İpek Madi – Ortadoğu dinleri açısından homo

advertisement
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
ORTADOĞU ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
ORTADOĞU EKONOMİ POLİTİĞİ ANABİLİM DALI
ORTADOĞU DİNLERİ AÇISINDAN HOMO ECONOMICUS’UN ANALİZİ
Doktora Tezi
HAZIRLAYAN: İPEK MADİ
İSTANBUL, 2014
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
ORTADOĞU ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
ORTADOĞU EKONOMİ POLİTİĞİ ANABİLİM DALI
ORTADOĞU DİNLERİ AÇISINDAN HOMO ECONOMICUS’UN ANALİZİ
Doktora Tezi
Hazırlayan: İpek MADİ
Danışman: Prof. Dr. Ahmet TABAKOĞLU
i
ÖZET
Ekonomik faaliyetler, toplumda insan ilişkilerinin bir parçası olduğundan toplumların
bu faaliyetlerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen siyasi, dini, kültürel ve ahlaki boyutu
incelenmelidir. İktisadi olayların kültürel değerlerle desteklenmesi ile toplumsal refah
düzeyinin maksimuma ulaşmasının ilişkisi sebebiyle, bu çalışmada, Geleneksel iktisat
teorilerinin gelişmesinde rol oynayan toplumsal nedenler topluca araştırılmış ve iktisadi
düşüncenin gelişiminde önemli yer tutan iktisadi faaliyetlerin tarihi yine topluca incelenmiştir.
Bu incelemenin gayesi iktisadi düşünce tarihinin ya da iktisat teorisinin gelişiminin ayrıntısını
ortaya koymaktan ziyade teorilerin arkasındaki zihniyetlerin etkilerini ve zihniyet
değişimlerinin sonuçlarının incelenmesidir.
Çalışmada, Geleneksel iktisadi doktrinlerin zihniyet yapısının etkisinin tarihsel
araştırması eski uygarlıkları içerirken, yerleşik iktisadın gelişimine katkıda bulunan alanlar,
güncel iktisat literatürüne kadar bazı örneklerle ortaya konmuştur. “Neoklasik doktrine
nispeten dayandığı esasları gevşetilmiş” Yeni iktisatta, yerleşik iktisattan daha yoğun
matematik ve kurgusal modeller kullanılmaktadır. Bu nedenle, bu çalışma, yerleşik veya yeni
olsun, “gerçekleri yansıtmayan ve sorunlara çözüm üretemez hale gelmiş olan iktisadı”,
“Geleneksel İktisat” olarak nitelendirmiştir. Bunda İktisat Teorisinin fazlasıyla transdisipliner
bir alan haline gelmesinin de bir payı vardır. Çalışmada, çeşitli bilim dallarında yaşanan
gelişmelerin İktisat Teorisine yansımaları hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Geleneksel iktisat
teorisinin zihniyet esaslarının ağırlıklı olarak Batı’nın dünya görüşünü yansıtmasının
çalışmanın bütünlüğüne ilişkin nedenlerine değinilmiştir. Geleneksel iktisadi zihniyetin teşkil
ettiği sistemlerin yanlış varsayımlarından temizlenmesi gerektiği ve iktisadi tercihleri yapan,
faaliyetleri gerçekleştiren “insan” kabulünün gözden geçirilmesinin iktiza ettiğine
değinilmiştir.
İktisat teorilerinin bazını oluşturan yapının, Batı dünyasının ekonomik ve sosyal
gelişimi anlaşılmadan analiz edilmesi zordur. Çünkü Geleneksel iktisat teorileri Batı’nın
iktisadi sorunlarına çözüm arayışından ibarettir. Atılgan’ın ifade ettiği gibi, günümüzde
Batının yaşadığı ekonomik çıkmaz devam etmektedir. Greenspan’in “birisi insan doğasını
değiştirmek için bir yol bulmazsa başka krizler de göreceğiz” ifadesini dile getiren İşler,
Greenspan’in krizlerde insan doğasından başka ortak hiçbir nokta bulunmadığını söylediğini
ifade etmiştir.
ii
Batı ekonomileri aşırı tüketim ve israf üzerine kurulu bir yapıya sahiptir. Çünkü hâkim
olan zihniyet “çoğu aza tercih eden”, “kendi menfaatini her şeyin üstünde tutan” bir homo
sapiens’i kabul ettiği için “itidalli olma” hali mümkün değildir. Materyalist ve Liberal
Felsefenin güç aldığı “Evrimci kabul”e dayanan Geleneksel iktisadi zihniyete göre bir “Homo
Sapiens iktisadi ortamda bir Homo Economicus’tur”. Çalışmada, Ahiret inancını inkâr edecek
homo economicus’un tüm hedefinin azami ve peşin dünyevi menfaat olacağına dair açıklama
yapılmıştır. Homo economicus aksiyomlarının geçerliliği üzerine literatürde genel olarak
yapılan eleştiriler çalışmanın ilgili bölümlerinde verilmiştir. Aksiyomların geçerliliği, her üç
Ortadoğu dini-Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam- açısından ayrıca analiz edilmiştir.
“Geleneksel iktisat literatürü, bağlı olduğu varsayımların geçerliliğini sorgulamakta ve
teorilerin gerçekleri açıklamadığının farkına varmaktadır. Ancak genel olarak literatür, sorunu
kökten halletmemekte ısrarlı olduğundan varsayımlarını, “sorunlu”, “sınırlı”, “güçlü/güçsüz”
gibi adlandırmalarla gevşetmekten öteye gidememektedir. Kazgan, iktisadi zihniyetin insan
davranışları ile ilgili varsayımları Doğal Kanun felsefesine dayanan ve insan aklı ile kainatın
kanunlarının bulunabileceği görüşünü kabul eden, iktisadi liberalizm felsefesinin ürünü
olduğunu ifade etmiştir. Salt akılcılık ve deneycilikten etkilenen iktisadi liberal görüşe
dayanarak iktisatçılar, kendi duyuları ve mantıklarını kullanarak saptadıkları gözlemleri, insan
davranışları ile ilgili varsayımlar yapıp, gerçekleri hangi ölçüde açıkladığı belirsiz teoriler
kurarak, evrenselliğini iddia etmişlerdir. Kazgan’ın deyişiyle, varsayımların gerçekleri
yansıtması konusunda araştırma yapılmazsa iktisatçılar istedikleri varsayımları yapabilirler.
“Tabii ve Toplumsal Kanunların evrenselliği” iddiasının iktisada yansıması “gerçekte
evrensel olan Semavi dinlerin iktisadi doktrinlerine” karşıt alternatif olarak getirilmiş bir
görünüme sahiptir.
Bu görüşün iktisat teorisine yansıması aslında bu çalışmada homo
economicus aksiyomlarının analiz edilmesinde de görülebileceği gibi birtakım “ifade
edilmeyen ya da gizlenmiş aksiyomlar” içermektedir. Çalışmada İşler’in açıkladığı “gizli
varsayımlar”a yer verilmiştir. Ancak çalışmanın bütünlüğü göz önüne alındığında “gizlenmiş
aksiyomlar”dan kasıt İşler’in mantıksal bütünlük ile çıkarmış olduğu “gizli varsayımlar” ile
ilgili değildir. Bu çalışmanın bütününe müteallik öne sürülen aksiyomlar “ifade edilmeyen
aksiyomlar” olarak adlandırılabilir.
Geleneksel iktisat teorisinin kabulüne göre iktisadi insanın aksiyomlarından özellikle
birbirini gerektiren ve bütünleşen “doyumsuzluk”, “bencillik” ve “rasyonellik” in bir arada
gerektirdiği iktisadi tercih ve davranış biçimi Ortadoğu dinlerinin iktisadi doktrinlerinin kabul
iii
ettiği insan görüşüne ters düşmektedir. Homo economicus varsayımı ağırlıklı olarak Batı’nın
zihniyetine dayalı esaslardan güç almaktadır. Bu zihniyetin fiiliyata geçtiği ve etkin olduğu
coğrafyalarda ciddi ekonomik ve sosyal krizler yaşanmakta ve sorunun kaynağı
kavranamamakla birlikte çözüm getirmeyen hafif modifiye olmuş alternatifler üretilmektedir.
Sorunun çözümü ile ilgili öneri ve Geleneksel sistemdeki yanlışlıklar ve bulgular tezin ilgili
bölümlerinde ve ayrıca Sonuç bölümünde açıklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Homo Economicus, Dinsel İktisadi Düşünce, İslam Ekonomisi,
Ortadoğu, Geleneksel İktisat.
iv
ABSTRACT
Since the economic activities are a part of the human relations in the society, it is
critical to examine the political, religious, cultural and ethical factors that have direct or
indirect effect on those economic activies. In this study, because of the relationship between
the economic events with supportive cultural values and the achievement of total welfare at
the maximum level; social causes that are crucial to the development of the Conventional
economics theories are investigated and the history of the economic activities which affect the
development of economic thought, is examined as a whole. The purpose of this study is not to
introduce the details of the development of the history of economic thought nor the
development of the economic theory, but to investigate the impact of the mindset forming the
theories and the consequences of the changes in the mindset.
In this study, while the historical investigation of the influences of the mindset of
Conventional economics doctrines comprises ancient civilizations, up to the current
economics literature, certain types of supportive fields for the mainstream economics are
introduced. In New (New Classical) Economics of which “the standing principles are
weakend compared to Neoclassical doctrine”, more extended mathematical and theoretical
models
are
utilized
compares
to
ones
in
mainstream
economics.
Therefore, this study describes “the economics- mainstream or New”-that does not declare the
truth and is no longer capable of producing solutions” as “Conventional Economics”. One of
the reasons in this is the transformation of the theory of economics to a highly
transdisciplinary science. In the study, the reflections of the developments in other scientific
fields on the Economics Theory are concisely provided in this study. The mindset of
Conventional economics theory mostly reflects Western world-view; the reasons related to the
integrity of this study are also explained. This study highlights the necessity in refinement of
false assumptions in the systems derived from Conventional economics’ mindset, and the
necessity of revision of “human” who makes economic choices and takes economic actions.
It would be difficult to analyze the structure of the basis of economic theories without
understanding Western economic and social development. The reason is that Conventional
economics theories are developed in order to find solutions to Western economic problems. In
today's world, economical dilemma continues to exist in the West. Greenspan said that if
someone doesn't come up with a solution to change the human nature, we will see other kinds
of crisis. He stated that there is no other common ground in crisis other than human nature.
v
Western economies are based on overconsumption and wasting. Since the dominant
mindset approves homo sapiens who “prefers the more over the less” and “values one's
interest above all”, it is not possible to sustain the state of “being restrained”. According to
Conventional economics’s mindset which is based on “Evolutionist acknowlegment” that
empowers Materialistic and Liberal philosophy, a homo sapiens is a homo economicus at an
economical context. In the study, it is explained that all the goal of homo economicus-who
will deny the belief in Afterlife- will be about maximum and ready benefits. The common
critics in the literature about the validity of the homo economicus' axioms are given in the
relevant sections of this study. Besides, the validity of the axioms are analyzed according to
the three divine religions- Judaism, Christianity and Islam.
The literature of Conventional economics questions the validity of associated
assumptions and realizes that theories don't explain the reality. Nevertheless, since the
literature insists on not to solve the problems radically, it cannot go farther than just easing the
assumptions bu naming them as “problematic”, “limited” or “strong/weak”. Kazgan
expressed that the ethos of economics is a product of the philosophy of economic liberalism
which bases the human behavior on Law of Nature, and believes that the laws of the universe
can be found with human intelligence. The economists who were impressed by economic
liberal view supported by absolute rationality and experimentation, claimed universality by
their observations derived from their own senses and reason, and by forming theories-which
are uncertain in reliability- based on assumptions in human behavior. As Kazgan states,
economists may assume whatever they would like to as long as the research is not conducted
on the reflections of assumptions about the facts.
The reflection of the idea about “universality of Natural and Societal Laws” on
economics seems like an opposite alternative to economical doctrines of Divine religions
which are “universal in reality”. That reclection on the theory of economics indeed involves
certain “unexpressed or obscured axioms” mentioned in the analysis of homo economicus
axioms in this study. The study cites “the secret assumptions” explained by İşler.
Nevertheless, considering the integrity of this study, the meaning of “the obscured axioms” is
not related to “secret assumptions” derived logically by İşler. Entire this study, it is possible to
name axioms that are apparently asserted as “unexpressed axioms”.
According to Conventional economics theory, the economic preference and behavior
which are supposed by economic man’s axioms, especially “nonsatiation”, “egocentricity”
and “rationality” which require each other and are integrated, are contradictory to view of
vi
human which is approved by the economic doctrines of Middleeastern (Divine)
Religions. The assumption of homo economicus is mostly based on the principals of Western
mindset. Serious economic and social crisis take place at the geography that this mindset has
come out and been affective. In additon to the inability to find the source of the problem,
slightly modified alternatives that do not bring solutions are formed. Suggestions on the
solution of the problem, mistakes and findings about Conventional system are explained in
the related sections and Conclusion in the study.
Key Words: Homo Economicus, Religious Economic Thought, Islamic Economics, Middle
East, Conventional Economics.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
GİRİŞ.......... ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................... 17
1. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin Zihniyet Esaslarının Tarihsel Sürecine Toplu Bakış ....... 17
1.1. Eski Yunan ve Eski Roma Medeniyetleri Hâkimiyetinde Gelişen Düşünce
Akımları.... ............................................................................................................................ 17
1.1.1. İyonya, Girit, Helenistik dönem ve Eski Yunan Medeniyetinin İktisadi Zihniyete
Etkisi..... ............................................................................................................................ 17
1.1.2. Eski Roma Medeniyeti’nin İktisadi Zihniyete Etkisi ........................................... 25
1.2. Ortaçağ Avrupa Dünyası’nın İktisadi ve Sosyal Yapısının Geleneksel İktisadi
Zihniyetin Teşekkülüne Etkisi .............................................................................................. 32
1.2.1. Ortaçağ Avrupa’sının Sosyo-ekonomik Yapısına Genel Bakış ........................... 33
1.2.2. Feodalite ve Burjuva Sınıfının Avrupa Toplumunun Değişimine Katkısı ........... 38
1.2.3. Kilise ve Paris Üniversitesinin Etkisi ................................................................... 41
1.2.4. Sosyoekonomik Gelişmeler ve Neticeleri ............................................................ 44
1.2.5. Batı’da Şövalyelik, Haçlı Seferleri ve Orta Çağ’ın Sonu..................................... 54
1.3.
Batı Medeniyeti Teşekkülü ve Zihniyet Esaslarının İktisadi Düşünceye Yansıması 60
1.3.1. Büyük Keşifler, Ticari Kapitalizmin Doğuşu ve İktisat Teorisinin Oluşumu...... 60
1.3.2. Batı Medeniyetinin İktisadi Teşekkülüne Etki Eden Bazı Akımlar ve
Düşünürleri... .................................................................................................................... 68
İKİNCİ BÖLÜM ...................................................................................................................... 76
2. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin “İnsan” Görüşüne Etki Eden Esasların Analizi............... 76
2.1. Liberalizm Felsefesine Dayanan İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki eden
esaslarının Analizi ................................................................................................................ 76
2.2. Materyalizm Felsefesine Bağlı İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki eden
esasların Analizi ................................................................................................................... 81
2.3.
Geleneksel İktisadın “Hatalı Evrenselliği” ve Homo Economicus’un Patolojisi ..... 89
2.4.
Geleneksel İktisadi Zihniyete Göre “insan”, Homo Economicus ve Aksiyomları .. 105
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ................................................................................................................ 122
3. Geleneksel İktisadi İnsan’ın Semavi Dinler Perspektifiyle Analizi ................................... 122
viii
3.1.
Semavi Dinlerin ve Geleneksel İktisat Teorisinin “İnsan”a Bakış Açısı ................ 122
3.2.
Musevi İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi ....................... 139
3.2.1. Yahudi Dininin Bazı Kutsal Kaynakları: ........................................................... 139
3.2.2. Yahudi Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Süreç ile Hakim İktisat Teorisi Zihniyeti
Teşekkülünün İlişkisi: ..................................................................................................... 141
3.2.3. Yahudi Öğretisi’nin İktisadi Esasları ................................................................. 146
3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının Tevrat’taki İktisadi Buyruklar Perspektifiyle
Analizi: ............................................................................................................................ 150
3.3.
Hıristiyan İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi ................... 160
3.3.1. Hıristiyanlık Dininin Bazı Kutsal Kaynakları .................................................... 160
3.3.2. Hıristiyanlık’ta İktisadi Meseleler ve Geleneksel İktisadi Zihniyetin Hıristiyanlık
Açısından Analizi............................................................................................................ 162
3.3.2.1. Hıristiyan Dünyasındaki Tarihsel Sürecin Geleneksel İktisat Teorisi
Zihniyetinin Teşekkülüne Etkisi ................................................................................. 162
3.3.2.1.1. Kilise’nin Etkisi ve Protestanlık Öncesi Batı’da Nüfuzu....................... 162
3.3.2.1.2. Protestanlığın Ortaya Çıkışının Batı’nın İktisadi Zihniyet Esaslarına
Etkisinin Analizi ...................................................................................................... 165
3.3.2.2. Geleneksel İktisat Teorisinin Zihniyet Esaslarının Hıristiyanlık Açısından
Analizi...... ................................................................................................................... 175
3.3.2.2.1. Hıristiyanlığın Geleneksel İktisadi Zihniyetin Yarattığı Sorunlara Bakış
Açısı.......... ............................................................................................................... 175
3.3.2.3.
Hıristiyan Öğretisinin İktisadi Esasları ...................................................... 185
3.3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının İncil’deki İktisadi Buyruklar
Perspektifiyle Analizi .................................................................................................. 188
3.4.
İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi................................. 203
3.4.1. İslami İktisadi Doktrinin Bazı Kaynakları, Temelleri ve Hedefi ....................... 203
3.4.2. Ortadoğu-İslam Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Gelişim Çerçevesinde Zihniyet
Esasları ve Uygulamaları ................................................................................................ 212
3.4.2.1. İslam Medeniyetinin Temel Değerleri ve Rönesans Öncesi Avrupa
Medeniyeti ile Mukayesesi .......................................................................................... 213
3.4.2.1.1. Emeviler döneminde İslam iktisadının uygulamaları ............................ 218
3.4.2.1.2. Abbasiler döneminde İslam iktisadının uygulamaları ........................... 223
3.4.2.1.3. Selçuklular döneminde İslam iktisadının uygulamaları ......................... 224
3.4.2.1.4. Osmanlılarda İslam İktisadının Uygulamaları ....................................... 225
3.4.3. İslam’ın İktisadi Öğretisinin Temel Esasları ...................................................... 232
ix
3.4.3.1.
Mülkiyet, servet, gelir dağılımı, sermaye ile ilgili esaslar ......................... 235
3.4.3.2.
Mal ve hizmet piyasaları ............................................................................ 243
3.4.3.3.
Para-Sermaye Piyasaları ve Faiz ................................................................ 245
3.4.3.4.
Ücret ve Kâr ile ilgili esaslar ...................................................................... 249
3.4.3.5.
Devletin Etkinliği ile ilgili esaslar .............................................................. 250
3.4.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi: .......................... 252
SONUÇ....... ........................................................................................................................... 286
KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 304
x
TABLO LİSTESİ
Sayfa No.
Tablo-1 Birinci Oyun: Mahkumlar çıkmazı Oyunu ................................................... 263
Tablo-2 İkinci Oyun ................................................................................................... 264
Şekil 1…………………………………………………………………………………81
Şekil 2…………………………………………………………………………………83
xi
GİRİŞ
Bu çalışmanın konusu, “yaşam bir doğal seleksiyondan ibarettir ve zayıflara yer
yoktur” dünya görüşüne dayanan Geleneksel İktisadın insan tarifine karşılık, “zayıfa,
yoksula yardımı emreden” Ortadoğu dinlerinin kâinat görüşüne bağlı olarak, insanın
iktisadi boyutunun incelenmesidir. Ortadoğu dinlerinin “insanın iktisadi özgürlüğü için
kulluğunu satmaması” anlayışı ile Geleneksel iktisadın dayandığı zihniyet yapısına
eleştirel perspektifle yaklaşılmıştır.
Çalışmanın hedefi, “doğanın kanunlarına göre hayat bir mücadeledir, bu
mücadelede bireysel haz ve maksimum tatmin almak esastır; bu sebeple insanın
doyumsuzluğunu kabul ederek kendi çıkarını maksimumlaştırması gereklidir”
zihniyetine dayalı Geleneksel İktisadın insan varsayımının Ortadoğu dinleri açısından
analiz edilmesidir.
Tarihte mücadelelerin, toprak edinme, denizlere yakın olabilme gibi sebeplerinin
yanında, en önemli neden “kutsal semboller” olmuştur. Dini düşüncelerin ve kutsalların
açılımının en önemli yeri ise Ortadoğu coğrafyası olmuştur. 1 Büyük peygamberler şehri
olan Kudüs’ün, yalnızca Ortadoğu’nun değil evrenin merkezi olduğu ifade edilmiştir.2
Ortadoğu Semavi dinlerinin en önemli merkezlerinden biri olan Kudüs’ün manası, dini
coğrafyanın önemini ortaya çıkartan en belirgin örnek olmasıyla yalnızca “bölgesel
nitelikli” değildir.3 “Ortadoğu’nun kalbi” olarak nitelendirilebilecek Kudüs şehri her üç
din için çok önemli bir merkezdir. “Kâinatın merkezi” olarak adlandırılan Kudüs’ün de
bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında doğan üç Semavi dinin, insanın iktisadi davranışına
bakış açısının ve değerlendiriş yönteminin araştırılması, ekonomik faaliyetlerin
zahirinin ve bâtınının bir derece incelenebilmesine bir adım olabileceği gerekçesiyle de
anlamlıdır.
Ortadoğu, “fikirlerin, malların ve orduların” tüm yönlere açılan bir merkezi
haline gelen ve “hacılar, fatihler, hükümdarlar” dâhil olmak üzere insanlar için son
derece çekici bir bölge olmuştur. Ancak Ortadoğu’nun dini yapısı etnik yapısına göre
1
Kılıç, D. “Ortadoğu’nun Dinî Jeopolitiği ve Günümüze Yansımaları Üzerine Bir Deneme”, İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 13:1, 2008, s.66.
2
El-Khatip, A., “Kur’an’da Kudüs”, Çev. Dr. Ramazan Işık, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Fırat
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 9:1 (2004), s.109-111.
3
Kılıç, a.g.m., s.66.
1
daha
karmaşıktır.
Lewis,
Avrupalı’nın
davranış
değişikliklerinin,
Amerikan
toplumundan meydana gelen istisnalar dışında tamamına yakınının Avrupa kökenli
olduğunu ancak, Ortadoğulu’nun durumunun, bunun aksine olarak kendi adetlerinin
yabancı kültürlerden kaynak bulduğunu ifade etmiştir. Ortadoğu toplumlarında Helen
ve Roma kültürünün etkisi görülmüş, dini yaşamda farklı biçimlerde tapınmalar
olmuştur. Ancak pagan dünya görüşünden Monoteist inanca geçiş göreli daha kısa bir
sürede gerçekleşmiştir. Musevilerin, İranlıların ve Yunanlıların gelenekleri Hıristiyan
ve İslam uygarlıklarının bazı ortak köklerine etki etmiştir. 4
Ortadoğu’da, Hıristiyanlığın doğuşundan İslamiyet’in doğuşuna kadar üç önemli
gelişme olmuştur. İlki, Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla önceki dinlerin etkisini
yitirmesidir. Ancak Helen-Roma pagan inancı bir müddet daha yaşamıştır. Roma
İmparatorluğu’ndaki merkezinin Roma’dan Konstantinopolis’e yönlenmesi ikinci
önemli gelişmedir. Üçüncüsü ise, Ortadoğu’da Yunan kültürünün etkinleşmesidir.
Lewis, önemli bir gelişme olarak “ekonominin” devlet tarafından planlanması ve idare
edilmesini de ilave etmiştir. 5
Ortadoğu dinlerine- Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam-
göre, kâinat Allah
tarafından belirli bir amaç için yaratılmıştır. İnsan kâinattaki imtihan sahasında “iyi” ve
“kötü” arasında tercih yaparak, bu tercihlerinin neticesinde karşılığını alacaktır. İnsanın
tercihlerinin arasında iktisadi olanlar da bulunduğundan bu sahadaki seçenekler için de
kanun ve kurallar belirtilmiştir. İnsanın iktisadi tercihlerinin en uygun düzeyde
gerçekleştirilme kısıtı sadece dünyevi sebepler olmamalıdır. Dinsel iktisadi düşünce
Geleneksel iktisadi doktrinlerin ihmal ettiği birtakım meselelere değinmektedir.
Ortadoğu dinlerinin insana ve insanın iktisadi boyutuna bakış açısı incelenmeden bu
dinlerin iktisadi meselelere dair getirdiği düzenlemelerin anlaşılması zordur.
Ortadoğu dinlerinin ortak görüşüne göre kâinatı (dolayısıyla doğayı da) yaratan
Allah’tır. Kutsal Kitap’ta kaos manası içeren rastlantıya cevap mevcuttur. “İnsan kura
atar, Ama her kararı RAB verir.”6 Ayetinden Allah’ın tüm olayların Rab’bi olduğu
4
Lewis, B., Ortadoğu, Arkadaş Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2009, s. 3, 22, 33-34.
Lewis, a.g.e., s.44-46.
6
http://incil.info/kitap/Suleymanin+Ozdeyisleri/16:33
5
2
anlaşılmaktadır.7 Allah, hiçbir şeyi rastlantıya ya da doğaya bırakmaz; her şeyi
hesaplamıştır, insanları, onların ihtiyaçlarını yaratmıştır ve besinlerini de hesaplamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Kamer Sûresi 49. Ayette, “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve
dengede yarattık.” buyrulmuştur.
8
İslam kâinatın tesadüf eseri olmadığını bildirmiştir.
Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır. Dünya hayatı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık
dönemini oluşturan bir imtihan sahasıdır. “Dünya ahiretin tarlası” olduğuna göre, geçici
olan madde mananın emrinde olmalıdır. 9
Geleneksel iktisat teorisinin insan kabulü, Ortadoğu dinlerinin tarif ettiği gibi
“kâinata geliş amacına uygun tercih ve davranış sergileyen” bir niteliğe sahip
olmamakla birlikte, bu insan varsayımının kabulü neticesinde gereklilik olarak meydana
gelen tercihler, kararlar ve davranışların motivasyonu, yalnızca iktisadi ve sosyal alanda
değil diğer yaşam alanlarında da sorun yaratmaktadır. “İnsan”ın iktisadi (ve diğer)
boyutunun incelenebilmesi için insanın kâinatta yer alışı, dünya hayatına geliş nedeni,
iktisadi gayesinin incelenmesi gerektiğinden, kâinat ve insan algısı net olmayan bir
dünya görüşünün şekillendirdiği bir teorinin anlaşılmasının mümkün olmaması
sebebiyle Ortadoğu dinlerinin kâinat ve insan algısının açıklanmasına gayret
gösterilmiştir. Çalışmada kâinata bakış açısının “fayda penceresinden” çıkmasının
Ortadoğu dinler açısından neden yanlış olduğu açıklanmıştır. Geleneksel İktisat
Teorisinin kabulü olan Homo economicus varsayımına etki eden zihniyet esasları
açıklanmış ve bu zihniyet esaslarının kökleşmesine hizmet eden iktisadi doktrinlerin
gelişim çerçeveleri incelenmiştir. Homo economicus’un genel literatürdeki aksiyomları
incelenmiş ve eleştirilmiştir.
Ortadoğu dinlerine göre-Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam- iktisadi davranış,
motivasyonunu, Geleneksel iktisat teorisinin kabul ettiği gibi bireysel tatminden almaz.
Ortadoğu dinleri açısından insan, iktisadi özgürlüğü ve alacağı maddesel tatmin için
kulluğunu satmaz! Ortadoğu dinlerine göre insanın kâinata geliş amacı Yaratıcı’sına
7
Mackay, D. M., İnsan Makine Midir? Kutsal Kitap’ın ve Mekanik Bilimsel Düşüncenin Işığında
İnsan, Yeni Yaşam Yayınları, 1. Basım, Nisan 2010, s.58.
8
Kantakji, S., “Islamic Economic Math Model”, Ver.101, Translated by: Iman Sameer Al-Bage, 2009, s.
4-7.
9
Tabakoğlu, A., Toplu Makaleler II İslam İktisadı, Kitabevi, İstanbul, Kasım 2005, s. 18-21,165.
3
kulluk olduğu için iktisadi davranışların motivasyonu Yaratıcı’nın rızasını kazanmaktır.
Dolayısıyla insan için dünyevi tercihlerden maksimum haz alma gibi gayret kabul
edilemez. Ayrıca Ortadoğu dinlerinin insan görüşüne, Batı iktisadi zihniyetinin
bireycilik ve hazcılık esasları ters düşmektedir. Bireyciliğin aksine üç din paylaşımı,
yardımlaşmayı özellikle yoksula destek olmayı öğütlemiştir. İnsan, Ortadoğu dinlerine
göre, maksimum haz alma amacında olmayacağı için kendi çıkarının maksimizasyonu
peşinde olan doyumsuz ve bencil (Geleneksel iktisadın) insan kabulü, homo
economicus, ters düşmektedir.
Geleneksel iktisadın varsaydığı insan modelinin dayandığı bireycilik, bireysel
tatmin, kendi aklına güvenme, en az zahmet ile maksimum hazcılık gibi konular Pagan
görüşünü benimsemiş Antik Çağ felsefesinden feyiz almıştır. Paganist fikre dayanan
hazcılık ve bireyselcilik Geleneksel İktisadın homo economicus’u için kabul edilen
niteliklerdir. Geleneksel İktisadi zihniyet ağırlıklı olarak insanı-homo economicus’u bu
açıdan ele aldığı söylenebilir. Homo economicus, maksimum zevk ve minimum zahmet
anlayışına dayalı maddesel tatmin için maksimum fayda/kar ve minimum zarar
hedeflemektedir. Bireycilik esası homo economicus için bencillik-kendi çıkarını
maksimumlaştırma aksiyomu gereği önemlidir. Hazcılık ve bireyciliğin ekol olarak ilk
ileri sürülmesi Eski Yunan ve Eski Roma’da gerçekleşmiştir. Çalışmada Antik Çağ
Yunan ve Roma medeniyetlerinde gelişen Stoacılık ve Epikürcülük akımlarının
gelişiminden, bu akımların ortaya çıkma aşamalarından ve dünya görüşlerinden
bahsedilmiştir. Stoacılık ve Epikürcülük özellikle hazcılık, bireycilik açısından Homo
Economicus’un zeminini hazırlamıştır. Stoacılık akımına göre insan sadece akıl gücüne
dayanarak, kendine güvenerek yani kâinatın kanunlarına, doğaya göre yaşamalı, devlete
ya da Tanrı’ya bağlı olmamalıdır. İnsan tam manasıyla özgürlüğü yaşamaktan tat almak
için aklını kullanarak, dış varlıklara bağlanmamalıdır. İktisadi doktrinlerde “doğal
yasalar” kavramını ilk kez ortaya atan Stoacılık’ın ahlak öğretisi olmuştur.
Epirkürcülükte gelişen Kyrene Okulu, “hazcılık-hedonizm” diye tanınan, mutlu
yaşamın minimum acı maksimum haz duymak demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu
okul,
insanın
hezeyanlardan,
korkulardan,
batıl
inançlardan
bilgi
sayesinde
kurtulabileceğini, “insanın en şiddetli hazları duymaya çalışması” gerektiğini iddia
etmiştir. Stoacılık karşıtı olan Epikürcülük akımına göre, yaşamdan tat alınması
4
gereklidir. Kainat olayları belli yasalara göre oluşur ve doğa üstü güçlere inanç “boş bir
kuruntu”dur.10 Özellikle Stoisyen düşüncenin Panteist fikre dayanan doğa düzeni
görüşü Doğal Kanun felsefesinden güç alan iktisadi liberalizmin çekirdeğidir.
Çalışmada, Ortaçağ’daki iktisadi gelişimlere ve bu gelişimlerin bazı neticelerine,
Batı medeniyeti teşekkülünün dayandığı esaslara etki aşamalarının analiz edilmesi
açısından değinilmiştir. Batı zihniyet esaslarının Ortaçağ’da iktisadi boyutunun gelişimi
bir derece, feodal düzen, Kilise, burjuvanın gelişimi, Paris Üniversitesi ve Haçlı
Seferleri’nin etkileri incelenerek anlaşılabilir. Çalışmada, daha ayrıntılı biçimde
anlatılan ve çalışmanın bütünlüğü ile ilgileri açıklanan tarihsel gelişmelere kısaca
değinilmiştir.
12. Yüzyıl Avrupa için ticaretin gelişmesi nedeniyle iktisadi düzende büyük bir
değişimin yaşandığı bir dönem olmuştur. Topraksız köylülerin bazıları ticarete
atılmıştır. Kiliseye ya da senyörlere veya başka herhangi bir merkeze bağlı olmayan ve
serüven arayan tüccarlar-merchant adventurers-ortaya çıkmıştır. Şehirlere gelindiğinde
önceden bağlı olunan senyörün ya da cemaatin önemi kalmamış ve yalnızca servet
biriktirme yeteneği, kazanç kabiliyeti, zekâ seviyesi gibi ölçütler öne çıkmıştır.
11
15.
yüzyıl Batı dünyası kapitalizme doğru bir yönelime başlamış, 18. yüzyılın sonlarına
kadar olan bu süreç ticari kapitalizmin yaşandığı bir dönem olmuştur
12
. 15.-18.
yüzyıllar arasında iktisadi düşünce teolojinin etkisinden çıkmaya başlamıştır. Ancak
iktisadi konularda henüz bağımsız bir teori oluşmamıştır. Ortaçağ sonu ile iktisadi
düşüncenin bilimsel olarak teşekkülüne kadar geçen dönemde düşünürler “servet”
kavramı üzerinde durmuşlardır. Temeli “servet biriktirme”ye dayanan Merkantilizm,
daha sonraki ekonomik sistemler için (özellikle liberalizm için) zemin hazırlamıştır. 13
Batı Hıristiyan dünyasının “külli akıl (vahiy14)”dan saparak yalnızca insan aklına
güvenen zihniyet esaslarına dayalı ticari kapitalist (Merkantilist) aşamasının meşru
gördüklerinin neticesi “sömürü” olmuştur. Bu bulgunun analizi çalışmamızın
“Merkantilizm”in anlatıldığı bölümde yapılmıştır.
10
Selik, M., 100 Soruda İktisadi Doktrinler Tarihi, Gerçek Yayınevi, 3. Baskı, Şubat 1980, s.39-43.
Yalçın, A. İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi, Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara, 1976, s. 125128.
12
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10.
13
Zeytinoğlu, E., Ekonomik Sistemler, İ.İ.T.İ.A. Ekonomi Fakültesi Yayınları, İstanbul,1981, s.27-28
14
Bkz. “İslami İktisadi Doktrin Açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümü.
11
5
17. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılda da devam eden “insanın rasyonel yaratık”
olduğu varsayımı ve “insan aklına aşırı güven” ile kuvvet bulan dünya görüşü, akılcılıkgözlemcilik anlayışı olarak ortaya çıkmış ve Doğal Kanun felsefesinin oluşumuna
zemin hazırlamıştır.
15
17-18. yüzyıl Avrupası’nın esasları toplumun ve devletin
teşekkülünde evrensel niteliğinde algılanmıştır. Batı’nın doğrultusunda ve merkezine
bağlı biçimde ilkellikten uygarlığa doğru gelişim seviyelerinde tabii düzen esas
alınmıştır.16 Geleneksel iktisadi zihniyetin insan davranışları ile ilgili varsayımlarının
dayandığı iktisadi liberalizm felsefesi Doğal Kanun felsefesinin iktisada yansımasıdır.
Bu dünya görüşü insan aklı ile kâinatın kanunlarının bulunabildiğini iddia etmektedir. 17
Liberal sistemin zihniyeti bireyin çıkarına dayanır. Bu zihniyet yapısına göre “insan”
piyasa için çalışır. “Birey”in ve “bireysel hürriyet”in her şeyden üstün tutulduğu liberal
sistemde, iktisadi faaliyetlerin amacı bireyin menfaatini maksimum seviyeye en serbest
şekilde çıkarabilmektir.18 Liberal iktisadi felsefenin eleştirisi ve iktisadi liberal doktrinin
çelişkileri çalışmamızın bütünlüğünde iddia edilenler esas tutularak ilgili bölümde
yapılmıştır. İktisadi liberalizm Batının bazı siyasi düşünürlerinden ve bazı akımlardan
destek almıştır. Çalışmanın bütünlüğüne müteallik bilgi ilgili bölümde verilmiştir.
İktisadi liberalizm Batının bazı siyasi düşünürlerinden ve bazı akımlardan destek
almıştır. 18. Yüzyıl Aydınlanma Hareketi bünyesinde popüler olan Pozitivizmin hedefi
sosyal ilişkilerin “ “pozitif politika”
metodu ile rasyonalizasyonu”dur.19 Rönesans
hareketi ile ortaya çıkan bir diğer akım Hümanizme göre ise “Hıristiyan insana karşı
doğal insan” ön plana çıkmıştır. Bu sebeple pagan yaşama olan nazar ve bir yakınlık
inkişaf etmiştir. Maddi yaşamın gereklerine, doğaya yönelik bir zihniyete dolayısıyla
Ahiret düşüncesine kapalı bir yaşam tarzına destek veren bu akıma yönelim
oluşmuştur.20
Rönesans’ın
entelektüel
15
aktiviteleri
Reform’un
gelişmesini
Erim, N., İktisadi Düşünce Tarihi, Palme Yayıncılık, Ankara 2007, s.16-18.
Tabakoğlu, A., Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 3.
17
Kazgan, G., İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, Haziran 2004 s.55-56.
18
Zeytinoğlu, a.g.e., s. 38-39.
19
Özlem, D., “ Batılı Bilgi, Pozitivizm ve Felsefe Çerçevesinde Avrupamerkezci Tarih Anlayışının
Temelleri”, İnsan&Toplum, İlem Yayınları, Cilt 3, Sayı 6, 2013, s.8-9.
20
Yalçın, a.g.e., s. 130.
16
6
desteklemiştir.21 Yaşam tarzındaki bu köklü değişiklik dini alanda Reforme olarak
adlandırılan değişim hareketine sebep olmuştur.22 Reform ve Protestanlık bireyciliği
desteklemiştir. Feodal mekanizma ve Kilise güç kaybederken, desteklenen bireycilik
ticaret sistemini etkilemiştir.23 Calvin’in ekonomik düşüncesi teolojinin etkisinden
bütünüyle çıkarak liberal sisteme zemin hazırlamıştır (Calvin ve Calvinizm ile ilgili
bilgi ve eleştiri “Homo economicus’un Hıristiyanlık’ta Analizi” bölümünde
yapılmıştır).
Nedeni siyasi ve sosyal alanda liberalizmi gerçekleştirmek olan ve iktisadi
ortamın hukuki çerçevesinin oluşumunu sağlayan Fransız Devriminin getirdiği esaslar
da liberal sisteme zemin hazırlamıştır. Liberal sistemin esasları da bireyin çıkarına
dayanır ve liberal sisteme göre bireyin çıkarı toplumun çıkarına aykırı değildir.24
“Hıristiyanlığa karşı aklın üstünlüğünü” savunan 16.-18. yüzyılın bazı düşünürleri ve
oluşturdukları hareket, Rönesans ve Reform hareketlerinin getirdiği zihniyet
değişikliklerine ek olarak, toplumun doğa düzeni esasına göre teşekkülü ve iktisadi
hayata laisser-faire versiyonunun uygulama bulması ile, homo economicus algısı
oluşumunu tamamlamışlardır. Homo economicus’un gelişimini tamamladığı liberal
felsefeye bağlı kapitalist sistemin gelişim süreci bir anlamda Hıristiyanlıktan sapma
sürecidir. Pozitif bilimler ise bu sapma sürecinin esasını teşkil eden zihniyet yapısının
temeline katkı sağlamıştır. 25 Kapitalist sistemde, maddeci zihniyet, sürekli olarak kişi
isteklerini çoğaltıp ve çeşitlerini artırmaktadır.26
Kapitalist sistemde çözümü sınıf bilinci kazanarak emeğinin neticesinde sadece
sermaye sahiplerinin kazandığının farkına vararak haklarını arayacak olan işçi sınıfının
yapacağına inanan Marksist doktrin, bunun toplumun genel yararına olacağını ileri
sürmüştür. Marks yalnızca kişisel menfaatlerin ve güvenliğin sağlandığı bir hayatın
yeterli olmadığını, insanın “tek başına sermaye biriktirme kaygılarından” ve durmadan
21
Erbaş, A., Hristiyanlık’ta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yayınları, İkinci Baskı: İstanbul,
2007. s.70
22
Zeytinoğlu, a.g.e., s.24
23
Erbaş, s.73-74
24
Zeytinoğlu, a.g.e., s.25-26
25
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 7, 10-11.
26
“Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, Ekonomislam, 7 Mayıs 2010, s.1.
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/
7
bir şeyler satın alma arzusundan bütünüyle kurtulduğu bir toplumu hayal etmiştir.
27
Marks insanı toplumsal bir hayvan gibi görmüştür28. Marksist iktisadın açıklamaya
çalıştığı “insan” liberal felsefenin açıkladığı modelin modifiye halidir.
Marksist
zihniyet yapısına göre insanlık tarihi üretim süreci ile belirlenir ve şekil alır. Bu kuram
ile evrim mekanizması keşfedilebildiği söylenir. Ekonomik sınıfların oluşum, dönüşüm
ve değişimlerini açıkladığı iddia edilen bu kuram temelini Materyalist zihniyet
esaslarına dayandırmaktadır.
29
Marksist materyalizm dünyanın kökeni ve doğası
bakımından maddi olduğunu ileri sürüp, “akıl, düşünce, bilinç”in var olanın, yani
maddenin, ürünü olduğunu iddia etmiştir.
30
Marksist doktrinin iktisadi koşulları
düzenleme amacıyla iddia ettiklerinin eleştirisi çalışmanın ilgili bölümünde yapılmıştır.
Ayrıca çalışmanın üçüncü bölümünde Dinsel iktisadi doktrinlerin homo economicus’u
analizi ile Marksist iktisadın insan görüşüne gerekli cevap dolaylı olarak verili haldedir.
19. yüzyıl yeni iktisadı bu oluşumlardan yaşanan sancının neticesidir.31 19.
yüzyıldan itibaren burjuva ile gelişen kapitalizm hâkim sistem haline gelmiştir.
Kapitalizm tarihi araştırmalardaki yetersizlik nedeniyle “evrensel bir realite” olarak
algılanmıştır. Bu algının güçlenmesine çağdaş kapitalist ve Marksist yaklaşımlar etkili
olmuştur. 32 20. yüzyılın sonlarına kadar sosyal bilimler, dini akılcı olmayan bir alana ait
olarak değerlendirmişlerdir. Akılcılık dine “üstün görülmüş” ve din çerçevesine dâhil
tercihlerin rasyonellik kapsamına girmediği genel görüş olmuştur.
33
Genel olarak
iktisatçılar modellerinde giderek daha kişiliksiz, daha hiperrasyonel, daha egoist, daha
doyumsuz,
daha
inançsız
bireyler
varsaymaktadırlar.
İnsanın
aşırı
matematikselleştirilmiş dolayısıyla kişiliksizleştirilmiş yaklaşımlarla ele alınması söz
konusudur. Geleneksel iktisat teorisinde “insan aklının her şeyi çözebileceği iddiasıyla
duygu, his ve adetlerden bağımsız davranış modelleri ile kişiliksizleştirilmiş bir
27
Yılmaz, Z.B., “Marx ve “İnsanî Varoluş””, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:14, Sayı:55, Kasım,
Aralık, Ocak 2010-11,s.75-76.
28
Marks , K., Engels, F., Felsefe Üzerine, Derleyen : Mehmet Türdeş, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul,
Ocak 2003, say. 73-74,119.
29
Hançerlioğlu, O., Ekonomi Sözlüğü, Remzi Kitabevi,6. Basım, İstanbul,1993, s.282.
30
Marks, Engels, a.g.e., say.75
31
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 3.
32
Tabakoğlu, A., ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki
Algılanışı”, 23-24 Eylül 2010, Ankara, Konrad-Adenauer-Stiftung e.V. Baskı 2011, s. 93, 98,100.
http://www.kas.de/wf/doc/kas_23417-1522-12-30.pdf?110816144632
33
Demir, Ö. , Din Ekonomisi, Sentez Yayıncılık, Ankara, Nisan 2013, s. 65-66.
8
rasyonellik” varsayımı kabul edilmektedir. İktisat teorisinin en temel varsayımlarından
biri olan homo economicus için kabul edilmiş aksiyomlar dünyevi menfaatlerin
maksimizasyonunu sağlayan tercihleri yapmanın fırsat maliyetinin ciddiyetini kamufle
etmektedir.
“Homo economicus-iktisadi insan” varsayımı, 1848’de John Stuart Mill’in
Essays on some Unsettled Questions of Political Economy adlı çalışmasıyla ortaya
konmuştur.
34
Ben-Ner ve Putterman’ın deyişiyle, “homo economicus en iyi ihtimalle
ahlak ile ilgisiz ve en kötü ihtimalle de bütünüyle faziletsiz/ahlaka aykırıdır”. 35Mill’in
deyişiyle, “insan yaratığının davranışı takriben neticelerin öngörülerinden ve safi
hayvan içgüdülerinden üstün olan dürtülerden etkilenmektedir.
36
Homo economicus
için literatürde genel olarak sayılmış aksiyomlar, tam bilgiye sahip olma, seçici olma,
doyumsuz olma ( bu çalışmada tatminsizlik veya açgözlülük olarak da ifade edilmiştir),
tercihlerinde tutarlı olma, bencil olma ve rasyonel olma olarak sıralanabilir. Gelecek ile
ilgili durumlar için belli bir yanılgı payı ile kestirim yapabilen homo economicus’un tam
bilgiye sahip olduğu varsayılır. Homo economicus’u tüketici veya üretici olarak
piyasada aldatmak imkân dâhilinde değildir.37 Seçici varsayılan homo economicus
alternatifler arasında değerlendirme yapabilecek bilgiye ulaşma yeteneğine sahip38
olarak tercih yapar ve mümkün olan en iyiyi seçer.39 Doyumsuz ya da açgözlü homo
economicus belirli bir sepette kendisine kâfi gelecek kadar elde etmiş bile olsa her vakit
çoğu aza tercih eder.40 Homo economicus’un tercihleri arasında geçişkenlik olarak da
34
Sickert, C.R., “Homo Economicus”, entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics,
Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren, Edward Elgar Publishing, Pontificia Universidad Católica de
Chile FACEA, Escuela de Administración, May 2009, s. 1,3.
35
Ben - Ner, A. and Putterman, L., “Homo Economicus Meets “The Moral Animal”: On Some
Implications
of
Evolutionary
Psychology”,
s.1.
http://www.econ.brown.edu/fac/louis_putterman/working/pdfs/wrirev98.pdf
36
Mill, J.S., Principles of Political Economy, Abridged, with Critical, Bibliographical, and Explanatory
Notes, and a Sketch of the History of Political Economy, By J. Laurence Laughlin, Ph. D. Assistant
Professor of Political Economy in Harvard University, 1885, The Project Gutenberg EBook, Release
Date: September 27, 2009 [Ebook 30107], s.134.
37
Özkazanç Ö., Berberoğlu C. N., v.d., İktisat Teorisi, Editörler: Kemal Yıldırım, Mustafa Özer,
Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2003, s.21.
38
Reny, J.P., Jehle, G.A., Advanced Microeconomic Theory, Second ed., Addison Wesley,2000, s.6.
39
Gökdere, A., İçöz C. v.d., İktisadın İlkeleri, Alkım Yayınevi, Ankara, 1996, s.12.
40
Özkazanç, Berberoğlu, vd. , a.g.e., s.21-22.
9
adlandırılan tutarlılık aksiyomuna göre söz konusu tercihlerin birbiriyle çelişmediği
varsayılır. İkili karşılaştırmalar birbirine tutarlı olarak bağlantılıdır.
41
Bencil homo
economicus yalnızca kendi çıkarı peşinde koşar. Üretici iktisadi insan kendi karının
maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan kendi faydasının/tatminin maksimizasyonu
için çabalamaktadır.42 Rasyonellik homo economicus için bir davranış ilkesidir. Tabii
Kanun felsefesinin iktisadi liberalizmde akılcı yöntem katkısına göre akıl, tüm fiziksel
ve sosyal bilimlerde eksiksiz ve yanılmaz bilgi edinimi sağlayabilir. Salt akılcılığa göre
insan aklı, deneyden ve denemeden evvel gelen tüm gerçeklerin kaynağıdır.
43
Geleneksel iktisadın temel aksiyomlarından biri olan akılcılık ya da rasyonellik,
insanların tercihlerinde “kendilerine yararlı olanı” seçtiklerini ifade eder. Tercih
yaparken öncelikle tam bilgiye sahip olduğu varsayılan bireyin, hafızasının her şeyi
hatırladığı da varsayılarak ve gelecek olayları doğru ve noksansız tahmin ettiği de
varsayılarak, bütünüyle irade sahibi olarak “gerçekleşenden ziyade arzulanan” bir
rasyonellik niteliği ortaya konmuştur.44
Ancak genellikle insanların eksik bilgi ile tercih yaptıkları, unutkan oldukları ve
hafızalarının seçici olduğu, sıklıkla hisleriyle karar verdikleri ve hata yaptıkları ve irade
problemi yaşadıkları, ayrıca öfke, gurur, korku, arkadaşlık gibi duyguların
yönlendiriminde karar aldıkları gözlemlenmiştir. Hatta bazı duyguların yönlendirimi
altında kendine faydalı olanın tersi tercih edilebilmektedir. Bununla birlikte insanın
birbiriyle tutarsız, ara sıra birbiriyle çatışabilen tercihleri olabilmektedir.45
Hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışı iktisat teorisinin
zihniyet esaslarıdır. Neoklasik iktisatçı için bir faaliyet ancak piyasada birilerine fayda
yaratıyorsa önem ifade eder. Neoklasik iktisat teorisi gelişmeyi piyasadaki faaliyetin
yükselmesi, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın artması olarak kavramaktadır. GSYİH elde
edilen tatminlerin toplamından ibarettir. Buna göre, bir annenin kendi çocuğuna
bakması faaliyeti, işgücünden bir kişi eksileceği ve yaptığı iş piyasada mevcut olmayan
41
Reny, Jehle, a.g.e., s.6
Gökdere, A., İçöz, C., vd, a.g.e., s.15-16.
43
Kazgan, a.g.e., s. 41,55.
44
Demir, a.g.e., s. 63-64.
45
Demir, a.g.e., s. 64-65, 90-91, 102,104,105.
42
10
bir iktisadi hizmet olarak kabul edildiği için GSYİH’yi düşürmektedir.
46
Bu zihniyet
esasının çelişkilerinden birini bu örnekte görmek mümkündür. Çelişkiler ile ilgili
gerekli açıklamalar çalışmada yapılmıştır.
İktisatçıların iktisadın ne olduğu konusundaki görüşleri de çeşitlidir. “Sonsuz
insan ihtiyaçlarının var olan kıt kaynaklarla karşılanmasını inceleyen bilim dalı” tanımı
genel olarak kabul görmüş bir tanımdır. Kaynaklar sınırlı iken, “dünya hayatı bir
mücadeledir” ve “güçlü olan hayatta kalır” zihniyet esaslarına bağlı olarak bireylerin
kendi çıkarlarının peşinden koşmaları, bu çıkarları maksimumlaştırma gayretinde
olmaları söz konusudur. Bununla birlikte “kendinden başka kimseye karşı sorumlu
olmayacak kadar özgür bireyin tatmini” bir amaç olarak öngörüldüğü için, bu bireylerin,
çoğu aza tercih etmeleri ve rasyonel-akılcı olmaları yerleşik bir varsayımdır. İktisadi
sahada bireysel tatmin için insanın en az zahmet ile maddi olarak maksimum netice
alma gayesiyle davrandığı varsayılır.
Gazâlî, “üç vadi dolusu altını iki vadi dolusu altına” tercih edebilecek kadar
“insanda garip bir şey” gözlemlemiştir. O’na göre bunun biri herkesçe kolayca
anlaşılabilen, diğeri ise ince, gizli ve güç anlaşılır nitelikte olan iki sebebi vardır. İkinci
olanı insanın ruhundaki gizli bir özellikten kaynak bulmaktadır.
47
Çalışmanın “İslami
İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi” bölümünde bu hususa yer
verilmiştir.
Geleneksel iktisadi zihniyetin insana bakış açısı Ortadoğu dinlerininkinden çok
farklıdır. Semavi dinlerin hayatı ve insanı tüm yönleriyle bir bütün olarak ele almasının
aksine, Geleneksel iktisadi zihniyete göre insan, dini, ahlaki ve hukuki yönleri ele
alınmadan, yalnızca iktisadi yönüyle “atomistik-ekonomik ajan” olarak incelenip
değerlendirilmektedir.48
Geleneksel zihniyete göre iktisadi anlamda başarı “katı
biçimde” para kazanmaktır. Yaşamın nihai hedefi servet elde etmedir. Bir başka deyişle,
tek hedef maksimum seviyede “iktisadi kazanç” ve tek motivasyon aracı “para
46
Clark, C.M.A., “Catholic Social Thought and Economic Theory: Some Preliminary Reflections”, Paper
to be presented at the Second Catholic Social Thought and Management Conference, Antwerp,
Belgium, July 27-29,1997, First Draft, July 1997, s. 10-12.
47
Orman, S. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2007, s. 127-128.
48
Eskicioğlu, O., İslam ve Ekonomi, ISBN: 975-6824-02-6, Ekim 1999,s.14.
http://www.enfal.de/islamekonomi.pdf
11
duygusu” olduğunda fayda azamiyesi sağlanabilir. 49 Geleneksel iktisadi zihniyet genel
bir esas olarak “ihtiyacı karşılayan her şey faydalı” olduğunu iddia etmektedir.
Kullanımı dinen veya ahlaken doğru olmayan bir şeyin, iktisadi fayda içerebileceği
esasına göre esrarkeş biri için afyon kullanmak, ihtiyacını tatmin edeceği için
faydalıdır.50 Ancak “fayda”nın ne olduğunu ve neyin fayda içerdiğini din
belirlemektedir. Ortadoğu dinlerinde fayda ve maslahatlar Yaratıcı’nın hikmetleri
açısından ele alınmaktadır.
Yuengert, şüphesiz olarak Hz. Havva’nın elma tercihinin O’nun fayda
fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip olmadığını ve onu arzulamasının bir tuzak
ve bir aldatma olduğunu ifade etmiştir.51 Braima’ya göre, evvelde insanın test edilişi,
her birinin hem fayda hem de zarar (disutility) içerdiği iki tüketim örüntüsünden
oluşmuştur. İlk örüntü Allah tarafından kurallarıyla belirlenmiştir ve içerdiği fayda,
lezzete ilave olarak Cennet’te daimi bir ikamettir. Diğer örüntü, İblis (insanın bariz
düşmanı) tarafından öne sürülmüş ve fayda gibi görünen hayatta ve saltanatta ebediyet
getirdiği iddiası taşıyan yeni bir tüketim türünün keşfidir. 52 Çalışmada üç Semavi dinin
“fayda” meselesine yaklaşımından bahsedilmiştir.
Yahudilik inancına göre yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan sahip
olduklarının vekili ve muhafızı olarak ancak bunlara nezaret eder.53 Kutsal Kitap
öğretisine göre, insan yaratılmıştır. Ve insanın yaratılışının bir gayesi vardır. 54 İslam’da
Tevhit anlayışına göre kâinat Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır. Allah, her
şeyi bir maksat ile yaratmış, bu maksat insanın bir parçasını oluşturduğu kâinatın var
49
Kahf, M., “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, Çev. Hüner Şencan, İslam
İktisadı Araştırmaları I, Dergâh Yayınları, Çağdaş İslam Düşüncesi, Birinci Baskı: Temmuz 1988, s.39.
50
Eskicioğlu, O., İslam ve Ekonomi, s.14.
51
Yuengert, A.M., “Elements of a Christian Critique of Consumer Theory”, Faith&Economics,Number
54, Fall 2009, s. 35.
52
Braima, M. E., “A Qur’anic Model for a Universal Economic Theory”, JKAU: Islamic Econ., Vol. 3,
(1411 A.H./1991 A.D.), s. 5.
53
Goldstein, S.E., “ Judaism and the Industrial Crisis”, Annals of the American Academy of Political and
Social Science, 1 September 1922, s.88. https://archive.org/details/jstor-1014958
54
Mackay, a.g.e., s.79.
12
oluşuna mana ve değer vermektedir.55 Yeryüzünde insanın halifelik görevi vardır.
Kullanıma verilen kaynaklar birer sorumluluktur.56
Musevilik’te hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına uymaktır. Tanrı’dan ayrı
olarak dünyevi mutluluk kabul edilmemekte, dünyevi mülkü elde etme amacıyla elde
etmeye gayret göstermek budalalık olarak nitelendirilmektedir. Tanrı’nın isteğini yerine
getirmek için sahip olunan mülkler bu hedef için araç olarak kullanılmalıdır.57 Materyal
mallar yalnızca, Hıristiyan teolojisine göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde
yaşam için kullanıldığında yararlıdır. Maddeler ihtiyaçları karşılamak ve Allah’a
şükretmek içindir. Materyal mallar mutlak amaç olursa saplantı haline gelmiş olur.
İnsanlar birbirlerine mülkiyet transfer etsinler diye yaratılmamışlardır; yaratılış bir
armağandır ve ancak bir bağ iledir.58 İslam iktisadı insanı kâmil bir varlık derecesine
yükseltirken maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetir. Ancak
materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia
etmişlerdir Bireyin yaşamının ihtiraslarına bağlı olmaması ve bunların uşağı olmaması
gerekmektedir.59 Samimi Müslümanlar için, insanın hedefi Allah’a hizmet etmektir.
Materyal malların elde ediniminin amaç değil araç olduğu unutulmamalıdır.60
İktisat Teorisinin bakış açısının insanın varoluş biçimini şekillendirdiği
söylenmektedir.61 Bu çalışmanın bütünlüğünün içerdiği manaya bakıldığında bu görüşe
katılınmadığı ortaya çıkacaktır. Çünkü insanın varoluşa bakış açısı tercihlerini ve
davranışlarını
belirlemekte;
böylelikle
iktisadi
davranış
ve
faaliyetler
de
55
Chapra, M.U., Islam and Economic Development,The International Institute of Islamic Thought and
Islamic Research Institute,Islamization of Knowledge-14,Islamic Resarch Institute Press, Pakistan, 1993,
s. 5.
56
Mannan, M.A., “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, Ekonomislam, The
Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islamda-sermaye-teorisi-vefaizsiz-bir-ekonomi-olanagi/ (islam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
57
Sombart, W., Kapitalizm ve Yahudiler, Çev. Sabri Gürses, İleri Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2005,
s.169,198.
58
Yuengert, a.g.m., s. 32-36.
Cemal, M.A., İslam İktisadının Üstünlüğü, Hilal Yayınları: 76, Mütercim: Ali Rıza Temel, İstanbul,
1971, s. 16.
59
60
Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, World Economics, Vol.9, No.1, January-March 2008,
s. 180. http://www.relooney.info/00_New_2168.pdf
61
İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İletişim Yayınları 1685, Araştırmaİnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011, s.9.
13
belirlenmektedir. Bu davranış ve faaliyetlerin biçimi dünya görüşünü yansıtmaktadır.
Bir teori insanın varoluş biçimini şekillendiremez. Teoriler insanların kabulleri,
inançları ve dünya görüşüne bağımlıdır. Bu söylemin bu şekilde ifade edilmesinin
sebebi çalışmanın Sonuç bölümünde açıklanmıştır.
İktisat biliminin evrenselliği, teorisinin, gerçeklere daha iyi açıklık getiren bir
yenisi bulunmadıkça kabul görmesine bağlıdır. Bir teori, gerçekleri yansıtan
varsayımları ve içsel bütünlüğünde tutarsızlık olmayan yapısı ile, zaman ve mekandan
bağımsız olduğu için, evrensel sayılabilir.62 Geleneksel iktisat teorisi düşünürlerine
göre, uygulanan yöntemin inanç sistemlerinden bağımsız olması doğa bilimleri gibi
evrensel geçerliliği olmasına ön koşul olarak benimsenmiştir. Hâlbuki bir teorinin inanç
sistemlerinden bağımsız olması, onun evrensel olarak geçerli olduğunu göstermez.
İnanç sistemi evrensel ilkelerden oluşuyorsa, teorinin bu sisteme bağlılığı derecesinde
evrenselliğinden söz etmek pekâlâ mümkündür. Bununla birlikte, bir insanı ya da insan
topluluğunu, benimsediği inanç sisteminden ayrıştırmak olanaksız olduğu için, iktisadi
davranışlarını açıklayacak teoriyi de söz konusu topluluğun inanç sisteminden bağımsız
olarak oluşturmak son derece anlamsız olacaktır. Deneylerle inanç sistemi test
edilemeyeceği için, Geleneksel İktisadın zihniyet esaslarına göre, iktisadi insan, yani
homo economicus, inanç sisteminden arındırılmış bir pozitivist olarak, çıkar
azamileştiricisi ve aynı zamanda duyguları ve somut tercihleri matematiksel olarak
ifade edilebilecek derecede hiperrasyonel (ve zamanla evrim geçirerek şuur
kazanabilmiş, sosyalliği öğrenebilmiş bir hayvan türü) ve davranışları test edilebilir bir
varlık olarak varsayılmıştır denilebilir. Bu varsayım, belirli bir zihniyet esasına bağlı
olarak bencil bir rasyonellik ve “Batı zihniyetine bağımlı sorunlu gelişmişlik” için ilk
adım gibi görünmektedir.
Eski Yunan ve Eski Roma’da “kendilerinden olmayanlara barbar denmesi” gibi
Batı zihniyeti kendisine dâhil olmayanlar için az gelişmiş ifadesini kullanmaktadır.
Kalkınma ile ilerlemek isteyen “az gelişmiş” ülkelerde “ihtiyaçlar sun’î olarak
artırılmakta” ancak üretim kapasiteleri bu artışa yetmemektedir. Sanayileşerek dünya
hâkimiyetini sağlamış olan Batı, sömürgeleştirme aktivitelerini medenileştirme olarak
62
Kazgan, a.g.e., s.399.
14
değerlendirmektedir.63 Ancak “gelişmekte olan ülkeler” kadar zengin kapitalist ve
sosyalist ülkeler de, seküler Aydınlanma dünya görüşüne dayalı stratejiler marifetindeki
verimlilik ve hakkaniyet hedeflerini eş zamanlı olarak kavramakta kabiliyet
gösterememişlerdir.64 Şunu da belirtmek gerekir ki, Müslüman ülkelerin baskın
ideolojisi İslam değil, feodalite, kapitalizm ve sosyalizm karmasından oluşmuş bir
sekülarizm halindedir. İslami iktisadi sistem Müslüman Dünyasının her hangi bir
kısmında hüküm sürmemektedir. Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hâkim
sistemlerin seküler perspektiflerinin geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.65
Geleneksel iktisat literatürüne çıkarılan her yeni doktrin, farklı felsefeden
kaynak bulmuş gibi gözükmesine karşılık hepsi aynı zihniyetten doğmaktadır. Atılgan,
servet edinmiş olanlar ile yalnızca emek sahibi olanlar arasındaki rekabeti görebilmek
için insanın adının Karl Marx olmasının gerekmediğini ifade etmiştir.66.Ancak sosyal
Darwinizm ya da dialektiğe dayanan kapitalist ve sosyalist dünya görüşleri insana
gereken değeri vermemektedir. Bu sistemler insan kardeşliğine, sosyo-ekonomik
adalete önem vermemektedir. Yalnızca “güçlü olanın hayatta kalması”, “sınıf
mücadelesi”, “maksimum tatmin”, “hayatın materyal koşulları” konularında abartılmış
vurguları vardır. İnsanı toplumun menfaati için çalışmasına gayret ettirecek bir düşünce
yapıları ve sistemleri yoktur.67 Kâinatı, Euclide esaslarına göre şifreleyen, Yaratıcı ve
insan arasındaki ilişkiyi “hiyerarşik” boyuttan “yatay”a indirgeyen kabulde, Eski
Yunan düşüncesinin materyalist realite algısı ve matematiksel indirgemeci nedensellik
baskındır.68
İnsan dünyaya maksimum haz elde etmeye gelmemiştir. İnsan bir makine ya da,
bir hayvanın doğal seleksiyon sonucu hayatta kalan ve birdenbire şuur kazanan bir türü
olmadığı için, tercih yaparken Ahirette göreceği karşılığı da unutmamalıdır. Çalışmada,
63
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 160,162.
64
Chapra, M., U., “Islam and the Economic Challenge”, The Islamic Foundation and The International
Institute of Islamic Thought, Islam and the Economic Challenge (Islamic Economics Series; No.17) I.
Title 11. Series' 330.12., s. 199.
65
Chapra, a.g.m.,, s. 9.
Atılgan, A., İslam’ın Ekonomik Politikaları, Akademik Araştırmalar Serisi-2, İstanbul, Eylül 1996,
s.14
67
Chapra, M.U., “Islam and the Economic Challenge”, s. 200.
68
Arslan, M., “İktisadi Okulların Felsefi Kökenleri ve Çoğulculuk”, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, Der.
Ozan İşler-Feridun Yılmaz, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 63-64,66.
66
15
aldatıcı ve geçici dünyevi yani fânî faydalar (ve /veya zararlar) getiren seçeneklerin
tercihi -eğer Semavi dinler dairesinde uygun kabul edilmiyorsa-rasyonel bir davranış
olmadığına dair açıklama yapılmıştır. Üç dine göre insan, (iktisadi) tercih yaparken
dünyevi menfaati ile, tercihinin Ahiret’teki karşılığı arasındaki fırsat maliyetlerini
inceler. Bu nedenle iktisadi boyutta insanın rasyonelliği bu perspektif ile
değerlendirilmelidir.
Çalışmada, Ortadoğu dinlerinin- Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam- “iktisadi
insan” görüşü incelenmiş ve Geleneksel iktisat teorisinin kabul ettiği homo economicus
aksiyomlarının-tam bilgiye sahip olma, seçicilik (ve optimize edicilik), tercihlerde
tutarlılık, tatminsizlik ya da doyumsuzluk, bencillik ve rasyonellik- yanlışlığını ve
geçersizliğini ortaya koyan iktisadi öğretilerinin temelleri topluca açıklanmaya gayret
edilmiştir. Homo economicus varsayımının kendi içindeki çelişkili ifadelerine dayalı
eleştirel analiz Geleneksel İktisat Teorisi çerçevesinde topluca yapılmış, ayrıca
Ortadoğu dinlerine göre hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak gerçekleştirilmiştir. Üç
Semavi dinin “insan-ı kâmil” için vurguladıkları özellikler içinde iktisadi davranışlar ile
ilgili olan bölümler analiz edilmiştir. Geleneksel iktisadi zihniyetin tarif ettiği homo
economicus karakteristikleri sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam perspektifiyle
analiz edilmiştir. İslam dininin son din olması itibariyle, İslami iktisadi doktrine göre
insan, diğer dinler açısından yapılan analize göreli olarak daha ayrıntılı ele alınmıştır.
Homo economicus’un literatürde sayılan aksiyomlarının-özellikle “doyumsuzlukaçgözlülük” ve “kendi menfaatinin azamiyesi peşinde olma-bencillik” meselelerinin- üç
Semavi dinin öğretileri ile ve dayandıkları esaslar ile ters düştüğü, üç Semavi dinin
“insan-ı kâmilin iktisadi motivasyonu ve davranışları” üzerine öğütlediklerinin
aktarılmasına gayret gösterilmiştir. Analizde Kutsal Kitaplardaki ayetlerden, dinsel
iktisadi düşünce literatüründen, tefsirlerden ve Hadislerden yararlanılmıştır.
16
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin Zihniyet Esaslarının Tarihsel Sürecine Toplu
Bakış
1.1. Eski Yunan ve Eski Roma Medeniyetleri Hâkimiyetinde Gelişen Düşünce
Akımları
1.1.1. İyonya, Girit, Helenistik dönem ve Eski Yunan Medeniyetinin
İktisadi Zihniyete Etkisi
İlk çağlarda Ege Bölgesi, yüksek dağlar ile çevrili olması nedeniyle bölünmüş
topluluklardan oluşan, topraklarının %20’ sinin ekilebilir olduğu ve üretimleriyle
ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan küçük siteler halinde olmuştur.69 MÖ 2000’den
itibaren Tuna bölgelerinden gelen göçmenler Ege kıyılarına ulaşmışlar ve Akhalar adını
almışlardır. Göç hareketleri sonucu diğer Yunanlılar, İyonyalılar ve Aiolisliler Akhalara
katılmış ve Miken dünyası böylece oluşmuştur. MÖ 2000’den sonra Egenin en parlak
merkezi Girit olmuştur. MÖ 17.yy ile 14.yy arasında Girit’te şehir krallıkları kurulmuş,
denizcilikte ustalaşmış olan Giritliler Doğu ülkeleriyle ticaret ilişkileri geliştirmişlerdir.
MÖ 13.yyda Yunanlılar, kendilerine yabancı bir çevre olan Anadolu kıyılarına gelerek
ilk siteleri kurmuşlardır. Polis adı verilen siteler daha sonra adalarda ve Yunan
anakarasında yaygınlaşmıştır. Bu yeni siyasal oluşum 15 yüzyıl boyunca devam etmiş,
Atina adı hem siteyi hem de Akropolisin etrafındaki kentleri ifade etmiştir. Yunan
siteleri Hellenizmi Akdeniz’in büyük kısmına yaymıştır. MÖ 13-12. yüzyılları arasında
Dor istilalarıyla gerileme dönemine giren Yunan uygarlığında Doğu ile Egeyi birleştiren
ticari ilişkiler kesilmiş, Yunanlıların “kendine özgü niteliklerinin” teşekkülünü yaşayan
bir zamana geçilmiştir.70
Eski Yunan âlemi, özerk site devletleri halinde Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde,
“Anadolu kıyısından Marmara ve Karadeniz’e taşmış”, Yunanistan yarımadası, Sicilya
ve Kıbrıs adalarına gelmiş ve İtalya’nın güneyine koloniler olarak yerleşmiştir. Bu
bölgelerde karşılıklı birliklerle birlikte iç savaşlar yaşanmış, ekonomik yaşamın
69
70
Zeytinoğlu, E., İktisat Tarihi, Süryay Sürekli Yayınlar, İstanbul-1993, s. 32-33.
Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.48-50.
17
gelişmesiyle deniz ticareti önem kazanmıştır. Böylelikle siteler arası ekonomik,
toplumsal ve manevi ilişkiler hareketlenmiştir.71
Topraklarının az bir bölümünün ekilebilir olması sebebiyle Ege bölgesi sakinleri
diğer ülkelerle zorunlu ve sürekli olarak ilişki içinde olmuşlar,
“deniz ticareti”,
“sömürgecilik” ve “ulaşım” faaliyetleriyle meşgul olmuşlardır. Gemiciler ve tüccarlar
büyük servet sahibi olmuştur. İsparta sitesi hariç, Yunanlılar iktisadi faaliyeti
medeniyetlerinin sürekliliği için tek yol olarak görmüştür. İsparta sitesi ise askeri
üstünlüğü daha fazla önemsemiştir.72
M.Ö. 6.yüzyılda, çeşitli medeniyetlerin kesişme noktasında olan Batı Anadolu
sahillerindeki İyonya’da, adalar ve küçük körfezler ülkesi olması sebebiyle, farklı
siyasal sistemler oluşmuştur. İyonya’da kâinatın bir iç düzene sahip olması sebebiyle
bilinemez olmadığına dair düşünceler ortaya çıkmıştır. 73
Büyük İskender’in hâkimiyeti altında, imparatorluk içinde medeniyetlerin
kaynaşması sağlanmıştır. Büyük İskender’den sonra imparatorluk, Selefki, Lagos ve
Antigonos Hanedanlarını kuran komutanlar arasında paylaşılmıştır. Ancak, etkinlik
merkezleri Doğuya kaydığı ve büyük deniz yolları Korinthos’tan ya da Atina’dan atık
geçemediği için, sitelerde siyasal hâkimiyet ve iktisadi faaliyetler zayıflamıştır. Bu
krallıklarda halk, vergi ve angaryaya bağlı köylü kesiminden oluşmuştur. Selefkiler
siteler ağı desteğiyle göreli olarak daha başarılı olmuşlardır. Bazılarında yüz binlerce
insanın yaşadığı, geniş yolları, kanalizasyon şebekeleri, büyük su kanallarıyla büyük
metropoller oluşmuştur. Selefki krallığı, Batıda MÖ 300’de Antiokheia (Antakya),
Doğuda 312’de Seleukeia olmak üzere iki büyük kent kurmuştur. Attaloslar içinde
çeşitli yapıların ve İskenderiye Kitaplığı ile kıyaslanabilecek 200.000 cilte sahip
kitaplığın olduğu başkentleri Pergamon’u (Bergama) kurmuşlardır.74
Ortadoğu’nun Fenike alfabesi Grek diline uygulanarak ve okuma-yazma
yaygınlaşmıştır. Zamanla Grek medeniyetinin siyasal ve toplumsal yapısı, daha eski
Ortadoğu medeniyetlerinin kalıpları içine girerken, Grek kültürünün belirgin özellikleri
71
Yalçın, a.g.e., s.34.
Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, s. 32-33.
73
Sander, O. Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, İmge Kitabevi Yayınları, 11. Baskı, Şubat 2003, s.38.
74
Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.53.
72
18
gevşemiş ve Doğu’nun düşünce ve davranışlarını içermiştir. Bu döneme “Helenistik
dönem” adı verilmiştir. Makedonyalı Büyük İskender’in fetihleriyle sürekli genişleyen
“Helen” dünyası ile Greklerde, şehir devletlerinden çok geniş bir “kozmopolis”in bilinci
oluşmuştur. İskender’in kurmuş olduğu imparatorluk kısa bir süre içinde dağılmış
olmasına rağmen, küreselleşmeye başlayan dünyanın ilk habercisi olmuştur.75
M.Ö. 1000-700 yılları arasındaki dönemde, aristokrasi ortaya çıkmış, şehir
devletleri kurulmuş ve aristokrasi kralları devirerek siyasi iktidarı eline geçirmiştir. Bu
dönemin ilk yüzyıllarında toprak üzerinde mülkiyet kolektiftir. Daha sonraları özel
mülkiyetin ortaya çıkmasıyla beraber toprak, miras yoluyla bölünerek küçülmüş;
bununla birlikte evlenme, satın alma, borçlanma gibi sebeplerle toplanarak özel mülk
olarak gelişme göstermiştir. Hava koşullarına bağlı olarak bazı yıllarda kötü ürün
alınması ve salgın hastalıklar ve savaş nedenleriyle bazı kesimlerin toprak payı artmış,
ancak, halkın büyük oranı fakirleşmiştir. Bu durum, ekonomik koşulları kötüleşen
kesimin bağımsızlıklarını koruma imkânlarının da azalmasıyla beraber, büyük toprak
sahiplerinin korumalarına sığınmalarına yol açmıştır.76
Toprakların büyük bir kısmının aristokratların elinde olması ile toprak
dağılımındaki adaletsizlik sıkıntı yaratmıştır. Böylelikle Yunanlılar yeni kıyılarda
toprak aramaya başlamışlardır.750’ye doğru Napoli’nin kuzeybatısında, Cumae’de ilk
kolonilerini oluşturmuşlardır. Güney İtalya ve Sicilya kıyılarında da koloniler
kurulmasıyla birlikte Büyük Yunan dünyası oluşmuştur. Pers istilasıyla mücadele eden
Yunan siteleri üç yüzyıl boyunca Büyük Yunan dünyasının hâkimiyeti için
savaşmışlardır.77
Şehir devletlerinin ortaya çıkmasıyla, iktisadi, siyasi ve toplumsal vazifelerde
çeşitlilik ve zorluklar meydana gelmiştir. Krala yardımcılar alma zorunluluğu ortaya
çıkmıştır. Böylece, siyasi iktidar aristokrasinin eline geçmiştir. Hem siyasi hem iktisadi
güç sahibi aristokrasi ve topraksız ya da az toprak sahibi yoksullar olmak üzere toplum
sınıflaşmış ve ikiye ayrılmıştır. Önceleri, tarım ve hayvancılık iktisadi faaliyetlerin
büyük oranına sahipken, ticaretin payı yok denecek kadar az olmuştur. Ancak, zamanla
iş bölümü artmış ve çeşitli zanaatlar ortaya çıkmıştır. Böylece, iç ve dış ticaret
75
Sander, a.g.e.,s. 38,41,42.
Selik, s.9-10.
77
Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.50-51.
76
19
gelişmiştir. Deniz taşımacılığındaki gelişmelerin neticesinde, Akdeniz’de daha önceleri
Fenikelilerin tekelini aldığı ekonomik üstünlük Yunanlılara geçmiştir.78 Yunan
dünyasındaki şehirleşmenin hızlanması insan ilişkilerine yeni düzenlemeler getirmiştir.
Yeni ticari ve iktisadi ilişkiler yeni ihtiyaçları beraberinde getirmiştir.79
Paranın kullanılmaya başlanmasıyla; ticaret hız kazanmış, pazarlar çoğalmış ve
Yunanlılarda endüstri üretimi artmıştır. Önceleri sadece iç talebi karşılamaya çalışan
küçük işyerleri zamanla büyük sanayi kuruluşları haline gelmiştir. Ancak, ihtiyaç
duyulan işgücü, ülke içinden sağlanamamış, dışarıdan köle getirerek bu emek ihtiyacı
kolay ve ucuz yoldan karşılanmıştır. Para ekonomisi ve köleliğin işgücüne katılımı 7.
yüzyıldaki en önemli gelişmelerden biri olmuştur. Paranın üretim için daha geniş çapta
piyasa için yapılmasıyla beraber, önceleri kapalı aile ekonomisinin yerini artık açık para
ekonomisi almıştır.80
İşletilen toprağın kirasını ödemek zorunda olanlar, geçim ve üretim için gerekli
parayı elde edememeleri durumunda yüksek faizle borçlanmışlardır. Bu durum küçük
üretici ile büyük toprak sahibi aristokrasi arasında yer alan bir burjuva sınıfı ortaya
çıkartmıştır. 7. yüzyılda, Atina halkı, köleler dışında, büyük toprak sahibi aristokrasi,
Atina’da oturan tüccar ve sanayiciler ve küçük toprak sahibi köylülerden oluşmak üzere
üç sınıfa ayrılmıştır. Burjuva sınıfı, denetimleri altındaki gemici, küçük esnaf, zanaatkâr
ve işçi sınıflarından oluşan bir kitleyle köylülerin de desteğini alarak aristokrasiye karşı
bir cephe oluşturmuşlardır. Böylelikle, aristokrasi ile şehirli yeni zenginler arasında bir
iktidar çatışması başlamıştır.81
Aristokratların, kendilerine karşı yoksul halkı arkasına alacak bir tiran çıkmasına
karşı duydukları korku, onları köylülerle uzlaşmaya ve bazı reformların yapılmasına
razı olmaya itmiştir. Bunun için, görevlendirdikleri Drakon, aristokratların can ve mal
güvenliklerini sağlamlaştırmakla sınırlı bazı yasalar çıkartmıştır. Daha sonraları, reform
için Solon görevlendirilmiştir. Solon, borç altındaki köylünün durumu için
düzenlemeler yapmış, borca karşılık olarak insanların rehin gösterilmesi yönteminin
ortadan kalkmasını sağlamıştır. Yeni bir anayasa yapan Solon, halkı soylarının asaletine
78
Selik, a.g.e. s.10-11.
Yalçın, a.g.e., s.30.
80
Selik, a.g.e., s.12-13-14.
81
Selik, a.g.e. s.14-15.
79
20
göre değil, ancak, varlıklarına ve gelirlerine göre dört sınıfa ayırmıştır. Siyasal haklar ve
askerlik vazifeleri bu sınıflamaya bağlanmıştır. Solon’dan sonra görev alan
Peisistratos’un tiranlık dönemi sonraki kuşaklar tarafından “köylünün altın devri olarak”
görülmüştür. Peisistratos, Atina ticaretinin gelişmesini sağlamış ve onun iktidarı
sürecinde Atina dönemin en büyük sanayi merkezlerinden biri olmuştur. M.Ö. 508-507
yıllarında, Kleistenes halka daha ileri haklar tanıyan reformlar yaparak, demokrasiye
daha yakın olunmasını sağlamıştır.82
5. yüzyıl, Atina ve Yunan iktisadi tarihinin en parlak dönemi olmuştur. Ancak,
kazanılan zaferlerle birlikte birçok ülkeyi kendi yönetimine alarak birleştirme gayesiyle
gelen egemenlik hırsı sonucu zenginlik kaynakları tükenmiştir. Bu dönemde başlayıp, 4.
yüzyıla kadar devam eden birçok iç ve dış savaş nedeniyle ekonomi sarsılmış, siyasi
huzursuzluklar ortaya çıkmış ve M.Ö. 338’de Makedonya Krallığı’nın hegemonyası
altında Yunanistan’ın bağımsızlığı sona ermiştir.83
MÖ 4.yüzyıl Eski Yunan için bunalım devri olmuştur. Köylüler ile zenginler
arasında iç savaşlar, Sparta ile Atina arasında çatışma ve Thebai’nin Eski Yunan’a
egemenlik iddiası bunalımı pekiştirmiştir.336-323 arası Büyük İskender’den sonra
Yunan Dünyası İndus’a kadar yayılmış ve Eski Yunan’ın siyasi rolü son bulmuştur.84
Eski Yunan uygarlığında nüfus ve dolayısıyla ihtiyaçların sınırlı olması
nedeniyle, ekonomi ayrı bir bilim dalı olarak görülmemiş, iktisadi faaliyetler adi
aktivitelerden sayılmıştır. Devletle ilgili konular ekonomiden daha fazla ilgi görmüştür.
Devletin bireyden üstün tutulması, toprak dağıtımında da olmak üzere eşitlik fikri
üzerinde durulması, servetin hor görülmesi ve toprakların verimsizliği ile maliyetlerin
yüksek olması dolayısıyla statik bir nüfus görüşünün hâkim olması nedenleriyle felsefe
üstün tutulmuş ve iktisadi düşüncenin gelişimini engellemiştir.85
Eski Yunan iktisadi doktrinlerinde en etkili olanlar Eflatun, Aristo, Stoacılar ve
Epikürcülerdir. Eflatun ve Aristo’nun iktisadi aktiviteleri ve işlevleri inceleme
metotları, ağırlıklı olarak, gelişmekte olan bir aristokrasinin davranışı ve tarıma önem
veren görüşlerini yansıtır. Stoacıların ve Epikürcülerin ise, kamusal hayattan uzak
82
Selik, a.g.e., s.16-20.
Selik, a.g.e. s.20-21.
84
Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, s.52.
85
Özgüven, A., İktisadi Düşünceler-Doktrinler ve Teoriler , Filiz Kitabevi, İstanbul, 1992, s.11.
83
21
durmayı tavsiye eden bir bireyci tutumları vardır. Eski Roma ve sonraları Rönesans
dönemlerinde entelektüel düşünce üzerinde etkileri olmuştur. 86
Ekonomideki sarsılmalar ve siyasi huzursuzluklar, düşünürleri bu konularda
çareler aramaya sevk etmiştir. Eflatun –Platon, içinde yaşadığı Yunan toplumunun,
huzur ve mutluluktan uzak olması sebebiyle, bunlara ulaşabilecekleri bir düzen
hakkında düşünmüştür. Eflatun’a göre toplumun kuruluşu, çok çeşitli ihtiyaçların
olması ve bunların karşılanabilmesinin insanların topluluk halinde yaşayıp birlikte
gayret göstermelerinin imkanatına bağlıdır. Bu sebeple toplum işbölümüne dayalı
kurulmalıdır. Kendi eseri olan Devlet’te insanların yaradılıştan birbirine benzemediğini
ve farklı işlere yatkın olduklarını belirtmiştir. Her insanın yaradılışına en uygun işi
yapmasının kendisi ve başkaları için en uygun davranış olacağını söylemiş ve meslek
tercihinde toplumun söz hakkına sahip olması gerektiğini eklemiştir. Zenginliğin ve
yoksulluğun insanı olabileceğinden başka hale getiren, kötüleştiren durumlar olduğunu
söylemiş, birinin insanı “keyfe, tembelliğe, değişme arzusuna” yönelttiğini, öbürünün
insanı “küçülttüğünü, işini aksattığını” ilave etmiştir. Düzeni oluşturulmuş bir toplumda
zenginliğin ve fakirliğin bulunmaması gerektiğini, bunların mutlu ve huzurlu bir yaşamı
engellediğini, insan için “bilgeliğin, yiğitliğin, doğruluğun ve ölçülülüğün en büyük dört
erdem olduğunu” söylemiştir. Eflatun’a göre, bireysel ve toplumsal yaşam için sistemde
ölçülülük esastır. Ülke ile dış dünya ilişkileri minimum olmalı; ülke içinde üretimi
olmayan şeyler dışarıdan alınmalıdır. Üretim ithalatı ödemelerine kâfi gelecek kadar
fazla vermeli, zenginlik artmamalı; sadece yoksullaşma engellenmelidir. “Mal para ile,
para mal ile” değiştirilmeli, kredi verilmemelidir.87
Eflatun’un talebesi ve ilk eleştiricisi olan Aristoteles, (M.Ö. 384-322), eseri
Politika’da, iktisadi ve toplumsal sorunlarla ilgili düşünceleri ve doktrinleri anlatmıştır.
Nikomakhos’a Ahlak adlı eserinde ise ahlaki meselelere değinmiştir. Aristoteles’in
fikirleri Ortaçağ’da, Musevilik ve Hıristiyanlık’ın yanısıra, iktisadi düşünceye büyük
kaynak teşkil etmiştir. İnsanlar arasında fark olduğunu ileri süren Aristo’ya göre,
iktisadi faaliyet aileden başlar; bireysel ihtiyaçlar aile içinde karşılanır. Ev yönetimi
sanatı ya da en yönetimi bilimi-oikonomia- ile genel olarak ihtiyaçlar karşılanır. Ayrıca,
86
87
Selik, a.g.e.,,s.7-8.
Selik, a.g.e., s.21-23, 24 ,28.
22
doğal olan ve doğal olmayan diye ikiye ayırmış olduğu edinme-elde etme- sanatından
söz etmiştir. İnsan ihtiyaçları ve bunları karşılamak için gerekli servet için sınırsız
olmadıklarını, her bir sanatın araçlarının, sayı ve büyüklük bakımından daima sınırlı
olmasıyla açıklamıştır. Zenginliğin bir aile içinde veya devlette kullanılan araçların
sayısı olarak tanımlanabileceğini söylemiştir. İktisadi faaliyetlerde, en doğal
olmalarından dolayı tarım ve hayvancılığı en üstün kabul etmiştir. Daha sonra
zanaatların geldiğini, zanaatlardan sonra “kötü, katlanılması gereken bir fenalık” diye
tanımladığı ticaretin geldiğini ileri sürmüştür. Para ticaretini-faizciliği- en kötü olarak
kabul edip, Selik’in deyişiyle “yerin dibine batırmıştır”. Aşırı mal zenginliğine
düşkünlüğü kınamış, ancak; mülkiyet kurumunu yararlı görmüştür. Mülkiyetin belirli
bir manada ortak, genel kural olarak özel olması gerektiğini; çünkü insana “bir şeyin
kendisine ait olduğunu bilmesinin ona “çok büyük bir zevk”” verdiğini ifade etmiştir.
En tatlı zevkin insanın “dostlarına ikram ve hizmette bulunmak” olduğunu ve böyle bir
zevkin ancak özel mülkiyeti olan birinin tatmasının mümkün olduğunu söylemiştir.
Kişisel menfaati yoksa insanın gayretini esirgeyeceğini ya da eserinden kendisi kadar
çalışmayanların faydalanmasını istemeyeceğini; kişisel menfaat dürtüsü olmadan
insandan maksimum verim beklenemeyeceğini ve kişisel menfaatin ve buna bağlı
olarak özel mülkiyet isteğinin insanın kendini sevme hissinden ayrı düşünülemeyeceğini
söyleyerek mülkiyet hakkında üç ilke ileri sürmüştür. Ortak menfaatlere pek fazla
kimsenin ilgi göstermediğini her bireyin kendi menfaatini kolladığını ileri sürerek,
mülkiyet ortak olduğunda, her ferdin bir işi diğerinin yapmasını bekleyeceğini;
böylelikle, işin yapılmayacağını ya da eksik yapılmış olacağını, netice olarak herkesin
zarar göreceğini anlatmıştır. Aristo, Ahlak isimli eserinde “karşılıklılık ve adalet
prensipleri” üzerinde durarak değişim ile ilgili anlatım yapmıştır. Tüm malların “aynı
bir şeyle ölçülmeleri” gerektiğini ve bunun talep olduğunu söylemiştir. 88
Stoacılık ve Epikürcülük akımları, eski Yunan iktisadi doktrinlerini dolaylı
olarak etkilemişlerdir. Kyniklerin erdem öğretisi Stoacılıkta, Kyrene Okulu’nun haz
öğretisi Epikürcülükte gelişmiş olarak meydana gelmiştir. Kynikler, “erdem”i her
şeyden üstün ve değerli kabul etmiş; insanın bütün ihtiyaç ve eğilimlerden sıyrılıp
erdem sahibi olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu okulun kurucusu Antistenes,
88
Selik, a.g.e., s. 29-31, 32-34, 35, 36, 37.
23
insanların alçak gönüllü olmasını, onların sade ve “hatta iptidai” bir yaşamı tercih
etmelerini tavsiye etmiş, toplumsal sınıfların bir anlam teşkil etmediğini ifade etmiştir.
Kyrene Okulu, “hazcılık-hedonizm” diye tanınan, mutlu yaşamın minimum acı
maksimum haz duymak demek olduğunu ileri sürmüştür. Bu okula göre, hazzı elde
etmek için bir başka deyişle “erdemli, mutlu ve ahlaklı bir yaşam için”, bilgiye
ulaşmalıdır. İnsanın hezeyanlardan, korkulardan, batıl inançlardan bilgi sayesinde
kurtulabileceğini, “insanın en şiddetli hazları duymaya çalışması” gerektiğini iddia
etmişlerdir. Bu okulun kurucusu olan Aristippos, mutlu bir yaşamın, hazzı maksimum,
acısı minimum olan bir hayat olduğunu iddia etmiştir. Bu hazlara akıl ile hâkim olmak
gerektiğini, bunların insana hâkim olmasına izin vermemesi gerektiğini söylemiştir.
Bunun için insanın ihtiyaçlarını mümkün mertebede azaltmasını ve kanaatkâr olmaya
gayret etmesini tavsiye etmiştir.89
“Maksimum haz, minimum acı için tercih yaparken kanaatkâr olmak ve
mümkün mertebede ihtiyaçları azaltmak” kendi içinde son derece ironik biçimde çelişki
teşkil eden bir iddiadır. Çünkü azami mertebede haz almak için insan “çoğu aza tercih
etmeli”, asgari acı için insan- belirli bir mantık silsilesiyle- “yetinmelidir”. Maksimum
haz ve minimum acı için yapılan tercihlerle dolu bir yaşamda insanın karakteristiği
“acıları minimuma indirgemek için elindekiyle yetinme halinde iken doyumsuz biçimde
hazzının maksimizasyonu peşinde koşan” bir durumdadır. Bu hayat görüşü kendi içinde
çelişki teşkil eden bir iddiaya sahiptir. Ayrıca böyle bir karakteristik “kanaatkâr” yapı
ile ters düşmektedir. Bir başka deyişle maksimum haz almak amacında olan bir kimse
kanaatkâr değildir ya da ihtiyaçlarını asgariye indirme gayesi yoktur, olamaz. Homo
economicus bu görüşten türemiştir. Geleneksel İktisadi zihniyet ağırlıklı olarak insanı
bu açıdan ele almıştır.
M.Ö. 300 yıllarında başladığı kabul edilen90 Stoacılık akımının (Stoisyen
düşünce) kurucusu Kıbrıslı Zenon’a göre, dünyaya bağlı olmamak erdemli yaşamın
esasıdır. Ona göre tüm tutku ve hisler insanın aklının iyi işlemesini engellediği için
zararlıdır. İnsanın bağımsızlığa ve mutluluğa erişmesini sağlayan “duygusuzluk haline
89
Selik, a.ge., s.39-41.
Karagöz,H., “Stoisyen Düşüncenin Roma Hukukuna Etkisi”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Romalılar
II, yıl:11, sayı:50, Ağustos, Eylül, Ekim 2009, s.103.
90
24
girmektir”. Bu akıma göre insan sadece akıl gücüne dayanarak, kendine güvenerek yani
kâinatın kanunlarına, doğaya göre yaşamalı, devlete ya da Tanrı’ya bağlı olmamalıdır.
Yani insan tam manasıyla özgürlüğü yaşamaktan tat almak için aklını kullanarak, dış
varlıklara bağlanmamalıdır. İktisadi doktrinlerde “doğal yasalar” kavramını ilk kez
ortaya atan Stoacılık’ın bu ahlak öğretisi, M.S.5. yüzyıla kadar özellikle Roma’da etkin
olmuştur.91
Stoisyen düşünceye göre kâinatı oluşturan bir madde, ruh ile vücut bulur. Bu
düşünce akımında kâinatın Tanrısal olarak nitelenmiş olaylardan oluştuğu kabul edilir.
Bir aklın her şeyi kapsayarak tüm kâinatı yönlendirdiğini, insan aklının bu Tanrısal
aklın parçası olduğunu ve kâinatı anlayabileceğini iddia eden Stoisyen düşünce,
Tanrısal aklın bulunmasının tabiata uygun yaşamakla olanaklı hale gelebileceğini ifade
etmiştir.92
Stoacılık karşıtı olan Epikürcülük akımının kurucusu Epikuros’a göre, erdemli
ve mutlu bir yaşamın sağlanabilmesi için “dünyadan eletek çekilmesi”, boş inançlardan
kurtulunması ve yaşamdan tat alınması gereklidir. Ona göre, kâinat olayları belli
yasalara göre oluşur ve doğaüstü güçlere inanç “boş bir kuruntu”dur.93
1.1.2. Eski Roma Medeniyeti’nin İktisadi Zihniyete Etkisi
Roma, M.Ö. 10. yüzyılda İtalya yarımadasında Latinler tarafından kurulmuştur.
İlk kral Romulus’tan itibaren her kral Roma şehrini sürekli imar etmiştir. İtalya
yarımadasının ağırlıklı olarak tarıma elverişli olmayan niteliği sebebiyle Roma’nın dışa
açılması gereklilik olmuştur.94 Roma döneminin, iktisadi ve sosyal düşünceye fikir ve
teorik bakımdan önemli orijinal bir katkısı olmamıştır. Bu dönemin önemi tatbik, politik
ve kullanışlı kurumlar geliştirilmiş olmasından kaynaklanmıştır.95
Tarıma elverişsiz topraklar nedeniyle dışa açılan Roma, ekonomik gelişimini
fetihlerle ve savaşlarla gerçekleştirmiştir. Ancak zaferler neticesinde alınan köle ve elde
edilen ganimetler ile ordunun savaşa hazır olmasının sürekliliğinin getirdiği maliyetler
karşılaştırıldığında savaşın Roma için kazançlı bir ekonomik faaliyet olmadığı
91
Selik, a.g.e., s.39-42.
Karagöz, a.g.m., s.103-104.
93
Selik, a.g.e., s.43.
94
Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 42-43.
95
Yalçın, a.g.e., s.88.
92
25
anlaşılmaktadır.96 Sosyoekonomik durumun teşekkülünde rol oynayan faktörler nüfus
artışının getirdiği ihtiyaçlar, askeri harcamalar ve savaşlar olmuştur. Öztürk, bu
dönemde tarım ekonomisinin hakim olduğunu ve tarım üretiminin toplumun çıkarlarına
göre ayarlanması gerektiğinin düşünüldüğünü ifade etmiştir. Bazı Romalılar Yunanlı
düşünürlerden etkilenerek, isteklerin aşırılığının önlenmesi ve ihtiyaçlara sınır
konulması ile mutluluğa erişimin mümkün olabileceğini savunmuş ve ekonomik
sorunları ertelemişlerdir.97
M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda askeri, siyasi ve sosyal sahada genişleyen Helenizm,
M.Ö.200 ile 146 arasında Yunan yarımadası ve Makedonya’ya kadar kontrol elde etmiş
olan Roma İmparatorluğu ile hızını kaybetmiştir. M.Ö. 6.yüzyılda şehir-devlet haline
gelen Roma, M.Ö. 260’ta üç milyonluk nüfusuyla 130.000 𝑘𝑚2 lik bir alana sahip
olmuştur.98 Krallık olan Roma’da sonraları cumhuriyet kurulmuş, kralın yerini
yönetimde tepede iki kişinin olduğu konsül almış, gerçek iktidar sahibi olan senato99 ve
halk meclisinin varlığı devam etmiştir.
100
M.Ö. 27 yılında Roma Cumhuriyeti,
Augustus tarafından İmparatorluğa dönüştürülmüştür.101
Roma, M.Ö. 4.yüzyılda Orta İtalya, 3.yüzyılda İtalya’nın bütünü, 2.yüzyılda
“Sicilya, Espanya, Kuzey Afrika, Batı Anadolu, Yunanistan, Makedonya eyaletleri,
Roma’ya bağlı krallıklar ya da Roma’ya bağlı cumhuriyetler olmak üzere büyük bir
coğrafyayı kontrolüne alarak, bütün Akdeniz çevresinde hâkimiyet kurmuştur. Giderek
büyük bir imparatorluk haline gelen Roma’nın bu emperyal dönemi koloni politikasında
çok önemli değişiklikler meydana getirmiştir.102
Roma’da, kanunla, babadan oğula geçen meslekler statü kazanmıştır. Roma
toplumu, “devlet memurları halinde kapalı kastlar” haline gelmiştir. Eques103 azalırken,
clarissimus104 sınıfının büyümesi ile zenginler ve yoksullar arasındaki fark büyümüştür.
96
Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 44.
Öztürk, a.g.e., say. 3
98
Sander, a.g.e.,s.42-43.
99
Senato, imparatorluğa danışma meclisi vazifesini gören zenginlerden oluşmuş bir topluluktur.
Yalçın, A. İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi, 1976, s.90
100
Selik, a.g.e., s. 45.
101
Yalçın, a. g.e., s.90
102
Selik, a.g.e., s. 48,50.
103
Yönetici sınıf
104
Senatörler ve aileleri
97
26
Meydana gelen bu hiyerarşik aristokrasinin Roma’da önemli bir yeri olmuştur.105 Yeni
cumhuriyette toplum patrisiyenler (soylular) ve plepler (avam) olarak iki sınıfa
ayrılmıştır. İlk iki yüzyılda, plepler eşit toplumsal ve siyasal haklar elde etme için
mücadele vermişlerdir.106
Devlete ait arazilerin kullanımı özellikle patrisiyenlerin olmuştur. Plepler genel
olarak az varlıkları olan küçük çiftçiler halindedir. Sıklıkla savaşa alınmaları
topraklarına bakmalarını engellemiş ve “çok ağır olan borçlar yasasına” uymaya mecbur
olmuşlardır.
Borçlarını
ödeyememeleri
durumunda,
“alacaklıların
kendilerini
hapsetme”, “köle olarak satma”107 ve bunları borçluların ailelerine uygulama hakları
vardır. M.Ö. 287 yılında plepler yasa ile patrisiyenlerle eşit hale gelmiş olmalarına
rağmen, sınıf mücadelesi sona ermemiştir. Eski patrisiyenlere birlikte menfaat birliği
yapan zenginleşmiş pleplerin de bulunduğu yeni zengin bir soylu kesim ortaya
çıkmıştır. Bu sınıf karşısında yoksul halk ezilmeye devam etmiştir.108 Roma’da sınıf
ayrımı ve kölelik ciddi boyutta kökleşmiştir. Bu kurumların kökleşmesi filozofların bu
ayrımı yazgı olarak değerlendirmesine neden olmuştur109.
Roma’da vatandaşlar bireysel vergi ve arazi vergisi olarak iki tür vergi ödemiş,
nüfus sayımı ve kadastronun düzenlenmesiyle ödemeler üç taksit biçimde ayarlanmıştır.
Ödenmemiş ya da gecikmiş vergilerden bireysel mallarıyla sorumluluk altında olan
municipium magistratus’lar vergi toplamada görevli olmuşlardır. Ancak genel bir vergi
kaçağı söz konusu olmuştur. Topraklar toplayıcılık, avcılık ve balıkçılık faaliyetlerinin
yapıldığı, ayrıca hammadde ihtiyacının karşılandığı saltus ve, tarlalar, bağlar, bahçeler
gibi tarım alanlarını kapsayan ager olarak ikiye bölünmüştür. Vicus olarak adlandırılan
105
Théma Larousse-Tarih, İnsan ve Tarih, s. 59.
Selik, a.g.e. s. 45.
107
“Kölelik Ius gentium (Ius civile hukuku genel olarak Romalılara uygulanan hukuk iken, ius gentium
genelde tüm kavimlere uygulanan hukuktur) kurumuna aittir.
“D.1,5,4, pr-1 Florentinus libro nono Institutionum
‘Libertas est naturalis facultas eius qoud cuique facere libet, nisi si quid vi aut iure prohibetur. Servitus
est constitutio iuris gentium, qua quis dominio alieno contra naturam subicitur’”
“D.1,5,4, pr-1 Florentinus’un Instutitiones’inin dokuzuncu kitabından
‘Özgürlük bir kimsenin zorla veya hukuken yasaklanmadıkça, yapmaya özgür olduğu şeyle ilgili tabii
yetkisidir. Kölelik, bir kimseyi doğaya aykırı olarak başkasının mülkiyeti altına sokan, bir ius gentium
kurumudur.’”
Kaynak: Karagöz, a.g.m., s.106,112.
108
Selik, a.g.e., s. 46-48.
109
Bakır, K., “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk: Epiktetos ve Marcus Aurelius”,
Doğu Batı Düşünce Dergisi, Romalılar II, 2009, s.84
106
27
büyük tarım şehileri Roma ticaret yollarının kesişim bölgelerinde kurulmuştur.110
Yalçın, tarımın, Roma medeniyetinin iktisadi gücünün dayandığı temel üretim faaliyeti
olduğunu ifade etmiştir. Latifundia adı verilen büyük toprak işletmeleri giderek
genişleyen bir düzenleme olmuştur. Ancak mevcut geniş topraklarının işletilmesinde
kullandığı esirler ve kölelerin sömürülmesi nedeniyle sosyal ve siyasi alanda
mücadeleler yaşamıştır.111
Tipik Roma ailesi, toprağını işleyen bağımsız çiftçi ailesi olmuştur. Ancak
yoğun seferler yüzünden küçük çiftçiler topraklarıyla uzun süre ilgilenememişler, büyük
kısmı savaşlarda yaşamlarını yitirmiştir. Geri gelebilenlerin büyük kısmı, varlıklarının
ya da ailelerinin dağılmış olduğunu görmüştür. Birikmiş borçlar yüzünden topraklar
alacaklıların eline geçmiş ve büyük çiftlikler ortaya çıkmıştır. Köle emeği ucuz olduğu
ve savaşlar veya çok ülkeyle yapılan ticari ilişkiler yoluyla kolay temin edildiği için, bu
büyük çiftliklerde, çok sayıda köle kullanılmıştır.
112
Roma’nın, savaşa ve savaş
ganimetlerine, dolayısıyla da köleliğe bağlı bir ekonomisi olmuştur113. Ancak köle
plantasyonlarındaki yaşam koşulları ciddi anlamda rahatsızlık meydana getirmiştir114.
M.Ö.1.yüzyılın sonlarına kadar sınırlarını genişletmeye devam eden Roma
İmparatorluğunda, tarım ve sanayi gelişmiş, açılan yeni topraklar işlenmiş, bulunan yeni
madenler işletilmiş, yeni ürünler imal edilmiş, ticaret genişletilmiştir. Roma’nın
egemenliği altındaki ülkelerde ticari engel yaşanmamıştır. Bu ülkelerden, vergi, haraç
gibi toplanan gelirlerin büyük bir kısmı ile, kalıcı yollar, köprüler, su kemerleri için
harcamalar yapılmıştır. Ancak, Roma’nın ve İtalya’nın ekonomik istikrarı sağlam
olmamıştır. İtalya’da nüfus, uzun süren savaşlarla birlikte azalmış ve halkın iktisadi
üretkenliği düşmüştür. Kolay ve getirisi yüksek ticaret tarımın yerini alırken, Roma
hâkimiyeti altında yaşayan çok zengin ticaret kapitalistleri sınıfı ortaya çıkmıştır.
Zenginler, o vakite kadar Roma tarihinde görülmemiş büyüklükte malikâneler, ihtişamlı
villa ve konaklar edinmişlerdir. Bununla birlikte, zenginler lüks mallar ithal etmekle
uğraşmış, ciddi anlamda lüks ve israf, zengin kesimin yaşamında büyük bir yer
edinmiştir. Böylelikle kaynakların ekonomik gelişmeye bir katkısı olmamaya
110
Théma Larousse- İnsanTarih, s.59, 67.
Yalçın, a.g.e. s.89-90
112
Selik, a.g.e., s. 49-51.
113
Bakır, a.g.m., s.85.
114
Selik, a.g.e., s. 51.
111
28
başlamıştır. Bu sırada çok sayıda küçük toprak sahibi yoksul çiftçi Roma’ya göç
etmiştir. Büyük şehirlerde binlerce işsiz insan ortaya çıkmıştır. “Patlamaya hazır” bu
kitlenin sorunlarına çözüm üretmek yerine onlara Roma’da (“her gün muntazam olarak
200.000 kişiye”) bedava beslenme sağlanmış ve 200.000 kişi alabilen arenalarda
“35.000 kişinin gladyatör karşılaşmalarını seyredebildiği”, insanlarla vahşi hayvanların
birbirleriyle dövüştürüldüğü bir eğlence anlayışı ortaya çıkararak, potansiyel patlamaları
ertelemişlerdir. Halka bedava verilen yiyeceğin büyük miktarının ithal edilen tahıldan
oluşması da ülkedeki içi üretime büyük darbe vurmuştur115.
Bu iç kargaşalıkta birtakım reform girişimlerinde bulunulmuştur. M.Ö. 133
yılında Tiberius, zenginlerin kanuna aykırı olarak el koyduğu toprakların geri alınması
ve devlet tarafından gerekli ıslahatların yapılarak topraksız olanlara dağıtılması
biçiminde bir program yapmıştır. Ancak bu durum büyük toprak sahiplerinin muhalefeti
ile ilk defa kan dökülen bir hareket olup başarısızlıkla sonuçlanmıştır. On yıl sonra,
Caius, amacı toprakların eksiksiz biçimde yeniden dağıtımı ve senatonun gücünün
azaltılması olan yeni bir program yapmış, ancak meydana gelen ayaklanmalar nedeniyle
Caius ile yüzlerce taraftarı öldürülmüştür. Caius ve Tiberius’un girişimleri gelecek
yüzyılda yaşanacak iç mücadelelerin ve devrimlerin başlangıcını teşkil etmiştir. M.Ö.
106’da General Marius, ordunun örgütlenme biçimini değiştiren yeni bir reform
girişiminde bulunmuştur. Askerlik hizmetine katılma isteğinde olanları sınıfına
bakmaksızın orduya alma usulünü getirerek, askerlik mesleğini profesyonel olarak
yapılan ücret karşılığı çalışılan bir hale getirmiştir. Ancak bu reformla birlikte, orduya
katılan askerlerin kendilerini devletten ziyade, konsülün askerleri olarak görmeye
başlamalarıyla Roma’daki siyasal rejim için bir tehdit ve iktidar kavgaları için bir
potansiyel teşkil etmiştir. Ayrıca, halkın karşısında hâkim bir kuvvet olarak ortaya
çıkmıştır. Öyle ki, M.Ö. 71 yılında, yeni örgütlenmiş bu ordu, “kendisi de köle olan
Spartacus’ün önderliğinde” iki yıl direnmiş binlerce köle ve gladyatörün çarmıha
gerilmesiyle neticelenen bir ayaklanmayı bastırmıştır.116
115
Eğlence gösterilerini seyretmek için “hiçbir işin yapılmadığı gün sayısı, Augustus’un yönetimi
sırasında yılda 66 iken, giderek artarak sayısı imparator Marcus Aurelius zamanında 135” olmuştur.
Kaynak: Selik, a.g.e., s. 51-58.
116
Selik, s. 52-55.
29
Kavimler Göçü ile Avrupa’da 5.yüzyıldan itibaren “barbar krallıkları” denilen
küçük devletler oluşmuştur. Gotlar 410 yılında Roma’yı ele geçirmişler, Ostrogotlar
493 yılında İtalya’ya yerleşmişler; bu arada Katolik Hristiyanlığı kabul etmiş olan
Franklar Galya’nın kuzeyinde krallık kurmuşlardır. Ancak 7. Yüzyılın ortalarına doğru
barbar krallıklarında bunalımlar yaşanmıştır. 675’ten sonra ekonomi ağırlıklı olarak
Akdeniz’den Avrupa’nın kuzey kesimine kaymıştır. Böylelikle, Akdeniz ülkelerinin
ekonomik önemi göreli azalırken, İtalya-Friesland eksenli Avrupa ekonomik olarak ön
plana çıkmaya başlamıştır.117
İmparator Teodosius I’den sonra Roma, Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmüştür.
Barbar istilaları sonucunda ve M.S.85’te Lombardların İtalya’nın kuzeyini ve Roma
şehrini işgaliyle Batı Roma İmparatorluğu sona ermiş, Bizans yani Doğu Roma
İmparatorluğu
uzun
yüzyıllar
hüküm
sürmüştür.118
Roma
İmparatorluğu’nun
yıkılışından sonra, toprak sahipleri kendi malikânelerine dâhil sağlam kalelerde
yaşamaya devam etmiştir. Kasabalarda genellikle kölelik koşullarına yakın olan
tüccarlar ve mekanikçiler bulunmuştur.119
Batı Roma İmparatorluğunun barbar istilası sonucunda yıkılmasıyla halk
topraklarından ayrılıp şehirlere kaçmıştır. Şehir-köy dengesi bozulunca ekonomik çöküş
yaşanmaya başlamıştır. Bu sıralarda Roma düşüncesinde Epikür felsefesi etkinliğini
göstermeye başlamıştır. Epikürcü akım Yunan çağının sonlarına doğru site hayatının
gerilediği dönemde ortaya çıkmıştır. Sitenin sosyal bütünleştirici etkisini kaybetmesi
nedeniyle “fertlerin erdemli hayat için siteye muhtaç olmadıkları” fikri güçlenmiştir.
Sosyal yaşamdan uzaklaşma meyilleri “bireycilik” ve “maddecilik” anlayışlarının
gelişmesini sağlamıştır. İnsanın sosyal ve dini esaslar yerine kendisini tatmin edecek
bireysel zevkler peşinde olmasını kabul eden bu görüş, etkili olmaya başlamıştır.
Toplumsal hedefler, siyasi ve ahlaki vazifeler için gayret göstermenin verdiği haz yerine
bireysel amaçların gerçekleştirilmesinde alınan haz tercih edilmeye başlamıştır. Bunun
117
Théma Larousse- İnsanTarih, s.66-67.
Yalçın, a.g.e.,s.90-91.
119
Smith, A., An Inquiry Into The Nature And Causes Of the Wealth Of Nations, An Electronic
Classics Series Publication, Ed. Jim Mannis, The Pennsylvania State University, 2005, s. 321.
118
30
sonucunda “toplumda doğal bir dağılma ve birbirinden uzaklaşma süreci” meydana
gelmiştir.120
Yunan düşünce hayatında ortaya çıkan Stoisyen düşünce, özellikle Roma’da
taraftar bulup genişlemiştir. Bu düşünceyi, özellikle siyaset bilimi, kamu hukuku (ius
publicum) alanında etkin hale getirenler olmuştur. Bu kişilerden bazıları, kamu hukuku
(ius publicum) ve özel hukuk (ius privatum) konusunda çalışma yapmış Marcus Tillius
Cicero (M.Ö. 106-43), siyasi bakımdan önemli görevler almış olan Lucius Annaeus
Seneca (M.S.4-65), köleliğe karşı ve doğal hukuk destekçisi Epiktetos (M.S. 50-138) ve
imparator Marcus Aurelius Antonius’tur. 19 yıl tahtta kalan İmparator Marcus
Aurelius’un dönemi, altın çağ dönemi-Aurelius’lar çağı-olarak kabul edilmiştir. İnsanı
kâinatın bir parçası ve evrendeki insanları kardeş olarak kabul etmiştir. Stoacılığın
“kâinat, akla uygun yaşam, ölüm, kâinattaki her şeyin değişim içinde olması” gibi
konularda eseri vardır.121 Stoisyen düşünceye göre bilgelik tanrısal düzene boyun eğen
doğal düzene uyum sağlamakla kazanılır. Ancak bu görüş Panteist bir fikire
dayanmaktadır. Bu görüşe dayanarak Cicero tarımı meslekler arasında en itibarlı olarak
kabul etmiştir. Aristo gibi faize olumsuz, toptan ticarete, geniş topraklar edinebilme
amacıyla çok para kazanma için olumlu bakmıştır. Seneca ise meşru dairede kazanılan
servete olumlu bakmış, varlıklı olmanın sağladığı imkânların bilgeyi güçlendireceğini
ileri sürmüştür. Bu görüş özel mülkiyet kurumunun önemini ortaya çıkarmıştır. Roma
medeniyetinin asıl katkısı bu kurumları uygulama usulleridir. Bireyciliğin esas
tutulması ile özel mülkiyet kurumunun ekonomik ve sosyal ilişkilerin düzeninde önemli
değişiklikler meydana getirmiştir.122
120
Yalçın, a.g.e., s.91.
Karagöz, a.g.m., s.104-106.
122
Yalçın, a.g.e., s.91-93.
121
31
1.2. Ortaçağ Avrupa Dünyası’nın İktisadi ve Sosyal Yapısının Geleneksel
İktisadi Zihniyetin Teşekkülüne Etkisi
Oldukça geniş tarihi ve felsefi manaya sahip Avrupa kavramı’nın zenginliği
artan bir içeriği olmuştur. Avrupa dünyası, “Roma İmparatorluğunun enkazı üzerine”
kuzeyden gelip Akdeniz kültürüne dâhil olmuş, Katolik Hıristiyan kavimlerin
oluşturduğu küçük devletlerden oluşmuştur. Avrupa’da uzun iç ve dış mücadeleler
nedeni ve neticesi ile Ortaçağ toplumları “cehalet, anarşi ve adaletsizlikler”
yaşamıştır.123
“Batı’nın dışındakinin Avrupa fikriyatı içinde bastırılmış” olması, kitleleşme
neticesinde cemaat yaşamının çökmesi ve bireyin atomlaştırılmasında başarı söz
konusu olmuştur. Özellikle 1492 olayları hem Avrupa’yı hem de “dışındakileri”
etkilemiştir. Kolomb nesli ile beraber gelen zihniyet esasları tüm dünyaya
yaygınlaşmıştır. “Muazzam bir Ötekilik” içerisinde yer alan çok çeşitli, farklı konumları
Ötekilik zümresi içinde kaybolmuştur.124 İlkçağ ile modern dönem arasındaki on
yüzyıldan oluşan Ortaçağ, Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da yıkılışı ile 1453’te
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi arasındaki süredir. Geleneksel tarih bu dönemi,
“iki Roma’nın yıkılışı” arasına yerleştirmiştir. İstanbul’un fethi “Batı Ortaçağı’nın”
sonunu belirlemiştir. Ancak Doğu Roma İmparatorluğu’nun tarihi, Ortaçağ’ın merkezi
olarak alınan “Hıristiyan Batı”nın tarihi içinde değildir. Bu sebeple Geleneksel tarih
içinde Doğulu Hıristiyanlar ile Avrupalı olup Hıristiyan olmayanlar Ortaçağ Batı
Dünyasından genellikle ayrı tutulmuştur. Bununla birlikte Ortaçağ döneminin tarihsel
değerlendirmesi farklılık göstermektedir.125
Ortaçağdan önceki dönemde, ağırlıklı olarak hane halkı merkezli üretim ve
tüketim söz konusudur.126 Dolayısıyla bazı ekonomik kavramlar, dinsel iktisadi
emirlerin dışında, gündeme gelmemiştir. Üretim ve tüketim hane halkı merkezli olunca,
fiyat, değer, ücret, emek, bölüşüm gibi kavramlar iktisadi sorun teşkil etmemiştir.
Ortaçağda iktisadi düşüncenin temelinde adalet ve ahlak hâkim unsurlardır.
123
Şeyban, a.g.e., s.47,223.
Serdar, Z., Davies, M. W. ve Nandy, A., Batı Irkçılığının Kaynakları, Çev. Fatih Bayram, Yöneliş
Yayınları, İstanbul, Mart 1997, s. 85-86.
125
De Libera, A., Ortaçağ Felsefesi, Litera Yayıncılık, İstanbul,2005, s. 15-16.
126
Öztürk, a.g.m., s.9.
124
32
Hıristiyanlıkta faizin yasak oluşu, sömürü, kar hırsı, egoist davranış, maddi çıkarın
azamileştirilmesi gibi hususlar iyi karşılanmadığından, bazı Ortaçağ düşünürleri üretici
ve tüketici arasındaki ilişkiyi bu esaslara göre düzenlemek istemişlerdir. 127 Bu çağa, tek
bir teori hâkim olmamıştır. Hıristiyanlığın yanında, birçok iktisadi doktrinler yer
almıştır. Ağırlıklı olarak Kilise’nin ve Aristo’nun düşünceleri etkili olmuştur.128
Ortaçağın sonlarına doğru Avrupa’da, en azından iktisadi ve siyasi değişimin
merkezi olan şehir hayatında, dominant olan toplumsal yapılar kendi kendini yöneten,
akraba ilişkilerine dayalı olmayan, çıkar temelli, aralarında kan bağı olmayan bireyler
tarafından kurulmuş organizasyonlar niteliğindedir. Bunların varlıkları özel bir üyenin
iştirâkına bağımlı değildir. “Kendi kendini yöneten” den kastedilen, faaliyetlerini
düzenleyen kuralların belirlenmesinde üyelerinin katkısı olmasıdır. 129
1.2.1.
Ortaçağ Avrupa’sının Sosyo-ekonomik Yapısına Genel Bakış
Ortaçağ Avrupası’nı düzenleyen iki yapı vardır. İlki, sosyoekonomik hayatı ve
siyasi yaşamı belirleyen feodalite, diğeri ise dini ve kurumsal faaliyetleri ile
Kilise’dir.130 Alt yapıyı feodalite, üst yapıyı ise din düzenlemiştir. Katolik mezhebi,
ahlaki, felsefi ve geleneksel yapıyı bütünleştiren ve bunları toplumsal düzene adapte
eden bir yaklaşım içinde olmuştur.
131
Feodal mekanizmaya göre üretim sınırlı olduğu
için mübadele de sınırlı gerçekleşmiştir. Amerika’nın keşfi ve değerli madenlerin büyük
miktarlar olarak Avrupa’ya transferine kadar para kıtlığı dolayısıyla dar bir ticaret
hacmi gerçekleşmiştir. Mübadele hız kazanıp, ticaret ve şehirleşme gelişene kadar
Kilise siyasi sınırlara bağlı olmayan bir otoriteye sahip olmuştur.132
127
Öztürk, a.g.m., s.10
Yalçın, a.g.e., s.91-94.
129
Grief, A., Institutions and the Path to the Modern Economy-Lessons From Medieval Trade,
Cambridge University Press, 2007, s.389.
130
Öztürk, a.g.m., say. 3.
131
Şeriati, A., Dinler Tarihi, Çev. Erdoğan Vatansever, Kırkambar Kitaplığı, Sunuş.
http://en.bookfi.org/book/1318175
132
Yalçın, a.g.e.,s.94-95.
128
33
Avrupa’nın Doğu ile sürdürdüğü ticaret İslam ordularının Akdeniz’deki Fethileri
ile çökmüş ve Avrupa ülkelerinin iktisadi ve sosyal yapısı değişim göstererek tarım
ülkeleri haline gelmiştir. Avrupa ülkelerinde toprak sahibi olanlar iktisadi ve siyasi güç
sahibi olmuştur. Toprağın senyörler ve Kilise’nin elinde olduğu Ortaçağ Avrupa
toplumunun dengesini ticaret ve sanayinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkan burjuvazi
değiştirmiştir. Burjuvazi dini ve ahlaki değerlerden ziyade kurumlarının somut
menfaatlerden güç aldığı zihniyetine dayanmıştır. Burjuva toplumu ile Avrupa’da
şehirler canlanmış, refah seviyesinin yükselmesiyle bilim, felsefe ve güzel sanatlara
eğilim artmıştır.133
Dönemin sosyal düzeninin genel karakteristiği olan feodal mekanizmada
merkezi krallıklar zayıf olmuştur. Halkın büyük bir kesimi tarımla uğraşırken, topraklar
aristokratların elinde olmuştur. Halkın büyük çoğunluğu toprak sahiplerinin serfleridir.
Tarımla uğraşmayan kesim loncalar şeklinde organize olmuş küçük sanatkârlardır. Bu
mekanizmanın sonucu olarak toplumda kesin biçimde ayrılmış sınıflamalar oluşmuştur.
Detaylı olarak belirlenmiş haklar, vazifeler, yetkiler statülere göredir.134
Ortaçağın derbeyi-köylü ilişkisinin temelinde “kendi kendine yetinen bir
ekonomik düzen” teşekkül etmiştir. Bu sisteme göre 135
i. İktisadi faaliyetler kâr hedefi ile yapılmamıştır.
ii. İhtiyaç duyulan miktarda üretim yapılmış, dolayısıyla tarım
tekniklerinin geliştirilmesi için sorun olarak algılanmamıştır. Netice olarak
tarımda yaşanan duraklama dönemlerinde kıtlıklar meydana gelmiştir.
iii. Üretilen ile tüketilenin eşit olmasından dolayı para satın alma aracı
rolünü pek göstermemiş, köylüler ücretlerini mal olarak almışlardır.
iv. Derebeyi-köylü arasında, temelde karşılıklı çıkar ilişkisi yerine örf ve
adetlerin hakim olduğu bir yapı yer almıştır. Bu sebeple ücret örf ve adetlere
göre belirlenmiştir.
133
Erbaş, a.g.e., s.27, 28
Yalçın, a.g.e., s.91-95.
135
Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 59-60.
Sıralanan maddeler için aynı kaynaktan yararlanılmıştır.
134
34
Derebeyi ve köylüler ilişkisinde tam manada sömürü anlayışı hâkim olmamıştır.
Bunun sebeplerinden ilki kapitalist zihniyet esaslarından biri olan “kazanç hırsının”
henüz belirginleşecek bir zemin bulmamış olmasıdır. Diğer sebep ise şöyledir: Ortaçağ
ekonomisinin temeli tarıma dayalı olmasından dolayı elde edilen gelir iklim koşullarına
bağlı olmuştur. İklim koşullarında yaşanan olumsuz gelişmeler neticesinde köylülerin
ihtiyaçlarını karşılayacak gelire sahip olamadığı durumlar yaşanmıştır. Bu sebeple
senyör ya da derebeyi, malikânesinin hâkimiyeti altında yaşayan köylülere yalnızca
emniyet konusunda değil maddi konuda da destekte bulunmuştur.136
Feodal mekanizma başta Norman İstilaları ve Haçlı Seferleri olmak üzere çeşitli
sebeplerden ötürü çökmüştür137:
i. İskandinav bölgesinden gelen Normanların yaptığı saldırıların arka
planında bulundukları bölgenin iklim şartlarının çok soğuk ve tarıma elverişli
olmaması nedeni sayılabilir. İktisadi faaliyetleri denizcilikten öteye gidemeyen
Normanların adetlerine göre mirasın yalnızca babadan büyük oğula geçmesi de
başka toprakları istilaya yönelmelerine neden olmuştur. Ortaçağ Avrupası’nı
sürekli
rahatsız
faydalanarak
10.
eden
Norman
yüzyılda
akınları,
Normandiya
“Avrupa’nın
adında
bir
uyuşukluğundan”
resmi
topluluk
oluşturmuşlardır. Derebeyleri askeri kuvvetleri ile Norman saldırılarına karşı
durmaya çalışmışlar ancak pek başarı gösterememişlerdir. Böylelikle birçok
derebeyi bir araya gelerek merkezi krallığın otoritesi altında birleşmeye eğilim
göstermiş ve feodal mekanizmanın çöküşü gerçekleşmiştir.
ii. Akdeniz hâkimiyetinin İslam Dünyasının elinde olması neticesinde
ekonomik ve askeri alanda sıkışan Ortaçağ Avrupa Dünyası esas hedefi, Orta
Doğudan gelecek zenginlikler ile ticaretin artırılması ve Akdeniz ticaret yollarını
hâkimiyetini yeniden kazanma olan Haçlı Seferlerine katılmıştır. “Kendilerinden
çok alanda üstün olan toplumlardan” yeni tüketim malları öğrenmeleri sonucu
bunları kendi iktisadi yaşamlarına katmayı isteği ortaya çıkmıştır. Böylelikle
136
137
Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 58.
Zeytinoğlu, İktisat Tarihi, , s. 60-66.
35
evvelinde “kaba ve zevksiz olan Avrupalı” sonrasında ipekli dokumalar, güzel
kokular, zarif halılar, baharatlar ve çeşitli tarım ürünleriyle tanışmış ve bunları
tüketmeye başlamıştır. Haçlı Seferleri’nin Avrupa ekonomisine en büyük katkısı
Güney İtalya’daki limanların Doğu ticareti nedeniyle canlanması ve elde edilen
zenginliklerle Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde koloniler kurularak “ticari
hegemonya” sağlanmasıdır. Derebeyleri ise bir savaş anında kralın çağrısı
üzerine askerlerinin katılımı için her türlü harcamada bulunmaya mecbur
olmuşlardır. Malikânelerini ve servetlerini satmak veya rehin bırakmak
durumunda kalabilen derebeyleri topraklarından uzun müddet ayrı kalmışlardır.
Geri gelebilenler ise döndüklerinde toprakları üzerinde gelişme gösteren bir
tüccar sınıfını bulmuş ve alınan borçlar çoğunlukla ödenememiştir.
Ortaçağ’da Avrupa’da, her 10 kişinin 9’u kırsal kesimde yaşadığı için138, feodal
mekanizma altında, üretim ağırlıklı olarak tarım sektörüne dayanmıştır. 11. ve 14.
yüzyıl arasında nüfusun artışıyla köyden kente göç başlamış, kentlerin gelişmesi ile
ticaret canlanmış, para tedavüle girmiştir.
139
Bu gelişmeler neticesinde Ortaçağ iktisadi
düşüncesinde değer, fiyat, ücret, kar gibi meselelerde adalet kavramının tartışılması söz
konusu olmuştur.
13. yüzyılda din bilimi ve felsefe arasında transdisipliner bir yapı oluşmaya
başlamıştır. İslam filozoflarının katkısı ile Aristo’nun düşünceleri Latinceye çevrilerek
Batı tarafından anlaşılma olanağı bulabilmiştir. Saint Thomas d’Aquin de 13. Yüzyılda
yaşamış ve “adil fiyat”, “faiz”, “mülkiyet” gibi kavramlar üzerine yazan Ortaçağ ilim
adamlarından biri olmuştur. Aristo’nun iktisadi meseleler üzerine düşündüklerini
Hıristiyanlık açısından değerlendirmeye çalışmıştır.140Hıristiyanlığa göre “insan
kardeşliği”, statü farklılıklarının ( özellikle Ortaçağda çok kesin şekilde belirgin olan
serf-toprak sahibi, usta-çırak, varlıklı-yoksul gibi statülerin) üzerindedir. Bununla
birlikte dünyevi meselelerin geçiciliği vurgulanır. Dünyevi kazançlar, maddi hırslar
“düşük bir meşgale” olarak görülmüştür. “Kol işi itibarlı ve asalet sahibi bir iş” olarak
138
Thema Larousse, say.102
Layiktez, a.g.e., s. 103
140
Erim, N., İktisadi Düşünce Tarihi, Palme Yayıncılık, Ankara 2007, s.6-7.
139
36
görülmüştür. 141Saint Thomas d’Aquin, Ortaçağdaki dünyevi statü farklılıklarını Ahirete
bir hazırlık olarak görmüştür. Adalet ve dürüstlük üzerinde duran d’Aquin, bir malı
gerçek fiyatının üzerinde satmanın günah olduğunu ve aynı mantık silsilesiyle ticarette
faiz almaya karşı olduğunu ifade etmiştir142. Mülkiyet kurumu hakkında ise malların
birlikte veya ayrı ayrı kullanımı gerektiren bir doğal kanunun bulunmadığını söyleyerek
insanların ayrı ayrı kullanımı tercih ederek özel mülkiyet sistemini geliştirdiklerini
söylemiştir. Bununla birlikte, eşya kullanımı ile ilgili “sahip olma ve tasarrufta
bulunabilme” ve “yararlanma” olmak üzere iki ayrı haktan bahsetmiştir. Birincisinin
