KUR`AN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN TOPLUMSAL CİNSİYET

advertisement
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
KUR’AN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN TOPLUMSAL
CİNSİYET MESELESİ
Erdal YILDIRIM*
SOCIAL SEX ISSUE IN TERMS OF THE QURAN
SOCIOLOGY
Öz
Toplumsal cinsiyet meselesinin günümüz İslam dünyasında ve dolayısıyla
ülkemizde kadın merkezli tartışılması ister istemez bu çalışmanın da kadın
merkezli olmasına yöneltmiştir. Zaten tarihsel süreç içerisinde kadın konusunda
üretilen bilginin bireysel ve toplumsal alana yansıması hep sorunlu olmuştur.
Özellikle İslam’ın kadın tasavvuru ve bu tasavvur bağlamında kadınlara ilişkin
hükümler, Batı ve İslam dünyasında geniş çaplı tartışmalara ve sonuçta
savunmacı ve tepkisel anlayışlara sahip yayınların neşredilmesine yol açmıştır.
Dini metinleri ve dini gelenekleri savunmacı bir mantıkla izah etmeye
çalışmadan onları bilimsel bir okumayla tahlil etmenin Kur’an-ı daha iyi
anlamamızı sağlayacağını düşünmekteyiz. İşte bu çalışma, Kur’an’ın gerek
toplumsal cinsiyet (gender) ve gerekse cinsiyet (sex) konularındaki tavrının ne
olduğunu hermenotik yöntemi kullanılarak yeniden okunması ve yorumlanması
girişimidir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Cinsiyet, İslam, Din
Abstract
Debating social sex issue woman centered both in Islamic world and our country
unavoidably diverted this study to be woman centered. The information
produced about woman that reflects on individual and social areas had already
been problematic in historical process. Especially woman conception of Islam
and its prescripts linked to this leaded to big arguments in West and Islamic
World and broadcasting publications that has defensive and reactional mentality.
We think analyzing religious texts and traditions with a scientific reading
without explaining them in a defensive way make us understand The Quran in a
better way. This study is an attempt to understand what the comments of the The
Quran’s manner are about both social gender and sex subjects using hermenotik
method.
Keywords: Gender, Sex, Islam, Religion
Doç. Dr., Tunceli Üniversitesi, Fen-Ed. Sosyoloji Bölümü,
[email protected]
*
437
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
Giriş
Kültür tarihine ait verilerin, kimler tarafından nasıl ve ne amaçla
şekillendirildikleri kadar, onların okunma biçimi ile bugün onları okuyan
öznelerin kimlikleri, içinde oldukları tarihsel ve toplumsal koşullar da
önemlidir. Nasıl ki, bir metni farklı zamanlarda okuduğumuzda, her
defasında farklı izlenimler, ayrıntılar, bilgi ve yorumlara sahip
olabiliyorsak, tarihe baktığımız farklı zamanlarda da, içinde
bulunduğumuz koşullara bağlı olarak, onu anlama ve yorumlama
biçimimiz değişik olabilecektir. Bu, onun bir yandan yorumsal yanıyla,
öte yandan yeni bazı verilerin tespitiyle ilgili bir durumdur. Aynı şey
dinsel metinler içinde geçerlidir. Dinlerin somut içeriğinde yansıyan
nesnel anlamı ele alarak dinsel ideolojinin farklı tarihsel/ toplumsal
koşullarda farklı biçimlerde eklemlenebileceğini ve dolayısıyla değişik
uygulamalara yol açabileceğini göz ardı etmemek gerekmektedir. Ayrıca
din teoride ve pratikte farklı olabilir; yani farklı toplumsal ve tarihsel
bağlamlarda insanlar tarafından hem algılanışı hem de uygulanışı farklı
olabilir.
Toplumsal cinsiyet meselesinin günümüz İslam dünyasında ve
dolayısıyla ülkemizde kadın merkezli tartışılması ister istemez bu
çalışmanın da kadın merkezli olmasına yöneltmiştir. Zaten tarihsel süreç
içerisinde kadın konusunda üretilen bilginin bireysel ve toplumsal alana
yansıması hep sorunlu olmuştur. Özellikle İslam’ın kadın tasavvuru ve bu
tasavvur bağlamında kadınlara ilişkin hükümler, Batı ve İslam
dünyasında geniş çaplı tartışmalara ve sonuçta savunmacı ve tepkisel
anlayışlara sahip yayınların neşredilmesine yol açmıştır. Dini metinleri ve
dini gelenekleri savunmacı bir mantıkla izah etmeye çalışmadan onları
bilimsel bir okumayla tahlil etmenin Kur’an-ı daha iyi anlamamızı
sağlayacağını düşünmekteyiz. Bu açıdan bakıldığında İslam’ın teoride ve
tebliğinin ilk yıllarında kadın-erkek ilişkilerinde ortaya koyduğu
değerlerin sonraki dönemlerde değişime gittiği görülmektedir. Özellikle
kadınlar, tarih boyunca cinsiyet ayırımcılığı ve eşitsizliklerle karşı karşıya
kalmışlardır. Erkeklerden daha düşük statüde görülmüşler ve erkeklere
nazaran daha az hak ve şansa sahip olmuşlardır. Burada problem,
epistemolojik olarak bilgiyi üretenin kim olduğu, hangi kaynaklara
başvurduğu, hangi tarihsel ve toplumsal koşullar altında ne gibi amaçlarla
onu ürettiği sorunuyla ilgili görünmektedir. Yani bilginin kaynağı olan
kişilerin toplumsal etiketlerinin, Kur’an’daki ayetleri kendi zihni ve
toplumsal anlayışları çerçevesinde yorumlayarak, kadın-erkek ikileminde
erkekler lehinde çıkarımlarda bulunmalarıdır. Din ve kadın konusundaki
araştırmalar, genelde dinlerle ilgili bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği
438
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
çerçevesi çizmektedirler (Kandiyoti, 1997: 84). Bilginin patent sahibi
öznenin unvan ya da kimliği bir yere kadar önemli sayılabilirse de asıl
olan kişinin karakteristik özellikleri de dahil, o bilgiyi hangi toplumsal
bağlam ve tarihsel koşullar içinde ne amaçla ve nasıl ürettiğidir.
Gerçekten de özellikle metinler düzeyinde bakıldığında kadın erkek
ilişkilerinin asimetrik toplumsal organizasyonuna ilişkin olarak çok
sayıda kutsal metne ulaşılması mümkündür. İslam’ın kadınla ilgili
yaklaşımı İslam toplumları arasında yekpare olmayıp, cinsiyet ile ilgili
hususlarda kendi içerisinde belirgin farklılıklar gösterir. İşte bu çalışma,
Kur’an’ın gerek toplumsal cinsiyet (gender) ve gerekse cinsiyet (sex)
konularındaki tavrının ne olduğunu hermenotik yöntemi kullanılarak
yeniden okunması ve yorumlanması girişimidir. Bir başka söyleyişle
amaç, Kur’an’ın cinsiyetler arası ayrımcı bir tutum takınıp takınmadığını
anlamaya çalışmaktır. İslam’ın temel kaynaklarının yeni bir yorumu
vasıtasıyla toplumsal düzenlemelere yaklaşımı ifade eder.
1. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Kavramları
Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet terimlerinin önemi, anlamları üzerindeki
tartışmalardan kaynaklanır. Kadınlarla erkekler arasındaki farklar
üzerinde biyolojik yapının ve çevresel faktörlerin oynadığı rol hakkında
ve bunların terminolojiye yansıması konusunda farklı görüşler vardır
(Dökmen, 2012: 20). Biyolojik temeli olan farklılıkların cinsiyet ile,
sosyo/kültürel temeli olan farklılıkların da toplumsal cinsiyet ile ifade
edilmesini gerektiğini savunanlar olduğu gibi, kadınlarla erkekler
arasındaki farklıkların ikisinden de kaynaklandığını ve ayrı nedenler
olarak gösterilmesinin uygun olmadığını ileri sürenler de vardır
(Dökmen, 2012:18). Bu anlamda cinsiyet kimliğinin oluşumu, tek başına
biyolojik, fizyolojik, psiko/sosyal veya kültürel faktörlerden sadece birine
indirgenerek açıklanamayacak kadar karmaşık gözükmektedir (Özdeş,
2005:213). Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet tartışmalarına karşın, toplumsal
bilimlerde cinsiyet (sex) kavramı, insana dair biyolojik /doğal bir
durumu, toplumsal cinsiyet ise bu biyolojik /doğal durum üzerinde
yükselen cinsiyetle ilgili sosyal/kültürel edinimleri ifade etmek için
kullanılmaktadır (Amman, 2012:16).
Yaşadığımız dünyanın toplumsal manzarasına genel olarak bakıldığında,
bir çok soruna rağmen, cinsiyet ve cinsellikle ilgili düzenlemelerin güçlü
yapılanmasını ve insanların bu düzenlemeleri benimseme eğilimi içinde
olduklarını görmekteyiz. Toplumlar, ihtiyaçlarını karşılamak için
toplumsal düzenlemeler yapmaktadırlar. Toplumun varlığını devam
439
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
ettirebilmesi için çocukların dünyaya getirilmesini ve yetiştirilmesini
sağlayacak cinsel düzenlemelere gitmektedirler. Aile ve akrabalık
sistemleri, kadın ve erkek cinsiyet rollerinin belirlenmesi ve cinsellikle
ilgili biyolojik temelli toplumsal kurallar toplumların var olmasına ve
varlığını sürdürmesine hizmet etmektedir. Bu yüzden gerek E. Durkheim
ve daha sonra T. Parsons çizgisinde gelişen fonksiyonalist sosyoloji
bütün toplumların cinsiyet rollerinin farklılaşmasını güçlendirmek
istediğini, aileyi koruyucu düzenler geliştirdiğini ortaya koymaya
çalışmıştır (Amman, 2012:39).
