» Osmanlı ordusunda Liman Paşa . D olarak anılan Süvari Tümgenerali Liman von Sanders. S GÜLTEKİN YILDIZ DERİN TARİH I K A F İ T T İ Î R E N ASK TÜRK-ALMA Türk-Alman ortaklığı irliği erî işb sk a n a ıl p a y a d n su u lt ru ğ do raflara ta e rd le e h p e C ? u m u ld o başarılı irdi? ne kazandırdı, ne kaybett Osmanlı Askeri Tarihi, Gültekin Yıldız, Timaş, İstanbul, 2013. I M I Ğ I L Ş A D A SİLAH ARK ? I M I Ğ I L K A T R O T A A F N E M 111 ÖZEL SAYI 1 ÖZEL SAYI 1 110 yükselmiş olan Cumhuriyet’in bânisi Mustafa Kemal Paşa’nın o süreçte çatıştığı iki temel aktör de bu senaryonun yazılmasına katkı yapmış olmalı: Başkomutan Enver Paşa ve Osmanlı hizmetindeki Alman Askerî Misyonu’nun başı Liman von Sanders Paşa. 100. yıldönümüne gelmiş olsak da 1. Dünya Savaşı’nda başta Türk-Alman ortaklığı olmak üzere İttifak devletleri bloğundaki askerî işbirliğinin taraflara ne getirip ne götürdüğü üzerine Türkiye’de soğukkanlı ve nötr bir inceleme yapılmamıştır. Günümüzde aynı askerî ittifak çatısı (NATO) altında bulunan, son 50 yıldır çok girift sosyal ve ekonomik bağlarla birbirine bağlanmış Türkiye ve Almanya halklarının sadece 100 yıl önce Galiçya’dan Kudüs’e birlikte nasıl ter ve kan akıttıklarını hatırlamak isteyen yok gibidir. Türkiye’de hâkim bakış açısı, ifadesini şu klişelerde bulur: Önce, “Almanlar bizi zorla savaşa soktu ve kendi faydalarına Mehmetçiği cephelerde tükettiler” denir. Arkasından “Çanakkale Zaferi’ni Liman von Sanders’e rağmen Mustafa Kemal Paşa kazandı” repliği tekrarlanır ve nihayet sıra en trajikomik hükme gelir: “Aslında yenilmiş değildik ama Müttefiklerimiz yenilince biz de mağlup sayıldık”. Almanya’da ise günümüzde bu kadarı bile söylenmez. Yarım yüzyıl öncesine kadar seslerini, hatıralarını yayınlayarak duyurmaya çalışan Alman gazileri, yani “Asya Savaşçıları” (Asienkaempfer) da dünyadan göçünce Doğu’da yaşanan Alman tecrübelerini hatırlayan da inceleyen de neredeyse kalmamıştır. Ortak tarihe karşı takınılan unutma tavrının güncel siyasî sebepleri elbette yok değil. Ancak daha teknik ve somut bir problemi dile getir- DERİN TARİH O smanlı silahlı kuvvetleri 1. Dünya Savaşı cephelerinde dörtlü bir askerî ittifakın parçası olarak çarpıştı. Batı dillerinde “Merkez Güçleri” olarak anılan bu stratejik işbirliğinin Türkçe karşılığı İttifak devletleriydi. Günümüzde “ittifak” kelimesinin lügat mânası bilinmez hale gelmişse de, “İttifak devletleri” tabirini duyanların aklına ilk gelen hâlâ aynıdır: Osmanlı’yı savaşa sokan ve sonunu getiren Türk-Alman askerî işbirliği. Aslında bu ittifakın iki üyesi daha vardı. Biri, savaşın fitilini ateşleyen ve böylelikle kendi sonunu getiren Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, diğeri ise uzun pazarlıklar neticesinde Ekim 1915’te ittifaka katılan Bulgaristan Krallığı. Ancak ne Türkiye’de, ne de adı geçen ülkelerde 1. Dünya Savaşı’nda başka üç ülkeyle daha işbirliğine girildiğini hatırlayana fazla rastlanmaz. Almanya o gün de, bugün de söz konusu dört ülke arasında en güçlü olanıdır ve ittifak yapılmışsa esasında onunla yapılmıştır. Bu dört devletin ortak hususiyeti, savaşla beraber büyük toprak parçalarını kaybederek ya iç savaşa ya da işgale mahkum edilmeleridir. Diğerini Türkiye’den ayıran en önemli fark ise 2. Dünya Savaşı’nda bir kez daha ittifak kurup savaş sahnesinden tekrar mağlup çıkmalarıdır. Bunların neticesinde bu dört ülkede de resmî tarih yazılırken mağlubiyetin faturası yerli siyasî