonlar arası P dalgası süresinin farklılıklarını saptamak için
kullanılan bir göstergedir(97,98).
Başka bir çalışmada; sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırıldığında PAF olan
hastalarda Pmax ve Pd değeri daha yüksek bulunmuştur(1). PAF öyküsü olan ya da
olmayan hipertansif hastalarda Pd değerini inceleyen başka bir çalışmada ise, Pd’nin 44
msn üzerinde olanların anlamlı derecede daha fazla PAF oldukları saptandı (101).
Duyarlı
hastalarda,
artmış
vagal
ya
da
adrenerjik
cevap
AF’yi
tetikleyebilmektedir. YAB’nda otonomik işlevleri araştıran çalışmalardan elde edilen
bulgular, muhtemelen düşük vagal tonusa bağlı olan "azalmış otonomik esneklik"
varsayımını destekler yöndedir. YAB hastalarında saptanan stresin yetersiz otonomik
yanıta neden olması ve bazen düzelme için uzunca bir zaman geçmesi, azalmış kalp
hızı değişkenliği gibi bulgular, erken mortalite açısından ciddi bir risk olarak
31
değerlendirilmektedir(8). Birçok hasta artmış parasempatik ya da sempatik tonus
esnasında AF periyodları yaşamaktadır, vagal ya da adrenerjik tip AF ile karakterize
edilen hasta grubları tanımlanmıştır(102).
A. Vagal AF:
1) Erkeklerde kadınlardan 4 kat yüksek bir prevelans
2) Başlangıçta 40–50 arası yaş
3) Tek başına AF ile sıklıkla karakterize
4) Kalıcı AF ye ilerleme ihtimali az,
5) Gece, dinlenme, yemek ya da alkol sonrası gerçekleşme,
6) Progressif bradikadiye öncül.
7) Atak sırasında kalp hızı oldukça düşük olduğu için çoğu hasta dispne, baş
dönmesi ya da senkoptan ziyade düzensizlikten şikayetçidir(102).
B. Adrenerjik AF
1) Vagal AF de azalma,
2) Gündüz predominansı,
3) Egzersiz ya da emosyonel stresle uyarılabilme,
4) Poliüri,
5) Belirli bir hastada spesifik bir kalp hızı ile ilişkili
6) Cinsiyet ayrımı yoktur
7) Hastaların yaşları 50 civarındadır ve
8)Yapısal kalp hastalığına sahip değillerdir (102).
Atrial fıbrilasyon, düzensiz atrial aktivasyon ile atriyumda mekanik
fonksiyonlarda bozulmayla karakterize bir supraventriküler taşiaritmidir. EKG’de,
düzenli P dalgalarının yerini, büyüklük şekil ve zamanlama olarak değişen hızlı
fıbrilasyon dalgalarının olmasıyla tanınır(103). Atrial fibrilasyonların %25'inin
paroksismal (PAT) şekilde olduğu bildirilmiştir (104). Önemli derecede mortalite ve
mortalite artışıyla birlikte olabilir(105).
32
5. QT DİSPERSİYONU
EKG’nin geçmişi boyunca araştırmacılar QT aralığının 12 derivasyon arasında
değişkenlik gösterdiğini farketmişlerdir. 12 derivasyonlu EKG’de, en büyük ve en
küçük QT aralıkları arasındaki farklılığa, QT dispersiyonu (QTd) denir.
QTd = QTmax-QTmin
QTd,
ventriküler
repolarizasyon
heterojenitesinin
bir
ölçütü
olarak
önerilmiştir(106,107). Fakat bu yüzyılın çoğunluğu boyunca QT aralık ölçümü için
kullanılacak derivasyonun seçiminde fikir birliği oluşturulamamıştır(10). Ani kalp
ölümleri,
kardiyovasküler
sisteme
bağlı
ölümlerin
yaklaşık
%50'sini
oluşturur(108,109). Ani kalp ölümlerinin büyük bir çoğunluğunun ventriküler
fibrilasyon(VF) ve ventriküler taşikardiye(VT) bağlı olduğu düşünülmektedir(110).
QT dispersiyonu yüzeyel EKG de QT süreleri arasındaki farkı yansıtır.
QTd’nun artmasıyla kişide VT, VF ve ani kardiyak ölüm riskinin arttığı
bildirilmiştir(111). Yapılan bir çalışmada 32 hastada derivasyon karşılaştırması yaparak
en uzun QT intervali olan elektrodun yüksek derecede değişken olduğunu
belirlenmiştir(112). 1980’lerin ikinci yarısında, QT dalgaları arasındaki derivasyon
farklılıklarına olan ilginin artmış olması günümüzdeki QTd kavramının ortaya
çıkmasına sahneyi hazırlamıştır. Başka bir çalışmada QTd’nin sağlıklı insanlarda
yaklaşık 50 ms iken miyokardiyal enfarktüs öyküsü bulunan kişilerde 70 msn olduğu
bildirilmiştir(113).
QTd ölçümünün yapılabilmesi için her derivasyonda QRS kompleksinin
başlangıcı ve T dalgasının saptanması gerekmektedir. QRS kompleksinin başlangıcını
saptamaktaki kolaylığın aksine düşük amplitüd, değişken morfoloji ve izoelektrik hat
hizasındaki yumuşak dönüş nedeniyle T dalgasının sonunu saptamak daha zordur.
Gerçekten de, T dalgasının sonunu doğru olarak saptamak QTd metodolojisindeki ana
teknik zorluktur(10). U dalgası varlığında ise günümüzde en kabul gören u dalgasını
dışlamaktır. Eğer bir derivasyonda U dalgası T dalgasından ayrılamıyorsa onu QTd
analizinden dışlamak mantıklıdır. Hız düzeltilmesi Bazett formülü ile msn olarak
hesaplanır. QTcd= Qtd/√(RR) Bu geleneksel düzeltme prosedürü QT’nin kalp hızına
bağlılığını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır (114,115).
33
Cornell anksiyete ölçeğinde yüksek puan alan kişilerin ani ölüm riski daha fazla
olduğu için bir instabilite markeri olan QTd incelenmiştir(116). Yapılan gözlemlerde,
Cornell QTd’si yüksek olan kişilerde artmış ani ölüm riski olduğunu göstermiştir. 12
yüzey
EKG
derivasyonun
QT
intervali
arasındaki
değişkenlik
myokardiyal
uyarılabilirlik toparlanma sürelerinin farklığına bağlıdır ve elektriksel instabilite ve
malignant ventriküler aritmilere artmış duyarlılığı ifade etmektedir(2).
QTd ölçümü psikiyatride ilk olarak elektrokonvülsif tedavi sonrası hastanın
aritmik olaylara hassasiyetini belirlemek için kullanıldı(114). Gerçekten de, sonuçlar
otonomik değişime paraleldir(117,118). Majör depresyonu olan fiziksel olarak sağlıklı
bireylerde, normal kişilere oranla anlamlı ölçüde QTd değerlerini daha yüksek saptayan
başka bir çalışmada vardır(119). Majör depressif kişilerde azalmış vagal modülasyona
bağlı, artmış ani ölüm hipotezini desteklemektedir(119). Başka bir çalışmada anksiyetesi
olan hipertansif hastalarda otonomik modülasyonu değerlendirilmiştir. Kardiyak
otonomik dengesizliği işaret eden QTd ve kalp hızı değişkenliği indekslerinin her
ikiside daha yüksek anksiyete puanı olan deneklerde daha yüksek bulundu ve
anksiyetenin derecesiyle anlamlı derecede ilişkiliydi(120). 1990’lı yılların ortaları ve
sonlarında yapılan çalışmalar, fiziksel olarak sağlıklı kişilerde bulunan anksiyetenin bir
kardiyak otonomik dengesizlik ile ilişkili olduğunu ve koroner arter hastalığı riskini
arttırdığını göstermiştir (120,121). Aynı zamanda artmış QTd değerinin, artmış sempatik ya
da azalmış parasempatik modülasyon ile ilişkili olduğunu bulundu(118) ve QTd’nin
kardiyovasküler
mortalitenin
anlamlı
bir
belirleyicisi
olduğunu
gösterildi(122).
Anksiyeteli, sempatik hiperaktiviteli ve QT dispersiyonu artmış hastaları seçerek
yapılan bir takip çalışması bu göstergelerin ani ölüm üzerinde etkisi olup olmadığını
saptamak için yararlı olacaktır(123). Sosyal fobisi olan fiziksel olarak sağlıklı kişilerle
yapılan araştırmada normal kişilere oranla daha yüksek QTd değeri bulundu(124).
Deneysel ve klinik çalışmalara göre, OSS, hem kalp hızındaki değişikliklere
göre
ventriküler
repolarizasyonları
koşullandırarak
hem
kardiyak
ventriküler
repolarizasyon süresini, hem de repolarizasyonun heterojenitesini modüle eder
(124)
.
Sosyal fobili hastalarda bakılan QTd değerleri kardiyak hastaların değerlerine benzer
bulunmuş olup kronik anksiyeteli ve uzamış Sosyal Fobili hastalarda artmış koroner
arter hastalığı oranı ve ani ölüm insidansı olabileceğini düşündürmektedir(124).
34
MATERYAL VE METOD
Bu çalışmaya T.C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Yerel Etik Kurulu tarafından 31.01.2006 tarih 06/09 Etik Kurul Protokol No
ile onay verilmiştir.
Çalışmaya T.C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Psikiyatri polikliniğine Şubat 2006 - Aralık 2006 tarihleri arasında ayaktan
kendileri başvuran hastalardan, psikiyatri polikliniğinde YAB ön tanısı konulan veya
daha önceden YAB tanısı almış fakat son 1 aydır ilaç kullanmayan hastalar, kardiyoloji
veya iç hastalıkları uzmanı tarafından, dahili şikayetlerinin yanı sıra anksiyete
semptomları olan, organik patoloji saptanamayarak psikiyatri polikliniğine sevk edilen
hastalar ile çalışma planlanmıştır. Tarama ve yapılandırılmış görüşme yapılan hastalardan
DSM IV tanı ölçütlerine göre YAB tanısı almış, mental retardasyon, psikotik bozukluk,
duygudurum bozukluğu, demans, deliryum ve diğer amnestik bozukluklardan birine
sahip olmayan, görüşme sonrası çalışmaya katılımı reddetmeyen, genel tıbbi duruma
bağlı psikiyatrik bozukluğa sahip olmayan, genel tıbbi durumunu ve kardiyak ileti
sistemini bozacak kronik nitelik kazanmış belirgin bir hastalığı olmayan (özellikle tiroid
hastalıkları, hipertansiyon öyküsü, kalp kapakçık bozuklukları, geçirilmiş miyokard
infarktüsü, bilinen atherosklerotik kalp hastalığı öyküsü, konjestif kalp yetmezliği veya
diğer kardiyomiyopati tiplerinden birinin varlığının öyküsü, feokromasitoma öyküsü,
diyabet öyküsü gibi) , alkol ve psikoaktif madde entoksikasyonu yada yoksunluğuna
bağlı psikiyatrik bozukluğa sahip olmayan, sigara içmeyen, kronik nitelik kazanmış
belirgin bir hastalığına ait sürekli ilaç kullanmayan 20- 45 yaş arası, 40 hasta (32 kadın,
8 erkek) hasta çalışmamıza alınmıştır. Kontrol grubu; çalışmaya katılmayı kabul eden,
ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı, ilaç, sigara, alkol ve psikoaktif madde kullanmayan
29 gönüllü (23 kadın, 6 erkek) hastane çalışanı ve hastanede staj yapan tıp fakültesi ve
hemşirelik fakültesi öğrencileri arasından oluşturulmuştur.
Çalışmaya katılanların ayrıntılı olarak alınan anamnezleri ile herhangi bir
belirgin sağlık probleminin veya tanı konulmuş kronik nitelik kazanmış bir hastalığın
olup olmadığı sorgulandı. Araştırma kriterlerine uyan vakalarla DSM IV eksen 1
bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme (SCID–1) görüşmesi yapıldı. YAB
35
tanısı alanlar ve başka bir 1.Eksen tanısı olmayan hastalara Beck anksiyete ölçeği(BAÖ)
ve Beck depresyon ölçeği (BDÖ) uygulandı. “Genel Tıbbi Duruma Bağlı Anksiyete
Bozukluğu” ayırıcı tanısı ve kardiyak ileti problemine sebep olabilecek bir hastalığın
ayırıcı tanısı için rutin kan tetkiklerinden, hemogram, açlık kan şekeri, AST, ALT,
BUN, kreatinin, Na, K, Cl, Ca, fosfat, B12 vitamin düzeyi, folik asit düzeyi, eritrosit
sedimantasyon hızı, tiroid fonksiyon testleri yapılması için kanları aldırıldı.
Elektrokardiyografileri çekildi. Olguların kan alımları, ertesi gün aç karnına yaptırıldı.
Olguların EKG’leri ve kan alımları diurnal varyasyonları önlemek için sabah 9.00 ile
11.00 arasında yapıldı.
12 standart EKG derivasyonu, 25 mm/s kağıt hızı ve 1mV/cm ölçüleriyle
standardize edilmiş kayıt cihazı kullanarak elde edildi. EKG’ler kardiyoloji uzmanı
tarafından değerlendirilmeye alındı. Bütün QT interval ölçümleri kardiyoloji uzmanı
tarafından gruplar bilinmeden yapıldı. QT intervali, QRS kompleksinin başlangıcından
T dalgasının sonuna kadar ölçüldü, T dalgasının sonu, T-P izoelektrik hattına dönüş
olarak tanımlandı. U dalgası varlığında QT ölçümü T ve U dalgaları arasındaki en alçak
noktaya kadar yapıldı. T dalgası açık olarak tanımlanamadığında o derivasyon iptal
edildi. Sadece sekizden fazla analiz edilebilen derivasyonu olan kayıtlar dahil edildi.
