TÜRKİYE’DE FAİZLERİ DÜŞÜRMEK, ENFLASYONU DÜŞÜRÜR MÜ? Türkiye 2000’li yıllara kadar kronik hale gelmiş yüksek enflasyonun esiri olmuştur. 2002 seçimleri sonunda iktidara gelen AK parti hükümeti döneminde Merkez Bankası, fiyat istikrarına odaklı bir para politikası izlemiştir. Para politikası aracı olarak da enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmıştır. Bu rejim altında Merkez Bankası tüm politika araçlarını hükümet ile birlikte belirlediği TÜFE enflasyon hedefine ulaşmaya yönelik olarak kullanmıştır. Enflasyon hedeflemesine yönelik uygulanan para politikası Türkiye’de başarılı olmuş, 2002 yılı sonu itibariyle yaklaşık %30 olan enflasyon, 2004 yılı ile birlikte tek haneli rakamlara düşmüştür. Türkiye’de Merkez Bankasının TÜFE bağlamında hedeflediği enflasyon oranları ve gerçekleşmeleri Tablo 1’de sunulmaktadır. Tablo 1. Enflasyon Hedefleri ve Gerçekleşmeleri (%) Yıllar Hedef Gerçekleşme 2002 35 29,7 2003 20 18,4 2004 12 9,3 2005 8 7,7 2006 5 9,7 2007 4 8,4 2008 4 10,1 2009 7,5 6,5 2010 6,5 6,4 2011 5,5 10,4 2012 5 6,2 2013 5 7,4 2014 5 Kaynak: TCMB. Tablo 1’e bakıldığında Türkiye’de 2002-2005 yılları arası ile 2009 ve 2010 yıllarında enflasyon hedeflerinin Merkez Bankası tarafından tutturulduğu, diğer yıllarda ise enflasyon oranlarının, hedeflenen oranların üzerinde seyrettiği görülmektedir. 2014 yılında ise, Merkez Bankası %5’lik bir enflasyon oranı hedeflemiş olmasına karşılık enflasyon oranları 2014 ağustos ayı itibariyle yıllık bazda %9,54 oranında gerçekleşmiştir. Bu oran, ağustos ayları itibariyle yıllık TÜFE’de son 6 yılın en yüksek seviyesidir. Bu enflasyon oranıyla Merkez Bankası’nın 2014 yılı sonu %7,6’lık enflasyon tahminini tutturması tehlikeye girmiştir. Fiyatlar genel düzeyinin sürekli artışı olarak tanımladığımız enflasyon, temelde iki kaynaktan beslenir. Bunlardan birincisini talep, ikincisini ise maliyetler oluşturur. Talebin arzdan fazla olduğu durumda ortaya çıkan enflasyon talep enflasyonu iken, girdilere yapılan ödemelerin miktarının arttığı ve bu artışların fiyatlara yansıdığı durum ise maliyet enflasyonu olarak tanımlanır. Bu çerçevede, eğer bir ülkede enflasyonun temel nedenini yüksek faizler oluşturuyorsa, o ülkede maliyet enflasyonunun geçerli olduğu söylenebilir. Türkiye’de son dönemdeki tartışmalarda bazı kesimler (özellikle siyasi kanat), enflasyonun nedenini, Merkez Bankası’nın yürüttüğü yüksek faiz politikasına bağlamışlardır. Peki, bir ülkede faiz oranlarının yüksekliği enflasyonu nasıl teşvik eder? Eğer bir ülkede genel olarak firmaların toplam giderleri içinde faiz olarak adlandırabileceğimiz finansman giderleri önemli bir yer tutuyorsa, o ülkede firmaların ürettikleri malların maliyetleri artış gösterecek ve buna bağlı olarak fiyat artışlarının gerçekleşmesi, maliyet enflasyonunu yaratmış olacaktır. Böyle bir ortamda faiz oranlarının düşürülmesiyle firmaların finansman maliyetinin azaltılması sağlanabilir. Yani firmaların daha düşük faiz oranlarında kredi almaları, onların ürettikleri malların maliyetlerine düşüş yönde yansıyacak ve bu yolla maliyetleri düşen firmalarda ürettikleri malları daha ucuza piyasaya sunacaklardır. Bu da yurtiçi üretici fiyatları endeksine (Yİ-ÜFE) olumlu yansımasıyla enflasyonun düşmesine katkı sağlayacaktır. Yİ-ÜFE’nin azalması da TÜFE bağlamında fiyatlarda istikrarı sağlayacaktır. . Türkiye’deki faiz oranlarının enflasyon üzerindeki etkisini doğru bir şekilde değerlendirebilmek için, faizin firmalar için ciddi bir maliyet unsuru taşıyıp taşımadığına bakmak gerekir. TCMB Erdem Başçı’nın Haziran 2014’de Bakanlar Kuruluna yaptığı sunumda yer alan tablodan hareket ederek, Türkiye’de imalat sektöründe faaliyet gösteren firmaların toplam giderlerinin bileşenleri Tablo 2’de verilmiştir.1 Tablo 2. İmalat Sektöründe Faaliyet Gösteren Firmaların Toplam Giderlerinin Bileşenleri, 2012 Maliyet Kalemleri Toplam Giderler İçindeki Payı (%) Satılan Malların Maliyeti* 86,2 Faaliyet Giderleri 8,5 Finansman Giderleri 2,2 Diğer Giderler 3,1 * Yerli ve ithal hammadde ve malzeme giderleri, elektrik-doğalgaz-su giderleri, işgücü giderleri. Türkiye’de imalat sanayi sektöründe faaliyet gösteren