ve askerî karar alıcıların yanında yabancı müttefiklere de çıkarılmıştır. Türkiye özelinde bu hikâye, “maceracı İttihatçılar” ve “uğruna imparatorluk feda ettiğimiz vefasız Almanlar” ekseninde kurgulanarak ve kemikleşerek günümüze ulaşmıştır. Savaşta ordu komutanlığına kadar [email protected] DERİN TARİH işbirlikleri umulan sonucu vermedi; çünkü Alman üsteğmen Erich Serno (ortada) Osmanlı hava kuvvetlerinin idaresinden sorumluydu. Serno’nun komutasındaki 150 Alman pilot Çanakkale, Filistin ve Irak cephelerinde görev yaptı. mek gerekir: Söz konusu ittifaktan bugüne kalması gereken tarihî belgelerin ortada olmaması. Almanya tarafında sebep açıktır: 1914-18 arasında von Sanders’in başkanlığını yaptığı İstanbul merkezli Alman Askerî Misyonu’nun yazışmaları 1919’da personel ülkesine kaçar gibi geri dönerken kaybolup gider. Dönemin bütün yazışmalarını içeren Alman Ordu Arşivi ise 2. Dünya Savaşı’ndaki hava bombardımanları sırasında yanıp yok olur. Unutulan ortaklık Osmanlı cepheleri hakkındaki Alman kaynaklarından geriye sadece donanma evrakı ile birkaç Alman generali ve subayının arşive intikal eden şahsî evrakı ile yayınlanmış hatıraları kalır. Yok olmaktan kurtulmuş az sayıdaki belge dosyası Freiburg’daki Alman Askerî Arşivi ile Münih’teki Bavyera Eyaleti Askerî Arşivi’nde umuma açık olarak korunmaktadır. Berlin’deki Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde ise ittifakın daha çok siyasî boyutları hakkında fikir veren yazışmalara ulaşmak mümkün. Türkiye’ye baktığımızda durum daha acıklı. Filistin Cephesi’ne ait kaybolan yazışmalar dışında 1. Dünya Savaşı’ndan geriye milyonlarca Osmanlı evrakı kalmıştır. Bunların içinde Türkçe belgeler kadar Almanca kayıtlar da var. Her sorumuza cevap veremeyecek olsalar da, dörtlü ittifakın Osmanlı silahlı kuvvetlerine neler katıp neler götürdüğü hakkında pek çok veri bu evrak hazinesinde mevcuttur. Gelgelelim aradan 100 yıl geçmesine rağmen söz konusu belgeler tasnif edilmiş değil. Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı ATASE Arşivi ve Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı Arşiv Şube Müdürlüğü’nün depolarındaki evrakı görmek de incelemek Silah tüccarına dönüşen subaylar de çileli ve uzun bir mesai gerektirir. Osmanlı Türkçesiyle yazılmış belgelerin sadece bir kısmı araştırmacıya çıkarılırken, Almanca belgeler onları ön incelemeye tâbi tutacak personel bulunmadığından kimseye gösterilemez. Hal böyle olunca 100 yıllık klişeler, basmakalıp ifadeler, peşin hükümler, hissî ve taraflı değerlendirmelerin tarihî gerçeklik ve tecrübelerin bilgisinin yerine geçmesi tabiidir. Bu noktada imdadımıza o dönemde Osmanlı silahlı kuvvetlerinde görev yapmış Alman askerî personelin savaş sonrasında ama dergilerde makale ama müstakil kitap olarak yayınladığı hatıralar yetişir. Mağlubiyetin faturasını İttihatçılara ve Osmanlı hizmetindeki Alman komutanlara çıkaran alışılageldik tarih anlatımızı gözden geçirebilmek için Alman kaynaklarına başvurmak akla gelen ilk çaredir. » İttifak devletlerinin kullandığı sembolde Osmanlı hilali öne çıkıyor. görüntüsü veren bu yeniden basım faaliyetinin yanı sıra son yıllarda bazı yayınevleri doğrudan Almanca orijinallerinden yeni çevirileri kitaplaştırmakta. Böylelikle savaş yıllarında hem karargâhlarda, hem de cephelerde ne olup bittiğine dair bir başka sesi duyma ve değerlendirmeleri daha dengeli yapma imkânı doğmaktadır. Alman danışmanlar İstanbul’da Savaşın çıkışından 8 ay evvel, 1913 Aralık’ında İstanbul’a gelen Alman askerî danışmanlık heyeti, ülkelerinin Balkan Harbi’nde zedelenen imaj ve itibarını tamire yönelik bir çabaydı. Ama ordusunu bir kez daha Savaşın hemen öncesinde ne Almanya, ne de Avusturya-Macaristan karar alıcıları Osmanlıları ittifaklarına dâhil etmeye istekliydi. 