ridâniye muhârebesi

advertisement
RİDÂNİYE MUHÂREBESİ
Osmanlı ordusunun kesin zaferiyle neticelenen Osmanlı-Memlûk
meydan muhârebesi. Mercidâbık savaşını kazanarak Suriye’yi ele
geçiren Yavuz Sultan Selîm Han, hemen Mısır üzerine yürümedi.
Orduyu yeniden nizam ve intizâma koyup, Suriye sancaklarına sancak
beyleri tâyin etti. Dört-beş ay gibi kısa bir zamanda Suriye’de Osmanlı
teşkîlâtını kurdu. Daha sonra Suriye hâkimiyetini pürüzsüz bir
neticeye ulaştırmak için Osmanlı Devleti aleyhine İran’la ittifak eden
Memlûklüleri kesin olarak hâkimiyeti altına almak istedi. Mısır
fethedilmedikçe, kazanılan zaferin muvakkat (geçici) olduğunu
düşünerek Mısır’ın fethine karar verdi.
Yeni Memlûklü sultânı ve Mısır beyleri, Suriye ve Kilikya’nın Osmanlılar
tarafından fethini muvakkat addediyorlar, Yavuz Sultan Selîm Han’ın,
Cengiz ve Tîmûr kuvvetleri gibi Suriye ve Filistin’den döneceğini
zannediyorlardı. Pâdişâh’ın Anadolu’ya dönmesini müteâkib ele
geçirilen yerlerin istirdâd (geri alınabileceğini) edileceğini umuyorlardı.
Fakat çok geçmeden yanıldıklarını anladılar.
Nitekim Yavuz Sultan Selîm Han, Mısır’a hareket etmeden önce Çerkez
Murâd Bey başkanlığında bir elçilik hey’etini Mısır’ın yeni hükümdarı
Tomanbay’a gönderdi. Osmanlı elçisi Pâdişâh’ın mektubunu
Tomanbay’a takdîm etti. Hoca Sa’deddîn Efendi’nin bildirdiğine göre,
Yavuz Sultan Selîm Han bu mektubunda; boş yere müslüman kanı
dökülmemesi için Tomanbay’ın kendisine tâbi olmasını istiyordu.
Ayrıca her sene Mısır haracını göndermek ve Pâdişâh adına hutbe
okutup para bastırmak şartıyla, kendisini Gazze’den îtibâren Mısır
topraklarının vâliliğine tâyin edeceğini îlân ediyordu.
Tomanbay mektubu okuyunca, yapılan teklifleri kabul etmedi. Osmanlı
elçilerini hürmet göstererek huzuruna kabul ettiği hâlde, elçiler
huzurundan ayrıldıktan sonra, Memlûk emirlerinden Alanbay
tarafından öldürüldüler. Bunun üzerine Alanbay dîvâna gelerek;
“Elçilerin tekliflerinin nefsine ağır geldiğini, Mercidâbık’ta üstünlük
te’min etmiş olan Osmanlıların şimdi de bu ağır teklifte bulunmaları
karşısında dayanamıyarak elçileri bizzat öldürdüğünü bildirip, kendisini
mazur göstermeye çalıştı.
Tekliflerin reddi ile elçilere böyle bir muamelenin reva görülmesi, Mısır
seferi için bir sebeb oldu. Yavuz Sultan Selîm Han Mısır’a hareketinden
önce Tin ve Sina çöllerini aşabilmek için bir takım hazırlıklar yaptı.
Orduya lâzım olan suyu nakledebilmek için, iki bin deve satın aldı ve
su koymak için kırba v.s. gibi lüzumlu malzemeyi te’min etti. Askeri
Mısır fethine teşvik gayesiyle iki yüz yük akçe atıyye dağıttı.
Vezîriâzam Sinân Paşa’yı da, Osmanlı ordusunun ilerlemesine ve çölü
geçmesine engel olmak için çalışan Canberdî Gazâlî kumandasındaki
Memlûklü kuvvetleri üzerine gönderdi.
