ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ (ILO) GENEL DİREKTÖRLÜĞÜ’NE “TÜRKİYE’DE KAMU GÖREVLİLERİNİN SENDİKAL HAKLARI İLE İLGİLİ YAŞANAN PROBLEMLER” KONULU TÜRKİYE KAMU-SEN RAPORU Türkiye’de kamu görevlilerinin sendikal örgütlenmesi 1992 yılında başlamıştır. Türkiye, ILO’nun 87 no.lu Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin, 98 no.lu Teşkilatlanma ve Kollektif Müzakere Hakkı Prensiplerinin Uygulanmasına Yönelik ve 151 no.lu Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunması ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin sözleşmelerini imzalayarak, sözleşme hükümlerine uyacağını taahhüt etmiştir. İç hukukta bahse konu ILO sözleşmelerine uygun sendikal yapılanmanın önünü açacak düzenlemeler için 1995 yılında kısmi bir Anayasa değişikliği yapılarak, kamu görevlilerine yalnızca sendika kurma ve toplu görüşme yapabilme hakkı getirilmiştir. Ancak 2001 yılına kadar kamu görevlilerinin örgütlenmeleri ve toplu görüşmelerin yapılması ile ilgili bir kanun çıkarılmamıştır. ILO sözleşmelerinin hükümlerine uyum ve Anayasada gerçekleştirilen değişikliğin bir gereği olarak, 13 Ağustos 2001 tarihinde yürürlüğe giren, 4688 Sayılı Kanun ile kamu çalışanlarına bazı sendikal güvenceler sağlanmış, ancak bu güvenceler ILO’nun 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmelerinin temel normlarına göre oldukça eksik kalmıştır. Bu süreçte kamu görevlileri sendikalara üye olmak vasıtasıyla örgütlenmişler ancak, grev ve toplu sözleşme haklarından mahrum bırakılmışlardır. ILO standartlarına uymayan 4688 sayılı Kanun gereği olarak, yetkili kamu görevlileri sendikaları ve bunların bağlı bulunduğu konfederasyonlarla Kamu İşveren Kurulu temsilcileri arasında 2002 yılından beri toplam 9 toplu görüşme gerçekleştirilmiş ve bunlardan yalnızca 2005 ve 2008 yılları olmak üzere, 2 tanesi mutabakatla sonuçlanmıştır. 2005 yılında mali haklarla ilgili 5, çalışma şartları ile ilgili konularda 16 ve özelleştirme uygulamaları ile ilgili olarak 10 maddelik mutabakat metni ile ilgili olarak mali haklar dışında hemen hiçbir konuda düzenleme yapılmamıştır. 2008 yılı mutabakat metninde mali hususlar dışında, 23 ayrı konu üzerinde tam olarak anlaşmaya varılmış, 19 konunun üzerinde taraflarca çalışma yapıldıktan sonra hayata geçirilmesi kararlaştırılmış ve 5 ayrı konunun da ilgili kurumlara bildirilerek değerlendirilmesi üzerinde görüş birliği sağlanmıştır. Şu ana kadar, 2008 yılı mutabakat metninde yer alan konuların büyük çoğunluğu hakkında yine hiçbir çalışma yapılmamıştır. 4688 sayılı Kanunun 34. maddesinde, “…Bakanlar Kurulu üç ay içinde mutabakat metni ile ilgili uygun idari ve icraî düzenlemeleri gerçekleştirir ve kanun tasarılarını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunar.” denmektedir. Dolayısı ile kanun, mutabakat metni ile ilgili uygun idari ve icraî düzenlemelerin 3 ay içinde Bakanlar Kurulu tarafından düzenlenerek TBMM’ne sunulmasını emretmektedir. Bir mutabakatın üzerinden tam 5 yıl, diğerinin üzerinden 3 yıl geçmiştir ama Bakanlar Kurulu görevini yerine getirmemiştir. 1 Mutabakat sağlanamayan 7 dönemde ise 4688 sayılı Kanunun 35. maddesi uyarınca Uzlaştırma Kurulu’na başvurulmuştur. Ancak, hükümet Uzlaştırma kurulu’nun yapısının işçiler için öngörülen Yüksek Hakem Kurulu gibi olmamasını gerekçe göstererek, kurulun kararlarını bugüne değin hiç uygulamamış; toplu görüşmenin de uzlaştırma mekanizmasının da işlevinin sınırlı kalmasına hatta tıkanmasına neden olmuştur. Ancak bu süreçte hükümetin şikâyet ettiği Uzlaştırma Kurulu’nun yapısını değiştirmek üzere bir çalışma yapmamış, bir kanun değişikliği de öngörmemiştir. 