Bu açıdan bakıldığında İslam dini de aileye, toplumun sağlıklı bir şekilde
ayakta durmasının kaçınılmaz bir şartı ve insanın sosyal hayatının
esaslarından biri olarak bakar ve aile düzenlemesini güven ve istikrarı
gerçekleştirmenin kaynaklarından biri olarak görür. Kur’an yasaları
aileye büyük önem vermekte onu, bütün insanlık ilişkilerini doğuran bir
çekirdek olarak telakki etmekte ve bununla ailenin konumunu ve sağlıklı
bir toplumun inşasında oynadığı aktif rolünü takdir etmektedir (Haşşab,
2010:56).
Yine İslam dini aileyi, insanlar tarafından kurulan ilk sosyal kurum
(Doğan, 2003:47) ve toplumun en temel öğelerinden birisi olarak kabul
ettiği için, aileyi korumak için bir takım ahlaki prensipler getirmiştir.
Kur’an çift cinsin bütün her şeyde faaliyet halinde olan evrensel bir
kanun olduğunu belirtmiş (Zariyat:49), hem kadınlara hem de erkeklere
gözlerini haramdan korumaları, namus ve iffetlerini esirgemeleri
konusunda emirler verniş (Nur:30-31), aile bağlarında önemli bir tahribat
yapan zinayı hem erkeklere hem de kadınlara yasaklamış (İsra:32),
ailenin ahlaki boyutu içinde herhangi namuslu bir kadına zina isnadında
bulunup da dört şahitle ispat edemeyenlerin Allah’ın lanetine
uğrayacakları, ailenin çözülmemesi için eşlerin birbirlerinin ve
çocuklarının kusurlarını örtmeleri istenmekte (Teğabun:14), çocukların
rızık endişesiyle öldürülmemesi (İsra:31), çocukların titiz bir terbiye ile
eğitilmeleri (Tahrim:6) istenmektedir. Kur’an-ı Kerim, insanlığın ilk
ailesinin, Hz. Adem ve Havva’dan meydana geldiğini ve onları cennete
koyduğunu (Bakara:35), Adem, Nuh ve İbrahim ailesinin seçilmiş aileler
olduğunu ve diğer ailelerden üstün olduğunu (Ali İmran:33) haber
vererek geçmişteki örnek ailelerden bahsetmiş ve aile kurumuna müspet
dünya görüşü doğrultusunda çok önemli bir yer vermiştir.
440
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
2. İslam Öncesi Arap Toplum Yapısında Kadının Konumu
İslami araştırmalarda genellikle Cahiliye döneminden başlamak bir
gelenek olmuştur. Hz. Ömer’in “Cahiliyeyi bilmeyen İslam’ı bilmez”(
Hizmetli, 2011:128) şeklinde rivayet edilen sözü de bu geleneğin ne
kadar isabetli bir çalışma yöntemi olduğunu göstermektedir. Arapların
cahiliye dönemindeki aile yapısının ortaya konulması ve İslam’ın doğuş
yeri olan Arabistan’daki durum, İslam’ın gerçekleştirdiği dönüşümü ve
değişimi kavrayabilmek, onunla birlikte kadının konumunda ne gibi
değişiklikler olduğunu fark edebilmemizi ve anlayabilmemizi sağlaması
bakımından gerekli olmaktadır. Arap toplumu, hem İslam’ın içinde
doğup yayıldığı hem de kadın konusundaki ilk İslami yorum ve
uygulamaların yapıldığı çevre olması açısından önemlidir. Kadınların
erkek merkezli cahiliye toplumu içinde ikinci derecede bir yere sahip
olduklarını söylememiz yanlış olmaz (Apak, 2012:68). Bunda büyük
çoğunluğu itibariyle göçebe bir hayat sürmenin de rolü vardır. Çöl şartları
içinde sık sık yer değiştirmek zorunda kalan, zaman zaman diğer
kabilelere baskın yapma ve ganimet elde etme mecburiyetinde bulunan
göçebe kabilelerin yaşantısında muharip sınıftan olmayan ve daha ziyade
tüketici olarak görülen kadının ikinci derecede bir role sahip olması
şaşırtıcı değildir. Bu konum bazen kadınların hayatını bile önemsiz hale
getirmiştir. Kız çocuklarının ailenin ve kabilenin imkanlarını
tüketmesinin önüne geçmek ya da kabileler arasındaki baskınlarda
yabancıların eline geçmesinin vereceği utançtan kurtulmak için nadiren
de olsa kendi ailesi tarafından öldürülmesi de bunun bir kanıtını teşkil
eder (Aydın, 2001:86).
Bu sebeplerden başka Arap insanı kız çocuğunun dogmasını uğursuzluk
saydığından, bazı kabileler onun doğumundan utanç duyduğu için, kimi
de fakirlik sebebiyle onu diri olarak toprağa gömerlerdi (Sıbai, 1969:20).
Onlara göre Allah, bir aileye kız çocuğu nasip etmişse, o Allah’ın bir
lutfu olarak değil gazabı olarak algılanırdı. Hatta hamile bir Arap
kadınının doğumuna yakın zamanlarda gözlerinin önüne bir çukur kazılır,
şayet doğan çocuk kız ise bu çukur o çocuğun mezarı olurdu (Erbay,
2000:47). Bu adet toplumun tamamında uygulanmıyordu, bazı kabilelere
mahsus bir adettir. Kureyş ise bu adeti uygulamayan bir kabileydi. Arap
insanı, kızını toprağa gömmekle kalmaz, bir köle gibi satar, dilerse bir ev
hayvanıyla değiş tokuş ederdi (Ağaoğlu, 2010: 26).
İslam öncesi Arap Yarımadası’nda yaşama hakkı elinden alınan
kadınların sosyal hayatta birçok hakkı kısıtlanmıştı. Toplumda pek
değerleri yoktu. Genelde mirastan mahrum edilir, evliliğine ailesi karar
verirdi. Boşanma hakkı hiçbir kurala bağlı olmaksızın erkeğe aitti,
441
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
kocasının onu öldürmesini önleyecek bir nizam mevcut değildi.
Kadınların aile ve toplum içindeki konumlarına gelince, burada da bir
erkek hegemonyasının hakim olduğu gözlemlemekteyiz. Bununla
birlikte, bu dönemde şehirli kadının sosyal ve ekonomik durumu göçebe
kabilelerine nispetle daha iyi durumdaydı. Şehirli kadın toplum içinde
etkin bir yere sahiptir, mallarını bizzat yahut bir ortak vasıtasıyla
işletebilirdi (Sıbai, 1969: 20).
Aynı şekilde tarihte kadının doğuştan “eksik insan” olduğunu iddia
ederek onu rasyonel akıl yürütme alanının dışına atan Aristotales’ten
(Berktay, 2010:28) ve onun görüşlerini devralarak daha da derinleştiren
Yahudi ve Hıristiyan toplumlarda kadın “kötülüklerin kapısı, insanın
cennetten kovulmasına sebep olan şeytanın arkadaşı ve insan olup
olmadığı bile tartışmalı bulunan bir yaratık” olarak değerlendirilmiştir.
Bu anlayışa göre, Adem’in cennetten çıkartılmasından Havva ve onun
şahsında tüm dünya kadınları sorumludur. Adem’in yasak ağacın
meyvesinden yemesine Havva’nın sebep olduğu iddiasıyla Adem masum
sayılmış, Havva ise günahkar kabul edilmiştir (Yılmaz, 2007:109).
3. İslam’ın Gelişinden Sonra Kadının Konumu
Kız çocuklarına karşı sergilenen olumsuz tutum ve kötü muamele
Kur’an’ın indiği toplumun belirgin davranış biçimlerinden birisidir.
İnsanları hem inanç hem de davranış açısından eğitmeyi ve düzeltmeyi
amaçlayan Kur’an, kız çocuklarına yapılan kötü muameleyi ortadan
kaldırmaya, kızlara iyi davranma konusunda zihinleri eğitmeye, kız
çocukları hakkındaki kalıp yargıları değiştirmeye çalışmıştır. Kur’an,
öncelikli olarak Arap toplumunda kız çocuklarına yapılan kötü
muameleyi, insanların kız çocukları karşısında sergiledikleri kötü tavırları
tasvir etmiştir (Kasapoğlu, 2005: 81).
Onlardan birine bir kız evladının doğumu haber verildiğinde, keder ve
hayal kırıklığını saklamaya çalışırken yüzü kapkara kesilir; utancından
insanlardan gizlenir ve o çocuğu utanç içinde hanesinde tutsun mu yoksa
toprağa mı atsın diye düşünür durur. Onların hükmü ne de kötüdür.(
Nahl:59)
Kur’an, her şeyden önce bütün toplumlarda var olan bir uzlaşmaz
karşıtlığı içerisindeki kadın/erkek diyalektiğini, toplumlardaki kadınlık ve
erkeklik kalıplarını
belirleyen
sembollerin neden oldukları
hiyerarşik/eşitsiz ilişkileri yıkmak için kadını, kadın-erkek ikilemine
indirgemeksizin insan olması temelinde ele alır. Kadın ve erkeğin
442
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
yaratılış niteliklerini dikkate alarak hak ve sorumlulukları belirler.