Yavuz Sultan Selîm Han, bütün işleri tamamladıktan sonra, 15 Aralık
1516 târihinde Şam’dan hareket etti. Suriye-Mısır yolu üzerindeki
Remle’ye geldiği zaman, Sinân Paşa’nın, Han-Yûnus meydan
muhârebesini kazandığını öğrendi. Bu zafer sebebiyle orduda şenlik
yapıldı. Ayn-ı Safa mevkiinde Sinân Paşa kendisine mülâki olduğu
(katıldığı) zaman; Yavuz Sultan Selîm Han, vezîriâzamına kıymetli bir
kılıç hediye edip, zaferi kazanan erlerine de hediyeler dağıttı.
Yavuz Sultan Selîm Han, Remle’den sonra buranın çok yakınında
bulunan Kudüs’e uğradı. Yanında lalası Hasan Can ile İdris-i Bitlisî gibi
âlimler de vardı, Kudüs-i şerîfde ziyaret edilecek yerleri ve bilhassa
Dâvûd aleyhisselâmın kabrini ziyaret etti. Burada zafer için duâler etti
ve fakirlere sadakalar dağıttı. Oradan Mescid-i Aksâ’ya giderek yatsı
namazını kıldı. Geç vakitlere kadar Mescid-i Aksâ’da Kur’ân-ı kerim
okudu, namaz kıldı. Çok duâ ederek gözyaşı döktü. Ertesi gün binlerce
koyun ve sağır kestirerek sevabını Peygamber efendimize sallallahü
aleyhi ve sellem ve diğer peygamberlere aleyhimüsselâm, Eshâb-ı
kirama (radıyallahü anhüm), âlimlere, evliyâya, bütün müslümanlara
ve dedeleri Osmanlı sultanlarına hediye etti. Etleri de Kudüs’te
bulunan müslüman fakirlere dağıttı. Kudüs-i şerîfden ayrılan sultan
Selîm Han, 9 Ocak’ta Sina çölüne geldi. Yavuz Sultan Selîm Han,
burada iken Mısır seferi harekâtı hakkında, yanındaki devlet erkânıyla
müzâkerelere başladı. Bu sırada vezir Hüseyin Paşa; ordunun yorgun
olduğunu ve bugüne kadar yapılan fütûhatın kâfî geleceğini ileri
sürerek, susuz çöllerden ordu geçirmenin imkânsızlığı sebebiyle geri
dönmenin zamanı geldiğini ifâde etti. Ancak bir konu hakkında karar
verilmeden önce dîvânda bütün üyelerin görüşlerini alan, fakat karar
verildikten sonra bunun aksine söz sarfedenleri şiddetle cezalandıran
Yavuz Sultan Selîm Han, derhâl Paşa’nın çadırının yıkılmasını emretti.
Bu onun îdâmına işaret idi. Nitekim hemen îdâm edildi ve cesedi îdâm
edildiği yere gömüldü. Pâdişâh’ın bu hareketi üzerine artık hiç kimsede
itiraz imkânı kalmadı.
Mısır’a yürüyen Osmanlı ordusunun aşmak zorunda bulunduğu en
büyük engel, Mısır ile Filistin arasındaki kum çölleriydi. Cihân pâdişâhı
Yavuz Sultan Selîm Han’ın çelik irâdesi, müdhiş otoritesi, Peygamber
efendimize olan sevgisi ve aldığı tedbirlerle bu büyük engel, Allahü
teâlânın yardımıyla aşıldı. Tih sahrasının geçilmesi en güç yeri olan elAriş ile Sâlihiyye arasındaki kısmını, Osmanlı ordusu beş günde
geçerek Sâlihiyye’ye ulaştı. Yavuz Sultan Selîm Han’ın Ridâniye’ye
giderken ordunun ağırlıklarıyla bir günde 50 km. yürümesi harb
târihinde bir rekordur. Osmanlı ordusu 21 Ocak’ta Kâhire’ye çok yakın
Bîrket-üt-Hac mevkiinde konakladı. Mısır Seferi esnasında çölde ve
Kahire yakınında Bedevi eşkıyalarının ve Memlûklülerin tecavüzkâr
saldırılarına karşı tedbirler alınıp taarruzları önlendi.