QTd, en uzun ve en kısa QT intervalleri arasındaki fark olarak tanımlandı.
P dispersiyonu için, her derivasyonda en az 3 P dalgası süresinin ortalaması
hesaplandı. P dalgasının başlangıcı, pozitif dalgalarda izoelektrik hatta görülebilen ilk
yükselme ve negatif dalgalarda izoelektrik hattan görülebilen ilk alçalma olarak kabul
edildi. İzoelektrik hatta dönüş P dalgasının sonu olarak kabul edildi. Herhangi bir
derivasyonda hesaplanan Pmax, maksimum ileti zamanı olarak kullanıldı. Pmax ve Pmin
arasındaki fark hesaplandı ve Pd olarak tanımlandı.
Çalışmada aşağıdaki form ve ölçekler kullanılmıştır.
1.Hasta Takip Formu (Sosyodemografik ve klinik veri toplama formu)
Araştırmacı hekim tarafından doldurulan bu formda, hastanın yaşı, cinsiyeti,
kilosu, boyu, medeni durumu, eğitim durumu, çalışma durumu, gelir düzeyi, sağlık
güvencesi türü, medeni durumu, sigara, alkol, ilaç kullanımının, kendisinin ve
yakınlarının psikiyatrik ve kardiyolojik hastalık öyküsü ile ilgili sorular yer almaktadır.
36
2.DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I):
Özgün adı "Structured Clinical Interview for DSM-IV, Clinical Version" olan;
First, Spitzer, Gibbon ve Williams tarafından geliştirilen bu görüşme DSM-IV'e göre I.
Eksen psikiyatrik bozukluk tanısı araştırılmasında, görüşmeci tarafından uygulanan
yapılandırılmış bir klinik görüşmedir
(125)
. Yapılandırılmış görüşmeyi sürdürebilecek
bilişsel yeterliliğe sahip olan, ajitasyon ve ağır psikotik belirtileri olmayan 18 yaşından
büyük kişilere, eğitimli görüşmeci tarafından uygulanabilir. Bu görüşme, altı bölümden
oluşmakta, toplam 38 tane DSM-IV I Eksen bozukluğunu, tanı ölçütleri ile ve 10 tane I.
Eksen bozukluğunu tanı ölçütleri olmadan “şu anda” ve “hayat boyu” olarak
araştırmaktadır. Türkçe formun uyarlaması ve güvenilirlik çalışması Özkürkçügil ve ark
tarafından yapılmıştır (126).
Beck Anksiyete Envanteri(BAE):
Anksiyeteyi depresyondan ayırt edebilecek bir ölçeğe duyulan ihtiyaçtan dolayı
Beck ve ark. tarafından 1988’de geliştirilmiştir. Bireylerin yaşadığı anksiyete
belirtilerinin şiddetini ölçer. Öznel anksiyete ve bedensel belirtileri sorgulayan bir
ölçektir. 21 maddeden oluşan, 0–3 arası likert tipi puanlanan; hastanın kendisinin
doldurduğu bir ölçektir. Puan Aralığı 0–63 'tür. Ölçekte alınan toplam puanların
yüksekliği, bireyin yaşadığı anksiyetenin şiddetini gösterir. Türkiye için geçerlilikgüvenirlik çalışmaları; Ulusoy M, Şahin N ve Erkmen H tarafından yapılmıştır (127).
Beck Depresyon Envanteri(BDE):
Bireylerin depresyon yönünden riskini belirleyen ve depresif belirtilerin düzeyini
ve şiddet değişimini değerlendiren bir ölçektir. Beck ve ark. tarafından 1961 yılında
geliştirilmiştir. Toplam 21 kendini değerlendirme cümlesi içermektedir. Dörtlü Likert tipi
ölçüm sağlar. Hastanın kendisinin doldurduğu bir ölçektir. Puan aralığı 0–63 arasında
değişir. Yönergesi ölçeğin başında vardır ve hastalara doldururken kendi durumlarına en
çok uyan ifadeyi işaretlemeleri belirtilir. Türkiye için geçerlilik-güvenirlik çalışmaları
Hisli N. Tarafından yapılmıştır (128).
37
BULGULAR
Araştırmamızda, DSM-IV-TR’ye göre YAB tanısı almış 40 hasta ve 29 sağlıklı
kontrol olgusu değerlendirilmiştir.
Tablo 6: Hasta ve kontrol grubunun cinsiyet dağılımları
Hasta
Cinsiyet
Erkek
Kadın
8
32
20,0
80,0
6
23
Kontrol
20,7
79,3
Toplam
14
20,3
55
79,7
Ki kare testi, p: 0.944
Grafik 1:Hasta ve kontrol grubunun cinsiyet dağılımlarının grafiksel sunumu
Cinsiyet (%)
80,0
79,3
80
70
60
50
Hasta
Kontrol
40
30
20,0
20,7
20
10
0
Erkek
Kadın
Örneklemin 14’ü (%20,3) erkek, 55’i (%79,7) kadındır(Tablo 6, Grafik 1). Hasta
ve kontrol grubunun cinsiyet dağılımları ki kare testi ile karşılaştırıldığında aralarında
anlamlı bir fark saptanamamıştır(Ki kare testi, p: 0.944)
Grafik 2: Hasta ve Kontrol Grubunun yaş verilerinin grafiksel sunumu
Yaş
45
40
35
30
25
20
15
10
5
0
Hasta
Kontrol
Tüm örneklemin ortalama yaşı 32,6±7,4 yaş olarak saptanmıştır. Hasta grubunda
ortalama yaş 33,7±7,5 yaş, kontrol grubunda ortalama yaş 31,1±7,1 olarak
bulunmuştur(Grafik 2).
İki grup arası yaş ortalamaları bağımsız gruplar için Student’s t testi ile
karşılaştırıldığında anlamlı bir fark saptanamamıştır (p:0,15)
38
Tablo 7: Hasta ve kontrol grubunun boy, kilo ve VKİ verileri
Hasta
Kontrol
Ortalama±SS
Ortanca Ortalama±SS Ortanca
Boy
164,2±7,4
164,2
164,6±8
165
Kilo
69,0±13,7
65,5
63,5±13,9
60
VKİ
25,6±4,7
25,9
23,4±4,2
22,9
Tüm örneklem
Ortalama±SS Ortanca
164,4±7,6
164
66,7±14,0
64
24,6±4,6
24,9
0,862
0,105
0,079
Student-t testi
Tüm örneklemin Boy, Kilo ve Vücut kitle indeksi (VKİ)
değerlendirmesinde;
VKİ 24,6±4,6 kg/m2 ise olarak
Boy 164,4±7,6 cm, kilo 66,7±14,0 kg,
saptanmıştır(Tablo 7). Hasta ve kontrol grubunda boy, kilo ve VKİ Student’s t testi ile
karşılaştırıldığında anlamlı bir fark saptanamamıştır(p=0,862, 0,105, 0,079 )
Tüm örneklemde ortalama eğitim süresi 11,0 ±5,0 yıl olarak bulunmuştur. Hasta
grubunda ortalama eğitim süresi 8,2±4,3 yıl, kontrol grubunda ortalama eğitim süresi
ise 14,8 ±2,9 yıl olarak saptanmıştır. İki grup arası farkın istatiksel olarak anlamlı
olduğu saptanmıştır (Mann Whitney U test, p<0.001)
Tablo 8: Hasta ve kontrol grubunun sosyodemografik özellikleri
Hasta
Çalışma durumu
Kontrol
Tüm Örneklem
Çalışıyor
11
27,5
23
79,3
34
49,3
Çalışmıyor
29
72,5
6
20,7
35
50,7
Sosyoekonomik
Asgari ücret
5
12,5
1
3,4
6
8,7
durum
25000 YTL’ye kadar
35
87,5
23
79,3
58
84,1
25000 YTL üstü
0
0,0
5
17,2
5
7,2
SSK
27
67,5
5
17,2
32
46,4
Emekli sandığı
4
10,0
22
75,9
26
37,7
Bağkur
9
22,5
1
3,4
10
14,5
Ücretli
0
0,0
1
3,4
1
1,4
Bekar
6
15,0
13
44,8
19
27,5
Evli
33
82,5
16
55,2
49
71,0
Boşanmış
1
2,5
0
0,0
1
1,4
Sağlık güvencesi
Medeni durum
39
<0.001
0,013
<0.001
0,019
Grafik 3:Hasta ve kontrol grubunun sosyodemografik verilerinin grafiksel sunumu
100
90
80
70
60
Hasta
50
Kontrol
40
30
20
10
0
Çalışıyor Çalışm ıyor
Çalışma durum u
Asgari
ücret
25000
YTL’ye
kadar
25000 YTL
üstü
Sosyoekonomik durum
SSK
Emekli
s andığı
Bağkur
Ücretli
Sağlık güvencesi
Bekar
Evli
Boşanmış
Medeni durum
Örneklemin 34’ü (%49,3) çalışıyor, 35’i (%50,7) çalışmıyordu. Hasta ve kontrol
gruplarının çalışma durumları karşılaştırıldığında,
YAB tanısı konulan hastaların kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek
bir oranda işsiz oldukları saptanmıştır(Tablo 8 ve Grafik 3). Hasta grubunun 29’unun
(%72,5), kontrol grubunun ise 6’sının (%20,7) çalışmadığı saptanmıştır (p<0.001 ki
kare testi).
Örneklenen bireyler çoğunlukla yılda 25000 YTL’ ye kadar kazanmaktadır
(84,1, n: 58). Hasta grubunda asgari ücretlilere ( % 12,5, n: 5), kontrol grubunda ise bir
yılda 25000 YTL’ nin üzerinde kazananlara (% 17,2, n: 5) anlamlı ölçüde daha sık
rastlanmaktadır (Tablo 8 ve Grafik 3) ( ki kare Testi, p: 0.013).
Örneklemde en sık rastlanan sağlık güvencesi tipleri SSK ( % 46,4, n: 32) ve
Emekli sandığı( % 37,7, n: 26) güvencesidir. Hasta grubunda en sık rastlanan sağlık
güvencesi SSK iken (% 67,5, n: 27), kontrol grubunda en sık rastlanan sağlık güvencesi
emekli sandığıdır (% 75,9, n:22, p<0.001 ki kare testi) (Tablo 8 ve Grafik 3).
Örneklemin çoğunluğu evlidir (% 71,0, n: 49). Hasta grubunda evlilere kontrol
grubundakinden daha sık rastlanırken (% 82.5, n: 33), kontrol grubunda ise bekarlara
hasta grubundakinden daha sık rastlanılmaktadır (% 44.8, n:13, p:0.019, Ki kare testi)
(Tablo 8 ve Grafik 3).
40
Tablo 9: Hasta ve kontrol grubunun ölçek değerleri
Hasta
Beck
anksiyete
ölçeği
Beck
depresyon
ölçeği
Kontrol
Tüm örneklem
Ortalama
Ortanca
Ortalama
Ortanca
Ortalama
Ortanca
26,6±11,8
30,5
3,4±3,3
2
16,9±14,7
3
<0.001
12,6±,4
10
3,7±4,5
2
8,9±7,7
8
<0.001
Grafik 4: Hasta ve kontrol grubunun ölçek değerlerinin grafiksel sunumu
Puan
Hasta ve Kontrol Grubunun Psikometrik Değerlendirilmesi
63
54
45
36
27
18
9
0
Hasta
26,6
Kontrol
12,6
3,7
3,4
BAÖ
BDÖ
Örneklemin psikometrik değerlendirmesinde Beck Anksiyete ve Beck
Depresyon Ölçekleri kullanılmıştır. Tüm örneklemde Beck Anksiyete Ölçeği’nden
alınan ortalama puan 16,9±14,7 olarak saptanmıştır.
Hasta grubunda ortalama BAÖ puanı 26,6±11,8 puan, kontrol grubunda ise
BAÖ puanı 3,4±3,3 puan olarak saptanmıştır. İki grubun bu testten aldığı puanların
ortalamasının anlamlı ölçüde farklı olduğu saptanmıştır (p<0.001, Mann-Whitney U
testi).
Tüm örneklemde Beck Depresyon Ölçeği’nden alınan puan ortalaması 8,9±7,7
olarak saptanmıştır. YAB tanısı alan hastalar BDÖ’den ortalama 12,6±7,4, kontrol
grubu ise ortalama 3,7±4,5 puan almıştır.