özel mülkiyet sayesinde daha düzen içerisinde gerçekleşebileceğini, ikincisinin ise
toplum
içinde
paylaşma
ve
yardımlaşma
açısından
ortak
faydalanmayı
gerçekleştirebileceğini söylemiştir. Bireysel mülkiyet serbestisi geldiğinde mübadeleyi
yönlendirebilecek kurumun “adil fiyat” olduğunu ve adil fiyatın “toplumun o mala
atfettiği yarar ile” ölçülebileceğini söylemiştir. Adil fiyat ile birlikte emeğin değerinin
ölçülebilmesi için “adil ücret” üzerinde de durmuştur.
143
Saint Thomas değerin
ihtiyacın şiddetine göre ölçülebileceği görüşünü savunmuş; insan sayısı kadar değerin
ve fiyatın ortaya çıkacağı eleştirisiyle, tüketicinin satın alabileceği kadar düşük,
üreticilere biraz menfaat sağlayabilecek kadar yüksek tutulabilecek bir adil fiyat sorunu
gündeme gelmiştir. Adil fiyata rağmen ticari karın nasıl elde edileceği sorunu ortaya
çıkınca, satıcının kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kar elde etmesi
meşru sayılmıştır.144Paranın mübadele aracı olmaktan çıkmasının sakıncalarına
değinerek faizi haram gördüğünü belirtmiştir. Ancak Ortaçağda faiz uygulamaları
yapılmış ve Thomas d’Aquin’in doktrini gevşetilerek faiz, ödemelerde gecikme cezası
ya da risk içeren yatırımlarda risk payı olarak uygulama alanı bulmuştur. Ayrıca bu
doktrine göre, riskli kazancın sağlandığı faaliyetin hizmeti önemli ve maliyeti yüksek
ise bu kazanç haklı; tekelci bir hal yaratarak sömürüye yol açar bir vaziyette ise
kazancın getirdiği kâr haram sayılmıştır. 145
141
Yalçın, a.g.e., s.95-96.
Erim, a.g.e., s.6-7.
143
Yalçın, a. g.e., s.96-98.
144
Öztürk, a.g.m., say. 10
145
Yalçın, a.g.e., s.96-98.
142
37
14. ve 17. Yüzyıllar arası Avrupa, dinsel iktisadi düşüncenin en yoğun ilgi
bulduğu dönemi yaşamıştır. Bu dönemde Avrupa kapitalist sürece girmeye başlamış,
dolayısıyla üretim, nüfus, ticaret gibi alanlarda yaşanan değişimler iktisadi düşünceye
de yansımıştır. Ticaret düşük görülen bir faaliyet olmaktan çıkmıştır. Oresmus’un
görüşleri bu değişimi yansıtmış ve Erim’in deyişiyle, üç asır sürecek merkantilist
doktrini ihbar eder gibi görünmüştür. Paranın kıymetinde yapılacak bir değişimin sabit
miktarlar üzerine ödeme konusunda anlaşmış kimselere zarar vereceğini, para değeri ile
oynayan hükümdarın vatandaşları vergilemiş olacağını gibi ifadeleri ile ilk monetarist
olarak anılmasına neden olmuştur.146Bimetalizm147 üzerinde duran Oresmus paranın
mübadele aracı olduğunu dolayısıyla paranın maden değeri ile oynamanın sakıncalı ve
halkı aldattığı cihetiyle bir suç olduğunu söylemiştir. 148
1.2.2.
Feodalite ve Burjuva Sınıfının Avrupa Toplumunun Değişimine
Katkısı
Ortaçağ düzeninde, total ve mutlak olmayan, meşruiyetini Hıristiyanlığın temeli
olan İlahi buyrukların ya da Kilise doktrinlerin oluşturduğu tek otorite vardır. Toplum
yöneten ve yönetilen olarak ikiye bölünerek örgütlenmiş, yönetenler kesimi de kendi
içinde üçe ayrılmış; sınıflar arası hareketliliğe izin verilmemiştir. Yönetilen kesim
serfler olarak ifade edilen kesimdir. Serflerin tüm ilişkileri beyler tarafından
şekillendirilmiştir. Yöneten kesim ise şövalyeler, soylular ve rahiplerden oluşmaktadır.
149
Hayatta veya ölmüş olanların kurtuluşu için dua eden ve kişileri kutsayan ruhban
sınıfı, sadece adaletin ve inancın hizmetinde olmak üzere savaşanlar sınıfı ve tüm
toplumun yararına kaynak üreten köylüler sınıfı olmak üzere tarihe geçen üç tabaka
kuramını Kilise öne sürmüş, bireylerin bu dünyadaki işlevini anlatmıştır. 150
Feodalite mekanizmasında
merkezi
otorite
zayıftır.
Esnaf birliklerinin
varlıklarını koruyabilmeleri için ihtiyaç duydukları büyük bir siyasi güç olmamıştır. Bu
146
Erim, a.g.e., s.7-8.
İki madenli para sistemi.
148
Yalçın, a.g.e., s.98-99.
149
Öztürk, a.g.m.,say. 4.
150
Thema Larousse, say. 97
147
38
mekanizmanın çökmesi ile birlikte ortaya çıkan yeni düzende esnaf birlikleri, kendi
menfaatlerini siyasi iktidarları sayesinde, ticari kapitalizmin gelişim sürecine kadar
koruyabilmişlerdir.151 Feodal dönemin en belirgin özelliği fief ile vasallığın aristokrasi
bünyesinde yaygınlaşması olmuştur. Vasalların senyörlerine olan bağlılığı, krala ve
onun temsilcilerine gösterilen sadakati gölgede bırakmış, köylüyü sonunda köle
durumuna getirmiştir. Senyör çağın toprak mülkiyeti hukukuna ve vergi imtiyazlarına
dayanarak köylülerden kendisi ve vasalları adına rant almıştır. Feodal toplumun, hâkim
kesimin, vasalların bağlılıklarıyla, kendi aralarındaki kan bağlarıyla ve hâkimiyetleri
altındaki köylülere karşı tutumlarıyla oluşan bir düzeni olmuştur. Ruhban sınıfı,
savaşçılar ve köylülerden oluşan toplumda Kilise, Hıristiyan inancına özgü şövalyelik
ahlakına destek vererek dayanışmaya katkıda bulunmuştur. 14. yüzyıla doğru merkezi
yönetimin güçlenmesi, krallık vergilerinin artırılması ve sosyoekonomik değişimler
sonucu senyörlerin durumu kötüleşmiştir. 152
Toprak sahipleri Kilise ve senyörler olmuş; 14. yüzyılda Kilise birçok Avrupa
ülkesinde toprakların dörtte birine sahip olmuştur. Katoliklik feodalitenin ideolojisi
haline gelmiş; aristokrasi ile Kilise feodal düzenin tamamlayıcı iki unsuru olmuştur.153
Kent sakinleri Kilise’ye harcanan parayı ölü yatırım olarak görmüşler; Kilise’nin
ilkelerine pek önem vermemişlerdir. Toprak mülkiyetinden ziyade mal ve para stokunu
zenginlik aracı olarak görmüşlerdir. Toplumun bu sınıfı çevrelerinde saygın bir yer
edinmek için ticaret ve sanayi yolunu kullanarak ekonomik güce sahip olmuşlardır.
Kazandıkları ekonomik güç ile siyasi güce de sahip olmak isteyen bu sınıf-bourgeoisfeodal mekanizmaya, Kilise’ye ve monarşiye karşı mücadele etmişlerdir. Bu mücadele
sonucunda feodalite güç kaybetmiş, monarşiler senyörler üzerindeki etkilerini
artırmışlardır. Böylelikle merkezi otoriteler güç kazanmıştır. Bu sürede topraktan
ayrılan köylü sınıfı 16. yüzyıldan itibaren, proletariat154 adı verilen ve emeğiyle geçinen
bir sınıf halini almaya başlamıştır.155
151
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 99
Thema Larousse, say. 96-97
153
Erbaş, a.g.e., s.27
154
proleterya
155
Erbaş, a.g.e., s.27-28
152
39
Burjuva sınıfını doğuşu ile Avrupalı şehirlerde canlanma yaşanmış; tüketim
talebinin artışı üretimi harekete geçirmiştir. Matbaanın icadı ile okuma kolaylaşmış,
İncil farklı dillere çevrilmiştir. Felsefe, coğrafya, astronomi, matematik ve tıp alanında
İslam
dünyasının
üstün
nitelikli
eserlerinden
faydalanılmıştır.
Yeni
kurulan
üniversitelerde bu eserler okutulmuştur. Skolastik eğitim sona ermiştir. Denizcilikte
pusulanın kullanılması ile bilinmeyen yerler keşfedilmiştir.156
Burjuva toplumu ahlaki ve dini kavramlara değil kendi menfaatlerinin
yönlendirdiği birtakım değerler doğrultusunda hareket etmiştir. Avrupa’nın siyasi ve
sosyal değişimine en çok etki eden olayın burjuva sınıfının doğuşu olduğu
belirtilmektedir. İktisadi yapı toprağa dayalı olmaktan çıkıp ticaret ve sanayiye dayalı
hale gelmiştir. Böylelikle feodalite önemini kaybetmeye başlamıştır. Hükümdarlar daha
çok vergi vermeleri sebebiyle burjuva sınıfını desteklemişlerdir. Bu gelişmeler
Kilise’nin konumunu olumsuz olarak etkilemekle beraber, burjuva sınıfın etkisiyle
birlikte Reform’un oluşma süreci hızlanmış; Katolik Kilisesi burjuvaziye karşı olan
feodalitenin yanında yer almış, 1789’da ise Fransız Devrimi gerçekleşmiştir.157
Avrupa’daki bu değişimin sebebi burjuva sınıfının ortaya çıkışı olarak gözükse
de bu durum dinde ve ahlaki kriterlerde ciddiyetin bozulmasından kaynaklanmaktadır.
Ortaya çıkan burjuva sınıfının maddi çıkar doğrultusunda hareket etmesi sebebiyle bu
değişim yaşanmıştır. Yani burjuva sınıfının ortaya çıkışı aslında Avrupa’da yaşanan
değişimin zahir kısmıdır. Şayet burjuva sınıfının çıkarları Kilise ile çatışmasa idi; bir
başka deyişle Ortaçağ’da Kilise dini hususlarda ciddiyeti muhafaza etme konusunda
başarılı olsa idi ve doğan burjuva sınıfının mensupları somut menfaatlerini ön planda
tutacak zihniyette olmasa idi, Avrupa’da bu değişim yaşanır mıydı? Bunun cevabı
meçhul olduğu gibi burjuva sınıfının bu değişimin sebebi olduğunu iddia etmek de çok
doğru değildir. Çünkü burjuva sınıfının doğuşunun Avrupa’nın iktisadi gelişimindeki
değişimine sebep olabilmesi için Kilise ile çıkarlarının çatışması koşulu yaşanmıştır. Bu
nedenle “yalnızca burjuva sınıfının doğuşudur” iddiasını gerçek sebep olarak ileri
sürmek doğru olmayabilir. “Kilise ve Paris Üniversitesi” bölümünde verilmiş olan
bilgiler bu bulguyu destekler niteliktedir.
156
157
Erbaş, a.g.e.,s.29
Erbaş, a.g.e., s.28,29
40
1.2.3.
Kilise ve Paris Üniversitesinin Etkisi
Kilise “meclis” anlamındadır ve Grekçe “Ekklesia” kelimesinden türemiştir.
Hıristiyanlıkta
“Tanrı tarafından toplanmaya çağrılmış bir meclis” anlamındadır.
“Ortaçağ’a hükmeden en büyük güç” olarak Kilise, Batı Avrupa’yı hukuki ve kültürel
alanda etkilemiştir. 1215 ‘deki Roma Konsili papalığa günahları bağışlama yetkisi
vermiş, Kitab-ı Mukaddes’in yorumlama hakkı Kilise’nin tekeline verilmiştir. Aklı ile
anlayamasa dahi dini otoritenin kararına boyun eğmek zorunda olan bir Hıristiyan
“papanın sözünden değil, kendi aklından şüphe edecektir”.158
Ortaçağ’ın başlarında Kilise’nin mal varlığı ve siyasi rolü, otoritesinin güçlü,
sürekli ve yaygın olmasına neden olmuş, dünyevi işlere gereğinden çok müdahil
olmuştur. Ruhban sınıfı, senyörlük dünyasıyla kaynaşarak zaman içinde büyük mülk
sahiplerine fazlaca bağımlı hale gelmiştir. Piskoposlar kendilerini krallık iktidarının
temsilcileri olarak görmeye başlamışlar, Pax Ecclesiae- Tanrı Barışı- denilen ilke ve
kurallar nedeniyle Kilise defensor civitatis-kentin koruyucusu- rolünü üstlenmiştir.159 8.
yüzyılın sonlarında Kilise maddi ve manevi otoriteye sahip olarak, Hıristiyan
coğrafyasını dini eyaletlere ayırmış, piskoposlar tayin etmiş, Hıristiyan toplumdan vergi
almış, mahkemeleriyle halkı yargılamıştır.160
1054 yılında Batı Kilisesi, Doğu Hıristiyanlığı’ndan ayrıldığını ilan etmiş, 13.
yüzyılda Papalığı merkezileştirmiş ve ruhban sınıfını disiplin altına almıştır. Papa
Hıristiyanlığın hakemi olarak Kilise’nin özgürlüklerini güvence altına almıştır.
161
Kilise, dünyevi iktidarın Tanrı krallığına bağlı olması gerektiğini savunduğu için, Papa
tek egemenlik merkezi olarak kabul edilmiştir162. Hıristiyan Dünyasında liderlik
rekabetleri sebebiyle Bizans ile Batı arasında çelişkiler meydana gelmiş, Papa ve
158
Erbaş, a.g.e., s.66,129.
Thema Larousse, say.98
160
Erbaş, a.g.e.,s.65
161
Thema Larousse, say. 98-99
162
Öztürk, a.g.m., say. 5
159
41
Konstantinopolis Patriği’nin 1054’te karşılıklı aforozlarıyla bölünme kendini ortaya
koymuştur.
163
16. yüzyılda Avrupa topraklarının dörtte birini elinde bulunduran Kilise günah
çıkartma ve vakıf ya da mirasçısı olmayan mallara el koyma gibi metodlar ile büyük
servet sahibi olmuştur. Uygulamalarına muhalif olanlara bidatçı muamelesi yapılmıştır.
Papalığa karşı doğan itirazlar reform talebinin oluşmasına neden olmuştur. 1215’ten
itibaren Engizisyon prosedürü ile imanı koruma amacı adı altında işkence ve zulüm ile
sorgulama yöntemine gitmiştir. Böylelikle toplum ile Kilise karşı karşıya gelmiştir.164
Geçen zaman içinde Kilise doktrin sapmalarına karşı mücadele etmiş, savaşlar ve veba
salgınlarıyla sıkıntıya girmiştir.165
5. ve 6. yüzyıllarda öğretimi iki döneme ayıran trivium ve quadrivium’dan
oluşan pagan içerikli eğitim karşısında Hıristiyanlık tereddüt ederek Roma öğretiminin
Hıristiyanlaşmasını öneren manastır ve piskoposluk okulları kurma kararı almıştır.
Önerilen öğretim programında, Yunanca dersleri kaldırılarak basitleştirilmiş Latinceye
yer verilmiştir. 11. ve 12. yüzyıllarda bu okulların sayısı artmış, daha sonraları manastır
okullarının programından din dışı bilimler kaldırılmış ve aralarında Paris Okulu’nun da
bulunduğu katedral okulları önem kazanmaya başlamıştır. 1200 yılında Paris Okulu,
birçok hocayı bünyesinde toplayan Paris Üniversitesi haline gelmiştir.166
Ortaçağın en önemli olgularından biri, teoloji yerine felsefenin üstünleştirilmeye
başlandığı ve kutsal kitaplarda birçok yanlışlar olabileceği ileri sürüldüğü bir dönemi
başlatan Paris Üniversitesinin kuruluşu olmuştur. Helenistik düşüncenin ve felsefenin
tanıtımı ve Rönesans’a kapı açan bir süreç başlatılmış; tıp, sanat, sivil hukuk, dinsel
hukuk okulları kurulmuştur. Dünyanın her tarafından gelen binlerce öğrenci ve hoca ile
eğitimde bir patlama meydana gelmiş; ancak bu hızlı büyüme ile sınıfsal problemler
ortaya çıkmıştır. Hoca ve öğrenci kesimi, Paris’te ayrı bir nitelikli katman olarak
kendini göstermiş ve bu kesim, kentin yönetiminde ağırlıklarını hissettirmişlerdir. 1200
yılında kral Phillippe Auguste, Parisli mekteplilere-scolares Parisiennes- berat vermiş;
163
Thema Larousse, say.113
Erbaş, a.g.e., s.67
165
Thema Larousse, say. 98-99
166
Thema Larousse, say.100
164
42
bu yeni oluşum Papalık dokümanlarında universitas, communitas, societas, consortium
olarak ifade edilmiştir. Bu topluluk 1212–1213 yıllarında Kiliseye karşı ilk savaşını
vermiştir. 167
Chartres Katedrali en önemli hümanizm bilgi merkezi haline gelmiş, bu okulda
“trivium”-dilbilgisi, belagat, diyalektik- ve “quatrivium”-aritmetik, müzik, geometri,
astronomi- eğitimi verilmiştir. Katedralin giriş kapısına Layiktez’in deyişiyle, yedi
liberal sanatı temsil eden putperest bilim adamlarının şekilleri taş içine oyulmuştur;
gramer, diyalektik, belagat, aritmetik, astronomi, geometri ve müzik için sırasıyla
Priscian, Aristo, Çiçero, Boethius, Ptolemaios, Euclide ve Pitagoras’dır. Ek olarak doğa
bilimlerinin de öğretildiği Chartres okulunda, Yunanlı filozofların, Demokritus ve
Epikürcülerin atom teorisinin ve Platon’un etkisi hâkim olmuştur. Mantık ve bilimdeki
gelişmeler Chartres Katedrali’nden Paris’e ve Paris’ten Oxford’a kaymıştır.168
Ortaçağ Avrupa’sında teknik ve bilimsel gelişimler; Ortadoğu’dan, Asya’dan,
özellikle İslam Dünyası’ndan, ticaret ve Haçlı Seferleri aracılığıyla gelen bilgi birikimi
sayesinde yaşanmıştır. Ancak Ortaçağ’da bazı “aydın” düşünürler bu bilgi birikimini
organize ederken felsefeyi üstünleştirmiş, teolojiyi- Kilise’nin de hatalarıyla birliktebilimin gölgesinde bırakmışlardır. Bilimsel gelişmelerin ancak ve ancak dinden
bağımsız oluşturulabileceğine yönelik zihniyet şekillendiren düşüncelerin temeli bu
dönem Avrupa’sında destek bulmuştur. Rönesans, bilimlere nafi olmayan bir yöntemle
tatbik edilmiş, Kilise’nin hataları, yüzyıllarca dinden uzak yaşamı destekleyecek
doktrinlerin doğmasına destek olmuştur. Dinin bilimsel gelişmeye engel olduğu
düşüncesiyle materyalist felsefenin zehirli tohumları böylece Ortaçağ Avrupa’sında
atılmıştır. Ortaçağ Avrupa’sının, Rönesans ve Yeni Çağ’daki bilimsel gelişmelere,
dinden arındırılmış bir sistemin bazı olması sebebiyle aydınlatıcı bir dönem olduğunu
iddia eden görüş, yüzyıllar sonrasında Batı Avrupa’nın geçirdiği veya geçireceği
dönemleri “rasyonel” değerlendiremeyecek kadar dar ve miyoptur.
167
168
Layiktez, a.g.e. say.13, 14
Layiktez, a.g.e. say.126,128
43
1.2.4.
Sosyoekonomik Gelişmeler ve Neticeleri
Ortaçağ Avrupa’sı iki dönemde incelenebilir. 4.-11. yüzyıllar arası ilk dönemi
oluşturmuş ve bu dönemde ekonomide tarım işçiliği ön planda olmuştur. 11.-13.
yüzyıllar arasındaki ikinci dönemde ise feodal mekanizma kırılmış ve kapitalizme geçiş
başlamıştır.
169
Birbirlerinin hem nedeni hem neticesi olan “kapitalizmle geniş çaplı
ticaret bütün ülkelerde aynı tarihte…” ortaya çıkmamış ve aynı şekilde gelişme
göstermemiştir. On ikinci yüzyılda kapitalizmin varlığını Ortaçağ kaynakları belirtmiş,
Ortaçağ Avrupa’sının uluslararası ticaretinin kapitalist niteliği olduğu ortaya
konmuştur.170 Avrupa’da, ticaretin gelişmesiyle birlikte yaşanan ekonomik canlanma ile
nüfusta artış gerçekleşmiştir.
Birinci dönem, Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinden sonra Avrupa’nın
kuzeyde Germen saldırılarıyla ekonomik boğulma yaşadığı dönemdir. Bu dönemde
toprağa bağlı tarım işçiliği ön plana çıkmıştır, zirai makineler ekonomide yer edinmiştir.
Akdeniz’de İslamiyet hâkimiyeti ortaya çıkmış,
İslam dünyası ile ticari ilişkiler
geliştirilmiştir. Ticari canlılık Avrupa’da şehir hayatının ve tarımsal faaliyetlerin
gelişmesine neden olmuştur. Feodal mekanizma sistemi altında senyör-serf ilişkileri
sosyal hayatı yapılandırmıştır. Birbirinden bağımsız zirai işletmeler tarafından
gerçekleştirilen üretim geçimlik düzeyinde olup pazar için olmamıştır. Dolayısıyla para
kullanımı minimumda olmak üzere yalnızca küçük paralar piyasa ihtiyaçlarını
karşılamıştır.171
11.-13. yüzyıllar arasındaki ikinci dönemde ise şehir hayatı gelişmiş, serfler
özgürlükleri için mücadele göstermiş ve burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır. 11. yüzyılın
sonlarında Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Haçlı Seferleri esnasında köylüler ürünlerini
yetiştirmişler, yeni topraklar ziraata açılmıştır. 950 ile 1300 yılları arasında Avrupa
nüfusu %140 artarak 22 milyondan 55 milyona çıkmış, iş hacminin atması teknolojiyi
zorlamıştır.172 1291’de Haçlılar Orta Doğu’dan uzaklaştırılmışlardır. Bunun sonucunda
169
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 14
Pirenne H., Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Orj. Adı: Economic and Social
History of Medieval Europe, İngilizce’den Çev. Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, 7. Baskı,
İstanbul 2009, s.181, 182.
171
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 14
172
Layiktez, a.g.e. say.69,80
170
44
Akdeniz ticaretinde gerileme yaşanmıştır. 14.-15. yüzyıllara gelindiğinde Avrupa
duraklama dönemine girmiş, kıtlıklar, veba salgınları yaşanmış, nüfusun büyük
oranında kayıp görülmüştür. Batı Avrupa’nın Yüzyıl Savaşları (1337–1453) nedeniyle
iktisadi dengesi bozulmuş, kent ekonomisi çökünce mübadele hacminde daralma
yaşanmıştır. Bu dönem Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasına tekabül etmektedir.173
Ortaçağ başlarında, tarım sektörü üretimde hâkim olmuştur. Tarım sektörüne
dayalı bir kırsal yaşam tarzından ticarete dayalı kentsel yaşama geçiş uzun sürmüştür.
174
. 15. yüzyılın sonuna kadar ticaret ve endüstri merkezleri sadece kentler olmuş ve bu
faaliyetlerin açık alanlara çıkmasına müsaade edilmemiştir. Köyler sadece tarımla
uğraşırken, kentler ticaret ve el sanatları ile uğraşmış; aralarında kesin bir işbölümü
görülmüştür.175 Kentler genellikle 1000-2000 arası nüfusa sahip küçük yerleşim
merkezleri halinde olmuştur. 14. yüzyıla doğru, 10000 nüfuslu Avrupa kentlerinin sayısı
ancak 60’ı bulabilmiştir.176
Ortaçağın ilk yarısında, Avrupa’da tek ticari faaliyet, Suriyeli, Yunanlı ve
Yahudi tüccarlar aracılığıyla Doğu’dan lüks mal getirimi olmuştur. İkinci yarısında ise,
kuzeyde 1161’de kurulan Hansa ticaret birliği, güneyde ise İtalyanların kurmuş olduğu
büyük filolar sayesinde ticaret canlanabilmiştir.177 Yedinci yüzyılın ortalarından itibaren
Akdeniz’de Müslümanların ilerlemesiyle Marsilya’nın ticareti yavaşlamıştır. 633638’de Suriye’nin ve 638-640’ta Mısır’ın İslam hâkimiyetine girmesi ile Marsilya
limanı aracılığıyla kaynak bulan iç bölgelerin ekonomik yaşamı gerilemiş ve Galya’da
eskiden en zengin ülke olan Provence dokuzuncu yüzyılda en fakiri haline gelmiş, hatta
parşömen Galya’ya gelmez olmuştur.178 8.yüzyıldan itibaren Avrupa’da ziraat tarihinde
büyük bir gelişmeye sebep olan dönüşümlü üç tarlalı sistemin geliştirilmesi, her yıl
tarlanın %50’si yerine %30’unun nadasa bırakılması ile doğrudan %20 boyutunda
verim artışı elde edilmesi, iki ayrı ürünün alınmasıyla herhangi bir üründe
yaşanabilecek sorun olasılığına karşı önlem alınmış olması, toprağı sürme işinin ve
173
Tabakoğlu, a.g.e., s. 14-15
Thema Larousse, say.102
175
Pirenne H., Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s.189.
176
Thema Larousse, say.102
177
Thema Larousse, say.103
178
Pirenne, H., Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, Orj. Adı: Les villes de moyen
âge: essai d’histoire économique et sociale, Çev. Şadan Karadeniz, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
1990, s.29,30
174
45
hasatın yıl içinde daha iyi dağılım göstermesi, çiftçilerin buğdayın dışında yulaf da
ekebilmesi gibi bazı avantajlar getirmiştir 179.
Ortaçağ’da değirmenlerin kullanımı ile teknoloji ve sosyal örgütlenme arasında
bir ilişki ortaya çıkmıştır. İlk su değirmenleri M.Ö. 2. yüzyılın sonlarında inşa edilmiş;
Antikçağda, Akdeniz ülkelerinde köleliğin yaygın olması ve yaz boyu derelerin
kuruması sebebiyle, mevsimsel akan sular nedeniyle ekonomik değeri düşen su
değirmenlerinin kullanımı yoğun olmamıştır. Emek yoğun işlerde insan gücü yerine su
ve yel değirmenleri gibi makinelerin kullanılmaya başlaması ilk kez Ortaçağ’da
görülmüştür. Üretimin dışında sosyal hizmet de veren bu makinelerden tahıl öğüten
değirmenlerin çevresinde insanlar sosyal nitelikli topluluklar halinde bir araya
gelmişlerdir. Önceleri sadece zirai ürünlerin öğütülmesinde kullanılan değirmenler, 11.
yüzyıldan itibaren sınaî uygulamalarda da kullanılmaya başlamış; köylülerin yaşam
tarzları değişmiştir. Değirmen, üzerinde kurulmuş olduğu araziyi değerlendirmiştir. Su
ve yel değirmeni ile kapitalizme ilk adımlar atılmış, feodalizmden sosyal hakların elde
edilmesine doğru yol alan bir bilinç ortaya çıkmıştır. 12. yüzyılda Güney Fransa’nın
Toulouse şehrinde kurulan dünyanın bilinen en eski kapitalist şirketi Bazacle, Garonne
nehrinin üzerindeki değirmenlere sahip olmuş; kuruluşu günümüzün limited şirketleri
modelinde olmuştur. İnsanlar değirmene değil şirkete ortak olmuşlar, şirketin hisse
değerleri mevsimlerin yağmur oranına ve iş yüküne göre değişim göstermiştir. 14.
yüzyılın başlarında Paris’te, Seine nehrinin Notre-Dame Adasına yakın bir bölgesinde
sadece 1450 metrelik bir bölümde 68 değirmenin bulunması, şehri bir sanayi merkezi
durumuna getirmiştir. Ortaçağ mühendisleri gelgit değirmenleri ile yel değirmenlerini
geliştirmişler; gelgit değirmenleri 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar çalışmış, Üçüncü
Haçlı Seferi ile teknolojisi Batı Avrupa’dan Orta Doğu’ya geçen yel değirmenleri 12.
yüzyılda göreve başlamış ve sayıları hızla artmıştır.180
Ortaçağ’da Avrupa’da en önemli sınaî faaliyet taş ocakları olmuştur. 11. yüzyıl
ile 13. yüzyıl arasında Fransa’da kullanılan taşın miktarı Antik Mısır’ın toplam taş
tüketimini geçmiştir. İnşaatta kullanılan bu taşlar en ekonomik yöntem olan suyolları ile
taşınmıştır. Ancak ağır bir malzeme olduğu için nehir yatakları ıslah edilmiş ve kanallar
179
180
Layiktez, a.g.e. say.83
Layiktez, a.g.e. say.89-94
46
inşa edilmiştir. Ortaçağ’da, Roma devrinde çoğunlukla kullanılan bronzun yerini demir
almıştır. Avrupa’da yaşam standartlarının yükselmesinde önemli etken olan demir,
Katedral inşaatlarında taştan sonra tüketilen en büyük kalem olmuştur. En yoğun demir
tüketimi inşaat sektöründe gerçekleşmiştir.181
Batı Avrupa, 9. yüzyıl boyunca tarıma dayalı uygarlıklara dönüşmüştür. Bu
asırda, üretimin, malikâne halkının geçimi amacını taşıdığı ve kar kavramının
gündemde olmadığı bir kapalı ev ekonomisi ya da pazarsız ekonomi yaşanmıştır.
Dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, sadece Galya’nın kuzeyinde ticari canlılık
görülmüştür.
İslamiyet,
dokuzuncu
yüzyıl
boyunca
denizdeki
hâkimiyetini
geliştirmiştir. Balear adaları, Korsika, Sardinya ve Sicilya alınmış, Afrika kıyılarında
yeni limanlar kurulmuştur. Kısa Pepin’in başlatıp Charlemagne’ın tamamlamış olduğu
para sistemi reformu altın para yerine gümüşün ikamesi şeklinde olmuştur. Roma
geleneğine uyularak para birimini oleşturan solidus yerine gümüş denier getirilmiştir.
Karolenjlerin imparatorluklarında, yapılan para reformu ile bölgenin yoksullaşmasına
neden olunmuştur. Uzak bölgelerden para çekebilecek merkezlerin bulunmaması
paranın dural kalmasına sebep olmuş; ayrıca devlet para basma tekelini koruyamamıştır.
Barbar göçlerinin sebep olduğu karışıklığın ve siyasal düzensizliğin zirveye ulaştığı
dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Batı Avrupa’da ekonomik gelişim en düşük düzeyde
kalmıştır. 10. yüzyılda, bir önceki asra göre dengeli bir barış dönemi yaşanmıştır.
Lombardia Venedik’in girişimciliğinden etkilenerek ticari faaliyetlere önem vermiştir.
Ticaret, Pavia’ya, oradan da komşu şehirlere yayılmış ve gelişmiştir. Bu ticaretin
gelişiminde toprak ürünleri ve sanayi etkili olmuştur. 10. yüzyıldan sonra ticarette
canlanma başlamış ve tüccar kolonileri gelişmiştir. Tüccarların sayılarının artışı ile
ticari yaşama elverişli bölgeler ortaya çıkmıştır. 11. yüzyılda, Kilise’nin esin kaynağı
olmasıyla ve feodal mekanizmanın askeri niteliği ile Haçlı Seferleri başlamıştır.
“Ordular, her isteyene hizmet veren coterelli ya da brabantiones adlı paralı askerlerle”
dolmuştur. Norman şövalyeleri Güney İtalya’da Bizanslılar ve Müslümanlarla çarpışmış
ve sonrasında Sicilya Krallığı’nı kuracak olan prenslikler kurmuşlardır.182
181
Layiktez, a.g.e. say.97
Pirenne, Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, s.30-31, 34-36, 41-42, 49, 65, 67,
72, 109.
182
47
11. yüzyıl 13. yüzyıl arasında ekonomik durumda bir iyileşme görülmüştür. 11.
yüzyılın başlarında topraklar tarıma açılmaya başlanmış ve bu artarak 12. yüzyılın
sonlarına kadar devam etmiştir.183 11. yüzyılda, kaynağını Venedik ve Flaman
kıyılarından alan ticari canlılık görülmeye başlanmıştır. Bu yüzyılın başlarında
Venedik’in serveti oldukça artmıştır. Bari, Tarentum, Napoli, Amalfi gibi şehirler İslam
dünyasıyla canlı ticaret yapmışlardır.184 Büyük sayıda tacirler büyük lordlara yüksek
miktarda borç verebilecek ve kendi paralarıyla şehre kilise yaptırabilecek kadar kar elde
etmişler; bu fonlar, önemli miktarda şehir ve kasabalarda orta sınıfın doğuşuna ve
gelişimine sebep olmuştur. Yatırımını toprağa yapan tacirler 12. ve 13. yüzyıl boyunca
kentlerdeki arazilerin çoğunu ele geçirmişlerdir.
185
11. ve 14. yüzyıl arasında Batı
Avrupa’da nüfus üç misli artmış, köyden şehre göç başlamıştır. Kentlerin gelişmesi ile
ticaret canlanmış, burjuvazinin ortaya çıkmasıyla toplumun sosyoekonomik yapısı
değişime uğramıştır. Feodal toprak sahipliği sürerken paranın tedavüle girmesiyle
birlikte toprak satışları başlamıştır.186 Nüfus artışının sürekliliği sebebiyle, toprağa
yatırım yapan tacirlerin, arazilerini inşaat alanlarına dönüştürmesi sonucu kazandıkları
rant, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çoğunun ticareti bırakıp rantiye durumuna
gelmesini sağlayacak kadar yüksek olmuştur187. Mal takasının yerine para devreye
girmiş, büyük miktarda para basılmış; yeni oluşan pazar ekonomisinde kredi ve finans
kurumları aracılığıyla taşınmaz mallar da el değiştirmeye başlamıştır.188
12. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ticaret artışı, endüstriyel ve teknolojik
gelişmeyi hızlandırmış, kent yaşamının önemi ortaya çıkmaya başlamıştır. Ortaçağ
öncesinde soylu-rahip-köylü olarak sınıflanmış topluma, kentlerde refah yükseldikçe,
burjuva-kentli faktörü eklenmiştir. Kentler, yönetim, maliye, din, ticaret, sanayi, kültür
ve eğitim merkezi haline gelmiştir189. Soylular, özellikle zengin ve büyük kentlerin
olduğu İtalya’da, yönetim ve hukuk dallarında etken olmaya başlamıştır. Böylelikle
kentler ile kırsal kesim arasındaki fark büyümeye başlamıştır.190 İktidarın iradesinden
183
Pirenne, Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, s.68
Pirenne, a.g.e., s.68,71,72,73
185
Pirenne, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s.186.
186
Layiktez, a.g.e. say.103
187
Pirenne, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s.186-187.
188
Layiktez, a.g.e. say.103
189
Thema Larousse, say.102
190
Layiktez, a.g.e., s.103
184
48
bağımsız olarak gelişen yeni bir sınıf olan burjuvazi ile birlikte soylu-ruhban-köylü üçlü
tabakasından çıkan toplum, çatışmacı bir yapıya sahip olmaya başlamıştır. Ticaret ve
kent yapısı geliştikçe sosyal ve siyasal yapılar değişime göstermeye başlamış, bireyler
ortak çıkarlarına bağlı haklar ileri sürmüşlerdir. Bu hakları krala ve diğer toplumsal
sınıflara kabul ettirme mücadelesi veren bireyler feodal yönetim mekanizmasının
değişimini başlatmışlardır. Böylelikle feodal ilişkilerin bağlayıcılığı sorgulanmış ve
özgürlük fikri yerleşmeye başlamıştır. Toplumsal tabakaların siyasi özellikleri,
iktidardan bağımsız hukuk kurallarıyla belirlenen statülerle şekil kazanmıştır.191
10. yüzyıl ile 15. yüzyıl arasında orta sınıflar güçlenmeye başlamış, orta kesimin
yaşam koşullarındaki değişimler tüm toplumda etkisini göstermiştir. Mutlak iktidar
yerine katılımcı kurumlar ortaya çıkmıştır. Kral, burjuvazi ve soylular arasındaki
ilişkileri kendi iktidarının yararına kullanmış, ancak bu durum burjuvaziye de güç
kazandırmış ve istekleri artmıştır. Burjuvazi ticaretin korunması ve güvenliği için ordu
kurulması talebinde bulunmuş ve güçlü ordunun maddi yükünü üstlenmiştir. Böylelikle,
kralın gücü burjuvazinin ancak ticaretin gelişimine endeksli maddi desteğine bağımlı
hale gelmiştir. Bu sebeple ticareti teşvik eden ve özgürleştiren kanunlar çıkarılmıştır.
İktidarın gücü için kurumlar geliştirilmiş, ordu, kanun, vergi ile krallıklar toplumda her
alana nüfuz etmiştir. Krallıklar, iktidarlarının güçlenmesiyle, otoritelerine engel
olabilecek diğer otoritelerle çatışmaya girmiş ve karşılarında halkı dini konularda
etkileyerek kendine bağımlı haline getiren Kilise tek güçlü rakip olarak kalmıştır.
Ayrıca Kilise, halktan bağış ve vergi toplayarak ekonomik yönden büyümüş, kralın
mahkemelerinin yanında Kilise mahkemelerinin de bulunmasıyla kralın gücü zayıf
duruma düşmüş, ortaya iki başlı iktidar çıkmıştır. Burjuvazi, kendi gelişimini
engelleyen ve feodaliteyi destekleyen yapısından dolayı Kilise’ye karşı, kralın yanında
olmuştur. Buna ilave olarak Kilise’nin dünyevi işlere müdahil olmasını eleştiren
düşünürler ortaya çıkmış, reform önerileri ortaya atılmaya başlanmıştır. Herkesin
birbirinin kardeşi olduğu ve eşit olduğu ilkelerine dayanan, “Düşmanlarınızı da seviniz,
iyilik ediniz ve karşılığında hiçbir şey beklemeden borç veriniz” diyen Hıristiyanlığa
karşı burjuvazi- yanına Protestan reformcuları da alarak savaşa girmiştir.192
191
192
Öztürk, a.g.m., say. 5-6
Öztürk, a.g.m., say. 7-9,11
49
Hıristiyanlığın dayandığı temellerin burjuvazinin çıkarlarına doğrudan ters düştüğü
açıktır; karşılıksız borç veremeyecek, faiz alamayacak, aşırı kar kazanamayacak,
başkasını sömürmeden maddi çıkar sağlayamayacaktır.
Kilise
iktidarından
kurtulan
halk
özgür
olmayacak,
siyasal
iktidarın
egemenliğine boyun eğecektir ancak; Kilise’ye karşı reform hareketi için kralların
zorlayıcı gücünün dayandığı temellerin sağlamlaştırılması gerektiği düşünülmüştür.
Evrensel bir kilise içinde yer almak yerine kiliseyi kendi sınırları içinde denetleyen
ulusal devletler kurmaya amacıyla hareket eden krallar, yeni vergi sistemleri ve düzenli
ordularıyla güç göstermişlerdir.193 Ekonomik ve sosyal değişimler sonucunda, Kilise
yönetiminde halk söz sahipliği istemiş ve reformlarda ısrarlı olmuştur.194
Zengin kentlerde gelişen ticaret ile tüccarların yaptıkları uzun seyahatler
nedeniyle kambiyo senetlerinin tedavülü bankacılığı sistemi geliştirilmiştir. Madeni
paranın taşınmasının zorluğu, seyahatlerde yol güvenliğinin taşıdığı riskler kredi
notlarının veya kambiyo senetlerinin taşınmasını getirmiştir. Yeni finans sistemleri
kurularak uluslararası işbirliği sağlanmış, tüccarların bir araya gelmesiyle kurulan
ortaklıklar sayesinde ticari atılımlardan hisse alınarak kişi başına düşen risk oranına
karşı koruma sağlanmıştır. Öncelikle İtalya dâhilinde başlayan bu bankacılık sistemi
zamanla İtalyan bankalarının dış ülkelerde şube açmasıyla gelişmiş; ticaret seferleri
finanse edilmiş, krallara, prenslere ve özel kişilere borç verilmiştir. Toprak sahipleri ile
köylü toplumları arasında mukaveleler akdedilmiş, komünler kurulması ile ayrı birer
ekonomik ve siyasal güç meydana gelmiştir.195
Ortaçağ’da sanayileşme Batı Avrupa’nın çevre dengelerini bozmuş; milyonlarca
dönüm ormanın yok olmasında ekilebilir alanların genişletilmesi, tüm inşaatlarda yoğun
olarak kullanılan ve fiyatı gittikçe artan kereste ve odun ihtiyacının karşılanması etken
olmuştur. 13. yüzyılda tahtanın fiyatındaki aşırı yükselmeden dolayı, alt gelirli kesimde
ölülerini gömmek için kiralık tabut kullananlar olmuş, defin merasiminden sonra tabut
mezardan çıkarılarak cenaze tekrar toprağa gömülerek tabutun sahibine iade edildiği
olmuştur. İnşaatta kullanılabilecek yeterli kereste bulunmadığından proje mimarları
teknolojilerini güncellemeye gayret etmişler; aynı dönemde odunu ikame edebilecek
193
Öztürk, a.g.m., say. 9
Layiktez, a.g.e., s.103
195
Layiktez, a.g.e. say.104,105
194
50
olan kömür bulunmuştur. Önceleri açık madenlerden çıkarılabilen kömür yeterli
olmayınca toprak altında kömür galerileri açılmış; kömür madenciliği karlı bir iş haline
gelmiştir. Bir süre sonra ticaret ve ihracat metaı haline gelen kömürün yakılması ile
hava kirliliği sorunu başlamıştır.196
Ortaçağ’ın sonlarına doğru, nüfusta azalma, zirai verimde düşüş, kıtlık, bulaşıcı
hastalıklar, artan vergiler sebebiyle halk isyanları, devalüasyonlar197 ve ekonomik
depresyon görülmüştür. 13. yüzyılın ortalarında Avrupa’nın nüfus artışı besin maddeleri
üretimini aşınca büyük şehirlerde şartlar zorlaşmaya başlamıştır. 1315-1317 yılları
arasında Batı Avrupa’da korkunç bir kıtlık görülmüştür. 1315’in ortalarında ekinler hiç
durmadan yağan yağmur sebebiyle çürümüş, yüz binlerce kişi ölmüştür. İzlanda ‘da
tahıl ve İngiltere’de üzüm üretimi bir daha başlamamak üzere bitmiştir. Ekin alanları
azalmış, Fransa’da, İspanya ve İtalya’da yeniden başlayan savaşlar sonucu tarlalara
yakılmış, köyden kente göç başlamıştır. İngiltere’de 1272, 1277, 1283, 1292, 1311,
1332, 1345, 1348 yıllarında kıtlık yaşanmış; buğday fiyatları aşırı yükselmiş; ürünlerin
saklanması için gerekli olan tuzlama, sürekli yağış ve kapalı hava sonucu tuz üretiminin
yapılamaması nedeniyle gerçekleşememiştir. Sadece Hollanda’da nüfusun %10’u
açlıktan ölmüş, yoksul kesim kedileri, köpekleri yemiş, yer yer yamyamlık uygulaması
görülmüştür.198 Yağış sebebiyle yüksek miktarda ürün kaybedilmiş, tahıl ve besin
fiyatları artış göstermiştir. Enflasyon sebebiyle, Fransa Kralı tüm evcil hayvan
fiyatlarının planlanmasına yönelik bir istekte bulunmuş, ancak önlemler işe
yaramamıştır. 13. yüzyılda başlayan olumsuz iklim şartları 1315–1317 arasında en etkin
hale gelmiştir. Ağır iklim şartlarının etkileri Avrupa’da 150 sene kadar süren bir
ekonomik bunalıma sebep olmuştur. Winchester Başpiskoposluğu’nda yaşanan iklim
koşulları verilerine göre, 1315’te verim sapması % -35,77, 1316’da % -44,91 olarak
gerçekleşmiştir.199
196
Layiktez, a.g.e. say.99-100
“1254 yılında Fransa Kralı Saint-Louis tarafından Haçlı Seferi dönüşü sonrasında, ülkede finansal
durumu düzeltmek gayesiyle écu d’or isimli altın para ile gros tournois isimli gümüş para bastırılmış ve
değerlerinin korunabilmesi amacıyla zecri tedbirler alınmıştır. 13. yüzyıl sonlarında gros tournois
alaşımındaki gümüş oranı azaltıldığı için devalüasyonlar yaşanmıştır.”
Kaynak: Layiktez, , a.g.e. say.161
198
Layiktez, a.g.e. say.69,80,160,161,163
199
Gimpel, a.g.e., s.198-199,201
197
51
1337’de Yüz Yıl Savaşı başlamış ve Avrupa ekonomisi sarsılmıştır.2001340’larda
birçok İtalyan şirketi, kredi vermiş oldukları kralların borçlarını ödeyememesi nedeniyle
iflas etmiştir201. 1346 yılında Batı Avrupa’ya, Doğu’da tuhaf birtakım olayların
gerçekleştiğine dair raporlar gelmeye başlamış; Çin’de depremlerin, sel felaketlerinin,
çekirgelerin, fırtınaların dolayısıyla kıtlığın ve insanlarda zafiyetin görüldüğüne dair
bilgi edinilmiştir.202 1347-1350 arasında Kara Ölüm olarak bilinen korkunç Veba salgını
ile daha sonra 1378-1382 arasında devrimci ayaklanma hareketleri ile Avrupa
sarsılmıştır.203
Sis görünümünde ve dünyanın üzerinde veba hastalığını sürükleyerek taşıyan ve
geldiği yere salgını bulaştıran bulut, Ortaçağ’da geniş çapta mevcut olmakla birlikte,
1346’nın sonlarında Avrupa’nın bazı şehirlerinde “benzeri görülmemiş bir şiddette”
seyretmiştir. İpek yolu kervanlarının Tatarlara taşımış olduğu veba, gemi yoluyla
İstanbul, Messina, Sicilya, Cenova ve Marsilya’ya varmış; 1348 ilkbaharında Sicilya ve
İtalya yarım adasını sarmıştır. Bu veba salgını bulaşma yolunun doğrudan temasla ya da
zehirli bir bulutun bölgeyi kaplamasıyla gerçekleştiği bilinmektedir.
204
yılları arasında Batı Avrupa’da yaklaşık 25 milyon kişinin ölümüne sebep
1347-1353
205
olan Kara
Veba Ekim 1347’de Sicilya’ya, 1348’de Floransa’ya varan İtalya şehirlerinde nüfusun
%40-60’ının ölmesine sebep olmuş; 1348’de İtalya limanlarından çıkarılan gemilerden
birinin Marsilya’ya gelmesi ile Fransa’ya, aynı geminin Marsilya’dan çıkarıldıktan
sonra İspanya’ya gelmesiyle yayılmıştır. 1348’de İngiltere’ye varan hastalık liman
kentlerinden başlayarak yayılmıştır. Şehirlerde ölüm köylere oranla fazla olmuştur.
Manş denizindeki Jersey ve Guernsey adalarından tüm balıkçılar ölmüş olduğu için
balık getirilememiş; Ekim ayında Dorset’te, Kasım ayında Shaftesbury’de, Mayıs
ayında Wareham’de tüm rahipler ölmüş olduğu için cenazeleri başka şehirlerden gelen
rahipler kaldırmıştır. Veba sebebiyle, İngiltere’de nüfusun %35 inin kaybedildiği,
ölmek üzere olanlardan günah çıkaran rahiplerin hastalığı yayma sebebiyle ruhban
sınıfında ölüm oranının %45 ile %50 arasında olduğu belirtilmiştir. Veba salgının
200
Gimpel, a.g.e., s.193
Thema Larousse, say.103
202
Layiktez, a.g.e. say.69,80,160
203
Gimpel, a.g.e., s.193
204
Layiktez, a.g.e. say.69-77
205
Thema Larousse, say.102
201
52
ekonomik ve sosyal sonucu olarak, işgücü kaybı yaşanmış ve ücretler yükselmiştir. Sağ
kalan serf işçiler yevmiyeli işçi statüsüne geçmiş ve yevmiyeleri ortalama %100
yükselmiştir. Zirai malların fiyatları, azalan talep nedeniyle düşmüş; at, öküz, inek ve
koyun gibi hayvanlar %50 daha ucuza satın alınmış; ustalık isteyen sanayi ürünlerinin
fiyatları artış göstermiştir.206 Onbinlerce köy haritadan silinmiş, yitik köylerin yerlerinin
saptanmasında havadan keşif yöntemine başvurulmuştur. İngiliz köylerinin yaklaşık
%20’si yok olmuş, Almanya ve bazı Akdeniz adalarında yok olan köylerin sayısı
bundan fazla olmuştur. Sardunya ve Sicilya adarlındaki köylerin ise %50’si yok
olmuştur. Köylerin yok olmasıyla insanlar göç etmeye başlamış, toprak giderek
verimsizleşmiştir.207 Baltık ülkeleri ve Slav ülkelerinden büyük çapta ucuz tahıl ithal
edilmiş; bu durum köylülerin işsiz kalmasına neden olup orta sınıfa darbe vururken,
büyük toprak sahiplerinin ve senyörlerin lehine olmuştur. Tarlalardaki tahılın yerini
sanayi ve ticaret bitkileri almış; kentlerde artan et tüketimini ve dokumacılığın
hammadde ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla büyük çaplı koyun besiciliğine geçilmiş;
çitlerle çevrili özel mülkiyet alanlarında otlaklar kurulmuştur. Bu durum büyük toprak
sahiplerinin gücünü daha da artırırken özel mülkiyete alınmış otlakların ortak kullanım
hakkı için köylüler ayaklanmaya başlamışlardır. Buna ilave olarak 14. ve 15. yüzyılda
Fransa’da, savaşlar sebebiyle vergiler ağırlaşmış ve soyluların askeri alandan başarısız
olmuşlardır. Askeri başarısızlık sonucu yeni vergi yüklenmiş, geçim sıkıntısı artmış,
isyanlar görülmüştür.208 Sağ kalan köylerde ise endüstri emekçilerinin ücretlerindeki
artışla birlikte yaşam standartları yükselmiştir. İşgücünün azalmasına bağlı olarak farklı
ücret uygulamaları azalmış ve niteliksiz işgücü bundan faydalanmıştır. Ortalama tahıl
fiyatı, nüfus azalışına bağlı olarak izleyen 150 senelik dönemde düşük seyretmiş, 14.
yüzyılın ikinci çeyreğinde %20 oranında düşmüştür.1350–1450 arasında İngiltere’de
sığır fiyatları %11 düşüş gösterirken, bazı yarı lüks malların fiyatlarında artış
görülmüştür. Endüstri ürünlerinin fiyatlarında genel bir düşüş yaşanmış, ancak sürekli
savaşlar nedeniyle silah yapımına yönelik demir ihtiyacı sebebiyle demirin fiyatında
düşüş görülmemiştir. 209
206
Layiktez, a.g.e. say.77-79
Gimpel, a.g.e., s.204,205,206
208
Thema Larousse, say.102
209
Gimpel, a.g.e., s.206
207
53
14. ve 15. yüzyıllarda riyaziyetçi davranışlar ve inzivaya çekilmeler
görülmüştür. Hıristiyanlıkta mistisizm yaygınlaşmış, Avrupa’da okült bilimler ortaya
çıkmıştır. Jeomansi- yeryüzü ve toprakla ilgili şeyler aracılığıyla fal bakma-,
aeromansi-havaya ve meteorolojiyle ilgili şeylerle fal bakma-, hidromansi- suyla fala
bakma-, piromansi-ateşe bakarak fal bakma-, şiromansi-el falı-, augury-kuş falı,
nekromansi-ölülerden haber alarak fal bakma-, büyücülük gibi faaliyetler ortaya
çıkmıştır. Bununla birlikte bunlarla mücadele eden Kilise, ürkütücü boyutlarda baskılara
başvurmuştur.210 Ortaçağ’daki bilimsel buluşların Hıristiyanlığa muhalif bir tarzda
zihniyetlere dayatılmasının sonucunda, ayrıca Kilise’nin211 buna çözüm getirmekte
yetersiz kalmasıyla birlikte Engizisyon’un tutuklulara göstermiş olduğu muameleler ve
sorgulama yöntemlerinin halkı korku altında bırakması ve halkın Kilise’den daha da
uzaklaşması ile Ortaçağ Avrupası’nın Hıristiyanlık’tan sapmasını ispat eden musibetler
ardı ardına gerçekleşmiştir.
“Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir. Dengeli ve ideal
medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur.” (Roger Garaudy) 212
1.2.5. Batı’da Şövalyelik, Haçlı Seferleri ve Orta Çağ’ın Sonu
Batı Avrupası’nda Şövalyeliğe kabulün temelinde Germen askeri adetleri ile
Hıristiyanlığın etkileşmesi yatmaktadır. 1066 da başlayan turnuvalar 14. yüzyılda en
önemli sosyal olaylar haline gelmiştir. Endülüs Arapları ile etkileşimden kaynaklanan
etik ve namus kavramları ortaya çıkmıştır. Haçlı Seferlerinin başlamasıyla rahip
şövalyelerle ortaya askeri tarikatlar çıkmış; bu tarikatlar, Haçlılarla birlikte Filistin,
Suriye ve Antakya’ya yerleşmişlerdir.213
6./12. yüzyılın ilk yarısında önemli gelişmelerden biri Hıristiyan tarikatı olan edDâviye- Templier Tarikatı ve el-İsbitâriye-Hospitalier Tarikatının kurulmasıdır.
210
214
İlk
Gimpel, a.g.e., s.195; Layiktez, a.g.e. say.160
“Kilise” kurumunda bu konuda sorumluluğu olanlar veya yanlış çözüm önerilerine destek verenler
kastedilmiştir.
212
Şeyban, a.g.e., s.30
213
Layiktez, a.g.e., say. 18, 20
214
Şeyban, a.g.e., s.125
211
54
Haçlı tarikatları Tampliye-Templier- ve Hospitaliye-Hospitalier Şövalyeleridir.215
Aragon kralı IV. Ramon Berenguer zamanında tarikat mensupları kendilerine verilen
yetki ile muayyen vergilerini toplamışlardır. Tarikat mensuplarının, yaşamlarını
Hıristiyanlığı muhafaza etmeye adamaları şartı ile Veşka, Berbeşter, Serakusta ve
Kal’atü Eyyûb gibi Müslümanlardan alınan yerlerden edinilen vergi ve gelirlerin bir
bölümü kendilerine verilmiştir.216
Tampliyeler, Haçlılara askeri koruma, bankacılık, hancılık hizmetleri sunmuşlar,
en büyük rakipleri olan “Hospitalier Tarikatı ise dini bir topluluk olarak”, hasta ve
yaralı hacıları tedavi etmek üzere kurulmuştur. Her iki şövalye kurumu da
“Orta
Doğu’daki Haçlı-Müslüman savaşlarında yer almış”; Hospitalier Şövalyeleri İspanya’da
Reconquista’ya da katılmışlardır217. Hıristiyan Kudüs Krallığı’nın zayıf düşmesinde bu
iki şövalye kurumunun çekişmesi başlıca nedenlerden biri olarak görülmüştür.
Tampliyeler, 12. ve 13. yüzyıldaki hızlı ekonomik büyüme sürecinde, sermayenin
toplanması ve transferi tekniklerinde uzmanlaşmışlardır. Avrupa’nın en güçlü finans
kuruluşu durumuna gelen Tampliye Şövalyelerinin müşterileri arasında Papa ve Fransa
Kralı da bulunmuştur.218
1040 yılında Hospitaliye Şövalyeleri, Birinci Haçlı Seferinin başlamasından
sonra 1118 yılında adını Kudüslü Saint Jean Şövalyeleri olarak değiştirmiştir.
Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü almasından sonra bu şövalyeler, 1310 yılında Rodos
adasına geçmiş ve Rodos Şövalyeleri olarak anılmaya başlamışlardır. Bu şövalyeler in
çoğu Fransız kökenli olduklarından Fransız Papalar tarafından desteklenmişler, ancak
1348’de Kara Ölüm- veba salgını- ve 1378’de Papalığın bölünme krizi nedeniyle finans
destekleri azalmıştır.219 16.yüzyılda Osmanlılardan kaçıp İtalya’ya sığınan Rodos
Şövalyelerini V. Charles Akdeniz’deki topraklarını savunmak amacıyla kullanmış ve
emrinde bu şövalyeler Trablusgarp ile Malta ve Gozo adalarını işgal etmişler; daha
sonraları adları Malta Şövalyeleri olarak değişmiştir. 268 yıl boyunca Malta’nın hâkimi
215
Layiktez, a.g.e., say. 21.
Şeyban, a.g.e.,, s.126
217
Şeyban, a.g.e.,, s.126
218
Layiktez, a.g.e., say.21, 22
219
Layiktez, a.g.e., say. 24
216
55
olmuşlar, ancak Avrupa’daki Reform hareketi sebebiyle etkinlikleri zayıflamış ve
Fransız Devriminde Fransa’daki varlıklarına el konmuştur.220
Prusya’nın kuruluşunda etkisi olan Tötonya –Teuton- Şövalyeleri 1190 yılında
kurumlarını oluşturmuşlardır. 14. yüzyılda Prusya’nın ziraate elverişli toprakları ve bazı
kentlerin ticaret amaçlı federasyonları- Hanseatik Ligi- sebebiyle refah seviyesi
yükselen Tötonya Şövalyeleri, kuruluşlarından sonra 300 yıl boyunca Manastır
hayatından aldıkları disiplin sebebiyle başarılı asker ve yönetici olarak tarihe
geçmişlerdir.221
İspanya’yı Müslümanlardan geri almayı hedef alan Reconquista, Batının Doğuya
karşı gerçekleştirdiği Haçlı Seferlerinin ateşleyici fonksiyonunu gören başlangıcıdır.222
Frankların, Bizanslıların ve Müslümanların karşılaştığı Haçlı Seferleri’nin hedefi
“inançsızları imana getirmek” ya da yeni topraklar edinmek olmamıştır. Bir Ortaçağ
seferinde, “hac”, “Kudüs’e yolculuk”, “denizleri aşmak”, “Kutsal Topraklara yardıma
gitmek” söz konusu olduğunda ve amatör savaşçılar profesyonel savaşçılarla yaklaşık
aynı sayıda ise, giysilerde bulunan haçlardan dolayı bunlara “Haçlı” denilmiştir.223
Avrupalılar için savaşın gerçek amacı ganimet elde etmek olmuştur. Savaşanlar için
köleler, değerli maden ve taşlar, giysiler, hayvancılık veya tarımdan daha çekici ve
tercih edilen bir gelir kaynağı oluşturmuştur. Ancak savaşa yönlendirme için “en uygun
motivasyon dini duyguları tetiklemek” olmuştur. “Papalığın İspanya’da İslam
dünyasına karşı Haçlı savaşına ittiği Hıristiyanlar, vaat edildikleri Endüljans
(günahlarının affı) meselesinde şüphe duymalarına rağmen, Reconquista’yı kutsal savaş
olarak” görmüşlerdir.224
Haçlı Seferleri öncesinde Normanlar, 1047’de Güney İtalya’ya, Türkler 1055’te
Abbasilere egemen olmuş, 1071’de Türklerin yönetimindeki Abbasiler Suriye ve
Filistin’i hâkimiyetleri altına almışlardır. 1076’da IV. Henry aforoz edilmiş, 1090 ‘da
IV. Henry, Papa II. Urbain’i Roma’dan kovmuştur. 1093’te Normanların desteğiyle
Papa II. Urbain Roma’ya dönmüştür.1095’te Aleksis Komneos, Türklere karşı Papa’dan
220
Layiktez, a.g.e., say.24-25
Layiktez, a.g.e.,say. 26-27
222
Şeyban, a.g.e., s. 79
223
Thema Larousse, say.110
224
Şeyban, a.g.e., s.329-332
221
56
destek istemiş ve 27 Kasım 1095’te Papa II. Urbain Clermont Konsilinde,
Müslümanlara karşı Haçlı Seferinin başlatılması amacıyla “kutsal savaş” daveti
çıkarmıştır.225
1096’da, Frank Şövalyelerinin çoğunlukta olduğu, ağır zırh ve silahlarla
donanmış 4000 atlı ve 25000 piyadeden oluşan Birinci Haçlı Seferi harekete geçerek,
1099 ‘da Kudüs’ü almışlardır.1 Mart 1146’da, Papa III. Eugene, İkinci Haçlı Seferine
davetiye çıkarmış,1147-1174 yılları arasında Musul Atabeki Nureddin Mahmud bin
Zengi, haçlılara karşı mücadele vermiştir. Daha sonra Salahaddin Eyyubi bölgenin
hâkimiyetini ele geçirmiştir. Haçlılar, Eyyubilerle barış antlaşmaları yapmış; ancak bu
antlaşmalar yürürlükte iken, Eyyubilere ait bir kervana saldırılması ile barış bozulmuş
ve Salahaddin Eyyubi büyük bir ordu ile Haçlıları yenmiştir. Üçüncü Haçlı Seferi,
Phillippe-Auguste, Aslan Yürekli Richard ve Frederik Barbarossa isimli üç kralın seferi
olarak 1188’de Kudüs’ün geri alınması amacıyla başlatılmıştır. Yaffa ve Aşkelon
Haçlıların eline geçtikten sonra, Salahaddin Eyyubi ile barış antlaşması yapılmış ve
antlaşmaya göre silahsız Hıristiyan hacılar Eyyubiler’in hâkimiyeti altındaki Kudüs’e
serbestçe giriş çıkış yapabilmiştir. 1199-1204 yılları arasında Dördüncü Haçlı Seferi
olarak tarihe geçen dönemde tahttan indirilen Bizans İmparatoru II. İzak’ın oğlu IV.
Aleksis’in, Haçlılardan para karşılığında Konstantinopolis’in işgali ile babasının
yeniden
tahta
çıkarılmasını
istemesi
üzerine
23
Haziran
1203’de
Haçlılar
Konstantinopolis’e çıkarma yapmışlar ve Haçlılar Papa tarafından aforoz edilmiştir.
Paralarını alamayan Haçlılar, Venediklilerle birlikte Konstantinopolis’i almışlar ve
Flander Kontu Baudouin, ilk Latin imparatoru olarak Konstantinopolis’te, Ayasofya
Kilisesi’nde taç giymiştir. Yunanistan topraklarında ve Ege adalarında İmparatora bağlı
küçük prenslikler oluşmuştur. Beşinci Haçlı Seferi, 1215–1221, “Müslümanların Tabor
Tepesine bir kale yapmaları bahanesi ile” organize edilmiştir. Tabor Tepesinde
başarısızlığa uğrayan Haçlılar daha sonraları Eyyubilere karşı Kahire’ye saldırmışlardır.
Tekrar başarısız olunca, Dimyat’ın Mısır’a iadesi karşılığında serbest bırakılmışlardır.
Altıncı Haçlı Seferi, 1227-1229 yılları arasında gerçekleşmiştir. 1227’de Kudüs Kralı II.
Frederik, gemi ile sefere çıkmış, iki gün sonra karaya çıkması nedeniyle aforoz edilmiş,
ancak Suriye’ye doğru devam etmiştir. Kudüs, Beytüllahim ve Nazire Hıristiyanlara
225
Layiktez, a.g.e., s.30, 33-34
57
verilmiş ancak Frenk baronlar ve şövalyeler afarozlu krala itaat etmemiş, böylelikle
Kral II. Frederik Avrupa’ya dönmüştür. Yedinci Haçlı Seferi’nde, 1248’de Fransa Kralı
XI.
Saint-Louis
Ortadoğu’ya
hareket
etmiş,
1250’de
Mansurah
savaşı
gerçekleşmiştir.1254’te Fransa Kralı ülkesine dönmüştür. Sekizinci Haçlı Seferi 12701271 tarikleri arasında gerçekleşmiştir. Mart 1267’de Saint-Louis Haçlı Seferi’ne tekrar
çıkacağını ilan etmiş, 1270’te Ortadoğu yerine Tunus’a gitmiş ve Kartaca’yı almıştır.
Fransa Kralı’nın ölümünden bir sene sonra, İngiltere Kralı Edward, Filistin’de Kerak
yakınına gelmiş, Haçlılar Nasıra ve Akka’yı almışlardır. 1289’da yeni bir Haçlı Seferi
ilan edilse de katılan olmamıştır. 1300’de Ortadoğu’da Haçlı Seferleri son bulmuştur.226
13. yüzyılın Haçlı Seferleri sınırlı ve yararsız olmakla beraber,
beşinci ve
yedinci olanları doğrudan Mısır’a karşı savaş biçiminde, altıncısı Papa’ya rağmen
gerçekleşmiş ve ekonomik ya da siyasi menfaatler doğrultusunda yapılmıştır. Ayrıca
Moğollara gönderilen heyetler ile Doğu’da İslam Dünyası’nı kuşatacak şekilde bir
ittifak sağlama amacı güdülmüştür.227 Şeref getirdiğine inanılan savaşlara rahipler
haricinde her sınıftan insanlar katılmıştır. Kilise savaşı takdis ederek, kutsal hale
getirmiş, Hıristiyanlar arasında Kilise doktrinleri, şövalyelik örf ve adetlerine göre savaş
yapılmıştır.228
Haçlı Seferleri Avrupa Dünyasına deniz aşırı sömürgeciliği cazip kılmıştır.
14.yüzyıl ve 15.yüzyılın ortalarına kadar olan süre haricinde ( Kara Veba ve
mücadeleler nedeni ile ekonomik durgunluğun yaşandığı dönem), ticarette artış sonucu
şehir yaşamı canlanmış ve yavaş yavaş şehirli bir sınıf-burjuva-belirgin hale gelmiştir.
15. yüzyıl kapitalizme doğru gelişim yaşandığı bir dönem olmuştur.229
10. yüzyıldan itibaren Avrupa Dünyası Atlantik’te ve Avrasya’da macera
arayışına yönelmiştir. 12. ve 15. yüzyıllar arasında İtalya, İspanya ve Portekiz’de yeni
toplumlar arama girişimleri başlatan bir büyük keşifler öncesi bir değişim başlamıştır.230
5./11. yüzyılda Endülüs’e ve Doğu İslam Dünyasına düzenlenmiş olan Haçlı Seferleri
Hıristiyanların İslam medeniyetini tanımalarına ve sonrasında anlamalarına neden
226
Layiktez, a.g.e., s. 29, 33, 35-40
Thema Larousse, say.111
228
Layiktez, a.g.e. say.163
229
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 9-10.
230
Thema Larousse, say.117
227
58
olmuştur. Başta Sicilya’da ve en çok Endülüs’te olmak üzere Arapça eserler Latince’ye
tercüme edilmiştir. 231
Ortaçağda ilk keşifleri Arap dünyası yapmıştır. Arap tacirler, Hindistan ve Doğu
Hint Adaları’na gitmiş, ipek, değerli taşlar ve baharatlarla dönmüşler, Sudan’daki altın
madenlerine ulaşmışlardır.232 Tıp, anatomi, optik, astronomi gibi birçok teknik ve
bilimsel gelişimler Ortaçağ Avrupa’sına, Ortadoğu’dan Asya’dan, İslam Dünyası’ndan
özellikle ticaret ve Haçlı Seferleri yoluyla aktarılan bilgi birikiminden kaynaklanmıştır.
Özellikle Sicilya ve İspanya’dan gelen Yunanca ve Arapça eserlerin çokluğu
Rönesans’ın oluşturulmasına nedendir. Yunan bilimsel edebiyatı Arapçaya tercüme
edilmiş olması ve Arap bilim adamlarının tıp, astronomi, aritmetik, cebir, trigonometri
gibi alanlardaki orijinal eserlerinin Latinceye çevrilmesi ile bir bilgi hazinesine ulaşım
sağlanmıştır. İbn Sina ve İbn Rüşt gibi Arap bilim adamlarının mütalaalarının eklenmiş
olduğu
Aristo’nun
233
kazandırmıştır.
eserleri
Paris
Üniversitesi’ne
bilimsel
düşünce
sistemi
Süftece (kambiyo senedi), mudârebe (sermaye ortaklığı), muhatre
(önden satış) gibi finansal kavramlar ile, pirinç, ipek, şeker kamışı, kağıt, pamuk gibi
mallar ve abaküs, barut, pusula gibi teknik buluşlar Batı’ya Müslümanlardan
gelmiştir.234
Ortaçağın sonlarında, İspanya, İtalya, Almanya, İskandinavya, İngiltere ve 15.
yüzyılda en az altı kuşak mütemadiyen Fransa’da savaş yaşanmıştır. 1453’te Yüz Yıl
Savaşı sona ermiş, aynı yıl, Bizans surlarında Fatih Sultan Mehmet Ortaçağı tarihe
gömmüştür.235
231
Şeyban, a.g.e., s.99
Thema Larousse, say.117
233
Layiktez, a.g.e. say.125,129
234
Şeyban, a.g.e., s.99-100
235
Layiktez, a.g.e. say.164-165
232
59
1.3. Batı Medeniyeti Teşekkülü ve Zihniyet Esaslarının İktisadi Düşünceye
Yansıması
1.3.1. Büyük Keşifler, Ticari Kapitalizmin Doğuşu ve İktisat Teorisinin
Oluşumu
Roma İmparatorluğu Germen asıllı olan barbar kavimleri tarafından yıkılmıştır.
Bu kavimler Fransa, İtalyan yarımadası, İspanya ve Roma şehrini almışlardır.
Germenlerin, denizci bir kavim olmamaları sebebiyle, Akdeniz ticaretini ve ekonomik
ilişkilerini yok edecek koşulları olmamıştır. Bu nedenle 5. ve 8. yüzyıllar arasında
Avrupa ekonomisi hemen durgunluğa girmemiştir. 5. ve 6. yüzyıllarda barbar
istilalarından kaçan halk, bataklıklar üzerindeki ufak adacıklara Venedik şehrini
kurmuşlardır. Venedik gemicilik yetenekleri sebebi ile barbar istilalarından kurtulmuş
ve İstanbul’a taşınan Roma dünyası ile ticari ilişkilerini hiç kesmemiştir. Gemicilik
yetenekleri, ticaret yöntemleri, teknikleri ve siyasi ve idari alandaki örgütlenmeleri
Venediklilere, Avrupa’da özel bir konuma sahip olmalarını sağlamıştır.10. yüzyılda
Venedik’in serveti oldukça yüksek bir düzeye ulaşmasıyla, kazanma hırsı, din ve
ideolojilerin önüne geçmiştir. Venedik’in ticari başarısı Napoli, Cenova, Piza gibi
şehirleri motive etmiş, bu şehirlerin katılımları Akdeniz ticaretinin canlanmasına yardım
etmiştir. Venedikliler İslam ülkeleriyle ticari ilişkilerini geliştirmişlerdir. Ticari
ilişkilere ilave olarak Haçlı Seferleri neticesinde, İslam uygarlığından bazı usul ve
kurumlar Avrupa’ya tanıtılmaya başlanmıştır. 236
12. Yüzyıl Avrupa için ticaretin gelişmesi nedeniyle iktisadi düzende büyük bir
değişimin yaşandığı bir dönem olmuştur. Tarım ürünlerinde artış yaşanmış, yeni
topraklar ekime açılmış, nüfus çoğalmış, emeğe olan talep artmıştır. Böylelikle insantoprak ilişkileri değişmeye başlamıştır. Topraksız köylülerin bazıları ticarete atılmıştır.
Kiliseye ya da senyörlere veya başka herhangi bir merkeze bağlı olmayan ve serüven
arayan
tüccarlar-merchant
adventurers-ortaya
çıkmıştır.
Ticaret
yapamadıkları
mevsimlerde mallarını muhafaza edebilmek için toprak satın almışlar dolayısıyla
senyörlere bağlı köylü kesimi ile aralarında statü farklılıkları ortaya çıkmıştır. İktisadi
konularda çıkan anlaşmazlıkları senyörlerden ve Kilise’den bağımsız hakemler yoluyla
236
Yalçın, a.g.e., s. 121,124-126.
60
çözmüşlerdir. Giderek Kilise’ye veya bir senyöre bağlı olmayan, kendini idare eden bir
komün yaşam biçimi belirmeye başlamıştır. Tarım ürünleri ticari mübadelede yer aldığı
için değer kazanmış, bu durum toprakların değerinde artışa neden olmuştur. Böylelikle
tarım faaliyetinde çalışan nüfus fazlası oluşmuş ve köyden şehre göç artmıştır. Şehirlere
gelindiğinde önceden bağlı olunan senyörün ya da cemaatin önemi kalmamış ve
yalnızca servet biriktirme yeteneği, kazanç kabiliyeti, zekâ seviyesi gibi ölçütler öne
çıkmıştır. Ortaçağın lonca, Kilise hâkimiyeti hızlı biçimde güç kaybetmiştir. Buna
Kilise’nin “evrensellik” görüşü yerine merkezi krallıkların güç kazanması da ilave
olmuştur.237
15. yüzyıl Batı dünyası kapitalizme doğru bir yönelime başlamış, 18. yüzyılın
sonlarına kadar olan bu süreç ticari kapitalizmin yaşandığı bir dönem olmuştur238. 15.18. yüzyıllar arasında iktisadi düşünce teolojinin etkisinden çıkmaya başlamıştır. Ancak
iktisadi konularda henüz bağımsız bir teori oluşmamıştır. Dönemin düşünürleri
ekonomide günlük yaşamın sorunlarına değinmişler ve çözüm yöntemleri üretmeye
çalışmışlardır. Ortaçağ sonu ile iktisadi düşüncenin bilimsel olarak teşekkülüne kadar
geçen dönemde düşünürler “servet” kavramı üzerinde durmuşlardır. Temeli “servet
biriktirme”ye dayanan bu akım “Merkantilizm”dir. 239
Merkantilist doktrinde iki esas tespit edilmiştir: Servet, gümüş ve altından
ibarettir ve bu madenler ülkede yok ise, yalnızca ödemeler dengesi yoluyla veya ithal
ettiğinden daha fazlasının ihraç edilmesi yoluyla getirilebilir. Yabancı malların
ithalatının mümkün olduğu kadar az gerçekleştirilmesi ve yerli endüstri ürünlerinin
ihracatının mümkün olduğu kadar artırılması, ekonomi politikte zorunlu bir hedef haline
gelmiştir. İthalatta kısıtlamalar iki türde gerçekleşmiştir. İlki, hangi ülkeden ithal
edilirse edilsin yabancı malların ithalatına gelen kısıtlamalar bu malların yurt içinde
üretilmesidir. İkincisi, ticaret dengesi elverişsiz kabul edilen belirli ülkelerden gelen
neredeyse
her
cins
malın
ithalinin
kısıtlanması
yönünde
gerçekleşmiştir.240
Merkantilistlere göre bir ülkenin büyük miktarda değerli madene sahip olabilmesi için
ithalattan daha fazla ihracat yapması gerekmektedir. Böylelikle değerli maden elde
237
Yalçın, a.g.e., s. 125-128.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10.
239
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.27-28
240
Smith, a.g.e., s. 359-360.
238
61
etmeye ve bunları korumaya elverişli bir ticaret bilançosu kazanılabilecektir. Başka bir
ifadeyle, ihracat ve sömürgeciliği geliştirerek, dış ticarette bir ülkenin diğer ülkelerin
aleyhine bir zenginlik elde edebileceği görüşünü savunmuşlardır. 241
Servet biriktirme eğiliminin Avrupa’da arttığı devir merkez krallıkların güç
kazandığı bir devirdir. 16. Yüzyılın sonunda İngiltere’de Kraliçe Elizabeth yönetimi ile
17. Yüzyıl sonlarına doğru olan dönem İngiltere’de merkezi otoritenin kuvvetlendiği,
dolayısıyla İngiliz Merkantilistlere uygun ortam sağlandığı dönemdir. Çünkü
Merkantilist düşüncenin esası derin Milliyetçiliğe dayanır. Güçlü devlet, savaş hazırlığı
için üstün bir ordu ve donanma, asker sayısının çokluğu, bu sebeple ulusun nüfus
çokluğu önemlidir.242 15. yüzyıldan sonra servet birikimi yaygınlaşmış ve para ticareti
yapan kurumlar ortaya çıkmıştır. Kıymetli madenlerin elde edilme arzusu ile kapitalist
davranış ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir ülkenin zenginliğinin sahip olduğu değerli
madenlerin miktarına göre ölçülebileceği görüşünü savunan Merkantilizm, daha sonraki
ekonomik sistemler için (özellikle liberalizm için) zemin hazırlamıştır.243
15. yüzyılda ticari kapitalizmin oluşumunun ve hızlı gelişiminin tarım
sektöründe de önemli etkileri olmuştur. Şehirlerde yaşayan ve ticaretle zenginleşen eski
senyörler toprak satın almışlar ve yeni toprak sahibi sınıfını oluşturmuşlardır.
Bu
sayede değerli madenlerin çokluğundan topraklar değerlendirilmiştir. Tarımsal verim
artmış ve sanayinin ihtiyaç duyduğu tarımsal üretim geleneksel tarım ürünlerinin yerini
almıştır.
Yeni pazarlar ve hammadde talebini tetikleyen ihracat sanayi ortaya
çıkmıştır.244Anonim şirketler merkantilist dönemin sembollerinden biridir. Seyahat
amacıyla sermayelerini bütünleştiren ortaklar sonrasında süreklilik iktiza eden sermaye
şirketleri olmuşlardır. Ticaret için kurulmuş bu şirketler aynı zamanda “savaş aleti” de
olmuşlardır.245
Merkantilist doktrin Ortaçağın ahlaki yaklaşımından uzaklaşmış bir tutum
sergilemiştir. “Adil fiyat” kavramının öneminin kaybolmasına ilave olarak faize meşru
bakılmaya başlanmıştır. Üretim ve fiyatlandırmada tekelci eğilim oldukça güç
241
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.28
Yalçın, a.g.e., s. 129,134.
243
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.27-28
244
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.31-32
245
Erim, a.g.e., s.13
242
62
kazanmış, tüccarlar devletin ekonomiye müdahalesini savunmuşlardır. Hatta imtiyaz
elde etmiş tüccar gruplarının çıkarları ulusal çıkar haline gelmiş, birey için doğru kabul
edilen devlet için de edilmiştir. Ulusal servet, toplumun refahını değil, minimum ücretle
yapılan imalat ile ihracat fazlası oluşturmayı hedefleyen bir kabul olmuştur. 246
Batı Hıristiyan dünyasının “külli akıl (vahiy247)”dan saparak yalnızca insan
aklına güvenen zihniyet esaslarına dayalı ticari kapitalist (Merkantilist) aşamasının
meşru gördüklerinin neticesi basitçe;
i. faiz  “sömürü”
ii. tekelcilik  “sömürü”
iii. tüccarın çıkarının ulusal çıkar sayılması yani toplum çıkarından üstün
sayılması, (belirli mantık silsilesiyle) yoksulların menfaatine olacak bir politika
ile tüccarların menfaati çatıştığında tüccarların menfaatinin tercih edilmesi 
“sömürü”
iv. daha fazlasına (burada özellikle “altın”) sahip olma dürtüsü, homo
economicus’un doyumsuzluk ve bencillik aksiyomuna açık kapıdır,248
 “sömürü249”
olarak gösterilebilir.
Faiz, tekelcilik, yoksulların göz ardı edilmesi, açgözlülük gibi meselelere
“Hıristiyanlık açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümünde değinilmiştir.
Ortaçağa özgü iktisadi düzenin ve düşüncenin değişim yaşamasında deniz
keşiflerinin rolü çok önemlidir. Deniz keşifleri ve bunların sonucunda ortaya çıkan
yerler Avrupa için coğrafi genişleme sağlamıştır. Emeğin değerlendirilmesine, ulaşım
imkânlarının geliştirilmesine, sermayenin yeni yatırımlarda değerlendirilmesine verilen
önem artmıştır. Hammadde ve sürüm alanlarına erişim sağlamıştır. 250 Kıymetli taşlar,
baharatlar gibi malların Uzak-Doğu ülkelerinden daha ucuz ve kolay elde edilebilmesi
246
Erim, a.g.e., s.12,14.
Bkz. “İslami İktisadi Doktrin Açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümü.
248
“Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” zihniyet esası.
Bilgi için bkz. Said Nursî, Sözler, Envâr Neşriyat, Çemberlitaş-İstanbul, 2010, s. 409. Bkz. “İslami
İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi” bölümü.
249
Bkz. “İslami İktisadi Doktrin Açısından Homo Economicus’un Analizi” bölümü.
250
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.27
247
63
iktisadi faaliyetlerin hızlanmasını sağlamış ve iktisadi düşünce biçiminin değişmesine
ve liberal sistemin doğmasına neden olmuştur.251
Şark ticaretini tekellerine almak isteyen Portekizlilerden önce Hint ve Uzak
Doğu ticareti Müslümanların elinde olmuştur. Bu ticari üstünlüğün büyük bir kısmına
Arap Yarımadası’nın güney ve doğu kıyılarındaki Araplar sahip olmuşlardır. Denizyolu
Hindistan’dan Hürmüz’e gelerek, Körfez yoluyla ilerlemiş ve Basra’ya ulaşmıştır.
Basra’dan Halep’e yönelen deniz yolu Aden ve Cidde’ye sonrasında Kahire’ye devam
etmiştir. Doğu Afrika ile ticari hattı da bu ana yolun yan yolunu oluşturmuştur.252
1492 yılında, Doğu Afrika sahilleri üzerinden Malindi’ye varan Arap
merkezlerine araştırma seyahatine çıkan Vasco de Gama, 1499 yılında Ümit Burnu’nu
geçmiş, Kilva’dan Hindistan’a açılmış ve Kalikut’a varmıştır. Böylelikle Uzak Doğu ile
Avrupa arasında doğrudan ticaret yolunu açmıştır. Baharat ticaretini tekellerine almayı
hedefleyen Portekizliler Hindistan’da ticaret merkezleri kurmuşlardır. Buradan eskisine
göre çok daha düşük fiyatlarla Avrupa’ya mal taşımışlardır. Bununla birlikte Arap
limanlarına, Arap ticaret gemilerine ve onlarla iş yapan merkezlere karşı savaş açan
Portekizliler Doğu Afrika sahillerine de saldırmışlardır. 16. yüzyıldan itibaren Doğu
Akdeniz’in, Avrupa baharat ticaretinin merkezi olma rolü bitmiştir. Avrupa’nın
pazarları Portekizlilerin hakimiyetine geçmiştir.253
Avrupa Dünyasında Rönesans’tan sonra yaşanan büyük değişiklikler, buluşlar,
büyük yenilikler yaşanmıştır. İktisadi hayatı son derece etkileyen buluşlar arasında
elektrik, buhar ve makine-motor icatları sayılabilir. Bu önemli buluşlar çok kuvvetli
oluşumlara sebep olmuş, insanlar zorluklarla karşı karşıya gelmiştir. Büyük çapta
üretim için büyük fabrikalar kurulmuş ve büyük çapta sermaye birkimine ihtiyaç
duyulmuştur.254 İktisadi faaliyetlerdeki bu önemli gelişimler sonucunda makineleşme
251
Zeytinoğlu, a.g.e., s.27
Duri, A., İslam İktisat Tarihine Giriş, Endülüs Yayınları, Çev. Sabri Orman, İstanbul, Ekim 1991,
s.149-150.
253
Duri, a.g.e., s. 150-152
254
Eskicioğlu, O., “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, Ekonomislam, The Group of
Islamic Economy,1 Nisan 2010, s.11. http://islamekonomisi.org/tarihte-ekonomik-donmeler-sistemlerve-islamiyet/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
252
64
üretim yapısını değiştirmiş ve ‘ “sermaye” faktörü diğer üretim faktörlerine göre çok
daha önemli ve etkili bir hüviyet kazanmıştır’.255
Emeğin kiralanmasının tarihsel sürecinde kölelik, serflik, emek ortaklığı ve
işçilik devirleri dönemleri sayılabilir. Üretimde faktör olarak insan emeğinin
kullanılmasında tekamül neticesi işçilik devri olarak görülmüştür. Makine gücü ve
sanayileşme ile gelişen bu süreçte emek mübadelesi dönemi başlamıştır. Bu dönemde iş
bölümü, uzmanlaşma, boş zamanları değerlendirilmesi, emek ve sermayenin küçük
birimlerin birleştirilmesi ile büyük güçlerin temin edilmesi konusunda gelişmeler
yaşanmıştır.
256
Batıda emeğin sömürülmesi ve emperyalist uygulamalar nedeniyle
sermaye birikimi yaşanmıştır. Bu ticari kapital birikiminin sanayiye yönlendirilmesinin
neticesinde Sanayi Devrimi gerçekleşmiştir. Protestan İngiltere’de başlayan Sanayi
Devrimi’ne Avrupa’nın “ulaştırma ve haberleştirme olayı” destek vermiştir. 19.
yüzyıldan itibaren burjuva ile gelişen kapitalizm hakim sistem haline gelmiştir.
257
Sanayi Devriminin neden olduğu iç sömürü sahasında işçi sınıfının ve bu sınıfın
sefaletinin belirginleşmesi söz konusu olmuştur258.
Tabakoğlu, sermaye birikimi ve bunun neticesinde olan Sanayi Devrimi Batıda
iç ve dış sömürü nedeniyle gerçekleştiğini söylemiştir259. Gelişen sömürge ticareti
nedeniyle el emeği yerine makine kullanma ihtiyacı ortaya çıkmış, imalathanenin yerini
ise fabrika almıştır. Büyük deniz ticaret filosu ve deniz aşırı sömürge yapısına sahip
olarak sanayileşmenin neredeyse tüm imkânlarına sahip olan İngiltere, makineleşme
yolunda etkin olmuştur. Üretim yapısını değiştirerek sınaî kapitalizm devrinin
başlamasını sağlayan yeni teknik buluşlar ve icatlar da İngiltere’nin sanayileşmesinde
büyük rol oynamıştır.
260
Uluslararası niteliğe sahip ticari hareketler paranın öneminin artmasına sebep
olmuştur. Altının para olarak kullanılmasındaki sorunlar ve değerli madenlerin azlığı
nedeniyle “banknot” ortaya çıkmış, devletler ülkenin her tarafında geçerli olan paralar
basmışlardır. Sınai değişim sonucu kredi kurumunun önemi artmış ve kredinin iktisadi
255
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.34
Eskicioğlu, a.g.m., s.11,12.
257
Tabakoğlu, “İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”, s. 93.
258
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10.
259
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 19
260
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.32-33-34
256
65
faaliyetlerde rolü hızlanmıştır. Böylelikle bankacılık ve finans gelişim göstermiştir.261 O
vakite kadar felsefenin ve dinlerin zararlı kabul ettiği ve yasakladığı faiz sermaye
birikimi için meşru sayılmaya başlamıştır. Bununla birlikte bireysel emek fabrika ve
makinenin çalışmasına bağımlı hale getirilmiştir.262
Daha evvelki çağda proto-kapitalist esaslı olarak özgün bir sistem olan
kapitalizm 16. yüzyıl kökenlidir. Gerçek kapitalizmi proto-kapitalist cetlerinden ayırt
eden, bir girişimcinin muazzam kâr elde etme arzusu hususunda aldığı risktir. 16.
yüzyıldan evvel, risk faktörü belirleyici olmamıştır, çünkü elde edecek olağanüstü
kârlar yoktur. Ticaret ve endüstrinin yapısı gereği yüksek riski göze alan ya da düşükriski göze alan biri az bir puanla netice almıştır. Dolayısıyla, yüksek-riski göze alan bir
girişimcinin ayrı ve belirgin kâr amacı güden bir sınıf mensubu olarak ortaya
çıkmasının getireceği bir fırsat yoktur. Fırsatlar 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın
başlarında ilk olarak Uzak Doğu’ya ve Yeni Dünya’ya açılan okyanus yolları ile
doğmuştur. Eğer bir girişimci sermayesini yıllarca bloke etmeye ve gidişatı süresince
riske maruz kalmaya razı olursa, % 20, % 30 değil, hatta %250 değil, % 2000 ya da
%3000 belki daha fazlası ile karşılığını alabilirdi. Kapitalizmin doğuşuna sebep olan
riski göze alanların bu neslidir. 263
Girişimci ruh, kapitalizmin ortaya çıkardığı “bireysel tercih hakları” gibi
evrensel değerler ile beslenmiştir. Girişimci ruh ulusal değil evrensel bir hal almıştır.
Kapitalizm artık milli sınır tanımamaya başlamıştır. “Bireyin devredilemez yaşam
hakları, özgürlük, mülkiyet, mutluluk elde etmeye çalışma gibi bazı değerler üretmiştir.
Kapitalizm savaş üretmemiştir ancak, egemen ulus-devlet içinde tuzak yaratmıştır.
Kapitalist kalkınma emperyalizmi gerekli kılmamıştır ancak, gelişmemiş ülkelerdeki
hazır ucuz arzı ve kısmen köle gibi olan işgücünü temel mahsullerin üretimi için
261
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.32
Eskicioğlu, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.11.
263
Ochs, A.E.R.S., “Judaism’s Historical Response to Economic, Social and Political Systems”, s. 18-19.
http://www.rivkinsociety.org/documents/Judaism/Ancient/Judaism's_Historical_Response-1.pdf
262
66
sömürme avantajına sahip egemen ulus-devlet in çerçevesini kısıtlayan kâr dürtülerini
icap ettirmiştir.264
Kârı en üst düzeye çıkarma dürtüsünün kaçınılmaz sonucu kapitalizmin
beklenmedik formları ortaya çıkmıştır. Bu dürtü, sermayenin, emeğin ve yönetimsel
yeteneklerin daha rasyonel kullanımı ile, yenilikçi teknoloji ile, ve yenilikçi form ve
biçimler için engellerin kaldırılması amacıyla siyasi gücün yetenekli kullanımı ile,
piyasaların genişlemesi ve derinleşmesi yoluyla, riski göze alarak karını artırmak
isteyen girişimcileri teşvik etmiştir.265
17. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılda da devam eden “insanın rasyonel yaratık”
olduğu varsayımı ve “insan aklına aşırı güven” ile kuvvet bulan dünya görüşü, akılcılıkgözlemcilik anlayışı olarak ortaya çıkmış ve doğal kanun felsefesinin oluşumuna zemin
hazırlamıştır. Doğal kanun fikrine dayanarak ve “bireyin çıkarı”nın abartılı hale
getirilmesi
ile
toplumun
iktisadi
teşekkülünün
temeline
“kişisel
menfaat”in
yerleştirilmesi neticesine ulaşılmıştır. Doğal kanun felsefesine dayanan zihniyet ile
iktisadi meseleleri açıklama gayretine giren ve bu zihniyet yapısına göre evrensel
kurallar çıkarılabileceğini ileri süren Fizyokrasi’nin en etkili düşünürü John Locke
olmuştur. Toplumsal zenginliğe ulaşabilmek için doğal kanunların benimsenerek
iktisadi kurallar çıkarılabileceğini düşünmüşlerdir. Girişim, mülkiyet ve sözleşme
konularında özgürlük meselelerine değinmişlerdir. İnsanın kendi aklına güvenen biri
olarak kendi çıkarını kollayacağı ve kendi zararına olabilecek bir tercih yapmayacağını
savunmuşlardır. "Laisser-faire” sloganı bu iddialardan doğmuştur. Bununla birlikte bir
makro model oluşturmaya gayret gösterdikleri için iktisat teorisinin başlangıcını
meydana getrirdikleri ifade edilir. 266
Tarihi araştırmalardaki yetersizlik nedeniyle kapitalizm “evrensel bir realite”
olarak algılanmıştır. Bu algının güçlenmesine çağdaş kapitalist ve Marksist yaklaşımlar
etkili olmuştur. Burjuvazinin menfaatleri doğrultusunda gelişen kapitalizme, aslında
aynı zihniyetten destek alan türevi Marksist iktisat, “işçi sınıfının sözcüsü” olarak
reaksiyon vermiştir. Bilinen bir gerçek ise kapitalist iktisadın esaslarının az gelişmiş
264
Ochs, a.g.m., s.21,24,27.
Ochs, a.g.m., s.28.
266
Erim, a.g.e., s.16-18.
265
67
ülkelerin ekonomik ve kültürel alanda kapitalleşmiş Batı’nın egemenliğine bağımlı
kalmalarını sağlamasıdır.267
1.3.2.
Batı Medeniyetinin İktisadi Teşekkülüne Etki Eden Bazı Akımlar ve
Düşünürleri
16. yüzyılda ortaya çıkan Pozitivizm, 18. Yüzyıl Aydınlanma Hareketi
bünyesinde popüler olmuştur. Esas kurucusu Auguste Compte, ilk Fransız temsilcisi
Saint-Simon’dur. Pozitivizmin esas kurucusuna göre insanın zihinsel gelişim tarihi
sırasıyla “teolojik”, “metafizik” ve “pozitif”tir. Hedef sosyal ilişkilerin “ “pozitif
politika” metodu ile rasyonalizasyonu”dur. Pozitivizmi eleştirenler arasından Frankfurt
Okulu, felsefenin evvelden esaslarında yer alan “otonomi, mutluluk, özgürlük, adalet,
dayanışma gibi fikirlerinin“pozitivizmin kısalttığı akıl” ile önemini yitirdiğini ifade
etmiştir. Bununla birlikte Horkheimer pozitivizmi, insanlığa hükmetme arzusundaki
politik güçlerin düşünce tarzı ve kendi çıkarları için kullanması olarak ifade etmiştir. 268
Renaissance269’ın iktisadi hayata etkisi büyük olmuştur. Rönesansta, İslam
dünyası aracılığıyla tanınan Yunan kültürüne dönüş etkili olmuştur270. Daha materyalist
bir hayat görüşü ortaya çıkmış, kişilerin daha iyi giyinip, daha iyi evlerde yaşamasına ve
daha şık mobilyalar edinmesine sebep olmuştur. Ortaçağdaki şatoların ve kiliselerin
yerini lüks mekânlar almış, buralar sanat eserleri ile doldurulmuştur. Dolayısıyla
mimariye paralel olarak “cam, seramik, çini, tekstil, kuyumculuk, der, demir ve ağaç
yapımı gibi” ticari ve sınai faaliyetlerde gelişme görülmüştür.271 “Lüks yaşamak, zevk
ve sefa sürmek anlamına gelen Rönesans, önce İtalya’da Floransa ile Hollanda’da
Brugger’de ortaya çıkmış, sonra bütün Avrupa ülkelerini etkisi altına almıştır.
Böylelikle 15. yüzyıldan itibaren edebiyat, sanat ve bilim alanlarında yeni bir çağ
açılmış”tır.272
267
Tabakoğlu, “İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm , s.98,100.
Özlem, D., “ Batılı Bilgi, Pozitivizm ve Felsefe Çerçevesinde Avrupamerkezci Tarih Anlayışının
Temelleri”, İnsan&Toplum, İlem Yayınları, Cilt 3, Sayı 6, 2013, s.8-9, 19.
269
Naissance “doğuş”, Renaissance ise “yeniden doğuş” anlamına gelmektedir.
270
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10.
271
Zeytinoğlu, a.g.e., s.23
272
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.23
268
68
Hümanizm akımı Rönesans hareketi ile ortaya çıkmıştır. “Hıristiyan insana karşı
doğal insan” ön plana çkmıştır. Bu sebeple pagan yaşama olan nazar ve bir yakınlık
inkişaf etmiştir. Maddi yaşamın gereklerine, doğaya yönelik bir zihniyete dolayısıyla
Ahiret düşüncesine kapalı bir yaşam tarzına destek veren bu akıma yönelim oluşmuştur.
Bu akım Eski Roma ve Yunan çağının yaşamına merak uyandırmıştır.273
Yaşam tarzındaki bu köklü değişiklik dini alanda Reforme274 olarak adlandırılan
değişim hareketine sebep olmuştur. Bu hareketi 1517’se martin Luther başlatmış,
Calvin ve Zwigli ise hareketin diğer öncüleri olmuştur. Luther, 1520’de Papa Leo X
tarafından aforoz edilmiş, yeni kilisesini kurarak “herkesi kutsal kitapları kendisine göre
okuyup anlaması gerektiğini ileri sürmüştür”.275 Rönesans’ın entelektüel aktiviteleri
Reform’un gelişmesini desteklemiştir. Bireyselliğe verilen önem Protestanlık için de
önemlidir.276 Ayrıca materyalist hayat görüşünün yerleşmesine paralel olarak dini
yaşamda da değişim oluşmuştur. İktisadi konularda tutucu olan Luther, feodal
mekanizmaya karşı direnen Protestan köylülerin ezilmesine seyirci kalmıştır. “Ticaretin
gelişmesine ve dış ticaretin önem kazanmasına karşı da olmuş”, sadece tarımsal
faaliyetlere önem vermiştir. Ancak, insanın asgari bir hayat seviyesine razı olmasını,
refah hırsına yenilmemesini savunmuş, tekelciliğe karşı çıkmıştır.277
Reform çalışmaları başladığında Avrupa, iktisadi olarak refahın toprağa bağlı
olduğu, ziraata dayanan bir durumda olmuştur.16. yüzyılın başlarında sömürgeler
sebebiyle ele geçirilen yeni kaynaklar orta sınıf tüccarlarının feodal aristokrasinin yerini
almasına neden olmuştur. Uluslararası ticaretin başlaması ile para ekonomisi önem
kazanmaya başlamıştır. Giderek sermaye sahibi olan bu sınıf, sermayelerinin Roma’ya
gitmesini istemedikleri için Reform’u desteklemişlerdir. Serflik kayboldukça özgürlük
kazanan çiftçiler yeni bir orta sınıf oluşturarak Kuzey Avrupa’da Reform’a destek
olmuşlardır.278
273
Yalçın, a.g.e., s. 130.
Reforme, “yeniden kurma/yeniden oluşturma” anlamına gelmektedir.
275
Zeytinoğlu, a.g.e., s.24
276
Erbaş, a.g.e.,s.70
277
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.24
278
Erbaş, a.g.e., s.69-70
274
69
Erbaş’a göre, “Reform’un ortaya çıkışında ekonomik faktörlerin yanında sosyal
ve dini faktörler de bulunmaktadır.” Reformun ortaya çıkışında etkili olan dini faktörleri
ekonomik ve sosyal faktörler desteklemiştir demek daha doğru olur. Nitekim Erbaş,
Reform’un en önemli sebepleri olarak “Katolik Kilisesi’nin bozulması, din adamlarının
Kilise imkânlarını kendi çıkarları için kullanmaları ve halkı ekonomik yönden
sömürmeleri, endüljans sorunu, matbaanın yaygınlaşması, İncil’in diğer dillere tercüme
edilmesi, Rönesans’ın etkisi ile oluşan hür fikir ortamı, Kilise artan mal varlıklarına
halkın tepki göstermesi”ni saymıştır. İlk üçü ve sonuncusu dinde ve din adamlarının
ciddiyetinde doğrudan ciddi sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Matbaanın
yaygınlaşması ve İncil’in diğer dillere tercümesi dindeki bozulmanın giderileceği yerde
giderek daha yanlış yorumlamalar yapılmasını kolaylaştırmıştır. Reform sonucunda
Katolik Kilisesi merkeziyetçi rolünü kaybetmiş, özellikle devlet tarafından kontrol
edilen Anglikan ve Lutherci ulusal kiliseler yaygınlaşmıştır. Laik öğretim kurumları
yaygınlaşarak, rahiplerin sosyal pozisyonunu laikler almıştır. Saint Simon ve
Protestanlığın ruhunun materyalizm olduğunu ileri süren Auguste Compte, Ortaçağ’da
Katolik Kilisesi’nin bölünmesini “çok faydalı” bulmuşlardır.279
Reform ve Protestanlık bireyciliği desteklemiştir. Feodal mekanizma ve Kilise
güç kaybederken, desteklenen bireycilik ticaret sistemini etkilemiştir. Luther’in faiz ve
fiyat düzenlemelerinin devlet tarafından yapılmasını ifade etmesi, Calvin’in
zenginleşmenin sadece bu dünyada değil ahirette de fayda getireceğini ileri sürmesi
ekonomik yapılanmada değişime teşekkül oluşturmuştur.280 Calvin’in ekonomik
düşüncesi
teolojinin
etkisinden
bütünüyle
çıkarak
liberal
sisteme
zemin
hazırlamıştır281.(Calvin ve Calvinizm ile ilgili bilgi ve eleştiri için “Hıristiyanlık
Açısından Homo economicus’un Analizi” bölümüne bakınız.)
Siyasi düşünürlerin iktisadi düşünceye etkileri gözardı edilmemelidir. 15-16.yy
arasında İngiltere’de yaşamış, Oxford’da eğitim almış, ileri derece Latince ve Yunanca
öğrenmiş olan Thomas More, Avrupa’nın ekonomik ve sosyal durumu ile ilgilenmiştir.
16. yy da şövalye ünvanı aldığı için Sir Thomas More, Papalık tarafından beatificatio ile
279
Erbaş, a.g.e., s.72,73
Erbaş, a.g.e.,s.73-74
281
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 25.
280
70
kutsanmış olduğundan 1935’ten beri Saint Thomas More olarak anılmaktadır. Utopia
adlı eseri Yunanca’da Ou-to-pos “olmayan yer” anlamına gelen bir sözcükten isim
almaktadır. Eseri Avrupa’daki ekonomik ve toplumsal koşulları eleştiren ve ayrıca
Atlantik’te “hayali bir adada en iyi toplum tasarımı”nı yapan iki bölümden
oluşmuştur.282
Anglikan bir papazın oğlu olarak dünyaya gelen Thomas Hobbes Oxford’da
skolastik felsefe eğitimi almıştır. Ünlü eserlerinden biri olan Leviathan’ın bir
bölümünde “mutluluğu ve mutsuzluğu bakımından insanlığın doğal durumu üzerine”
yazmıştır. İnsanların doğuştan eşit olduğunu ve insanları doğanın fiziksel ve bilişsel
olarak eşit yarattığını iddia etmiştir. Eşitsizlikten güvensizlik doğduğunu söyleyen
Hobbes’a göre iki insanın eş zamanlı olarak elde edemeyecekleri bir şeyi
arzuladıklarında birbirlerine düşman olacaklarını ve “esas hedefleri olan “varlıklarını
sürdürmek ve zaman zaman yalnızca zevk almak”” gerekçesiyle birbirlerini yok etme
ya da birbirlerini hakimiyet altına alma gayretine girerler. Ayrıca güvensizlikten savaş
doğacağını da söyleyen Hobbes iddiasına şunu da eklemiştir: Birinin başkasına olan
güvensizliğinden kurtulmasının “tek akla yatkın yolu”, kendisi için risk sayılabilecek
derecede başka bir güç kalmadığını anlayıncaya dek, “ “cebren veya hileyle” mümkün
olan en çok kişiyi egemenliği altına almasıdır. İnsan doğasında rekabet, güvenlik ve
şan-şeref olmak üzere üç kavga sebebi vardır. Bunlardan ilki kazanç amacıyla, ikincisi
güvenlik ve üçüncüsü şöhret amacıyla mücadele etmeye teşvik eder. Doğanın insanları
ayırmasının ve birini diğerini yok etmesi için teşvik etmesinin “bu konuları iyice
düşünmemiş birine tuhaf gelebileceğini” ileri sürmüştür. Herkesin herkese karşı
mücadele içinde olmasının neticesinde böyle bir mücadelede hiçbir şeyin adalete aykırı
olmayacağını, genel bir gücün bulunmadığı yerde adaletsizliğin olmadığını iddia
etmiştir. Mücadelede cebir ve hilenin en büyük iki erdem olduğunu, adaletin ya da
adaletsizliğin bedenin veya zihnin melekeleri olmadığını söylemiştir. Herkesin herkesle
mücadelesinin bir başka neticesi olarak mülkiyetin, hâkimiyetin, aidiyet ( “benim ve
282
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, Der. Mete Tuncay, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları 27, İstanbul, Eylül 2002, s.3-4.
71
senin” diye ifade edilmiştir) ayrımının bulunmaması, yalnızca herkesin elde edebildiği
şeye mümkün olduğu sürece sahip çıkmasını saymıştır.283
17.-18. Yüzyıllar arasında yaşayan, kimya ve tıbba da alakadar olan John Locke
insan ve toplum bilimleriyle ve din bilimleriyle ilgilenmiştir. İktisat, eğitim ve dinbilim
konularında eserleri vardır. Orta sınıf menfaatlerini, tüccar ve toprak sahiplerini ve
mülkiyet haklarını savunmuştur. Siyasal ve biçimsel olarak eşitlik ve özgürlük yanlısı
olup iktisadi ve sosyal adalet yanlısı değildir. Uygar Yönetim Üzerine İki İnceleme adlı
eserinin İkinci İnceleme’si liberal siyaset felsefesi üzerine yazılmıştır. 284
İlgi alanı siyasal olup, arzusunun devleti maddileştirmek, siyaseti ahlaktan
bağımsızlaştırmak olan Niccolo Machiavelli, 15.-16. Yy arasında Floransa’da
yaşamıştır. O sıralarda İtalya’da iktisadi ve kültürel gelişim düzeyi yüksek olmakla
birlikte
siyasal
ve
askeri
açıdan
problemli
bir
yapı
hâkimdir.285
Niccolo
Machiavelli’nin, Yeniçağ tarihinin düşünürleri arasında “modern” olarak vurgulanan
düşüncelerinin bazı kısımları toplum düzeni için oldukça tehlikeli olabilir. Il Principe
adlı yapıtında “Quomodo fides a Principus sit servanda” (Prensler Sözlerini nasıl
tutmalıdırlar?)286 kısmında bir hükümdarın ya da halkın yöneticisinin hilekârlığa
başvurarak halka verdikleri sözü tutmayarak dürüst davrananlara karşı daha üstün
geldiklerini savunur. Gerekçesi de insanların tümünün iyi olmadığı ve kötü oldukları
için verdikleri sözü tutmayacaklarını ifade etmesi ve bu durumda da verilen sözü
tutmanın gerekli olmadığıdır. Machiavelli’nin önerdiği bir ikiyüzlülük vardır ki bu söz
konusu hükümdarın şöhreti için en etkili bölüm olduğu Tuncay tarafından
vurgulanmıştır; “bağışlayıcı, sözünün eri, insancıl, dürüst, dindar görünmek ve olmak
gibi; ama aklını öyle ayarlamalısın ki, gerektiğinde tersine dönüşmeyi bilmelisin”.
Devamında, yeni bir prensin devletin bekası için, çoğu zaman vaat ettiğine, iyiliğe,
insanlığa ya da dine karşı çıkmak mecburiyetinde olabileceğin, belirtilen beş nitelikle
uyuşmayan bir şeyin ifade edilmemesine büyük itina gösterilmesini ve kendisine itaat
edenlere bağışlayıcı, inançlı, dürüst, insancıl, ve dindar görünürken son niteliğe
sahipmiş gibi görünmenin de elzem olduğunu söylemiştir. Max Weber, Machiavelli’nin
283
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.209-213.
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.255-256.
285
Machiavelli, N., Hükümdar, Çev. Selahattin Bağdatlı, Derin Yayınları, Eylül 2012, s.2,4.
286
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.62
284
72
Floransalıların mücadelelerinde ülkelerine olan düşkünlüklerini ruhlarının kurtuluşu
endişesinden daha üstün tuttuklarını ifade ettiğini ve “gururlu bir bu dünaylık ruhuna”
değindiğinden bahsetmiştir.287
Machiavelli, bir hükümdarın gücünün ya da egemenliğinin sürekliliğinin ( ya da
sarsılmazlığının), bazen aldığı kararların dine veya ahlaka uygunsuz olmasıyla
sağlanabileceği görüşünü savunmuştur.288 “Hedefe giden her yol mübahtır” ya da
“amaca ulaşmak için her yol meşrudur”289 zihniyetinden hareketle amaç için ahlaktan
ya da dinden soyutlanmış her türlü araç kullanılabilir. Toplumun refahı ve bu refahın
bekası için bu görüş tehlikelidir. Machiavelli’nin ifadesindeki “gerektiğinde tersine
dönüşmeyi bilmek” 290 insani ve ahlaki değerleri hiçe sayarak yapılırsa erdem diye bir
şey kalmadığı gibi bir insanı ve dolayısıyla toplumu insanlıktan çıkarır, hayvanlardan
daha aşağı derecelere indirir. “Çoğu kez verdiği söze, iyiliğe, insanlığa, dine karşı
çıkmak zorunda kalabilir” ifadesinden, hilekârlığa başvurabilir, kötülüğe dayanabilir,
insani değerleri hiçe sayabilir, dini kuralları çiğneyebilir ve bunu çokça kez yaptığına
göre toplumu kaosa, teröre, isyana götürebilir neticesi kolaylıkla çıkarılabilir.
Cassirer, Devlet Efsanesi eserinde Machiavelli’nin “siyasal eylemleri bir
kimyagerin kimyasal reaksiyonları incelediği gibi” ele aldığını söylemiştir. Söz konusu
kimyagerin labaratuarda çok kuvvetli bir zehir hazırlaması ile bunun neticelerinden
sorumlu tutulamayacağını ifade etmiştir. Gerekçe olarak ise, bu zehrin iyi bir doktorun
elinde iyi bir ilaç olabileceğini fakat bir katilin elinde birinin ölümüne sebep
olabileceğini söyleyerek iki farklı durum için de kimyagerin sorumlu tutulamayacağını
ifade etmiştir.291 Ancak şunu belirtmekte fayda vardır: Siyasi eylemler kimyasal
reaksiyonlara benzemez. Siyasi eylemleri yapanlar insanlar olduğu için bu eylemlerde
ruh dolayısıyla ahlak faktörü vardır. Siyaset ya da ekonomi, veya herhangi bir bilimin
dine ve ahlaki değerlere karşıt olarak ortaya atılmasının (ya da tam tersinin)
moderniteyle ilgisi olmadığı gibi, bu, ahlaki ve dini değerleri feda edecek kadar
“aykırı/farklı olma arzusu” ndan kaynaklansa gerektir.
287
Weber, M., L’éthic Protestante et l’esprit du Capitalisme (1904-1905), Texte préparé par JeanMarie Tremblay, sociologue, 17 mai 2002, s. 70. Bookfi.org
288
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.62-64
289
Machiavelli, a.g.e., s.3.
290
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.64
291
Machiavelli, a.g.e., s.4.
73
16. yy da doğmuş olan Jean Bodin, Tolouse Üniversitesi’nde hukuk eğitimi
görmüştür; tarih, iktisat, doğa bilimleri ile ilgilenmiş ve maliye ve iktisat üzerine
denemeler yazmıştır. Devlet Üstüne Altı Kitap isimli eserinde mal eşitliğinin topluma
etkisi, toprak eşitliğinin adalete aykırılığı konusunda yazıları vardır. 292
Büyük bir halk kitlesi tarafından gerçekleştirilmiş olan “Fransız Devrimi”
“eşitlik, kardeşlik, hürriyet”293 gibi fikirleri uyandırmış ve insanları otoriteye karşı
direnmeye çağırmıştır. Aralarında J.J.Rousseau, Baron de la Brède et de Montesquieu,
Voltaire, Didérot, d’Alambert gibi düşünürlerin bulunduğu Fransız Devrim Hareketi bu
düşünürlerin önderliğinde gerçekleşmiştir.29418.yy da Fransız Devrimine fikirleriyle
katkıda bulunmuş olan Montesquieu, La Brède’de doğmuş, Paris’te hukuk eğitimi
görmüştür. En ünlü eseri olan Yasaların Ruhu’nda siyasal toplumu bir araya getiren
fiziki ortam, ırksal özellikler, ekonomik, sosyal, dini kurumlar gibi öğelerin karşılıklı
ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır. Ancak bu eser bazı kesimlerce (Cizvitler ve
Jansenistler) sakıncalı bulunmuştur. 18.yüzyılda yaşayan Jean-Jacques Rousseau sadece
bir köy okuluna gitmiş ve başka bir öğrenim görmemiştir. “Doğal din”i savunması
sebebiyle siyaset ve din adamlarının tepkilerini almıştır. İnsanın doğadan iyi olduğunu
ifade etmiştir.295
Nedeni siyasi ve sosyal alanda liberalizmi gerçekleştirmek olan Fransız
Devriminden
sonra
kölelik,
aristokrasi
gibi
unvanlar
kaldırılmış,
kiliseler
ulusallaştırılarak kilisenin malları devlete devredilmiş, ruhban sınıfının yetkilerine sınır
konmuştur. Ceza yasaları değiştirilmiş, krallıklara son verilerek cumhuriyetler ilan
edilmiştir. İktisadi ortamın hukuki çerçevesinin oluşumunu sağlayan Fransız
Devriminin getirdiği esaslar liberal sisteme zemin hazırlamıştır. Liberal sistemin
esasları da bireyin çıkarına dayanır ve liberal sisteme göre bireyin çıkarı toplumun
çıkarına aykırı değildir.296
292
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.177-200.
“égalité, fraternité, liberté”, “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” anlamına gelir, Fransız Devrimi’nin
simgeleri olan kavramlardır.
294
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25-26
295
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s. 297-298, 345-346.
296
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25-26
293
74
“Hıristiyanlığa karşı aklın üstünlüğünü” savunan 16.-18. Yüzyılın bazı
düşünürleri ve oluşturdukları hareket, Rönesans ve Reform hareketlerinin getirdiği
zihniyet değişikliklerine ek olarak, toplumun doğa düzeni esasına göre teşekkülü ve
iktisadi hayata laisser-faire versiyonunun uygulama bulması ile, homo economicus
algısı oluşumunu tamamlamışlardır.297
297
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 10-11.
75
İKİNCİ BÖLÜM
2. Geleneksel İktisadi Doktrinlerin “İnsan” Görüşüne Etki Eden Esasların
Analizi
2.1. Liberalizm Felsefesine Dayanan İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne
etki eden esaslarının Analizi
Klasik İktisat Okulu Liberal felsefeye dayanmaktadır. Liberal Ekonomik Okulu bu
isimle anılmaktadır. Liberal sistemin hukuki esası “kendi kendine çalışan ekonomik
yasalar”dır.298 Adam Smith ile başlayan bu ekol, “ilk bilimsel ekonomi politik anlayışı”
olarak görülmüştür. David Ricardo ile birlikte Adam Smith’in bilimsel ve nesnel bir
kuram geliştirdiği ifade edilmektedir.299 Adam Smith’in düşünceleri üzerinde İskoç
Aydınlanmasının önemli filozoflarından olan 18.yy’da yaşamış tarihçi David Hume300
etkili olmuştur301. Hume’a hastalığı sırasında moral vermek için kendisini ziyarete
gelen302 ünlü iktisatçı Adam Smith’in kendisinin iyi dostlarından biri olması siyasal
düşünceler ile iktisadi düşüncenin ne derece etkileşim içerisinde olduğunun bir
göstergesidir.
Adam Smith sermaye birikiminin yapılmasını baştan bir önkoşul olarak kabul
etmiştir. Bir nevi sermaye birikimi bir varsayım gibidir. Görüşlerinin, “sermaye
birikiminin yapılmasının” zorunlu hale getirilmesine hizmet eder bir hali vardır. Bu
bulgumuzu Smith’in görüşlerinden bazılarını303 maddeleyerek şu gerekçeler halinde
gösterebiliriz:
i. Smith’e göre sermaye birikimi için “somut bir şey” üretilmelidir.
ii. Ancak “somut bir şey” üreten emek verimlidir. Smith ve klasik
dönemin bazıları, din adamları, hukukçular, doktorlar, müzisyenlerin bulunduğu
bazı emek sahiplerinin emeğini “verimsiz” kabul etmiştir. Mesleklerini “boş
298
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 37.
Hançerlioğlu, a.g.e., s.236.
300
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.393.
301
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 40.
302
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, s.395.
303
i. –iv. maddeleri için yararlanılan kaynak: Erim, a.g.e., s.44-45,48.
299
76
meslek” olarak ifade etmiştir. Bu hizmetlerin toplum zenginliğini artırıcı bir
etkisi olmadığı görüşü güçlenmiştir.
iii. “Verimli emek” sermaye birikimini sağlar.
iv. Sermaye birikimi gerçekleşince ekonomik gelişim sağlanır. Ancak net
gelirin toprak sahibi olanlar ve sermayedarlar (kapitalistler) arasında
paylaşıldığını da ifade etmiştir. Bu paylaşımdan sonra net gelir tasarrufa
yönlendirilmesinin “toplumun hayrına”olacağını söylemiştir.
Aşağıdaki maddeler tarafımızdan ilave edilmiştir:
v. Bu sistemde birikimi ağırlıklı olarak kapitalist sınıf yapabildiği için
sermaye birikiminin gerçekleşmesi “toplumun hayrına değil “kapitalist”in
hayrına”dır.
vi. Ayrıca paranın “birikim aracı”304 olarak görülmesinin, mantık
silsilesiyle
ulaşılabilcek
bir
neticesi
de
adil
gelir
dağılımının
gerçekleşmeyeceğidir.
“Birey”in ve “bireysel hürriyet”in her şeyden üstün tutulduğu liberal sistemin
esasları bireysel özgürlük çerçevesinde gerçekleştirilen, bireyin menfaatini maksimum
seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılan faaliyetler oluşturur. Tüm liberal iktisatçıların
zihniyet esası birey ve bireysel özgürlüktür. Bireyin menfaati en serbest şekilde
gerçekleştirilebilmelidir. Bu sebeple bu sistem laisser-faire (bırakınız yapsın) olarak
ifade edilmiştir. Liberalizme göre “insan” toplumun bir unsurudur. Toplumdaki
kurumların, devletin var olma sebepleri bizzat bireydir. Sistemin zihniyeti bireyin
çıkarına dayanır. Bu anlayışa göre “insan” piyasa için çalışır. Üretimdeki hedefi en
yüksek karı elde etmektir. Üretimde bulunanların talebi bilmesi ve tüketici arzularını
tatmin etmesi gereklidir. Böylelikle üretim tüketime uyum göstererek menfaatler
arasında çatışma olmamaktadır. Bireysel menfaatler ile toplumsal menfaatin
çatışmadığını ifade eden bu görüş ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri kabul etmekle
beraber bu eşitsizliği yararlı olduğunu ileri sürer.305
304
305
Erim, a.g.e., s.49.
Zeytinoğlu, a.g.e., s. 38-39.
77
Adam Smith’in iktisadi insan için görüşünün dayandığı esaslar şöyle
sıralanabilir306:
1.Bireysel özgürlüğü temel alan bir doktrindir.
2. Düzen Tanrısal değildir-a priori bir ilke değildir-, bireysel menfaat
anlayışı ile insanların ruhsal eğilimlerine dayanan bir düzendir.
3. İnsan kendi menfaatinin peşinden koşarken, bilinçli olarak toplumun
menfaatine hizmet etmek istediğinde gerçekleştirebileceğinden daha iyisini
yapar. Bu sebeple insan menfaatinin gerektirdiği yöntemi izlemekte bütünüyle
özgür olmalıdır.
4. Eşitsizlik doğaldır.
5. Mülkiyet, tersi ispatlanana kadar, kabiliyet ve başarının armağanıdır.
Dolayısıyla fakir servet ve sermaye sahibi olma konusunda yeteneği
olmadığından fakirdir. Bu sebeple fakir mülkiyeti kıskanır. Mülkiyet hakkını
fakirin hasedine karşı korumak gerekir.
Liberal iktisadi felsefe insan aklına aşırı güveni neticesinde,
aklın kişisel
davranışları kontrol etmedeki rolünü abartmıştır. Liberal iktisadın akılcı davranış ile
ilgili varsayımları, davranışlarda itici gücün bireysel menfaat olduğu kabulüne
götürmüştür. Buradan oluşturulan inanç sistemi, rasyonel homo economicus’ların
tatminlerini maksimumlaştırması ile toplumun refahı maksimumlaşacağı düşüne
dayanır. Kazgan’ın deyişiyle, “olması gereken ile gerçekten varolan birbirine
karıştırılmıştır”. Serbest rekabet koşulları ile oluşturulmaya çalışılan piyasa modelleri,
gerçekte
olması
gerekeni,
yani
toplumsal
refahın
maksimuma
ulaşmasını
açıklayabilmek için kurulmuştur. “Gerçekten varolan” koşullar farklı olmakla birlikte
liberal iktisat bu akılcılık yöntemi ile “olması gerekenin” ne derece varolduğunu
araştırmayıp ikisini birbiriyle karıştırmış ve rasyonel insanlar dünyası içinde bir cennet
oluşturulabileceği inancını yaygınlaştırabilmişlerdir.307
306
Maddelendirme tarafımızdan yapılmıştır. Ancak gerekli bilgi için aşağıdaki kaynaktan alınmıştır:
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 40-41.
307
Kazgan, a.g.e, s. 56.
78
İktisadi liberal doktrinin kendi içinde çelişki yaşadığı meselelerden bir tanesi de
şu iki görüştür:
1.”Tüm liberal iktisatçıların zihniyet esası birey ve bireysel özgürlüktür. İktisadi
faaliyetler bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılır.”
2. “Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için çalışır.”
Hem 1 hem 2 numaranın aynı zihniyet yapısında gerçekleştiğini varsayalım. Şu
sonuca varılır: 1 numaradan “bireysel özgür insan kendi menfaatini maksimum düzeye
çıkarma amacıyla çalışır” ve 2 numaradan “insanın iktisadi gayesi piyasaya hizmettir”.
Piyasaya çalışan insanın piyasa menfaati ile kişisel menfaati çatıştığında ne olmaktadır?
Bu zihniyet bu soruya net bir cevap vermez. Çünkü böyle bir cevabı bulabilecek
kabiliyete sahip olan bir sistem değildir. Çünkü bu zihniyet esaslarına göre birey kendi
çıkarını maksimize edecek, her birey bu şekilde davranacak ve sistem ya da toplum
maksimum refaha ulaşabilecektir diye varsayılır. Bununla birlikte her birey piyasa için
çalışmaktadır. “Birey piyasa için çalışıyor” ve “kendi menfaati piyasa menfaati ile
çatışıyor ise” ve “her birey kendi menfaatinin maksimizasyonunu hedefleyerek tercih
yapıyor ise” bu bireyler nasıl piyasa için çalışmaktadır? Piyasa için çalışıyorlar ise
kendi menfaatlerinin maksimizasyonunu nasıl gerçekleştirmektedirler?
Bu zihniyet esaslarını kabul etmiş iktisatçıların “insan doğası” fikrini tasdik
etmelerinin bir nedeni, matematiksel modellerinin neden olduğu gibi, denge sistemleri
olarak kabul ettikleri toplum ve ekonomi görüşlerinin belirleyici (deterministik) ve
atomistik davranışı icap ettirmesi olduğu ifade edilmektedir. Clark’ın deyişiyle, bunun
ortaya çıkardığı en büyük ironi de serbest piyasa koşullarını oluşturan serbest
seçim/serbest tercih, ekonomiyi ve toplumu oluşturan bireylerin belirleyici davranışları
olması gerektiğidir. Neoklasik iktisat teorisinde de, bu yaklaşımın temeli, hazcı insan
doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışıdır. Neoklasik iktisatçı için bir faaliyet
ancak piyasada birilerine fayda yaratıyorsa önem ifade ettiği için iktisadi işlemlerin
toplumsal saadete ya da refaha katkı yapıp yapmaması sorun olmamıştır; teori için
önemli olan sadece bu işlemlere katılan bireylerin işlemlerinden fayda/tatmin sağlayıp
sağlamadığıdır. Bununla birlikte, ortak yarar sorunu analizden hariç tutulmuştur.
79
Bireyci kavrama dayanan toplum ve hazcı kavrama dayanan insan doğası kaynaklı
Neoklasik iktisat teorisi gelişmeyi piyasadaki faaliyetin yükselmesi, “elde edilen
tatminlerin toplamından ibaret Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın artması” olarak
kavramaktadır. GSYİH gelişimin ve toplumsal refahın ana göstergesi olarak laissezfaire ideolojisinin değerlerini yansıtmakta ve toplumun yalnızca küçük bir yüzdesinin
yararını gösteren, diğer tüm iktisadi faaliyetlerin üstünde olan özel üretimin ayrıcalıklı
makamına hastır.308
Bu zihniyet esaslarına göre, işgücünden bir kişi eksileceği ve yaptığı iş piyasada
mevcut olmayan bir iktisadi hizmet olarak kabul edildiği için bir annenin kendi
çocuğuna bakması faaliyeti GSYİH’yi düşürür309. Çelişkiyi bu örnekte de görmek
mümkündür. Şöyle ki, Geleneksel iktisadi zihniyete göre her birey kendi menfaatinin
maksimizasyonu peşinde koşmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki paragrafta verilen
örnekteki gibi “istihdam edilmek yerine kendi çocuğuna bakmayı tercih eden anne
menfaatini maksimize etmiştir” diye varsayalım. Yine bu zihniyete göre her anne bu
şekilde davrandığında toplumun refahının maksimuma ulaşması gerekir. Ve piyasadaki
faaliyetlerin yükselmesini GSYİH ile ölçülmekte, bireysel menfaatlerin tatmininin
toplamı bulunmaktadır. Ancak aynı zihniyete göre yalnızca bir anne kendi çocuğuna
bakmayı tercih ederse GSYİH düşmektedir. Başka bir alternatif de annenin kendi
çocuğuna bakmayı tercih etmeyip işgücünde yer almayı düşünerek menfaatini
maksimize etmemesidir, ki bu alternatif de menfaat maksimizasyonunun her zaman
geçerli olmadığına bir örnektir. Bir diğer alternatif, söz konusu annenin işgücünde yer
alarak menfaatini maksimize ediyor olmasıdır ki bu tercih ile çocuğa bakıcı tutmanın
GSYİH’ı artıracağı iddiası ile hareket etmek gerektir. Bu da günümüzde dejenere olmuş
gençliğin ve “kadın”ın konumunun ve öneminin vurgulanacağı ayrı bir tartışma
konusunu açmaktadır. Bununla birlikte bu tercihi yapan bir annenin, öncelikle
tanımlanması gereken “menfaat”i de tartışma söz konusu olacağı gibi, “böyle bir
tercihten bugüne kadar “tatmin olmuş bir anne” var mıdır?” bu da ayrı bir tartışma
konusudur.
308
309
Clark, a.g.m., s. 8-9-10.
Clark, a.g.m., s. 12.
80
2.2. Materyalizm Felsefesine Bağlı İktisadi Doktrinlerin “insan” görüşüne etki
eden esasların Analizi
Marksizm, metafiziğin yerine diyalektiği getiren doktrindir310. Marksist görüş
metafiziğin rastlantı ve zorunluluk çelişmesi ile şaşırmış olduğunu iddia etmiştir.
Mehmet Türdeş’in derlemiş olduğu Karl Marks-Friedrich Engels: Felsefe Üzerine adlı
eserde,“Bir şeyin ya da bir durumun ya rastlantı ya da zorunlu olduğu” ifade edilmiştir.
Birinin önemli özgül karakterleri zorunlu varsaydığı, “türlerin bireyleri arasındaki diğer
farkları rastlantısal olarak nitelelendireceği” ve aşağı grupların yukarı gruplara göre yine
rastlantısal olacağı ifade edilmiştir. Genel kanunlar altına alınabilenler zorunlu,
alınamayanlar rastantıdır denilmiştir. Açıklanamayan bir şeyin bilinmemesi nedeniyle
bilime ilişkin olmadığı ifade edilmiştir.311
Bu iddialara cevap olarak şunları sayabiliriz:
1. Yukarıdaki önerme için baştan bir varsayım yapılmıştır. Buna göre bir şey ya
zorunlu ya da rastlantısal olmaya mecbur değildir. Yalnızca öyle takdir edilmiştir. Şöyle
ki,
Metafizik “tevafuk”u rastlantı olarak açıklıyor ise bu metafizikçilerin eksiğidir,
karşıt görüşün haklı olduğu anlamına gelmez.
Şekil 1:
  : Gerçekleşmiş, tevafuk etmiştir.
A ile B zorunluluk ya da rastlantı değildir. Yani A olmasaydı B olacaktı gibi bir
açıklama olamaz. (  ) 'nin değilinde yani  \ ( ) ’i oluşturan tevafuk edenin
dışındakilerde yani (  ) ’nin dışında kalan alanda neyin gerçekleşebileceğini
bilemeyiz. Çünkü
310
311
\
de gerçekleşebilir,
Hançerlioğlu, a.g.e.,s.282.
Marks, ve Engels, a.g.e., say.107.
81
\
da, veya
 \ (  )
da
gerçekleşebilir veya  \  veya  \  de gerçekleşebilir. İlahi Kudret (  ) ’nin
gerçekleşmesini takdir etmiştir.
Dolayısıyla tam ilmi açıklama için ilgili kaynağa312 başvurmalıdır.
Burada açıklanması hedeflenen şey, Marksist iktisadi doktrinin dayandığı felsefe
tıpkı kapitalist iktisadi doktrinin dayandığı liberal felsefe gibi arka planında kainatın
yaratılmış olduğunu ve yaratılmadan önce mükemmel bir tasarım ile programlanmış
olduğunu inkar eden zihniyet yapısı taşıdığıdır. Bu nedenle iktisadi sorunları hangi
model ile ne başarıda açıklarsa açıklasın hem (ve hep) eksik, hem (ve hep) hatalı hem
de sisteminde kriz yaşamaya mecburdur.
Açıklamaya çalıştığı “insan” liberal felsefenin açıkladığı modelin modifiye
halidir. “İnsan”ı doğru algılayamayan bir sosyal sistemin evrensel olma ihtimali yoktur.
Her iki sistem de inşa ettiklerinin şoklarla yıkılmaması için durmadan yama yapmakta
ve birbirlerini eleştirmektedir.
2. “Bilmemek bilime ilişkin değil” anlamına gelmez. Çünkü kontra pozitifine
bakıldığında “Bilime ilişkin ise bilmek” kesin değildir.
Marks ve Engels’ın aynı eserinde, “tohum zarfındaki bezelye tanelerinin
sayısının neye bağlı olduğuna” bir cevap bulunamadığı sürece bunun rastlantı konusu
sayılacağı ifade edilmiştir. Bununla birlikte “bireysel bezelyenin başaşağı olayını
sebepsel zincirlenmesinde geriye doğru izleme”nin bilimsel olmadığı iddia edilmiştir.313
Bu iddia eğer doğru olsaydı, üst paragraftaki bilginin şu anda okunuyor olması
bu tezin yazılmış olması neticesine bağlı olmayacaktı. Yalnızca bir rastlantı olarak üst
paragraf okunmuş olacaktı. Sebepler ile ilgili açıklamayı ilgili kaynağa bırakıyoruz.314
312
Kur’an tefsirinde şöyle buyrulmuştur: “Kader, sebeble müsebbebe bir taallûku var. Yâni, şu
müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. Öyle ise denilmesin ki: “Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte
mukadderdir. Cüz-i ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti?”
“Elcevab”ve bilgi için bkz. Said Nursî, Sözler, “Yirmialtıncı Söz”, Envâr Neşriyat, İstanbul, 2010, s.467.
“Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.”” s.467.
313
314
Marks ve Engels, a.g.e., say.108.
Said Nursî, “Tabiat Risalesi” (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat, İstanbul, 2006.
82
A ve B gibi iki olay için (  ) ’nin gerçekleşmiş olması sebebinin anlaşılması
için esbab zincirine bakılmalıdır. Çünkü A ve B daha evvelinde yani tercih edilmiş
olmadan önce C veya D gibi tercih edilmiş veya tercih edilmemiş olan nedenlere
bağlıdır. 315
Şekil 2:
Yukarıdaki ağaç örneğinde A ya da B seçeneğinin tercih edilebilir olması için
evvelinden C’nin tercih edilmiş olması, onun evvelinde E’nin tercih edilmiş olması,
onun evvelinde de M’nin tercih edilmiş olması gerekmektedir. Böylelikle basit bir
mantık silsilesiyle “rastlantının akılcı bir açıklama olmadığı” anlaşılabilir.
Bununla birlikte kâinatta tek gerçekleşen olay (  ) değildir. Tüm olayların
denk gelişi yukarıdaki basit örnekle anlaşılmaya çalışıldığında bir olayın “raslantı” ya
da “zorunluluk” olmasının ne derece anlamsız olduğu kavranabilir.
Yine aynı eserde, “bitki için rüzgârın tohumlarını nereye savuracağı” bir rastlantı
sonucudur diye iddia edilmiştir. Darwin’in, eserinde “rastlantının varolan en geniş
temelinden” yola çıktığı ifade edilmiştir.
316
Bitkinin oraya konmuş olması, rüzgarın
nereden savuracağı, bitkinin topraktan ne kadar su alacağı, güneşten ne zaman hangi
oranda faydalanacağı önceden programlanmıştır. Darwin bile bir rastlantı sonucu
değildir!
315
Burada kastedilen “olayları sebeplerin meydana getirmesi değildir, kâinattaki tüm olayların ve
varlıkların, “sebepleri de yaratan” Yaratıcı’nın eseri olduğu”dur.
Tam bilgi ve açıklama için bkz. Said Nursî, “Tabiat Risalesi” (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat,
İstanbul, 2006.
316
Marks ve Engels, a.g.e., say.109,110.
83
Diyalektik-doğanın işleyiş kanunları olarak-insanın yaşamını çözümlediği ve
yönlendirdiği varsayılan bir yöntemdir. Bu yöntem altyapının oluştuğu üretim sürecini
açıklamaya çalışmıştır. Marksist zihniyet yapısına göre insanlık tarihi üretim süreci ile
belirlenir ve şekil alır. Bu kuram ile evrim mekanizması keşfedilebildiği söylenir.
Ekonomik sınıfların oluşum, dönüşüm ve değişimlerini açıkladığı iddia edilen bu kuram
temelini Materyalist zihniyet esaslarına dayandırmaktadır.
317
Marksist Materyalizm
prensipleri bu zihniyet esaslarını açıklamakta çok etkindir.
Marksist materyalizm maddenin ne olduğuna dair açıklamasını yaparken “nesnel
olarak varolanın adıdır” diye ifade etmekle yetinmiştir. Dünyanın kökeni ve doğası
bakımından maddi olduğunu ileri sürüp, “akıl, düşünce, bilinç”in var olanın, yani
maddenin, ürünü olduğunu iddia etmiştir. 318
Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan ilki “maddenin nesnel olarak
varolması” meselesidir. Bu hususla ilgili ıspatları ilgili kaynaklara bırakıyoruz.
Literatürde madde için tanımlar ve tarifler farklı şekillerde verilmiştir. Pozitif
bilimlerde madde genel nitelik taşıyan tanımına göre, boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı
olan her şeydir
319.
1970’lerden günümüze “parçacık” ile ilgili çalışma yapan fizikçi
bilim adamları maddenin yapısının temelini araştırmışlardır.320 Standart Model en basit
haliyle bile, maddenin yapısını ve kararlılığıyla ilgili sorunların büyük kısmını; dört
kuvvetin etkisi altındaki altışar çeşit kuark ve leptonla, açıklamaktadır. Standart Model,
kainatta, temel parçacık olarak sadece, 6 çeşit kuark, 6 çeşit lepton, bunların 'karşıt'
parçacıkları ile,
foton, 8 çeşit gluon ve 3 çeşit 'vektör bozon'dan oluşan kuvvet
parçacıklarının olduğunu ve kuarklarla leptonların bu parçacıklar aracılığıyla etkileşime
girerek, kainattaki görünür maddenin tümüne vücut verdiğini iddia etmektedir. Ancak
317
Hançerlioğlu, a.g.e., s.282.
Marks ve Engels, a.g.e., say.75
319
http://madde.nedir.com/#ixzz2NsmkEzwv
“Yoktan var edilmiş olan ilk maddeler bulunmasaydı, yani sonraki maddelerin kendinden önceki
maddeden hâsıl olması işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydana gelmelerinin bir
başlangıcı olmazdı ve bugün hiçbir maddenin var olmaması lazım gelirdi. Maddelerin var olmaları ve
birbirlerinden hâsıl olmaları, yoktan var edilmiş ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermektedir.
Madde âlemi sonradan yaratılmış olunca, bunu yoktan Yaratan vardır. Çünkü hiçbir olayın kendiliğinden
olamayacağı yukarıda bildirilmişti.”
320
İlgili bilgi için bkz: CERN (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire),
http://home.web.cern.ch/search/node/define%20material%20substence%20language%3Aen
318
84
bu modelin yanıtlayamadığı birçok soru mevcuttur. Ayrıca bu model sadece kâinatın
bilinen kısmının %4 lük bölümünü tarif edebilmektedir. 321
Marksist-Leninist tanıma göre madde, “bilinçten bağımsız olarak varolan ve
bilince yansıyan objektif gerçekliktir” Bu görüşe göre “madde sonsuz ve bitimsizdir;
yaratılmaz, yok edilmez. Diyalektik Materyalizm, maddeyi birincil, bilinci ikincil olarak
görür.” 322 Bu konuda da ilgili ıspatı ilgili kaynaklara bırakıyoruz323.
İkincisi “akıl, düşünce, bilinç” gibi soyut kavramların maddenin ürünü olduğunu
iddia etmesidir. Buna ilişkin cevabımızı böyle bir durumun olduğunu varsayarak iddia
ettiklerinin çelişki ortaya koyduğunu göstermekle vermeye çalışacağız. Şöyle ki; somut
bir varlık kendi kendine soyut bir varlık yaratamaz. Dolayısıyla üretemez. Soyut olan,
maddenin ürünü ise somut olması gerekir.
Varsayalım a maddesi nesnel, somut varlık olsun. Ve varsayalım ki b, soyut
olan, a maddesinin ürünü olsun.
Öncelikle “ürün” nedir, onu tanımlayalım. Ürün324:

“bir tutum ya da davranışın ortaya çıkardığı şey”

“eser”

“tepkime sonucu doğan özdek”

“doğadan elde edilen mahsul”

“bir veya daha fazla sayıdaki maddelerden biyolojik, kimyasal veya
fiziksel değişimlerin sonucu meydana gelen madde”
321
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/madde/standartmodel.html
Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi-Politik Sözlüğü, 2.Cilt, Çev. Nadir Savaşçı, Yeni Dünya
Yayınları, İstanbul, 1978, say.407.
323
“Madem herşey’in tabiatı, her şey gibi mâhluktur; çünki san’atlıdır ve yeni oluyor… Hem her
müsebbeb gibi, zâhirî sebebi dahi masnû’dur ve madem herşey’in vücudu, pek çok cihazat ve âletlere
muhtaçtır.”
Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Tabiat Risalesi (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr Neşriyat, İstanbul,
İkinci Baskı, 2006, s.28.
324
Ürün tanımları aşağıdaki kaynaklardan alınmıştır :
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.530da497160430.41114
232
http://www.nedirnedemek.com/%C3%BCr%C3%BCn-nedir-%C3%BCr%C3%BCn-ne-demek
http://urun.nedir.com/
Hançerlioğlu, a.g.e., s.462.
322
85

“bir oluşum, işlem ya da yapım sonucu elde edilen nesne”

“ekonomide belirli bir malzeme ve insan hizmeti vererek meydana
getirilen kullanılabilir yarı işlenmiş ya da tamamlanmış madde”

“üretimle elde edilen kullanma değeri”
Bu durumda b’nin sayılan özellikleri taşıması gereklidir. b eğer ürün ise “uzayda
yer kaplayan ve kütlesi olan şey”
325
in (a’nın) eseri olmalıdır. Ancak b eser olma
özelliğine sahip ise a’nın fiilini göstermelidir. Çelişki burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü
b soyut olmak üzere, mücerrettir. “Varlığı duyularla algılanamayan”326, müşahhas
olmayandır. Bireyin düşünce ve duygularına dayanır. Bu nedenle a’nın ürünü niteliğini
taşıması çelişkiyi ortaya koymaktadır.
Demek ki b, a’nın eseri değildir. Dolayısıyla ürünü de değildir.
Marksizme göre sermaye bireysel değil “toplumsal bir güçtür”. Mülkiyetin sınıf
niteliğinin ortadan kaldırılması esas alınmıştır. Dolayısıyla sermaye ortak yani tüm
toplum mensuplarının mülkiyetine dönüştürülürse bireysel mülkiyet toplumsal
mülkiyete dönüştürlmüş olmaz.327 Bu satırların eleştirisini İslami İktisadi Doktrin
bölümüne bırakılmıştır. Ancak “dolayısıyla sermaye ortak yani tüm toplum
mensuplarının mülkiyetine dönüştürülürse bireysel mülkiyet toplumsal mülkiyete
dönüştürülmüş olmaz” iddiasının kendi içinde çelişkili olduğunu görmenin pek de zor
olmadığını ifade etmekte yarar vardır. Bununla birlikte ironik olan şudur: Geçici olan
sermaye, mal ve mülk için “bir güçtür” denmiştir. “Güç” geçici olamaz. Çünkü güç
mana itibariyle zayıfın üstündedir. Geçici olan bir şey de üstün olamaz.
Ayrıca Marksist görüş, ilk çağ dinlerinin Hıristiyanlığa yenildiğini, “18.
Yüzyılda Hıristiyan düşüncenin akılcılık karşısında dayanamayıp çöktüğünü” feodal
mekanizmanın burjuvaziyle mücadele verdiğini iddia etmiştir.328 Öncelikle şunu
belirtmek
gereklidir:
Hıristiyan
düşünceler
akılcılık
karşısında
dayanamayıp
çökmüyordu. Çünkü Hıristiyanlıktan sapma yaşanmıştı. Aklın çözemediğine cevap
325
http://madde.nedir.com/
http://tr.wikipedia.org/wiki/Soyut
327
Marks, Engels, a.g.e., say.61.
328
Marks ve Engels, a.g.e., say.62.
326
86
verebilecek evrensel niteliğe bağlılık önceden yitirilmişti. Bu akılcılığın zaferi değildir.
Akılcılık, Ortadoğu dinlerin özü nazarının karşısında bir güç değildir. Geleneksel İktisat
Literatüründe kullanılan “akılcılık” ifadesinin aksiyomları da Kur’an’dan alıntıdır. (“Bir
insanın iki defa aynı hatayı yapmaması” meselesinin Hadis’ten alınması gibi… Gerekli
bilgi için İslami İktisadi Doktrin bölümüne bakınız.)
Marksizm, Kapitalizm ile aynı zihniyetten doğmuş olmasına rağmen, “sömürü”
meselesine ağırlı olarak eğilmiştir. “Sömürü” için geçmiş çağlarda toplumda bir
bölümün başka bir bölüme uyguladığı ortak olgu demiştir. Dolayısıyla sınıf
çatışmasının ortadan kalkması ile sömürünün yok olabilecek “belirli ortak biçimler”
içinde bulunması ifade edilmiştir.329 Buraya verilecek cevap en basit haliyle şöyle
olabilir: “Ortak biçimler” sa’y motivasyonunu ortadan kaldırır. Ortada “biçim”
kalmayacaktır.
Buna ilave olarak Marksist doktrin tüm geçmiş tarihin sınıf mücadeleleri tarihi
olduğunu iddia eder. Toplumda sınıf çatışmalarının “bir tek sözcükle zamanlarının
iktisadi şartlarının ürünü” olduğu iddia edilir. Böylelikle her dönemde dinsel, felsefi
veya başka görüşler gibi tüm yasal ve siyasal kurumların üstyapısını açıkladığı ileri
sürülmüştür. Önerdiği şey ise “üretim biçiminin gizli kalmış niteliğini açığa
çıkarmak”tır. Hedefi “artık değer”in ifadesiyle gerçekleştirilmiştir. Buna göre kapitalist
üretim biçimi ödenmemiş emeği sömürmektedir. Bu artık değer sermaye birikimi olarak
sürekli belirli ellerde yığılmaktadır.330 Buraya cevabımız şöyledir: İktisadi koşullar
sadece birer semptomdur. Enfeksiyonun kendisi ile semptomunu karıştırmamak gerekir.
Semptomun ortadan kalkması sadece enfeksiyonu gizler. Tedavi edilemez. Tedavi
edilemediği ve semptomların ortadan kaldırıldığı bir vakada enfeksiyon daha da
güçlenir. Dolayısıyla Marksist doktrinin iktisadi koşulları düzenleme amacıyla iddia
ettiği tedavi değil semptomların-üstelik kendi içinde çelişir şekilde- ortadan
kaldırılmasıdır. Bununla birlite “artık değer” dâhiyane bir buluş değildir. Bu kavramın
oluşmaması için zaten Semavi dinlerde emniyet vazifesi olan kurumlar vardır. İslam
İktisadında zekât ile gelir dağılımı emniyet altına alınmıştır. İlahi planlama ile bu zaten
329
330
Marks ve Engels, a.g.e., say.62-63.
Marks ve Engels, a.g.e., say.73-74.
87
ortaya konmuştur. İlgili bilgi için çalışmada bulunan Semavi dinlerin iktisadi
öğretilerine bakılabilir.
Marks insanı toplumsal bir hayvan gibi görür331. İnsan olmaktan vurguladığı
insanın toplumsal tarafıdır. Ortak bir hedef edinmek insanın varoluşuna yaklaşmanın
çözümü olabileceğini düşünmüştür. Bu sebeple kapitalist sistemde çözümü sınıf bilinci
kazanarak emeğinin neticesinde sadece sermaye sahiplerinin kazandığının farkına
vararak haklarını arayacak olan işçi sınıfının yapacağına inanmıştır. Ayrıca bunun
toplumun genel yararına olacağını ileri sürmüştür. Marks bireysellik ve bireycilik
arasında ayırım yapmıştır. Bireyselliğin insanın farklı olan kabiliyet ve yönlerinin
geliştirilmesini
kabul
ettiğini,
bireyselliğin
korunması
ile
grçek
hürriyetin
sağlanabileceğini ifade etmiştir. Özgürlüğün yalnızca fiziksel kısıtlandırmalardan
sıyrılmak olmadığını, bencil duygulardan ve insanın kendi gücünü toplumsal güç olarak
benimseyememesi durumundan kurtulmakla sağlanacağını söylemiştir. Yalnızca kişisel
menfaatlerin ve güvenliğin sağlandığı bir hayatın yeterli olmadığını, insanın “tek başına
sermaye biriktirme kaygılarından” ve durmadan bir şeyler satın alma arzusundan
bütünüyle kurtulduğu bir toplumu hayal etmiştir. Bu insani varoluş şartlarının
gerçekleşmesi için status quo’nun ve iktisadi koşulların iyileştirilmesini yeterli
bulmamış, sistemin bütünüyle çözülüp dağılmasını gerekli görmüştür.332
331
332
Marks ve Engels, a.g.e., say.119.
Yılmaz, Z.B., a.g.m., s.75-76.
88
2.3. Geleneksel İktisadın “Hatalı Evrenselliği”
ve Homo Economicus’un
Patolojisi
İktisat biliminin evrenselliği, teorisinin, gerçeklere daha iyi açıklık getiren bir
yenisi bulunmadıkça kabul görmesine bağlıdır. Bir teori, gerçekleri yansıtan
varsayımları ve içsel bütünlüğünde tutarsızlık olmayan yapısı ile, zaman ve mekandan
bağımsız olduğu için, evrensel sayılabilir.333 İktisatçıların iktisadın ne olduğu
konusundaki görüşleri bile çeşitli olmakla birlikte genel olarak iktisat ya da ekonomi
biliminin tanımı şu şekilde olmuştur:
“Sonsuz insan ihtiyaçlarının var olan kıt
kaynaklarla karşılanmasını inceleyen bilim dalı”.
İktisat, Arapça’da “kasd” (‫ ) قصد‬kelimesinden türemiş, “itidalli olma” manasına
sahip bir sözcüktür334. Antikçağda Aristoteles tarafından ifade edilen “ekonomi” –
“oikonomia” terimi, sırasıyla ev ve yönetim anlamlarına gelen, oikos ve nomos,
sözcüklerinden türemiştir335. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İslam Âlemi’nde ve
Osmanlı’da ekonomi bilimi İlm-i Servet, İlm-i İktisat ve İktisat olarak adlandırılmıştır.
Ortaya çıkan, “ilm-i tedbir-i menzil”, “ekonomi politik”, “ekonomi”, “ilm-i servet”,
“ilm-i iktisat”, “tutum bilim”, “geçim bilim” gibi ifade değişiklikleri, bu bilim dalının
adlandırılmasındaki problematiktir.
336
(Çalışmamızın bütünlüğü esas tutularak
adlandırma problematiği ayrıntılı incelenmemiş, gerekli tanımların verilmesi ile
yetinilmiştir.)
J. Baptist Say’e göre, iktisat (ya da ekonomi), servetlerin nasıl doğduğunu,
tedavül ettiğini, dağıldığını, tüketildiğini amaçlayan bilim dalıdır. A. Hansen ve F.
Garver insan faaliyetini bedeli fiyat olarak ödenen mübadeleler yönünden inceleyen
ilim olarak ifade etmişlerdir. A.Marshall, iktisadın konusu için maddi refah koşullarına
erişmek ve bunlardan gereğiyle faydalanmak gayesiyle iş hayatında insanların ve
toplumun davranışlarını incelemek diye ifade etmiştir. P.Henry Wicksteed ise, iktisat
için, ferd-aile-firma veya devlet düzeyinde, kaynakların yönetimine ait genel ilkeleri
inceleyen ve bu düzeylerdeki kıymet yaratıcı yahut çoğaltıcı eylemleri kapsamına alan
333
Kazgan, a.g.e., s.399.
Gül, A.R., “İslam İktisat Düşüncesinin Kur’ân’daki Temelleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 51:2(2010), s.28. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/1531/16813.pdf
335
http://www.etymonline.com/index.php?term=economy
336
Güler, M.N., “Günümüzde İktisat (Ekonomi) Biliminin Adlandırılma Problematiği”, İslami
Araştırmalar Dergisi, Cilt 18, Sayı 4,2005, s.383
334
89
ilim derken; Lionel Robbins,
iktisadı, çeşitli alternatiflere kullanılabilecek sınırlı
imkanlar ile tatmin edilmek istenilen ihtiyaçlar arasındaki ilişkilere ait insan
davranışlarını inceleyen ilim olarak tarif etmiştir. Knut Wicksell ise, iktisadi olayları ve
faaliyetleri, maddi bir ihtiyacı tatmin etmek, en az zahmet ve fedakarlık karşılığında
hedef tutulan veya mümkün olan sonucu almak üzere harcanan sistemli gayretlerin
oluşturduğunu söylemiştir.337 Marksist-Leninist görüşe göre, belirli bir tarihsel dönemde
toplumun ekonomik düzenini ve ekonomik alt kuruluşunu (bazını) belirleyen sosyalüretimsel ilişkilerin toplamı olarak ifade edilmiştir338. Ricardo, Marks ve Marshall gibi
iktisat teorisyenlerinin, kaynak kıtlığının, sadece bir kaynak meselesi yaratmayıp, insaninsan ilişkisinde de büyük oranda etkili olduğunu belirtmiş olmalarına rağmen,
Robbins’ in tanımı, günümüzde, Batı ülkelerindeki “iktisat ders kitapları”nda yer
almaktadır339.
Robbins’e göre ekonomist aslında sonuçlarla ilgili değildir. Ekonomist,
sonuçlara erişimin sınırları olduğu yolla ilgilidir. İktisat araçların tertibatı derecesinde
sonuçlarla ilgilenir. Sonuçlar bazen mükemmel olabilir veya düşük olabilir, “maddi”
veya “manevi” olabilir-sonuçlar eğer böyle tanımlanabilirse. Ancak bir takım sonuçlara
erişim, birilerinin feda edilmesini içeriyorsa, iktisadi bir durumu vardır. İktisat göreceli
değer birimlerinde sonuçları verili kabul eder ve belli davranış ile ilgili belli
perspektifler hususunda ne gibi sonuçların izleneceğini araştırır.340
Genel olarak sorun, insanların sınırsız ihtiyaçlarına karşı sınırlı kaynakların
dağılımı şeklinde görülmüştür. Kaynaklar sınırlı iken, “dünya hayatı bir mücadeledir”
ve “güçlü olan hayatta kalır” zihniyet esaslarına bağlı olarak bireylerin kendi
çıkarlarının peşinden koşmaları, bu çıkarları maksimumlaştırma gayretinde olmaları söz
konusudur. Bununla birlikte “kendinden başka kimseye karşı sorumlu olmayacak kadar
özgür bireyin tatmini” amaç olduğu için bu bireylerin çoğu aza tercih etmeleri ve bu
davranışları ile rasyonel-akılcı olmaları varsayımı yerleşiktir. Geleneksel iktisat,
“bencilce bir optimizasyon elde etme gayreti”dir. İktisadi sahada bireysel tatmin için
337
Genel Ekonomi Ansiklopedisi, Hazırlayan: Akbank, Basılan Yer: Milliyet Tesisleri, Mart, 1988.s.422
Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi Politik Sözlüğü, s.178
339
Kazgan, a.g.e.,s.115
340
Robbins, L., An Essay on the Nature and Significance of Economic Science, Second Edition
Revised and Extended, Macmillan And Co., Limited, St. Martin’s Street, London, 1945, printed in Great
Britain, http://mises.org/books/robbinsessay2.pdf , s.25,30.
338
90
insanın en az zahmet ile maddi olarak optimum netice alma gayesiyle davrandığı
varsayılır.
Çobanoğlu, “ihtiyaç”ı “karşılanırsa haz, karşılanmazsa elem veren bir madde
arzusu”,341 olarak tanımlamıştır. Ekonomik olarak “ihtiyaç”ın( ya da “gereksinim”in),
çeşitli tanımlamaları vardır. Genel olarak, insanların yaşayabilmeleri için doğal ve
toplumsal gerekliliklerin tümüdür. Ekonomik olarak ihtiyaç, mal ve hizmetlerle
karşılanır. Kuramcılar ihtiyaçları, zorunlu olan ve zorunlu olmayan, doğal ihtiyaçlar ve
sonradan edinilmiş ihtiyaçlar, fizyolojik ve kültürel ihtiyaçlar olarak ayırt etmişlerdir.342
Doğal kaynaklar çeşitli olduğu gibi, insan için değerler ve hazlar kültürel olarak
farklıdır. Bu değerler ve hazlar şahıslara göre ve dönemlere göre de farklılık gösterir.
Bu nedenle teknolojinin ürünlerinde çok çeşitlilik vardır. Temel gereksinimlerin
karşılanmasında yaşanılan sorunlar ile sınırlı olmayan ürünler, çağlar boyunca
insanların yaşam biçimlerinin ve yöntemlerinin materyal gösterimleri olmuştur. Bundan
dolayı teknolojinin tarihi insanın isteklerinin tarihinin bir parçası olmuş, insan zihninin
eseri olan istek, arzu, özlem ve hayaller ise bu ürünlerin bolluğuna sebep olmuştur. 343
Rönesans Avrupa’sı kültüründe doğanın insan ihtiyaçlarına hizmet etmesi için
egemenlik altına alınması düşüncesi ortaya çıkmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda tartışılan bir
konu olmuştur. 19. yüzyılda bu düşünüş “doğanın fethi” olarak ifade edilen bir ilke
haline gelmiş, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar doğa kontrol altına alındığında teknoloji
tüm olanaklarıyla kullanılabilmesi düşüncesi oluşmuştur. Bununla birlikte bazı
çevreciler doğal kaynakların tüketilmesi, çevre kirliliği gibi konularda eleştiri getirmiş
ancak sınırlı kalmışlardır. Yeniliği yönlendiren iktisadi ve kurumsal faktörler, özellikle
kültürel yaklaşım üretim faktörlerinin ağırlığını açıklamada yararlı olabilmektedir.
Rönesans’ın kültürel sahası “teknolojik yenilik getiren mucidin aşaması” olmuştur.
Önceki çağlar ile mukayese edildiğinde Rönesans döneminde yeniliğe imza atanlar
kendilerini destekleyen ‘patronlar’ bulmuşlar ve refahı artırıcı buluşlarından dolayı ünlü
düşünürler tarafından övgüye layık görülmüşledir. 344
341
Çobanoğlu, Ş., “İhtiyaçlar”, Ekonomik Meseleler, 01 Şubat 2011,
http://www.merhabahaber.com/ihtiyaclar-4544yy.htm
342
Hançerlioğlu, a.g.e., s.134
343
Basalla, G., Teknolojinin Evrimi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Çev. Cem Soydemir, 1996,
s.19
344
Basalla, a.g.e., s. 175-176, 180-181
91
İcatlara müteallik ekonomik güdüler iktisatçıların ve tarihçilerin ilgisini çekmiş;
özellikle pazar talebinin icat etme sürecindeki rolü ve emek kıtlığının icat etme
sürecinde teşviki kapsamlı bir tartışma konusu olmuştur. İhtiyaçlar arttıkça veya
geliştikçe teknolojik icatlar yapılmıştır. İnsanlar suya ihtiyaç duyduklarında kuyu
kazma, baraj inşa etme; barınma ve korunmaya ihtiyaç duyduklarında ev, kale, şehir,
askeri araç yapma; yiyeceğe ihtiyaç duyduklarında hayvanları evcilleştirme, bitki
yetiştirme; çevrede rahat hareket etmek ihtiyacı duyduklarında gemi, at arabası, bisiklet,
otomobil, uçak, uzay aracı icat etmişler ve acil ya da zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik teknolojiden yararlanmışlardır 345.
İhtiyaç ve icat kavramları incelendiğinde gereksinimin göreli bir terim olduğu
sonucuna varılmaktadır. Bir toplumun bir şeye duyduğu gereksinimin başka bir
toplumda
işlevsel
değeri
olmayabilir
ya
da
“yüzeysel
bir
lüks”
olarak
değerlendirilebilir.346 İnsanların ihtiyaçları yaşadıkları zamana ve topluma göre farklılık
gösterdiği gibi, ekonomik sistemlerde de ihtiyaç anlayışı aynı değildir. Örneğin,
sosyalizme göre ihtiyaç kavramı, devletin, insanlara tanıdığı sınırlar dâhilinde
tanımlanmaktadır. Bu sisteme göre, emek ihlal edilir ve mülkiyetin meydana gelmesine
engel olunur. Kapitalizmde, maddeci zihniyet, sürekli olarak kişi isteklerini çoğaltıp ve
çeşitlerini artırmaktadır. Kapitalist düzenin hâkim olduğu toplumlarda, gereksiz ve hiç
ihtiyaç
duyulmayan
çoğu
malların
üretimiyle,
toplum
lüzumsuz
tüketime
yönlendirilmekte, bu durum ise yeni talep artışlarına sebep olmakta ve yatırım
tercihlerinin temel maddeler üzerine yapılmasını engellemektedir. Bu toplumlarda, satın
alma gücünün büyük bir kısmının zenginlerin elinde toplanmış olması nedeniyle lüks
ihtiyaçların karşılanması konusu ağırlık taşımaktadır. 347
Her ekonomik sistemin kendine özgü kaynak bölüşümü uygulaması vardır ve
farklı sistemlerde bazı kavramlar farklı yorumlanmış ve farklı üretim faktörlerine yer
verilmiştir. Bu kavramlar bazılarında yasaklanmış bazılarında meşru görülmüştür.348
İktisadın öznesi insandır. İnsanın kullandığı kaynaklar kâinatta, ona belirli kurallar
çerçevesinde sunulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de, Şûrâ Suresi’nde (42/27) “Allah rızkı
345
Basalla, a.g.e., s. 7,153
Basalla, a.g.e., s.15
347
“Bazı Normatif Kaideler”, Ekonomislam The Group of Islamic Economy, , 7 Mayıs 2010, s.1.
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/
348
Öztürk, a.g.m., say. II,III.
346
92
kullarına sınırsız olarak verseydi yeryüzünde azgınlık çıkarırlardı. Fakat, Allah dilediği
kadar indiriyor. Şüphesiz o kulların her şeyinden haberdar olan ve onları bilendir”
buyrulmuştur. 349
Ülgener iktisadi faaliyeti “ihtiyaç tatmini için insan-madde, çevre-zaman
arasındaki çok yönlü ilişkiler toplamı” ve insanı “tatmin olanaklarına, çevreye ve
yakın/uzak geleceğe” yönlendiren eylem ve davranışlar olarak tanımlamıştır. Buna göre,
insan madde ile ilişki kurduğuna göre her bir ayrı insan ruhunun madde karşısında öznel
yargıları vardır. İnsan çevresiyle ilişki kurduğuna göre her bir ayrı insan ruhunun
kendisine en yakın bir başka insandan en uzağına kadar bunların karşısında ayrı ayrı
tercihleri ve davranışları vardır. İnsan yakın ve uzak gelecek ile ilgili sınırlı kaynaklar
bölüşümüne dikkat ederek karar aldığına göre muhtelif dereceler için gelecek kaygıları
ve bunlar için belirli değer ölçüleri ve tercihleri vardır. Ülgener, bu ilişkiler
doğrultusunda, İktisat ahlakının madde, çevre ve zamana karşı tavırların boyutunu ve
limitlerini düzenleyen normatif yani kaide teşkil eder olduğunu gözler önüne
sermiştir.350
Aslında sonsuz olmayan ihtiyaçlar, sonsuz arzu ve isteklerdeki sınırsızlık olarak
ifade edilmiştir. Bugünkü Batı zihniyetinde “ihtiyaç” ile “ihtiras” kavramları birbiriyle
karıştırılmaktadır. Bu zihniyete göre, aslında “gerçekte ihtiyaç halinde olmayan” bir mal
ya da hizmete, bireylerin istek duyması sağlanmaktadır. Geleneksel iktisadi zihniyet
Batı kültürünün ihtiyaçlarını bir iktidar vasıtası gibi kullanılmıştır.
351
İnsan için
ihtiyaçların sonsuz, bunların tatmini için kullanılacak kaynakların kıt olduğu varsayımı
yapan ekonomi tarifleri doğal kaynakların ve imkanatın sınırlı olduğunu görmezlikten
gelmektedir. Geleneksel iktisadi zihniyetin temellerinden olan üretim, insanları
ihtiyaçları olsa da olmasa da sürekli tüketime yönlendirmektedir. Üretimin artırılması
hedefiyle gerektiğinde suni ihtiyaçlar oluşturularak ve kredi gibi ihtiyaç dışı tüketime
yönlendirecek “kolaylaştırıcılar” vasıtasıyla tüketme eğilimi artırılmaktadır. Böyle bir
349
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 20
Ülgener, S., Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Derin Yayınları,
2006, s.29-30.
351
http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=kaynaklar-kit-ihtiyaclar-sonsuz-mu&id=8609
350
93
ekonomik sistem için Gül, “üretmek için tüketmek formülünün” uygulama sahasıdır
demiştir.352
İktisat Teorisinin bakış açısının insanın varoluş biçimini şekillendirdiği
söylenmektedir.353 Bu çalışmanın bütünlüğünün içerdiği manaya bakıldığında bu görüşe
katılmadığımız ortaya çıkacaktır. Çünkü insanın varoluşa bakış açısı tercihlerini ve
davranışlarını
belirlemekte;
böylelikle
iktisadi
davranış
ve
faaliyetler
de
belirlenmektedir. Bu davranış ve faaliyetlerin biçimi dünya görüşünü yansıtmaktadır.
Bir teori insanın varoluş biçimini şekillendiremez. Teoriler insanların kabulleri,
inançları ve dünya görüşüne bağımlıdır. Bu söylemin bu şekilde ifade edilmesinin
sebebi çalışmamızın “Sonuç” bölümünde açıklanmıştır.
Büyük Durgunluk global krizin sürecini açıklama gayretine giren Greenspan,
savunmasında “ideoloji” kavramını öne çıkarmıştır. Geleneksel (İşler’in deyişiyle
“anaakım iktisat”) iktisadın “sorgulanmayan bir inanç sistemi” kabulünü almış
kuramları ve uygulamada küresel krizlerin kapitalist sistemin periyodik bir problemi
olduğunu “unutması” ile birlikte Greenspan’in iktisadi bilgiyi politikalarda ideolojik
olarak uyguladığını itiraf etmesi ilginçtir. 354
İdeoloji, teori arkasındaki düşünce/inanç sistemidir. İktisadi bir soruna bakış
açısını bu düşünce sistemi belirlemektedir. Kazgan’ın deyişiyle, bu inanç sistemi
deneylerle test edilemez.355 Deneylerle inanç sistemi test edilemeyeceği için Geleneksel
iktisadın zihniyet esaslarına göre iktisadi insan yani homo economicus, inanç
sisteminden arındırılmış bir pozitivist olarak çıkar azamileştiricisi ve aynı zamanda
duyguları ve somut tercihleri matematiksel olarak ifade edilebilecek derecede
hiperrasyonel olan zamanla evrim geçirerek şuur kazanmış bir canlı olarak davranışları
test edilebilecek bir zemine hazırlanmak amacıyla varsayılmıştır diyebiliriz. Bu
varsayımla belirli bir zihniyet esasına bağlı olarak bencil bir rasyonellik, “Batı
zihniyetine bağımlı sorunlu gelişmişlik” için ilk adım gibi görünmektedir.
352
Gül, a.g.m., s. 32.
İktisatta Yeni Yaklaşımlar, s.9.
354
İşler, O. “Anaakım İktisadın Temelden Eleştirisine Doğru: Gizli Felsefi Varsayımların Somutlaşması
Üzerine Bir Deneme”, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, Der. Ozan İşler-Feridun Yılmaz, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 75.
355
Kazgan, a.g.e., s.35.
353
94
Geleneksel iktisat teorisi düşünürlerine göre, uygulanan yöntemin inanç
sistemlerinden bağımsız olması doğa bilimleri gibi evrensel geçerliliği olmasına ön
koşul olarak benimsenmiştir. Hâlbuki, bir teorinin inanç sistemlerinden bağımsız
olması, onun evrensel olarak geçerli olduğunu göstermez. İnanç sistemi evrensel
ilkelerden oluşuyorsa, teorinin bu sisteme bağlılığı derecesinde evrenselliğinden söz
etmek pekâlâ mümkündür. Bununla birlikte, bir insanı ya da insan topluluğunu
benimsediği inanç sisteminden ayrıştırmak olanaksız olduğu için iktisadi davranışlarını
açıklayacak teoriyi de söz konusu topluluğun inanç sisteminden bağımsız olarak
oluşturmak da son derece anlamsızdır. Herhangi bir inanç sistemine bağlı olan insan
topluluğunun, bu inanç sisteminden, evrensel olma amacı altında( ya da başka bir
sebeple) bağımsızlaştırılması bilinçli bir ideolojinin yani başka bir inanç sisteminin
ürünüdür.
Kainatı, Euclide esaslarına göre şifreleyen, Yaratıcı ve insan arasındaki ilişkiyi
“hiyerarşik” boyuttan “yatay”a indirgeyen, “kaba materyalist ontolojik rahim”
tarafından doğrulmuş modern birey, felsefeden ayrı geliştiği iddiasındaki modernitenin
etkenidir. Modern bilimin altyapısında bulundurduğu, sorunlu rasyonalite vb.
varsayımlar ile piyasa, toplum gibi yapıların teşekkülünü sağladığı “seküler indirgemeci
teoloji”dir. Bu zihniyet esaslarına uygun kabulde Eski Yunan düşüncesinin materyalist
realite algısı ve matematiksel indirgemeci nedensellik baskındır. “Rasyonelleşme”,
“kaynakların fayda/tüketim eksenli olması” ve “kendi kendine referans teşkil etme”
Arslan’ın modern bilimin unsurları için saydıkları arasındadır. 356
İktisatta ve genel olarak sosyal bilimlerde, bir olayın açıklanmasını, olayın
gözlemleyicisinden ayırt etmek mümkün olmayacağı için, gözlemleyicinin olaya bakış
açısı, söz konusu iktisadi ya da sosyal olayın açılanmasında önemli bir etkendir. İktisat,
doğa bilimlerinden farklı olarak, insan davranışlarını incelediği için357, davranışları
gerçekleştiren
insanın
yine
bir
başka
insan
tarafından
gözlemlenmesi
ve
değerlendirilmesi gerekir. İnsanı “egoist temsilci” veya “heterojen bir somut ajan”
olarak, adeta bilgisayar simülasyonundaki sanal bir “şey” kabul edip, onun tercihlerini
356
357
Arslan, a.g.m., s. 63-64,66.
Kazgan, a.g.e., s.30-35.
95
“maneviyattan soyutlayıp”, aşırı matematiksel ifadelerin kullanıldığı “mükemmel
açıklamayı arayan iktisat teorileri” sürekli yerlerinde saymaktadırlar.
İktisat teorisinin içerdiği parametreler zaman ve mekân için değişmektedir.
Belirli bir toplum için bu parametreler zaman içerisinde değişecektir. Ayrıca bu
parametreler toplumlar arasında farklılık gösterecektir. Toplumsal olayların bağlı
olduğu etken sayısı çok fazla olduğu için bir etkenin ötekine kıyasla hangi toplum için
ne derecede daha önemli olduğuna karar vermek kolay değildir. Kazgan, doğa
bilimlerinden farklı olarak, iktisadın (ya da diğer sosyal bilimlerin), insanın davranışları
ve yarattığı kurumlarla alakadar olduğunu ifade etmiştir.
358
İnsan davranışlarını salt,
katıksız, bilgisayarda programlanmışçasına doğa bilimleriyle ifade etmenin ne kadar
eksik bir yaklaşım olduğunu öne koyan açık bir ifadedir.
Geleneksel iktisat teorilerinin içsel bütünlüğü olmasına rağmen birbirleriyle
çelişkiler içeren tahliller ortaya çıkarmalarının nedeni, teorisyenlerin bilinçli ya da
bilinçsiz olarak benimsediği siyasi inançlarını veya felsefi perspektiflerini doğrulayan
neticelere ulaşmasını sağlayan varsayımları seçmeleridir. İktisadi olayları inceleyen
teorisyenlerin izlediği metotlar farklılık göstermekte ve aynı zamanda bu teorisyenlerin
zihniyetleri incelemek istedikleri konuyu etkilemektedir. Yöntem veya bulgu aynı olsa
bile, belli bir durum bir teorisyenin değer yargılarına göre olumlu iken, bir başkası için
olumsuz olarak nitelendirilebilmektedir. Kazgan’ın deyişiyle, varsayımların gerçekleri
yansıtması konusunda araştırma yapılmazsa iktisatçılar istedikleri varsayımları
yapabilirler. Ancak Milton Friedman’a göre bunun tersine olarak, teoriler ne derece
anlamlı ise, varsayımlarının o kadar düşük mertebede gerçeği yansıttığı ileri
sürülebilir.359 Geleneksel iktisat literatürü, bağlı olduğu varsayımların geçerliliğinin
sorgulamakta ve teorilerinin gerçekleri açıklamadığının farkına varmaktadır. Ancak
genel olarak literatür, sorunu kökten halletmemekte ısrarlı olduğu için varsayımlarını,
bunları “sorunlu”, “sınırlı”, “güçlü/güçsüz” gibi adlandırmalarla gevşetmekten öteye
gidememektedir.
2000 yılında Fransa’da Ecole Normale Supérieure’de, bir grup iktisat
öğrencisinin yayınlamış olduğu bir bildiriyle ortaya çıkan Post Otistik İktisat hareketi,
358
359
Kazgan, a.g.e. , s.31, 33.
Kazgan, a.g.e., s.33-35, 399.
96
iktisat teorisinde hakim görüş olan Neo-klasik iktisat doktrinini ve matematiğin iktisatta
aşırı kullanımını eleştirmiştir. İktisat biliminin gerçeklerden ziyade hayali bir dünyayı
tercih eden esaslara sahip olduğu ve “bilimsel görünümünü sürdürmek” amacıyla
“matematiksel olmayan durumlar için matematiksel yapılar kurduğu” ve birtakım içeren
sosyolojik şartları ve bilgi felsefesi ile ilgili konuları hesaba katmakta yeterli olmadığı
iddia edilmiştir. Post Otistik İktisat Hareketi kısa sürede tüm dünya üniversitelerinde
yaygınlaşmış, “Robert Solow, Amartya Sen, James Galbraith, Frank Ackerman, Jacques
Sapir, Deirdre Mc Closkey, Tony Lawson, Steve keen, Sheila C. Dow, Ben Fine, Julie
A. Nelson, Bernard Guerrien, Bruce J. Caldwell, Ha-Joon Chang, Richard Wolff,
Robert Heilbroner gibi bazı iktisatçıların desteğini almıştır. Gittikçe daha yoğun olarak
doğa bilimi kategorisine yaklaşan iktisat teorisi, iktisadi sorunların sinyallerini
algılamakta sorun yaşamakta, akılcılığı savunduğu halde sorunlara “akılcı” çözümler
getirememektedir.360 Post otistik iktisat hareketi tarafından da ifade edilmiş olan
iktisatta en kısa zamanda reform yapılması gerekliliği, bu çalışmanın birçok yerinde
vurgulandığı gibi, iktisadi doktrinlerin zihniyet yapısından kaynaklanmaktadır.
Keynes ve Hayek gibi iktisatçılar iyi iktisatçı olmanın yolunun iktisat dışı
alanları da iyi bilmekten geçtiğini ifade etmişlerdir.361 Ancak, “iktisat dışı alanları da iyi
bilmek” yeterli şart değildir. Ayrıca bunu “iktisat dışı alanları da iyi bilmek” yerine
“iktisadın süjesi olan insanı anlamaya çalışmak”, ve yine bunun için de “insanın ve
kâinatın Yaratıcısı’nı diğer alanlar ile birlikte iktisat ile maksadını ve hikmetlerini
anlamaya çalışmak” daha doğru bir ifade olacaktır. Zira, bunlara gayret edilerek
“faydalı iktisat” için gerekli diğer alanlar da öğrenilmiş olacaktır.
Yeni İktisatta özellikle fizik, matematik ve bilgisayar biliminin metodları,
teknikleri ve kavramları olan “filtre, kalibrasyon, simülasyon, sınırlı akılcılık, kaos,
fraktal geometri, topoloji, oyun teorisi, nonlineerlik” gibi kavramlar yaygın olarak
kullanılmaktadır. Matematik, fizik, biyoloji, bilgisayar bilimi, sosyoloji, siyaset bilimi,
psikoloji gibi bilim dallarındaki gelişmelerin iktisada uygulanmasının iktisatta yeni
360
Atik, S., “Post Otistik İktisat Çerçevesinde Küresel Kriz ve Neoklasik İktisat Eleştirisi”, EconAnadolu
2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, 17-19 Haziran 2009, Eskişehir,
Türkiye, s.6-8.
361
Eren, E. “Yeni İktisatta Ortak Noktalar”, İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati,
İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011, s.14.
97
şeyler söylemek anlamına geldiğini görmek mümkündür. Yeni iktisat bu bilim
dallarındaki gelişmeleri yansıtan bir hale gelmiştir.362
İngiltere’de Jevons, daha sonra Marshall ve Edgeworth ve Amerika’da J. Fisher
iktisada matematiksel uygulamalar getirmişlerdir. R. Auspitz ve
R. Lieben’ın
Untersuchungen ül·er die Theorie der Preise (1888); ve Launhardt’ın Mathematische
Begründung der Volkswirtshaftslehre (1886) eserlerini Walras ve Jevons takip etmiştir.
İlk zamanlarında bu ekol, geniş kitleye anlaşılmaz gelen bir dilin kullanımına karşı
hoşnutsuzluktan kaynaklanan ve “matematiksel iktisat”ı ilke olarak sui generis363 ve
doğa bilimlerine aykırı bir yaklaşım kabul etmiş birtakım önyargılara karşı epey
mücadele
vermiştir.
364
Ancak
iktisat
“yanlış/doğru”
gibi
değerlendirme
yapamayacağından, insanların iyiliğe yöneldiğini tespit edecek bir çıkar yol
sağlayamadığından sağlam dostluk ilişkileri, içten bağlılık gibi bir takım sayısal
olmayan durumları kıymetlendirememekte ya da önemini belirleyememektedir.365
“Bilimsel” olma görüntüsü özellikle matematiğin kullanımında gösterilen katılıktır.
Aşırı matematiksellik iktisadın işleyişinin anlaşılmasına çok fazla bir katkı sağlamaz;
tersine iktisadın anlaşılmasına bir engel oluşturmaktadır.366
“Yeni iktisat”ta kullanılan matematikte, kalkülüs yerine küme teorisi, oyun
kuramı ve topoloji kullanılmaktadır. Faydacılık-rasyonellik bağıntısının yerini sınırlı
rasyonellik, evrimci oyun kuramı ve deneye dayalı olarak tanımlanmış rasyonellik
alırken, karmaşık kuramlar, evrimci oyun kuramları, yeni kurumsalcılık çerçevesinde
yeni çalışmalar vardır. Metodolojik açıdan ağırlıklı olarak tümevarım yöntemi tercih
edilmiştir. Dinamik stokastik genel denge, ön plana çıkmıştır. Çoklu denge analizlerinin
temel varsayımlarını, yatırımcı ya da girişimci açısından öne çıkan hayvani güdüler ve
daha çok tüketici açısından öne çıkan güneş lekelerinin varlığı ( modern anlamda
herhangi bir tesadüfî değişken), oluşturmaktadır. Tesadüfî değişkenler, non-lineer
362
Eren, a.g.m., s.14-15.
Sui generis: Kendine özgü
364
Schumpeter, J. , Economic Doctrine and Method, Trans. R. Aris, Oxford University Press, 1954,
s.175. http://Bookfi.org
365
Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e.,s.4.
366
Clark, a.g.m., s. 4.
363
98
fonksiyonlar, iyimser-kötümser beklentiler (artan getiri-yüksek faiz oranı, düşük
büyüme gibi), sözü edilen kavramlarla öne çıkan noktalardır. 367
Bu gelişmelere paralel olarak birçok ünlü iktisatçının aslında “iktisatçı”
olmadığını görmek mümkündür. Termodinamikte birinci yasanın başka biçimde ifadesi
olan kıtlık kavramı ve Fisher’ın miktar kuramı, matematikçi Cobb-Douglas’ın,
üretim/fayda fonksiyonu, artan/azalan/sabit getiri kavramları, Klasik fizik eğitimi almış
olan Samuelson’ın, türev, diferansiyel problemine indirgediği marjinal kavramını,
maksimizasyon kavramını optimizasyon sorunu olarak ele alışı, mühendis kökenli
Pareto’yu, kuantum kuramcısı olan Koopmans ve kuantum mekaniği çalışmış bir
kimyacı olan ilk ekonometricilerden Clark ciddi örneklerdir. 1950 li yıllarda ArrowDebreu ile matematik kullanımı üst düzeye çıkmış ve dengenin varlığı ve kararlılığı ile
ilgili gelişmeler yaşanmıştır.
368
Dolayısıyla, iktisat ile ilgili olarak literatüre katkıda
bulunmuş birçok bilim adamını “iktisatçı” yerine “iktisat teorisyeni” olarak görmek
daha doğru olur.
Post Otistik İktisat hareketinin yerleşik iktisada yapmış olduğu eleştiriler,
çalışmanın bu bölümünde aktarılan bilgilere dayanarak, yetersiz kalmıştır. Bunun
nedeni, eleştirilerin “Neoklasik iktisatın dayandığı zihniyete değil”, “Neoklasik iktisat”a
yapılmış olmasıdır. “Neoklasik doktrine nispeten dayandığı esasları gevşetilmiş” Yeni
iktisatta,
yerleşik
iktisattan
daha
yoğun
matematik
ve
kurgusal
modeller
kullanılmaktadır. Bu nedenle, bu çalışma, yerleşik veya yeni olsun, “gerçek dünyadan
kopmuş ve sorunlara çözüm üretemez hale gelmiş olan iktisadı”, “Geleneksel İktisat
Teorisi” olarak nitelendirmiştir. Burada ifade etmeye çalıştığımız durum, Geleneksel
İktisadın-
Yeni İktisadın da dahil olduğu- iktisadi olayların nedenlerini, niteliğini
ararken kullandıkları varsayımların, yaklaşımların ve nihayet zihniyetin iktisadi
davranışı ve düzeni anlamaya veya çözmeye yeterli olmayacağı, geçmişte kabul edilen
teorilerin ve görüşlerin bugün eleştirildiği ancak bulunan yeni çözümlerin geçmişteki
zihniyetin ifadesinin şekil değiştirmiş hali olduğudur.
İktisat Teorisinin transdisipliner bir alan haline gelmesine misal olarak
ekonofizik, kaos ve kuantum kuramı, fraktal geometri, termodinamik, entropi, oyun
367
368
Eren, a.g.m., s.18-20.
Eren, a.g.m., s.15-17.
99
kuramı, istatistik, ekonometri, nöroekonomi, evrimci psikoloji ve evrimci biyoloji,
davranışsal iktisat gibi bilim dallarında yaşanan gelişmeler ile bunların İktisada
yansımaları sayılabilir.
Ekonofizikte, istatiksel fiziğin kuram ve yöntemleri kullanılarak, finansal
piyasalardaki getiri dağılımları, gelir-refah dağılımı, iktisadi şokların dağılımı ve
büyüme oranları, şehir ve firma büyüklükleri dağılımı ve büyüme oranları gibi iktisadi
problemler üzerine çalışılmaktadır. Belirsizlik veya stokastik öğeler ve doğrusal
olmayan dinamikleri içeren ekonofiziğin temel araçları, olasılık ve istatistiksel
yöntemlerdir. Kaos ve kuantum kuralı, 1987 ‘de sermaye piyasası bunalımının gündeme
gelmesiyle İktisatta kullanılmaya başlanmıştır. Kaos görüşünün getirdiği “kestirilemez
determinizme” göre, sistemin yapısı çok iyi modellense bile çok küçük de olsa
muhakkak bir hata ortaya çıkacaktır ve böylece bu hata ile yapılacak kestirme tamamen
yanlış neticeler verecektir. Bu görüş ile “Çin’de kanat çırpan bir kelebek ABD’de bir
fırtınaya neden olabilir” diye iddia eden“Kelebek Etkisi” modelidir. Ekonofizik ve kaos
kuramlarındaki gelişmeler, heterodoks iktisat içerisinde değerlendirilen kompleksite
iktisadının yaygınlaşmasını sağlamıştır. Kuantumun “eşyanın başka şeylerle ilişki
halinde olduğu ve ilişkilerin sürekli değişmede olduğu” görüşüne dayanan kompleksite
tanım olarak “içinde aynı türden birçok unsurun bulunduğu, birbirine aykırı olabilecek
çok şeyden oluştuğu ve/veya kainatın bütünleşik fakat bilinen mekanik ya da lineer
yollardan kavranamayacak derecede çeşitlilik ve zenginlik içermesi durumu”dur. 45
farklı kompleksite tanımlarından az bir bölümü İktisat için elverişli görülmüştür. Bir
ekonomik sistemin deterministik endojen periyodunun dinamik kompleksliğe sahip
olması için, onun asimptotik olarak sabit bir nokta olmasına izin vermemesi gerekir. Bu
da, iktisatta doğrusal olmayan durumlara neden olmaktadır.369
Neoklasik iktisadı kompleksite iktisadından ayıran özellikleri kısaca şöyle
sıralayabiliriz: İlki lineer/doğrusal iken ikincisi lineer değildir, ilkinde birey temsili
ajandır, ikincisinde heterojen bir somut ajan bulunur, ilkinde denge, ikincisinde
dengesizlik-çoklu denge ön plana çıkmıştır. Neoklasik iktisatta rasyonel beklentiler
sözkonusuyken, kompleksite iktisadında adaptif, evrimci, tümevarımcı görüş vardır.
369
Eren, a.g.m., s.21-24, 27-28.
100
Kompleksite iktisadında neoklasik iktisattaki serbest rekabetçi piyasadan ziyade piyasa
başarısızlığı konudur.370
Kaos kuramı ile ilişkili olan fraktal371 geometri, ekonomi ve finans, borsanın
seyri, petrol araştırmaları, astronomi gibi alanlarla birlikte biyoloji ve tıp, mekanik
mühendisliği, gürültü ve düzensizliklerle uğraşan ilgili dallarda da uygulama alanları
bulmaktadır. 372
Temel 4 yasası olan, termodinamik, enerji bilimidir. 0.yasasında, “birbiriyle
temas eden sistemlerin sıcaklık bakımından denkleştiği”; 1.yasasında “ hiçbir enerjinin
yoktan var edilemeyeceğini, varsa yok edilemeyeceğini”iddia eder. 1. Yasa iktisadın
açıklamaya çalıştığı kıtlık kavramı - sonsuz insan ihtiyaçları karşısında sınırlı
kaynakların nasıl dağıtıldığı -ile ilişkilendirilir. 2.yasası, entropi anlamına gelen “hiçbir
enerjinin bir kayıp vermeden tür değiştiremeyeceği”ni iddia eder. 3.yasası, “mutlak
enerjisiz bir ortamın oluşmasının imkansız olduğunu” ileri sürer. Buna göre en soğuk
ortamda dahi bir sıcaklık olduğundan sıcaklıkta “mutlak sıfır” noktasının tahminen
bulunabildiği söylenir. Entropi, bir “sistemdeki düzensizliğin bir ölçüsü” olup, entropi
üretimi, bir sistemin durum değiştirmesi esnasında meydana gelen düzensizliktir.
Matematiksel olarak durumların sayısının logaritması olarak ifade edilebilir. 373
İstatistiksel fizik, mikroskobik durumları ölçmedeki problemler sebebiyle
tesadüfi olarak addedilen, mikroskobik etkileşime bağlanan fizik yasasıdır. Bu bilim
dalı ortalama değerler üzerinden hesap yapmaktadır; çünkü yalnızca çok sayıda parçacık
için birer birer hareket denklemi yazımı ve çözümü imkansızdır. Ekonometri, test etme,
ölçme, öngörme ve ilişkiyi karakterize etme konularında çalışan ve nedenselliği de
araştıran bilim dalı olup; kısaca “istatistik ve matematiğin iktisatta birarada
kullanımı”dır. 1970’lerde Lucas’ın eleştirisi ile birlikte “yeni” ekonometriden söz
edilmeye başlarken, VAR, yapısal VAR, LSE ekonometrisi, entropi ekonometrisi yeni
gelişmeler olarak literatürde yer almıştır.374
370
Eren, a.g.m., 2011, s.21.
Fraktal: “tam sayı olmayan, pürüz, kesir”.
Fraktal geometri: “Doğanın gerçek geometrisi”.
Kaynak: Eren, E. “Yeni İktisatta Ortak Noktalar”, İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin
Sarfati, İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011, s.29.
372
Eren, a.g.m., s.29.
373
Eren, a.g.m., s.24-25.
374
Eren, a.g.m., s. 26-27, 37-38.
371
101
İktisatta Oyun kuramı Cournot’nun duopol modeliyle başlamıştır. Cournot, ileri
analizin düşünce formlarının birçok iktisadi önermeye uygulama alanı bulabildiği farklı
bir matematiksel iktisat bulmuştur375. Bir alan olarak oyun kuramının etkinliği J.von
Neumann ve O. Morgentern ile yaygınlaşmıştır. Özellikle J. Nash’in çok etkili olduğu
oyun kuramının iktisattaki karşılığı rasyonel oyun kuramı olup; iktisatta mana
kaymasına neden olarak “Pareto etkin olmayan denge, çoklu denge, istikrarsız denge,
sayısız Nash dengesi” gibi kavramlar sayılabilir.376 Geleneksel oyun kuramında strateji
uygunluğu bireysel fayda ile ilgilidir ve bireyin hiperrasyonelliği varsayımı vardır.
Biyolojideki evrimden esinlenen evrimci oyun kuramında, kar maksimizasyonu
hedefleyen oyuncular ile beraber tercihi eşitlik olan oyuncular da kabul edilir Evrimci
oyun kuramındaki varsayımlardan bazıları, insanlar ve aktörlerin miyop davranışları,
strateji seçiminin tümevarımdan ziyade “doğal seleksiyon, taklit ve genetik kaynaklı
olması”dır. Bu kuram modellerinin kültürel evrimci değerlendirmeleri “bireyin her vakit
çoğu aza tercih etmesi” ve “bireylerarası karşılaştırmaların anlamlı olması”
varsayımlarına bağımlıdır. Deneysel iktisat güçlü rasyonalite varsayımlarının gerçek
insan davranışları ile uyumsuz olduğunu ortaya koyunca evrimci oyun kuramı daha
zayıf rayonalite varsayımları ile hareket etmeye çalışmaktadır.
377
Çünkü insanların
Geleneksel İktisadın varsaydığı gibi yüksek oranda rasyonel davranış sergilemediği
(İktisatçılar için biraz geç de olsa) anlaşılmıştır.
Çoklu denge analizlerinde önemli bir yapıya sahip olan deneysel iktisat,
laboratuar ortamında iktisadi yapıda insanların cognitif süreçlerini anlamak için
tümevarım yöntemini kullanarak, kontrollü deneyler ve genellemeler elde etmeyi
hedeflemektedir. Söz konusu deney sonuçlarının bir kısmında rasyonellik-geçişlilik
varsayımının378 geçerli olmadığı görülmüştür;
A,B ve C üç seçenek olduğu bir
durumda, A’yı B’ye, B’ yi C’ye tercih eden bir birey C’yi A’ya tercih edebilmektedir.
İktisatta psikoloji biliminden yararlanma sürecinde ortaya çıkan Davranışsal iktisatta,
tam rasyonellik varsayımı yapılmamakla beraber hedef, rasyonellik çerçevesinde insan
davranışlarının incelenmesidir. Özellikle yer aldığı alanlar “oyun kuramı, finans, kamu
375
Schumpeter, a.g.e., s.174.
Eren, a.g.m., s.31-33.
377
Eren, a.g.m., s.31-37.
378
Konu ile ilgili olarak “Homo Economicus ve Aksiyomları” bölümüne bakınız.
376
102
maliyesi, hukuk, emek ekonomisi ve makroekonomidir”. Davranışsal iktisada sinir
sistemini gözlemlemeyi getiren ve bireylerin tercihlerini inceleyen Nöroiktisat, aynı
bireyde rasyonellik, sınırlı rasyonellik, irrasyonellik görülebileceğini farketmiş olarak
İktisat Teorisine katkı yapmaya gayret etmektedir. Kararların değerlendirilmesinde, risk
ve ödüller belli olduğu zaman, beynin her biri ile ilişkisi ele alınarak değerlendirme
yapan Nöroiktisat nöroloji, iktisat ve psikoloji bilimlerinin sentezidir. İktisatta
açıklanmış tercih kuramı ile ölçülemeyen “hissedişlerin” nöroiktisat ile doğrudan
ölçülmesi amaçlanmaktadır. 379
Evrimci psikoloji, evrimci biyoloji ve kognitif psikoloji bilimlerinin sentezidir.
Kaynağı Darwin’in görüşlerine dayanan, evrimci biyolojiye göre, “hayatta kalma ve
kendini çoğaltma canlıların davranışlarını belirlemektedir”.
Bu davranışlar evrimci
psikolojiyi oluşturur. Kognitif psikoloji ise insan davranışlarının zihinsel süreçlerin
neticesi olduğunu, zihnin bir bilgisayar gibi çalıştığını iddia eder. İnsanların duygu ve
düşüncelerini veri ve bilgiişlem kavramlarıyla açıklamaya çalışır. 380
Birçok kesim tarafından “gelişigüzel” anlayış olarak görülen, yalnızca bir kişinin
temsil edildiği, Geleneksel iktisadın “standart birey” varsayımı insanı açıklamakta
yetersiz görülmektedir. Geleneksel iktisat “bozulmayan bir denge” arayışını fizik
biliminden esinlenerek atom misaline özenmiştir.381 Bu çalışmanın bütünlüğü göz
önüne alındığında, ifade edilen iddianın, söz konusu varsayımın “yalnızca yetersiz”
değil, “kasıtlı bir yanlış” olduğunu ileri sürdüğü anlaşılabilir.
Geleneksel iktisatta yer edinmiş “standart birey” varsayımının yarattığı sorunlar
Geleneksel iktisatçıları da bu sorunla uğraşmaya yönlendirmiştir. Örneğin, Kahneman
ve Tversky, insanların aldıkları kararların risk altındayken “daha rasyonel” olduğunu
öne sürmüşlerdir. Fakat karar anındaki değişiklik yalnızca risk altında olmaya mahsus
değildir. Kararlarda din çok etkindir; çünkü din, zihniyet yapısını etkilediği için
379
Eren, a.g.m., s.39-43.
Eren, a.g.m., s.42.
381
Eren, İ. “İslam’ın Ekonomik Yapısında İnsan Modeli: Homo Economicus ile Karşılaştırmalı Bir
Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2013,
C.18, S.1, s.368-369.
380
103
davranışları da şekillendirir. Sabahattin Zaim, insanın çıkarlarını azamiye ulaştırma
gayesinin İlahi emirler ile uygun ölçüye getirildiğini ifade etmiştir.382
Zaim’in ifadesiyle bütün bilimler Yaratıcı’ya ulaşmak içindir. Zaim, eskiden
bilimlerin Yaratan ve yaratılan arasındaki bağ dikkate alınarak ele alındığını ifade
etmiştir. Seküler sisteme geçişle bu bağın kesilerek küçük parçalara ayrılarak,
“uzmanlaşma” altında derinlemesine gittiğini ancak bu şekilde edinilen bilginin ve
ufkun daraldığını söylemiştir. Zamanla bunun handikabının farkedildiğini, çözümünün
de transdisipliner araştırmalar olması gerektiği düşünüldüğünü ifade etmiştir.383 Nitekim
iktisat bilimi de günümüzde bunu yaşamaktadır.
Geleneksel İktisat bilimi, Geleneksel iktisatçıların da kendi varsayımlarına
koyduğu “sınırlı/sorunlu” gibi gevşemelerle bir müddet idare etmiştir. Ancak
Geleneksel iktisat, “Yaratıcı ile bağı kopuk bir bilim” haline gelmiş bulunduğu cihetiyle
ufku daraldığından, sorunun ne olduğunu kabul etmemekte ısrarlı olan kesim daha
derinlemesine matematiksel ifadeler kullanmaya devam eden akımları ve ekolleri ile
bambaşka bir bilim ortaya koymuşlardır. Ortaya koydukları bu “sanal iktisat”a kendileri
dahi inanmadıkları için Darwinci kabullerini tasdik ettirici destekler arayışına
girmişlerdir. Bu arayışlarını Nöroiktisat, Davranışsal İktisat, Evrimci Biyoloji, Evrimci
Psikoloji gibi transdisipliner araştırmalardan ummaktadırlar.
Bir kısım Geleneksel iktisatçılar, destek aldıkları pozitif bilimlerin diliyle ifade
edilecek olursa, Geleneksel iktisadın patolojik durumunun semptomlarını fark ettikleri
için “aynı zihniyet esasları ile açıklanmaya çalışılan” diğer bilim dallarının
yaklaşımlarından medet ummuşlardır. Geleneksel iktisadın sorunlu yönlerine farklı
bilim dallarından destek alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bu, patolojik problemi
örteceği beklentisini boş çıkarmış ve virüslü zihniyet esaslarının, sürekli mutasyon
geçiren teorileri ile, kronik halde belirginleşmesine neden olmuştur. Çünkü teşhis yanlış
yapılmış, yanlış teşhisle birlikte yanlış tedavi yöntemlerine başvurulmuştur. Geleneksel
382
Eren, “İslam’ın Ekonomik Yapısında İnsan Modeli: Homo Economicus ile Karşılaştırmalı Bir
Değerlendirme”, s.370-372.
383
Zaim, “Genç İlim Adamına Nasihatler”, s. 16-17.
104
iktisadın homo economicus’u ex olmuştur. Fakat bir kısım iktisatçılar bunu
kabullenememektedir.
2.4. Geleneksel İktisadi Zihniyete Göre “insan”, Homo Economicus ve
Aksiyomları
İktisadi teorinin iktisadi soruna bakış açışı o teorinin dünya görüşünü
yansıtmaktadır. İktisattaki insan vb. kavramlar, söz konusu teorinin dünyayı algılayışı
yani zihniyeti içinde mana bulmaktadır.384 Geleneksel (hâkim) iktisadi zihniyet;
metodu, temeli, toplumların işleyiş tarzını açıklayan yaklaşımı, insan davranışları ile
ilgili varsayımları Tabii Kanun felsefesine dayanan iktisadi liberalizm felsefesinin
ürünüdür. Bu felsefeye göre insan aklı ile kainatın kanunları bulunabilmektedir. 385
386
Tabii uyum ile bireylerin birbirleriyle ve bireyin toplumla menfaatinin uyuştuğu görüşü
kabul bulmuştur. Tabii kanun ile toplum kendiliğinden en iyi-optimal-koşulları
sağlayabilmektedir. Çünkü bu zihniyete göre kainatta olduğu gibi toplumlarda da tabii
kanunlar vardır. Doğadaki rekabet, doğal seleksiyon-güçlü olmayanın tasfiyesi-evrensel
kanunlar olduğu gibi, insan, dolayısıyla toplum için de evrensel kanunlar vardır387.388
Read, klasik liberalizmin toplumun ana yapısını değişime uğrattığını ifade etmiştir. Bir
homoloji-türdeşlik-kurmaktadır: bu piyasadaki ilişkilerin serbestiler ve haklar dizisinden
bir takım özgürlüklerin değişimi olarak anlaşılması gibidir.389
İktisadi liberal görüş salt akılcılık ve deneycilikten etkilenmiştir. Bu görüşü
benimseyen iktisatçılar kendi duyuları ve mantıklarını kullanarak saptadıkları
gözlemleri, insan davranışları ile ilgili varsayımlar yapıp gerçekleri hangi ölçüde
açıkladığı belirsiz teoriler kurarak, evrensel kılmışlardır. İnsan aklının onun
davranışlarını yönlendirmesindeki etkisi abartılmış hale gelmiştir.
390
20. Yüzyılın
başlarında iktisat daha çok sosyal bilim dalı olmuştur.1940’larda Hicks ve Samuelson
384
Gökdere, İçöz, v.d., a.g.e., s.7.
Kazgan, a.g.e., s.55-56.
386
Bkz. E1
387
Bkz.E2
388
Kazgan, a.g.e., s.57
389
Read, J., “A Genealogy of Homo-Economicus: Neoliberalism and the Production of Subjectivity”,
Foucault Studies, No 6, The University of Southern Maine, February 2009, ISSN: 1832-5203, s. 27.
390
Kazgan, a.g.e., s.56.
385
105
gibi iktisatta matematiksel devrim yapanlar iktisadi insanları optimize edici olarak ifade
eden bir yaklaşım oluşturmuşlardır.1950’lerde Keynes’in mikro temellerini izleyen
iktisatçılar daha rasyonel modeller kurmuşlardır. “Hiperrasyonel” denilebilecek
bireyleri içeren modeller ortaya çıkmıştır. Öyle ki eğer A modelindeki bireyler B
modelindeki bireylerden daha akıllı/zeki iseler, A modeli B modelinden daha iyi
sayılmıştır. Thaler, “ Homo Economicus’un IQ’sunun yalnızca en akıllı/zeki
iktisatçıların IQ’ları ile sınırlandırılmış olduğunu” ifade etmiştir. Aslında rasyonel ve
duygusuz bireylerden model kurmak yarı-rasyonel ve duygusal bireylerden model
kurmaktan daha kolaydır. 391
Geleneksel iktisat literatüründe, bireysel menfaatin insan davranışlarının
motivasyonu olduğu kabul edilerek, insanın menfaatini azamileştirme çabası içinde
olduğu ve söz konusu hedefi gözeterek seçenekler arasında tercih yaptığı iddia
edilmektedir. İktisadın hakim görüşünün rüyasına göre bu yöntem sayesindedir ki,
toplum refahı maksimuma ulaşabilecektir. Bu zihniyet esası ile bir inanç sistemi
oluşturulmuştur.
392 393
Temel hedefin toplumun maksimum refahı olduğu bu görüşe
göre toplumu oluşturan bireyler kendi çıkarları ile ilgili en iyi sonuca varabilirler. Adam
Smith’e göre, her birey kendi menfaatini azamileştirme çabası içinde üretim yaparken
aslında mübadele için üretmektedir. Dolayısıyla toplum için üretim yapmaktadır.
394
Geleneksel iktisadi görüş bireyin ve toplumun çıkarı arasında bir uyum olduğunu ileri
sürer. Buna göre, bireyin menfaatine dahil olan her şey toplumun da menfaatine
dahildir.395
Newton mekaniğinde maddi gerçeklik sabit, birbirlerini etkileyen sonsuz sayıda
atomlardan oluşmaktadır. Bu kurama göre, kainatta süregelen uyum eşyanın çekim
kuvvetlerinin dengeye gelmesiyle sağlanmaktadır. Bu kuramda atomun rolü ile hakim
iktisatta insanın rolü aynıdır. Adam Smith’in “‘görülmeyen el’ini” kainattaki çekim
391
Thaler, R., “From Homo Economicus to Homo Sapiens”, Journal of Economic Perspectives, Volume
14, Number 1, Winter 2000, s. 134,140.
392
Kazgan, a.g.e., s.56.
393
Bkz. E3
394
Kazgan, a.g.e., s.59
395
Chapra, Islam and Economic Development, s.14.
106
kuvvetleri gibi piyasanın dengeye getirici kuvvetleri belirlemiştir. İnsan ise maksimum
menfaat amacına sahip tüketici veya üretici olarak işlemcidir.396
Faydacı felsefenin temellerine göre bireyler maksimum mutluluğun peşinde
koşmalı; akılcı davranması gereken bireylerin maksimum zevki397, minimum zahmeti
olmalı398; bireyin kendisine en fazla yarar sağlayan davranışı topluma da en yararlı
olmalı; zevk-zahmet hesabı399 yapılırken “en büyük sayı için en büyük mutluluk” ilkesi
amaç edinmelidir.400 Hedonistik zihniyete göre insanın yaşam amacı hazdır. İktisadi
aktivitenin en çok hazza ulaşmayı hedeflediğini süren bu görüş temelini bir felsefe
öğretisi olan Hedonizm’den almaktadır. Marjinalist ve tarihçi iktisat ekolleri, iktisadi
faaliyetleri açıklarken bu esasa dayanırlar. Bu ekoller bireyin, en az zahmetle en çok
hazzı elde etmek için iktisadi aktivite yaptığını iddia etmketedirler. Bu görüş, değeri
yararlılık olarak açıklamaktadır. Dolayısıyla değer tüketim alanında incelenmelidir.401
İktisat, kıt kaynak seçenekleri arasında rasyonel insan davranışlarının
incelenmesi olarak tanımlanırsa toplum refahı amaç, insan davranışları yalnızca araç
haline gelmektedir.402 İnsanın yapması gereken elindeki kıt kaynakları kendisine en çok
menfaat getirecek403 iktisadi kullanım alanlarına dağılımını sağlamaktır. Tüketici insan
faydasını azamileştirme hedefi ile gelirini, tüketim malları arasında dağıtacak; üretici
insan ise karını azamileştirme hedefi ile kıt üretim kaynaklarını üretim alanları içinde
dağıtacaktır. İnsan, tüketici veya üretici olarak iktisadi işlemcidir. Seçenekler arasında
karar vericidir.404
İktisat teorisinin en temel varsayımlarından biri olan“homo economicus-iktisadi
insan”, 1848’de John Stuart Mill’in Essays on some Unsettled Questions of Political
Economy adlı çalışmasıyla ortaya konmuştur. 19. Yüzyılın sonlarında Jevons, Walras ve
396
Gökdere, İçöz v.d. , a.g.e., s.8-10-11.
Bkz. E4
398
Bkz. E5
399
Bkz. E6
400
Kazgan, a.g.e., s.60-61.
401
Hançerlioğlu, a.g.e., s.79-80.
402
Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e., s.4.
403
Bkz. E7
404
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.8-10.
397
107
Menger gibi Marjinalistler Mill’in fikirlerini aksiyomlar halinde düzenlemişlerdir.
405
Ben-Ner ve Putterman’ın deyişiyle, “homo economicus en iyi ihtimalle ahlak ile ilgisiz
ve en kötü ihtimalle de bütünüyle faziletsiz/ahlaka aykırıdır”: kendisine menfaat
getirecek hırsızlık, hilekârlık ve-neden olmasın?-cinayet gibi başkalarının refahına nasıl
etki edeceklerine bakmaksızın her tür eylemde bulunacaktır. Homo economicus’u bu
eylemleri gerçekleştirme niyetinden vazgeçirebilecek tek şey ceza/yaptırım korkusudur,
gelecekteki iş kaybıdır, ve geleceğiyle ilgili bir takım başka neticelerdir. 406
Persky, genel olarak “iktisadi insan”ı John Stuart Mill’in tanımladığının
bilinmekte olduğunu ancak onun yazılarında böyle bir isim kullanmadığını belirtmiştir.
Fakat bu terim Mill’in çalışmalarına verilen tepkilerde ortaya çıkmıştır.
407
Mill’in
deyişiyle, “insan yaratığının davranışı takriben neticelerin öngörülerinden ve safi
hayvan içgüdülerinden üstün olan dürtülerden etkilenmektedir.
408
Toplam olarak
“Mill’in iktisadi insanı”nın, sermaye birikimi/sermaye yığma, boş zaman/aylaklık, lüks,
ve üreme olmak üzere dört tane belirgin ilgisi vardır. Mill’in, verdiği birçok örnekte
Lamarkçı karakter gelişimi olarak adlandırılabilecek bir uygulamaları vardır: bir neslin
yaptığı az ya da çok rasyonel tercihlerin sonraki nesillerin beğenilerini benzer tercihler
yapmaları hususunda kuvvetlendirmeleri için önceden yatkınlaştırdığının ifadesidir. 19.
Yüzyılda J. B. De Monet Lamarck çevrenin hayvanlarda ve bitkilerde yapısal değişime
neden olabileceği ve bunun gelecek nesillere genetik olarak aktarıldığı fikrinin
sorumlusudur.409
405
Sickert, C.R., “Homo Economicus”, entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics, Edited
by Peil, Jan and Irene Van Staveren, Edward Elgar Publishing, May 2009, Pontificia Universidad
Católica de Chile FACEA, Escuela de Administración, s. 1,3.
406
Ben-Ner, A. and Putterman, L., “Homo Economicus Meets “The Moral Animal”:On Some
Implications
of
Evolutionary
Psychology”,
s.1.
http://www.econ.brown.edu/fac/louis_putterman/working/pdfs/wrirev98.pdf
407
Persky, J., “Retrospectives: The Ethology of Homo Economicus”, Journal of Economic
Perspectives, Volume 9, Number 2, Spring 1995, s.222.
408
Mill, J.S., Principles of Political Economy, Abridged, with Critical, Bibliographical, and Explanatory
Notes, and a Sketch of the History of Political Economy, By J. Laurence Laughlin, Ph. D. Assistant
Professor of Political Economy in Harvard University, 1885, The Project Gutenberg EBook, Release
Date: September 27, 2009 [Ebook 30107], s.134.
409
Persky, s.223, 227.
108
Ortalama tüketici davranışlarını açıkladığı varsayılan410 iktisadi insan bazı
özelliklere sahiptir. 411Buna göre, homoeconomicus,
I.
II.
tam bilgiye sahip,
seçici, (dolayısıyla optimize edici412)
III.
çoğu aza tercih eden/açgözlü
IV.
tercihler arasında tutarlı olan
V.
VI.
bencil
rasyonel
iktisadi insandır.
Homo economicus aksiyomlarının açıklaması yapılmadan önce tercihlerin
gösterimi için literatürde genel olarak kullanılan “bağıntı”lar için ön açıklama şöyle
olabilir:
X kümesi, tüketim
kümesi ya da tercih kümesi boş kümeden farklı ve pozitif
reel sayılar kümesinin alt kümesidir ( X   ve X  n ).
xn n1

