Kadının Adı Yok, Engelli Kadının Hiç Yok

advertisement
KADININ ADI YOK, ENGELLİ KADININ HİÇ YOK
YAZAN: AV.TURHAN İÇLİ
Yeni bir kadınlar gününü arkada bıraktık. Kadın örgütleri çeşitli etkinliklerle
varlıklarını hissettirmeye, istemlerini ve iletilerini kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. Tabi
engelli kadınlar da.
Bu yazıda 8 Martın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanışının öyküsünü anlatacak
değilim. Sizlerle kadınlara ve engelli kadınlara uygulanan ayrımcılığın nedenlerini ve
derecesini tartışmak istiyorum. Bin yıllardan beri kadınlarımız dünyada ve ülkemizde
ayrımcılığa uğruyor; dışlanıyor; ikinci sınıf muamelesi görüyor. Engelli kadınlar ise hem
kadın, hem engelli olmaktan dolayı iki misli, belki üç misli aynı tutum ve davranışlarla
karşılaşıyorlar. Bunlar çok doğru ama tartışmak istediğim konu açısından soru şu: engelli
kadın, kadınlığından dolayı mı yoksa, engelinden dolayı mı daha çok eziliyor, dışlanıyor,
ayrımcılığa uğruyor. Bu iki ayrımcılık nedeninden hangisi ağır basıyor. Bu soruya yanıtım şu:
engelli kadının uğradığı ayrımcılığın birinci nedeni, kadınlığından önce sakatlığıdır. Neden?
Bu yazımda başlıca iki nedenden söz edeceğim
Birincisi, sakatlık tarihsel olarak kadınlıktan daha önceye ait bir ayrımcılık nedenini
oluşturmaktadır. İlkel toplumlarda, o günün üretim araçlarının gelişkinliği ona paralel üretim
geriliği nedeniyle insanlar karınlarını güçlükle doyurabilmekteydiler. İster avcılık, ister
toplayıcılık biçiminde olsun üretim sürecine ya da daha doğru bir deyişle yaşamak için
zorunlu olan gereksinim maddelerini elde etme sürecine katılamayan birey, toplumun sırtında
bir yük, fazladan bir boğazdı. Çünkü o günkü üretim araçlarının gelişkinliği düzeyinde
insanlar ancak karınlarını doyurabilecek kadar besin maddesi elde edebiliyorlardı. Bu yüzden
kabileler arası savaşlarda esir alınan tutsaklar köle haline getirilmiyor; ya öldürülüyor yada
topluma eşit kandaş üye olarak kabul ediliyorlardı. Sakatlara ve yaşlılara gelince; onlar
tamamıyla fazladan boğaz sayıldıkları için geleneksel ya da dinsel törenlerle öldürülüyorlardı.
Üretim araçları geliştikçe ve üretim süreci bireyin kendi gereksiniminden daha fazla
bir değer elde edebilmeyi olanaklı kıldıkça savaş esirleri öldürülmek ya da eşit kandaş üye
olarak kabul edilmek yerine köle haline getirildiler. Sakatlar ise, toplumsal bir işlev yerine
getirebildikleri ölçüde öldürülmeyip, çeşitli işlerde kullanılmaya başladılar. Örneğin Eski
Romada’da kör erkekler pazu güçlerinden yararlanılmak üzere beygir yerine bostan
dolaplarına koşuluyor ya da kalyonlarda kürekçi olarak kullanılıyorlardı. Roma kentinin kenar
mahallelerinde, Romalı yurttaşların eğlence ve cinsel gereksinimlerini karşılamak üzere
şarkıcı kör kızlar adıyla yerleşim yerleri oluşturulmuştu. Eski Çin’de belleği güçlü körler
imparatorluk fermanlarını ezberleyip, memleketin dört bir yanına duyurmak amacıyla ayaklı
kütüphaneler olarak değerlendiriliyorlardı.
Orta Çağın mistik atmosferinin sis perdesi arkasında kaybolan sakatlar ya açzanelere
kapatılarak koruma altına alındılar, ya da dilenci şebekelerinin elinde halkın merhamet
duygularını sömüren araçlara dönüştüler.
