AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 KUR’AN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN TOPLUMSAL CİNSİYET MESELESİ Erdal YILDIRIM* SOCIAL SEX ISSUE IN TERMS OF THE QURAN SOCIOLOGY Öz Toplumsal cinsiyet meselesinin günümüz İslam dünyasında ve dolayısıyla ülkemizde kadın merkezli tartışılması ister istemez bu çalışmanın da kadın merkezli olmasına yöneltmiştir. Zaten tarihsel süreç içerisinde kadın konusunda üretilen bilginin bireysel ve toplumsal alana yansıması hep sorunlu olmuştur. Özellikle İslam’ın kadın tasavvuru ve bu tasavvur bağlamında kadınlara ilişkin hükümler, Batı ve İslam dünyasında geniş çaplı tartışmalara ve sonuçta savunmacı ve tepkisel anlayışlara sahip yayınların neşredilmesine yol açmıştır. Dini metinleri ve dini gelenekleri savunmacı bir mantıkla izah etmeye çalışmadan onları bilimsel bir okumayla tahlil etmenin Kur’an-ı daha iyi anlamamızı sağlayacağını düşünmekteyiz. İşte bu çalışma, Kur’an’ın gerek toplumsal cinsiyet (gender) ve gerekse cinsiyet (sex) konularındaki tavrının ne olduğunu hermenotik yöntemi kullanılarak yeniden okunması ve yorumlanması girişimidir. Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Cinsiyet, İslam, Din Abstract Debating social sex issue woman centered both in Islamic world and our country unavoidably diverted this study to be woman centered. The information produced about woman that reflects on individual and social areas had already been problematic in historical process. Especially woman conception of Islam and its prescripts linked to this leaded to big arguments in West and Islamic World and broadcasting publications that has defensive and reactional mentality. We think analyzing religious texts and traditions with a scientific reading without explaining them in a defensive way make us understand The Quran in a better way. This study is an attempt to understand what the comments of the The Quran’s manner are about both social gender and sex subjects using hermenotik method. Keywords: Gender, Sex, Islam, Religion Doç. Dr., Tunceli Üniversitesi, Fen-Ed. Sosyoloji Bölümü, [email protected] * 437 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 Giriş Kültür tarihine ait verilerin, kimler tarafından nasıl ve ne amaçla şekillendirildikleri kadar, onların okunma biçimi ile bugün onları okuyan öznelerin kimlikleri, içinde oldukları tarihsel ve toplumsal koşullar da önemlidir. Nasıl ki, bir metni farklı zamanlarda okuduğumuzda, her defasında farklı izlenimler, ayrıntılar, bilgi ve yorumlara sahip olabiliyorsak, tarihe baktığımız farklı zamanlarda da, içinde bulunduğumuz koşullara bağlı olarak, onu anlama ve yorumlama biçimimiz değişik olabilecektir. Bu, onun bir yandan yorumsal yanıyla, öte yandan yeni bazı verilerin tespitiyle ilgili bir durumdur. Aynı şey dinsel metinler içinde geçerlidir. Dinlerin somut içeriğinde yansıyan nesnel anlamı ele alarak dinsel ideolojinin farklı tarihsel/ toplumsal koşullarda farklı biçimlerde eklemlenebileceğini ve dolayısıyla değişik uygulamalara yol açabileceğini göz ardı etmemek gerekmektedir. Ayrıca din teoride ve pratikte farklı olabilir; yani farklı toplumsal ve tarihsel bağlamlarda insanlar tarafından hem algılanışı hem de uygulanışı farklı olabilir. Toplumsal cinsiyet meselesinin günümüz İslam dünyasında ve dolayısıyla ülkemizde kadın merkezli tartışılması ister istemez bu çalışmanın da kadın merkezli olmasına yöneltmiştir. Zaten tarihsel süreç içerisinde kadın konusunda üretilen bilginin bireysel ve toplumsal alana yansıması hep sorunlu olmuştur. Özellikle İslam’ın kadın tasavvuru ve bu tasavvur bağlamında kadınlara ilişkin hükümler, Batı ve İslam dünyasında geniş çaplı tartışmalara ve sonuçta savunmacı ve tepkisel anlayışlara sahip yayınların neşredilmesine yol açmıştır. Dini metinleri ve dini gelenekleri savunmacı bir mantıkla izah etmeye çalışmadan onları bilimsel bir okumayla tahlil etmenin Kur’an-ı daha iyi anlamamızı sağlayacağını düşünmekteyiz. Bu açıdan bakıldığında İslam’ın teoride ve tebliğinin ilk yıllarında kadın-erkek ilişkilerinde ortaya koyduğu değerlerin sonraki dönemlerde değişime gittiği görülmektedir. Özellikle kadınlar, tarih boyunca cinsiyet ayırımcılığı ve eşitsizliklerle karşı karşıya kalmışlardır. Erkeklerden daha düşük statüde görülmüşler ve erkeklere nazaran daha az hak ve şansa sahip olmuşlardır. Burada problem, epistemolojik olarak bilgiyi üretenin kim olduğu, hangi kaynaklara başvurduğu, hangi tarihsel ve toplumsal koşullar altında ne gibi amaçlarla onu ürettiği sorunuyla ilgili görünmektedir. Yani bilginin kaynağı olan kişilerin toplumsal etiketlerinin, Kur’an’daki ayetleri kendi zihni ve toplumsal anlayışları çerçevesinde yorumlayarak, kadın-erkek ikileminde erkekler lehinde çıkarımlarda bulunmalarıdır. Din ve kadın konusundaki araştırmalar, genelde dinlerle ilgili bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği 438 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 çerçevesi çizmektedirler (Kandiyoti, 1997: 84). Bilginin patent sahibi öznenin unvan ya da kimliği bir yere kadar önemli sayılabilirse de asıl olan kişinin karakteristik özellikleri de dahil, o bilgiyi hangi toplumsal bağlam ve tarihsel koşullar içinde ne amaçla ve nasıl ürettiğidir. Gerçekten de özellikle metinler düzeyinde bakıldığında kadın erkek ilişkilerinin asimetrik toplumsal organizasyonuna ilişkin olarak çok sayıda kutsal metne ulaşılması mümkündür. İslam’ın kadınla ilgili yaklaşımı İslam toplumları arasında yekpare olmayıp, cinsiyet ile ilgili hususlarda kendi içerisinde belirgin farklılıklar gösterir. İşte bu çalışma, Kur’an’ın gerek toplumsal cinsiyet (gender) ve gerekse cinsiyet (sex) konularındaki tavrının ne olduğunu hermenotik yöntemi kullanılarak yeniden okunması ve yorumlanması girişimidir. Bir başka söyleyişle amaç, Kur’an’ın cinsiyetler arası ayrımcı bir tutum takınıp takınmadığını anlamaya çalışmaktır. İslam’ın temel kaynaklarının yeni bir yorumu vasıtasıyla toplumsal düzenlemelere yaklaşımı ifade eder. 1. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Kavramları Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet terimlerinin önemi, anlamları üzerindeki tartışmalardan kaynaklanır. Kadınlarla erkekler arasındaki farklar üzerinde biyolojik yapının ve çevresel faktörlerin oynadığı rol hakkında ve bunların terminolojiye yansıması konusunda farklı görüşler vardır (Dökmen, 2012: 20). Biyolojik temeli olan farklılıkların cinsiyet ile, sosyo/kültürel temeli olan farklılıkların da toplumsal cinsiyet ile ifade edilmesini gerektiğini savunanlar olduğu gibi, kadınlarla erkekler arasındaki farklıkların ikisinden de kaynaklandığını ve ayrı nedenler olarak gösterilmesinin uygun olmadığını ileri sürenler de vardır (Dökmen, 2012:18). Bu anlamda cinsiyet kimliğinin oluşumu, tek başına biyolojik, fizyolojik, psiko/sosyal veya kültürel faktörlerden sadece birine indirgenerek açıklanamayacak kadar karmaşık gözükmektedir (Özdeş, 2005:213). Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet tartışmalarına karşın, toplumsal bilimlerde cinsiyet (sex) kavramı, insana dair biyolojik /doğal bir durumu, toplumsal cinsiyet ise bu biyolojik /doğal durum üzerinde yükselen cinsiyetle ilgili sosyal/kültürel edinimleri ifade etmek için kullanılmaktadır (Amman, 2012:16). Yaşadığımız dünyanın toplumsal manzarasına genel olarak bakıldığında, bir çok soruna rağmen, cinsiyet ve cinsellikle ilgili düzenlemelerin güçlü yapılanmasını ve insanların bu düzenlemeleri benimseme eğilimi içinde olduklarını görmekteyiz. Toplumlar, ihtiyaçlarını karşılamak için toplumsal düzenlemeler yapmaktadırlar. Toplumun varlığını devam 439 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 ettirebilmesi için çocukların dünyaya getirilmesini ve yetiştirilmesini sağlayacak cinsel düzenlemelere gitmektedirler. Aile ve akrabalık sistemleri, kadın ve erkek cinsiyet rollerinin belirlenmesi ve cinsellikle ilgili biyolojik temelli toplumsal kurallar toplumların var olmasına ve varlığını sürdürmesine hizmet etmektedir. Bu yüzden gerek E. Durkheim ve daha sonra T. Parsons çizgisinde gelişen fonksiyonalist sosyoloji bütün toplumların cinsiyet rollerinin farklılaşmasını güçlendirmek istediğini, aileyi koruyucu düzenler geliştirdiğini ortaya koymaya çalışmıştır (Amman, 2012:39). Bu açıdan bakıldığında İslam dini de aileye, toplumun sağlıklı bir şekilde ayakta durmasının kaçınılmaz bir şartı ve insanın sosyal hayatının esaslarından biri olarak bakar ve aile düzenlemesini güven ve istikrarı gerçekleştirmenin kaynaklarından biri olarak görür. Kur’an yasaları aileye büyük önem vermekte onu, bütün insanlık ilişkilerini doğuran bir çekirdek olarak telakki etmekte ve bununla ailenin konumunu ve sağlıklı bir toplumun inşasında oynadığı aktif rolünü takdir etmektedir (Haşşab, 2010:56). Yine İslam dini aileyi, insanlar tarafından kurulan ilk sosyal kurum (Doğan, 2003:47) ve toplumun en temel öğelerinden birisi olarak kabul ettiği için, aileyi korumak için bir takım ahlaki prensipler getirmiştir. Kur’an çift cinsin bütün her şeyde faaliyet halinde olan evrensel bir kanun olduğunu belirtmiş (Zariyat:49), hem kadınlara hem de erkeklere gözlerini haramdan korumaları, namus ve iffetlerini esirgemeleri konusunda emirler verniş (Nur:30-31), aile bağlarında önemli bir tahribat yapan zinayı hem erkeklere hem de kadınlara yasaklamış (İsra:32), ailenin ahlaki boyutu içinde herhangi namuslu bir kadına zina isnadında bulunup da dört şahitle ispat edemeyenlerin Allah’ın lanetine uğrayacakları, ailenin çözülmemesi için eşlerin birbirlerinin ve çocuklarının kusurlarını örtmeleri istenmekte (Teğabun:14), çocukların rızık endişesiyle öldürülmemesi (İsra:31), çocukların titiz bir terbiye ile eğitilmeleri (Tahrim:6) istenmektedir. Kur’an-ı Kerim, insanlığın ilk ailesinin, Hz. Adem ve Havva’dan meydana geldiğini ve onları cennete koyduğunu (Bakara:35), Adem, Nuh ve İbrahim ailesinin seçilmiş aileler olduğunu ve diğer ailelerden üstün olduğunu (Ali İmran:33) haber vererek geçmişteki örnek ailelerden bahsetmiş ve aile kurumuna müspet dünya görüşü doğrultusunda çok önemli bir yer vermiştir. 440 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 2. İslam Öncesi Arap Toplum Yapısında Kadının Konumu İslami araştırmalarda genellikle Cahiliye döneminden başlamak bir gelenek olmuştur. Hz. Ömer’in “Cahiliyeyi bilmeyen İslam’ı bilmez”( Hizmetli, 2011:128) şeklinde rivayet edilen sözü de bu geleneğin ne kadar isabetli bir çalışma yöntemi olduğunu göstermektedir. Arapların cahiliye dönemindeki aile yapısının ortaya konulması ve İslam’ın doğuş yeri olan Arabistan’daki durum, İslam’ın gerçekleştirdiği dönüşümü ve değişimi kavrayabilmek, onunla birlikte kadının konumunda ne gibi değişiklikler olduğunu fark edebilmemizi ve anlayabilmemizi sağlaması bakımından gerekli olmaktadır. Arap toplumu, hem İslam’ın içinde doğup yayıldığı hem de kadın konusundaki ilk İslami yorum ve uygulamaların yapıldığı çevre olması açısından önemlidir. Kadınların erkek merkezli cahiliye toplumu içinde ikinci derecede bir yere sahip olduklarını söylememiz yanlış olmaz (Apak, 2012:68). Bunda büyük çoğunluğu itibariyle göçebe bir hayat sürmenin de rolü vardır. Çöl şartları içinde sık sık yer değiştirmek zorunda kalan, zaman zaman diğer kabilelere baskın yapma ve ganimet elde etme mecburiyetinde bulunan göçebe kabilelerin yaşantısında muharip sınıftan olmayan ve daha ziyade tüketici olarak görülen kadının ikinci derecede bir role sahip olması şaşırtıcı değildir. Bu konum bazen kadınların hayatını bile önemsiz hale getirmiştir. Kız çocuklarının ailenin ve kabilenin imkanlarını tüketmesinin önüne geçmek ya da kabileler arasındaki baskınlarda yabancıların eline geçmesinin vereceği utançtan kurtulmak için nadiren de olsa kendi ailesi tarafından öldürülmesi de bunun bir kanıtını teşkil eder (Aydın, 2001:86). Bu sebeplerden başka Arap insanı kız çocuğunun dogmasını uğursuzluk saydığından, bazı kabileler onun doğumundan utanç duyduğu için, kimi de fakirlik sebebiyle onu diri olarak toprağa gömerlerdi (Sıbai, 1969:20). Onlara göre Allah, bir aileye kız çocuğu nasip etmişse, o Allah’ın bir lutfu olarak değil gazabı olarak algılanırdı. Hatta hamile bir Arap kadınının doğumuna yakın zamanlarda gözlerinin önüne bir çukur kazılır, şayet doğan çocuk kız ise bu çukur o çocuğun mezarı olurdu (Erbay, 2000:47). Bu adet toplumun tamamında uygulanmıyordu, bazı kabilelere mahsus bir adettir. Kureyş ise bu adeti uygulamayan bir kabileydi. Arap insanı, kızını toprağa gömmekle kalmaz, bir köle gibi satar, dilerse bir ev hayvanıyla değiş tokuş ederdi (Ağaoğlu, 2010: 26). İslam öncesi Arap Yarımadası’nda yaşama hakkı elinden alınan kadınların sosyal hayatta birçok hakkı kısıtlanmıştı. Toplumda pek değerleri yoktu. Genelde mirastan mahrum edilir, evliliğine ailesi karar verirdi. Boşanma hakkı hiçbir kurala bağlı olmaksızın erkeğe aitti, 441 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 kocasının onu öldürmesini önleyecek bir nizam mevcut değildi. Kadınların aile ve toplum içindeki konumlarına gelince, burada da bir erkek hegemonyasının hakim olduğu gözlemlemekteyiz. Bununla birlikte, bu dönemde şehirli kadının sosyal ve ekonomik durumu göçebe kabilelerine nispetle daha iyi durumdaydı. Şehirli kadın toplum içinde etkin bir yere sahiptir, mallarını bizzat yahut bir ortak vasıtasıyla işletebilirdi (Sıbai, 1969: 20). Aynı şekilde tarihte kadının doğuştan “eksik insan” olduğunu iddia ederek onu rasyonel akıl yürütme alanının dışına atan Aristotales’ten (Berktay, 2010:28) ve onun görüşlerini devralarak daha da derinleştiren Yahudi ve Hıristiyan toplumlarda kadın “kötülüklerin kapısı, insanın cennetten kovulmasına sebep olan şeytanın arkadaşı ve insan olup olmadığı bile tartışmalı bulunan bir yaratık” olarak değerlendirilmiştir. Bu anlayışa göre, Adem’in cennetten çıkartılmasından Havva ve onun şahsında tüm dünya kadınları sorumludur. Adem’in yasak ağacın meyvesinden yemesine Havva’nın sebep olduğu iddiasıyla Adem masum sayılmış, Havva ise günahkar kabul edilmiştir (Yılmaz, 2007:109). 3. İslam’ın Gelişinden Sonra Kadının Konumu Kız çocuklarına karşı sergilenen olumsuz tutum ve kötü muamele Kur’an’ın indiği toplumun belirgin davranış biçimlerinden birisidir. İnsanları hem inanç hem de davranış açısından eğitmeyi ve düzeltmeyi amaçlayan Kur’an, kız çocuklarına yapılan kötü muameleyi ortadan kaldırmaya, kızlara iyi davranma konusunda zihinleri eğitmeye, kız çocukları hakkındaki kalıp yargıları değiştirmeye çalışmıştır. Kur’an, öncelikli olarak Arap toplumunda kız çocuklarına yapılan kötü muameleyi, insanların kız çocukları karşısında sergiledikleri kötü tavırları tasvir etmiştir (Kasapoğlu, 2005: 81). Onlardan birine bir kız evladının doğumu haber verildiğinde, keder ve hayal kırıklığını saklamaya çalışırken yüzü kapkara kesilir; utancından insanlardan gizlenir ve o çocuğu utanç içinde hanesinde tutsun mu yoksa toprağa mı atsın diye düşünür durur. Onların hükmü ne de kötüdür.