TÜRK SOSYOLOJİSİNDE ORGANİZMACI VE EVRİMCİ AKIM

advertisement
1
TÜRK SOSYOLOJİSİNDE ORGANİZMACI VE EVRİMCİ AKIM
Ümit AKCA *
Özet
Sosyolojinin Türk düşüncesindeki serüveni Türk toplumunun Batılılaşma serüveni ile eş zamanlı
gelişmiştir. Batılılaşan Türk toplumu Batılı değerlere yüzünü döndüğünde bir yandan varlığından
haberdar olmakla birlikte kendi toplumsal dünyasının dışında ve karşısında bir toplumsal örgütlenme; öte
yandan da fiziksel ve sosyal dünyayı kendi fiziksel ve sosyal dünya algısının karşısında ve dışında
yöntem ve araçla açıklayan Aydınlanma zihniyeti ile karşılaşmıştır. Romantizm, Yeni Pozitivizm, Yeni
Realizm, Tarihi Materyalizm, Evolüsyonizm (Evrimcilik), İdealizm ve Materyalizm gibi çeşitli felsefe
akımları Türk düşünce hayatına girmiştir. Bu anlamda sosyoloji, Osmanlı aydını için, nasıl
batılılaşılacağının, iktisadi kalkınmanın nasıl sağlanacağının ve modern topluma nasıl geçileceğinin
yollarını öğreten, kurtuluş reçeteleri sunacak bir bilim olarak görülmüştür. Hazırlık ve oluşum
devrelerinde kolayca gözlenebilen evrimci sosyoloji Gelişim döneminde Behice Boran ile sona ermiş
gibi görünmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türk Sosyolojisi, Evrimcilik, Organizmacılık.
ORGANICIST AND EVOLUTIONIST MOVEMENT IN TURKISH
SOCIOLOGY
Abstract
The adventure in the Turkish idea of sociology is developed concurrently with the westernization of Turkish
societal adventure. The Westernization of Turkish society turned its face to the Western values and facing to
western social world. It was the first to entrance of Enlightenment mentality. Then The Romanticism, the new
Positivism, The New Realism, The Historical Materialism and the Evolutionism has entered the Turkish
intellectual life. In this sense, sociology, to the Ottoman intellectuals, was a referance of how to westernising,
how to achieve economic development and ways to teach how to move to a modern society. And then science
was seen as a recipe for salvation. Evolutionist sociology that can be easily observed in the preparation and
formation stages and seems to have ended with the Behice Boran.
Keywords: Turkic Sociology, Evolutionism, Organicism.
*
Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
2
Giriş
Bottomore (1984: 6-7), sosyolojinin bilinen tarihinden yola çıkarak Montesquieu,
Comte, Spencer ve Marx’ın ilk yazılarını yayınladıkları dönemi “sosyolojinin tarih
öncesi” olarak adlandırır. Sosyolojinin [toplumbiliminin] özgün bir bilim olarak ortaya
çıktığı dönem ise, ona göre, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın
başıdır. Bu ilk dönem toplumbilimi evrimci karakteri icabı toplumsal evriminin temel
aşamalarını ve işleyişini açıklamaya çalışmaktadır ve [doğa bilimlerine öykünmesi
nedeniyle] pozitif bir karaktere sahiptir.
Bu çerçevede, Malthus’un nüfus teorisi, Spencer’ın en iyinin hayatta kalması
anlayışı ve Darwin’in doğal ayıklama temelli biyolojik evrim teorisi †, özellikle
ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, güçlünün yanında olmayı yaygın bir düşünce
haline getirmiş ve düşünsel alana uyarlanmasına yardımcı olmuştur (Doğan, 2012: 7).
İlk ortaya konduğu zamandan sonra Lamarck’ın Hayvanat İlminin Felsefesi,
Darwin’in Türlerin Kökeni’, Spencer’in İlk Prensipler ve Biyolojinin Prensipleri’ gibi
eserleri sonrasında çöküş prensibini göz ardı ederek tek yönlü bir evrimcilik biçimini
almıştır. Böylece evrim kuramı
“… mevcutların, maddenin, hayatın, ruhun ve cemiyetlerin genel kanunu tekâmülden
ibarettir” şeklinde özetlenir olmuştur. Bu şekilde, on dokuzuncu yüz yılda evrilen
materyalist akım, maddenin evrimini hayatın evrimine bağlamak suretiyle, bütün
tekâmül safhalarını, incelemeye çalışıyordu. Maddeciliğin bilhassa pozitivizmin
muhtelif şekilleri ile beslenen bu materyalizm, Cumhuriyet döneminde Tarihi
Materyalizm veya Diyalektik Materyalizm şekline dönüşmüştür” (Bolay, 2008: 32-
33).
Türk sosyolojisinin hazırlık devrinin bir takım tercüme ve telif eserlerden oluşan
felsefi çalışmalar eliyle şekillendiği ifade edilmişti. Bu cümleden olarak ondokuzuncu
yüzyılın sonlarında Hoca Tahsin Efendi, Ahmet Midhat, Şemsettin Sami ve Ali Sedad
Bey ile başlayan bu süreç, yirminci yüz yılın başlarında Baha Tevfik, Suphi Edhem,
Memduh Süleyman, Yahya Halid, Edhem Necdet gibi isimlerin evrim ve Darwin Teorisi
üzerine telif ve çeviri ‡ eserleriyle devam etmiştir (Özbay, 2014: 91).
†
“Tekâmül kuramı tabiatta herşeyin gayet basit bir ilkel halden başlayıp, yavaş yavaş ve derece derece
ilerleyerek, nihayet kemale ulaştıktan sonra, yine derece derece çözülüp çökmesi” (Bolay, 2008: 38-39) şeklinde
ifade edilir.
‡
“Baha Tevfik ve arkadaşlarının bu faaliyetlerine bir de şu hususu ilave edelim: Bu da yabancı dillerden yapılan
tercümelerde tahrifat (aslında olmayan kasıtlı yanlışlar) yapılması hususudur. Baha Tevfik ve Ahmet Nebil çifti,
doğrudan doğruya maddeci fikirleri müdafaa ederken; Suphi Ethem ve Memduh Süleyman Lamarkizm ve
Darwinizmi yaymak suretiyle maddeciliğe hizmet ediyorlardı (Bolay, 2008: 61).
3
Esasen bir başlangıç aranacak olursa bu ismin Dağarcık degisindeki yazılarında
(1873) görülen Büchner, Haeckel, Lamarck ve Darwin etkisi nedeniyle Ahmed Midhat
Efendi olduğu (Doğan, 2012: 137) ileri sürülebilir. Biyolojik ve Darwinist bir
karakteristik arzeden Osmanlı materyalizmini belirleyen dolaysız düşünce kaynaklarına
şüphesiz Auguste Comte’un pozitivist teorisi de eklenmelidir. Darwin’in evrim teorisi
yaratıcı tanrı düşüncesine karşı, insan varlığının oluşumunu doğa yasalarıyla [şüphesiz
İslam-Osmanlı düşüncesindeki ilahi yasalar karşıtı olarak ÜA] açıklayarak, Osmanlı
materyalizminin fizyolojist akımdan edindiği işlevsel bilgiye, doğal seçme ilkesinin
tarihsel perspektifini katmıştır (Işın, 1985: 363-364).
I.Türk Sosyolojisinin Hazırlık Devresi
Türk sosyolojisinin hazırlık dönemi, Türk toplumunun geleneksel toplumsal
yapıdan modern toplumsal yapıya doğru yöneticileri eliyle dönüşmeye başladığı bir
zaman dilimi ile de çakışmaktadır. Bu zaman dilimi Tanzimat ve Islahat dönemlerinin
ürünü olarak ortaya çıkan I. Meşrutiyet dönemi yani ondokuzuncu yüz yılın son
çeyreğidir. Modernleşme sürecinde bazı fikir akımları ile politik çabalar yan yana devam
etmiş ve sosyolojinin Osmanlı toplumuna girişi için uygun bir zemin ortaya çıkmıştır.
Sosyolojinin Osmanlı düşüncesine girmesinde, bu beraberliğin politik bir sosyoloji
anlayışı olarak görülen etkileri olmuş, İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile birlikte
sosyoloji, Osmanlı toplumunda ilk müstakil ifade aracına kavuşmuştur.