Bireysel ve sosyal kimliğine vurgu yaparak toplumsal değişimin ve
istikrarın belirleyici kutuplarından biri kılar.
“ Mümin erkeklerle, mümin kadınlar birbirlerinin dostudur. Her ikisi de
iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı
verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler.( Tevbe: 71)
Kur’an’ın kadına cinsiyet ayrımcılığında bakmadığı aşağıdaki ayetlerde
de görülmektedir. İslam, kadın ve erkeği, birbirinin tıpkısı olan iki cins
değil, eşit ilişkilere sahip, farklı iki cins olarak görmektedir. Eşitlikçi
anlayışı benimseyen Kur’an, cinsler arası farklılıkları görmezlikten
gelmediği gibi bu farklılıkları bir cinsin diğerine üstünlüğünü sağlayan
özellikler olarak da telakki etmeyerek cinslerin birbirinin eksikliklerini
tamamladığını ve her birinin farklı özelliklerinin kendi içinde değerli
olduğunu savunan tamamlayıcılık (Toker, 2009:152) yaklaşımlarını
birlikte ortaya koyarak o dönemde var olan ataerkil geleneği yıkmaya ve
bir insan varlığı olarak kadına adalet çerçevesi içerisinde özerklik/öznelik
vermeye çalıştığını anlamaktayız.
“Ey insanlar, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız
için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız
takvaca üstün olanınızdır (Hucurat:13).
Yukarıdaki ayetlere genel olarak bakıldığında Kur’an,
kadının
tinselliğini, zihinsel yaşamını, dünya kurucu fiziksel etkinliğini zorunlu
olarak engellediği bir kültürü eleştirerek kadınlar için yeni anlam
dünyaları inşa etmeye çalışmaktadır. Kur’an her şeyden önce erkeklerin
kendilerini egemen özne olarak olumlamalarını sağlayan biyolojik
ayrıcalıklara karşılık kadınların biyolojik özelliklerini de sıralayarak
kadın ve erkeğin birlikte var olduklarını söylemektedir.
a. Kadının Sosyal Statüsü
Sosyal hayatın en önemli kurumlarından birisi olan aile kurumu ve onun
teşekkülünü hazırlayan kadın konusunda İslam dini çok açık bir tavır
sergilemektedir. Öncelikle Kur’an kadın ve erkek cinsi için “insanlar”
ismini kullanmakta (İbrahim:1) ve kadını, müminler topluluğunun bir
üyesi olarak kabul etmektedir. Bunun için İslam’da kadın ikinci sınıf
değil, birinci sınıf bir vatandaş olarak benimsenir.
“Sizi tek bir candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini
yaratan O’dur (Araf:189, Nisa:1, Zümer:6, Nahl:72)”.
443
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
İnsanın başlangıcından bahseden Kur’an ayetlerinde, kadın ile erkek
cinsiyet farklılığına herhangi bir fazilet tanınmış değildir. Önce tek nefis
yaratan Tanrı, sonra ondan eşini yaratmış, sonrada bu ikisinden pek çok
erkek ve kadın türetmiştir.
“Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve
ikisinden birden çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden
sakının (Nisa:1)”.
İslam dini, aralarında doğal olarak bazı fizyolojik ve psikolojik
farklılıklar bulanan kadın ile erkeği insan olmaları bakımından eşit (Hac
:5; Secde :9), değişik rolleri yönüyle de birbirini tamamlayan varlıklar
(Bakara:178) olarak kabul eder. Akıl melekesiyle donatılan her iki cins de
Allah’ın emir ve yasaklarına uyup kulluk görevini yerine getirmekten
sorumlu tutulmaktadır (Zariyat:56; Tevbe:71–72). İslam inancına göre
sosyal hayat, kadın ile erkeğin birlikteliğiyle devam eden bir süreç olup
cinsiyet farklılığı Allah’ın bir hikmetidir. Dolayısıyla bu süreçte herkes
yaptığı eylemlerle değerlendirilecektir (Ali İmran:195).
İslam’ın kadın hakları ve aile hukuku için getirdiği prensipler, gerek
kadının toplumdaki değeri, gerek ailenin ahlaki ve sosyal boyutu ve
gerekse, sosyal ve hukuki statüsü yönünden açık bir şekilde kadının
lehinde görünmektedir. Ancak sorun şudur ki, teorik İslam’daki kadının
yerinin, pratik İslam’da fazla uygulama alanı bulamamış olmasıdır.
Teorik İslam’ın ve bu İslam’a en uygun tatbikatların olduğu Hz.
Peygamber döneminde kadının toplumda işgal ettiği mevki, zaman içinde
hızını kaybetmiş, İslam medeniyetinin gelişim süreci içinde, kadın,
Müslüman toplumun dışına itilmiştir. Hz. Peygamber döneminde,
İslam’ın, bir insan olarak erkeğe tanıdığı; hayat, mülkiyet, tasarruf,
kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme, mesken
dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti,
evlenme ve aile kurma, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim
teminatı ve siyasi haklar gibi temel hakları kadınlara da aynı oranda
vermiştir. İslam’ın ilk yıllarında, Hz. Peygamberin eğitim-öğretim için
kadınlara ayrıca zaman ayırdığı, durumu müsait olan kadınların Cuma ve
bayram namazı da dahil olmak üzere bütün namazlara katıldıkları,
Müslüman kadınların Hz. Peygamber’in evine giderek onunla sohbet
ettikleri, kadınların Hz. Peygamber’le çok rahat konuştukları ve çokça
soru sordukları, hakimlik ve diğer devlet memurluğu görevlerinde
bulunabildikleri, siyasi mücadele sahasında kendini gösterebildikleri,
peygamberle tartıştıkları (Mücadele:1), devrin halifelerinden hesap
sordukları, kamu hizmetlerinde görev aldıkları, savaşlarda tıbbi
hizmetler, lojistik destek ve çarpışmaya katılma gibi aktif görevlerde
444
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
bulundukları da gelen bilgiler arasındadır (Gürhan, 2010:65). Bütün
bunları dikkate aldığımızda din, teoride ve pratikte farklı olabilmekte;
yani farklı toplumsal ve tarihsel bağlamlarda insanlar tarafından hem
algılanışı hem de uygulanışı farklı olabilmektedir. Çiftçi’nin deyimiyle
toplumlar,“kendi kültürel tarihselliklerini metinlere taşımışlardır”
(Çiftçi: 2009:88). Bu nedenle dinsel ideolojilerin farklı tarihsel/ toplumsal
koşullarda farklı biçimlerde dine eklemlenebileceğini ve dolayısıyla
değişik uygulamalara yol açabileceğini göz ardı etmemek gerekmektedir.
Ayrıca Irigaray’ın belirttiği gibi inanç, her zaman kimliği ve sorumluluğu
yok etmemekte (İrigaray, 2006: 27), onları pekiştirici ve inşa edici
rollerde yüklemektedir.
b. Çok Evlilik
İslam öncesi Arap toplumunda erkeğin sosyal ve ekonomik durumuyla
alakalı olarak çok eşlilik ya da çok kadınla evliliğin yaygın olması
(Öztürk, 2013:40) Kur’an’ın bu konuyla ilgili olarak bir düzenlemeye
gittiğini göstermektedir. Kur’an, birden fazla kadınla evlenme
meselesinde, “ Eğer yetimlerin haklarına riayet edememekten
korkarsanız beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık
yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz ile
yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Nisa:3)”
Görüldüğü gibi Kur’an, en çok dört kadınla evlenebileceğini söylemek
suretiyle belli bir sınırlama getirmekte ve genellikle Arabistan’da çok
düşük bir seviyede olan kadının durumunu düzeltmek için birtakım
hükümler ortaya koymasına rağmen, çok evlilik müessesini hukuken
kabul etmektedir. Ancak Kur’an bizi uyararak demektedir ki, kadınlar
arasında adaleti asla temin edemezsiniz ve eğer adaleti teminden
korkarsanız, yalnız bir kadınla evleniniz. Zaten yukarıda belirtilen ayetin
bir öncesinde de “yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin,
onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin, çünkü bu, büyük bir
günahtır (Nisa:2).” Kur’an, o dönemde sık sık meydana gelen savaşların
sonucunda öksüz kalan kız ve erkek çocuklarını büyütmeyi üstlenen
velileri, onların mal ve servetlerini kullanmakta doğruluktan ayrılmakla
suçlamaktadır. Bu ayetler bize çok evlenme sorununun öksüz kızların söz
konusu olduğu bir ortam içerisinde çıktığını göstermektedir (Rahman,
1996-a:103). Dolayısıyla da çok-eşli evlilik izninin, esas olarak, öksüz
kızlara muamelede karşılaşılan problemler çerçevesinde verildiği
görülmektedir.