1883’ten itibaren Osmanlı ordusunun yeniden yapılandırılması ve modernize edilmesi işi görünüşte Alman askerî heyetlerine bırakılmış, ancak bu işbirliği Osmanlı’nın yabancılara güvensizliği sebebiyle umulan neticeleri vermemişti. Kafalarındaki projeleri gerçekleştiremeyeceklerini anlayan Alman danışmanlar ülkelerindeki silah firmalarının İstanbul mümessillerine dönüşmüş ve Osmanlı ordusuna yüklü silah satışları bu sayede gerçekleşmişti. II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra von der Goltz Paşa bir kez daha İstanbul’a çağrılmış, ancak 1912’de patlak veren Balkan Harbi hem Osmanlı ordusunun, hem de Alman askerî danışmanların itibarını bütün Avrupa’da yerle bir etmişti. Çünkü Osmanlı birliklerinin Alman ordu teşkilatı ve talimnameleri esas alınarak yeniden yapılandırıldığı düşünülüyordu ve bazı gönüllü Alman subayları da bu savaşta Osmanlı saflarında yerlerini almışlardı. karada tercihlerini Almanlardan yana kullanması, o dönemde Alman ordusunun dünya çapındaki şöhreti dikkate alınırsa yersiz de değildi. Tıpkı savaş sırasında akdedilen gizli ittifak anlaşmasında olduğu gibi bu meselede de İmparator II. Wilhem’in tercihi Osmanlılarla yakınlaşmaktan yanaydı. Yaklaşık 5 aylık bir sürecin sonunda süvari sınıfı mensubu Tümgeneral Liman von Sanders 12 Aralık 1913’te İstanbul’a geldi ve misyonun diğer üyeleriyle birlikte 14 Aralık’ta görevine resmen başladı. İmzalanan kontrata göre çalışma süresi 5 yıl olarak belirlenen von Sanders’in, sanki çıkacak büyük savaşın ne kadar süreceği önceden kestirilmiş gibi, 1918 sonuna kadar İstanbul’da kalması öngörülmüştü. 1914 ortalarına gelindiğinde İstanbul’daki Alman askerî personelin sayısı kontratta yazdığı gibi 42’yi buldu. Ancak kısa zamanda bunun kâfi gelmeyeceği anlaşılınca subay sayısı 70’e çıkarıldı. Alman hükümeti Türkiye’de görev almak isteyen subaylara engel çıkarmıyor, onları bir tür ücretsiz izinli sayıyordu. Osmanlı ordusunda Liman Paşa olarak nam salacak von Sanders ve ekibinin vazifesi, kısa bir süre önce mağlup çıkılmış bir savaştan sonra Osmanlı ordusunu yeniden teşkilatlandırmak ve personelini teknik ve taktik konularda eğitmekti. Osmanlı ordusunda muharip vazifeler üstlenmek üzere gelmemişlerdi. Ancak 2 Ağustos 1914’te ittifak anlaşmasının imzalanması işlerin rengini değiştirdi. Bundan sadece bir hafta sonra Alman zırhlıları Geoben ve Breslau Çanakkale Boğazı’nı geçip Osmanlı Devleti’ne sığındı. Diplomatik krizin önüne geçmek için bulunan çözüm, iki gemiyi ve Alman Amiral Souchon’un komutasındaki mürettebatını Osmanlı hizmetine almak oldu. Böylece donanmada on yıllardır süren İngiliz danışman hakimiyeti son buldu ve Souchon donanma komutanlığına getirildi. Alman Amiralin Rusya’nın Karadeniz limanlarına yönelik 29 Ekim bombardı- 113 ÖZEL SAYI 1 ÖZEL SAYI 1 112 » Hava kuvvetleri ona emanet Alman danışmanlara emanet etmek isteyen bizzat Osmanlı hükümetiydi. Berlin’e 22 Mayıs 1913’te İstanbul’daki Alman sefiri von Wangenheim, Sadrazam’ın önde gelen bir Alman generalin Osmanlı ordusuna gönderilmesi yönündeki resmî talebini iletti. Diğer büyük devletlere nispetle Alman dış