Oysa II. Meşrutiyet dönemi öncesinde felsefe Türk toplumunda modern anlamı
ile yer bulamamıştır. Meşrutiyet yayınlarından çıkarılan yazar ve düşünürlerin adlarına
bakıldığında Haeckel, Schopenhauer, Büchner, Darwin, Draper, Renan, Taine, Spencer,
Le Bon, Poincare, J. S. Mill ve ikinci, üçüncü derecede sayılabilecek daha birçok ad
görülür. Düzenli bir bilim ve felsefe eğitimi olmayan bir ortamda bu kişilerin
düşünceleri gereği gibi değerlendirilememiş olma ihtimali olsa da Avrupa’nın tüm
materyalist, natüralist ve dinsiz fikriyatının otokratik yönetimin duvarlarını aşabildiği
görülebilir (Berkes 2006: 378).
Türk sosyolojisine kaynaklık eden Avrupa düşüncesinin niteliğinin otokratik bir
toplum için kabul edilebilir olmayışının nedeni sosyolojinin, Osmanlı’daki akademi
öncesi Avrupa’daki akademi öncesi tarihin özgün olmayan aktarımına dayanmaktadır.
Ahmed Midhat, Hoca Tahsin, Beşir Fuat, Baha Tevfik, Suphi Ethem, Ahmet Şuayp,
Ahmet Rıza, Mustafa Suphi, Bedii Nuri, Satı el-Husri gibi isimler bazen dergilerde
4
kaleme aldıkları makaleler, bazen de telif veya tercüme kitaplar yolu ile bu aktarımcı
başlangıcı yapmıştır.
Bu özgün olmayan aktarım, Avrupa sosyolojisinin [bir anlamda sosyal
felsefesinin] tema, terim ve söylemlerinin de aktarımını sağlamıştır. Öyle ki,
sosyolojinin Avrupa’daki başlangıç döneminde hâkim olan materyalist, pozitivist,
doğacı, nitelikleri kısmen törpülenerek Türk düşünce dünyasına kazandırılmıştır.
Törpüleme ameliyesinin ana etkeni ise Avrupa toplumlarında dinin sosyal alandan
bireysel alana çekilmiş olmasına rağmen, kendi toplumlarında dinin toplumsal alandaki
yerini henüz güçlü bir biçimde korumasıdır.
Türk sosyolojisinin oluşum devresinde belirgin niteliği olan evrimciliğin ve
organizmacılığın kökenlerinde biyolojik materyalizmi görmek şaşırtıcı değildir. Zira
Türkiye’de sosyolojinin ortaya çıkışına (en azından akademi öncesi tarihinde) felsefi
aktarımların önemli katkıları olmuştur. Hal böyle olunca Türkiye’de evrimci ve
organizmacı sosyolojinin Behice Boran eliyle İkinci Dünya Savaşı yıllarına uzanan
tarihini materyalist felsefe ile başlatmak mümkün görünmektedir. Esasen bahse konu
dönemde felsefi ve sosyolojik çalışmalar arasında bir ayrım pek de mümkün
görünmemektedir:
“… maddecilik (materyalizm), meslek-i içtima, sosyalizm, sosyal Darwinizm,
evrimcilik, bilimcilik akımları da dönemin tartışılan … düşünceleri olmuştur. İdeoloji ve
hayat görüşü bakımından gerek dönemin aydınlarını, gerekse toplumun farklı
katmanlarını tasnif oldukça zordur ve Osmanlı aydınları arasında Avrupa’daki
çağdaşlarında olduğu gibi derin fikri ayrılıkların olup olmadığı da ayrı bir meseledir”
(Gündüz, 2008: 152).
Ahmed Midhat’ın Darwinist tarzını takiben Beşir Fuad Tanzimat’ın Meşrutiyet’e
evrildiği süreçte Materyalist bir evrimci düşünüş tarzı gösterir. Bir yandan Claude
Bernard, öte yandan Büchner, Beşir Fuat’ın düşüncesini şekillendirmiştir. Beşir Fuad’ın
Osmanlı aydınları üzerinde hayli etkili olan Madde ve Kuvvet isimli kitabı tercüme
ettiği, yayınlamaksızın elden ele dolaştırıldığı ve Beşir Fuad’ın kendi intiharını bir
deney olarak seçtiği düşünülürse, bu etki biraz daha belirginleşir.
Adı geçen dönemde, yani ondokuzuncu yüzyılın özellikle ikinci yarısında Türk
toplumu dünyada olup bitenleri yakından izlediği için Batı’daki gelişmeleri ve çağın
bilimi olarak ortaya çıkmaya başlayan sosyolojiyi de yakından izlemiştir (Tuna, 2002:
84). Bu izlemenin naif bir bilimcilik olmaktan öte bir anlamı da vardır. Jön Türkler’in
bilim ve felsefeyi ilahi bir kaynak olarak görmeleri ve Avrupa’nın üstünlüğünün temel
5
sebebi olarak gördükleri bilime ve pozitif felsefeye duydukları inanç kendilerini Aydınlanma düşüncesinin bir yansıması olarak- toplumun ihtiyaç duyduğu inkılapları
hızlandıracak bir zümre olarak görmelerine neden olmuş ve günümüzde de varlığını belli
belirsiz sürdüren bu özgüven, bir toplum mühendisi ve hatta içtimai tabip algısı
üretmiştir (Aysoy, 2013: 48).
Biyolojik evrim ile materyalist evrim, böylece, Osmanlı düşünce dünyasına bir
arada girmiş olmaktadır. Osmanlı aydınlarının geneli üzerinde etkili olanlar Onsekizinci
yüzyıl Fransız materyalistleri ile ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında etkili olan
biyolojik materyalistler ve evrimci sosyologlardır. Esasen etkisi altında kaldıkları
Avrupa düşüncesinde de bu fikir akımları bir arada gelişmekte ya da biri diğerine
dönüşmektedir. Hoca Tahsin ile başlayan, Ahmed Midhat ve Beşir Fuat ile devam eden
evrimci-materyalist düşünce 1889 yılında İstanbul’a gelen Hüseyinzade Ali ile etki
alanını daha genişletmiş olmaktadır. Zira onun etkisinde kalan kimi tıbbiye öğrencileri
bu sıralarda dindar öğrencilere Darwin ve benzerlerinin eserlerini okutmaya ve onları
etkilemeye çalışmaktadırlar (Doğan, 2012: 148-151).
Baykan Sezer’in tesbitine göre (1989: 30-31) sosyolojinin Türk düşünce
dünyasındaki sergüzeşti çerçevesinde ilk bakışta özellikle Le Play etkisiyle science
sociale akımı; Spencer etkisiyle organist sosyoloji ve Durkheim [etkisi ile işlevselci
ÜA] akım görünür haldedir. Organist sosyolojiye ek olarak Comte’cu ve Durkheim’ci,
Decamps’cı, Le Bon’cu sosyoloji de bu ilk döneminde varlık göstermektedir:
“Bu arada ilk hatıra gelen Paris’te uzun müddet pozitivist cemiyetlerde münasebeti
devam ettirmiş olan Ahmet Rıza’dır. Prens Sabahaddin Paris’te iken Demolins ve
Descamps’le tanışmakla kalmamış, aynı zamanda çıkardığı Terakki de ilk nüshadan
itibaren science sociale’ci temayülü tercüme ve tetkiklerile benimsemiştir. Diğer taraftan
Tekamül-i Akvamın Kavanin-i Psikolojyası (1907) mütercimi Abdullah Cevdet de çok
daha evvel Le Bon’la Paris’te dost olmuş ve tercümesini de o sırada ikmal etmişti”
(Erişçi 1941: 158).
Dönemin aydınları tarafından Lewis’in ifadesiyle “ahlaki, siyasal hatta dini
sorunlar üzerinde sanki vahiy kudretinde bir kaynak olarak görmek eğiliminde” (1984:
229) oldukları sosyolojinin Osmanlı’daki ‘akademi öncesi’ tarihinde Ahmed Şuayb,
Bedii Nuri, Satı el-Husri, Rıza Tevfik, Ahmet Rıza, Hasan Tahsin, Suphi Ethem
[Sosyoloji (1911)], Etem Necdet [Tekâmül ve Kanunları (1913)] önde gelen isimlerin
Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası ve Servet-i Funun gibi dergilerde kaleme
aldıkları makaleler, telif ve tercüme kitaplar önemli bir yer tutar.