445
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
Geleneksel İslam yorumcuları, çok evliliğe izin veren “izin cümlesinin”
hukuki bir ağırlığının ve adaletin temin edilme isteğinin önemli olduğunu
ancak erkeğin vicdanına bırakılmasını ön plana çıkartırlarken, çağdaş
Müslümanlar, bu konuda önceliği adaletin teminine verip, bunun da erkek
tarafından sağlanamayacağını kabul ederek çok evliliğe izin verilmesinin
geçici ve sınırlı bir gaye için olduğunu benimsemektedirler. Fazlur
Rahman’ın bu konuda söyledikleri ise bizim için önemli olmaktadır. O
şöyle demektedir: “Gerçek şudur ki, çok evliliği tek bir darbede hukuki
olarak kaldırmak mümkün olmadığı için, getirilen kısıtlamalar, toplumun
yönelmesi arzu edilen ahlaki mefkure mahiyetinde iken, çok evliliğe
verilen izin ise, hukuki bir düzeydedir”(Rahman, 1996-a:102).
Bu da demektir ki, birden çok kadınla evlenme fiilen yasaklanmıştır.
Burada “erkeklerin, kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da
erkekler üzerinde hakları vardır (Bakara:228).” anlamındaki ayete
dayanarak Kur’an’a göre kadın ve erkeğin tam anlamıyla eşit olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak İslam’ın kadın konusundaki görüşlerini tenkit
edenler “ fakat erkeklerin kadınlardan bir üstün dereceleri vardır”
şeklinde devam eden ayeti göstererek İslam’ın kadını erkeklerden aşağı
tuttuğunu iddia etmektedir. Ancak bunların ihmal ettiği önemli nokta,
Kur’an’ın, Allah’ın ezeli kelamı olmakla beraber yine de öncelikle belli
bir sosyal yapıya sahip olan muayyen bir topluma hitabettiğidir. Kabile
yapısına sahip toplumlarda olduğu gibi, Araplar da toplumsal ve kolektif
davranışlarında geleneklerine çok bağlı idiler ve örnek olarak belirlenen
bir davranış onlar için kutsal sayılıyordu. Arapların bu örf ve adetlerine
bağlı gelenekçi insanlıkları atalarından miras aldıkları milli ve manevi
değerlere, ahlaki esaslara bağlı olmalarına neden olmuştur. Şu ayetler
Arapların gelenekçiliğine işaret etmektedir.
“ Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar:
“Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya
atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler.(
Bakara, 170)
Hayır, sadece: “Biz babalarımızı bir yol üzerinde bulduk, biz de onların
izinde gidiyoruz” dediler.( Zuhruf, 22)
Onlara: “ Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denildiğinde, “
atalarımızı bunun üzerinde bulduk” Allah da bize bunu emretti derler (
Araf, 28)
Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Kur’an’ın indiği Arap toplumu
geleneklerini öyle kolayca terk edecek bir toplum değildi. Kur’an’da
toplumsal yapı içerisinde fertler, iradesiz varlıklar olarak değil, aksine
446
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
kendi kaderlerinde olduğu gibi toplumsal bağlamda da etkin özneler
olarak tanımlandıklarından (Çelik, 2003:133) Allah’ın onların toplumsal
işleyişlerini hemencecik değiştirmesi söz konusu olamazdı. Çünkü çok
evlilik, dönemin Arap toplumunda çok yaygın ve herkesin benimsediği
normal bir hayat tarzıydı. Çok eşliliğe alışmış bir topluluk için
poligamiden monogamiye geçiş, topluluğun çeşitli zorluklarla karşı
karşıya kalması demektir. Sosyolojik açıdan ifade edilecek olursa, bu
toplum ancak o kadar ileri götürülebilirdi, daha fazla değil. Eğer Hz.
Peygamber, uygulanması imkansız yüksek ahlaki formüller ortaya atma
yolunu seçmek isteseydi, bunu pekala yapabilirdi. Fakat bu takdirde O,
bir toplum kuramazdı.
“Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer
kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz çevrenden dağılır giderlerdi.
Öyleyse onları bağışla ve yargılanmalarını dile. İşler hakkında onlarla
müşavere et. Bir kerre de azmettin mi artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak
Allah, tevekkül edenleri sever (Al-i İmran:159)”
Bu ayette geçen “kaba ve katı kalpli davransaydın çevrenden dağılıp
giderlerdi” ifadesi Allah’ın topluma müdahale ederken bile toplumların
kendi değerlerine önem verdiğini göstermektedir. Çok evlilik gibi
Arapların ruhuna sinmiş ve yerleşmiş ve onlar bu halde iken: “çok evliliği
terk edin” gibi bir emir ilk anda emredilmiş olsaydı, belki de onların
hemen bundan vazgeçmeleri mümkün olmayacaktı. Çünkü onların
senelerdir yapageldikleri bu adet, onlarca adeta zaruri ihtiyaç
kategorisindeydi. Bu derece önemli olan bir şeyi bırakıp terk etmek, güç
olacaktı. O halde hem hukuki hem de ahlaki yaklaşım aynı derece
gerekliydi. Dolayısıyla da şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an, hukuk açısından
dört kadınla evlenmeyi kabul etmekte, kadınların içinde bulundukları
durumu geniş ölçüde düzeltecek şartları ortaya koymakta ise de ahlaki
açıdan Müslümanlardan tek bir kadınla evlenmelerini istemiştir
diyebiliriz. Ancak Müslümanların Kur’an’ın ortaya koyduğu yol gösterici
istikametleri gözetmemeleri ve gerçekte onun amaçlarına ket vurmaları
kadın konusunun toplum içerisinde yanlış anlaşılmasına yol açmıştır
(Rahman, 1996-b: 322). Buna göre Fazlur Rahman, kutsal metin yani
Kuran’daki erkek üstünlüğüne ilişkin bazı ifadeleri o günün Arap
toplumunun sosyo-ekonomik yapısının gerektirdiği bir zorunluluk
çerçevesinde yorumlamakta, metnin açık anlamından ziyade gizli ya da
açık toplumsal hedefi üzerinde yoğunlaşılması gerektiğine inanmaktadır.
Toplumsal değişme açısından yeterli bir zemin oluşturmaksızın yeni
radikal yasalar koymak, bu toplumsal değişmeyi gerçekleştirme yolunda
ancak sınırlı ölçüde başarılı kılabilmeyi sağlayacaktır (Rahman,
447
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
1999:152). Zaten Kur’an’ın getirdiği yeniliklerin toplumsal yönü
sosyolojik açıdan incelendiğinde görülmektedir ki, ilk olarak büyük çapta
bir sosyal değişme meydana getirmeden önce, ortam bu yönde çok iyi
hazırlanmış (faizin ve içkinin yasaklanması meselesine bakılabilir), ikinci
olarak da gelen ayetlerin tarihsel bir bağlamının olduğudur. Bu bakımdan
toplumların yapısal özelliklerini dikkate alan Kur’an gibi dini bir kitabı,
Fazlur Rahman’ın deyimiyle gramer ve hitabet süprüntüleri altında
gömülü bırakmamak gerekir (Rahman, 1996-c: 107). Bu anlamda İslam,
farklı sosyal olgular ve durumlardan dolayı yavaş yavaş gerçekleşmesi
gereken normların ve ideallerin adıdır (Rahman, 1995:195). Çünkü İslam,
başlangıcından itibaren, sadece bir din olarak hareket etmeyip, aynı
zamanda Müslümanların toplumsal, hukuksal ve siyasal kurumlarını da
yönlendirmiştir.
c. Erkek ve Kadınların Doğal Eşitliği
Kadın ve erkek arasındaki ilişkiye dinsel metinler üzerinden bakıldığında
çözümü zor sorunlarla karşılaşmaktayız. Özellikle de dinsel metinlerin
farklı farklı yorumlanması ve bu metinlerin erkeklerle kadınlar arasında
ayrımcılık yapan, kadınların özgün bireyselliğini tanımayan ve bu
ayrımcılığın da kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı
düşüncesine dayandırılması bir problem olarak önümüzde durmaktadır.
Kadının yaratılışı ile ilgili geleneksel anlatılar cinsiyetçiliğin temelini
oluşturmaktadır. Kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı
şeklindeki dini kaynaklara atıfla aktarılan söylem(Razi, 1988:387), erkeği
temel insan sınıfında, kadını ise onun ikincil bir yaratımı olarak
göstermektedir. Bu söylem, kadını erkeğe göre daha az insan yapan ve
erkeğe hizmet etmek için yaratıldığına inanan anlayışın temelinde yatan
nedenlerden biridir. Kadının Adem’in kaburgasından yaratıldığı miti,
binlerce yıldır, kadının aşağı konumuna tanrısal dayanak olarak
alınmıştır. Kitabı Mukaddes’te tanrının Adem’e tüm insanlar üzerinde
egemenlik bahşettiği, dolayısıyla da kadınların erkeklere tabi olduğu ve
kadınların her durumda erkeklerden, kız kardeşlerin erkek kardeşlerden,
kadınlar kocalarından, prensesler prenslerden daha aşağıdadır. Ayrıca,
babanın “doğal” otoritesi Hıristiyan simgeciliğinin merkezinde yer alan
Tanrı Baba fikrinden ilham almıştır. Üreme erkeğin etkin, kadının ise
“yalnızca edilgen bir kap olduğu” inancına dayanmakta; çocuk erkeğin
tohumunun bir ürünü olarak görülmektedir. İnsanlar arası eşitsizlik,
otoritenin mutlak önceliği olarak görüldüğünden baba, çocukların
üzerinde mutlak egemenlik kurma hakkına sahip olmaktadır.