( Nahl:59) Kur’an, her şeyden önce bütün toplumlarda var olan bir uzlaşmaz karşıtlığı içerisindeki kadın/erkek diyalektiğini, toplumlardaki kadınlık ve erkeklik kalıplarını belirleyen sembollerin neden oldukları hiyerarşik/eşitsiz ilişkileri yıkmak için kadını, kadın-erkek ikilemine indirgemeksizin insan olması temelinde ele alır. Kadın ve erkeğin 442 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 yaratılış niteliklerini dikkate alarak hak ve sorumlulukları belirler. Bireysel ve sosyal kimliğine vurgu yaparak toplumsal değişimin ve istikrarın belirleyici kutuplarından biri kılar. “ Mümin erkeklerle, mümin kadınlar birbirlerinin dostudur. Her ikisi de iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler.( Tevbe: 71) Kur’an’ın kadına cinsiyet ayrımcılığında bakmadığı aşağıdaki ayetlerde de görülmektedir. İslam, kadın ve erkeği, birbirinin tıpkısı olan iki cins değil, eşit ilişkilere sahip, farklı iki cins olarak görmektedir. Eşitlikçi anlayışı benimseyen Kur’an, cinsler arası farklılıkları görmezlikten gelmediği gibi bu farklılıkları bir cinsin diğerine üstünlüğünü sağlayan özellikler olarak da telakki etmeyerek cinslerin birbirinin eksikliklerini tamamladığını ve her birinin farklı özelliklerinin kendi içinde değerli olduğunu savunan tamamlayıcılık (Toker, 2009:152) yaklaşımlarını birlikte ortaya koyarak o dönemde var olan ataerkil geleneği yıkmaya ve bir insan varlığı olarak kadına adalet çerçevesi içerisinde özerklik/öznelik vermeye çalıştığını anlamaktayız. “Ey insanlar, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız takvaca üstün olanınızdır (Hucurat:13). Yukarıdaki ayetlere genel olarak bakıldığında Kur’an, kadının tinselliğini, zihinsel yaşamını, dünya kurucu fiziksel etkinliğini zorunlu olarak engellediği bir kültürü eleştirerek kadınlar için yeni anlam dünyaları inşa etmeye çalışmaktadır. Kur’an her şeyden önce erkeklerin kendilerini egemen özne olarak olumlamalarını sağlayan biyolojik ayrıcalıklara karşılık kadınların biyolojik özelliklerini de sıralayarak kadın ve erkeğin birlikte var olduklarını söylemektedir. a. Kadının Sosyal Statüsü Sosyal hayatın en önemli kurumlarından birisi olan aile kurumu ve onun teşekkülünü hazırlayan kadın konusunda İslam dini çok açık bir tavır sergilemektedir. Öncelikle Kur’an kadın ve erkek cinsi için “insanlar” ismini kullanmakta (İbrahim:1) ve kadını, müminler topluluğunun bir üyesi olarak kabul etmektedir. Bunun için İslam’da kadın ikinci sınıf değil, birinci sınıf bir vatandaş olarak benimsenir. “Sizi tek bir candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O’dur (Araf:189, Nisa:1, Zümer:6, Nahl:72)”. 443 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 İnsanın başlangıcından bahseden Kur’an ayetlerinde, kadın ile erkek cinsiyet farklılığına herhangi bir fazilet tanınmış değildir. Önce tek nefis yaratan Tanrı, sonra ondan eşini yaratmış, sonrada bu ikisinden pek çok erkek ve kadın türetmiştir. “Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birden çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının (Nisa:1)”. İslam dini, aralarında doğal olarak bazı fizyolojik ve psikolojik farklılıklar bulanan kadın ile erkeği insan olmaları bakımından eşit (Hac :5; Secde :9), değişik rolleri yönüyle de birbirini tamamlayan varlıklar (Bakara:178) olarak kabul eder. Akıl melekesiyle donatılan her iki cins de Allah’ın emir ve yasaklarına uyup kulluk görevini yerine getirmekten sorumlu tutulmaktadır (Zariyat:56; Tevbe:71–72). İslam inancına göre sosyal hayat, kadın ile erkeğin birlikteliğiyle devam eden bir süreç olup cinsiyet farklılığı Allah’ın bir hikmetidir. Dolayısıyla bu süreçte herkes yaptığı eylemlerle değerlendirilecektir (Ali İmran:195). İslam’ın kadın hakları ve aile hukuku için getirdiği prensipler, gerek kadının toplumdaki değeri, gerek ailenin ahlaki ve sosyal boyutu ve gerekse, sosyal ve hukuki statüsü yönünden açık bir şekilde kadının lehinde görünmektedir. Ancak sorun şudur ki, teorik İslam’daki kadının yerinin, pratik İslam’da fazla uygulama alanı bulamamış olmasıdır. Teorik İslam’ın ve bu İslam’a en uygun tatbikatların olduğu Hz. Peygamber döneminde kadının toplumda işgal ettiği mevki, zaman içinde hızını kaybetmiş, İslam medeniyetinin gelişim süreci içinde, kadın, Müslüman toplumun dışına itilmiştir. Hz. Peygamber döneminde, İslam’ın, bir insan olarak erkeğe tanıdığı; hayat, mülkiyet, tasarruf, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı ve siyasi haklar gibi temel hakları kadınlara da aynı oranda vermiştir. İslam’ın ilk yıllarında, Hz. Peygamberin eğitim-öğretim için kadınlara ayrıca zaman ayırdığı, durumu müsait olan kadınların Cuma ve bayram namazı da dahil olmak üzere bütün namazlara katıldıkları, Müslüman kadınların Hz. Peygamber’in evine giderek onunla sohbet ettikleri, kadınların Hz. Peygamber’le çok rahat konuştukları ve çokça soru sordukları, hakimlik ve diğer devlet memurluğu görevlerinde bulunabildikleri, siyasi mücadele sahasında kendini gösterebildikleri, peygamberle tartıştıkları (Mücadele:1), devrin halifelerinden hesap sordukları, kamu hizmetlerinde görev aldıkları, savaşlarda tıbbi hizmetler, lojistik destek ve çarpışmaya katılma gibi aktif görevlerde 444 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 bulundukları da gelen bilgiler arasındadır (Gürhan, 2010:65). Bütün bunları dikkate aldığımızda din, teoride ve pratikte farklı olabilmekte; yani farklı toplumsal ve tarihsel bağlamlarda insanlar tarafından hem algılanışı hem de uygulanışı farklı olabilmektedir. Çiftçi’nin deyimiyle toplumlar,“kendi kültürel tarihselliklerini metinlere taşımışlardır” (Çiftçi: 2009:88). Bu nedenle dinsel ideolojilerin farklı tarihsel/ toplumsal koşullarda farklı biçimlerde dine eklemlenebileceğini ve dolayısıyla değişik uygulamalara yol açabileceğini göz ardı etmemek gerekmektedir. Ayrıca Irigaray’ın belirttiği gibi inanç, her zaman kimliği ve sorumluluğu yok etmemekte (İrigaray, 2006: 27), onları pekiştirici ve inşa edici rollerde yüklemektedir. b. Çok Evlilik İslam öncesi Arap toplumunda erkeğin sosyal ve ekonomik durumuyla alakalı olarak çok eşlilik ya da çok kadınla evliliğin yaygın olması (Öztürk, 2013:40) Kur’an’ın bu konuyla ilgili olarak bir düzenlemeye gittiğini göstermektedir. Kur’an, birden fazla kadınla evlenme meselesinde, “ Eğer yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Nisa:3)” Görüldüğü gibi Kur’an, en çok dört kadınla evlenebileceğini söylemek suretiyle belli bir sınırlama getirmekte ve genellikle Arabistan’da çok düşük bir seviyede olan kadının durumunu düzeltmek için birtakım hükümler ortaya koymasına rağmen, çok evlilik müessesini hukuken kabul etmektedir. Ancak Kur’an bizi uyararak demektedir ki, kadınlar arasında adaleti asla temin edemezsiniz ve eğer adaleti teminden korkarsanız, yalnız bir kadınla evleniniz. Zaten yukarıda belirtilen ayetin bir öncesinde de “yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin, çünkü bu, büyük bir günahtır (Nisa:2).” Kur’an, o dönemde sık sık meydana gelen savaşların sonucunda öksüz kalan kız ve erkek çocuklarını büyütmeyi üstlenen velileri, onların mal ve servetlerini kullanmakta doğruluktan ayrılmakla suçlamaktadır. Bu ayetler bize çok evlenme sorununun öksüz kızların söz konusu olduğu bir ortam içerisinde çıktığını göstermektedir (Rahman, 1996-a:103). Dolayısıyla da çok-eşli evlilik izninin, esas olarak, öksüz kızlara muamelede karşılaşılan problemler çerçevesinde verildiği görülmektedir. 