İki ayak üzerinde yürüme 1.7 milyon yıl önce insanlık tarihinde

advertisement
Darwin
Evrim hakkında merak edilen sorulara
yanıtlar
İki ayak üzerinde yürüme 1.7 milyon yıl önce insanlık tarihinde
yepyeni bir sayfanın açılmasına yol açtı
T24, İnternetGazetesi
Bilim dergisi New Scientist, evrimin en merak edilen 10 sorusuna yanıt verdi.
Cumhuriyet'in Bilim-Teknik ilavesinde yer alan, Reyhan Oksay'ın Türkçe'ye çevirdiği haber şöyle:
Şempanzelerden niçin farklıyız?
Şempanze ile insan birbirine karıştırılmayacak kadar farklıdır; kimse bir şempanze ile insanı
birbirine karıştırmaz, oysa şempanzelerle paylaştığımız DNA sayısı, sıçan ve fareler ile
paylaştıklarımızdan fazladır. Peki bu nasıl oluyor?Genomik bilimindeki gelişmelerle sorunu
açıklamak artık mümkün. İnsan ve şempanze genomu yan yana koyulduğunda, aralarındaki
farkın %1 civarında olduğu görülür. Çok fazla bir fark yokmuş gibi görünse de, bu fark 30 milyon
nokta mutasyonuna eşittir. İnsanın 30.000 civarında olan genlerinin %80’i bundan büyük ölçüde
etkilenmiş ve sonuçta ortaya çok büyük bir fark çıkmıştır (Gene, vol 346, p 215).
Örneğin insana konuşma yeteneğini sağlayan FOXP2 adı verilen protein, şempanzelerdeki
benzerlerinden yalnızca iki amino asit kadar farklıdır.
Ancak protein evrimi insanı insan yapan gelişmelerden yalnızca bir tanesidir. Gen
düzenlemesindeki (gene regulation) farklılıklar da çok büyük farklar yaratır. Gen düzenlemesi,
gelişim sırasında genlerin nerede ve ne zaman ifade edildiği ile ilgili düzenlemelerdir.
Bunların yanı sıra gen kopyalama (gene duplication) da farklılık yaratır. Seattle’deki Washington
Eyalet Üniversitesi’nden Evan Eicher, gen kopyalama yoluyla ortaya çıkan yeni gen ailesinin
farklılaşma geçirdiğini ve yeni işlevler edindiğini belirtiyor. Eicher’e göre gen kopyalama, bilişsel
kapasitenin evriminde çok önemli bir rol oynamakla birlikte insana ağır bir bedel ödetir. Bu bedel,
insanların nörolojik hastalıklara yakalanma olasılığındaki artıştır.
Genetik farklılıkların tam kataloğu bile insan ve şempanze arasındaki farklılığı açıklamaz. İnsanı
insan yapan özelliklerin çoğu kültüreldir; nesilden nesile öğrenme yoluyla geçer. San Diego’daki
Kaliforniya Üniversitesi’nden Ajit Varki, genlerin ve kültürün birlikte evriminin insan evriminin itici
gücü olduğunu söylüyor.
İnsanın evrende benzersiz olmasının nedenlerini anlamak için önce genomun vücut ve beyni
nasıl oluşturduğunu, beynin kültürü nasıl yarattığını, bunun sonucunda kültürün genomu nasıl
değiştirdiğini çözmek zorundayız. Bu çözümün şimdilik uzun zaman alacağı düşünülüyor.
Niçin iki ayak üzerinde yürüyoruz?
Charles Darwin, atalarımız alet yapmak için iki ayağı üzerine kalktığını ileri sürer. Bu sayede elleri
boş kalacak ve aleti daha ustaca işleyebilecektir. Şimdi artık bunun doğru olmadığını biliyoruz,
çünkü keşfedilen en eski alet 2.6 milyon yaşındayken, insansı fosillerin anatomisi incelendiğinde
iki ayak üzerinde yürümenin geçmişi 4.2 milyon –hatta 6 milyon- yıl öncesine dayanıyor.