dahilindeki X gibi bir küme, eğer
tamamıyla
X
X
kümesi kapalı ( m
kümesi dahilinde yakınsak bir
dizi [ x1 , x2 , x3 ,... vektörlerinden oluşan dizi x vektörüne yakınsak ise,  gibi herhangi
bir pozitif reel sayı için, öyle bir N tamsayısı vardır ki, n  N , x n  B (x) , [ r, m ’de
bir
vektör
ve
 da
pozitif
B (r )  {x  m : x  r <  } ]
;
bir
sayı
olsun.
r
civarındaki
 -topu
;
d( x n ,x)= xn  x <  , x vektörü de bu dizinin
limitidir.]413 ise ve bu dizinin limiti de
X
kümedir)414 ve konveks [ X gibi bir küme eğer,
410
kümesinin dahilinde ise kapalı bir
X
’in içinde x ve y gibi iki nokta için
Bkz. E8
Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e s.21.
412
İktisadi insanların seçici olmaları yani alternatifler arasında karar vermeleri sonucunda “optimum”a
ulaşmak istemeleri varsayımı çıkarılır.
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.12.
413
Simon, C.P., Blume, L., Mathematics for Economists,W.W. Norton&Company, Inc.,1994, s.261.
414
Simon, Blume, a.g.e., s.267.
411
109
bu iki noktayı birleştiren doğru parçası ℓ  x,y    tx  1  t  y : 0  t  1 de
X
’in
içindeyse konveks bir kümedir]415 bir kümedir.
Ayrıca 0 vektörü X ’in elemanıdır, 0  X .
xi  i malının birim sayılarını temsil etmektedir. Negatif olmayan mal
birimleri anlamlıdır ve bir maldan hiçbir birim sahibi olmama imkanı vardır. Ayrıca x=
x1 ,...., xn 
olarak sonlu, sabit n farklı mallardan oluşan bir vektör olarak n maddeli
tüketim planıdır. Dolayısıyla her tüketim planı x  ,
x n noktası tarafından
temsil edilmektedir.
N  1, 2,......, n tüketicilerin kümesi olsun. Herhangi bir tüketici i  N,
seçenekler ( her x,y  X
tercihini
seçenekleri N boyutlu vektörlerdir) arasında yapacağı
X  N kümesi üzerinde tanımlanmış
ikili bağıntısı ile gösterebilir. Eğer
tüketici için x y ise bu “x en az y kadar iyidir” manasındadır.416
Buna göre, homo economicus’un özellikleri şöyle ifade edilebilir:
I.
Tam bilgiye sahip olmak
İktisat literatüründe çok tartışılan tam bilgiye sahip olma varsayımına
göre, iktisadi akılcı insan statik olarak piyasa şartlarını eksiksiz bilmektedir.
Gelecek ile ilgili durumlar için belli bir yanılgı payı ile kestirim
yapabilmektedir. Ekonomik konularla ilgili eksiksiz enformasyona sahip
iktisadi insanı tüketici veya üretici olarak piyasada aldatmak imkân dâhilinde
değildir.417 418
415
Simon, Blume, a.g.e., s.506.
Reny ve Jehle, a.g.e., s.5.
417
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21.
418
Bkz. E9
416
110
Seçicilik
II.
Seçme olanağı olduğunda, seçenekler arasında değerlendirme yaparak
mutlaka tercihini belirtme durumudur.419
∀x,y ∈
X
, x>y veya y>x veya x=y
 x y veya y x veya x y .
i
i
i
Tüketici-i- X tüketim kümesindeki x,y gibi iki seçenekten hakkında bir
karara varacaktır. Eğer x>y ise “x’i, y’den daha fazla beğenecek” ve x’i, y’ye
tercih edecektir; x y . Eğer y>x ise “y’yi, x’den daha fazla beğenecek” ve y’yi
i
x’i e tercih edecektir; y x .Eğer x=y ise “x ile y arasında kayıtsız kalacaktır”;
i
x y.
i
Örneğin, belirli bir sepet-X- içerisinde, bu sepete dahil olan her alternatif
için, x ve y gibi, ya x, y’ye tercih edilir; ya y, x’e tercih edilir, ya da x ile y
arasında kayıtsız kalınır420. Tüketici karşılaştırma yapabilir ve alternatifler
arasında değerlendirme yapabilecek bilgiye ulaşma yeteneğine sahiptir.421
Karar veren/seçim yapan iktisadi insan mümkün olan en iyiyi seçer.
Ancak bir durumun optimum422 olabilmesi için getiri gibi bir ölçüt gereklidir.423
424
Ancak insanlar tercih yaparken “adalet”i de önemsemektedirler. Ultimatom
game olarak bilinen oyunun sonucuna ile ilgili deneysel iktisatçıların bulguları
buna bir örnek teşkil etmektedir. Oyun şöyledir: Bir adet bozuk para ve iki
oyuncu ile oynanmaktadır, sırasıyla A ve B oyuncusu olsun, hedef 100 Liranın
paylaşımıdır. Bozuk paranın havaya atılması ile Yazı veya Tura gelişine göre A
oyuncusunun ya da B oyuncusunun kararına göre 100 Lira paylaştırılacaktır.
Eğer ilk kararı verecek A olursa B oyuncusu bu kararı onaylayacak veya
419
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21.
Author, D., MIT Department of Economics, “Lecture-3 Axioms of Consumer Preference and the
Theory of Choice”,14.03/14.003 Microeconomic Theory and Public Policy, Fall 2010 (Compiled on
9/12/2010), s.4.
421
Reny ve Jehle, a.g.e., s.6.
422
Bkz. E10
423
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.12.
424
Bkz. E11
420
111
reddedecektir. Onaylarsa 100 Lira paylaşılacak, reddederse iki oyuncu da hiçbir
şey almayacaktır.425
Geleneksel iktisat teorisi bu durum için de şunu varsaymaktadır:
İnsanlar servetlerini azamileştirme hedefinde olan rasyonel varlıklardır. Bu
varsayım şunu gerektirmektedir: A oyuncusu kendisine 99 Lira B oyuncusuna 1
Lira önerecektir ve B oyuncusu bu teklifi kabul etmeye mecburdur. Çünkü B
hiçbir şey kazanmadan oyundan ayrılmaktansa 1 Lira almayı tercih edecektir.
Buna ilave olarak A oyuncusu bu teklifin B tarafından kabulünü mantıklı
bulmakta ve B oyuncusuna 1 Liradan daha fazlasını teklif etmekte bir fayda
görmemektedir. Böylelikle bu oyunun Nash dengesi 99-1 Lira olacaktır.426
Ancak deneysel iktisatçıların reel oyunculara ültimatom oyununu
oynatması
sonucunda
neticelerin
tahmin
edilenle
hiç
uyuşmadığı
gözlemlenmiştir. B oyuncuları 1 Lira teklifini ( ya da daha azını) çoğunlukla
reddetmişlerdir. Bunun bilincinde olarak A oyuncuları B oyuncularına 1
Liradan daha fazlasını teklif etmişlerdir. Bazıları 50-50 teklif etmiş; ancak
ekseriya A oyuncuları B oyuncularına 30 ya da 40 Lira teklif ederek kendilerine
biraz daha fazlasını istemişlerdir. Bu durumda B oyuncuları çoğu kez teklifi
kabul etmişlerdir. Oyunda insanların adalete önem verdikleri gözlemlenmiştir.
99-1 teklifi insafsız bulunmuş, 70-30 hala adil olmamakla beraber oyuncuların
normal olarak kendi çıkarlarından vazgeçmeleri yönünde teşvik edecek kadar
adaletsiz değildir.427
III.
Tatminsizlik/Çoğu aza tercih etmek (/Açgözlülük)
Doyumsuzluk varsayımı olarak da adlandırılan bu varsayıma göre,
iktisadi rasyonel insan belirli bir sepette kendisine kâfi gelecek kadar elde etmiş
bile olsa her vakit çoğu aza tercih edecektir.428 Tüketici her zaman daha fazla
tüketime pozitif değer vermektedir429.
425
Mankiw, G.N., Principles of Economics , Third Ed. Internatinal Student Edition, Thomson, SouthWestern, 2004, s. 492.
426
Mankiw, a.g.e., s. 492.
427
Mankiw, a.g.e., s. 492.
428
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21-22.
429
Author, a.g.m., s.6.
112
x, y∈
X
, 1 ve 2 numaralı mallarından oluşan iki sepet olsun. x =  x1 , x2 
ve y =  y1 , y2  ve x1  y1 ve x2  y2 (her iki iddia için de faydanın artan olduğu
varsayıldığında),
x y
( x , i tüketicisi tarafından katı olarak y ’ye tercih edilir),
i
( x1 , x2 , y1 , y2 seviyelerine bakılmaksızın). Bu durum şunu ima etmektedir:
a. Tüketici her zaman daha fazla tüketime daha fazla değer
vermektedir.
b. Kayıtsızlık eğrileri haritası sonsuza kadar uzanmaktadır.430
IV.
Tercihler arasında tutarlılık
Tercihler
arasında
geçişkenlik olarak da
adlandırılan tutarlılık
varsayımına göre homoeconomicus, birbiriyle çelişmeyen tercihler yapar.
Her hangi x,y,z  X için, eğer x y ve y z  x z .
i
i
i
Tüketici tercihlerinden herhangi üç eleman, x,y,z için eğer x ’i y ’ye ve
y ’yi z ’ye tercih etmişse x ’i z ’ye tercih edecektir.
Bu aksiyom tüketicinin tercihlerinde tutarlı olduğunu söylemektedir. İkili
karşılaştırmalar birbirine tutarlı olarak bağlantılıdır. 431
Bu varsayıma göre belirli bir sepet-X- içerisine dahil herhangi üç
seçenekten -x, y, z- x, y’ye tercih edilmiş ve y de z’ye tercih edilmiş ise x, z’ye
tercih edilmelidir.432Ancak yapılan deneyler, çeşitli durumlar altında, birey
tercihlerinin her zaman geçişken olmadığını göstermiştir.433
430
Author, a.g.m., s.6.
Reny ve Jehle, a.g.e., s.6
432
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21-22,
Reny ve Jehle, a.g.e., s.6.
433
Reny ve Jehle, a.g.e., s.6.
431
113
Karşılaştırmaların geçişkenlik bağlamında tutarlı olması beklenmektedir.
Bağıntılar bir insanın fedakârlığını, teveccühünü ya da dini değerlerini de
yansıtabilir.434
Gelişmiş toplumların büyük bir oranı hükümet politikaları için
demokratik ilkelere itibar etmektedir. İki seçenek arasında toplumsal tercih
yapıldığında çoğunluk yöntemi ile kolayca sonuca ulaşılabilir. Ancak toplum
genellikle
ikiden
kalmaktadır.
435
fazla
seçenek
arasında
tercih
yapmak
durumunda
Toplumsal tercihlerin tutarlılığı üzerinde geçişkenlik kıstasında ısrarlı
olunduğunda birtakım sorunlar ortaya çıkabilmektedir436. İlk olarak Marquis de
Condorcet
çoğunluk
kuralının
dönüşsel
olma
olasılığını
göstermiştir437.Condorcet bu konuda yaptığı çalışmanın detaylarını olasılık
hesapları üzerindeki prensiplere değinerek açıklamıştır.438 Condorcet paradoksu
çoğunluk yönteminin toplumsal tercihler üzerinde geçişkenlik gerekçesini her
zaman sağlayamadığını göstermektedir.439
V.
Bencillik/Egoizm
İktisadi insan yalnızca kendi çıkarı peşinde koşar. Üretici iktisadi insan
kendi
karının
maksimizasyonu
için,
tüketici
iktisadi
insan
kendi
faydasının/tatminin maksimizasyonu için çabalamaktadır.
Gerisinde bir toplum felsefesi mevcut olan egoizmin, bireyin kendi
çıkarının peşinde olması ile toplumun aleyhinde davranışlar bulundurup
434
Reny ve Jehle, a.g.e., s.240-241.
Mankiw, a.g.e.,s.485.
436
Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241.
437
Young, H.P., “Condorcet’s Theory of Voting”, American Political Science Review, Vol.82, No.4,
December 1988, s.1232.
438
Condorcet, M. de, “Essai sur l’Application de l’Analyse à la Probabilité des Decisions Rendues à la
Pluralité des Voix”, Paris, De L’Imprimérie Royale,1785, Préliminaire, s.v.
http://www.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=MyIOAAAAQAAJ&oi=fnd&pg=PP5&dq=condorcet+es
sai+sur+l%27application&ots=95YxJLkUHD&sig=ZfKqmmrInCYmctLtkydL5dawdE&redir_esc=y#v=
onepage&q=condorcet%20essai%20sur%20l'application&f=false
439
Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241.
435
114
bulundurmayacağı, çıkar çatışması dolayısıyla “kaos” oluşup oluşmayacağı
tartışmaya açıktır440.441
VI.
Rasyonalite442
Akılcılık ya da rasyonalite nesnel veya öznel olarak iki türlüdür. 16.
Yüzyıldan itibaren önem kazanan öznel rasyonellik soyut düşünme ve
tümdengelim yöntemine odaklaşmıştır. Amaç-araç ilişkisi üzerinde durarak,
amaç için araçları inceler. Ancak amaçların rasyonel olup olmadığı hususu
tartışmalıdır.443
Rasyonel/akılcı davranış birkaç görüşle açıklanmıştır; güçlü-zayıf
rasyonellik, sınırlı-sınırsız rasyonellik, özsel rasyonellik ve yöntemsel
rasyonellik. İktisadi insanın belli hedefi için uygun araçlar içerisinde seçim
yapacağı varsayımı güçlü-zayıf rasyonelliği anlatmaktadır. Bireyin seçiminde,
yapılan varsayımların güçlü ya da zayıf olmalarına göre nitelendirilmiştir.
Sınırlı rasyonalitede bireyin bilgisinin eksik ya da yanlış olduğu bir durumda bu
bilgiye ulaşmanın maliyeti vardır. Bu hususta Simon’a göre, bireyler
azamileştirme çabası içinde değil, “’dilek-düzeylerini’ karşılama” arzusundadır.
Sınırsız rasyonalite ise insanların tam bilgiye sahip oldukları varsayımını
yapmaktadır. Bir iktisadi karara etki edebilecek bütün değişkenlerin maliyetsiz
olması durumu vardır. Özsel rasyonellikten söz edebilmek için veri kısıtlamalar
varken, davranış veri hedeflere götürmelidir. Yöntemsel rasyonellik iktisadi
davranışın akıl yürütmeye dayandığı varsayımını yaparak, alışkanlıklara,
hislere, adetlere vb. dayanmadığını iddia etmektedir444.445
Rasyonellik homo economicus için bir davranış ilkesidir. Tabii Kanun
felsefesinin iktisadi liberalizmde akılcı yöntem katkısına göre akıl, tüm fiziksel
ve sosyal bilimlerde eksiksiz ve yanılmaz bilgi edinimi sağlayabilir. Salt
akılcılığa göre insan aklı, deneyden ve denemeden evvel gelen tüm gerçeklerin
440
Bkz. E 12
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.15-16.
442
Bkz. E13
443
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.13.
444
Bkz. E 14
445
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.14-15.
441
115
kaynağıdır. 446 Geleneksel iktisadın temel aksiyomlarından biri olan akılcılık ya
da rasyonellik, insanların tercihlerinde “kendilerine yararlı olanı” seçtiklerini
ifade eder. Tercih yaparken öncelikle tam bilgiye sahip olduğu varsayılan
bireyin, hafızasının her şeyi hatırladığı da varsayılarak ve gelecek olayları
doğru ve noksansız tahmin ettiği de varsayılarak, bütünüyle irade sahibi olarak
“gerçekleşenden ziyade arzulanan” bir rasyonellik niteliği ortaya konmuştur.447
Ancak genellikle insanların eksik bilgi ile tercih yaptıkları, unutkan
oldukları ve hafızalarının seçici olduğu, sıklıkla hisleriyle karar verdikleri ve
hata yaptıkları ve irade problemi yaşadıkları, ayrıca öfke, gurur, korku,
arkadaşlık gibi duyguların yönlendiriminde karar aldıkları gözlemlenmiştir.
Hatta bazı duyguların yönlendirimi altında kendine faydalı olanın tersi tercih
edilebilmektedir. Bununla birlikte insanın birbiriyle tutarsız, ara sıra birbiriyle
çatışabilen tercihleri olabilmektedir. Dolayısıyla insan tercihlerinin gerekçesinin
aynı
olması
ve
bunları
açıklayabilme
amacıyla
tek
biçimde
modellendirilebilmesi tartışmaya açıktır. Demir, rasyonel tercihin, mümkün
olan maliyetlerinin hesaba katılmasıyla alınan bir kararın neticesinde katlanılan
maliyetleri karşılayan bir artı kazanılması durumunu ifade edebilen bir tercih
olduğunu söylemiştir. Tercih neticesinde katlanılan maliyetler karşılanmıyorsa
bu tercihin irrasyonel olacağını da eklemiştir. Bununla birlikte dinlerde, emir
dairesinde yapılan hareketler neticesinde bu dünyada veya Ahirette ödül, emir
dairesi dışındaki hareketlerin ise ceza getirdiğini de ifade etmiştir. Böylelikle,
rasyonel bireyin ödül/ceza neticesine “kayıtsız kalmayarak” gerekli hesabı
yapmasının beklendiğini söylemiştir. Dini metaların genelinden beklenen
faydanın seküler metalarla karşılaştırıldığında bunların tersine olarak, bu dünya
ile kısıtlanmadığını ifade eden Demir, seküler iktisadi tercihlerin arzuları
“hayata geçirmeye endeksli”, dini tercihlerin ise arzuları “denetlemeye
endeksli” olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte insanların ölümsüzlük gibi
bu dünyada hayata geçirmesi mümkün olmayan arzularının da olduğunu
söylemiştir.
446
447
Beynin
pozitif
biyolojik
Kazgan, a.g.e., s. 41,55.
Demir, a.g.e., s. 63-64.
116
kazanımlarının
bir
bilgisayarda
depolanmasını ifade eden “bilgisayar insan” projesi ile biyolojik sınırlardan
kurtulmayı ve ölümsüzlüğe ulaşmayı planlayan bir tasarıdır. Demir şunu da
ilave etmiştir: Dinler insanların çok istekli olmalarına rağmen bu dünyada sahip
olmayacaklarının sınırsız biçimde elde edebilmesi mümkün olan Ahiret
yaşamını sunmaktadır. Ve bu alternatife kayıtsız kalmanın rasyonel insanlardan
beklenip beklenmeyeceğini sorgulamıştır.448
Geleneksel iktisadın matematiksel yapısındaki analitik soyutlamaları
bazı problemlere neden olmaktadır. Ancak soyutlama yöntemleri mantıksal
açıklamaların
basitleştirilebilmesi
içindir.
Soyut
varsayımların
göreli
somutlaştırılması üzerinde Neoklasik iktisadi temeller yetersiz kalmıştır. İşler’e
göre bu soyutlamaların somutlaştırılması süreci iktisatçıların neleri neden
çalışamadıkları meselesine çözüm getirebilir. İşler’in deyişiyle anaakım
iktisadın “insan doğasına” nasıl yaklaştığı analiz edilebilir. Anaakım iktisadın
çalışmalarının teşekkülünde ““insan doğası”nın ne olduğu hakkındaki
belirsizlik” rol almaktadır. Seçim teorisinin matematiksel soyutlamalarındaki
gizli varsayımların somutlaştırılması ile ilgili olan yazısında İşler, Greenspan’in
“birisi insan doğasını değiştirmek için bir yol bulmazsa başka krizler de
göreceğiz” deyişine yer vermiştir. Greenspan iki kriz arasında insan doğasından
başka ortak hiçbir nokta bulunmadığını söylemiştir. 449
Rasyonel seçim teorisi mikroekonomi teorisi yapısının teşekkülünde
olduğu gibi bu esaslara dayanan birçok iktisadi alanların da şekillenmesinde
etkilidir. Davranışsal iktisat ve deneysel iktisat çalışmalarında rasyonalite ve
bencillik-kişisel menfaatçilik aksiyomları sorgulanmaktadır. Ancak davranışsal
ve deneysel iktisadın çalışmaları seçim teorisi ile ilgili matematikselleştirme
yöntemlerini
değiştirmek
yerine
temeldeki,
“içeriği
boş”
fayda
fonksiyonlarının revize edilmesinden öteye gitmeme görünüşü sergilemektedir.
450
Seçim teorisinde rasyonel ve özgür homo economicus sınırlı olanaklar
ve araçlar hakkında çıkacak neticeler hakkında düşünür, neticeler göreli
448
Demir, a.g.e., s. 64-65, 90-91, 102,104,105.
İşler, a.g.m., s.85-87.
450
İşler, a.g.m., s.87-88.
449
117
değerler ile anlamlandırır ve davranışlarını, tercihlerini en çok değer biçtiği
neticelere ulaşmak amacıyla sahip olduğu olanakları en verimli şekilde
düzenler. Fayda fonksiyonu insan tercihinin matematiksel bir fonksiyonun
maksimizasyonu biçiminde bir temsildir. Fayda fonksiyonu kullanımı sürecinin
ideolojik yapısı söz konusu açık aksiyomlarla beraber somutlaşan gizli felsefi
varsayımlarla ilgilidir. İşler en az üç tane gizli varsayım olduğunu ifade
etmiştir. Bunlar “kıtlığın mutlak hakimiyeti gizli varsayımı”, “tasvir
değişmezliği gizli varsayımı” ve “bireyin çıkarlarının (kendine) saydamlığı
gizli varsayımı”dır. Bu varsayımlara göre (sırasıyla) 451;
i. fayda fonksiyonu yapısında seçeneklerin neticelerinin ne
olduğunun “içi tamamen boştur”. Bu soyutlama ile tutarlı olabilecek her
türlü bireysel tercih temsil bulabilir. Araçların kıtlığı söz konusu iken
fayda fonksiyonu mantığı devam eder. Kişisel fayda elde etme ihtimalleri
kıtlık meselesinin tarihsel ve toplumsal boyutundan bağımsız olarak
değerlendirilir. Bu sebeple, “kıtlık” düzeyi çeşitli iktisadi sorunlarda
değişken ve davranışlar üzerinde çeşitli ve belirsiz etkilere sahip iken,
fayda fonksiyonunun somutlaşması ile kıtlık - neyin kıt olduğu
belirtilmemiş olmasına rağmen- davranışlar üzerinde mutlak hakimiyet
kurmaktadır.
ii. Bütünüyle matematiksel tanımlanmış rasyonel insan çeşitli
tasvirlerin özünde aynı aynı mantıksal neticeyi temsil eder ve tercihini
değiştirmez. Kahneman ve Tversky’nin deneylerinde katılımcıların
sorunun temelinde farklılık göstermeyen çeşitli tasvirlerin farklı
neticelere ulaşacağına inandıkları, bu hatanın kendilerine ifade edildiği
ancak buna rağmen tercihlerinde hataya düşmekte ısrar ettikleri
gözlemlenmiştir. Fayda fonksiyonunun somutlaşması ile söylemin insan
davranışlarını
etkilemedeki
önemi
anaakım
iktisadın
zemininde
incelenmesi olanaklı değildir. Söylem ile anaakım iktisadın matematiği
farklıdır.
451
İşler, a.g.m., s.88-91. Varsayımların açıklamaları aynı kaynaktan alınmıştır.
118
iii. Fayda fonksiyonunun temsil ettiği birey her bir neticenin
kendisi
için
ne
ölçüde
yarar
taşıdığını
bilir.
Davranışlarının
motivasyonunun teşekkülü bu doğrultudadır. İşler, insanın bir restoranda
yemek seçerken, gerçekten arzuladığını ya da sağlığı için yararlı olanı
tercih etme hususunda ikilemde kalabildiğini ifade ederek basit durumlar
olabileceğini ve bu tarz kararsızlıkların fayda fonksiyonunda yer
bulmadığını söylemiştir.
Homo economicus iktisatçılar arasında hakim insan davranışı modeli olup başka
sosyal bilimlere rasyonel tercih teorisi adı ile nüfuz etmiştir.452
Eleştiriler:
E1: Akıl ile çözülemeyen meseleler için ne yapılması gerektiği
belirtilmemiştir.
E2: Akılcılık olarak ifade etmek yerine evrim teorisinin iktisat teorisinde
uygulama bulabilmesinin “en akılcı” yolu olarak ifade edilmesi yerinde olabilir.
E3: Bireyin “kendi” çıkarını maksimize etme çabası ile toplumun
refahının maksimuma ulaşacağı iddiası gerçekten akılcı bir prensip değildir.
Konu ile ilgili bilgi İslami İktisadi Doktrin bölümünde aktarılmıştır. Ayrıca,
Oyun teorisinde, oyuncuların kendi çıkarlarını maksimize etmesiyle ortaya
çıkan Nash dengesinin toplumda her zaman optimal dengeyi vermediği
üniversitelerde “İktisada Giriş” dersinde öğretilir.
E4: En az zahmet ile en fazla mutluluk ilkesi Ahiret inancı olmayan bir
zihniyete dolayısıyla Ateist İktisada uygundur. Çünkü Ahiret inancı yok ise
böyle bir zihniyete göre, en az zahmet ile mümkün olan en peşin mutluluk
alınmalıdır ki her an ölüm riskinden dolayı “yok olup gitme” olasılığına karşı
bir kazanç olabilsin.
452
Rodriguez-Sickert, C., “Homo economicus”, entry prepared for the Handbook of Economics & Ethics,
Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren, Edward Elgar Publishing, May 2009, Pontificia Universidad
Católica de Chile, FACEA, Escuela de Administración, s.1.
119
E5: Zahmeti minimum olan bir seçenek bireye maksimum mutluluk
verirken bu seçenek başka bir bireye en yararlı olmayabilir.
E6: Ortadoğu dinlerine göre, kar-zarar mukayesesini en iyi yapan
insanlar peygamberlerdir. Bununla birlikte en çok zahmete giren yine onlardır.
Akıl vb. bazı cihazları ile üstün olan peygamberler bu özellikleri ile en iyi
iktisatçılardır. Çünkü Ortadoğu dinlerinin iktisadi yaşam anlayışında “peşin ve
maddi tatmin”in azamiyesinden önce Kâinatın Yaratıcısı’nın rızasını kazanmak
gelmektedir. Ortadoğu dinleri iktisadi yaşamı bu hedefe yönelik nitelemiştir. Bu
nedenle, en çok zahmete girerek Ahirette alınacak karşılığın maksimizasyonunu
gerçekleştirebilmek “en akılcı” insanlara has bir davranış biçimidir. (Açıklama
için bkz. İslami İktisadi Doktrin bölümü.)
E7: Bireyin kendi çıkarını izlemekte özgür olmasının da bir sınırı vardır.
Söz konusu sınırları “varsayımlar” belirleyemez.
E8:
Deneysel
iktisadın
laboratuar
sonuçları
böyle
olmadığını
göstermektedir. Ayrıca insanların tercihlerinin her zaman geçişkenlik
göstermediği gözlemlenmiştir.
E9: Tam ve eksiksiz bilgiye sahip olma olasılığı çok düşüktür.
Çünkü;
i.
İktisadi meselelere etki eden faktörler sadece iktisadi
faktörler değildir.
ii.
Yetersiz bilgi sahibi olma olasılığı her zaman daha
yüksektir.
iii.
Dezenformasyon olasılığı vardır. Bununla birlikte yanlış
bilgiden yanlış ve /veya eksik yorum çıkarma olasılığı vardır.
iv.
Doğru bilgiyi yanlış yorumlama olasılığı vardır.
120
E10: Yalnızca kendi çıkarının peşinde olmayan insanların çoğunlukta
olduğu gerçeği ile, insanların, ellerindeki sermayeyi en çok getiri veren
alternatife vermek ya da zekât, sadaka veya hayırseverlik içeren başka bir
biçimde harcamak arasında, ikinciyi tercih ettiği çok durum olmuştur ve
olmaktadır. Ayrıca “en çok getiri” göreli bir kavramdır ve her zaman maddesel
olarak algılanamaz.
E11: “En iyi” ölçütü nasıl belirlenmektedir ve bu ölçütü ne
belirlemektedir? Evrensel olanın belirlediği ölçüt en iyi yani optimumdur.
(İktisadi bir örnek olmasa da, İslam’da her gün nafile oruç tutulmasından ziyade
Pazartesi ve Perşembe tutulması gibi.)
E12: Bireyin kendi çıkarını maksimize etmesi çabası sonucunda
diğerlerinin aleyhinde davranmış olmayacağı anlamı çıkarılamaz. En azından
böyle olmayacağı ispat edilemez.
E13:
“Akılcı insan aynı hatayı ikinci kere yapmaz.” akılcılık
önermelerindendir. Ancak gerçekte İslam’dan-Hadis’ten-alıntıdır. İlgili bilgi için
bkz. İslami İktisadi doktrin bölümü.
E14: İnsanın manevi değerlere göre de karar alması çok olağandır;
dolayısıyla iktisadi kararları da manevi değerlerine bağımlıdır.
121
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. Geleneksel İktisadi İnsan’ın Semavi Dinler Perspektifiyle Analizi
3.1. Semavi Dinlerin ve Geleneksel İktisat Teorisinin “İnsan”a Bakış Açısı
Ekonomik perspektifle din kelimesinin anlamı birey ve toplum açısından
değerlendirilir. Bireysel olarak bakıldığında, inanca ve ahlaka dayanan davranışlara
toplum veya devlet tarafından müdahale edilemeyeceği gibi, toplum açısından din
düzen anlamını içermektedir. Semavi dinlerin teşkil ettiği hukuki ve iktisadi
düzenlemeler vardır. Akıl sahibi olanları güzel ahlaka ve hayırlı davranışlara
yönlendirmek için Allah’ın topluma iktisadi meseleler konusundaki buyrukları,
yasakları, hükümleri ve tavsiyeleri vardır.453 Yaratılış kanunlarına göre kainatta iktisat
egemendir; çünkü Cenab-ı Hakk’ın Hakîm ismi iktisat ve israfsızlığı gerektirir. Çünkü
israf, ism-i Hakîmin zıddıdır. Her şeyde “en kısa, en kolay, en yararlı” şekil bulunur. 454
Ekonomik sistemin gayesi ağırlıklı olarak dünya görüşüne bağımlıdır. Bu dünya
görüşü kâinatın nasıl vücut bulduğuna, insan hayatının anlamına ve hedefine, mülkiyet
edinmenin nihai seviyesine, insanın tasarrufundaki sınırlı kaynakların maksadına ve
insanların birbirleriyle ilişkilerine ( hak ve sorumlulukları dâhil) ve çevreye dair
sorgulamalar yapan zihniyet esaslarıdır. Örneğin eğer kâinatın kendi kendine var
olduğuna dair bir görüş benimsenmiş ise, insanlar hiç kimseye hesap verme
mecburiyetinde olmayan zevklerine göre yaşayan özgür bireylerdir. Hayattaki hedefleri
nasıl gerçekleştiğinin ve başkalarının nasıl etkilendiğinin bir önemi olmadan maksimum
zevk almaktır. Böylelikle bireysel menfaatinin hizmeti ve en uygun olanın varlığını
sürdürülebilmesi en mantıksal davranış normları haline gelir. 455
Kapitalist ve sosyalist dünya görüşleri insana gereken değeri vermez. Sosyal
Darwinizm ya da dialektiğe dayanan bu sistemler insan kardeşliğine, sosyo-ekonomik
adalete önem vermez. Yalnızca “güçlü olanın hayatta kalması”, “sınıf mücadelesi”,
“maksimum tatmin”, “hayatın materyal koşulları” konularında abartılmış vurguları
vardır. İnsanı toplumun menfaati için çalışmasına gayret ettirecek bir sistemleri yoktur.
453
Eskicioğlu, O., İslam ve Ekonomi, , s.6.
Yılmaz, M.K., “Din ve İktisat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 21 Nisan 2010, s.2.
http://islamekonomisi.org/din-ve-iktisat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
455
Chapra, M.U., Islam and Economic Development, s. 3, 4.
454
122
Üstelik bu dünya
görüşleri sadece kaynakların dağılımında verimsizlik ve
hakkaniyetsizlik yaratan iddialarını ve arbedelerini pekiştirmekle kalmayıp hayal
kırıklığı, suç, ailevi ve sosyal bozulma ve en sonunda insanlığın degradasyonunu
şiddetlendirmektedir. 456
Benjamin, Fisher ve Choi çalışmalarında, ateistlerin ve agnostiklerin 457, daha az
riskten kaçınma niteliğine sahip oldukları bulgusuna varmışlardır. Bu etkinin ateistlere
nazaran agnostiklerde daha kuvvetli olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca Miller ve
Hoffman’ın (1995), Miller’in (2000) ve Miller ve Stark’ın (2002) dominant dinin
“inançsızlığın dehşetli ebedi sonuçları olacağı” öğretisinin olduğu ülkelerde dinsiz
olanların dindar458 olanlara göre daha az risk karşıtı olduğunu buldukları ve
korelasyonun düşük risk karşıtlığının dinsizliği daha muhtemel yapmasından
kaynaklandığı ilave edilmiştir. 459
Blaise Pascal “Pensées sur la religion et sur quelques autres sujets” eserinde;460
kötünün korktuğunu ancak bu korkunun Tanrı’ya inançtan kaynaklanmadığını,
Tanrı’nın varlığından şüphe etmesinden kaynaklandığını belirtmiştir. Gerçek korku
imandan, suni korku şüpheden kaynaklanır. Gerçek korku ümit ile, suni korku çaresizlik
456
Chapra, M.U., “Islam and the Economic Challenge”, Islamic Economics Series; No.17, The Islamic
Foundation and The International Institute of Islamic Thought, I. Title 11. Series' 330.12, s. 200, 201.
457
Agnostik: Bilinmezci
458
“Kimlik” bir kimsenin gerçekten dindar olup olmadığını veya ne kadar dindar olduğunu
göstermeyebilir. “X” dinine mensup gözüken bir kimsenin “Y” dinini gerçekten yaşıyor olması mümkün
iken, kendini “Y” dinine mensup tanıtıp gerçekte “Y” dinini yaşamayanlar olabilir. Ve devamında kendini
“Y” dinine mensup tanıtıp “Z” dinini yaşayanlar da olabilir… Bir dine mensup olduğunu ifade eden bir
kimsenin gerçekte ateist olması da mümkündür. Bunun tersi de mümkündür. Ayrıca bir kimsenin kendini
ne ölçüde “X” dinine mensup hissettiğini belirlemek kolay olmadığı gibi iktisadi davranışının ne derece o
din ile bağlantılı olduğunu göstermek de zordur. Bunun mümkün olması ancak “kendine özgü belirli ve
net kurallara göre oluşturulmuş bir iktisat sistemi” sağlayan bir dine mensup bir kimsenin iktisadi
davranışlarının “incelenebilmesi” iledir. Aksi takdirde “X” dinine mensup gibi gözüken veya ne derece
mensup olduğunu kendisi bile bilmeyen birinin bu dinin ( dinini ne kadar tanıyor, anlayabiliyor ve
yaşayabiliyorsa) iktisadi doktrinlerine ne derece uyduğunun tespiti hem eksik hem de yanlış olabilir.
459
Benjamin, D.J. v.d., “Religious Identity and Economic Behaviour”, August30, 2013, s.3-4.
http://econweb.arts.cornell.edu/dbenjamin/Religious%20identity%20and%20economic%20behavior%20
2013.08.30.pdf
460
(“908-262 Superstition et concupiscence.
Scrupules, désirs mauvais.
Crainte mauvaise.
Crainte, non celle qui vient de ce qu'on croit Dieu, mais celle de ce qu'on doute s'il est ou non. La bonne
crainte ient de la foi, la fausse crainte du doute; la bonne crainte jointe à l'espérance, parce qu'elle naît
de la foi et qu'on espère au Dieu que l'on croit; la mauvaise jointe au désespoir parce qu'on craint le
Dieu auquel on n'a point eu foi, Les uns craignent de le perdre, les autres de le trouver.”
http://www.ub.uni-freiburg.de/fileadmin/ub/referate/04/pascal/pensees.pdf
123
ile birleşiktir. İlk korkuyu taşıyan Tanrı’yı kaybetmekten, ikincisini taşıyan Tanrı’yı
bulmaktan korkar diye ilave etmiştir.
Benjamin, Fisher ve Choi çalışmalarında, Miller ve Hoffman’ın (1995),
Miller’in (2000) ve Miller ve Stark’ın (2002) “Pascal’ın Bahsi”nde belirttiği üzere
dinsizliğin riskli olması mantığına istinaden söz konusu korelasyon bulgusundan
bahsettiklerini söylemişlerdir. Pascal Bahsi’ne göre, “her bireyin Tanrı’nın varlığına
dair bir bahse girdiğini ve Tanrı’nın gerçekten var olması olasılığına karşı ve O’na inanç
veya inançsızlık neticesinde alınacak sonsuz kazanç ya da kayıp varsayımı altında
“rasyonel bir insanın” Tanrı varmış gibi yaşaması gerektiği ve O’na inanmaya çalışması
gerekir. Eğer Tanrı gerçekten yok ise, bu bireyin yalnızca sınırlı bir kaybı (birtakım
zevkler, lüks gibi) olacaktır.” 461
Batı kapitalist anlayışının yerleşmesinden sonra gelişen “rasyonellik”,
“faydacılık” “tüketici davranışı teorisi”nin teşekkülünü meydana getirmiştir. İktisadi
anlamda rasyonalizm insanların tercih yaparken hesaplama ve ilerisi ile ilgili tahmin
yaptıklarını iddia eder. İktisadi anlamda başarı “katı biçimde” para kazanmaktır.
Yaşamın nihai hedefi servet elde etmedir. Para kazanma başarısı kabiliyetlerin
göstergesi olup, faydacılık ahlaki değerler ve davranışların menşeidir. Tüketicinin en
önemli hedefi maksimum fayda elde etmektir. “Fayda, yalnızca homo economicus
olarak davranıldığında” maksimize edilebilir. Bir başka deyişle, tek hedef maksimum
seviyede “iktisadi kazanç” ve tek motivasyon aracı “para duygusu” olduğunda fayda
azamiyesi sağlanabilir. Kapitalist sistemin tüketici davranışı teorisi marjinalist teoriyle
müteallik olarak tüketicinin faydasını sayısal olarak ölçülebileceğini iddia etmiştir.
Marksist sistemin görüşü ise bundan farklı olmamıştır. 462
Seküler piyasa paradigmasında olduğı gibi, insanın refahı esaslı olarak servet ve
tüketim maksimizasyonu yapmaya bağlı değildir. Refah için insanın karakterine ait hem
461
http://en.wikipedia.org/wiki/Pascal's_Wager
Kahf, M., “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, Çev. Hüner Şencan, İslam
İktisadı Araştırmaları I, Dergâh Yayınları, Çağdaş İslam Düşüncesi, Birinci Baskı: Temmuz 1988, s.
38-39.
462
124
maddesel hem de ruhsal ihtiyaçların tatmininde bir denge bulunması gereklidir.463
Temel hedefin toplumun maksimum refahı olduğu Geleneksel iktisadi zihniyete göre
toplumu oluşturan bireyler kendi çıkarları ile ilgili en iyi sonuca varabilirler.
464
Geleneksel iktisadi görüş bireyin ve toplumun çıkarı arasında bir uyum olduğunu ileri
sürer. Buna göre, bireyin menfaatine dâhil olan her şey toplumun da menfaatine
dâhildir. Ancak bu yanlış bir varsayımdır. Özellikle seküler çevrede fayda-azamileştirici
tüketici ile kar-azamileştirici üreticinin toplum menfaati ile kişisel menfaatleri
çatıştığında toplum menfaati için hizmet etmelerini motive edecek bir şey olmadığında,
birey çıkarı ile toplum çıkarının her zaman birbiri ile uyuşmak zorunda olmadığını
görmek basittir. 465
Geleneksel iktisadi zihniyetin insana bakış açısı Semavi dinlerinkinden çok
farklıdır. Semavi dinlerin hayatı ve insanı tüm yönleriyle bir bütün olarak ele almasının
aksine, Geleneksel iktisadi zihniyete göre insan, dini, ahlaki ve hukuki yönleri ele
alınmadan, yalnızca iktisadi yönüyle “atomistik-ekonomik ajan” olarak incelenip
değerlendirilmektedir.466
“Religious Identity and Economic Behaviour” adlı çalışmada, dini kimliğin
bireylerin iktisadi kararlarını etkilediğine dair hipotez kurulduğu ifade edilmiştir.
McClearly ve Barro’nun sosyal sermaye, güvence, tutumluluk, cömertlik, meslek
ahlakı, dürüstlük, ikramcılık /misafirperverlik ve sert/şiddetli tavır olmak üzere dinin
etkileyebileceği sekiz değişken saydığı söylenmiştir. Aynı çalışmada, Iannaccone’nin
bunlara on iki tane daha ekleme yaptığı söylenmiştir, bunlar; risk alma, bireysel
sorumluluk, eğitim, suç faaliyeti, intihar, uyuşturucu ve alkol kullanımı, fiziksel ve
zihinsel sağlık, cinsel faaliyet, evlilik, doğurganlık, boşanma ve yaşamdan alınan
tatmin/doyumdur.467
Dinin ve ahlakın doğru, iyi ve güzel kabul etmediği bir şeyin iktisadi fayda
taşıması mümkün değildir. Geleneksel iktisadi zihniyet genel bir esas olarak “ihtiyacı
463
Chapra, M.U., What is Islamic Economics?, Islamic Development Bank, Islamic Research and
Training Institute, Jeddah, Saudı Arabia, IDB Prize Winners' Lecture Series No.9, First Edition 1417H
(1996), s. 22.
464
Kazgan, a.g.e., s.59
465
Chapra, Islam and Economic Development, s. 14.
466
Eskicioğlu, İslam ve Ekonomi, s.14.
467
Benjamin v.d., a.g.m., s. 1.
125
karşılayan her şey faydalı” olduğunu iddia etmektedir. Kullanımı dinen veya ahlaken
doğru olmayan bir şeyin, iktisadi fayda içerebileceği esasına göre esrarkeş biri için
afyon kullanmak, ihtiyacını tatmin edeceği için faydalıdır. Aslında esrarkeşin ihtiyacı
normal ve tabii olmadığından bu varsayımın yanlış olduğu yalnızca bu örnek ile ispat
edilebilir. Ayrıca esrar kullanıcıları gerçekten ihtiyaç duydukları malları üretmedikleri
için topluma yük olarak; ayrıca topluma hem maddi hem manevi zarar vererek; buna
ilave olarak kullandıkları maddenin tıp alanında ilaç olarak daha zaruri yerlerde
kullanımı olabileceğinden, bir esrarkeşin afyon kullanımının kendisine ve topluma
fayda değil zarar getirdiği anlaşılabilir bir şeydir!468 Neyin “fayda içerdiğini” din
belirlediği gibi iktisadi faydayı da belirler. Verilecek birçok (sayısı tarafımızdan
belirlenmemiştir) delillerden yalnızca birkaç tanesini Kutsal Kitaplardan aldığımız şu
ayetler ile gösterebiliriz:
Zebur’da, Süleyman’ın Özdeyişleri, Doğrulukla Kötülüğün Karşılaştırılması,
10’da, “Haksızca kazanılan servetin yararı yoktur, Ama doğruluk ölümden kurtarır.”
buyurulmuştur. Tevrat’ta, Mısır'dan Çıkış 22’de şöyle buyurulmuştur: “ “Halkıma,
aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız.
Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.” İncil’de, Luka (12:15), “Zengin Budala”bölümünde:
“Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın
yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.” buyrulmuştur. Matta (6:20)’de (Göksel
Hazineler) bu konuda şöyle buyrulmuştur: “ Bunun yerine kendinize gökte hazineler
biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar.” Kur’ân-ı
Kerîm’de, Rum Sûresi 39. Ayette “İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne
verirseniz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekat
verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.” , Enfal Sûresi’nde
“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük
bir mükafat vardır.”, Bakara Suresi 168. Ayette “Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin
helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için
apaçık bir düşmandır.” buyrulmuştur. Bakara Suresi 275-276. Ayetlerde “Faiz yiyenler,
ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Alış veriş de faiz
gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.
468
Eskicioğlu, İslam ve Ekonomi, s.14.
126
Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse,
artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim
tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Allah,
faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr
nankörü sevmez.” buyrulmuştur. 469
Ahiret inancının davranışı etkilemedeki hipotezlerden Becker ve Mulligan’ın
öne sürdüğüne göre geleceğe daha fazla ağırlık vermek, gelecek daha “hoş”
öngörülüyorsa, “fayda”yı artırır.470 Yine bu noktada eleştirilecek husus şu olabilir:
Çalışmamızın bütününde kâinata bakış açısının “fayda penceresinden” çıkmasının
Semavi dinler açısından yanlış olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle dini kimliğin iktisadi
davranışlar üzerindeki etkisinin analizinde fayda penceresinden hareket, abesle iştigal
sayılabilir. Çünkü Semavi dinler (Benjamin v.d.nin çalışmasında yalnızca Katolikler,
Protestanlar, Yahudiler, Ateistler ve Agnostikler ele alınmıştır) yaşamı “fayda elde
etme” meselesi ile algılamanın tersine “Yaratıcı’nın rızasını kazanma amacıyla (iktisadi
veya başka bir alanda) amel etme” ile ele aldığı için, dindar bireylerin iktisadi
davranışlarını açıklama gayretine girildiğinde meseleye “fayda penceresi” ile bakmak,
“bireysel tatmini iktisadi davranışlarda itici güç”471 haline getirmek demektir. Bu da bu
konuda yapılacak bir çalışmanın tam kalbine büyük bir çelişki ( Semavi dinlerde
davranışlarda itici güç Kâinatın Yaratıcısı’nın rızasını kazanmaktır) koyacaktır.
Geleneksel iktisadın dayandığı zihniyet yapısının “ifade edilmeyen ya da
gizlenmiş aksiyomlar”ı vardır. Bunlar zincir halinde birbirini gerektiren aksiyomlardır:
1. Dünya hayatı bir mücadeledir.
2. Ölümden sonrası önemsiz olduğuna göre, ölümden öncesinde
elde edilen önemlidir.
3. En çok tatmini almak için her yol meşru hale gelir.
4.İktisadi hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde
edinimidir.
469
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) “Fakirler cennete zenginlerden beşyüz
yıl önce girerler.” buyurmuştur (Tirmizi , Zühd 44)
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.219.
470
Benjamin v.d., a.g.m., s. 6.
471
Kazgan, a.g.e., s.56.
127
5. Her birey “Ene”sinden başkasına hesap vermeyen Homo
economicus’tur.
1. “Dünya hayatı bir mücadeledir”: Geleneksel iktisat zihniyeti
Ortadoğu dinlerinin “kâinatın Allah tarafından yaratıldığı ve insanların
dünya hayatına imtihan için geldiği” görüşüne katılmayarak, kendi
kendine var olan veya doğanın eliyle veya başka bir sebep eliyle472,
“rastlantı ya da zorunluluk neticesinde var olabilmiş (!) insan”ı kabul
etmektedir. Dolayısıyla bu zihniyet kâinatın maksat ve hikmetler ile
yaratıldığı görüşünü kabul etmez.
“Dünya hayatı bir mücadeledir”; bu sebeple “büyük balık, küçük
balığı yutar” ya da “güçlü olan hayatta kalır” gibi birtakım yaşam
mücadelesi öğretilerine (böyle bir yaşam modelinde iktisadi alanda,
“bencilliği- kendi çıkarı peşinde olmayı”, “tatminsizliği-açgözlülüğü”,
“ahlaki boyuttan uzaklaştırılmış, kişiliksizleştirilmiş bir rasyonellik
anlayışını” öğütleyen öğretiler) bağımlı olan Geleneksel iktisadi zihniyet
için,
mücadelenin sonundaki ölümden sonrasının bir önemi yoktur.
Çünkü Ahiret inancı yoktur. Dolayısıyla Ahirette hesap verme endişesi
yoktur.
“Özgür” homo sapiens, iktisadi alanda da özgürdür. “Güçlü olan
hayatta kalır”; dolayısıyla her birey kendi çıkarı için yaşamalıdır.
Bencillik birey için artık bir davranış modelidir. Her birey “kendi
çıkarını”/faydasını/kârını
maksimize
etmelidir.
Kendi
çıkarını
düşünmezse, zayıf düşecektir; yaşam bir mücadele olduğundan güçlü
olan zayıfı ezecektir. Başkaları kendi çıkarını maksimize ederken,
bireyin de kendi menfaatini ilk plana alması gerekmektedir. Üstelik
zayıf olanların korunması bir sorun değildir. Çünkü zayıflar, hem yaşam
mücadelesinden geçemeyeceklerdir, üstelik zayıfı korumanın ya da ona
472
Dört ihtimal vardır.
Gerekli bilgi için bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Tabiat Risalesi (Yirmiüçüncü Lem’a), Envâr
Neşriyat, İkinci Baskı, İstanbul, 2006.
128
yardım etmenin bir fırsat maliyeti vardır: Bireyin kendi çıkarının
azamiyesi. Birey için yaşamın merkezi Ene olmuştur.
Kendi çıkarını maksimuma ulaştırmak isteyen birey’in tatminini
bu dünyada sınırlayacak bir şey kalmamıştır. Böyle bir homo sapiens, üç
tane malı iki mala tercih edecektir, iki mal kendi için yeterli olsa bile.
Üstelik iki homo sapiens’li ve iki mallı bir dünya varsayımı
altında, birer birer paylaşmayı tercih etmeyecekler, yaşam mücadelesi
sonucu biri güçlü (“güçlü”nün tanımı bağlı olduğu teoriye göre değişir)
olursa iki malı alacaktır. Böyle bir durum Geleneksel iktisadi zihniyete
göre verimli sayılacaktır. Çünkü iktisadi verimlilik açısından önemli
olan o iki malın tamamının tüketiliyor olmasıdır.
2. 1 numaralı aksiyomun gerektirdiği ikinci aksiyom: “Ölümden
sonrası önemsiz olduğuna göre, ölümden öncesinde elde edilen
önemlidir.” Çünkü ölümden sonra hesap verme endişesi yaşam
mücadelesinde elde etme faaliyetlerini etkileyecek bir faktör değildir.
Dünya sevgisi-fani eşyaya sahip olma arzusu- ön plandadır. Bir başka
deyişle, dünyadaki her şeyden haz alma ve tatmin elde etme anlayışı
hâkimdir.
Her şeyden maksimum haz alma peşinde olan birey’i
sınırlayacak bir ahlaki norm olup olmadığı tartışmaya açıktır. Çünkü
hesap verme endişesi yoktur. Kendi aklı ile doğru saydığı her tercih ona
haz verecektir. Böylelikle rasyonellik alanına girmiş olacaktır. Üstelik
maymun türlerinden olup da şuur kazanabilerek 21. yüzyıla ulaşabilmiş
homo sapiens, her nasılsa yüksek iktisatçıların karmaşık modellerinde
hiperrasyonelleşebilecektir.
3. 1 ve 2 numaralı gizli aksiyomların neticesinin (Ahiret yok ise,
hesap verme endişesi yoktur; dolayısıyla en çok tatmini getirecek
tercihler yapılır) gerektirdiği 3. gizli aksiyom şudur: “En çok tatmini
129
almak için her yol meşru hale gelir”. Niccolo Machiavelli’nin iddia
ettiği “hedefe giden her yol meşrudur” anlayışı gibi…
Kendi tatminini düşünen, açgözlü veya doyumsuz homo sapiens,
yaşam mücadelesinde maksimum hazzı bulabilmek için her yolu
deneyebilir. Toplumun veya kendinden başkasının çıkarının, kendisi için
bir önemi yoktur: “bencillik”. En çok tatmini almak için her zaman
“daha fazla”sı elde edilmelidir: “doyumsuzluk”.
4. “İktisadi hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde
edinimidir.” “İktisadi yaşam yukarıdaki ilk 3 gizli aksiyomun
gerçekleştirilebileceği bir çekirdek alandır; elde etme bilimi ya da elde
etme sanatı” olarak iktisadi hayat en çok tatmini almak amacıyla
düzenlenir. Çünkü bu anlayışa göre (iktisadi) hedef bireysel tatmin
kazanma amacıyla madde elde edinimi haline getirilmiştir.
5. “Her birey “Ene”sinden başkasına hesap vermeyen Homo
economicus’tur”: 4. Gizli aksiyomun iktisadi yaşam kabulüne göre
“gerekli hale gelen insan kabulü”dür. İktisadi hayatta “ene”si tarafından
yönlendirilen ve kişiliksizleştirilmiş bir hiperrasyonelliğe sahip, her
imkânı kendi menfaati açısından maksimum derecede değerlendirecek
kadar egoist, sahip oldukları ile hiçbir zaman tatmin olmayacak
derecede açgözlü bir Homo Sapiens: Homo Economicus.
(6.Her birey bir homo economicus ise, toplumun refahının
maksimuma ulaşacağı iddiasının Dinsel İktisadi Düşünce açısından
analizi çalışmaya değer bir konudur…)
Geleneksel iktisat teorisinde “insan” ,
i.
Tam bilgiye sahip
ii.
Seçici, dolayısıyla optimize edici
130
iii.
Açgözlü (çoğu aza tercih eden ya da doyumsuz)
iv.
Tercihleri arasında tutarlı
v.
Bencil, kendi çıkarını azamileştirme çabası içerisinde
vi.
Rasyonel/akılcı
olarak tanımlanmıştır.
Ancak Semavi dinlerin tarif ettiği “insan” ın iktisadi boyutu bu aksiyomlarla
uyuşmamaktadır.
Zikredilen özelliklerin hepsine aynı anda sahip olan bir insanın
olduğunu varsayılsa ( böyle bir varsayımın ne kadar geçersiz ve yanlış olduğu başka
bölümde ıspatlanmıştır) bile böyle bir insan Semavi dinlerde tarif edilen insan değildir.
En azından iii ve v numaralarda zikredilen özellikler Semavi dinlerce tarif edilen ideal
insana uymamaktadır. (Bununla birlikte homo economicus’un birbirini gerektiren altı
aksiyomunun yalnızca bir tanesinin yanlışlığı ve geçersizliği ortaya konduğunda homo
economicus varsayımı çökmüş olur)
Çalışmada Üç Semavi dinin “insan-ı kâmil” için vurguladıkları özellikler içinde
iktisadi davranışlar ile ilgili olan bölümler analiz edilmiştir. Geleneksel iktisadi
zihniyetin tarif ettiği
homo economicus karakteristikleri sırasıyla Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam perspektifiyle analiz edilmiştir. Homo economicus varsayımının
kendi içindeki çelişkili ifadeleri Geleneksel İktisat Teorisinde de yapılmıştır. Bu
bölümde
homo
economicus’un
literatürce
sayılan
aksiyomlarının-özellikle
“doyumsuzluk-açgözlülük” ve “kendi menfaatinin azamiyesi peşinde olma-bencillik”
meselelerinin- Semavi dinlerin öğretileri ile ve dayandıkları esaslar ile ters düştüğü,
Semavi dinlerin “insan-ı kâmilin iktisadi motivasyonu ve davranışları” üzerine
öğütlediklerinin aktarılmasına gayret gösterilmiştir.
Homo economicus için sayılan özellikler “İktisat Teorisine göre “insan””
bölümünde açıklanmıştı. Analiz için hatırlatma amacıyla bu özellikleri bazı hataları ile
kısaca şöyle sıralayabiliriz:
i.
İnsanın tam bilgiye sahip olma ihtimalinin ne kadar
düşük olduğuna dair açıklama bir önceki bölümde yapılmıştır.
131
Ayrıca tam bilgiye sahip homo economicus’un piyasada
aldatılmasının mümkün olmaması kabulünün anlamsızlığı da-yine
aynı zihniyet esaslarına dayanarak varsayılmış “tatminsizlik” ve
“bencillik” aksiyomları gereği entrikacılık, aldatma eğilimi söz
konusudur-açıklanmıştır.
ii.
İnsanın seçici olduğu doğrudur. Ancak bu konuyla
ilgili olarak en az üç önemli mesele vardır. Birincisi insanın
kendisi için her zaman doğru ya da optimal olanı seçme
kabiliyeti/özgürlüğü olup olmadığı, ikincisi seçeceği an itibariyle
kendisine sunulan seçeneklerin ortaya çıkaracağı neticeleri bilip
bilmediği, üçüncüsü sunulan seçeneklerin ortaya çıkaracağı
neticeleri bildiği varsayılsa bile aralarından en iyi olanı seçip
seçmeyeceği. Ayrıca bireyin seçicilikteki olası hataları ilgili
bölümlerde anlatılmıştır. Bu aksiyom da “rasyonalite” ve
“doyumsuzluk” aksiyomu ile içiçe geçmiştir.
iii.
Semavi dinlerde tarif edilen ideal insanın tokgözlü
ve kanaatkâr olması istenilen erdemlerdendir.
Kimyâ-yı Saâdet eserinde İmam-ı îî şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu, sabreden fakîr, şükreden zenginden üstündür. Bütün bu
hadîs-i şerîfler bunu gösteriyor. Fakat işin içyüzünü öğrenmek
istersen, şöyle bilmelisin ki, Allahü teâlânın zikrine ve
muhabbetine engel teşkil eden her şey aşağı ve kötüdür. Bazı
kimseye fakirlik, bazısına da zenginlik engel olur. Burada en
güzel yol, kendine yetecek kadar malı bulunmak, bulunmamaktan
iyi olan yoldur. Çünkü bu kadarı dünyadan sayılmaz. Âhıret
azığıdır. Bunun için Resûllullah (sallallahü aleyhi ve sellem)
buyurdu: “ Yâ Rabbî! Muhammed’in Âli’nin rızkını kendine
yetecek kadar eyle.” Bundan fazlasının ise bulunmaması daha
iyidir, ama hırs ve kanaat hâli ikisinde de aynı olmak şartıyla.”473
473
İmam-ı Gazalî, Kimyâ-yı Saâdet, Tercüme eden: A. Fârûk Meyân, Cİld: I, Bedir Yayınevi, İstanbul,
1969, s. 643.
132
Doyumsuzluk ya da açgözlülük için Semavi dinlerde çok
ciddi uyarılar vardır.
Gazalî, “İsâ aleyhisselâm buyurdu: “Zengin, çok zor
Cennete girer.” Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
“Allahü teâlâ sevdiği kuluna belâ verir, sevgi daha fazla olursa
iftinâ eder.” Yâ Resûllallah, iftinâ ne demektir dediklerinde: “Ne
malı, ne de ehli kalan kimsedir,” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm:
“Yâ Rabbi, insanlar içinde sevdiklerin kimlerdir? Onları ben de
seveyim,” deyince, Allahü teâlâ: “Nerede bir fakîr varsa, fakir
yâni tam fakîr,” buyurdu.”474 diye buyurmuştur.
iv.
İnsanın tercihleri arasında her zaman tutarlı
olmayacağı Geleneksel iktisat teorisinde de tartışma konusudur.
Nitekim insanın ruhu olgunlaştıkça geçmişinde aldığı kararları,
yaptığı tercihleri kısmen beğenmeyecektir. Geçmişte yaptığı
herhangi bir tercihten sapma ya da her hangi iki tercihe karşı
tutarsız sayılabilecek üçüncü bir tercih yapma ihtimali her zaman
vardır. Semavi dinlerde anlatıldığı üzere, Allah’ın emir dairesinde
hareket etmek koşuluyla insanın tutarlı tercihler yapmaya gayret
etmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak İktisat Teorisi’nde
tercihlerin tutarsızlığı konusunda yazılmış ciddi eleştiriler vardır.
v.
Bencillik ya da kendi çıkarını azamileştirme,
açgözlülük ile bağlantılıdır. Bu konuyla ilgili İlahi emirler açıktır.
Bencilliğin doğuracağı kötü sonuçlar, toplumun çıkarının ferdin
çıkarına
üstün
tutulması
(ikisi
çakıştığında),
paylaşma,
yardımlaşma, yoksulun gözetilmesi, kardeşlik, komşuluk, sevgi,
kendi nefsini terbiye gibi konularda uyarılar yapılmıştır. Bu
uyarıların “bencil
bir iktisadi
insan” olmamaya
yönelik
algılanabilme dereceleri vardır.
vi.
Akılcılık ile kastedilenin Semavi dinlerde ne
olduğuna, Allah’ın nasıl, nerede, ne gibi işlerde, hangi derecede
474
İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 641.
133
kullanılan akıldan razı olacağına bakılmalıdır. Hatalardan ders
alma ve aynı hatayı ikinci kez yapmama güzel bir özellik olmakla
beraber rasyonel insanın bu nitelikleri “Hıristiyan dinine karşı
aklın üstünlüğü savunulmadan önce, 14 asır önce İslam dini
tarafından” belirlenmiştir. Ancak birçok insan aynı hatayı
defalarca tekrarlamaktadır. Bununla birlikte “akıl” cihazının ne
amaçla kullanıldığı da önemlidir. Konuyla ilgili Semavi dinlerin
ayrı ayrı aktarımlarına bakılmalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara Suresi 30. Ayette, “Hani, Rabbin meleklere, "Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan
dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis
ediyoruz." demişler, Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.” , Enam Suresi
165. Ayette, “O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği
nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır.
Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.” buyrulmuştur. Yeryüzünde halife olma, kaynakların idaresi
konusunda Allah’a hesap verme mecburiyeti Hıristiyanlıktaki yöneticilik fikrine
benzemektedir.
475
İncil’de, Romalılar 13’de “Çünkü yönetim, senin iyiliğin için
Tanrı’ya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere
taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı’nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı’ya
hizmet ediyor.” buyrulmuştur. Bununla birlikte, Tevrat’ta, Yaratılış 9’da “ “Yerdeki
hayvanların, gökteki kuşların tümü sizden korkup ürkecek. Yeryüzündeki bütün
canlılar, denizdeki bütün balıklar sizin yönetiminize verilmiştir.”” buyrulmuştur.
Naqvi’nin eleştirmenliğini yaptığı Wilson’ın Economics, Ethics and Religion:
Jewish, Christian and Muslim Economic Thought adlı eserinde İktisat Teorisi-Semavi
Dinler İlişkisi ile mütealik bazı temel önermeler476 ifade edilmiştir. Şöyle ki:
475
Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, World Economics, Vol.9, No.1,January-March 2008,
s. 181. http://www.relooney.info/00_New_2168.pdf
476
Numaralandırılmış önermeler adı geçen eserden alınmıştır. Gerekli ekleme ve analizler ile ilgili
alıntılara da yer verilmiştir.
134
 Beşerin iktisadi faaliyetleri ahlaki mevkiinden ayrıştırılamaz ve bu
konum kişinin benimsemiş olduğu dininin şartları tarafından belirlenmiştir.477
 İktisat teorisi çalışmanın tek yararlı yolu, evrensel olarak kabul edilmiş
üç Semavi dinin-İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik-ahlaki esaslarından temel iktisadi
önermelerin türetilmesidir.478
 “Ahlaki ve Dini Gerekçeli bir İktisat Teorisinin” iktisadi-ahlaki-dini
irtibatları Tevrat, İncil ve Kur’ân’ı kaynak almalıdır. Wilson, tarihi ve sosyal
nedenlere bağlı olarak Yahudi ve Hristiyan toplumların, iktisadi ve dini meselelerin
kesin ve katı olarak ayrımında ısrarcı olarak bütünüyle seküler adetlere teslim
olduklarını ifade etmiştir. Dolayısıyla Batılı neoklasik iktisat İncil’e müraacat
etmemektedir. Benzer şekilde Yahudi toplumu iktisadi meselelerde Tevrat’ın
öğretisine pek az başvurmaktadır. Wilson’ın ifadesine göre, Kur’ân’da iktisadi
meseleler daha geniş yer aldığı için Müslümanların çoğunluğu İslami iktisadi
öğretiler konusunda bilgi sahibidirler. Bu sebeple “Yahudi İktisadı” ve “Hıristiyan
İktisadı”na kıyasla “İslam İktisadı”nın “daha yüksek” konumu şaşırtıcı değildir.479
Naqvi, Wilson’ın adı geçen eserinin kıymetini vurgulamak için beş önemli
bulgusunu şöyle ifade etmiştir:480
1. Üç Semavi din insanın bu dünyadaki faaliyetleri ile Ahiret’te alacağı
karşılığın ( mükâfat ya da ceza) arasındaki sıkı irtibata vurgu yapmıştır. Üçü de “iktisadi
rasyonalite”yi kutsal mana ile ilişkili olan iktisadi aktiviteler hakkında verdikleri bilgiler
doğrultusunda tanımlamayı amaçlar. Bu tanım, iktisadi öznelerin (insanların) günlük
davranışlarının “yalnızca bireysel menfaat gibi miyop düşünceler” ile kısıtlanamayacağı
anlamına gelmektedir. Bunun yerine insanın (aydınlanmış)menfaatini, doğru ve tam
refah azamîyesine ulaşmanın geçici ve ölümlü işlere duyulan hırsın terkiyle mümkün
olduğu fikri ile değerlendirmesi gerekir. İslam bu tanımı çok daha fazla belirgin
477
Naqvi, S.N.H., (Reviewer), “Rodney Wilson Economics, Ethics and Religion: Jewish, Christian and
Muslim Economic Thought”, New York: New York University Press, 1997, 233 P. (including a
bibliography and an index)”, J.KAU: Islamic Econ., Vol. 12, (1420 A.H / 2000 A.D). Islamabad, s. 69.
478
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 70.
Naqvi,(Reviewer), a.g.m., s. 70.
480
Numaraldırılmış beş tespit aşağıdaki kaynaktan alınmıştır. Gerekli ekleme ve analizlere de yer
verilmiştir.
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71-73.
479
135
yapmıştır. Haşr suresi 9. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Onlardan (muhacirlerden) önce o
yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri
severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son
derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin
cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Leyl
Suresi 18. ayette şöyle buyrulmuştur: “Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî
(Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.”
481
2. “Tüm mülkün Allah’a ait olduğu” ve “insanın yalnızca mülkün emanetçisi
olduğu” üç Semavi dinin ortak görüşüdür. Ancak bu görüşün iktisadi davranışlara olası
etkileri açısından ince farklar mevcuttur. Yahudilikte kapsamlı biçimde eşitlikçilik
varken, Allah’a adanmış mülkiyet, birey ya da sınıf için mutlak mülkiyet hakkı
tanınmamış olsa bile, mevcut mülkiyet haklarının yapısının meşrulaştırılması olarak
değerlendirilmektedir. Hıristiyanlık açısından, kaynakların kullanımında izlenilen
yöntem ve yolun Allah’a hesap vermede zorunluluk getirdiği vurgulanmış; ancak
kaynakların en uygun yetenekler doğrultusunda kullanımı hakkında daha geniş bir
takdir yetkisi tanınmıştır. İslam tüm servetin “göreli” sahipliği kavramına vurgu
yapmıştır. Birey ölçülü olarak ve toplumun yararına harcama yapmalıdır. Hadıd Suresi
7. Ayette, “Allah'a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı
maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar
var ya; onlar için büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur.482
3. Üç dinin ortak içeriklerinden bir tanesi de zenginin yoksula ve ihtiyaç
sahibine olan sorumluluğu konusundaki görüşleridir. Yahudilik fakire yardımı sosyal
mecburiyet olarak görmektedir. Hıristiyanlık, Allah’ın Saltanatı’na (Kingdom of God)
dahil olanlar için, zenginin yoksula yardım etmesini istemektedir. İslami görüş ise
yoksulun zenginin serveti üzerinde “hakkı” olduğunu belirtmiştir. Mearic Suresi 24-25.
Ayetlerde “Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir
hak bulunan kimselerdir.” buyrulmuştur. Vermenin sadece bir hayırseverlik olmadığı,
yoksulun konumunun iyileştirilmesi için yapıldığı vurgulanmıştır. Yoksula yardım
481
482
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71.
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71.
136
etmemek ve başkalarını aynısını yapmaya teşvik etmemek inancını inkâr etmek ile
müsavidir.
Maun Suresi 1-3. Ayetlerde, “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü
yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.”
buyrulmuştur. 483
4. Üç Semavi dinde ortak olarak gelir ve servetteki geniş farklılıkların Allah’ın
Tasarımı’ndan sapma-yoldan çıkma teşkil ettiğini dolayısıyla böyle bir durumun
olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak bazı farkılıklar vardır. Naqvi, Wilson’ın eseri
ile ilgili bu dördüncü bulgusunda, Yahudilikte İlahi Düzen’in kurulmasının
amaçlandığını ancak servet ve gelirdeki geniş farklılıkların muhakkak “adaletsiz
koşullar”ı tanımlamadığı görüşünün olmasından ötürü bu durumun bir derece paradoks
içerdiğini ifade etmiştir. Hıristiyanlık “servet dağılımında denge”yi önemsemektedir.
İncil’de manevi seviyenin aksine olarak materyal seviye ihtiyacının “hayli kaygılanacak
bir şey olmadığı” buyrulmuştur.
484
Luka (12:15)’da, “Zengin Budala”: “Sonra onlara,
“Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının
çokluğuna bağlı değildir.” , Matta (6:20)’de (Göksel Hazineler): “ Bunun yerine
kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de
hırsızlar girip çalar.” buyrulmuştur.
Naqvi, Wilson’a göre İslam’da, inananlar için Ahirette çok daha fazlası vaat
edildiği için bu dünyadaki gelir ve servet dağılımının önemli sorunlar teşkil etmediği
görüşünün hâkim olduğunu ifade etmiştir. Naqvi bu değerlendirmeye katılmadığını
ifade ederek, Haşr Suresi 7. Ayette “Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden
savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah'a, peygambere, onun
yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız
zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle
hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan
vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah'ın azabı çetindir.”
buyrulduğu üzere İslam’ın, ekonomik sistemin başarısı için özel mülkiyet haklarındaki
adaletsiz yapının değiştirilmesini elzem gördüğünü ortaya koymuştur. Çünkü adaletsiz
483
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 71-72.
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 72.
484
137
bir ekonomik yapı zulümdür, El-Adl (C.C.) İsm-i Şerifinin manasına ters düşmektedir
ve toplum dengesinin inkârıdır.485
5. Riba konusunda üç dinin hükümleri“göreli” dir. Hıristiyanlık samimi ve açık
bir şekilde bu uygulamayı kınamaktayken, Yahudilikte özellikle diaspora halindeki
Yahudiler için husus aynı değildir. Wilson bu durumu “birçok” önde gelen bankacı ve
finans uzmanının Yahudi olmasına atfetmiştir.486 İslam’ın riba yasağı ile ilgili olarak
görüşü
çok
kesin
ve
aşikâr
olup,
İslam
iktisat
sisteminin
“en
belirgin”
karakteristiklerinden biridir.487
Geleneksel İktisadi zihniyetin yorumladığı insan tanımı ile Semavi Dinlerin
tanımının farkı açıkça şöyle görülebilmektedir:
Geleneksel İktisadi Zihniyet Materyalist ve Liberal Felsefenin güç aldığı
“Evrimci kabul”e dayanmaktadır. Buna göre bir “Homo Sapiens iktisadi ortamda bir
Homo Economicus’tur”. Böylelikle kâinatın bir Yaratıcısı olduğu ve yaratılmadan önce
mükemmel hesaplar ve hikmetler ile -el-Adl (C.C.), el-Hakîm (C.C.) isimlerinin
muktezası ile- planlanmış ve tasarlanmış olduğunu reddeden bir zihniyete dayalı
esasların Ahiret inancını inkar edeceği açıktır. Etmiyorsa çelişki teşkil eder.
Buna göre, söz konusu iktisadi Homo Sapiens Ahiret için iş yapmayacaktır.
Ahiret’te kazanacağı ya da kaybedeceği bir durumu hesaplarına katmaz. O sebeple tüm
derdi azami ve peşin dünyevi menfaattir. Böylelikle dünya sevgisi çoktur. Dünya
sevgisi çok ise, ölmeyi hiç istemeyeceği için ve ölümden sonrasının kendisi için bir
sorun teşkil etmemesinden dolayı, ömründe uzun gelecek hesapları yaparak elde etmek
istediklerinin maksimizasyonu için kendi menfaatine yönelik azami çaba sarfedecektir.
Gazalî
“uzun emelli olmanın sebepleri” için şöyle buyurmuştur: “ İnsanın
kalbinden çok yaşamayı geçirmesi iki sebepledir. Biri câhillik, ikincisi dünya sevgisidir.
Dünya sevgisi galip olunca, ölüm sevdiği şeyi ondan alır. Bunun için ölmeyi sevmez.
Kendine uygun bulmaz. İnsan kendine uygun bulmadığı şeyi, kendinden uzaklaştırmak
485
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 72.
Bu konuyla ilgili gerekli bilgi ve analizimiz için bkz. Yahudilikte iktisadi insan bölümü
487
Naqvi, (Reviewer), a.g.m., s. 72.
486
138
ister. Kendini yemeye, içmeye, eğlenmeye ve oyuna verir. Hepsi kendi kalbinde, kendi
arzusuna uygun bir şekil alır. Böylece daima yaşamak, para sahibi olmak, hanımlarını,
çocuklarını ve dünyalık elde etme sebeplerini aklından geçirir. Hepsinin yerinde
olmasını ister. Bu arzularına aykırı olan ölümü unutur.”488, “Âhiretin uzunluğunu,
ömrünün kısalığını düşünen kimse, âhireti verip dünyayı satın almanın, rüyadaki bir
gümüşü, uyanıklıktaki altından çok sevmesi gibidir.”489
Gazalî’nin “…ahireti verip dünyayı satın almanın, rüyadaki bir gümüşü,
uyanıklıktaki altından çok sevmesi gibidir” ifadesinden Semavi dinlerin aklıcılık
anlayışını ifade eden bir esas ortaya çıkmaktadır. Nitekim Yahudilik’te, Hıristiyanlık’ta
ve İslam’da insanın iktisadi durumunun analizinde bu esasın dayandığı İlahi Emirler
çalışmamızda açıklanmıştır. İslami dairede iktisadi rasyonalite ayrıca ilgili bölümde bir
derece açıklanmaya çalışılmıştır.
3.2. Musevi İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi
3.2.1. Yahudi Dininin Bazı Kutsal Kaynakları:
Yahudi kutsal kitapları ikiye ayrılmaktadır: Tanakh, Yazılı Dini Edebiyat, ve
Talmud, Sözlü Dini Edebiyat. Tanakh Hıristiyanlar tarafından “Eski Ahit” olarak
adlandırılmaktadır. İsim olarak Tanakh, kendisini meydana getiren üç bölümün baş
harflerinin birleştirilmesi ile oluşmuştur; Torah(Tevrat), Neviîm (Peygamberler) ve
Ketuvîm ( Kitaplar).490 İbranice Torah (Fransızca’da Pentateuque491 ya da Arapça
Tevrat) şeriat anlamındadır ve Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye492 olmak
üzere beş kitaptan oluşmaktadır. Ortodoks Yahudi görüşü Tevrat’ın Hz. Mûsâ (A.S.)’a
vahiy ile gönderilmiş Tanrı Kelâmı olduğunu kabul etmektedir.493
488
İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 771.
İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 772.
490
Hıdır, Ö., Yahudi Kültürü ve Hadisler (İsrâiliyyât-Hadis İlişkisi), İnsan Yayınları: 447, 2. Baskı,
2010, s.72.
491
Bucaille, M., Tevrat, İncilleri Kur’ân-ı Kerîm ve Bilim-“La Bible, Le Coran, et la science”,
Tercüme: prof. Dr. Suat Yıldırım, Işık Yayınları, 2005, s. 46.
492
Bucaille, a.g.e., s. 46.
493
Hıdır, a.g.e., s.73-74.
489
139
Jahud Ha-Nasi tarafından 2. Yüzyıl başlarında derlenen Mişna, Sedârîm denilen
6 ana bölüm, 63 kitap ve 523 konu başlığından oluşmaktadır494. Zera’im ( zirai
sorumluluklar), Mo’ed (mukaddes vakitler), Naşim ( Kadın-aile hukuku), Nezikin ( ceza
hukuku), Kodaşim ( Mabed hizmetleri) ve Torohot ( Taharet ve temizlik meseleleri)
olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Mişna, halaha çalışmalarının temelini
oluşturmaktadır.495 Halaha “gidilen yol” anlamında olup, “ıstılahta “bir konuda tespit
edilip karar verilen hukuki kural”” manasındadır. Yahudi hukuk sisteminin tamamını
ifade için kullanılmaktadır.496 Halakhik kurallar sadece yazılı kanuna müracaat etmez,
ciddi anlamda insanın sağduyusunu gerektirmektedir497.
Talmud öğrenim ve öğreti manasındadır. Mişna’nın tamamlanmasından sonra
Mişna’yı şerh çalışmaları sonucunda meydana gelmiştir. Hukuk külliyatı olmalarına
rağmen, Mişna’daki hükümlerin akıl yürütme yöntemi ile yorumlanması ve incelenmesi
Talmudların en önemli özelliğidir.498
Midraş şerh, yorum manasında olup Tevrat’ın ahlaki, tasavvufi, folklorik ve
menâkıbî metinleri ile ilgili yorumlardır. Halakhik bilgilerin yorumları Mişna ve
Talmud’da bulunmakta, aggadik (ahlaki, teolojik ve tarihi) bilgi yorumları Midraş’ta
bulunmaktadır.
Amoraim
adlı
Yahudi
din
adamları Mişna
ve
Talmudların
derlenmesinden sonra, Mişna’daki hükümlerin akıl ve nakil ile temellendirilmesi ve
ilave olarak önceki rabbilerin-Tannâîm-499 yorumlarını Tevrat’taki hükümler ile
esaslandırılması konusunda çalışma yapmışlardır.500
494
Hıdır, a.g.e., s.76-77.
Arslantaş, N., İslam Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler Abbasi ve Fatımiler Dönemi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No:222, 1. Baskı İstanbul, Şubat 2009, s. 369370.
496
Arslantaş, a.g.e., s. 403-404.
497
Sagi, A. ve Statman, D.,“Divine Command Morality and Jewish Tradition”, Journal of Religious
Ethics, s. 55.
498
Arslantaş, a.g.e., s. 370.
499
Hıdır, a.g.e., s.79, 82-83.
500
Arslantaş, a.g.e., s. 370.
495
140
3.2.2. Yahudi Dünyasındaki İktisadi Tarihsel Süreç ile Hakim İktisat
Teorisi Zihniyeti Teşekkülünün İlişkisi:
Eckstein ve Botticini’ye göre, Yahudi olanlar ve olmayanlar arasındaki farklılık
2. Yüzyıldan sonra erkek Yahudilerin önemli oranının okuma biliyor ( bazıları da
yazabiliyor idi) olmasından kaynaklanmıştır. Milenyumun sonunda neredeyse tüm
erkek Yahudiler okuryazardır ve sadece az kesimi çiftçidir. Aynı zamanda, Yahudilerin
yaşadığı yerlerde neredeyse nüfusun tamamı okuryazar değildir ve büyük bir kesimi
tarımla uğraşmaktadır.501
İkinci Tapınak tahribatı Musevi dininde derin değişimler meydana getirmiştir.
Museviliğin çekirdeği artık ayinlerden ve Tapınaktaki rahiplerin gerçekleştirdiği dinsel
törenlerden oluşmuyordu. Tevrat’ın okunması ve öğretilmesi Musevi dininin esası
haline gelmiş idi. Hahamlar ve âlimler cemaatlerin öne çıkan liderleri olarak
belirmişlerdir. Hahamlar Allah’a ibadetin sadece dua ile değil öğrenim ile de
gerçekleştirileceğini ciddi biçimde ifade etmişlerdir. İnancı ile ilgili bütün kanunları
inceleyebilmek için bir Yahudi eğitim almalı idi. İyi bir Yahudinin hizmet için, haftada
dört kez, Sebt günü iki kez ve her Pazartesi bir kez ve Perşembe sabahları, Tevrat’ın
bölümlerini okuması gerekiyordu. Musevilikte eğitim reformunun o vakitlerde ortaya
çıkmasının nedeni tahmin edilebilir.
Öğretmen olmaları nedeniyle Hahamların o
vakitlerde gelirlerini artıracağı nedeniyle eğitim reformunu tercih etmiş olmaları
mümkündür. Öğrenim ve eğitime verilen ehemmiyet sonraki yüzyıllarda devam
etmiştir.502
“Tekrar etmek, öğrenmek” anlamında olan Mişna’nın yazıya dökülmesinden
önce Yahudiler Filistin’de ve başka yerlerde tarımsal faaliyetlerle meşgul olmuşlardır.
Fakat Kudüs ( Geniza dokümanlarından edinilen bilgiye göre, ticaret Kudüslü
Yahudilerin başlıca geçim kaynağı olmuştur503)İskenderiye, Babil ve Roma’da tarımsal
olmayan faaliyetlerde bulunmuşlardır. Yahudilerin tarımsal faaliyetlerden zanaat, ticaret
501
Eckstein, Z. ve Botticini, M., “From Farmers to Merchants: A Human Capital Interpretation of
Jewish Economic History”, January 2003, s.11.
502
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.12, 13.
503
Arslantaş, a.g.e., s. 128.
141
ve ikrazata geçişleri Talmud döneminde başlamıştır. Tarım bazı ülkelerde esas
meşguliyetleri olarak devam etmiştir.504
Okuryazarlık ve eğitim sadece tüccarlar ve ikrazatçılar için değil başka meslek
sahipleri için de kıymetli idi. İlk binyılda birçok malın üretimi kişiye özeldir.
Dolayısıyla, kuyumcu, demirci, kunduracı ya da terzi gibi her esnaf ve zanaatkâr için
müşteri ve üretici arasında ileride bir anlaşmazlık ihtimaline karşı ürünlerin boyutunu ve
cinsini belirleyen sözleşmeler yazabilmeye muktedir olmanın getirdiği bir üstünlük
vardır. Ayrıca esnaf ve zanaatkârlar hammadde getirtip yerli ve uzaktaki tüccarlara nihai
ürün satıyorlardı. Yine, sözleşme tasarlayabilme ya da okuyabilmeye muktedir olmak
kazançlı idi. Eğitimli ve okuryazar olanlar çiftçilerden daha fazla para kazanmıştır.505
Yahudilerin söz konusu alanda başarı elde etmelerine fayda sağlayan başka
faktörler de olmuştur. Yaşamlarının ticari diğer alanlarında, bulundukları yerden
bağımsız olarak, Yahudi hukukuna başvurmuşlardır. İtalya, Fransa, İspanya, Hazar,
İslam Dünyası, Çin ve Hindistan başta olmak üzere birçok yerde dindaşlarıyla
kurdukları irtibatlar neticesinde kolay ve büyük çapta ticaret yapmaya muktedir
olmuşlardır. Talmudik dönemden beri yaygın olan İgeret arahit ya da igeret dikar
olarak adlandırılan tavsiye mektupları bulundukları bölgelerde dindaşları tarafından çok
ehemmiyet verilmelerine neden olmuştur. 506 Eckstein ve Botticini araştırmalarında, 6.
yüzyıl itibariyle Yahudilerin başka azınlıklara göre belirgin vasıfları olmasının
dinlerinin eğitim merkezli olmasına bağlı olduğu sonucuna varmışlardır. İddiaları
şöyledir; Yahudilere belirgin vasıf veren, onların azınlık statüsüne sahip olmaları değil,
8. ve 9. yüzyıldan itibaren onların çiftçi olma yerine tüccar olmayı tercih etmelerinin
ana nedenidir.
İlk
binyılın
ikinci
yarısında Yahudilerin %70’inin
yaşadığı
Mezopotamya’da olduğu gibi, Yahudiler ticarete intikal ettiklerinde el sanatlarının,
ticaretin ve finansın yüksek beşeri sermayeye yüksek getiri sağladığı yeni kentlere göç
etme dürtüsüne sahip olmuşlardır. 9. ve 10 yüzyıllarda Yahudilerin Batı Avrupa’ya
504
Eckstein ve Botticini, a.g.m.,s.6.
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.15.
506
Mağribli bir Yahudi tüccarın Askalan yolculuğu esnasında Ürdünlü başka bir Yahudi tüccarla yaptığı
ortaklıkta bir süre sonra kar elde edememesi sonunda mahkemelik olmaları vaki olmuştur. Bilgi için bkz.
Gil, Erets Yisrael, III, 322.
Kaynak: Arslantaş, a.g.e., s. 126, 133.
505
142
gerçekleştirdikleri hızlı göç ve orada ulaştıkları yüksek yaşam standardı iddiaya destek
niteliğindedir. Ayrıca delillerin desteklediğine göre muazzam miktarda müzakerenin
kendilerine sağladığı mantıksal düşünme ve Mişna ve Talmud’un günlük yaşam
analizini öğrenen söz konusu Yahudi tüccarlar, Yahudiler arasında en eğitimli olanlar
idi.507 Ancak Yahudilerin ticaretteki başarılarının bir başka nedeni, birçok ulus
birbiriyle mücadele içindeyken , “kimsenin güvensizliğini uyandırmadan” ve her yere
tehlikesizce girerek yüksek kârlar elde edebilmeleridir 508.
Yahudilerin, yerel yöneticiler tarafından yürürlüğe konan kısıtlamalar ve
yasaklar sebebiyle, nüfusun diğer kesimini oluşturanlardan farklı olarak zirai faaliyetle
meşgul olmamaları görüşü Abrahams ve Roth tarafından geliştirilmiştir. Çünkü Orta
Çağın sonlarında birçok ülkede Yahudilerin toprak sahibi olmaları yasaklanmış ve bazı
yerlerde kırsal alanlarda yaşamalarına izin verilmemiştir.509 Ancak İslam dünyasında
Avrupa’daki gibi ticari yaşamdan dışlanmamışlar, aksine İslami ekonomik toplum ile
bütünleşme göstermişlerdir. Yahudiler Babil sürgünü ve Helenistik dönemde ticari
faaliyet göstermişler ancak İslami dönemde profesyonelleşmeleri ile “Tüccar Yahudi”
tipi meydana gelmiştir. Yahudiler için “altın çağ” olarak nitelendirilen 10. yüzyıl ve
sonrasında toplumsal kesimler belirginleşmiştir. Küçük sermayeli esnaf ve zanaatkârlar
olanlardan sonraki nesiller büyük iş adamları kesimine dâhil olmuştur.510 Yahudilerin
tarımdan el sanatlarına, ticarete ve finansa intikalleri 8. yüzyılda ağırlıklı olarak
Mezopotamya’da, İslam hâkimiyetinin tamamında, daha sonrasında göç ettikleri Batı
Avrupa’da gerçekleşmiştir. Mesleki intikal gerçekleşirken Abrahams ve Roth’un ileri
sürdüğü gibi kısıtlamalar ve yasaklamalar olmamıştır. Yahudiler toprak sahibi olmuşlar
ancak hiçbir suretle tarımsal emekte bulunmamışlardır. 8. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar
Abbasi hâkimiyeti boyunca gerçekleşmiiş olan İslam coğrafyasında kentleşme
sürecinde Yahudiler ülkelerarası yer değiştirmişler, küçük köylerden şehirlere göç
507
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.4,10.
Arslantaş, a.g.e., s. 133.
509
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.2.
510
Arslantaş, a.g.e., s. 125-127.
508
143
etmişlerdir. 8. yüzyılın sonunda İslam coğrafyasında Yahudi nüfusunun neredeyse
tamamı şehirli olmuştur. Ayrıca uzun mesafeli ticaret ile meşgul olmuşlardır.511
Hıristiyan-feodal Avrupa’da toprak sahibi olma hususunda Yahudilerin büyük
oranda hariç tutulmaları bazı kalıcı ekonomik ve sosyal neticeler vermiştir. Yahudiler 8.
ve 10. yüzyıllar arasında uluslararası tüccar olarak geçimlerini sağlamaya, 10.-12.
yüzyıllar arasında geniş çapta ikrazatçılar, 10.-13. yüzyıllar arasında yerleşik tüccarlar,
13.-16. yüzyıllar arasında ikinci derecede ikrazatçılar olmaya mecbur bırakılmışlardır.
Dolayısıyla kapitalist sistem Avrupa’da pre-kapitalist sistemi yerinden etmeye
başlamıştır, Yahudiler henüz modern kapitalist girişimci olmamalarına rağmen
hâlihazırda bir şehirleşmiş toplum idiler. Bir başka neticesi ise şöyledir: Yahudiler
arasında baskın elit tabaka, kralları, asilleri ya da din adamlarını içermemiştir; ancak
resmi-dindar âlimleri/talebeleri (Scholars) ve servet sahibi cemaat mensuplarını
içermiştir. Dolayısıyla kapitalist sistem yerleşmeye başladığında Yahudilerin kralları,
asilleri, din adamları yoktur. Yahudilikte ilime verilen ehemmiyet neticesinde,
kapitalizm bilgi-yoğun evresine ulaştığında, Yahudiler, özellikle A.B.D.’de, genç
kuşakları için işgücüne dâhil olmalarından ziyade eğitim almalarını tercih etmişlerdir.512
Avrupa’da kapitalizmin doğuşunun Hıristiyanlıktan daha çok Yahudilik üzerinde
sorun yarattığı söylenmektedir. Daha evvelki çağda proto-kapitalist esaslı olarak özgün
bir sistem olan kapitalizm 16. yüzyıl kökenlidir. Gerçek kapitalizmi proto-kapitalist
cetlerinden ayırt eden, bir girişimcinin muazzam kâr elde etme arzusu hususunda aldığı
risktir. 16. Yüzyılda evvel, risk faktörü belirleyici olmamıştır, çünkü elde edecek
olağanüstü kârlar yoktur. Ticaret ve endüstrinin yapısı gereği yüksek riski göze alan ya
da düşük-riski göze alan biri az bir puanla netice almıştır. Musevilik ve Yahudi
toplumunun kapitalizm ile özel bir ilgileri olmuştur. Musevilik, Antik Yakın Doğu’da
yarı-göçebe pre-kapitalist bir toplum kökenlidir. Yahudilikte ve Yahudi toplumunda
daha sonraki gelişmeler pre-kapitalist bir toplum yapısında vuku bulmuştur. 16.
yüzyılda, Yahudilerin çoğunluğu modern kapitalizmin oluşmadığı Doğu ve Orta
Avrupa’da
ve
Osmanlı
İmparatorluğu’nda
511
yaşamıştır.
Kapitalizmin
doğduğu
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.2, 6.
Ochs, A.E.R.S., “Judaism’s Historical Response to Economic, Social and Political Systems”, s.16-17.
http://www.rivkinsociety.org/documents/Judaism/Ancient/Judaism's_Historical_Response-1.pdf
512
144
Antwerp’te, Amsterdam’da ve Londra’da yaşamamışlardır. Ancak Yahudilik ile
kapitalizm arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Orta Çağ boyunca faaliyet gösteren
Museviliğe göre Allah Kutsal Kitap’ta Buyruklarını beyan etmiştir; insanın gayreti
Allah’a inanmaktır, Allah’ın emirlerine uymaktır ve Ahiret’te kurtulma yolunu
aramaktır. 513
Orta
Çağ’daki
Musevilik,
girişimci
faaliyeti
reddetmemesine
ve
engellememesine rağmen, kapitalist girişimciler için ideal bir din değildi. 19.yüzyıl
Almanya’sında, batılılaşma ve aydınlanma konusunda kendileriyle gurur duyan Yahudi
din adamları Musevilikte yeni bir form meydana getirmişlerdir.
Yenilikçi veya
Reformist Yahudilik olarak adlandırılan Musevi dininin bu yeni formu 19. yüzyıl
Almanya’sında ortaya çıkarak sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişmiştir.
Museviliğin bu radikal formu modernleşme ve batılılaşmaya “Evet”, kapitalizmin kıtlık
meselesi ile mücadele vaadine “Evet”, özgür-tercihlere ve risk alan bireylere “Evet”,
bilimsel ve eleştirel düşünceye “Evet” demiştir. Reformist Yahudilik ekonomik sistem
değildir, bir dindir ve şunu ileri sürmektedir: insani değerleri mümkün kılan ve düşünen
aklı yaratan Allah’tır. Doğa ihtiyaçların karşılanması için sınırsız hazır servet ile
stoklanmıştır.
Dolayısıyla
Ochs’a
göre,
Reformist
Yahudilik
batılılaşma
ve
modernleşmeye “Evet”, kapitalizme “Evet”, risk alan bireye “Evet” demektedir.514
Kuznets, Yahudilerin 19. ye 20. Yüzyıllarda topluluk olarak en yoğun yerleşim
gösterdikleri ülkelerde, yerel nüfusa oranlarından bağımsız olarak, önemsiz/kayda
değmeyen bir kesimlerinin tarımla uğraştığını ifade etmiştir. Büyük çoğunlukları ticaret,
finansta faaliyet göstermiş ve bundan sonra endüstriyle ve el sanatlarıyla meşgul
olmuşlardır.1931’de Polonya’da Yahudilerin %96’sı tarımsal olmayan faaliyetlerle
meşgul iken Yahudi olmayanlar için oran %47’ye düşmüştür. Şu hususa dikkat
edilmelidir ki; aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’da Yahudiler
zirai faaliyetlerde bulunmaları yasaklanmamıştır.515
513
Ochs, a.g.m., s.18-19, 29,30,32,33,34,35,36.
Ochs, a.g.m., s.30,32,33,34,35,36.
515
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.5.
514
145
Yahudi Ghettosunda516 meydana gelen ekonomik profesyonelleşme ile büyük
farlılıklar ortaya çıkmıştır. Bazı bölgelerde Yahudiler özellikle bankacılık, ticaret ve
imalat ile meşgul olmuşlar; ancak zamanla her meslek grubunda yer almışlardır.
Britanya, Kuzey Amerika ve başka ülkelerde yapılan araştırmalar neticesinde
Yahudilerin “kol kuvveti ile yapılan mesleklerden ‘beyaz yakalı’ meslek gruplarına” ve
serbest çalışmaya yöneldikleri ortaya çıkmıştır. Akademik yaşam, hukuk, tıp ve bilimsel
araştırma dalları Yahudiler tarafından cazip bulunmuştur.517
3.2.3. Yahudi Öğretisi’nin İktisadi Esasları
Musevilik “bir din ve bir yaşam biçimi” olarak ifade edilir. Yahudi kimliği için
“içinde dinin de bulunduğu sosyal bağlılık” nitelendirilmesi yapılmaktadır.518
Püritenliğin iktisadi bir etkisinin olduğu kabul edilirse, Museviliğin etkisinin
daha önemli olduğu anlaşılmalıdır; çünkü Musevi dini günlük hayatın en küçük detayını
etkilemektedir.
Bir
Yahudi
alacağı
her
kararın
Tanrı’nın
şanını
yükseltip
yükseltmeyeceğini veya O’nun adına hürmetsizlik edip etmeyeceğini sormaktadır.
Yahudi kanunu insan ile Tanrı, insan ile insan, insan ile doğa gibi mümkün olan tüm
ilişkiler için davranış kuralları meydana getirmiştir.
519
Yahudi iktisat teorisinin beş
temel aksiyomu vardır. Bu aksiyomlardan iktisadi politikalar için mantıki sonuçlar
çıkarılabilir.520
Yahudi iktisat teorisinin ilk aksiyomu: “Tanrı dünyayı yaratmıştır ve insan
dünyada oluşturucudur. İnsan maddi kaynaklara sahip olma, çalışma ve yenilikler
getirme ile yükümlüdür.
521
Musevilik’te hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına
516
İtalyanca kökenli bir kelime olan Ghetto tarihte, belli bir ırka mensup topluluğun yerleşmek
mecburiyetinde
kaldıkları
belirli
bölgelerini
ifade
etmektedir.
Kaynak:
http://getto.nedir.com/#ixzz2secLWhOt
517
De Lange, N., Yahudi Dünyası (Atlas of the Jewish World), İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar
Ansiklopedisi, IV. Cilt, Çev. Savil Atauz, Akın Atauz, İletişim Yayınları Equinox/Phaidon (Oxford),
İstanbul 1987, s.95
518
De Lange, a.g.e., s.92.
519
Sombart, W., Kapitalizm ve Yahudiler, s.182.
520
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
521
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
146
uymaktır. Tanrı’dan ayrı olarak dünyevi mutluluk kabul edilmemektedir. Dünyevi
mülkü elde etme amacıyla elde etmeye gayret göstermek budalalık olarak
nitelendirilmiştir. Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler bu hedef
için
araç
olarak
içerebilmektedir.
kullanılmalıdır.
Dolayısıyla,
dünyevi
mülk
zenginliği
522
İkinci aksiyom özel mülkiyet hakları ile ilgilidir. Özel mülkiyet hakları elzemdir
ve muhafaza edilmelidir. On Emir’de belirtildiği üzere özel mülkiyet korunmalıdır. “
“Çalmayacaksın.” “Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne,
eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.””523buyrulmuştur.
524
Vaiz 5’te “Annesinin
rahminden çıplak çıkar insan. Dünyaya nasıl geldiyse öyle gider, Emeğinden hiçbir şey
götürmez elinde.” buyrulmuştur. Dolayısıyla ayette açıklandığı gibi insanın dünyada
sahip olduğu mülk geçicidir. Vaiz 5’te şöyle buyrulmuştur:“ Üstelik Tanrı bir insana
mal mülk veriyor, onu yemesi, ödülünü alması, yaptığı işten mutluluk duyması için ona
güç veriyorsa, bu bir Tanrı armağanıdır.” Bu ayetten de mal ve mülkün insana Allah
tarafından verildiği ifade edilerek bunun bir hediye olduğu vurgulanmıştır. Yahudilik’te
ortak mülkiyete önem verilmektedir. İlk İbraniler toprak, su kaynağı ve yiyecek arzı
konusunda özel mülkiyeti tanımamışlardır.525 Tevrat’ta, Yeşaya 5:8,“Evlerine ev,
tarlalarına tarla katanların vay haline! Oturacak yer kalmadı, Ülkede bir tek siz
oturuyorsunuz.” buyurulmuştur. Ayette tekelleşme konusunda ihtar yapılmıştır.526
Yahudi iktisat teorisinin üçüncü aksiyomu servet birikimi ile ilgilidir. Ancak
servet birikimi bir fazilettir, zaaf değildir.527 Kitab-ı Mukaddes’te, Sülayman’ın
Özdeyişleri, 8:21’de “Böylelikle, beni sevenleri servet sahibi yapar, Hazinelerini
doldururum.” buyurulmuştur. Yasa’nın Tekrarı 8, Rab’bi Unutmayın, 17-18’de “ ‘Bu
serveti toplayan kendi yeteneğimiz, güçlü elimizdir’ diye düşünebilirsiniz. Ancak bu
serveti toplama yeteneğini size verenin Tanrınız RAB olduğunu anımsayın. Atalarınıza
ant içerek yaptığı antlaşmayı sürdürmek amacıyla bugün de bunu yapıyor.”
522
Sombart, a.g.e., s.169,198.
http://incil.info/kitap/Misirdan+Cikis/20
524
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
525
Goldstein, a.g.m., s.88.
526
Goldstein, a.g.m., s.88.
527
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
523
147
buyurulmuştur. Dürüstçe biriktirilen servet gösterilmiş olan yüksek gayret, yetenek ve
başarının sinyalidir. Tevrat’ta üretken ve namuslu, dürüst çalışmadan bahsedilmiştir.528
Kitab-ı
Mukaddes’te,
Süleyman’ın
Özdeyişleri,
Doğrulukla
Kötülüğün
Karşılaştırılması, 10’da, “Haksızca kazanılan servetin yararı yoktur, Ama doğruluk
ölümden kurtarır.” buyurulmuştur. Kitab-ı Mukaddes’te servet yığmanın neticesi
konusunda uyarı yapılmıştır.Vaiz 2’de “Çünkü Tanrı bilgiyi, bilgeliği, sevinci hoşnut
kaldığı insana verir. Günahkâra ise, yığma, biriktirme zahmeti verir; biriktirdiklerini
Tanrı’nın hoşnut kaldığı insanlara bıraksın diye. Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya
kalkışmakmış.” buyurulmuştur.
Dördüncü aksiyom ihtiyaç sahiplerine hayırseverlikle yardım etmektir. Yasa’nın
Tekrarı, 15’te “ “Tanrınız RAB’bin size vereceği ülkenin herhangi bir kentinde yaşayan
kardeşlerinizden biri yoksulsa, yüreğinizi katılaştırmayın, yoksul kardeşinize elisıkı
davranmayın. Tersine, eliniz açık olsun; gereksinimlerini karşılayacak kadar ona ödünç
verin.” buyurulmuştur. Yahudilikte insanın dünyadaki rolü sadece çalışmak, üretmek,
servet biriktirmek değildir; tüm bireyler toplumdaki en yoksul insanlara bağış yoluyla
yardım etmek durumundadır. Dördüncü aksiyom, yoksullara, muhtaçlara yardım etmek
ile ilgilidir.529 Süleyman’ın Özdeyişleri, 11:25’te, “Cömert olan bolluğa erecek,
Başkasına su verene su verilecek”, 22:9’da “Cömert olan kutsanır, Çünkü yemeğini
yoksullarla paylaşır.”, 22:16’da, “Servetini büyütmek için yoksulu ezenle Zengine
armağan verenin sonu yoksulluktur.” buyurulmuştur. Her bireyin toplumdaki en
yoksullara hayırseverlikle yardım etmesi gerektiği emredilmiştir. Tzedakah-sadakahayırseverlikle yapılacak yardım mecburiyeti olarak adlandırılmıştır. Ancak bu gelirin
yeniden dağılımı ile karıştırılmamalıdır.530 Bununla birlikte, Yasa’nın Tekrarı, 14: 22’de
“Her yıl tarlalarınızda yetişen ürünlerin ondalığını bir yana ayıracaksınız.”
buyurulmuştur. Allah’ın yoksula rızkını vaat etmiş olmasına rağmen yoksula daima
destek olunmalıdır. Ancak bu vaat O’nun kanunlarına mutlak bağlılık koşuluyla garanti
edilmiştir.531 Yasa'nın Tekrarı 15’te şöyle buyurulmuştur: “4-5“Aranızda yoksul kimse
olmayacak. Tanrınız RAB’bin mülk edinmek için size vereceği ülkede Tanrınız
528
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
530
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
531
Ochs, a.g.m., s.4.
529
148
RAB’bin sözünü can kulağıyla dinler, bugün size bildirdiğim bütün bu buyruklara
özenle uyarsanız, O sizi kesinlikle kutsayacaktır.” .
Beşinci aksiyomda devletin etkinliği tartışılmış ve devletin aşırı yoğunlaşmış bir
güce sahip olmasına karşı çıkılmıştır. Kitab-ı Mukaddes’te, kötü mahiyetli devlet ve
bürokrasiyle ilgili uyarılar yapılmıştır.
532
Süleyman’ın Özdeyişlerinin 29:4’te “Adaletle
yöneten kral ülkesini ayakta tutar, Rüşvet alansa çökertir.” buyurulmuştur.
Yahudilik inancında adalete önem verilmektedir. Kitab-ı Mukaddes’te
Mezmurlar 112’de “Ne mutlu eli açık olan, ödünç veren, İşlerini adaletle yürüten
insana! Asla sarsılmaz, Sonsuza dek anılır doğru insan.” buyurulmuştur. Dolayısıyla
iktisadi yaşam da da adalet önemlidir. ( Örneğin tüketici üreticinin ya da satıcının
açgözlülüğüne ya da tamahına karşı muhafaza edilmelidir.)533
Emeğin kıymeti ve önemi sürekli olarak Yahudi inancında vurgulanmıştır.
Ancak Yahudilik inancına göre yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan ancak
sahip olduklarına nezaret eder. İnsan sahip olduklarının vekili ve muhafızıdır. Başka bir
deyişle,
yeryüzündeki
kaynaklar
bencilce
azınlığın
zenginleşmesi
uğruna
kullanılmamalıdır; ancak akıllıca olarak herkesin hizmetinde olmalıdır. Kitab-ı
Mukaddes’te, Yakup 3’te “Ama yüreğinizde kin, kıskançlık, bencillik varsa övünmeyin,
gerçeği yadsımayın. Çünkü nerede kıskançlık, bencillik varsa, orada karışıklık ve her
tür kötülük vardır.” buyurulmuştur. Nüfusun onda biri yeryüzü hazinelerinin onda
dokuzuna sahip olmamalıdır. Bir bütün olarak ümmet, üzerlerinde her insanın esas
itibariyle varlığına ve gelişimine bağımlı olduğu muazzam servet hazinelerini
sahiplenmeli ve kontrol etmelidir.534
532
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewish-theology-and-economic-theory
Goldstein, a.g.m., s.88.
534
Goldstein, a.g.m., s.87-88.
533
149
3.2.4. Homo economicus Varsayımlarının Tevrat’taki İktisadi Buyruklar
Perspektifiyle Analizi:
Çalışmanın ilgili yerinde homo economicus aksiyomları anlatıldığı için burada
ifadeleri ayrıntılar ile tekrar edilmeyecektir. Hatırlatma için bu aksiyomlar kısaca “tam
bilgiye sahip olma, seçicilik-optimize edicilik, tercihlerinde tutarlılık, doyumsuzlukçoğu aza tercih etme, bencillik-kendi çıkarının maksimizasyonunu hedef tutma,
akılcılık” olarak sayılabilir. Doyumsuzluk ve bencillik haricinde olanların geçersizliği
ya da gevşetilmeleri konusundaki görüşler Geleneksel İktisat Literatüründe de
tartışılmaktadır. Analiz için üç Semavi dinin incelendiği her bir bölümde özellikle
“doyumsuzluk/açgözlülük”
ve
“bencillik-kendi
çıkarının
peşinden
koşma”
karakteristiklerinin üzerinde durulmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresi 83. ve 84. Ayetlerinde, “Hani, biz
İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara,
yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı
kılacaksınız, zekatı vereceksiniz" diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz
çevirerek sözünüzden döndünüz. Hani, "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi
yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu
böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.” buyurulmuştur.
Ayetlerde ifade edilmiş olan buyruklar Yahudi-Hristiyan literatüründe "On Emir" olarak
adlandırılmıştır.
Ayetlerde Allah'tan başka Tanrı tanımama, anneye ve babaya, akrabalara,
yetimlere, yoksullara iyilik gösterme, herkese güzel söz söyleme, namaz kılma, zekât
verme, birbirinin kanını dökmeme, kendi yurttaşlarını yurtlarından çıkarmama olarak
ifade edilen sorumluluklar On Emir’de de bulunmaktadır. Tanrı-insan ilişkisini, aile ile
ilişkiyi;, insan-toplum ilişkisini düzenleyen, Yahudiler’in kabul ettiği temel ilkeler- On
Emir (Aseret Adiberot)- şöyledir: 535
“1. Seni Mısır’dan esaretten çıkaran Tanrı benim.
535
Maddeler halindeki On Emir de aynı kaynaktan alınmıştır:
http://www.salom.com.tr/
150
2. Benden başka Tanrı’n olmayacaktır. Boşlukta, yerin üstünde veya altında,
denizlerin derinliklerinde mevcut olan varlıkların resimlerini yapmayacak ve onlara
hiç bir suretle tapmayacaksın.
3. Tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın.
4. Cumartesi gününü daima hatırlayıp, onu kutsal kılacaksın. Haftanın 6 günü
çalışacak, yedincisinde istirahat edeceksin. Cumartesi günü istirahata tahsis edilmiş
umumi dinlenme günüdür. O gün ne sen, ne oğlun, ne kızın, ne uşağın, ne de
hayvanların, kısaca hiç biriniz çalışmayacaksınız.
5. Anne ve babana hürmet edeceksin.
6. Öldürmeyeceksin.
7. Zina yapmayacaksın.
8. Çalmayacaksın.
9. Yalan şahadette bulunmayacaksın.
10. Hiç kimsenin evine, barkına, karısına, hizmetçisine, öküzüne, eşeğine velhasıl
sana ait olmayan bir şeye göz dikmeyeceksin.”
Kur'ân-ı Kerîm'in İsrâ Sûresi’nin 101. âyetinde “Andolsun, biz Mûsâ'ya apaçık
dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve
Firavun da ona, "Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!" demişti.”
Buyurulmuştur. Belirtilen dokuz âyet cumartesi yasağı dışındaki On Emrin kalanlarını
ihtiva etmektedir. Nahl Sûresi’nin 124. Ayetinde belirtildiği üzere, “Cumartesi gününe
saygı, ancak onda görüş ayrılığına düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa
düşmekte oldukları şeyler konusunda kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.”
Cumartesi gününe gösterilen saygının sadece Yahudileri bağlayan bir hüküm olduğu
anlaşılmıştır.536
Cumartesi yasağı dışındaki buyruklar tüm Peygamberlere gönderilen Kutsal
Kitaplardaki ortak öğretilerdir. Kur'ân-ı Kerîm’de de belirtildiği üzere Müslümanlar da
bu
buyruklara
itaat
etmekle
yükümlüdürler. En'âm
Sûresi,
151-153’te
“(Ey
Muhammed!) De ki: "Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir
şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı
536
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/11835/hz-musa-as-a-gelen-on-emir-nelerdir.html
151
öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların
açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah'ın haram
(dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı
kullanasınız." ﴾151﴿ Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde
yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği
kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil
olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye
emretti. ﴾152﴿İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın.
Yoksa o yollar sizi parça parça edip O'nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah
sakınasınız diye emretti. ﴾153﴿” buyurulmuştur. Ayrıca İsrâ Sûresi’nde 23-39
ayetlerinde, “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi
davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında
ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve
güzel söz söyle. ﴾23﴿Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: "Rabbim!,
Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı."﴾24﴿ Rabbiniz
içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye
yönelenleri çok bağışlayandır. ﴾25﴿Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını
ver, fakat saçıp savurma. ﴾26﴿ Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan
ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. ﴾27﴿ Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti
istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz
söyle. ﴾28﴿ Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz
kalırsın.﴾29﴿ Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü
O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir. ﴾30﴿ Yoksulluk korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek
gerçekten büyük bir günahtır. ﴾31﴿ Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir
iştir ve çok kötü bir yoldur. ﴾32﴿ Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın, öldürülmesini
haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki
vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü
kendisine yardım edilmiştir. ﴾33﴿ Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en
güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden)
sorumludur. ﴾34﴿ Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha
152
hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir. ﴾35﴿ Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın
şeyin
peşine
düşme.
Çünkü
kulak,
göz
ve
kalp,
bunların
hepsi
ondan
sorumludur ﴾36﴿ Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın,
boyca da dağlara asla erişemezsin. ﴾37﴿Bütün bu sayılanların kötü olanları Rabbinin
katında sevimsiz şeylerdir. ﴾38﴿ Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir.
Allah ile birlikte başka ilah edinme. Sonra kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş
olarak cehenneme atılırsın. ﴾39﴿” buyurulmuştur. 537
Kitab-ı Mukaddes’te Eski Antlaşma (Tevrat & Zebur)’da, Mısır’dan Çıkış, 20,
On Buyruk, 1-17’de şöyle buyurulmuştur: “Tanrı şöyle konuştu: “Seni Mısır’dan, köle
olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim. “Benden başka tanrın olmayacak.
“Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan
herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara
tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin
babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan
sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm. “Tanrın
RAB’bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü RAB, adını boş yere ağzına
alanları cezasız bırakmayacaktır. “Şabat Günü’nü kutsal sayarak anımsa. Altı gün
çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB’be Şabat
Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların,
aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü ben, RAB yeri göğü,
denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat
Günü’nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim. “Annene babana saygı göster.
Öyle ki, Tanrın RAB’bin sana vereceği ülkede ömrün uzun olsun. “Adam
öldürmeyeceksin. “Zina etmeyeceksin. “Çalmayacaksın. “Komşuna karşı yalan yere
tanıklık etmeyeceksin. “Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne,
eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.””
Kitab-ı Mukaddes’te Yeni Antlaşma (İncil’de), Matta 19, Zenginlik ve Sonsuz
Yaşam’da şöyle buyurulmuştur: “ Adamın biri İsa’ya gelip, “Öğretmenim, sonsuz
yaşama kavuşmak için nasıl bir iyilik yapmalıyım?” diye sordu. İsa, “Bana neden iyilik
537
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/11835/hz-musa-as-a-gelen-on-emir-nelerdir.html
153
hakkında soru soruyorsun?” dedi. “İyi olan yalnız biri var. Yaşama kavuşmak
istiyorsan, O’nun buyruklarını yerine getir.” “Hangi buyrukları?” diye sordu adam. İsa
şu karşılığı verdi: “ ‘Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan
yere tanıklık etmeyeceksin, annene babana saygı göstereceksin’ ve ‘Komşunu kendin
gibi seveceksin.’ ””; Romalılar 13, Birbirinizi Sevin, 8-10’da, “ Birbirinizi sevmekten
başka hiç kimseye bir şey borçlu olmayın. Çünkü başkalarını seven, Kutsal Yasa’yı
yerine getirmiş olur. “Zina etmeyeceksin, adam öldürmeyeceksin, çalmayacaksın,
başkasının malına göz dikmeyeceksin” buyrukları ve bundan başka ne buyruk varsa, şu
sözde özetlenmiştir: “Komşunu kendin gibi seveceksin.” Seven kişi komşusuna kötülük
etmez. Bu nedenle sevmek Kutsal Yasa’yı yerine getirmektir.” buyurulmuştur.
Üç Semavi Dindeki iktisadi insan için aynı emirler eş zamanlı incelendiğinde
hakim iktisadi zihniyetin dayattığı homo economicus varsayımının (ve aksiyomlarının)
son derece yanlış olduğu idrak edilebilir.
İktisat biliminin bütünü endüstride ve ticarette ve finansta vazifesini görmeden
önce ahlak kurallarına uygun olarak yeniden düzenlenmeye ihtiyaç duymaktadır.
Yahudilik bu konunun üzerinde durmaktadır ve iktisadın değil ahlak kurallarının sosyal
yaşamın
yapısal
kanunu
teşkil
ettiği
hakikatini
öğretmekten
hiçbir
zaman
vazgeçmemiştir. Yahudiliğin öğretisinde endüstrinin esas ölçütü dinidir. Endüstride iki
meselenin
örgütlenmiş
olması
gerekmektedir:
Birincisi,
emeğin
layıkıyla
geçindirilmesidir. Endüstri üzerindeki ilk vazife kar payları değil çalışanların refahıdır.
İkincisi, topluma hizmet etmektir, endüstrinin öncelikli gayesi kâr yaratmak değil
insanların ihtiyaçlarını karşılamaktır, onları kurtarmak ve Allah’ın Saltanatı (Kingdom
of God)’na giriş yapan herkes tarafından paylaşılan daha geniş bir hayat için
donatmaktır. Francis Walker, “iktisadi hayatı kontrol altında tutanların İktisadi Kutsal
Kitabı haline gelen” Political Economy adlı kitabında “ekonomistin var olan kurumlar
hakkında doğru ya da yanlış olduklarını sorgulaması söz konusu değildir” diye ifade
etmiştir; ancak Goldstein, Yahudiliğin bu öğretiyi kabul etmediğini söylemektedir.
Goldstein, “ticarette ve endüstride son sözün arz ve talep kanunu olduğu kabul
etmediklerini” ifade etmiştir. Bunun adaletsiz fiyatlara ve sömürüye neden olduğunu
ilave etmiştir. Adaletsizliği doğuran hiçbir kanunun nihade olamayacağını söyleyen
154
Goldstein, Yahudiliğin rekabet doktrinini onaylamadığını ileri sürmüştür. Yahudilik
rekabet doktrinini kabul etmemektedir; çünkü rekabet gereksiz ve uygunsuz bir
mücadele/gayret ve çekişme ve insan ilişkilerinin mihnetine neden olmaktadır.
538
İnsanlık kişisel çıkarlar için birbiriyle rekabet etme değildir, ortak yarar için birbiriyle
işbirliğidir.
Süleyman'ın Özdeyişleri 14’te “Huzurlu yürek bedenin yaşam kaynağıdır,
Hırs ise insanı için için yer bitirir.” buyurulmuştur. Zebur’da Eyüp 20, Sofar’da
20“Hırsı yüzünden rahat nedir bilmedi, Serveti onu kurtaramayacak.” buyurulmuştur.
Hırsın kötü olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca hırs “daha fazlasına sahip olma
isteğinin bencillik duygusunun da eşlik ettiği bir ihtiras halidir. “Daha fazlasına sahip
olma” ise “daha çok rahat etme” hedefi ile yapılır ( aksi düşünüldüğünde mantıksal
çıkarımı kolaydır), ancak ayette “daha fazlasına sahip olmanın rahatlık vermeyeceğine
dair” uyarı vardır. Vaiz 5’te, buyurulmuştur: “Parayı seven paraya doymaz, Zenginliği
seven kazancıyla yetinmez. Bu da boştur. Mal çoğaldıkça yiyeni de çoğalır. Sahibine ne
yararı var, seyretmekten başka? Az yesin, çok yesin işçi rahat uyur, Ama zenginin malı
zengini uyutmaz.” “Parayı seven paraya doymaz” ayeti ile daha çok para kazanma
arzusunun açgözlülüğe neden olduğu ifade edilmiştir. Zenginlik, açgözlülük ve hırs ile
ilgili olarak “Bu da boştur” ifadesi vardır. Bununla birlikte ayetlerin devamında “Ama
zenginin malı zengini uyutmaz.” ayetinden “varlıklı olmanın rahat getirmekten ziyade
rahatı bozduğu” ifadesi anlaşılabilir. Böylelikle Geleneksel İktisat teorisindeki homo
economicus varsayımında “daha fazla daha iyidir” ya da “çok aza tercih edilir” ya da
doyumsuzluk aksiyomunun Kitab-ı Mukaddes’teki öğretiler ile paralel olmadığı açıkça
görülmektedir.
Akılcılık Museviliğin karakteristik özelliğidir. Musevilik inananı bir rasyonaliste
dönüştürmektedir. Yahudi yaşamı Yahudi dini tarafından akılcılaştırılmıştır.539 Ancak
Yahudilikte “kendi çıkarını maksimize etmekten ve yalnız kendine faydalı olanı tercih
etmekten ziyade yoksulu gözetme, yardımlaşma” emredilmiştir. Mısır'dan Çıkış 22’de
şöyle buyurulmuştur: “ “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz,
538
539
Goldstein, a.g.m., s.89.
Sombart, a.g.e., s.192,206,215.
155
ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.”, Levililer 19’da,
“Bağbozumunda
bağınızı
tümüyle
devşirmeyecek,
yere
düşen
üzümleri
toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız RAB
benim.”, Levililer 23’de, “ ‘Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlalarınızı sınırlarına kadar
biçmeyin. Artakalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara
bırakacaksınız. Tanrınız RAB benim.’ ”, Levililer 25’te, “Kardeşlerinizden biri
yoksullaşır, toprağının bir parçasını satmak zorunda kalırsa, en yakın akrabası gelip
toprağı geri alabilir.”, “35“ ‘Bir kardeşin yoksullaşır, muhtaç duruma düşerse, ona
yardım etmelisin. Aranızda kalan bir yabancı ya da konuk gibi yaşayacak.”, “39“
‘Aranızda yaşayan bir kardeşin yoksullaşır, kendini köle olarak sana satarsa, onu bir
köle gibi çalıştırmayacaksın.”, Mezmurlar 41’de, “Ne mutlu yoksulu düşünene! RAB
kurtarır onu kötü günde.”, Mezmurlar 82’de, “Zayıfın, öksüzün davasını savunun,
Mazlumun, yoksulun hakkını arayın.”, Süleyman'ın Özdeyişleri 22’de, “Cömert olan
kutsanır, Çünkü yemeğini yoksullarla paylaşır.”, Süleyman’ın Özdeyişleri 28’de,
“Yoksula verenin eksiği olmaz, Yoksulu görmezden gelense bir sürü lanete uğrar.”,
Süleyman'ın Özdeyişleri 29’de, “Doğru kişi yoksulların hakkını verir, Kötü kişi hak
hukuk nedir bilmez.”, Hezekiel 16’da, “ “ ‘Kızkardeşin Sodom’un günahı şuydu:
Kendisi de kızları da gururluydu, ekmeğe doymuşlardı, umursamazlardı. Düşküne,
yoksula yardım elini uzatmadılar.” buyurulmuştur. Ayetlerde yoksula yardım etmenin
ne kadar önemli olduğu vurgulanmış, yoksulu görmezden gelmenin çok ciddi bir hata
olduğu ifade edilmiştir.
Yoksul ile ilgili başka ayetler için şu örnekler verilebilir: Yasa'nın Tekrarı 15’te
““Tanrınız
RAB’bin
size
vereceği
ülkenin
herhangi
bir
kentinde
yaşayan
kardeşlerinizden biri yoksulsa, yüreğinizi katılaştırmayın, yoksul kardeşinize elisıkı
davranmayın.”, “ ‘Yedinci yıl, borçları bağışlama yılı yakındır’ diyerek yüreğinizde
kötü düşünce barındırmaktan sakının. Öyle ki, yoksul kardeşinize karşı elisıkı davranıp
ona yardım etmekten kaçınmayasınız. Yoksul kardeşiniz sizden RAB’be yakınabilir, siz
de günah işlemiş olursunuz.”, “Ülkede her zaman yoksullar olacak. Bunun için,
ülkenizde yaşayan kardeşlerinize, yoksullara, gereksinimi olanlara eliaçık davranmanızı
buyuruyorum.”” buyrukları vardır. Yasa'nın Tekrarı 24’te “ “Ücretle çalışan,
gereksinimi olan, yoksul bir soydaşınızı ya da kentlerinizin birinde yaşayan bir
156
yabancıyı sömürmeyeceksiniz.” buyurulmuştur; bu ayetten de anlaşılır ki, Yahudilikte
sömürme kabul edilemez. Dolayısıyla “iktisadi insanın hedefinin“başkasını görmezden
gelerek kendi çıkarını azamileştirmek” olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Süleyman’ın Özdeyişleri 23’te, “Zengin olmak için didinip durma, Çıkar bunu
aklından.”, 28’de “Dürüst bir yoksul olmak, Yolsuzlukla zengin olmaktan yeğdir.”,
“Güvenilir kişi bolluğa erer, Zengin olmaya can atansa beladan kurtulamaz.”, “Yoksula
verenin eksiği olmaz, Yoksulu görmezden gelense bir sürü lanete uğrar.” buyrulmuştur.
“Dürüstçe yaşanan yoksulluk, yolsuzlukla yaşanan zenginliğe tercih edilmektedir”.
Dolayısıyla ahlaki veya dini değerlerden arındırılmış bir homo economicus’un “çoğu
aza tercih etmesi” ile ters düşmektedir. Ayrıca “yoksulu görmezden gelenin bir sürü
lanete uğraması”, Kutsal Kitap’a inanan birinin “yalnızca kendi çıkarının azamiyesi
peşinde olması”na herhalde bir uyarıdır.
Musevilikte yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan sahip olduklarına
nezaret eder ve sahip olduklarının vekili ve muhafızıdır. Yeryüzündeki kaynaklar
bencilce azınlığın zenginleşmesi uğruna kullanılmamalı; akıllıca olarak herkesin
hizmetinde olmalıdır. Nüfusun onda biri yeryüzü hazinelerinin onda dokuzuna sahip
olmamalıdır.
540
Kitab-ı Mukaddes’te, Yakup 3’te “Ama yüreğinizde kin, kıskançlık,
bencillik varsa övünmeyin, gerçeği yadsımayın. Çünkü nerede kıskançlık, bencillik
varsa, orada karışıklık ve her tür kötülük vardır.” buyurulmuştur. Ayetten açıkça
anlaşıldığı üzere homo economicus’un kıskançlığının getirdiği “çoğu aza tercih etme”
ve “bencillik”; “en çok benim olsun ve ilk önce ben” prensibi, Geleneksel iktisadi
zihniyetin öğretisindeki gibi “her homo economicus bu şekilde davrandığında toplum
optimal olana ulaşacaktır” prensibine aykırı olarak, “orada karışıklık ve kötülük vardır”
buyrulmuştur.
Netice olarak, aşağıda literatürden elde ettiğimiz sonuçların özetlendiği
maddelerin de bulgularımızı desteklemesiyle, Musevilikte iktisadi hayat süjesi olan
insanın, Geleneksel iktisat teorisinin varsaydığı homo economicus olmadığı ispat
edilmiştir:
540
Goldstein, a.g.m., s.88.
157
1. Yahudi kanunu insan ile Tanrı, insan ile insan, insan ile doğa gibi mümkün
olan tüm ilişkiler için davranış kuralları meydana getirmiştir. Bu din günlük hayatın en
küçük detayını etki altına aldığı için bir Yahudi alacağı her kararın Tanrı’nın şanını
yükseltip yükseltmeyeceğini veya O’nun adına hürmetsizlik edip etmeyeceğini sorgular.
Musevilik’te hayatın hedefi Tanrı’nın buyruklarına uymak olduğu için Tanrı’dan ayrı
olarak dünyevi mutluluk kabul edilmez. Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip
olunan mülkler bu hedef için araç olarak kullanılmalıdır. Dünyevi mülkü elde etmenin
amaç haline gelmesi budalalık olarak nitelendirilmiştir.541
2. Yahudilikte ilme ve eğitime önem verilir. İlme ve eğitime verilen önem
neticesinde, Yahudiler analitik kabiliyetlerini ticari faaliyetlere yönlendirmelerinde
göreli olarak erken bir üstünlük seviyesine ulaşmışlardır. Bu üstünlük seviyesi, Mişna
ve Talmud’un günlük yaşam analizini öğrenen Yahudi tüccarların, Yahudiler arasında
en eğitimliler olmalarıyla ilgilidir. Muazzam miktarda müzakerenin kendilerine
sağladığı mantıksal düşünme ve sözleşmeler yazabilmeye ya da okuyabilmeye muktedir
olmanın getirdiği bir üstünlük ve kazanç ortaya çıkmıştır.542
3. Yahudiler Babil sürgünü ve Helenistik dönemde ticari faaliyet göstermişler
ancak İslami dönemde profesyonelleşmeleri ile “Tüccar Yahudi” tipi meydana
gelmiştir. Yahudiler için “altın çağ” olarak nitelendirilen 10. Yüzyıl ve sonrasında
toplumsal kesimler belirginleşmiştir. Küçük sermayeli esnaf ve zanaatkarlar olanlardan
sonraki nesiller büyük iş adamları kesimine dahil olmuştur.543 Kapitalist sistem
yerleşmeye başladığında Yahudiler arasında baskın elit tabaka, kralları, asilleri ya da
din adamlarını içermemiştir; ancak resmi-dindar âlimleri/talebeleri (Scholars) ve servet
sahibi cemaat mensuplarını içermiştir. Kapitalizm bilgi-yoğun evresine ulaştığında,
Yahudiler, özellikle A.B.D.’de, genç kuşakları için işgücüne dahil olmalarından ziyade
eğitim almalarını tercih etmişlerdir.544
4. Musevilik ve Yahudi toplumunun kapitalizm ile özel bir ilgileri olmuştur.
Musevilik,
Antik Yakın Doğu’da yarı-göçebe pre-kapitalist bir toplum kökenlidir.
541
Sombart, a.g.e., s.169, 182,198.
Eckstein ve Botticini, a.g.m., s.4,15.
543
Arslantaş, a.g.e., s. 125-126.
544
Ochs, a.g.m., s.16-17.
542
158
Yahudilikte ve Yahudi toplumunda daha sonraki gelişmeler pre-kapitalist bir toplum
yapısında vuku bulmuştur. Avrupa’da kapitalizmin doğuşunun Hıristiyanlıktan daha çok
Yahudilik üzerinde sorun yarattığı söylenmektedir. Proto-kapitalist esaslı olarak özgün
bir sistem olan kapitalizm 16. Yüzyıl kökenlidir. 16. yüzyılda, Yahudilerin çoğunluğu
modern
kapitalizmin
oluşmadığı
Doğu
ve
Orta
Avrupa’da
ve
Osmanlı
İmparatorluğu’nda yaşamıştır. Kapitalizmin doğduğu Antwerp’te, Amsterdam’da ve
Londra’da yaşamamışlardır. Orta Çağ boyunca faaliyet gösteren Museviliğe göre Allah
Kutsal Kitap’ta Buyruklarını beyan etmiştir; insanın gayreti Allah’a inanmaktır,
Allah’ın emirlerine uymaktır ve Ahiret’te kurtulma yolunu aramaktır. 19.yüzyıl
Almanya’sında, batılılaşma ve aydınlanma konusunda kendileriyle gurur duyan Yahudi
din adamları Musevilikte yeni bir form meydana getirmişlerdir.
Ochs’a göre,
Museviliğin bu radikal formu modernleşme, batılılaşma, kapitalizmin kıtlık meselesi ile
mücadele vaadi, özgür-tercihler ve risk alan bireyler, bilimsel ve eleştirel düşünce
meselelerine olumlu bakmışlardır. Reformist Yahudilik insani değerleri mümkün kılan
ve düşünen aklı yaratanın Allah olduğunu, doğanın ihtiyaçların karşılanması için
sınırsız hazır servet ile stoklandığını söylemiştir.545
5. Tevrat’ta, homo economicus aksiyomlarının yanlışlığını apaçık ortaya koyan
emirler vardır. Bu emirler iktisadi ve sosyal hayatta insanın tercih yapacağı durumlarda
kendisini yönlendirecek belirli kabulleri ve dünyayı algılama perspektifi ile de ilgilidir
(1 numaralı madde bunu özetlemektedir). Analiz neticesinde “çoğu aza tercih edendoyumsuz/açgözlü”, “kendi çıkarının en üst düzeye çıkarımı hedefi ile karar alanbencil” homo economicus’un Musevi dininde kabul edilebilir bir varsayım olmadığı
açıkça ortaya konmuştur.
545
Ochs, a.g.m., s. 18-19,29,30,32,33,34,35,36.
159
3.3. Hıristiyan İktisadi Doktrinine Göre “Homo Economicus”’un Analizi
3.3.1. Hıristiyanlık Dininin Bazı Kutsal Kaynakları
Katolik Kilise’nin Dini Öğretisinde (Catechism of the Catholic Church) ,
CCC#81’e göre, “Kutsal Kitap Allah’ın Kelâmı’dır…”546 Kutsal Kitap ya da Kitab-ı
Mukaddes, Hıristiyanlar tarafından Eski Antlaşma olarak adlandırılan Tevrat ve Zebur
ile Yeni Antlaşma’dan oluşmaktadır. Yeni Antlaşma’da “Müjdeler” olarak adlandırılan
bölümde İnciller,
“Matta”, “Markos”, “Luka” ve “Yuhanna”, “Tarihsel” olarak
adlandırılan bölümde “Elçilerin İşleri”, “Romalılar” bölümünden “Filimon”’a kadar
“Pavlus’un Mektupları” bölümü, “İbraniler”den, “Yahuda”ya kadar “Genel Mektuplar”
bölümü ve “Vahiy”den oluşan “Kehanet” bölümü yer almaktadır.547
İncillerde bütünlüğün teşekkülü, Hz. İsa (A.S.)’ın risaletinin neticelenmesinden
bir yüzyıldan fazla bir dönem sonradır. Clavier ise, Hellenistik dönem Hıristiyanlığın
doğduğu ve Yeni Ahit’in yazımının düzenlendiği bir devirdir demiştir548. İncillerin
zikredilmesi St. Paul’ün yazılarından sonraki bir dönemde olmuştur. Sayıları yüzü
aşkın Katolik ve Protestan bilirkişilerden oluşan bir ekibin eseri, L’Introduction à la
Traductionocuménique de la Bible, Nouveau Testament tespitlerine göre 140 yılında
İncil metinleriyle ilgili tanıklıklar ortaya çıkmıştır. Kanonik549 İnciller 2. Yüzyıl
başlarında yazılmış ancak tanınmaları çok sonra gerçekleşmiştir. Oecuménique550Ökümenik-tercümeye göre 140 yılından önce İncil metinlerinin tanınmış olmasına dair
bir delil yoktur. Bu tercüme dört İncil’in kanonik hale gelmelerinin yaklaşık 170’te
gerçekleştiğini öngörmektedir. İncillerin yazıldığı tarih konusunda ise farklı görüşler
vardır.551
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Hz. İsa (A.S.) hakkında yazılmış olan birçok
eser için, sonraları güvenilir sayılmamaları gerekçesiyle, Kilise tarafından gizlenmeleri
546
http://www.catholicjournal.us/scripture/
http://incil.info./
548
Clavier, H. “Les sens multiples dans le Nouveau Testament”, Source: Novum Testamentum, Vol. 2,
Fasc. 3/4 (Oct., 1958), pp. 185-198, Published by BRILL, s. 187.
549
Canonique: Resmî, Kilise kanunlarına uygun.
550
Oecumenisme: Parçalanmış haldeki Hıristiyanlığı tek Kilise olarak birleştirmeyi hedefleyen akımdır.
Ökümenik, İncillerde “her şeyin Hz. İsa (A.S.)’ın tasarrufunda olduğu” manasında kullanılan bir
kelimedir. Kaynak: Bucaille, a.g.e., s. 103.
551
Bucaille, a.g.e., s. 103-104.
547
160
emredilmiştir. Bunların adlandırılmalarında apocryphes552 kelimesi kullanılmıştır. Hz.
İsa (A.S.) hakkında çok eser olması nedeniyle Kilise, bazı tasfiyelerde bulunmuştur.
Bucaille’ın deyişiyle “muhtemelen 100 İncil iptal edilmiştir”. Yalnızca dört İncil
Kanonik sayılmıştır. Metin eleştirisi konusunda Hıristiyan bilirkişiler tarafından
yazılmış Introduction à la Bible adlı eserde “mevcut tüm İncil yazmalarının 200.000
civarı sürüm ortaya koyduğunu ve bunlardan büyük kısmının önemsiz, 1/8’inin önemli
sayılabileceği” bilgisi verilmiştir. Ökümenik Tercüme’ye göre, günümüz metin
eleştirilerinin tüm çabaları “inpropriapersona553 orijinal metne erişme umudu herhangi
bir şekilde konu olmamakla birlikte orijinal metne yakın olabilme olasılığının en yüksek
olduğu bir metin teşkil etmektir”. 554
Matta’ya ait İncil’in Yeni Ahit’teki sunuluşu birinci sıraya sahiptir. Ökümenik
İncil Tercümesi tefsircilerinin ifadesine göre bu İncil’in yazılma gayesi “Hz. İsa
(A.S.)’ın İsrail tarihini tamamladığını ispattır”. Matta’nın kaleme aldığı İncil’de,
Markos ve Luka ile ortak kaynaktan yararlandığı görüşü hâkimdir. Ancak anlatışı
farklıdır ve O. Culmann’a göre, “Hz. İsa (A.S.)’ın talebelerinden biri olmayan
Markos’un İncilinden faydalanmıştır”. Markos İncili dört İncil arasında en eski ve en
kısa olanıdır ve bir Havarinin kitabı olmama özelliğine sahiptir. Tamamı kanonik kabul
edilmiştir, ancak Ökümenik Tecüme tarafından da açıkça belirtildiği üzere son bölümü
(16, 9-20), bazı müelliflerce sonradan ilave edilmiş olarak kabul görmüştür. Luka,
Markos ve Matta İncillerinden yararlanarak yazılmış ve Ökümenik Tercüme’ye göre
Luka, “Titus’un askerlerinin 70 yılında Kudüs’ü kuşatıp yaktığını bilmektedir”.
Dolayısıyla belirtilen tarihten sonra kaleme alınmış olması gerekmektedir. Genellikle
yazılışı için 80-90 yılları tahmin edilmekle beraber, daha evvelinde yazıldığını
söyleyenler olmuştur. Yalnızca bu İncil’de Hz. İsa (A.S.)’ın çocukluğuna dair
anlatımlar vardır. Yuhanna İncili, konuların sıralanması ve seçimi, üslup, coğrafi ve
kronolojik bilgi ve dini görüş bakımından diğerlerine göre farklılıklar içermektedir.
Bucaille, bu İncil’in Hz. İsa (A.S.)’ın sözlerini diğer İncillerden farklı naklettiği
neticesini çıkarmıştır. Ökümenik Tercüme’ye göre eleştiricilerin büyük bir kesimi bu
552
Apocryphe: Doğruluğu şüpheli, yazarı belli olmayan.
İnpropriapersona: Bizzat.
554
Bucaille, a.g.e., s. 133,135,138.
553
161
İncil’in havari Yuhanna tarafından yazıldığı fikrini kabul etmemekle beraber, yazmış
olması olasılığını çok düşük görmez. O. Culmann, bu İncil’e sonradan ilaveler
yapıldığının çok açık olduğunu belirtmiştir. 555
İçerdikleri ortak bilginin çoğunluğu anlamında sinoptik ifade edilen İnciller’den
Markos, ortak bilginin %93’üne, Matta % 58’ine ve Luka % 41’ine sahiptir. Yuhanna
İncili ise sinoptik İncillerden değildir; çünkü yapısı ve tertipi bakımından %92 oranında
özgün veya farklı olarak nitelendirilebilir.556 Ökümenik İncil Tercümesi tefsircilerine
göre, İncillerin ortak cümleleri yaklaşık olarak şöyledir: Her üç sinoptik557 İncil’deki
ortak cümle sayısı 330’dur. Markos ve Matta’daki ortak cümle sayısı 178’dir. Markos
ve Luka’daki ortak cümle sayısı 100’dür. Matta ve Luka’daki ortak cümle sayısı
230’dur. Ancak üç sinoptik İncil’in yazarlarının her birinin kendine özgün cümlelerinin
sayısı, Matta, Markos ve Luka için sırasıyla 330, 53 ve 500’dür.558
3.3.2. Hıristiyanlık’ta İktisadi Meseleler ve Geleneksel İktisadi Zihniyetin
Hıristiyanlık Açısından Analizi
3.3.2.1. Hıristiyan Dünyasındaki Tarihsel Sürecin Geleneksel İktisat
Teorisi Zihniyetinin Teşekkülüne Etkisi
3.3.2.1.1. Kilise’nin Etkisi ve Protestanlık Öncesi Batı’da Nüfuzu
“Meclis” anlamındaki Kilise,
Grekçe “Ekklesia” kelimesinden türemiştir.
Hıristiyanlıkta “Tanrı tarafından toplanmaya çağrılmış bir meclis” anlamındadır. Kilise
“Ortaçağ’a hükmeden en büyük güç” olarak Batı Avrupa’yı hukuki ve kültürel alanda
etkilemiştir. 1215 ‘deki Roma Konsili Papalığa günahları bağışlama yetkisi vermiş,
555
Bucaille, a.g.e., s. 108, 111, 114, 117, 120,122-124.
Linderer, A., “The Literature of The New Testament”, Arizona Christian University, s. 2.
http://arizonachristian.edu/pdf/academics/biblical-studies/Andrew%20Linderer%20%20The%20Literature%20of%20the%20New%20Testament.pdf
557
Synoptic: İlk Üç İncil ile alakalı.
558
Bucaille, a.g.e., s. 127.
556
162
Kitab-ı Mukaddes’in yorumlama hakkı Kilise’nin tekeline verilmiştir. Aklı ile
anlayamasa dahi dini otoritenin kararına boyun eğmek zorunda olan bir Hıristiyan
“papanın sözünden değil, kendi aklından şüphe edecektir”.559 Bilimsel gelişmenin
gecikmeli gerçekleşmesinin nedeni olarak yüzyıllar boyunca eğitimin neredeyse
tamamen Kilise otoritesi tarafından yürütüldüğü literatürde ifade edilmiştir. Bu otorite
Ortaçağ Katolik Kilisesi olmuştur. Buna ilave olarak Protestan bölgelerde de 18.
yüzyılın sonlarına kadar durum aynı olmuştur.560
Ortaçağ’ın başlarında Kilise’nin mal varlığı ve siyasi rolü, otoritesinin güçlü,
sürekli ve yaygın olmasına neden olmuş, dünyevi işlere gereğinden çok müdahil
olmuştur. Ruhban sınıfı, senyörlük dünyasıyla kaynaşarak zaman içinde büyük mülk
sahiplerine fazlaca bağımlı hale gelmiştir. Piskoposlar kendilerini krallık iktidarının
temsilcileri olarak görmeye başlamışlar, Pax Ecclesiae- Tanrı Barışı- denilen ilke ve
kurallar nedeniyle Kilise defensor civitatis-kentin koruyucusu- rolünü üstlenmiştir.561 8.
yüzyılın sonlarında Kilise maddi ve manevi otoriteye sahip olarak, Hıristiyan
coğrafyasını dini eyaletlere ayırmış, piskoposlar tayin etmiş, Hıristiyan toplumdan vergi
almış, mahkemeleriyle halkı yargılamıştır.562 1054 yılında Batı Kilisesi, Doğu
Hıristiyanlığı’ndan ayrıldığını ilan etmiş, 13. yüzyılda Papalığı merkezileştirmiş ve
ruhban sınıfını disiplin altına almıştır. Papa Hıristiyanlığın hakemi olarak Kilise’nin
özgürlüklerini güvence altına almıştır.
563
Doğu kilisesi Ortodoksluk, Batı Kilisesi
Katoliklik olarak anılmaya başlamıştır.564 325 yılında İznik Konsili ile başlayan görüş
ayrılıkları 1054’teki ayrılmadan sonra Batı Kilisesi bünyesinde de devam etmiş;
simonie565, zölibat566, laieninvestitur567 konularında yoğun eleştiriler gelmeye başlamış,
Kilise’de reform yapılması konusu gündeme gelmiştir.568
559
Erbaş, a.g.e., s.66,129.
Moore, E. C., “The Christian Doctrine of Nature”, Journal of Religion, Volume III, Number 1,
January 1923,s.4,
561
Thema Larousse, say.98
562
Erbaş, a.g.e., s.65
563
Thema Larousse, say. 98-99
564
Erbaş, a.g.e., s.17
565
Kilise hizmetlerinin para karşılığında alımı-satımı
566
Ruhban sınıfının evlenmeme yemini, bekârlık
567
“Piskopos ve başrahiplerin laik yetkililer tarafından atanması” bkz. Erbaş, a.g.e. s.18.
568
Erbaş, a.g.e., s.18
560
163
Kilise, dünyevi iktidarın Tanrı krallığına bağlı olması gerektiğini savunduğu
için, Papa tek egemenlik merkezi olarak kabul edilmiştir569. 16. yüzyılda Avrupa
topraklarının dörtte birini elinde bulunduran Kilise günah çıkartma ve vakıf ya da
mirasçısı olmayan mallara el koyma gibi metodlar ile büyük servet sahibi olmuştur.
Uygulamalarına muhalif olanlara bidatçı muamelesi yapılmıştır. Papalığa karşı doğan
itirazlar reform talebinin oluşmasına neden olmuştur. 1215’ten itibaren Engizisyon
prosedürü ile imanı koruma amacı adı altında işkence ve zulüm ile sorgulama
yöntemine gitmiştir. Böylelikle toplum ile Kilise karşı karşıya gelmiştir.570 Geçen
zaman içinde Kilise doktrin sapmalarına karşı mücadele etmiş, savaşlar ve veba
salgınlarıyla sıkıntıya girmiştir.571
12. yüzyılın sonunda Papa III. Ignocent ile Papalık iktidarının üstünlüğü zirveye
ulaşmıştır. Papalar Avrupa politikasında aktif rol almış, devletlerin iç işlerine müdahale
etmiştir. Bununla birlikte 12. yüzyılın sonlarında Fransa, İngiltere ve İskoçya’nın toptan
aforoz edilmesi Papalığın elindeki güçlü yaptırımın krallar üzerindeki etkisini
göstermiştir. Papa VIII. Boniface ile Kilise’nin gücü zirveye çıkmışsa da bir süre sonra
Kilise’nin üstünlük dönemi sona ermiştir.572
12. yüzyılın ortalarında Avrupa’nın batısında ve Balkanlar’da Katolik Kilisesi
“Inquisition
573
”- baskıcı sorgulama yöntemini kullanan mahkemeler- ile dinden
sapmalara, heretikliğe (Katoliklikten uzaklaşmak) ve dine başkaldırmalara karşı bir
yargılama ve cezalandırma uygulamıştır. Fransa’da başlayıp daha sonra İtalya,
Almanya, Bohemya, Macaristan, Slav ve İskandinav ülkelerinde uygulanmış;
İspanya’da Hıristiyanlık’tan uzaklaşanlarla birlikte Hıristiyanlaştırılan Yahudilerden
eski dinlerine dönmek isteyenler ve Müslümanlar da engizisyona muhatap olmuştur.
Engizisyon uygulamaları Almanya’da Reform ile sona ermiş, ancak Fransa’da 1772,
İspanya’da 1834, İtalya’da 1859’a kadar devam etmiştir.574
569
Öztürk, a.g.m., say. 5
Erbaş, a.g.m., s.67
571
Thema Larousse, say. 98-99
572
Erbaş, a.g.e., s.19-20
573
Engizisyon Mahkemesi
574
Erbaş, a.g.e., s.20-21-22
570
164
Fransızca’da hoşgörü anlamına gelen “indulgence”-endüljans-, “Orta Çağ
Avrupası’nda günah çıkartma ve Papa’nın sattığı af belgesi”575 anlamına gelmektedir.
“Günah dolayısıyla alınan cezanın kısmen veya tamamen bağışlanması” anlamına gelen
endüljansın, plenière576 (tam endüljans; bütün küçük günahların bağışlanması) ve
partielle577 (kısmi endüljans; bir kısmına kefaret olması) olarak iki uygulaması
olmuştur. 13. yüzyıldan itibaren Papalara tahsis edilen endüljans, Katoliklik’te “günahın
cezaları” doktrinine dayanmaktadır. Papalar ve Piskoposlar endüljanslar ile ciddi bir
finans kaynağı elde etmişler, ancak endüljans, halkın batıl inançlara eğilmesine neden
olmuştur. Satılan endüljanslarla toplanan paralar bankalara yatırılmış, borçlar
ödenmiştir. Bağışlanma için günahlarla ilgili çeşitli para miktarları ayarlanmıştır. Papa
X. Leo hazırlattığı 35 maddelik listede- Taxa Camarae- işlenen suçlara karşılık gelen
ödemeler yer almıştır. Roma’da San Pietro Kilisesi’nin yapımı için çıkarılan endüljans,
“satışta tekeli, ticaret burjuvazisi ile işbirliği neticesinde, Almanya’nın en büyük
bankerleri olan Fuggerler’e” verilmiş olması inancın paraya dökülmüş olduğunun
göstergesidir. Bununla birlikte Rönesans döneminde Kilise’nin ünlü ustalara ısmarlamış
olduğu büyük eserleri ödeyebilmesi için de ciddi miktarda para gerekmiştir.578
3.3.2.1.2. Protestanlığın Ortaya Çıkışının Batı’nın İktisadi Zihniyet
Esaslarına Etkisinin Analizi
Batı dünyasındaki gelişmeler 16. Yüzyılın başlarında Hıristiyanlıkta değişimi
savunacak Protestanlığın sahneye çıkmasını hızlandırmıştır. Protestanlık anlayışına göre
Kilise günahların affedilme uygulamasına sahip değildir ve Tanrı’nın vekili değildir.
Kilise’nin şefi Hz. İsa (A.S.)’dır. Kilise başkalarının hizmetinde olmalıdır. Protestanlık
’ta, İncil’de belirtildiği üzere “fakirler, köleler, mazlumlar ve hayata gücenmiş olanlarla
dayanışma içinde” olmayan bir Kilise vefasız bir Kilise olarak görülmüştür. Kilise’nin
yanlışları eleştirilmeli ve Kilise’ye öneride bulunabilmelidir. “Kilise yararına” anlayışı
575
http://tr.wikipedia.org/wiki/End%C3%BCljans
“genel” anlamındadır.
577
“kısmi” anlamındadır.
578
Erbaş, a.g.e., s. 23,24,25,31
576
165
ve aforoz uygulaması kabul edilmez. Kilise bir amaç olarak değil araç olarak kabul
edilen bir öğrenme yeridir.579
Luther’in Wittenberg Şatosunun kapısına astığı 95 maddelik tezindeki 43.
Madde şöyle ifade edilmiştir: “Hıristiyanlara; fakirlere hibe ya da muhtaçlara yardım
etmekle, bağışlanma belgesi satın almaktan daha hayırlı bir şey yaptığı öğretilmelidir.”
81. Maddede “endüljans vaizleri yüzünden okumuş adamların bile Papanın saygısına
karşı iftirada bulunanları engellemeleri ve hatta laiklerin kurnaz şüphelerinden
kurtarmaları zorlaşmaktadır” ; 90. Maddede “laiklerin bu hoş olmayan argümanlarını ve
şüphelerini sadece cebren bastırmak ve makul argümanlar göstermeden bunlardan
kaçınmak, Kilise’yi ve Papayı düşmanlarının alay konusu haline getirmekte,
Hıristiyanların
ise
mutsuz
olmasına
neden
olmaktadır”
yazılmıştır.
Bireyin
Hz.İsa(A.S.)’ı izlemesinin endüljans ile elde edilen güven hissinden daha iyi olduğu
belirtilmiştir580. Endüljansın laiklerin ve sekülarizmin güçlenmesine ve materyalist
felsefenin destek bulmasına sebep olduğu görülmektedir.
Luther, Kilise’nin İncil’in tefsirini tekeline almış olmasını ve Kilise hukukunun
kabul ettiği sınıf ayrımını eleştirmiştir. Kilise hukukuna göre insanlar laik ve ruhban
olarak ikiye ayrılmış, her iki sınıfın hakları ve sorumlulukları ayrı ayrı belirlenmiş ve bu
sebeple iki sınıf arasında çatışmaya neden olunmuştur. Luther’in eleştirileri neticesinde
Kilise siyasi alandaki kazanımlarını kaybetmeye başladığı için Papa tarafından Luther
aforoz edilmiştir. Bu süreçte Kilise’nin büyük servetini ele geçirmek isteyen prensler
Luther’i korumuş ve Protestanlığın benimsendiği bölgelerde bu servetlere el
konulmuştur. Ayrıca Luther’in siyasi alanda devlete koşulsuz itaat düşüncesi Kilise’nin
nüfuzunu zayıflatmıştır. Papalık ve diğer dinsel otorite olarak hiçbir aracı kurumun
temsil olarak kabul edilemeyeceği görüşünde olan Luther’e göre en üstün dini otorite
Kutsal Kitap’tır ve her Hıristiyan’ın onu yorumlama yetkisi581 vardır. Luther’in
eleştirileri dini otoritelerin siyasi ve dünyevi meselelere müdahalelerine karşı protesto
olmuştur. Avrupa bu sebeple laik düşünceye daha kolay582 geçmiştir. Luther’in protesto
579
Erbaş, a.g.e., s.50,130,131
Erbaş, a.g.e., s. 32,42,45,49,50
581
Yorumlayabilecek tek otorite papalık değildir demek daha doğru olur.
582
Ancak din dünyevi işlerin tüm alanlarında geçerlidir. Siyasi hayat da dini daire içindedir; ancak
yalnızca Papanın dairesinde değildir. Bu sebeple laik düşüncenin gelişiminden hem Kilise’nin bazı
580
166
olarak başlattığı bu hareket daha sonrasında Reform olarak anılmıştır. “Kilise ile ilgili
bir ıslah hareketi olmaktan öte, bugünkü Avrupa coğrafyasının belirlenmesinde etkin
olacak politik bir misyon da içeren Reform hareketi Hıristiyanlık tarihinin dönüm
noktalarından biridir”. Katolik Kilisesi reform hareketini isyan olarak algılarken,
Protestanlık Hristiyanlığın restorasyonu olarak görmüştür. Reform hareketi seküler
tarihçilerce devrimsel hareket olarak görülmüş, Marksistlere göre ise ilk burjuva
devrimi olarak algılanmıştır. Engels, Luther’in kapitalizmin doğuşuna sebep olduğunu
ileri sürmüştür. İki yönlü olan bu kapitalizmin ilk yönü 16. Yüzyıldan daha önce
gerçekleşen ticari kapitalizmdir. Diğer yönü ise endüstriyeldir.583
Reformun ortaya çıkışında etkili olan dini faktörleri ekonomik ve sosyal
faktörler desteklemiştir. Katolik Kilisesi’nin din adamlarının Kilise olanaklarını
menfaatleri doğrultusunda kullanmaları ve toplumun ekonomik yönden sömürülmesi,
endüljansların etkisi, matbaanın yaygınlaşması ve/ile İncil’in diğer dillere tercüme
edilişi,
Rönesans’ın özgürlük fikrinin yaygınlaşması, Kilise’nin artış gösteren
sermayesine halkın reaksiyonu, Reform’u hızlandırmıştır. Reform sonucunda Katolik
Kilisesi merkeziyetçi rolünü yitirmiştir. Devlet kontrolü altında ulusal kiliseler
yaygınlaşmış, laik öğretim kurumları artmıştır. Reform ve Protestanlık sonucunda
bireycilik destek bulmuş ve bu durum ticaret sistemini etkilemiştir. Luther, faiz ve fiyat
düzenlemelerinin devlet tarafından yapılmasını öne sürerken, Calvin zenginleşmenin
sadece bu dünyada değil ahirette de fayda getireceğini söylemiştir.584 Protestan
girişimcinin, kendisini bu dünyanın işlerine adamasıyla “seküler homo economicus’a
dönüşümü” hızlanmıştır. Protestanlık öncesinde Hıristiyanlıkta bu tarz keskin ve kayda
değer bir adanmışlık yoktur. Kurumsal ve diğer düzeylerde işleyen rasyonelliğin artışı
Hıristiyanlıkta Reform yani Protestan Ahlakı ile paralel gerçekleşmiştir. Çünkü dünyevi
başarı dini kurtuluş garantisi gibi görülmüştür. 585
mensupları ( bu konuda etkin olanlar kastedilmiştir, Kilise kurumunun tamamı kastedilmemiştir) hem de
Luther sorumludur; hisseleri vardır.
583
Erbaş, a.g.e., s. 51,52,62,63,68.
Sınıf çatışmalarının din savaşlarında rolü olduğunu iddia eden Engels, vahyin akıl olduğunu, “Mesih’in
insan olduğunu” ileri sürmüştür. Son ileri sürdüğünün gerçekliğinin açıklığının suiistimaliyle ilk
savunduğunun adi bir ispatına girişilmiştir. Vahiy “külli akıl”dır. Bkz. “İslami İktisadi Doktrin” bölümü.
584
Erbaş, a.g.e., s.72-74
585
Özdemir, Ş., “Din-Ekonomi İlişkisi ve Güncel Arayışlar”,s.154,159.
http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/2044360064_20072307066.pdf
167
Fransa, İskoçya, İngiltere, Batı Avrupa ve Amerika’da çok yaygınlaşan
Calvinizm için Weber, liberal sistemin ortaya çıkışında çok büyük katkısı olduğunu
etmiştir586.
ifade
Fransız
Rönesans
kültürünü
iyi
bilen
ve
Protestanlığın
organizasyonuna çalışan Jean Calvin 16.yy da Fransa’da doğmuştur. 14 yaşındayken
Paris Üniversitesine giden Calvin, Orleans ve Bourges Üniversitesinde hukuk eğitimi
almış, Reformasyon merkezi haline gelen Strasbourg’da teoloji profesörlüğü yapmıştır.
İsviçre’de, içeriğinde devletin görevleri, yöneticilere itaat, yöneticinin ödevleri gibi
konuların incelendiği, “Zayıfı ve yetimi savunun: Düşküne ve yoksula adalet edin.
Zayıfı ve fakiri çekip kurtarın; onları kötüler elinden azat edin” (Mezmurlar I xxii,3,4) ;
“Krala saygı gösterin” (Petrus’un I. Mektubu ii,17) gibi Kutsal Kitap’tan emirlerin yer
aldığı Hristiyan Dininin Öğretisi adlı eserini kaleme almıştır. 587
Calvinizm’e göre mesleki faaliyeti de içerebilen toplumsal aktivite yalnızca in
majorem Dei gloriam
589
içindir.
588
’dir. “Komşu sevgisi” yalnızca Tanrı şanına hizmet etmek
Doğa düzenini Tanrı yaratmıştır. Tanrı’nın iradesini yorumlayarak insan bu
düzeni korumalıdır. Bu düzeni sürdürebilecek kurumlar oluşturmalı, tutumlu ve sade
davranmalıdır. Sevap kazabilmek için dünyada başarılı olmalıdır. Dünyada başarılı
olması gerektiği esasından yola çıkılarak Calvinizm ile kapitalizmin gelişmesi arasında
bir bağ olduğuna dair başta Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu
olmak üzere bazı eserler yazılmıştır.590
Servet hırsını dolayısıyla servetini çoğaltma gayesinde olmayı meşru sayan
Calvin, “fertlerin elde ettikleri servetlerin, Tanrı’nın sevdiği kullarına verdiği ödüller
olduğunu” ifade etmiştir.591 Calvinizm, tasarruf ve sorumluluk gibi ilkeleri
önemsemiştir. Ancak, faizin günah olmadığını açıklayarak paranın ekonomik
aktivitelere yönelmesine neden olmuştur. 592
586
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.24
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi, s.81,90,91
588
Tanrı’nın yüce şanı için.
http://en.wikipedia.org/wiki/Ad_maiorem_Dei_gloriam
589
Weber, a.g.e., s. 72.
590
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi, s.82-83
591
Servet biriktirme ile ilgili İlahi emirler çalışmamızın “Yahudi İktisadi Doktrini, Hıristiyan İktisadi
Doktrini ve İslami İktisadi Doktrin”in incelendiği bölümlerinde aktarılmıştır.
592
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.24-25
587
168
Sorumluluğa önem veren bir fikrin faizin günah olmadığını savunması çelişki
yaratmaktadır. Faiz yoksulların emeğini sömüren bir kurumdur. Sorumluluk ile sömürü
birbiriyle çelişen kavramlardır. Sorumluluk, “kişinin kendi davranışlarını veya kendi
yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, sorum, mesuliyet;
uyulması gereken bir yargıya, bir kural ya da yetkili üstün verdiği buyruğa uyulmaması
üzerine suçlu düşme durumu; başkasına ilişkin bir dokuncanın buna yer verenince
karşılanması, ödenmesi”593 anlamına gelmektedir. Sömürü, “bireylerin, toplumsal
kümelerin ya da toplumların, görece daha güçsüz bireylerin, toplumsal kümelerin ya da
toplumların emeğini ve kaynaklarını kendi çıkarlarına kullanmaları; yasal veya uygun
olmayan bir biçimde bir ülke, kişi veya kaynak üzerinden aynî veya parasal çıkar elde
etme”594 anlamına gelmektedir.
Sorumluluk ile sömürü çelişmiyor varsayılsın. Sorumluluk kavramının yerleşik
olduğu bir zihniyet yapısı altında “başkasına ilişkin bir dokuncanın buna yer verenince
karşılanması, ödenmesi” sağlanmalıdır. Ancak bir kez faiz meşru sayıldığında faiz
alanlar emek sarf etmeyecek, emeğini sarfedenlerin sayesinde geçinecek; bu şekilde
sömürü ortaya çıkacaktır. O halde sömürünün tanımı gereği “toplumsal kümelerin ya da
toplumların emeğini ve kaynaklarını kendi çıkarlarına kullanmaları” durumu olmaması
gerekirdi. Ancak bu çelişki yaratır. O halde sorumluluk ile sömürü aynı zihniyet
yapısında yer alamaz. Dolayısıyla sorumluluk ve faizin meşruiyeti aynı zihniyet
yapısında birbiri ile çelişen iki ayrı kurumdur. Çelişkinin ötesinde sistemin çöküşüne
zemin hazırlamaktadır.
Servet biriktirmeye önem veren Calvin dış ticarete taraftar olmuştur. Calvin, her
türlü iktisadi aktivitenin üretici olduğunu ve emeğin iktisadi aktivitesini kabul etmiş,
bununla birlikte ahlak kurallarına uymak şartı ile çalışmayı bir Hıristiyanlık vazifesi
saymıştır. Böylece Calvin’e göre ekonomik düşünce bütünüyle teolojinin etkisinden
çıkarak liberal sisteme zemin hazırlayan bir şekil almıştır. 595
593
http://tdkterim.gov.tr/bts/
http://tdkterim.gov.tr/bts/
595
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25
594
169
“Emeğin ekonomik faaliyetine inanan Calvin”596 faizi meşru saymaktadır. Bu
çok büyük bir çelişkiyi ortaya koymaktadır. Servet biriktirmeyi özendiren Calvinizme
karşıt olarak Hıristiyanlıkta “kötülüklerin kökü para sevgisidir” buyrulmaktadır. Zira
İncil’de, “ Kuşkusuz, elindekiyle yetinen için Tanrı yolu çok büyük kazançtır. Çünkü
dünyaya hiçbir şey getirmedik, ne de herhangi bir şey götürebiliriz. Ama yiyeceğimiz,
giyeceğimiz varsa, bunlarla yetinelim. Zengin olmaya özenenler ise denenmeye düşer,
bir sürü akılsız, yararsız tutkunun tuzağına yakalanırlar. Bunlar insanları yıkıma ve
mahva götürür.
Çünkü tüm kötülüklerin kökü para sevgisidir. Kimileri zenginliğe
imrenip imandan saptılar ve pek çok üzüntüyle kendilerini içler acısı bir duruma
düşürdüler.”597 buyrulmuştur.
Protestan Kilisesi, özgürlük kısıtlamalarına, toplumsal, ırk ve cinsiyet sınıflarına
dayanan ayırımcılığa, şiddete, terörizme karşı olmuştur. Protestanlığa göre, mülkiyet
anlayışına rağmen paylaşma ve farklılığa rağmen yardımlaşmaya önem verilmiştir.
Luther’in 95 maddelik tezinin 45. Maddesinde şöyle denilmiştir: “ Hıristiyanlara;
muhtaç birisini görmezlikten gelerek parasını bağışlanma belgesi satın almak için
harcayanların, papanın endüljansının değil, Tanrı’nın gazabını satın almış oldukları
öğretilmelidir”. 46. madde: “Hıristiyanlara; ihtiyaçlarından fazlasına sahip olanlar hariç
aileleri için hayati öneme sahip olan para ve eşyayı kendilerine ayırmaları ve bunları
kesinlikle bağışlanma belgeleri için harcamamaları öğretilmelidir.” Özellikle 54. Madde
dikkate çok değerdir; “Aynı vaaz süresi içinde Kelam’a ayrıldığı kadar veya ondan daha
fazla bir süreyi bağışlanma belgelerine ayırmak Tanrı Kelamı’na haksızlık etmektir”.62.
maddede ise “Kilise’nin hakiki hazinesinin Tanrı’nın ihtişam ve inayetine dair en Kutsal
İncil” olduğu belirtilmiştir. 66. maddede “ Endüljans hazinelerinin, servet sahiplerini
avlamak için kullanılmış ağlar” olduğu ifade edilmiştir. 598
Protestanlık,
Kilise’nin
bireysel
kanaatlerin
farklılığını
göz
önünde
bulundurmasını istemiştir. Ahlaki hayatın kendiliğinden ve severek gerçekleştirilmeye
çalışıldığı Protestanlıkta Luther’in ifadesiyle “iyi ağacın iyi meyve vermeye
596
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s.25
Kutsal Kitap ve Deuterokanonik (Apokrif) Kitaplar, Yeni Antlaşma (İncil), Pavlus’tan Timoteos’a
1.Mektup, 1.Timoteos,6: Para Sevgisi, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1. Basım, İstanbul Ekim 2003, s.303304.
598
Erbaş, a.g.e., s. 45,46,48-49,132
597
170
zorlandığını, onun zorlandığı için değil, bizatihi iyi ağaç olduğu için iyi meyve
verdiğini” açıklamasıyla anlatılmıştır. Ahlak anlayışında eleştiriye hoşgörüyle bakılan
Protestanlıkta plüralist düşünce hakim olmuş, ancak plüralizm toplumsal dayanışmanın
anlam yitirmesine sebep olması ile eleştirilmiştir. Çünkü dayanışmacılığa önem veren
bir anlayışta-Protestanlık- “herkesin sadece kendi işiyle ilgilenmesi, birbirine alakasız
kalması-plüralizm-” durumu çelişkili olduğunun göstergesidir.599
Katolik mezhebinde Ahiret inancı sabittir. Ölümden sonra Cennet, Cehennem ve
Araf vardır. Katolik Kilisesi 16. Yüzyıl Trent Kurulu “bir kimsenin nihai kaderinin “
Tanrı inayeti ve Hz. İsa’nın erdemi ile başarılmış iyi amelleri” ile belirleneceği”ni
yazmıştır. Protestanlık, Katolik mezhebine karşıt olarak sola fide doktrinini benimser.
Bu doktrine göre “kurtuluş yalnızca imanladır; bir kimse Cennet’e, yaşam boyu
gerçekleştirdiği iyi ameller ile değil, ancak Hz.İsa’ya olan inancı ile girebilir”. Fakat iyi
amellerin yokluğu imanın kurtaracak bir iman olmadığının sinyalidir.600 Katolik
mezhebinde zenginlik adına riskli bir yaşam yerine az gelirli ancak imkan dâhilindeki
en emin yaşam biçimini tercih edilir. Ancak Protestanlıkta ekonomik akılcılığa eğilim
gösterilmiştir. Bununla birlikte Calvinizm, dünyanın sadece Tanrı’nın şanına hizmet
için belirlenmiş olduğunu, bir Hristiyan’ın Tanrı’nın buyruklarına uyarak onun şanını
artırmak için gayret ettiğini, Tanrı’nın Hıristiyan sosyal faaliyetlerinin ve yaşam
biçiminin O’nun emrine uygun olarak ve buyruklarına göre düzenlenmiş olması
gerektiğini ileri sürmüştür. Calvinizm’e göre bir Hıristiyan’ın yaşam biçimi, Tanrı’nın
emirlerine uyarak O’nun şanını artırma amacına uygun olmalıdır.601
Dünyevi asketik602 Protestanlığa göre kazanç mücadelesi Tanrı’nın isteğidir.
Ancak servet sahibi olma zevkine karşı çıkılarak, lüks tüketime sınırlama getirilmiştir.
Mülk akıldışı kullanılmamalıdır. Methodizm603’in kurucusu Wesley dinin çalışkanlık ve
599
Erbaş, a.g.e., s.134
Benjamin v.d., a.g.m., s. 6.
601
Erbaş, a.g.e., s.153
Weber, M., Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, İstanbul 1985, s. 3132,86
602
Dünyevi Asketizm: Dünyevi çilecilik manasındadır.
603
Methodist Kilise: Protestan ilahiyatçı John Wesley’in 18. Yüzyılda kurduğu Kilise’dir. Dini günlerde
ve bu gibi konularda metodik bir düzen takip etmişlerdir. Oxford Hapishanesindeki tutukluları düzenli
ziyaret etmişler, muhtaç çocukların eğitim ve öğretimlerini üstlenmişlerdir.
Bkz. Erbaş, a.g.e., s.113
600
171
tutumluluk üretmek zorunda olduğunu ve bunların da ancak zenginliğe yol açtığını ifade
etmiş; ancak zenginliğin arttığı durumda gururun, kızgınlığın ve dünya sevgisinin
artacağını ileri sürmüştür. Metodistler çalışkan ve tutumlu olmalarıyla birlikte
mülklerini çoğaltmışlardır. Ancak dünyevi istekleri de artmıştır. Weber’in ifadesine
göre dini kökler silinmeye yüz tutmuş, dünyevi faydacılık ortaya çıkmıştır; “Protestan
ahlakı kapitalizmi doğurmuş ancak kapitalist birikim Protestan ahlakını yok etmiştir”.604
Bu hususla ilgili olarak eleştirilebilecek ilk nokta “dinin üretmek zorunda olduğu
çalışkanlık ve tutumluluk sonucu ancak zenginliğin ortaya çıkacağı” iddaasıdır.
Birincisi, çalışkanlık ve tutumluluk zenginliğin gerekli şartlarıdır, ancak yeterli şartları
olmayabilir. İkincisi, çalışkanlık ve tutumluluk ile kazanılan zenginliğe eğer paylaşma,
kanaat, muhtaçları gözetme, israf etmeme gibi bazı erdemleri eklemedikçe gurur,
kızgınlık ve dünya sevgisi gelir ve çoğalır. Çünkü muhtaçları gözetme ve paylaşma
yoksa gurur vardır, dünya sevgisi çoğalır. Kanaat yoksa hırs vardır, dünya sevgisi
çoğalır. İsraf varsa hesap yoktur, iktisad etme yoktur, sonu zulme kadar gider. Dünyevi
arzuları kontrol altına almayan bir mekanizma ortaya çıkmıştır. Artık dini ahlaktan söz
edilemez. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklama için çalışmanın İslami İktisadi Doktrin
Bölümüne bakılabilir. Eleştirilebilecek ikinci nokta ise Protestan ahlakının kapitalizmi
doğurduğudur. Bu hususla ilgili eleştirimizin ilk kısmı aşağıda verilmiştir. İkinci olarak
ise şunlar eklenebilir: Weber’e göre, “kendi içinde nesnel bir gelişme kaydedecek
ekonomi ile inanca dayalı bir ahlak sistemi bütünüyle uzlaşmayacaktır”. Bu konudaki
cevabımız İslami İktisadi Doktrin kısmında verilmiştir. Max Weber, püriten ahlakın
rasyonaliteye sahip olduğunu ifade etmiş, Protestanlığın çerçevesinde ortaya çıktığını ve
ekonomi alanında kendini gösterdiğini hatta kapitalizmi doğurduğunu iddia etmiştir.605
Bu iddiaya cevap olarak 3.Bölümde Yahudilik’te İktisadi Doktrin kısmında kapitalizm
ile ilgili açıklama yapılmıştır.
Protestan ülkelerde okuma, ilmi ve tarihi yorumlama yapılmıştır. Protestanlık
bilimsel özgürlüğün yerleşmesine destek vermiştir. İlim ve teknolojinin de aynı amaca
hizmet ettiği inancına sahip Protestanlık’ta “insanların mesleklerini icra ederken
Tanrı’ya hizmet etmiş oldukları” ifade edilmiştir. Bilimsel gelişmeler ile Protestanlığın
604
605
Erbaş, a.g.e., s.154
Erbaş, a.g.e., s.134,135
172
ortaya çıkışı arasında ilişki kurulmakta; ancak Reform ile ilimler arasındaki ilişki
gelişiminin
ölçülerinin
tespit
edilmesinde
zorluklar
bulunmaktadır.
Luther’in
öğrencilerinden Mélanchton 16. Yüzyılda Reform’un yayılmasına paralel olarak
ilerleyen Copernic’in iddialarına saygı göstermiş; Calvin ilimlerdeki gelişmeleri müsbet
bulmuştur.
606
Ancak bazı çevrelerce bilimsel yönden cahil kalmış din görevlilerine
bilimsel ıspatlarda bulunmanın “din”in yanlış bir yaşam biçimi olduğunu göstermek ile
bağlantılı olduğu gibi bir anlayış yayılmıştır.
Calvinizm ve Püritenizm ile kapitalizm zihniyetinin gelişiminde ilişki
kurulmuştur. Bu iddiaya cevap olarak İslami İktisadi Doktrin Bölümünü gösterilmiş idi;
ancak bu noktada bir eleştiri çerçevesinde ekleme yapmak doğru olabilir. Şöyle ki,
“Orta Çağda Avrupa’da kapitalizmin gelişmesinde Kalvinizm ve Püritenizm etkili
olmuştur” demek daha doğru olur. Nitekim kapitalist zihniyet gelişimi Yahudilikte de
oluşmuştur ve bu nedenle Orta Çağ’dan önce gelişmiştir. Orta Çağ’da Avrupa’daki
gelişimi daha organize biçimde ve bir cihetle Engizisyon’a ve endüljanslara tepki
olması sebebiyle daha yankı uyandırıcı yaşanmıştır.
Genel olarak Katolik ülkelerde Protestanlığın yayılış hızı Hıristiyan olmayan
ülkelerdeki yayılış hızının yarısı kadar olmuştur. İtalya’da rasyonalist anlayışın
yayılması ile Protestanlığın gelişmesi kolaylaşmış; Protestanlığın organizasyonu 19.
yüzyıl boyunca sürmüştür. İspanya’da 18. Yüzyılda İsviçre ve Alman Protestanlar
çiftçilik amacıyla davet edilmiştir. Portekiz’de göreli olarak Protestanlık erken gelişmiş,
16. yüzyılda, auta da fe607 ve Protestanların cezalandırılmaları söz konusu olmuştur.
Latin Amerika’da, özellikle Brezilya’daki gelişmeler önemlidir. Burada 19. yüzyılda
pastörsüz cemaatler de bulunmuş ancak, 1835-1840 arasında, pastör Kidder
“liberalizmden yararlanarak” reform ilan etmiştir. Fransa’da reformu başlatan Jean
Calvin 16. Yüzyılda Cenevre’ye çağrılması üzerine orada halkın seçtiği papazlardan ve
bu papazlara yardım etmekle görevli 6 Protestan papaz ve 12 laik din bilginlerinden
oluşan Consistorium608 ve diyakoslar ile yeni Kilise kurmuştur. Cenevre Avrupa’da
Protestanlığın başlıca yayılma merkezi olmuş, Cenevre koleji Avrupa’nın en meşhur
606
Erbaş, a.g.e., s.135-137, 150
Auta da fe: Engizisyon Mahkemesinin ceza olarak yakma kararıdır.
608
Consistorium: Kilise Yönetim Kurulu
607
173
üniversite merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bununla birlikte temel bilgi sağlayan
okulların artışı nedeniyle Protestanlık eğitimi gelişmiştir. İngiltere’de reform
hareketlerini devlet başlatmış, Anglikanizm- İngiliz Kilisesi-, Roma Katolikliği ile
Protestanlık arasında bir kilise olmuştur609. 610
16. yüzyılda Protestanlığı kabul edenler arasında, zengin kesimin en üst
tabakasının büyük çoğunluğu, ülkelerin doğal kaynaklar veya ilişki potansiyeli
bakımından en uygunu veya iktisadi olarak en gelişmiş alanlarda bulunanlar, özellikle
zengin şehirlerin büyük bir oranı yer almıştır.611 Bu durum da yukarıdaki bulgumuza
destek vermektedir. “Kapitalizmin ortaya çıkış nedeni Protestanlık’tır” iddiasının
gerçekliği kesin olmayabilir. Gerekli açıklama yukarıda yapılmıştır. Burada ise “varlıklı
kesimin-kendisine
avantajlı
gelmesinden
dolayı-
Protestanlığı
tercih
ettiği
görülmektedir.
Protestanlık ve Calvinizm ilk desteğini, şehirlerde yaşayan Kilise ve devlet
meseleleri ile ilgilenen eğitim almış insanlardan almıştır. Orta sınıf için geliştirilmiş
doktrinler yine orta sınıf tarafından geliştirilmiş ve toplumda tatmin edilememiş kısma
cazip gelmiştir. Bu sebeple, İskandinavya’da ve Orta Avrupa’da kapitalizmin gelişimini
hızlandıran Protestan Kiliseler kurulmuştur.612
Katolikler ile Calvin’e destek verenlerin çatışmalarına neden olan 16. yüzyıl
Avrupası’nda Din Savaşları yaşanmıştır. 36 yıl süren savaş döneminde Fransa’da açlık
yaşanmıştır. Yaşanan mali bunalım ve enflasyonla birlikte sosyo-ekonomik değişimler
başlamıştır. Protestan olan birçok usta ve işçi yurt dışına kaçmış; bu sebeple sanayi
üretimi çökmüştür. Karayolları ve suyolları yarar sağlayamaz duruma gelmiştir. Dış
pazarlar kapanması sebebiyle ticaret darbe almıştır. 1618-1648 yılları arasında süren
Otuz Yıl Savaşı ise, bütün Avrupa’yı etkilemiştir. Bu savaş nedeniyle Avrupa’nın
ortasında nüfus ve ekonomik yaşam yıkıma uğramıştır. Bu bölgede açlık, salgın
hastalık, eziyetler ve katliamlar yaşanmıştır. Nüfus 16 milyondan 6 milyona düşmüştür.
609
Erbaş, a.g.e., s.101
M. Aydın, Hıristiyan İlahiyatı, Konya 1983.
610
Erbaş, a.g.e., s.93-101
611
Weber, M., Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Gürata, Ayraç Yayınevi, Ankara
1999, s. 30; e-kitap
612
Erbaş, a.g.e., s.151
174
1650-1850 yılları arasında Almanya siyasi varlık gösterememiş, İspanya hazinesi
boşalmıştır. Fransa da savaştan dolayı büyük zarara uğramış; ancak göreli olarak kaybı
az olduğundan üstün duruma gelebilmiştir.613
Sonuç olarak Reform ve Protestanlık Batı Hıristiyan dünyasının iktisadi
teşekkülünü etkilemiştir. Bu da zihniyetteki değişimin iktisadi düşünce ve iktisadi
doktrinlerin teşekkülüne ne kadar etki ettiğinin kanıtıdır.
3.3.2.2. Geleneksel İktisat Teorisinin Zihniyet Esaslarının Hıristiyanlık
Açısından Analizi
İktisat teorisinin Hıristiyan bakış açısı ile analiz edildiği literatürde “tüketici
teorisinin Hıristiyanlıkta eleştirisi”, “homo economicus Hıristiyan olabilir mi?”,
“Katolik toplumsal düşüncesi ve İktisat teorisi”, “Katolik iktisat sistemi” gibi konular
irdelenmiştir. Çalışmanın bu bölümünde öncelikle literatür taraması yapılmış,
sonrasında homo economicus’un Hıristiyanlıkta da kabul edilemeyeceği, Hz. İsa(A.S.)
ile gelen vahiy ile İlahi emirlerin, Hıristiyanlıkta “insan” ın iktisadi boyutunun nasıl
açıkladığı analiz edilmiştir.
3.3.2.2.1. Hıristiyanlığın Geleneksel İktisadi Zihniyetin Yarattığı
Sorunlara Bakış Açısı
Batıda iktisadi düşünce gelişiminin teşekkülü sürecinde, herkesin birbirinin
kardeşi olduğu ve eşit olduğu ilkelerine dayanan, “Düşmanlarınızı da seviniz, iyilik
ediniz ve karşılığında hiçbir şey beklemeden borç veriniz” diyen Hıristiyanlığa karşı614,
maksimum çıkar hedefinde olan iktisadi gayretler yaşanmıştır. Karşılıksız borç
vermemek-faiz almak, aşırı kâr kazanmak, başkasını sömürerek maddi çıkar sağlamak,
dolayısıyla menfaatinin en üst düzeye çıkarımı için gayret göstermek Hıristiyanlık
Öğretisi’nin esaslarına net bir şekilde ters düştüğü için, çıkar maksimizasyonuna hizmet
eden düşünce akımları “akılcılık maskesi altında” ortaya çıkmıştır.
613
614
Erbaş, a.g.e., s.87-88
Öztürk, a.g.m., say. 8-9,11
175
Neoklasik iktisat ve Marksist iktisat, modellerini teşkil eden temel varsayımlar
ve değer tercihleri içeren geniş bir tarihçeye sahiptir. Bu varsayımlar ve değer tercihleri
Batı kültürünü derinden etkilemiş ve Batı’da hakim olan Hıristiyan düşüncesi tarafından
şekillendirilmiştir. Ancak her ikisinde de alternatifler mümkün olmuştur ve bazı fırsatlar
gözardı edilmiştir. Kapitalizm geniş çapta tek bir hedefte-“mallar”ın üretiminde durağan
büyüme-başarılı olmuştur. Johnston bir Hıristiyan bakış açısıyla bu hedefin anlamının
belirsiz olduğunu ifade etmiştir ve bu üstlenebilir cinsten değildir. Bununla birlikte,
kapitalizmin topluluklar ve doğal çevre üzerinde olumsuz etkileri olduğunu söylemiştir.
Ayrıca kapitalizm muhalifleşmeye tecrit edilmeye, önemini yitirmeye, - kapitalist
sistemde sadece işsiz kalmaya değil sıkça iş verilemeyen, çalıştırılması için gerekli
vasıfları olmayan duruma gelme-doğru bir eğilim yaratmıştır. Hem Marksizm hem
kapitalizm ekonomilerin gerçekten nasıl işlediğini tetkik etmekten ötesine gitmiştir ve
olası tümdengelime bağlı aksiyomlara dayalı ekonomik modeller oluşturmuştur. Bu
aksiyomlar ya da mukaddemeler bireyci-bireysel-egoistçe, materyalist-maddeci olmuş
ve toplumların hedeflerine “malların” üretiminde büyümeyi merkezîleştirmiştir.615
Johnston’a göre, bu modeller “kör bir itikad” ile ekonomileri ve toplumları
kendilerine uygun hale getirmeye teşebbüs edecek ideolojiler haline gelmiştir. Johnston
Hıristiyanların, bunların “putperestlik türünden” olmaları cihetiyle, aleyhinde olmaları
gerektiğine inandığını ifade etmiştir.
616
Johnston bu aleyhtarlığı yetersiz bularak, bu
aksiyomları ve sonuçlarını incelemek ve yargılamak gerektiğini ve daha iyi alternatifler
sunulmasını tavsiye etmiştir. Tarihte Protestanların tüm ekonomik sistemleri İncil
perspektifiyle yargıladıklarını ifade ederek, sorumluluk sahibi Hıristiyanların müspet ve
yapıcı alternatifler araştırması, toplumların daha adil ve sağlam istikametlere
yönlendirecek gerçekçi ve elverişli fikirler geliştirmesi gerektiğini savunmuştur.617
150 seneyi aşkın bir süre boyunca iktisadi adalet konusu için kullanılan terimler
özgürlük ve eşitlik çerçevesinde olmuş ve yalnızca topluluklardan ve diğer eşyadan
kopuk “birey”ler için olmuştur. Johnston’ın ifadesine göre, “doğru/gerçek ilişkiler”
cihetiyle insanlar arasında, Tanrı’ya bağlı insanlar ile Tanrı arasında ve yaratılmış olan
615
Johnston, C., “ A Christian Critique of Economics”, Christian Theological Seminary, BuddhistChristian Studies, Volume 22 (2002), s. 17-18
616
Çalışmanın bütününde bu ifadeye katıldığımızı ifade etmiş oluyoruz.
617
Johnston, a.g.m., s.18-19.
176
diğer şeyler ile olmak üzere İncil’de adalet anlayışı çok farklıdır. İncil’den insanların
doğal olarak toplulukların parçası olduğu ve adaletin topluluğun bütünüyle alakalı
olduğu anlaşılmıştır. Başka bir ifadeyle, sağlıklı bireyler olmak için, sağlıklı ekosistemlerde sağlıklı topluluklara ihtiyaç vardır.618
Kapitalist ekonomilerin model olarak aldığı temel Neo-klasik iktisattır.
Hıristiyanlık bakış açısıyla Neo-klasik iktisat, Johnston’ın ifadesiyle, tamamen bir
merkezi amaç, insan doğası üzerine tek temel varsayım, teoriye iliştirilmiş bir tek değer
tercihi üzerine yönlendirilmiştir. Merkezi amaç, katıksız ve yalın haliyle sadece
“malların üretiminde büyüme”dir. Bireyler veya toplulukların sağlığı ya da ekolojik
bütünlük gibi başka amaçların önemi yoktur. İnsan doğası ile ilgili temel varsayım
“insanlar doğaları gereği kendi “fayda”larını azamileştirme eyleminde olan bağımsız
bireylerdir”. Teknik olarak bir birey, topluluğu veya çevreyi ekonomik büyümeye tercih
edebilir; fakat bir ekonomik sistem bunu yapamaz. Ayrıca pratikte varsayıma göre, John
Stuart Mill’e göre, her insan bir refah azamileştiren homoeconomicus’tur. Teoriye
iliştirilmiş temel değer tercihi hususu ise “bireylerin istediklerini tercih etme konusunda
özgür olmalarının yararlı olması”dır ve ekonomik büyümeyi hedefleyen serbest
piyasanın mekanizması haline gelmiştir.619
Johnston’a göre, tek kıstas ekonomik büyüme olsaydı ve insanlar yalnız bireyler
olarak kabul edilseydi, neo-klasik teori sadece yeterli değil aynı zamanda ciddi anlamda
başarılı sayılabilirdi. Ancak Luka 4:4’te “İsa, “ ‘İnsan yalnız ekmekle yaşamaz’ diye
yazılmıştır” karşılığını verdi” buyrulmuştur. Ayrıca insanlar birbirlerinden izole edilmiş
olarak yaşamaz ve ailelerinden veya yaşadıkları topluluktan “ayrık” karar almaz. Ancak
neo-klasik teori bireylerin ailelerinin veya bağlı oldukları toplulukların faydalarını
“azamileştirme/maksimize
etme”yi
tercih
edebileceklerini
ve
bu
tercihlerin
“toplanma”sıyla ortaya çıkacak akıbetin toplumsal düzeyde etkili olacağını öne sürerek
bu hususu azletmeye çalışmaktadır. Fakat şunu fark etmelidir ki, “mallar”ın üretiminde
büyümenin dışında bir hedefin lehinde olan bireysel veya toplumsal herhangi bir tercih,
üretimde büyümeyi hedef edinmiş ekonomik sistemin karşısında doğal olarak daha
işlevsel/fonksiyoneldir.620
618
Johnston, a.g.m., s.20
Johnston, a.g.m., s.21.
620
Johnston, a.g.m., s.22.
619
177
Neoklasik iktisat modelinin dünyada dehşet verici sorunlara sebep olan kasıtsız
başka etkileri de olmuştur. İktisadın erken gelişim sürecinde “sermaye, işgücü ve arazi”
olmak üzere üç üretim faktörü tespit edilmiştir. Zaman içinde kapitalizm, sermayenin
çeşitli şekillerinin de maruz kaldığı gibi, araziyi ve emeği giderek tehdit altında
bırakmaya başlamıştır. Bu durum, arazi ve sürdürülmesi veya muhafaza edilmesi
gereken doğal sistemlerin parçası olan arazinin ihtiyaçlarının istismarına ve kötüye
kullanımına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte, giderek üretim makinalarının değiş
tokuş edilebilir bölümleri haline gelen işgücü de aynı etkiye maruz kalmıştır.
Sermayenin en verimli kullanımını takip etmek zorunda olan işgücü (yönetim sınıfı
dâhil olmak üzere), nakil olunan sermaye ile sürekli olarak nakil olmaktadır. Şirketler
yer değiştirdikçe ve işçiler takip ettikçe, topluluklar kaçınılmaz olarak parçalanmakta ve
zayıflamaktadır. Aile sağlığı sonuçta aileye bağımlı olduğundan ve tek veya çift
ebeveynli aileden daha geniş olan komşuluk/çevre bağları ve geniş aileler ve
komşuluk/çevre ilişkileri birlikte yer değiştiremeyeceğinden aileler de zayıflatılmış hale
gelmektedir.
Serbest
hızlandırmaktadır.
ticaret
Sermaye
doktrini
ulusal
sınır
toplulukların
dışına
parçalanma
serbestçe
çıktıkça,
sürecini
şirketler
operasyonlarını serbestçe daha ucuz mevkilere taşımakta, dolayısıyla, ülkeleri
birbirlerinin aleyhinde karlı işler elde etmeye mecbur etmektedir. Ancak, bu uygulama
dünya genelinde ücretlerin azalmasına, sistem giderek daha da küreselleştikçe, A.B.D.
ve Almanya’da yaşandığı gibi üretim ücretlerinin önceden bulundukları ülkelerdeki
düzeyden daha aşağı çekildiği bir hale gelmiştir. Aynı zamanda, şirketler kolayca
geliştikleri ve daha az bağlayıcı bir yere taşınabildikleri için, ülkeler çevre korumalarını
ve sosyal güvenlik ağlarını yürütmekte zorluk yaşamaktadır.621
Neo-klasik modelin başka tartışmalı etkilerinden biri ise, piyasada yapılan
bireysel tercihlerin sonuçlarına olan odağıdır, böylece bunun dışındaki her şey
“dışsallık” olarak isimlendirilmiştir. Hava, su, toprak kirliliği iktisadi faaliyetlerin
“dışsal” etkileridir, dolayısıyla bunlar doğrudan piyasada oluşmamış başka şeylerdir.
Bir tarafta, bu durum herhangi bir iktisadi faaliyetin gerçek toplumsal maliyetinin
piyasa sisteminde gizli kaldığı anlamına gelmektedir ve toplulukların ve ailelerin
bütünlüğünü kaybetmelerinin ve ekosistemin tahribatının/yıkımının ekonomik teoride
621
Johnston, a.g.m., s.21-22.
178
sorun olarak görülmemesinin nedenini ortaya koymaktadır. Aslında, Gayri Safi Milli
Hasıla’nın (GSMH) hesaplanmasında tüm piyasa faaliyetlerinin pozitif/avantaj getiren
sayılması ile çevresel temizlik ve toplum yozlaşmaya uğradıkça daha geniş polis
gücünün yükü gibi maliyetler, gerçekte olumlu/pozitif katkılar olarak hesaplanmaktadır.
Bu aynı zamanda şöyle bir anlama da sahiptir; toplumun alt yarısı ya da daha büyük bir
oranı daha yoksul bir duruma gelebilmektedir; fakat GSMH büyüdükçe, ülke için,
herkes olanların yararlı olduğunu varsaymaktadır.622
Marks da endüstriyel gelişimin toplumları yozlaştırdığının farkında olmuştur.
Sermaye-yoğun ziraat toprağın verimliliğini/üretkenliğini tahrip etmekte ve fabrika
sistemi
bireysel
teşebbüsleri/girişimleri
ve
iş
memnuniyetini
tüketmektedir.
Hıristiyanlık’ta adalete önem verildiği gibi Marks da sosyal adalete ve eşitsizliğe
değinmiş; ancak bunu materyalist düzeyde yapmıştır. Eşitlik ve adalet gibi ülkülere
önem vermesi Marksizme izleyici bulunması açısından çok güç kazandırmıştır. Ancak
Marks da, kapitalist iktisadı geliştirenler gibi, olumsuz/negatif neticeler bazı önemli
tercihler yapmıştır- ve doğrusu, bu tercihler ekonomik model olarak Marksizm’in vahim
ve zararlı olduğunu kanıtlamıştır. Marks’ın yaptığı ilk tercih, her iktisadi değerin bir
malı üreten işgücünden meydana geldiğini iddia eden emeğin değer teorisini ileri süren
David Ricardo, Adam Smith ve John Locke’u izlemek olmuştur. Netice olarak,
kapitalizmin toprağı ve işgücünü sermayenin biçimleri olarak ele alması gibi, Marksizm
de toprak ve sermayeyi işgücünün biçimleri olarak ele almıştır. Aslında, işgücünün
değer teorisi hem mutlak kıtlık nedeniyle oluşan değeri, böylece Marksistler doğal
kısıtları ihmal etmeye yönelmişlerdir, hem de Tanrı tarafından insanların kullandığı
kaynakların yaradılışını inkar eder biçimde neticelenmiştir. 623
Katolik Sosyal-İktisadi Düşüncesi (KSD) literatürü işçilerin çalışma koşulları,
sermaye ve gelir eşitsizliği, kütlesel işsizlik vb hakim iktisadi doktrinlerin ihmal ettiği
konulara değinmiştir. KSD ile hakim iktisat literatürünün anlaşmazlığa düştüğü konular
ya KSD’nin geleneksel iktisat teorisinin temel prensiplerinin Papalar tarafından ihmali
yani Papaların ekonominin nasıl işlediğinin anlamaması, ya da iktisat teorisinin yeteri
kadar vazifesinin(ekonominin nasıl işlediğinin anlatımı) yerine getirmediği üzerine
622
623
Johnston, a.g.m., s.22.
Johnston, a.g.m., s.23-24.
179
olmuştur. Bu aslında ekonomistlerin ekonominin nasıl işlediğini anlamıyor olmasıdır.
Beklenildiği üzere, ekonomistler Papaların ya da Piskoposların uzmanlık sahalarının
dışında kalem aldıklarını söylemişlerdir; bir başka deyişle iktisat teorisini tam
anlamadıklarını ifade etmişlerdir. KSD ise ekonomistlerin bugüne kadar hatalı
olduklarını ileri sürmüştür. Clark, KSD’nin ışığı altında iktisat teorisiyle ilgili dört
sorunun ele alınması gerektiğini ifade etmiştir: reel ve ideal olanın bağlantısı, toplum
anlayışı, insan doğası anlayışı ve gelişme anlayışı.624
Reel ve ideal olanın bağlantısı için Clark şunları ifade etmiştir. Yüzyıldan fazla
zaman önce ekonomistler “pozitif” ve “normatif” ayrımını yapmaya başlamışlardır. Bu
ayırım “amaçlar” ile “araçlar”ayrımının bir tahavvülüdür. Pozitif iktisat değerden
bağımsızdır, bir şeyin “ne olduğu” ile ilgilenir. Normatif iktisat ise “ne olmalı”
sorusuyla ilgilenir ve değer yargılarına önem verir, kaideye ait olana bakar. İktisat
öğrencileri ilk ders yılının ilk haftalarında, bu ayrımı öğrenmektedirler. Ekonomistler bu
ayrıma bağlı kalarak analizlerinin “bilimsel” olduğunu ileri sürerler. Clark’a göre “her
iktisat teorisi muhakkak normatiftir”. A.B.D. Piskoposu’nun “ Economic Justice For
All” sunumunda anlatmış olduğu altı ilkeden ilki her iktisadi karar ve kurumun insanın
itibarını
koruması
açısından
ele
alınması
gerektiğini
ifade
etmektedir.Clark
pozitif/normatif ayırımının tamamen yanlış olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, en
basit gözlemin bile gözlemlenebilmesi için bir bakış açısı gereklidir. Her gözlem için
günlük yaşantıdaki karmaşaya “düzen” getirebilme amacıyla teoriye ihtiyaç vardır.
Teoriler ve modeller gerçekliği vasıflandırmak için yararlıdır ancak bu vasıflar insan
tarafından oluşturulmaktadır ve daima değer yargılarına dayalıdır. Bu radikal bir konu
değildir, filozof ve bilim tarihçilerinin büyük bir kitlesi tarafından kolayca kabul
edileceği bir husustur. Sadece ekonomistler, bir grup olarak, bu hakikati reddeder
görünmektedir. İktisadın tamamı, tüm sosyal bilimler gibi, normatiftir; aksi takdirde
yardımcı olabileceği bir varlık yoktur. 625 Bu çalışma, Clark’ın reel ve ideal konusunda
ileri sürdüğü izahlara katılmaktadır. Bir teoriyi oluşturan zihniyet yapısı, ele alınan
iktisadi soruna bakış açısını, yaklaşımı ve getirilecek çözümü etkileyeceği kesindir.
624
625
Clark, a.g.m., s. 2-3.
Clark, a.g.m., s. 3-4.
180
Clark, KSD’nin ışığı altında ele alınması gereken ikinci sorun olarak toplum
anlayışlarını söylemiştir. Politik iktisat tarihinde toplum nedir sorusuna üç cevap
verildiğini ifade etmiştir: bireylerin mekaniksel etkileşimi olarak toplum, organik ya da
örgütsel bütün olarak toplum veya bir süreç olarak toplum. Mekaniksel toplum görüşü
klasik ve neoklasik iktisada egemen olmuştur. Isaac Newton’un en büyük destekçisi
olduğu bu görüşe sahip mekaniksel sosyal teorisyenler bireye “nihade” olarak
bakmaktadırlar. Bu görüş “metodolojik bireyciliğin”, insanın doğasında olan dürtü ve
meyillerin toplumsal düzeni (denge) oluşturacağı ve kaos yaratmayacağı inancından
kaynaklandığını iddia etmektedir. Clark’n deyişiyle, “piyasa dengesi masalı Newtoncu
mekaniğin iktisadi faaliyetlere kaydırımıdır”.
626
Mekanik bilimler bütün disiplinlerde
açıklayıcı metot olarak kullanılmakta ve bu kullanım incelenmekte olan konunun
saygınlık ve objektiflik kazanması ve mümkün olduğu kadar “bilimsel” gözükmesi
amacıyla yapılmaktadır.627
Mackay’a göre, “mekanik düşünce” insanlığı tehdit eden bir hastalıktır ve
kaynağı toplumun temel yapısı değildir. Bu hastalık “varsayımlardan”, “düşünce
biçimlerinin alışkanlık haline gelmesinden” kaynaklanmaktadır. Bu düşünce yapısına
göre insanın değerini yok sayılmaktadır. İnsan bir obje olarak görülmektedir.
Kişiliksizleştirme eğilimi ile “bilimin ilerlemesine uyumlu” hale getirilir. Mackay’ın
deyişiyle, “mors alfabesiyle gönderilen bir SOS mesajının bir yardım çağrısı olmaktan
ziyade sadece mors kodları içeren sinyallerin teşekkülü olduğu” iddiası bunun mantıksal
olarak saçma bir görüş olduğuna misaldir. 628
Mekanik düşünce sisteminin “gerekirci-deterministic-, kişiliksizleştirici ve
maneviyatsızlaştırıcı” neticeleri vardır. Yalnızca dini olarak değil, ayrıca insan
özgürlükleri konusunda da teşkil ettiği engeller bulunmaktadır. Determinizm
(Gerekircilik), iki farklı mana taşımaktadır; ilki fiziksel olayların fiziksel sebeplerini
olduğunu açıklayan bilimsel metot varsayımıdır; ikincisi ise insanların seçeneklerinin
gerçek manada var olmadığını maneviyatçıların sorumluluklarımızı hayal ürünü olarak
yarattıklarını iddia eden bir görüştür. İki mana yaygın olarak birbiriyle karıştırılmakta
626
Clark, a.g.m., s. 5-6.
Mackay, a.g.e., s.12.
628
Mackay, a.g.e., s.11,18-21.
627
181
ve ilki kendisine “ortak olan asalak” ikinciye destek zannedilmektedir. Newton
mekaniği başta olmak üzere fizik bilimi determinizmi koruyucu bir rol üstlenmiştir: Bir
sistemin başlangıçta durumu ve sistemi oluşturan unsurlarının devinimlerini belirleyen
yöntemler bilinirse, sistemin ileri bir vakitte durumunun tahmin edilebilir olduğu
varsayılmaktadır. Ancak son zamanlarda determinist fizik dünya modeli olmaktan
uzaklaşmıştır; çünkü “kuantum kuramı” açıklanmıştır.
Bir atomu ve her şeyi,
kendisiyle enerji alışverişi yapmadan gözlemlemek imkansızdır. Kuantum kuramı
gereği gözlemlenmiş bir sistemin bir oranda değişiklik yaşamış olması gerekmektedir.
Dolayısıyla, bir objenin temelinde öngörülemezlik vardır.629
Kutsal Kitap’ta kaos manası içeren raslantıya cevap mevcuttur. Yaratılış 1:2’de
“Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların
üzerinde hareket ediyordu.” buyurulmaktadır. Süleyman’ın Özdeyişleri 16:33’te, “İnsan
kura atar, Ama her kararı RAB verir.” ayetinden Allah’ın tüm olayların Rab’bi olduğu
anlaşılmaktadır. Kutsal Kitap öğretisine göre, insan yaratılmıştır. Ve insanın
yaratılışının bir gayesi vardır. “İnsan yalnızca bir makine midir?” sorusunun cevabı
insanın bilinçli bir varlık olduğunu inkar eder bir biçimde olamaz; çünkü aksi takdirde
soru sorulamazdı, yanıtının da manası olmazdı.630
Toplumun organizma olarak tanımı Yunan doğa görüşünün uzantısıdır. Toplum
içindeki işlevlerine bağlı olarak bireyler daha çok bir vücudun bölümleri gibidir. En
gelişmiş organik iktisat teorisi Marksist iktisattır. Bireyin kıymetine, saygınlığına ya da
itibarına sahip çıkma konusunda hiçbir tedarik/hüküm sağlamayan Marksist iktisat da
KSD tarafından reddedilmektedir.631
Hem organik hem mekanik toplum görüşleri zorunlu olarak kısmi ve eksik
anlayışlardır. Mekaniksel teoriler eksik belirtilmiş olmakla eleştiri alırken, organik
teoriler artık belirtilmiş (over-determined) olarak görülmektedir. Organik toplumsal
teori özgür iradeyi yok saymakta, mekaniksel toplum teorisi kültürü görmezden
gelmektedir. Her iki yaklaşımın temel sınırlaması birey ve toplum kavramlarını
629
Mackay, a.g.e., s.13-15.
Mackay, a.g.e., s. 58, 79, 85.
631
Clark, a.g.m., s. 6.
630
182
birbirinden ayrık kabul etmeleri ve insanın toplumdan bağımsız var olabileceği ya da
toplumun her nasılsa bireylerden oluşan üyelerinden bağımsız olduğu görüşüdür.
Toplumu süreç olarak kabul eden görüş, doğal bilimlerin gözlemlediğinden bütünüyle
farklı bir mütevellit tutum olduğunun bilincinde olarak bireyler ile toplum arasındaki
etkileşimi kavramaya çalışır. KSD hem serbest piyasa ekonomisinin haddinden fazla
bireyciliğine hem de komünizm altında bireyin arka plana itilmesini eleştirmektedir.
Clark’ın ifadesiyle “Ortodoks iktisat, Marks ve KSD arasındaki belirgin fark ortaya
çıkmaktadır”. KSD için, “Yaratıcı’nın şan ve şerefi insan davranışı için bir “amaç”tır,
amaç dünyevi “zevkleri” ya da “faydayı” maksimize etmek değildir veya insanın “kendi
hatırı” için kabiliyetlerini geliştirmesi de değildir”. KSD aynı zamanda tamamıyla
Ortodoks iktisatta namevcut olan özgür iradeye de önem vermektedir. İnsan doğasının
anlaşılabilmesi açısından önemli teolojik rolü olan özgür irade, iktisadi faaliyetin ve
piyasa ekonomisindeki belirsizliğin açıklanabilmesine yardımcı olmaktadır. Rasyonel
iktisadi insan, tam bilgiye sahip olma varsayımı ile, beniâdem olmaktan öte halde iken
“aşırı belirtilmiş (over-determined)” insan beşeri olma halini karşılayamamaktadır.632
Gelişim kavramı genellikle bir “amaç” a ulaşım için hareket olarak
kullanılmaktadır. “Amaç” tarafından tanımlanan ve değerlendirilen gelişim bireyin
değerlerinden, kurumlardan veya “gelişim”i tanımlayan topluluktan ortaya çıkmaktadır.
“Amaçlar” asla nötr veya değerden bağımsız olamaz ve objektif bilim tarafından ayrı
olarak belirlenemez ya da değerlendirilemez. Bireyci kavrama dayanan toplum ve hazcı
kavrama dayanan insan doğası kaynaklı Neoklasik iktisat teorisi gelişmeyi piyasadaki
faaliyetin yükselmesi, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın artması olarak kavramaktadır.
GSYİH elde edilen tatminlerin toplamından ibarettir. Ancak örneğin cinayet, suç, terör
korkusu vb. ile insanlar daha çok işlem (alış veriş) yapabilirler. Bu işlemler
mutluluklarını artırmak için değildir. Biri eşinden boşanır ve eski eşi onun yardımcısı ya
da aşçısı olarak işe başlarsa GSYİH artar. Bir annenin kendi çocuğuna bakması
GSYİH’yi düşürür. Çünkü işgücünden bir kişi eksilmiştir ayrıca annenin yaptığı iş
piyasada mevcut olmayan bir iktisadi hizmettir.633
632
633
Clark, a.g.m., s. 6-9.
Clark, a.g.m., s. 9, 11.
183
Marjinal fayda teorisi değer teorisinin iki işlevine de hizmet etmektedir:
toplumun özelliklerinin düzeni ve amaçların değerlendirmesinde meşrulaştırma/akla
uygun hale getirme. Neoklasik iktisatçı için bir şey ancak piyasada birilerine fayda
yaratıyorsa önem ifade eder. Piyasa ortamı tüketici bireylerin faydalarının toplamını
alarak bu toplamı üreticilerin zararlarıyla (üretim maliyetleri) dengeye getirir ve talep
edilen miktar ile arz edilen miktar birbirine eşitlendiğinde başabaş noktasına ulaşılır.
İktisatçılar sıklıkla faydanın piyasa işlemleri dışında var olabileceğini ancak bunun
piyasa başarısızlığı olarak görüldüğünü ve verimsizliğe sebep olduğunu ifade
etmektedirler. Dolayısıyla, sorunlar iktisadi olsun ya da olmasın, müteallik çözümler
mülkiyet hakkı tesis etme gibi olmuştur. İktisat teorisinde bu yaklaşımın bütününün
temelini teşkil eden hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışıdır.
Toplumsal saadet (social well-being/the common good) bireysel faydaların kümülatif
tüketimi olarak tanımlanmıştır. İnsan doğası ve toplumla ilgili bu yaklaşımlar altında,
iktisatçıların önem verdikleri hususun iktisadi işlemleri( mal ve hizmetlerin satışı) ölçen
iktisadi saadet (economic well-being) olması normaldir. Bu işlemlerin toplumsal
saadete ya da refaha katkı yapıp yapmaması sorun olmamıştır; teori için önemli olan
sadece
bu
işlemlere
katılan
bireylerin
işlemlerinden
fayda/tatmin
sağlayıp
sağlamadığıdır. Bununla birlikte, ortak yarar sorunu analizden hariç tutulmuştur.
GSYİH gelişimin ve toplumsal refahın ana göstergesi olarak laissez-faire ideolojisinin
değerlerini yansıtmaktadır. Ayrıca toplumun sadece küçük bir yüzdesinin yararını
gösteren, diğer tüm iktisadi faaliyetlerin üstünde olan özel üretimin ayrıcalıklı
makamına hastır. Katolik Düşünce sisteminde değer için alternatif bir anlayış vardır.
Katolik düşüncede değer kavramı insanın saygınlığında ve ortak yararda ulaşılan
makamdır. “Economic Justice for All” sunumunda A.B.D. Piskoposlarının ileri sürdüğü
gibi, “Üretkenlik eğer toplum saadete hizmet edecek kaynaklara sahipse elzemdir.
Ancak, üretkenlik yalnızca mal ve hizmetlerden ibaret çıktılarla ölçülemez.”634
634
Clark, a.g.m., s. 9-11.
184
3.3.2.3. Hıristiyan Öğretisinin İktisadi Esasları
Peygamberler materyal malların sıklıkla saplantı haline geldiğini ve insanları
Allah’tan uzaklaştırdığını ve mutsuz materyalizme köle ettiğini öğretmişlerdir. Materyal
mallar mutlak yararlı ya da iyi değildir. Materyal mallar yalnızca, Hıristiyan teolojisine
göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır.
Maddeler ihtiyaçları karşılamak ve Allah’a şükretmek içindir. Şükretmek ve
başkalarıyla paylaşmak gerekir. Materyal mallar mutlak amaç olursa saplantı haline
gelmiş olur. İnsanlar birbirlerine mülkiyet transfer etsinler diye yaratılmamışlardır;
yaratılış bir armağandır ve ancak bir bağ iledir. Yaratılış, eğer Veren ile alanlar
arasındaki bağlar görülmeksizin sadece armağandan ibaret algılanırsa hata edilmiş olur.
Materyal mallar maddeden ötedir; onların bizleri seven Yaratıcı tarafından verilmiş
olmaları itibariyle önemli bir değeri vardır. Dolayısıyla maddeleri Allah ile olan ve
diğer ruhlarla olan bağlarımızı görmeksizin değerlendirmek ciddi bir hatadır: Dünya
malları nihai hedef değildir. İncil’de dünya malları ile ilgili uyarılar yapılmıştır. Luka
(12:15), “Zengin Budala”: “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü
açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.”, Matta
(6:20)’de (Göksel Hazineler) bu konuda şöyle buyrulmuştur: “Bunun yerine kendinize
gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip
çalar.”.635
Hz. İsa (A.S.)’ın doğumundan önceki özellikle üç yüz yıllık süre, sosyal ve
siyasi bakımdan bir kargaşalık çağıdır. İnsanlar hayatın anlamını araştırmaya, ahlaki bir
yaşamın kanunlarını tespit etmek için gayret göstermeye başlamışlardır.636 Hz. İsa
(A.S.) kapitalizm, sosyalizm ya da komünizm gibi çeşitli iktisadi sistemleri mübahase
etmemiş, iktisat teorisinin derin ve ince tetkiklerinde bulunmamıştır. Bunun yerine
iktisadi meseleler ile ilgili Allah’ın buyurduklarını anlatmıştır. Para ve mülk, zengin ve
yoksul, ve bunların Allah’ın yaratma tertipleri ve maksatları ile ilgilerini anlatmıştır.637
635
Yuengert, a.g.m., s. 32-36.
Selik, a.g.e., s.41
637
Cox, D.D., “The Greatest Economics Teacher”, Catholic Journal US Reflections on Faith and
Culture, 1 Ağustos 2013, s.2.
636
185
İncil’de Hz. İsa (A.S.)’ın etrafında toplananlara ders verdiği anlatılır. Verdiği bir
ders esnasında biri, kendisine dersle alakası olmayan bir soru yöneltmiştir. İncil’de
şöyle anlatılmıştır: “Topluluğun içinden biri, “Öğretmen!” dedi, “Kardeşime söyle de şu
mirası benimle bölüşsün.”638 Hz. İsa (A.S.) konunun anlattığı ders ile ilgisi olmadığını
söylememiş ve bu kişinin talebini ihmal etmemiştir. Bunun yerine, durumu Allah’ın
yaratma hususunda iktisat ile ilgili maksadını ya da iradesini kavrayış için ders verme
vesilesi olarak almıştır. Ayetler şöyle devam etmektedir: “İsa ona, “Ey adam” dedi,
“Beni üzerinize kim yargıç ya da miras dağıtıcısı atadı?” Ardından herkese şunu belirtti:
“Her tür açgözlülüğe karşı uyanık olun ve kendinizi koruyun. Çünkü insanın yaşamı
varlığının bolluğuyla ölçülmez.”Sonra onlara simgesel bir öykü anlattı: “Varlıklı bir
adamın tarlaları bol ürün verdi. Adam içinden ‘Ne yapacağım ben?’ diyordu, ‘Çünkü
ürünlerimi koyacak yerim yok!’”639 Bu ayetlerde birinin “çok fazla mülkü olduğunda ne
yapacağı” sorunu ele alınmıştır. Hz. İsa (A.S.) “tarlaları olan varlıklı” bir adamdan
bahsetmiştir. Günümüzde yaşayanlar için bu bir tavsiftir ancak Hz. İsa (A.S.)’ı o vakit o
kültüre ait olarak dinleyenler için bir hususa işaret edilmiştir: “Tarla sahibi” olan birinin
varlıklı olmasıdır.640 Luka 12, (Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü) ‘de ayetlerin
devamı şöyledir: “Sonra, ‘Ne yapacağımı biliyorum’ dedi, ‘Ambarlarımı yıkıp daha
büyüklerini kuracağım. Buğdayımın tümünü ve başka her şeyimi de oraya koyacağım.
Canıma da diyeceğim ki, ey can, yıllarca yetecek kadar bol malın var. Rahatına bak. Ye,
iç, mutlu ol!” Ancak şu bilinmelidir ki, bir nimet, bir inayet, bir mucize, Allah’tan bir
hediyedir. Çok nimet çok sorumluluk demektir.641
Luka 12’de (Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü), ayetlerin devamında şöyle
buyrulmuştur: “Ama Tanrı ona, ‘Ey akılsız adam, canın bu gece senden isteniyor’ dedi,
‘Biriktirdiklerin kimin olacak?’ “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde
zengin olmayan insanın durumu budur.” Hz. İsa (A.S.) adamın akılsız olması hususunda
iki şeyden bahsetmiştir. Birincisi, adam olanların manasını kavrayamadığı için
akılsızdır. Hz. İsa (A.S.), fazla mal ya da artık değerin birine ihsan edilmiş olmasının
638
Luka 12:13, ( Akılsız Zengine İlişkin Simgesel Öykü), İncil, New Testament, New International
Version, Türkçe/İngilizce, Kitabı Mukaddes Şirketi, Sirkeci-İstanbul, Ohan Matbaacılık LTD. Şti,
İstanbul, s.259.
639
Luka 12:14-17, İncil, New Testament, s.259.
640
Cox, a.g.m., s.2-3.
641
Cox, a.g.m., s.3.
186
tek maksadının etraftaki her birey için yeterli miktar olması hakikatine değinmiştir.
Varlıklı adam muhafaza etmek ve kazandığını kaybetmemeye odaklanmıştır.
Tasarılarında başka herhangi birinin refahı olduğuna dair bir delil yoktur. İkincisi,
ayette “canının o gece istendiği” söylenmiştir. Ancak bunun bir ceza olduğuna dair bir
söylem yoktur. Adamın ölümünün gelişinin zamanına dikkat çekilmiştir. Varlıklı adam
servetinin tamamını muhafaza için uğraşırken, böylece yıllarca yiyebilecek, içebilecek
ve mutlu olacaktır, planlarının aniden bozulduğu aşikârdır. Luka 12:20’de
‘Biriktirdiklerin kimin olacak?’ buyrulmuştur.642 Ayette “akılsız” olma ile ilgili
bildirilen husus homo economicus’un davranış ilkelerinden birine cevaptır.
Ayette, Luka 12:21, “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin
olmayan insanın durumu budur.” buyrulmuştur. “Finansal olarak güvende olma”
hususunda bir günahtan bahsedilmemiştir. Bireysel ve toplumsal olarak, Allah’ın
verdiği emanetler ortak yarar için tertip edilmelidir. Dolayısıyla sahih olan iktisat
politikaları Allah tarafından verilen tertip sorumluluklarına sadakat icbar etmektedir.
Sorumluluklar ve Allah’a sadakat konusu özellikle biri Ateist diğeri Monoteist olmak
üzere iki karşıt dünya görüşü açısından önem taşımaktadır. İktisadın Ateist dünya
görüşü çok esaslı olarak, evrimin uzun zaman içerisinde ve yavaş bir sürecinde eşya
sadece zuhur eder diyen Darwin Teorisinden etkilenmiştir. Eğer eşya şimdi zuhur
edebiliyor ise servet de zuhur edebilmelidir. Monoteist görüş her şeyin Allah’tan
geldiğini takdir etmekte ve herhangi bir topluluğun ya da toplumun “servet”inin de basit
olarak serbest ve adil mübadeleyle ve üretilenden daha azının tüketilmesiyle oluşması
prensibini kabul etmektedir.643
Luka 12:21’de “Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin olmayan
insanın durumu budur.” buyurulmuştur. “Tanrı önünde zengin olmak” ehemmiyetlidir.
“Allah için ehemmiyetli olan veya Allah için manası olan nedir?” sorusuna cevap olarak
İncil’de, Luka 10:25-27, şöyle buyurulmuştur: “Yasa yorumcularından biri ayağa kalktı,
İsa’yı deneyerek, “Öğretmen” dedi, “Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?”
İsa, “Ruhsal yasada ne yazılmıştır?” diye sordu, “Sen nasıl yorumluyorsun?” O da şöyle
642
643
Cox, a.g.m., s.4.
Cox, a.g.m.,s.4.
187
yanıtladı: “ ‘ Tanrın Rab’bi tüm yüreğinle, tüm canınla, tüm gücünle ve tüm anlayışınla
seveceksin. İnsan kardeşini de kendin gibi seveceksin.’”
644
Burada sevginin kalp, akıl
ve ruh ile olması gerektiğinden bahsedilmektedir. Ayrıca “insan kardeşini kendin gibi
sev” buyrulmuştur. Dolayısıyla “kendi çıkarını maksimize etme” söz konusu bile
olamaz. Böylece homo economicus’un “doyumsuzluk/çoğu aza tercih” etme ve
“bencillik/kendi çıkarının maksimizasyonunu hedef alma” aksiyomlarının geçersizliği
ortaya konmuştur. Luka 12:20-21 “doyumsuzluk/çoğu aza tercih etme” aksiyomunun
geçersizliğini ispat etmektedir. Luka 10:25-27 “bencillik” aksiyomunu ve “dünyevi
hedeflerin tatmininin azamiyesini elde etme” meselesininin geçersizliğini ispat
etmektedir.
3.3.2.4.
Homo
economicus
Varsayımlarının
İncil’deki
İktisadi
Buyruklar Perspektifiyle Analizi
Yasak meyvenin yenmesi neticesinde insan ile Allah, insan ile insan ve diğer
yaratılmışlar arasındaki bağlar değişmiştir. Yaratılış (2:17)’de şöyle buyrulmuştur:
“Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle
ölürsün.” (3:6)’da “Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik
kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi,
o da yedi.” (3:17-19)’da “RAB Tanrı Adem’e “Karının sözünü dinlediğin ve sana,
Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi,
“Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı
verecek, Yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek Ekmeğini alın teri dökerek
kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın Ve yine toprağa döneceksin.”
Yuengert bu konuda şöyle önemli bir açıklama yapmıştır: ““Elma” şüphesiz Hz.
Havva’nın fayda fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip değildi, ancak onu
arzulaması bir tuzaktı ve bir aldatma, vehim idi.”645
644
645
Cox, a.g.m.,s.4.
Yuengert, a.g.m., s. 35.
188
Tüketici teorisinin Hıristiyan İlahiyatınca analizinde homoeconomicus için ileri
sürülen aksiyomlar eleştirilmektedir. Yuengert, Hıristiyan bakış açısı ile eleştiri getirilen
iki aksiyomu dile getirmiştir: Biri doyumsuzluk ya da açgözlülük aksiyomu bir başka
deyişle çoğu aza tercih etme; diğeri açığa çıkan saadet meselesi, bir başka deyişle
seçenekler arasında tercihleri nihayetinde tüketici davranışının tamamıyla saadetini
sağlaması ya da optimaliteye ulaşması. Yuengert’e göre gerçekçi bir husus da şudur ki
tüketicilerin gerçek saadetlerini yansıtan tercihlerine bağlı olarak davrandıkları
varsayımı doyumsuzluk varsayımından daha temel ve sorun çıkaran bir aksiyomdur646.
Analitik olarak, iktisatçıların kayıtsızlık eğrilerinin birbirine kısmi olarak bağımlı
olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Hıristiyan öğretisi, insanların içtimai amel
lezzetinin ve uzun-dönem hedeflerinin hazır çıkarlardan üstün olduğunun farkına
varmalarını sağlamaktadır.647
Yuengert’e göre eğer aksiyomlar sorgulanırsa refah neticeleri değişebilir.
Yuengert açıklamalarına şöyle devam etmiştir: Kutsal Kitap hakkında ilmi yüksek ve
iktisat teorisinde uzman bir Hıristiyan iktisatçı, Kutsal Kitap’ta tarif edilen tercihler
meselesi ile iktisat teorisindeki tercih aksiyomlarının çatıştığını, bunların birbiriyle
bağdaşmadığını ya da aykırı düştüğünü farkedebilir; ancak başa çıkamaz. “Daha fazla
daha iyidir” ya da “çok aza tercih edilir” iddiası ile Hıristiyan geleneğinin öğretisi
arasında net ve kesin bir zıtlık olduğunu Luka 6:24’teki ayeti hatırlatarak ifade etmiştir:
“Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz!”
Doyumsuzluk aksiyomu ile çelişen ya da “daha fazla daha iyidir” prensibine
aykırı düşen ayetler İncil’de çoktur. Örneğin Luka 12:15’te, “Sonra onlara, “Dikkatli
olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının
çokluğuna bağlı değildir.” buyrulmuştur. Efesliler 4:19’da “Bütün duyarlılıklarını yitirip
açgözlülükle her türlü pisliği yapmak üzere kendilerini sefahate verdiler.” Efesliler
5:3’de “Aranızda fuhuş, ahlaksızlık ya da açgözlülük anılmasın bile. Kutsallara
yaraşmaz bu” buyrulmuştur.
646
Yuengert, a.g.m., s. Abstract, 33.
Woehrling, F., “ “Christian” Economics”, Journal of Markets&Morality 4, no 2 (Fall 2001), 199216, s.209
647
189
Markos 7, “İnsanı Kirleten Şeyler”-21-23’te, “Çünkü içerden, insan yüreğinden
kötü tasarılar çıkar: Fuhuş, hırsızlık, adam öldürme, zina, açgözlülük, kurnazlık,
düzenbazlık, soysuzluk, kıskançlık, sövüp sayma, kendini beğenme, akılsızlık. Bu
kötülüklerin tümü içerden çıkar ve insanı kirletir.” buyrulmuştur. Bu ayetlerde
belirtildiği üzere açgözlülük bir kötülüktür ve insanı kirletmektedir. İnsanı kirleten ve
kötü sayılan bir özellik hakim iktisat zihniyetindeki iktisadi insan yani homo
economicus’un karar almasına etki eden bir özellik olarak dayatılmıştır. İncil’de kötülük
olduğu ve insanı kirlettiği çok net olarak ifade edilen açgözlülük iktisat teorisindeki
doyumsuzluk aksiyomu ile çelişmektedir. Dolayısıyla Hıristiyanlık’ta “çok aza tercih
edilir” veya “daha fazla daha iyidir” iddiası kabul edilemez bir söylemdir. Hıristiyan
öğretisi ile çatışmaktadır, İlahi emirler ile aykırı düşmektedir.
Timoteos’a I. Mektup 6, “Aykırı Öğretiler, Para Sevgisi”, 7-10 numaralı
ayetlerde şöyle buyrulmuştur: “Çünkü dünyaya hiçbir şey getirmedik, ne de herhangi
bir şey götürebiliriz. Ama yiyeceğimiz, giyeceğimiz varsa, bunlarla yetinelim. Varlıklı
olmaya özenenler ise denenmeye düşer, bir sürü akılsız, yararsız tutku tuzağına
yakalanırlar. Bunlar insanı yıkıma ve mahva götürür. Çünkü tüm kötülük köklerinden
biri de para sevgisidir. Kimileri buna imrenip imandan saptılar ve pek çok üzüntüyle
kendilerini yürekler acısı duruma düşürdüler.” , “Zenginlere Uyarı”: 17-19’da “ Şimdiki
çağda varlıklı olanlara buyruğun şu olsun: Yüksekten bakmasınlar, güvenilmez
zenginliklere umut bağlamasınlar. Gönenç bulmamız için her şeyi bize bol bol sağlayan
Tanrı’ya umut bağlasınlar. Söyle onlara: Yararlı işlerle uğraşsınlar, sağlıklı işlerde
zenginlik bulsunlar, eliaçık olsunlar, varlıklarını paylaşsınlar. İlerisi için kendilerine
sağlıklı bir temel atsınlar. Böylece, gerçek anlamda yaşamı oluşturan değere
sarılsınlar.”. Buradaki ayetlerde buyrulduğu üzere, var olan yiyecek ve giyecek ile
yetinme tavsiye edilmiştir. Varlıklı olmaya özenenler için imtihana tabi tutulacakları ile
ilgili uyarı yapılmıştır. Varlıklı olmaya özenenler için “akılsız, yararsız tutku tuzağına”
yakalanacakları buyrulmuştur. Tutku “güçlü istek ve eğilimin yöneldiği amaç”648 tır.
Yararsız ve akılsız tutku tuzağı ise, tuzak “birini güç ve tehlikeli bir duruma düşürmek
648
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52ce90944f2786.5084
7733
190
için kurulan düzen”649 olduğuna göre, akılsız ve yararsız güçlü istek ve eğilimin
yöneldiği amacın güç ve tehlikeli bir duruma düşüreceği düzen haline gelmiş olur. Bu
durumda varlıklı olma özenmenin ya da doyumsuzluğa yönelmenin ne derece yanlış
olduğu açık hale gelmiştir. “…eliaçık olsunlar, varlıklarını paylaşsınlar” ifadesi ile
“paylaşmanın emredildiği sebebiyle çoğun aza tercih edilmeyeceği ve bireyin kendi
çıkarının maksimizasyonu gayretinde olmaması gerektiği” nettir.
Bununla birlikte Markos 7, “İnsanı Kirleten Şeyler”:21-23’te buyrulduğu üzere
hırsızlık, düzenbazlık, kıskançlık da kötülüklerdendir ve insanı kirletirler. İktisadi insan
için doyumsuzluk aksiyomu geçerli olsa, doyumsuz olan bir insan “daha fazlasına sahip
olabilmek için” hırsızlığa yönelebilir, düzenbazlık, hilekarlık yapabilir. Ayrıca
doyumsuz iktisadi insan daha fazlasına sahip olanı kıskanabilir. Böylelikle Markos
7:21-23’te açıkça belirtilen insanı kirleten ve kötülükler olduğu kesin olarak ilan edilmiş
hırsızlık, düzenbazlık ve kıskançlık yine bir kötülük olduğu belirtilen ve insanı kirleten
açgözlülük sebebiyle fiil haline gelebilir. Bu sebeplerle hakim iktisat zihniyetinin ileri
sürdüğü homo economicus’un doyumsuzluk ya da çoğu aza tercih etme aksiyomu hem
İncil’deki İlahi Emirlere ters düşmekte hem de toplum saadeti açısından ciddi tehlike
potansiyeli taşımaktadır.
Markos 10, Sonsuz Yaşam Arayan Varlıklı Genç, 23-25 “İsa çevreye bakıp
öğrencilerine şöyle dedi: “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmeleri ne denli
güçtür!” O’nun bu sözleri öğrencileri şaşırttı. Ama İsa yine, “Çocuklar!” dedi, “Ne güç
iştir Tanrı hükümranlığına girmek! Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin kişinin
Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” Bu ayetlerde zenginliğin riskli bir
durum olduğuna dair ifadeler vardır. “Devenin iğne deliğinden geçmesinin” daha kolay
olması meselesi ile ilgili gerekli açıklama ayetlerin devamında yapılmıştır ve göz ardı
edilmemelidir. Şöyle ki, 26-27’de buyrulduğu üzere: “Öğrenciler büsbütün şaşırdılar.
Birbirlerine, “Öyleyse kim kurtulabilir?” diye sordular. İsa onların gözlerinin içine
649
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.52ce906dac98d6.9964
5402
191
bakarak, “İnsanlar önünde bu olanaksızdır” dedi, “Ama Tanrı önünde değil. Çünkü
Tanrı önünde her şey olanaklıdır.”650
Hıristiyan teolojisinin iktisat teorisine etkisi şöyledir: Maddeler önemli şekilde,
tüketen kişinin maddeleri değerlendirme yöntemindeki faziletine bağlıdır. Bununla
birlikte, Kitab-ı
Mukaddes’in incelenmesiyle iki
meselenin önemi
meydana
çıkmaktadır: 651

