kur`an ve tarihselcilik - Doc. Dr. Ismail KARAGOZ

advertisement
EVRENSİLLİK VE TARİHSELLİK BAĞLAMINDA
KUR’ÂN’A YAKLAŞIMLAR
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek kurulu Üyesi
İnsanları kendisine kulluk etmeleri için yaratan1 Yüce Allah,
onlara rehber olmaları için kitaplar, örnek, müjdeleyici ve uyarıcı
olmaları için de peygamberler göndermiştir. “Andolsun biz
elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı
ve mizanı indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler …”2 ve
“Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcalar olarak
göndeririz …”.3
Son peygamber4 Hz. Muhammed (a.s.) bütün insanlara elçi olarak
gönderilmiştir: “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve
uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler”5
Allah kelamı,6 bütün insanların rehberi7 ve âlemler için öğüt8 olan
Kur’an, her konuda insanları en doğru yola iletir.9
Vahiy yolu ile Hz. Muhammed’e indirilen Kur’an sadece yedinci
asırda Hicaz bölgesinde yaşayan insanlara değil kıyamete kadar yer
yüzünde yaşayacak bütün insanlara gönderilmiştir. “…Bu Kur’an
bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu
…”.10
VAHİYİN MAHİYETİ
Zâriyât 51/56.
Hadîd, 57/ 25.
3 En’âm 6/48.
4 Ahzâb, 33/40.
5 Sebe’ 34/28.
6 Fetih, 48/15.
7 Bakara, 2/185.
8 Tekvir, 81/27.
9 İsra, 17/9.
10 En’âm. 6/19.
1
2
Sözlükte gizli konuşmak, emretmek, ilham etmek, îma ve işâret etmek,
seslenmek, fısıldamak, mektup yazmak ve göndermek anlamlarına gelen
vahiy, ıstılahta, Allah’ın Peygamberlerine iletmek istediği mesajlarını,
doğrudan doğruya veya Cebrail vasıtasıyla bildirmesine denir.
Kur’ân ve diğer kutsal kitaplar, vahiy ürünüdür. Vahiy, ilâhi ve gayr-i
ilâhi olmak üzere iki kısma ayrılır.
İlâhi vahiy, Allah’ın vahyi demek olup 5 çeşittir:
1- Cebrail’e11 ve diğer meleklere vahyi .12
2- Cansız varlıklardan yeryüzüne13 ve gökyüzüne14 vahyi. Bu vahiy,
“emretmek” anlamındadır.
3- Canlılardan bal arısına vahyi.15 Bu vahiy, ilham, içgüdü anlamındadır.
4- İnsanlardan Hz. Musa (a.s)’ın annesine16 ve Hz. İsâ (a.s)’ın
havarilerine17 vahyi. Bu vahiy, fıtrî ilham, îma, emir anlamındadır.
5- Peygamberlere vahiy (Nisâ, 4/162. A’râf, 7/117, 160)
Bu vahiy, ıstılâhî anlamdaki gerçek vahiydir. Vahiy denince ilk akla
gelen bu vahiydir. Bu vahiy, sözlü, sözsüz ve Cebrail vasıtasıyla olur.
Sözlü vahiy, Allah’ın perde arkasından Peygamberine hitap etmesidir.
Sözsüz vahiy; rüyada veya uyanık iken vahyin Peygamberin kalbine
ilkâsı şeklinde olur.
Cebrail vasıtasıyla vahiy;
a) Peygamber uyanık veya uykuda iken vahyi Peygamberin kalbine
ilkası ile,
b) Cebrail’in melek veya insan suretinde vahiy getirmesi ile,
c) Cebrail görünmeden vahyin çıngırak sesi şeklinde gelmesi ile olur.
Vahyin geliş şekillerinde bir kısmı, Şûrâ suresinin 51. âyetinde
bildirilmiştir. Vahiy, Allah ile Peygamber arasında bir sırdır. Mahiyetini
insanların tam anlaması imkansızdır.
Necm, 53/10.
Enfâl, 8/12.
13 Zilzâl, 99/4-5.
14 Fussilet, 41/12.
15 Nahl, 16/68-69.
16 Kasas, 28/7.
17 Mâide, 5/111.
11
12
Vahiy geldiği anda Peygamber (a.s.); titrer, rengi değişir, alnı terler ve
nefesi sıkışırdı. Hz. Muhammed (a.s.) gelen vahyi aynen hafızasına alır18,
sonra vahiy katiplerine yazdırırdı. Her sene Ramazan ayında inen âyetleri
ve sûreleri Cebrail’e okuyup arz ederdi. Bu tür vahiyde beşer unsuru asla
söz konusu değildir.
Gayr-i ilâhi vahy ise, ilâhi olmayan, cin ve insanlar arasında cereyan
eden vahye denir. Zekeriya (a.s)’ın kavmine vahyi gibi19, bu vahiy, imâ ve
işâret etmek anlamındadır. Şeytanın şeytana vahyi gibi (En’âm, 6/121); bu
vahiy, fısıldamak ve gizli konuşmak anlamındadır.
VAHYİN İLAHİLİĞİ
Kur’an’ın ilâhî vahiy olduğu ve onda hiçbir beşer katkısının
bulunmadığı noktasında bütün müslümanların ittifakı vardır. Ancak
batı düşüncesinin etkisinde kalan bazı hermenötikçi akademisyenler
farklı görüşlere sahiptirler, bunlar Kur’an’ın ilâhiliğini açıkça inkâr
etmemekle birlikte vahyin salt manada ilâhiliğine halel getirecek
nitelikte yorumlar yapmışlardır.
Kur’an, kelimelerinin seçilişi ve cümlelerinin dizilişi, lafız ve
manasıyla tamamen Allah’a aittir. Cebrail, Kur’an’ı Hz. Peygambere,
Hz. Peygamber de insanlara ulaştırmada sadece birer aracıdırlar.
“Kur’an, kerîm bir elçinin sözüdür” anlamındaki ayet20 Kur’an’ın
Cebrail’in sözü olduğunu değil, Kur’an’ı Peygambere ulaştırmada elçi
olduğunu ifade eder. Çünkü Kur’an tenzîlü’n mir-Rabbi’l-âlemîn
(âlemlerin Rabbi’nden indirilmedir).21 Cebrail’in de Peygamberin de
vahyi değiştirmeleri mümkün değildir: “Eğer Peygamber bize isnat
ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle
yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiç
biriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı”22 anlamındaki
âyetler bunun delilidir. Kur’an’ı her şeyden önce bu şekilde kabul
etmek ve âyetlerine bu anlamda îman etmek gerekir.
HIRİSTİYANLARIN VAHİY ANLAYIŞI
Kıyamet, 75/16-19.
Meryem, 19/11.
20 Hâkka, 40; Tekvir, 81/19.
21 Hâkka,69/43.
22 Hâkka,69/45-48.
18
19
Hıristiyanların vahiy anlayışı, Müslümanların vahiy anlayışından
tamamen farklıdır. Onlara göre vahiy, İsâ Mesih’tir. İnciller, İsa’yı
yorumlayan yazarların eserleridir. Dolayısıyla İnciller, insan zihninin
ürünüdür.23
Hıristiyanlara göre Kitab-ı Mukaddes’in beşerî ve ilâhî olmak
üzere iki yönü vardır. Bu kitaplar harfi harfine kelimesi kelimesine
Allah’a ait değildir. Sadece özü Tanrı’ya aittir. Tanrı bu kitapları bir
insan aracılığı ile meydana getirir. Belirli bir zaman dilimi, belirli bir
kültür ve çevre içinde yaşamış olan bu beşeri yazarın bilgi ve
imkanları diğer insanlardaki gibi sınırlıdır. Hıristiyanlar Allah’ın
Kutsal Kitabı, beşeri yazara kelime kelime yazdırdığını savunmazlar,
beşeri yazarın Tanrısal mesajı kendisine has şekilde kendi edebi
kalıpları ve üslubu ile dile getirmekte serbest bırakıldığına inanırlar.24
Hıristiyan düşünürler, Kitab-ı Mukaddese bu anlayışla hermenötik
yöntemi uygulamışlardır.
Oryantalistler Kur’an’a da İncil gibi insan ürünü gözüyle
bakmaktadırlar. Halbuki Kur’an tamamen Allah sözüdür, beşerin
hiçbir katkısı yoktur.
Kur’an ile mevcut İnciller aynı kategoride değerlendirilemez.
Çünkü mevcut İnciller, Hz. İsa’ya inen vahiy dilinden farklı bir dil ile
yazılmışlardır. Mevcut İncilleri, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna
kaleme almıştır. Bu İncillerin dili Yunanca’dır. İsa (a.s.)’a indirilen
İncil’in dili ise İbrânice’nin bir diyalektiği olan Âramice’dir. Bu dört
İncil nüshası, MS 325 yılında Kostantin tarafından organize edilen
İznik toplantısında yüzlerce İncil nüshası arasından seçilip kabul
edilmiş, diğerleri imha edilmiştir. İncillerin yazım tarihi MS 65150’dir. Halbuki Hz. İsa MS. 29 yılında ölmüştür. Bir de Barnaba
İncili vardır ki bu İncil nüshasını havarilerden Kıbrıs doğumlu;
Pavlus’un çağdaşı ve arkadaşı olan Joses’ kaleme almıştır. Barnaba
İncil’inin dili İbrânice’dir.
Kur’an’ın yazarı ne Hz. Muhammed ne de ondan sonra her hangi
bir insandır. Kur’an bütünüyle Allah sözüdür. 23 yılda gelen Hz.
Peygamber vahiy katiplerine Allah’tan aldığı gibi yazdırmış,
Şevket Kotan, Kur’ân ve Tarihselcilik, s. 166. Beyan Yay. İst. 2001.
Thomas Michel, Hıristiyan Tanrı Bilimine Giriş s. 18-20. M. Watt, Modern Dünyada İslam
Vahyi, s. 23.
23
24
Peygamberin ölümünden sonra mevcut yazılı malzeme bir toplanıp
Mushaf haline getirilmiştir.
Batılı düşünüler, İslam vahyine farklı bakmaktadırlar. Mesela
Montgomery Watt, Kur’an kıssalarından bahsederken bu kıssalar
için insani bir kaynak bulmaya çalışır. Kıssaların bir insan tarafından
Peygambere iletilmiş olabileceğini iddia eder.25 Ona göre vahiy,
kısmen kişisel bilinç altından, kısmen de kolektif bilinç altından gelir.