Londra Doğa Tarihi Müzesi’nden Chris Stringer’e göre, iki ayak üzerinde durmak insana hem
yarar sağlıyor, hem de ağır bir bedel ödetiyor. İki ayak üzerine yürüme becerisinin anatomik
değişiklikleri de beraberinde getirdiğini söyleyen Stringer, bu yeteneği kazanırken insanların
yavaş, dengesiz ve hantal bir yürüyüş sergilediğini öne sürüyor. Stringer bu konuda şöyle
konuşuyor: “İki ayak üzerine dikilme becerisi ağaçların üzerinde başlamış olabilir. Bunu bugün
orangutanlarda görebiliyoruz.” Ancak ağaçlarda başlayan bu beceri niçin anatomik değişikliklere
yol açmış olabilir? Örneğin 4 milyon yıl önce bacağın alt kısmındaki tibia denilen kemik, ayağa
göre dik duruyordu. Ancak bugün yaşayan maymunlarda, zamanlarının çoğunu iki ayak üzerinde
geçirmelerine karşın bu kemik dışarı doğru açı yapıyor.
Başka bir görüşe göre de iki ayak üzerinde durmak hayatta kalmak için şarttı. Bu şekilde erkekler
eşlerini ve yavrularını besleyebiliyorlardı (Odyssey, vol 2, p 12). Ancak bu görüş monogaminin
çok erken evrelerde başlamış olduğunu öngörüyor; oysa Arizona Eyalet Üniversitesi’nden Donald
Johanson’a göre Afrika’da ortaya çıkan bulgular bu görüşü desteklemiyor. 1974 yılında Lucy adı
verilen 3.2 milyon yaşındaki Australopithecine’yi bulan Johanson, ilk insansılarda erkeklerin
dişilerden daha iri olmasına bağlı olarak, cinsler arasında işbirliğinin değil, rekabetin geçerli
olduğunu düşünüyor.
“Bu noktada en önemli soru bu durum ne gibi yararlar sağlıyor?” diye konuşan Johanson, erkeğin
iki ayağı üzerinde daha uzağa gideceği için daha fazla yiyeceğe erişme şansına kavuştuğuna
inanıyor. Buna ilave olarak ayakları üzerine dikilen insan, daha uzağı görebileceği için
düşmanlarına karşı daha etkili bir savunma stratejisi geliştirebiliyor.
İki ayak üzerinde yürüme 1.7 milyon yıl önce insanlık tarihinde yepyeni bir sayfanın açılmasına
yol açtı. Atalarımız ormanlardan çıkarak düzlüklere yayıldılar. En büyük anatomik değişiklikler bu
aşamada meydana geldi; omuzlar geriye doğru çekildi, bacakların boyu uzadı ve pelvis iki ayak
üzerinde durma pozisyonuna göre şekillendi.
Bu aşamada avantajların tetiklemesiyle, iki ayak üzerinde yürüme geriye dönüşü olmayacak
şekilde evrildi. Dik durdukları için güneşe doğrudan maruz kalmayan insanlar, açık alanlarda
sıcaktan daha az etkilendiler, daha uzaklara gidebilme şansına kavuştular, avlarının peşine
düşebildiler.
Teknolojik gelişmeler niçin bu kadar yavaş?
20 yıl önce Etiyopya’nın Afar bölgesindeki bir nehir yatağında dünyanın en eski aletleri olduğu
düşünülen ucu sivri ve kenarları keskin taşlar bulundu. Bunların yaklaşık 2.6 milyon yaşında
olduğu saptandı. Atalarımızın bundan sonra yeni bir teknolojik devrim gerçekleştirmeleri için bir
milyon yıl daha geçmesi gerekti. O tarihte nehir yatağındaki alet olarak kullanmaya uygun taşları
kullanmak yerine, buldukları taşları işleyerek alet yapmayı akıl ettiler. Emory Üniversitesi’nden
Dietrich Stout, “Bulduğumuz taşların bir el baltası olduğu kesindi ama çok ilkel bir formdaydı”
diyor. İlk modern insanın, bu aletleri daha kullanılabilir hale getirmesi için bunun da üzerinden bir
milyon yıl daha geçmesi gerekti. Şimdi merak edilen şu: Doğru düzgün bir alet yapmak için niçin
bu kadar uzun bir zaman geçmesi gerekti?