2010 yılına gelindiğinde ise Hükümet, bir Anayasa değişikliği paketi hazırlamış ve kamuoyunun bilgisine sunmuştur. Türkiye Kamu-Sen hazırlanan değişiklik önerisinin “kamu görevlilerine ve işçilere, ILO sözleşmelerine uygun sendikal ve demokratik haklar getirmesi gerektiği” üzerinde ısrarla vurgu yapmış ve “yapılması planlanan Anayasa değişikliğinin kamu görevlilerinin sendikal haklarını ILO standartlarına yükseltmediğini, aksine hakları gerilettiğini” belirtmiştir. Öyle ki, Anayasada çalışma hayatı ile ilgili olarak yapılan bahse konu değişiklikler beklentileri karşılamaktan, kabul görmüş evrensel değerlerden son derece uzak kalmıştır. Anayasa’nın 53. maddesinden “sendikaların üyeleri adına yargıya başvurabilmelerini” sağlayan hükmün çıkarılmış olması, ILO’nun 87 sayılı sözleşmesine uygun örgütlenme özgürlüğü getirdiği iddia edilen değişikliğin, aslında var olan hakları da geri götürdüğünün bir göstergesidir. Ayrıca yine Anayasanın 53. maddesinde yapılan değişiklikle kamu görevlilerine toplu görüşme yerine toplu sözleşme hakkı getirilmiştir. 1982 Anayasası’nın 90. maddesi, ülkemizin imzaladığı uluslar arası sözleşmeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konu ile ilgili kararları zaten kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkı olduğunu kabul etmekte ve bu hakkı güvence altına almaktadır. Yapılması gereken, ILO’nun 98 sayılı sözleşmesine uygun, kamu görevlilerinin grev ve toplu sözleşme hakkının bir arada ele alınarak, ilkesel olarak iktidar tarafından tanınması ve uygulamaya konulmasıdır. Oysa iktidar, bu hakkı kısıtlayan bir düzenleme yapmak istemiş ve toplu sözleşme ile ilgili olarak ayrıntılı ve sınırlayıcı bir çerçeve çizmiştir. Mevcut durumda toplu görüşme; kamu görevlileri için uygulanacak katsayı ve göstergeler, aylık ve ücretler, her türlü zam ve tazminatlar, fazla çalışma ücretleri, harcırah, ikramiye, lojman tazminatı, doğum, ölüm ve aile yardımı ödenekleri, tedavi yardımı ve cenaze giderleri, yiyecek ve giyecek yardımları ile bu mahiyette etkinlik ve verimlilik artırıcı diğer yardımları kapsar. Ancak 1982 Anayasası’nın 128. maddesinde yapılan değişiklikle kamu görevlileri için yalnızca mali ve sosyal haklara ilişkin hususların toplu sözleşmenin konusu olabileceği, bunun dışında kamu çalışanlarının tüm hak, görev ve yetkilerinin yasa ile belirleneceği öngörülmüştür. Dolayısı ile toplu sözleşmelerde kamu sendikalarına, memurların çalışma şartları, terfileri, sicil, disiplin uygulamaları, işe alınışları, işten çıkarılmaları gibi hayati konularda pazarlık yapma hakkı tanınmamakta, toplu sözleşmenin kapsamı yalnızca mali ve sosyal haklarla sınırlı tutulmaktadır. Görüldüğü gibi bu uygulama şu andaki toplu görüşmenin kapsamını dahi daraltacaktır. Böyle bir değişikliğin 98 sayılı sözleşme ile buna bağlı, toplu sözleşme hükümlerinin kamu alanında çalışanlara da uygulanmasını öngören 151 sayılı sözleşmeye aykırı olduğu görülmektedir. Anayasa değişikliği ile “uyuşmazlık çıkması halinde taraflar daha önce adı Uzlaştırma Kurulu olan ve yapılan değişiklikle adı Kamu Görevlileri Hakem Kurulu olarak adlandırılan kurula başvurabilir” denmektedir. Memur sendikalarının, Anayasa değişikliği ile getirilen kısıtlama nedeniyle bu Kurulun kararlarını, yargıya taşıma hakları da bulunmamaktadır. Çünkü değişiklikte “kurulun kararları kesindir” denmektedir. Dolayısı ile grev hakkı verilmeyerek kısıtlanan toplu sözleşme ve toplu pazarlık hakkına bir darbe de Kamu 2 Görevlileri Hakem Kurulu ile vurulmaktadır. Buna göre memurlara ne uzlaşmazlık durumunda grev hakkı ne de yargıya gidebilme hakkı tanınmaktadır. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun yapısı daha sonra öngördüğü taslakla ilgili görüşlerimizde ifade edileceği üzere dikkate alındığında, kamu görevlileri lehine ya da gerçek bir hakemlik müessesi adına karar çıkmayacağı endişemiz, yargıya başvurma engeli ile beraber dikkate alındığında kamu görevlilerine tanındığı iddia edilen toplu sözleşme hakkının, 98 sayılı sözleşmeye aykırı olduğu açıktır. ILO’nun 151. sayılı sözleşmesinin 8. maddesi, toplu pazarlık esnasında uzlaşma sağlanamaması durumunda uzlaştırma kurulu, hakem, arabulucu gibi araçların kullanılmasını önermektedir. Ancak uzlaştırma mekanizmasının mutlak surette tarafsız, bağımsız ve bağlantısız olması gerektiği üzerinde ısrarla durulmaktadır. Dolayısı ile anlaşmazlıkları karara bağlayacak olan kurulun oluşumu, kamu görevlileri sendikaları açısından hayati bir önem taşımaktadır. Bu noktada kurulun tarafsızlığı, toplu pazarlıklarda herhangi bir kesimi temsilen yer almayan kimselerin vereceği kararlar doğrultusunda sağlanabilir. Kurulda her iki taraf temsilcilerinin karar verici konumunda bulunması, toplu pazarlıklarda yaşanan uzlaşmazlığın kurula da aynı şekilde yansımasına neden olacak ve kurulun tarafsızlığına gölge düşürecek bir etken olarak karşımıza çıkacaktır. Nitekim Asgari Ücret Tespit Komisyonunda da taraflar temsil edilmekte ancak alınan hiçbir karar, çalışanlarımızı tatmin etmemekte, asgari ücret artışlarının objektif ölçütler doğrultusunda yapıldığına kimse inanmamaktadır. Bu nedenle tarafsız bir kurul için mutlak surette toplu pazarlık heyeti dışından, bağımsız, bağlantısız ve tarafsız olabilecek bir heyet oluşturulmalıdır. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na dönüştürülmemeli, gerçek görevini yerine getirecek uzlaştırıcı özellikler taşımalıdır. Demokratik bir toplumun en temel özelliklerinden biri de vatandaşlarına siyasete katılma, seçme ve seçilme özgürlüğü tanımasıdır. Ülkemizin en eğitimli kesiminden biri olan kamu görevlilerinin siyasete yapacakları katkı da son derece önemlidir. Ancak Anayasa değişikliğinde memurlara siyaset serbestîsi getirilmemiş olması büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha demokratik bir sistem getireceğini iddia eden siyasi irade, kamu görevlilerinin siyasete katılma, siyasi partilere üye olma gibi en demokratik hakkını dahi vermemiş, yaklaşık 2,5 milyon kişilik eğitimli, tecrübeli ve birikimli kesimi siyasetin dışında tutmayı yeğlemiştir. Kaldı ki, ülke içinde bir grubun siyaseten yasaklanması, en ilkel demokrasi anlayışıyla dahi bağdaşmayan bir tutumdur. Anayasa değişiklik paketinde bu hususa yer verilmemiş olması son derece büyük bir eksikliktir ve bu uygulama ILO’nun 87 sayılı sözleşmesine alenen aykırıdır. Hiçbir uluslar arası sözleşme hükmüne uymayan bu uyarı grevi de dahil grevsiz toplu sözleşme, sınırlandırılmış pazarlık hakkı, hükümet ağırlıklı ve kararları kesin olan hakem kurulu ve memurlara siyaset yasağı getirilmesi gibi maddelerin, evrensel nitelikte hak ve özgürlük sağladığı söylemi de bir aldatmaca olarak kalmaktadır. Ancak bu düzenleme vatandaşlarımıza toplu sözleşme hakkı olarak anlatılmıştır. Toplu sözleşme hakkı ancak grev hakkı ile anlam kazanır. ILO uzmanlar