Cebrail de ancak sembolik bir obje olabilir. Watt, Kur’an’ın bağımsız
bir tarih kaynağı olamayacağını, Kur’an’ın teslis ve Hz. İsa’ın çarmıha
gerilmesi ile ilgili bilgi hataları içerdiğini, Peygamberin bu bilgileri
ehl-i kitap’tan biri vasıtasıyla öğrenmiş olabileceğini ancak bunun
“ve ma rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe remâ” ve “allemle
bi’l-kalem” ayetlerindeki isnada benzer bir isnatla Allah’a izafe
edilmiş olabileceğini iddia eder.26
Mekke müşrikleri de benzeri iddialarda bulunmuşlardı.
İslam dünyasında batılı düşünürlerden etkilenen bazı yazarlar
vahye farklı yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Mesela Mısırlı
Muhammed Abduh’a göre vahiy, kişinin ruhunda duyduğu, vasıtalı
veya vasıtasız şekilde Allah’tan geldiğine inandığı bilgidir.27 Abduh
ile Watt’ın tarifleri birbiriyle örtüşmektedir. Abduh’tan etkilenen
İzzet Derveze, vahyi “vicdânî bir marifettir” diye tanımlar.28
Pakistanlı Fazlur Rahman, vahyi, Peygamberin kalbinde potansiyel
(kuvve/ruh) olarak bulunan ve ihtiyaç halinde somut lafızlara
dönüşebilen bir olgu ve araç olarak tanımlamıştır.29 Ona göre vahyi
getiren melek değil peygamberin kalbinde oluşan ve ihtiyaç anında
vahiy şekline dönüşen ruhudur. Cebrail de harici varlığı olmayan bir
ruhtur. Halbuki Şuarâ suresinin 192-195. âyetlerinde, “Şüphesiz bu
Kur’an alemlerin Rabb’inin indirmesidir. Uyarıcılardan olasın
diye onu güvenilir bir Ruh/Cebrail, senin kalbine apaçık Arapça
bir dil ile indirmiştir” , Bakara suresinin 98. âyetinde ise “Her kim
Allah’a meleklerine, peygamberlerine Cebrail’e ve Mikâil’e
Montgomery Watt, Hz. Muhammed’in Mekke’si, Çeviri Mehmet Akif Ersin, s. 118-120.
Ankara, 1988.
26 Watt, Hz. Muhammed’in Mekke’si, s. 118-122.
27 Malik b. Nebi, ez-Zahiretü’l-Kur’âniyye, Çeviri, Abdussabur Şahin, s. 146. Dımaşk, 1987.
28 Metin Yiğit, Kur’an ve Dil Sempozyumu, s. 140. Van,
29 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, çeviri, Alparslan Açıkgenç, s. 169.
25
düşman olursa bilsin ki Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır”
denilmekte, Şura suresinin 51. âyetinde vahiy için peygambere elçi
gönderildiği bildirilmektedir. Fazlur Rahman’ın vahyi bu şekilde
tanımlaması, tarihselci / yorumsamacı görüşünü temellendirebilmesi
içindir. 30
Mısırlı Hasan Hanefi, Kur’an’da ilâhî hitabın yanı sıra Firavun,
Cin, Melek ve Şeytan gibi varlıklara ait ifadelerin bulunduğundan
hareketle Kur’an’ın ilâhî-beşerî bir kelam olduğu iddiasında
bulunmuştur. Ona göre hiçbir ayet sebepsiz inmemiştir. Sebep;
ortam, hadise veya ayetin içinde indiği çevredir. Nüzul lafzı,
yukarıdan aşağıya inmeyi ifade ediyorsa sebep lafzı da aşağıdan
yukarı çıkmayı ifade eder. Ayet ancak sebebin gerçekleşmesinden
sonra nazil olunca aşağısı yukarının sebebi olmuş olur.31 Dolayısıyla
Hanefi’nin vahiy yorumu tamamen esbab-ı nüzul’ün belirleyiciliği
fikrine dayanmaktadır O Kur’an’ın hepsinin bir ortama ve çevreye
hitap etmek için nazil olduğunu ve dolayısıyla hepsinin vakıaya
binaen indiğini, onun tarihsel bir vakıadan ayrı düşünülemeyeceğini
ileri sürmekte, nüzul sebeplerini ayetlerin varlık sebebi olarak
görmekte, böylece ilâhî hitabın ve vahyin vakıaya göre değişim
geçirdiğini söylemektedir. 32
Kur’an ilâhî iradenin meşietiyle nazil olmuştur. Nüzul sebepleri
ayetleri varlık sebebi olamaz. Kur’an soyut bir düşünce veya düşünüş
biçimi değil, hayatın realitesinden kopuk olmayan ve tedricilik
gerçeğine uygun, yaşanmış, yaşanabilir ve insanın öz niteliği ile
örtüşen bir hidayet rehberidir,33 Allah sözüdür. Kur’an’da, Kur’an’ın
hiçbir şekilde beşer sözü olmadığı ve Allah katından olduğu açıkça
beyan edilir, hatta beşer sözü olduğu iddialarına karşı “Eğer
kulumuza indirdiklerimizden her hangi bir şüpheye düşüyorsanız,
haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz
Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara, 2/23)
âyetiyle karşılık verilmiştir. Allah’ın beyanına göre Kur’an’ın “Ne önünden
ne de arkasından ona batıl bir söz gelmez” (Fussılet 42).
bk Metin Yiğit, s, 163.
Hasan Hanefi, el-Vahyü ve’l-Vaki, el-İslam ve’l-Hadese, s. 135-136. Dâru’s-Saki, Londan,
1990.
32 Hasan Hanefi, et-Türâs ve’t-Tecdid, s. 48. Beyrut, 1981.
33 Bk. Metin Yiğit, 164.
30
31
Nasr Hamid Ebu Zeyd’e göre “Allah Kelamı” sanki Allah üzerine
söylenmiş bir insan sözüdür.34 Ebu Zeyd, Kur’an’da belli bir çevre ile
ilgili atıfları varlığından hareketle olgunun nassı şekillendirdiği
sonucuna varmaktadır. Bu görüş, Hasan Hanefi’nin görüşü ile
örtüşmektedir.35
Rudi Paret ve Watt, Kur’an kıssalarının Hz. Peygamberin KitabMukaddes’ten aldığı iddia etmiştir.36 Bu görüşün de İslam
dünyasında savunucuları çıkmıştır. Kıssaların tarihselliği adıyla
bilinen bu görüşü Abduh benimsemiş, onu Tâhâ Hüseyin ve
Muhammed Halefullah takip etmiştir.
Bu iki zat, Kur’an
kıssalarının gerçek olup olmadıklarını tartışmıştır. Bunlara göre
kıssalar halk nezdinde bilinip anlatılan kıssalardır.
Muhammed Arkoun, Kur’an Okumaları adıyla Türkçe’ye
çevrilen eserinde Kur’an metninin otantikliği tartışmasını
yapmaktadır.
İzmir’de Diyanet İşleri Başkanlığı ile İzmir İlahiyat Fakültesinin
ortaklaşa düzenlediği Kur’an Mealleri Sempozyumunda bir tebliğci,
Lokman suresinin 14 ve 15. âyetlerinin öncesi ve sorası ile uyum
sağlamadığını, bu âyetlerin buraya sonradan sokuşturulmuş
olabileceğini söyleyerek, Kur’an metnini sahihliği konusunu
tartışmaya açmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığınca Kocatepe Camii Konferans salonunda
düzenlenen ihtisas toplantısında sunulan bir tebliğde, Kur’an’ın
metinleşme tarihine ilişkin bir önyargıdan ve “meal veya tefsir
formundaki ürünlerin Kur’ân’ı mevcut formuyla gökten zembille inmiş
bir kitap gibi takdim edilmesinden söz edilmek, böylece Kur’an
metninin otantikliği konusuna dikkati çekilmekte ve “tenzilün min
Rabbi’l-âlemin” olarak nitelenen Kur’an’ın indiği gibi yazılıp
korunduğu görüşünde olanlar hakkında bir “ön yargı”dan söz
edilmektedir.
34Hasan
Hanefi, Teoloji mi Antropoloji mi? Çeviri, Mustafa Sait Yazıcıoğlu AÜİFD sayı, 23.
1976. sayfa 511.
35 bk Metin Yiğit, s. 165.
36 Rudi Paret, Makaleler, Çeviri, Ömer Özsoy, s. 59-127. Ankara, 1995. Watt, Muhammed’in
Mekke’si, s. 85-86.
Tefsir doçenti Ömer Özsoya’ göre Kur’an bize / sonraki nesillere
değil ilk nesle hitap etmektedir. Çünkü “Kur’an, evrensel değerler
içeren bir manifesto değil tarihsel bir kitaptır.”37
.KUR’AN’IN TARİHSELLİĞİ SORUNU
Batılı düşünürler ve bunları izleyen İslam dünyasındaki bazı
yazarlar tarafından vahyin ilâhî- beşerî olduğu, Kur’an kıssalarını
peygamberin bilen birinden aldığı ve Kur’an’ın bir kısım ahkamının
indiği toplum ile ilgili olduğu iddiaları, Kur’ân’ın tarihselliği
tartışmalarını gündeme getirmiştir.
Kur’an’ın tarihselliği iddiası mutezileye kadar dayanır. Bugünkü
anlamda tarihselliği Abduh başlatmıştır, Muhammed Halefüllah
devam ettirmiştir.
Tarihselci İslam anlayışına göre Kur’ân evrensel mesajlar
içermekle birlikte form itibariyle tarihsel bir söz, tarihsel bir
metindir. Çünkü Kur’ân, belli bir tarihsellikte belli bir tarihe ve
tarihselcilikte yaşayan insanlara hitap etmiştir. Allah’ın evrensel
mesajını bu formda değil, bu formda mündemiç bulunan manâ /
derûnî anlam temsil etmektedir.38
Tarihselci görüş, batı menşe’lidir, modern seküler paradigmanın
bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.39 Bu görüş, batı düşüncesinde,
Rönesans ve Aydınlanma akımlarına dayanır. Hasan Hanefî, bu
görüşü, inanç esaslarına kadar indirmiştir.
“Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans antik çağa karşı bir
ilgiyi, ortaçağ Hıristiyan felsefesine ve Kiliseye karşı oluşan antipatiyi
ifade eder. Bu düşüncede 3 karakteristik özellik ön plana
çıkarılmıştır:
a) Doğaya ve doğa bilimine yöneliş,
b) İnsanın önemine vurgu,
c) Dinin sorgulanması.