Önceki satırlarda çerçevesi çizilmeye çalışılan bir karakteristiğe sahip olan
6
evrimci ve organizmacı Türk sosyolojisinin ayak izleri takip edilmek istendiğinde
dönemin aydınlarının çalışmaları da ele alınmalıdır. Esasen, -dönem aydınlarının politik
kişiliğine de atıfta bulunan bir adlandırma ile- Jön Türkler’in hemen hepsinde § Sosyal
Darwinizm’in belirtilerine rastlanır (Mardin 1994a: 303). Söz gelimi, bu gün algılanan
biçimi ile evrimci dünya görüşüne en uzak düşünürlerden biri olması beklenebilecek
olan Ziya Gökalp II. Meşrutiyetin ilanını bir ictimai inkılab yani toplumsal devrim ile
açıklamaya çalışır. Ona göre toplumsal bir devrim ancak bir organik evrim ile elde
edilebilecektir (Toprak 1985: 127).
Kısmen kronolojik bir bakış açısı dönemin karakteristiğini yansıtan düşüncelerin
analizini Hoca Tahsin ile başlatmayı mümkün kılmaktadır. Zira Hoca Tahsin’in fikirleri,
dönemin “evrende var olan herşeyin kaynağının madde olduğu” tezinden yola çıkan
materyalist düşünce tarzlarından ziyade, kısmi bir yaratılmayı kabullenen evrimciliği
çağrıştırmaktadır. Hoca Tahsin de Darwin gibi “varlıkların oluşumuyla ilgili fikirler
geliştikçe, yaratılma olayının açıklanabileceği” görüşüne sahiptir.
Beşir Fuad, Hoca Tahsin ile neredeyse aynı zaman dilimini paylaşmakla birlikte
evrimci olmaktan çok materyalisttir. Büchner’in fiziksel dünyanın ve toplumsal
dünyanın açıklanmasında biricik enstrüman kabul ettiği madde ve kuvvet Beşir Fuad
aracılığı ile Türk düşünce akımlarına kazandırılmıştır: “Mevcudatın herhangi birini
inceleyecek olursak her şeyden önce iki şey dikkatimizi çekecektir: “Madde ve Kuvvet !”
cümlesi Büchner’in Madde ve Kuvvet isimli eserinden alınmıştır (Akgün vd., 2013: 14).
Beşir Fuat’ın sosyolojik açıdan yegane özelliği sadece fiziksel dünyayı ve
toplumsal dünyayı açıklamak için kopkoyu bir metafizik argüman karşısına hiç de
orijinal olmayan, aktarmacı, kopkoyu bir materyalist argüman sürmesi değildir. Berkes
(2006: 380), Beşir Fuat’ı Batı’da “sosyoloji” adını taşıyan yeni bir bilim kolunun
başladığını görmüş olan ilk Türk aydını olarak kabul eder. Gerçi, materyalist Batılı
düşünürler Baha Tevfik çevirileriyle de Türk fikir dünyasında tanınmaya başlamıştır.
Baha Tevfik, Piyano (Düşünüyorum), Yirminci Asırda Zekâ, Felsefe Mecmuası
dergilerinde yazdıkları ile ve Biraz Felsefe, Teceddüd-i İlmî ve Edebî, Hassasiyet Bahsi,
Yeni Ahlâk, Psikoloji (İlm-i Ahvâl-i Ruh), Muhtasar Felsefe ve Felsefe-i Ferd isimli
§
“Osmanlı aydınları halk ile aralarındaki ilişkiyi bir çeşit aydınlatan-aydınlanan ilişkisi olarak görmekteydiler.
Evrimcilik bir fikir akımı olarak Osmanlı toplumuna böyle bir ortamda girmiştir. Politik iktidar tarafından da
kabul gören evrimcilik bu dönemden sonraki kültürel ve siyasal gelişmelere büyük ölçüde etki etmiştir. Sosyal
Darwinizm toplumsal hayatı açıklamakta kullanılmış, daha sonraları ortaya çıkan seçkinci düşüncenin köklerini
teşkil etmiştir (Hanioğlu 1985: 346-347).
7
kitaplarla, materyalist fikir ve görüşleri yanında, evrimci ve sosyalist görüşleri de
aktarmıştır (Akgün, 2002: 1458).
Baha Tevfik ile aynı düşünce çevresinde yer alan ve ortak çalışmalar yürüten
Edhem Necdet, Lamarck, Darwin, Cuvier ve Spencer gibi düşünürlerin etkisi altındadır.
Edhem Necdet’in Tekâmül ve Kanunları adlı kitabı, Ives Delage ve Godschmidt’in Les
Theories
de
L’Evolution
faydalanarak
vücuda
ve
Lamarck’ın
getirilmiş
bir
Philosophie
derleme
Zoologique’
(Koç,
2009:
kitabından
83)
olarak
değerlendirilmektedir. Ethem Nejdet’e göre, önce ilkel organizmalar ortaya çıkmışlar,
bunlar yavaş yavaş evrimleşerek büyük organizmaları meydana getirmişlerdir. Türler
ise, iklimin, çevrenin, hayat şartlarının etkisine göre yavaş fakat sürekli bir şekilde
değişmişlerdir (Öktem, 1992: 248). Evrende her şeyin evrim geçirdiğini ifade eden
Edhem Necdet, değişimin var oluşun devamı, istikrarın ise yok olma anlamına geldiğini
bu nedenle hayatın ebedi bir savaş olduğunu vurgular. Ona göre bu savaşta güçlüler
yaşama hakkına sahip olurken, zayıflar yok olurlar (Koç, 2009: 83).
Osmanlı
materyalizminde
özellikle
Charles
Darwin’in
evrim
teorisini
benimsemesi ile tanınan Subhi Edhem de Baha Tevfik çevresine yakınlığıyla bilinir.
Darwinizm adlı ders notlarında evrim teorisi için geleneğe bağlı inançları yıkıma
uğratan nazariye ifadesini kullanır (Işın, 1985: 370). Suphi Ethem, insanı yapı
bakımından
üstün
görmeyen
Darwin’in
görüşlerini
aynen
benimser,
Darwin’i
yorumlamaya çalışarak, evrimde önemli bir rol oynayan doğal ayıklanma sayesinde
bugün var olan bütün türlerin en ilkel basit bir organizmadan çıkıp türediklerini belirtir
(Öktem, 1992: 247).
Subhi Edhem aynı zamanda materyalist fikir ve görüşlere de sahiptir. Tabiat,
Beşer ve Tabiat isimleriyle dergilerin yanı sıra Darwinizm (1911), Lamarckizm (1914),
Hayat ve Mevt (1913) gibi kitaplarında evrimden, evrim üzerinde biyolojik çevrenin
etkisi olduğundan, doğal seleksiyondan ve bu seleksiyonun aracı olarak canlılar
arasındaki mücadeleden bahseder (Akgün, 2002: 1458). Ona göre evrim artık tartışmasız
biçimde kanıtlanmış bir nazariyedir:
“Umumi tekâmül hakkındaki nakıs tetebbular ile eşyanın mahiyeti değişemez”
kaziyesini fikrinde tespit eden eskilerin ağzı bugünkü mütefekkir ve mütetebbi
[araştırmacı] neslin vukufu sayesinde “değişir!” itirazıyla kapandı. Bugün mazhariyetini
müspet delillerle iktisap etti. Ziraatçilerin, fenn-i ihtina âlimlerinin birçok usuller
yardımıyla nebatlar ve hayvanlardaki aslın [özün] tağayyürünü [evrimini] ispat etmeleri
pek eskidir. Şimdi bu sayede elimizde dünkülere benzemeyen birçok yeni ırklar var”
(Suphi Ethem 1912: 340).
8
Türk sosyolojisinin hazırlık devresinde sosyologlar, sosyoloji ile fizik ve kimya
ile fizyoloji arasında çeşitli benzerlikler bulmaya çalışmışlardır. Bu cümleden olarak
Mustafa Suphi’nin Türkçe’ye tercüme ettiği ve Türkçe’de bir ilk olarak tanınan İlm-i
İçtima Nedir? isimli kitabı için yazdığı önsöz bu olguyu vurgulayan ifadeler barındırır.