İki grubun bu ölçekten aldığı puanların ortalamalarının anlamlı ölçüde farklı
olduğu saptanmıştır (p<0.001, Mann-Whitney U testi) (Tablo 9, Grafik 4)
41
Tablo 10: Hasta ve Kontrol Grubunun Beck Anksiyete ölçeğinin alt sorularının verileri
Bedeninizde karıncalanma
Ateş basması
Bacaklarda halsizlik, titreme
Gevşeyememe
Kötü şeyler olacak korkusu
Baş dönmesi veya sersemlik
Kalp çarpıntısı
Dengeyi kaybetme korkusu
Dehşete kapılma duygusu
Sinirlilik
Boğuluyormuş gibi olma
Ellerde titreme
Titreklik
Kontrolü kaybetme korkusu
Nefes almada güçlük
Ölüm korkusu
Korkuya kapılma
Midede hazımsızlık yada rahatsızlık
Baygınlık
Yüz kızarması
Terleme (sıcağa bağlı olmaksızın)
Hasta
Kontrol
Ortalama±SD
1,1±1,0
1,5±1,0
1,6±1,0
1,5±0,9
1,6±1,1
1,6±1,1
1,4±0,9
1,0±1,0
0,9±1,0
2,3±0,8
1,4±1,2
1,3±1,1
0,9±0,9
0,9±1,0
1,3±1,0
0,8±1,0
1,1±1,0
1,4±1,2
0,6±1,0
1,4±1,0
1,4±1,1
Ortalama±SD
0,1±0,5
0,1±0,3
0,2±0,7
0,4±0,6
0,1±0,3
0,2±0,4
0,1±0,4
0,0±0,0
0,1±0,4
0,7±0,8
0,1±0,4
0,1±0,3
0,0±0,2
0,1±0,3
0,1±0,3
0,1±0,3
0,3±0,6
0,6±0,7
0,1±0,3
0,2±0,4
0,3±0,8
İstatistiksel
test*
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p<0.001
p=0.012
p=0.036
p<0.001
p<0.001
Grafik 5
Beck Anksiyete Ölçeği cevaplarının değerlendirilmesi
3,0
2,0
1,0
rd
ah
als
i
At
eş
Ba
ca
k la
Be
de
n in
izd
ek
ar
ın c
ala
nm
a
ba
sm
a
s
zli
ı
k,
t it
Kö
rem
Ge
tü
e
vşe
ş ey
ye
ler
me
Ba
ola
me
şd
ca
ön
kk
me
o
rk
si
us
ve
u
ya
ser
sem
De
K
lik
ng
a lp
ey
ça
ik
rp
ay
ınt
be
De
ısı
tm
hş
ek
et e
or
ka
k
u
p ıl
su
ma
du
yg
u
su
Bo
ğu
Sin
luy
i rl
or
ilik
mu
şg
ibi
olm
El
l er
a
de
tit
Ko
rem
ntr
e
olü
Ti
t re
ka
yb
kli
etm
k
ek
Ne
fes
or
ku
alm
su
ad
ag
ü
çlü
Öl
M
k
üm
ide
ko
de
rk
Ko
ha
us
zım
rk
u
uy
sız
ak
lık
ap
ya
ılm
da
a
ra
ha
tsı
zlı
k
Te
Ba
rl e
yg
me
ınl
Yü
ı
( sı
k
zk
ca
ğa
ıza
ba
rm
ğlı
as
ı
olm
ak
sız
ın )
0,0
Hasta
Kontrol
Hasta ve kontrol gruplarının Beck Anksiyete Ölçeğinin sorularına verdikleri
puanların ortalama ve standart sapmalarına baktığımızda ise iki grubun bu ölçekten
aldığı soruların puanları anlamlı ölçüde farklı olduğu saptanmıştır ( Tablo 10, Grafik 5)
42
Grafik 6: Hasta grubunun anksiyete ve otonomik semptomlarının başlangıç süreleri
60
50
Ay
40
30
20
10
0
Anksiyete semptomlarının süresi
Otonomik semptomların süresi
Hasta grubunda anksiyete semptomlarının başlangıç süresi ortalama 48,1 ay,
Otonomik semptomların başlangıç süresi ise ortalama 36,1 ay olarak saptanmıştır
(Grafik 6).
Tablo 11: Anksiyete semptomlarının başlangıç zamanı ve yaşı arasındaki korelasyon tablosu
Spearman korelasyonu
Anksiyete semptomları
Otonomik semptomların
başlangıç zamanı
başlangıç zamanı
Anksiyete semptomları
r
1.000
0.753
başlangıç zamanı
p
<0.001
Otonomik semptomların
başlangıç zamanı
r
0.753
1.000
p
<0.001
-
Anksiyete semptomlarının başlangıç zamanı ve otonomik semptomların
başlangıç zamanının birbiri ile anlamlı ölçüde korelasyon gösterdiği saptanmıştır
(r:0.753, p<0.001, Spearman korelasyonu) (Tablo 11).
43
Tablo 12: Hasta ve kontrol grubunun nicel biyokimyasal sonuçlarının karşılaştırılması
Hasta
(Ortalama)
Kontrol
(Ortalama)
Tüm
Örneklem
HNH Lab.
Referans
Değ.
İstatiksel Test
93,9±10,9
12,3±3,3
0,8±0,1
182,6±34,4
102,1±56,2
48,6±8,8
113,6±29,7
20,4±11,2
19,6±7,0
18,2±14,5
194,2±39,6
7,4±0,3
4,6±0,2
139,8±1,7
4,2±0,3
104,5±2,8
9,6±0,4
3,4±0,5
2,3±0,2
3,1±0,3
0,9±0,2
1,9±1,2
248,7±245,1
6,4±2,4
6,3±1,4
4,8±0,5
13,5±1,6
47,1±46,6
83,6±8,9
29,6±7,8
259,5±44,8
7,2±4,6
87,7±12,5
11,6±2,9
0,8±0,2
182,4±25
92,4±45
54,7±9,2
110±21,3
19,4±8,4
17,8±5,2
14,7±8,7
185,2±41,2
7,4±0,5
4,6±0,2
138,8±2,5
4,2±0,3
103,8±3,1
9,4±0,5
3,6±0,5
2,3±0,2
3,1±0,5
0,9±0,2
1,7±1,2
243,6±110,8
7±4,0
6,5±1,4
4,6±0,4
12,9±1,6
38,8±47,7
84,5±5,5
28,2±2,2
266,5±52,5
6,3±7,1
91,2±11,9
12±3,2
0,8±0,1
182,5±30,6
98±51,6
51,2±9,4
112,1±26,4
20±10,0
18,8±6,3
16,7±12,5
190,4±40,2
7,4±0,4
4,6±0,2
139,4±2,1
4,2±0,3
104,2±2,9
9,5±0,4
3,5±0,5
2,3±0,2
3,1±0,4
0,9±0,2
1,8±1,2
246,6±198,8
6,7±3,1
6,4±1,4
4,7±0,5
13,2±1,6
43,6±36,5
83,9±7,6
29±6,1
262,4±47,9
6,9±5,7
76–110
<23
0,6–1,3
230
<150
30–65
<130
<30
<34
<55
<260
6,0-8,3
3,5–5,0
133–145
3,3–5,1
96–108
8,4–10,6
2,3–4,7
1,6–2,6
2,3–3,9
0,58–1,64
0,34–5,60
110–550
3–17
4,0–11
4,5–5,9
12–16
39–53
80–92
27–31
150–450
0–20
0.031
Laboratuar Değerleri
Glukoz
Bun
Kreatinin
Total kolesterol
Trigliserit
HDL
LDL
VLDL
AST
ALT
LDH
Total protein
Albumin
Sodyum
Potasyum
Klorür
Kalsiyum
Fosfor
Magnesyum
FT3
FT4
TSH
B12
Folat
WBC
RBC
HGB
HCT
MCV
MCH
PLT
Sedim bir saat
(p)
0.370
0.617
0.979
0.622
0.007
0.581
0.985
0.341
0.096
0.368
0.937
0.686
0.074
0.880
0.289
0.068
0.202
0.847
0.964
0.677
0.412
0.204
0.956
0.526
0.111
0.160
0.169
0.628
0.379
0.554
0.112
Hasta ve kontrol gruplarının biyokimyasal parametreleri karşılaştırıldığında
glukoz ve Yüksek Dansiteli Lipoprotein (HDL) değerlerinin birbirinden anlamlı ölçüde
farklı olduğu görülmüştür. Ancak bu farklılık biyokimyasal değerler açısından normal
sınırlardadır (Tablo 12).
44
Tablo 13:YAB grubunda ailede kardiyolojik hastalığın değerlendirilmesi
1. derece akraba
%
2. derece akraba
ASKH
HT
KKY
Ritm bozukluğu
10
2
5
2
33,3
6,7
16,7
6,7
%
7
2
2
0
23,3
6,7
6,7
0,0
Ailelerinde kardiyolojik hastalık öyküsü olan bireyler değerlendirildiğinde, aile
öykülerinde en çok rastlanan hastalıkların birinci derece akrabalarda (% 33,3) ve ikinci
derece akrabalarda (% 23,3) atherosklerotik kalp hastalığı(ASKH) olduğu saptanmıştır
(Tablo 13).
Tablo 14: Hasta ve Kontrol Grubunun P dalga ve QT dispersiyonu değerlerinin karşılaştırılması
Hasta
Tüm örneklem
Ortalama
Ortanca
Ortalama
Ortanca
Ortalama
Ortanca
50±17,5
60
23,4±7,7
20
38,8±19,4
40
<0.001
50,5±18,1
40
28,3±11,4
20
41,2±19,1
40
<0.001
P dalga dispersiyonu
QT dispersiyonu
Kontrol
Mann-Whitney U testi
Grafik 7: Hasta ve kontrol grubunun Pd ve QTd değerlerinin grafiksel sunumu
Hasta ve Kontrol Grubunun P dalga dispersiyonuve QT dispersiyon
değerlendirilmesi
60
50,0
50
50,5
40
23,4
30
28,3
Hasta
Kontrol
20
10
Kontrol
0
Hasta
P dalga dispersiyonu
QT dispersiyonu
Tüm örneklemin EKG değerlendirmesinde P dispersiyonu ortalaması 38,8±19,4
msn olarak saptanmıştır. P dispersiyonu ortalaması hasta grubunda 50,0±17,5, kontrol
grubunda ise 23,4±7,7 msn olarak saptanmıştır (Tablo 14, Grafik 7). İki grubun P
dispersiyonları birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu bulunmuştur (p<0.001,
Mann-Whitney U testi)
45
Tüm örneklemin QT dispersiyonu ortalaması 41,2±19,1 msn olarak saptanmıştır.
QT dalgasının dispersiyon ortalaması hasta grubunda 50,5±18,1, kontrol grubunda ise
28,3±11,4 msn olarak bulunmuştur. İki grubun QT dalgalarının dağılımlarının
birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu saptanmıştır (p<0.001, Mann-Whitney U
testi) (Tablo 14, Grafik 7).
Tablo 15:YAB grubunda ailede kardiyolojik hastalık varlığı ile P dalga ve QT dispersiyuonlarının
karşılaştırılması
P dalga
dispersiyonu
Ailede kardiyolojik
hastalık varlığı
Var
Ortalama
Ortanca
Std. Sapma
Minimum
Maksimum
45,3
40
19,6
20
80
Yok
33,8
20
17,9
20
80
Var
46,7
40
19,2
20
100
Yok
36,9
40
18,1
0
80
QT dispersiyonu
p=0.013
p=0.035
Mann-Whitney U
Tüm örneklem değerlendirildiğinde, aile öykülerinde kardiyolojik hastalık
bulunan ve bulunmayanların ortalama P dalgası ve QT aralığı dispersiyonları arasındaki
farkın istatistik olarak anlamlı olduğu bulunmuştur(p=0,013 ve p=0.035,Mann-Whitney
U testi) (Tablo 15).
Tablo 16: BAÖ ve BDÖ puanları ile P ve QT dispersiyonları arasındaki korelasyon değerleri
Beck anksiyete ölçeği
Beck depresyon ölçeği
P dispersiyonu ölçeği
QT dispersiyonu
ölçeği
Beck
depresyon
ölçeği
0.665
<0.001
1.000
P dalga
dispersiyonu
QT
dispersiyonu
r
p
r
Beck
anksiyete
ölçeği
1.000
0.665
0.627
<0.001
0.544
0.532
<0.001
0.401
p
<0.001
-
<0.001
0.001
r
0.627
0.544
1.000
0.453
p
<0.001
<0.001
-
<0.001
r
0.532
0.401
0.453
1.000
p
<0.001
0.001
<0.001
-
r: Spearman’s rho
Örneklemin tümünde yürütülen korelasyon analizleri sonucunda BAÖ ve
BDÖ’den alınan puanlarla P ve QT dispersiyonlarının anlamlı ölçüde pozitif yönde
korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Yani ölçek puanları yükseldikçe dispersiyon süreleri
artmaktadır. P dalga ve QT dispersiyonları arasındaki korelasyon da tüm örneklem için
anlamlı seviyededir (Tablo 16).
46
TARTIŞMA
Davranışsal stresin, miyokardiyal iskemi ve enfarktüs, aritmi ve ani ölüm gibi
majör kardiyovasküler olayları tetiklemedeki katkısı, kontrollü davranışsal çalışmalar,
standarize klinik stres testleri ve stresle indüklenmiş kardiyak sempatik sinir aktivite
modelleri nedeniyle daha çok kabul görmeye başlamıştır(129).
Anksiyete bozuklukları ile kardiyak aritminin göstergesi kabul edilen P dalga ve
QT dispersiyonları arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalar sınırlı sayıdadır. Literatür
araştırmalarımızda YAB’da P dalga ve QT dispersiyonlarının ilişkisini araştıran
kontrollü çalışma bulamadık. Bu nedenle, YAB ile P dalga ve QT dispersiyonları
arasındaki ilişkiyi inceleyebilmek için kontrollü bir çalışma yaptık. EKG vücut yüzeyine
ulaşan ve kalp hücreleri tarafından üretilen elektriksel aktivitenin kaydıdır. EKG, kalp
hızını, ritminin düzenini, aynı zamanda kalbin bir kısmından diğer kısmına elektrik
aktivitesinin ulaşması için gerekli süreyi gösterir(88).