Ortaçağa karşı savaş açan devrimci burjuvazi, nasıl feodal toprak ilişkilerini çözerek
toprağa bağlı köylüleri özgürleştirip sanayi merkezlerinde işçi olarak kullanmaya başladı ve
onlardan yeterince yararlanabilmek için ilköğretimi zorunlu hale getirdi ise, tıpkı öyle,
sakatların emeğinden yararlanmanın yollarını da araştırdı. Onlara yönelik ilk eğitim
merkezlerini ve atölyeleri oluşturdu. Birinci ve ikinci evren savaşları sağlıklı insanları savaş
meydanlarına sürerken, sakatları, kadınları ve yaşlıları üretim sürecinin içerisine çekti.
Görüldüğü gibi sakatların dışlanması ve ayrımcılığa tabi tutulmasının tarihi bir hayli
eskiye dayanmaktadır. İnsanlık tarihi kadar eski. Bu nedenle sakatlara yönelik korkular,
tepkiler ve önyargılar onbinlerce yıldan beri toplumun gözeneklerine ve bilinçaltı
derinliklerine dek işledi. Toplum kendisinin ayrılmaz bir parçası olan sakatlardan pek
hoşlanmadı. Sakatların aynasında hep kendi encamını ve geleceğini gördü. Bu görüntüden
ürküntüye düştü. Bu ürküntünün iki sonucu oldu: ya sakatları görmezden gelerek bilincinden
ve vicdanından uzak tuttu, ya da onlara sadaka kabilinden yardımlar sunarak vicdanını
susturdu. Bu günkü toplumun sakatlara karşı tutum, davranış ve değer yargılarını belirlendiren
tarihsel ve sosyo-psikolojik etkenler bunlardır.
Kadınlara gelince; onlar tarihin ilk dönemlerinde bırakın ezilen bir cins olmayı,
doğurganlık yetenekleri nedeniyle üstün bir cins bile sayılıyorlardı. Anaerkil toplum kadının
bu niteliğinden kaynak alıyordu. Kadın cinsimize boyun eğdirilişinin tarihi, sürü ekonomisine
geçişle başlar. Morgan sınıflamasına göre orta barbarlık konağına tekabül eden sürü
ekonomisi veya çobanlık, toplumsal örgütlenmede erkeğin egemenliğine dayanan babahanlığa
(ataerkil toplum) karşılık gelir. Elbette ki kadın cinsimiz egemenliğin bu el değiştirme
sürecine sessizce boyun eğmedi. Bizim Karadeniz bölgemizde yerleşik anaerkil toplum
üyeleri, savaşçı amazon adıyla erkeklere kök söktürdüler.
İkinci nedene gelince; nedenli ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalırsa kalsın, kadın
toplumun vazgeçilemez öğesidir. Her anlamda toplumun yarısıdır. Kadın olmadan erkek,
erkek olmadan kadın olamaz. Bu iki cins birlikte var olmadan ve el ele vermeden toplum ve
uygarlık olamaz. Dolayısıyla en erkek egemen toplum bile kadınsız ayakta kalamayacağı için
kadın cinsimize karşı soykırım uygulamasına girişemez. Oysa toplumun bilinçli ya da
bilinçsiz arzusu sakatlığın bütünüyle ortadan kaldırılmasıdır. Hitler faşizmi gibi insanlık dışı
bir zihniyet bunu 700 bin sakatı fırınlarda yakarak yapar; gelişkin ve çağdaş bir toplum,
sakatlık kaynaklarını kurutarak…
Bütün bu nedenlerle sakatlara karşı önyargı, korku, ürküntü, nefret gibi duygular çok
daha köklü ve derindedir. Bu yüzden engelli kadın, kadın olmaktan ziyade sakatlığından
dolayı çeşitli yoksunluklarla ve ayrımcı uygulamalarla karşı karşıyadır. Öylesine ki, kendisi
ayrımcılığa uğrayan kadın cinsimiz bile, sık sık engelli kadını unutmakta, ona karşı ayrımcı
tutum ve davranışlar göstermektedir. Bu tespitimizi uluslararası belgeler, uluslararası ve
ulusal uygulamalar kanıtlamaktadır.
Örneğin, Birleşmiş Milletler tarafından 1979 yılında kabul edilen “Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW)” Sözleşmesine bakalım. Bu sözleşme ve
ekindeki ihtiyari protokol 1985 yılında Ülkemizce de kabul edilmiş ve iç hukuk metni haline
getirilmiştir. Kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi iddiasında olan bu uluslararası belgede
engelli kadının adı bile geçmemektedir. Oysa kadın, kadın olmanın yanı sıra engelli olmaktan
dolayı da ayrımcılığa uğramakta ve bu ayrımcılığın önlenmesi için de özel bir takım
önlemlerin alınması gerekmektedir.