komitesi grev hakkının; sendika hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısı ile grev hakkı olmayan bir uygulama, tam anlamıyla bir sendikal özgürlük değildir. Yıllardır kamu görevlileri sendikalarının mücadelesini verdiği toplu sözleşme ve grev hakkının ikiye bölünmesi; grev hakkının görmezden gelinerek, toplu sözleşme hakkının Anayasal değişikliklerin oylanacağı bir referandum sürecine bağlanmış olması da kamu görevlilerine yapılan büyük bir haksızlık olmuştur. Çünkü Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi ve uluslar arası hukuk normları dikkate alındığında, temel insan hakları ve sosyal haklar ile ilgili konular taraf olan ülkeler tarafından 3 doğrudan uygulanır, referandum ve benzeri mekanizmalarla kamuoyu gündemine sokularak üzerinde tartışma açılmaz. Anayasa değişikliğinde grev hakkının kullanımı ile ilgili bazı düzenlemeler olmasına rağmen, Anayasanın 54. maddesindeki “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptir” hükmünün korunması, grevin yalnızca işçiler için bir hak olduğunu, memurların kesinlikle grev yapamayacağını; ayrıca işçilerin de yalnızca toplu iş sözleşmesi esnasında uyuşmazlık çıkması durumunda grev hakkını kullanabileceğini; hak grevi, dayanışma grevi gibi hakların kullanılmasının imkânsız olduğunu ortaya koymaktadır. Bu uygulama temelde uluslar arası temel haklar ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik uygulamasına aykırı; açıkça çifte standart getiren bir düzenlemedir. Bütün bu çekincelerimizin yanında asıl üzerinde durulması gereken konu; grevsiz toplu sözleşme hakkının uluslararası sözleşmelere ve yerel ve uluslararası yargı organlarının verdiği kararlara aykırı olmasıdır. Ortada birçok yargı kararı varken, 25 Kasım 2009’da ülkemizde milyonlarca kamu görevlisi bir günlük iş bırakma eylemi yapmış ve hukuken hiçbir yaptırıma tabi tutulamamışken, yargının bu kararlarını yok sayan bir Anayasa değişikliği, başka bir kargaşaya yol açacaktır. Son olarak Danıştay 12. Dairesi, 9 Şubat 2009 tarih, 2004/4643 Esas, 2005/313 No.lu; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 21 Nisan 2009 tarihli kararları ile memurların grev yapmaları nedeniyle herhangi bir hukuki işleme tabi tutulamayacağını karara bağlamıştır. Dolayısı ile hem yargı kararlarıyla hem evrensel sözleşmeler yoluyla hem de fiili uygulamayla sabit bir hak haline gelmiş olan grev hakkının, kanunlarla yasaklanması kabul edilemez. Artık yargı kararları ve uluslar arası sözleşmeler aracılığıyla kesinleşmiş bir hak haline gelen grev hakkının Anayasa değişikliğine konu edilmeyişi, son derece yanlış olmuştur. Bununla birlikte Anayasa değişikliğinde memurların Kamu İşveren Kurulu ile anlaşması durumunda toplu sözleşme hükümlerinin hayata geçirileceği öngörülmüştür ancak bugüne kadar imzalanan mutabakat metinlerini yok sayan hükümetin, toplu sözleşme hükümlerini uygulayacağına dair bir güvence de bulunmamaktadır. Toplu görüşme mutabakat metinlerinin hayata geçirilmesi de mevcut yasal mevzuata göre bir zorunluluk olmasına rağmen Hükümet, kanunları çiğnemiş ve bugüne kadar imzalanan 2005 ve 2008 yıllarında imzalanan iki mutabakat metni hükümlerini hasıraltı etmiştir. Bu nedenle idarenin toplu sözleşme hükümlerini uygulayacağı konusunda da ciddi şüpheler bulunmaktadır. Bu şüpheleri ortadan kaldıracak olan uygulama; toplu sözleşme, uzlaştırma mekanizması, grev gibi konuların yasal mevzuatta nasıl ele alınacağıyla yakından ilgilidir. Bu açıdan bakıldığında Anayasa