445 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 Geleneksel İslam yorumcuları, çok evliliğe izin veren “izin cümlesinin” hukuki bir ağırlığının ve adaletin temin edilme isteğinin önemli olduğunu ancak erkeğin vicdanına bırakılmasını ön plana çıkartırlarken, çağdaş Müslümanlar, bu konuda önceliği adaletin teminine verip, bunun da erkek tarafından sağlanamayacağını kabul ederek çok evliliğe izin verilmesinin geçici ve sınırlı bir gaye için olduğunu benimsemektedirler. Fazlur Rahman’ın bu konuda söyledikleri ise bizim için önemli olmaktadır. O şöyle demektedir: “Gerçek şudur ki, çok evliliği tek bir darbede hukuki olarak kaldırmak mümkün olmadığı için, getirilen kısıtlamalar, toplumun yönelmesi arzu edilen ahlaki mefkure mahiyetinde iken, çok evliliğe verilen izin ise, hukuki bir düzeydedir”(Rahman, 1996-a:102). Bu da demektir ki, birden çok kadınla evlenme fiilen yasaklanmıştır. Burada “erkeklerin, kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır (Bakara:228).” anlamındaki ayete dayanarak Kur’an’a göre kadın ve erkeğin tam anlamıyla eşit olduğunu söyleyebiliriz. Ancak İslam’ın kadın konusundaki görüşlerini tenkit edenler “ fakat erkeklerin kadınlardan bir üstün dereceleri vardır” şeklinde devam eden ayeti göstererek İslam’ın kadını erkeklerden aşağı tuttuğunu iddia etmektedir. Ancak bunların ihmal ettiği önemli nokta, Kur’an’ın, Allah’ın ezeli kelamı olmakla beraber yine de öncelikle belli bir sosyal yapıya sahip olan muayyen bir topluma hitabettiğidir. Kabile yapısına sahip toplumlarda olduğu gibi, Araplar da toplumsal ve kolektif davranışlarında geleneklerine çok bağlı idiler ve örnek olarak belirlenen bir davranış onlar için kutsal sayılıyordu. Arapların bu örf ve adetlerine bağlı gelenekçi insanlıkları atalarından miras aldıkları milli ve manevi değerlere, ahlaki esaslara bağlı olmalarına neden olmuştur. Şu ayetler Arapların gelenekçiliğine işaret etmektedir. “ Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler.( Bakara, 170) Hayır, sadece: “Biz babalarımızı bir yol üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz” dediler.( Zuhruf, 22) Onlara: “ Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denildiğinde, “ atalarımızı bunun üzerinde bulduk” Allah da bize bunu emretti derler ( Araf, 28) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Kur’an’ın indiği Arap toplumu geleneklerini öyle kolayca terk edecek bir toplum değildi. Kur’an’da toplumsal yapı içerisinde fertler, iradesiz varlıklar olarak değil, aksine 446 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 kendi kaderlerinde olduğu gibi toplumsal bağlamda da etkin özneler olarak tanımlandıklarından (Çelik, 2003:133) Allah’ın onların toplumsal işleyişlerini hemencecik değiştirmesi söz konusu olamazdı. Çünkü çok evlilik, dönemin Arap toplumunda çok yaygın ve herkesin benimsediği normal bir hayat tarzıydı. Çok eşliliğe alışmış bir topluluk için poligamiden monogamiye geçiş, topluluğun çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalması demektir. Sosyolojik açıdan ifade edilecek olursa, bu toplum ancak o kadar ileri götürülebilirdi, daha fazla değil. Eğer Hz. Peygamber, uygulanması imkansız yüksek ahlaki formüller ortaya atma yolunu seçmek isteseydi, bunu pekala yapabilirdi. Fakat bu takdirde O, bir toplum kuramazdı. “Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla ve yargılanmalarını dile. İşler hakkında onlarla müşavere et. Bir kerre de azmettin mi artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak Allah, tevekkül edenleri sever (Al-i İmran:159)” Bu ayette geçen “kaba ve katı kalpli davransaydın çevrenden dağılıp giderlerdi” ifadesi Allah’ın topluma müdahale ederken bile toplumların kendi değerlerine önem verdiğini göstermektedir. Çok evlilik gibi Arapların ruhuna sinmiş ve yerleşmiş ve onlar bu halde iken: “çok evliliği terk edin” gibi bir emir ilk anda emredilmiş olsaydı, belki de onların hemen bundan vazgeçmeleri mümkün olmayacaktı. Çünkü onların senelerdir yapageldikleri bu adet, onlarca adeta zaruri ihtiyaç kategorisindeydi. Bu derece önemli olan bir şeyi bırakıp terk etmek, güç olacaktı. O halde hem hukuki hem de ahlaki yaklaşım aynı derece gerekliydi. Dolayısıyla da şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an, hukuk açısından dört kadınla evlenmeyi kabul etmekte, kadınların içinde bulundukları durumu geniş ölçüde düzeltecek şartları ortaya koymakta ise de ahlaki açıdan Müslümanlardan tek bir kadınla evlenmelerini istemiştir diyebiliriz. Ancak Müslümanların Kur’an’ın ortaya koyduğu yol gösterici istikametleri gözetmemeleri ve gerçekte onun amaçlarına ket vurmaları kadın konusunun toplum içerisinde yanlış anlaşılmasına yol açmıştır (Rahman, 1996-b: 322). Buna göre Fazlur Rahman, kutsal metin yani Kuran’daki erkek üstünlüğüne ilişkin bazı ifadeleri o günün Arap toplumunun sosyo-ekonomik yapısının gerektirdiği bir zorunluluk çerçevesinde yorumlamakta, metnin açık anlamından ziyade gizli ya da açık toplumsal hedefi üzerinde yoğunlaşılması gerektiğine inanmaktadır. Toplumsal değişme açısından yeterli bir zemin oluşturmaksızın yeni radikal yasalar koymak, bu toplumsal değişmeyi gerçekleştirme yolunda ancak sınırlı ölçüde başarılı kılabilmeyi sağlayacaktır (Rahman, 447 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 1999:152). Zaten Kur’an’ın getirdiği yeniliklerin toplumsal yönü sosyolojik açıdan incelendiğinde görülmektedir ki, ilk olarak büyük çapta bir sosyal değişme meydana getirmeden önce, ortam bu yönde çok iyi hazırlanmış (faizin ve içkinin yasaklanması meselesine bakılabilir), ikinci olarak da gelen ayetlerin tarihsel bir bağlamının olduğudur. Bu bakımdan toplumların yapısal özelliklerini dikkate alan Kur’an gibi dini bir kitabı, Fazlur Rahman’ın deyimiyle gramer ve hitabet süprüntüleri altında gömülü bırakmamak gerekir (Rahman, 1996-c: 107). Bu anlamda İslam, farklı sosyal olgular ve durumlardan dolayı yavaş yavaş gerçekleşmesi gereken normların ve ideallerin adıdır (Rahman, 1995:195). Çünkü İslam, başlangıcından itibaren, sadece bir din olarak hareket etmeyip, aynı zamanda Müslümanların toplumsal, hukuksal ve siyasal kurumlarını da yönlendirmiştir. c. Erkek ve Kadınların Doğal Eşitliği Kadın ve erkek arasındaki ilişkiye dinsel metinler üzerinden bakıldığında çözümü zor sorunlarla karşılaşmaktayız. Özellikle de dinsel metinlerin farklı farklı yorumlanması ve bu metinlerin erkeklerle kadınlar arasında ayrımcılık yapan, kadınların özgün bireyselliğini tanımayan ve bu ayrımcılığın da kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı düşüncesine dayandırılması bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Kadının yaratılışı ile ilgili geleneksel anlatılar cinsiyetçiliğin temelini oluşturmaktadır. Kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı şeklindeki dini kaynaklara atıfla aktarılan söylem(Razi, 1988:387), erkeği temel insan sınıfında, kadını ise onun ikincil bir yaratımı olarak göstermektedir. Bu söylem, kadını erkeğe göre daha az insan yapan ve erkeğe hizmet etmek için yaratıldığına inanan anlayışın temelinde yatan nedenlerden biridir. Kadının Adem’in kaburgasından yaratıldığı miti, binlerce yıldır, kadının aşağı konumuna tanrısal dayanak olarak alınmıştır. Kitabı Mukaddes’te tanrının Adem’e tüm insanlar üzerinde egemenlik bahşettiği, dolayısıyla da kadınların erkeklere tabi olduğu ve kadınların her durumda erkeklerden, kız kardeşlerin erkek kardeşlerden, kadınlar kocalarından, prensesler prenslerden daha aşağıdadır. Ayrıca, babanın “doğal” otoritesi Hıristiyan simgeciliğinin merkezinde yer alan Tanrı Baba fikrinden ilham almıştır. Üreme erkeğin etkin, kadının ise “yalnızca edilgen bir kap olduğu” inancına dayanmakta; çocuk erkeğin tohumunun bir ürünü olarak görülmektedir. İnsanlar arası eşitsizlik, otoritenin mutlak önceliği olarak görüldüğünden baba, çocukların üzerinde mutlak egemenlik