EKG’de elde edilen dalgalardan P dalgası atrial depolarizasyonu gösterir(89). P
dalga dispersiyonu(Pd) EKG’de yeni bir ölçü birimi(90,91) olup, maksimum ve minimum
P dalga süreleri arasındaki fark olarak belirtilebilir(92). P dalga dispersiyonu çeşitli klinik
durumlarda Atrial Fibrilasyon(AF)’nun sensitif ve spesifik bir habercisi olduğu(93) ve P
dalga dispersiyonunun paroksismal atrial fibrillasyon (PAF) için bir prediktör olarak
kullanılabileceği bildirilmiştir(l).
Anksiyete bozukluklarında aritmi varlığı ile P dispersiyonu arasındaki ilişki
literatürde araştırılmıştır. 726 sağlıklı erkek gönüllü üzerinde yürütülen bir çalışmada
durumluk kaygının sürekli kaygıya göre P dalgası dispersiyonunu daha fazla etkilediği
saptanmıştır(94). QT dispersiyonundaki artışın da bazı kardiyak hastalıklarda saptanan
bir bulgu olduğu, kalbin otonomik innervasyonundaki bir dengesizliği yansıttığı ve
anksiyete düzeyleriyle ilişkili olduğu düşünülmektedir. QT dispersiyonunun durumluk
kaygı ve sürekli kaygı ile arasında ilişki olduğu bildirilmiştir (114). QT dispersiyonunun
sosyal fobi grubunda kontrollere göre anlamlı ölçüde artmış olduğu ve Liebowitz Sosyal
Anksiyete ölçeği skorlarıyla ilişkili olduğu saptanmıştır(114)
47
Araştırmamızda DSM-IV-TR’ye göre YAB tanısı almış 40 hasta ve 29 sağlıklı
kontrol olgusu değerlendirilmiş ve P ve QT dispersiyonu bakımından bu iki grubun
arasında bir fark olup olmadığı saptanmaya çalışılmıştır.
Hasta ve kontrol grupları yaş, cinsiyet, boy, kilo ve VKİ bakımından fark
göstermemiştir.
Hasta
ve
kontrol
gruplarının
biyokimyasal
parametreleri
karşılaştırıldığında glukoz ve HDL değerlerinin birbirinden anlamlı ölçüde farklı olduğu
görülmüştür. Ancak bu farklılık biyokimyasal değerler açısından normal sınırlardadır.
Çalışmamızda, örneklemin 14’ü (%20,3) erkek, 55’i (%79,7) kadın olduğu
gözlenmektedir. Polikliniğimize anksiyete semptomları ile başvuran hastalarda kadın
popülasyonun daha fazla olduğu gözlenmektedir. Örneklemimizde de kadın sayısının
fazla olması bundan dolayı olduğu düşünülmüştür. Amerika Birleşik Devletleri’nde
yapılan ve tanı için DSM-III-R ölçütlerinin kullanıldığı en büyük araştırma Ulusal
Eştanı Çalışması (National Comorbidity Survey)(NCS) çalışmasında, YAB’nun
kadınlarda 2 kat fazla olduğu(34), ayrıca çoğu çalışmada anksiyete bozuklukları
kadınlarda daha sık bulunduğu bildirilmektedir (37,38).
Çalışmamızda, YAB tanısı alan grupta anksiyete semptomları ortalama olarak
29,2±7,5 yaşında başlamıştır. Bu da YAB hakkında yapılan epidemiyolojik
araştırmalarla uyumlu çıkmıştır. NCS çalışmasında 24 yaşın üstündeki kişilerde
YAB’nun daha fazla görüldüğü bulunmuştur(36) .
Çalışmamızın hasta grubunun ortalama eğitim süresi 8,2±4,3 yıl, kontrol
grubunda ortalama eğitim süresi ise 14,8 ±2,9 yıl olarak saptanmıştır. İki grup arası
farkın istatiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (Mann Whitney U test, p<0.001).
Bu kontrol grubumuzun hastane çalışanı ve hastanede staj yapan tıp fakültesi ve
hemşirelik fakültesi öğrencilerinden olmasından kaynaklıdır.
YAB tanısı ile takip edilen hastaların, kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha
yüksek bir oranda işsiz olduğu gözlenmektedir. Ayrıca hasta grubunda asgari ücretlilere
anlamlı ölçüde daha sık rastlanmaktadır. Çalışmamız epidemiyolojik bir çalışma
olmamakla beraber, NCS çalışmasında da işsizlerde YAB tanısının fazla olduğu
gözlenmiştir(36).
Çalışmamızdaki hasta grubunun büyük oranda SSK güvenceli olması
polikliniğimize başvuran hastaların büyük oranda SSK güvenceli olmasından
48
kaynaklanmaktadır. Kontrol grubunda en sık rastlanan sağlık güvencesi emekli sandığı
olmasının sebebi ise; kontrol grubunun hastane çalışanlarından alınmış olmasındandır.
Hasta grubunda anksiyete semptomlarının başlangıç zamanı ile otonomik
semptomların başlangıç zamanının birbiri ile anlamlı ölçüde korelasyon gösterdiği
saptanmıştır. Bu da YAB tanısına eşlik eden otonomik bulguların varlığını işaret
etmektedir.
Hasta grubunda evlilere kontrol grubundakinden daha sık rastlanılması
epidemiyolojik çalışmalar ile uyumsuz çıkmıştır
(41)
. Kontrol grubunun anlamlı
seviyede bekar olması kontrol grubunun fakültesi öğrencisi ve genç hastane çalışanı
olmasından kaynaklıdır.
Bir çalışmada fiziksel olarak sağlıklı olan ve Major Depresif Bozukluk eştanıları
bulunmayan 16 Sosyal Fobi tanılı hasta ve 15 eşlenmiş kontrolde QT dispersiyonu
ölçülmüştür. Örneklemde anksiyete düzeyleri Liebowitz Sosyal Anksiyete Ölçeği ile
belirlenmiştir. Bu çalışmada QT dispersiyonunun sosyal fobi grubunda kontrollere göre
anlamlı ölçüde artmış olduğu ve Liebowitz Sosyal Anksiyete ölçeği skorlarıyla ilişkili
olduğu saptanmıştır(124) . Aynı grup tarafından yapılmış diğer bir çalışmada tıbbi
hastalığı olmayan 18 geriatrik depresyon hastası ile yaş ve cinsiyet açısından eşlenmiş 9
kontrol, QT dispersiyonu açısından karşılaştırılmıştır. QT dispersiyonunun Major
Depresif Bozukluk tanısı almış bireylerde anlamlı olarak artmış olduğu saptanmıştır(119).
Major Depresif Bozukluk olan hastalarda P dalga ve QT dispersiyonlarının
etkilenebilme olasılığı nedeniyle, biz çalışmamızda Major Depresif Bozukluk ölçütlerini
karşılayan eştanılı hastaları dışladık.
726 sağlıklı erkek gönüllü üzerinde yürütülen bir çalışmada, Spielberger
Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (Spielberger State-Trait Anxiety Inventory) ile P
dalgası dağılmının ilişkisini araştırılmıştır. Bu çalışmada P dalgası dispersiyonı
durumluk (r = 0,540, p<0.001) ve süreklik kaygı düzeyi (r = 0,479, p<0.001) ile anlamlı
ölçüde ilişkili bulunmuştur. Yapılan analizlerde durumluk kaygının sürekli kaygıya göre
P dalgası dispersiyonunu daha fazla etkilediği saptanmıştır(94). Bizim çalışmamızda da
tüm örneklemin EKG’leri değerlendirildiğinde, hasta ve kontrol gruplarının P dalgası
dispersiyonlarının birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu bulunmuştur. YAB tanısı
alan hasta grubunda 50,0±17,5 msn, kontrol grubunda ise 23,4±7,7 msn olarak P
49
dispersiyonları birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu bulunmuştur (p<0,001,
Mann-Whitney U testi).
QT dispersiyonunun Spielberger durumluk-sürekli kaygı envanteri (STAI)
puanları ile ilişkisinin incelendiği bir araştırmada, durumluk anksiyete düzeyi (r =
0,529, p < 0,001) ve süreklik anksiyete düzeyi (r = 0,601, p < 0,001) QT dispersiyonu
ile anlamlı ölçüde ilişkili bulunmuştur. Yazarlar bu bulguyu, ani ve uzun süreli
anksiyete
sonucunda
azalan
vagal
tonusa
ve
artan
semptatik
boşalıma
bağlamışlardır(114). Bizim çalışmamızda da, karşılaştırılan hasta ve sağlıklı kontrol
grubun QT dispersiyonlarının birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu saptanmıştır.
QT dispersiyon ortalaması hasta grubunda 50,5±18,1 msn, kontrol grubunda ise
28,3±11,4 msn olarak birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı saptanmıştır (p<0.001, MannWhitney U testi).
Çalışmamızda
aile
öykülerinde
kardiyolojik
hastalık
bulunan
ve
bulunmayanların ortalama P dalgası ve QT aralığı dispersiyonları arasındaki farkın
istatistik olarak anlamlı olduğu bulunmuştur.
Genel tıbbın çeşitli dallarındaki önemi uzun zamandır bilinen EKG
incelemelerin psikiyatrik açıdan önemi yakın dönemde vurgulanmaya başlanmıştır.
Günümüze kadar yapılan çalışmalarda depresyon, YAB, panik bozukluk ve şizofrenide,
özellikle geceleri belirgin olmak üzere kardiyak ritm değişiklikleri saptanmıştır (123) .
Buna karşın YAB ve genel olarak kaygının kardiyorespriatuar sistemdeki
otonom karakteristikleri üzerinde nispeten az çalışılmıştır(79) .
Çalışmamızdaki YAB olan hastalardaki P dalga ve QT dispersiyonu sürelerinin
sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede farklı olması daha önceden literatürde
bildirilen sonuçlarla uyumludur. Sonuçlar değerlendirildiğinde, YAB olan hastalarda P
ve QT dispersiyonlarının istatistiksel olarak anlamlı derecede artmaktadır. Bu ilişki OSS
değişikliklerine bağlı olabilir.
Anksiyete kalp hastalıklarına yatkınlığı artırdığı gibi, hastalarda kalp
çarpıntısına odaklanma da anksiyete düzeyini artırabilir. Kalp hızına odaklanma ayrıca
kaçınma yanıtını artırarak hastalığın süresini uzatabilir(6) .
50
Bu sonuçlar ile literatürde anksiyete bozukluğu ile P dalga ve QT dispersiyonu
arasında gösterilen ilişki bizim çalışmamızda da YAB ile P dalga ve QT dispersiyonu
arasında ilişki görülmüştür(94,114). Anksiyete bozukluğu hastalarında ani ölümlerin
görülebileceği daha önce bildirilmiştir(123). Bu durum QT dispersiyonundaki artışın
sonucu gelişen aritmilere bağlı olabilir. YAB hastalarında da QT dispersiyonun artmış
olması bu hastalarda böyle bir yatkınlığın olabileceğini göz önünde tutulmalıdır.
51
SONUÇLAR
Çalışmamızda, YAB tanısı alan grupta anksiyete semptomları ortalama olarak
29,2±7,5 yaşında başlamıştır.
Hasta grubunda anksiyete semptomlarının başlangıç zamanı ile otonomik
semptomların başlangıç zamanının birbiri ile anlamlı ölçüde korelasyon gösterdiği
saptanmıştır.
Aile öykülerinde kardiyolojik hastalık bulunan ve bulunmayanların ortalama P
dalgası ve QT aralığı dispersiyonları arasındaki farkın istatistik olarak anlamlı olduğu
bulunmuştur.
Tüm örneklemin EKG’leri değerlendirildiğinde, hasta ve kontrol gruplarının P
dalgası dispersiyonlarının birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu bulunmuştur.
YAB tanısı alan hasta grubunda 50,0±17,5 msn, kontrol grubunda ise 23,4±7,7 msn
olarak P dispersiyonları birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu bulunmuştur
(p<0,001, Mann-Whitney U testi).
Hasta ve sağlıklı kontrol grubun QT dispersiyonlarının birbirlerinden anlamlı
ölçüde farklı olduğu saptanmıştır. QT dispersiyon ortalaması hasta grubunda 50,5±18,1
msn, kontrol grubunda ise 28,3±11,4 msn olarak birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı
saptanmıştır (p<0.001, Mann-Whitney U testi).
YAB olan hastalarda P ve QT dispersiyonlarının istatistiksel olarak anlamlı
derecede artmaktadır.
52
ÖZET
Amaç: Psikolojik faktörler ve kardiyolojik hastalıklar arasındaki ilişkinin varlığı
uzun zamandan beri tariflenmektedir. Kardiyoloji literatüründe, atrial fibrilasyonun
(AF) dolaylı göstergesi kabul edilen P-dalga dispersiyonu(Pd) ve ventriküler aritminin
dolaylı göstergesi kabul edilen QT dispersiyonunun(QTd) çeşitli anksiyete bozuklukları
ile arasındaki ilişkisini gösteren araştırmalar sınırlı sayıda mevcuttur. Ancak literatür
taramalarımızda bu konuyla ilgili Yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) tanısı alan
hastaların sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırmalı çalışmaları bulunamamıştır.