politikasını ülkelerinin toprak bütünlüğü açısından daha samimi bulan Osmanlı yetkilileri tercihlerini bir kez daha onlardan yana kullanmışlardı. Aynı zamanda Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa ve İttihatçı elitin kafasındaki proje, Alman tipi bir genelkurmayı Osmanlı ordusuna kazandırmaktı. Donanmasını İngilizlere emanet eden Osmanlıların DERİN TARİH Cumhuriyet’in ilk yıllarında Genelkurmay Başkanlığı’nın harp tarihi birimlerince kısmen de olsa Türkçeye kazandırılmış olan bu hatırat literatürü zaman içinde sivil yayınevlerince yeniden basılmıştır, halen de basılmaktadır. Mevcut mirası yeme Osmanlı donanmasına katılmasıyla başlayan teçhizat ve personel desteği, bilhassa Bulgaristan’ın savaşa girmesi üzerine Almanya ile İstanbul arasındaki yolların açılmasıyla artarak devam etti. İngiliz-Fransız birleşik donanmaları Çanakkale Boğazı’nı zorlayıp Gelibolu’ya çıkartma yaptığında da Osmanlıların en büyük destekçisi Almanlardı. Osmanlılar İngilizlerin Bağdat’a yönelik 1915-16 Irak (Mezopotamya) Seferi’ni önce Selman-ı Pak’da, daha sonra Kutu’l-Amare’de durdururken yanlarında yine Almanlar vardı. Çanakkale’deki 5. Ordu’nun başında Nisan 1915’ten itibaren Liman Paşa, Irak’taki 6. Ordu’nun başında ise 18 Ekim 1915’ten vefat ettiği 19 Nisan 1916’ya kadar von der Goltz Paşa bulunuyordu. Çanakkale Boğazı’nın gelecekteki bir saldırıya karşı savunulması için yapılan hazırlıklar Eylül 1914’ten itibaren Alman amiralleri Usedom ve Merten’e bırakılmıştı. Bu ikili sadece eskimiş istihkâmları tamirle yetinmedi. İstihkâmlar Umumi Müfettişi General Weber’in tavsiyeleri doğrultusunda toprak tabyalar da inşa ettirildi. Sahil Topçu ve Torpil Kıtaatı Umum Müfettişi Amiral Usedom, maiyetindeki Alman Bahriye subaylarıyla Boğaz’ın mayınlanmasında mühim bir vazife icra etti. Liman Paşa’nın komutasındaki 5. Ordu’nun kurmay heyeti bütünüyle Osmanlı zabitlerinden oluşuyorsa da ağır topçu birlikleri 1915 yazında Albay Wehrle’nin komutasına verildi. Eylül ayında ise bütün topçu birlikleri, Avrupa’daki Batı Cephesi’nden gelen Albay Grossmann’a tevdi edildi. Ayrıca muhtelif birliklerde çok sayıda Alman subay ve astsubay yer alıyordu. Anafartalar Grubu’ndaki bir ağır topçu, bir kolordu ve bir tümen » Osmanlı topraklarında hizmet veren Alman Halberstadt D.IV çift kanatlı savaş uçağı. komutanı Alman subaylarıydı. Kuzey Grubu’nun kurmay başkanı Alman’dı. Güney Grubu’nda ise bir kolordu, diğer bir kolordunun kurmay başkanı ve bir tümen komutanı Alman’dı. Gelibolu’daki toplam Alman askerî personelinin sayısı muharebeler boyunca 500’ü buldu. Bunların içinde Liman Paşa’nın talebi üzerine Haziran ayında Güney Grubu’na farklı yollardan tek tek intikal eden 200 civarında yetişmiş muharip öncü istihkâmcı (Pionier) ve Alman Donanması’nın Akdeniz Filosu’na mensup bir makineli tüfek bölüğü de mevcuttu. Bunların büyük bir kısmı alışmadıkları iklim ve beslenme şartlarıyla çatışmanın çetinliği yüzünden kısa süre içinde hayatlarını kaybedeceklerdi. Deniz Yüzbaşı Pier ise Mayıs 1915’te İstanbul’daki mühimmat üreten fabrikaların idaresini üstlendi. Pier’in maiyetinde bulunan yüzlerce Alman personel içinde sadece subaylar değil, sivil memurlar, mühendisler, kimyagerler, ustabaşılar ve işçiler de mevcuttu. Çanakkale’de muharebe halindeki 5. Ordu’nun mühimmat ihtiyacını Pier’in idaresindeki birim sağlıyordu. Her iki Kanal harekâtı sırasında da Almanlar sadece komutan düzeyinde değil, muharip birlik