Erken Cumhuriyet dönemi sosyolojisinde de bu sosyolojik pozitivizmin evrimsel bilgi
kuramı, çok yaygın bir yaklaşım olarak benimsenmektedir. Türkiye’de s osyoloji
çalışmalarında geliştirilen toplumsal evrim kuramı, Türk toplumunun tarihsel süreç
içinde ilerleme göstererek modern toplumsal aşamaya ulaştığını açıklama misyonu
içinde anlam bulabilecektir” (Yıldırım, 2004: 115-121).
II. Türk Sosyolojisinin Oluşum Devresi
Erişçi “Umumi olarak tekevvünü ve belli başlı istikametleri 19 uncu asrın içinde
mütalaa edilmesi lazım gelen sosyolojinin ilim hayatımızda görünüşü” (1941: 158)
konusunda aynı asrın son senelerine işaret eder. Bu ilk tezahürler ne devamlı, ne de
sistematiktir ve Rıza Tevfik’in Spencer kaynaklı yazıları, Ahmed Şuayb’ın aynı
nitelikteki tetkikleri, Hasan Tahsin’in Worms’den tercümeleri bu kapsamda ele
alınabilir. Bununla birlikte, başlangıçtan beri kullanılmaya başlanan (Ergun, 1995: 2160)
sosyoloji terimi karşılığı olarak zaman içinde ilmi muaşere, hikmet-i içtimaiye, ilm-i
cemiyet, ilm-i içtima, mebahis-i ilm’ül-muvanese, ilm-i içtimaiyat, içtimaiyat gibi
tabirler kullanılmış (Erişçi 1941: 158 dipnot 2) ve yeniden sosyoloji teriminin
kullanımına dönülmüştür.
Sosyoloji, düşünce dünyamıza doğacı sosyoloji olarak girmiştir. Bu sosyoloji,
Darwinizm’in biyolojik evrimciliğinin etkisinde, toplumu büyük bir biyolojik organizma
olarak düşünen ve evrimci bir kuram bağlısı organ[izma]cı bir kuram oluşturmak isteyen
Spencer sosyolojisidir (Ergun, 1995: 2160). Bir açıdan, organizmacılığın Türkiye’deki
ilk temsilcisi İbn Haldun’dan da etkilenen A. Cevdet Paşa’dır (Fındıkoğlu 1971: 54).
Diğer yandan Spencer’in uzviyetçi görüşünü Fransa’da devam ettiren R. Worms’un
“Organisme et Societe” adlı eseri ‘o günlerde Türk sosyologlarınca en çok rağbet gören
kitaplardandır (Ülken, 2013: 237, dipnot 88).
Etnoğrafya isimli kitabındaki anlatımlar çerçevesinde “Satı Bey’e göre, her muhit
bir taraftan bir takım değişiklikler meydana getirerek bir taraftan da bu değişikliklerin
ırsi ve genel bir hale gelmesine sebep olarak doğal seçilim [Darwin], ya da en
kabiliyetlinin hayatta kalması [Spencer] yoluyla yeni bir takım ırklar ortaya çıkarır.
İnsanlarda da bu böyle olmuştur” (Özbay, 2014: 67). Satı Bey, fizyolojik ve anatomik
9
olarak insan ve hayvanların büyük benzerlikler taşıdığını; bu benzerliklerin insansı
maymunlarla (orangutan, goril, şempanze, jibon) insanlar arasında daha güçlü olduğunu;
hatta insansı maymunların adi maymunlardan ziyade insana yakın olduğunu ifade
etmiştir (Özbay, 2014: 106).
Türk sosyolojisinin hazırlık devrinin bitip oluşum devrinin başladığı zaman
dilimi olarak 1908 Meşrutiyet hareketleri kabul edilebilir. Zira bu dönem dergicilik,
kitap yayıncılığı ve konferanslar gibi görüş açıklama ve yayma anlamında büyük bir
hareketliliğin yaşandığı dönemdir. Avrupa toplumlarının Endüstri Devrimi sonrası
karşılaştığı toplumsal sorunları çözme konusunda sihirli bir anahtar olarak algılanan
sosyolojiye de kaynaklık eden
“Materyalist fikirler, 1908 Meşrutiyet’inden sonra, Türkiye’de, daha rahat temsil
edilebilme imkânı bulmuştur. Bundan sonra materyalist fikirleri savunan aydınların
sayısı artmıştır. Bu yüz yılın başlarında eserlerini yayınlayabilme fırsatını yakalayan Dr.
Abdullah Cevdet (1869-1932), bizzat kendisinin çıkardığı İçtihad mecmuasında
yayınladığı yazıları, yazdığı eserleri ve tercümeleri vasıtasıyla, fizyolojik -biyolojist
anlamdaki materyalist fikir ve görüşlerini yaymaya çalışır. Dr. Abdullah Cevdet’te
evrimci anlayışı da bulmak mümkündür” (Akgün 2002: 1457).
Bu dönem, aynı zamanda, materyalist ve evrimci görüşlere ek olarak Suphi
Etem’in Sosyoloji (Manastır 1911), Etem Necdet’in Tekâmül ve Kanunları (1913) gibi
kitaplarına ek olarak, Bedii Nuri, Satı Bey ve Ahmed Şuayb’ın Ulum-u İktisadiye ve
İctimaiye Mecmuası (1908-1910), Bedi Nuri’nin Mülkiye Mecmuası ve Envar-ı Ulum
Mecmuası (1908) çevresindeki gayretleriyle organist sosyoloji temayülünün temsil
edildiği bir dönemdir (Erişçi 159-160).
Türk sosyolojisinin oluşum devri içerisinde Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası özel ve önemli bir yer tutar. Zira bu dergi çerçevesinde sosyoloji ilk defa
doğa bilimleri bakış açısı ile değil insan bilimleri bakış açısı ile ifade imkânına sahip
olmuştur (Akca 2013). Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, II. Meşrutiyet’in en
saygın dergilerinden biridir. Toplum bilimi ile ilgili ilk kapsamlı yazılar bu dergide yer
alır. Pozitivist bakış açısı ile başlayan fikir sürecinde evrimcilik ya da o günün söyl eyişi
ile tekâmül, Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası’nın temel ilkesi olmuştur (Toprak
1985: 127).
Derginin en belirgin özelliği öncelikle evrimci, sonra organizmacı, bu iki
özelliğin doğal sonucu olarak çatışmacı ve daha az yoğunlukta pozitivist bir toplum
düşüncesine sahip olmasıdır. Bu bağlamda dergide en fazla göze çarpan terimler tekâmül
ve terakki olmaktadır. Evrim düşüncesi, derginin fikir çevresi içinde geniş bir yeri olan
10
bir yazarlar grubunu etkilemiştir. Bu kadro içinde Ahmed Şuayb, Bedi Nuri, Rıza
Tevfik, Asaf Nefi ve Fazıl Ahmed de vardır. Rıza Tevfik ve Ahmed Şuayb’ın derginin
kurucusu, Bedi Nuri’nin de dergideki yazılarının miktar ve içeriği göz önüne alınırsa bu
etkinin büyüklüğü daha iyi ortaya çıkar.
Derginin fikrî yapısını şekillendiren bir diğer akım, Organizmacılık’tır. Dergideki
iki makalesinden birini Uzviyetler ve Cemiyetler [Organizmalar ve Toplumlar]
konusuna ayıran Satı Bey’e ek olarak Bedi Nuri, Asaf Nefi ve Ayni-zade Hasan Tahsin
ve bir ölçüde Rıza Tevfik, organik toplum düşüncesinin dergideki savunucularıdır. Bu
yazarlar, makalelerinde toplumu bir organizma olarak kabul etmekte ve bir canlının
hayatını devam ettirmesini sağlayan organlarla toplumun işleyişini sağlayan sosyal olay
ve olgular arasında iş bölümü, farklılaşma ve bütünleşme açısından paralellikler
bulmaktadırlar.
a-Organik Toplum
Bedi Nuri, insanların toplumlar haline gelebilmeleri için onları bir araya getiren
bir kuvvetten bahseder. Bu kuvvet, organizmaların doğasındaki güce benzer olarak
insanların doğasında da vardır ve Bedi Nuri bu kuvvete Kabiliyet-i İctimaiye
(toplumlaşma kabiliyeti) adını verir. Toplumlaşma kabiliyeti organik görevlere
indirgendiğinde şu özellikler gözlenir: Sosyal esneklik; organik sosyal duyarlılık; sosyal
yardımlaşma; ahlâk (1325a: 324-326).