Çalışmamızda YAB ile ciddi kardiyak aritmi prediktörleri arasında ilişki niteliğinin
Elektrokardiyografi (EKG) gibi invaziv olmayan bir tetkik yardımıyla incelenmesi
hedeflenmiştir. Böyle bir ilişki gösterilebilirse aritminin önceden tespiti, kardiyoloji ile
konsülte edilmesi, psikiyatrik tedavilerinin etkin biçimde sürdürülebilmesi ve gerekirse
kardiyoloji takipleri yapılarak ölümcül olabilecek aritmi riskinin azaltılabilmesi
sağlanabilir.
Yöntem:
Bu çalışmaya, Etik Kurul onayı alınarak, T.C. Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri polikliniğine Şubat 2006 - Aralık 2006
tarihleri arasında YAB tanısı almış ilk kez başvuran veya başvuru anında ilaç kullanmayan,
kardiyoloji veya iç hastalıkları uzmanı tarafından organik patoloji saptanamayarak
psikiyatri polikliniğine sevk edilen anksiyöz hastalar ile çalışma planlanmıştır. Tarama
ve yapılandırılmış görüşme ile DSM IV tanı ölçütlerine göre YAB tanısı almış, sürekli ilaç
kullanım öyküsü olmayan ve son 1 aydır herhangi bir psikofarmakolojik ilaç
kullanmayan, mental retardasyon, psikotik bozukluk, duygudurum bozukluğu, demans,
deliryum ve diğer amnestik bozukluklar ve diğer herhangi bir ek 1.eksen psikiyatrik
tanısı olmayan, görüşme sonrası çalışmaya katılımı gönüllü olarak kabul eden, genel
tıbbi durumunu ve kardiyak ileti sistemini bozacak kronik nitelik kazanmış belirgin bir
hastalığı olmayan alkol ve psikoaktif madde entoksikasyonu yada yoksunluğuna bağlı
psikiyatrik bozukluğa sahip olmayan, sigara içmeyen, kronik nitelik kazanmış belirgin
53
bir hastalığına ait sürekli ilaç kullanmayan 20–45 yaş arası, 40 hasta (32 kadın, 8 erkek)
hasta çalışmamıza alınmıştır. Kontrol grubu, çalışmaya katılmayı kabul eden, ruhsal ve
bedensel olarak sağlıklı, ilaç, sigara, alkol ve psikoaktif madde kullanmayan 29 gönüllü
(23 kadın, 6 erkek) hastane çalışanı ve hastanede staj yapan tıp fakültesi ve hemşirelik
fakültesi öğrencileri arasından oluşturulmuştur.
Çalışmaya katılanlara önce ayrıntılı olarak alınan anamnez ile herhangi bir
belirgin sağlık probleminin ve tanı konulmuş kronik nitelik kazanmış bir hastalığı olup
olmadığı sorgulandı. Araştırma kriterlerine uyan vakalara SCID görüşmesi yapıldı.
YAB tanısı alanlar ve başka bir 1.Eksen tanısı olmayan hastalara psikiyatrik ölçekler
uygulandıktan sonra rutin kan tetkikleri için kanları aldırıldı. Elektrokardiyografileri
çekildi. Vakaların EKG’leri ve kan alımları diurnal varyasyonları önlemek için sabah
9.00 ile 11.00 arasında yapıldı. Çekilen EKG’ler kardiyoloji uzmanı tarafından
değerlendirilmeye alındı. P dalga ve QT dispersiyonları ölçümleri kardiyoloji uzmanı
tarafından kör olarak yapıldı. Çalışmada Hasta Takip Formu (Sosyodemografik ve
klinik veri toplama formu), DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik
Görüşme (SCID-I), Beck Anksiyete Envanteri(BAE), Beck Depresyon Envanteri(BDE)
ölçekleri kullanıldı.
İstatistiksel analizler SPSS 12.0 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin
değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotlar, bağımsız gruplar için t testi,
parametrik olmayan gruplar için Mann-Whitney-U testi ve ki-kare testi ile 2’den fazla
bağımsız grup ortancalarını karşılaştırırken Kruskal-Wallis testi, değişkenler arasındaki
ilişki hesaplaması için Spearman korelasyon testi kullanılmıştır.
Sonuçlar, istatistik anlamlılık seviyesi p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
Bulgular: YAB ve kontrol grubunda yaş, cinsiyet, kilo, boy, VKİ dağılımları
arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir. YAB gurubunun eğitim seviyesi ve
sosyo-ekonomik düzey kontrol grubuna göre daha düşük olarak saptanmıştır. Tüm
örneklemin EKG değerlendirmesinde hasta ve kontrol gruplarının P dalgası
dispersiyonları ve QT dispersiyonları birbirlerinden anlamlı ölçüde farklı olduğu
bulunmuştur. Tüm örneklemde ailesinde kardiyolojik öyküsü olanların P ve QT
dispersiyonları istatiksel olarak farklı bulunmuştur. Tüm örneklemde Beck Depresyon
54
ve Beck anksiyete ölçekleri ile P ve QT dispersiyonları arasında anlamlı korelasyon
saptanmıştır.
Sonuç: Literatürdeki anksiyete bozuklukları ile P dalga dispersiyonu ve QT
dispersiyonu arasında gösterilen ilişkiye benzer sonuçlar YAB olan hastalarda da
gözlenmiştir. Anksiyete bozuklukları ile artan P dalga dispersiyonu ve QT
dispersiyonunun YAB hastalarında da kontrol grubuna göre anlamlı olarak uzun olduğu
saptanmıştır. Klinik ve prognostik önemi nedeniyle bu ilişkinin her iki cinsiyetten, daha
geniş hasta örneklemiyle ve uzunlamasına tasarlanmış çalışmalarla incelenmesine
ihtiyaç vardır.
Anahtar sözcükler: P dalga dispersiyonu, QT dispersiyonu, Yaygın Anksiyete
Bozukluğu, Elektrokardiyografi, Atriyal Fibrilasyon, Ventriküler aritmi, Ani ölüm
55
SUMMARY
Objective: The link between psychologic factors and cardiologic diseases has
been described for a long time. The number of literatures that show the relationship
between anxiety disorders and QT dispersion(QTd) and P-wave dispersion (Pd) which
is accepted to be an indirect predictor of venticular arrthymia and an indirect predictor
of atrial fibrillation(AF) respectively are limited. However we could not find studies
showing the comparison between the Pd and QTd values of patients diagnosed with
Generalized anxiety disorder(GAD) and healthy controls in our literature search. We
believe that, in our study, by investigating the relationship between serious cardiac
arrthymia predictors and GAD; we can foresee arrthymia with the help of a noninvasive
test like electrocardiography(ECG) and cardiologic consults, thus continue the treatment
and if necessary to cardiologically follow up the patient and lower the risk of life
threatening arrthymia.
Method: The study was carried out in between February 2006- December 2006
at Health Ministry Haydarpasa Numune Education and Research Hospital Psychiatry
polyclinic with Outpatients who applied to our hospital themselves and patients who
were referred to a psyhiatric polyclinic from our hospital or other health institutions by a
cardiology or internal disease specialist having anxiety problems as well as physical
symptoms and had no underlying organic pathology and patients who had a
prediagnosis of GAD or patients who were diagnosed with GAD but had not been
taking medication for the last month, and who were determined amongst patients who
did not have a previous chronic disease with screening and semi-structured
appointments, those who were diagnosed GAD according to Diagnostic and Statistical
Manuel of Mental Disorders(DSM IV) crtieria, those who did not have a continued
medication history and readily did not take any psychopharmacological medication, 40
patients (32 female, 8 male) and 29 controls(23 female, 6 male) were included in the
study voluntarily. Patients with mental retardation, psychotic disorder, mood disorders,
dementia, delirium and other amnestic disorders and those who declined being involved
in the study after the interview, those who had a psychiatric disorder depending on a
general medical condition, those who had a evident disease that impaired their general
health and cardiac conduction system, those who had a psychiatric condition due to
56
alcohol or another psychoactive substance intoxication or absence, smokers, those who
were taking psychopharmacological medication for the last month and when they
admitted to the study and those who were taking medication due to a chronic disease
were excluded from the study. The patient and control groups were first inquried about
their medical history and chronic diseases thoroughly, those who were fit for the study
criteria underwent necessary psychiatric interview and psychometrics tests. Later
routine blood and ECG were taken. The ECGs were examined by a cardiology
specialist.
Also in the study; Sociodemographic and clinical data collecting form,
Structured Clinical Interview for DSM-IV axis 1 (SCID-I), Beck anxiety and Beck
depression scales were used.
Statictical analysis was carried out with SPSS 12,0 package program. Defining
statistical methods were used to evaulate the data, t test for independent groups, MannWhitney- U test and chi-square test for non-parametric groups, Kruskal- Wallis test to
compare median values of more than 2 independent variables and Spearman correlation
test to calculate the relationship between variables.
The results were evaluated according to statistical significance p<0,05.
Results: There was no statistical difference between age, gender, height and
weight in the GAD and control groups. The patient group was unemployed, married and
insured by social security institution and the GAD group had a lower education and
socio-economic level. Among whole population, those with a family history of
cardiological disease have distinct P wave and QT dispesion. In the ECG evaluation of
the whole sample, QT dispersion and P wave dispersion showed significant variability.
Discussion: We obtained similar results to the present literature pertaining to the
link between anxiety disorders and p wave and QT dispersion. Similar to the increased
P wave and QT dispersion in anxiety disorders reported in literature we found increased
P wave and QT dispersion in GAD. Due to its clinical and prognostic value it is safe to
say that our results need to be repeated in a larger sample group including members
from both gender.
Keywords: P wave dispersion, QT dispersion, Generalized Anxiety Disorder,
Electrocardiography, Atrial Fibrilattion, Ventricular Arrhytmia, Sudden Death.
57
KAYNAKLAR
1.
Aytemir K, Özer N, Atalar E, et al: Dispersion on 12 lead electrocardiography
in patients with paroxysmal atrial fibrillation. PACE 2000;23: 109–1112.
2.
Perkiomaki JS, Koistinen MJ, Yli Mayry, Huikury HV. Dispersion of QT
interval
in patients with
and
without
susceptibility
to
ventricular
tachyarrhythmias after previous myocardial infarction. J Am Coll Cardiol
1995; 26: 174–9.
3.
Ceylan ME, Yazan B. Araştırma ve Klinik Uygulamalarda Biyolojik
Psikiyatri, 3.cilt, İstanbul; Altan Matbaacılık; 2000:1–205.
4.
Nutt DJ, Bailey JE. The neurobiology of generalized anxiety disorder. In: Nutt
D,
Rickels
K,
Symptomatology,
Stein
DJ,
editors.
Generalized
Anxiety
Disorder,
Pathogenesis and Management. London: Martin Dunitz
Ltd, 2002: 59–108.
5.
Hoehn-Saric R, McLeod DR, Zimmerli WD, Somatic manifestations in
women with generalized anxiety disorder: Physiological responses to
psychological stress, Arch Gen Psychiatry 1989; 46: 1113–9.
6.
Ehlers A, Breuer P. How good are patients with panic disorder at perceiving
their heartbeats? Biol Psychol. 1996 Jan 5;42 (1–2):165–82.
7.
Bayraktar E. Yaygın Anksiyete Bozukluğunun Fenomenolojisi. In Tükel R,
Aklın T, editors, Anksiyete Bozuklukları. Ankara: Türk Psikiyatri Derneği
Yayınları: 2006. p.469–508.
8.
Connor KM, Davidson JR, Generalized anxiety disorder: neurobiological and
pharmacotherapeutic perspectives. Biol Psychiatry 1998; 44: 1286–94.
9.
Aydın H, Bozkurt A, Türkçe’ye çeviri editörleri. Kaplan & Sadock’s
Comprehensive Textbook of Psychiatry Eighth Edition. Philadelphia: Güneş
Kitabevi, Ankara, 2005, p.1718–1799.
10.
Podrıd PJ, Kowey PR: Cardiac Arrhythmia, Mechanisms, Diagnosis&
Management.2nd ed; Lippincott Williams&Wilkins, Philadelphia;2001;p:111–
651.
11.
Arkonaç O. Açıklamalı Psikiyatri Sözlüğü. İstanbul, Nobel Tıp Kitabevleri,
1999.p.36–37
58
12.
Eşel E. Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğunun Nörobiyolojisi Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni 2003; 13:78–87
13.
Stanley MA, Beck JG. Anxiety disorders. Clin Psychol Rev 2000; 20: 731–
754.
14.
Uzbay İT. Anksiyetenin nörobiyolojisi. Klinik Psikiyatri Dergisi 2002; 5 (Ek
Sayı:1): E5-E13.
15.
Sürmeli A. Anksiyete kavramı ve anksiyete bakışlarına temel bir bakış. In:
Güleç C, Köroğlu E,editors. Psikiyatri Temel Kitabı. Ankara; Hekimler Yayın
Birliği 1997; p: 449–526.
16.
Amerikan Psikiyatri Birliği:Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal
Elkitabı, yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü baskı (DSM IV-TR),
Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 2000’den Türkçe’ye çeviren
Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2001).
17.
Dilbaz N. Anksiyete Bozukluklarındaki Son Gelişmeler. Ankara: Pozitif
Matbaacılık; 2005.p:59–78.
18.
Işık E, Işık Y, Çocuk, ergen ve Erişkinlerde Anksiyete Bozuklukları, İstanbul,
Asimetrik Paralel, 2006 s: 425–442.