Tüketiciler gerçek çıkarlarını yansıtan tercihler yapmayabilirler.
Eğer tüketim saplantı haline gelirse tercihler yoldan çıkar.

Çoğunluk çok aza göre daha iyiymiş gibi hareket etse bile “çok”
“az”a göre daha iyi olmayabilir.
Literatürde
“açığa
çıkan
tercihler”-revealed
preferences-
“gözlemlenen
davranışlar”dan anlam çıkarılarak tercih ilişkilerini yansıtmaktadır. “Ortaya çıkan
ihsan”- revealed wellbeing-ise “ortaya çıkan tercihler aynı zamanda insanın ihsanını
yansıtır” varsayımını yapmaktadır. İktisatçılar tüketici tercihi modelini nitelendirirkenu(X)-fayda fonksiyonunun manasına yeteri kadar dikkat göstermemektedirler.
İnsanların tercihlerinin onların saadetini artırmama olasılığı vardır. “Çok aza göre daha
iyidir” ya da “tüketici tercihleri normatiftir” iddiaları ile iktisatçılar, derin düşünmeden,
müstenidat olmaksızın ve “felsefe yaptıklarından” bihaber felsefi münazarada yer
almaktadırlar652.
Hedef fonksiyon insan davranışlarının hedefi ile ilgili özel varsayımlar içerir;
insanlar kendi maddesel tüketimlerini dikkate alırlar- daha fazla tüketim daha az
tüketime tercih edilir, ancak marjinal faydalar giderek azalır. Tüketici davranışının
pozitif analizinde, doyumsuzluk/tatminsizlik varsayımında fayda fonksiyonunun birinci
türevinin pozitif oluşuyla ilgili bir kısıt vardır. u '  0 sezgisel olarak birden fazla olası
anlamlar içerebilir: 653
650
İncil, New Testament, s.162.
Yuengert, a.g.m., s. 36. Maddeler için de aynı kaynaktan yararlanılmıştır.
652
Yuengert, a.g.m., s. 38, 48, 53.
653
Yuengert, a.g.m., s. 37, 39. Maddeler için de aynı kaynaktan yararlanılmıştır.
651
192
i.
Toplum “daha fazlayı daha iyi kabul edebilir”.
ii.
Toplum “daha fazla daha iyi olmasa bile daha fazlayı seçebilir”.
Bu iki durumdan meydana gelebilir:
a.
“Daha fazlasının daha iyi olmadığının farkında değildir”.
b.
“Daha fazlasına sahip olma konusunda kendine hakim
olamıyordur”.
i. durumunda “daha fazla daha iyidir”, yani tüketiciler daha fazlasıyla daha çok
tatmin olurlar ve daha iyi duruma gelirler. ii.a. ve ii.b. durumlarında ise “tüketiciler
daha fazlasını tercih etse bile, daha fazlasını tercih etmeleri refah-bozucu tüketime
sebep olabilmektedir”. ii.a.’da tüketici daha fazlası ile yanlış bir tecih yaptığının
farkında değildir. Dolayısıyla bu davranışı refahı için zarar verici bir tercihi maksimize
etmektedir. ii.b.’de ise tüketici kendi içinde çelişkiye düşmektedir: tercihlerinin refahını
sağlamayacağını bilmektedir, ancak tercihlerini tecessüm ettirecek dürtülere tamamıyla
mukavemet edememektedir. Bu tavsif altında “tüketiciler daha fazlanın daha iyi
olmadığına dair muhakeme etmiş olsalar bile, daha fazlayı daha aza tercih etme
davranışında bulunabilirler”. İktisatçılar söz konusu üç tavsif ile ilgili pek dikkat
göstermemektedirler.654
İnsan doğası anlayışı konusunda Katolik sosyal Düşünce’nin eleştirileri vardır.
İktisatta tipik insan doğası görüşü sıklıkla “rasyonel homo economicus” olarak
adlandırılır. İktisat teorisi insan doğasını “rasyonel/akılcı fayda azamileştiricisi”,
“yalnızca kişisel menfaat güdümlü” gibi faydacı terimler ile kavramaktadır. İnsan
doğası hedonistik/hazcıdır655; başka bir deyişle zevkleri ve acıları hesaplar. Neoklasik
iktisat teorisinin temelinde yatan insan doğası görüşü Jeremy Bentham tarafından
sahneye çıkarılmıştır. Buna göre, insan zevk peşindedir ve acıdan kaçar, her karar karzarar veya zevk-acı hesabından kaynaklanmaktadır.
656
Hakim iktisat zihniyetindeki bu
hazcı görüş bir başka deyişle insanın karar alırken zevk-acı hesabı yaptığı, her zaman
654
Yuengert, a.g.m., s. 39-40.
Hazcı görüş Eski Yunan Stoacılığına dayanır. Bkz. İlk bölüm, Eski Yunan Medeniyeti.
656
Clark, a.g.m., s. 7.
655
193
zevklerini maksimum, acılarını minimum yapmaya gayret ettiği varsayımı yanlış bir
varsayımdır. İnsan davranışlarının karşılığı sadece maddi değildir. Aldığı zevklerin de
çektiği acıların da karşılığını dünyada veya ahirette görecektir657. İncil’de acı çekme ve
mutluluk aynı ayet içinde şöyle bulunmaktadır: “Doğruluk uğruna acı çekseniz bile, ne
mutlu size! İnsanların “korktuğundan korkmayın, ürkmeyin.” (1. Petrus 3:14). 2.
Korintliler 7’de “Tanrı’nın isteğiyle çekilen acı, kişiyi kurtuluşla sonuçlanan ve
pişmanlık doğurmayan tövbeye götürür. Dünyanın acılarıysa ölüm getirir. Bakın bu
acılar, Tanrı’nın isteğiyle çektiğiniz bu acılar sizde ne büyük ciddiyet, paklanmak için
ne büyük istek yarattı! Sizde ne büyük öfke, korku, özlem, gayret ve suçluyu
cezalandırma arzusu uyandırdı! Bu konuda her bakımdan masum olduğunuzu
kanıtladınız.” , İbraniler 12’de “Terbiye edilmek uğruna acılara katlanmalısınız. Tanrı
size oğullarına davranır gibi davranıyor. Hangi oğul babası tarafından terbiye edilmez?”
buyrulmuştur.
Ayetlerde buyrulduğu üzere ne için acı çekildiğine göre zevk-acı
hesabının neticesi değişmektedir.
Yine, Luka 8:14’te “Dikenler arasına düşenler, sözü işiten ama zamanla yaşamın
kaygıları, zenginlikleri
ve zevkleri
içinde
boğulan, dolayısıyla
olgun ürün
vermeyenlerdir.” Ayetine göre zevklerle ilgili uyarı iletilmiştir. 1. Timoteos 6’da
“Şimdiki çağda zengin olanlara gururlanmamalarını, gelip geçici zenginliğe umut
bağlamamalarını buyur. Zevk almamız için bize her şeyi bol bol veren Tanrı’ya umut
bağlasınlar.” Bu ayette de “zevk alma, umut bağlama” hususlarında bir kısıt
belirtilmiştir.
Titus 3’de “Çünkü bir zamanlar biz de anlayışsız, söz dinlemez, kolay aldanan,
türlü arzulara ve zevklere köle olan, kötülük ve kıskançlık içinde yaşayan, nefret edilen
ve birbirimizden nefret eden kişilerdik.”, Yakup 5’te “Yeryüzünde zevk ve bolluk
içinde yaşadınız. Boğazlanacağınız gün için kendinizi besiye çektiniz.” buyrulmuştur.
Bu ayetlerde “zevklere ve arzulara köle olma”dan bahsedilmiş,” zevk ve bolluk içinde
yaşamanın netice ihtimali” üzerinde durulmuştur.
657
“Mü’minlerin devlet reisi Ömer ibn Hattab, Rasûlullah (A.S.M.)’ı şöyle buyururken işittim dedi:
“Yapılan her türlü işler kişilerin niyetlerine göre değer bulur. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre
bulur….” Buhârî, Bedü’l Vahy1; Müslim, İmârât 155)
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf
194
2. Petrus 2’de “Ettikleri haksızlığa karşılık zarar görecekler. Gündüzün zevk
alemlerine dalmayı eğlence sayarlar. Birer leke ve yüzkarasıdırlar. Sizinle yiyip içerken
kendi hilelerinden zevk alırlar.” Ayetlerinde “zevk alemlerine dalanların bunu eğlence
sayması, kendi hilelerinden zevk almaları bu kişilerin ettikleri haksızlık sebebiyle
karşılık görecekleri” ifade edilmiştir. Petros’un II. Mektubu, “Yalancı Peygamberler”,2:
14’te “Gözleri zinayla ve ardı arkası kesilmeyen günahla doludur. Kararsız canları
kandıranlardır
bunlar.
Yüreklerini
açgözlülüğe
eğitmiş
lanet
çocuklarıdır”
buyrulmuştur. Bu ayetlerden “sade bir şekilde zevk-acı hesabı” yapan bir insanın
zevkini maksimum, acısını minimum yapmasının her zaman “akılcı” olmadığı açıkça
anlaşılmaktadır. “Yüreklerini açgözlülüğe eğitmiş lanet çocuklarıdır” ayeti homo
economicus’un doyumsuzluğunu noktalamıştır.
Bununla birlikte bazı ayetlerde hakim iktisat teorisinin zihinlere dayatmaya
çalıştığı “maksimum zevk, minimum zahmet, peşin ücret” gibi meselelere cevap olarak
gösterebileceğimiz başka ifadeler de vardır. Şöyle ki; Matta5’te, Gerçek Mutluluk
bölümünde “İsa konuşmaya başlayarak onlara şunları öğretti: “Ne mutlu ruhta yoksul
olanlara! Çünkü göklerin hükümranlığı onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar
avutulacaklar.” ; “Ne mutlu başkasının acısına ortak olanlara! Çünkü onlar acılarında
destek bulacaklar.” Matta 5, Düşmanlara Sevgi bölümünde “ Eğer biri seninle yargıca
gidip gömleğini almak isterse, ona üst giysini de ver. Ve kim sana bir kilometrelik yolu
zorla yürütmek isterse, onunla iki kilometre yürü. Senden dilekte bulunanlara ver ve
ödünç isteyeni geri çevirme.” Markos 9, En Üstün Olan Kimdir? Bölümü’nde, “ İsa
oturunca On İkiler’i çağırıp “En üstün olmak isteyen, hepinizin arasında sonuncu ve
hepinizin hizmet görücüsü olsun” dedi.” buyurulmuştur.
Matta 5, Düşmanlara Sevgi bölümünde “ Eğer biri seninle yargıca gidip
gömleğini almak isterse, ona üst giysini de ver.” Ayeti “doyumsuzluk” ve “bencillik”
aksiyomlarını geçersiz kılmaktadır. Eğer doyumsuzluk Hıristiyan inancında kabul
görmüş olsaydı “Eğer biri seninle yargıca gidip gömleğini almak isterse, ona üst giysini
de ver.” Ayetinde emrolunduğu üzere, “kendinden bir şey istendiğinde daha fazlasının
verilmesi” buyrulmuş olmazdı. Geleneksel iktisadi zihniyete sahip homo economicus’un
“daha fazlasını alma, elde etme arzusu”nun, yani “çoğu aza tercih etme/doyumsuzluk”
195
aksiyomunun aksine İncil’de “daha fazlasını verme” vurgulanmıştır. Bununla birlikte
İncil’deki söz konusu ayette buyrulduğu üzere “kendinden bir şey istendiğinde daha
fazlasının verilmesi” meselesi ile Geleneksel iktisadi zihniyete sahip homo
economicus’un
“kendi çıkarının maksimizasyonu peşinde olma”, yani “bencillik”
aksiyomu birbiriyle çelişmektedir. Bu nedenlerle Matta 5:40, “doyumsuzluk” ve
“bencillik” aksiyomunun geçersizliğini ortaya koymaktadır.
Markos 9, En Üstün Olan Kimdir? Bölümü’nde, “ İsa oturunca On İkiler’i
çağırıp “En üstün olmak isteyen, hepinizin arasında sonuncu ve hepinizin hizmet
görücüsü olsun” dedi.” Ayeti çok net bir biçimde “doyumsuzluk”, “bencillik”
aksiyomlarının geçersizliğini ortaya koymaktadır. “Herkesin içinde sonuncu ve herkesin
hizmet görücüsü” olmaya razı bir kimsenin “çoğu aza tercih etme” gibi bir dürtüsü
olamaz. Bununla birlikte “böyle bir kimse kendi çıkarının maksimizasyonunu
hedefleyemez”. Çünkü böyle bir kimse dünyevi hedefler peşinde değildir, her şeyden
evvel hazcı dünya görüşüne sahip değildir. Dolayısıyla “maksimum zevk, minimum
zahmet” amacında değildir.
İktisatçıların bu insan doğası fikrini tasdik etmelerinin bir nedeni, matematiksel
modellerinin neden olduğu gibi, denge sistemleri olarak kabul ettikleri toplum ve
ekonomi görüşlerinin belirleyici (deterministik) ve atomistik davranışı icap ettirmesidir.
Bir başka deyişler, ekonomistler insanı gerçekte olduğu gibi değil, kendi kurdukları
teorilerin ulaşması gereken denge sisteminin ihtiyaç duyduğu belirleyici ve atomistik
bireyler olarak tanımlamaktadırlar ve ayrıca kurdukları matematiksel modellerin de bu
ihtiyaca uygun olması gerekmektedir. En büyük ironi de serbest piyasa koşullarını
oluşturan serbest seçim/serbest tercih, ekonomiyi ve toplumu oluşturan bireylerin
belirleyici davranışları olması gerektiğidir.658
KSD’ye göre Neoklasikler ve Klasikler gibi Marksizm de insanlığın amacı
hakkında materyalist fikir ileri sürmektedir. Marks kapitalizmin merkezi hedefi olan
iktisadi büyümeye hücum etmemektedir. Marks’a göre eğer insan rasyonel
azamileştirici ise, onun bu davranışını şekillendiren toplum ve piyasa ilişkileridir.
658
Clark, a.g.m., s. 8.
196
KSD’nin “insan” için ileri sürdüğü görüş ise şöyledir: İnsan toplumun dışında
düşünülemez. Hıristiyan doktrinine göre, “insan dünyaya toplumda düzen içinde yaşasın
diye, Allah tarafından takdir buyurulan bir otorite altında, Yaratıcı’sının şan ve şerefi
için ve şükran için tüm kabiliyetlerini geliştirip tamamlayabilmek adına gönderilmiştir.
Mevkiinin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmekle insan geçici ve ebedi
mutluluğa erişebilecektir”(Quadragesimo Anno’da belirtildiği üzere). 659
“Mevkiinin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmekle” ifadesi çok
önemlidir. Çünkü Luka 12, “Asıl Korkulacak Yetki” bölümünde şöyle buyurulmuştur:
“Beş serçe iki kuruşa satılır, değil mi? Öyleyken biri bile Tanrı katında unutulmuş
değildir. Bunun gibi, başınızdaki saçların tümü de sayılıdır. Korkmayın, birçok serçeden
daha değerlisiniz.” Bu ayetlerde de çok meseleye işaret edilmiş olabilir; dünyada yapıp
edilen her şeyin
kayıt
altına alınması, her kıymetin
değerlendirilmesi
ve
değerlendirileceği, her amelin karşılığının verileceği, Allah’ın adaleti (burada en
azından hiçbir şeyin unutulmaması ve her şeyin karşılığının verilmesi), verilmiş her
şeyin hesabının bilinmesi ve tutulması, insanların bazılarının hayvanların bazılarından
daha değerli olması ancak bazılarından daha aşağı olabilmesi, insanların bazılarının
hayvanlardan daha aşağı olması ve insanların bazılarının hayvanlardan daha üstün
olması olasılıkları bunlardan bazılarıdır. İncil’deki “Korkmayın birçok serçeden daha
değerlisiniz.” ayeti ve Luka 12, Güvenilir Uşak ile Güvenilmez Uşak bölümündeki bazı
(aşağıda verilmiştir) ayetler incelendiğinde insanların hayvanlardan üstün olarak
yaratıldığı ve kendilerine verilen sorumlulukları kendilerine anlatılan şekilde ve ölçüde
yerine getirmekle yükümlü oldukları anlaşılabilir.
Luka 12, Güvenilir Uşak ile Güvenilmez Uşak bölümündeki 42 numaralı ayette
“Güvenilir ve akıllı kâhya kimdir?” buyurulmuştur. Devamında “Ev sahibinin ev
halkına vaktinde yiyecek sağlaması için atadığı kâhya.” Ayetler şöyle devam
etmektedir: “”Efendisi geldiğinde atandığı görevi uygulamakta olan uşağa ne mutlu!
Doğrusu size derim ki, efendisi tüm malları üzerinde sorumluluk verecektir ona. “Ama
o uşak içinden ‘Efendim gecikiyor’ der, kadın erkek demeden hizmetçileri tartaklar,
659
( Quadragesimo Anno- O’Brien ve Shannon, 1992, p.68)
Kaynak: Clark, a.g.m., s. 8.
197
kendini yemeye içmeye, sarhoşluğa verirse,
efendisi hiç beklemediği bir gün ve
düşünmediği bir saatte çıkagelecek. Onu parça parça edecek, imansızların gideceği yere
atacak. “ Efendisinin ne istediğini bilip de onun isteği uyarınca hazırlık yapmayan, ya
da davranmayan uşak çok dayak yiyecek.
İstenileni bilmeden dayağı hak edecek
biçimde davranansa daha az dayak yiyecek. Kendisine çok verilenden çok istenecek.
Çok güvenilenden daha da çoğunu isteyecekler.”
Dolayısıyla insan kendine verilen her şeyden hesap verecektir. İncil’deki bu
buyruklar insanların bu sorumluluğun bilincinde olmaları gerektiğini söylemektedir.
“Kendisine çok verilenden çok istenecek” ayetinden “kendisine çok verilenin vereceği
hesabın, daha fazla olacağı” anlaşılabilir. Bu ayet de “doyumsuzluk/çoğu aza tercih
etme” aksiyomunun anlamsızlığını ortaya koymaktadır.
İncil’de, Luka 10:25-27, şöyle buyurulmuştur: “Yasa yorumcularından biri
ayağa kalktı, İsa’yı deneyerek, “Öğretmen” dedi, “Sonsuz yaşamı miras almak için ne
yapmalıyım?” İsa, “Ruhsal yasada ne yazılmıştır?” diye sordu, “Sen nasıl
yorumluyorsun?” O da şöyle yanıtladı: “ ‘ Tanrın Rab’bi tüm yüreğinle, tüm canınla,
tüm gücünle ve tüm anlayışınla seveceksin. İnsan kardeşini de kendin gibi seveceksin.’”
Birinin “insan kardeşini kendi gibi sevmesi”, “kendisi için istediğini kardeşi için de
istemesi”ni
gerektirir.
Böyle
bir
durum,
hem
“bencilliğe”
hem
de
“açgözlülüğe/tatminsizliğe” engel teşkil eder.
İncil’de bireyciliğin ve bencilliğin tersine paylaşım, dayanışma, yardımlaşma,
yoksulları gözetme konularında ayetler vardır. Matta6, Yardımda Sağlıklı Tutum,
“Birine yardım elini uzatırken, sol elin sağ elinin ne yaptığını bilmesin. Yardımını
gizlice yap.” 1. Korintliler 3, “Çünkü hâlâ benliğe uyuyorsunuz. Aranızda kıskançlık ve
çekişme olması, benliğe uyduğunuzu, öbür insanlar gibi yaşadığınızı göstermiyor mu?”
buyurulmuştur. Habercileri İşleri 4, İnananlar Varlıklarını Paylaşıyor, “İman eden
topluluğun yüreği, canı birdi. İçlerinden hiçbiri sahip olduğu şeylere kendi malı gözüyle
bakmıyordu. Tersine, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı.” “İçlerinden hiçbiri sahip
olduğu şeylere kendi malı gözüyle bakmıyordu.” Ayetinden hem “doyumsuzluk” hem
de “bencillik” aksiyomlarının geçersizliği çıkarılabilir. “İman edenlerin sahip oldukları
198
şeylere kendi malı gözüyle bakmaması”ndan, sahip olunanlara bencillik ile kendi
çıkarını kollama amacıyla yaklaşılmayacağı, bencillik ile yaklaşmayacağı gibi
“açgözlülük” ile de yaklaşılmayacağı anlaşılabilir. Luka 11, Dinsel Yorumculara ve
Ferisiler’e Yöneltilen Yargı bölümünde, “ “En iyisi, içte bulunanlardan yoksullara
verin. Her şeyin size temiz kılındığını göreceksiniz. Ama vay sizlere, Ferisiler! Çünkü
nanenin, sedef otunun, her tür sebzenin ondalığını verirsiniz; öte yandan Tanrı adaletini,
sevgisini önemsemezsiniz. Bunları yapmanız, ama ötekileri de önemsemeniz gerekirdi.”
buyurulmuştur. Ayetten anlaşıldığı üzere, sadece paylaşmak değil paylaşırken Allah
sevgisini ve adaletini önemseyerek vermek gereklidir.
Hıristiyan İktisadi Doktrinine Göre Homo Economicus’un Analizi Neticesi
şöyledir;
1.
Kilise’nin mal varlığı ve siyasi rolü, otoritesinin güçlü, sürekli ve yaygın
olmasına neden olmuş, dünyevi işlere gereğinden çok müdahil olarak,
“Ortaçağ’a
hükmeden en büyük güç” haline gelmiş ve Batı Avrupa’yı hukuki ve kültürel alanda
etkilemiştir.660 Bilimsel gelişmenin gecikmeli gerçekleşmesinin nedeni olarak yüzyıllar
boyunca eğitimin neredeyse tamamen Ortaçağ Katolik Kilisesi tarafından yürütüldüğü
literatürde ifade edilmiştir. Buna ilave olarak Protestan bölgelerde de 18. Yüzyılın
sonlarına kadar durum aynı olmuştur.661
Batı dünyasındaki gelişmeler 16. Yüzyılın başlarında Hıristiyanlıkta değişimi
savunacak Protestanlığın sahneye çıkmasını hızlandırmıştır. Protestanlık anlayışına göre
Kilise günahların affedilme uygulamasına sahip değildir ve Tanrı’nın vekili değildir.
Kilise’nin şefi Hz. İsa (A.S.)’dır. Kilise başkalarının hizmetinde olmalıdır. Luther’in
protesto olarak başlattığı bu hareket daha sonrasında Avrupa dünyasını etkileyen politik
bir amaç içeren Reform hareketi olarak anılmıştır. Reform hareketi Hıristiyanlık
tarihinde dönüm noktalarından biridir. Katolik Kilisesi Reform hareketini isyan olarak
algılarken, Protestanlık Hristiyanlığın restorasyonu olarak görmüştür. Reform hareketi
660
Erbaş, a.g.e., s.66
Harman, Katolik Kilisesi ve Teokrasi, Din Devlet İlişkileri Sempozyumu Bildiriler, s.66; Besnard Albert
(Kollektif, Hıristiyan İlahiyatı, (Çev: Mehmet Aydın) Ankara, 1983, s.14.
661
Moore, a.g.m., s.4,
199
seküler tarihçilerce devrimsel hareket olarak görülmüş, Marksistlere göre ise ilk burjuva
devrimi olarak algılanmıştır.662
Reform ve Protestanlık sonucunda bireycilik destek bulmuş ve bu durum ticaret
sistemini etkilemiştir. Luther, faiz ve fiyat düzenlemelerinin devlet tarafından
yapılmasını öne sürerken, Calvin zenginleşmenin sadece bu dünyada değil ahirette de
fayda getireceğini söylemiştir. Ancak Katolik mezhebinde zenginlik adına riskli bir
yaşam yerine az gelirli ancak imkân dâhilindeki en emin yaşam biçimini tercih edilirken
Protestanlıkta ekonomik akılcılığa eğilim gösterilmiştir.663
Protestan girişimcinin, kendisini bu dünyanın işlerine adamasıyla “seküler homo
economicus’a dönüşümü” hızlanmıştır. Protestanlık öncesinde Hıristiyanlıkta bu tarz
keskin ve kayda değer bir adanmışlık yoktur.664 Netice olarak Kilise’nin, Reform
Hareketi ve Protestanlığın zihniyet esaslarının Batı Hıristiyan dünyasının iktisadi
teşekkülü üzerinde ciddi ve uzun müddet kalıcı etkileri olmuştur.
2.
Batıda iktisadi düşünce gelişiminin teşekkülü sürecinde, herkesin
birbirinin kardeşi olduğu ve eşit olduğu ilkelerine dayanan, “Düşmanlarınızı da seviniz,
iyilik ediniz ve karşılığında hiçbir şey beklemeden borç veriniz” diyen Hıristiyanlığa
karşı665, karşılıksız borç vermemek-faiz almak, aşırı kar kazanmak, başkasını sömürerek
maddi çıkar sağlamak gibi maksimum çıkar hedefinde olan iktisadi gayretler ortaya
çıkmıştır.Bunlar, Hıristiyanlık Öğretisi’nin esaslarına net bir şekilde ters düştüğü için,
çıkar maksimizasyonuna hizmet eden düşünce akımları “akılcılık maskesi altında”
ortaya çıkmıştır.
Neoklasik iktisat ve Marksist iktisat modellerini teşkil eden temel varsayımlar ve
değer tercihleri Batı kültürünü derinden etkilemiştir. Kapitalizm geniş çapta tek bir
hedefte (“mallar”ın üretiminde durağan büyümede) başarılı olmuştur. Hıristiyan bakış
açısıyla bu hedefin anlamının belirsiz olduğunu ifade edilmiştir.
Bununla birlikte,
kapitalizmin topluluklar ve doğal çevre üzerinde olumsuz etkileri olduğu belirtilmiştir.
662
Erbaş, a.g.e., s. 50,62, 63,130,131
Erbaş, a.g.e., ,s. 73-74,153
Weber, M., Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, İstanbul 1985, s. 3132,86
664
Özdemir, a.g.m., s.154.
665
Öztürk, a.g.e., say. 8-9,11
663
200
Bir Hıristiyan bakış açısı ile Johnston, bu modellerin “kör bir itikad” ile ekonomileri ve
toplumları kendilerine uygun hale getirmeye teşebbüs edecek ideolojiler haline geldiği
ve bunların “putperestlik türünden” olmaları cihetiyle Hıristiyanların bunların aleyhinde
olmaları gerektiğine inandığını ifade etmiştir. Ayrıca aleyhtarlığı yetersiz bularak, bu
aksiyomların sonuçlarını incelemek ve yargılamak gerektiğini ve daha iyi alternatifler
sunulmasını tavsiye etmiştir. Sorumluluk sahibi Hıristiyanların müspet ve yapıcı
alternatifler araştırması, toplumların daha adil ve sağlam istikametlere yönlendirecek
gerçekçi ve elverişli fikirler geliştirmesi gerektiğini savunmuştur.666
3. Kutsal Kitap öğretisine göre, insan yaratılmıştır. Ve insanın yaratılışının bir
gayesi vardır.667 Hıristiyan doktrinine göre, “insan dünyaya toplumda düzen içinde
yaşasın diye, Allah tarafından takdir buyurulan bir otorite altında, Yaratıcı’sının şan ve
şerefi için ve şükran için tüm kabiliyetlerini geliştirip tamamlayabilmek adına
gönderilmiştir. Katolik Sosyal İktisadi Düşünce açısından, “Yaratıcı’nın şan ve şerefi
insan davranışı için bir “amaç”tır, amaç dünyevi “zevkleri” ya da “faydayı” maksimize
etmek değildir veya insanın “kendi hatırı” için kabiliyetlerini geliştirmesi de
değildir”.668
Materyal mallar yalnızca, Hıristiyan teolojisine göre gaye olan, Allah yolunda ve
cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır. Materyal mallar mutlak amaç olursa
saplantı haline gelmiş olur. İnsanlar birbirlerine mülkiyet transfer etsinler diye
yaratılmamışlardır; yaratılış bir armağandır ve ancak bir bağ iledir. Yaratılış, eğer Veren
ile alanlar arasındaki bağlar görülmeksizin sadece armağandan ibaret algılanırsa hata
edilmiş olur. Materyal mallar maddeden ötedir; onların bizleri seven Yaratıcı tarafından
verilmiş olmaları itibariyle önemli bir değeri vardır. Maddeler önemli şekilde, tüketen
kişinin maddeleri değerlendirme yöntemindeki faziletine bağlıdır.669
4.
Hıristiyan Öğretisi’nde “insan kardeşini kendin gibi sev” buyrulmuştur.
Dolayısıyla “kendi çıkarını maksimize etme” söz konusu bile olamaz. Böyle bir durum,
“kendisi için istediğini kardeşi için de istemesi”ni gerektirirken hem “bencilliğe” hem
666
Johnston, a.g.m., s.17-19.
Mackay, a.g.e., s.79.
668
Clark, a.g.m., s. 8.
669
Yuengert, a.g.m., s. 32-36.
667
201
de “açgözlülüğe/tatminsizliğe” engel teşkil eder. Homo economicus’un “bencillik” ve
“açgözlülük” aksiyomlarına Hıristiyanlığın cevabını ortaya koyan meselelerden
yalnızca bir tanesidir.
İncil’de kötülük olduğu ve insanı kirlettiği çok net olarak ifade edilen
“açgözlülük”,
Geleneksel
iktisat
teorisindeki
“doyumsuzluk”
aksiyomu
ile
çelişmektedir. Dolayısıyla Hıristiyanlık’ta “çok aza tercih edilir” veya “daha fazla daha
iyidir” iddiası kabul edilemez bir söylemdir. Hıristiyan öğretisi ile çatışmaktadır, İlahi
emirler ile aykırı düşmektedir. Bununla birlikte İncil’de zenginliğin riskli bir durum
olduğuna dair ifadeler vardır.
İncil’de birçok ayette Geleneksel iktisat teorisinin zihinlere dayatmaya çalıştığı
“maksimum zevk, minimum zahmet, peşin ücret” gibi meselelere apaçık ve kesin cevap
olan ifadeler vardır.
İncil’de, bireyciliğin ve bencilliğin tersine paylaşım, dayanışma, yardımlaşma,
yoksulları gözetme konularında da ayetler vardır.
Hıristiyan Batı’nın zihniyet esaslarındaki değişim sürecinde “rasyonelleşme ve
bilimin dinden bağımsızlaştırılması” adına atılan adımlar, bireyciliğin ve alışkanlıklara,
duygulara, adetlere, inançlara dayanmadan dilek düzeylerini karşılama arzusunu ihtiva
eden bir iktisadi davranışın dolayısıyla seküler homo economicus kabulünün
oluşmasında hızlandırıcı etkilere sahiptir. Sorumluluk sahibi bir Hıristiyan perspektifi,
Geleneksel iktisattaki bu patolojik durumun farkındadır ve müspet, kalıcı ve adil
çözümler aramaktadır. Hıristiyan iktisadi doktrinine göre, insanın “dünyaya Allah
tarafından takdir buyurulan bir otorite altında, Yaratıcı’sının şan ve şerefi için ve şükran
için, tüm kabiliyetlerini geliştirip tamamlayabilmek adına gönderilmiş670” olması
sebebiyle ve insanın amacının “dünyevi “zevkleri” ya da “faydayı” maksimize etmek
olmaması671” nedeniyle, materyal malların kullanımı yalnızca, Hıristiyan teolojisine
göre gaye olan, Allah yolunda ve cemaat içinde yaşam için kullanıldığında yararlıdır.
Materyal mallar mutlak gaye değildir ve mutlak gaye olursa saplantı haline gelmiş olur.
Tüm bu bulguların ve analizin neticesinde “Hıristiyanlık Öğretisinin iktisadi boyutuyla
670
671
Clark, a.g.m., s. 8.
Clark, a.g.m., s. 8.
202
tanımlanan insanın, homo economicus olmadığı” ıpatlanmıştır. Bir başka deyişle, homo
economicus
aksiyomları
Hıristiyanlık
Öğretisi’nin
iktisadi
esasları
ile
bağdaşmamaktadır, aykırı düşmektedir.
3.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi
3.4.1. İslami İktisadi Doktrinin Bazı Kaynakları, Temelleri ve Hedefi
Esas olarak vahiyden kaynaklanan ilkelerin incelendiği İslam usul ilmine göre
bilginin temel üç kaynağı vardır; havâss-ı selime (beş duyu), akıl ve sadık(doğru) haber.
Kaynağını beş duyudan alan bilginin evrenselliği kâinatın izafiliği ile sınırlıdır. Sadık
haberin kaynağı ise Kur’an ve Sünnet’tir.
672
İslam, tam bir teslimiyet ile Yüce Olan
Tek Allah’a ve her yerin her şeyin O’nun İlahi Kudreti’ne boyun eğdiğini ifade eden
yeni bir din olarak ortaya çıkmıştır. Allah, Hz. İbrahim (A.S.)’ın inandığı Allah’tır ve
imanın şartları belirlidir. İslam’ı diğer dinlerden ayıran özelliklerinden birisi de din ile
siyaset bilimi arasında ayırım gözetmemesidir. Dolayısıyla hem bir din hem de siyasi
bir kurumdur.
673
Müslümanlar için otorite olarak yol gösterici kaynak Allah Kelâm’ı
olarak Kur’ân, Hz. Muhammed (A.S.M.)’in buyurduğu sözler ve teamülü olarak Hadis
ve Sünnet, ve İçtihat’tır.674
Şeriat’ın mükemmelliği her asır ve dönemde her ülke için geçerli geniş bir
kılavuz olması sebebiyle de açıklanır. Şeriat zamanın ve alanın üstünde olduğu için
yalnızca genel kanunlar içerdiği düşünülmemelidir. Khurshid Ahmad Şeriat’ın
uzanımları, çıkarsamaları ve tümdengelimleri ile spesifik olabilme özelliğine de sahip
olduğuna dikkat çekmiştir.675 Kuran-ı Kerim, bütün din ve ideolojilerin dayandığı
esasların
eksikliklerini
tamamlamıştır.
İnsanın
672
yalnızca ruhuna,
ahlakına ve
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 17,18.
El-Ashker, A., Wilson, R., Islamic Economics A Short History , Leiden-Boston, 2006, Hotei
Publishing, s.30. http://en.bookfi.org/book/1077302
674
Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, s. 177.
675
Ahmad, K., “ “The Concept of An Islamic Economy”- Monetary and Fiscal Economics of Islam,
Selected Papers”, Ed. Mohammad Ariff, International Centre for Research in Islamic Economics,
King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia, FEbruary 2009, s.3.
673
203
maneviyatına değil, siyasi ve iktisadi sahada da nasıl davranacağını açıklayan emir ve
kanunlar getirmiştir.676
Sabahattin Zaim’in ifadesine göre insanların maddi yaşamdan gayesi refah ve
saadettir. Toplumun yapısı ile insanın halet-i ruhiyesi arasında karşılıklı bir ilişki vardır.
Beşeri bilimlerin amacı insanı refah ve saadete ulaştırmak olmalıdır. Bilen gözler için
Kur’an-ı Kerim’de insan, toplum, kainat ve tarih ile ilgili temel kanunlar ve kaideler yer
almaktadır. 677
Neredeyse tüm sistemler (Semavi dinler haricinde) ya bireyci-individüalist- ya
da toplumcu-sosyalist-tir. İslami sistem “birey ile toplumu birlikte”678 kabul etmiştir.
Diğer sistemlerin düşünürleri kendi fikirlerini ifade ettikleri halde “İslam alimleri
kendiliklerinden bir fikir, düşünce veya hüküm ileri süremezler”. İslami iktisat
sisteminin “kendine mahsus” bir karakteri vardır.
679
İslam iktisat sisteminin esasları ve
görüşleri diğer sistemlerin dayandığı esaslardan hem çok farklı hem üstün hem de tektir.
İslâm, Kapitalizm ve Marksizm doktrinlerinin ortak tek noktası üretimin artırılarak
doğadan mümkün olan en yüksek oranda yararlanmaktır680. İslam iktisat sistemi
Marksist ve Kapitalist ekonomik sistemlerinin ortasında kalan uzlaştırıcı bir sistem
değildir. İslam iktisat sistemi insana hem maddi hem manevi alanda başarılı olabilmesi
için tutarlı ve uyumlu bir düzen sağlaması sebebiyle insanı, Geleneksel iktisadi
sistemlerin zihniyet yapısının kabul ettiği gibi “ekonomik yaratık” olarak değil, “sosyalmanevi yaratık” olarak ele alır.681
Bir doktrin kendi ile çatışmayan inanç, hayat görüşü ve duygulara kavuşturan bir
mevkiye muhtaçtır. İslami sosyal doktrin ve mevkii inanç, anlayış ve duygu
676
Eskicioğlu, “ Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.13.
Zaim, S. , “Genç İlim Adamına Nasihatler”, I. Genç Akademisyenler Buluşması Açılış Konuşması, İLEM
Yıllık, Yıl 2, Sayı:2, 30 Haziran 2007, s.9,15.
678
İslami iktisadi insanın aksiyomları bölümünde toplum çıkarı ile bireyin çıkarına İslam’ın bakış açısı
meselesine değinilmiştir.
679
Eskicioğlu, a.g.m., s. 1314.
680
“İslam Ekonomisinde Üretimin Konusu ”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 8 Nisan
2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-uretimin-konusu/
681
Mannan, M.A., “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, Ekonomislam, The
Group of Islamic Economy,27 Mart 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islamda-sermaye-teorisi-vefaizsiz-bir-ekonomi-olanagi/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
677
204
unsurlarından oluşmaktadır. İnanç unsuru bir Müslümanın kainatı algılayışını
belirlerken, İslâmi iktisadi doktrine göre tavır almasını sağlar682. Anlayış unsuru inancın
açıklığa kavuşturduğu genel görüşler açısıyla eşyanın yorumlanmasını, duygu unsuru
ise anlayışların gelişimine katkıda bulunur. Belirli bir realite karşısında İslami
anlayıştan kaynak bulan hissiyat belirlenir. Bu üç unsur toplum için uygun ortamı
hazırlama hedefi ile ortak çalışır.683 İslami dünya görüşü üç temel kavram üzerinde
durur. Bunlar Tevhit ( Allah’ın Birliği), Halifelik ( insanların yeryüzündeki eşyanın
yöneticisi olması ve bunlardan sorumlu olması) ve Adalettir. Bu kavramlar arasında en
önemlisi Tevhit’tir; çünkü diğer ikisi mantıksal olarak bu kavramdan türemiştir. 684
Tevhit anlayışına göre kainat Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır. Tek
ve Bir olan Allah, her şeyi bir maksat ile yaratmıştır. Bu maksat insanın bir parçasını
oluşturduğu kainatın var oluşuna mana ve değer vermektedir. İrade, akıl ve ahlaki bilinç
sahibi olarak insan Allah’a itaat etmelidir.685
Yeryüzünde insanın halifelik görevi vardır. Enam Suresi 165. Ayette “O, sizi
yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi
sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası
çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
buyrulmuştur. Kullanıma verilen kaynaklar birer sorumluluktur. Hadıd Suresi 7. Ayette
“Allah'a ve Resülüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah
yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar
için büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur. İnsanları yaratan Allah olduğu için,
insanların doğaları, zayıf ve güçlü yönleri hakkında mükemmel ilim sahibidir. O,
insanların yapıları ve ihtiyaçları ile dengede olmaları için onlara yol göstermiştir.
Peygamberler (A.S.) aracılığıyla insanlara rehberlik edecek değerler, davranış kanunları
ve din göndermiştir. İnsanlar, Allah’a hesap verecek ve Allah’ın onlara gösterdiği yolu
izlemekteki
uyumluluk
derecelerine
682
göre
ödüllendirilecek
veya
Es Sadr, M. B., “İslam Ekonomisindeki Bazı Bağlantı Örgüleri”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 31 Mayıs 2011, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisindeki-bazi-baglanti-orguleri/
(İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
683
Es Sadr, M. B., “İslam Ekonomisi Bütünden Bir Parçadır”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 31 Mayıs 2011, s.1-2. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisi-butunden-bir-parcadir/
(İslam Ekonomisi Taim ve Tedkik Merkezi)
684
Chapra, Islam and Economic Development, s. 5.
685
Chapra, a.g.e., s. 5.
205
cezalandırılacaklardır.686 İnsanlar ervah âleminde yeryüzünde Allah’ın halifesi olmayı
kabul etmişler ve böylelikle bir emanet almışlardır. İnsana verilen vücut, mal, mülk,
aile, komşu, çevresindeki canlılar emanettir. Elmalı insan için “Allah’ın hukuk emini”
ifadesini kullanmıştır.687
Adaletin sağlanabilmesi için Allah, Peygamberleri aracılığıyla buyruklarını
bildirmiştir. Hadıd Suresi 25. Ayette “Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle
gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine
getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri
yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resüllerine gayba
inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”
buyrulmuştur.688
İslam, hüküm süren sistemlerden farklı bir sistemi tasavvur eder. Kökü İslami
öğretiye (Şeriat) dayanan bu sistem dünya görüşünü, hedeflerini ve stratejilerini de
belirlemektedir. İslam’ın hedefleri günümüzün en nüfuzlu seküler sistemlerinden farklı
olarak materyalist değildir. İslam kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet ve tüm insanların
hem maddi hem manevi ihtiyaçlarının dengeli ve ölçülü tatminine önem verir.689
Bir ekonomi eğer beşeri ve materyal kaynakların toplam potansiyelini, iktisadi
istikrarın ve gelecekteki sürdürülebilir büyüme oranının makul seviyesini tutturarak,
ihtiyaçların karşılanması amacıyla erişebilinecek en üst düzeydeki mal ve hizmetlerin
üretiminde kullanma kabiliyetine sahip olmuş ise bu ekonominin optimum verimlilik
düzeyine eriştiği söylenebilir.
Bir ekonomi eğer, iş motivasyonunu, tasarrufu,
yatırımları ve teşebbüsü olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde, üretilmiş mal ve
hizmetlerin dağılımını her bireyin ihtiyaçları yeterli miktarda karşılanacak kadar
gerçekleştirmiş ise ve servet-gelir dağılımında eşitlik sağlayabilmiş ise, bu ekonominin
686
Chapra, a.g.e., s. 5-6.
Eskicioğlu, O., “İslam Ekonomisinin Mülkiyet Anlayışı”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 31 Ocak 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinin-mulkiyet-anlayisi/ (İslam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
688
Chapra, Islam and Economic Development, s. 7.
689
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 6.
687
206
optimum hakkaniyet düzeyine eriştiği söylenebilir. En akılcı yaklaşım her ikisine birden
erişmiş bir ekonominin sağlanmasıdır.690
Ancak iktisat literatüründe “verimlilik ya da hakkaniyet” demektedir. Bununla
birlikte en basit haliyle iki kişi ve bir maldan oluşan bir ekonomide söz konusu malın
tüketiminde optimum verimlilik açısından malın tamamının tüketilmesi önemlidir.
Yalnızca bir kişi malın tamamını tüketmiş diğeri hiçbir pay almamış olsa bile bu
paylaşım verimlidir. Ancak hakkaniyet sağlanmamıştır.
Geleneksel iktisadi zihniyet ağırlıklı olarak bu malın tüketiminin “verimli olup
olmadığı ile ilgilidir”. Bu maldan ( bu malın bir pasta olduğunu varsayalım) pay alanlar
ile veya kimin ne kadar payı niye aldığı ile ilgisi pek yoktur. Ancak paylaşım verimli
şekilde tamamlandıktan sonra “adil gelir dağılımı” üzerine tartışmalar yapar.
Gelişmekte olan ülkeler kadar zengin kapitalist ve sosyalist ülkeler de, seküler
Aydınlanma dünya görüşüne dayalı stratejiler marifetindeki verimlilik ve hakkaniyet
hedeflerini eş zamanlı olarak kavramakta kabiliyet gösterememişlerdir. Müslüman
Dünyasının adapte olacağı sistem sadece dengesizlikleri ortadan kaldırmakla
yetinmeyecek verimlilik ve hakkaniyet hedeflerinin eş zamanlı gerçekleşmesini
sağlayacak kaynakların dağılımını gerçekleştirecek kabiliyette olmalıdır. Sistem
katılımcılarının prensiplerine bağlı kalmaları konusunda motive edecek ve katılımcıların
yalnızca kendi menfaatleri için değil toplumun menfaati için elinden gelenin en iyisini
yapmalarını sağlayacak kapasitede olmalıdır. 691
Sanayileşerek dünya hâkimiyetini sağlamış olan Batı, sömürgeleştirme
aktivitelerini medenileştirme olarak değerlendirmektedir. Eski Yunan ve Eski Roma’da
“kendilerinden olmayanlara barbar denmesi” gibi Batı zihniyeti kendisine dâhil
olmayanlar için az gelişmiş ifadesini kullanmaktadır. Batı’ya göre gelişmişlik kıstası
kişi başına düşen gelirdir. İstihdam, adil gelir dağılımı, toplumsal refah gibi kıstaslar
dikkate alındığında Batılı birçok ülke az gelişmiş olarak değerlendirilebilirken, Batı
tarafından az gelişmiş olarak değerlendirilen birçok ülke Batı gibi sanayileşmekten
başka seçenekleri olmadığına inanmışlardır. Kalkınma ile ilerlemek isteyen “az
690
691
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 3.
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 199.
207
gelişmiş” ülkelerde “ihtiyaçlar sun’î olarak artırılmakta” ancak üretim kapasiteleri bu
artışa yetmemektedir.692
Müslüman ülkelerin baskın ideolojisi İslam değil, feodalite, kapitalizm ve
sosyalizm karmasından oluşmuş bir sekülarizm halindedir. İslami iktisadi sistem
Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hüküm sürmemektedir. Müslüman
ülkeler iktisadi sorunlarını hakim sistemlerin seküler perspektiflerinin geliştirdiği
politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.693
Faizden bağımsız bir ekonomi çoğunlukla kredi bazlı-kapitalist ekonomileri
inceleyen Neoklasik ve Keynesyen makroekonomik modellere göre oluşturulabilir694.
Ancak ideal olanı bu değildir. Çünkü belirli bir dünya görüşüne ait esasların farklı bir
zihniyete dayanan modellere göre değerlendirilmesi “yırtılmak üzere olan bir kumaşı
farklı mahiyetteki bir kumaş ile yamamak” gibidir.
Bu
sebeple
İslam
iktisadının
da
neoklasik
İslami
iktisat
olarak
değerlendirilmemesi gerekir. İslami zihniyeti benimsemiş insanın iktisadi davranışlarını
Batı kültürünün faktörleri belirleyecek olursa zihni berrak olmayacağından tercihleri de
çelişkili olacaktır.695
İslam ekonomisi eski çağlara geri dönüş ve yabancı bir olgu olarak
algılanmamalıdır. Aksine modern etik finans ve sosyal sorumluluğa dayalı yatırım
hareketleri ve sadece finansal getirileri ile değil paralarının nasıl kullanıldığı ve kaynak
dağılımındaki olası etkileri ile alakadar olan yatırımcıların bulunduğu İslami finans
arasında paralellik vardır.696 Bireyin yaşamının ihtiraslarına bağlı olmaması ve bunların
uşağı olmaması gerekmektedir. İslam iktisadı insanı kamil bir varlık derecesine
yükseltir. İslam maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetirken,
materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia
692
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 160,162.
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 9.
694
Zangeneh, H., “A Macroeconomic Model of an Interest-free System”, The Pakistan Development
Review, 34:1 (Spring 1995) pp. 55-68, s.55.
695
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam iktisadı, s. 8.
696
Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 179.
693
208
etmişlerdir.697 İktisadi motivasyonu bireyin materyal tatmininin maksimizasyonu olarak
gören faydacı yaklaşımı İslam iktisadı reddeder. Samimi Müslümanlar için, insanın
hedefi Allah’a hizmet etmektir. Materyal malların elde edinimi amaç değil araçtır.698
Geleneksel iktisat teorisi savunucuları; varsaydıkları “akılcı adamın” ve bencil,
sadece kendi çıkarının maksimizasyonu hedefinde yaşayan bireylerin dayandığı
davranış ilkesinin, inanç sistemine bağımlı olarak yaşayan bazı toplumlarda
bulunmamasının az gelişmiş olmalarının nedeni olarak ileri sürerler. Çünkü varsayılan
“akılcılık” ilkesi, iktisadi davranışlardan ahlaki ve dini değerlerin ayrılmasına sebep
olmaktadır. Dini ve ahlaki değerlere bağlı olarak yaşayan toplumların, hakim görüş
tarafından akılcı olmamakla dolayısıyla piyasa ekonomisinin gelişme şartlarına uygun
davranışlar sergileyemeyecek olmakla nitelendirildiği bilinmektedir. (Bununla birlikte
İslam Ekonomisini tam anlamıyla uygulayan bir ülke bulunmamaktadır.) Akılcı
evrensellikle bencilleşen insan toplulukları, varsaydıkları akılcılık sayesinde değil,
dayandıkları bu varsayımları ileri sürmeden önce yaşadıkları bölgede varolan şartlardan,
aynı dönemlerde inanç sistemine bağımlı toplulukların manevi ve maddi birtakım
ihmallerinden, bu toplumların yaşadığı bölgenin jeoekonomik koşullarından ve geçirmiş
oldukları tarihi süreçlerden dolayı bugün “kendilerine göre gelişmiş ancak periyodik
olarak krizde” şeklinde nitelendirilebilir. Nitekim bu asırda, “akılcılığı” savunan
sözkonusu bu toplumların içinden çıkamadıkları ekonomik ve sosyal krizlerle başbaşa
kaldıklarını ve kalıcı bir çözüm bulamadıklarını; teorilerinin aleyhlerine geliştiği
gözlemlenmektedir.
İktisadın hedefi maddi eğilimlerin tatmininden ziyade bunlara esir olunmasını
engellemek olmalıdır. Ekonomik aktiviteler insanın yaratılış gayesi olan ibadete mani
olmamalıdır. Zariyat Sûresi 56. Ayette, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.” buyurulmuştur.699
Bir Müslümanın iktisadi davranışlarını Batılı manada rasyonalite anlayışı
yönlendirmez. Çünkü Batı kültürüne dayanan Geleneksel İktisadi zihniyet iktisadi
697
Cemal, M.A., İslam İktisadının Üstünlüğü, Hilal Yayınları: 76, Mütercim: Ali Rıza Temel, İstanbul,
1971, s. 16.
698
Wilson, R. “Islamic Economics and Finance”, s. 180.
699
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
209
insanın- homo economicus-dünyevi kazanç için kendi çıkarını maksimumlaştırmayı
hedeflediğini iddia etmektedir. 700 Bu zihniyete göre her birey bu şekilde davrandığında
toplum için en iyi sonuca ulaşılacaktır. Ayrıca homo economicus’un tam bilgiye sahip
olduğu, hata yapabildiği, ancak aynı hatayı ikinci kez yapmadığı varsayılır. Bunlar
Geleneksel iktisat teorisi tarafından homo economicus’a atfedilen rasyonalite
prensipleridir.
“İslami akılcılık” için aşağıdaki maddeler sıralanabilir:
1. Her türlü tedbir alınır, sonra Allah’a tevekkül edilir.701 Ve “akıl ile
bulunamayanlar nakil (külli akil)702 ile çözülür.”703 Külli akıl ile kastedilen
vahiydir. Kâinatın tüm zamanlarında ve tüm insanlar için konmuş mükemmel
kurallardır. “Kusurlu, aciz ve çok muhtaç”704 olan insanın, kendisinin sınırlı
kullanabildiği ( bazen de kullanamadığı) cihazlarından biri olan akıl inanç
merkezi değildir.
2. Toplumun menfaati bireyin menfaati ile çatışıyorsa toplumun
menfaati tercih edilir.705 Prof. Faruk En-Nebehann İslam Hukukunun ana
hedefinin fayda, ihtiyaç ve zaruret açısından toplumun çıkarının tahakkuku
olduğunu ifade etmiştir. Bir mal sahibinin yaptığı tasarruf bu ana hedef ile ters
düşerse mal sahibinin yaptığının batıl olacağını söylemiştir706. İslam’da bir
ağacın üzerindeki meyvelerin olgunlaşmadan satılması yasaklanmıştır.707 İnsana
ve topluma birlikte değer verilir. Bununla birlikte toplumsal zarar ile bireysel
zarar karşılaştırıldığında bireysel zarar tercih edilir708. Ayrıca belirtmek gerekir
ki, İslam’da “bir ferd dahi feda edilmeden umumun selametinin sağlanması”
esastır. Umumun selameti ile birlikte, o umumu oluşturan her bireyin selameti
700
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
702
Bilgi için Bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Küçük Sözler, Envâr Neşriyat, ÇemberlitaşOnikinci Baskı, İstanbul,2012, s. 91.
703
Orman, S. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul 2007, s. 50.
704
Bilgi için bkz. Said Nursi, Sözler, s. 41.
705
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
706
Cemal, a.g.e., s. 27.
707
Hasanuzzaman, S.M., “The Economic Relevance of the Sharia Maxims (al Qawaid al Fiqhiyah)”,
Centre for Research in Islamic Economics, Scientific Publishing Centre King Abdulaziz University,
Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics
Research Centre Published on net 2007, s.23.
708
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, Dergâh Yayınları, Ekim 2008, s.59
701
210
de feda edilmeden sağlanmalıdır. Umumun selameti için ferdin rızasının
alınması gereklidir.709 İslam, toplumun refahının maksimizasyonu şartını,
toplumu oluşturan hiçbir bireyin refahının feda edilmemesi kadar ileriye
götürmüştür.710
Kur’an’ın
insan-ı
kâmil
kabulünde
“kişisel
çıkarların
maksimumlaştırılması esası” çelişki teşkil eder. İslam toplumsal ve bireysel
menfaatlerin değerlendirilmesinde kusursuz esaslar711 ortaya koymuştur.
3. “Akılcılığın”, “rasyonel insan aynı hatayı tekrar etmez” prensibi, 14
asır önce İslam Peygamberi tarafından tanımlanmıştır!712Buna rağmen bazı
akımlar ve doktrinlerce din ile bilimin çelişki içinde olduğuna ve dini ve ahlaki
prensiplerin akılcılıkla çatıştığına dair yanlış zihniyet esasları oluşturulmuştur.
4. Kur’ân’a göre akıl sahibi olanlar “kâr-zarar” hesabı yaparlar.
Geleneksel iktisatta karını maksimum, zararını minimum yapma meselesi, yani
bir nevi maksimizasyon ( genellikle optimizasyon) problemidir. Çoğunlukla çok
değişkenli ve dinamik olarak (günlük hayatta da farkında olmadan basit düzeyde
yapılan) yapılan optimizasyon Geleneksel İktisat Teorisinde sadece dünyevi
maksat ile yapılırken, İslam’da hem dünyevi hem Ahiret ile ilgili meseleler için
yapılır. Çünkü dünyevi çok menfaat getiren bir tercih Ahiret için fayda
getirmeyebilir veya dünyevi çok menfaat getiren bir tercih Ahiret’te az ya da çok
zarar getirebilir. Dünyevi az fayda içeren bir tercih Ahiret’te daha çok fayda
getirebilir. Buna ilave olarak dünyevi zarar getiren bir tercihin Ahiret’te karşılığı
büyük bir mükâfat olabilir…
Ayrıca hangi tercihin ne kadar menfaat ya da zarar getireceğini Allah
belirleyip insanlara bildirmiştir. Buna göre bir Müslümanın tercih yaparken
709
Kur’an tefsirinde, “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun
selâmeti için feda edilmez.”, “Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin
rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez.” denilmiştir. Bkz. Said Nursi, Risale-i Nur
Külliyatından Mektubat, Envar Neşriyat, Sekizinci Baskı, İstanbul, 2011, s.53,54.
710
Bkz. “İslami iktisadi doktrine göre Homo Economicus’un Analizi, Birinci Netice, 14. Madde”
Bkz. “İslami iktisadi insanın aksiyomları” bölümü.
712
“Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)” (Buhârî, Edeb, 83;
Müslim, Zühd, 63.) http://www.kurandan.com/db/40hadis.htm
711
211
dikkate alacağı kıstaslar ilk olarak Allah’ın bildirdiği bilgilerdir. İktisadi yaşam,
Yaratıcı tarafından programlanmış kainat düzeninin bir parçası olduğundan
iktisadi tercihleri etkileyecek öğreti ve meseleler de Yaratıcı tarafından
belirlenmiş ve insanlara iletilmiştir.
Ömer
ibn
Hattab
Peygamber
(A.S.M.)’ın
şöyle
buyurduğunu
duyurmuştur: “Yapılan hertürlü işler kişilerin niyetlerine göre değer bulur.
Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre bulur. ”(Buhârî, Bedü’l Vahy 1;
Müslim, İmârât 155)713
Bakara Sûresi 13. Ayette “Onlara, "İnsanların inandıkları gibi siz de
inanın" denildiğinde ise, "Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?" derler. İyi bilin
ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.”, Enam Sûresi 32.Ayette “Dünya
hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”,
İbrâhim Sûresi 52.Ayette “Bu Kur'an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak tek
ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir
bildiridir.” , Sâd Sûresi 29.Ayette “Bu Kur'an, âyetlerini düşünsünler ve akıl
sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”
buyrulmuştur. “Akıl” kelimesinin geçtiği başka birçok ayet vardır.
3.4.2. Ortadoğu-İslam
Dünyasındaki
İktisadi
Tarihsel
Gelişim
Çerçevesinde Zihniyet Esasları ve Uygulamaları
Çalışmanın bu bölümünde, tarihte İslam ekonomisinin uygulama sahasına konu
olmuş devletlerin sadece belirli bir kısmı ele alınmış; söz konusu devletlerin Batı
medeniyetinin teşekkülünü sağlayan iktisadi faaliyetlerine etki eden faktörlerin bir
kısmı konu olarak ele alınmıştır. Çalışmanın bu kısmında hedef olarak İslam iktisadının
tarihinin incelenmesi alınmamıştır. “Batı zihniyetine dayalı İktisadi düşünce”nin
713
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.2.
212
oluşumunu sağlayan sebeplerin anlaşılabilmesi açısından, Avrupa’yı etkileyen Orta
Doğu-İslam dünyası ile olan etkileşimin ortaya konması esas tutulmuştur.
3.4.2.1. İslam Medeniyetinin Temel Değerleri ve Rönesans Öncesi
Avrupa Medeniyeti ile Mukayesesi
İslam medeniyetinin hâkimiyeti Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinin yaşadığı
yerlerle birlikte Orta Asya, Hindistan ve Endülüs’ e kadar Eski Yunan ve Roma
medeniyetlerinin yaşamadığı yerleri de kapsamıştır. Bu geniş medeniyetin hakimiyeti
altında iktisadi, sosyal, siyasi düşünce bakımından yüksek seviyede canlılık yaşanmıştır.
Batı Dünyası Eski çağ doktrinlerini İslam düşünürlerinin katkıları sayesinde
keşfedebilmiştir.714 İslâm iktisadiyatı için Marc Bloch, XIII. yüzyılın ortalarına kadar
Batı üzerinde “gerçek bir üstünlüğe sahip olduğunu” ileri sürmüştür715.
Akdeniz hakimiyeti Hıristiyanlara Müslümanlardan geçmiştir. Doğu ticareti
Haçlı Seferleri ile başlamıştır. Bunun sonucunda Avrupa’da ekonomik ve medeni
gelişme başlamıştır. Anadolu Doğu-Batı ticaretinde köprü rolünü almıştır.716 Atlas
Okyanusu’ndan Çin sınırlarına kadar uzanan ve Hint Okyanusu’ndan kuzeyde Hazar
Denizi’ne kadar gelen İslam ortak pazarı yoğun ticari faaliyete konu olmuştur. Uzun
süre Uzak Doğu-Avrupa ticareti İslam medeniyetinin hâkimiyeti altında yürümüş,
iktisadi ve kültürel etkileşim yaşanmıştır. İlk İslam devletlerinde uygulama bulan
iktisadi politikalar, Haçlılar aracılığıyla Avrupa’yı etkilemiştir.717 İslam ülkelerinin
ticareti Akdeniz, Uzak Doğu, Hint, Asya ve Avrupa arasında önemli role sahip
olmuştur. Suriye ve Endülüs kentlerinde değerli ticaret malları, Musul ve Şam’ın
dokumaları bütün dünyada tanınmıştır. Halı, dericilik, kağıtçılık, madencilik, silah
endüstrisi, şeker, rasat aletleri, saat imali, matematik aletleri, teraziler ticarete konu olan
mallardandır. Basra Körfezinden ve Kızıldenizden, Doğu Afrika ve Hint Dünyası ile
ticari ilişkiler geliştirilmiştir. Hint Dünyasından değerli mücevherat, Keşmir’den
714
Yalçın, a.g.e., s. 100.
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.84
716
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 31
717
Tabakoğlu, a.g.e., s. 23
715
213
kumaşlar, Tibet’ten tıbbi malzemeler getirilmiştir.
718
Ticaret yolları üzerinde hanlar,
kervansaraylar yapılmış, İslam tüccarları “poliçe” olarak adlandırılan ticaret senetlerini
icat etmişlerdir. Mal ve insan akımlarının böylesi yoğun ve canlı olduğu ortamda, barış
ve istikrarlı bir sosyal ve siyasi ortam sağlayan İslam dininin, ticaret, mülkiyet, gelir,
faiz, para, ücret gibi iktisadi konularda koyduğu kurallar çerçevesinde düşünceler ve
doktrinler geliştirilmiştir. Hz. Muhammed’in (A.S.M.) bizzat ticaretle uğraşmış olması
İslam’ın dünyevi meseleleri de düzenleyen bir din olduğunun bir göstergesidir.719
İslam iktisadı, Emeviler ve Abbasiler’de, Ortaçağ’da Türk Devletlerinde,
Selçuklular ve Osmanlılar’da uygulama bulmuştur. İslam ekonomisinin temeli Kur’an
ve hadislere dayanmaktadır. “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir” kuralına
dayanarak özel koşullarda farklı yorumlanabilen ilkeler doğrultusundadır. 720 Arap-İslam
toplumunun en temel ilkesi “adalet”tir. Adalet hukukta, siyasette, ekonomik ve sosyal
ilişkilerde ve başka çeşitli alanlarda kendini göstermiştir. Adalet düşüncesi, ekonomik
ilişkilerde özellikle servet yığma, başkasına tahakküm, sömürü, riba, tekelcilik gibi
konularda görünmüştür. Başkasına zarar vermeme koşulu ile sağlıklı ve şerefli
yollardan çalışmanın saygınlığı üzerinde durulmuştur.
721
Sosyal yönden adalet
düşüncesi, kardeşlik722, hoşgörü, düşünceye saygı biçiminde temsil bulmuş, toplumun
önemli değerlerine dikkat edilmiştir. Çalışma ve hizmet etme dışında bir üstünlük
kıstasına yer verilmemiş, yıkıcı eğilimler önlenmiştir.723 İslam medeniyetinde sosyal bir
kuvvet olan Ahilik, meslek statülerinin ilişkilerini düzenlemekle birlikte toplumda
dayanışma, yardımlaşma, dürüstlük, cömertlik gibi ahlaki değerleri dini kurallara uygun
şekilde düzenleyen “Fütüvvet teşkilatlarıdır”. Devlet, tüketicinin sömürülmemesi,
fiyatlarda ve maliyetlerde, ölçü ve tartılarda adaletin sağlanması gibi konularda esnafı,
bu teşkilatlar ile işbirliği yaparak denetlemiştir.724
718
Yalçın, a.g.e., s.104-105.
Yalçın, a.g.e., s.105.
720
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 23,24,26
721
Duri, İslam İktisat Tarihi, s.112,113
722
Kur’an-ı Kerim, Haşr Sûresi’nde, 9. Ayette “Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin
ta kendileridir.” buyrulmuştur.
723
Duri, a.g.e., s.114-115.
724
Yalçın, a.g.e., s.112-113.
719
214
İslam uygarlığının toprakları genişledikçe, ordu büyüdükçe, devletin ihtiyaçları
da artış göstermiştir. Elde edilen toprakların düzenlenmesinde “ikta rejimi” sisteminin
yerleşmesi sağlanmıştır. Bu sisteme göre topraklar devlet hükümdarının emrinde olup,
bazı kimselere ya da kurumlara bir hizmet görülmesi karşılığında verilebilmiştir.725
İslam Peygamberi, mülkiyet edinmeyi haklı bir kurum olarak görmüş ancak
“çalışarak kazanma” meselesine önem vermiştir. Ancak elde edinilen maddi imkânların
İslam dini tarafından belirlenmiş meşru dairede kazanılmış olması gerekmektedir.726
Mirasın bölüşülmesi emredildiği için servet sınırlı ellerde yığılmamış ve adalet
sağlanmıştır. Güçsüzlerin güçlüler üzerinde belli hakları olduğundan, zekat ve bağış
yoluyla servet dağılımı üzerinde denge ve adalet sağlanmıştır.727
İslam medeniyetinde bilime değer verilmiş, öğrenciler cesaretlendirilmiş ve
onlara burslar bulunmuştur. Ayırım yapılmadan öğrenim fırsatları verilmiştir. Bilim
adamları saygı görmüştür.728 Başta matematiksel ve astronomik bilimler olmak üzere
hikemi ilimler, Müslümanlar arasında Hicret’in ikinci ve Miladi takvime göre 8.yüzyılın
sonlarında Ebû Cafer el-Mansûr zamanında öğrenilmeye başlanmıştır. Yunanlılardan
elde edilen çeşitli kaynaklar Arapçaya tercüme edilmiş, bilim ve fenlerin öğrenilmesi
Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır. İbn Haldûn’a göre tercümesi ilk yapılan
eser Kitab-ı Öklides olmuştur. Ebû Cafer el-Mansûr’un halefleri felsefe ve matematiksel
ilimlerde donanımlı ve Yunan lisanına hakim kişileri Yunan eserlerinin Arapçaya
tercümesi için toplamıştır. Bağdat’ta Okullar ve Kütübhâne’nin tesis edilmesi ile
bilimler yayılmış, maarif ve sanayi etkin şekilde gelişmiştir. Bu gelişme hakkında
Hârûn el-Reşîd’in Charlemagne’a gönderdiği güzel hediyeler içinden, o zamanlarda bir
benzerinin görülmemiş olduğu “çalar su saati” ilginç bir örnek teşkil etmektedir. 729
Din ile aklın uzlaştırılması hususunda İslam filozoflarının fikirleri, Ortaçağ
Avrupa’sına büyük ses getirmiş ve fikir alanında büyük gelişime sebep olmuştur.
725
Yalçın, a.g.e., s.109.
Yalçın, a.g.e., s.105-106.
727
Duri, a.g.e., s.114
728
Duri, a.g.e., ,s.115
729
Zeki, S., “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi”, (“Remzi Demir ve Ali Rıza Tosun, “Salih Zeki
Bey’in “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi” Adlı Makalesi”), Ortaçağ İslam Dünyası’nda Bilim ve
Teknik (Makaleler), Editör: Yavuz Unat, Lotus Yayınevi, Ocak 2008, Ankara, s. 21,23.
726
215
Avrupa’da kullanılan Arap rakamları, Romen rakamlarının yerine geçmiştir. “Algebra”
(el-cebr), “betelgeuse” ( beytü’l-cevze) ve “cenit”(essemt) terimleri Müslümanlardan
gelmiştir.730
Toledo Başpiskoposu Raimund’un kurmuş olduğu akademi Bağdat’ta bulunan
Beytülhikme benzeridir. Akademide Müslüman ve Hıristiyanlar felsefe, astronomi,
edebiyat, coğrafya, tarih matematik, tıp ve kimya gibi alanlarda birçok eseri Arapçadan
Latinceye çevirmiştir. Ayrıca 7./ 13. yüzyılda İşbiliyye ve Mürsiye’de de benzeri
akademiler kurulmuştur.731İslam Medeniyeti’nin başlarında meşhur olan râsıt Ahmed
ibn Muhammed el-Nihâvendî, Cündişapur şehrinde birçok rasat yapmış, 803 senesinde
bulgularını içeren el-Müştemil adında bir eser ortaya koymuştur.732
Dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat’ta ararlında Aristoteles, Galenos,
Euklides, Apollonios’un bulunduğu Yunan bilim adamlarının eserleri hakkında
tartışmalar yapılmıştır. Maarifin gelişmesinde Hârûn el-Reşîd’in oğlu Me’mûn nâmdâr
olmuş, asrın ilim sahiplerini ve filozoflarını toplayarak bilimlerin ve fenlerin
gelişmesine katkıda bulunmuştur. Me’mûn Dönemi’nde meşhur matematikçilerden
Ebu‘ Abdullah Muhammed ibn Mûsâ el-Hârizmî’nin Kitâb el-Muhtasar fi Hisâb elCebr ve el-Mukâbele adındaki eseri Avrupalılar’ın eline geçen kitaplardan olmuş,
Avrupa’nın Karanlık Çağı’nda yaşamış olan matematikçi Fibonacci ve aralarında Lucas
de Burgo, Tartaglia, Cardano, Ferrari gibi matematikçilerin bulunduğu Rönesans çağı
bilim adamlarının eserlerine temel ve kaynak olmuştur. Astronomi bilimine de hizmet
vermiş El-Hârizmî’nin eserlerindeki denklemlerin çözüm metodu Yunan eserlerinde
veya Hint eserlerinde bulunmamaktadır. Avrupalılar arasında, “Algoritme” adı verilen
sayılardan bahseden bu matematik dalının ismi, cebir kitabının yazarının bulunduğu
şehir olan Hârizm’den gelmektedir. Sâbit ibn Kurre, Kitab-ı Öklides ve Kitab-ı Mecistî
gibi matematik ve astronomi bilimlerinin temellerini düzeltmekle kalmamış, bunları
yeniden Yunanca metinlerinden tercüme ederek, hikemi ve matematiksel ilimlerin Arap
lisanına aktarılmasında hizmet vermiştir. 18. Yüzyılda matematikçi Euler’in bulmuş
olduğu metoda benzeyen bir şekilde Dost Sayıların çıkarılmasını Sâbit ibn Kurre sekiz
730
Şeyban, a.g.e., s.101
Şeyban, a.g.e., s.100-101
732
Zeki, a.g.m., s. 24
731
216
buçuk yüzyıl önce keşfetmiştir. Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Battânî, astronomik
problemlerin çözümünde kullanılan trigonometri dalında, yayların kirişleri yerine
sinüslerini kullanmıştır.733
Onuncu yüzyılda, El-Bîrûnî matematiksel coğrafyaya hizmet vermiş önemli bir
şahsiyettir. Trigonometride dairenin yarıçapını 1 sayısı ile gösterip tekrar daire
çevresinin buna göre değerini belirleyen ve “dik açılı üçgenlerde açı sinüslerinin ilgili
kenarlar ile orantılı olması konusundaki şöhretli teoremi keşfedip ufkun alçalması ile
yer meridyeninin uzunluğunu hesaplayan”, İslam filozoflarından El-Bîrûnî olmuştur.734
İktisadi düşünceye katkısı olan İslam filozoflarından biri Farabi’dir. İhtiyaçların
farklı olması sebebiyle insanlar arsında iş bölümü ve topluluklar arası iş birliğinin
olması gerektiğinden bahseden Farabi, özel mülkiyeti kabul etmiş ancak ortak
mallardan toplumun bütününün yararlanması gerektiğini ilave etmiştir.735
İmam-ı Gazali’nin iktisat felsefesi ise O’nun, insanların iyi bir dini-ahlaki
yaşama kavuşturulması olan asıl ilgi alanı ile ilgisi derecesinde olmuştur. İktisadi
yaşamın insanda dini saikin zayıflamasına neden olmaması için arzuları ifrat ve tefritten
arındırarak orta yol haline getirmek gerektiğini ifade etmiştir. Ahlaki terbiyenin hedefi
Allah ile insan arasındaki engellerin kaldırılmasıdır. Ahlaki terbiye ile arzuların tatmin
edilmesi isteğinin özü yerinde duracak ancak ahlaki terbiyenin amaç değil yalnızca bir
araç olması sebebiyle hedefe ulaşıldığında bunun bir hükmü kalmayacaktır. Aksi
yöndeki aşırılıklar dengeye getirilip itidalli yol tutturulduğunda, bu aşırılıkların bir
niteliği kalmayacaktır.736 (İmam-ı Gazali’nin çalışmanın bütünlüğü ile ilgili olabilecek
düşünceleri yine çalışmanın ilgili bölümlerinde aktarılmıştır.)
İslam filozoflarından İbni Haldun, iklim koşullarının toplumların gelişmişlik
seviyelerini etkilediğini belirten ilk düşünürdür. Adam Smith ve David Ricardo’dan üç
yüz elli sene evvel, üretimin esas unsurunun emek olduğunu ifade eden İbni Haldun’un
sözleri bir malın ve kazancın değerinin onu ortaya çıkaran emeğe bağlı olduğu
konusundaki görüşünü ortaya koyması ile “emek-kıymet teorisi”nin öncüsü
733
Zeki, a.g.m., s. 24, 27-28, 30-31, 33
Zeki, a.g.m., s. 39-40
735
Erim, a.g.e., s.9.
736
Orman, a.g.e., s. 57, 60-63.
734
217
sayılabildiği ifade edilmektedir.
737
Bununla birlikte iktisat teorisinde Laffer Eğrisi
olarak bilinen vergi oranları ile vergi gelirleri ilişkisini ilk ifade eden İbni Haldun
olmuştur.
İslâm’ın eski Yunan, Roma, İran, Türk ve Hind kültürlerinin mirasçısı olmasıyla
birlikte Batı medeniyeti de İslam’dan feyiz almıştır. İslâm'ın yaygınlaşması, eski Yunan,
Hind ve İran tercümeleri ve hızlı şehirleşmenin neticesi ile “kaynağını Kur’ân ve
Sünnette bulan çeşitli ilimlerin sistemleşmiştir.”
Avrupa'da arkeolojik kazılarda
“üzerinde kufi yazıyla 'Bismillah' yazılı bronz bir haçın” bulunmuş olması İslâm'ın
kültürel yayılma sahasının genişliğinin bir göstergesidir.738
3.4.2.1.1. Emeviler döneminde İslam iktisadının uygulamaları
Emevilerin zamanında İslam Saltanatı kemale ermiş739,
dünya kara ticareti
Müslümanların eline geçmiştir. Fütuhatın genişe yayılmasıyla, ganimetlerde çoğalma
olmuş ve ticari yollar Müslümanların eline geçmiştir. Fethedilen yerlerde halk
İslamiyet’e ısınmış, Araplar ve yeni Müslüman olanlar barış fikriyle yaşayarak ticaret
ve ziraat yaşamına geçebilmişlerdir. Böylelikle İslam ortak pazarı zemininde iktisadi
refah seviyeleri gelişmiştir. 7. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Bizans dinarlarının
piyasadan kalkmasına neden olan ilk İslam paraları, Emeviler döneminde, Abdülmelik
zamanında740 basılmıştır. 741
Emeviler döneminde darbedilen İslâm gümüş parası (dirhem) ve altın parası
(dinar) ile İslâm dünyasında bimetalizm yeniden canlanmış, zamanla tüm İslâm
ülkelerinde kabullenilmiştir. Ticaretin gelişimi finans sistemini de tetiklemiş, Beytü'lmal ihtiyat fonları bulundurmuştur. Cehbezler ve Bâbillilerden itibaren varlıkları bilinen
sarraflar, sırasıyla, mevduat toplayıp kredi veren ve mevduat kabul ederek karşılığında
737
Erim, a.g.e., s.9-10.
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.83
739
Zeki, a.g.m., s. 21.
740
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.77
741
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 51,115
738
218
senet veren ya da mevduat sahibi olup çek ile ödeme yapan, özel bankalar gibi işlev
gören kimseler olmuştur.742
İslâm'ın ilk asrında poliçe (süftece), çek (sakk) ve havale senetleri gibi, para
naklini ve tedâvülünü kolaylaştıran uygulamalar olmuştur. Bu kredi uygulamaları,
Haçlılar aracılığıyla Avrupa'yı etkilemiştir. Bazıları, çek gibi isimleriyle beraber
varlıklarını sürdürmüşlerdir. İslâm ülkelerinde çek ve poliçe VII. yüzyıldan beri
uygulama bulurken; bankalar Avrupa'da ilk defa XV. yüzyılın başlarında- 1401'de
Barcelona'da, 1408'de Cenova'da –görülmüştür.743
7. ve 11. yüzyıllar arasında, Moğol istilasına kadar Uzak Doğu-Avrupa ticareti
Müslümanların denetimi altına girmiştir. Atlas Okyanusu’ndan Çin sınırlarına, Hint
Okyanusu’ndan Hazar Denizi’nin kuzeyine kadar ulaşan bir bölgede İslam ortak pazarı
oluşturulmuş, yüksek seviyede iktisadi ve kültürel etkileşim ortamı meydana gelmiştir.
Türkistan, Mezopotamya, Mısır, Kuzey Afrika, Kafkasya ve İspanya İslam toprakları
olmuştur. Ayrıca, altın madenlerine ulaşan yollar, İpek Yolu, Baharat Yolu, Basra
Körfezi, Kızıldeniz ulaşımı, Suriye-Mısır limanları, Cebelitarık ve Sicilya boğaz ve
limanları, Avrupa-Ortadoğu-Orta Asya arasındaki ve Kuzey Afrika’daki ulaşım
organizasyonları ile kervan yollarındaki büyük şehirler İslam hâkimiyeti altına
girmiştir.744