olarak da temsil edilmişlerdi. Alman katılığına karşı Osmanlı inadı Savaşın ilk senesinde Alman Ordusu Başkomutanlığı (Oberste Heeresleitung) ve bünyesindeki Alman generallerin planlarına tâbi görüntüsü veren Enver Paşa ile Osmanlı komuta heyeti baş müttefiklerine karşı tutumları tersleşmeye ve sertleşmeye başladı. Fazlasıyla “Alman dostu” olduğu yolundaki ithamlardan rahatsız olan Enver Paşa onların taleplerine artık ayak sürüyordu. Aslında bu sadece Osmanlı tarafına mahsus bir tavır değildi. Hemen her birleşik harekâtta görüldüğü üzere müttefik silahlı kuvvetler arasında bir iktidar ve savaşın yükünü paylaşma tartışması yaşanıyor, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan genelkurmaylarından da Almanya’ya karşı çatlak sesler yükseliyordu. Bu durum dörtlü ittifakın stratejik düzeydeki planlama ve koordinasyonunu sekteye uğrattığı kadar, cephelerde silah arkadaşlarını birbirine hasım gibi bakar hale getirdi. Bu savaştaki askerî ittifak, Osmanlıların Kırım Harbi’nden beri içine girdikleri yegâne birleşik harekât tecrübesiydi. Osmanlı subayları başlangıçta Alman personele sıcak yaklaşsalar da zamanla onların kıta ve karargâhlarda üstlendikleri görevleri yadırgar, emir ve kararlarını sorgular hale geldiler. Hele de işlerin ters gitmeye başladığı 1916 ortalarından itibaren, “niye biz değil de onların sözü dinleniyor” düşüncesi önce fısıltılar, sonra haykırışlarla dile getirilir oldu. Pek çok Alman general ve subay da ilk “Şark tecrübelerini” Çanakkale, Irak, Filistin, İran ve Kafkasya cephelerinde edineceklerdi. Terfi ve tayinin sıkı kurallara bağlandığı Alman ordusunda hızla rütbe alma imkânı 115 ÖZEL SAYI 1 ÖZEL SAYI 1 Geoben ve Breslau ’ n u n DERİN TARİH DERİN TARİH 114 manında oynadığı başrol, Osmanlı üniformalı Alman komutanların emirleri İstanbul’dan mı, Berlin’den mi aldıklarına dair bitmek bilmeyen bir tartışmanın fitilini de yakacaktı. Gerçekten de Osmanlı’nın hazırlıklarını tamamlayamadan Kasım 1914 itibariyle savaşa girmesini sağlayan, gizli müttefiki Almanya olmuştu. Uzun pazarlıkların ardından savaşa ancak 1915 sonlarında dahil olan Bulgaristan’dan farklı olarak Osmanlılar sadece üç ay sonra sıcak çatışmanın içine çekilmişlerdi. Çünkü Batı Cephesi’nde işler Alman Genelkurmayı’nın planlarına uygun gitmemiş, Paris’e kuzeyden hızla yürümek isteyen ordunun yolu Marne’da kesilmişti. Bu yüzden de Doğu’daki müttefikin devreye girip açacağı cephelerle İngiltere ve Rusya’yı meşgul etmesinden medet umulmuştu. Liman Paşa ve Amiral Souchon’dan sonra İstanbul’a gelip Osmanlı Başkomutanlık Karargâhı’nda kurmay başkanlığı görevini üstlenen Alman general Bronsart von Schellendorf’un hazırladığı sefer planları da bu amaca uygundu. Enver Paşa’nın bilgisi dahilinde von Schellendorf ile Yarbay Hafız Hakkı Paşa’nın birlikte tasarladığı planlar Kafkasya’da Ruslara, Süveyş Kanalı’nda ise İngilizlere saldırıda bulunulmasını öngörüyordu. Sonradan Sarıkamış Harekâtı ve 1. Kanal Harekâtı olarak tarihe geçecek operasyonlar, Türk-Alman ortak yapımı savaş senaryolarıydı. Savaşın sonraki yıllarında Osmanlıların muharebeye girdikleri Galiçya, Makedonya ve İran cepheleri de müttefiklerinin talepleri doğrultusunda açıldı. Ancak Osmanlıların müttefiklerine verdiği bu destekler karşılıksız değildi. Rusya’yı Kafkaslardan zorlamak fikri, başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçı elitin Doğuya doğru yayılma ve oradaki Müslüman Türk topluluklarıyla