Zekâ bu süreçte çok önemli bir belirteçti. İlk aletlerin üzerinden 2 milyon yıl geçtikten sonra
insanlıların beyin boyutları 900 cm3’e ulaşarak iki katına çıktı. Stout, manyetik rezonans
görüntüleme teknolojisinden yararlanarak, taş işleme ustalarının beyinlerini görüntüledi; amacı taş
işleme sırasında hangi beyin bölgesinin kullanıldığını ortaya çıkartmaktı. Sonuçta ilk teknolojik
yeniliklerin, eklem-esnekliği kontrolü gibi algı-motor yeteneğine bağlı olarak geliştiği görüldü.
Dolayısıyla aletler çok gelişmiyormuş gibi görünse de bunların üretiminin altında çok büyük bir
bilişsel ilerlemenin yattığı açıktı. Stout bütün bu bulgulara dayanarak, söz konusu dönemde
ilerlemenin düşünüldüğünden daha ileri olduğunu tespit etti. Dahası bazı aletler kemik ve tahta
gibi uzun zaman dayanamayan malzemelerden yapılmış ve yıllar önce yok olmuş olabilirdi.
Londra Doğa Tarihi Müzesi’nden Chris Stringer, teknolojinin bu kadar yavaş ilerlemesini
demografiye bağlıyor. Stringer’e göre bilginin yayılması için ne bildiğiniz değil, kimleri tanıdığınız
önemli. İlkel insanın çevresi yalnızca birlikte olduğu insanlarla sınırlıyken, modern insan
küreselleşmenin nimetlerinden yararlanıyor. Günümüz insanı birbirlerini taklit eden, bilgiyi
paylaşan çok sayıda insan oluşuyor; ayrıca uzun ömürlü olduğu için de bilgisini bir sonraki
nesillere aktaracak zamanı oluyor. Diğer taraftan Homo heidelbergensis’in ortalama ömrü
yaklaşık 30 yıl, Neanderthal’inki ise 40 yıldı.
Dahası, atalarımız değişiklikten kaçınıyordu, çünkü hayatta kalmak için çok büyük engelleri
aşması gereken insanın bir de bunların üzerine maceraya atılması beklenemez. Stringer’e göre
icat ve keşiflerin peşinden koşmak, pek çok tehlikeye davetiye çıkartmak anlamına geliyor.
İngiltere’deki Reading Üniversitesi’nden Mark Pagel, Homo sapiens’ten önceki insansıların,
isteseler bile birbirleriyle fikir alışverişi yapamayacaklarını, yeniliklerle uğraşamayacaklarını
söylüyor. Bunun için şempanzeleri örnek gösteriyor. İlkel aletler yapmakla birlikte teknolojik
ilerleme kaydedemeyen şempanzeler çoğunlukla deneme yanılma yöntemi ile öğreniyorlar. Oysa
bizler birbirimizi izleyerek öğreniyoruz. Ayrıca kopya çekmenin de avantajlarını keşfetmiş
bulunuyoruz. Eğer Pagel haklıysa teknolojik inovasyonun fitilini toplumsal öğrenme ateşliyor
olabilir (Wired for Culture, Penguin, 2011).
Lisan ne zaman evrildi?
Konuşma yeteneği olmasaydı fikir alışverişinde bulunmamız veya diğerlerinin davranışlarını
etkilememiz çok zor olurdu. Kısaca insan toplumu bugün bildiğimiz şekilde olmazdı. Bu yeteneğin
tek başına ortaya çıkışı insanlık tarihinde bir dönüm noktasıdır. Ancak bunun ne zaman
başladığını bugün tam olarak kestiremiyoruz.