37Değişim
Sürecinde İslam, s. 13. TDV, Yayınları, Ankara, 1977. Yunus Apaydın, İslamiyât
Kitâbiyât Bülteni 03 s. 2 .Ömer Özsoy’un İslamiyat Toplantıları I’de sunduğu tebliğin
değerlendirilmesi.
38 bk Kotan, s.15-16.
39 Hak Söz Dergisi, Sayı 75. İst.1997.
Rönesans düşüncesinin doruk noktası “Aydınlanma” adını
almıştır.
Rönesans
ve
Aydınlanma’nın
temel
karakteri
Hümanizm’dir. Hümanizm, Hıristiyan doğmalarını dışlamıştır.
Reform hareketleri, Roma Kilisesini İncil’in gösterdiği gerçek
imandan sapmakla suçlamış, Kiliseye karşı başkaldırı hareketine
dönüşmüştür. Hümanizm, ilâhî referanstan daha çok insanî, aklî ve
bilimsel referansı esas almıştır.40
Aydınlanma çağında (18 y.y.) dil, hukuk, devlet, ahlak ve din, aklın
ürünü olarak kabul edilmiştir. Aydınlanma düşüncesinin tanrı bilimi,
“deist”; din görüşü ise “tarihsel”dir.
“Deizm”, dini, halkı itaat altında tutmak için zeki devlet
adamlarının uydurduklarını söyleyen antik çağ filozofu Kritas’ın
görüşüne dayanır. Aydınlanma döneminde ise “dini uyduranlar”
devlet adamları değil din adamları olduğu ileri sürülmüştür.
Aydınlanma dönemine Rasyonalizm ve Laisizm damgasını
vurmuştur. Din ile savaş sürdürülmüştür. Tarihçi Voltaire (16941778) kendisini Hıristiyanlığa karşı savaşın önderi görmüştür.
Aydınlanma dönemin 4 karakteristik özelliği vardır:
a) Din-Kilise karşıtı seküler bir düşünce hareketi oluşu,
b) İnsan merkezciliği ve Rasyonalizm. Tanrı yerine insan merkeze
alınmış, akıl vahyin yerine konulmuştur. Her şeyin ölçüsü ve
belirleyicisi akıl olmuştur.
c) İnsana dair her şey rasyonelleştirmeye tabi tutulmuştur.
d) Deizm inancı.
Deizm, Tanrı’nın vahiy ile insana din sunmasını ve böyle bir tanrı
inancını reddetmekte, evreni yaratan ve tayin ettiği yasaya göre
işlemeye terk eden bir tanrı inancını benimsemektedir.41
Din-Kilise karşıtlığı, din eleştirileri, dinin ve ahlakın
rasyonelleştirilmesi; dinden ve dinî ahlaktan uzaklaşmaya, toplumsal
ahlakî çöküşe ve başıboşluğa neden olmuştur.
Jean Jacque Rousseau gibi düşünürler bu düşünceye karşı
çıkmıştır.
40
41
bk Kotan, 75-78.
bk Kotan, 81-83.
18.y.y.’ın sonlarına doğru din ile ilgili 3 görüş ortaya çıkmıştır:
a) Teistler
b) Deistler
c) Ataistler
Aydınlanma dönemi düşünürlerinin çoğu deizm düşüncesine
sahiptir. Diest inanca göre Allah, başlangıçta evreni yaratmış
olmasının dışında, evren dolayısıyla insan ile hiçbir ilişkisi yoktur.
Tanrı insanı belirleyen bir varlık değil, insan tarafından keşfedilen ve
insan tarafından yeri ve fonksiyonu belirlenen, etkin bir varlık değil,
her şeye karşı kayıtsız, her şeye karşı mütağnî bir varlıktır. Bu tanrı
anlayışı, yeni bir din anlayışını beraberinde getirmiştir. Bu din, “Akıl
Dini” veya aynı anlama gelen “Tabîî Din”dir. Bu görüş bir kısım Türk
düşünürleri de etkilemiş, İttihat ve Terakki Cemiye bu görüşe sahip
çıkmıştır. Sekülerizm ve laisizmin temelinde deizm vardır. 42 Deizmin
Tanrı inancı, İslam’ın Allah inancı ile örtüşmez, Kur’an’ın pek çok
âyeti ile ters düşer.
Batıda tarihselcilik”, Alman Tarih Okulu’nun kurucusu
Herder ile başlar. Herder’e göre tarih, Tanrı’nın yeryüzüne dair
planının gerçekleşmesi serüvenidir. Hegel de aynı görüştedir.
Bir şeyin tarihsel olması, onun tamamen tarihin ürünü bir şey
olmasıdır. Çünkü tarih bütünüyle insan zihnine dayanır, insan zihni
ise tarihsel olarak oluşur ve tarihin ürünüdür.
Bu anlam’da Kur’an’ın tarihselliğinden söz etmek mümkün
değildir. Çünkü Kur’an, kıyamete kadar bütün çağlarda uygulanmak
üzere gönderilmiştir. Kur’an hükümleri sadece belirli bir çağa ve
topluma özgü değildir. Her âyet bir topluma uygulanabilir. Her âyetin
bir anda tek bir topluma uygulanma şartı yoktur. Bir toplumda
uygulama alanı bulamayan bir âyetin hükmü başka bir toplumda
uygulama alanı bulabilir veya aynı toplumda bir zamanda
uygulanabilir.
Mesela “zıhar” konusu Türk toplumunda
bilinmemektedir. Dolayısıyla “zıhar” ile ilgili âyetlerin hükümleri
Türk toplumunda uygulama alanı bulamaz. “Teyemmüm” ile ilgili
âyetlerin uygulaması su bulunamayan yöreler için söz konusu olur.
42Hüseyin
Aydın, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tanrı Tasavvurunda Yaşanan Değişmeler ve
Deist İman, Uludağ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt, 8, Sayı, 8, Sayfa, s14-28. bursa, 1999.
Bir çağda uygulanması söz konusu olmayan bir hüküm başka bir
çağda söz konusu olabilir. Mesela köle ve cariye ile ilgili âyetlerin
hükmü çağımızda uygulama alanı bulamaz, çünkü köle ve cariye
yoktur, ancak gelecekte kölelik yeniden ortaya çıkabilir. Barış
halinde savaş ile ilgili, savaş halinde ise barış ile ilgili âyetlerin
hükmü uygulanamaz. Bunlar tarihseldir, hükümsüzdür denemez.
Kur’ân’da bir âyet vardır ki o âyetteki bir hükmün artık kıyamete
kadar uygulanması mümkün değildir. Bu âyet, Hz. Peygamberin
hanımları ile evlenilemeyeceğini bildiren Ahzâb suresinin 53.
âyetidir. Bu âyetin evlenme ile ilgili hükmü Peygamberin eşlerinin
ölümünden sonra fiilen uygulama imkanı kalmamıştır. Ancak bu âyet
için geçersizdir, tarihseldir denemez. Çünkü âyet “evlenme” dışında
da hüküm içeriyor, Peygamberin eşlerine saygının gerekliliğini ifade
ediyor.
Netice itibariyle Kur’an bir çağa ve bir topluma özgü ve tarihsel
değil, bütün çağ ve toplumlara özgüdür, evrenseldir. Her âyet bir
toplumun değişik şart ve zamanlarına uygun düşebilir.Kur’an bütün
toplumlara ve zamanlara uygulanabilecek nitelikte ve özelliktedir.43
Çünkü Hz. Muhammed son peygamber.44 Kur’an da son ilâhi kitaptır.
Batılı düşünürler, İncilleri hermenötik yoruma tabi tuttular.
Çünkü onların “vahiy” anlayışı yukarıda değindiğimiz gibi
Müslümanların vahiy anlayışından farklıdır. Onlara göre “vahiy”
İsa’dır. Kutsal metinler, tanrının vahyi olan İsa’yı yorumlayan metin
yazarlarının eseridir.45 Bu görüşe göre kutsal metinler, insan zihninin
ürünüdür. Dolayısıyla zihnin ürünü olan kutsal metinler, zihin
ürünlerini anlama yöntemi olan hermenötik yönteme tabi tutulabilir.
Hermenötik yöntem nedir, Kur’an hermenötik
yorumlanabilir mi? Şimdi bu konuyu ele alabiliriz.
yöntemle
HERMENÖTİK YÖNTEM
Hermenötik; köken itibariyle Greklerin mitolojik teolojisine
dayanan bir düşünce geleneğine sahiptir. Her şekle girebilen
mitolojik tanrı Hermes’in etkinliğidir. Tanrı Hermes, mesajını Grek
dilinde söyler ve söylemesi işaret şeklindedir. Tanrı Hermes,
bk. Hüseyin Atay, Kur’ân’a Göre Araştırmalar, s. 19, 66, 67. Ankara, 1993.
Ahzab, 33/40.
45Michel Thomas, Hrıstıyan Tanrı Bilimlerine Giriş,s.17 Orhan Basımevi, İst.1992.
43
44
tanrıların habercisi, elçi olarak tanrıların mesajlarını ölümlülere
ileticidir.
Hermes’in etkinliğinin “Hermenötik” olarak isimlendirilmesi
hermönetiğin anlam alanını belirler. Buna göre hermenötik; dile
getirmek, anlatmak, bir dilden diğer dile çeviri yapmak anlamlarına
gelir. Bu kelime bir olguyu anlamak, anlatmak ve bir mesajı taşıma,
yabancı, bilinmedik bir şeyi tanıdık ve bildik hale getirme çabasıdır.
Greklerde hermenötik eğitim amaçlı olarak Hemoros ve diğer
şairlerin eserlerinin ustalıkla açıklanması sanatı olmuştur.
Ortaçağın hermenötik yorum metodolojisi, kutsal metinlerdeki
sözcüklerin sadece literal/sözel bir anlamı olamayacağı düşüncesine
dayanmaktadır. Kutsal Kitaptaki sözcüklerin literal anlamının
yanında pneumatik (tinsel-ruhsal) bir anlamı da içerdiği kabul
edilmektedir. Pneumatik anlamın da allegronik, moral ve anagogik
yönler içerdiği ve böylece kutsal bir metnin anlamını ortaya
çıkarmak için o metnin; a) sözel, b) allegorik, c) moral ve d) anagogik
olmak üzere 4 yönden ele alınması gerektiği kabul edilmiştir.
Ortaçağın hermenötiği bu dört anlam öğretisine dayanmaktadır.
Katolik camia da bu yorumu esas almıştır.
Yeniçağda hermenötik başlıklı ilk kitap 1654 yılında
Dannhauser tarafından yazılmasından itibaren; a) Teolojik, b)
Filolojik, c) Hukuksal, d) Felsefi hermenötikten söz edilmiş, daha
sonra bunlara e) Sosyolojik hermenötik eklenmiştir. Hermenötik bir
açıklama sanatıdır.