değişikliğinin yanında, memurlar açısından toplu sözleşme hakkının kullanımı ve Uzlaştırma Kurulu kararlarının bağlayıcılığı noktasında, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılacak değişiklikler daha büyük önem taşımaktadır. Anayasada yapılacak değişikliklere uygun bir yasal yapılanma sağlanamazsa, mevcut sendikal sorunların artarak devam etme tehlikesi, her zamankinden daha fazladır. Ancak son günlerdeki gelişmeler bizlere bundan sonraki süreçte de değişen fazla bir şey olmayacağını göstermektedir. Gerek 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gerekse, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda değişiklik içeren çalışmaların sendika temsilcilerinin görüşüne başvurulmadan gerçekleştirilme gayretleri vardır. Dokuz yıllık toplu görüşme sürecinde keyfi olarak uygulanmayan mutabakat metinleri ve uzlaştırma kurulu kararları vardır. Anayasa değişikliğinde evrensel değerlere uymayan ve mevcut sendikal hakları dahi gerileten maddeler vardır. 4 Türkiye Kamu-Sen’in bu çekincelerine rağmen Anayasa değişikliği 12 Eylül 2010 günü halk oylamasına sunulmuş ve %58 oranında destek görerek, kabul edilmiştir. 2010 yılındaki bu değişikliklere göre memurlarla kamu işvereni arasında toplu sözleşme görüşmeleri yapılmak zorundadır. Mevcut 4688 sayılı Kanuna göre 15 Ağustos 2011 tarihinde yapılması gereken toplu görüşmeler Anayasa değişikliği sonrası Anayasaya uygun kanuni düzenlemelerin yapılamaması gerekçe gösterilerek yapılmamıştır. Ancak memurların toplu sözleşme hakkını kullanmalarını düzenleyecek olan kanun da referandumun üzerinden 14 ay geçmesine henüz hazırlanmamıştır. Türkiye Kamu-Sen olarak yaptığımız eylem ve etkinlikler sonucunda hükümet, kanunen her yıl toplanması zorunlu olan ancak 4 yıldır toplamadığı Üçlü Danışma Kurulu’nu toplantıya çağırmış ve toplu sözleşme hakkının düzenlenmesi ile ilgili çalışmalar başlatılmıştır. Üçlü Danışma Kurulu çerçevesinde gerçekleştirilen 5 ayrı oturum ve teknik çalışmalar sonucunda tüm tarafların mutabakatıyla bir taslak metin oluşturulması amaçlanmıştır. Taslak metinde hükümetin bazı teklifleri dikkat çekicidir: Sendikalı olabilecek kamu görevlilerine getirilen yasakların sürmesi, TSK ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalışan sivil personel, Milli Savunma Bakanlığı çalışanları ve ceza infaz kurumlarında görevli personelin sendikalara üye olmalarının yasaklanması, Toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarının uyarı grevi dahil grev hakkının bulunmaması; Kamu görevlilerinin toplu pazarlıklarda temsilinin daraltılması; Toplu sözleşmeyi imzalama yetkisi ile ortaya çıkacak uzlaşmazlıklarda Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvuru hakkının yalnızca en çok üyeye sahip konfederasyona tanınması; Toplu sözleşmelerin yerel yönetimler, hizmet kolu ve genel toplu sözleşme olarak üç ayrı düzeyde gerçekleştirilmesinin öngörülmesi; Yerel yönetimlerde toplu sözleşme yapılamayacağının, yerel yönetim yetkilisinin istemesi durumunda bir sözleşme yapılacağının belirtilmesi; Üç ayrı düzeyde yapılacak toplu pazarlıklarda kamu görevlilerini temsil edecek çalışan tarafının da iki farklı yöntemle belirlenecek olması. Tüm bu olumsuzlukların getireceği karmaşa, hukuksuzluk ve ILO sözleşmelerine aykırılık konularına vurgu yaparak, Türkiye Kamu-Sen olarak taslak metine çekince koyduk ve çekincelerimizi giderecek bir düzenleme yapılmasını hükümetten talep ettik. Üçlü Danışma Kurulu’nda yer alan bir diğer konfederasyon olan