kurma hakkına sahip olmaktadır. Bu 448 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 anlamda babanın otoritesi tanrı buyruğuyla örtük bir bağ içerisindedir. Buna göre ataerkil kavramı, ölüm, doğum, günahlardan arınma, yeniden diriliş gibi ilksel mitlerle bağlantılıdır (Öztürk, 2012:79). Bütün bunlar dikkate alındığında Hıristiyanlıkta kadınların erkeklere tabiyeti tanrısal ve yasal bir norm olarak görülmüştür. Kur’an-ı Kerim’in yaratılışla ilgili ayetleri ise şöyledir: “Ey insanlar, sizi bir tek mahiyetten (nefisten) yaratan ondan eşini var eden, her ikisinden pek çok kadın ve erkek yaratan Rabbinize saygılı olun (Nisa:1)”. “Sizi tek bir nefisten yarattı, ondan eşini meydana getirdi (Zümer: 6)”. Kur’an’da yaratılışın teferruattan uzak anlatımı müfessirleri bu ayetlerin açıklanıp yorumlanmasında zorlamış, kıssacılığın egemen olduğu bir dönemde olayın Kitab-ı Mukaddes ve mitoloji geleneğinde ele alınıp yorumlanmasına ve cinsiyet kimliği konusunda sahip olduğu zihniyeti ve kültürü yansıtan açıklamalara gidilmiştir. Yukarıdaki ayetin klasik geleneksel tefsirlerdeki açıklaması (Kurtubi, 1985:301-302) ile çağdaş diyebileceğimiz yorumları ( Ateş, 1989:188-190) arasındaki farklara bakıldığında durumun böyle olduğu anlaşılmaktadır. Geleneksel yorumlarda kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış, erkek için yaratılmış, ilk günahı işleten bir fitne unsuru, aklı ve dini yarım, dünyada ve ahirette erkekle eşdeğer olmayacak insan konumundadır (Şekerci, 2011:47). Bu bakımdan İslam Hukuku ve Hadis külliyatında, cinsiyetlerin fitri eşitsizliğini ıspatlamayı amaçlayan iddialar, Müslüman kadınların geleneksel olarak ve çoğunun da hala maruz kaldığı mahrumiyetler, bir çok farklı kültürel geleneklerin nüfuzuyla asırlardır İslam dünyasında oluşan bir toplumsal çevrenin ürünü olarak kabul edilmelidir (Özdeş, 2005:97). Bu yoksunlukların bazıları hukuksal olmakla birlikte, büyük ölçüde Kur’an’ın ahlaki öğretilerinden ziyade toplumsal mizaçların bir sonucu olduğu gerçeğidir. Zaten İslam hukuku, Kur’ani normlardan bir çok sapmaya rağmen, özellikle örf ve adetlerin etkisi altında, tedvin edilişinin başlangıcından itibaren zaruret ve maslahat(kamu yararı) ilkelerinin toplum için vazgeçilmez bir öneme sahip olduklarını kabul etmiştir. İnsanlar içine doğdukları kültürün kodlarını, o kültüre uygun biçimde nasıl davranmaları gerektiğini, ahlaki doğru ve yanlışları ve dinsel gereklilikleri, doğdukları andan itibaren öğrenmeye başlarlar. Bu bakımdan toplumsal roller ve dolayısıyla cinsiyetlere göre rol dağılımları ve cinsiyet algıları, öznenin hayatı tecrübe etme ve öğrenme sürecinde, olduğu gibi kabul ettikleri arasındadır (Kılıç, 2010:85). Hepimiz dünyaya bir takım özellikler taşıyarak geliriz: Gözlerimizin rengi, saçımızın cinsi, 449 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 cinsiyetimiz, hormon dengelerimiz, zihinsel, duygusal eğilimlerimiz, yeteneklerimiz farklıdır. Ama bu özelliklerin, eğilimlerin ve yeteneklerin biçimlendirilmesi ve onlara değer biçilmesi tarihsel ve toplumsal koşulların ürünüdür. Bu tarihsel, toplumsal ve kültürel koşulları yapılandıran şey ise, erkek cinsi ile kadın cinsi arasındaki tahakküm ilişkisi, kadını ikinci konumda tutan hiyerarşidir. Burada sorun, biyolojik erkek cinsiyeti değil, toplumsal bir konum olarak erkek egemenliğidir (Direk, 2010:36). İslam Peygamberi yaşadığı dönemde, tebliğ ettiği değerler gereğince, erkek egemen sistemin hüküm sürdüğü ve dişil olanın ezildiği bir ortamı, kadınlar lehine değiştirmek için çabaladı. Ancak bu çabaları, onun vefatından sonra zaman içinde pek çoklarınca unutuldu veya yorumlarla değiştirilmek istendi. Peygamber adına kadınlar aleyhine söylenen hadisler, kadının toplumda görünür olmasını ve sesini duyurmasını istemeyenlerce uyduruldular veya erkek egemen düşünme alışkanlığıyla taraflı yorumlandılar (Tuksal, 2000:9). Buradan hareketle söyleyebiliriz ki, kadın-erkek ayrımının temeli, iktidarın kendi gücünü yaratma, koruma ve perçinleme hedefine dayanmaktadır (Butler, 2008:67). Bu bakımdan toplumda kadınlarla erkekler arasındaki ilişkileri belirleyenin erkeğin Kur’an’dan ve Tanrıdan aldığı güçle kurduğu tahakkümla değil, Weber’in kavramlaştırdığı egemenlik ve boyun eğme ilişkisiyle açıklayabiliriz. Ataerkil bir toplumda kadın, kimliğin oluşumu ve fark edilişi bakımından hep öteki olarak temsil edilir, dahası bu kimliğe sürekli bir gözdağı verilmesi söz konusudur ve böylece cinsel ayırım, ötekinin ancak bastırıldığında hoş görüldüğü bir iktidar yapısı meydana getirilerek erkek egemenliğinin sürdürülür (Sarup, 2004:160). Bir başka söylemle ataerkil toplumsal beden, farklılığı dışlayarak kendini hiyerarşik olarak kurar. M. Weber geleneksel otorite biçimlerini modern büroktatik otorite biçimleriyle karşılaştırarak ele almış; ataerkilliği en yalınkat, geleneksel egemenlik biçimi olarak nitelendirmiştir. Weber’e göre ataerkillik, hem ekonomik hem de akrabalık temelinde örgütlenmiş bir haneyi ya da grubu, belirli bir kalıtsal hukuk gereğince belirlenmiş tekil bir bireyin yönetmesidir (Weber, 1995:337). Ataerkil hanelerde efendinin otoritesi, hane içinde egemenlik tahakküm ilişkisi, erkeğin normal fiziksel ve entelektüel üstünlüğü karşısında kadınların bağımlı kılınmasından doğar. Ataerkil toplum yapısında bireyin toplumsal konumu bireysel seçimle ilgisi olamayan, yaratılışla kutsal bir biçimde atanan bir örüntü sergilemektedir. Erkek üstünlüğü tanrısal buyruk değil, doğal yaratılıştan kaynaklanmaktadır. Ataerkil ilişkiyi göklerden yere indirerek, ona doğal, rasyonel bir nitelik kazandırmıştır. 450 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 Kur’an’ın kadın konusundaki öğretisi, İslam öncesi Arap toplumunun güçlü tabakaları tarafından suistimal edilen yetimler, esirler, fakirler, kadınlar gibi toplumun daha zayıf katmanlarının durumunu düzeltme ve güçlendirme gayretinin bir parçasıdır. O toplumda bir kadın hayata genellikle korkunç bir tehlike ile başlıyordu. Birçok Arap kabilesinde kız çocukları fakirlik veya onur sebebiyle diri diri toprağa gömülmekteydi. Birçok putperest, kız çocuk katlinin tanrılar tarafından tasvip edildiğine inanıyordu. Genel kanaate göre kız çocuğu, aileye gelmesi hoş karşılanmayan bir sığıntı, bir fazlalık idi ( Nahl: 59). İşte Kur’an toplumdaki cinsiyete dayalı bu eşitsizliği düzeltmek için bir takım düzenlemelere gitmiştir. Öncelikle Kur’an karı-koca ilişkisinden, genellikle, “sevgi ve merhamet” ilişkisi olarak bahseder ve kadının erkek için bir manevi destek olduğunu belirtir “Sizi nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da onun ayetlerindendir ( Rum:21). O, karı kocanın birbirlerine desteklerini şöyle tasvir eder: “Onlar(hanımlarınız) sizin elbiselerinizdir ve siz de onların elbiselerisiniz (Bakara: 187).” Buradaki elbiseler, kişinin zayıflık ve kusurlarını örten bir şey anlamındadır. Kur’an-ı Kerim cinsiyetleri ayırma ve aynı zamanda bir konum sembolü işlevi gören ne çarşafı ne de kadın ve erkeklerin mekansal olarak ayrı tutulmasını savunur. Yerel, geleneksel ve kültürel bir olguyu İslam’ın kadına uygun gördüğü örtünme biçimi, hatta kadının iffetini korumasının dini bir tarzı olarak görmek Kur’an üzerinden kendi kültürel değerlerini benimsetmek olacaktır. Çünkü Kur’an cinsel iffet üzerinde ısrar eder. Peçe kadının yüzünü, çarşaf da onun bedenini toplumsal olarak inkar etmek anlamına geleceğinden ikisi birlikte kadının ötekileşmesini sağlayacak (Güler, 2011: 122) bir mekanizmaya dönüşecektir ki, bu da Kur’an’ın kadın tasavvuruna ters olacaktır. Zaten tarihsel