Diğer yandan ülkemizde devletin engelliler alanındaki örgütlenmesine bakıyoruz.
Başbakanlığa bağlı Özürlüler İdaresi Başkanlığı, engelli kuruluşlar arasında koordinasyonu
gerçekleştiren ve engelli sorunlarına odaklı en üst kuruluş. Bünyesinde pek çok daire ve şube
müdürlükleri var, ama engelli kadınla ilgili tek bir birim yok. SHÇEK bünyesindeki
Özürlülerin ve Felçlilerin Rehabilitasyonu Daire Başkanlığının da, İş-Kur bünyesindeki
Sakatlar Şube Müdürlüğünün de engelli kadınla ilgili özel bir gündemi yok. Özel Eğitim
Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü, engellilerin eğitimine yönelik hizmet
veren bir kuruluş. Engelli kadının eğitimle ilgili özel sorunları yokmuş gibi bünyesinde ne
engelli kadınla ilgili bir birim var ne de bu konuda yapılmış bir araştırma.
Devletin kadın örgütlenmesine gelince; biliyorsunuz kadın sorunlarıyla ilgilenen
devlet kuruluşu, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. Bu Genel Müdürlük içerisinde engelli
kadınla ilgili hiçbir birime rastlayamıyoruz. Bu güne dek Türkiye Körler Federasyonu ve
Altınokta Körler Derneği’nin talepleriyle birkaç görme engelli kadın kurultayı yapılmış ama
besbelli ki buradan elde edilen sonuçlar pek içselleştirilememiş. Çünkü kurumun 2009 yılı
Ocak ayında yayınlanan “Türkiye’de Kadının Durumu” başlıklı raporunu okuyorsunuz; 2012
yılına kadar öngörülen stratejik hedeflere bakıyorsunuz; engelli kadının adına
rastlayamıyorsunuz.
Özetlemek gerekirse, toplumda kadının adı yoksa, engelli kadının adı hiç yok. Hatta
kadın kuruluşları bile unutmuş engelli kadını. Ama unutmayan birileri var: Engellilerin bizzat
kendileri.
Bilindiği gibi 1996 tarihinde Kanada’nın Toronto kentinde yapılan, Dünya Körler
Birliği’nin Genel Kurulunda, Türkiye Körler Federasyonunun büyük çabaları ile benimsenen
Birleşmiş Milletlerce Uluslararası Engelli Hakları Sözleşmesinin hazırlanıp, üye devletlerin
imzasına açılması önerisi 10 yıllık kısa bir süre içerisinde, 2006 yılının Aralık ayında
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilmiş ve üye devletlerin imzasına açılmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti 2007 yılının 30 Martında bu sözleşmeyi imzalayan ilk devletlerarasında
yer almış; sözleşme 3 Aralık 2008 tarihinde TBMM’de onaylanarak yürürlüğe girmişti. 50
maddelik Engelli Hakları Sözleşmesi’nin 5 maddesinde engelli kadınların sorunlarına ve
katılımlarına vurgu yapılıyor. Bilindiği gibi uluslararası sözleşmelerin başlangıç bölümleri o
sözleşmenin dayandığı düşünsel temelleri ve diğer uluslar arası belgeleri belirtir. Engelli
Hakları Sözleşmesinin başlangıç bölümünün (q ) bendinde: “Engelli kadınların ve kızların
hem ev içinde hem de ev dışında şiddete uğramaya, yaralanmaya veya istismara, ihmale,
ihmalkar muameleye, kötü muameleye veya sömürüye karşı daha büyük bir risk altında
olduklarını göz önünde bulundurarak,” denilmek suretiyle sözleşmenin engelli kadınlara
ilişkin temel perspektifini ortaya koymaktadır.
Sözleşmenin 6. maddesi başlı başına engelli kadınlara ayrılmış olup engelli kadınlar
başlığıyla aynen şöyle denilmektedir:
MADDE 6- ENGELLİ KADINLAR
“1. Taraf Devletler, engelli kadın ve kız çocuklarının birden fazla nedene dayalı ayrımcılığa
maruz kaldığını kabul eder ve bu bakımdan tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve
eşit yararlanmalarını sağlamaya yönelik tedbirleri alırlar.