Bu
448
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
anlamda babanın otoritesi tanrı buyruğuyla örtük bir bağ içerisindedir.
Buna göre ataerkil kavramı, ölüm, doğum, günahlardan arınma, yeniden
diriliş gibi ilksel mitlerle bağlantılıdır (Öztürk, 2012:79). Bütün bunlar
dikkate alındığında Hıristiyanlıkta kadınların erkeklere tabiyeti tanrısal ve
yasal bir norm olarak görülmüştür.
Kur’an-ı Kerim’in yaratılışla ilgili ayetleri ise şöyledir: “Ey insanlar, sizi
bir tek mahiyetten (nefisten) yaratan ondan eşini var eden, her ikisinden
pek çok kadın ve erkek yaratan Rabbinize saygılı olun (Nisa:1)”.
“Sizi tek bir nefisten yarattı, ondan eşini meydana getirdi (Zümer: 6)”.
Kur’an’da yaratılışın teferruattan uzak anlatımı müfessirleri bu ayetlerin
açıklanıp yorumlanmasında zorlamış, kıssacılığın egemen olduğu bir
dönemde olayın Kitab-ı Mukaddes ve mitoloji geleneğinde ele alınıp
yorumlanmasına ve cinsiyet kimliği konusunda sahip olduğu zihniyeti ve
kültürü yansıtan açıklamalara gidilmiştir. Yukarıdaki ayetin klasik
geleneksel tefsirlerdeki açıklaması (Kurtubi, 1985:301-302) ile çağdaş
diyebileceğimiz yorumları ( Ateş, 1989:188-190) arasındaki farklara
bakıldığında durumun böyle olduğu anlaşılmaktadır. Geleneksel
yorumlarda kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış, erkek için
yaratılmış, ilk günahı işleten bir fitne unsuru, aklı ve dini yarım, dünyada
ve ahirette erkekle eşdeğer olmayacak insan konumundadır (Şekerci,
2011:47). Bu bakımdan İslam Hukuku ve Hadis külliyatında,
cinsiyetlerin fitri eşitsizliğini ıspatlamayı amaçlayan iddialar, Müslüman
kadınların geleneksel olarak ve çoğunun da hala maruz kaldığı
mahrumiyetler, bir çok farklı kültürel geleneklerin nüfuzuyla asırlardır
İslam dünyasında oluşan bir toplumsal çevrenin ürünü olarak kabul
edilmelidir (Özdeş, 2005:97). Bu yoksunlukların bazıları hukuksal
olmakla birlikte, büyük ölçüde Kur’an’ın ahlaki öğretilerinden ziyade
toplumsal mizaçların bir sonucu olduğu gerçeğidir. Zaten İslam hukuku,
Kur’ani normlardan bir çok sapmaya rağmen, özellikle örf ve adetlerin
etkisi altında, tedvin edilişinin başlangıcından itibaren zaruret ve
maslahat(kamu yararı) ilkelerinin toplum için vazgeçilmez bir öneme
sahip olduklarını kabul etmiştir.
İnsanlar içine doğdukları kültürün kodlarını, o kültüre uygun biçimde
nasıl davranmaları gerektiğini, ahlaki doğru ve yanlışları ve dinsel
gereklilikleri, doğdukları andan itibaren öğrenmeye başlarlar. Bu
bakımdan toplumsal roller ve dolayısıyla cinsiyetlere göre rol dağılımları
ve cinsiyet algıları, öznenin hayatı tecrübe etme ve öğrenme sürecinde,
olduğu gibi kabul ettikleri arasındadır (Kılıç, 2010:85). Hepimiz dünyaya
bir takım özellikler taşıyarak geliriz: Gözlerimizin rengi, saçımızın cinsi,
449
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
cinsiyetimiz, hormon dengelerimiz, zihinsel, duygusal eğilimlerimiz,
yeteneklerimiz farklıdır. Ama bu özelliklerin, eğilimlerin ve yeteneklerin
biçimlendirilmesi ve onlara değer biçilmesi tarihsel ve toplumsal
koşulların ürünüdür. Bu tarihsel, toplumsal ve kültürel koşulları
yapılandıran şey ise, erkek cinsi ile kadın cinsi arasındaki tahakküm
ilişkisi, kadını ikinci konumda tutan hiyerarşidir. Burada sorun, biyolojik
erkek cinsiyeti değil, toplumsal bir konum olarak erkek egemenliğidir
(Direk, 2010:36).
İslam Peygamberi yaşadığı dönemde, tebliğ ettiği değerler gereğince,
erkek egemen sistemin hüküm sürdüğü ve dişil olanın ezildiği bir ortamı,
kadınlar lehine değiştirmek için çabaladı. Ancak bu çabaları, onun
vefatından sonra zaman içinde pek çoklarınca unutuldu veya yorumlarla
değiştirilmek istendi. Peygamber adına kadınlar aleyhine söylenen
hadisler, kadının toplumda görünür olmasını ve sesini duyurmasını
istemeyenlerce uyduruldular veya erkek egemen düşünme alışkanlığıyla
taraflı yorumlandılar (Tuksal, 2000:9). Buradan hareketle söyleyebiliriz
ki, kadın-erkek ayrımının temeli, iktidarın kendi gücünü yaratma, koruma
ve perçinleme hedefine dayanmaktadır (Butler, 2008:67). Bu bakımdan
toplumda kadınlarla erkekler arasındaki ilişkileri belirleyenin erkeğin
Kur’an’dan ve Tanrıdan aldığı güçle kurduğu tahakkümla değil,
Weber’in kavramlaştırdığı egemenlik ve boyun eğme ilişkisiyle
açıklayabiliriz. Ataerkil bir toplumda kadın, kimliğin oluşumu ve fark
edilişi bakımından hep öteki olarak temsil edilir, dahası bu kimliğe
sürekli bir gözdağı verilmesi söz konusudur ve böylece cinsel ayırım,
ötekinin ancak bastırıldığında hoş görüldüğü bir iktidar yapısı meydana
getirilerek erkek egemenliğinin sürdürülür (Sarup, 2004:160). Bir başka
söylemle ataerkil toplumsal beden, farklılığı dışlayarak kendini hiyerarşik
olarak kurar. M. Weber geleneksel otorite biçimlerini modern büroktatik
otorite biçimleriyle karşılaştırarak ele almış; ataerkilliği en yalınkat,
geleneksel egemenlik biçimi olarak nitelendirmiştir. Weber’e göre
ataerkillik, hem ekonomik hem de akrabalık temelinde örgütlenmiş bir
haneyi ya da grubu, belirli bir kalıtsal hukuk gereğince belirlenmiş tekil
bir bireyin yönetmesidir (Weber, 1995:337). Ataerkil hanelerde efendinin
otoritesi, hane içinde egemenlik tahakküm ilişkisi, erkeğin normal
fiziksel ve entelektüel üstünlüğü karşısında kadınların bağımlı
kılınmasından doğar. Ataerkil toplum yapısında bireyin toplumsal
konumu bireysel seçimle ilgisi olamayan, yaratılışla kutsal bir biçimde
atanan bir örüntü sergilemektedir. Erkek üstünlüğü tanrısal buyruk değil,
doğal yaratılıştan kaynaklanmaktadır. Ataerkil ilişkiyi göklerden yere
indirerek, ona doğal, rasyonel bir nitelik kazandırmıştır.
450
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
Kur’an’ın kadın konusundaki öğretisi, İslam öncesi Arap toplumunun
güçlü tabakaları tarafından suistimal edilen yetimler, esirler, fakirler,
kadınlar gibi toplumun daha zayıf katmanlarının durumunu düzeltme ve
güçlendirme gayretinin bir parçasıdır. O toplumda bir kadın hayata
genellikle korkunç bir tehlike ile başlıyordu. Birçok Arap kabilesinde kız
çocukları fakirlik veya onur sebebiyle diri diri toprağa gömülmekteydi.
Birçok putperest, kız çocuk katlinin tanrılar tarafından tasvip edildiğine
inanıyordu. Genel kanaate göre kız çocuğu, aileye gelmesi hoş
karşılanmayan bir sığıntı, bir fazlalık idi ( Nahl: 59).
İşte Kur’an toplumdaki cinsiyete dayalı bu eşitsizliği düzeltmek için bir
takım düzenlemelere gitmiştir. Öncelikle Kur’an karı-koca ilişkisinden,
genellikle, “sevgi ve merhamet” ilişkisi olarak bahseder ve kadının erkek
için bir manevi destek olduğunu belirtir
“Sizi nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış
olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da onun ayetlerindendir (
Rum:21).
O, karı kocanın birbirlerine desteklerini şöyle tasvir eder:
“Onlar(hanımlarınız) sizin elbiselerinizdir ve siz de onların
elbiselerisiniz (Bakara: 187).” Buradaki elbiseler, kişinin zayıflık ve
kusurlarını örten bir şey anlamındadır.
Kur’an-ı Kerim cinsiyetleri ayırma ve aynı zamanda bir konum sembolü
işlevi gören ne çarşafı ne de kadın ve erkeklerin mekansal olarak ayrı
tutulmasını savunur. Yerel, geleneksel ve kültürel bir olguyu İslam’ın
kadına uygun gördüğü örtünme biçimi, hatta kadının iffetini korumasının
dini bir tarzı olarak görmek Kur’an üzerinden kendi kültürel değerlerini
benimsetmek olacaktır. Çünkü Kur’an cinsel iffet üzerinde ısrar eder.