“Yorum” anlamındaki hermenötik, kutsal metinleri anlama
çabasından doğmuştur. Batıda bu anlamıyla hermenötik ilk çağlarda
başlar. Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde gelişerek devam
eder.
Teolojik hermenötik; kutsal metinlerdeki literal anlamın
ardındaki yada üstündeki tinsel anlamı ortaya çıkarmayı
hedeflemiştir. Tevrat ile İncil arasındaki uyuşmazlıkların ve gerilimin
çözülmesine gerek duyulmuştur.
Protestan ilahiyatçısı ve Yunan felsefesi tarihçisi Schleiermacher
(1768-1864), Hıristiyanlığın tefsir yöntemi olan Hermenötiği yeniden
üretmiştir.
Wilhelm Dilthey (1833-1911), hermenötik yönteminin alanını
genişletmiştir. Dilthey’e göre bir eser;
a) Onu meydana getiren sözcüklerle ve bu sözcüklerin
birleşiminden yola çıkılarak anlaşılabilir.
b) Parçanın anlaşılabilmesi için bütünün anlaşılması gerekir.
Bütünü anlamak için parçaları, parçaları anlamak için bütünü
anlamak gerekir (hermenötik döngü).
Dilthey, empati ve transpozisyon yöntemi ile yazarın, onun kendi
kendisini anladığından daha iyi anlaşılabileceğini ileri sürmüştür.
Hermenötik yöntemde hedef bir yazarı onu kendi kendisini
anladığından daha iyi anlamaktır. Bunun için yazarın iç dünyasını ve
yaşantılarını ondan daha iyi anlamak değil onun meydana getirdiği
eseri ondan daha iyi anlamaktır. Yorumcunun, yazarın sözleri ve
anlamları ile ne demiş olduğunu değil ne demek istediğini kavramaya
çalışması gerekir.
Dilthey ile birlikte hermenötik, doğa ve tarih bilimleri arasında
farklılık problemine kaydırılmıştır. Hermenötiği insan bilimlerinin
temel araştırma yöntemi statüsüne çıkarmış, nesnel anlamanın
mümkün olduğunu savunmuş, hermenötiği birlikte yada ardında
yaşama olarak görmüştür.
Her eser belli bir dünya görüşü içinde şekillenip meydana çıkar.
Yazar eserini meydana getirirken devrinde hakim olan bu dünya
görüşünün etkisi altında kalır. Ama yazar çok kere bunun farkında
olmaz. Yorumcu bunu göz önünde bulundurmak zorundadır, böyle
yaptığı takdirde yazarın eserini yazardan daha iyi anlayabilir.46
19. yy’da Alman Tarih Okulu’nda, Hıristiyan ortaçağında, Yunan
mitolojik çağında Allah’ın rolüne geniş yer verilmiştir.
a) Mitolojik çağda tarih, tümüyle Tanrının faaliyet alanı olarak
görülmüştür.
b) Ortaçağ ve Alman Tarih okulunda Dilthey’e kadar tarih,
insanın faaliyet alanı olarak görülmüş, ancak insan faaliyetinin
Tanrı’nın yeryüzüne dair planına göre olduğu öne sürülmüştür.47
bk.Kamuran Brand, Manevi İlimler Metodu Olarak Anlama, s. 31 Ankara, 1960. bk. Kotan,
123.
47 bk Kotan, 126.
46
Seküler düşüncede tarihte Tanrı’nın asla bir planı olmadığı, bütün
tarihsel olayların insan aklının eseri olduğunu esas alınmıştır.
Hermenötik tarihinde en önemli dönüşüm, Schleiermacher ile
gerçekleşmiştir. Schleiermacher hermenötiği genel bir anlama sanatı
olarak geliştirip düzenlemiştir.
18. y.y.’a kadara teoloji ve felsefede sadece bir yorum tekniği
olarak görülen hermenötik yöntem, Schleiermacher ile birlikte klasik
konuların dışına çıkarılıp evrenselleştirilmiştir. Yazı ve konuşma ile
birlikte dilsel olmayan ifade formları da hermenötiğin konusu olarak
görülmeye başlanmıştır.48
Hermenötiği, varoluşsal boyutta ele alan HeideggerGademer çizgisi hermenötik için yeni bir dönüm noktası olmuştur.
Heidegger, ontolojik bir hermenötik geliştirmiştir. Ona göre
insanın, dünyanın dışında ifade edilebilecek bir varlığı yoktur. İnsan,
hep bu dünyada vardır. Buna “dosein” (dünyada olma, belli bir
zaman ve mekan içinde yer tutma) denir .49
Gadamer’e göre anlama her zaman bir nesneye ilişkin olduğu
kadar, bir özneye de ilişkindir. O, hermenötiği bir bilim ve bir yöntem
olarak değil kesintisiz dinlemeye dayalı bir diyalog olarak
görmektedir. Ona göre başkasını anlama bir yöntemle değil bir
ufuklar kaynaşması ile olur.
Hermenötiğin, kendi öznelliğimizin farkında olmaya yarayan bir sistem
olduğu görüşünde olan Gademer, öznelci bir yaklaşıma sahiptir, nesnel
anlamayı kabul etmez, ön yargısız anlamanın mümkün olmadığını,
anlamanın bir yorumlama olduğunu söyler.
Gadamer’in
hermenötiktir.50
şekillendirdiği
hermenötik,
felsefi
HENMENÖTİĞİN DİNİ METİNLERE UYGULANMASI
Dini metinlere ilişkin hermenötik iki kısımdır:
a) Metnin mutlak yorum ve tefsiri anlamında hermenötik.
Bu İslam geleneğindeki tefsir ve tevilin karşılığıdır.
bk Kotan,130-134.
bk Kotan, 137.
50 bk Kotan, 145.
48
49
bir
Bu hermenötiğin kutsal kitaba uygulanmaya başlaması ta
Pavlus’tan başlar. Pavlus Hz. İsa’dan sora, “şeriattan azad olduğu ve
harflerin eksikliği içinde değil, ruhun yeniliği içinde artık kulluk
yapacağı” şeklindeki söylemi51 hermenötik ile örtüşmektedir. Bu
Hermenötiğin dini metinlere tatbiki 17-18. yüz yıllara rastlar. Mesele
Protestan teolog Semler, ilk defa Kitab- Mukaddes’e bir dinler
tarihçisi ve tenkitçi gözüyle bakar. Semlere göre yorumcunun kendisi
ile Kitab-ı Mukaddes metni arasındaki tarihsel mesafenin farkında
olması ve metin tefsirinin evrensel ilkelerine uyularak yapılmalıdır.52
b) 16. y.y.’da ortaya çıkan ve reform hareketlerinden itibaren
İncillere uygulanan tarihselci ve tenkitçi hermenötik.
Kur’an ve sünnete uygulanması istenen hermenötik bu ikinci
kısımdır.
Günümüzde hermenötik, yorumun metindeki parça çözümlerin
aleyhine de olsa tarihsel arka plandan çıkarılan genel ilkelere
uyularak yapılması anlamında terimleşmeye doğru gitmektedir. Bu
anlamda Hermenötiğin Kur’an ve Sünnete uygulanmasına batılı
düşünüler öncülük etmişlerdir. Hıristiyan düşünürler İncil
nüshalarında olduğu gibi Kur’ân’a da insan zihninin ürünü olarak
bakmaktadırlar. Mesela, Alfred Guillame; “Her Müslüman biliyor ki
Kur’an’ın çoğu Muhammed’in hayatında belirli olaylar ve problemler
üzerine inmiştir. Ama İslam’ın getirdiği ve milâdî 7. asrın şartlarına
göre inen emirler, yasaklar ve mekruhlarla sonra gelecek milyonların
hayatını idare etmenin amaçlandığını kim kabul eder”;53
J.J.G. Jansen, “Vahyedildiği dönemde Kur’-ân’ın bütün insanlığa mı
yoksa sade Muhammed’in yöre insanına mı hitap ettiği açık değildir”;54
Rudi Paret, “Kur’an lafız olarak vahyedildiği ve vahyin mutlak
değişmezliği ilkesinden vazgeçip Kur’an’ın önerdiği yaşama düzeninin
Hz. Peygamberin çağına hitap ettiği kabul edilmelidir”55 demektedir.
İncil, Romalılara Mektup, 766.
Mehmet Paçacı, Kur’ân ve Tarihsellik Tartışması, (Kur’ân’ı Anlamada Tarihsellik Sorunu
Sempozyumu içinde) s. 18. İst. 2000.
53Rudi Paret, Kur’an Üzerine Makaleler, s. 18, 114-115. Muhammed el-Behiy, İslam
Düşüncesinde Oryantalist Etki, s. 86.
54 Kur’an’a Yaklaşımlar, s. 12.
55 Rudi Paret, Kur’an Üzerine Makaleler S. 18., 114, 115. Bilgi Vakfı Yayınları, Ankara, 1995.
Derleyen ve çeviren Ömer Özsoy.
51
52
Batılı yazarlar, İslam dünyası için hermenötik yöntem eksikliğini
bir kusur olarak görmektedirler.
Bazı modernist Müslüman düşünürler de oryantalistlerin
etkisinde kalmışlar ve benzeri görüşler ileri sürmüşlerdir. Mesela
Fazlur Rahman yukarıda da belirttiğimiz gibi vahyi, Peygamberin
kalbinde potansiyel olarak bulunan ve ihtiyaç halinde somut
lafızlara dönüşebilen bir olgu ve araç olarak tanımlamıştır.56
HERMENÖTİK VE VAHYİN TARİHSELLİĞİ
Vahiy;
a) Allah kelamı değil Peygamber sözü ise,
b) Allah kelamı kabul edilse bile bir vahyin antropololojik bir
okumaya tabi tutulması durumunda tarihsellik söz konusu olabilir.