Yeni Memlûklü sultânı Tomanbay, Sâlihiye’de cephe tutmak istemişse
de emirler bunu kabul etmediklerinden, Ridâniye’yi kabule mecbur
oldu. Ridâniye, Kahire şehrinin kuzeydoğusunda bir köy olup, şehre
pek yakın bir mesafede bulunuyordu ve iyice tahkim edilmişti.
Burada yapılacak muhârebe, Mercidâbık muhârebesinden daha zor ve
tehlikeli idi. Ridâniye cephesi; elli bin kişilik bir kuvvet, Frenklerden
tedârik edilen iki yüz top, siper ve hendeklerle tahkim edilmişti.
Tomanbay’ın harp cephesi, Kâhire’nin kuzeydoğusundaki El-Mukattam
dağından solda Nil nehrine kadar dayanmıştı. Bu kadar müstahkem bir
cepheye çarpacak olan Osmanlı ordusu darmadağın olabilir ve cepheyi
yarsa bile pek büyük telefat neticesinde bir iş göremiyecek hâle
gelebilirdi. Başka geçilecek saha da yoktu. Nitekim Tomanbay’ın
hedefi, Osmanlıların taarruzunu topçu ateşi ile kırdıktan sonra, cundi
askeri (hassa kuvvetleri) ve süvariler ile sarıp Osmanlı ordusunu
tamamen imha etmekti.
Osmanlı ordusunun sağ koluna Anadolu beylerbeyi Mustafa Paşa, sol
koluna Rumeli beylerbeyi Küçük Sinân Paşa tâyin edilip, merkezde
vezîriâzam Hadım Sinân Paşa bulunuyordu.
Yavuz Sultan Selim, Tomanbay’ın tertibatını öğrendikten sonra, askerî
dehâsını gösterecek olan bir plân tatbik etmek istedi. Evvelâ araziyi
tedkîk ettirip düşmanın maksadını anladı ve ona göre tertibat aldı. Bu
plâna göre; Mısır ordusuna cepheden yapılacak bir hücum, Osmanlı
ordusu için çok tehlikeli olacağından, düşmanın ya gerisine veyahut
yan tarafına taarruz edilecekti. Geriye uzanabilmek için, Nil nehrinin
veya el-Mukattam dağının aşılması şarttı. Nil’i geçmek şimdilik
mümkün değil ve köprü olsa da çok zordu. El-Mukattamdağını
dolaşmak ise daha kolay görünüyordu.
Bu karar alındıktan sonra Yavuz, bizzat kendisi bir kısım süvari
kuvvetleriyle 21-22 Ocak gecesi hareket ederek, el-Mukattam dağını
dolaştı ve Memlûklü ordusunun gerisine düşerek, muhârebe düzeni
aldı. Osmanlı topları sür’at ve maharetle uygun yerlere yerleştirildi.
Sultan Selim Han, Memlûklülerin beklemediği bir istikâmetten taarruz
etmekle Mısırlıları baskına uğratıp, tatbik edecekleri plânları bozarak,
uzun zamandan beri büyük emekler ile hazırladıkları mevzii ve topları
muhârebe dışı bırakacaktı. 22 Ocak sabahı harb başlamadan önce iki
tarafın muhârebe düzeni bu hâldeydi.