Peçe kadının yüzünü, çarşaf da onun bedenini toplumsal olarak inkar
etmek anlamına geleceğinden ikisi birlikte kadının ötekileşmesini
sağlayacak (Güler, 2011: 122) bir mekanizmaya dönüşecektir ki, bu da
Kur’an’ın kadın tasavvuruna ters olacaktır. Zaten tarihsel olarak ne Hz.
Peygamber döneminde çarşaf ne de Müslüman toplumların daha sonra
geliştirdikleri şekilde mutlak bir haremlik-selamlık vardı. Kur’an-ı
Kerim, İslam’da daha sonraları geliştiği haliyle, böyle bir haremlikselamlık ayırımını vaz’etmemiştir. O, sadece, iki cinsin birlikte
bulunduğu hallerde, erkek ve kadınların iffetlerini korumalarını tavsiye
eder (Nur: 30-31). Fazlur Rahman’a göre Kur’an’ın bu tenbihi göz önüne
alındığında, İslam toplumlarında daha sonra yerleşmiş olan iki cinsiyetin
ayrılması veya kadının gizlenmesi adı verilen türde cinsiyetlerin
ayrılması gibi bir şeyin mevcut olamayacağı, bunun muhtemelen
451
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
sekizinci yüzyılda İran’ın fethiyle bu ülkeden gelen etkilerle ve Irak’ta
nüfusun karışmasıyla başladığı ortaya çıkacaktır (Rahman, 1997:80).
Gerçekten, Kur’an iffet hususunda söyledikleri (Nur:31) bunların
olmadığına işaret eder. Eğer cinsiyetlerin ayrı tutulması diye bir şey söz
konusu olsaydı, erkek ve kadınların iffetle davranmalarını istemenin
herhangi bir manası olmazdı. Kur’an bireysel olarak erkek ve kadının
fazilet ve dinde eşit olduklarından bahsederken, hadis külliyatında
kadınların akıl ve din açısından erkeklerden doğal olarak aşağıda
bulundukları ile ilgili rivayetler bulunmaktadır (Tuksal, 2000). Bu,
Kur’an’ın dindarlık ve dinsel değer açısından erkek ve kadının eşitliği
hususundaki ifadelerine tamamen zıttır.
Yine kadın-erkek eşitliği konusunda dile getirilen ve kadınların
erkeklerden daha aşağıda olduğuna delil getirilen diğer bir ayette
kadınların şahitliği meselesidir.
“Ey iman edenler, belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız
vakit onu yazın. Bir katip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir katip
Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi
olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu da) yazdırsın,
Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih
veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi
adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek
bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile –biri yanılırsa
diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın olsun”. Bu ayette vadeli
borçlanmada borcun yazılması ve bunu da iki erkek şahitle tescil edilmesi
istenmektedir. İki erkek şahit bulunmadığı takdirde bir erkek, iki kadın
şahit huzurunda borçlanmanın yapılması istenmektedir. Burada Kur’an-ın
kastettiği şuydu: Bu bir mali mesele olduğu ve kadınlar da, genellikle,
böyle meseleler ve işlerle meşgul olmadıkları için, eğer kadınlardan şahit
gösterilmek isteniyorsa, bir kadından ziyade iki kadının gösterilmesi ve
eğer mümkünse, en az bir erkeğin şahit tutulması daha sağlıklı olurdu. Bu
ayette kadının şahitliğinin erkeğinkinden daha az kıymetli sayılması,
kadının kadınlığından değil (Atay, 1997:26) kadının ticari işlerde
hafızasının daha zayıf olmasına bağlandığından, kadınlar bu konuda
alışkanlık kazanınca onların şahitliği de erkeklerinkine denk sayılabilir
(Rahman, 1996-a: 104). Zaten bu ayetin dışında kadının şahitliğinin
erkeğin şahitliğinin yarısı kadar olacak diye bir ifade de bulunmayıp,
kadın-erkek ayırımının yapılmadığı adaletli iki şahitten (Maide:106) veya
dört şahitten (Nisa:15) bahseden ayetler vardır. Dolayısıyla da burada
Kur’an’ın istediğinin, kadınlardan iki tanığın tanıklık etmesinin değil de,
adaletin gerçekleştirilmesi olduğu anlaşılacaktır (Rahman, 1995:195).
452
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
Cinsiyet sosyolojisi açısından ifade edersek, toplumlarda cinsiyet rolleri,
cinsiyetlere göre görev dağılımları, cinsiyet algıları ve tanımlamaları,
cinsiyetlere göre doğru ve yanlışlar, adet, gelenek, görenek ve
alışkanlıklar bütünü içerisinde kodlanarak nesilden nesile aktarılmaktadır.
Bu anlamda kadınların bedenleriyle yaşadıkları ilişkilerin, Cixous’unda
söylediği gibi kültürel olarak belirlendiğini söyleyebiliriz (Sarup,
2004:162). Her toplum bazı faaliyetlerin erkeğe, diğerlerinin ise kadına
ait olduğuna ilişkin düşünceye sahiptir. Bu doğrultuda, toplumda birlikte
çalışan sosyal kurumlar cinslere uygun faaliyetleri belirlemektedir.
Toplum tarafından beklenen cinsiyet rollerine uygun davranışları
göstermeyen birey, toplumca ayıplanır ve hatta dışlanabilir. Konuya bu
açıdan bakıldığında Kur’an ayetlerinin indiği toplum olan Arap
yarımadasında ataerkil bir toplum yapısının olması hasebiyle Kur’an’ın
böyle bir uygulamayı ortaya koymasında şaşılacak bir durumun olmadığı
ortadadır. Dolayısıyla da, toplumsal şartlar, sadece kadınların erkeklerle
eşit derecede eğitim aldıkları değil, iş ve mali muamelelerle daha aşina
hale geldikleri kadar değişirse, yasa da değişir (Rahman, 1999:137).
Kadınların ne kadar zihni yetenekleri gelişirse gelişsin, onların
mahkemedeki şehadeti erkeğinkinden değersizdir demek, Kur’an’ın
toplumsal değişimdeki hedeflerine insafsız bir hakarettir (Rahman, 1996c:84). Kur’an sosyolojisini dikkate aldığımızda, kadınlarla erkekler
arasında gündelik toplumsal ilişkilerde ortaya çıkan eşitsizlikler, doğumla
tanrıdan gelen kutsal ayırımların sonucu olmadığı ortadadır. Bu
eşitsizliklerin, kadınlarla erkekleri binlerce yıldır eşitsiz ilişkiler
içerisinde konumlandıran yapısallaşmış ataerkil sistemin ürünleri
olduklarını söyleyebiliriz.
d. Sosyo-Ekonomik Eşitsizlik Faktörleri
a. “Onlar (kadınlar) için kocalarına karşı, onlara yönelik vazifeleriyle
tamamen orantılı, haklar vardır; fakat erkekler kadınlardan bir derece
üstündür (Bakara:228)”. Bu ayet Kur’an bütünselliğinden uzak,
illeti/sebebi ortaya konulmadan ve lafızcı bir yaklaşımla ele alındığında
İslam’ın erkeğe daha fazla değer vererek cinsiyet ayrımcılığı yaptığı ve
bu durumu onayladığı anlamı çıkarılacaktır. Ancak bu ayet, “Allah’ın bir
kısmını diğerlerine (verdiği şeylerle) üstün kılmasıyla ve erkeklerin
mallarından harcamaları sebebiyle erkekler kadınlar üzerine
kavvamdırlar (Nisa:34).” ayeti ile açıklandığında durum kendiliğinden
anlaşılacaktır (Carullah, 1999:77). Yani, dinsel hayat dışında, toplumsal
alanda iki cinsin birbirine karşı hak ve vazifeleri tamamen eşit ise de,
erkekler, yine de, bir derece üstündür. Burada daha üstün ibaresi sadece
453
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
bir cinsiyetin diğerine göre değil, bazı insanların diğer bazılarına nazaran
mal ve mülk edinmede veya başka şeylerde daha iyi performansa sahip
olduğunu ima için kullanır. Yani erkeğin ontolojik üstünlüğü paralelinde
kadına hükmetmesi çerçevesinin yerine, genelde ekonomik durumun göz
önünde bulundurulması şeklinde bir sınırlandırma getirilmektedir. Bu da,
yerine göre erkekler gibi kadınların kavvamlığından da söz edilebileceği
anlamına gelmektedir (Toker, 2008:13).