19.
American Psychiatric Association (2000) Diagnostic and Statistical Marıual
of Mental Disorders, 4th Ed, text revision.(DSM-IV-TR). Washington DC:
APA.
20.
Algulander C, Bandelow B, Hollander; World Council of Anxiety (2003),
WCA recommendations for the long term treatment of generalized anxiety
disorder. CNS spectrum, (8 Suppl 1):53–61.
21.
Flannery-Schroeder EC. Generalized anxiety disorder. In: Morris TL, March
JS, editors. Anxiety Disorders in Children and Adolescents. New York: The
Guilford Press; 2004. p. 125–140.
22.
Barlow DH, Wincze J (1998) DSM-IV and beyond: vvhat is generalized
anxiety disorder. Açta Psychiatr Scand, 98 (Suppl 393): 23–29.
23.
Sanderson WC, Barlow DH. A description of patients diagnosed with DSMIII-R generalised anxiety disorder. J Nerv Ment Dis 1990; 178: 588–91.
24.
Köroğlu E: Psikonozoloji Tanımlayıcı Klinik Psikiyatri, Ankara: Hekimler
Yayın Birliği; 2004. p. 325–80.
59
25.
Ormel J, Von Korff M, Ustun B, et al. Common mental disorders and
disability across cultures: results from the WHO collaborative study on
psychological problems in general health care. JAMA 1994; 272: 1741–8.
26.
Wittchen HU, Carter RM, Pfister H, et al. Disabilities and quality of life in
pure and comorbid generalized anxiety disorder and major depression in a
national survey. Int Clin Psychopharmacol 2000; 15: 319–28.
27.
American Psychiatric Association. Diagnostic and. Statistical Manual of
Mental Disorders, Third Edition. Washington, DC; American Psychiatric
Association, 1980.
28.
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manuel of
Mental Disorders, 3rd ed. (DSM-III-R). Washington, DC: American
Psychiatric Association, 1987.
29.
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of
Mental Disorders, 4th ed. (DSM–IV). Washington, DC: American Psychiatric
Association,1994.
30.
Brown TA. The nature of generalised anxiety disorder and pathological worry:
current evidence and conceptual models. Can J Psychiatry 1997; 42: 817–25.
31.
Woodman CL et al. A 5-year follow-up study of generalized anxiety disorder
and panic disorder. J Nerv Ment Dis 1999; 187: 3–9.
32.
Dunitz M. Generalized Anxiety Disorder: Diagnosis, Treatment and it’s
relationship to other Anxiety Disorder, second edition, Bristol 2000’den
Türkçeye çevirenler; Kırlı S, Sivrioğlu Y, Özsan Matbaacılık, Bursa, 2000, 1–
102.
33.
Kessler RC, Mc Gonalge KA, Zhao S ve ark. Lifetime and 12-month
prevalence of DSM- III- R psychiatric disorder in the United States: result
from the National Comorbidity Survey. Arch Gen Psychiatry, 1994, 51:8–20.
34.
Doğan O, Gülmez H, Ketenoğlu C ve ark. (1995) Ruhsal Bozuklukların
Epidemiyolojisi. Sivas, Dilek Matbaası.
35.
Erol N, Kılıç C, Ulusoy M ve ark. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu.
Ankara: Eksen Tanıtım; 1998.
60
36.
Wittchen HU, Zhao S, Kessler RC, Eaton WW. DSM-III-R generalized
anxiety disorder in the National Cornorbidity Survey. Arch Gen Psychiatry
1994; 51: 355–364.
37.
Yonkers KA. et al. Factors predicting the clinical course of generalized anxiety
disorders. Br J Psychiatry 2000; 176: 544–9.
38.
Psychiatr Clin North Am. 2001 Mar;24(l):165–78. Generalized arcdety
disorder in women. Howell HB, Brawman-Mintzer O, Monnier J, Yonkers
KA.
39.
Yonkers KA, et al. Phenomenology and course of generalized anksiety
disorder. Br J Psychiatry 1996;168:308–13.
40.
Hunt C (2000) The diagnosis and and the nature of general¬ized anxiety
disorder. Current Opinion in Psychiatry, 13: 157–161.
41.
Hunt C, Issakidis C, Andrews G. DSM-IV generalized anxiety disorder in the
Australian National Survey of Mental Health and WelI-Being Psychol Med
2002; 32 (4):649-59.
42.
Roy-Byrne PP, Wagner A, Primary care perspectives on generalized anxiety
disorder. J Clin Psychiatry 2004; 65 ( Suppl 13 ):20–6.
43.
Wittchen HU. Generalized anxiety disorder: prevalence, burden, and cost to
society Depress Anxiety2002; 16 (4): 162–71.
44.
Kaplan & Sadock’s Concise Textbook of Clinical Psychiatry 9. Edition ‘den
Türkçe’ye çeviri editörleri Aydın H., Bozkurt A., Güneş Kitabevi, Ankara,
2005, s: 238-42
45.
Andrews G, Stewart G, Ailen R, Henderson AS. The genetics of six neurotic
disorders: a twin study. J Affect Disord 1990; 19: 23–9.
46.
Kendler KS, Neale MC, Kessier RC, Heath AÇ, Eaves LJ. Generalized anxiety
disorder in women. A population-based twin study. Arch Gen Psychiatry
1992; 49: 267–72.
47.
Sevinçok L.Yaygın Anksiyete bozukluğunda tanı ve eş tanı sorunları.
Duygudurum Dizisi 2001; 3: 144–151.
48.
Brouette TE, Goddard AW. Pathogenesis of generalized anxiety disorder.
Stein DJ, Holander E (ed.) Textbook of Anxiety Disorders. Washington, DC;
American Psychiatric Publishing, 2002, s. 119–34.
61
49.
Ohara K, Suzuki Y, Ochiai M, Tsukamoto T, Tani K, Ohara K. A variablenumber-tandem-repeat of the serotonin transporter gene and anxiety disorders.
Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry 1999; 23: 55–65.
50.
Kocabaşoğlu N, Erdoğan A,Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nörobiyolojisine
Giriş, Yeni Symposium 40 (4) 2002: 130–5.
51.
Gilette GM, Garbutt JC, Prange AJ. Anxiety and thyroid axis. In: Burrows
GD, Roth M, Noyes Rjr (eds).Handbook of Anxiety, Vol.3. Amsterdam,
Elseiver Science Publishers, 1990.p. 365–79.
52.
Ninan PT. The functional anatomy, neurochemistry, and phar¬macology of
anxiety. J Clin Psychiatry 1999; 60 (Suppl 22): S12-S17.
53.
Coull JT, Buchel C, Friston KJ, Frith CD. Noradrenergically mediated
plasticity in a human attentional neuronal network. Neuroimage 1999; 10:
705–715.
54.
Jetty PV, Charney DS, Goddard AW. Neurobiology of generalized anxiety
disorder. Psychiatr Clin North Am 2001; 24: 75–97.
55.
Wu JC, Buchbaum MS, Hershey TG, Hazlett E, Sicotte N, Johnson JC. PET
in generalized anxiety disorder. BiolPsychiatry 1991; 29: 1181–99.
56.
Malizia AL. Receptor binding and drug modulation in anxiety. Eur
Neuropsychopharmacol 2002; 12: 567–574.
57.
Korpi ER, Grunder G, Luddens H. Drug interactions atGABA(A) receptors.
Prog Neurobiol 2002; 67: 113–59.
58.
Farabollini F, FHıck E, Aibonetti ME, File SE. Sex differences in
benzodiazepine binding in the frontal cortex and amygdala of the rat 24 hours
after restraint stress. Neurosci Lett 1996; 218: 177–80.
59.
Ferrarese C, Appolloaio I, Frigo M, Perego M, Piolti R, Trabucchi M ve ark.
Decreased density of benzodiazepine receptors in lymphocytes of anxious
patients: reversal after chronic diazepam treatment. Acta Psychiatr Scand
1990; 82: 169–73.
60.
Charney DS, Deutch A. A functional neuroanatomy of anxiety and fear:
implications for the pathophysiology and treatment of anxiety disorders. Crit
Rev Neurobiol 1996; 10: 419–46.
62
61.
Aston-Jones G, Rajkowski J, Kubiak P. Conditioned responses of monkey
locuscoeruleus neurons anticipate acquisition of discriminative behavior in a
vigilance task. Neurosci1997;80: 697–715.
62.
Garvey MJ, Noyes R Jr, Woodman C, Laukes C. The association of urinary
hydroxyindoleacetic acid and vanillylmandelic acid in patients with
generalized anxiety. Neuropsychobiology 1995; 31: 6–9.
63.
Sevy S, Papadimitriou GN, Surmont DW, Goldman S, Mendlewicz J.
Noradrenergic function in generalized anxiety disorder, major depressive
disorder, and healthy subjects. BiolPsychiatry 1989; 25: 141–52.
64.
Munjack DJ, Baltazar PL, DeQuattro V, Sobin P, Palmer R, Zulueta A,
Crocker B, Usigli R, Buckwalter G, Leonard M. Generalized anxiety disorder:
some biochemical aspects. Psychiatry Res 1990; 32: 35–43.
65.
Handley SL. 5-Hydroxytryptamine pathways in anxiety and its treatment.
Pharmacol Ther 1995;66: 103–48.
66.
Goddard AW, Charney DS. Toward an integrated neurobiology of panic
disorder. J Clin Psychiatry 1997; 58 (suppl.2): 4-ll.
67.
Mann JJ, Brent DA, Arango V,The neurobiology and genetics of suicide and
attempted
suicide:
afocus
on
the
serotonergic
system.
Neuropsychopharmacology 2001; 24: 467–77.
68.
Brewerton TD, Lydiard RB, Johnson MR, CFS serotonin: diagnostic and
seasonal differences. In: New Research and abstracts of the 148th meeting of
the American Psychiatric Association; Miami, Fla,1995.
69.
Iny LJ, Pecknold J, Suranyi-Cadotte BE, Bernier B, Luthe L, Nair NP ve ark.
Studies of a neurochemical link between depression, anxiety, and stress from
[3H] imipramine and [3H] paroxetinebinding on hurnan platelets. Biol
Psychiatry 1994; 36: 281–91.
70.
Rickels K, Downing R, Schweizer E, Hassman H. Antidepressants for the
treatment of generalized anxiety disorder. A placebo controlled comparison of
imipramine, trazodone, and diazepam. Arch Gen Psychiatry 1993; 50: 884–95.
71.
Gould TD, Gray NA, Manjİ HK. Cellular neurobiology of severe mood and
anxiety disorders. Charney DS editor. Molecular Neurobiology for the
63
Clinician. Washington, DC; American Psychiatric Publishing, 2003, s. 123–
227.
72.
Maren S. Synaptic transmission and plasticity in the amygdala. An emerging
physiology of fear conditioning circuits. Mol Neurobiol 1996; 13: 1–22.
73.
Moghaddam B, Balinao ML, Stein-Behrens B, Sapolsky R. Glucocotricoids
mediate the stress induces extracellular accumulation of glutamate. Brain Res
1994; 655: 251–4.
74.
Bergink V, Van Megen HJ, Westenberg HG. Glutamate and anxiety. Eur
Neuropsychopharmacol 2004; 14: 175–83.
75.
Levine S, The psychoendocrinology of stress. Ann NY Acad Sci 1993; 697:
61–9.
76.
Roy-Byrne PP, Cowley DS, Hommer D, Rithcie J, Greenblatt D, Nemeroff
C.Neuroendocrine effect of diazepam in panic and generalized anxiety
disorder. Biol Psychiatry 1991;30: 73–80.
77.
Avery DH, Osgood TB, Ishiki DM, Wuson LG, Kenny M, Dunner DL. The
DST in psychiatricoutpatlents with generalized anxiety disorder, panic
disorder, ör primary affective disorder. Am J Psychiatry 1985; 142: 844–8.
78.
Munjack DJ, Palmer R. Thyroid hormones in panic disorder, panic disorder
with agoraphobia, and generalized anxiety disorder. J Clin Psychiatry 1988;
49: 229–31.
79.
Thayer JF, Friedman BH, BorkovecTD. Autonomic characteristics of
generalized anxiety disorder and worry. Biol Psychiatry 1996; 39: 255–66.
80.
Borkovec TD, Alcaine OM, Behar E. Avoidance theory of worry and
generalîzed anxiety disorder. In: Heimberg RG, Turk CL, Mennin DS edıtors.
Generalized Anxiety Disorder. New York; The Guilford Press, 2004. p. 77–
108.
81.
Wells A, Carter K. Preliminary tests of a cognitive model of generalized
anxiety disorder. Behav Res Ther 1999; 37: 585–94.
82.
De Beilis MD, Keshavan MS, Shifflett H, lyengar S, Dahl RE, Axelson DA, et
al. Superior temporal gyrus volumes in pediatric generalized anxiety disorder.
Biol Psychiatry 2002; 51: 553–62.
64
83.
Reprinted with permission from World Health Organization. International
Classification of Mental and Behavioural Disorder: Diagnostic Criteria for
Research. Copyright, World Health Organization, Geneva, 1992.
84.
Angst J. Comorbidity of anxiety, phobia, compulsion and depression. Int Clin
Psychopharmacol 1993; 8 (suppl. 1): 21–5.
85.
First MB, Frances A, Pıncus HA, DSM IV ayırıcı tanı el kitabı, Türkçeye
çeviren Aydemir Ö 1999;Ankara; Hekimler Yayın Birliği.