Muhârebe 22 Ocak 1517 (29 Zilhicce 922) târihi sabahı erken
saatlerde başladı. Mısır ordusunun önündeki Osmanlı alayı hücuma
geçince, Tomanbay önceden mevzilerde hazır beklettiği topların ateşe
başlamalarını emretti. Bu arada gerilerine sarkmış bulunan asıl
Osmanlı kuvvetlerinin Allah Allah nidaları ile kendilerine hücum ettiğini
görünce, şaşkına döndü. Topları mevzilerinde kalıp işe yaramadı.
Memlûk kuvvetleri bir anda iki ateş arasında kaldı. Toplarını
kullanamayan Tomanbay, şaşkınlığını üzerinden atarak karşı saldırıya
geçti. Merkezdeki saflar birbirine girip, iki tarafta kıyasıya bir
muhârebeye tutuştu. Yakın muhârebe ve boğuşma, kayıpları arttırdı.
Osmanlı topçu ve tüfekçisinin ateşi altında mücâdele edip, pervasızca
direnmeleri, Memlûklü kayıplarını daha da arttırdı. Memlûklülerin
Osmanlı merkezine karşı ileri atılması üzerine, vezîriâzam Sinân Paşa
kumandasındaki sağ kanat ve vezir Yûnus Paşa emrindeki sol kanat
kuvvetleri taarruza geçerek Mısırlıların yan ve gerilerini kuşattı. Bu
arada Tomanbay, kumandanlarından Alanbay ve Kurtbay’ı alarak iki
yüz seçme askerle Pâdişâh zannettiği, askeri gayrete getiren Sinân
Paşa’ya saldırdı. Pâdişâh’ı öldürürlerse Osmanlı ordusunun dağılacağını
hesaplamışlardı. Sinân Paşa’nın kuvvetlerini yararak etrafını çevirdiler.
Neticede Sinân Paşa şehîd düştü. Bu sırada ordunun sağ kanadında
karışıklıklar baş gösterdi. Yavuz Sultan Selim Han derhâl buraya Bali
Ağa kumandasında yardımcı kuvvetleri gönderip durumu normale
çevirdi. Bu sırada Memlûklü kuvvetleri çoğu telef olmuş kalanlar da
kurtuluşu kaçmakta bulmuştu. Muhârebe akşama doğru Osmanlı
ordusunun zaferiyle neticelendi. Memlûklü kuvvetleri Kahire ve oradan
Sait istikâmetine çekildiler. Sultan Tomanbay da, Kurtbay ve bir avuç
adamıyla kaçtı. Vezir Yûnus Paşa, Memlûklülere karşı zaferin
kazanıldığını ve Tomanbay’ın kaçtığını Sultan Selîm Han’a
bildirdiğinde; “Lala Lala! Mısır’ı aldık ama Sinân’ı kaybettik. Sinân’ı
Mısır’a değişmezdim. Sinân’sız Mısır’da ne güzellik olur?” sözleri ile
Sinân Paşa’nın yanındaki kıymetini belirtti. Ertesi gün vezîriâzam
Sinân Paşa ve diğer şehîdler defnedildi. 24 Ocak 1517 târihinde
Kâhire’ye girilip, Mısır’ın fethi tamamlandı.
Osmanlı ordusunun zaferiyle neticelenen Ridâniye meydan
muhârebesi, Osmanlı Devleti’ne ve dünyâ târihine pek çok maddi ve
mânevi faydalar sağladı. Mısır, Arabistan yarımadası Osmanlı
hâkimiyetine geçti. Kızıldeniz ve Hind Okyanusu’na inildi. Kuzey Afrika
yolu açılarak Osmanlı hududu Atlas Okyanusu’na dayandırıldı. Hicaz
ve Orta Doğu’daki mübarek makamlar Osmanlı hizmetine açıldı.