Endülüs (ve Reconquista hareketi)
Endülüs, “İslamiyet’in siyasi-askeri güç ve medeniyet bakımından Ortaçağ’daki
zirvesi ve Batı Aydınlanmasının ya da insanlığın değer kaynağı” olarak, Avrupa, Kuzey
Afrika ve Orta Doğu ile coğrafi ve kültürel konumu gereği doğrudan ilişkili olmuştur.
Endülüs “Avrupalı İslam’dır” ve “Avrupa kıtasında İslam’ın varlığı, Avrupa’nın yok
olmasına neden olmadığı gibi Müslüman, Hıristiyan ve Musevi halklar arasında ender
rastlanan verimli bir birliktelik oluşturarak bilimde, felsefede, kültürde ve sanatta daha
önce eşi görülmeyen bir kalkınma” yaşamıştır. Endülüs toprakları dâhilinde veya
742
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.77-78
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.78
744
Tabakoğlu, a.g.e., 115,116
743
219
Hıristiyan İspanya devletleri dâhilinde, Convivencia ( Endülüs’te bir arada Yaşama
Sanatı) hem savaş hem de barış zamanlarında gerçekleşmiş, tüm Hıristiyan ve
Müslüman halk arasında karışma ve kaynaşma görülmüştür. 745
Endülüs “İslam Dünyası’na karşı Avrupa’da Haçlı düşüncesinin doğuşu ve
seferlerinin başlamasına sebep olmuş bir Müslüman devletidir”. Fethedilen yerleri geri
alma anlamına gelen Reconquista İspanya’yı Müslümanlardan geri alma amacına sahip
bir harekettir. Bu hareket, Batının Doğuya karşı gerçekleştirdiği Haçlı Seferlerinin
başlangıç devresi olup, “bir çeşit ateşleyici fonksiyona” sahip olmuştur. 746 Reconquista,
İber yarımadasında Müslümanlara karşı savaşçı bir ruhun oluşmasına neden olmuş; aynı
zamanda Katalonyalılar’ın Akdeniz’e yayılması, Portekizlilerin Afrika’daki keşifleri ve
Castilla’nın Yakınçağdaki imparatorluk maceralarına da sebep olmuştur.747
Ortaçağda İber yarımadası, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaşlara
sahne olmuştur. Kuzeyde kalan Vizigotlar, Kurtuba’daki Endülüs Emevileri’ne karşı
uzun süre direnmişlerdir. Güneye indiklerinde Reconquista-yeniden fetih- hareketini
başlatmışlardır. Bu hareket, Ortaçağda Batı’da bir eşi daha olmayan, senyörlerin
zulmünden kaçarak concejos-belediyeler- kuran savaşçılardan oluşan bir sınır toplumu
ortaya çıkarmıştır. Reconquista’nın yayılması sırasında işgale uğrayan Müslümanlar
dinlerini muhafaza etmişler; finans ve ticaret konusundaki uzmanlıklarıyla kabul gören
Yahudiler (Sefaradlar) ise kralların koruması altına girmiştir. Kralların hazinedarları
olan Yahudilere karşı 1400’lerde hoşgörüsüzlük yayılmaya başlamış ve 1492’de
sürülerek Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmışlardır. 14. ve 15. yüzyıllarda İber
Krallıkları iç savaşlar nedeniyle parçalanmış, salgınlar ve açlık nüfusun %10 ‘unu yok
etmiştir. 1333’te Barcelona nüfusunun beşte biri yokluk içinde ölmüş; Yüz Yıl Savaşları
sürerken, söz konusu karışıklıklar toplumda daha büyük yıkıma sebep olmuştur. 15.
yüzyılda Aragon Kralı ile Kastilya Kraliçesinin evlenmesiyle birlikte Kastilya Krallığı
ile Katalonya-Aragon konfederasyonu oluşmuştur. Bu evlilik ile Kilise üzerindeki
nüfuzlarını kullanmışlar, Kilise’nin manevi bakımdan değişimine sebep olmuşlardır.
Böylelikle Hıristiyan hümanizm hareketi gelişmiştir. 1492’de Hıristiyanlar Granada’yı
745
Şeyban, a.g.e., s.28-31, 91, 227-243
Şeyban, a.g.e., s. 28, 78-79
747
Thema Larousse, say.108
746
220
geri aldıklarında Reconquista’ nın hızı kesilmemiş, Kuzey Afrika’da birçok liman işgal
edilmiştir. Bu yıl aynı zamanda Kastilya Kraliçesinin hizmeti altındaki Kristof
Kolomb’un Amerika’ya ulaştığı tarihtir. 748
Reconquista döneminde Hıristiyanlar, “daha fazla kentleşmiş, teknikte ileri,
ruhsal olarak gelişmiş, dünyaya açık bir medeniyet” olan üstün İslam medeniyeti ile
karşılaşmışlardır. Arapça’dan Avrupa dillerine geçen kelimeler İslam kültürünün
etkilerinden biri olmuş, Şeyban’ın deyişiyle, “Hıristiyanların, Müslümanlara amansızca
(merhametsizce) muamele etmelerinin altında biraz da bu entelektüel aşağılık duygusu”
sebep olmuştur. 6./12. ve 7./13. yüzyıllarda Afrika ve Avrupa’da ihtiyaçların artması
nedeniyle karşılıklı ticari ilişkiler gelişmiştir. “Bu dönemler Avrupa’da yeni bir ticarî
hayatın başlangıcını” oluşturmuştur. Endülüs ile İspanya, kıtalar arası ticari harekette
geçiş yolu üzerinde olmaları sebebiyle önemli bir etkiye sahip olmuşlarıdır. İspanya 8.15. yüzyıllar arasında Avrupa’nın en zengin medeniyeti olmuştur. Bu parlak medeniyet
içerisinde fikirler, gelenekler, buluşlar, bilim ve sanatlar, endüstriler, yenilikler ve klasik
dönemin disiplinleri bir araya gelmiş, bu kaynaşma ile yeni buluşlar ortaya çıkmıştır.
Endülüs Medeniyeti’nin ilim ve kültür dinamikleri insanlığın ihtiyaç duyduğu ortak
değerlerin anlaşılmasında önemli etkiye sahiptir.749
“Erken dönem Avrupa kapitalizminin uzun mesafeli ticareti Roma’nın mirası
değil”dir. Devralındığı dönem “ onbir ve onikinci yüzyıllardaki büyük İslam çağı”dır.
Dinar (altın para) ve dirhem (gümüş para), İslam dünyasında iktisadi üstünlüğe sahip
olmuştur.
“İktisat alanında Avrupa, 1252 yılında altın paranın yeniden basmaya
başlamasıyla çıraklıktan kurtulmuştur”. Süftece (kambiyo senedi), mudârebe (sermaye
ortaklığı), muhatre (önden satış) gibi finansal kavramlar Batı’ya Müslümanlardan
gelmiştir. 750
7.-8./13.-14. yüzyıllarda iki toplum arasında kültürel ve ekonomik ilişkilerde
önemli etkiye sahip Müdeccenlerden (Hıristiyanların hâkimiyetine geçmiş İslam
topraklarında kalan Müslümanlardan), zanaatkâr ve kültür erbabı olanlar korunmuştur.
Hıristiyan kralları müdeccenleri ülkenin iktisadi çıkarı için kollamıştır. Müdeccenler
748
Thema Larousse, say.108-109
Şeyban, a.g.e., s.30-31, 227-243,390
750
Şeyban, a.g.e., s.99-100
749
221
Müslümanların bilimsel birikimlerinin İspanya’ya ve Avrupa’ya yayılmasına sebep
olmuşlardır. Müsta’ribler ( Endülüs topraklarında İslamiyet hâkimiyetinde yaşayan
Hıristiyanlar) serbest dolaşım hakkına sahip olarak, İspanya’ya ve Avrupa’ya İslam
medeniyetinin öğelerinin yayılmasında etkili olmuşlardır. Hıristiyan ve Musevilerden,
mükellefin ekonomik durumuna göre senede 20–48 dirhem arasında değişen Cizye (baş
vergisi) alınmıştır. Ancak bu vergiden “kadın, çocuk, yaşlı, müzmin hastalıklı, din
adamı, muhtaç ve fakirler muaf” tutulmuştur. Zımmîlerden ise Harâc vergisi (arazi
vergisi) alınmış ve bu vergi ekilen biçilen toprakların mahsulünün yılda ortalama
%20’si olmuştur.751
İçte Müvelled isyanları, dışarıda İspanya-Portekiz Reconquista savaşları ve bu
harekete destek veren Avrupalılar, doğuda Abbasiler ve Afrika’da Fâtimîler tarafından
çevrelenmiş Endülüs devleti, “yeterli gıda kaynaklarına sahip kalma başarısı” ile
“kendine yeterli bir tarım ekonomisi doğurmuş”, Hıristiyan İspanya devletlerine üretim
fazlasını ihraç etmiştir. Endüstriyel alanda zamanın diğer devletlerine kıyasla ileri bir
seviyede olan Endülüslüler suyun düşüşünden güç elde edebilmişlerdir. Bununla birlikte
suyun yeraltından kanallarla naklini ve kâğıdın Avrupa’ya intikalini gerçekleştiren
Endülüslü Müslümanlardır. Pirinç, ipek, şeker kamışı, pamuk gibi tarım ürünleri,
palamut ve hurma ağaçlarından katran elde edilmesi, abaküs, barut, pusula gibi teknik
buluşlar ve Yunan bilimi Müslümanlar aracılığıyla keşfedilmiştir. Endülüs ile
kıyaslandığında tarım ve endüstri alanlarında geri kalmış bulunan Hıristiyan İspanya
devletleri, Endülüslüler ile büyük çaplı ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Her savaştan
sonra büyük bir ticari hareket olmuş ve bu ticaretin savaş meydanlarında başladığı
görülmüştür. Bunun nedeni özellikle “köle tüccarı olarak ün yapan” Yahudilerin savaşa
gidenleri takip ederek savaş bitince askerlerin eline geçen mal ve köleleri ucuza satın
almalarıdır. Endülüs ile İspanya arasında yapılan ticaret büyük oranda kölelere
dayanmıştır.752
11. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Haçlı Seferleri ve Moğol istilası güvenlik
sorunu yaratarak ve iktisadi hayatın gerilemesine sebep olmuştur. Buna rağmen, feodal
mekanizmadan çıkıp, kapitalizme zemin hazırlayan Avrupa’nın iktisadi etkinliği 13.
751
752
Şeyban, a.g.e., s.75, 92-93
Şeyban, a.g.e., s. 99-102, 382-383, 385, 387-389
222
yüzyılın ortalarına kadar İslam Dünyası’nın gerisinde kalmıştır. Batı, 14. ve 15.
yüzyıllar arasında kıtlık, açlık, salgın hastalıklar ve savaşlarla birlikte ekonomik
bunalım yaşamıştır. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine
denk gelmektedir.753 Endülüs’ün kaybı sonrasında Osmanlı Devleti’nin Batı Akdeniz ve
Kuzey Afrika’da sağladığı hâkimiyet güç kazanmıştır.754
3.4.2.1.2. Abbasiler döneminde İslam iktisadının uygulamaları
Emeviler zamanında kara ticareti ön planda iken Abbasiler zamanında deniz
ticareti gelişmiş, Akdeniz Müslümanların hakimiyeti altına girmiştir.755 Irak’ın kara ve
deniz ulaşım yollarının üzerinde bulunarak coğrafi merkez konumunda olması
Abbasiler’de ticari faaliyetlerin gelişmesine sebep olmuştur. Uzak Batı, Endülüs, Doğu
Afrika taraflarına ticari faaliyet yapılırken, Rusya, Baltık havzası, Hindistan, Çin ve
Kore’ye kadar da aktiviteler yapılmıştır. Ciddi miktarlara ulaşan servet sahibi (“bir
kısmının serveti milyonlara” ulaşmıştır) tüccar sınıfı oluşmuştur. “Şirket ed-Daman”,
“Şirket el-Vucuh”, “Şirket el-Mufavada” gibi çeşitli şirket modelleri oluşmuş ve
tüccarlar arasında uzmanlaşma meydana gelmiştir. Irak’ta sanayinin canlanması
ekonomik gelişmenin başka bir boyutu olmuştur. Sanayi, az sayıda kişinin çalıştığı
imalathanelerden, küçük dükkânlardan ve devlete ait geniş atölyelerden oluşmuştur.756
Abbasiler zamanında, 9. ve 10. yüzyıllarda, iktisadi ve sosyal hayatta yeni
değişimler meydana gelmiştir. İslam kentleri ana niteliklerinin kazanmıştır. Bunun en
iyi örneği Bağdat’tır. Meslekler gelişmiş, çarşı ve işyerleri genişlemiş, yardımlaşma
amacıyla “Esnaf”, “Meslek Sahipleri”, “ Zenaatkarlar” denilen yeni organizasyonlar
kurulmuştur. Her mesleğe ait gelenekler istikrarlı hale gelmiş, meslek dalı, üyeleri
arasında bağ olarak kabul görmüş ve üyeler yardımlaşmış ve korunmuştur. Çarşılar,
genel ahlakı murakebe eden muhtesip tarafından gözetim altında tutulmuş, alım-satım,
ölçme-tartma denetlenmiştir. Ticaretin canlanmış, bankerlik ve finansal kurumların
gelişmesi ticaretin gelişimine sebep olmuştur. Sarraflar-bankerler kredilendirme,
sigortalama gibi işlemlerin yürütülmesinde rol almışlarıdır. Tüccarlar uluslararası
753
Tabakoğlu, Toplu Makaleleler II İslam İktisadı, say. 116
Şeyban, a.g.e., s.28
755
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, say. 23
756
Duri, a.g.e., s. 96-97, 100
754
223
ödemeler için havale ve seyahat çekleri görevini yürüten “suftece”leri kullanmışlardır.
Normal ödemeler ve poliçeler için “sakk” (çek) kullanılmış, kredi işlemleri ticarette
önemli etkiye sahip olmuştur. Zirai mülkiyetler genişleyerek tarımsal ikta rejimi
yaygınlaşmıştır. Toprak sahipleri gübre kullanmış, arazi ıslahı ile uğraşmış ve entansif
tarımın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Geniş toprak sahipleri arazi ıslahında
büyük sayıda köle çalıştırmışlardır. Abbasiler vergi ile ilgili İslami prensipleri tespit
çalışması yapmışlardır. Emeviler döneminin sonlarına doğru Abbasiler, istikrarlı olan
vergi sisteminin dışına çıkmamış ve vergi toplamayı denetim altına almaya
çalışmışlardır.757
3.4.2.1.3. Selçuklular döneminde İslam iktisadının uygulamaları
Anadolu Selçuklular’ın fetihleri sonucunda dünya ticaret yollarına açılmış,
özellikle 12. yüzyıl sonlarında ticari faaliyetler gelişmiştir. İktisadi ve kültürel gelişme
yaşanmış, Avrupalılar Selçuklular ile antlaşmalar yapmışlar ve Anadolu’da kazandıkları
ticari serbestliğe dayanarak büyük kentlerde koloniler ve konsolosluklar kurmuşlardır.
Transit ticaret ön planda olup, ticari faaliyetlerde birlik ve bütünlüğe önem verilmiştir.
Siyasi ve askeri hareketleri buna göre ayarlayan Selçuklular’da, ticaretin herhangi bir
sebeple engellenmesi savaş nedeni sayılmıştır. En önemli iktisadi faaliyeti transit ticaret
olan Selçuklu Türkiyesi’nde, iç ticaretin varlığını ortaya koyan şehir yaşamı gelişmiştir.
Fethedilen yerlere cami, medrese, zaviye inşa edilmiş, nüfusun ileri gelenleri (ilim
sahipleri ve kalifiye iş gücü) ve tüccarlar buralara yerleştirilmiştir. Böylelikle hem
kültürel ve ilmi faaliyetler desteklenmiş hem de ticari etkinlikler gelişmiştir.
758
Ortadoğu'daki hâkimiyetlerine ilave olarak transit ticârete dikkat eden Büyük
Selçuklular Devleti hükümdarı Melikşâh’ın 600 bin dinarı bulan ticârî vergi ve
gümrükleri kaldırması ticarete verilen öneme bir örnektir.759
757
Duri, a.g.e., s.86-87, 94-96, 98-100
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 30-31
759
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.91
758
224
I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Bizans’ın Haçlılar tarafından parçalanması
sonucu kervan yollarında emniyet sorunu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine I. Gıyaseddin
Keyhüsrev, Karadeniz ve Akdeniz ticaret hattını açmak için seferler düzenlemiştir. 13.
yüzyılın başlarında ise Selçuklu ekonomisi Avrupa ticaretine açılmıştır. Akdeniz ve
Karadeniz ülkeleri ile doğrudan ticaret olanağı sağlanmış, Avrupa ticaretine aracılık
yapan Kıbrıs ile ilişkiler geliştirilmiştir. I.İzzeddin Keykavus’un 1214’te Sinop’u
almasından sonra Haçlılar ile ilk kez ticaret antlaşmalrı yapılmıştır. Bu sefer sonrası
ticaretten alınan bac ve geçiş vergileri kaldırılmıştır. Yol emniyetsizliği sebebiyle zarara
uğrayan tüccarlar için ticaret sigortası sistemi oluşturularak, siyasi güvenlik içerisinde
tüccar himayesi sağlanmıştır. Böylece Selçuklu Türkiye’si uluslararası transit ticaret
merkezi haline gelinmiştir. I.Alaeddin Keykubad zamanında Anadolu’da kavimler arası
ticari faaliyetler artmıştır. İktisadi ve sosyal gelişme hızlanmış ve büyük inşaat
faaliyetleri yapılmıştır. Önemli ticaret merkezleri alınmış, kurulan Alaiye şehri (Alanya)
ticarette ön plana çıkmış; Alaiye Mısır ve Suriye ile yapılan ticaretin merkezi haline
gelmiştir. Keykubad’dan sonra, Moğol istilasının etkisiyle birlikte iktisadi ortamda
durgunluk başlamıştır. Emniyet sorunu nedeniyle çiftçilerin ziraat edemediği olmuş,
kervan yolunun işlemesinde aksaklıklar yaşanmıştır. 760
14. yüzyıla doğru ve bu yüzyılın başlarında dış ticaret için güvenli bir ortam
olmaması nedeniyle durgunluk yaşanmıştır. Bölgede, beyliklerin kurulmasından sonra
yabancı tüccarların, özellikle İtalyanların, ticari faaliyetleri bu bölgeleri Osmanlılar ele
geçirinceye dek devam etmiştir.761
3.4.2.1.4. Osmanlılarda İslam İktisadının Uygulamaları
Osmanlı’nın ekonomik sistemi, toplumsal zihniyetin, düşünce yapısının
şekillendirdiği hayat tarzı ile ilgilidir. Bu zihniyeti belirleyen esaslar İslami ilkelere
dayanmaktadır.
762
Erim, Osmanlılar’ın iktisat sistemine göre devletin hiçbir vakit
760
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 31-32
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 32
762
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 10
761
225
“yalnızca iktisadi esaslı” bir hedefi olmadığını ifade etmiştir. 15.-18. yüzyıllarda
Osmanlılarda uygulama bulan iktisat sistemi, aynı dönemde Batı’nın uyguladığı
merkantilist doktrinin zihniyet esaslarından farklı bir yapıya dayanmıştır. 19. yüzyıla
kadar dış ticaret, Osmanlılarda ülkede yaşanabilecek bir kıtlığın önlenebilmesi amacıyla
yapılmıştır. Sanayi Devrimi sonrasında Batı’nın iktisadi politikalarını tecrübe
etmişlerdir. Mehmet Genç’in ileri sürdüğü Osmanlıların “provizyonist” ilkesine göre
ekonomik aktivitenin hedefi insan ihtiyaçlarını karşılamak olduğu için arzın mümkün
olan en yüksek düzeyde tutulması gerekir. Genç, provizyonizmden başka,
gelenekçilik763 ve fiskalizm764 ilkelerini de sayarak bu üçünün değişik ölçülerde bir
arada uygulandığından bahsetmiştir.765 Osmanlı sisteminde "Allah'ın kullarının
refahının sağlanması" esasına bağlı olarak İktisadî kararlar alındığı için, devletin iktisadî
kararları toplumsal refahın sağlanması hedefine bağlıdır. Adalet ve refah dengesi, devlet
gelirlerinde artış gereği ile bozulursa bunalım meydana gelmektedir.766
Zihniyet açısından ahilik Osmanlı sisteminin Batı’dan farkını ortaya koymuştur.
Batı medeniyetinin dayandığı burjuva zihniyeti iken Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal
sisteminin arkasında ahi zihniyeti vardır. Söz konusu zihniyet sebebiyle Osmanlı’da
Batı’da olduğu gibi sömürü, sınıf ayrımcılığı gibi kavramlar gerçekleşmemiştir. Çünkü
Osmanlı’da, Batı’daki kapitalist zihniyetin idealize ettiği “homoeconomicus” yoktur;
ancak kanaatkar ve müteşebbis, toplum çıkarını kendi menfaatinden üstün tutan insan
tipinin müşahhas örneği olarak ahiler iktisadi yaşamın ilk örgütleyicisi olmuşlardır.767
Osmanlı’da, ahi zihniyet esaslarına göre insan, “alıcı olmaktan önce verici”, bir
başka deyişle, “bencil değil diğergâm” olmalıdır. Ahilik anlayışına göre dayanışmacı bir
toplum oluşturma hedeflenmiştir. Bireyin en yakınından dış çevresine doğru infâk ile
birbirine bağlandığı bir toplum anlayışı arz yönlü bir toplumu ve arz yönlü ekonomiyi
meydana getirmenin teşekkülünü oluşturur. Buna göre Osmanlı iktisat sistemi,
(provizyonal) arz yönlüdür. Osmanlı iktisat sistemi, Say'in "Her arz kendi talebini
oluşturur" ifadesindeki gibi talebin arttırılmasına bağlı kapitalist sistemden uzaktır.
763
Sosyal ve ekonomik ilişkilerin eğilimlerini muhafaza etme.
Hazine gelirlerinin azalmasını mümkün olduğu kadar engelleme.
765
Erim, a.g.e., s.14-16.
766
Tabakoğlu, A., Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, Gözden Geçirilmiş 12. Baskı, s. 133.
767
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 10-11
764
226
Kapitalist zihniyet esasına göre insan ekonomi içindir. Osmanlı sistemine göre ise,
ekonominin hedefi insan refahını arttırmaktır. Dolayısıyla öncelikle piyasada yeterli mal
bulunması iktiza eder. Kitlesel üretim esasına dayanmayan ancak yüksek üretim
olasılığına sahip Osmanlı sistemi, ithalatı genel olarak sınırlandırmamıştır. 768
Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal sistemi, klasik ve yenileşme dönemi olmak
üzere iki dönemden ibarettir. 11. yüzyıldan 13. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı klasik
dönemini yaşamıştır. Bu dönem oluşma (1075–1453), olgunlaşma(1453–1699) ve
esnekliği kaybetme ( tüm 18.yüzyıl) olarak üç alt dönemden oluşmuştur. Yenileşme
dönemi ise 1790 – 1923 yılları arasıdır.
769
Osmanlı medeniyetinin parlak döneminde
dini değerlere ciddiyetle önem verilmiş, bu sayede yenilikler, araştırma ve öğrenme
teşvik edilmiştir. İmparatorlukta “özel bir ruh yapısı” şekil almıştır. Bu ruh yapısı
sınırlarının genişlemesiyle ortaya çıkmıştır. Frontier spirit denilen “sınır boyu ruhu”,
“bilinmeyenden korkmama, inceleme, haber alma, olayları akılcı değerlendirme,
sorunlara hızlıca yanıt bulma ve intibak, risk alma” gibi karakteristikleri içerir.770
Klasik dönemde oluşma alt döneminde Osmanlı Devleti’nin zihniyetini
belirleyen bazı esaslar vardır. Bunlar siyasi birlik, gelenekçilik, adalet ve refah, arz
yönlü toplum ve ekonomidir. Klasik Osmanlı zihniyet esası insanın alıcı olmadan önce
verici olmasını uygun görmüştür. Bu esastan dolayı göre, Batı zihinyeti esasına dayanan
sömürgeci aktiviteler ve sınıf mücadeleleri gerçekleşmemiştir. Temel gayesi kişisel
çıkar olan “homoeconomicus” ve onun müşahhas şekli olan burjuva zihniyeti
Osmanlılarda yoktur. Toplum yararı kişisel menfaatten üstün tutulmuş, kanaatkâr ancak
müteşebbis insan tipi vardır. Böylelikle dayanışmacı bir toplum hedef alınmıştır.
Toplumun bir bütün olarak bireyin kendisinden başlayıp en yakınından dış çevresine
kadar “infak ile birbirine bağlandığı” yaklaşımına göre ekonomi insan içindir. Batı
zihniyet esasına dayalı kapitalist sistemdeki gibi “insan ekonomi için değildir”. İktisat
sistemi arz yönlüdür çünkü iktisadın gayesi insan refahını artırmaktır. Bu sebeple
piyasalarda yeterli mal bulunması gerekir.771
768
Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, , s. 133.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 1-2,9,10
770
Yalçın, a.g.e., s.118-119.
771
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 2-6
769
227
Üniter devlet anlayışı tevhit inancının siyasi yansımasıdır. Kabile bağlılığı
İslamın siyasi birlik anlayışıyla çelişmektedir. Batı’daki gibi “çelişkilere dayanan
sınıflaşmadan değil, ilkelerden hareket eden nizam fikrinden kaynak” bulan Osmanlı
sosyal sistemi, “merkezi-üniter devlet anlayışı, ‘nizam-ı âlem’ için ‘vahdet’ ülküsü”
uygulaması ile “bölünmeci eğilimleri sistemli bir şekilde” engellenmiştir. Birlik için
tehlike oluşturabilecek zenginleşmelere ve siyasi güç haline gelebilecek ekonomik güç
kazanımlarına izin vermemiş, burjuvazi ortaya çıkarılmamıştır. Osmanlı ekonomisinde
“işçi sınıfı” oluşmamış ve emeği ile geçinenler iyi durumda yaşamıştır. Bununla birlikte
dış sömürü İslami zihniyette yer almadığından, Osmanlı sisteminde “sömürge-anavatan
ayrımı” da yoktur.772
Geçmişin tecrübe birikimine sahip çıkma anlamına gelen gelenekçilik esası ile
sisteme uyum ve esneklik niteliği sağlanmıştır. İslami esaslara uymayan bölünmeci
eğilimler esnekliğe sahip bir eritme biçiminde engellenmiştir. Antik Orta Doğu’nun
tecrübe birikimi, Anadolu, İran ve Bizans gelenekleri bu esas çerçevesinde önemli yer
tutmuştur. Osmanlı sistemi Batı ile etkileşim halinde olmuş ve 18. yüzyılın sonuna
kadar Batı oluşumuna katkı yapmıştır.
773
Tabakoğlu, “geleneğin İslam mantık ve
hukukunun kaynaklarından” olduğunu ifade ederek, İslâm'ın ilk dönemlerinde mahallî
geleneklere olan esnek tavrının devamını Osmanlılar’ın tarım, para ve maliye
sistemlerinde görülebileceğini açıklamıştır. Sistemin yeni koşullara uyumu ve
esnekliğini sağlayan ve İslami esaslara uyum sağlamayan birliği parçalayıcı meyilleri
ayıklayan bir ilkedir. Osmanlı sistemine göre deneyim birikiminin değerlendirilmesi ile
kâmil olan bulunabilir. Aydınlanma zihniyet esaslarına dayalı yaklaşımdan ziyade
Osmanlı sistemi, asıl sisteme dönüşü esas tutmuştur.774
Varlık sebebi halka hizmet olan devletin, varlığını devam ettirebilmesi için şart
olan gelir sağlama adalete dayanmalı, adaletin hedefi ise sosyal refahı sağlamak
olmalıdır. Devlet, iktisadi kararlarında gerektirici sebep olarak ‘ibadullahın terfih-i
ahvalleri’ yani “Allah’ın kullarının refahının sağlanması” esasını almıştır. Batı’nın
772
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 2-4,17,18,19
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 4,17
774
Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, , s. 131-132.
773
228
Aydınlanma Çağından sonra toplumun işleyişi için tabiatın model alınmasına karşılık
İslam toplumlarında adalet ilkesine önem verilmiştir.775
Osmanlı medeniyeti İstanbul’un fethiyle gücünü tüm dünyaya ispat etmiştir. Bu
medeniyet, dış dünyaya açık, İslami kıstaslara uygun bir akılcılığa sahip, istikrarlı bir
toplumu temsil etmiştir. Bu fetih, kültür, edebiyat, sanat, bilim, düşünce gibi alanlar ile
birlikte iktisadi sahada da çok canlı, yapıcı ve refah sağlayan bir ortamın habercisi
olmuştur.776
İstanbul’un fethinden Karlofça Antlaşması’na kadar olan olgunlaşma döneminde
Karadeniz bir Türk gölü olmuş, Akdeniz hâkimiyeti Müslümanların olmuştur. Modern
kapitalizmin gelişme dönemine denk gelen olgunlaşma döneminde kapitalizm ile
mücadele edilmiştir. “Yaklaşık üç nesillik süre içerisinde Osmanlı Devleti ciddi bir
yenilgi yüzü görmemiştir.” “ Yine 1492–1565 arasındaki 73 yılda fiyatlar hemen hemen
hiç artmamıştır”.777
Tüm 18. Yüzyıl boyunca yenileşme arzuları ve tüketim yapısında değişim
başlamıştır. Üretimde büyük gelişme yaşanan bu dönemin ilk yarısına kadar ihracat
ithalatı aşmıştır. “Yenileşme” ve “Batılılaşma” ile kapitalizmin model olarak alındığı bu
dönemde sistem esnekliğini yitirmiştir. Bunun temel nedeni ülkenin küçülmeye
başlamış olmasıdır. Artık hakim dünya sistemi olma niteliğini yitirmiş ve “referans
kaynağı da Batı olmuştur”.778
İkinci dönem yenileşme (1790-1923) dönemidir. 19. Yüzyılın başlarında
Osmanlı Devleti kapitalizmin etki alanına girmiştir. 20. Yüzyıl askeri bürokrasi
hakimiyeti altında ve batılılaştırmaya yönelik eğilimler doğrultusunda yaşanmıştır.
Dünya devleti olan Osmanlı’nın hakimiyeti kaybolmuş ve kapitalist sistemin “edilgen
bir öğesi” haline gelmiştir. Kalkınma sosyal refah kavramının yerini almış, güçlü orta
775
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 4-5,13: “Adalet dairesinde birbirine bağlı 8 ilke
vardır”.
776
Yalçın, a.g.e., s.117.
777
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 7-8
778
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 8,19
229
sınıf fikrinin yerini ise burjuvazi almıştır. Adil gelir dağılımı prensibi yerine ise servet
temerküzü geçmiştir.779
Osmanlılar zamanında sanat ve ticaret icra edebilme selahiyeti disiplin altına
alınmıştır. Zengin ve ticarette gelişmiş yerleşim merkezlerinde çarşılar, hemen kapalı
çarşının etrafında toplanmıştır. Kuzey Afrika ve Arap şehirlerindeki çarşılar da Türk
şehirlerindekilere benzer yapıda olmuş, kapalı çarşılar hemen her İslam şehrinde
görülmüş;
bununla
bulunmuştur.
780
birlikte
pazarlar,
kervansaraylar,
sarraf
dükkânları
da
Mal bolluğu için dış ticaret teşvik edilmiş, devlet transit ticarete önem
vermiştir. Etkili piyasa denetimi yapılmış ve tekelci eğilimlerle mücadele edilmiştir.
Sosyal refahın sağlanması için fiyat istikrarına önem verilmiştir.781 Her mala, istihsal
edenle imalatçının maliyetleri ve emeği ile halkın satın alma gücü göz önünde tutularak
kadı tarafından tespit edilmiş, sabit fiyat anlamına gelen narh konmuştur. Konulan
fiyattan eksiğine veya fazlasına satış yapanlar cezalandırılmış, halkın zarar görmesine
izin verilmemiştir. 1326-1740 yılları arasında Osmanlı akçesi yıllık ortalama %0,2
değer kaybı yaşamıştır782.Tanzimat’tan sonrasına kadar tatbik edilen narh, Avrupa’da
sanayi hareketlerinin büyümesiyle yabancıların serbestçe ve az gümrükle mal satmaya
başlaması karşısında tesirini yitirmiştir.783
Osmanlılar’da İmparatorluğun her yanında geçerli olmayıp, özellikle Anadolu
ile İmparatorluğun Avrupa’daki kısımlarında uygulanan askeri ikta sisteminde, iktalar
mirasa konu olmamış, askeri hizmet karşılığı verilmiştir. İktaların genişliği sahibinin
temin edeceği atlı askerlerin sayısına bağlı olmuştur. Sultani arazilerin çoğu zeamet ve
tımar olarak sipahilere ikta verilmiştir. Arap Yarımadası, Irak ve Mısır’da uygulamalar
farklı olmuştur. 18. yüzyılın sonlarında arazinin büyük bölümü iltizam sistemine dâhil
olmuştur. 784
779
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 9 ,19
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 94
781
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 18
782
Tabakoğlu, A., “İslam Ekonomisinde “İstikrarlı ve Reel Para” ve “Maliye Sistemi””, Ekonomislam,
The Group of Islamic Economy, 10 Haziran 2011, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisindeistikrarli-ve-reel-para-ve-maliye-sistemi/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
783
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, say. 95
784
Duri, a.g.e., s.163-164
780
230
1639 yılında Arap dünyasının tamamına yakın bölümü Osmanlı Devleti’nin
hâkimiyetine girmiştir. Ancak 15. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’daki gelişim,
Amerika’nın keşfi, Portekizlilerin doğrudan Hindistan’a giden yolu açması önemli
sonuçlar doğurmuştur. Doğu ticaretini tekellerine almayı hedefleyen Portekizliler
Hindistan’da ticaret merkezleri kurmuşlardır.
Avrupa’ya “Arap memleketlerinden
geçen ve çok sayıda vergiye tabi olan mallardan daha düşük fiyatlarla” mal
taşımışlardır. Bununla birlikte Arap limanlarına, Arap ticaret gemilerine ve onlarla iş
yapan merkezlere karşı savaş açan Portekizliler Doğu Afrika sahillerine de
saldırmışlardır. Bölge ekonomisi ağır darbe almıştır. Bu dönemde I. Selim Mısır’ı
fethetmiş ve Osmanlılar Arap Yarımadası’nın güneyinde Portekizlilerle karşı
gelmişlerdir. Portekizlilerle bir çok çatışma yaşayan Osmanlılar, sonuncusunda Aden’i
almışlar, ancak Hindistan’a ilerlerken Dîve tarafında başarısız olmuşlardır.785
Yüzyıllarca Araplar, Avrupa ile Uzak doğu arasındaki ticaret hattında hâkimiyet
kurmuşlardır. Hint Okyanusu, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ndeki deniz nakliyatı Arap
gemilerinin hâkimiyetinde olmuştur. Ticari kazançlar ve geçiş vergilerinin kamu
finansmanındaki payı bu hattın önemini göstermektedir. İktisadi hayatı önemli ölçüde
etkileyen bu ticaret hattı, özellikle Suriye ve Mısır’ın zenginleşmesinde büyük rol
almıştır. Ancak 16. yüzyılın başlarında Doğu Akdeniz’in Avrupa baharat ticaretinin
merkezi olma durumu sona ermiştir. Portekizliler Avrupa’nın en iyi pazarlarına hâkim
olmuşlardır.786
Bununla birlikte, 16. yüzyılın başlarında Batı, Osmanlı Devleti’ne nüfuz etme
yönteminde değişiklik yapmaya başlamıştır. Fransızların İspanya’ya karşı ittifak
sağlama amacıyla Bab-ı Âlî’ye yakınlaşması 1534’te ticaret anlaşması şeklini almış ve
Osmanlı Devleti’nde Fransız tüccarlarının mal ve can güvenliğini sağlayan, ibadet ve
ticaret özgürlüğünü içeren haklar verilmiştir. Bu haklar daha sonra “zorunlu imtiyazlar”
haline gelmiştir. Suriye ve Mısır’da ticari merkezler kuran Fransızlardan sonra 1580’de
İngilizlere, 1612’de Hollandalılara imtiyazlar verilmiştir. 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa
ticareti Yakın-Doğuda gelişerek, “konsolosların himayesi ile” Mısır ile Suriye’de ticari
merkezler oluşmuştur. 19. yüzyıla gelindiğinde III. Selim’in başlattığı, II. Mahmut’un
785
786
Duri, a.g.e., s.150-155, 176-177
Duri, a.g.e., s. 152,176
231
devam ettirdiği bazı yeni ıslahatlar gerçekleştirmek istenmiştir. II. Mahmut tarafından
yeniçeri nizamı feshedilmiş, sonrasında askeri iktalar ile devletin arazileri
birleştirilmiştir. 1839’da, hedefi eskiyen kanun ve talimatların düzenlenmesi,
vatandaşlar arasında eşitliğin sağlanması, vergi sisteminin düzenlenmesi, yönetimdeki
aksaklıkların giderilmesi olan Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Tanzimat hareketi
başlamıştır. 1858’de ise Osmanlı Arazi Kanunnamesi çıkarılmıştır. 787
3.4.3. İslam’ın İktisadi Öğretisinin Temel Esasları
Ulusal ve uluslararası iktisat küresel iktisadın parçalarıdır. Dolayısıyla iktisat
dünyanın entegre olmuş bütünlüğüne dayanmak zorundadır. İslami iktisadın başka
sistemlerde olmayan Şeriat ’tan kaynaklanan kendine özgü karakteristikleri vardır.
İslami iktisat İslam Şeriat’ının kurallarından ve ilminden ortaya çıkar. Şeriat, kâinatın
bütünlüğüne ve Yaratıcı’sına olan itaatine dayanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara
Sûresi, 29. Ayette “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe
yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”
buyrulmuştur.788
İslami
iktisadi
prensipler
Kur’ân-ı
Kerim’e
ve
Hadislere
dayanmaktadır. Dolayısıyla İslam iktisadı “iman”a dayanmaktadır 789. Kantakji,
modelinde kesinleşmiş olan aksiyomatik koşullardan bahsetmiştir. Şöyle ki, eğer bir
insan Müslüman olmayı kabul etmişse, kesin olarak Allah’ın takdirine boyun eğmiş
olmalı, Allah’a inanmalı, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, kaza ve kadere
bütünlüğüyle inanmalıdır.790
İslam’ın dayandığı denge fikrinin, kâinatın dengesi, insanın dengesi ve toplumun
dengesi olmak üzere üç yönü vardır. Kâinatın dengesini maddenin geçiciliği, mananın
ebediliği sağlamaktadır. Enfal Suresi’nde buyrulduğu üzere, kâinatın yaratılış nedeni
787
Duri, a.g.e.,s.166-167,177
Kantakji, S., “Islamic Economic Math Model”, Ver.101, Translated by: Iman Sameer Al-Bage, 2009,
s. 2,3.
789
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 17-18
790
Kantakji, a.g.m., s. 3.
788
232
insanın imtihan edilmesidir. Toplumun dengesi ise gayesi sosyal refahı sağlamak olan
“adalet” ile kavramı açıklanmaktadır.791 Kur’an-ı Kerim’de, Zariyet Suresi’nde (51/56)
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyrulmuştur. Rum
Suresi’nde (30/7–8) Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda
ise tamamen gaflettedirler. Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç
düşünmediler mi? Hem Allah gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve
hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu
Rablerine kavuşacaklarını inkar ediyorlar.” buyrulmuştur. Sa’d Suresi’nde 27. Ayette
“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere
yaratıldığı iddiası) inkar edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkar
edenlerin haline!”, Enfal Sûresi’nde “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer
deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur. Kâinat
tesadüf eseri değildir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır. Dünya hayatı ve maddi
ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan sahasıdır.792 “Dünya ahiretin
tarlası” olduğuna göre, geçici olan madde mananın emrinde olmalıdır. Ebedi hayat
hatırdan çıkarılmamalı, maddi eğilimlere esir olmamalı, maddeyi hizmet şuuruyla
çalıştırmalıdır. İnsanlar arasında gelir ve kabiliyet farklılıkları vardır. Ancak bunlar
üstünlük sebebi değildir. Bu farklılıklar imtihan sahasının aletleri olarak ekonomik
faaliyetlerin canlılığının temelidir. İktisadi bölüşüm, birlik ve bütünlük içindeki
dayanışmacı sınıfsız bir toplumda gerçekleşmelidir. 793 Tegâbün Suresi 15. Ayette şöyle
buyrulmuştur: “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise
büyük bir mükafat vardır.” buyrulmuştur.
Çalışmamızda “Hıristiyanlıkta Homo Economicus Varsayımının Analizi”
bölümünde Yuengert’in çalışmasında ““Elma” şüphesiz Hz. Havva’nın fayda
fonksiyonunda pozitif marjinal faydaya sahip değildi, ancak onu arzulaması bir tuzaktı
ve bir aldatma, vehim idi.”
794
ifadesini kullandığı belirtilmişti. Bakara Sûresi 35.
Ayette, “Dedik ki: "Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol
bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz." buyrulmuştur.
791
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-22
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-19-20
793
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 19-20-21,165.
794
Yuengert, a.g.m., s. 35.
792
233
Geleneksel iktisat Teorisinde iddia edilen fayda fonksiyonu ayrı bir konudur. Ancak
insanın tercihlerinde sadece dünyevi faydayı hedeflemediği açıktır. Bir Müslüman
dünyevi faydaları azamileştirmenin fırsat maliyetine dikkat etmeye gayret eder. Âli
İmran Suresi 186. Ayette “Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana
çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan
üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız
bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” buyrulmuştur.
İnsanın maddenin cazibesine kapılmadan, ihtiyaçlarını helal yollardan temin
etmesi
gereklidir.
Nur
Sûresi’nde
buyrulduğu
üzere,
(24/36-38),
“Allah'ın,
yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve
hiçbir alış verişin kendilerini, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten
alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O'nu tesbih ederler. Onlar,
kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar. (Bütün bunları) Allah,
kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırsın ve lütfundan onlara daha da
fazlasını versin diye (yaparlar). Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.”;
ekonomik faaliyetler “Allah’ı anmaktan, namazlarını kılmaktan, zekâtlarını vermekten
alıkoymamalıdır”795. İktisat süjesi Müslüman’ın, elde ettiklerinin gerçek sahibini
hatırından çıkarmaması ve gayesini unutmaması önemlidir.796 Hac Sûresi 35. Ayette,
“Her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini
ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde
yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri
ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” buyrulmuştur.
Zuhruf Sûresi’nde797, (43/32), “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim
ediyorlar? Hâlbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir
kısmının diğer kısmını çalıştırması için, kimini kimine üstün kılan Biz’iz.”
buyrulmuştur. İnsanlar arasındaki üstünlük ilmi ve ahlaki alanlarda kabul edilmiştir.
Kabiliyet, gelir ve güç farklılıkları imtihan vasıtalarıdır. Bunlar üstünlük sebebi değildir.
795
Nûr Sûresi 24/38, Kaynak: Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 20.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 20
797
Yıldırım, S., Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Define Yayınları, Haziran 2010, s. 490.
796
234
En’am Sûresi’nde798, (6/165), “O’dur ki sizi dünyada halifeler yapmış ve verdiği
nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün kılmıştır.” buyrulmuştur.
Dolayısıyla, İslam iktisadında üstünlük sebebi sayılmayan bu farklılıklar iş bölümünün
ve toplumsal hareketliliğin temelini teşkil etmektedir.799 Araf Sûresi 10. Ayette,
“Andolsun, size yeryüzünde imkan ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim
imkanları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!” buyrulmuştur.
Bununla birlikte mal çokluğu ile ilgili çeşitli uyarılar vardır.800
3.4.3.1. Mülkiyet, servet, gelir dağılımı, sermaye ile ilgili esaslar
“İslam’da insan hakları, kaynağı ilahî olan hükümlerle kesin olarak kabul edilen
fıtrî haklardır. Bu sebeple, hiçbirisi inkâr edilemez, ortadan kaldırılamaz, çiğnenemez,
bu haklara tecavüz edilmesine müsâmaha ile bakılamaz ve bu haklardan asla
vazgeçilemez.” On dört yüzyıldır, İslam’da insan hakları derin ve kapsamlı olarak
kabul görmüş, ilan edilmiştir. Bu haklar için her türlü koruyucu önlem alınmıştır.801
İslam’da insan hakları ile ilgili hazırlanmış ve İslam ülkeleri tarafından
onaylanmış 23 maddelik beyannamede madde 15, iktisadi hakları anlatmaktadır. Bu
maddeye göre, “Her insan rızk elde etmek üzere meşru yollardan çalışıp helal kazanç
elde edebilir. Özel mülkiyet meşrudur ve her insan çalışması ve gayretiyle kazandığını
elde eder. Kamu mülkiyeti de meşrudur ve bütün milletin maslahatı için kullanılır.
Fakirlerin, zenginlerin mallarında mukarrer bir hakları mevcuttur ve bu zekât
müessesiyle tanzim edilmiştir. Aldatma, ihtikâr, ribâ/faiz ve yalancılık haram
kılınmıştır”. Madde 16 ise mülkiyet hakları ve korunması ile ilgilidir. Bu maddede
helal kazanç ile sağlanmış mülkiyet hakkının kimsenin elinden alınamayacağı
yazılıdır.802
İlk olarak Allah’a karşı sorumluluk gelir. İnsanın özgürlüğü sınırsız değildir,
sosyal sorumluluklar bireysel haklardan daha çok vurgulanır. Tüm varlıklar Allah’a
aittir ancak varlıkların kullanımı konusunda insanların mesuliyetleri vardır; bu sebeple
798
Yıldırım, S., Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s. 149.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 25
800
İslam Peygamberi (A.S.M.) “Fakirler cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler.” buyurmuştur
(Tirmizi, Zühd 44). http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.219.
801
Şeyban, a.g.e., s.61
802
Şeyban, a.g.e., s.61
799
235
özel mülkiyet hakkı tanınır.
803
“Mülkiyetin asıl sahibi Allah’tır” ve mülkü Allah
kullarına, sınanmalarına yönelik emanet olarak vermiştir. Özel mülkiyet imtihan
çerçevesi içinde değerlendirilmiştir. İslam insana güvendiği ve insanın şahsiyetine
büyük değer verdiği için ‘toplumun çıkarıyla çatışmayan helal yollardan elde edilmiş
özel mülkiyet’i tanır.
804
Bireysel mülkiyet bir haktır ve sosyal bir kurumdur.805 Ancak
özel mülkiyetin sınırları vardır.
İslam’da özel mülkiyetin sınırları şöyle sıralanabilir: Öncelikle, malın elde
edilişinde, kullanılışında, elden çıkarılışında hukuki yaptırıma sahip helal-haram
sınırları vardır. Mülk sosyal niteliğe sahiptir ve mülkün sahibi yönetiminden sorumlu
bir emanetçidir. Gelir ve servet emeğe dayalı olup, mülk edinme nedeni emek sarf
etmektir. Mal zararsız kullanılmalıdır. Devlet malın zararlı kullanımına toplum adına
engel olmalıdır. Üretim araçları belirli bir süre kullanılmadan atıl bırakılmaz. Üretim ve
tüketim bizzat hedef değildir; İslam’da nihai hedef insan olduğundan üretimin basit bir
unsuru olarak görülemez veya tüketim makinesi olarak düşünülemez.806
İslam hukukunda toprağın mutlak mülkiyeti devlete aittir. Ancak bireylerin,
kimseye ait olmayan ve ziraata uygun olmayan toprakları ıslah edilmesi, devlete ait
toprakların devlet tarafından arazisi olmayan kişilere mülkiyetinin devredilmesi (ıkta),
anlaşmalı topraklarda belirlenmiş koşullara göre özel mülkiyetin korunması,
kendiliğinden Müslüman olanların bulunduğu yerlerde önceden var olan özel mülkiyet
hakkının korunması yollarıyla özel mülk arazi edinme hakları vardır. İslam, hediye,
bağış, sadaka ve benzeri dışında emeğe dayanmayan kazançları gayrimeşru kabul ettiği
için, toprak mülkiyetinin de emekten soyutlanmasına izin vermez. Hz. Peygamber
(A.S.M.) zamanında savaşsız elde edilen araziler devletin mülküne geçmiş, barış
yoluyla elde edilen araziler için barış şartlarına göre hareket edilmiştir. Fethedilen
topraklar savaşçılar arasında diğer ganimetlerle birlikte dağıtılmıştır. Bu düzenlemeler
ile Ortaçağ Avrupa’sındaki gibi feodal mekanizma oluşumuna izin verilmemiştir.
Emeğe dayanmayan özel toprak mülkiyetine İslam izin vermemiştir. Toprak mülkiyeti
ile toprağa bağlı katı maden mülkiyeti arasında, sarf edilen emek açısından fark vardır.
803
Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 181.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 24
805
Atılgan, a.g.e., s.18
806
Atılgan, a.g.e., s.25,26
804
236
Bazı İslam mezhepleri, hiçbir emek sarf edilmeden bir maden üzerinde o madenin
bulunduğu toprağın sahibinin özel mülkiyetini kabul etmiştir. Ancak bu konuda görüş
ayrılıkları mevcuttur. Çünkü İslam’da toplumun yararı bireyin yararına tercih edilmesi
esasından hareketle özellikle enerji hammaddelerini oluşturan madenlerde devlet
mülkiyetine ağırlık verilmesi uygun görülmüştür. Bununla birlikte madenlerde ıkta
mümkündür ve uygulama şeklini devlet belirler. Ancak petrol ve tuz gibi açık madenler
tüm milletin ortak malı olduğundan, fertlerin bunlardan ihtiyacı oranında yararlanma
hakkı önlenemez. Bunların işletme hakkı devletindir. Demir, bakır, altın, gümüş gibi
gizli madenler de devletin mülküne aittir ve ıkta edilemezler.807
Toprak mülkiyeti dağılımındaki eşitsizlik birçok ülkede gelir dağılımı
eşitsizliğinin temel sebebidir. Gelir dağılımının düzenlenmesine yönelik ekonomik
politikalar toprak reformu ile büyük eşitsizlikleri düzenlemeye çalışmıştır. “Bir özel
hakkın kullanılmasının diğer insanları fahiş surette zarara uğratmaması” İslam’da
mülkiyet hakları kullanımı ile ilgili hükümlerin en önemlilerinden bir tanesidir.
Dolayısıyla şehirlerde arsa getirilerinin toplumun lehine göre düzenlenmesi esastır.
Ayrıca toprak kirası olarak rantın hak sayılabilmesi konusu İslam bilginlerine göre
tartışma konusudur.808
İslam’da üretim araçları üzerinde özel mülkiyet hakkı tanınmıştır. İnsanlar
arasında gelir-servet farklılaşması ile iş bölümü için gereklidir ve aynı zamanda bunun
bir sonucudur. Ancak üretim araçları mülkiyetinin üzerindeki elde edilen hak da mutlak
değildir. Toplum refahına engel teşkil edebilecek özel mülkiyete ya da özel girişime
mani olunur. Marka, lisans, patent ve know-how gibi servet öğeleri konusunda İslami
iktisat prensipleri açısından henüz çok net bir çalışma yapılmamıştır.809
Miras hakkı özel mülkiyet hakkından doğmuştur. Miras bırakanın servetini en
yakınlarına dağıtması bir haktır. İslam’da bu hakkın adaletsiz kullanımını engellemek
amacıyla bazı düzenlemeler vardır. Üretim araçlarındaki mülkiyet hakları gibi miras
konusunda da toplumun çıkarı önemsenmiştir. Veraset kurumunun serveti topluma
yayıcı bir fonksiyonu vardır. Servetin belirli ellerde toplanması ve dengesiz dağılması
807
Atılgan, a.g.e., s. 33-35, 39-40, 41-42
Atılgan, a.g.e., s.33, 103
809
Atılgan, a.g.e., s. 52,53,56,57
808
237
engellenerek toplumun yararının korunması sağlanmıştır. Mirastan geniş bir çevrenin
yararlanması emredilmiş ve mirasın üçte birinin vasiyet yolu ile varislerden başkalarına
bağışı özendirilmiştir.810 Haşir Sûresi’nde811, (59/7) “Ta ki o mallar, sizden yalnız
zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.” buyrulmuştur.
Ekonomi politiğin hedeflerinden biri servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması ile
adil gelir dağılımının gerçekleştirilmesidir812. Geleneksel iktisadın prensiplerine göre
işleyen ekonomilerin karşılaştığı piyasa yetersizliklerinin düzeltilmesinde zekât, sadaka
ve vakıf kurumları otomatik stabilizatör (automatic stabilizer) görevini üstlenir. Zekât
İslam kültürüne ait bir kurum olup, sadaka ve vakıfların niteliği başka kültürlerde
mevcut niteliklerinden farklıdır. Zekatın fonksiyonel önceliği vardır ve zekatın olmadığı
bir sosyo-ekonomik yapıda faizsiz ödünç, sadaka ve vakıflar işlemez.813 Sosyalizm ve
İslâmiyet adlı eserinde Roger Garaudy, Ortaçağda Batı Dünyasının yalnızca topraktan
vergi alıp,
bireysel mülkiyetten ve ticaretten alınan vergiyi İslam Dünyasından
öğrendiğini ifade etmiştir.814
Verilecek olan zekât sadece gelire oranlandığında yüksek bir oran olarak ortaya
çıkar çünkü zekât matrahı genellikle servet+gelir üzerinden hesaplanmaktadır. Ayrıca
küresel seviyede zekât miktarının büyüklüğünü etkilemektedir; örneğin “dönem başında
100 birim sermaye varsa ve sermayenin marjinal etkinliği % 7 ise dönem sonunda
verilecek zekat 107 birim üzerinden hesaplanacak, bunun 7 birimlik gelire oranı % 38’i
aşacaktır815. Yani kar gelirlerinin %38’i aşan bir kısmı alt gelir gruplarına transfer
edilecektir. Bu gerçekten büyük bir rakamdır. Zekâtın ekonomik, sosyal ve siyasal bir
dengeleyici olduğuna inandıracak bir rakamdır.” Piyasaların canlanıp, karlılığın
yükseldiği dönemlerde “kar gelirlerinin daha düşük bir oranı zekat olarak alt gelir
gruplarına transfer edilir. Böylece marjinal tüketim eğilimi yüksek alt gelir gruplarının
talebi aşırı artarak talep enflasyonu belirmesi ihtimali azalacaktır.”
810
Bu da zekatın
Atılgan, a.g.e.,, s.43-47
Yıldırım, S. Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s. 545.
812
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 24
813
Atılgan, a.g.e., s.105-106,109
814
Eskicioğlu, O., “Zekat Vergisinin Sebebi”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 13 Mayıs
2010, s.2. http://islamekonomisi.org/zekat-vergisinin-sebebi-2/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik
Merkezi)
815
107’nin %2,5’i 2,675 yapar; 2,675’in 7’ye oranı %38,214 eder.
811
238
antikonjonktürel etkisi olduğunu gösterir.816 1976’da Ekonomi alanında Nobel ödülü
alan Milton Friedman, negative income tax-olumsuz vergi- hakkında maliye dairelerinin
yeteri geliri olmayanlara olumsuz vergi ödemeleri konusunda düşüncesini belirtmiştir.
Şayet sosyal harcamalar verimli olmayan hizmetlere sarf edilme yerine gerçek manada
ihtiyaç duyanlara yönelik yapılmış olsa idi, ABD’de yoksulluğun çoktan kaybolmuş
olacağını söylemiştir.817
Vergi ile zekat arasında farklılıklar ve benzerlikler vardır. Benzerliklerinden biri
devletin karşılıksız olarak cebren alması toplum yararına harcamasıdır. Farklılıkları ise
isimleri, isimlerinin anlamları, mahiyetleri ve düzenlemeleri, matrahları, miktarları,
harcama alanları ve devlet ile olan durumlarıdır. Zekât yalnızca bir vergi değil İslam’ın
beş şartından biridir. Dolayısıyla “dinî-malî vergi” ya da “ibadet-vergi” olarak
adlandırılmasının daha doğru olabileceği ifade edilmiştir.818 Sözlük anlamı “artma,
arıtma ve bereket” olan zekât, sözlük anlamı “doğru söyleme ve sözünü tutma” olan
“sıdk” kökünden alınmıştır.819 İslam hukukunda zekât tanımı için “bir malın muayyen
bir miktarını muayyen bir zaman sonra müstahak olan bir kısım Müslümanlara Allah
Taâlâ’nın rızası için tamamen temlik etmekten ibaret” olduğu ifadesi kullanılmıştır.820
İslam’da zengin ve fakir arasındaki potansiyel gerilime dikkat çekilerek, zekat farz
kılınmış ve toplumda oluşabilecek bu tarz bir sıkıntının kökten önelenmesi
hedeflenmiştir. Zekat hem bir yardım vasıtası hem de toplumda oluşabilecek bir
huzursuzluğu önleyecek “emniyet sübabıdır821”.822 Zekât, servet ve mülkiyetin
yaygınlaşmasını dolayısıyla adil gelir dağılımını sağlayan en önemli araçtır823.
İslam’ın beş şartından biri olan zekât, “40 koyun-keçi, 30 sığır-manda, 5 deve,
96 gr. altın–640 gr. gümüş değerinde gerçekten veya hükmen artıcı bir mala sahip olan
816
Atılgan, a.g.e.,s. 107-108
İzzetbegoviç, A., “Zekatın Terbiye Edici Etkisi ve Friedman”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 24 Mart 2010, s.1. http://islamekonomisi.org/zekatin-terbiye-edici-etkisi-ve-friedman/ (İslam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
818
Eskicioğlu, O.,“Modern Vergi Anlayışı ve Zekat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy,18
Mart 2010, s.2-3. http://islamekonomisi.org/modern-vergi-anlayisi-ve-zekat/
(İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
819
Yılmaz, M.K., “Din ve İktisat”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 21 Nisan 2010, s.4-5.
http://islamekonomisi.org/din-ve-iktisat/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
820
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.326.
821
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s.149
822
Yılmaz, M.K., “Din ve İktisat”, s.4-5.
823
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s.37
817
239
Müslümanların bu malların % 2,5’ini fakir Müslümanlara vermeleri yükümlüğüdür”.
Atılgan, bu ödeme gücünün zamanla “rayici değişebilen bir mala göre değil, bir mal
grubuna göre” tespit edildiğini ifade ederek “bir tür zenginlik endeksi” geliştirilmiş
olduğunu açıklamıştır. Zekât ödeme sorumluluğu getiren zenginliğe göre fakirliğin
ölçüsünün biraz yüksek olduğunu söyleyerek; “konut, binit, giysi, hizmetçi, zanaatkârın
alet-edevatı, ilim adamının kitapları ve hane halkının 1 yıllık yiyeceği dışında, ne olursa
olsun, 96 gr. altın veya 640 gr. gümüş değerine eşit bir mala sahip olmayan kimselerin”
fakir sayıldığını ifade etmiştir.824
İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç isimli eserinde zekat olarak toplanan malların
“sarf mahalli Kur’an’da gösterilen yerlere harcanacağı ifade etmiştir. Tevbe Suresi 60.
Ayette Allah’ın zekatın sarf yerlerini belirttiğini söylemiştir825: “Sadakalar (zekatlar),
Allah'tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri
İslam'a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah
yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir.” buyrulmuştur. Zekât toplama işlemi bittiğinde sekiz sınıfa eşit
şekilde taksim edilir: Bunlardan ilki fakirlerdir. Fakirler hiçbir şeyi olmayanlardır.
İkincisi miskinlerdir. Bir miktar malı olup, “yokluğun hareketsiz bıraktığı insanlar”dır.
Bu iki kesimi durumlarından kurtarmak hedeftir. Üçüncü olarak zekatı toplayan
memurlar ve taksim etmede görevlendirilenlere verilir. Dördüncü kesim kalbi İslam’a
henüz ısınmamış olanlardır. Bunlar da dört sınıfa ayrılırlar, Müslümanlara yardım
sağlayacak kimseler, Müslümanlardan zararını bertaraf edecek kimseler, İslama
rağbetinin temini ümit edilenler ve kendisi ve bulunduğu topluluğun İslama teşvikini
düşünenlerdir. Beşinci kesim, azad olacak kölelerdir. Altıncı kesim borçlulardır, fakir
olanların ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla meşru dairede borçlanması ve
ödeyememesi ve fakir/zengin birinin Müslümanlara hizmet için borçlanması ve
ödeyememesi durumunda verilir. Yedincisi Allah yolunda savaşanlar içindir. Gazilere
savaşta ihtiyaç miktarı kadar zekat ve savaşa gidenlere gidiş-dönüş ihtiyaçları kadar
824
825
Atılgan, a.g.e., s.106-107
İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, Hisar Yayınevi, Çev. Ali Özek, İstanbul-Beyazıt, 1973, s. 138.
240
zekat verilir. Sekizinci kesim ise yolculuk esnasında, kötü bir gaye ile yolculuk etmeyip,
muhtaç duruma düşenlerdir.826
Sadaka İslam iktisadının gelir dağılımı prensiplerine dayanan, bireyin Allah’ın
rızası için muhtaç olanlara yaptığı maddi ve manevi yardımdır. Vakıf, “bir
gayrimenkulün belli bir sosyal, Hayri amaçta kullanmak üzere vakfedenin
mülkiyetinden ve özel mülkiyetten ( bir daha alım-satıma konu olmaktan) çıkarılarak
Allah’a (kamuya, topluma, ümmete) mal edilmesi” şeklinde tanımlanan, sosyal
sorumluluk hissini geliştiren ve kalıcı olan bir yardımlaşma kurumudur. Bu müesseseler
özel mülkiyet ile kamu mülkiyeti arasında denge sağlayan sosyal mülkiyet olarak
adlandırılabilecek yeni bir kategoriye girmektedir. 827 828
Zekât, sadaka, faizsiz ödünç ve vakıflar, sermayeye bağlı gelirlerin önemli bir
bölümünü düşük gelirli kesime transfer etmektedir. Bu müesseseler ile özel mülkiyete
ve servete konan sınırlamalar, ücretin İslami ölçülere göre belirlendiği bir ortamda,
talep yetersizliğini ve dolayısıyla deflâsyonu ortadan kaldırabilir. Toplam arzın en
yüksek düzeyde oluşması için ekonomik faaliyetlere tam katılımın sağlanması ile
ekonomik dengeye ulaşılabilir. 829
Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî, 11.-12. Yüzyıllar arasında
yaşamış çok yönlü büyük İslam âlimidir. Çağının tüm düşünce ve bilgileriyle alakadar
olmasıyla birlikte, fıkıh, hukuk, teoloji, karşılaştırmalı dinler, tasavvuf, ahlak, siyaset,
felsefe, psikoloji, metafizik sahalarında eserleri vardır. Selçuklu İmparatorluğu’nun
siyasi kargaşa içinde bulunduğu dönemde, İhyâ’ Ulûm Ed-Dîn adlı eserini yazmıştır. Bu
eserde zamanın bireysel ve toplumsal yaşamının dini ve ahlaki perspektifle analizi
yapılmıştır. Gazâlî iktisadi konular üzerinde de düşünüp yazmıştır. Mal ve servet
meselesi ile ilgili olarak malın yokluğunun insanı küfre görürebilecek kadar yoksulluk
meydana getirebileceğini ancak malın varlığının da insanı azgınlığa sürükleyebileceğini
ifade etmiştir. Bu sebeple yarar-zarar bir arada bulunduğu için mal-servet meselesinin
826
Ebu’l-Hasan Habib el-Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniye, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 234-236.
Atılgan, a.g.e., s.109,116-117-118
828
Ebu Zer’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebu Zer çorba
pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını da gözet.” (Müslim, Birr 142).
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.146.
829
Atılgan, a.g.e., s.132-133
827
241
“zor” niteliğini ortaya koymuştur. Ancak mal-servetin iyiliği veya kötülüğü konusunda
peşin hüküm vermemiştir. Genellikle belli birer mekân, vakit ve kişi için varsayımları
olmuştur. Tek başına servet yarar ve zarar unsurlarını içerdiği için iki olasılığa açıktır.
Bu nedenle servetin yararı ve zararı dini ve dünyevi olarak iki açıdan düşünülür.
Gazâlî’ye göre servetin dünyevi yararları arasında dilencilikten veya yoksulluktan
kurtulunması, insanlar arasında itibar sahibi olunması, arkadaş ve yardımcı edinilmesi,
çoğalma, değer kazanma vardır. Servetin getirebileceği dünyevi zararları ise “korku,
üzüntü, endişe, telaş ve yorgunluk” olarak ifade etmiştir. Ancak servetin dünyevi yarar
ve zararlarını tümüyle sayma hedefinde değildir. 830
Gazali’ye göre iktisat “kendiliğinden değerli değildir”. İktisadın hedefi
nihayetsiz saadete ulaşabilme amacına araç olabilmektir. Gazali’nin iktisadi yaşamı dini
yaşama vasıta olarak görüşü ile birlikte iktisadi yaşamı dini ve ahlaki yaşam için riskli
olarak görüşü de söz konusu olmuştur. Dolayısıyla iktisadi yaşamın, dini yaşam için
oluşturabileceği risklerinden ve tehditlerden arındırılması ve iktisadi yaşamın asıl hedefi
olan “vasıta olma” niteliğine kavuşturulması gereklidir. Gazali, iktisadın süjesi olan
insanın ve iktisadi faaliyetlerde “nesne” olan malların durumunu ve birbirleriyle
ilişkilerini ayrıntılı biçimde analiz etmiştir.831
Gazâlî’ye göre esas hedef “gönlün Allah ile meşgul olabilecek bir durumda
tutulması”dır. Dolayısıyla “mal tutmak ya da tutmamak” seçeneklerinden hangisi bu
hedefe daha iyi hizmet eder ise o tercih edilir. Bununla birlikte bazen kişilerin durumları
değişik olabilir ve bazısını malının olması, bazısını malının olmaması halleri esas
hedefe gitmekten alıkoyabilir. Kısacası, Gazâlî’ye göre servetin iyi ya da kötü olarak
değerlendirmesinin yapılabilmesi için “zamana, mekana ve şahıslara” göre analiz
yapılmalıdır.
832
Buna göre Geleneksel iktisadi zihniyetin öngördüğü homo economicus
modelinin doyumsuzluk aksiyomunun dünyevi çerçevede “daha fazla daha iyidir” bakış
açısı İslam’da doğru kabul edilmez.
Buna ilave olarak Gazâlî, malın insanı asıl hedefinden saptıracak bir faktör olma
durumundan çıkması için, “malın, varlığı ya da yokluğundan sevinecek ya da üzülecek
830
Orman, a.g.e., s. 11, 43-45, 77-79,82.
Orman, S., İktisat, Tarih ve Toplum, Küre Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2001, s.366-368.
832
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 82-83.
831
242
bir hal ortaya cıkarmamasını” önermiştir. Mal varlığından böylelikle iyi veya kötü
olarak söz edilemeyecektir.833
Kapitalist üretim sürecinde sermayedar sınıf yaşamın her alanında hâkimiyet
kuracak güce sahip olmuştur. İnsan kendini beğenmiş egoist bir varlığa dönüşmüştür.
Para davranışını motive eden tek öğe haline gelmiştir.
834
Günümüzde kapitalist
sistemde yaşamakta olan İslam Dünyasının büyük kesiminde satın alma gücü
zenginlerin ellerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Dolayısıyla lüks mallara olan talep,
toplumdaki efektik talebin büyük kısmını oluşturmaktadır. İslami değerlere dayalı bir
iktisadi sistemde gerçekçi bir eşitlik sağlandığında lüks malların üretiminde kullanılan
faktörler, efektif talep kafi derecede yüksek olacağından, daha fayda sağlayan alanlara
aktarılabilir. 835
3.4.3.2. Mal ve hizmet piyasaları
Tam rekabet koşullarının tüm piyasalarda sürekliliği sağlanamaması sebebiyle
tekelleşme ya da gereğinden fazla piyasa müdahalesi görülmektedir. İslam’da
tekelleşmenin olumsuz etkileri ifade edilmiştir: Haşr Suresi 7. Ayette şöyle
buyrulmuştur: “Allah'ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden
savaşılmaksızın
peygamberine kazandırdığı mallar; Allah'a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere,
yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında
dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir).”. Bir
monopol, miktar ve fiyat açısından tüketiciler aleyhine piyasa dengesinin oluşmasına,
gelir dağılımının bozulmasına ve toplumda refah kaybına yol açmaktadır. Sermaye
tekellerde üretici rantlarına sebep olarak tüketiciyi sömürmeye başlayabilmektedir.
Buna ilave olarak tekelleşmenin en zararlı türü olan kartel ve tröst toplumun aleyhine
gelişmelerden olup, firma çıkarlarını toplumun çıkarının önüne almaktadır. İslam, özel
sektörün istikrar bozucu yönlerini önlemek amacıyla, yüksek kar getiren sektörlere ve
alt sektörlere yüksek oranlı vergi koymak, devlet iznine bağlı iktisadi faaliyetlerde aşırı
833
Orman, a.g.e., s. 83.
Mannan, M.A., “Faiz ve Kapitalizm”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010,
s.2. http://islamekonomisi.org/faiz-ve-kapitalizm/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
835
Mannan, M. A., “İslam’da Tüketim İlkeleri”, (Tercüme; Bahri Zengin, Tevfik Ömeroğlu )
Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 18 Mart 2010, s.3-4. http://islamekonomisi.org/islamdatuketim-ilkeleri/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
834
243
zengin kesim oluşmasını önlemek, küçük müteşebbislere piyasada destek olmak ve
büyük sermaye sahipleri tarafından ezilmelerine mani olmak, gelir-servet dağılımında
bozukluk ve doğal afetler durumunda devlet olarak, zaruri ihtiyaçlara kâfi gelecek
miktarı kendilerine verdikten sonra, zengin kesimin malından diğer ihtiyaç sahiplerine
dağıtım yapmak gibi bazı düzenlemeler getirmiştir. Müdahaledeki amaç özel sektörün
sömürecek güce ulaşmasını önleyici tedbir alarak yine adaletin sağlanmasıdır. Aynı
zamanda İslam ekonomisinde sermaye çok ortaklı işletmeler halinde yaygınlaştırıldığı
için bu tedbir sağlamlaştırılmıştır. Servetin dağılımında ve özel sektörün optimum
büyüklüğe gelmesinde faizsiz kredi sistemi önemli kolaylıklar sağlamıştır. Çünkü faiz,
özel sektörün hızla tekelleşmesine yol açmaktadır. 836
Mal ve hizmet piyasalarının denetimsiz gelişimi ve tam rekabet koşullarının
gerçekleşmesinin zorluğu karaborsa ve eksik rekabet piyasalarının oluşmasına neden
olmaktadır. Bir mala toplum ihtiyaç duyduğunda ve ticari olarak tedariki zor
olmadığında o malın stoklanıp fiyatları yükseldikten sonra satılması İslam dinince
meşru değildir. Çünkü toplumun aleyhine bir durumdur. Bununla birlikte söz konusu
mal ikame malı ise stoklanıp suni bir darlığa neden olunması mekruh sayılmakta; ancak
mal tamamlayıcı mal veya ikamesi mümkün olmayan mal ise haram kabul edilmektedir.
Ayrıca haram hükmünün geçerliliği için tüccarların o malı başka yerden tedarik edip
piyasaya sürmelerinde zorluklar olmaması koşulu vardır. Eğer malın tedariki zor ise,
piyasada mal bulunmaması gelir dağılımının bozulmasından daha zararlı olacağı için
geçici yüksek bir fiyata rıza gösterilir ve toplumda küçük bir zarar daha büyüğüne tercih
edilir. Stoklama yasağının manevi olmayan hedefleri de vardır. Fiyat hareketlerinin
izlenmesi ve hareketlerin gelişmelere uygun seyretmesinin sağlanması 837, yerli üretimi
yetersiz olan malların ithal edilmesi, darlığın suni olduğu durumlarda muhtekirlerin
mallarına devlet tarafından normal bedeli ödenerek el konulup piyasaya sürülmesi,
zorunlu tüketim mallarında narhın miktar müdahalesi ile birlikte kullanılması gibi
tedbirler öngörülmüştür.838
836
Atılgan, a.g.e., s.25,26, 28-32,74,75
Atılgan, a.g.e., s.72: “Yusuf Peygamber (A.S.) böyle bir tedbir almıştır.”
Bkz. Kur’ân-ı Kerîm, Yusuf Sûresi.
838
Atılgan, a.g.e., s.60,61,70, 71,72.
837
244
Mal ve hizmetlerin heba edilmesi, aşırı tüketim, aşırı lüks tüketim ve birey ve
toplumun harcanabilir gelir düzeyi ile oranlı olmayan harcamalar yapılması gibi
eğilimler İslam’da yasaktır ve İslam’ın reddettiği, ahlaki, sosyal ve iktisadi boyutları
olan israf kapsamına girmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de A’râf Sûresi 31. Ayette, “Yiyin,
için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.”839 buyrulduğu üzere
israf edilmemesi emredilmiştir. İslam’da israf yasağı daima ön planda tutularak, israfın
gelir dağılımını bozan, yatırımları engelleyen, sosyal barışı tehdit eden, ahlaki kaideleri
bozan etkileri önlenmeye çalışılmış ve ihtiyaçlarla bunları karşılayacak kaynaklar
arasındaki dengenin sağlanmasına önem verilmiştir. Toplumun sosyoekonomik
koşullarına göre bir malın lüks sayılabilmesi için belirli bir ölçü konması gereklidir. Bir
ekonomide lüks kabul edilebilen bir mal başka bir ekonomide aynı kabulü görmeyebilir
veya bu fertlerin koşulları için de geçerli olabilir. Lüks tüketiminin kontrol altına
alınabilmesi için İslami prensipler, kimsenin malının sosyal hedeflerden soyutlayarak
istediği gibi kullanmasına izin vermemiştir. Lüks tüketimine sosyal refah seviyesi ile
bağdaştırılabilecek seviyede kalması koşuluyla izin verilmiştir.840 Bu konuda yapılacak
düzenlemelerde ise dikkatli olmak gerekir; çünkü lüks tüketim vergisinin uygulanması
durumunda vergi yükünün ağırlığı talebin esnek olmasından dolayı tüketiciye değil,
inelastik arzdan dolayı bu malın üretiminde çalışan orta gelirli kesime yansıyacaktır841.
3.4.3.3. Para-Sermaye Piyasaları ve Faiz
Aristo ve Eflatun akıl yürütme yöntemi ile faizi reddederek faiz ile yapılan
borçlanma neticesinde paranın üretici vazife taşıyarak mübadele aracı vazifesinden
ayrıldığını söylemişlerdir. Fiyat ve kazançların adalet prensiplerine göre şekil alması
839
Yıldırım, S. Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s. 153.
Atılgan, a.g.e., s. 62,63, 66-68
841
Mankiw, a.g.e.,s.130.
840
245
gerekirken faiz adaletsiz bir muamele olarak ortaya çıkmakta ve borç alanlar yük altında
kalmaktadır.842
Avrupa’da büyük sanayiler kurulduğunda, fabrikalarda istihdam edilmek üzere
geniş bir işgücü kitlesine ihtiyaç duyulmuştur. Bununla birlikte üretim için büyük
miktarda sermaye gerekli olmuştur. Bunun için sermaye birikimi yapılması gerekli
görülmüş ve bölüşümde toprağa rant, işçiye ücret ve sermayeye faiz verilmiştir. Ancak
uygulamada faizin zararları ile karşılaşılmıştır. Faiz oranlarının yüksek olması
nedeniyle ekonomik kriz ve durgunluklar, dalgalanmalar yaşandığını farkeden
uzmanlar, Merkantilizm döneminde kanun ile faiz nispetlerinin aşağıya çekilmesini
teklif etmişlerdir.843
Faiz olumsuz gelişmelere yol açmaktadır. Sermayenin az sayıda firmada
yığılmasına sebep olmasıyla tam rekabet koşullarını baştan bozmakta ve üretimi
sınırlandırmakta, fiyatların yükseltilmesi sonucunu getirmektedir. Teşvik ettiği
sermayenin, sınaî ve ticari sermayeyi yönlendireceği hususu dolayısıyla onlara
tahakküm edecek, kredi kurumları az riskli ve kısa vadeli yatırımlara yönelecek ve bazı
faaliyet sahaları işlemeyecektir. Bankaların az riskli yatırım alanlarına kredi açmaları ve
teminat istemeleri sebebiyle, Batı’da yüksek riskli girişimlerden yüksek faiz kazanmak
amacıyla risk sermayesi grupları ortaya çıkmıştır. Bu durum rekabeti bozmaktadır.
Ayrıca sermayedarlardan faiz getirisi elde edenlerin emek ve yetenekleri atıl kalacak ve
diğer insanların emeği ile geçineceklerdir. Bununla birlikte faiz, kısa dönemde
kolaylıkla talep enflasyonuna dönüşebilecek olan maliyet enflasyonuna neden olacak;
faiz ile geçinenlerin sayısı arttıkça ekonomide üretim düşecek, fiyatlar yükselecektir.
Gelir dağılımı emeğini sarf edenlerin aleyhine değişim gösterecektir. İslam, üretime
yönelik faaliyetleri motive eden, çalışmayı ibadetten sayan bir dindir.844 Sermaye ile
emek birbirinden bağımsız statülere sahip olmamalıdır. Aksi takdirde iki üretim faktörü
birbiriyle çelişen bir durumda olur845. Faizli getiri üretim alanlarının ve emeğin devre
842
Eskicioğlu, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, Ekonomislam, The Group of
Islamic Economy,1 Nisan 2010, s.10. http://islamekonomisi.org/tarihte-ekonomik-donmeler-sistemlerve-islamiyet/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
843
Eskicioğlu, O., “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.10-11.
844
Atılgan, a.g.e., s. 83-86, 134
845
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 154.
246
dışı kalmasına sebep olmakta, sömürüye yol açmaktadır. Faizin İslam’ın adalet
anlayışına ters düştüğü açıktır.
Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Suresi’nde (2/275-279), “Faiz yiyenler, ancak
şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Alış veriş de faiz
gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.
Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse,
artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim
tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır. Allah,
faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr
nankörü sevmez. Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve
zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da
olmayacaklardır. Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten
iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah
ve Rasûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, ana paralarınız
sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size
haksızlık etmiş olur.” buyrulmaktadır.846 Emeksiz ve haksız olarak kazanılan
sermayelerin temerküzüne sebep olan riba servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması
esasına ve kul hakkına girmeme esasına ters düşmektedir. Çünkü hem haksız
kazanılmıştır, emek verilmemiştir, başkasının emeğinin hakkına girilmiştir. Ayrıca kredi
ilişkilerinde ortaya çıktığından sermayenin az ellerde toplanmasına sebep olmaktadır. 847
Kaynakların yeterli miktarda olmaması faiz ödemeyi icbar ettiren bir sebep gibi
gösterilmektedir. Gerekçe olarak sermayenin bir üretimde kullanılmamasının fırsat
maliyeti olduğu öne sürülür. Bu sebeple faiz müessesesinin sosyalist sistemde bile
bütünüyle yararsız olmadığını ileri sürenler olmuştur. Ancak bu konudaki görüşlerin
tümü tamamıyla yanlış ve aldatıcıdır. İslam, üretimde sermayeye pay vererek katkısına
bakmadan sermayenin getirisine karşı durmaktadır. Kaynakların yeterli olmaması
meselesine gelince, İslam devleti kaynaklarını muhtelif yatırım projelerinin karlılık
derecesine göre tahsis eder. Projelerin tercih sırası karlılık derecesi ile doğru orantılıdır.
Kaynaklar projelerin tamamına yetmeyebilir. Ancak kaynaklardan maksimum derecede
846
847
Atılgan, a.g.e., s.81-82, dipnot.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 153,154.
247
yararlanma imkânı doğar. Böylelikle maksimum istihdam gerçekleşebilir. Toplum
kaynakları tam kanaat edildiğinde-ve nüfus artış oranı sıfır veya negatif ise- yüksek
ihtimal vardır ki tüketimde düşüş eğilimi yaşanır. Tüketimin harcanan gelire oranı
düşeceğinden tasarruf oranı yükselir. Talep olumsuz etkilenebilir ve böylece toplum tam
örgütlenmiş ise faiz oranı sıfıra düşebilir. Müteşebbis için para kazanma alanı ortaya
çıkmış olur. Yatırımın toplam hasılası bir vakit sonra pozitif olacağından kazanma
arzusu çok artacağı için zarara yol açması mümkündür. Ancak İslami zihniyete dayalı
faizsiz bir iktisadi sistemde her fert birbirine yardıma hazır bulunduğundan ve ortak bir
gaye içerisinde olduğundan toplumun zarar etme ihtimali minimuma indirilmiştir.848
Gazâlî, paranın maddesinin kullanım değerinin bulunmaması özelliğinde ısrar
etmiştir. Paranın mübadele işlevini en uygun olarak yerine getirebilmesi için “mal
niteliğini taşımaması” gereklidir. “Para her türlü arzunun vesilesi olması ile birlikte,
maddesinde arzulanacak bir şey olmamalıdır”.
849
“A Chtistian Critique of Economics”
makalesinde Johnston, sermayenin en verimli kullanımını takip etmek zorunda olarak
üretim makinalarının değiş tokuş edilebilir bölümleri haline gelen işgücünün (yönetim
sınıfı dâhil), nakil olunan sermaye ile sürekli olarak nakil olduğunu ve şirketlerin yer
değiştirmesiyle toplulukların kaçınılmaz olarak parçalandığını ve zayıfladığını ifade
etmiştir.850 Johnston’ın bu konudaki söylemi, İslam iktisadında emek ve sermayenin
birbirinden ayrılmaması doktrinine destek veren ifadededir.
İslami iktisadi sistemin Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hakim
olmaması sebebiyle Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hakim sistemlerin seküler
perspektifle geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.851 İslam ekonomisi eski
çağlara geri dönüş ya da yabancı bir olgu değildir. Aksine modern etik finans ve sosyal
sorumluluğa dayalı yatırım hareketleri ve sadece finansal getirileri ile değil paralarının
nasıl kullanıldığı ve kaynak dağılımındaki olası etkileri ile alakadar olan yatırımcıların
848
Mannan, M.A., “Faiz, Ekonomik Durgunluk ve Kıt kaynaklar”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 27 Mart 2010, s.1-2. http://islamekonomisi.org/faiz-ekonomik-durgunluk-ve-kit-kaynaklar/
(İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
849
Çalışmamızın esas hedefinden ayrılmama gayesiyle “paranın özellikleri, fonksiyonları” gibi meselelere
değinilmemiştir. Bilgi için bkz. Orman, S. Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı,
İstanbul 2007, s. 133.
850
Johnston, a.g.m., s.21-22.
851
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 9.
248
bulunduğu İslami finans arasında paralellik vardır.852Mesele, stratejik davranış olarak
firmaların pozitif bir faiz haddi ile borç alma haklarının olmaması sebebi ile finansal
kısıt altındaki stratejik davranışın neticesinin karşılaştırmalı olarak modellenmesine
ihtiyaç duyulmasıdır. 853
3.4.3.4. Ücret ve Kâr ile ilgili esaslar
Kur’an-ı Kerim’de Maide Sûresi’nde, (5/2), “İyilik ve takva (Allah'a karşı
gelmekten
sakınma)
üzere
yardımlaşın.
Ama
günah
ve
düşmanlık
üzere
yardımlaşmayın.” buyrulmaktadır. Bu sebeple İslam’da, istikrar, sosyal barış ve
dayanışma esasına dayalı olarak iktisadi büyüme veya kalkınmanın gerçekleşmesi
esastır. İslami prensiplere göre ücret, işçiden sağlanan verime854 ve işçinin ihtiyacına
göre belirlenir. İşçiden sağlanan verim ve işçinin ihtiyacı ile ortalama geçim düzeyi göz
önünde tutularak ücret tespit edilir. Ayrıca işçinin dışında oluşan koşullar da işçinin
verimliliğini etkilemektedir.855 “Adil ücret” ve “emeğin sömürülmemesi” meseleleri
Kur’an’ın Öğretisine ve Sünnet’e göre belirlenmelidir. İslam emekten başka üretim
faktörünün katkısını tanımaz ve böylelikle İslam’da “emeğin sömürülmemesi” esası
Marks tarafından ileri sürülen “artık değer” meselesine benzemez.856 Bu hususlar işçinin
kul hakkına girmeme gayreti ya da işçinin emeğini sömürmeme prensibi ile ilgilidir.
Dolayısıyla hem Kapitalist hem de Marksist iktisadın “emek sömürüsü” meselesine net
bir cevaptır.
İslami iktisatta ticaret ve kâr serbesttir. Faiz yasaktır. İslam iktisat sistemi
üretimde mülkiyet, tüketimde umumiyet ve vergilemede zekat prensiplerine dayalı
işler.Ticaret yapıp kar elde etme İslam iktisadında meşru ve mubahtır. Geleneksel iktisat
852
Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 179.
Mukherji, B., “Theory of Growth Of A Firm In A Zero Interest Rate Economy”, Research Series in
English No. 24 1405 H (1984 ), Centre for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University
Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics
Research Centre Published on Net April 2008, s. 50.
854
Geleneksel iktisat teorisinde sadece işçiden alınan verime bağlıdır, o da atomistik birey varsayımı ile
tüm işçilerin aynı vasıfta olduğu varsayımına dayanarak yapılır.
855
Atılgan, a.g.e., s.94-95
856
Chapra, M.U., Objectives of The Islamic Economic Order, The Islamic Foundation 1979/1399H,
Derbyshire Print, s.15. http://8ook5on1slam.files.wordpress.com/2009/12/objectives-of-the-islamiceconomic-order.pdf
853
249
karı, girişimin ve girişim faktörünün payı olarak görürken, İslam iktisadı karı
“üretimden değil, ticari bir muameleden doğan hak” olarak görür. İslam iktisadına göre,
fiyat ve kâr serbest koşullarda oluşmalıdır. Arz veya talepteki değişimlerden dolayı
gerçekleşen fiyat artışlarına-normal şartlarda-fiyat kontrol müdahalesi yapılmaması
kabulü vardır. Ancak devlet denetlemesi söz konusudur.857
3.4.3.5. Devletin Etkinliği ile ilgili esaslar
Bireysel özgürlüğün sınırı ve sosyal denetim başladığı yer önemlidir. Sosyal
denetim bireysel özgürlüğü garanti altına alarak bireyi, Şeriat’ın öngördüğü
sorumluluklarını yerine getirebilmesine olanak sağlamaktadır. Böylelikle özgürlük ve
denetim mekanizmaları çatışan değil birbirini tamamlayan niteliktedir.
Denetim
özgürlüğü korumaktadır ve tam tersi de geçerlidir. Bu İslami özgürlük ve denetim
kavramlarının özüdür.858 İslami prensiplere aykırı olmayan uygulamalar için “devlete
itaat ‘farz’” kılınmıştır. Devlet denetimle görevli olup, etkinliği örgütleme, sosyal adalet
ve güvenlik alanlarında görülmelidir.859
İslam iktisadının prensipleri hâkim olduğunda bile, dış iktisadi ilişkiler, doğal
koşullar, siyasi bunalımlar ekonomik dengesizliklere sebep olabilir. Bu durumda devlet
ekonomiye Kapitalist ya da Marksist sistemlere kıyasla daha sınırlı ve ölçülü olarak
müdahale edebilir. Para politikasının temel aracı faiz olduğu için İslami iktisat
sisteminde para politikası araçları müdahale için kullanılmaz. Para politikası ile politik
sonuçlar elde edilebilir ve birbirini takip eden geçici politikaların uzun dönemdeki
etkileri enflasyona sebebiyet verebilmektedir. Maliye politikası araçları için bir
sınırlama konmamış olmasıyla birlikte, sosyal adaleti gerçekleştirmek hedefi göz
önünde tutularak vergi, harcama ve iç borçlanma (“kamu finansmanı, toplam talebin
857
Eskicioğlu, O., “İslam Ekonomisinde Gelir Dağılımı, Ücret, Kar ve Faiz”, Ekonomislam, The Group
of Islamic Economy, 31 Mayıs 2011, s.2-3. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-gelirdagilimi-ucret-kar-ve-faiz/ (İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
858
“Guidelines For Key Issues In Islamic Economics”, Research Series in English No. 21, (Discussion
Paper) International Centre for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University Jeddah,
Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research
Centre Published on Net March 2008, s.2.
859
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 24
250
değiştirilmesi ya da vergi yükünün azaltılması gibi amaçlarla”, faiz uygulanmadan)
politikaları uygulanabilir. Buna ilave olarak, gelir dağılımına ilişkin aşırı bir dengesizlik
durumunda devletin, zenginlerden, kendilerine yetecek miktarda mal bırakılarak, diğer
mallarına el koyup düşük gelir gruplarına dağıtması olağandır. 860
İslami devletin iktisadi rolü konusunda çalışma yapan bazı Müslüman yazarlar
üç önemli meseleye değinmişlerdir. Bunlar şöyledir;861
i.
İslami devlet refah devletidir. Başlıca önem verilen mesele
toplumun ekonomik olarak düşük kesimlerinin refahıdır.
İslami devlet kalkınma devletidir. Ekonomik büyüme son derece
ii.
önemli olmakla beraber devletin politikalarını şekillendiren baskın bir rolü
vardır.
iii.
İslami
devlet
iktisadi
denge
için
sorumludur.
İktisadi
politikalarının esas hedefi iktisadi dengenin sağlanmasıdır.
Chapra’ya göre İslami devletin refah devlet olma rolünü karşılayabilmesi için
dört finansal kaynak vardır. Bunlar, zekat, doğal kaynaklardan elde edilen gelir,
vergileme ve borçlanmadır. Zekatın payı, toplanması ve paylaştırması İslam’ın orijinal
kaynaklarında çok iyi şekilde ele alınmıştır; ancak vergileme ve borçlanmada
detaylandırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.862
İslami refah devletinin fonksiyonları aşağıdaki gibidir, ancak aşağıdaki
maddelerin sıralamasının özel bir önemi yoktur863:
i.
Yoksulluğu kökünden halletmek, tam istihdam ve yüksek
büyüme oranı için uygun koşullar meydana getirmek
860
Atılgan, a.g.e., s.134,135,137
Kahf, M., ““Taxation Policy in an Islamic Economy”- Fiscal Policy And Resource Allocatıon In
Islam” edited by Ziauddın Ahmed Munawar Iqbal M. Fahım Khan, International Centre for Research
in Islamic Economics King Abdulaziz University, Jeddah And Institute of Policy Studies, Islamabad,
Digital Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published
on Net May 2008, s.114. (Maddeler için de aynı kaynaktan yararlanılmıştır.)
862
Kahf, a.g.m.,s.115.
863
Tüm maddeler Chapra’ya aittir.
Chapra, M.U., The Islamic Welfare State and its role in the economy,The Islamic Foundation,
Leicester, U.K.,1979/1399H, Printed by J. M. Dent&Sons (Letchworth) Ltd.,The Aldine Press, s. 11-12.
861
251
ii.
Paranın reel değerinde istikrar sağlanmak
iii.
Kanun ve düzeni muhafaza etmek
iv.
İktisadi ve toplumsal adaleti temin etmek
v.
Toplumsal güvenliği düzenlemek ve adil gelir ve servet
dağılımının gelişmesine yardım etmek
vi.
Uluslararası ilişkilere uyum göstermek ve milli savunmayı
garantiye almak
3.4.4. İslami İktisadi Doktrine Göre Homo Economicus’un Analizi:
Modern kapitalist zihniyet Avrupa’daki Aydınlanmaya ( 15.-18.yüzyıllar)
dayanır. Doğa bilimlerinin toplumsal modellemeler için kaynak alındığı bu akımın
doğduğu Hıristiyan dünyasında dinin yerine akıl üstünlüğü ve Allah yerine insan inanç
merkezi kabul edilmiştir. İçtimaî yasa olarak Darwinci dünya görüşünü yansıtan doğa
kanunları esas alınmıştır. Bu görüşün iktisadi zihniyete yansıması “liberal felsefe”
olarak gerçekleşmiştir. İktisadın bu felsefi zihniyet yapısı insanı homo economicus
olarak tanır ve tanıtmıştır. Karakteristiği ise “kişisel çıkarının maksimumlaşması
amacında olan bir homo sapiens” olmasıdır.864
İslami esaslara dayanan iktisadi zihniyette ise böyle bir insan modeli kabul
edilemez. Her şeyden önce İslam son din olması nedeniyle hem dinler arasında üstün,
hem de “külli akıl”865dır. Tüm kâinat ve kainatı açıklayabilen tüm ilimlerin sahibi
Allah’tır. “Kusurlu, aciz ve çok muhtaç”866 olan insanın, kendisinin sınırlı kullanabildiği
( bazen de kullanamadığı) cihazlarından biri olan akıl inanç merkezi olamaz. Kur’an’ın
insan-ı kâmil kabulünde “kişisel çıkarların maksimumlaştırılması esası” çelişki teşkil
ettiği için kabul edilemez. İslam toplumsal ve bireysel menfaatlerin değerlendirilmesine
kusursuz esaslar867 getirmiştir. Bir Müslüman’ın iktisadi saiklerini düzenleyen esaslar
ilgili bölümümüzde anlatılmıştır.
864
Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki
Algılanışı”, s.93.
865
Bkz. “ İslamiyette akılcılık” bölümü
866
Bilgi için Bkz. Said Nursi, Sözler, s. 41.
867
Bkz. “İslami iktisadi insanın aksiyomları” bölümü.
252
Homo economicus karakteristikleri önceki bölümlerde tam bilgiye sahip olma,
seçicilik ve optimize edicilik, açgözlülük (çoğu aza tercih etme), tercihlerde tutarlılık,
bencillik (hedefinin kendi çıkarının maksimizasyonu oluşu) ve akılcılık olarak ifade
edilmiş idi. Bu aksiyomlardan tam bilgiye sahip olma, seçicilik ve optimize edicilik
(kendi çıkarına en uygun olanı tercih etme), rasyonalite ve tercihlerde tutarlılık ile ilgili
Geleneksel İktisat kendi literatürü içinde eleştiri almaktadır. Birçok yeni akım bu
varsayımların geçersiz olduğunu ifade etmekte veya alternatifler getirmektedir. İlgili
bölümde gerekli eleştiriler yapılmıştır. Bu sebeple çalışmamızın Yahudilik ve
Hıristiyanlık ile ilgili bölümlerinde yapıldığı gibi bu bölümde “çoğu aza tercih
etme/doyumsuzluk/açgözlülük”
ve
“bencillik”
ile
ilgili
bölümlere
özellikle
değinilecektir. Ancak homo economicus için ifade edilen aksiyomların bazıları birbirini
etkilemektedir. Bu sebeple kendi çıkarının en üst düzeye çıkarımı, rasyonalite, bencillik
ve doyumsuzluk iç içe geçmiş durumdadır. İktisat Teorisinin temel esaslarının
rekonstrüksiyonunun şart olduğunu ileri sürenler vardır.
Çalışmanın bütününde homo economicus aksiyomlarının Semavi dinlerde tarif
edilen insanın iktisadi zihniyeti ile çeliştiği, çalışmada “İktisat Teorisinde insan”
bölümünde aksiyomların mantıksal bütünlük içermediği ve aslında Geleneksel İktisat
Teorisi literatüründe de bu çelişkilerin ifade edildiği, çalışmanın bu bölümünde ise
İslamiyet’i kabul eden bir insanın iktisadi zihniyetinin tarifleri, İslam iktisadının temel
esasları, İslami iktisadi doktrinin Geleneksel İktisat’ta varsayılan insanı analizi
neticesinde söz konusu aksiyomların geçersizliğinin ortaya konulmasına gayret
gösterilmiştir.
Kantakji, Kur’ân-ı Kerîm’den İslami iktisadi aksiyomlar ortaya çıkarmıştır (
burada sadece İktisat ile ilgili olan Sûreler gösterilecektir, Kantakji çalışmasında
numaralandırdığı aşağıdaki aksiyomların herbirini ilgili Sûreler ile ifade etmiştir) ;868
1. Her şey Allah’ın hâkimiyeti altındadır. Maide Sûresi 120. Ayette
“Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah'ındır. O
her şeye hakkıyla gücü yetendir.” buyrulmuştur.
868
Numaralı aksiyomların alındığı kaynak: Kantakji, “Islamic Economic Math Model”, s. 4-7.
253
2. Allah’ın hazineleri sonsuzdur ve Her Şeye Kadir Olan Allah, hiçbir
sorundan veya kriz/buhrandan zarar görmez.
3. Allah, Her Şeye Kadir olarak, insanı yaratmıştır.
4.Allah
insanların
evlenmeleri
ve
çoğalmaları
konusunda
cesaretlendirmiştir. Ancak nüfus yoğunluğuna çözüm olarak çocukların
öldürülmemesi veya ekonomik kriz durumunda zarar görmemek için çocuk
yapılmamasının uygun olmaması konusunda uyarmıştır. Çünkü Allah, Esirgeyen
ve Bağışlayandır, onlara rızıklarını verir. İsra Sûresi 31. Ayette, “Yoksulluk
korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları
öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.” buyrulmuştur. Dolayısıyla Malthus
Teorisi- ve destekçileri- İslami itikat ile uyuşmamaktadır ve ters düşmektedir.
5. Her Şeye Kadir olan Allah, her şeyi yaratmıştır, yiyecek ve içecekleri
de insan için yaratmıştır. Lokman Sûresi 20. Ayette, “Göklerde, yerde ne varsa
hepsini Allah'ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki
nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir
bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp
duranlar vardır.” buyrulmuştur.
Nahl Sûresi 3.,4. ve 5. Ayetlerde şöyle
buyurulmuştur: “Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O,
müşriklerin ortak koştukları şeylerden yücedir. İnsanı nutfeden (bir damla
sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.
Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve birçok faydalar vardır.
Hem de onlardan yersiniz.” Müminun Sûresi 17-22 numaralı ayetlerde,
“Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz
değiliz. Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu
yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.
Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve
bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz. Yine o
su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de
yiyenlere katık verir. Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların
içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır
254
ve onlardan yersiniz de. Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.”
buyrulmuştur. Nahl Sûresi 13. ayette “Sizin için yeryüzünde çeşitli renk ve
biçimlerle yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize verdi. Öğüt alan bir toplum için
bunda ibretler vardır.” buyrulmuştur.
6. Allah, insanları Küre-i Arz’a yerleştirmiş ve burayı onların meskeni
kılmıştır. Hud Sûresi 61 ayette “Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber
gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir
ilahınız yok. O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında
görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise ondan bağışlanma dileyin; sonra da
ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.”
buyrulmuştur. İbrâhim Sûresi 32. Ayette, “Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten
yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri
gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de
hizmetinize sunandır.” buyrulmuştur.
7. Allah, her şeyi insanın kullanımına vermiştir. İsra Sûresi 70. Ayette
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık.
Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın
birçoğundan üstün kıldık.” buyrulmuştur.
8. Her Şeye Kadir Olan Allah, hiçbir şeyi rastlantıya ya da doğaya
bırakmaz; her şeyi hesaplamıştır, insanları, onların ihtiyaçlarını yaratmıştır ve
besinlerini de hesaplamıştır. Kamer Sûresi 49. Ayette, “Gerçekten biz, her şeyi
bir ölçü ve dengede yarattık.”, Hicr Sûresi 19-24 numaralı ayetlerde “Yeri de
yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi
bitirdik. Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için
geçimlikler meydana getirdik. Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda
olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. Rüzgârları da aşılayıcı olarak
gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da
siz değilsiniz. Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek)
varisleriz Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları
da.” buyrulmuştur.
255
9. Allah’a inanmak kaynaklardaki çoğalma için anahtardır (Kantakji tam
tersinin de doğru olduğunu söylemiştir). Araf Sûresi 96. Ayette, “Eğer, o
memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı,
elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık.
Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı
yakalayıverdik.” buyrulmuştur.
Müminun Sûresi 115. Ayette “"Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?"” buyrulmuştur. Kantakji, çalışmasında
Allah’ın insanları hesap vermede sorumlu oldukları bir misyon için yarattığını
ifade etmiştir.
Kantakji’nin çıkarmış olduğu aksiyomlarda özellikle el-Adl, el-Hakîm ve elHalik ism-i şerifleri vurgulanmıştır. Özellikle İktisatta bu isimlerin tezahürleri yoğun
olarak görülmektedir. Mutasavvuf ism-i şerifiyle ve el-Adl ile her şeyin en ince şekilde
hesaplandığı ve adalet üzerine kurulduğu ve tüm bunların mükemmel bir bütünlük
içinde yapıldığı görülmektedir. Casiye Sûresi 22. Ayette “Allah, gökleri ve yeri, hak ve
hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara
zulm edilmez.” buyrulmuştur. Hiçbir şey rastlantıya bırakılmaz; çünkü her şeyi yaratan
O’dur ve hikmetle iş görmektedir. İşlerinde hikmetsiz hiçbir şey yoktur, işlerinde asla
kaos yoktur, eksiksiz ve kusursuzdur. Mükemmel Olan Allah her şeyi Mükemmel
Adaleti ile ölçü ve denge ile yaratmıştır.
Dolayısıyla Allah, Kur’ân-ı Kerîm ile buyurduğu üzere, tüm hayatımızda (ve
iktisadi yaşamda) kurmuş olduğu mükemmel sistemine uyum gösterilmesini
emretmiştir. Kainat mükemmel olduğuna göre içindeki tüm sistemler mükemmeldir. Bu
sebeple Kur’ân’da açıklanan iktisadi emirler mükemmel olan iktisadi sistemi
açıklamaktadır. Bununla birlikte insanın ulaşması gereken kemalatını iktisadi
meselelerin engellememesi gerekmektedir. Kur’ân’daki emirler ile Peygamber
(A.S.M.)’ın-mükemmel iktisadi insan olarak-yaşantısından ve buyurduklarından iktisadi
insanın nasıl olması gerektiği ile ilgili prensipler çıkarılmıştır.
Tokgözlülük-doyumsuzluk
aksiyomunun
karşıtı
olarak
ifade
edilebilir-
özelliğinin insanı muhtaç olmaktan kurtulmasına bir vesile olacağı Hadis’te
256
belirtilmiştir869. Bir başka deyişle tokgözlülük insanın ihtiyaç sahibi olmaktan
korunmasına bir vesiledir. 870
Kahf, İslam kültürüne istinaden tüketici tutumlarının saiklerini sıralamıştır.
Kahf’ın ifade ettiği saiklerin incelenmesinden elde ettiğimiz netice aşağıdaki gibidir: 871
i. Tüketicinin tercihinin iki neticesi vardır. İlk neticesi bu dünyada ikincisinin
neticesi Ahirette alınacaktır. Tercihinden elde edeceği fayda iki neticenin şimdiki
değerinin toplamının ifadesidir.
ii. İslami zihniyete göre başarı Allah rızasını elde edebilmektir. Hedef tüketici
davranışı teorisindeki gibi servet biriktirmek değildir.
iii. Servet Allah’ın bir ihsanıdır. Malların ihtiyaçların tatmini için kullanılması
gerekir. Bu nedenle mal yığmamalıdır.
Kahf saydığı üç saike dayanarak İslami zihniyete dayanan tüketici tutumunun
başarısını “felâh’ın maksimizasyonu” olarak ifade edilebileceğini söylemiştir.
Maksimizasyon sorununu ise iki bölümde ele almıştır:872
1. Mal ve hizmetlerin tüketiminden elde edilen doyum
2. Allah için harcamak koşulu ile Ahiret hayatının zenginleşmesi
869
Ebû Saîd Sa’d ibn Sinân el Hudrî’den rivayet edildiği üzere İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur:
“Yanımda mal olsaydı sizden esirgemezdim, kim istemekten çekinir iffetli davranırsa Allah onun iffetini
artırır, kim tokgözlü olmak isterse Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır, kim sabretmeye
gayret ederse Allah ona sabır verir, hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve hayırlı birşey verilmemiştir.”
(Buhârî, Zekat 50; Müslim, Zekat 126)
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiği üzere, İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur: “Veren el alan elden daha
üstün ve hayırlıdır. İnfak ederken geçimini üstlendiğin kimselerden başla. Sadakanın hayırlısı ihtiyaç
fazlası maldan verilendir veya fakiri bolluğa kavuşturacak olandır. Kim istemekten sakınırsa Allah onu
kimseye muhtaç etmez. Kim de tok gözlü olup kanaat ederse Allah onu başkasına muhtaç etmeyerek
zengin kılar.” (Buhari, Zekat 18, Müslim, Zekat 94)
Kaynak: İmamı Nevevî, Riyâzü’s Sâlihîn, s. 23-24142.
870
Kur’an tefsirinden’ “Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmemek maksadıyla iktisad etmek”
anlaşılabilir. İktisad edebilmenin ön koşulu gönül tokluğu ve muhtaç olmadan zengin olabilmek, elindeki
ile yetinmektir. Bilgi için bkz. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşriyat,
Yedinci Baskı, İstanbul, 2011, s.14.
871
Kahf, M., “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”, s. 40-41.
872
Kahf, a.g.m.,s. 42-43.
257
Geleneksel İktisat Teorisinin tarif ettiği homo economicus Semavi dinlerin
öğretilerindeki (ve İslami öğretideki) iktisadi esaslara uymadığı, ters düştüğü bu
çalışmanın ilgili yerlerinde ifade edilmişti. İslam iktisadının esaslarına dayanarak homo
economicus’un yanlışlarının ortaya konması ve ideal iktisadi insanın çıkarımının
yapılması gerekmektedir. Çalışmanın bu bölümünde bunun için bir miktar gayret
gösterilmiştir.
Geleneksel
İktisat
Teorisi’nin
homo
economicus’unun
aksiyomları
çalışmamızdaki ilgili bölümde anlatılmıştır. Bu bölümde ağırlıklı olarak “çoğu aza
tercih etme” ya da “doyumsuzluk/açgözlülük” aksiyomu ve “başkalarını görmezden
gelerek kendi çıkarının maksimizasyonu hedefi” meseleleri İslami iktisadi doktrine göre
analiz edilmiştir.
Homo economicus için varsayılan “çoğu aza tercih etme” şöyle tanımlanmıştı
(Kullanılan teminoloji ile ilgili varsayımlar bu bölümde tekrar edilmeyecektir):
Doyumsuzluk
varsayımı
(açgözlülük
de
denilebilir)
olarak
da
adlandırılan bu varsayım, iktisadi rasyonel insanın, belirli bir sepette kendisi
için yeterli olacak kadar elde etmiş bile olsa her vakit çoğu aza tercih edeceğini
ileri sürmektedir.873
İlgili bölümde aksiyomların analizinde- iç içe geçmiş olduklarındanbirlikte kullanım yapılacağı ifade edilmiştir. Burada da “her vakit çoğu aza
tercih edeceğini” meselesinin çelişkili olduğu aslında “seçicilik” bölümünde
ultimatom game örneğinde gösterilmiştir. Ultimatom game varsayıldığı gibi
“her vakit çoğu aza tercih eden” bir karakteristik olmadığını göstermiştir.
Doyumsuzluğa göre tüketici her zaman daha fazla tüketime pozitif değer
vermektedir874.
x, y∈
X ,875
1 ve 2 numaralı mallardan oluşan iki sepet olsun.
x =  x1 , x2  ve y =  y1 , y2  ve x1  y1 ve x2  y2 (her iki iddia için de faydanın
artan olduğu varsayıldığında),
873
Özkazanç, Berberoğlu, v.d., a.g.e., s.21-22.
Author, a.g.m., s.6.
875
İlgili açıklamalar için “Homo Economicus ve Aksiyomları” bölümüne bakınız.
874
258
x y ( x i tüketicisi tarafından katı olarak y ’ye tercih edilir), (
i
x1 , x2 , y1 , y2 seviyelerine bakılmaksızın). Bu durum şunu ima etmektedir:
o Tüketici her zaman daha fazla tüketime daha fazla değer
vermektedir.
o Kayıtsızlık eğrileri haritası sonsuza kadar uzanmaktadır.876
Homo economicus için varsayılan “bencillik” ilkesi şöyle tanımlanmıştı:
Homo economicus yalnızca kendi çıkarının maksimizasyonunu hedefler.
Üretici iktisadi insan kendi kârının maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan
kendi faydasının/tatminin maksimizasyonu için çabalamaktadır.
Bencilliğin gerisinde bir toplum felsefesi mevcuttur. Bireyin kendi
çıkarının peşinde olmasının toplumun aleyhinde davranışlar oluşturması
ihtimali ile çıkar çatışması ve “kaos” teşkil etmesi tartışma meselesidir.877
Bu iki varsayımdan homo economicus’un “başkasını görmezden gelerek her
zaman kendi menfaatinin en üst düzeye çıkarımını hedefleyen doyumsuz insan” olduğu
çıkarılabilir. Çünkü “çoğu aza tercih etmektedir” ve “kendi çıkarının maksimizasyonu
ile ilgilidir”; başkasının ya da toplumun zarar görmesi onun tercihlerinde etkili değildir.
Hatta şöyle varsayılmaktadır: Her birey kendi çıkarını maksimize etme hedefinde
olduğunda toplumun çıkarı en üst düzeye gelecektir.
Açgözlülük ve hırs İslam’da kabul edilemez.878
Kur’an tefsirinde, homo economicus’un bencillik ve açgözlülük aksiyomlarının
yanlışlığına işaret eden ifadeler vardır.
879
876
“Birinci kelime” ve “İkinci kelime”
Author, a.g.m., s.6.
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.15-16.
878
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) “Hayat şartları kendinizden aşağı
olanlara bakınız, sizden üstün olanlara bakmayınız. Bu hareket elinizdeki Allah’ın nimetini hor
görmemeniz için en uygun yoldur.” buyurmuştur (Müslim, Zühd 9).
Buhari’nin değişik bir rivayetine göre “Sizden biriniz mal ve yaradılış yönünden kendisinden üstün birini
görürse hemen ardından kendinden aşağı durumda bulunan kimselere baksın.” (Buhari, Rikak 36).
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.214.
877
259
ifadelerinden homo economicus aksiyomlarından “doyumsuzluk/açgözlülük” ve “kendi
çıkarının maksimizasyonunu hedefleme/bencillik” ile ilgili çıkarımlar yapılabilir:
“Birinci kelime” hem doyumsuzluk hem bencillik aksiyomlarının geçersizliğini
gerektirir. “İkinci kelime” de emek sarf etmeden bir şey elde edinme isteği veya
başkasının emeğini sömürme” durumu vardır.
1.
“Ben tok olayım”: “Ben” ve “tokluk” bir arada vurgulandığına göre hem
bencillik hem de doyumsuzluk (açgözlülük) zihniyetine işaret edilmiştir.
“Başkası açlıktan ölse bana ne”: “Başkasının maksimum derecede muhtaç
olması (açlıktan ölme)” ve “başkasının durumuna kayıtsız kalma”, kendinden
başkasının ihtiyaç derecesine kayıtsız kalma durumuna işaret etmektedir.
Dolayısıyla “yalnız kendi çıkarının azamiyesi” ile ilgili olan bir zihniyetten
bahsetmektedir. Bu zihniyete göre insan, “kendi tokluğu, başkasının açlığına”
sebep olsa bile kendisi “tok” olmalıdır. “Homo economicus’un başkasını
görmezden
gelerek
kendi
çıkarının
maksimizasyonu
hedefinde
olma”
karakteristiği İslami iktisadi doktrin prensiplerine aykırıdır.
Özetle,
“bencillik+doyumsuzluk+başkasının
durumuna
kayıtsızlık”
söz
konusudur.
2.
Sömürü konusunda çalışmamızda faiz, sermaye, zekât meselelerinin anlatımında
gerekli açıklama yapılmıştır. Burada vurgulanması gereken “açgözlülüğün ve
bencilliğin sömürüye neden olmasıdır”. Doyumsuz/açgözlü insan mümkün olan
en fazlayı ister. Bir başka deyişle maksimum fayda minimum zahmet ister.
“İkinci kelime”de anlatılan zihniyette minimum zahmet-(“sen çalış”)- ( zahmet
sıfır da olabilir) ve bir harcama ya da bir fayda alma arzusu –(“ben yiyeyim”)
yatmaktadır. Minimum zahmet ile fayda alma arzusu yine bencilliği, kendi
çıkarının azamiyesini, bununla birlikte minimum zahmet ile yine bir
doyumsuzluğu ve akabinde sömürüyü gerektirmektedir.
879
Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.”
İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.””
Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler, S. 408-409.
260
Özetle, “bencillik+doyumsuzluk+zahmetsizlik+sömürü” söz konusudur.
Bununla birlikte “Birinci kelime” ve “İkinci kelime” her biri ikiye ayrılarak
çapraz analiz edildiğinde de homo economicus’un “bencillik” ve “doyumsuzluk”
aksiyomlarının zihniyet esasları anlaşılabilir:
a.
Ben tok olayım ve ben yiyeyim: Kendinden başkasına kayıtsızlık (bencillik) +
doyumsuzluk
Başkası açlıktan ölse bana ne ve Sen çalış: Kendinden başkasına kayıtsızlık
(bencillik) + zahmetsizlik + sömürü
b.
Ben tok olayım ve sen çalış: bencillik + doyumsuzluk+sömürü+zahmetsizlik
Başkası açlıktan ölse bana ne ve ben yiyeyim: Kendinden başkasına kayıtsızlık
(bencillik) + doyumsuzluk
Homo economicus’un bencillik ve doyumsuzluk aksiyomlarını gerektiren silsile
3 madde ile şöyle ifade edilebilir: 1  2  3 sırasıyla 1: Minimum zahmet ya da
zahmetsizlik isteği, 2: 1 numaranın sürekliliğinin arzulanması ve başkasına kayıtsızlık,
3: Zahmetsizliğin sömürü ile maksimuma ulaştırılma arzusu.
Gazali’nin insan ruhundaki bazı eğilimleri açıklamasında kullandığı yöntem,
mantıksal yürütme yöntemi ile doyumsuzluğun sebebini açıklamaya verilecek çok iyi
bir metottur. Şöyle ki;
Gazâlî, insanın vücut bulmuş madde ile meşguliyetini ruh- beden ayrımına göre
ortaya koymuştur. İnsanın dünyevi madde ile ruh bağı kıskançlık, kin, kibir, kötü niyet
gibi ahlaki problemlere büyük kaynak oluşturmaktadır. Beden vasıtası ile kurulan bağ
ise, maddeyi insanın kendisi ve başkalarının hedeflerine uygun hale gelmesini
sağlayacak şekilde “ıslah etmesi” ile meydana gelir. İnsanın ihtiyaç duyduğu maddeler
de ıslaha ihtiyaç duymaktadır.880
Gazâlî’ye göre, insan yeme-içme, giyim, mesken gibi zaruri ihtiyaçları amacıyla
ekonomik aktivitede bulunabilir. Ancak insan mal toplamayı, hazineler sahibi olup
880
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, , s. 117.
261
bunları çoğaltmayı sevdiğini, “üç vadi dolusu altını iki vadi dolusu altına” tercih
edebilecek kadar “insanda garip bir şey” gözlemlemiştir. O’na göre bunun iki sebebi
vardır. Biri herkesçe kolayca anlaşılabilir, diğeri ise ince, gizli ve güç anlaşılır
niteliktedir. İkinci olanı insanın ruhundaki gizli bir özellikten kaynak bulmaktadır. 881
Gazâlî ihtiyaçların dışında ekonomik aktivitede bulunmanın ilk motivasyonunun
“gelecek korkusu” olduğunu söylemiştir. Korkan kişinin, kötümser olması nedeniyle, an
itibariyle ihtiyaçları karşılanmış bile olsa, uzun hesaplar- tûl-i emel- yapacağını,
dünyaya olan sevgisinden dolayı, sürekli uzun ömür ve bununla birlikte karşılaşacağı
afet olasılıklarını düşünerek ihtiyaç dışı fazla mal toplama faaliyetine girişeceğini
açıklamıştır. Ayrıca Gazâlî bu korku için “belirli hiçbir mal miktarının böylesi bir
korkuyu dindiremeyeceğini” ifade etmiştir. Böyle insanların ancak “dünyadaki herşeye
sahip oldukları noktada” durabileceklerini anlatmıştır.882
İkinci motivasyon için Gazâlî, “en kuvvetlisi” demiştir. İzahını insan ruhunun
tahlili ile yapmıştır. İnsan ruhunun dört temel eğilimi olup, bunlar behimiyyethayvanîlik-, sebaiyyet- yırtıcılık-, şeytaniyyet ve rububîyyettir. Sırasıyla “yeme-içmecinsiyet”, “eziyet-vurma-öldürme”, “entrikacılık-kurnazlık-hilekarlık-aldatma”, “kibirgurur-zorbalık-yücelme arzusu” özelliklerini içeren bu eğilimlerden dördüncüsü yani
“rabbani” özellik insan ruhunun rububiyyeti sevdiğini söylemektedir. Gazâlî’ye göre
rububiyyet, “kemalde eşsiz ve varlıkta tek ve rakipsiz olmak” anlamına gelir. Ancak
“varlıkta tek olmak”, “hakiki kemal” bir tek Allah’a mahsustur. Fakat insanı tek varlık
olamamakla birlikte hakiki kemale erişememesi bunlara ulaşma arzusunu engellemez.
İnsan kamil olmayı bir hedef olarak arzulamaktadır. Her varlığın kendi zatını ve
kemaliyetine ulaşmayı sevmesi söz konusudur. Kimse yokluğu veya kendisinden kemal
sıfatların azalmasını istememektedir. Dolayısıyla insan, tek varlık olma ve hakiki
kemale ulaşma imkanına sahip olamadığından diğer tüm varlıklara egemen olma yolu
ile kemale erişme eğiliminin tatminini istemektedir.883
881
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 127-128.
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 128.
883
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 128-129.
882
262
“Başkasını görmezden gelerek her zaman kendi menfaatinin en üst düzeye
çıkarımını hedefleyen doyumsuz insan”, “çoğu aza tercih etmektedir” ve “kendi
çıkarının maksimizasyonu ile ilgilidir. Kendinden başka bir bireyin veya toplumun
zarar görmesi onun tercihlerinde etkili olmamasıyla birlikte her bireyin kendi çıkarını
maksimize etme hedefinde olmasıyla toplumun çıkarının en üst düzeye geleceği
rüyasının hiç de öngörüldüğü gibi olmadığı zaten İktisada Giriş derslerinde Oyun
Teorisi anlatılırken basit bir oyunla ortaya konabilmektedir.
İlk örnek oyun olarak meşhur “Mahkumlar çıkmazı” aktarılabilir:
Mikroiktisada Giriş derslerinde anlatılan ünlü “Mahkumlar çıkmazı” oyununda,
banka soyan iki mahkumun ayrı ayrı odalara alınıp, işledikleri suçu itiraf edip
etmeyecekleri durumunun incelenir. Birbirlerinin seçimlerinden haberdar olmadıkları
sürece ve “kendi çıkarları için en iyi olan durumu” seçtiklerinde ortaya çıkan oluşum(
Nash dengesi) aslında kendileri için en iyi durum değildir. Örnek: Her mahkuma, diğeri
onu ispiyonladığı takdirde ( veya suçu ona attığı takdirde), kendisi sessiz kalmayı tercih
edecek olursa 7 yıl, arkadaşını ispiyonlayacağı durumda 3 yıl hapse mahkum olacağı;
diğeri sessiz kaldığı takdirde, kendisi de sessiz kalırsa 1 yıl, eğer arkadaşını ispiyonlarsa
0 yıla mahkum olacakları söylenir. Bu durumda her mahkumun dominant stratejisi
“ispiyonla” olacaktır. Nash dengesi “ispiyonla; ispiyonla” çıkacak ve her mahkum 3 er
yıl hapis cezası alacaklardır. Sessiz kalmış olsalardı 1 er yıl hapse mahkum olacaklardı.
Tablo-1 : Birinci Oyun: Mahkumlar çıkmazı Oyunu884
İkinci Mahkum
İspiyonla
Birinci Mahkum
Sessiz kal
İspiyonla
3;3
0;7
Sessiz kal
7;0
1;1
Mikroiktisada Giriş derslerinde genellikle anlatılan bir başka oyun: İki
arkadaştan her biri iki şey isteme durumuna sahiptir; “bana 1000 lira ver” ya da
“arkadaşıma 5000 lira ver”.
884
“Mahkum Çıkmazı” Oyunu için: Mankiw, a.g.e., 355.
263
Tablo-2 : İkinci Oyun
İkinci Arkadaş
Bana
1000 Arkadaşıma
lira ver
Bana 1000 lira 1000; 1000
Birinci
ver
Arkadaş
Arkadaşıma
0; 6000
5000 lira ver
6000;0
5000;5000
5000 lira ver
Her oyuncunun “rasyonel davranıp, kendi çıkarını maksimize etmeyi
düşündüğü” anda dominant stratejileri “ bana 1000lira ver” olacaktır. Oyunun Nash
dengesi “ bana 1000 lira ver; bana 1000 lira ver”, oyuncuların kazandıkları ( the payoffs) “1000; 1000” olacaktır. Halbuki “arkadaşıma 5000 lira ver; arkadaşıma 5000 lira
ver” toplum için optimal ( en uygun) sonucu veren durumdur. Burada bireylerin sadece
kendi çıkarlarını maksimize etmeyi düşündükleri durumun hem kendileri hem de
toplum için en iyi sonucu vermediği açıkça ve kolayca görülmektedir.
Dünya hayatının ahiret için bir hazırlık dönemi-imtihan olması sebebiyle İslam
iktisadının uygulama ortamında iktisat süjesi olan Müslüman’ın menfaatleri her
davranışını belirleyemez. Tabakoğlu, İslam iktisadında toplumun çıkarlarının bireyin
çıkarından üstün tutulduğunu ifade etmiştir. Allah’a inanan insanın, iktisat süjesi olarak,
rasyonel davranıp Allah’a tevekkül etmesi, “Allah’ın kullarına hizmet şuuru içinde”
olması, kul hakkına saygı göstererek ihtiraslarını azamileştirme gayretinde olmaması,
ancak kanaatkâr olması beklenir. Başkasının hakkını kendi üzerine geçirmek, sömürü,
tekelci davranışlar, karaborsacılık, israf gibi davranışlar İslam’da kabul edilmez. Bir
Müslüman’ın maddeye esir olmaması, insanlar için yararlı işler yapması ve Allah’ın
rızası için çalışması önemlidir. 885
885
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 19-22
264
Siddiqi’ye göre, İslami iktisat sisteminde “bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmini
peşinde olması” varsayımına “bireyin toplumun ihtiyaçlarını da önemsediğini” eklemek
gerekir. Özellikle zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kesime insanlar alaka gösterirler.
Ayrıca çevre, kısıtlı kaynakların muhafazası, istihdam seviyesi, ödemeler dengesi gibi
bilgi sahibi olabilecekleri konularda, bir bütün olarak toplumun menfaati ile de
ilgilidirler. Bu meseleler her bireyin, mal ve hizmet tercihlerini ve bunların miktarlarını
ve bunların fiyat değişimlerine verecekleri tepkilerini etkileyebilmektedir.886
İslami iktisadi doktrini oluşturan çerçeveyi “adalet” ve “hâkimiyet” belirler.
Kainat ile ilgili adalet ve dengenin sağlanmasında maddenin mananın emrine verilmesi
esası vardır. Ebedi olan ruhtur, madde geçicidir. İnsanın dengesi için aşırılıklardan
kaçınma-itidal vardır. İtidal için israftan-aşırı harcamadan- ve taktîrden-yeterli olmayan
harcamadan- kaçınmalıdır. Toplum dengesi, hedefi kul hakkı davası olan içtimai
adaletin çerçevesindedir. Toplum-insan dengesinin sağlanması cemiyetçilik ya da
bireycilik olarak algılanmamalıdır. İslam insana büyük değer vermektedir. Ancak
umumi zararın giderilmesi söz konusu olduğunda hususi ve bireysel zarar tercih edilir.
Bir başka deyişle “toplumun menfaati bireyin menfaatinden önce gelir”. Örneğin
İslam’da insanın şahsiyetine saygıdan dolayı özel mülkiyet bir hak olarak korunur.
Ancak toplum zararı söz konusu olursa özel mülkiyete müdahale edilebilir. Bununla
birlikte insan-toplum dengesi için servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması prensibi
vardır. Toplumun birliğini ve menfaatini bozucu büyük mülkiyetlere izin verilmez.
İslam iktisat sistemi kapitalizm gibi temerküze dayanmaz. İslami iktisadın öngördüğü
infâktır. Alt gelir gruplarına yapılan harcamalar ile adil dağılım sağlanır. Zekât, servet
vergisi olarak İslam iktisat sisteminin “emniyet sübabı”dır. İnsanlar ihtiyaçlarının esiri
olmaktan korunur. 887
Atıfları Batı’ya yönlenmiş (aydınlanmış) insanın başarı ölçüsü yalnızca
kazandığıdır. Dolayısıyla hedefi dünyevidir. Geleneksel iktisadi zihniyet Batı’nın
üstünlüğüne bağlanmış olarak dünyevi hedeflere yönelir. Atıflarını İslam’a yapan insan
ise (bütüncü olarak) insan-ı kâmili model alır. Yaratılış nedeninin Allah’ı tanımak ve
886
Siddiqi, M. N., “Teaching Islamic Economics”, , Islamic Economics Research Centre, King
Abdulaziz University Scientific Publishing Center, Jeddah, Saudi Arabia, 2005, s. 25.
887
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s.146-149.
265
Allah’a kulluk etmek olduğunun bilincinde olarak dünyanın geçici bir imtihan sahası
olduğunu kabul etmiştir. İktisadi faaliyetlerin Allah’ı tanımaya veya İslam ilkelerine
göre yaşamaya engel olmaması gerektiğinin şuurundadır. İslami iktisatta insan dengesi,
insan-toplum dengesi ve insan-kainat dengesi çok önemlidir. Kainat insan için
yaratılmıştır, insan ise küçük kainattır. Madde ruhun emrine verildiğinden, insan maddi
denge için aşırılıklardan kaçınmalıdır. Madde, Allah rızasına uygun biçimde
kullanıldığında kıymetlidir. Çünkü madde imtihan vasıtasıdır.888
İslam toplumunda ahi zihniyeti olduğundan kapitalistleşmeye uygun değildir.
Üreticinin karının, tüketicinin faydasının maksimizasyonu peşinde olduğu sınıf
mücadelelerine dayalı sömürgeci zihniyet İslam toplumunun zihniyeti ile uyuşmaz.
Fütüvvetin ahlaki esasları “içtimai dayanışma ve hizmet”, “herkese her zaman iyilik
etme”, “Allah’ın kullarına sevgi gözüyle bakma”, “kimsenin kötülüğünü istememe”, “her
zaman dostlarının durumuyla alakadar olma”, “cömertlik”, “samimiyet”, “hürriyet”,
“her an tekâmül içerisinde olma”, “irade sahibi olma”, “tevazu”, “geçimli olma”,
“hürmet ve merhamet”, “boş vakit geçirmeme ve lüzumsuz davranışlarda bulunmama”,
“dürüst, faziletli ve iyi kalpli olma”yı içerir.889 890
Ahilikte insanın tüm yönleriyle kemalâtına ulaşması hedeflenmiştir. Bu kemalât
yolculuğunda insanın manevi ihtiyaçları maddi ihtiyaçlarına göre öncelik sahibidir.
İnsanlar arasında üstünlükte maneviyat önce gelir. Ancak fertlerin zaruri ihtiyaçları
karşılanmaz ise maddi ve manevi ihtiyaçları arasındaki denge bozulacağından güçlümerkezi bir devletin ve ahiliğe benzer sivil örgütlenmelerin en temel ihtiyaçları
karşılama hususundaki fonksiyonu çok önemlidir. İslam Dünyasında Ahilik zihniyeti
ile çatışan bir düzene dayalı iktisadi hayatın ahlak yönünden deformasyonları söz
konusudur.
Bu sebeple mesleki ahlakta da bozulma meydana gelmiştir. Ahilik
anlayışına göre bir esnafın müşterisine kalitesiz mal sattığında “papucunun dama
888
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 44, 45,47,48,49,51.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 47, 59-62.
890
Ahilikte din ve dünya yükümlülükleriyle ilgili olarak, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın
ölecekmiş gibi Ahiret için çalış” Hadisine dayanan bir zihniyet hâkimdir.
http://www.risaleonline.com/makale/hic-olmeyecekmis-gibi-dunya-icin-yarin-olecekmis-gibi-ahiret-icincalismak2
Özdemir, a.g.m., s.155.
889
266
atılması”, daha sonraları deyim haline gelmiştir. Bu anlayış mesleki ahlaka ve kaliteye
ne derece önem verildiğini, dolayısıyla İslam’ın insana değer verdiğini ortaya
koymaktadır.891
Homo economicus aksiyomları ile İslami zihniyetten güç alan Ahilik esasları ile
çelişmektedir. Homo economicus aksiyomları, yani Geleneksel iktisadi zihniyetin insan
kabulü ile İslami zihniyete dayalı Ahiliğin nasıl çatıştığı basitçe şöyle anlaşılabilir:
Örneğin, içtimai dayanışma ve hizmet esasına göre halkın menfaati olan şeyler,
kulluk adabı gözetilerek, yerine getirilir. Kardeşlerin rahatı kendi rahatına tercih edilir.
Kardeşlerin karşılaştığı problemler ile mücadele edilir.892 Bu esas, “seçenekler arasında
kendi çıkarını en çok maksimize edeni tercih etme” karakteristiğine sahip homo
economicus ile bağdaşmamaktadır. Homo economicus, kendi çıkarı daha önemli
olduğundan başkasının rahatını ya da faydasını kendi rahatına tercih etmez. Ayrıca
kendinden başkasının problemi ile kendi çıkarı ile çatışmadığı müddetçe mücadele
edebilir. Kendi çıkarı ile çatışıyorsa başkasının sorunun giderilmesi için mücadele
vermez. Çünkü aksi takdirde çıkar maksimizasyonu sağlanamayacaktır.
“Allah’ın kullarına sevgi gözüyle bakmak” esasına göre feta, yaratılmışlar için
Allah’ın rızasına uygun şekilde tüm gücünü harcamaktır.893 Yine homo economicus
zihniyeti ile uyuşmamaktadır. Çünkü homo economicus ilk olarak kendi çıkarının
maksimizasyonunu hedeflemektedir. Kendi çıkarı ile çatıştığında kendinden başkaları
için gücünü harcamaz.
“Her zaman dostlarıyla alakadar olma” esasına göre, fütüvvet için şöyle
söylenmiştir: Dünyevi esbaptan biri kardeşine tercih edilmez.894 Homo economicus,
dünyevi menfaat peşindedir. Dünyevi sebep kendi çıkarının maksimizasyonu için daha
uygunsa, homo economicus için dünyevi kazanç başarı ölçütü olduğuna göre, dünyevi
sebep kendinden başka bireye tercih edilebilir. Bu nedenle yine iki zihniyet birbiriyle
çelişki teşkil etmektedir.
891
Özdemir, a.g.m., s.161.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 59,60.
893
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 60-61.
894
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 61.
892
267
“Hürriyet” esasına göre fütüvvette, az şeye razı olmak ve kanaatkâr olmak
kimseye kul olmamak için çok önemlidir.895 Bu esasın Geleneksel İktisadi zihniyete
sahip homo economicus’un İslami iktisadi zihniyet ile tamamen bağdaşmadığını ortaya
koyan ve homo economicus karakteristiklerini vurucu özellikleri vardır. Çünkü
Geleneksel İktisadi zihniyetin dayandığı prensiplerde “bireycilik”, “özgürlük”, “kendi
menfaatini kollama ve azamileştirme” temelleri vardır. Bu sebeple özgür bireyin
hedefine kendi çıkarının maksimizasyonunu konduğunda- (toplumun geri kalanını
önemsemeden, çünkü bu zihniyete göre herkes bu şekilde düşündüğünde ve
davrandığında toplum optimal olana ulaşacaktır)- ve “çoğu aza tercih etme ya da
doyumsuzluk” varsayımı da eklendiğinde bu özgür birey, “kendi ihtiraslarının kulu
olmaktadır”. İslami zihniyet esaslarından biri olan kanaata göre “az şeye razı olmak”
önemlidir. Yani ihtiraslarının esiri olmama prensibi vardır; çünkü maddenin imtihan
vasıtası olduğu şuuru vardır. Bununla birlikte “kimseye kul olmamak için az şeye razı
olma” yine homo economicus ile bağdaşmamaktadır. İslamda kanaat ile bir başkasına
kul olmaktan emniyet altına girilir. Kendi içinde çelişen Homo economicus ise “özgür
birey” varsayımı altında bireyi maddeye kulluk ettirmektedir. Maddeye ve daha
fazlasını elde etme arzusu homo economicus için hayat gayesi olmuştur. Homo
economicus özgür değil, maddenin ve daha fazlasına sahip olma arzusunun esiridir.
Açıkça belirtmekte ve tekrar etmekte fayda vardır: “İslami zihniyete göre iktisadi
özgürlük için (ne de başka bir şey için) insan kulluğunu satmaz.”
“Her an tekâmül içinde olma” prensibine göre fütüvvet, nefsinin payı olmadan
yerine getirilen fazilettir.896 Bir başka deyişle insan faydasını maksimize etmeyen bir
seçenek tercih edebilir. Ayrıca fütüvvet bunu tekâmül için bilinçli olarak yapmayı
önermektedir. Ancak homo economicus karşılaştığı seçeneklerden en çok hangisi
nefsine uygunsa onu tercih eder. Basitçe ifade etmek gerekirse, “homo economicus
nefsinin tatmininin peşindedir”. Çünkü homo economicus için dünyevi menfaat ölçüttür.
Nefsine uygun olmayan bir fazileti yerine getirmek homo economicus’un tercih edeceği
bir şey değildir. Şayet tercih ederse “çoğu aza tercih etme” ve “kendi dünyevi çıkarının
azamileştirilmesi-bencillik” prensipleriyle çelişki teşkil eder.
895
896
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 61.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 62.
268
Özdemir, “Anglo-Sakson geleneğinin ‘ruhsuz’, ahlakının hesabını kendisinden
başka kimseye vermeyen menfaatçi” homo economicus’u için yeni muhafazakârların
bulduğu formülün, yeni bir düzene geçişe dayandığını ancak bunun “otoriter yönelimli”
olduğundan ve iyi işlenmiş gerçekliğe dayanmayan öneriler içermesi nedeniyle
eleştirilebileceğini ifade etmiştir. Özdemir’e göre, devletin, işçi ve işverenin ve sivil
toplumun bulunduğu bir diyalog vurgusu yapılmış ancak bunun,
Ahi zihniyetine
benzeyen dayanışmacılığı çağrıştırmasına rağmen, Refah Devleti krizi ile birlikte
değerlendirildiğinde yapısal faktörlerinin doğru dürüst belirlenmediği bir çağrıdan
ibaret olduğunu söylemiştir.897
Kur’ân, Hadis ve İslam İktisadı ile ilgili literatürden edinilen bilgiler neticesinde
bu çalışmanın çıkaracağı neticelerden biri şöyle olabilir:
“İslami iktisadi insanın temel aksiyomları” şöyle olabilir;
1. Allah’ın rızasını kazanma niyeti ve hedefi ile tercih yapmak
2. Bireyci olmamak; Allah’ın kullarına hizmet şuuruyla çalışmak (ve
toplumun
çıkarını
kendi
çıkarına
tercih
etmek),
dünyevi
menfaatini
azamileştirme hedefinde olmamak
3. Kul hakkına saygı göstermek, yoksulun hakkını vermek, mazlumu
korumak ve ona yardım etmek
4. Maddi ihtiraslarının esiri olmamak-haz peşinde koşmamak, kanaatkâr
olmak; İslami ölçülere uygun girişimci olmak ve israf etmemek
5. Her türlü tedbiri alarak Allah’a tevekkül etmek, cihazlarından biri
olan aklını Allah için kullanmaya gayret etmek, aynı hatayı tekrar etmemek
suretiyle İslami rasyonaliteye dayanmak
6. Ekonomik faaliyetleri ibadetlerin yerine getirilmesinde kolaylaştırıcı
hale getirmek, İslam ahlakı ile çatışan ekonomik faaliyet ve kurumlara dâhil
olmamak.
897
Özdemir, a.g.m.,s.160.
269
Bu altı aksiyom birbiriyle bütünlük içinde olup 1 numaralı olan diğerlerini
gerektirmektedir. Ayrıca 2’den 5’e kadar sayılanlar 1 numaranın gerçekleşmesine
hizmet vermektedir.
Geleneksel iktisadi zihniyetin varsaydığı homo economicus aksiyomlarından tam
bilgi, seçicilik-optimize edicilik, doyumsuzluk, bencillik-kendi çıkarını maksimize etme
ve (ekonomik) akılcılığın buradaki altı aksiyom ile uyuşmadığı açıktır. Bununla birlikte
bu altı aksiyom-1 numaralı olan hepsini hükmetmekle birlikte- iktisadi tercihleri eş
zamanlı yönlendiren aksiyomlardır. Yani iktisadi karar alırken sadece bir tanesi değil
hepsinin sağlanıp sağlanmadığına bakılmalıdır. En azından hiçbirine engel olmayacak
iktisadi tercihler yapılmalıdır.
Homo economicus aksiyomlarının “İslami İktisadi insanın temel aksiyomları” ile
karşılaştırmalı analizi aşağıdaki gibi olabilir:

Tam bilgi sahibi olma: İslami iktisadi insan 1 numaralı
aksiyomdan ötürü kendisine gerekli olan bilgiyi edinmelidir. Ancak tam
ya da kusursuz bilgi edinemeyeceğinin yüksek ihtimali ile 5 numaralı
aksiyom “tam bilgi edinme hırsını” engelleyerek makul ölçüye
getirecektir. Bununla birlikte 2 numaralı aksiyomdan dolayı İslami
iktisadi insan kendi çıkarının azamiye ulaştırma peşinde olmadığı için
bilgiyi yine hizmet şuuru içinde olanlarla paylaşmalıdır. Yine bu
paylaşımı 1 numaralı aksiyoma dayandırmalıdır.

Seçicilik-optimize edicilik: Kur’an tefsirinden anlaşılabilir
ki, “insanın tek sermayesi tercih yapabilme kabiliyetidir”898. İslami
iktisadi insan seçenekler arasında tercihini ilk olarak 1 numaralı
aksiyoma göre yapmalıdır. Birden fazla seçenek 1 numaralı aksiyomu
sağlıyor ise o vakit hangi seçenek diğer numaralı aksiyomlar için uygun
ise onu tercih etmelidir. İnsan mümkün olan en iyiyi seçer; ancak bu
seçimi dünyevi menfaat için değil, ebedi hayatındaki tercihlerini
etkileyici şekilde olabilir. İnsan dünyevi menfaatleri ile tercihleri
898
Bilgi için bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler, “Yirmiüçüncü Söz’ün İkinci Mebhası”,
Envâr Neşriyat, İstanbul,2010, s.321.
270
neticesinde Ahirette göreceği karşılık arasındaki fırsat maliyetleri
karşılaştırmasına dikkat etmelidir.
Bir Müslüman optimizasyon yaparken çok dikkatli olmalıdır. 899
Optimizasyon kısıtı sadece dünyevi sebepler olmamalıdır. Tercihleri
yaparken Ahirette göreceği karşılığı unutmamalıdır.
gore
Kur’an tefsirine
““Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı
bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki
elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.”900
denilmiştir. Bu asırda, dünyevi yani geçici ve değeri düşük seçeneklerin,
böyle oldukları bilinmesine rağmen, Ahiret’teki karşılığı çok değerli,
sağlam ve kalıcı olan seçeneklere tercih edilmesinin bir düstur haline
geldiği anlaşılabilir. Tevbe Sûresi 24. Ayette, “De ki: "Eğer babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar,
kesada uğramasından korktuğunuz bir ticâret ve beğendiğiniz meskenler
size Allah'tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili
ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu
doğru yola erdirmez." buyrulmuştur.