Bedi Nuri (1325b: 5)’ye göre organizmaların oluşumu basitten karmaşığa doğru,
hücreden organizmaya, buradan da organik topluluğa doğru ilerler. Bu ilerlemenin bir
üst biçimi ise süper organizmalar (uzvivet-i âliyve-Superorganisme) sınıfıdır. Doğada
her şey birbirine dayanır ve her şey zincirleme olarak birbirine eklenir.
“İnsan uzviyet-i ictimaiyyede asıl madde-i hayatiyyedir; insca veya aza-ı ictimaiyyede
cevelan, tekamül, icra-ı fiil ederek bunlara faaliyyet, kuvvet ve hayat bahş eder.
Vücudumuz insca-i teşrihiyyeden nasıl mürekkeb ise cemiyyetler de insca-i
ictimaiyyeden terekküb eder. [İnsca-ı ictimaiyye (...), tarik ve nakliyat, inşaat, istizraat -ı
mütenevvie, her nevi arazinin ve mahsulatın temellük ve tahsisi, sınai, harb, idare -i
siyasiyye, hükümet, münasebat ve muhaberat-ı ictimaiyye, alat-ı vesait-i mütenevvie,
taklid, lisan, yazı, posta ve telgraf, mebani-i mütenevvie gibi şeylerdir” (1325b: 13;
1325e: 451).
Bedi Nuri (1325a: 348) yeni bir toplumun ortaya çıkışı ve varlığını sürdürmesi
konusundaki görüşünü şöyle açıklar:
“Nasıl ki avamil-i harbiyyenin efal-i müteşabihesi aynı ecnas-ı hayvanatta, kabiliyet
hassasiye-i hissiyyenin tarz-ı teazuvuna ve bunun neticesi olan tevafukat-ı muhtelife-i
11
hayatiyyeye göre aynı netayici tevlid ediyor ise öylece her cins-i ictimaiyyeye has olan
teşabe-i münasebat da bu cins-i ictimaiyyede insiyak veya teşkilat-ı ictimaiyye
dediğimiz şekl tahtında aym netayic-i müteşabihe hâsıl edecek aynı meyyalatı irae
eder.”
Bir hücre organizmada nasıl görev yapar ve bu hücrenin görevi bu organizma
tarafından nasıl özelleştirilir, sinir sistemi tarafından yönetilirse, bunun gibi toplumda da
her birey kendi işini yapar ve onun aktivitesi işiyle uyumlu ve sınırlıdır (Bedi Nuri
1325e: 454). Bedi Nuri bireyin toplum için taşıdığı değeri organik bir benzetmeyle
arının kovan için taşıdığı değere eş tutmaktadır. Böylece insan bir yandan arının doğa da
yuva yapmasına benzer olarak dünyaya, iklime, hayvanlara ve bitkilere yani kendisini
kuşatan her şeye uyar; öte yandan da her şeyi kendisine uydurur. Çünkü organizmalar
gibi toplumlarda da temel öğelerle uyum ve kaynaşma gözlenir (1325b: 11-12).
Aynî-zade Hasan Tahsin’e göre ise insanlar yaşadıkları çevrede var olan kavgada
kendi canını korumak ve savunmak ve hayatını koruyabilmek için muhtaç olduğu
nesneleri elde etmek zorundadırlar. Bu ihtiyaçlar üç tür aracın varlığını gerektirir: Bir
yönetim organı, bir savaş organı ve bir üretim organı. Bu organlardan ilk ikisi ortak
ihtiyaçlara, üçüncüsü de bireysel ihtiyaçlara yöneliktir (1325: 113).
b-Toplumsal Evrim
Derginin yazarlarının hemen hepsinde evrimci bir bakış açısı göze çarpar. Evrimi
hem biyolojik anlamda hem de sosyal anlamda kabul etmektedirler. Bu cümleden olmak
üzere, Ahmed Şuayb (1324: 62-63)’a göre bugün geçerli olan birarada yaşama ve bugün
sahip olduğumuz teknoloji, tabiat şartları ve savaşlar sonunda oluşmuştur. Vahşilikten
barbarlığa geçen ilk atalarımızın sosyal durumları, evrim kanunu sayesinde değişime
uğramış ve birçok kabileler, iklim şartları ve savaş yüzünden birleşerek millet denilen
kitleyi oluşturmuşlardır.
Ahmed Şuayb (1325a: 60), insan ırkının ‘yüz binlerce yıllık bir süreç içinde’
oluşmuş olduklarını ifade eder. Ona göre insanlar da hayvan türleri ile aynı etkiler
altında aşamalı bir değişimle ortaya çıkmışlardır (1324a: 420). Evrimin insan toplumuna
etkilerini ırklar açısından da ele alır. “Evrimin bir sonucu olarak yüksek ırklar büyük bir
hızla ilerliyorlar. Oysa geride kalan ırklar ilerideki ırklara yetişmek için çalışırlarken,
ileri ırklar daha ileri gitmektedirler” (1325a: 68). Evrimin etkisi kalıcı, devrimin etkisi
ise geçicidir. Zira devrimler kurumların sadece isimlerini değiştirebilir, temellerini
12
değiştiremez. Bir kurum olarak dinî inançlar da hukuk ve ahlâk gibi evrimin genel
kanunlarına bağlıdır (1325a: 72-73)
Asaf Nefi, ‘Mücadele-i Hayat ve Tekemmül-i Cemiyyat’ adlı yazısında
Darwinizm’den bahseder. Darwin’in hayat mücadelesi fikrini Malthus’un görüşleri ile
karşılaştırır ve birey, sınıf ve saygınlık olmak üzere üç kategoride mücadelenin varlığını
görür. Asaf Nefi, Darwinizm’i ve Lamarckizm’i sosyal hayata tatbik ederek sosyal
problemleri, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadele olarak görür. Her toplum hangi
ırka mensub olursa olsun aynı evrim kanununa tabidir. Bu fikre göre bütün varlıklar,
doğal ve sosyal çevrelerinin şartları altında evrimleşirler (1325a: 460-461). Eğer onların
içinde yaşadıkları çevre yavaş değişirse, bu evrimin niteliği yavaş yavaş ortaya çıktığı
gibi, çevre hızla yok olmaya doğru yöneliyorsa o varlık da derhal yok olmaya mahkûm
olur (1325: 161-162).
Bedi Nuri insanlık yeryüzünde bugünkü veya ilkel haliyle bir anda var olmamış,
hayvan halinden uzun bir evrim döneminden geçerek kurtulmuştur (1325a: 323)
şeklindeki yaklaşımıyla evrimin biyolojik yönünü de göz önünde tutmaktadır. O’na
göre sosyal evrim ne kadar ilerlemişse, sosyal yapı da o kadar karmaşıklık kazanmış
olur. Bu, canlı organizmaların organik evrimleri ne aşamadaysa organik öğe ve
görevlerin de o kadar evrimleşmiş ve genişlemiş olması gibidir (1325b: 9).
Organik olaylarda evrimin organizmaları gittikçe daha büyük bir birleşmeye ve
daha sıkı bir yardımlaşma ihtiyacına doğru yönlendirmesine benzer olarak, sosyal
olaylarda bireyler arası ilişkiler ve bir araya gelme ihtiyaçları da evrim ile orantılı olarak
yani sosyal aktiviteler ve bunlardan doğacak insanların, farklılaşma ve dayanışmalarının
artışı ile orantılı olarak çoğalır (1325e: 453-454). Bu çerçevede, toplumların ilkel
embriyonu olan klanlardan bugünün mükemmel toplumlarına kadar hukukî ve ahlâkî
kurumlar çeşitli evrim aşamalarından geçmiş, bir klana özgü olan ahlâk ve hukuk tarzı
sonraları aynı toteme inanan diğer klanlara yayılarak bunları birleştirmiş, daha sonra
kabilevî ve en sonra da millî bir şekil kazanmıştır (1327: 1126).