Kur’an, sık sık bazı kimselerin servet, güç vs. yönlerde üstün olduklarını
söylemektedir. Ancak bu üstünlük “tabii bir üstünlük” olmayıp, şe’ni
yani “görev yönünden üstünlük”tür. Kur’an tabii üstünlüğü
reddetmekte, tabiatı yönüyle veya mahiyet itibariyle bütün insanların eşit
olduğunu söyleyerek bunun kötü bir yol olduğunu belirtir. Yani insan
olarak herkes eşittir. Dolayısıyla üstünlük sadece fazilet, yani insanın
ortaya koyduğu ve yaptığı iyi işler yönüyle olur. Çiftçi’nin de belirttiği
gibi “Şe’ni üstünlük ise tamamen farklıdır. Askerlikte bir yüzbaşının, bir
ere olan üstünlüğü gibidir. Yüzbaşı hiçbir zaman insanlık yönüyle veya
asker olma cihetinde erden üstün olamaz. Ama görev yönüyle yüzbaşı
olduğu için erden üstündür. Bu üstünlük sadece fonksiyonel (yani şe’ni)
bir üstünlüktür. Eğer böyle bir üstünlük sıralaması olmasaydı askerlik,
fonksiyonunu kaybeder ve ordu diye bir şey olmazdı. Kur’an da aile
hayatı, fonksiyonunu kaybetmesin ve bir aile yuvası dağılmasın diye ev
için baş seçilmesi gerektiğini kabul etmiş ve bu görevi erkeğe vermiştir.”(
Rahman, 1996-b:105) Bundan dolayı Kur’an daki bu ibare, kişiler
arasında doğuştan bir eşitsizliğe göndermede bulunmaz. Kur’an
muhtemelen şunu söylemektedir: Erkekler, toplumsal olarak faal asıl
kişiler ve geçim sağlayıcılar oldukları için, ev harcamalarını ve kadınların
masraflarını karşılamakla tamamen sorumlu tutulmuşlardır. Dolayısıyla,
erkekler ekonomik faaliyetleri vasıtasıyla daha fazla hayat tecrübesi ve
ameli bilgi kazandıkları için kadınların işlerini idareyle görevlidirler. Bu
anlamda Kur'an’ın toplumsal cinsiyet ile biyolojik cinsiyeti birbirinden
ayırdığını görmekteyiz. Zaten günümüz cinsiyet sosyolojisinde toplumsal
cinsiyet ve biyolojik cinsiyet birbiriyle bağımlı ve fakat birbirinden farklı
kavramlar olarak ele alınmaktadır.
Yukarıdaki ayetin geleneksel yorumlarına baktığımızda kadın
sorunlarının temelinde büyük ölçüde toplumların sosyo-ekonomik
yapılarıyla da bağlantılı olarak ataerkil zihniyetin, erkek varlığını ve
haklarını önceleyen ya da merkeze alan, cinsiyet farklılığını ön plana
çıkaran bir anlayışın kadınlarla ilgili algı ve kabullerinin yattığını
görmekteyiz. Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetle açıklanamayan
sosyal sınıf, ataerkillik, siyaset ve toplumdaki üretim biçimiyle bağlantılı
454
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
bir anlama sahiptir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet, kadınlar ile erkekler
arasındaki farklılıkların toplumsal düzlemde kurulmuş yönlerine dikkat
çekmektedir. Bu anlamda kadınlık ve erkeklik farklılığının içeriği
kültürel açıdan belirlenmekte ve değişkenlik göstermektedir (Demirbilek,
2007:15). Yani doğuştan gelen kadın ve erkek cinsiyeti ile ilgili
özellikler, zamanla içinde yaşanılan toplumun kültürü tarafından
yorumlanarak yapılandırılır ve toplumun kadın ve erkekten beklentileri
de buna göre şekil alır. Ancak toplumun kadın ve erkek cinsiyetinden bu
beklentisi her toplumda farklılık göstermektedir. Biyolojik cinsiyetin
tersine, farklı kültürler temelinde ortaya çıkan toplumsal cinsiyet
anlayışları ve uygulamaları değişebilmekte ve değiştirilebilmektedir.
Kısacası toplumsal cinsiyeti her zaman içinde üretip süregeldiği siyasi ve
kültürel kesişme noktalarından ayırarak değerlendirmek imkansızlaşır
(Butler, 2008:46).
Bütün bu açıklamalar eşliğinde cinsiyet ekseninde günümüz toplumlarına
bakıldığında kadınların toplumsal bilinçlenmeleri, erkeklerin sahip
olduğu siyasal ve sosyal hakları elde etmek için örgütlenmeleri, mücadele
etmeleri, mülkiyet, eğitim ve siyaset haklarının kazanılması ve kamusal
alanların birçoğunda kadınların yer edinmeleri kamusal alanın cinsiyetsiz
inşasının olduğuna şahit olmaktayız Dolayısıyla kadın ve erkek rollerini,
değişen toplumsal şartlar çerçevesinde yeniden ele almak zorundayız.
Konuya bu açıdan bakıldığında Kur’an’ın bir boşluğa inmediğini tarihsel
olarak var olan bir topluma ve o toplumun sosyolojik gerçekleri üzerine
indiğini kabul edersek onların ataerkil muhayyilelerine uygun olarak
kurallar ortaya koymasında şaşılacak bir şeyin olmadığını görürüz.
Günümüzde, eğitim sisteminde kız ve erkek öğrenciler arasında doğrudan
ayırımcılığın önemli ölçüde giderildiği, çok sayıda kadının işgücüne
katıldığı görülmektedir. Böylelikle, eve gelir getirme sorumluluğu kadın
ile erkek arasında paylaşılmış ve evli çiftlerin her ikisinin de aileye gelir
sağladığı, kadınların siyasete katıldıkları ve temsil edildikleri bir aile
yapısı meydana gelmiştir.
b. Ekonomik eşitsizlikle ilgili diğer bir mesele ise kadının, erkeğin yarısı
kadar olan, miras payıdır. Kur’an şöyle diyor: “Allah size çocuklarınız
hakkında tavsiyede bulunur: Bir erkek çocuk iki kızın payına eşit
alacaktır. (4:11)”
Bazı araştırmacılara göre, kadın kocasından mehir alması ve erkeklere
yüklenen sorumluluklardan dolayı zahiri olarak miras paylaşımında
eşitsizlik gibi görünen hususun, son tahlilde, gerçek bir eşitlik anlamına
geldiğini savunmuşlardır (Bayındır, 2012:60). Bazı Müslüman
yenilikçiler ise, çocuklara, cinsiyetlerine bakılmaksızın, eşit pay
455
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
verilmesinin daha adaletlice olacağını düşünmekteler. Bunlardan F.
Rahman’a göre, miras payları cinsiyetlere atfedilmiş ekonomik kıymetler
ve yükümlülükler gibi, geleneksel toplumdaki fiili rollerin bir sonucudur
(Rahman, 1999:142). Kuşkusuz, bunda geleneksel cinsiyet rollerinin ve
bu rollerin öğrenildiği sosyalleşme sürecinin etkisi büyüktür. Dolayısıyla
da farklı cinsler için konulan miras hükümleri, cinsiyet farklılığının
biyolojik bağlamıyla değil, sosyal hayat içerisinde yüklenilen roller ve
sorumluluklar açısından değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak, toplumsal ve
kültürel olarak belirlenen ve dolayısıyla içeriği toplumdan topluma
olduğu kadar tarihsel olarak da değişebilen “cinsiyet konumu” ya da
“cins kimliği”dir. Toplumsal cinsiyet sadece cinsiyet farklılığını
belirtmekle kalmaz aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini
de belirtir (Berktay, 2012:16). Bu roller değişime uğrayınca miras payları
da değişebilir. Nitekim bu görüşü destekleyen ilgili ayet ise şöyledir:
“Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde
malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, her
birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar.
(Nisa:12)”
Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta; bazı hükümlerin değişmesi
veya değiştirilmesinden maksat, nasların değiştirilmesi olmayıp,
değiştirilen sadece onların tefsir, te’vil ve ictihad gibi hukuki izah
tarzlarıdır (Şener, 1997:145); sosyolojik bir dil kullanacak olursak
toplumun örf ve adetine dayanan hükümlerin zamanın değişmesiyle
anlamlarının yorumlanarak asıl maksadın ortaya çıkarılmasıdır. Yani
kabile yapısı değişen toplumda sosyal işlevler köklü değişikliklere
uğradığından toplumsal değişme ile, paylarda da değişme hasıl olmalıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesi de kadının
mirasçı olmasının Kur’an tarafından başlatılmasıdır.
Sonuç
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, her ne kadar Kur’an’ın bazı
ayetlerinde kadın-erkek eşitsizliğine yönelik ifadeleri var gibi görünse de,
bu ifadeler doğru bağlam ve şartlarda, bu metnin söylendiği ve
uygulandığı ortam, maksat ve ‘mevcut durum’ dikkate alınarak
değerlendirildiğinde, bunun kadın-erkek ilişkilerinde erkeğin lehine olan
bir ayrımcılığı ifade edecek bir söylem olmadığı sonucu ortaya
çıkmaktadır. İlerleyen dönemlerde yaşanan bazı olumsuz gelişmeler,
İslam düşüncesinin özünü ve esasını etkileyen bir olgu değildir. Özellikle
456
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
ataerkil ve feodal toplumlardaki kadınların erkeklere tabiyetinin tanrısal
ve yasal bir norm olma hali İslamla özdeşleştirilmeye çalışılmıştır. Zira
kadın-erkek eşitsizlik söylemini benimsemiş hiçbir düşüncenin, kendisine
Kur’an ve Sünnet’ten dayanak bulabilmesi imkan dahilinde
görünmemektedir. Çünkü özü ve maksadı itibariyle, toplumun çekirdeği
sayılan aile müessesesinin korunmasını hedef alan söz konusu nasları,
kadınların erkekler karşısında eşitsiz söylemlermiş gibi değerlendirmek
haksız ve yanlış bir algılamadır. İslami gelenekte kadının yerini
talileştiren görüşlerin olduğu muhakkaktır; fakat bu görüşler İslam’ın
özgün kaynaklarından değil, bu kaynakların yorumlayıcısı olan fakihler,
müfessirler, muhaddisler ve diğer bilginlerin yorumlarından okunur.