86.
Davis M.The role of the amygdala in fear- potentiated startle: Implıcations for
animal models of anxiety. Trends Pharmacol Sci 1992;13: 35–41.
87.
Pıccırıllo G, Vıola E, Bucca C, Santagada E, Raganato P, Tondo A, Lucchettı
D, Nocco M, Marıglıano V. QT interval dispersion and autonomic modulation
in subjects with anxiety, J Lab Clin Med 1999;May,461–68.
88.
Wagner GS. Marrıott’un Pratik Elektrokardiyografisi, 10. baskıdan çeviri
editörü Dursun AN, 2001.2–64.
89.
Castellanos A, Kessler MK, Myerburg RJ: The resting electrocardiogram. In:
Sclant CR, alexander RW editors. Hurst's The Heart, McGraw- Hill 1994.
p.321.
90.
Çağlı K, Ergün K, Lafçı G, Gedik HS, Ulaş MM, QT ve P Wave dispersion.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 2005; 58: 42–6.
91.
Kose S, Iyisoy E, Barcın C, Kılıc A, Amasyalı B, Kursaklıoglu H et al.
Seasonal variation of P wave dispersion in healthy subjects. J Electrocardiol
2002; 35: 307–11.
92.
Dilaveris PE, Gialafos EJ. Clinical and electrocardiographic predictors of
recurrent atrial fibrillation. Pacing Clin Electrophysiol 2000 Mar;23(3): 352–8.
93.
Dilaveris PE, Gialafos EJ. P wave dispersion: a novel predictor of paroxysmal
AF. Ann Noninvasive Electrocardiol 2001;6:159–65.
94.
Uyarel H, Kaşıkçıoglu H, Dayı SU, Tartan Z, Karabulut A, Uzunlar B et al.
Anxiety and P Wave Dispersion in a Healthy Young Population. Cardiology
2005;104:162–8.
95.
Surawicz B. Electrocardiographic diagnosis of chamber enlargement. J Am
Coll Cardiol 1986; 8: 711–24.
65
96.
Josephson ME; Kastor JA, Morganroth J: Electrocardiographic left atrial
enlargement.
Electrophysiologic,
echocardiographic
and
hemodynamic
correlates. Am J Cardiol 1977;39: 967–71.
97.
Gialafos EJ, Dilaveris P, et al: P wave dispersion: a valuable
electrocardiographic marker for the prediction of paroxysmal atrial fibrillation.
Ann Noninvasive Electrocardiol 1999; 4:39.
98.
Dilaveris P, Gialafos EJ, Sideris S, et al: Simple electrocardiographic markers
for the prediction of paroxysmal idiopathic atrial fibrillation. Am Heart J
1998;135:733–8.
99.
Kloter-Weber U, Osswald S, Huber M, et al: Selective versus non-selective
antiarrhythmic approach for prevention of atrial fibrillation after coronary
surgery: is there a need for preoperative risk stratification? A prospective
placebo controlled study using low dose sotalol. Eur Heart J 1998;19: 794–
800.
100. Cheema AN, Ahmed MW, Kadish AH et al: Effect of autonomic stimulation
and blockade on signal averaged P wave duration. J Am Col Cardiol 1995;26:
497–502.
101. Ozer N, Aytemir K, Atalar E, et al: P dispersion in hypertensive patients with
paroxsymal atrial fibrillation. PACE 2000;23: 1859–62.
102. Counel P:Neural aspect af paroxsymal atrial fibrillation; In: Falk RH, Podrid
PJ editors: Atrial Fibrillation Mechanisms and Management. New York:
Raven Press,1992;s.109–25.
103. Rodney HF, Atrial Fibrillation. N. Engl. J. Med 2001;344: 1067–78.
104. Kannel WB, Abbott RD, Savage DD et al. Coronary heart disease atrial
fibrillation: The Framingham Study. Am Heart J 1983; 106: 389–96.
105. Majeed A, Moser K, Carroll K: Trends in the prevalance and management of
atrial fibrillation in general practice in England and Wales, 1994–1998:
analysis of data from the general practice research database. Heart 2001;86:
284–8.
106. Verzoni A, Romano S, Pozzoni L, et al: Prognostic significance and evolution
of late ventricular potentials in the first year after myocardial infarction: A
prospective study. PACE 1989;12: 41–51.
66
107. Day CP, Mc Comb JM, Campbell, RWF. QT dispersion: an indication of
arrhythmia risk in patients with long QT intervals. Br. Heart J 1990;63: 342–4.
108. Poole JE, Bardy GH: Sudden cardiac death. Zipes PD, Jalife J editors: Cardiac
Electrophysiology, 2nd ed; WB Saunders:1995.p. 812–832.
109. Myerburg RJ, Kessler KM, Kimura S, Bassett AL, Cox MM, Castellanos A:
Ventricular
tachycardia.
In:
Zipes
PD,
Jalife
J
editors:
Cardiac
Electrophysiology, 2nd ed, WB Saunders, 1995.p. 723–31.
110. Myerburg RJ, Castellanos A: Cardiac arrest and sudden cardiac death. In:
Braunwald E editor. Heart Disease: A Textbook of Cardiovascular Medicine,
4th ed.Philedelphia: WB Saunders; 1992.p.756–89.
111. Luna AB, Vinolas X: Clinical Utilities of QT interval dynamicity. In: Malik M
Cardiac Electrophysiology Review. Kluwer Academic Publisher 1997, 368–
371.
112. Mirvis DM. Spatial variation of QT intervals in normal persons and patients
with acute myocardial infarction. J Am Coll Cardiol. 1985;5: 625–31.
113. Cowan JC, Yusoff K, Moore M, et al. Importance of lead selection in QT
interval measurement. Am J Cardiol 1988;61: 83–87.
114. Uyarel H, Okmen E, Çobanoglu N, Karabulut A, Cam N. Effects of anxiety on
QT dispersion in healthy young men, Acta Cardiol 2006; 61(1): 83–7.
115. Bazett H.C. An analysis of the time relations of electrocar¬diograms. Heart; 7:
353–70.
116. Kawachi I, Sparrow D, Vokonas PS, Weiss ST. Symptoms of anxiety and risk
of coronary heart disease: the Normative Aging Study. Circulation 1994; 90:
2225–9.
117. Guler N, Bilge M, Erkoyoncu B, Kutams R, Erkoc R. The effect of
electroconvulsive therapy on QT dispersion. Acta Cardiol 1998; 53: 355–8.
118. Ishida S, Nakagawa M, Fujino T, Yonemochi H, Saikawa T, Ito M. Circadian
variation of QT interval dispersion: correlation with heart rate variability. J
Electrocardiol 1997;30: 205–10.
119. Nahshoni E, Aizenberg D, Strasberg B, Dorfman P. Sigler M, Imbar S,
Welzman A. QT dispersion in the surface electrocardiogram in elderly patients
with major depression. J Affect Disorder 2000; 60: 197–200.
67
120. Kawachi I, Colditz GA. Ascherio A. Rimm EB, Giovannucci E. Stampfer MJ,
Willet WC. Prospective study of phobic anxiety and risk of coronary heart
disease in men. Circulation 1994; 89: 1992–7.
121. Kawachi I, Sparrow D. Vokonas PS, Weiss ST. Decreased heart rate
variability in men with phobic anxiety (data from the Normative Aging Study).
Am J Cardiol 1995; 75: 882–5.
122. Okin PM, Devereux RB; Howard BV Fabsitz RR, Lee ET, Welty TK.
Assessment of QT interval and QT dispersion for prediction of all-cause and
cardiovascular mortality in American Indians: The Strong Heart Study.
Circulation 2000; 101(1): 61–6.
123. Iverson GL, Stampfer HG, Gaetz M. Reliability of circadian heart pattern
analysis in psychiatry. Psychiatr Q 2002 Fall;73(3):195–203.
124. Nahshoni E, Gur S, Marom S,Levin JB, Weizman A,Hermesh H, QT
dispersion in patients with social phobia. Journal of Affective Disorders
2004;78: 21–6.
125. First MB, Spitzer RL, Gibbon M, Williams JBW: Structured Clinical
Interview for DSM-IV, Clinical Version (SCID-IV/CV). Washington
DC:1997.American Psychiatric Pres.
126. Özkürkçügil A, Aydemir Ö, Yıldız M ve ark. DSM-IV eksen I bozuklukları
için yapılandırılmış klinik görüşmenin Türkçe’ye uyarlanması ve güvenilirlik
çalışması. İlaç ve Tedavi Dergisi 1999, 12: 233–6.
127. Ulusoy M, Şahin N, Erkmen H.Turkish version of Beck Anxiety inventory:
Psychometric properties. Journal of Cognitive Psychotherapy: An international
Cjuaterly 1998. Volume 12 No 2: 163–172.
128. Hisli N:Beck Depresyon Envanterinin üniversite öğrencileri için geçerliliği ve
güvenirliliği. Psikoloji dergisi 1989;7: 3–13.
129. Verrier RL, Mittleman MA, Life-threatening cardiovascular consequences of
anger in patients with coronary heart disease. In: Deedwania PC, Tofler GH,
editors, Trigger and Cardiac events.
68
EK: ÇALIŞMADA KULLANILAN FORM VE ÖLÇEKLER
HASTA TAKİP FORMU
Değerlendirme Tarihi:
Değerlendiren:
Hasta kart No:
Tel:
Adı-Soyadı;
Yaş:
Cinsiyet:
Kilo/Boy:
Vücut Kitle İndeksi:
Eğitim (yıl olarak):
Meslek:
Çalışma Durumu:
Sosyoekonomik Durumu:
a) Asgari ücret b) Yıllık 25.000 YTL'ye kadar c)Yıllık 25.000 YTL üstü
Sağlık Güvencesi:
Medeni Durum:
Alışkanlıklar: Sigara ( )
Çocuk sayısı:
süredir,
paket/g Alkol ( )
süredir,
şişe/g
Diğer fiziksel hastalıkları:
Menapoz:
Hastalık sebebinin haricinde sürekli kullandığı ilaçlar (oral kontraseptif, vitamin vs)
Daha önceden Psikiyatrik tedavi öyküsü:
Ailevi psikiyatrik öykü:
Ailede kardiyolojik hastalık öyküsü:
Ailede genel tıbbi bir hastalık öyküsü:
Anksiyete semptomlarının başlangıç zamanı:
Otonomik semptomlarının başlangıç zamanı:
SCID -1 TANI:
Beck- Depresyon:
Beck - Anksiyete:
69
BECK DEPRESYON ENVANTERİ
YÖNERGE: Aşağıda, kişilerin ruh durumlarını ifade ederken kullandıkları bazı
cümleler verilmiştir. Her madde, bir çeşit ruh durumunu anlatmaktadır. Her maddede o
durumun derecesini belirleyen 4 seçenek vardır. Lütfen bu seçenekleri dikkatle okuyunuz.
Son bir hafta içindeki (şu an dahil) kendi ruh durumunuzu göz önünde
bulundurarak, size en uygun olan ifadeyi işaretleyiniz.
1.
a) Kendimi üzgün hissetmiyorum
b) Kendimi üzgün hissediyorum.
c) Her zaman için üzgünüm ve kendimi bu duygudan kurtaramıyorum.
d) Öylesine üzgün ve mutsuzum ki dayanamıyorum.
2.
a) Gelecekten umutsuz değilim.
b) Gelecek konusunda umutsuzum.
c) Gelecekten beklediğim hiçbir şey yok.
d) Benim için gelecek olmadığı gibi bu durum düzelmeyecek.
3.
a) Kendimi başarısız görmüyorum.
b) Herkesten daha fazla başarısızlıklarım oldu sayılır.
c) Geriye dönüp baktığımda, pek çok başarısızlıklarımın olduğunu görüyorum.
d) Kendimi bir insan olarak tümüyle başarısız görüyorum.
4.
a) Her şeyden eskisi kadar zevk alabiliyorum.
b) Her şeyden eskisi kadar zevk alamıyorum,
c) Artık hiçbir şeyden gerçek bir zevk alamıyorum.
d) Beni doyuran hiçbir şey yok. Her şey çok can sıkıcı.
5.
a) Kendimi suçlu hissetmiyorum.
b) Arada bir kendimi suçlu hissettiğim oluyor.
c) Kendimi çoğunlukla suçlu hissediyorum.
d) Kendimi her an için suçlu hissediyorum.
70
6.
a) Cezalandırılıyormuşum gibi duygular içinde değilim.
b) Sanki bazı şeyler için cezalandırılabilirmişim gibi duygular içindeyim.
c) Cezalandınlacakmışım gibi duygular yaşıyorum.
d) Bazı şeyler için cezalandırılıyorum.
7.
a) Kendimi hayal kırıklığına uğratmadım.
b) Kendimi hayal kırıklığına uğrattım.
c) Kendimden hiç hoşlanmıyorum.
d) Kendimden nefret ediyorum.
8.
a) Kendimi diğer insanlardan daha kötü durumda görmüyorum.
b) Kendimi zayıflıklarım ve hatalarım için eleştiriyorum.
c) Kendimi hatalarım için her zaman suçluyorum.
d) Her kötü olayda kendimi suçluyorum.
9.
a) Kendimi öldürmek gibi düşüncelerim yok.
b) Bazen, kendimi öldürmeyi düşünüyorum ama böyle bir şeyi yapamam.
c) Kendimi öldürebilmeyi çok isterdim.
d) Eğer fırsatını bulursam kendimi öldürürüm.