olarak ne Hz. Peygamber döneminde çarşaf ne de Müslüman toplumların daha sonra geliştirdikleri şekilde mutlak bir haremlik-selamlık vardı. Kur’an-ı Kerim, İslam’da daha sonraları geliştiği haliyle, böyle bir haremlikselamlık ayırımını vaz’etmemiştir. O, sadece, iki cinsin birlikte bulunduğu hallerde, erkek ve kadınların iffetlerini korumalarını tavsiye eder (Nur: 30-31). Fazlur Rahman’a göre Kur’an’ın bu tenbihi göz önüne alındığında, İslam toplumlarında daha sonra yerleşmiş olan iki cinsiyetin ayrılması veya kadının gizlenmesi adı verilen türde cinsiyetlerin ayrılması gibi bir şeyin mevcut olamayacağı, bunun muhtemelen 451 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 sekizinci yüzyılda İran’ın fethiyle bu ülkeden gelen etkilerle ve Irak’ta nüfusun karışmasıyla başladığı ortaya çıkacaktır (Rahman, 1997:80). Gerçekten, Kur’an iffet hususunda söyledikleri (Nur:31) bunların olmadığına işaret eder. Eğer cinsiyetlerin ayrı tutulması diye bir şey söz konusu olsaydı, erkek ve kadınların iffetle davranmalarını istemenin herhangi bir manası olmazdı. Kur’an bireysel olarak erkek ve kadının fazilet ve dinde eşit olduklarından bahsederken, hadis külliyatında kadınların akıl ve din açısından erkeklerden doğal olarak aşağıda bulundukları ile ilgili rivayetler bulunmaktadır (Tuksal, 2000). Bu, Kur’an’ın dindarlık ve dinsel değer açısından erkek ve kadının eşitliği hususundaki ifadelerine tamamen zıttır. Yine kadın-erkek eşitliği konusunda dile getirilen ve kadınların erkeklerden daha aşağıda olduğuna delil getirilen diğer bir ayette kadınların şahitliği meselesidir. “Ey iman edenler, belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir katip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir katip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu da) yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile –biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın olsun”. Bu ayette vadeli borçlanmada borcun yazılması ve bunu da iki erkek şahitle tescil edilmesi istenmektedir. İki erkek şahit bulunmadığı takdirde bir erkek, iki kadın şahit huzurunda borçlanmanın yapılması istenmektedir. Burada Kur’an-ın kastettiği şuydu: Bu bir mali mesele olduğu ve kadınlar da, genellikle, böyle meseleler ve işlerle meşgul olmadıkları için, eğer kadınlardan şahit gösterilmek isteniyorsa, bir kadından ziyade iki kadının gösterilmesi ve eğer mümkünse, en az bir erkeğin şahit tutulması daha sağlıklı olurdu. Bu ayette kadının şahitliğinin erkeğinkinden daha az kıymetli sayılması, kadının kadınlığından değil (Atay, 1997:26) kadının ticari işlerde hafızasının daha zayıf olmasına bağlandığından, kadınlar bu konuda alışkanlık kazanınca onların şahitliği de erkeklerinkine denk sayılabilir (Rahman, 1996-a: 104). Zaten bu ayetin dışında kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğinin yarısı kadar olacak diye bir ifade de bulunmayıp, kadın-erkek ayırımının yapılmadığı adaletli iki şahitten (Maide:106) veya dört şahitten (Nisa:15) bahseden ayetler vardır. Dolayısıyla da burada Kur’an’ın istediğinin, kadınlardan iki tanığın tanıklık etmesinin değil de, adaletin gerçekleştirilmesi olduğu anlaşılacaktır (Rahman, 1995:195). 452 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 Cinsiyet sosyolojisi açısından ifade edersek, toplumlarda cinsiyet rolleri, cinsiyetlere göre görev dağılımları, cinsiyet algıları ve tanımlamaları, cinsiyetlere göre doğru ve yanlışlar, adet, gelenek, görenek ve alışkanlıklar bütünü içerisinde kodlanarak nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu anlamda kadınların bedenleriyle yaşadıkları ilişkilerin, Cixous’unda söylediği gibi kültürel olarak belirlendiğini söyleyebiliriz (Sarup, 2004:162). Her toplum bazı faaliyetlerin erkeğe, diğerlerinin ise kadına ait olduğuna ilişkin düşünceye sahiptir. Bu doğrultuda, toplumda birlikte çalışan sosyal kurumlar cinslere uygun faaliyetleri belirlemektedir. Toplum tarafından beklenen cinsiyet rollerine uygun davranışları göstermeyen birey, toplumca ayıplanır ve hatta dışlanabilir. Konuya bu açıdan bakıldığında Kur’an ayetlerinin indiği toplum olan Arap yarımadasında ataerkil bir toplum yapısının olması hasebiyle Kur’an’ın böyle bir uygulamayı ortaya koymasında şaşılacak bir durumun olmadığı ortadadır. Dolayısıyla da, toplumsal şartlar, sadece kadınların erkeklerle eşit derecede eğitim aldıkları değil, iş ve mali muamelelerle daha aşina hale geldikleri kadar değişirse, yasa da değişir (Rahman, 1999:137). Kadınların ne kadar zihni yetenekleri gelişirse gelişsin, onların mahkemedeki şehadeti erkeğinkinden değersizdir demek, Kur’an’ın toplumsal değişimdeki hedeflerine insafsız bir hakarettir (Rahman, 1996c:84). Kur’an sosyolojisini dikkate aldığımızda, kadınlarla erkekler arasında gündelik toplumsal ilişkilerde ortaya çıkan eşitsizlikler, doğumla tanrıdan gelen kutsal ayırımların sonucu olmadığı ortadadır. Bu eşitsizliklerin, kadınlarla erkekleri binlerce yıldır eşitsiz ilişkiler içerisinde konumlandıran yapısallaşmış ataerkil sistemin ürünleri olduklarını söyleyebiliriz. d. Sosyo-Ekonomik Eşitsizlik Faktörleri a. “Onlar (kadınlar) için kocalarına karşı, onlara yönelik vazifeleriyle tamamen orantılı, haklar vardır; fakat erkekler kadınlardan bir derece üstündür (Bakara:228)”. Bu ayet Kur’an bütünselliğinden uzak, illeti/sebebi ortaya konulmadan ve lafızcı bir yaklaşımla ele alındığında İslam’ın erkeğe daha fazla değer vererek cinsiyet ayrımcılığı yaptığı ve bu durumu onayladığı anlamı çıkarılacaktır. Ancak bu ayet, “Allah’ın bir kısmını diğerlerine (verdiği şeylerle) üstün kılmasıyla ve erkeklerin mallarından harcamaları sebebiyle erkekler kadınlar üzerine kavvamdırlar (Nisa:34).” ayeti ile açıklandığında durum kendiliğinden anlaşılacaktır (Carullah, 1999:77). Yani, dinsel hayat dışında, toplumsal alanda iki cinsin birbirine karşı hak ve vazifeleri tamamen eşit ise de, erkekler, yine de, bir derece üstündür. Burada daha üstün ibaresi sadece 453 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 bir cinsiyetin diğerine göre değil, bazı insanların diğer bazılarına nazaran mal ve mülk edinmede veya başka şeylerde daha iyi performansa sahip olduğunu ima için kullanır. Yani erkeğin ontolojik üstünlüğü paralelinde kadına hükmetmesi çerçevesinin yerine, genelde ekonomik durumun göz önünde bulundurulması şeklinde bir sınırlandırma getirilmektedir. Bu da, yerine göre erkekler gibi kadınların kavvamlığından da söz edilebileceği anlamına gelmektedir (Toker, 2008:13). Kur’an, sık sık bazı kimselerin servet, güç vs. yönlerde üstün olduklarını söylemektedir. Ancak bu üstünlük “tabii bir üstünlük” olmayıp, şe’ni yani “görev yönünden üstünlük”tür. Kur’an tabii üstünlüğü reddetmekte, tabiatı yönüyle veya mahiyet itibariyle bütün insanların eşit olduğunu söyleyerek bunun kötü bir yol olduğunu belirtir. Yani insan olarak herkes eşittir. Dolayısıyla üstünlük sadece fazilet, yani insanın ortaya koyduğu ve yaptığı iyi işler yönüyle olur. Çiftçi’nin de belirttiği gibi “Şe’ni üstünlük ise tamamen farklıdır. Askerlikte bir yüzbaşının, bir ere olan üstünlüğü gibidir. Yüzbaşı hiçbir zaman insanlık yönüyle veya asker olma cihetinde erden üstün olamaz. Ama görev yönüyle yüzbaşı olduğu için erden üstündür. Bu üstünlük sadece fonksiyonel (yani şe’ni) bir üstünlüktür. Eğer böyle bir üstünlük sıralaması olmasaydı askerlik, fonksiyonunu kaybeder ve ordu diye bir şey olmazdı. Kur’an da aile hayatı, fonksiyonunu kaybetmesin ve bir aile yuvası dağılmasın diye ev için baş seçilmesi gerektiğini kabul etmiş ve bu görevi erkeğe vermiştir.”