Protestan ilahiyatçı Salaman Semler’e göre kutsal metinler,
“Allah Kelamı” olmadıklarından bunların teolojik okunuşu
yetersizdir. Kutsal metinlerin yorumunun, evrensel yorum ilkelerine
göre yapılması gerekir. Bu düşünce, rasyonalist bir bakış açısını,
“Dinsel Hermenötik” ve “Kitab-ı Mukaddes tenkidi” disiplinlerinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır.57
Oryantalistler, “Seküler tarihselci yaklaşımı” Kur’ân’a
uygulamaktadırlar. Çünkü onlar, Kur’ân’ı da kutsal metinler gibi
Allah sözü olarak değil Peygamber sözü olarak görmektedirler. Bu
yüzden Kur’ân’ı, tarihsel bir metin / belli bir tarihin ürünü olduğu
varsayımı ile ele aldılar.58
Montgomery Watt, Kur’ân’ın Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında
yanlış bilgiler aktardığını, çünkü bu bilgilerin o günkü Hicaz
Araplarının bu dinler hakkındaki yanlış bilgilerine dayandığını ileri
sürmüştür.59
Batılı oryantalistlerin bu düşünceleri bir kısım Müslüman
ilahiyatçıları etkilemiş ve Kur’ân’ı tarihsel kritik yöntemleriyle
yoruma tabi tutmalarına neden olmuştur. Pakistanlı Fazlur Rahman,
56Fazlur
Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Çeviri, Alparslan Açıkgenç, S. 169.
Mehmet Paçacı, Kur’ân ve Ben Ne Kadar Tarihseliz., s. 55-56.Ankara Okulu Yayınları,
Ankara, 2000
58 bk Kotan,169.
59 M. Watt, Muhammed’in Mekke’si, s.12.
57
Mısırlı Hasan Hanefi ve Nasr Hamid Ebu Zeyd, Fransız Roger
Garaudy, Cezayirli Muhammed Arkoun yazdıkları eserlerle
“Tarihselci İslam ilahiyatçıları” olarak ön plana çıkmışlardır.60 Bu
isimler hakkında özellikle Tunus, Endonezya ve Malezya’da bir çok
çalışma yapılmıştır.61
Bu kişilerin görüşlerini kısa olarak aktarmak istiyoruz.
FAZLUR RAHMAN
İslam geleneğinin eleştirmeni olan Fazlur Rahman, Kurân’ı,
tarihselliği temelinde ele alır. Ona göre “Kur’ân, salt nazarî bir belge
değil, bu anlamda tarihsel bir metindir.”62
Yeni bir tefsir usûlü
geliştirmenin zaruretine inanır.63 Bu görüşünü “İslam ve Çağdaşlık”
isimli kitabının “Giriş” bölümünde dile getirir. Kur’ân’ın mesajını
anlamakla ilgili olan bu usûl, tamamen kavramaya yöneliktir. Bu
kavrayışın asıl konusu “değerler”, değerlerin anlam ve yorumudur.
Değerleri ikiye ayırır:
a) Aşkın/tarih üstü değerler,
b) tarihsel değerler. Ahlâkî değerler aşkındır. Tarihsel değerler;
tarih içinde belli bir zamanda ortaya çıkar, uygulama alanlarını ve
anlamlarını bu ortamda tüketirler. İktisadi değerler gibi.
Fazlur Rahman vahyi, Peygamberin kalbinde potansiyel olarak
bulunan ve ihtiyaç halinde somut lafızlara dönüşebilen bir olgu ve
araç olarak tanımlamıştır.64
Fazlur Rahman, ayetlerden çıkarılan hükümleri tahlil için iki türlü
bir anlama yöntemi uygular.
a) İçinde bulunduğumuz zamandan Kur’ân’ın indirildiği zamana
gidilir ve o zamanın konu ile ilgili mevcut toplumsal şartları göz
önünde tutulur, Kur’an’ın somut olayları işleyişinden bir bütün
olarak Kur’an’ın hedeflediği genel ilkelere doğru hareket edilir.
b) Sonra oradan yaşanılan tarihsel ortama dönülür ve birinci
aşamadaki genellemelerden günümüzde geçerli olan konu ile ilgili
bk Kotan, 170.
bk. Polat, Fethi Ahmet, Çağdaş İslam Düşüncesinde Kur’ân’a Yaklaşımlar. Basılmamış
Doktora tezi, Konya 2000.
62 Fazlur Rahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı. Çeviri, Adil Çiftçi, s.53. Ankara,1997.
63 Fazlur Rahman , a.g.e., s. 71.
64 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Çeviri, Alparslan Aaçıkgenç, S. 169.
60
61
mevcut toplum şartlarını göz önünde tutarak şu anda uygulanmak
istenen özel yasamaya doğru hareket edilir.
O, bu deyişim kapsamından sadece inanç ve ahlak prensiplerini
istisna eder. Çünkü ona göre Kur’ân, Peygamberin yaşadığı tarihsel
ortamdaki ahlakî ve sosyal durumlara, Mekke toplumunun
sorunlarına gönderilen ilahî bir cevaptır.65
Fazlur Rahman Emilio Betti’nin görüşlerinden etkilenmiştir. Bir
şeyin objektif olarak anlaşılmasını mümkün görmeyen Gademer’in
hermenötik görüşüne karşı çıkar.
Emilio Betti’nin anlamaya ilişkin görüşü şöyledir:
“Yorumlamaya çalıştığımız manalar bizi, eseri üreten düşünceye
götürmelidir. Anlamaya çalışan kişinin zihninde tekrar yaşatılacak
şekilde bizi yönlendirmelidir.” Betti metnin anlamının nesnel olgu,
prensipte herkes için aynı olacak şekilde keşfedilen bir şey olduğunu
söyler. O, nesnelci bir yaklaşım sahiptir. Bu yaklaşımıyla Fazlur
Rahman’ın ilham kaynağı olmuştur. Betti ile Gademer iki uçtadır, biri
nesnelci diğeri öznelcidir.
Nesnelci yaklaşımda;
a) Bir gruba göre yorumun amacı metinde gizli olan anlamı
yazarın zihnine yönelerek gün ışığına çıkarmaktır,
b) İkinci bir gruba göre yorumun nesnesi yazarın niyeti değil,
metnin amacıdır,
c) Üçüncü bir gruba göre doğru yorumun metnin ilk
muhataplarının anladığı şeyi yakalayan yorum olduğu görüşüdür.66
Hermenötik ve bütün modern teoriler, her türlü düşünce ve
sistemin tarihsel olduğuna ve evrenselliğin sadece bir iddia olduğunu
ileri sürerler.
Kur’ân, Allah’ın tarih içinde cereyan eden
Peygamberin zihni vasıtasıyla verdiği cevaplardır.67
durumlara
Fazlur Rahman, “Yaşayan Sünnet” kavramını ortaya atmıştır.”
Yaşayan sünnet; Peygamberin sünnetini, sahâbî, tabiî ve tebe-i
bk Kotan, 174.
Tatar, Felsefî Hermenötik ve Yazarın Niyeti, s. 26. Ankara, 1999.
67Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, Çeviri, Hayri Kırbasoğlu, .s.78. Ankara, 1990.
65
66Burhanettin
tabiînin fikir ve tatbikatı ile yorum, içtihat ve toplumun örf ve
adetlerini içine alır.68
Fazlur Rahman’a göre Kur’ân’ın savaş ve barış ile ilgili hükümleri
tamamen yöreseldir.69 O, nassların lafızlarını değil, ruhunu esas alır.70
Zahiri mananın aşılmasını, ahkamın değişmesini ister. Kur’ân’ın
yasakladığı riba düzeni ile modern bankacılık ve faizi aynı saymaz.71
Ulemayı sert bir şekilde eleştirir. Çünkü ulemanın görüşü
tarihselci değildir, bu yüzden başarısızdır.72
Kelam faaliyetlerini bin yıllık kutsal ahmaklık diye niteler .73
Fazlur Rahman’ın felsefesinde iki kavram ön plandadır:
Modernizim ve tarihsellik. Modernizmin temelinde, sosyal hayatın
temellerinin yalnızca rasyonel temeller olması, dini ilkelerin
toplumun temellerinde yer almamasıdır.
Fazlur Rahman batı düşünce tarihinin üzerine yeterince
durmamış,
soruşturmamıştır.
O,
aydınlanmacı-Protestan
ilahiyatçıların ve müsteşriklerin dahil olduğu ekole dahildir.74
Tarihsel mesafeyi atlayıp bu zamansal uzaklık üzerinde köprü
kurarak 1400 yıl öncesine yalıtık bir zihinle gidebileceği nesnel
tespitler yapabileceği kanısındadır. Bu görüşüyle romantik
tarihselcilerin iddialarını tekrarlamıştır.
Fazlur Rahman’ın hermenötik projesi olan “ikili hareket”,
“tarihsel objektivizm” tezinin bir tekrarıdır.75
Fazlur Rahman, objektivist bir tutum ve hermenötik projesiyle
Kur’ân’ın ve geleneğin nesnel olarak anlaşılabileceğini savunur .76
Fikirlerin kaynak zihinde incelenmesinin “anlama” için gerekli
olduğuna inanır. Zaten “Romantik Hermenötik”in temel esası;
İsmail Hakkı Ünal, Fazlur Rahman’ın Sünnet Anlayışı Ve Yaşayan Sünnet Üzerine, İslâmî
Araştırmalar Dergisi cilt, 4 sayı, 4, sayfa, 1286. Ankara, 1990.
69Fazlur Rahman, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu s.22-23. Ankara, 1995. Çeviri,
Salih Aakdemir.
70 Kotan, 188.
71 Fazlur Rahman, İslam, Çeviri, Mehmed Dağ- Mehmet Aydın, s.369. Selçuk Yay. İst. 1992.
72 bk Kotan, 191.
73 bk Kotan, 193.
74 bk Kotan, 202)..
75 bk Kotan, 204.
76 bk Kotan, 205.
68
empati yoluyla fikirlerin kaynak zihinde izlenmesi ve bu yolla eserin
yazarının anladığından daha iyi anlaşılmasıdır.
Kur’ân söz konusu olduğunda bu hermenötik yöntem nasıl
işleyecek? Kur’ân’ın kaynak zihni kimdir? Ve bu zihne empati yoluyla
nasıl ulaşılacak? Bir eserin hermenötik çabayla yazarının
anladığından daha iyi anlaşılabileceği, söz konusu eser Kur’ân olunca
bu nasıl işleyecek?
Hermenötik felsefe, bütünüyle batı kültürünün ürünüdür,
sorunları batı kültürünün sorunlarıdır. Batılı düşünürler, İslâmî
anlamda “Allah’ın sözü” olarak bir vahiy anlayışını kabul etmedikleri
için Romantik Hermenötiği Kur’ân’a uygulamaktadırlar. Fazlur
Rahman, bu hususu gözden kaçırmış olmalı ki, Romantik
Hermenötiğin ilkelerini Kur’ân için de geçerli sayabilmiş,
modernizmi ve temellerini yeterince sorgulamamış olmalı ki Allah’ın
Kur’ân’daki niyetinin hermenötik yöntemle bilinebileceğini ileri
sürebilmiştir.