bütünleşme stratejisine uygundu. Kaldı ki gizli ittifak anlaşması imzalanmadan önce Almanya’dan yüklü bir miktar kredi garantisi alınmıştı. » Haç ve hilal birarada Cenazesi eşinin isteği üzerine Bağdat’taki kabrinden taşınarak 28 Nisan 1916’da İstanbul Tarabya’daki Alman Sefarethanesi bahçesine defnedilen Colmar von der Goltz Paşa’nın mezar taşında haç ve hilal birlikte. Dosya yazarımız Gültekin Yıldız, Goltz Paşa’nın kabri başında. ya da muharip kıta komutanlığına atanma ümidi olmayan pek çok general ve subay, Batı Cephesi’nde muharebelerin siperlere sıkışmasının da etkisiyle başkomutanlığın 1915 yazındaki Doğu’ya gitme davetine sıcak bakmışlardı. Yeniden Osmanlı ordusuna katılıp belki de hayatı pahasına kıta komutanlığı yapmayı Belçika Umumi Valiliği’ne can u gönülden tercih eden 72 yaşındaki von der Goltz Paşa bunlar arasındaydı. İki ülke arasındaki 1913 askerî işbirliği anlaşması gereği, Osmanlı hizmetine giren Alman personelin kendi ordusundakine nispetle bir ya da iki rütbe üste çıkması kuraldı. Kaldı ki binbaşı ve yarbay rütbesindekilerin tümen idare edebildiği tek yer Osmanlı ordusuydu. Ne var ki, onların Doğu hakkındaki bilgileri sadece Binbir Gece Masalları, romanlar, egzotik seyahatnameler ya da İncil’deki kadim kıssalarda anlatılanlardan ibaretti. Çoğu Türkçe bilmiyor, Osmanlı/ Doğu kültürünü tanımıyorlardı. İstanbul’a “Asya’ya savaşa” sloganıyla inen Alman savaşçıları, eğer burada yeterli süre kalıp Osmanlı Savaşın dönüm noktalarından Gazze muharebeleri ve Kanal harekâtlarında Osmanlı birliklerine Kress von Kressenstein kumanda etti. 1917’de von Kressenstein 2. Gazze Muharebesi öncesinde maiyetindekilerle. ÖZEL SAYI 1 F Grubu’nun başına eski Alman Genelkurmay Başkanı Erich von Falkenhayn getirilmişti. Ancak bu teşebbüs, Falkenhayn başta olmak üzere Osmanlı coğrafyası ve kültürüne yabancı Alman subayların Avrupa savaş sahnesi dışında nasıl çaresiz kaldıklarının son örneği oldu. Savaşın sonlarına doğru sadece Alman askerî heyeti mensubu olarak gelen subay, sağlık subayı ve memurların toplamı 800’e ulaştı. Askerî heyet dışında da 23’ü general, 10’u amiral olmak üzere orduda 130, donanmada 60 olmak üzere toplam 190 subay Osmanlı silahlı kuvvetlerinde görev yaptı. Bu sayının artışında Enver Paşa’nın Balkan Harbi sonrasında ordunun komuta heyetinde, kısmen siyasî, kısmen de meslekî sebeplerden 10002000 arasında subay ve astsubayı tasfiye etmesi de rol oynamıştı. Birlikte çalışmak durumundaki Almanlar ile Osmanlılar arasındaki en önemli problem, iki ülkenin sivil ve askerî kültürleri arasındaki farktı. Türkçe bilen Almanlar ve Almanca bilen Türkler azınlıkta olduğundan aralarına tercümanlar giriyordu. Ancak emir ve haberlerin iki taraf arasında gidiş gelişinde çoğu kez tercüme hataları yapılıyor, bu da yanlış anlaşılmalara yol açıyordu. Bazı ter- evlerine derin bir hayal kırıklıcümanların Alman komuğıyla dönüyorlardı. tanların söylediklerini bile bile yanlış çevirdiği durumlar oluyordu. Türkleşmiş Almanlar Alman üstlerinin Bir başka Alman subay her dediğini kesin tipi daha vardı ki, masa bir itaatle yeribaşından cephelere yön ne getirmeyen vermeye çalışan AlOsmanlı astları man Başkomutanlığı görünüşte karşı karargâhında onlara çıkmayıp pasif Osmanlı ordusuyla bir direnişe geuyumları sebeçiyor, bu kez de biyle “TürkleşAlman komutan miş” (vertürkt) astını beceriksiz sıfatı layık görülve ehliyetsiz görüp müştü. küçümseyici tavırlar içiSavaşta Alman askerî