Buralar nadide eserler ile süslendi. Yeni eserler ve ilâveler yapılarak
istifâdeye sunuldu. Halîfelik, sultan Selim Han’a geçerek Osmanlı
pâdişâhları saltanata ilâveten hilâfet makamına da sâhib olmalarıyla
İslâm âleminin de lideri oldu. Ridâniye muhârebesi ve Mısır’ın
fethinde, Osmanlılar ilk defa 1517 yılında yivli top kullandılar.
Avrupa’da 1868’de Almanların kullandığı ilk yivli topların,
Osmanlılarda on altıncı yüzyıl başlarında mevcûd olması,
muhârebelerde kullanılmaları, teknikteki üstünlüklerini göstermesi
bakımından önemlidir. Yavuz Sultan Selîm Han’ın Mısır seferi; harekât
plânları sevk ve idare, muhârebede tatbik edilen taktik ve strateji
bakımından harb târihinin essiz numuneleri arasına girmiştir.
YAVUZ, SİNA ÇÖLÜNDE!..
Mücâhid Serdar, Karaduman’ın üzengilerinin üstünde doğruldu ve
askerlerine son defa hitabetti: “Ey Cennet yolcuları! Ey can
kardeşlerim!.. Bilirsiniz ki, müslüman Türkler muhârebe meydanında
ve bütün ömürlerince yalnız ve sâdece Allahü teâlâdan korkarlar.
Önüne çıkan hiç bir engel, onu Allah yolunda cihaddan alıkoyamaz.
Sizler cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uydukça, O’nun yardımıyla bu çölü
geçmek de sizlere nasîb olur inşâallah.” Sonra atı Karaduman’ı kızgın
Sina çölüne sürdü. Arkasından koca Osmanlı ordusu düğüne gider gibi
alevli Sina çölüne daldı. Kum fırtınaları etrafı kasıp kavuruyordu.
Gündüzleri dayanılmayacak kadar sıcak, geceleri ise dondurucu
soğuktu. Ordu bu şekilde yol almaya devam ederek çölü yarıladı. Suyu
herkes idareli kullanıyor, teyemmüm yapılarak namaz kılınıyordu. Bir
ara Yavuz Sultan Selim Han hazretleri, birden bire Karaduman’dan
yere atladı. Onu gören başta vezırâzam Sinân Paşa olmak üzere
Anadolu ve Rumeli beylerbeyi de atlarından indiler. Rütbe rütbe bütün
komutanlar, sipahiler, süvariler de yaya yürümeğe başladılar. Koca
Osmanlı ordusu, piyade (yaya) bir ordu hâline dönüvermişti.
Üstelik Pâdişâh, çok saygılı bir şekilde ve önüne bakarak yürüyordu.
Bütün vezirler, kumandanlar ve asker merak içinde kalmışlardı. Her
zamanki gibi, Hasan Can’a müracaat ettiler. O da ne olduğunu
anlıyamamıştı. Fakat öğrenmek için Selim Han’ın yanına yaklaştı;
“Hayırdır inşâallah Sultânım! Bütün ordu merak eyler; “Devletlü
Pâdişâhımız, acep niçin yaya yürürler? diye telâş ederler” dedi. Bu
dünyâyı iki cihângire fazla gören büyük Sultan şöyle fısıldadı: “İki
cihân sultânı Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem
önümüzde yaya yürürlerken, biz nasıl at üzerinde olabiliriz Hasan
Can?..” Bir müddet bu şekilde giden Selim Han, tekrar atına binince
diğerleri de atlarına bindiler.

1) Fetihnâme-i Diyâr-ı Arab (Silâhşör, Târih Vesîkaları Dergisi,
Sene-1961)
2) Tâcüt-tevârîh; cild-2, sh. 354
3) Bedâyi-uz-zühûr; cild-5, Hicrî 926 Vekâyî
4) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-4, Sh. 1137
5) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 288
6) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-2, sh. 759
7) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh. 237
8) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2, sh. 32
9) Rehber Ansiklopedisi; cild-14, sh. 305
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-15, sh. 66
www.ehlisunnetbuyukleri.com
Download