Fazlur Rahman Rönesansçı - Aydınlanmacı modernizmin
tutumunu sürdürerek bütün yazılarında yeri geldikçe geçmişin
ekseriyetini her yönüyle eleştirir.
Bir aydının mensubu bulunduğu geleneği ve o geleneğin kültürel
çerçevesi içinde anlamaya çalışması yerine, bu anlamayı denemeden
kıyasıya eleştirerek kötülemesi hatta bunu hamakatla suçlaması, o
aydının kendine ve kültürüne uzaklaşması anlamına gelir.77
Rönesans ile başlayan dini rasyonalizasyon süreci sekülerizmle
son bulmuştur. İşte Fazlur Rahman’ın mensup olduğu geleneğe karşı
tutumu, kilise karşıtı modern aydının ve bu rüzgara kapılan
rasyonalist-reformist Hıristiyan ilahiyatçının oluşturduğu yeni
geleneğin, geç bir modernizm olarak sürdürülmesidir.78
Fazlur Rahman, modern dünyada modern bir Müslüman birey,
modern bir İslam toplumunu hedeflemiştir. Bunun için Kur’ân’ın
modern bir yorumunun yapılmasını gerekli görmüştür. Ona göre
batıyı kurtaran “akıl” İslam’ı da kurtaracaktır.
77
78
bk Kotan, 209-2010.
bk Kotan, 211.
Modernizmin temel kavramı olan “rasyonalizm” Fazlur
Rahman’ın karakteridir. Düşünce temelleri daha çok spekülatif
rasyonalizme dayanmaktadır. Yeni Çağ’ın bilimsel rasyonalizmini de
kullanır.79
Fazlur Rahman’ın benimsediği içtihat, geleneksel içtihattan
tamamen farklıdır. Geleneksel içtihatta, yorum lafza bağlı kalır, aksi
takdirde içtihat batıl olur. Fazlur Rahman nassın lafzî sınırlarına
bağlı kalmamaktadır. Kur’ân’ın kurallarını literal manası ile
uygulamakta ısrar etmek, Kur’ân’ın toplumsal ve ahlâkî gayelerini,
hedeflerini kasten yok etmektir. Nassın içerdiği hükümler yeni
tarihsellikte Kur’ân’ın gayeleri doğrultusunda değiştirilir. Ona göre
Kur’ân’ın gayeleri peygamberin görev yaptığı çevre dikkate alınarak
anlaşılmalı ve tespit edilmelidir.80
Tarihsel olduğunu ileri sürdüğü ahkamın modern
tarihselcilikte değişmesi gerektiğini savunmaktadır. Mesela mirasın
nispetleri, riba, kadın şahitliği, zekat, cezalar gibi bir çok konudaki
hükümlerin değişmesi gerekir.81 Fazlur Rahman’a göre;
a) Kur’ân’ın hem tek tek ayetlerinin hem tamamının Allah’ın
niyetini ifade edecek lafız-ötesi manası deşifre edilebilir, nesnel
olarak anlaşılabilir.
b) Nasslar, lafızlarına bağlı kalınmadan anlaşılmalı, hükümler
Kur’ân’ın temel gayesine göre değiştirilmelidir (yeni değişimci içtihat
teorisi) Çünkü hükümler belli bir tarihsel ortama hitap eden tarihsel
hükümlerdir. Kur’ân hükümleri değişmez değildir.
O modernist tarihselciliği, şer’î bir temel olsun diye teorisine
hizmet edecek bir muhtevaya kavuşturmak suretiyle “yaşayan
sünneti” baz almıştır. Böylelikle teorisinin Müslümanları da ikna
edecek şer’î bir hüviyete sahip olduğunu göstermek istemiştir.82
Fazlur Rahman’ın “yaşayan sünnet” ile Schacht’ın “yaşayan
gelenek” kavramı benzerlik arz etmektedir.83
bk Kotan, 212.
bk Kotan, 221-222.
81 bk Kotan, 224.
82 bk Kotan, 225.
83 bk Kotan, 226.
79
80
Fazlur Rahman’ın tarihselliği, yeniçağın rasyonalizme ve tarih
tasavvuruna dayanır. Bu tarihselci ekole göre “bir şeyin tarihsel
olması” demek, o şeyin tarihin ürünü yani tarih tarafından etkilenim
altında tutulan, insan eliyle üretilen bir şey olması demektir. Her bir
tarihsellik yerini yeni bir tarihselliğe bıraktığı için bir tarihsellikte
üretilen tarihsel şeyler de yerini yeni şeylere bırakırlar. Dolayısıyla
hiçbir tarihsel değer evrensellik vasfı taşımaz. Buna batı
anlayışındaki din ve dini metinler de dahildir.84
Fazlur Rahman ve İslam modernizmi, akılcılığı (antik
rasyonalizmi) temel alan Mutezileyi bu açıdan referans olarak alır.
Fazlur Rahman, modernizmin daha tarihselci bir versiyonunu
üretmiştir. O, Kur’ân’ın bir kısmını tarihsel, bir kısmını ise tarihsel
olmayan olarak ele alır. Bir kısmı aşkın / tarih üstü değerleri bir
kısmını ise tarihsel değerler içerir. Tarih üstü değerler, evrenseldir,
diğerleri tarihsel hükümler bildirir.85
Fazlur Rahman, Kur’ân’a öncel kabullerle bakar ve onu
“nesne” olarak ele alır.86
ROGER GARAUDY
Garaudy, “klasik modernistler” diye tanımladığı Cemaleddin
Efgânî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Muhammed İkbal ve Şeyh Bin
Badis gibi son dönem modernist İslam bilginlerinin görüşlerine
büyük önem vermiştir.87
Garaudy’e göre Kur’ân’ın çağın ihtiyaçlarına cevap verebilmesi,
onun tarihsel okunuşundan geçer.88 Kur’ân’ı tarihsel bir metin / bir
hitap olarak görmemiz için geçerli nedenler vardır. Ayetlerin sebebe
bağlı indirilmesi, hükümlerin tedricen açıklanmış olması, bazılarının
neshedilmesi gibi verilere dayanır.89
Cezalar, kadının durumu, kölelik, mirasın taksimi, Leheb suresi
v.b. hükümler Kur’ân’ın indiği zaman ve coğrafyanın tarihsel
durumuyla ilgilidir, evrenselleştirilemez. Esas olan bu açıklamalarla
bk Kotan, 228.
bk Kotan, 229.
86 bk Kotan, 230.
87 Garaudy, İslam ve İnsanlığı Geleceği, Çeviri,Cemal Aydın, s.51. Pınar Yay. İst. 1990.
88 bk Kotan, 237.
89 Garaudy, Entegrizm, Kültürel İntihar, Çeviri, Kamil Bilgin Çileçöp,
s. 96. Pınar Yay.
157.1992.
84
85
ne demek istendiğidir.90 Ona göre belli bir dönemde nazil olan
sözlerin, o zamanın sorunlarını esas alması zorunludur. Yoksa söz
konusu sözlerin çağından 1400 sene sonraki insanları muhatap
aldığı, onların sorunlarına cevap verdiği anlayışı, mantîkî bir düşünce
değildir. Kur’an’ın tarihsel zarflar içinde meselelere getirdiği
çözümleri
yorumlayıp aktüelleştirmek gerekir. Tarihselcilik,
Kur’an’ın mesajını belli bir zamanla sınırlandırmak değildir, aksine
belli bir zamana ait hükmü, bütün zamanlara dayatmak yerine onun
mesajını yorumlayıp evrenselleştirmektir.91
Garaudy’nin Kur’ân’ın tarihselliği ile ilgili örnekleri, Fazlur
Rahman’ın örnekleriyle örtüşmektedir.92
Kur’ân’ın hakîkî anlamı, ilahî evrensel mesajın tarihsel bir form
ile indirilmiş olmasıdır. İlk Müslümanlar hakîkî manayı bildikleri
halde sonraları bu mana unutulmuştur. Bunda, kitabın lafzıyla
yetinip kalan müfessirlerin payı büyüktür.
Garaudy’e göre Kur’ân’ı bir bütün olarak ele alıp kavrama ve
analojik akıl yürütme, Allah’ın Kur’ân ayetlerinde gözettiği gayeyi,
Hz. Peygamber tarafından açıklanan “büyük ilahi niyeti” ve “ayetlerin
derin anlamını” ortaya çıkaracaktır.93
Ona göre Kur’ân, Arapların tarihsel temayül ve şartlarına göre
şekillenmiştir.94 Kur’ân dini ve ahlâkî bir çağrıdır. Hukuki bir kanun
kitabı değildir.95
Garaudy’nin Kur’ân ve tarihsellik hakkındaki görüşü Fazlur
Rahman’ın görüşleriyle paralellik arzetmektedir.96
Garaudy, “su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin”97
ayetinin Eskimolara değil çöl sakinlerine seslendiğini, “şafakta
beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için,
bk Kotan, 239.
Garaudy, 20. Yüzyılın Biyografisi Çeviri, Ahmet Zeki Ünal, s. 319. Ankara, 1989. İslam ve
İnsanlığın Geleceği, Çeviri, s. 68. Yaşayan İslam, Çeviri Mehmet Bayraktar s. 99. İst. 1995.
İslam’ın Vaat Ettikleri, Çeviri, Salih Akdemir, s. 74. İst. 1995.
92 Garaudy, İslam ve İnsanlığı Geleceği, s.67.
93 Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, s.69.
94 Garaudy, Entegrizm s.84.
95 Garaudy, Entegrizm, s.84.
96 Kotan, 243.
97 Maide 6/6.
90
91
sonra orucunuzu geceye kadar devam ettirin”98 ayetini
uygulamanın Eskimolar için
ölüm anlamına geleceğini
söylemektedir.99
Ancak şartlar oluştuğu zaman uygulanabilecek bu tür
hükümlere dayanarak Kur’ân’ın tarihselliğini savunmanın isabetli
olduğunu söylemek mümkün değildir.
HASAN HANEFİ
1935 Kahire doğumlu olan Hasan Hanefi, Kahire Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunudur. Doktorasını İslam
Hukuku ile Mukayeseli Dinler alanında Sorbonne’da tamamlamıştır.
Kahire Üniversitesinde felsefe alanında öğretim üyeliği yapmıştır.
Geçmişi itibariyle Marksist düşünce geleneğine bağlı olan Hasan
Hanefî hala sol düşünceyi benimsemekte
ve laik olduğunu
söylemektedir. el-Yesârü’l-İslâmî (İslâmî sol) söylemini ön plana
çıkarmıştır.100
Mine’l-Akîdeti’ İlê’s-Sevreti adlı yedi ciltlik eseri vardır.