firmaların finansman giderlerinin toplam giderler içindeki payının %2,2 olduğunu görmekteyiz. Yani faiz giderlerinin toplam giderler içindeki payı oldukça düşüktür. Dolayısıyla faiz oranlarını 1 Verilerin yer aldığı kaynak www.tcmb.gov.tr sitesinde konuşmalar başlığı altında yer almaktadır. düşürerek, fiyat artışlarını dizginlemek pek mümkün değildir. Ayrıca böyle bir indirimin talebin canlanmasına yol açarak tam tersine fiyatları artırabilme riski mevcuttur. Türkiye’de Yİ-ÜFE geniş ölçüde maliyetleri TÜFE ise talebi temsil eder. Yİ-ÜFE ve TÜFE’deki artış oranlarını birbirleriyle karşılaştırarak, son dönemde enflasyonun talepten mi yoksa maliyetlerden mi kaynaklandığını anlayabiliriz. Tablo 3 2014 yılının ilk sekiz ayı için yıllık bazda TÜFE ve Yİ-ÜFE cinsinden enflasyon oranlarındaki değişimleri göstermektedir. Tablo 3. Türkiye’de Yİ-ÜFE ve TÜFE Değişim Oranları 2014 Yİ-ÜFE (%) TÜFE (%) Ocak 10,72 7,75 Şubat 12,40 7,89 Mart 12,31 8,39 Nisan 12,98 9,38 Mayıs 11,28 9,66 Haziran 9,75 9,16 Temmuz 9,46 9,32 Ağustos 9,88 9,54 Kaynak: TÜİK Tabloda Yİ-ÜFE değerlerine bakıldığında, haziran ayından itibaren maliyet artışlarının hız kestiği görülse de, TÜFE’deki artış oranlarının yavaşlamadığını görmekteyiz. Bu verilerden, son dönemdeki enflasyonun talepten kaynaklandığı anlaşılmaktadır. 2014 yılının ilk yarısında gıda, içecek ve tütün harcamalarında yıllık %9’a varan bir artışın gerçekleşmesi de, bu durumu doğrulamaktadır. Ayrıca, bu harcamalardaki artış oranı son dört yılın en yüksek harcaması olarak dikkat çekmektedir. Türkiye’nin bugünkü koşullarında talep ve maliyet enflasyonunun birlikte geçerli olduğunu, ancak ağırlığın net bir biçimde talep enflasyonunda olduğunu söyleyebiliriz. Ağırlıklı olarak talep enflasyonunun yaşandığı bir ekonomide, faizin yükseltilmesi talebi frenleyici etki yaratacağı için, enflasyonun da frenlenmesine katkı sağlayacaktır. Buna karşılık, mevcut koşullarda Türkiye’de faizin düşürülmesi enflasyonu daha da artırabileceğinden, belirlenen enflasyon hedeflerinden giderek uzaklaşılacaktır. Türkiye’de Yİ-ÜFE’nin artmış olması, TÜFE üzerinde bir baskı nedenidir. Bu durum, enflasyonu sadece talep yanıyla değil maliyet yanıyla da ilgilenilmesini gerektiren bir konu olarak karşımıza çıkartmaktadır. İmalat sanayi sektörü içerisinde firmaların maliyetleri üzerinde faizin etkisinin çok az olduğunu, yani faizi düşürerek enflasyonu maliyet yönüyle düşürmenin zorluğundan bahsetmiştik. O halde, bu sektörde yer alan firmaların faiz dışında maliyetlerini önemli ölçüde etkileyen diğer unsurlara bakılmalı ve bu yönde firmaların maliyetlerini azaltacak politikalara önem verilmelidir. Tablo 2’den, Türkiye’de imalat sanayinde faaliyet gösteren firmaların toplam maliyetleri içerisinde yerli ve ithal hammadde ve malzeme giderleri ile enerji giderleri ve işgücü giderlerinin %86,2’lık bir paya sahip olduğunu görmekteyiz. Maliyet enflasyonuna etki açısından kurun, vergilerin ve girdi fiyatların etkisi yüksektir. Özellikle Türkiye’deki fiyatların artışında döviz kurlarının %25’e yakın bir oranla önemli bir etkisinin olduğunu görüyoruz. Bu nedenle Türk Lirasının değerini düşürücü politikalar, enflasyon konusunda istenilen neticeyi almamızı güçleştirmektedir. Dolayısıyla, enflasyonu maliyet yönünden çözmeye çalışacak bir yaklaşımın, faizi düşürmeyi değil kur oynaklığını gidermeye yönelik olması gerektiği açıktır. Sonuç olarak, Türkiye’de maliyet enflasyonunu belirleyen faktörler göz önüne alındığında, Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşürmeye yönelik önlemleri, enflasyonunun düşürülmesine önemli bir katkı sağlamayacağı görülmektedir. Son dönemde ağırlıklı olarak talep enflasyon koşullarının geçerli olduğu Türkiye’de, Merkez Bankasının izlediği para politikası enflasyonu dizginlemeye yöneliktir. Buradan hareketle, Türkiye’deki mevcut faiz oranlarını, enflasyonun bir nedeni değil bir sonucu olarak görmemiz gerekir. Yani faiz oranlarının düşürülmesinin, öncelikli olarak enflasyon oranlarının düşürülmesine bağlı olacağını söyleyebiliriz. Prof. Dr. Sami TABAN ESOGÜ, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü [email protected]