ne giriyordu. Böylelikle fasit » General Erich von terminolojisinde “TürkleşFalkenhayn bir dairenin içine giriliyor, me” denilince kastedilen, maruz kaldığı tavırdan alıOsmanlı coğrafyasında bir nan Türk muhatap pasif direnişini süre görev yaptıktan sonra mahallî küskünlükle karışık bir inada çevikültüre ayak uydurup saf Alman asriyordu. Neticede en küçük işler bile kerlik anlayışından taviz vermekti. ancak uzun engellemeler sonunda Osmanlı insanının sabır ve kader görülebiliyor, bazı meseleler Alman telâkkisini anlayan, hatta benimseüstlere bildirilmediğinden alınan kayen, örf ve ahlakî değerlerini dikkate rarlar yerinde olmuyordu. alan, emir verirken Alman tipi kesin Bütün bunların neticesi olarak tave kaba gözüken talimat dilinden raflar birbirine karşı daha da eleştirel uzak duranlar bu kabildendi. hale gelirken, Kress von KressensteGazze’de Osmanlılar ile zafer kain’ın Kanal Harekâtı’nda gözlemledizanan von Kressenstein, Kafkas Cepği türden karşılıklı suçlamalar gidehesi’nde Hans Guhr, zaman zaman rek artıyordu. Osmanlı sivil ve askerî personelinin Alman subayların kendi askerî idari alışkanlıklarına isyan etse de alışkanlık ve prensiplerinde ısrarcı von der Goltz, Osmanlı Hava Kuvolanları için Osmanlı subayları vazife vetleri komutanı Erich Serno, Yıldıve mesuliyet hissi gelişmemiş, inisirım’ın kurmay başkanı von Papen yatif kullanmaktan uzak, talimname yanlarındaki Osmanlıları silah arkave talimatları ruhuyla değil, sadece daşı ya da meslekdaş olarak görüp şeklen kavrayan, uygulayan yetersiz ortak bir dil kurmaya çalışanlardankişilerdi. Buna karşılık rütbesiz Osdı. Hem İstanbul, hem de Sofya’da manlı neferleri, bilhassa da Anadolu Alman irtibat subaylığı yapmış Yarkökenli olanları fedakârlıkları, üstlebay von Bardenleben’in kendi ordu rine kesin itaatleri, zor şartlara dayamensuplarına yönelik şu tenkidi, bu nıklılıkları ve ölümden korkmamala“Türkleşmiş Almanlar”ın ortak görürı hasebiyle takdir ediyorlardı. şüydü: Osmanlı coğrafyasının fiziki “Maalesef biz müttefiklerimizin şartlarının çetinliği, cephelerin biryapısı ve tarzını, bakış açılarını, iç birinden çok uzak olması, menzil siyasî hedeflerini, beklentilerini, nihatlarının kopukluğu gibi şartlar alhayet örf ve âdetlerini çok az tanıdık. tında bunalan Alman personel, bir Her şeyi kendi gözlüğümüzden dede insan kaynaklı problemlerle karğerlendirmeye çok daha meyilliydik şılaşınca bezip tükeniyor, kendilerini ve sonunda bu gözlüğümüz çıkarılıp ispatlamak üzere geldikleri Doğu’dan da gerçeğin çok farklı olduğunu gö- rünce ağır bir hayal kırıklığına uğradık.” Ne yazık ki hem Berlin, hem de Osmanlı hizmetindeki pek çok Alman personel, içlerindeki bu eleştirel seslere savaş boyunca kulağını kapadı. Alman Başkomutanlığının ve cephelerdeki Alman personelin stratejik ve taktik kararlarını eleştiren Osmanlı paşaları ise bir çırpıda “Alman düşmanı” olarak etiketlendi. Liman von Sanders ya da Erich von Falkenhayn gibi katı mizaçlı, dediğim dedik general profilinden sadece Enver, Cemal ya da Mustafa Kemal Paşalar değil, bu tarzın Osmanlı coğrafyasında fayda getirmediğini düşünen Almanlar da rahatsızdı. Kendisiyle fikir ayrılığına düşen Alman subayları hizaya getirmek isteyen, hatta Çanakkale’den gönderen Sanders ile Yıldırım’ın karargâhına “Türkleşmiş olanı” koymak istemeyen Falkenhayn, aslında problemin Türk-Alman çatışması değil, askerlik, savaş ve kumandanlıktan ne anlaşıldığı olduğunu açıkça gözler önüne