Ona göre Allah, antropolojik bir varlıktır. “Zalimlere karşı intikam
alıcı Allah, günahlara karşı bağışlayıcı Allah, felaketlere karşı
koruyucu Allah ” gibi insanlar nasıl bir Allah’a ihtiyaç duymuşlarsa
onu üretmişlerdir.101
Ona göre, “Allah Kelamı” sanki Allah üzerine söylenmiş bir insan
sözüdür.102 Tarihselliğe dinî metinleri ve Allah dahil etmiştir.103
Dolayısıyla tanrı tasavvuru tarihseldir. Dinde sabit olandan
bahsetmek mümkün değildir. Vahiy salt anlamda ilâhî değil ilâhîbeşerî karışımı bir terkiptir.104
Bakara 2/87.
Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, s.66.
100 Hasan Hanefî, et-Türas ve’t-Tecrîd (Gelenek ve Yenilenme) Darü’t-Tenir, Beyrut,1981
101 bk Kotan, 251.
102Hasan Hanefî, Teoloji mi Antropoloji mi, Çeviri, Mustafa Sait Yazıcıoğlu AÜİFD sayı, 23.
1976. Sayfa 511.
103 bk Kotan, 253.
104 bk. Fethi, Ahmet Polat, Modern ve Postmodern Düşüncede Kur’an’a Yaklaşımlar; Arkoun,
Hanefî ve Ebû Zeyd Örneği, Ma’rife, yıl, 1. sayı, 2, s. 7-25. Metin Yiğit, Hermeneutik Yöntem ve
Usulü Fıkhın Kat’î Zannî Diyalaktiği, Kur’an ve Dil Sempozyumu, s. 125-186. Yüzüncü Yıl
İlahiyat Fakültesi Yayınları Van, 2001. Şevket, s. 163-313. Beyan Yayınları, İstanbul, tarihsiz.
Aktay Yasin-Erdemli Cemalettin, Muhammed Arkoun’un Otantiklik Siyaseti. Vadi Yay.
Ankara, 2000.
98
99
NASR HAMİD EBİ ZEYD
1943 Mısır’ın Tanta vilayetinde doğmuştur. Tanta Teknik Kolejini,
Kaihire Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı
bölümünü
bitirmiştir.
Tanta
Üniversitesinde
Arap-İslam
Araştırmaları dalında master ve doktora yapmıştır. Elektrik
teknisyeni, Kahire Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve
Edebiyatı bölümünde okutman ve asistan olarak çalıştı. 1987
yılında doçent, 1995 yılında profesör olmuştur. 1995 yılından beri
Hollanda Leiden Üniversitesinde misafir profesör olarak
çalışmaktadır.
İnanç ve fikirleri sebebiyle Kahire Yargıtay Mahkemesi 14. Dairesi
21/06/1995 tarihli oturumda Ebu Zeyd’in mürtet ve eşinden boş
olduğuna kara verdi. 05/07/1996 yılında Kahire Temyiz Mahkemesi
Ahval-i Şahsiye Bölümünce karar onandı. Bu karar üzerine Ebu Zeyd
eşi ile birlikte Hollanda’ya kaçmıştır.
Nakdü’l-Hitâb ed-Dînî, el-İmâm eş-Şâfiî ve Mefhûmu’n-Nâss
adlı eserler kaleme almıştır.
Türkiye’de Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısında tebliğ
sunmuş, Ankara İlahiyat’ta konferans vermiş, İslâmiyât Dergisinde
kendisiyle söyleşi yapılmıştır.
Kur’an’ın cem-i konusunda kuşku uyandıracak görüşleri vardır.105
Mutezilenin Kur’an’ın mahluk olduğu, “kelam” sıfatının Allah’ın zâtî
değil fiilî sıfatlarından olduğu görüşünü kabul eder. Levh-ı Mahfuz’da
Kur’an’ın bugünkü şekliyle bir metninin bulunuşunu kabul etmez.
Kur’an’ın tarihselliğini savunur. Ona göre Kur’an’ın tarihselliği beşerî
oluşu ile yakından ilişkilidir. Nassın oluşumunda olgunun etkisi
vardır.
İlk dönemde hadlerin amacı Müslümanları korumak iken bugün
bu işlevini yitirdiğin söyler.106 “Mevrid-i nasta ictihada mesağ
yoktur” ilkesi doğru değildir,107 tek ilke sadece beşerin maslahatı
olmalıdır.108 Maslahatın nassa önceliği vardır. Maslahat da bir sayı
ile sınırlı değildir.
Ebu Zeyd, Mefhumu’n-Nas, s. 27-28. Beyrut, 1992.
Ebu Zeyd, Mefhûmu’n-Nas, s. 14-15.
107Ebu Zeyd, el-Hitab ed-Dinî: Rüye Nakdiye, s. 32. Beyrut, 1992.
108 Ebu Zeyd, el-Hitab ed-Dînî, s. 152
105
106
Kur’an’ın tarihsel bir metin olması hasebiyle kimi muamelat
ayetleri bu gün yürürlükte olması mümkün değildir.109 Metinlerin
lafızları baki kalsa da içerikleri ve açılımları değişime uğrar.110 İlk
dönemde Kur’an vakıayı şekillendirirken daha sonra vakıa Kur’ân’ı
şekillendirmiştir.111 Her ilahi metin zaman ve mekanın sınırlı
şartlarıyla çevrilmiş olan dilsel bir üründür ve gelmiş olduğu
kültürün yansımalarını, etkilerini bünyesinde taşırı. Ona göre Kur’an
bir ortamın etkileşiminden doğmuştur.
Kur’an’ın objektif/nesnel bir anlım yoktur. Kur’an’ın her insana
göre bir yorum vardır ve dolayısıyla bir bağlayıcılığı yoktur.112
MUHAMMED ARKOUN
928 Cezayir doğumlu, Fransız vatandaşı olan Muhammed Arkoun,
Cezayir Üniversitesi Filoloji Fakültesi mezunudur.Yüksek lisansını ve
doktorasını Fransa’da yapmıştır. Lyon, Paris ve Sorbonne Nouvelle
Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmıştır. Halen Yeni Sorbonne
Üniversitesi II’de İslam düşüncesi Tarihi Kürsüsünde öğretim
üyesidir. Eserlerini Fransızca yazmıştır.
Dini, antropolojik bir değer olarak görür. Ona göre Kur’an
mahluktur, bu sebeple tarihsel bir metindir. Ona göre vahiy; sonsuza
kadar bütün problemleri çözecek formüllere sahip değildir, vahiy
tarihseldir, nâsih-mensûh ilmi bunu ifade etmektedir.113
el-Fikrul-İslamî ve Aklın Eleştirisi adlı eserleri vardır.
Kur’ân’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olma özelliğinden
neredeyse hiç bahsetmemiştir.114
Tarihsellik, her şeyin insana ilişkin olmasıdır. Rönesans’tan
itibaren tarihe ait her şey insan ürünü, insan da tarihin ürünü olarak
görülmüştür. Bu, tarih ve tarihe ait her şeyin değişim ve dönüşüme
maruz olduğu, bunların geçerliliğinin ise ait oldukları tarihle sınırlı
109Ebu
Zeyd, Mefhumu’n-Nass, s. 14-5. Soruşturmalar, Çeviri, Ömer Özsoy, İslamiyat Dergisi,
Cilt 1, sayı 4. sayfa, 271-273. Ankara, 1998. Mefhumu’n-Nass, s. 14-5.
110 Ebu Zeyd, Mefhumu’n-Nass, s. 28.
111 Ebu Zeyd, Mefhumu’n-Nass, s. 24-25.
112 Ebu Zeyd, et-Tefkir fî Zemeni’t-Tefsîr, s. 204-205.
113Arkoun, Min Faysali’t-Tefrika, s. 62
114 bk Kotan, 261.
bulunduğu,
dolayısıyla
bu
tarihsel
addedilemeyeceği anlamına gelmektedir.115
şeylerin
evrensel
Kur’ân’ın tarihselliği ile maksat; onun içerdiği öneri ve bilgilerinin
tarihselliği dolayısıyla bunların geçiciliğidir. Kur’ân’ı tarihin ürünü
bir olgu olarak ortaya koymaktadır.
DEĞERLENDİRME
Batıda Rönesans ve Aydınlanma döneminde dine ve kiliseye karşı
yapılan eleştiriler, Kitab-ı Mukaddes’i hermenötik yöntemle anlama
faaliyetleri olarak devam etmiş ve bu düşünce İslam dünyasına da
etki etmiştir. Kur’an’a, vahye, İslam’a batılı düşünürlerin anlama
yöntemleriyle bakan, Kur’ân’ın tarihselliğini ve bir kısım
hükümlerinin değişmesi gerektiğini savunan ve bu sahada eserler
kaleme alan düşünürler ortaya çıkmıştır.
Felsefi anlamıyla “tarih, tarihselcilik, tarih-üstülük
evrenselcilik” gibi kavramların tamamı batı kültürüne
kavramlardır
ve
ait
Batı düşüncesinde tarihsellik, insana aidiyeti ifade eder. Bir şeyin
tarihsel olması; insan zihninin ve tarihin ürünü bir şey olması
demektir. Batıda 19. yüzyıldan itibaren insan zihni tarihin ürünü,
tarih de insan zihninin ürünü olarak görülmüştür. Tarih sürekli
değiştiğinden zihin de değişir, zihnin ürünü de. Bu sebeple “tarih
üstü” mutlak ezelî-ebedî hakikatlerden söz edilemez.116
Kur’ân’ın Tarihselliğini
sürmektedirler:
savunanlar
şu
gerekçeleri
ileri
a) Kur’an’da belli bir çevreye ait öğelere atıfta bulunmuş ve
Kur’an’ın belli sebeplere bağlı olarak inmiş olması,
b) 23 yıllık vahyin inme sürecinde nesh olgusunun varlığı,
c) Hz. Ömer, Ebu Hanife ve Şatıbî’ye ait içtihat ve uygulamaların
tarihsel bakışa referans olabilecek nitelikte olması,
d) Tarihe müdahalenin ve mevcut duruma çözüm bulmanın
ancak tarihsel bir bakışla mümkün olacağı inancı.
115
116
bk Kotan, 267-268.
bk Kotan, 292.
Kur’an’ın Hicaz bölgesinde inmesi, neshin varlığı, İslam
bilginlerinin içtihatları, Kur’an’ın tarihselliğinin gerekçesi olamaz.
Öte yandan Fazlur Rahman’ın ileri sürdüğü gibi Kur’an’ın bir
kısmının evrensel, bir kısmının ise tarihsel olduğu savı bir çelişkidir.