Fazıl Ahmed toplumsal evrimi hem şimdiki toplum yapısının hem de düşünce
tarzının ortaya çıkmasının temel sebebi olarak görmektedir: “… yavaş yavaş familyalar,
kabileler, aşiretler, ‘siteler’ hükümetler teşekkül etmiştir. Cemiyet-i beşeriyyenin şu
tekâmül-ü tedriciyye sırasında geçtiği safhaat-ı istihale pek uzun ve pek karışık” (Fazıl
Ahmed 1325: 99).
13
Rıza Tevfik insan toplumlarının hepsinin bazı inanç, ahlâk ve uygarlık
aşamalarından geçtiğini öne sürer. Örneğin, bazen, batıl fikirler şeklinde ortaya çıkan
dinî inançlar evrimin topluma aktardığı değerli bir mirastır (1326: 545). İnanç, ahlak ve
uygarlık aşamalarının ortaya çıkması sürecinde yaşanan ayıklanmaya benzer olarak
salgın hastalıklar insanlar arasında hastalığa zaten yatkın olanları alıp götürerek bir
ayıklamayı meydana getirir. Toplumun çürüklerini ayıklar ve böylece hayatta kalmaya
daha fazla layık, çoğalmaya daha yetenekli olan bireylere yaşama kavgasında kolaylık
sağlar (1324: 46).
Rıza Tevfik aynı evrim kanunlarına bağlı olan insanların aynı aşamalardan
geçmesi gerektiğini iddia eder (1326: 540):
“...Madem ki hal ve mevki icabatından olarak zarur’el-vuku bir takım ihtilafat-ı
cüzziyeden sarf-ı nazar bir insan sürüsü mutlaka aynı kanun-u tekamüle tabi bulunuyor
ve aynı safhat-ı mütekabeyi er geç geçiriyor, … behemehal biz yani bu derece -i
medeniyette bulunan insanlar gayr-i muayyen bir zamandan evvel o halde, o itikadatta
bulunmuşuzdur ve hiç olmaz ise onlarınkine benzer bir dereke-i sefalette yaşamış ve
yavaş yavaş terakki ederek kurtulmuşuzdur.”
Satı el-Husri, “Etnografya” adlı eserinin giriş bölümünde, insanın doğadaki
yerine değinmiş, insanlarla en zeki hayvanlar arasında konuşma yeteneği dışında bariz
bir fark görmemiş ve organizmaların şekilce ve büyüklükçe sürekli değişikliklere maruz
kaldıklarını, bir yandan tahrip, bir yandan tamir edile edile yavaş yavaş değişip
yenileştiklerini ve bu değişimde her organizmanın muayen bir yol izlemek suretiyl e
evrimleştiğini ifade etmiştir (Öktem, 1992: 244)
Dergi çevresindeki organizmacı akımın en belirgin yazarlarından biri olan Satı
Bey’e göre de toplumlar ve organizmalar arasında en yüzeysel incelemelerle bile
görülebilecek bir benzerlik vardır. Bütün toplumlar, -bütün hükümetler, bütün milletlerorganizmalar gibi doğar, büyür ve ölürler. (Satı Bey 1325: 433-434).
Satı Bey’e göre yapı içi bağlar açısından da organizmalar ve toplumlar arasında
benzerlikler görülür. Organizmaların bireyleri arasında az veya çok bazı bağlılık
bulunan toplumlara benzemeleri gibi, toplumlar da organizmalara benzerler. Toplumlar
oluşum ve meydana gelme açısından da organizmalara benzerler. Satı Bey, toplumlarla
organizmalar arasında yapı bakımından benzeşmelerine ek olarak oluşum ve meydana
gelme şekli açısından da benzerlik kurar. Benzerlik biyolojik organizmayı oluşturan
organların dokulardan ve dokuların hücrelerden oluşması ile sosyal organizmayı
oluşturan aşiretlerin klanlardan, klanların da ailelerden oluşması esasına dayanır. Bu
14
şekilde oluşan aşiretlerin bir araya gelmeleri ile de daha karmaşık sosyal bir likler, küçük
hükümetler, bunların birleşmesi ile de bir kat daha karmaşık sosyal birlikler, büyük
hükümetler ve milletler meydana gelir. ** İnsan toplumlarını oluşturmuş olan bu
topluluklar ve unsurlar arasındaki bağlılık düzeyi de organizmayı oluşturan dokuların
arasındaki bağlılık gibidir (Satı Bey 1325: 447-450).
c-Çatışma
Çatışmacı
düşünce
Osmanlı
aydını
üzerinde
ilk
zamanlarda
önemli
sayılamayacak bazı etkiler göstermiş, bu etki zamanla güçlenerek Cumhuriyet devrine
kadar uzanmıştır. Çatışmacı teorinin kuramcısı olan Marx ve Malthus hakkında Ulum-u
İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası çevresindeki düşünürlerin yazılarında da bazı atıflara
rastlanmaktadır. Kaldı ki toplumu gerek evrim, gerek organizma çerçevesinde
açıklamaya çalışılaşan toplumsal düşüncenin “güçlü olanın” ya da “en elverişli olanın”
türünü devam ettirebileceğine yani “birinin yararına olan” durumun “bir başkasının
zararına” olduğuna ilişkin öngörü ile sosyalist ve çatışmacı sosyal düşüncenin sınıflar
arasındaki “uzlaşmaz çıkarlar” arasında bağ kurması çok sıradan bir durumdur.
Dergi çerçevesinde toplumsal çatışmayı konu edinen değerlendirmeler Ali Kami l,
Ahmed Şuayb, Bedi Nuri ve Asaf Nefi tarafından ortaya konmaktadır. Bu yazarlar
insanlar arasında kaçınılmaz bir çatışma ve mücadele yaşandığını ifade eder. Örneğin
Ahmed Şuayb bu olguyu ‘milletler arasındaki çatışmalar tarih boyunca süregelmiştir ve
gelecekte de böyle olması normaldir’ (1325a: 73) şeklinde ifade ederken, Asaf Nefi’ye
göre çatışma insan türünden başlayarak tüm canlılar arasında yaygındır. Ona göre ‘hayat
mücadelesi, istisnasız, en ilkel hayvan ve bitkilerden, en ilkel insan türlerinden en
evrimleşmiş olanlarına kadar bütün canlı varlıklar için geçerlidir’ ve hiç bir varlık bu
mücadeleden kendini kurtaramaz. Çünkü varlıklar hem kendi benzerleri ile hem de
yaşadığı çevrenin diğer unsurlarıyla mücadele etmeye mecburdurlar (1325a: 455).
III. Türk Sosyolojisinin Gelişim Devresi
Türk sosyolojisinin gelişim devrini Türk sosyolojisinin yalnız dergi ve
kitaplardaki kimi bireysel ve grupsal çabalarla yetinmeyip akademik örgütlenmede de
Bu yaklaşımın izlerini daha sonra Ziya Gökalp’te buluruz: “Toplumsal ilerleme konusunda Ziya Gökalp’in
de dönemin düşünce hayatına yön veren görüşleri bulunmaktadır. Ona göre toplumlar, tarihsel evrim
içinde ilkel aşamadan geçerek ulus aşamasına ulaşırlar” (Yıldırım, 2004: 122). Gökalp’in bu bakış açısını
benimseyenlerden biri de Baltacıoğlu’dur: “İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, milleti, toplumsal evrimin
ulaştığı son aşama olarak ele alır. Toplumların evrimini kabile, aşiret, derebeylik, site ve millet şeklinde
sıralar (Kaçmazoğlu, 2013: 54 ).
**
15
yer bulmaya başladığı dönem ile başlatmak mümkün görünmektedir. Bu dönem, Türk
toplumunda
yaşanan
değişimin
Meşrutiyet’ten
Cumhuriyet’e;
Osmanlıcılık’tan
Türkçülük’e; dinsel bir örgütlenme biçimi olarak Ümmetçilik’ten seküler bir örgütlenme
biçimi olarak Ulusçuluk’a evrildiği döneme denk düşmektedir. Ziya Gökalp †† bu
değişimin odağındadır:
“Ziya Gökalp, evrimci, ilerlemeci, ve determinist bir sosyoloji ve toplum anlayışı ile
Türk toplumunu, Doğu uygarlığından Batı uygarlığına, imparatorluktan ulus devlet
aşamasına dönüştürme yolunda çalışmıştır. Radikalliğe ve gericiliğe sürekli karşı çıkan
Gökalp, imparatorluktan cumhuriyete, çok uluslu yapıdan tek uluslu yapıya, ümmet
anlayışından millet anlayışına geçiş sürecini teşvik eden, savunan görüşler üretmiştir.