Çoğu
aza
tercih
etme/doyumsuzluk/açgözlülük:
Bu
aksiyomla ilgili olarak gerekli açıklamalar çalışmanın birçok yerinde
yapılmış olmakla beraber burada altı aksiyom ile çeliştiğini söylemek
mümkündür. 1 numaralı aksiyomda açgözlülük ile ilgili Kur’ân’da
uyarılar yapılmıştır. 2 numaralı aksiyomun “çoğu aza tercih etme”
prensibine bir sınır koyduğu açıktır. 2 numaralı aksiyoma bağlı önemli
bir husus vardır. Bu öyle bir husustur ki 2 numaranın en ayrıntılı
durumlarda bile iktisadi karar alıcı insanın aklından çıkmaması
899
Ömer ibn Hattab, Rasûlullah (A.S.M.)’ın şöyle buyurduğunu duyurmuştur: “Yapılan hertürlü işler
kişilerin niyetlerine göre değer bulur. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre bulur. Kimin niyeti
Allah ve Rasûlü’nün rızasını kazanmak için İslâm’ı yaşayamadığı yerden yaşayabileceği yere göç
etmekse onun hicreti Allah ve Rasûlünün rızasını kazanmak için olduğundan değerlendirmesi ona göre
yapılıp sevabını ona göre alacaktır. Kim de elde edeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadına ulaşmak
için hicret etmişse hicretinin karşılığı hicret ettiği şeye göre değerlendirilir.”(Buhârî, Bedü’l Vahy 1;
Müslim, İmârât 155) http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.2.
900
Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Kastamonu Lâhikası, ,Envâr Neşriyat, Dördüncü Baskı,
İstanbul, 2006, s.104.
271
gerektiğini vurgulayabilir. Dünya nimetlerinin maksimizasyonu peşinde
koşmayı engelleyici ve bağlayıcı bir hükmü vardır. Şöyle ki, Gazalî,
“Allahü teâlânın verdiği her şeyde, bir hayır vardır demelidir. Bunun gibi
eşyânın gitmesini de, kendi için hayırlı bilmesi lazımdır. Allahü teâlânın,
vermesi gibi, alması da, hayırlıdır. Verdiği zaman, eşyanın bulunması
hayırlı olduğu gibi, aldığı zaman da, eşyânın bulunmaması hayırlıdır
demelidir. Hayırlı olan şeylere sevinmek lâzımdır. İnsanlar, hangi şeyin,
kendilerine, hayırlı olacağını iyi bilemez. Allahü teâlâ daha iyi bilir.”901
buyurmuştur. İnsanın Allah’ın rızasını kazanmak amacı ile iktisadi karar
alırken “kendine verilene şükredip bundan razı olması” gerektiği gibi
“kendinden alınmasına da şükredip bundan razı olması” gerekir. 2
numaralı aksiyom zaten bireyci olmamayı paylaşmayı toplumu kendine
tercih etmeyi-çıkarlar çatıştığında- de öğütlemektedir. 3 numaralı
aksiyom açgözlülüğe açıkça sınır koymuştur.
4 numara başlı başına
kanaat prensibini nasihat etmektedir. Kur’an tefsirinde “Hâlık-ı Rahîm,
nev'-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre
zıddır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır. İktisad ise, nimete karşı
ticaretli bir ihtiramdır.”902, “İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye
tevfik-i harekettir.”903 denilmiştir. Buradan şu anlaşılabilir: İktisad
nimete karşı yapılan kârlı bir hürmettir. İsraf şükrün zıddı olduğuna göre
nimete karşı hürmetsizliktir. Nimete teşekkür etmek ise memnuniyeti
ifade etmek ile olur. O da nimetten güzel bir istifade etmektir; yani
kanaat etmek, tam kapasite kullanmaktır. İktisad ve kanaat etmek ile
tevfik-i hareket yani uygun hareket sağlanmış olur.
İslam dini itidalli olmayı önerir. Yaşamın her alanında,
dolayısıyla iktisadi hayatta, “orta yol”un benimsenmesi “dengeli”
olunması öğütlenmiştir. İsraf edenler toplumun maddi sıkıntı çeken
901
İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 728.
Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem’alar, Envâr Neşriyat, Dokuzuncu Baskı, İstanbul, 2011,
s. 139.
903
Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem’alar, s. 140.
902
272
kesimini rahatlatacak kaynakları boşa harcamaktadır.904 İsraf, “orta yolu
tutma” anlamına gelen iktisadın karşıtıdır. Maddi olanakların uygun
biçimde kullanılmamasını yani israf etmeyi İslam dini yasaklamıştır. İsra
Suresi 27. Ayette, “Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir.
Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.”, 29. Ayette “Eli sıkı
olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”
buyrulmuştur. Araf Suresi 31. Ayette “Ey Ademoğulları! Her mescitde
ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf
etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.” buyrulmuştur.
İtidalli yoldan ayrılarak kişisel çıkarı azamileştirme meselesi
İslam’da tevekkül anlayışına da ters düşmektedir. Gazalî,“Bakacak
kimsesi olmıyanların, bir senelik ihtiyacını, önceden depo etmesi,
tevekkülü bozar. Çünkü, sebeplere güvenmiş olur.”905 buyurmuştur.
Bununla birlikte sürekli kişisel çıkar peşinde olan birinin-Ahiret inancı
olmasa bile- dünyada huzurlu yaşaması ihtimali çok düşüktür.
4 numara ayrıca haz peşinde koşmamayı öğütlemektedir.
“Dünyevi faaliyetlerden maksimum haz minimum zahmet” prensibi yani
hedonistik zihniyet ile uyuşmamaktadır. 5 numara “her türlü tedbirin
alınmasını” öğütlemektedir. Buradan mantık silsilesiyle itidalli olma
tedbir alma olarak yorumlanabilir. İtidalli olan aşırıya kaçmaz; bu
nedenle daha fazlasını elde etme arzusuna kapılmaz. Bir başka deyişle
doyumsuz değildir. 6 numarada ekonomik faaliyetlerin ibadetlere engel
olmamakla birlikte ibadetleri kolaylaştırıcı olması istenmektedir. “Çoğu
aza tercih etme” prensibi ekonomik faaliyetleri amacından saptırıp
ekonomik faaliyetleri amaç haline getirmektedir. Doyumsuz bireyler
maddi eğilimlerinin esiri olarak ekonomik faaliyetleri bu eğilimlerin
tatmini için programlamaktadır.
904
Yılmaz, M.K., a.g.m., s.1.
“Mevcût parayı, malı muhafaza etmekte tevekkül” ile ilgili olarak ayrıntılar için bkz.
İmam-ı Gazalî, a.g.e., s. 726-727.
905
273
İslâmi iktisat anlayışında ihtiyaçların zaruret derecesine göre
karşılanması prensibi vardır. İhtiyaç türleri yeme-içme, giyim ve barınma
olarak üç bölümdür. Bunlar haricindeki varlıklar mesuliyet getirir.
Peygamber (A.S.M. ) “Adem oğlunun ancak üç şeyde hakkı var. Bunlar;
belini doğrultacak kadar yemek, mahrem yerini örtecek kadar elbise ve
barınacağı kadar bir meskenden ibarettir, fazlasının hesabı vardır.”
buyurmuştur.906
İbrahim Suresi 34. Ayette “O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size
verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız.
Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.”, Bakara Suresi 168. Ayette
“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin!
Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.”
buyrulmuştur. Çalışmamızda İslami İktisadi Doktrin bölümünde zarar ve
menfaat getiren tercihler kategorisinin insanlara Allah tarafından
açıklandığı belirtilmiştir. Allah’ın yasakladığı zarar getirici, haram,
“israfa dönük” girişimlere, Geleneksel iktisadi zihniyetin hâkim olduğu
ekonomik sistemlerde izin verilmektedir.
907
Ancak Allah insanların
yararına olan bir şeyi zarar908 olarak göstermez.
Bununla birlikte Geleneksel iktisadi zihniyete dayalı ekonomik
sistemler faiz müessesine de izin vermektedir. Bu zihniyet bu müessese
vasıtasıyla sömürüye de izin vermiş olmaktadır.909Necm Suresi 39.
Ayette “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” buyrulmuştur. Başkalarının
emeğinden haksız kazanç elde edebilme olanağı tanıyan bu zihniyet
sisteminde insanlar doyumsuzluk aksiyomunun ( hatta bencillik
aksiyomunun da ) tuzağına düşmektedirler!
906
“Bazı Normatif Kaideler”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 7 Mayıs 2010, s.1.
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/
907
“Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, s.2.
908
Ka’b ibni Malik’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (A.S.M.) “Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki
aç kurdun yaptığı zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük
değildir.” buyurmuştur (Tirmizi , zühd 43)
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.218.
909
“Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, , s.2.
274
Gazalî şöyle buyurmuştur: “ Çünkü, asıl maksad, kalbin rahat,
üzüntüsüz, Allahü teâlâyı düşünmesidir. Bazılarını mal meşgul eder.
Malının hesabını yapmaktan, rahat ibadet edemez. Malı olmayınca
düşüncesi, sıkıntısı kalmaz. Böyle kimselerin malı olmaması daha
hayırlıdır. Bazıları da, geçinecek kadar malı olunca, rahat eder. Bunların
geçinecek kadar gelir edinmesi daha iyidir. Fakat geçinecek kadar mal ile
rahat etmeyip, daha çoğu peşinde koşan kalbler, Müslümanlığa bağlı
kalblerden değildir. Bunları hesaba katmıyoruz.”910
Gazâlî’ye göre esas hedef “gönlün Allah ile meşgul olabilecek bir
durumda tutulması”olduğu için “mal tutmak ya da tutmamak”
seçeneklerinden hangisi bu hedefe daha iyi hizmet eder ise o tercih edilir.
Bununla birlikte bazen kişilerin durumları değişik olabilir ve bazısını
malının olması, bazısını malının olmaması halleri esas hedefe gitmekten
alıkoyabilir. Kısacası, Gazâlî’ye göre servetin iyi ya da kötü olarak
değerlendirmesinin yapılabilmesi için “zamana, mekana ve şahıslara”
göre analiz yapılmalıdır.
911
Buna göre Geleneksel iktisadi zihniyetin
öngördüğü homo economicus modelinin doyumsuzluk aksiyomunun
dünyevi çerçevede “daha fazla daha iyidir” bakış açısının İslam’da kabul
edilmeyeceği açıkça ortaya konmuştur.

Tercihlerinde
tutarlılık:
Bu
aksiyomun-
homo
economicus- için çok eleştiri aldığı ilgili bölümde zikredilmişti.
Tercihlerde tutarsız olma İslami iktisadi insan için 1’den 6’ya kadar
numaralandırılmış aksiyomlardan en az birinin sağlanmaması durumunda
geçerli olabilir. Bir Müslüman alacağı iktisadi kararlarda tercihlerini
etkileyen faktörlerin söz konusu altı aksiyomu sağlayıp sağlamadığına
bakmalıdır.

Bencillik-Kendi çıkarını azamileştirmeye çalışma: Bu
aksiyom da “çoğu aza tercih etme” aksiyomunun analizinde olduğu gibi
sayılan altı numara ile çelişki içerisindedir. İslami zihniyete göre tercih
910
911
İmam-ı Gazalî, 1969, s.727.
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 82-83.
275
kıstaslarından en önemlisi (birincisi ve olmazsa olmazı) “bu tercih Allah
rızası kazandırır mı?” olmalıdır. Kendi nefsinin tatmini peşinde koşan bir
Homo Sapiens için bu kıstas önemli olmadığı için “zayıf, yoksul”
demeden “büyük balık küçük balığı yutar” prensibinden hareketle kendi
çıkarını hedef tutacaktır. İnsanın tercihlerinde kendi nefsinin tatmini
hedef kabul etmesi, dünyaya geliş gayesinin gerçekleşmesine engel
olmaktadır.
Nefsini/kendi
menfaatini
tatmin
peşinde
koşma,
seçeneklerden Allah’ın rızasını kazandırabilecek olanları tercih etmesine
perde ve engel olmaktadır. İslam iktisadının temel hedefi iktisadi
faaliyetleri insanın Allah’ın rızasını kazanmak için gerçekleştirmek
istediği amellere engel olmaktan çıkarmaktır. Hatta bu gayeye zemin
hazırlamak olmalıdır. Bencillik aksiyomunun toptan yıkımı için
başkalarını
gözetme,
toplumun
menfaatini
düşünme,
yoksullara,
muhtaçlara yardım etme gibi ameller ve kaideleri çalışmanın ilgili
bölümlerinde izah edilmiştir. 912
Bencillik, 1 numara ile çatıştığından geri kalanlar ile de uyuşmamaktadır.

Rasyonellik : Çalışmada
Geleneksel
iktisadın
homo
economicus kabulüne göre akılcılığın“kendine ‘fayda’ getireni seçme”yi
ifade ettiği, insanın hafızasının her şeyi hatırladığı varsayıldığı ve
gelecek için noksansız ve doğru tahmin yaptığı, bütünüyle irade sahibi
olarak karar verdiği cihetiyle “gerçekleşenden ziyade arzulanan”
rasyonellik olduğu anlatılmıştı. Eleştirilerin ise insanın unutkan olduğu,
hafızasının seçici olduğu, hisleriyle karar verdiği, hata yaptığı, irade
problemi yaşadığı, birbiriyle tutarsız hatta çatışabilen tercihler yaptığı,
duygularının
yönlendiriminde
karar
aldığı
ve
bu
duygularının
yönlendirimi altındayken “kendine faydalı olanın tersini seçtiği” üzerine
geldiği de belirtilmişti. 20. Yüzyılın sonlarına doğru sosyal bilimlerde
912
Kur’an tefsirinde, “Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud
ve mahbub yapıyorsun. Herşey’i nefsine fedâ ediyorsun. Âdeta bir nevi Rubûbiyyet veriyorsun.” , “Öyle
ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O’nun esmâ ve
sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir.” buyurulmuştur.
Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Sözler , “Yirmidördüncü Söz”, Envâr Neşriyat, İstanbul, 2010,
s.359.
276
akılcılığın dine üstün görülmeye başlandığı, din çerçevesindeki
tercihlerin akılcılık kapsamına girmediği düşünüldüğü, bu sebeple
giderek daha kişiliksiz, egoist, doyumsuz, inançsız bireyler varsayıldığı
anlatılmıştı. “Kendi aklına güvenen” insan modelinin ise Pagan görüşün
benimsendiği Antik Çağ felsefesinden feyiz aldığı belirtilmişti.913
Bu hatırlatmadan sonra yukarıda türetilen altı aksiyom için şunlar
söylenebilir:
İlk aksiyomla ilgili olarak şu çıkarım yapılabilir: Hz. Peygamber’in
Hadisinden914 “akıllı kişinin” nefsini hesaba çektiği bilinmektedir. Bu
nedenle akıllı kişi tercihini Allah’ın rızasını kazanma niyetinin aksini
hedefleyecek şekilde yapamaz. Dolayısıyla “Yaratıcı’sına değil de kendi
aklına güvenerek, hesaplayabildiğini varsaydığı faydaları getirecek
tercihleri yapması” çelişki teşkil eder.
İkinci aksiyom bireyci olmamayı, toplum çıkarını kendi çıkarına tercih
etmeyi ve dünyevi menfaatini azamileştirmeye çalışmamayı ifade
ediyordu. Akıllı kişi nefsini hesaba çektiğine göre nefsinin tatmini için
tercih yapamaz, en azından nefsinin tatmininin maksimizasyonunu
hedefleyemez. Bu sebeple buradan “kendi çıkarının maksimizasyonu”
meselesine
de
bir
cevap
verili
haldedir.
““Kendi”
çıkarının
maksimizasyonu”na cevap verili halde olduğuna göre “bireyciliğe” de
cevap verili haldedir.
Üçüncü aksiyom kul hakkı ile ilgili idi. Yoksulun hakkını vermek,
mazlumu korumak ve yardım etmek esası ifade edilmişti. Nefsini hesaba
çeken kişi (akıllı kişi) kul hakkına girmekten kaçınır. Nefsini hesaba
çeken kişi kendi çıkarını azamileştirme gayesinde olmayacağı için
913
Bkz. “Giriş” bölümü.
Ebû Ya’lâ Şeddâd ibn Evs’den rivayet edildiğine göre İslam Peygamberi (A.S.M.) ““Akıllı kişi nefsini
hesaba çekerek, nefsine hâkim olup ölüm sonrası için çalışandır. Âciz ve zayıf kimse ise nefsini
arzularının peşine takıp ta kurtuluşunu hiçbir iş yapmaksızın Allah beni bağışlar diye hayal kurarak
Allah’ tan bekleyen kimsedir.”” buyurmuştur. (Tirmîzî, Kıyâme 25)
İmam-ı Nevevî, a.g.e., s. 43
914
277
yardımlaşmaktan kaçınmaz. Ayrıca mazlumu koruyan, yoksula hakkını
veren kişi sahip olduğundan pay vereceği cihetiyle kendi çıkarını
azamileştirme peşinde olamaz. Dolayısıyla Geleneksel iktisadın iddia
ettiği gibi “kendine ‘fayda’ getiren” tercihlerin bu dünyadaki faydayı
ifade etmesi söz konusu değildir. Çünkü Hadiste belirtildiği üzere, “akıllı
kişinin nefsine hakim olup ölümden sonrası için çalıştığı” ifade
edilmiştir.
Dördüncü aksiyom için maddi ihtirasların esiri olmamak, kanaatkâr
olmak ve İslami ölçülere uygun girişimci olmak ve israf etmemek
denilmişti. Bu aksiyom yukarıda Hadisten yapılan çıkarımla Geleneksel
iktisadın rasyonellik aksiyomuna yeterli cevabı vermektedir. Ayrıca
Hadiste “âciz ve zayıf kimse için nefsini arzularının peşine taktığı”
belirtilmiştir.
Beşinci aksiyom her türlü tedbiri alarak Allah’a tevekkül etmek, aklını
Allah için kullanmak ve aynı hatayı tekrar etmemekten bahsetmişti.
Çalışmada Geleneksel iktisadın akılcı insanına karşılık 14 asır önce İslam
Peygamberi’nin akılcılık915 için buyurduğu ifade zikredilmişti.
Altıncı aksiyomda ekonomik faaliyetlerin ibadetleri kolaylaştırıcı hale
getirilmesi, İslam ahlakı ile çatışan ekonomik faaliyet ve kurumlara dâhil
olunmaması ifade edilmişti. Yukarıda, İslam’ın akılcılık prensibi gereği
nefsini hesaba çeken kulun, Allah’ın rızasını kazanma gayesine aykırı
hareket etmeyen kul olduğu çıkarımı yapılmış idi. Bu sebeple böyle bir
kul İslam ahlakı ile çatışan karar alamaz. Böylelikle “kendine peşin
dünya menfaati getirecek tercihleri öğütleyen, Pagan görüşüne dayalı bir
akılcılık prensibi” (homo economicus’un davranış ilkesi) Allah’ın
rızasını kazanmayı hedefleyen kul anlayışına aykırıdır.
915
Ebu Hureyre 'den rivayet edildiğine göre, İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur: “Akıllı mü'min bir
yılan deliğinden iki defa ısırılmaz.” (Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63)
İmam-ı Nevevî, s.654
278
İslam iktisadi doktrinine göre Homo Economicus’un analizinin neticesi iki
bölümde –ilki 18 madde, ikincisi 3 madde olarak toplam 21 maddede-şöyle
özetlenebilir
Birinci Netice:
1. Modern kapitalist zihniyetin dayandığı ve doğa bilimlerinin toplumsal
modellemeler için kaynak alındığı Avrupa’daki Aydınlanma ( 15.-18.yüzyıllar)
akımının neticesinde Hıristiyan dünyasında dinin yerine akıl üstünlüğü ve Allah yerine
insan inanç merkezi kabul edilmiştir.916
Atıfları Batı’ya yönlenmiş (aydınlanmış) insanın başarı ölçüsü yalnızca
kazandığıdır ve hedefi dünyevidir. Geleneksel iktisadi zihniyet Batı’nın üstünlüğüne
bağlanmış olarak dünyevi hedeflere yönelir.917 Bu zihniyetin içtimaî kanun esasları
Darwinci dünya görüşünü yansıtan doğa kanunlarıdır. Bu görüşün iktisadi zihniyete
yansıması “liberal felsefe” olarak gerçekleşirken, iktisadın bu felsefi zihniyet yapısı
insanı, homo economicus olarak tanıtmıştır. Karakteristiği ise “kişisel çıkarının
maksimumlaşması amacında olan bir homo sapiens” olmasıdır.918
2. Homo economicus’un literatürde genel olarak kabul edilen aksiyomları tam
bilgiye sahip olma, seçicilik ve optimize edicilik, doyumsuzluk (çoğu aza tercih etme),
tercihlerde tutarlılık, bencillik (hedefi kendi menfaatinin maksimizasyonudur) ve
akılcılıktır.
Doyumsuzluk ya da açgözlülük aksiyomu ve bencillik aksiyomundan homo
economicus’un “başkasını görmezden gelerek her zaman kendi menfaatinin en üst
düzeye çıkarımını hedefleyen doyumsuz insan” olduğu çıkarımı yapılabilir. Çünkü
“çoğu aza tercih etmektedir” ve “kendi çıkarının maksimizasyonu ile ilgilidir”;
başkasının ya da toplumun zarar görmesi onun tercihlerinde etkili değildir. Bununla
916
Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki
Algılanışı”, s.93.
917
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 44.
918
Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki
Algılanışı”, s.93.
279
birlikte Geleneksel iktisat şöyle varsaymaktadır: Her birey kendi çıkarını maksimize
etme hedefinde olduğunda toplumun çıkarı en üst düzeye gelecektir.
3. Homo economicus için ölçüt dünyevi menfaattir. Nefsine uygun olmayan bir
fazileti yerine getirmek homo economicus’un tercih edeceği bir seçenek değildir. Şayet
tercih ederse “çoğu aza tercih etme” ve “kendi dünyevi çıkarının azamileştirilmesi”
prensipleriyle çelişki teşkil eder.
4. İslami dünya görüşü üç temel kavram üzerinde durur. Bunlar Tevhit ( Allah’ın
Birliği), Halifelik ( insanların yeryüzündeki eşyanın yöneticisi olması ve bunlardan
sorumlu olması) ve Adalettir.919
5. İslam kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet ve tüm insanların hem maddi hem
manevi ihtiyaçlarının dengeli ve ölçülü tatminine önem verir.920
6.
Kâinat tesadüf eseri değildir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır.
Dünya yaşamı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan
sahasıdır.921
7. İslam, kâinatın dengesi, insanın dengesi ve toplumun dengesi olmak üzere üç
yönlü bir dengeye dayanır. Kâinatın dengesini maddenin geçiciliği, mananın ebediliği
sağlamaktadır..922
8. İnanç unsuru bir Müslümanın kainatı algılayışını belirlerken, İslâmi iktisadi
doktrine göre tavır almasını sağlar923.
9. İslami iktisadi prensipler Kur’ân-ı Kerîm’e ve hadislere dayanmaktadır.
Dolayısıyla İslam iktisadı “iman”a dayanmaktadır924.
919
Chapra, Islam and Economic Development, s. 5.
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 6.
921
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-19-20
922
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-22
923
Es Sadr, “İslam Ekonomisindeki Bazı Bağlantı Örgüleri”, s.1.
924
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 17-18
920
280
10. Kur’ân-ı Kerîm, bütün din ve ideolojilerin dayandığı esasların eksikliklerini
tamamlayarak, insanın ruhu, ahlakı, maneviyatı ile birlikte siyasi ve iktisadi yaşamında
rehber alacağı emir ve kanunlar getirmiştir.925
11. İslam iktisadı, Emeviler ve Abbasiler’de, Ortaçağ’da Türk Devletlerinde,
Selçuklular ve Osmanlılar’da uygulama bulmuştur.926
Zihniyet açısından ahilik Osmanlı sisteminin Batı’dan farkını ortaya koymuştur.
Batı medeniyetinin dayandığı burjuva zihniyeti iken Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal
sisteminin arkasında ahi zihniyeti vardır. Söz konusu zihniyet sebebiyle Osmanlı’da
Batı’da olduğu gibi sömürü, sınıf ayrımcılığı gibi kavramlar gerçekleşmemiştir. Çünkü
Osmanlı’da, Batı’daki kapitalist zihniyetin idealize ettiği “homoeconomicus” yoktur;
ancak kanaatkar ve müteşebbis, toplum çıkarını kendi menfaatinden üstün tutan insan
tipinin müşahhas örneği olarak ahiler iktisadi yaşamın ilk örgütleyicisi olmuşlardır.927
İslam toplumunda ahi zihniyeti olduğundan kapitalistleşmeye uygun değildir.
Üreticinin karının, tüketicinin faydasının maksimizasyonu peşinde olduğu sınıf
mücadelelerine dayalı sömürgeci zihniyet İslam toplumunun zihniyeti ile uyuşmaz.
Fütüvvetin ahlaki esasları “içtimai dayanışma ve hizmet”, “herkese her zaman iyilik
etme”, “Allah’ın kullarına sevgi gözüyle bakma”, “kimsenin kötülüğünü istememe”,
“her zaman dostlarının durumuyla alakadar olma”, “cömertlik”, “samimiyet”,
“hürriyet”, “her an tekâmül içerisinde olma”, “irade sahibi oma”, “tevazu”, “geçimli
olma”, “hürmet ve merhamet”, “boş vakit geçirmeme ve lüzumsuz davranışlarda
bulunmama”, “dürüst, faziletli ve iyi kalpli olma”yı içerir. 928 Bu esaslar Batı zihniyet
esaslarına dayanan homo economicus aksiyomları ile çelişmektedir.929
12. İslam medeniyetinde sosyal yönden adalet düşüncesi, kardeşlik, hoşgörü,
düşünceye saygı biçiminde temsil bulmuş, toplumun önemli değerlerine dikkat
925
Eskicioğlu, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”, s.13.
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 23,26
927
Tabakoğlu, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, s. 10-11
928
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 47, 59-62.
929
Ahilikte din ve dünya yükümlülükleriyle ilgili olarak, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın
ölecekmiş gibi Ahiret için çalış”929 Hadisine dayanan bir zihniyet hâkimdir.
Özdemir, a.g.m., s.155.
926
281
edilmiştir. Çalışma ve hizmet etme dışında bir üstünlük kıstasına yer verilmemiş, yıkıcı
eğilimler önlenmiştir.930
13. İslam medeniyetinde bilime değer verilmiş, öğrenciler cesaretlendirilmiş ve
onlara burslar bulunmuştur. Ayırım yapılmadan öğrenim fırsatları verilmiştir. Bilim
adamları saygı görmüştür.931
14. İslam’da insanın iktisadi davranışlarını Batılı manadaki akılcılık anlayışı
yönlendirmez. Çünkü Batı kültürüne dayanan Geleneksel İktisadi zihniyet iktisadi
insanın- homo economicusun-dünyevi kazanç için kendi çıkarını maksimumlaştırmayı
hedeflediğini iddia etmektedir. 932 Bu zihniyete göre her birey bu şekilde davrandığında
toplum için en iyi sonuca ulaşılacaktır. Ayrıca Geleneksel iktisat teorisi tarafından homo
economicus’a atfedilen rasyonalite prensiplerine göre homo economicus’un tam bilgiye
sahip olduğu, hata yapabildiği, ancak aynı hatayı ikinci kez yapmadığı varsayılır. Ancak
akılcılığın “rasyonel insan aynı hatayı tekrar etmez” prensibi, 14 asır önce İslam
Peygamberi tarafından tanımlanmıştır.
933
Buna rağmen bazı akımlar ve doktrinlerce
din ile bilimin çelişki içinde olduğuna ve dini ve ahlaki prensiplerin akılcılıkla
çatıştığına dair yanlış zihniyet esasları oluşturulmuştur. Buna ilave olarak İslami
akılcılığa göre, her türlü tedbir alınır, sonra Allah’a tevekkül edilir. 934 Ve “akıl ile
bulunamayanlar nakil (külli akil)935 ile çözülür.”936 Külli akıl ile kastedilen vahiydir.
Toplumun menfaati bireyin menfaati ile çatışıyorsa toplumun menfaati tercih
937
edilir.
İnsana ve topluma birlikte değer verilir. Bununla birlikte toplumsal zarar ile
bireysel zarar karşılaştırıldığında bireysel zarar tercih edilir938. Bir başka deyişle “( bir
süreliğine ya da bir anlık) çok sayıda hayır için az sayıda şer tercih edilir” kaidesine
930
Duri, a.g.e., s.114-115.
Duri, a.g.e., s.115
932
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
933
Hadis’te “Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)” (Buhârî,
Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.)
http://www.kurandan.com/db/40hadis.htm
934
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
935
Bilgi için Bkz. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Küçük Sözler, s. 91.
936
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 50.
937
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
938
Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, s.59
931
282
uyulması ile toplumun “çok hayır”, ferdin “az şer” olduğu anlaşılabilir. Ancak ferdi de
feda etmemek mümkün ise, feda etmek zulüm olur. 939
İslami iktisat sisteminde “bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmini peşinde olması”
varsayımına “bireyin toplumun ihtiyaçlarını da önemsediğini”, zaruri ihtiyaçlarını
karşılayamayan kesime insanlar alaka gösterdiğini ve çevre, kısıtlı kaynakların
muhafazası, istihdam seviyesi, ödemeler dengesi gibi bilgi sahibi olabilecekleri
konularda, bir bütün olarak toplumun menfaati ile ilgili olduklarını eklemek
gereklidir.940
Kur’an’da akıl sahibi olanlar “kâr-zarar” hesabı yaparlar. Geleneksel İktisat
Teorisinde sadece dünyevi maksat ile yapılırken, İslam’da hem dünyevi hem Ahiret ile
ilgili meseleler için yapılır. Dünyevi menfaatlerin fırsat maliyetinin hesabına dikkat
etmek gereklidir. Hangi tercihin ne kadar menfaat ya da zarar getireceğini Allah
belirleyip insanlara bildirmiştir. Buna göre bir Müslümanın tercih yaparken dikkate
alacağı kıstaslar ilk olarak Allah’ın bildirdiği bilgilerdir. İktisadi yaşam, Yaratıcı
tarafından programlanmış kainat düzeninin bir parçası olduğundan iktisadi tercihleri
etkileyecek öğreti ve meseleler de Yaratıcı tarafından belirlenmiş ve insanlara
iletilmiştir.
15. Kur’an iktisat için tarif yapmıştır. İktisadın maksadını, ön koşulunu ve
kanaat etmenin ne olduğunu açıklamıştır.941.
Zarar ve menfaat getiren tercihler kategorisi insanlara Allah tarafından
açıklanmıştır. Ancak, Allah’ın yasakladığı zarar getirici, haram, “israfa dönük”
girişimlere, Geleneksel iktisadi zihniyetin hakim olduğu ekonomik sistemlerde izin
939
Kur’an tefsirinde,“Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun
selâmeti için feda edilmez.”, “Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin
rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez.” denilmiştir.
Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Mektubat, s.53,54.
940
Siddiqi, a.g.m., s. 25.
941
Kur’an’ın tarif ettiği iktisat için öz olarak söylenebilecek tariflerden bazıları şöyle olabilir: “Allah’tan
başka kimsenin minneti altına girmemek maksadıyla iktisad etmek” ve “iktisad edebilmenin ön koşulu
gönül tokluğu ve muhtaç olmadan zengin olabilmek, elindeki ile yetinmektir.” “İktisad nimete karşı
yapılan kârlı bir hürmet olduğundan ve israf da şükrün zıddı olduğundan, israf etmek nimete karşı
hürmetsizliktir. Nimete teşekkür etmek ise memnuniyeti ifade etmek ile olacağı için, o nimetten güzel bir
istifade etmek, yani kanaat etmek, tam kapasite kullanmak gereklidir. İktisad ve kanaat etmek ile uygun
hareket sağlanmış olur” Bilgi için bkz. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Tarihçe-i Hayat, s.14;
Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem’alar, s. 140.
283
verilmektedir.
942
Allah insanların zararına olacak bir şeyi yarar olarak göstermez ve
yararına olan bir şeyi zarar olarak göstermez. Çünkü böyle bir durum O’nun “her işi
hikmetli görüyor olması”na aykırıdır. Bununla birlikte itidalli yoldan ayrılarak kişisel
çıkarı azamileştirme meselesi İslam’da tevekkül anlayışına da ters düşmektedir.
16. İslâm, Kapitalizm ve Marksizm doktrinlerinin ortak tek noktası üretimin
artırılarak doğadan mümkün olan en yüksek oranda yararlanmaktır943. İslam iktisadının
neoklasik İslami iktisat olarak değerlendirilmemesi gerekir. İslami zihniyeti benimsemiş
insanın iktisadi davranışlarını Batı kültürünün faktörleri belirleyecek olursa zihni berrak
olmayacağından tercihleri de çelişkili olacaktır.944
17. Bireyin yaşamının ihtiraslarına bağlı olmaması ve bunların uşağı olmaması
gerekmektedir. İslam maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu yönetirken,
materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu iddia
etmişlerdir.945 İktisadi motivasyonu bireyin materyal tatmininin maksimizasyonu olarak
gören faydacı yaklaşımı İslam iktisadı reddeder. İslam’da, insanın amacı Allah’a hizmet
etmektir. Materyal malların elde edinimi amaç değil araçtır.946
18. İslami iktisadi insanın için birbiriyle bütünlük içinde temel altı aksiyom
türetilebilir: Allah’ın rızasını kazanma niyeti ve hedefi ile tercih yapmak (1), bireyci
olmamak; Allah’ın kullarına hizmet şuuruyla çalışmak (ve toplumun çıkarını kendi
çıkarına tercih etmek), dünyevi menfaatini azamileştirme hedefinde olmamak (2), kul
hakkına saygı göstermek, yoksulun hakkını vermek, mazlumu korumak ve ona yardım
etmek (3), maddi ihtiraslarının esiri olmamak-haz peşinde koşmamak, kanaatkâr olmak;
İslami ölçülere uygun girişimci olmak ve israf etmemek (4), her türlü tedbiri alarak
Allah’a tevekkül etmek, cihazlarından biri olan aklını Allah için kullanmaya gayret
etmek, aynı hatayı tekrar etmemek suretiyle İslami rasyonaliteye dayanmak (5),
ekonomik faaliyetleri ibadetlerin yerine getirilmesinde kolaylaştırıcı hale getirmek,
İslam ahlakı ile çatışan ekonomik faaliyet ve kurumlara dâhil olmamak (6). 1 numaralı
942
“Bazı Normatif Kaideler”, The Group of Islamic Economy, s.2.
“İslam Ekonomisinde Üretimin Konusu ”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 8 Nisan
2010, s.1. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-uretimin-konusu/
944
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 8.
945
Cemal, a.g.e., s. 16.
946
Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 180.
943
284
olan
diğerlerini
gerektirmektedir.
2’den
5’e
kadar
sayılanlar
1
numaranın
gerçekleşmesine hizmet vermektedir.
Geleneksel iktisadi zihniyete göre kabul edilen insan varsayımının- homo
economicus’un- İslam dininin iktisadi doktrini perspektifiyle geçersizliği ortaya
konmuştur. Homo economicus aksiyomlarının Kainatın Yaratıcısı tarafından uygun
görülen İslami iktisadi kanun ve kaideler ile uyumsuz olduğu ispat edilmiştir.
İkinci Netice:
1. İslami iktisadi sistem Müslüman Dünyasının her hangi bir kısmında hüküm
sürmemektedir. Müslüman ülkeler iktisadi sorunlarını hâkim sistemlerin seküler
perspektiflerinin geliştirdiği politikalar ile çözmeye çalışmaktadır.947
2.Özdemir, “Anglo-Sakson geleneğinin ‘ruhsuz’, ahlakının hesabını kendisinden
başka kimseye vermeyen menfaatçi” homo economicus’u için yeni muhafazakârların
bulduğu formül, yeni bir düzene geçişe dayanır ancak bunun “otoriter yönelimli” olması
ve iyi işlenmiş gerçekliğe dayanmayan öneriler içermesi eleştiri alabileceğini ifade
etmiştir.948
3. Gelişmekte olan ülkeler kadar zengin kapitalist ve sosyalist ülkeler de, seküler
Aydınlanma dünya görüşüne dayalı stratejiler marifetindeki verimlilik ve hakkaniyet
hedeflerini eş zamanlı olarak kavramakta kabiliyet gösterememişlerdir. İslam
Dünyasının adapte olacağı sistem dengesizlikleri ortadan kaldırmakla yetinmemeli,
verimlilik ve hakkaniyet hedeflerinin eş zamanlı gerçekleşmesini sağlayacak
kaynakların dağılımını gerçekleştirecek bir kabiliyete sahip olmalıdır. Sistemin
kapasitesi, katılımcılarının prensiplerine bağlı kalmaları konusunda motive edecek ve
katılımcıların yalnızca kendi menfaatleri için değil toplumun menfaati için elinden
gelenin en iyisini yapmalarını sağlayacak güçte olmalıdır. 949
947
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 9.
Özdemir, a.g.e.,s.160.
949
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 199.
948
285
SONUÇ
Batı dünyasının iktisadi sorunlara bakış açısının temeli ilk olarak, Antikçağ
Roma ve Yunan kültürünün bireyciliği ve hazcılığı savunan düşünce akımlarından
etkilenmiş, Ortaçağda feodalizmin çöküp ticaretin canlanmasıyla kapitalizme doğru
gelişmiş, Merkantilist doktrin ve sonrasında “özgür” bireyciliğin zihniyetlerde belirgin
biçimde egemen olmasıyla liberal felsefenin etkisi altında olan klasik ve neoklasik
iktisadi doktrinler oluşturulmuştur. Bunların ortaya çıkardıkları ilk sorunlara materyalist
felsefenin etkisi altında olan Marksizm doktrin çözüm olarak ortaya konmuştur.
Batı kültüründe sosyal bilimlerin gelişimi sosyal olguların kompleksitesinde ve
doğa bilimlerinin gölgesinde kalmıştır. İnsanın doğası ve hayattaki rolü Batılı sosyal
bilimler açısından çok sıkıntılı bir sorun olmuştur.950 Geleneksel (hakim) iktisadi
zihniyet; metodu, temeli, toplumların işleyiş tarzını açıklayan yaklaşımı, insan
davranışları ile ilgili varsayımları “insan aklı ile kainatın kanunları bulunabildiğini”
iddia eden Doğal Kanun felsefesine dayalı iktisadi liberalizm felsefesinin ürünü
olmuştur. İktisadi liberal görüş salt akılcılık ve deneycilikten etkilenmiş ve liberal
iktisatçılar kendi duyuları ve mantıklarını kullanarak gözlemler saptamışlar ve insan
davranışları ile ilgili varsayımlar yapıp gerçekleri hangi ölçüde açıkladığı belirsiz
teoriler kurarak, evrensel kılmışlardır.
951
“Birey”in ve “bireysel hürriyet”in her şeyden
üstün tutulduğu liberal sistemin esasları bireysel özgürlük çerçevesinde gerçekleştirilen,
bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla yapılan faaliyetler
oluşturmaktır. Bireyin menfaati en serbest şekilde gerçekleştirilebilmelidir. Sistemin
zihniyeti bireyin çıkarına dayanır. Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için
çalışır.952 Ancak “Tüm liberal iktisatçıların zihniyet esası birey ve bireysel özgürlüktür.
İktisadi faaliyetler bireyin menfaatini maksimum seviyeye çıkarabilme amacıyla
yapılır.” Ve “Bu zihniyet yapısına göre “insan” piyasa için çalışır.”” esasları çelişki 953
ortaya koymaktadır.
950
Braima, a.g.m., s. 9-10.
Kazgan, a.g.e.,s.55-56.
952
Zeytinoğlu, Ekonomik Sistemler, s. 38-39.
953
Çelişki çalışmanın ilgili bölümünde açıklanmıştır.
951
286
Neoklasik iktisat teorisinde de, bu yaklaşımın bütününün temelini teşkil eden,
hazcı insan doğası anlayışı ve toplumun bireyci anlayışıdır. Neoklasik iktisatçı için bir
faaliyet ancak piyasada birilerine fayda yaratıyorsa önemlidir. İktisadi işlemlerin
toplumsal saadete ya da refaha katkı yapıp yapmaması sorun olmamıştır; teori için
önemli olan sadece bu işlemlere katılan bireylerin işlemlerinden fayda/tatmin sağlayıp
sağlamadığıdır.954
Doğa bilimlerinin toplumsal modellemeler için kaynak alındığı Avrupa’daki
Aydınlanma ( 15.-18.yüzyıllar) akımının doğduğu Hıristiyan dünyasında dinin yerine
akıl üstünlüğü ve Allah yerine insan inanç merkezi kabul edilmiştir. Darwinci dünya
görüşünü yansıtan doğa kanunları esaslarının kabulü görüşünün iktisadi zihniyete
yansıması “liberal felsefe” olarak gerçekleşmiş ve iktisadın bu felsefi zihniyet yapısı
insanı homo economicus olarak tanır ve tanıtmıştır. Karakteristiği ise “kişisel çıkarının
maksimumlaşması amacında olan bir homo sapiens” olmasıdır.955 Geleneksel iktisadi
zihniyet, Materyalist ve Liberal Felsefenin güç aldığı “Evrimci kabul”e dayanmaktadır.
Buna göre bir “Homo Sapiens iktisadi ortamda bir Homo Economicus’tur”. Bir başka
deyişle “her Homo economicus bir Homo Sapiens’tir”.
Böylelikle kainatın bir
Yaratıcısı olduğu ve yaratılmadan önce mükemmel hesaplar ve hikmetler ile -el-Adl
(C.C.), el-Hakîm (C.C.) isimlerinin muktezası ile- planlanmış ve tasarlanmış olduğunu
reddeden bir zihniyete dayalı esasların Ahiret inancını inkar edeceği açıktır. Buna göre,
söz konusu iktisadi Homo Sapiens Ahiret için iş yapmayacaktır. Ahiret’te kazanacağı ya
da kaybedeceği bir durumu hesaplarına katmaz. O sebeple tüm derdi azami ve peşin
dünyevi menfaattir. Dünya sevgisi olduğundan, ölmeyi hiç istemeyeceği için ve
ölümden sonrasının kendisi için bir sorun teşkil etmemesinden dolayı, ömründe uzun
gelecek hesapları yaparak elde etmek istediklerinin maksimizasyonu için kendi
menfaatine yönelik azami çaba sarfedecektir. Ayrıca Geleneksel iktisat teorisinde “insan
aklının her şeyi çözebileceği iddiasıyla duygu, his ve adetlerden bağımsız davranış
modelleri ile kişiliksizleştirilmiş bir rasyonellik” varsayımı kabul edilmektedir.
954
Clark, a.g.m., s. 9-10.
Tabakoğlu, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa Ekonomisi ve İslam’daki
Algılanışı”, s.93.
955
287
Geleneksel iktisadi zihniyet “çoğu aza tercih eden”, “kendi menfaatini her şeyin
üstünde tutan bencil” bir homo sapiens’i kabul ettiği için “orta yolu tutma” ve
Geleneksel iktisadın modellerinde bir sorun olan optimizasyonu gerçekleştirme durumu
mümkün değildir. Bu zihniyet esasları iktisadi sorunları kendi içinde tezat oluşturacak
şekilde bir yaklaşım ile ele almaktadır. Basit bir ifadeyle, günümüzde “karmaşık
iktisadi modellerin bilimsel geçerliliği için uydurulmuş “iktisatçıların IQ seviyeleri ile
sınırlı” 956 hiperrasyonel iktisadi insan kabulü” ile bu insan için “üç muz meyvesini iki
muz meyvesine tercih eden evrimleşmiş egoist maymun” kabulü, çelişki teşkil
etmektedir. Buna ilave olarak, Thaler’in, “From Homo Economicus to Homo Sapiens”
makalesinde belirttiği üzere aslında rasyonel ve duygusuz bireylerden model kurmak
yarı-rasyonel ve duygusal bireylerden model kurmaktan daha kolaydır957.
Kendini tüketime ve daha fazlasını arzulayan hazcı zihniyete teslim etmiş homo
economicus veya “içi etik olarak boşalmış rasyonel insan” varsayımının zihinlerde
teşkil ettiği kirlilik nedeniyle Geleneksel iktisat teorisi krizden çıkamamaktadır.
Geleneksel İktisadi zihniyetin dayandığı Batı ve Batı’ya endeksli ekonomilerin kurtuluş
reçetesini yeniden keşfetmek şart haline gelmiştir.958
Ortadoğu dinlerine göre insan ve insanın iktisadi yaşamdaki gayesi kendini
hedonistik zihniyete teslim etmek ya da sınırsız bir iktisadi özgürlük anlayışı içerisinde
arzularını tatmin peşinde koşmak değildir. İnsan dünyaya maksimum haz elde etmeye
gelmemiştir. İnsan bir makine ya da bir hayvanın doğal seleksiyon sonucu hayatta kalan
ve birdenbire şuur kazanan bir türü değildir. Ortadoğu dinlerine göre- Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam- kâinattaki her şey ve insan Allah tarafından belirli bir amaç için
yaratılmıştır. İnsan imtihan sahasında “iyi” ve “kötü” arasında tercih yapacak, bu
tercihleri değerlendirilecektir. Değerlendirme neticesinde tercihlerin karşılığı vardır.
Değerlendirmede esas tutulan kıstaslar ise, Allah tarafından bildirildiği için insan tercih
edeceği seçeneklerden ve tercihlerini değerlendirmedeki ölçütlerinden ve bu ölçütleri
nasıl kullandığından sorumlu tutulacaktır. Bu tercihlerin arasında bulunan iktisadi
sahadaki seçenekler için de kanun ve kurallar belirtilmiştir. Tercihleri yaparken Ahirette
956
Thaler, a.g.m., s. 134.
Thaler, a.g.m., s. 140.
958
Özdemir, a.g.e.,s.159.
957
288
görülecek karşılık unutmamalıdır. Her amelin ahirette baki bir karşılığı olacağına göre
aldatıcı ve geçici dünyevi yani fânî faydalar (ve /veya zararlar) getiren seçeneklerin
tercihi -eğer Semavi dinler dairesinde uygun kabul edilmiyorsa-rasyonel bir davranış
değildir. Tercihlerden en uygun düzeyde fayda elde etme kısıtı sadece dünyevi sebepler
değildir. Üç dine göre insan, (iktisadi) tercih yaparken dünyevi menfaati ile tercihinin
Ahiret’teki karşılığı arasındaki fırsat maliyetlerini inceler. İnsanın rasyonel davranış
sergileyip sergilemediği bu kıstasa bağlıdır.
Kur’an dünya hayatının Ahiret hayatına tercih edilmesi durumu hakkında
mükemmel (yalnızca iktisadi açıdan değerlendirilecek olsa bile) bir açıklama
getirmiştir959. Hıristiyan öğretisi de insanların, içtimai amel lezzetinin ve uzun-dönem
hedeflerinin hazır çıkarlardan üstün olduğunun farkına varmalarını sağlamaktadır.960
Yahudi öğretisine göre Tanrı’nın isteğini yerine getirmek için sahip olunan mülkler yine
Tanrı’nın buyruklarına uyma hedefi için araç olarak kullanılmalıdır.961
Yahudilik inancına göre yeryüzü ve orada olan her şey Allah’a aittir. İnsan sahip
olduklarının vekili ve muhafızı olarak ancak bunlara nezaret eder.962 Kutsal Kitap
öğretisine göre, insanın yaratılışının bir gayesi vardır. 963 Tek kriter ekonomik büyüme
olsaydı ve insanlar yalnız bireyler olarak kabul edilseydi, Neo-klasik teori hem yeterli
hem de ciddi anlamda başarılı sayılabilirdi. Ancak Luka 4:4’te “İsa, “ ‘İnsan yalnız
ekmekle yaşamaz’ diye yazılmıştır” karşılığını verdi” buyrulmuştur. 964 İslam’a göre
kâinat Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır. Allah, her şeyi bir maksat ile
yaratmış, bu maksat insanın bir parçasını oluşturduğu kâinatın var oluşuna mana ve
değer vermektedir.965 Yeryüzünde insanın halifelik görevi vardır. Enam Suresi 165.
Ayette “O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hakim kimseler) yapan, size verdiği nimetler
959
Kur’an tefsirinde “Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için hayvana
benzer. Öyle ise, insanın iki maaşı var: Biri; cüz’îdir, hayvanîdir, muacceldir. İkincisi; melekîdir, küllîdir,
müecceldir.” ““Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih
ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne
geçmiş.” denilmiştir. Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatından Kastamonu Lâhikası, s.104; Said Nursî,
Risale-i Nur Külliyatından Sözler, “Yirmidördüncü Söz”, s.357.
960
Woehrling, a.g.m., s.209
961
Sombart, a.g.e., s. 198.
962
Goldstein, a.g.m., s.88.
963
Mackay, a.g.e., s.79.
964
Johnston, a.g.m., s.22.
965
Chapra, Islam and Economic Development, s. 5.
289
konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz
Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.” buyrulmuştur. Kullanıma verilen kaynaklar birer sorumluluktur. İslam iktisat
sistemi insana hem maddi hem manevi alanda başarılı olabilmesi için tutarlı ve uyumlu
bir düzen sağlaması sebebiyle insanı, Geleneksel iktisadi sistemlerin zihniyet yapısının
kabul ettiği gibi “ekonomik yaratık” olarak değil, “sosyal-manevi yaratık” olarak ele
alır.966
İslam’ın insan için “beden ve ruh” olduğu görüşü yüzyıllar evvel Kur’an ile
ortaya konmuştur967. Beden ve ruh arasında bir irtibat vardır. İnsan, bilgisayar
tarafından kontrol edilen bir robot olarak tercih yapan bir yaratık değildir. İslam
maddenin mananın emrinde olduğu esasını ilan etmiştir. Buna göre insan, “bir robot”
veya “içinde hayalet gibi bir şey olan bir makine” ya da “adi bir maddeden meydana
gelmiş organize bütünlük” değildir.
Yahudi kanunu insan ile Tanrı, insan ile insan, insan ile doğa gibi mümkün olan
tüm ilişkiler için davranış kuralları meydana getirmiştir. Musevi dininde hayatın hedefi
Tanrı’nın buyruklarına uymaktır. Dünyevi mülkü elde etme amacıyla elde etmeye
gayret göstermek budalalık olarak nitelendirilmiş ve Tanrı’nın isteğini yerine getirmek
için sahip olunan mülkler O’nun buyruklarını gerçekleştirme hedefi için araç olarak
kullanılmalıdır.968 “A Christian Critique of Economics” adlı makalesinde Johnston’ın
ifadesine göre, “doğru/gerçek ilişkiler” cihetiyle insanlar arasında, Tanrı’ya bağlı
insanlar ile Tanrı arasında ve yaratılmış olan diğer şeyler ile olmak üzere İncil’de adalet
anlayışı çok farklıdır.969 İslam’ın dayandığı denge fikrinin, kâinatın dengesi, insanın
dengesi ve toplumun dengesi olmak üzere üç yönü vardır. Kâinatın dengesini maddenin
geçiciliği, mananın ebediliği sağlamaktadır. Enfal Suresi’nde buyrulduğu üzere,
kâinatın yaratılış nedeni insanın imtihan edilmesidir. İslami iktisatta insan dengesi,
insan-toplum dengesi ve insan-kainat dengesi çok önemlidir. Madde ruhun emrine
966
Mannan, “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi Olanağı”, s.1.
Braima, a.g.m., s. 11.
968
Sombart, a.g.e., s. 198.
969
Johnston, a.g.e., s.20
967
290
verildiğinden, insan maddi denge için aşırılıklardan kaçınmalıdır. Madde, Allah rızasına
uygun biçimde kullanıldığında kıymetlidir. Çünkü madde imtihan vasıtasıdır. 970
Kutsal Kitap’ta kaos manası içeren raslantıya cevap mevcuttur. Yaratılış 1:2’de
“Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların
üzerinde hareket ediyordu.” buyurulmaktadır. “İnsan kura atar, Ama her kararı RAB
verir.”971 ayetinden Allah’ın tüm olayların Rab’bi olduğu anlaşılmaktadır. 972 Semavi
dinlerin ortak görüşüne göre her şeyi (ve doğayı da) yaratan Allah’tır. Allah, hiçbir şeyi
rastlantıya ya da doğaya bırakmaz; her şeyi hesaplamıştır, insanları, onların ihtiyaçlarını
yaratmıştır ve besinlerini de hesaplamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Kamer Sûresi 49.
Ayette, “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” buyrulmuştur.
973
İslam
kâinatın tesadüf eseri olmadığını bildirmiştir. Tüm kâinat bir hedef için yaratılmıştır.
Dünya hayatı ve maddi ilişkiler ahirete hazırlık dönemini oluşturan bir imtihan
sahasıdır.974
Üç Semavi din, “pozitif marjinal fayda” meselesine şöyle cevap vermektedir:
Tevrat’ta Yaratılış 3’de, “ “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini
yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.” Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz”
dedi, “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle
kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için
uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi.
Yanındaki kocasına verdi, o da yedi.” buyrulmuştur. İncil’de 2. Korintliler 11’de, “Ne
var ki, yılanın Havva’yı kurnazlığıyla aldatması gibi, düşüncelerinizin Mesih’e olan
içten ve pak adanmışlıktan saptırılmasından korkuyorum.” buyrulmuştur. Ta Ha Suresi
117. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Biz de şöyle dedik: "Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis)
sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun."
120. Ayette “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: "Ey Adem! Sana ebedilik
ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"” buyrulmuştur.
970
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-22,48,49,51.
Süleyman’ın Özdeyişleri, 16:33
972
Mackay, a.g.e., s.58.
973
Kantakji, a.g.m., s. 4-7.
974
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 18-19-20
971
291
Yuengert, bu tercihin şüphesiz olarak Hz. Havva’nın fayda fonksiyonunda pozitif
marjinal faydaya sahip olmadığını ve onu arzulamasının bir tuzak ve bir aldatma
olduğunu ifade etmiştir.975
Braima, “A Qur’anic Model for a Universal Economic
Theory” isimli çalışmasında ulaştığı sonuçlardan birini şöyle ifade etmiştir: İnsan
yaşamının iktisadi alanı, MPC’nin (marjinal tüketim eğiliminin) temelini oluşturduğu
imtihanın doğal akışını sürdürdüğü başlıca alanlardan biridir. Bu imtihan insanın
dünyada ekonomik kaynakları yönetirken bu kaynakların gerçek sahibine şükranını
sunma koşullarını yerine getirip getirmediği esasına bağlıdır.976
Braima’ya göre, evvelde insanın test edilişi, her birinin hem fayda hem de zarar
(disutility) içerdiği iki tüketim örüntüsünden oluşmuştur. İlk örüntü Allah tarafından
kurallarıyla belirlenmiştir ve içerdiği fayda, lezzete ilave olarak Cennet’te daimi bir
ikamettir. Diğer örüntü, İblis (insanın bariz düşmanı) tarafından öne sürülmüş ve fayda
gibi görünen hayatta ve saltanatta ebediyet getirdiği iddiası taşıyan yeni bir tüketim
türünün keşfidir. Braima şöyle devam etmiştir: İlk örüntünün içerdiği zarar insanın
iradesini kullanmaktan aldığı acıdan ve Yaratıcı’sına itaat etme sağduyusundan ve yeni
zevkler için arzularını devam ettirmeden kaynaklanır. İkinci tüketim örüntüsünün
içerdiği zarar ise Allah tarafından Hz. Adem’e vaat edilmiş olan ızdıraptır. Ancak
hikmeti destekleyen apaçık seçeneğe rağmen zevk arzusu, irade ve sağduyuya boyun
eğdirmiş ve kutsal ikametteki insan Yaratıcısına itaat etmemiş ve testi geçememiştir.977
Üç din de bireyciliğe, bencilliğe, zayıfı/yoksulu görmezden gelmeye, “güçlünün
zayıfı ezmesine” şöyle bakmıştır: Kitab-ı Mukaddes’te Eski Antlaşma bölümünde,
Süleyman’ın Özdeyişleri 28’de, “Yoksula verenin eksiği olmaz, Yoksulu görmezden
gelense bir sürü lanete uğrar.”, Mezmurlar 41’de, “Ne mutlu yoksulu düşünene! RAB
kurtarır onu kötü günde.”,
Süleyman'ın Özdeyişleri 22’de, “Cömert olan kutsanır,
Çünkü yemeğini yoksullarla paylaşır.” buyrulmuştur. Bu ayetlerden anlaşılabileceği
üzere insan için bireyci olmanın aksine yoksula yardım, paylaşma, cömertlik gibi
karakteristikler uygun görülmektedir. Luka 12’de (Akılsız Zengine İlişkin Simgesel
Öykü) bölümünde, ayetlerin devamında şöyle buyrulmuştur: “Ama Tanrı ona, ‘Ey
975
Yuengert, a.g.m., s. 35.
Braima, a.g.m., s. 8.
977
Braima, a.g.m., s. 5.
976
292
akılsız adam, canın bu gece senden isteniyor’ dedi, ‘Biriktirdiklerin kimin olacak?’
“Kendi yararına mal biriktiren ama Tanrı önünde zengin olmayan insanın durumu
budur.” buyrulmuştur. Bireysel ve toplumsal olarak, Allah’ın verdiği emanetler ortak
yarar için tertip edilmelidir. Dolayısıyla sahih olan iktisat politikaları Allah tarafından
verilen tertip sorumluluklarına sadakat icbar etmektedir.978
Luka 10:25-27, şöyle
buyurulmuştur: “Yasa yorumcularından biri ayağa kalktı, İsa’yı deneyerek, “Öğretmen”
dedi, “Sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?” İsa, “Ruhsal yasada ne
yazılmıştır?” diye sordu, “Sen nasıl yorumluyorsun?” O da şöyle yanıtladı: “ ‘ Tanrın
Rab’bi tüm yüreğinle, tüm canınla, tüm gücünle ve tüm anlayışınla seveceksin. İnsan
kardeşini de kendin gibi seveceksin.’” 979
Bu ayetlerden anlaşılabileceği üzere Hıristiyanlık’ta insan için “kendi yararına
mal biriktirme”nin yani bireyciliğin aksine ortak yarar ön plana alınmış, “insanın
kardeşini kendisi gibi sevmesi” uygun görülmüştür. Birinin başkasını kendi gibi
sevmesi, kendisi için istediğini başkası için de isteyebilmesini gerektirir. Bu sebeple
bireycilik Hıristiyanlık öğretisine göre kabul edilebilir bir esas değildir. Ayrıca kendi
yararına mal biriktiren birey için “Tanrı önünde zengin olmayan” ifadesi kullanılmıştır.
Bu ayetten bireyciliğin kazandıracağı varlığın Tanrı önünde bir zenginlik ifade etmediği
anlamı çıkarılabilir.
Bireyciliğe dayalı olmayan, toplumsal dayanışmacı bir sistemin hâkim olduğu
İslam’da ekonomik ve sosyal ilişkiler ve bunların düzenlemeleri dini hükümlerden
bağımsız değildir.980 İslam kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet ve tüm insanların hem
maddi hem manevi ihtiyaçlarının dengeli ve ölçülü tatminine önem verir.981 Kur’an-ı
Kerim’de Maide Suresi, 2. ayette “İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma)
üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” buyrulmaktadır.
Bu sebeple İslam’da, istikrar, sosyal barış ve dayanışma esasına dayalı olarak iktisadi
978
Cox, a.g.m.,s.4.
Cox, a.g.m.,s.4.
980
Özdemir, a.g.e., s.154.
981
Chapra, “Islam and the Economic Challenge”, s. 6.
979
293
büyüme veya kalkınmanın gerçekleşmesi esastır.982 Ayrıca ayetten anlaşılabileceği
üzere bireycilik değil yardımlaşma (ancak iyilik ve takva üzere) emredilmiştir.
İslami iktisat sisteminde “bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmini peşinde olması”
varsayımına “bireyin toplumun ihtiyaçlarını da önemsediğini” eklemek gerekir.
Özellikle zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kesime insanlar alaka gösterir; çevre,
kısıtlı kaynakların muhafazası, istihdam seviyesi, ödemeler dengesi gibi bilgi sahibi
olabilecekleri konularda, bir bütün olarak toplumun menfaati ile de ilgilidirler.983
İslami zihniyetten güç alan Ahilik esaslarına göre içtimai dayanışma ve hizmet
esasına göre halkın menfaati olan şeyler, kulluk adabı gözetilerek, yerine getirilir.
Kardeşlerin rahatı kendi rahatına tercih edilir ve kardeşlerin karşılaştığı problemler ile
mücadele edilir.984 Ahilik esasları ile Geleneksel iktisadın bireycilik anlayışının
uyuşmadığı açıktır.
Üç dinin genel olarak maddeciliğe/mülk edinmeye bakış açısı Geleneksel
iktisadi zihniyetin varsaydığı ve zihinlere dayattığı gibi değildir. Şöyle ki: Kitab-ı
Mukaddes’te Zebur’da, Vaiz 5’te, “Parayı seven paraya doymaz, Zenginliği seven
kazancıyla yetinmez. Bu da boştur. Mal çoğaldıkça yiyeni de çoğalır. Sahibine ne yararı
var, seyretmekten başka? Az yesin, çok yesin işçi rahat uyur, Ama zenginin malı
zengini uyutmaz.” buyurulmuştur. Mezmurlar 73’te, “İşte böyledir kötüler, Hep tasasız,
sürekli varlıklarını artırırlar.”,, Mezmurlar 37’de, “Doğrunun azıcık varlığı, Pek çok
kötünün servetinden iyidir.” buyrulmuştur. Eski Antlaşma’daki bu ayetlerden mal
çokluğunu sevmenin, varlık artırma peşinde olmanın iyi görülmediği anlaşılabilir.
İncil’de, “ Kuşkusuz, elindekiyle yetinen için Tanrı yolu çok büyük kazançtır. Çünkü
dünyaya hiçbir şey getirmedik, ne de herhangi bir şey götürebiliriz. Ama yiyeceğimiz,
giyeceğimiz varsa, bunlarla yetinelim. Zengin olmaya özenenler ise denenmeye düşer,
bir sürü akılsız, yararsız tutkunun tuzağına yakalanırlar. Bunlar insanları yıkıma ve
mahva götürür.
Çünkü tüm kötülüklerin kökü para sevgisidir. Kimileri zenginliğe
imrenip imandan saptılar ve pek çok üzüntüyle kendilerini içler acısı bir duruma
982
Atılgan, a.ge., s.94-95
Siddiqi, a.g.m., s. 25.
984
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 59,60.
983
294
düşürdüler.”985 buyrulmuştur. Luka 12 ‘de, “Sonra onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her
türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.”
buyrulmuştur. İncil’den alınan bu ayetlerin “insanın yaşamının mal çokluğuna bağlı
olmaması,
elindekiyle yetinme, zengin olmaya özenme, para sevgisinin tüm
kötülüklerin kaynağı olması” gibi meselelerin iktisadi maddecilik/materyalizm görüşüne
verdiği cevap açıktır. İslam maddeyi, hükmedilen bir unsur olarak görüp onu
yönetirken, materyalist sistemler maddenin topluma hükmeden yegâne faktör olduğunu
iddia etmişlerdir.986 Ahilikte din ve dünya yükümlülükleriyle ilgili olarak, “Hiç
ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalış”987 Hadisine
dayanan bir zihniyet hâkimdir.988 İktisadi motivasyonu bireyin materyal tatmininin
maksimizasyonu olarak gören faydacı yaklaşımı İslam iktisadı reddeder. Materyal
malların elde edinimi amaç değil araçtır.989 İslam iktisadının hedefi maddi eğilimlerin
tatmininden ziyade bunlara esir olunmasını engellemektir. Ekonomik aktiviteler insanın
yaratılış gayesi olan ibadete mani olmamalıdır. Zariyat Sûresi 56. Ayette, “Ben cinleri
ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurulmuştur. 990 Tüm varlıklar
Allah’a aittir ancak varlıkların kullanımı konusunda insanların mesuliyetleri vardır; bu
sebeple özel mülkiyet hakkı tanınır. 991
İslam’da asıl amaç Allah’a kulluktur. Dünyevi yaşam Allah’ın rızasını
kazanabilme amacıyla düzenlenmelidir. İslam bu hedefe uygun kuralların düzenlediği
bir iktisadi sistem inşa etmiştir. İslami iktisadi sisteme göre bireysel tatmin için madde
elde edinimi yanlıştır. Çünkü insanın, dünyaya geliş sebebi onun imtihanı olduğundan
ve sahip olduklarının imtihan vesilesi olmasından kaynaklanan durumu gereği mal elde
edinimi ancak ve ancak Allah’ın rızasını kazanma amacıyla gerçekleştireceği amellere
yardımcı nitelikte veya bu amaca engel olma halini taşımayan bir özellikte ve ölçüde
olmalıdır.
985
Kutsal Kitap ve Deuterokanonik (Apokrif) Kitaplar, Yeni Antlaşma (İncil), Pavlus’tan Timoteos’a
1.Mektup, 1.Timoteos,6: Para Sevgisi, Kitabı Mukaddes Şirketi, 1. Basım, İstanbul Ekim 2003, s.303304.
986
Cemal, a.g.e., s. 16.
987
http://www.risaleonline.com/makale/hic-olmeyecekmis-gibi-dunya-icin-yarin-olecekmis-gibi-ahireticin-calismak2
988
Özdemir, a.g.e.,s.155.
989
Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 180.
990
Tabakoğlu, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, s. 163.
991
Wilson, “Islamic Economics and Finance”, s. 181.
295
“Bir özel hakkın kullanılmasının diğer insanları fahiş surette zarara
uğratmaması” İslam’da mülkiyet hakları kullanımı ile ilgili hükümlerin en
önemlilerinden bir tanesidir. İslam’da toplum refahına engel teşkil edebilecek özel
mülkiyete ya da özel girişime mani olunur.992 Gazâlî’ye göre servetin iyi ya da kötü
olarak değerlendirmesinin yapılabilmesi için “zamana, mekâna ve şahıslara” göre analiz
yapılmalıdır. Gazâlî, malın insanı asıl hedefinden saptıracak bir faktör olma
durumundan çıkması için, “malın, varlığı ya da yokluğundan sevinecek ya da üzülecek
bir hal ortaya çıkarmamasını” önermiştir. 993 994
Geleneksel iktisat, “yanlış/doğru” gibi değerlendirme yapamayacağından,
insanların iyiliğe yöneldiğini tespit edecek bir çıkar yol sağlayamadığından sayısal
olmayan durumların önemini belirleyememektedir. İktisat, kıt kaynak seçenekleri
arasında rasyonel insan davranışlarının incelenmesi olarak tanımlanırsa toplum refahı
amaç, insan davranışları yalnızca araç haline gelmektedir.995 İnsanın yapması gereken
elindeki kıt kaynakları kendisine en çok menfaat getirecek iktisadi kullanım alanlarına
dağılımını sağlamaktır. İnsan, tüketici veya üretici olarak iktisadi işlemcidir. Seçenekler
arasında karar vericidir.996
Tam bilgiye sahip homo economicus gelecek ile ilgili durumlar için belli bir
yanılgı payı ile kestirim yapabilir. Ekonomik konularla ilgili eksiksiz enformasyona
sahiptir. Homo economicus’u tüketici veya üretici olarak piyasada aldatmak imkân
dâhilinde değildir.997 Seçici homo economicus alternatifler arasında değerlendirme
yapabilecek bilgiye ulaşma yeteneğine sahip 998 olarak tercih yapar ve mümkün olan en
iyiyi seçer. Ancak bir durumun optimum olabilmesi için getiri gibi bir ölçüt
992
Atılgan, a.g.e., s.52,53,103
Orman, Gazali’nin İktisat Felsefesi, s. 82-83.
994
Amr İbni Tağlib, Hz. Muhammed (A.S.M.)’a ganimet malları veya esirler getirildiğini ve Kendisinin
bunlardan bazı kimselere verdiğini, bazılarına vermeden dağıttığını söylemiştir. Kendilerine mal
verilmeyenlerin söylenmeleri üzerine “Allah’a yemin olsun ki ben kimilerine veriyor kimilerine
vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler verdiklerimden daha sevgilidir. Ben bazı kimselerin
kalplerinde (mala karşı) sabırsızlık, aşırı tamah gördüğüm için veririm. Bazı kimseleri de Allah’ın
kalplerinde bıraktığı kanaate ve hayra havale ediyorum. Amr ibni Tağlib de bunlardan biridir.”
buyurmuştur. (Buhari Cuma 29)
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf, s.219.
995
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.4.
996
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.8-10.
997
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21.
998
Reny ve Jehle, a.g.e., s.6.
993
296
gereklidir.999 Doyumsuz ya da açgözlü homo economicus belirli bir sepette kendisine
kâfi gelecek kadar elde etmiş bile olsa her vakit çoğu aza tercih eder. 1000 Tüketici her
zaman daha fazla tüketime pozitif değer vermektedir1001.Homo economicus’un tercihleri
arasında geçişkenlik olarak da adlandırılan tutarlılık aksiyomuna göre söz konusu
tercihlerin birbiriyle çelişmediği varsayılır. Bu aksiyom tüketicinin tercihlerinde tutarlı
olduğunu söylemektedir. İkili karşılaştırmalar birbirine tutarlı olarak bağlantılıdır.
1002
Bencil homo economicus yalnızca kendi çıkarı peşinde koşar. Üretici iktisadi insan
kendi karının maksimizasyonu için, tüketici iktisadi insan kendi faydasının/tatminin
maksimizasyonu için çabalamaktadır.1003 Rasyonellik homo economicus için bir
davranış ilkesidir. Tabii Kanun felsefesinin iktisadi liberalizmde akılcı yöntem katkısına
göre akıl, tüm fiziksel ve sosyal bilimlerde eksiksiz ve yanılmaz bilgi edinimi
sağlayabilir. Salt akılcılığa göre insan aklı, deneyden ve denemeden evvel gelen tüm
gerçeklerin kaynağıdır.
1004
Akılcılık ya da rasyonalite nesnel veya öznel olarak iki
türlüdür. 16. Yüzyıldan itibaren önem kazanan öznel rasyonellik soyut düşünme ve
tümdengelim yöntemine odaklaşmıştır. Amaç-araç ilişkisi üzerinde durarak, amaç için
araçları inceler.1005
Homo economicus’un aksiyomlarının çelişkileri ve hataları yalnızca Dinsel
İktisadi Düşünce açısından değil, Geleneksel iktisat literatürü içerisinde de
tartışılmaktadır. Yapılabilecek eleştirilerden, dinsel açıdan olmayanlar için kısaca şunlar
söylenebilir:

Her bireyin açgözlü, bencil ve (hiper)rasyonel olduğu
varsayılırsa; ve açıktır ki her birey aynı derecede egoist, doyumsuz ve
akılcı değildir; piyasada bu bireyler kendi çıkarlarını maksimize
edeceklerine göre tam bilgiye sahip olma aksiyomuna göre birbirlerini
aldatmalarının imkan dahilinde olmadığının iddiası ya da varsayımı
“pek akılcı değildir”. En azından böyle bir girişimde bulunacakları
999
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.12.
Özkazanç, Berberoğlu v.d., a.g.e., s.21-22.
1001
Author, a.g.m., s.6.
1002
Reny ve Jehle, a.g.e., s.6
1003
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.15-16.
1004
Kazgan, a.g.e., s. 41,55.
1005
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.13.
1000
297
açıktır. “Büyük balık küçük balığı yutar” prensibini hatırlamakta fayda
vardır. Daha hiperrasyonel, bireysel çıkarını daha çok gözeten ve
kollayan ve daha doyumsuz bireyler elbette kendilerinden daha düşük
seviyede doyumsuz, daha düşük seviyede kendi çıkarı için davranış
sergileyen ve daha düşük seviyede akılcı bireyleri aldatabilir. Bunun
mümkün olmadığını göstermek mümkün değildir.

İnsanlar tercih yaparken kendi çıkarları ile birlikte örneğin
“adalet”i de önemsemektedirler. Deneysel iktisatçıların reel oyunculara
ültimatom oyununu oynatması sonucunda neticelerin tahmin edilen
(“insanlar
servetlerini
azamileştirme
hedefinde
olan
rasyonel
varlıklardır” varsayımının geçerliliğine ulaşılacağı yönünde tahmin) ile
hiç
uyuşmadığı,
oyunda
insanların
adalete
önem
verdikleri
gözlemlenmiştir. 1006

“Açgözlülük”, “bencillik” ve “akılcılık” birarada-eğer bu
üçünü frenleyecek ya da yanlış olduğunu izah edecek bir inanç sistemi
kabul edilmemişse-netice olarak “hilekarlık, sahtekarlık, düzenbazlık,
kavga, çıkar mücadelesi gibi durumları kolaylıkla ortaya çıkarabilir.
Sayılan durumların ortaya çıkma olasılığını azamileştiren doyumsuz,
bencil ve rasyonel(!) bireylerin oluşturduğu toplumun refahının
böylelikle kendiliğinden maksimum seviyeye geleceği çıkarımını
yapmak, bu çıkarımı yapan iktisatçıların “hiperrasyonelliğine soru
işareti” koymaktadır.

İkili karşılaştırmaların geçişkenlik bağlamında tutarlı
olması beklenmektedir. Bağıntılar bir insanın fedakarlığını, teveccühünü
ya da dini değerlerini de yansıtabilir.1007 Gelişmiş toplumların büyük bir
oranı hükümet politikaları için demokratik ilkelere itibar etmektedir. İki
seçenek arasında toplumsal tercih yapıldığında çoğunluk yöntemi ile
kolayca sonuca ulaşılabilir. Ancak toplum genellikle ikiden fazla
seçenek arasında tercih yapmak durumunda kalmaktadır.1008Toplumsal
1006
Mankiw, a.g.e., s. 492.
Reny ve Jehle, a.g.e., s.240-241.
1008
Mankiw, a.g.e.,s.485.
1007
298
tercihlerin tutarlılığı üzerinde geçişkenlik kıstasında ısrarlı olunduğunda
birtakım sorunlar ortaya çıkabilmektedir1009. İlk olarak Marquis de
Condorcet
çoğunluk
kuralının
dönüşsel
olma
olasılığını
göstermiştir1010.Condorcet bu konuda yaptığı çalışmanın detaylarını
olasılık hesapları üzerindeki prensiplere değinerek açıklamıştır.1011
Condorcet paradoksu çoğunluk yönteminin toplumsal tercihler üzerinde
geçişkenlik gerekçesini her zaman sağlayamadığını göstermektedir.1012

Homo economicusun öznel akılcılığı amaç-araç ilişkisi
üzerinde durarak, amaç için araçları inceler ancak, amaçların rasyonel
olup olmadığı hususu tartışmalıdır.1013 İnsan aklına aşırı güven
neticesinde,
aklın kişisel
davranışları kontrol
etmedeki
rolü
abartılmıştır. Liberal iktisadın akılcı davranış ile ilgili varsayımları,
davranışlarda itici gücün bireysel menfaat olduğu kabulüne götürmüştür.
Kazgan’a göre, buradan oluşturulan inanç sistemi, rasyonel homo
economicus’ların tatminlerini maksimumlaştırması ile toplumun refahı
maksimumlaşacağı düşüne dayanır. Serbest rekabet koşulları ile
oluşturulmaya çalışılan piyasa modelleri, gerçekte olması gerekeni, yani
toplumsal
refahın
maksimuma
ulaşmasını
açıklayabilmek
için
kurulmuştur. “Gerçekten varolan” koşullar farklı olmakla birlikte liberal
iktisat bu akılcılık yöntemi ile “olması gerekenin” ne derece
varolduğunu araştırmayıp ikisini birbiriyle karıştırmış ve rasyonel
insanlar
dünyası
içinde
bir
cennet
oluşturulabileceği
inancını
yaygınlaştırabilmişlerdir.1014
Bilginin bilimsel olmasını sağlayan şartlar yalnızca iktisatçıların açık olarak
uyguladığı kurallarla ilgili değildir. Son derece doğal gibi gözüken fakat gizli olan bazı
varsayımlar da buna mütealliktir. Söz konusu varsayımlar genel olarak açıkça
1009
Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241.
Young, a.g.m., s.1232.
1011
Condorcet, a.g.m., s.v.
1012
Reny ve Jehle, a.g.e., s. 241.
1013
Gökdere, İçöz v.d., a.g.e., s.13.
1014
Kazgan, a.g.e., s. 56.
1010
299
konuşulmayan özellikte olup, “izlerini zımni olarak ve satırlar arasında gösterirler”.
İktisatçıların yalnızca araştırmalarını ne üzerine ve nasıl yaptıklarını değil, “neleri ve
neden düşünemediklerini” ortaya koyabilen, ““bilinçdışında” saklı varsayımlardır” 1015.
Soyut varsayımların göreli somutlaştırılması üzerinde Neoklasik iktisadi temeller
yetersiz kalmıştır. İşler’e göre bu soyutlamaların somutlaştırılması süreci iktisatçıların
neleri neden çalışamadıkları meselesine çözüm getirebilir.1016 İşler’in deyişiyle anaakım
iktisadın çalışmalarının teşekkülünde ““insan doğası”nın ne olduğu hakkındaki
belirsizlik” rol almaktadır.
Davranışsal iktisat ve deneysel iktisat çalışmalarında
rasyonalite ve bencillik-kişisel menfaatçilik aksiyomları sorgulanmaktadır. Ancak
davranışsal ve deneysel iktisadın çalışmaları seçim teorisi ile ilgili matematikselleştirme
yöntemlerini değiştirmek yerine temeldeki,
İşler’in deyişiyle “içeriği boş” fayda
fonksiyonlarının revize edilmesinden öteye gitmeme görünüşü sergilemektedir. 1017
“Doğal ve Toplumsal Kanunların evrenselliği” iddiasının iktisada yansıması
“gerçekte evrensel olan Semavi dinlerin iktisadi doktrinlerine” karşıt alternatif olarak
getirilmiş bir görünüme sahiptir. Bu görüşün iktisat teorisine yansıması aslında bu
çalışmada homo economicus aksiyomlarının analiz edilmesinde de görülebileceği gibi
birtakım “ifade edilmeyen/gizlenmiş aksiyomlar” içermektedir. Çalışmamızda İşler’in
açıkladığı “gizli varsayımlar”a yer verilmiştir. Ancak burada çalışmanın bütünlüğü göz
önüne alındığında “gizlenmiş aksiyomlar”dan kasıt İşler’in mantıksal bütünlük ile
çıkarmış olduğu “gizli varsayımlar” ile ilgili değildir. Bu çalışmanın bütünüyle
müteallik “ifade edilmeyen ya da gizlenmiş aksiyomlar” Geleneksel iktisadın homo
economomicus’u ile doğrudan alakadar vaziyettedir. Şöyle ki;
1. Dünya hayatı bir mücadeledir.
2. Ölümden sonrası önemsiz olduğuna göre, ölümden öncesinde
elde edilen önemlidir.
3. En çok tatmini almak için her yol meşru hale gelir.
1015
Söz konusu varsayımlar çalışmamızda ilgili bölümde açıklanmıştır.
1016
İşler, a.g.m., s.83, 85-86.
İşler, a.g.m., s.86-88.
1017
300
4.İktisadi hedef bireysel tatmin kazanma amacıyla madde elde
edinimidir.
5. Her birey “Ene”sinden başkasına hesap vermeyen Homo
economicus’tur.
6.Her birey bir homo economicus gibi hareket ederse toplumun
refahının maksimuma ulaşacağı iddiası başka bir çalışma konusudur…
Geleneksel iktisat teorisinin kabulüne göre iktisadi insanın aksiyomlarından
birbirini gerektiren ve bütünleşen, “doyumsuzluk”, “bencillik” ve “rasyonellik” in bir
arada gerektirdiği iktisadi tercih ve davranış biçimi Ortadoğu dinlerinin iktisadi
doktrinlerinin kabul ettiği insan görüşüne ters düşmektedir.
i.
“Bencil-yalnızca kendi nefsinin tatmini önemseyen, kendi
faydasının maksimizasyonunun gayretinde olan”
ii.
“duygu, his, adetler ve inançtan arındırılmış sadece kendi aklına
dayanan, bağımsız davranış modelleri ile kişiliksizleştirilmiş biçimde rasyonel”
iii.
“daha fazlasının daha iyi olduğunu kabul ederek iktisadi tercih
yapan, doyumsuz, açgözlü”,
niteliklerinin neticesinde hırslı ve toplumu oluşturacak ve sonrasında onu
bölecek tehlikeli karakter yapısı taşıyan bireylerin- homo economicuslarınMusevilik’te, Hıristiyanlık’ta ve İslam’da insanın iktisadi yaşamı ile ilgili olarak
i.
“tercihlerin
fırsat
maliyetinin
Ahiret
inancına
dayanarak
hesaplanması ve buna göre seçicilik”
ii.
“yoksula,
muhtaçlara
yardım,
kişisel
çıkarlarını
toplum
menfaatinden üstün tutmama, gerektiğinde toplumun menfaati için nefsinden
fedakârlık”
iii.
“kanaat etme, insanın kendisi için neyin daha hayırlı olduğunu
bilmemesi nedeniyle verilene ve alınana razı olma, verilenleri tam kapasite ile
kullanma, israf etmeme”
301
iv.
“daha fazlasına sahip olmaya gayretten ziyade sahip olduklarını
Yaratıcı’nın rızasını kazanma amacıyla O’nun emir dairesinde ve O’nun
emrettiği ölçülerde ve belirttiği yerlerde kullanımı”
v.
“Yaratıcı’nın bildirdiği yarar ve zarar getiren tercihlere göre
menfaat ve fırsat maliyeti hesaplarının yapılması ve O’nun emir dairesinin
uygun gördüğü akılcılık prensiplerine göre hareket edilmesi”
gibi esasları ile uyuşmadığı, ters düştüğü açıktır.
Geleneksel
iktisat
teorisi
literatürü
homo
economicus
aksiyomlarını
tartışmaktadır. Bu zihniyetin kabul ettiği insan görüşünün gerektirdiği tercihler, kararlar
ve davranışların neticesinde yalnızca iktisadi ve sosyal alanda değil diğer yaşam
alanlarında da problemler ortaya çıkmaktadır. Ağırlıklı olarak Batı’nın kabul ettiği bu
zihniyet yapısı nedeniyle bu zihniyetin fiil bulduğu ve etkin olduğu coğrafyalarda ciddi
ekonomik ve sosyal krizler yaşanmaktadır. Sorunun çözümü, sistemdeki yanlışlıkların
üzerine geçici yamalar yapmak, giderek daha kişiliksiz, daha hiperrasyonel, daha egoist,
daha doyumsuz, daha inançsız bireylerin iktisadi ajan kabul edildiği modeller kurmak
yerine, sistemi oluşturan çekirdeğin yani “iktisadi tercihleri yapan, faaliyetleri
gerçekleştiren insan” kabulünün gözden geçirilmesi ve yanlış varsayımların ortadan
kaldırılarak, iktisat teorisinde “kainata geliş amacına uygun tercih ve davranış
sergileyen iktisadi ajan”ların aşırı matematikselleştirilmemiş (kişiliksizleştirilmemiş)
yaklaşımlarla ele alınması faydalı olacaktır.
“Kâinata “fayda” penceresinden bakan “faydasız ilim”1018 haline gelmiş
Geleneksel İktisadın” sorunlu varsayımlarının bilinçli olarak incelenmesi ve Yaratıcı ile
insan arasındaki ilişkiyi esas tutan ilkeler ile yapılandırılması gerekmektedir. Bilinçli
iktisatçıların “İktisat”ı “faydalı” hale getirmek için, insanı dünya hayatındaki vazifesine
uygun biçimde ele alması ve buna göre iktisadi yaşamını değerlendirmesi
gerekmektedir. Böylelikle, iktisadi serbestiyet için kulluğunu feda eden, kendini özgür
1018
Zeyd ibni Erkam’dan rivayet edildiğine göre İslam Peygamberi (A.S.M.) şöyle dua ederdi:
“……Allahım faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul
olunmayacak duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)
İmam Nevevî, s. 536.
302
sanan ancak maddenin esiri olmuş, doyumsuz ve bencil insan kabulü yerine Allah’ın
rızasını hedef kabul eden ve iktisadi tercihlerini bu hedefe ulaşabilmek için seçen,
kanaatkâr (nimetleri tam kapasite ile israfsız kullanan), itidalli, yardımlaşan, paylaşan
kulların olduğu iktisadi doktrin, insanın kâinattaki rolüne uygun olanıdır. Bu rolü en iyi
açıklayan ve düzenleyen İslam dini olduğuna göre, İslami iktisadi doktrinden başka çare
yoktur. İslami ilkelerin devreye sokulması ile İktisat biliminde yeni bir ufuk açılacaktır.
Bir “İslam İktisatçısı”nın hedefi İktisat bilimine bu bilinçle yaklaşmak ve yeniden
yapılandırılmasına çalışmak olabilir.
303
KAYNAKÇA
Yararlanılan Kitaplar:
Arslantaş Nuh,
İslam Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler
Abbasi ve Fatımiler Dönemi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
No:222, 1. Baskı İstanbul, Şubat 2009.
Atılgan Ahmet, İslam’ın Ekonomik Politikaları, Akademik Araştırmalar
Serisi-2, İstanbul, Eylül 1996.
Basalla George, Teknolojinin Evrimi, Çev. Cem Soydemir, TÜBİTAK Popüler
Bilim Kitapları, 1996.
Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar-Yeni Çağ, Der. Mete
Tuncay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 27, İstanbul, Eylül 2002.
Bucaille Maurice, Tevrat, İnciller, Kur’ân-ı Kerîm ve Bilim-“La Bible, Le
Coran, et la science”, Tercüme: Prof. Dr. Suat Yıldırım, Işık Yayınları, 2005.
Cemal Muhammed Ahmed, İslam İktisadının Üstünlüğü, Mütercim: Ali Rıza
Temel, Hilal Yayınları: 76, İstanbul, 1971.
Chapra Muhammed Umar, Islam and Economic Development, The
International Institute of Islamic Thought and Islamic Research Institute,Islamization of
Knowledge-14, Islamic Resarch Institute Press, Pakistan, 1993.
Chapra Muhammed Umar, The Islamic Welfare State and its role in the
economy, The Islamic Foundation, Leicester, U.K.,1979/1399H, Printed by J. M.
Dent&Sons (Letchworth) Ltd., The Aldine Press.
Chapra Muhammed Umar, Objectives of The Islamic Economic Order, The
Islamic Foundation 1979/1399H, Derbyshire Print.
Chapra Muhammed Umar, What is Islamic Economics?, Islamic Development
Bank, Islamic Research and Training Institute, IDB Prize Winners' Lecture Series No.9,
First Edition 1417H, Jeddah, Saudı Arabia, 1996.
304
De Lange Nicholas, Yahudi Dünyası (Atlas of the Jewish World), Çev. Sevil
Atauz, Akın Atauz, İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, İletişim Yayınları
Equinox/Phaidon (Oxford), IV. Cilt, İstanbul 1987.
De Libera Alain, Ortaçağ Felsefesi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2005.
Demir Ömer, Din Ekonomisi, Sentez Yayıncılık, Ankara, Nisan 2013.
Duri Abdulaziz, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev. Sabri Orman, Endülüs
Yayınları, İstanbul, Ekim 1991.
El-Ashker Ahmed Abdel-Fattah and Wilson Rodney, Islamic Economics A
Short History, Brill, Hotei Publishing, s.30, Leiden-Boston, 2006.
El-Mâverdî Ebu’l-Hasan Habib, el-Ahkâmü’s-Sultâniye, Bedir Yayınevi,
İstanbul, 1994.
En-Nevevî Muhyiddin, Riyâzü’s Sâlihîn (Aslı ve Tercümesi), Çev. Mehmed
Emre, Bedir Yayınevi, Kasım 2011.
Erbaş Ali, Hristiyanlık’ta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan Yayınları,
İkinci Baskı: İstanbul, 2007.
Erim Neşe, İktisadi Düşünce Tarihi, Palme Yayıncılık, Ankara 2007.
Eskicioğlu Osman, İslam ve Ekonomi, İzmir, Montaj Baskı ve Cilt: Çağlayan
Matbaası, Ekim 1999. http://www.enfal.de/islamekonomi.pdf
Genel Ekonomi Ansiklopedisi, Hazırlayan: Akbank, Basılan Yer: Milliyet
Tesisleri, Mart, 1988.
Gökdere Ahmet, İçöz Coşkun v.d., İktisadın İlkeleri, Alkım Yayınevi, Ankara,
1996.
Gimpel Jean, Ortaçağda Endüstri Devrimi, Orj. Adı: The Medieval MachineThe Industrial Revolution of the Middle Ages, Çev. Nazım Özüaydın, TÜBİTAK
Popüler Bilim Kitapları, Ankara 2004.
Grief Avner, Institutions and the Path to the Modern Economy, Lessons
From Medieval Trade, Cambridge University Press, 2007.
305
Hançerlioğlu Orhan, Ekonomi Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 6. Basım, İstanbul,
1993.
Hıdır Özcan, Yahudi Kültürü ve Hadisler (İsrâiliyyât-Hadis İlişkisi), İnsan
Yayınları: 447, 2. Baskı, 2010.
İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati, İletişim Yayınları
1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279, İstanbul, 2011.
İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, Çev. Ali Özek, Hisar Yayınevi, İstanbulBeyazıt, 1973.
İmam-ı Gazalî, Kimyâ-yı Saâdet, Tercüme eden: A. Fârûk Meyân, Bedir
Yayınevi, Cild: I, İstanbul, 1969.
İncil, New Testament, New International Version, Türkçe/İngilizce, Kitabı
Mukaddes Şirketi, Sirkeci-İstanbul, Ohan Matbaacılık LTD. Şti, İstanbul.
Jehle Geoffrey A. and Reny Philip J., Advanced Microeconomic Theory,
Second ed., Addison Wesley, 2000.
Kazgan Gülten, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi
Kitabevi, Haz.2004.
Kutsal Kitap ve Deuterokanonik (Apokrif) Kitaplar, Kitabı Mukaddes
Şirketi, 1. Basım, İstanbul, Ekim 2003.
Layiktez Celil, Ortaçağın Aydınlığı, Tukan Yayınları, İstanbul, 1998.
Lewis Bernard, Ortadoğu, Arkadaş Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2009.
Machiavelli Niccolo, Hükümdar, Çev. Selahattin Bağdatlı, Derin Yayınları,
Eylül 2012.
Mackay Donald M., , İnsan Makine Midir? Kutsal Kitap’ın ve Mekanik
Bilimsel Düşüncenin Işığında İnsan, Yeni Yaşam Yayınları, 1. Basım, Nisan 2010.
Mankiw Gregory N. , Principles of Economics, Third Ed. Internatinal Student
Edition, Thomson, South-Western, 2004.
306
Marks Karl ve Engels Friedrich, Felsefe Üzerine, Derleyen: Mehmet Türdeş,
Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, Ocak 2003.
Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi-Politik Sözlüğü Çev. Nadir Savaşçı,
Yeni Dünya Yayınları, 2.Cilt, İstanbul, 1978.
Mill John Stuart, Principles of Political Economy, Abridged, with Critical,
Bibliographical, and Explanatory Notes, and a Sketch of the History of Political
Economy, By J. Laurence Laughlin, Ph. D. Assistant Professor of Political Economy in
Harvard University, 1885, The Project Gutenberg EBook, Release Date: September 27,
2009 [Ebook 30107].
Nursî Said, Kastamonu Lâhikası, Envâr Neşriyat, Dördüncü Baskı, İstanbul,
2006.
Nursî Said, Küçük Sözler, Envâr Neşriyat, Onikinci Baskı, İstanbul, 2012.
Nursî Said, Lem’alar, Envâr Neşriyat, Dokuzuncu Baskı, İstanbul, 2011.
Nursî Said, Mektubat, Envâr Neşriyat, Sekizinci Baskı, İstanbul, 2011.
Nursî Said, Sözler, Envâr Neşriyat, Altıncı Baskı, İstanbul, 2010.
Nursî Said, Tabiat Risalesi, Envâr Neşriyat, İkinci Baskı, İstanbul, 2006.
Nursî Said, Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşriyat, Altıncı Baskı, İstanbul, 2011.
Orman Sabri, Gazali’nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı,
İstanbul 2007.
Orman Sabri, İktisat, Tarih ve Toplum, Küre Yayınları, Birinci Basım, Kasım
2001.
Özgüven Ali, İktisadi Düşünceler-Doktrinler ve Teoriler, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 1992.
Özkazanç Önder, Berberoğlu C. Necat, v.d., İktisat Teorisi, Editörler: Kemal
Yıldırım, Mustafa Özer, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2003.
307
Pirenne Henri, Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Orj. Adı:
Economic and Social History of Medieval Europe,
İngilizce’den Çev. Uygur
Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2009.
Pirenne Henri, Ortaçağ Kentleri- Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, Orj.
Adı: Les villes de moyen âge: essai d’histoire économique et sociale, Çev. Şadan
Karadeniz, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1990.
Robbins Lionel, An Essay on the Nature and Significance of Economic
Science, Second Edition Revised and Extended, Macmillan And Co., Limited, St.
Martin’s
Street,
London,
1945,
printed
in
Great
Britain,
http://mises.org/books/robbinsessay2.pdf .
Sander Oral, Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e,İmge Kitabevi Yayınları, 11.
Baskı, Şubat 2003.
Schumpeter Joseph, Economic Doctrine and Method, Trans. R. Aris, Oxford
University Press, 1954. http://Bookfi.org
Selik Mehmet, 100 Soruda İktisadi Doktrinler Tarihi, Gerçek Yayınevi, 3.
Baskı, Şubat 1980.
Serdar Ziyauddin, Davies Merryl Win, ve Nandy Ashis, Batı Irkçılığının
Kaynakları-Bir Manifesto-, Çev. Fatih Bayram, Yöneliş Yayınları, İstanbul, Mart
1997.
Simon Carl P. and Blume Lawrence, Mathematics for Economists, W.W.
Norton&Company Inc.,1994.
Smith Adam, An Inquiry Into The Nature And Causes Of the Wealth Of
Nations, Ed. Jim Mannis, An Electronic Classics Series Publication, The Pennsylvania
State University, 2005.
Sombart Werner, Kapitalizm ve Yahudiler, Çev. Sabri Gürses, İleri Yayınları,
2. Baskı, Mayıs 2005.
Şeriati Ali,
Dinler Tarihi, Çev. Erdoğan Vatansever, Kırkambar Kitaplığı,
http://en.bookfi.org/book/1318175
308
Şeyban Lütfi, Reconquista Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İz
Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2010.
Tabakoğlu Ahmet, Toplu Makaleler I İktisat Tarihi, Kitabevi, İstanbul, Kasım
2005.
Tabakoğlu Ahmet, Toplu Makaleler II İslam İktisadı, Kitabevi, İstanbul,
Kasım 2005.
Tabakoğlu Ahmet, İslam İktisadına Giriş, Dergâh Yayınları, Ekim 2008.
Tabakoğlu Ahmet, Türkiye İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, Gözden
Geçirilmiş 12. Baskı.
Théma Larousse Tematik Ansiklopedi, İnsan ve Tarih, Larousse 1993,
Milliyet 1993-1994.
Ülgener Sabri, Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat
Ahlakı, Derin Yayınları, 2006.
Weber Max, L’éthic Protestante et l’esprit du Capitalisme (1904-1905),
Texte préparé par Jean-Marie Tremblay, sociologue, 17 mai 2002. Bookfi.org
Weber Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu, Çev. Zeynep Gürata,
Ayraç Yayınevi, Ankara 1999. http://en.bookfi.org/book/1161387
Yalçın Aydın, İktisadi Doktrinler ve Sistemler Tarihi, Ayyıldız Matbaası
A.Ş., Ankara, 1976.
Yıldırım Suat, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Define Yayınları,
Haziran 2010.
Zeytinoğlu Erol, Ekonomik Sistemler, İ.İ.T.İ.A. Ekonomi Fakültesi Yayınları,
İstanbul,1981.
Zeytinoğlu Erol, İktisat Tarihi, Süryay Sürekli Yayınlar, İstanbul-1993.
309
Yararlanılan Makaleler:
Ahmad K., ““The Concept of An Islamic Economy”- Monetary and Fiscal
Economics of Islam, Selected Papers”, Ed. Mohammad Ariff, International Centre
for Research in Islamic Economics, King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia,
February 2009.
Arslan Metin, “İktisadi Okulların Felsefi Kökenleri ve Çoğulculuk”, Der. Ozan
İşler-Feridun Yılmaz, İktisadı Felsefeyle Düşünmek, İletişim Yayınları, İstanbul,
2011.
Atik Selda, “Post Otistik İktisat Çerçevesinde Küresel Kriz ve Neoklasik İktisat
Eleştirisi”, EconAnadolu, 2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş
tebliğ, Eskişehir, Türkiye, 17-19 Haziran 2009.
Author D., “MIT Department of Economics- Lecture 3-Axioms of Consumer
Preference and the Theory of Choice”,14.03/14.003 Microeconomic Theory and
Public Policy, Fall 2010, (Compiled on 9/12/2010).
Bakır Kemal, “Roma’da Felsefe, Stoa Ahlakı, Kölelik ve İmparatorluk:
Epiktetos ve Marcus Aurelius”, Doğu Batı Düşünce Dergisi-Romalılar II, 2009.
“Bazı Normatif Kaideler”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 7
Mayıs 2010. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-normatif-kaideler/
Ben-Ner Avner and Putterman Louis, ““Homo Economicus Meets “The Moral
Animal”:
On
Some
Implications
of
Evolutionary
Psychology”.
http://www.econ.brown.edu/fac/louis_putterman/working/pdfs/wrirev98.pdf
Benjamin Daniel J., Choi James J. vd., “Religious Identity and Economic
Behaviour”,
August30,2013.http://econweb.arts.cornell.edu/dbenjamin/Religious%20identity%20an
d%20economic%20behavior%202013.08.30.pdf
Carol Johnston, “A Christian Critique of Economics”, Christian Theological
Seminary, Buddhist-Christian Studies, Volume 22 (2002).
310
Chapra Muhammed Umer, “Islam and the Economic Challenge”, The Islamic
Foundation and The International Institute of Islamic Thought, Islam and the Economic
Challenge (Islamic Economics Series; No.17) I. Title 11. Series' 330.12.
Clark Charles M.A., “Catholic Social Thought and Economic Theory: Some
Preliminary Reflections”, Paper to be presented at the Second Catholic Social Thought
and Management Conference, Antwerp,Belgium, July 27-29,1997, First Draft, July
1997.
Clavier Henri, “Les sens multiples dans le Nouveau Testament”, Published by
BRILL, Source: Novum Testamentum, Vol. 2, Fasc. 3/4 pp. 185-198, Oct., 1958.
Condorcet Marquis de, “Essai sur l’Application de l’Analyse à la Probabilité
des Decisions Rendues à la Pluralité des Voix”, Paris, DeL’Imprimérie Royale,1785,
Préliminaire.http://www.google.com.tr/books?hl=tr&lr=&id=MyIOAAAAQAAJ&oi=fnd&pg=PP5&dq=c
ondorcet+essai+sur+l%27application&ots=95YxJLkUHD&sig=ZfKqmmrInCYmctLtkydL5dawdE&redir_esc
=y#v=onepage&q=condorcet%20essai%20sur%20l'application&f=false
Cox Deacon Donald, “The Greatest Economics Teacher”, Catholic Journal,
American Reflections on Faith and Culture, US, 1 Ağustos 2013.
Eckstein Zvi, ve Botticini M., , “From Farmers to Merchants: A Human Capital
Interpretation of Jewish Economic History”, January 2003.
El-Khatip Abdullah, “Kur’an’da Kudüs”, Çev. Dr. Ramazan Işık, Fırat Ü.
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9:1 (2004).
Eren Ercan, “Yeni İktisatta Ortak Noktalar”, Der: Ercan Eren-Metin Sarfati,
İktisatta Yeni Yaklaşımlar, İletişim Yayınları 1685, Araştırma-İnceleme Dizisi 279,
İstanbul, 2011.
Eren, İ. “İslam’ın Ekonomik Yapısında İnsan Modeli: Homo Economicus ile
Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, C.18, S.1, 2013
Eskicioğlu Osman, “İslam Ekonomisinde Gelir Dağılımı, Ücret, Kar ve Faiz”,
Ekonomislam,
The
Group
of
Islamic
311
Economy,
31
Mayıs
2011.
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-gelir-dagilimi-ucret-kar-ve-faiz/
(İslam Ekonomisi
Talim ve Tedkik Merkezi)
Eskicioğlu Osman, “İslam Ekonomisinin Mülkiyet Anlayışı”, Ekonomislam,
The Group of Islamic Economy, 31 Ocak 2010.
ekonomisinin-mulkiyet-anlayisi/
http://islamekonomisi.org/islam-
(İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Eskicioğlu Osman, “Modern Vergi Anlayışı ve Zekat”, Ekonomislam, The
Group of Islamic Economy, 18 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/modern-vergi-anlayisive-zekat/
(İslam Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Eskicioğlu Osman, “Tarihte Ekonomik Dönemler, Sistemler ve İslamiyet”,
Ekonomislam,
The
Group
of
Islamic
Economy,1
Nisan
2010.
http://islamekonomisi.org/tarihte-ekonomik-donmeler-sistemler-ve-islamiyet/ (İslam Ekonomisi Talim
ve Tedkik Merkezi)
Eskicioğlu Osman, “Zekat Vergisinin Sebebi”, Ekonomislam, The Group of
Islamic Economy, 13 Mayıs 2010. http://islamekonomisi.org/zekat-vergisinin-sebebi-2/ (İslam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Es Sadr Muhammed Bakır, “İslam Ekonomisindeki Bazı Bağlantı Örgüleri”,
Ekonomislam,
The
Group
of
Islamic
Economy,
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisindeki-bazi-baglanti-orguleri/
31
Mayıs
2011.
(İslam Ekonomisi Talim
ve Tedkik Merkezi)
Es Sadr Muhammed Bakır, “İslam Ekonomisi Bütünden Bir Parçadır”,
Ekonomislam,
The
Group
of
Islamic
Economy,
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisi-butunden-bir-parcadir/
31
Mayıs
2011.
(İslam Ekonomisi Taim ve
Tedkik Merkezi)
Goldstein Sidney E., “ Judaism and the Industrial Crisis”, Annals of the
American Academy of Political and Social Science, 1 September 1922.
https://archive.org/details/jstor-1014958
“Guidelines For Key Issues In Islamic Economics”, Research Series in English No.
21, (Discussion Paper) International Centre for Research in Islamic Economics, King
312
Abdulaziz University Jeddah, Saudi Arabia, Digital Composition for Web by: Syed
Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net March 2008,
Research Series in English No. 21, (Discussion Paper) International Centre for Research
in Islamic Economics.
Gül Ali Rıza, “İslam İktisat Düşüncesinin Kur’ân’daki Temelleri”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2 (2010).
Güler Mehmet Nuri, “Günümüzde İktisat (Ekonomi) Biliminin Adlandırılma
Problematiği”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 18, Sayı4, 2005.
Hasanuzzaman S.M.,
“The Economic Relevance of the Sharia Maxims (al
Qawaid al Fiqhiyah)”, Centre for Research in Islamic Economics, Scientific
Publishing Centre King Abdulaziz University, Jeddah, Saudi Arabia, Digital
Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre
Published on net 2007.
İşler Ozan, “Anaakım İktisadın Temelden Eleştirisine Doğru: Gizli Felsefi
Varsayımların Somutlaşması Üzerine Bir Deneme”, Der. Ozan İşler-Feridun Yılmaz,
İktisadı Felsefeyle Düşünmek, İletişim Yayınları, İstanbul,2011.
İzzetbegoviç Aliya, “Zekatın Terbiye Edici Etkisi ve Friedman”, Ekonomislam,
The Group of Islamic Economy, 24 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/zekatin-terbiyeedici-etkisi-ve-friedman/ (İslam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Kahf Monzer, “İslam Toplumunda Tüketici Davranışı Teorisine Bir Katkı”,
Çev. Hüner Şencan, İslam İktisadı Araştırmaları I, Dergâh Yayınları, Çağdaş İslam
Düşüncesi, Birinci Baskı: Temmuz 1988.
Kahf Monzer, ““Taxation Policy in an Islamic Economy”- Fiscal Policy And
Resource Allocatıon In Islam”edited by Ziauddın Ahmed Munawar Iqbal M. Fahım
Khan, International Centre for Research in Islamic Economics King Abdulaziz
University, Jeddah And Institute of Policy Studies, Islamabad, Digital Composition for
Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre Published on Net
May 2008.
313
Kantakji Samer, “Islamic Economic Math Model”, Ver.101, Translated by:
Iman Sameer Al-Bage, 2009.
Karagöz Havva, “Stoisyen Düşüncenin Roma Hukukuna Etkisi ve Doğal Hukuk
(Ius Naturale) Anlayışı”, Doğu Batı Düşünce Dergisi Romalılar II, Yıl:11, Sayı:50,
Ağustos, Eylül, Ekim 2009.
Kılıç Davut, “Ortadoğu’nun Dinî Jeopolitiği ve Günümüze Yansımaları Üzerine
Bir Deneme” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13:1 SS.65–86, (2008).
Linderer Andrew, “The Literature of The New Testament”, Arizona Christian
University,http://arizonachristian.edu/pdf/academics/biblicalstudies/Andrew%20Linderer%20%20The%20Literature%20of%20the%20New%20Testament.pdf
Mannan Muhammad Abdul, “Faiz, Ekonomik Durgunluk ve Kıt kaynaklar”,
Ekonomislam,
The
Group
of
Islamic
Economy,
http://islamekonomisi.org/faiz-ekonomik-durgunluk-ve-kit-kaynaklar/
27
Mart
2010.
(İslam Ekonomisi Talim ve
Tedkik Merkezi)
Mannan Muhammad Abdul, “Faiz ve Kapitalizm”, Ekonomislam, The Group
of Islamic Economy, 27 Mart 2010. http://islamekonomisi.org/faiz-ve-kapitalizm/
(İslam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Mannan Muhammad Abdul, “İslamda Sermaye Teorisi ve Faizsiz Bir Ekonomi
Olanağı”, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 27 Mart 2010.
http://islamekonomisi.org/islamda-sermaye-teorisi-ve-faizsiz-bir-ekonomi-olanagi/
(islam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Mannan
Muhammad
Abdul,
“İslam’da
Tüketim
İlkeleri”,
(Tercüme;
Bahri Zengin, Tevfik Ömeroğlu ) Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 18
Mart 2010. http://islamekonomisi.org/islamda-tuketim-ilkeleri/ (İslam Ekonomisi Talim ve
Tedkik Merkezi)
Moore Edward Caldwell, “The Christian Doctrine of Nature”, Journal of
Religion, Volume III, Number 1, January 1923.
Mukherji Badal, “Theory of Growth Of A Firm In A Zero Interest Rate
Economy”, Research Series in English No. 24 1405 H (1984 ), Centre for Research in
314
Islamic Economics King Abdulaziz University Jeddah, Saudi Arabia, Digital
Composition for Web by: Syed Anwer Mahmood Islamic Economics Research Centre
Published on Net April 2008.
Naqvi Syed Nawab Haider, S.N.H., (Reviewer), “Rodney Wilson Economics,
Ethics and Religion: Jewish, Christian and Muslim Economic Thought”, New York:
New York University Press, 1997, 233 P. (including a bibliography and an index)”,
J.KAU: Islamic Econ., Vol. 12, (1420 A.H / 2000 A.D). Islamabad.
Ochs Ellis Rivkin Adolph S., “Judaism’s Historical Response to Economic,
Social and PoliticalSystems”, Hebrew Union College-Jewish Institute of Religion,
Cincinnati,
Ohio,http://www.rivkinsociety.org/documents/Judaism/Ancient/Judaism's_Historical_R
esponse-1.pdf
Özdemir
Şennur,
“Din-Ekonomi
İlişkisi
ve
Güncel
Arayışlar”.
http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/2044360064_20072307066.pdf
Özlem
Doğan,
“
Batılı
Bilgi,
Pozitivizm
ve
Felsefe
Çerçevesinde
Avrupamerkezci Tarih Anlayışının Temelleri”, İnsan&Toplum, İlem Yayınları, Cilt 3,
Sayı 6, 2013.
Öztürk Filiz, “Bazı İslam İktisat Kaynaklarının Çağdaş İktisat Yönünden
Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 2006.
Persky Joseph, “Retrospectives: The Ethology of Homo Economicus”, Journal
of Economic Perspectives, Volume 9, Number 2, Pages 221–231, Spring 1995
Read Jason, “A Genealogy of Homo-Economicus: Neoliberalism and the
Production of Subjectivity”, ISSN: 1832-5203 Foucault Studies, No 6, pp. 25-36, The
University of Southern Maine, February 2009
Rodriguez-Sickert Carlos, “Homo economicus”, (entry prepared for the
Handbook of Economics & Ethics, Edited by Peil, Jan and Irene Van Staveren), Edward
Elgar Publishing, Pontificia Universidad Católica de Chile, FACEA, Escuela de
Administración, May 2009.
315
Sagi A., ve Statman D., “Divine Command Morality and Jewish Tradition”,
Journal of Religious Ethics, 23 (1), 1995
Siddiqi Muhammed Nejatullah, “Teaching Islamic Economics”, King Abdulaziz
University, Islamic Economics Research Centre, Scientific Publishing Center, Jeddah,
Saudi Arabia, 2005.M. E., Braima, “A Qur’anic Model for a Universal Economic
Theory, JKAU: Islamic Econ., Vol. 3, pp. 3-41 (1411 A.H./1991 A.D.).
Tabakoğlu Ahmet, “İslam Ekonomisinde “İstikrarlı ve Reel Para” ve “Maliye
Sistemi””, Ekonomislam, The Group of Islamic Economy, 10 Haziran 2011.
http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-istikrarli-ve-reel-para-ve-maliye-sistemi/
(İslam
Ekonomisi Talim ve Tedkik Merkezi)
Thaler Richard H., “From Homo Economicus to Homo Sapiens”, Journal of
Economic Perspectives, Volume 14, Number 1, Winter 2000 .
Wilson Rodney, “Islamic Economics and Finance”, World Economics, Vol.9,
No.1, January-March 2008,. http://www.relooney.info/00_New_2168.pdf
Woehrling Francis, “ “Christian” Economics”, Journal of Markets&Morality
4, no 2 (Fall 2001), 199-216.
Yılmaz Musa Kazım, “Din ve İktisat”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 21 Nisan 2010. http://islamekonomisi.org/din-ve-iktisat/ (İslam Ekonomisi Talim
ve Tedkik Merkezi)
Yılmaz Zeliha Burcu, “Marx ve “İnsanî Varoluş””, Doğu Batı Düşünce
Dergisi, Yıl:14, Sayı:55, Kasım, Aralık, Ocak 2010-11.
Young H. Peyton, “Condorcet’s Theory of Voting”, American Political Science
Review, Vol.82, No.4, December 1988.
Yuengert Andrew M., , “Elements of a Christian Critique of Consumer Theory”,
Faith&Economics,-Number 54-Fall 2009.
Zaim, Sabahattin , “Genç İlim Adamına Nasihatler”, I. Genç Akademisyenler
Buluşması Açılış Konuşması, İLEM Yıllık, Yıl 2, Sayı:2, 30 Haziran 2007.
316
Zangeneh Hamid, “A Macroeconomic Model of an Interest-free System”, The
Pakistan Development Review, 34:1 pp. 55-68, Spring 1995.
Zeki Salih, “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi”, (“Remzi Demir ve Ali
Rıza Tosun, “Salih Zeki Bey’in “İslam’da Matematiksel Bilimler Tarihi” Adlı
Makalesi”), Ortaçağ İslam Dünyası’nda Bilim ve Teknik (Makaleler), Editör: Yavuz
Unat, Lotus Yayınevi, Ankara, Ocak 2008.
Internetten yararlanılan kaynaklar:
CERN
(Conseil
Européen
pour
la
Recherche
Nucléaire),
http://home.web.cern.ch/search/node/define%20material%20substence%20language%3Aen
Çobanoğlu Şevki, “İhtiyaçlar”, Ekonomik Meseleler, 01 Şubat 2011,
http://www.merhabahaber.com/ihtiyaclar-4544yy.htm
“İslam Ekonomisinde Üretimin Konusu ”, Ekonomislam, The Group of Islamic
Economy, 8 Nisan 2010. http://islamekonomisi.org/islam-ekonomisinde-uretimin-konusu/
Tabakoğlu Ahmet, ““İslam İktisadı ve Modern Kapitalizm”-Sosyal Piyasa
Ekonomisi ve İslam’daki Algılanışı”, 23-24 Eylül 2010, Ankara, Konrad-AdenauerStiftung
e.V,
Baskı
2011.
http://www.kas.de/wf/doc/kas_23417-1522-12-
30.pdf?110816144632
http://www.acton.org/pub/religion-liberty/volume-17-number-1/jewishtheology-and-economic-theory
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/
http://www.catholicjournal.us/scripture/
http://en.wikipedia.org/
http://www.etymonline.com/
http://incil.info/
http://www.islamicbulletin.org/other_languages/turkish/Riyazus_Salihin.pdf
317
http://kuran.diyanet.gov.tr/
http://www.kurandan.com/db/40hadis.htm
http://www.ortadogugazetesi.net/
http://www.risaleonline.com/
http://www.sorularlaislamiyet.com/
http://www.salom.com.tr/
http://tdkterim.gov.tr/bts/
http://tr.wikipedia.org/
http://www.ub.uni-freiburg.de/
http://www.tdk.gov.tr/
318
Download