seren örneklerdi. Kaynakça National Archives (Londra, Kew), FO 195/ 2454. Colmar von der Goltz, Yirminci Yüzyıl Başlarında Osmanlı-Alman İlişkileri “Golç Paşa’nın Hatıraları”, haz. Faruk Yılmaz, İstanbul, 2012. Hans Guhr, Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza, çev. Eşref Özbilen, İstanbul 2007. Robert J. Kerner, “The Mission of Liman von Sanders”, Slavonic Review, 6 (1927/1928). Hans von Kiesling, Mit Feldmarschall von der Goltz Pascha in Mesopotamien und Persien, Leipzig 1922. Kress von Kressenstein, Son Haçlı Seferi: Kuma Gömülen İmparatorluk, İstanbul, 2008. Akdes Nimet Kurat, Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Bulunan Alman Generallerinin Raporları, Ankara, 1966. Jan Christoph Reichmann, “Tapfere Askers” und “Feige Araber”: Der osmanische Verbündete aus der Sicht deutscher Soldaten im Orient 1914-1918, Doktora tezi, Philosophische Fakultaet der Westfaelischen Wilhelms-Universitaet zu Münster, 2009. Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, çev. E. Özbilen, İstanbul, 2010. Jehuda Wallach, Bir Askerî Yardımın Anatomisi: Türkiye’de Prusya-Alman Askerî Heyetleri 1835-1919, çev. Fahri Çeliker, Ankara, 1985. Feroz Yasamee, “Colmar Freiherr von der Goltz and the Rebirth of the Ottoman Empire”, Diplomacy of Statecraft, 9 (1989), 91-128. Gültekin Yıldız Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 117 ÖZEL SAYI 1 » Osmanlı ile ortak dil kurmaya çalışmıştı rekçe göstererek hava ve deniz kuvvetleriyle menzil teşkilatı, demiryolu ve kamyonlarla gerçekleştirilen nakliye işleri, telsiz haberleşmesi, sıhhiye hizmetlerini ağırlıklı olarak kendi personeliyle yürütmeyi tercih etti. Osmanlı hizmetinde binbaşılığa kadar yükselecek olan Alman üsteğmen Erich Serno, Osmanlı hava kuvvetlerinin her şeyinden mesul hale gelirken, 150 pilot ve râsıt, 250 montajcı ile teknisyen Çanakkale, Filistin ve Irak cephelerinde görev yaptı. Bu pilot ve rasıtlardan 34’ü uçuşları sırasında düşerek hayatını kaybetti. Denizlerde ise sadece Goeben ve Breslau değil, Çanakkale Boğazı’nda görev yapan Alman U-Bootları da bütünüyle Alman denizciler tarafından işletildi. Suriye ve Filistin’de artan İngiliz tehdidine karşı kurulan Yıldırım Grup Komutanlığı (Heeresgruppe F) ise orduda komutası ve kurmay heyeti neredeyse tamamen Almanlardan oluşan ilk birim oldu. Bölgedeki Osmanlı ordularının bakiyelerini Alman muharip ve destek kıtalarıyla birleştirmeyi hedefleyen DERİN TARİH DERİN TARİH 116 Başkomutanlık Karargâhı’nda görev yapan Alman subaylardan bilgi alamadıysa her şeyi cephede keşfetmek zorundaydı. Alman Genelkurmayı onlar için ne bir oryantasyon eğitimi, ne de hususi bir talimname hazırlamıştı. Zaten savaşın son iki senesinde her şey daha hızlı akar olmuş, Berlin sadece personelin seçilip gönderilmesiyle meşgul hale gelmişti. Aslında bu kadar fazla personeli Doğu’ya göndermek Berlin’in başlangıçtaki hesaplarına uygun değildi. Ancak stratejik bir savaş ve ölüm-kalım mücadelesine dönüşen şartlarda müttefiklerden herhangi birinin dağılması dörtlü ittifakın tamamı için büyük bir tehdit olurdu. Avusturya-Macaristan’ın Doğu’da Ruslar karşısında düştüğü durumu düzeltmek için Mayıs 1915’te ortak komutayı üstlenen Almanya, beklentilerin tersine döndüğü 1916’dan itibaren Osmanlı cephelerine de doğrudan müdahil olmaya başladı. Cephelere para, silah, mühimmat ve teçhizat desteği yapan Almanya, Osmanlıların yeteri kadar teknik elemana sahip olmamasını ge-