Ona göre millet aşaması, toplumların evrimindeki son halkadır” (Kaçmazoğlu, 2013a:
12).
Meşrutiyet’in evrimci pozitivizmi Cumhuriyet yıllarına doğru Türk modernleşme
tarihindeki etki alanını evrimci felsefeyle paylaşmaya başlar. Dönemin bu özelliği Ziya
Gökalp tarafından hem Comte’dan Durkheim’a pozitivist motifleri hem de evrimciliğe
yaklaşan kültürel çözümlemeleri bağdaştırarak Cumhuriyet dönemi düşünce hayatını
etkiler (Işın, 1985a: 361-362). Evrim ve organizma ilişkisi yeni bir boyutta açıklanmaya
başlamıştır ve Durkheim’in şekillendirdiği ve Ziya Gökalp’in yaygınlaştırdığı bu
açıklama soyut bir toplum düzeyinde değil, somut bir toplumsal ilişkiler ve
örgütlenmeler düzeyindedir.
Gökalp ekonomik gelişimin son evresi olarak gördüğü milli iktisat dönemini
ulusun esnaf korporasyonlarının şehir düzeyinden çıkarak millet düzeyine yükseldiği bir
ekonomik organizmaya (uzviyet-i iktisadiye) dönüştüğü dönem olarak ifade eder. Meslek
zümreleri bu organizmanın hayati görevler üstlenmiş organlarıdır. Toplumun gelişimiyle
işbölümü ve uzmanlaşma derinleşir, meslek örgütleri arasında giderek daha sıkı bir
dayanışma doğar. Toplum bireyleri meslek zümreleri aracılığıyla birbirine bağlanırlar.
Organizmacı ve evrimci Türk sosyolojisinin izlerini Türk sosyolojisinin
akademik tarihinde de takip etmek mümkündür. Mehmet İzzet ‘İçtimaiyat’ [1929, DM,
İstanbul] isimli ders kitabının yirmi ikinci faslını güzel sanatlar ve din, oyun, güzel
sanatların evrimi, güzel sanatların geçirdiği aşamalar gibi konulara ayırmıştır. İsmail
Hakkı Baltacıoğlu tarafından hazırlanan ‘Sosyoloji’ [1939, Sebat Basımevi, İstanbul]
isimli kitapta dini olgular, dinin tarifi, din tipleri, dinin geçirdiği aşamalar, dinin sosyal
††
Ziya Gökalp, yazılarında kadim Türk etnolojisinden ve Batılı ve Doğulu milletlerin tarihinden
derlenmiş zengin bir materyal birikimi kullanmıştır. İbn Haldun, Darwin, Comte, Spencer, Fouillé,
Worms, Le Bon ve Tard’ın çalışmalarını hakkı ile bilmektedir (Berkes, 1936: 244).
16
hayat üzerine etkileri, ahlak ve ahlak tipleri, ahlakın evrimi, gibi konulara değinilmiştir.
Hatemi Senih Sarp tarafından hazırlanan ‘Toplumbilim (Sosyoloji) [1942, Muallim
Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul] isimli eserin devlet ve evrimi başlığında eski devletin
genel özelliklerine vurgu yapılmış ve yeni devletin nasıl oluştuğu açıklanmaya
çalışılmıştır. Hamdi Akverdi tarafından hazırlanan ‘Toplumbilim Dersleri’ [1944, Gazi
Orta Öğretmen Okulu ve Terbiye Enstitüsü, Ankara] isimli eserin altıncı bölümünde
sanatın kökeni, görevleri ve etkileri açıklanmaya çalışılmış ve sanatın sosyal hayattaki
rolüne değinilmiştir. Sanatın, diğer sosyal kurumlarla karşılaştırılmasından sonra ise
estetik değer yargıları ve sanatın evrimine değinilmiştir (Dever, 2014: 152-164).
Türk sosyoloji çalışmaları çerçevesinde ‘muhafazakâr’ sayılabilecek kimi Türk
sosyologlarında da evrim ve organizma içerikli toplumsal çözümlemeler görülebilir.
Karaca ve Güngör Ergan’a göre “Fındıkoğlu ‘Altınova Araştırması’nda sosyal realitede
ortaya çıkan değişmeleri organizmacı-evrimci bir görüşle açıklamaya çalışmaktadır.
Fındıkoğlu’na göre sosyal realitedeki değişmeler, sosyal realiteyi görmeyi bilmeyenler
için birden ortaya çıkmış ani bir olaydır. Oysa az-çok uzun bir zamanın bu değişmeyi
için için hazırladığı görülür. Bu sayede sosyal realitedeki değişmeler organizmacıevrimci bir model aracılığı ile açıklanabilir (2013: 30-38).
Akpolat’a göre, toplumsal olguları sosyalist bir paradigma etrafında açıklamaya
çalışan Boran, meslekleri Marksgil anlamda bir sınıf şeklinde tanımlamakta; meslekleri
hem toplum organizmasını oluşturan fonksiyonel birlikler olarak hem de toplumsal
tabakalaşmada bir sınıf olarak ele almaktadır Bu yaklaşım Gökalp ile meslekler
düzleminde bir ortaklığı da ortaya koymaktadır. Boran’a göre toplum, farklılaşmış,
birbirine bağlı birimlerin meydana getirdiği bir bütündür (2013: 92-105).
“Canlılar âleminde evrimin mevcudiyeti bugün artık bir faraziye veya nazariy e değil,
olayların teyid ettiği bir hakikattir… İnsan münasebetleri sistemlerinin en mühim, esas
bir kısmı böyle artan bir miyara göre değişen bir istikamet üzerinde değişen bir faktöre
dayandığı içindir ki insan cemiyetlerinde, tabiatla münasebetler bakımından evrim
vardır. Tabiatı işletme faaliyetleri böyle inkişaf edince, bu faaliyetlerden insanlar
arasında doğan münasebetler sistemleri de, iş bölümü, mülkiyet münasebetleri, istihsal
organizasyonu -kısacası ekolojik münasebetler sistemi de- değişmiştir” (Boran, 1943:
59;63).
Sonuç
Türk sosyolojisi, tıpkı kıta Avrupa sosyolojileri gibi, bir toplumsal bunalımı
çözme ihtiyacına karşılık vermiştir. Bu niteliği, ortaya çıkış döneminde Avrupa
toplumlarının toplumsal özelliklerinin dönüşmeye başlamasına kimi zaman katalizör
17
olmuş, kimi zaman ise o toplumu analiz nesnesi kabul etmiş olan Kıta Avrupa’sı
sosyolojilerinin kaynaklarına dayanmasının yanı sıra, bir umuda karşılık geldiği, Türk
toplumunun o dönemdeki bunalımına da bazı cevaplar verebilmesiyle ilgilidir.
Darwin, Lamark, Malthus gibi evrimciler ile Büchner gibi materyalistlerin
Avrupa toplumlarında karşılık geldiği heyecanlar Türk toplumunda da karşılık bulmuş,
Türk Sosyolojisi’nin Hazırlık Devresi’nde Hoca Tahsin, Ahmed Midhat, Beşir Fuat ,
Baha Tevfik, Ethem Necdet gibi düşünürler eliyle ithal edilen Materyalist, Evrimci ve
Biyo-organizmacı
sosyal
düşünce
bu
özelliğini
Türk
Sosyolojisi’nin
Oluşum
Devresi’nde de korumuştur.
Türk Sosyolojisi’nin Oluşum Devresi’nin nitelikleri organizmacı ve evrimci
olmakla sınırlanamaz ise de pozitivizm, ilerlemecilik ve mesleki dayanışmacılık gibi
özelliklerin yanında en belirgin vasfı budur. Tarihsel dönemde II. Meşrutiyet’ten
Cumhuriyet’e geçişi simgeleyen bu devrede dergiler, özellikle Ulum-ı İktisadiye ve
İctimaiye Mecmuası Türk sosyolojisinin organik ve evrimci karakterini temsil
etmektedir. Ahmed Şuayb, Bedi Nuri, Asaf Nefi ve Rıza Tevfik dönemin dergilerinde
sıkça bu meyanda yazılar yayınlamışlardır.