10.
a) Herkesten daha fazla ağladığımı sanmıyorum.
b) Eskisine göre şimdilerde daha çok ağlıyorum.
c) Şimdilerde her an ağlıyorum.
d) Eskiden ağlayabilirdim. Şimdilerde istesem de ağlayamıyorum.
11.
a) Eskisine göre daha sinirli veya tedirgin sayılmam.
b) Her zamankinden biraz daha fazla tedirginim.
c) Çoğu zaman sinirli ve tedirginim.
d) Şimdilerde her an için tedirgin ve sinirliyim.
71
12.
a) Diğer insanlara karşı ilgimi kaybetmedim.
b) Eskisine göre insanlarla daha az ilgiliyim.
c) Diğer insanlara karşı ilgimin çoğunu kaybettim.
d) Diğer insanlara karşı hiç ilgim kalmadı.
13.
a) Eskisi gibi rahat ve kolay kararlar verebiliyorum.
b) Eskisine kıyasla, şimdilerde karar vermeyi daha çok erteliyorum.
c) Eskisine göre, karar vermekte oldukça güçlük çekiyorum.
d) Artık hiç karar veremiyorum.
14.
a) Eskisinden daha kötü bir dış görünüşüm olduğunu sanmıyorum.
b) Sanki yaşlanmış ve çekiciliğimi kaybetmişim gibi düşünüyor ve üzülüyorum.
c) Dış görünüşümde artık değiştirilmesi mümkün olmayan ve beni çirkinleştiren
değişiklikler olduğunu hissediyorum.
d) Çok çirkin olduğumu düşünüyorum.
15.
a) Eskisi kadar iyi çalışabiliyorum.
b) Bir işe başlayabilmek için eskisine göre daha fazla çaba harcıyorum.
c) Ne iş olursa olsun, yapabilmek için kendimi çok zorluyorum.
d) Hiç çalışamıyorum.
16.
a) Eskisi kadar rahat ve kolay uyuyabiliyorum.
b) Şimdilerde eskisi kadar kolay ve rahat uyuyamıyorum.
c) Eskisine göre l veya 2 saat erken uyanıyor ve tekrar uyumakta güçlük
çekiyorum.
d) Eskisine göre çok erken uyanıyor ve tekrar uyuyamıyorum.
17.
a) Eskisine göre daha çabuk yorulduğumu sanmıyorum.
b) Eskisinden daha çabuk ve kolay yoruluyorum.
c) Şimdilerde neredeyse her şeyden kolay ve çabuk yoruluyorum.
d) Artık hiçbir şey yapamayacak kadar yoruluyorum.
72
18.
a) İştahım eskisinden pek farklı değil.
b) İştahım eskisi kadar iyi değil.
c) Şimdilerde iştahım epey kötü.
d) Artık hiç iştahım yok.
19.
a) Son zamanlarda pek kilo kaybettiğimi sanmıyorum.
b) Son zamanlarda istemediğim halde iki buçuk kilodan fazla keybettim.
c) Son zamanlarda beş kilodan fazla kaybettim.
d) Son zamanlarda yedi buçuk kilodan fazla kaybettim.
20.
a) Sağlığım beni pek endişelendirmiyor.
b) Son zamanlarda ağrı, sizi, mide bozukluğu, kabızlık gibi sıkıntılarım var.
c) Ağrı, sızı gibi bu sıkıntılarım beni epey endişelendirdiği için başka şeyleri
düşünmek zor geliyor.
d) Bu tür sıkıntılar beni öylesine endişelendiriyor ki, artık başka şeyleri
düşünemiyorum.
21.
a) Son zamanlarda cinsel yaşantımda dikkatimi çeken bir şey yok.
b) Eskisine göre cinsel konularla daha az ilgileniyorum.
c) Şimdilerde cinsellikle pek ilgili değilim.
73
BECK ANKSİYETE ENVANTERİ
Aşağıda insanların kaygılı ya da endişeli oldukları zamanlarda yaşadıkları bazı
belirtiler verilmiştir. Lütfen her maddeyi dikkatle okuyunuz. Daha sonra, her maddedeki
belirtinin bugün dahil son bir haftadır sizi ne kadar rahatsız ettiğini aşağıdaki ölçekten
yararlanarak maddelerin yanındaki uygun yere (X) işareti koyarak belirleyiniz.
Hiç
1.
Bedeninizin herhangi bir yerinde uyuşma veya
karıncalanma
2.
3.
Sıcak/ateş basmaları
Bacaklarda halsizlik, titreme
4.
5.
Gevşeyememe
Çok kötü şeyler olacak korkusu
6.
7.
8.
Baş dönmesi veya sersemlik
Kalp çarpıntısı
Dengeyi kaybetme duygusu
9.
10.
Dehşete kapılma
Sinirlilik
11.
12.
13.
Boğuluyormuş gibi olma duygusu
Ellerde titreme
Titreklik
14.
15.
16.
17.
Kontrollü kaybetme korkusu
Nefes almada güçlük
Ölüm korkusu
Korkuya kapılma
18.
19.
Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık hissi
Baygınlık
20.
21.
Yüzün kızarması
Terleme (sıcağa bağlı olmayan)
74
Hafif
Orta
Ciddi
75
Yaygın Anksiyete Bozukluğu " tanısı alan hastaların Elektrokardiyografilerindeki
OT dispersiyonu ve P dalga dispersiyonu araştırması:
BİLGİLENDİRİLMİŞ OLUR FORMU
Bu katıldığınız çalışma bilimsel bir araştırma olup, araştırmanın adı "Yaygın Anksivete
Bozukluğu " tanısı alan hastaların Elektrokardiyografilerindeki OT dispersiyonu ve P
dalga dispersiyonu adlı araştırmadır.
Psikolojik faktörler ve kalp hastalıklarının arasındaki ilişkinin varlığı uzun zamandan beri
tariflenmektedir. Özellikle Anksiyete Bozukluğu (sebebi bilinmeyen sıkıntı) sınıfında yer alan
hastalıklar bir çok tıbbi hastalıkta ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca hiçbir tıbbi hastalık olmaksızın
yalnızca psikiyatrik bozukluk olarak ta ortaya çıkabilmektedir. Bu anksiyete bozukluğu
sınıflanmasındaki hastalarda kalp ritm bozukluğu rastlanabilmektedir. Ayrıca son zamanlarda
yapılan bazı araştırmalarda Anksiyete Bozukluğu olan hastalarda herhangi bir kalp ritm bozukluğu
olmadan daha sonradan ritm bozukluğu olup olamayacağı anlaşabildiğine dair çalışmalar
yapılmaktadır. Anksiyete bozukluğu tanısı alan hastalarda çekilecek bir Elektrokardiyografi ( Kalp
grafısi) ile ritm bozukluğunun erken teşhisi yapılabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmada;
anksiyete bozukluklarından olan "Yaygın anksiyete bozukluğu" tanısı alan hastalarda
Elektrokardiyografi çekilerek ileride ritim bozukluğuna dolaylı olarak sebep verme potansiyeli
olan Elektrokardiyografık değişikliklerin olup olmadığı araştırılacaktır. Dolayısıyla araştırma
sonuçlarının "Yaygın anksiyete bozukluğu" tanısı alan hastalar ile kalp ritim değişiklikleri
arasındaki ilişkiyi aydınlatmakta bu çalışmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz.. Katılacağınız
çalışma; "Yaygın anksiyete bozukluğu" tanısı konmuş hastalarda, ilerideki hayatında herhangi
bir kalp ritm bozukluğuna öncülük edebilecek olan Elektrokardiyografık (kalp elektrosu)
değişikliğinin varlığım araştıracaktır. Dolayısıyla "Yaygın anksiyete bozukluğu" olan hastalarda
kalp ritim bozukluğu belirteçleri görülüyor mu? " sorusuna cevap aranacaktır.
Bu araştırmaya, kontrol grubu da dahil olmak üzere 75 gönüllünün çalışmaya katılması
beklenmektedir. Kardiyoloji veya İç Hastalıkları uzmanı tarafindan psikiyatriye başka hastalığı
saptanamamış, anksiyete (sebebi bilinmeyen sıkıntı) bulguları olan veya psikiyatri polikliniğine
kendisi anksiyete (sebebi bilinmeyen sıkıntı) şikayeti ile başvuran hastalar alınacaktır. Psikiyatrik
görüşme, ilgili biyokimyasal tetkikler, elektrokardiyografi çekilmesi, ekte sunulan psikiyatrik
ölçekler hastalara uygulanacak ve yorumlanacaktır. Çektirmiş olduğunuz elektrokardiyografiler
kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilecektir. Şayet yaptırılan tetkiklerde alınan anamnezde
içinde bulunduğunuz anksiyete'nin başka bir hastalıktan dolayı olabileceği kanaatine varılırsa
ilgili uzmana sevkiniz yapılacaktır. Çalışmanın gerektirdiği anamnez, tetkik, psikiyatrik muayene,
elektrokardiyografi çekilmesi ve psikiyatrik ölçekler doldurulduktan sonra psikiyatri polikliniğinde
takipleriniz hastane şartlarına uygun randevu sistemi ile tarafınızdan alınan randevular ile
yapılacaktır. Takiplerinize sizin seçebileceğiniz hastanenin psikiyatri polikliniğinde çalışan ve
hastanenin randevu sistemine uygun olarak alacağınız diğer hekimler tarafından devam
edilebilecektir. Özetle bu çalışmaya katılmanız psikiyatrik takip ve tedavinizin araştırıcılar
tarafından yapılacağı anlamına gelmemektedir.
Çalışma ekibi tarafından çekilecek elektrokardiyografiniz daha sonra değerlendirilmek için
tarafımızda kalacaktır. Ancak doktorunuz tarafından elektrokardiyografinizin sonucu ve bu ritim
bozukluğu ile ilgili dolaylı belirteçlerin varlığında size söylenecektir.
Bu araştırmaya katılmakta serbestsiniz, kararınızı vermek için size yeterli zaman
verilecektir. Çalışmaya katılmayı reddettiğiniz takdirde doktorunuz veya Haydarpaşa Numune
Hastanesi Psikiyatri Kliniği çalışanları ile olan ilişkinizde, takip ve tedavinizde hiçbir değişiklik
olmayacaktır.
Bu araştırmanın protokolü, bu hastanenin etik komitesi ve sağlık makamları tarafından
değerlendirilmiş ve onaylanmıştır. Helsinki beyannamesinde ortaya konan etik prensiplere riayet
edilecektir. Bu formun bir kopyası size saklamanız için verilecektir.
76
Yaygın Anksiyete Bozukluğu " tanısı alan hastaların Elektro kardiyografilerindeki
OT dispersiyonu ve P dalga dispersiyonu araştırması:
BİLGİLENDİRİLMİŞ OLUR FORMU
Bu araştırmaya katılmanız tamamen gizli tutulacaktır. Sizin araştırmaya katılmanıza ilişkin
bilgisi olan tek kişi doktorunuz olacaktır. Doktorunuza verdiğiniz bilgiler kadar klinik bilgilerde
gizli tutulacaktır. Bununla birlikte yetkili kurumların müfettişleri araştırmanın geçerli yasalar ve
sağlık makamları mevzuatına uygun olarak yürütülmesini garantilemek üzere araştırmaya ilişkin
kayıtlarınızı incelemekle yükümlü olabilirler. Kayıtlarınızdaki bilgiler sadece bu araştırma
amacıyla ve bu araştırmayı izleyen yayınlar için kullanılacaktır. Her durumda kimliğiniz
saklanacaktır. Her durumda kimliğiniz diğer amaçlar için kullanılmayacak veya üçüncü şahıslara
açıklanmayacaktır.
Muayeneleriniz ve diğer işlemler için sizden ücret alınmayacaktır.
Herhangi bir başka sorunuz olursa bunu araştırma sorumlusu ile tartışmak konusunda lütfen
tereddüt etmeyiniz. Doktorunuz Dr.Melek Zeynep Soner SAYGIN ile 0505- 6588651 telefon
numarasından irtibat kurabilirsiniz.
Çalışmaya Katılma Onayı
Yukarıda yer alan ve araştırmaya başlamadan önce gönüllüye verilmesi gereken bilgileri okudum
ve sözlü olarak dinledim. Aklıma gelen tüm soruları araştırıcıya sordum, yazılı ve sözlü olarak
bana yapılan tüm açıklamaları ayrıntılarıyla anlamış bulunmaktayım. Çalışmaya katılmayı isteyip
istemediğime karar vermem için bana yeterli zaman tanındı. Bu koşullar altında, bana ait tıbbi
bilgilerin gözden geçirilmesi, transfer edilmesi ve işlenmesi konusunda araştırma yürütücüsüne
yetki veriyor ve söz konusu araştırmaya ilişkin bana yapılan katılım davetini hiçbir zorlama ve
baskı olmaksızın büyük bir gönüllülük içerisinde kabul ediyorum.
İki nüsha hazırlanan bu formun bir nüshası tarafıma verilmiştir.
Gönüllünün,
Adı-Soyadı:
Adresi:
Tel. Faks:
Tarih ve İmza:
Açıklamaları yapan araştırmacının,
Olur alma işlemine başından sonuna kadar tanıklık eden kişinin,
Adı-Soyadı:
Adı-Soyadı;
Görevi:
Görevi:
Adresi;
Adresi;
Tel.-Faks:
Tel.-Faks:
Tarih ve imza:
Tarih ve İmza:
77
Download