İman ve ahlak esasları evrenseldir, sosyal hayat ile ilgili hükümler
tarihseldir demek, vahyin ilâhi oluşu inancı ile bağdaşmaz. İman ve
ahlak esasları evrensel ise diğer hükümler de evrenseldir. Kur’an
âyetleri arasında ayırım yapmak, “âyetlere îman” gerçeği ile
örtüşmez.
Kur’an’ın Hz. Peygamber dönemine ve o dönemde yaşayan
insanlara hitap ettiği ve onların sorunlarına çözüm getirdiği iddiası
da Kur’an’ın Allah kelamı oluşu esası ile bağdaşmaz. Kur’ân hem Hz.
Peygamberin çağına hem sonraki çağlara hitap eder.
Kur’ân belli bir tarihsel dönemde insanın gündemine
girmiştir. Ancak o tarihsel değil bütün insanlara hitap eden bir
içeriğe sahiptir.117
Kur’ân sadece bir tarihe değil, bütün tarihlere, bir aleme değil
bütün alemlere hitap eder. O alemler için bir öğüttür118 Peygamber
bütün alemler için rahmettir.119 Kur’ân ayetleri alemlere hitap eder
.120
Kur’ân sadece akla değil duyu ve kalbe de hitap eder.
Modernistler, Kur’ân’a tarihsellik atfederek kendi yorumlarını
evrenselleştirmek
istemektedirler.
Ulemayı
evrenselcilikle
suçlamışlar yerine kendi tarihselci evrenselciliği koymak
istemişlerdir.121
Modernistlerin tarihselcilik teziyle ulaşmak istedikleri şey, Kur’ân
ahkamının değişmesidir. Buna “yaşayan sünnet” ve benzeri
kavramlarla şer’î temel kazandırmaya çalışmışlardır.122
Kur’ân ahkamı, ebedi ve devamlı yürürlükte kalmak üzere
kurulmuştur. Peygamberin ilk devir Müslümanlarının zihnine
yerleştirdiği Kur’ân anlayışı, Kur’ân’ı ayrılmaz bir bütün olarak
bk Kotan, 295.
En’âm, 90.
119 Enbiya, 107.
120 bk .Bakara, 2/103; Mâide, 5/38, 45; Fussılet, 41/43; Vâkıa, 56/77-78;
121 Kotan, 310.
122 bk Kotan, 313.
117
118
görmüşlerdir. Onlar, Kur’ân’ın işlediği konuları itikad, ahlak, ibadet
ve muamelat gibi ayırıma tabi tutmamışlardır. Kur’an ve sünnette de
böyle bir ayırım yoktur. Bu ayırımı, İslam bilginleri Kur’an ve
sünnetin muhtevasını anlatabilmek teknik bir zaruretin sonucu
olarak yapmışlardır. İman, ahlak ve muamelat esasları da “ibadet”
kavramına dahildir. İbadet, ahlak, muamelat, ukûbât ve keffârât …
bunların hepsi ibadet sisteminin hayatın değişik yönlerini
ilgilendiren hükümleridir. Dinin özü ve esası iman, ibadet ve ahlaktır,
muamelat dinin özü ve esasına dahil değildir şeklindeki bir yaklaşım
da,123 İslâmî hükümleri dinî-dünyevî yada tarihsel-evrensel diye
ayırmak doğru değildir, mümkün de değildir. Mesela Kur’ân’da
“hududullah” kavramını incelediğimiz zaman hükümlerin dinidünyevi, tarihsel-evrensel diye bir ayırıma gidemeyeceğimizi anlarız.
Oruçla (Bakara 187) ve zıhar kefâreti124 ile ilgili hükümler “hududullah”
olarak ifade edildiği gibi evlenme-boşanma125 ve miras126 ile ilgili
hükümler de “hududullah” olarak ifade edilmiştir.
Nüzul sebepleri tarihselliğin gerekçesi olamaz. Çünkü; Kur’ân
insanlar istedikleri için indirilmemiştir, vahyin içeriğini insanitarihsel olaylar belirlememiştir.
Modernistler, anlama-yorumlama faaliyeti olarak tefsir ve fıkıh
disiplinlerini ve bunların usullerini; dilbilimsel çerçevenin dışına
çıkamamakla, parçacı bir yaklaşım sergilemekle ve literal anlamın
ötesine geçememekle eleştirmişlerdir. Onlara göre bu usulle murâd-ı
ilahi anlaşılamaz.
Fıkhı ve fakihleri dilsel unsurlarla uğraşmışlar, makâsıdu’şşerîayı, ikinci plana atıp ihmal etmişler, makâsıdu’l-luga ile
uğraşmışlar, genel maslahatın araştırılmasına dayanan külli kaideler
üzerine bina edileceği yerde lafız-mana arasındaki ilişki bağına
hapsetmişler, bu da içtihat kapısının kapanmasını sağlamıştır diye
eleştirmişlerdir.127
bk. Fahri Demir, Din-Devlet Din-Siyaset İlişki, Kürsü Yayıncılık, Ankara. Mehmet Sait
Hatipoğlu, Din-Şeriat Farkı Üzerine, İslâmiyat Dergisi, Cilt, 1, Sayı, 4 Sayfa 9-13. Ankara,
1998.
124 Mücadele 4.
125 Bakar, 229-230, Talak, 1.
126 Nisa, 13-14.
127 Mevlüt Erten, Nas-Yorum ilişkisi, basılmamı doktora tezi, s.57-58, Ankara, 1998.
123
Fakihlerin yaklaşımını “zahiri yaklaşım” olarak değerlendirmişler
ve zahiri yaklaşımın “Allah ve Peygamberi metinle ne söylemek
istemiştir” sorusunun cevabını arayacağı yerde “metin ne demektir”
sorusu ile ilgilendiğini ileri sürmüşlerdir.
Tefsirler, “lafzî olmakla, metni gramatik açıdan ele alıp cümlenin
öznesi, emir veya nehiy cümlesi oluşu gibi hususlar üzerinde durarak
açıklamaktadırlar,
yani
metinden,
anlamını
çıkarmakla
ilgilenmektedirler” diye eleştirilmiştir.
“Kur’ân’ın yorumlanması, sadece metinden anlamını çıkarmak
değil, realiteden hareketle tümevarım yoluyla metne anlam vermek”
şeklinde olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.128
Ancak hiçbir metin, dilbilimsel anlamı bilinmeden deruni manası
anlaşılmaz. Tek tek ayetlerin anlamı bilinmeden genel anlamı
bilinmez. Metin ne demektir? Sorusunun cevabı bulunmadan metinle
ne demek istenmiştir? Sorusunun cevabı bulunamaz.
İslam modernistlerinin tarihselciliğe dair görüşleri- özgün yanları
olmakla birlikte- iki noktada birleşmektedir:
a) Kur’ân, tarihsel bir metin, tarihsel bir hitaptır. Kur’ân’a nesnel
evrensel bir yorumla onun tarihselliği çıkartılmaktadır.
b) Kur’ân’ın tarihselliğinin nesnel bir gerçek olarak görülmesi,
onun ahkamının tarihselliği dolayısıyla değişmesi gerektiği
düşüncesiyle sonuçlanmakta ve bu düşüncede nesnel bir gerçek
olarak görülmektedir.129
Bunların tarihselciliği, Yeniçağ’ın aydınlanmacı tarihselciliğine
denk düşmektedir.
Objektivist bir tutum ve spekülatif bir akıl yürütmeyle Kur’ân
hükümlerinin modern hayatın zaruretleri karşısında değiştirilmesini
düşünür ve isterler.
Kur’ân hükümlerinin değiştirilmesiyle somutlaşabilecek bir proje
Kur’ân’dan meşru bir dayanak bulamaz. Kur’an bütünüyle Allah sözü
olduğu için onun sözleri insanlar tarafından değiştirilemez. Çünkü,
“Rabbinin kelimesi (Kur’ân) doğruluk ve adalet bakımından
tamdır” Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur …” (En’âm, 115)
128
129
Erten, 73.
bk.Kotan, 395.
Modernistler, (lâ yünkeru tağayyüri’l-ahkâm bi tağayyüri’lezman) zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesinin inkar
olunmayacağı ilkesini nasslara teşmil etmişler; mevrid-i nassta
içtihada mesağ yoktur ilkesinin geçersizliğini söylemişlerdir. Mesela
Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında milletvekilliği
yapan Celal Nuri İLERİ (1870-1939) ve Halep Valiliği, İstanbul
Belediye Başkanlığı ve Aydın Milletvekilliği yapmış olan Hüseyin
Kazım KADRİ (1870-1934), Kur’an’ın sosyal hükümlerinin bütünüyle
zamana göre değişmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.130
Kur’ân, bir tarihe hitap etmek ve tarihsel bir dil kullanmakla
birlikte evrensel ilke ve prensipler önermektedir. Kur’ân’ın bir tarihe
hitap etmesinden ve tarihsel bir dil kullanmasından onun tarihselliği
anlamı çıkarılamaz.
Sünnî yorum tarihi, lafzı ve murad-ı ilâhiyi esas alır. Yorum
lafızla ve murad-ı ilâhî ile teâruz etmemelidir. Kıyas, ihtihsân,
mesâlih ve benzeri içtihat yol ve yöntemleri tespit edilmiş “icmâ” ile
teyit edilmiştir. Şer’i bir hükmün bulunmadığı konularda “içtihat”
yöntemi kullanılmış, içtihada, seküler bir anlam verilmemiştir.
Kur’an hükümlerinin küllî ve ebedî olduğu görüşünde olan
Şâtıbî, Kur’ân’ın Arap diliyle inmiş olması, dolayısıyla anlama
çabalarının da yine Arap dili vasıtasıyla olması gerektiğini ve
Kur’ân’a keyfi manalar yüklenemeyeceğini söylemiş ve buna
“Kur’ân’ın Arabîlîğî” ve “Ümmiliği” demiştir.
Kur’ân’ı doğru anlamak ve ona doğru anlam verebilmek için;
âyetlerin Allah sözü olduğunun göz ardı edilmemesi, verilecek
anlamların bütün Araplarca bilinen umumi anlamlar olması,
vurgunun dil-mâna ilişkisine yapılması,131 derûnî anlamın literal
anlamla ters düşmemesi ve Kur’an sünnet bütünlüğünün esas
alınması gerekir.
Mehmet Sait Hatipoğlu, İslam’ın Aktüel Değeri Üzerine, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Sayı
1, sayfa, 7-24. Ankara, 1986.
131 bk.Kotan, 271.
130
Download