Homo sapiens’in konuşma becerisine sahip tek insansı olmadığını biliyoruz. 230.000 yıl önce
evrilen Neanderthal’ler konuşma için gerekli olan dil, diyafram ve göğüs kasları arasındaki sinirsel
bağlantılara sahipti. Ayrıca Neanderthal’lerde konuşma ile ilgili FOXP2 geninin insan varyantı
bulunuyordu. Bu varyantın tarihte bir kez ortaya çıktığını varsayarsak, konuşmanın, insan ve
Neanderthal dallarının 500.000 yıl önce birbirinden ayrılmasından önce ortaya çıkmış olması
gerekir.
600.000 yıl önce yaşamış Homo heidelbergensis’lerin fosil kalıntılarını inceleyen bilim insanları,
bunların sesli harfleri net olarak çıkartamayacakları sonucuna vardılar. Daha önce yaşamış olan
atalarımızın fosil kayıtları ise bunların da anlaşılır sesler çıkartmadıklarını öngörüyor. Oxford
Üniversitesi’nden Robin Dunbar ise göğüs ve diyaframlarında sinirsel bağlantıların oluşmuş
olduğu en yakın insansıların 1.6 milyon yıl önce yaşamış olduğunu söylüyor. Bu da konuşmanın
1.6 milyon yıl ile 600.000 yılları arasında başlamış olabileceğinin bir işareti. İşleri biraz daha
karmaşık hale getirmek için konuşmanın el hareketleriyle başlamış olduğunu söyleyebiliriz; dil
daha sonra sesli hale gelmiş olabilir.
Ayrıca varolan kanıtları yorumlamak da sorun yaratıyor çünkü konuşma becerisine sahip bir
insansı anlamlı bir sohbet beceremimiş olabilir. Durbar, insansılarda sesin kamp ateşi başında
söyledikleri şarkılardan evrilmiş olabileceğini düşünüyor. Kuşların ötmesi gibi bu alışkanlık da
grup içindeki kaynaşmayı pekiştirmiş olabilir. Ancak Stringer Homo heidelbergensis ve
Neanderthallerin, tehlikeli hayvanları avladığını ve karmaşık aletler yaptığını söylüyor. Bu gibi
faaliyetlerde işbirliği önemli olduğu için insanlar arasında ilkel bile olsa bir konuşma dilinin varlığı
gerekiyor.
Kesin olan Homo sapiens’lerle birlikte ortaya çıkan kültürel gelişme ve sembolizmin yardımıyla
karmaşık fikirleri ifade etmeye yarayan dillerin gelişmiş olması. Nerede konuşulursa konuşulsun
ilk sözcükler, ilişkileri, toplumu ve teknolojiyi değiştiren olaylar silsilesini başlatmış oldu.
İnsan beyni niçin bu kadar büyük?
Tek bir mutasyon, hızlı bir beyin gelişiminin önünü açmış olabilir. Diğer primatlar çok güçlü çene
kaslarına sahiptiler. Bu da kafatasının her tarafına büyük bir kuvvet uyguluyor olabileceği için
beynin büyümesine engel olduğu düşünülebilir. Ancak 2 milyon yıl önce bir mutasyon, insan
türünde bu çene yapısının değişmesine yol açtı. Ve beynin büyümesi bu dönemden sonra başladı
(Nature, vol 428, p 415).
Peki bu büyüme sürecini ne başlatmış olabilir? Çevrenin, zihinde bir takım baskılar yaratmış
olduğu ileri sürülüyor. Sosyal gelişmelerin de rolü göz ardı edilmemeli. Missouri Üniversitesi’nden
David Geary gerçek nedeni ortaya çıkartmak için farklı insansıların beyinlerini, yaşadıkları
ortamlara göre karşılaştırdı. Bu iki etmenin de büyük beyinden yana bir baskı uyguladığı anlaşıldı
(Human Nature, vol 20, p 67).
Büyük beyin enerjiye açtır, dolayısıyla ilk insanların bu büyük beyni yaşatmak için yedikleri
yiyeceklerde büyük bir değişim yapmaları gerekti. Et yemeleri buna yardımcı oldu. Ayrıca 2
milyon yıl önce deniz ürünlerini gıdalarına katmış olması, omega-3 yağ asitlerinin beyni
desteklemesini sağladı. Yemeklerini pişirmeleri de sindirimi kolaylaştırdı. Bu şekilde insanların
bağırsakları küçüldüğü için beynin gelişimine daha fazla enerji ayrılmış oldu.