Türk Sosyolojisi’nin Gelişim Devresi’nde yani Cumhuriyet’in Türk toplum
yapısını şekillendirmeye başladığı dönemlerde ise Türk sosyolojisinin akademik
örgütlenmede daha belirgin bir yer bulmaya başladığı görülür. Bu dönem organizmacı ve
evrimci sosyolojinin akademide üretilen kitaplarda (çoğunlukla ders kitaplarında) belli
belirsiz yer aldığı görülür. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi çatısında ise evrim, sınuf,
çatışma ve devrim kavramları daha belirgin olarak sosyolojik literatürde yer
bulmaktadır. Organizmacı sosyolojinin izleri daha önce kesilmiş olsa da, evrimci
düşüncenin izleri Behice Boran’a kadar sürülebilmektedir.
18
Kaynaklar
Ahmed Şuayb (1324), “Devlet ve Cemiyet,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası, Numara 1, s. 54-71.
Ahmed Şuayb (1324a), “Fransa İhtilal-i Kebiri,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası, Numara 3, s. 413-424. İstanbul.
Ahmed Şuayb (1325a), “Avamil-i İctimaiye,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası Numara 5, s. 40-80.
Akca, Ümit (2013), Türkiye’ye Sosyolojinin Girişi: Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası, İstanbul, Doğu Kitabevi.
Akgün, Mehmet (2002), “Materyalizmin Girişi ve Tartışmaları (1839-1923),” Türkler
Ansiklopedisi (Cilt 14), Edt. Hasan Celal Güzel vd.,, Cedit Yayıncılık, s. 14491471.
Akgün, Mehmet (2013), “19. Asırda Osmanlı Türk Düşüncesi,” Türkiye’de Sosyoloji
Ed. M. Çağatay Özdemir, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları
Akpolat, Yıldız (2013), “Behice Boran ve İbrahim Yasa,” Türkiye’de Sosyoloji, Ed. M.
Çağatay Özdemir, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Asaf Nefi (1325), “Demokrasi ve Sosyalizm,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası, Numara 6, s. 161-181.
Asaf Nefi (1325a), “Mücadele-i Hayat ve Tekâmül-ü Cemiyat,” Ulum-ı İktisadiye ve
İçtimaiye Mecmuası, Numara 8, s. 455-480.
Ayni-zade Hasan Tahsin (1325), “Yirminci Asırda Mesele-i İktisadiye,” Ulum-ı
İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, Numara 9, s. 113-128.
Aysoy, Mehmet (2013), “Sosyolojimizin Ontolojisine Dair,” Türkiye Yazarlar Birliği
Akademi. Sayı 9, s. 41-52.
Bedii Nuri (1325a), “Kabiliyet-i İçtimaiye,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Numara 7, s. 323-353.
Bedii Nuri (1325b), “Hayat-ı İçtimaiye,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Numara 9, s. 1-19.
Bedi Nuri (1325e), “Hayat-ı İçtimaiye,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Numara 12, s. 448-456.
19
Bedii Nuri (1327), “Ulum-ı İçtimaiye,” Ulûm-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Numara 24, s. 1109-1136.
Berkes, Niyazi (1936), “Sociology in Turkey,” The American Journal of
Sociology, No. 2, pp. 238-246.
Berkes, Niyazi (2006), Türkiye'de Çağdaşlaşma, 9. bs., İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
Bolay, Süleyman Hayri (2008), Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşlerin
Mücadelesi, 5. bs, Ankara, Nobel Yayınları.
Boran, Behice Sadık (1943), “Sosyal Evrim Meselesi,” Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Sayı 2, s. 059-065.
Bottomore, Tom B. (1984), Toplumbilim: Sorunlarına ve Yazınına İlişkin Bir
Kılavuz, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım.
Dever, Ayhan (2014). “Erken Cumhuriyet Döneminde Yerli Düşünürler Tarafından
Türkçe Yazılan Sosyolojiye Giriş Mahiyetindeki Kitapların Sistematik Analizi ,”
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2/2, s. 148-168.
Doğan, Atila (2012), Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm, İstanbul, Küre
Yayınları.
Ergun, Doğan (1995), “Türkiye’de Cumhuriyet Döneninde Sosyoloji ve Gelişmesi ,”
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 8), İstanbul, İletişim
Yayınları, s. 2160-2163.
Erişçi, Lûtfi (1941), “Türkiyede Sosyolojinin Tarihçesi ve Bibliyografyası,” Sosyoloji
Dergisi, Sayı 1, s. 158-169.
Fazıl Ahmed 1325 “Terbiye, Tahsil,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Numara 9, s. 97-107.
Gündüz, Mustafa (2008), “II. Meşrutiyet İdeolojilerinde Sosyoloji ve Geleceğin Toplum
Tasavvuru,” Doğu Batı, Sayı 45, s. 149-170.
Hanioğlu, Şükrü (1985) “Bilim ve Osmanlı Düşüncesi,” Tanzimat’tan Cumhurivet’e
Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 2), İstanbul: İletişim Yayınları, ss. 346-347.
Işın, Ekrem (1985), “Osmanlı Materyalizmi,” Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye
Ansiklopedisi (Cilt 2), İletişim Yayınları, İstanbul. ss.363-370.
20
Işın, Ekrem (1985a), “Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm,” Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 2), İletişim Yayınları, İstanbul. s.
352-362.
Kaçmazoğlu, H. Bayram (2013), “Mehmet Ali Şevki Sevündük ve İsmayıl Hakkı
Baltacıoğlu,” Türk Sosyologları, Ed. M. Çağatay Özdemir, Eskişehir, Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Kaçmazoğlu, H. Bayram (2013a), “Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin,” Türk
Sosyologları, Ed. M. Çağatay Özdemir, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
Karaca, Nuray, Güngör Ergan, Nevin (2013), “Mehmet İzzet ve Ziyaeddin Fahri
Fındıkoğlu” Türk Sosyologları, Ed. M. Çağatay Özdemir, Eskişehir, Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Koç, Emel (2009), “Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk
Yansımaları,” Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 2, s.
75-95.
Lewis, Benard (1984), Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, Atatürk Kültür Dil Tarih
Yüksek Kurumu Yayınları.
Mardin, Şerif (1994a), Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri 1895-1908, İstanbul, İletişim
Yayınları.
Öktem, Ülker, (1992) “Charles Darwin'in Evrim Kuramı’nın Tanzimat’taki Etkileri ,”
Ankara Üniversitesi DTCF Felsefe Bölümü Dergisi, Sayı 14, s. 241-253.
Özbay, Çiğdem (2014), “Mustafa Satı El-Husrî’nin Etnografya Tarihimizdeki Yeri,”
(Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, AÜ, SBE).
Rıza Tevfik, (1325), “Hürriyet (İngiliz Hekîm-i Meşhuru John Stuart Mill Hürriyeti
Nasıl Anlıyor?,)” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, Sayı 5, s. 19-40.
Rıza Tevfik, (1325a) “Hürriyet (İngiliz Hekîm-i Meşhuru John Stuart Mill Hürriyeti
Nasıl Anlıyor?,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimâiye Mecmuası, C. 2, S. 6, ss. 190238).
Rıza Tevfik (1326), “Hukuk-u Esasiyeye Medhal,” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye
Mecmuası, Numara 16, s. 534-576.
21
Satı (1325), “Uzviyetler ve Cemiyetler.” Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Numara 8, s. 433-454.
Sezer, Baykan (1989), “Türk Sosyologları ve Eserleri I,” Sosyoloji Dergisi (Cilt 3), Sayı
1, ss. 1-96.
Soyyer, Yılmaz (1996), Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedi Nuri (1872-1913),
İstanbul, Kubbealtı Neşriyat.
Suphi Ethem (1327) “Mektup” (Çev. Ferşat Ballı, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, Sayı 28,
2014/1, s. 335-342
Toprak, Zafer (1985), “II. Meşrutiyet’te Fikir Dergileri,” Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 1), Ed. Murat Belge, İletişim Yayınları, ss.126132.
Tuna, Korkut (2002), Yeniden Sosyoloji, İstanbul, Karakutu Yayınları.
Ülken, H. Ziya (2013), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 1. bs., İstanbul, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları.
Yıldırım, Ergun (2004), “Türk Sosyolojisinde Pozitivizm: Bilginin Sosyolojik Tasarımı
(1908-1945),” Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Sayı 2004-1, s. 107-130.
22
Download