Günümüzde, kadınların karşı çıktıkları ve mücadele etmek zorunda
kaldıkları kadın ve erkek kimlikleri ve rolleri konusundaki sorunların
temeli Ku’an kaynaklı olmaktan ziyade toplum ve kültür tarafından
belirlenmiş ön kabuller, kalıplaşmış yargılar ve cinsiyetin var olduğu
görülmektedir. Her toplumda kadın ve erkeğe farklı roller
yüklenmektedir. Geçmişte, bu durum genellikle Tanrı buyruğu ya da
biyolojik farklılıkların kaçınılmaz sonucu olarak kabul edilmiştir. Ancak,
bu gibi gerekçeler uzun süre ikna edici olamamış ve erkeklerin kadınlar
üzerindeki egemenliği gerçeği ile eşitlik ideali arasında önemli bir açık
meydana gelmiştir. Günümüzde ekonomik ve sosyal alanlardaki değişme
ve gelişmeler, cinsiyet esaslı iş bölümünün yeniden şekillenmesine neden
olmaktadır. Bu anlamda, kadınlar ev ve işyeri arasındaki sorumluluklarını
büyük ölçüde bir arada götürebilmektedirler.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an’ a göre, kadın bir insan
varlığı olduğu için sadece kendinde varlık (nesne değil) değil, aynı
zamanda “kendisi için varlık”tır, yani bilince sahiptir. Ne var ki, bir
yandan da toplumsal koşullar tarafından ben/özne olması engellenmekte
ve erkeklerin egemen olduğu bir dünyada ötekiliğe mahkum
edilmektedir. Yani sahip olunan kadınlık ve erkeklik idealleri ve
kavramları, egemenliğe ve iktidara dayanan yapılar içinde
oluşturulmuştur diyebiliriz. Gelişen sanayi toplumunda kadının, anne, eş,
ev kadını ve çalışan olarak toplumda bir çok rolü bir arada oynadığı
görülmekte ve aile dışında cinsiyete dayalı rol dağılımının etkileri
hissedilmemektedir. Dolayısıyla da toplumsal koşullar değiştiğinde
Kur’an’ın hedeflediği nihai ahlaki toplumda kadının, erkekler tarafından,
erkeğin ötekisi olarak tanımlandığı bir İslam anlayışından kadın-erkek
öznesinin birlikte var oldukları ve dünyayı birlikte inşa ettikleri, bir
anlamı çıkarmamız zor olmayacaktır.
457
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
Kaynaklar
Ağaoğlu, Ahmet, İslamlıkta Kadın, Nebioğlu Yayıncılık, İstanbul
Amman, Mehmet Tayfun, “Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet-Sosyal,
Bilimsel Yaklaşımlar”, Dini ve Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet 1,
Ensar Yayınevi, İstanbul 2012
Apak, Adem, Anahatlarıyla İslam Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, Ensar
Yayınları, İstanbul, 2012
Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar I-III, Atay Yayınevi, Ankara
1997
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, I-XI, C. II, İstanbul
1989
Aydın, M. Akif, “İslam’da Kadın”, İslam Ansiklopedisi, TDV, C. XXIV,
İstanbul 2001
Bayındır, Abdulaziz, Dini ve Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet 1, “İslami
Açıdan Toplumsal Cinsiyet, Ensar Yayınları, İstanbul 2012, (ss.
57-84)
Berktay, Fatmagül, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Hıristiyanlıkta
ve İslamiyet’te Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir
Yaklaşım, Metis Yayınları, İstanbul 2012
Berktay, Fatmagül, “Felsefenin Kadına Bakışı”, Türkiye’de Toplumsal
Cinsiyet Çalışmaları, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010
Butler, Judith, Cinsiyet Belası Feminist Kimliğin Altüst Edilmesi
(Çev.Başak Ertür), Metis Yayınları, İstanbul 2008
Carullah, Musa, Hatun, Kitabiyat Yayınları, Ankara 1999
Çelik, Celaleddin, “Kur’an’da Toplumsal Değişme Olgusuna Sosyolojik
Bir Yaklaşım”, Kur’an Sosyolojisi Üzerine Denemeler, Yediveren
Yayınları, Konya 2003
Çiftçi, Adil, Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları- Bir Sosyal Bilimler
Felsefesi Çalışması, Ankara Okulu Yayınları. Ankara 2009
Demirbilek, Sevda, “Cinsiyet Ayırımcılığının Sosyolojik Açıdan
İncelenmesi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar Dergisi,
İstanbul 2007 Cilt: 44 Sayı:511, ( ss.12-27)
Direk, Zeynep, “Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği”,
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Koç Üniversitesi
Yayınları, İstanbul 2010
Doğan, Metin, “Kur’an, Peygamber ve Toplum”, Kur’an Sosyolojisi
Üzerine Denemeler, Yediveren Yayınları, Konya 2003
458
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460
Dökmen, Zehra Y., Toplumsal Cinsiyet-Sosyal Psikolojik Açıklamalar,
Remzi Kitabevi, İstanbul 2012
Erbay, Celal, İslam Hukukunda Küçüklerin Himayesi, Rağbet Yayınları,
İstanbul 2000
Güler, İlhami, Direniş Teolojisi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011
Gürhan, Nazife, “Toplumsal Cinsiyet ve Din”, Şarkiyat İlmi Araştırmalar
Dergisi, Sayı: IV, Kasım 2010
Haşşab, Samiye Mustafa, İslam Sosyolojisi ( çev. Ali Çoşkun-Nebile
Özmen), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2010
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi-İlk Dönem, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2011
Irigaray, Luce, Ben Sen Biz, Farklılık Kültürüne Doğru ( Çev. Sabri
Büyükdüvenci-Nilgün Tutal), İmge Kitabevi, Ankara 2006
Kandiyoti, Deniz, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, Metis Yayınları,
İstanbul 1997
Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’an’a Göre Çocuklar Arasında Cinsiyet
Ayrımcılığı —Kız Çocuklarına Karşı Tutumlar”, Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 10:1, Elazığ 2005, (ss.75–96)
El-Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami’li
Ahkami’l Kur’an, I-XX, C.I, Beyrut 1985
Özdeş, Talip, Kur’an ve Cinsiyet Ayrımcılığı, Fecr Yayınları, Ankara
2005
Öztürk, Melda Yaman, “Ataerki Bir Kavramın Yeniden İnşası: “Eski”
Ataerkiden Ataerkil Kapitalizme” Eğitim Bilim Toplum Dergisi,
S.38, C. 10, Ankara 2012, (ss. 72-115)
Öztürk, Mustafa, Cahiliyeden İslamiyet’e Kadın, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2013
Rahman, Fazlur, Ana Konularıyla Kur’an (Çev. Alparslan Açıkgenç),
Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1996-a
Rahman, Fazlur, İslam (Çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), Selçuk
Yayınları, Ankara 1996-b
Rahman, Fazlur, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp-Değişim ve Kimlik
(Adnan Bülent Baloğlu-Adil Çiftçi), Anakara Okulu Yayınları,
Ankara 1997
Rahman, Fazlur, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu (Çev. Salih
Akdemir), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1995
459
AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460
Rahman, Fazlur,, İslam ve Çağdaşlık-Fikri Bir Geleneğin Değişimi( Çev.
Alparslan Açıkgenç- M. Hayri Kırbaşoğlu) , Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 1996-c
Rahman, Fazlur, İslami Yenilenme -Makaleler II (Der. ve Çev. Adil
Çiftçi) , Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1999
Razi, Fahreddin, Tefsir-i Kebir, C. II, Akçağ Yayınları, Ankara 1988
Sarup, Madan, Post-yapısalcılık ve Postmodernizm ( Çev. Abdülbaki
Güçlü), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2004
Sıbai, Mustafa, Islam’a ve Garblılara Göre Kadın (Çev. İhsan Toksarı),
Nida Yayınevi, İstanbul 1969
Sofuoğlu Kılıç, Nilgün, “Butler’ı Schutz İle Okumak: Toplumsal Cinsiyet
Kavramı ve Cinsiyet Ayrımcılığının Bazı Göstergeleri Üzerine Bir
Değerlendirme”, Toplum Bilimleri Dergisi, Temmuz – Aralık ,
Ankara 2010, (ss. 83-93)
Şekerci, Hülya, Kur’an-Hayat Ekseninde Mümin Kadın, Ekin Yayınları,
İstanbul 2011
Şener, Mehmet, İslam Hukukunda Örf , Öğrenci Basımevi, İzmir 1997
Toker, İhsan, “Dindar Kadınların Güçlenme İmkanları-Eşler Arası
İlişkiler Örneği”, SÜİFD, 17/ Sakarya 2008, ( ss.1-15)
Toker, İhsan, Eşitlik Ve Adalet Kavramları Çerçevesinde Müslüman
Kadınlarda Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ankara 2009, 1 (1) (ss. 142165)
Tuksal, H. Ş., Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri,
Kitabiyat Yayınları, Ankara 2000
Weber, M., Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı (Çev. Özer
Ozankaya), İmge Kitabevi, İstanbul 1995
Yılmaz, Hüseyin, “Hz. Peygamber Döneminden Günümüze Kadınlar ve
Cami Eğitimi”, Değerler Eğitimi Dergisi, İstanbul 2007, (ss.107130)
460
Download