2. Taraf Devletler, kadınların tam gelişimini, ilerlemesini ve güçlenmesini ve bu Sözleşme’de
belirtilen insan hak ve temel özgürlüklerini kullanmalarını ve bunlardan yararlanmalarını
sağlamak için tüm gerekli tedbirleri alacaktır. “
Yine 16. madde Sömürüye, şiddete ve İstismara Maruz Kalmamak başlığıyla özellikle
kadınların karşı karşıya bulunduğu sömürü, şiddet ve istismara dikkat çekmekte ve üye
devletler kadın ve çocuk merkezli etkili politikaların yürürlüğe konulmasını istemektedir.
Madde aynen şöyledir:
MADDE 16- SÖMÜRÜYE, ŞİDDETE VE İSTİSMARA MARUZ KALMAMAK
5. Taraf Devletler, engellilere karşı sömürü, şiddet ve istismar vakalarının teşhisini,
soruşturulmasını ve gerekli hallerde kovuşturulmasını sağlamak için kadın ve çocuk
merkezli yasa ve politikalar dahil etkili yasa ve politikaları yürürlüğe koymalıdır.
Yeterli Yaşam Standardı ve Sosyal Korunma başlıklı 28. madde sosyal korunma ve
yoksulluk azaltıcı programlara erişmenin önemine vurgu yaparak; yine kadın, çocuk ve
yaşlılara özel olarak dikkat çekmektedir.
Sözleşme hakların ihlali halinde başvuru mekanizmalarında ve bu hususta Birleşmiş
Milletler bünyesinde oluşturulacak kurullarda, engelli kadının yerini de ihmal etmemiştir.
Bilindiği gibi bu çeşit uluslararası sözleşmelerle tanınan hakların ihlali halinde devletler veya
bireyler Birleşmiş Milletler Bünyesinde oluşturulan bir komiteye başvurabilmekte, bu komite
nezdinde haklarını arayabilmektedir. Engelli Hakları Sözleşmesi 34. maddesiyle Birleşmiş
Milletler bünyesinde bir Engelli Hakları Komitesi kurulmasını öngörürken bu komitenin
oluşumunda “Eşit coğrafi dağılımın, farklı medeniyetlerin ve yasal sistemlerin temsil
edilmesinin, engelli uzmanların katılımının yanı sıra kadın - erkek temsilinin de dengeli
olmasına dikkat çekmektedir.
Yalnız burada şunu belirtmek zorundayız. Türkiye temel hakları içeren ana sözleşmeyi
kabul ederken bu sözleşmedeki hakların ihlali halinde başvurulacak mekanizmaları içeren
ihtiyari protokolü onaylamamıştır. Bu nedenle hakların ihlali halinde Türkiyeli kadınların
Engelli Hakları Komitesine bireysel başvuru hakkı bulunmamaktadır. Başlangıçta vermiş
olduğumuz bilgiler çerçevesinde “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi”
sözleşmesi ve ek ihtiyari protokolün ülkemiz tarafından onaylanmasına atıfla Türkiyeli
Kadınların hak ihlalleri halinde Birleşmiş Milletler bünyesindeki Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesine başvurabilecekleri ileri sürülse de, sonuç elde edebilmek
olanaksızdır. Çünkü CEDAW kadınlığa dayalı ayrımcılığın önlenmesine ilişkin bir sözleşme
olup, engelliliğe dayalı ayrımcılıktan dolayı bir kadının bile bu komiteye başvurma hakkı söz
konusu değildir.
Buraya kadar yazdıklarımızı özetlemek gerekirse şu üç tespiti yapabiliriz.
1- Genel olarak toplumsal yaşamda kadın cinsimiz ayrımcılığa uğramakta, dışlanmakta
ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmektedir.
2- Ama engelli kadın hem engellilikten hem de kadınlıktan, ama özellikle ve öncelikle
engellilikten dolayı ayrımcılığa uğramakta, dışlanmakta ve üçüncü sınıf vatandaş
muamelesi görmektedir.
3- Kadın, ezilen cinsimiz olduğu halde bu özelliği nedeniyle daha duyarlı olması
gerekirken, engelli kadını unutmakta ve engelliliğe dayalı ayrımcılığa tabi
tutmaktadır.
Download