( Rahman, 1996-b:105) Bundan dolayı Kur’an daki bu ibare, kişiler arasında doğuştan bir eşitsizliğe göndermede bulunmaz. Kur’an muhtemelen şunu söylemektedir: Erkekler, toplumsal olarak faal asıl kişiler ve geçim sağlayıcılar oldukları için, ev harcamalarını ve kadınların masraflarını karşılamakla tamamen sorumlu tutulmuşlardır. Dolayısıyla, erkekler ekonomik faaliyetleri vasıtasıyla daha fazla hayat tecrübesi ve ameli bilgi kazandıkları için kadınların işlerini idareyle görevlidirler. Bu anlamda Kur'an’ın toplumsal cinsiyet ile biyolojik cinsiyeti birbirinden ayırdığını görmekteyiz. Zaten günümüz cinsiyet sosyolojisinde toplumsal cinsiyet ve biyolojik cinsiyet birbiriyle bağımlı ve fakat birbirinden farklı kavramlar olarak ele alınmaktadır. Yukarıdaki ayetin geleneksel yorumlarına baktığımızda kadın sorunlarının temelinde büyük ölçüde toplumların sosyo-ekonomik yapılarıyla da bağlantılı olarak ataerkil zihniyetin, erkek varlığını ve haklarını önceleyen ya da merkeze alan, cinsiyet farklılığını ön plana çıkaran bir anlayışın kadınlarla ilgili algı ve kabullerinin yattığını görmekteyiz. Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetle açıklanamayan sosyal sınıf, ataerkillik, siyaset ve toplumdaki üretim biçimiyle bağlantılı 454 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 bir anlama sahiptir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet, kadınlar ile erkekler arasındaki farklılıkların toplumsal düzlemde kurulmuş yönlerine dikkat çekmektedir. Bu anlamda kadınlık ve erkeklik farklılığının içeriği kültürel açıdan belirlenmekte ve değişkenlik göstermektedir (Demirbilek, 2007:15). Yani doğuştan gelen kadın ve erkek cinsiyeti ile ilgili özellikler, zamanla içinde yaşanılan toplumun kültürü tarafından yorumlanarak yapılandırılır ve toplumun kadın ve erkekten beklentileri de buna göre şekil alır. Ancak toplumun kadın ve erkek cinsiyetinden bu beklentisi her toplumda farklılık göstermektedir. Biyolojik cinsiyetin tersine, farklı kültürler temelinde ortaya çıkan toplumsal cinsiyet anlayışları ve uygulamaları değişebilmekte ve değiştirilebilmektedir. Kısacası toplumsal cinsiyeti her zaman içinde üretip süregeldiği siyasi ve kültürel kesişme noktalarından ayırarak değerlendirmek imkansızlaşır (Butler, 2008:46). Bütün bu açıklamalar eşliğinde cinsiyet ekseninde günümüz toplumlarına bakıldığında kadınların toplumsal bilinçlenmeleri, erkeklerin sahip olduğu siyasal ve sosyal hakları elde etmek için örgütlenmeleri, mücadele etmeleri, mülkiyet, eğitim ve siyaset haklarının kazanılması ve kamusal alanların birçoğunda kadınların yer edinmeleri kamusal alanın cinsiyetsiz inşasının olduğuna şahit olmaktayız Dolayısıyla kadın ve erkek rollerini, değişen toplumsal şartlar çerçevesinde yeniden ele almak zorundayız. Konuya bu açıdan bakıldığında Kur’an’ın bir boşluğa inmediğini tarihsel olarak var olan bir topluma ve o toplumun sosyolojik gerçekleri üzerine indiğini kabul edersek onların ataerkil muhayyilelerine uygun olarak kurallar ortaya koymasında şaşılacak bir şeyin olmadığını görürüz. Günümüzde, eğitim sisteminde kız ve erkek öğrenciler arasında doğrudan ayırımcılığın önemli ölçüde giderildiği, çok sayıda kadının işgücüne katıldığı görülmektedir. Böylelikle, eve gelir getirme sorumluluğu kadın ile erkek arasında paylaşılmış ve evli çiftlerin her ikisinin de aileye gelir sağladığı, kadınların siyasete katıldıkları ve temsil edildikleri bir aile yapısı meydana gelmiştir. b. Ekonomik eşitsizlikle ilgili diğer bir mesele ise kadının, erkeğin yarısı kadar olan, miras payıdır. Kur’an şöyle diyor: “Allah size çocuklarınız hakkında tavsiyede bulunur: Bir erkek çocuk iki kızın payına eşit alacaktır. (4:11)” Bazı araştırmacılara göre, kadın kocasından mehir alması ve erkeklere yüklenen sorumluluklardan dolayı zahiri olarak miras paylaşımında eşitsizlik gibi görünen hususun, son tahlilde, gerçek bir eşitlik anlamına geldiğini savunmuşlardır (Bayındır, 2012:60). Bazı Müslüman yenilikçiler ise, çocuklara, cinsiyetlerine bakılmaksızın, eşit pay 455 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 verilmesinin daha adaletlice olacağını düşünmekteler. Bunlardan F. Rahman’a göre, miras payları cinsiyetlere atfedilmiş ekonomik kıymetler ve yükümlülükler gibi, geleneksel toplumdaki fiili rollerin bir sonucudur (Rahman, 1999:142). Kuşkusuz, bunda geleneksel cinsiyet rollerinin ve bu rollerin öğrenildiği sosyalleşme sürecinin etkisi büyüktür. Dolayısıyla da farklı cinsler için konulan miras hükümleri, cinsiyet farklılığının biyolojik bağlamıyla değil, sosyal hayat içerisinde yüklenilen roller ve sorumluluklar açısından değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak, toplumsal ve kültürel olarak belirlenen ve dolayısıyla içeriği toplumdan topluma olduğu kadar tarihsel olarak da değişebilen “cinsiyet konumu” ya da “cins kimliği”dir. Toplumsal cinsiyet sadece cinsiyet farklılığını belirtmekle kalmaz aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de belirtir (Berktay, 2012:16). Bu roller değişime uğrayınca miras payları da değişebilir. Nitekim bu görüşü destekleyen ilgili ayet ise şöyledir: “Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Nisa:12)” Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta; bazı hükümlerin değişmesi veya değiştirilmesinden maksat, nasların değiştirilmesi olmayıp, değiştirilen sadece onların tefsir, te’vil ve ictihad gibi hukuki izah tarzlarıdır (Şener, 1997:145); sosyolojik bir dil kullanacak olursak toplumun örf ve adetine dayanan hükümlerin zamanın değişmesiyle anlamlarının yorumlanarak asıl maksadın ortaya çıkarılmasıdır. Yani kabile yapısı değişen toplumda sosyal işlevler köklü değişikliklere uğradığından toplumsal değişme ile, paylarda da değişme hasıl olmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesi de kadının mirasçı olmasının Kur’an tarafından başlatılmasıdır. Sonuç Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, her ne kadar Kur’an’ın bazı ayetlerinde kadın-erkek eşitsizliğine yönelik ifadeleri var gibi görünse de, bu ifadeler doğru bağlam ve şartlarda, bu metnin söylendiği ve uygulandığı ortam, maksat ve ‘mevcut durum’ dikkate alınarak değerlendirildiğinde, bunun kadın-erkek ilişkilerinde erkeğin lehine olan bir ayrımcılığı ifade edecek bir söylem olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. İlerleyen dönemlerde yaşanan bazı olumsuz gelişmeler, İslam düşüncesinin özünü ve esasını etkileyen bir olgu değildir. Özellikle 456 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 ataerkil ve feodal toplumlardaki kadınların erkeklere tabiyetinin tanrısal ve yasal bir norm olma hali İslamla özdeşleştirilmeye çalışılmıştır. Zira kadın-erkek eşitsizlik söylemini benimsemiş hiçbir düşüncenin, kendisine Kur’an ve Sünnet’ten dayanak bulabilmesi imkan dahilinde görünmemektedir. Çünkü özü ve maksadı itibariyle, toplumun çekirdeği sayılan aile müessesesinin korunmasını hedef alan söz konusu nasları, kadınların erkekler karşısında eşitsiz söylemlermiş gibi değerlendirmek haksız ve yanlış bir algılamadır. İslami gelenekte kadının yerini talileştiren görüşlerin olduğu muhakkaktır; fakat bu görüşler İslam’ın özgün kaynaklarından değil, bu kaynakların yorumlayıcısı olan fakihler, müfessirler, muhaddisler ve diğer bilginlerin yorumlarından okunur. Günümüzde, kadınların karşı çıktıkları ve mücadele etmek zorunda kaldıkları kadın ve erkek kimlikleri ve rolleri konusundaki sorunların temeli Ku’an kaynaklı olmaktan ziyade toplum ve kültür tarafından belirlenmiş ön kabuller, kalıplaşmış yargılar ve cinsiyetin var olduğu görülmektedir. Her toplumda kadın ve erkeğe farklı roller yüklenmektedir. Geçmişte, bu durum genellikle Tanrı buyruğu ya da biyolojik farklılıkların kaçınılmaz sonucu olarak kabul edilmiştir. Ancak, bu gibi gerekçeler uzun süre ikna edici olamamış ve erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliği gerçeği ile eşitlik ideali arasında önemli bir açık meydana gelmiştir. Günümüzde ekonomik ve sosyal alanlardaki değişme ve gelişmeler, cinsiyet esaslı iş bölümünün yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. Bu anlamda, kadınlar ev ve işyeri arasındaki sorumluluklarını büyük ölçüde bir arada götürebilmektedirler. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an’ a göre, kadın bir insan varlığı olduğu için sadece kendinde varlık (nesne değil) değil, aynı zamanda “kendisi için varlık”tır, yani bilince sahiptir. Ne var ki, bir yandan da toplumsal koşullar tarafından ben/özne olması engellenmekte ve erkeklerin egemen olduğu bir dünyada ötekiliğe mahkum edilmektedir. Yani sahip olunan kadınlık ve erkeklik idealleri ve kavramları, egemenliğe ve iktidara dayanan yapılar içinde oluşturulmuştur diyebiliriz. Gelişen sanayi toplumunda kadının, anne, eş, ev kadını ve çalışan olarak toplumda bir çok rolü bir arada oynadığı görülmekte ve aile dışında cinsiyete dayalı rol dağılımının etkileri hissedilmemektedir. Dolayısıyla da toplumsal koşullar değiştiğinde Kur’an’ın hedeflediği nihai ahlaki toplumda kadının, erkekler tarafından, erkeğin ötekisi olarak tanımlandığı bir İslam anlayışından kadın-erkek öznesinin birlikte var oldukları ve dünyayı birlikte inşa ettikleri, bir anlamı çıkarmamız zor olmayacaktır. 457 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 Kaynaklar Ağaoğlu, Ahmet, İslamlıkta Kadın, Nebioğlu Yayıncılık, İstanbul Amman, Mehmet Tayfun, “Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet-Sosyal, Bilimsel Yaklaşımlar”, Dini ve Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet 1, Ensar Yayınevi, İstanbul 2012 Apak, Adem, Anahatlarıyla İslam Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, Ensar Yayınları, İstanbul, 2012 Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar I-III, Atay Yayınevi, Ankara 1997 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, I-XI, C. II, İstanbul 1989 Aydın, M. Akif, “İslam’da Kadın”, İslam Ansiklopedisi, TDV, C. XXIV, İstanbul 2001 Bayındır, Abdulaziz, Dini ve Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet 1, “İslami Açıdan Toplumsal Cinsiyet, Ensar Yayınları, İstanbul 2012, (ss. 57-84) Berktay, Fatmagül, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yayınları, İstanbul 2012 Berktay, Fatmagül, “Felsefenin Kadına Bakışı”, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010 Butler, Judith, Cinsiyet Belası Feminist Kimliğin Altüst Edilmesi (Çev.Başak Ertür), Metis Yayınları, İstanbul 2008 Carullah, Musa, Hatun, Kitabiyat Yayınları, Ankara 1999 Çelik, Celaleddin, “Kur’an’da Toplumsal Değişme Olgusuna Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Kur’an Sosyolojisi Üzerine Denemeler, Yediveren Yayınları, Konya 2003 Çiftçi, Adil, Bilgi Sosyolojisi ve İslam Araştırmaları- Bir Sosyal Bilimler Felsefesi Çalışması, Ankara Okulu Yayınları. Ankara 2009 Demirbilek, Sevda, “Cinsiyet Ayırımcılığının Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar Dergisi, İstanbul 2007 Cilt: 44 Sayı:511, ( ss.12-27) Direk, Zeynep, “Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği”, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010 Doğan, Metin, “Kur’an, Peygamber ve Toplum”, Kur’an Sosyolojisi Üzerine Denemeler, Yediveren Yayınları, Konya 2003 458 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:14, Yıl:14, Sayı:1, 14:437-460 Dökmen, Zehra Y., Toplumsal Cinsiyet-Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi, İstanbul 2012 Erbay, Celal, İslam Hukukunda Küçüklerin Himayesi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2000 Güler, İlhami, Direniş Teolojisi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011 Gürhan, Nazife, “Toplumsal Cinsiyet ve Din”, Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı: IV, Kasım 2010 Haşşab, Samiye Mustafa, İslam Sosyolojisi ( çev. Ali Çoşkun-Nebile Özmen), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2010 Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi-İlk Dönem, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011 Irigaray, Luce, Ben Sen Biz, Farklılık Kültürüne Doğru ( Çev. Sabri Büyükdüvenci-Nilgün Tutal), İmge Kitabevi, Ankara 2006 Kandiyoti, Deniz, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, Metis Yayınları, İstanbul 1997 Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’an’a Göre Çocuklar Arasında Cinsiyet Ayrımcılığı —Kız Çocuklarına Karşı Tutumlar”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10:1, Elazığ 2005, (ss.75–96) El-Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami’li Ahkami’l Kur’an, I-XX, C.I, Beyrut 1985 Özdeş, Talip, Kur’an ve Cinsiyet Ayrımcılığı, Fecr Yayınları, Ankara 2005 Öztürk, Melda Yaman, “Ataerki Bir Kavramın Yeniden İnşası: “Eski” Ataerkiden Ataerkil Kapitalizme” Eğitim Bilim Toplum Dergisi, S.38, C. 10, Ankara 2012, (ss. 72-115) Öztürk, Mustafa, Cahiliyeden İslamiyet’e Kadın, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2013 Rahman, Fazlur, Ana Konularıyla Kur’an (Çev. Alparslan Açıkgenç), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1996-a Rahman, Fazlur, İslam (Çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), Selçuk Yayınları, Ankara 1996-b Rahman, Fazlur, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp-Değişim ve Kimlik (Adnan Bülent Baloğlu-Adil Çiftçi), Anakara Okulu Yayınları, Ankara 1997 Rahman, Fazlur, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu (Çev. Salih Akdemir), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1995 459 AIBU Journal of Social Sciences, Vol:14, Year:14, Issue:1, 14:437-460 Rahman, Fazlur,, İslam ve Çağdaşlık-Fikri Bir Geleneğin Değişimi( Çev. Alparslan Açıkgenç- M. Hayri Kırbaşoğlu) , Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1996-c Rahman, Fazlur, İslami Yenilenme -Makaleler II (Der. ve Çev. Adil Çiftçi) , Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1999 Razi, Fahreddin, Tefsir-i Kebir, C. II, Akçağ Yayınları, Ankara 1988 Sarup, Madan, Post-yapısalcılık ve Postmodernizm ( Çev. Abdülbaki Güçlü), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2004 Sıbai, Mustafa, Islam’a ve Garblılara Göre Kadın (Çev. İhsan Toksarı), Nida Yayınevi, İstanbul 1969 Sofuoğlu Kılıç, Nilgün, “Butler’ı Schutz İle Okumak: Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Cinsiyet Ayrımcılığının Bazı Göstergeleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Toplum Bilimleri Dergisi, Temmuz – Aralık , Ankara 2010, (ss. 83-93) Şekerci, Hülya, Kur’an-Hayat Ekseninde Mümin Kadın, Ekin Yayınları, İstanbul 2011 Şener, Mehmet, İslam Hukukunda Örf , Öğrenci Basımevi, İzmir 1997 Toker, İhsan, “Dindar Kadınların Güçlenme İmkanları-Eşler Arası İlişkiler Örneği”, SÜİFD, 17/ Sakarya 2008, ( ss.1-15) Toker, İhsan, Eşitlik Ve Adalet Kavramları Çerçevesinde Müslüman Kadınlarda Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ankara 2009, 1 (1) (ss. 142165) Tuksal, H. Ş., Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Kitabiyat Yayınları, Ankara 2000 Weber, M., Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı (Çev. Özer Ozankaya), İmge Kitabevi, İstanbul 1995 Yılmaz, Hüseyin, “Hz. Peygamber Döneminden Günümüze Kadınlar ve Cami Eğitimi”, Değerler Eğitimi Dergisi, İstanbul 2007, (ss.107130) 460