Büyük beyinli olmanın da bir bedeli var. En önemli sorun doğum sırasında ortaya çıkıyor Büyük
beynin yararları zararlarına eşitlendiği zaman insan beyni 1.3 kg ağırlığa erişmişti.
İnsanların vücut tüyleri niçin döküldü?
Memeliler kendilerini sıcak tutmak için çok büyük enerji harcar. Post, doğanın yalıtım maddesidir.
İnsanlar bu böyle bir hazineden niçin vazgeçmiş olabilir? Bunun en akla yakın açıklaması
atalarımızın milyonlarca yıl önce sulak bir dönemden geçtikten sonra kürklerinden tamamen
kurtulmuş olmasıdır, çünkü kürk, su içinde iyi bir yalıtım maddesi değildir.
Daha popüler bir açıklama ise insanların kürklerini aşırı ısınmanın başlaması ile yitirdiğini
öngörüyor. Londra Doğa Tarihi Müzesi’nden Chris Stringer, “Bizlerin serinlemek için tek
seçeneğimiz ter atmaktır.Ancak kalın bir kürk bu durumda fayda sağlamaz. Gölgeli, serin
ormanlık alanda tüyler yaratmaz. Ancak atalarımız açık alanlara çıktığı zaman doğal seleksiyon
tercihini vücutları çok ince tüylerle kaplı olanlardan yana kullanmış olabilir (Journal of Human
Evolution, vol 61, p169).
Fakat terlemek çok fazla miktarda sıvı içmeyi gerektirir. Bu da nehir veya su kenarlarında yaşama
anlamına gelir. Kaldı ki su kenarları çoğunlukla ağaçlık olduğundan, terleme bir ölçüde azalır. 1.6
milyon yıl önce başlayan Plesitosen buzul çağında Afrika’da bile gecelerin soğuk olduğu sanılıyor.
Reading Üniversitesi’nden Mark Pagel, savanlardaki diğer hayvanların kürklerini koruduğuna
dikkat çekiyor. Pagel’e göre insanlar, kürksüz kalmanın sonuçlarına katlanacak zekâya
ulaşıncaya kadar tüylerini dökmemiştir. Bu da 200.000 yıl önce modern insanın ortaya çıkışına
kadar süren bir dönemdir. Pagel tüylerinden arınmış bir vücudu soğuktan korumak için insanların
ateşi bulması, giysi üretmesi ve barınak inşa etmesinin gerektiğini düşünüyor. Bu aşamada Pagel
kürkün yarardan çok zarar verdiği kanısında. Tüylü bir vücut parazitlerin barınması için ideal bir
ortam oluşturur ve parazitler hastalıkların yayılmasını kolaylaştırır. Dolayısıyla doğal seleksiyonun
kürksüz vücutları tercih etmesi normaldir. Daha sonra devreye seksüel seleksiyon girer; temiz,
lekesiz bir cilt sağlıklı bir beden anlamına geldiği için eş seçiminde tüysüzlük tercih nedenidir
(Proceedings of the Royal Society B, vol 270, pS117).
İşleri iyice karmaşık hale getiren bir başka iddia da Max Plank Evrimsel Antropolji Enstitüsü’nden
Mark Stoneking tarafından ortaya atıldı. Stoneking çok erken bir “tüysüzleşme” olasılığı üzerinde
duruyor. Bunu da cinsel organların çevresindeki tüylerin arasında barınan bitlerin evrimine
dayandırıyor. Bu iddiaya göre tüm vücuttaki tüyler dökülmeden bitlerin böyle bir “niş” bulmaları
olanaksızdı (BMC Biology, DOİ: 10.1186/1741-7007-5-7). Dahası Stoneking, giysilerin arasında
yaşayan vücut bitlerinin evrimini 70.000 yıl öncesine dayandırıyor (Current Biology, vol 13, p
1414). Bu da atalarımızın çok uzun süreler ortalıklarda çıplak dolaşmış olduklarını işaret ediyor.
Download