KESK’in de taslak metinle ilgili benzer çekinceleri bulunmaktaydı. Ancak taslak, Memur-Sen Konfederasyonu ile hükümetin ortak metni gibi hazırlanarak, görüşlerimize itibar edilmedi ve bütün eksiklikleriyle tasarı haline getirildi. Bu tasarının yasalaşması halinde grev hakkını yasaklaması nedeniyle 87 sayılı; toplu sözleşme ve hakem kurulu düzenlemelerinin uygunsuzluğu nedeniyle de 98 sayılı ILO sözleşmelerine aykırılık teşkil edeceği açıktır. Bilindiği gibi Türkiye son 8 yılda 5 defa ILO Standartları Uygulama Komitesi’nde “ILO sözleşmelerinin en kötü uygulandığı 25 ülke” arasına girmiştir. Son 3 yıldır ise ILO Uygulama Komitesi’nin kararı çerçevesinde “ILO Yüksek Misyonu” gözetiminde sendikal haklar konusunda çalışma takvimi uygulamaktadır. Buna rağmen kanun çalışması hala kamu görevlileri sendikacılığını provake eden pek çok düzenleme içermektedir. 5 Bununla birlikte kanun hazırlanması sürecinde bir kez daha şahit olduğumuz gibi Hükümet, sendikal ayrımcılık yapmaktadır. Bu konu 2008 yılından beri ILO’da konfederasyon temsilcilerimiz tarafından ILO Uygulama Komitesi’ne düzenli olarak rapor edilmektedir. Son olarak Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bursa’da yaptığı bir konuşma, Türkiye’de hükümetin yaptığı sendikal ayrımcılığın en somut örneğidir. 24. Dönem Bursa Milletvekili, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 4 Aralık 2011 günü Memur-Sen Konfederasyonu Bursa İl Temsilciliği’nin yeni hizmet binasının açılışına katılmıştır. Bu açılışta basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Bülent Arınç, devlet yönetiminin tarafsızlığına gölge düşürecek şekilde konuşmuştur. Bakan, 12 Eylül 2010 günü yapılan referandumda Anayasa değişikliğinde hayır oyu kullananların, Anayasa ile getirilen hak ve özgürlükleri isteme hakkı bulunmadığını ifade ettikten sonra, açıkça toplu sözleşme görüşmelerini Memur-Sen Konfederasyonu ile yapmak istediklerini, hazırlanacak toplu sözleşme kanununun bu konfederasyonun talepleri doğrultusunda şekilleneceğini ve toplu sözleşmenin de Memur-Sen Konfederasyonu ile imzalanacağını belirtmiştir. Bülent Arınç’ın bu söylemlerinin Anayasa’ya ve kanunlara aykırı olduğu ve Sayın Bakan’ın anayasal bir suç işlediği görülmektedir. Ancak bundan daha vahim olarak Sayın Arınç, toplu sözleşme görüşmelerini Memur-Sen’le yapmak istediklerini, bunun onların hakkı olduğunu ileri sürmüştür. ILO’nun Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 Sayılı Sözleşmesine de açıkça aykırı olan bu tür söylemler, siyasi iktidarın kendisine yakın olan bir sendikayı desteklemesi, diğerlerini ise yok sayması anlamı taşımaktadır ki; bunun sonucu sarı sendikaların ortaya çıkması olacaktır. ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi Yönetim Kurulu’nun ilkelerine göre hükümet, sendikaların işleyişine müdahale etmekten kaçınmalıdır. Yönetim Kurulu, 1985 yılında aldığı bir kararda “hükümetlerin sendikal hareketi politik amaçların gerçekleşmesi için bir araç haline getirmeye çalışmaması” ilkesine ısrarla vurgu yapmıştır. Bülent Arınç’ın konuşmasının bütünü incelendiğinde, ILO’nun bu ilkesinin tam aksine bir gayret ve bu gayreti ikrar söz konusudur. Şöyle ki, Anayasa değişikliğinin oylandığı bir süreçte, AKP hükümeti Memur-Sen’i politik amaçlarına alet etmiştir. O dönemde bu politik dayatmaya direnen ve demokrasinin gereği olarak özgür iradeleri ile karar verme hakkını kullanan sendikalar, şimdi cezalandırılmak istenmekte ve tüm kamu görevlilerine tanınan toplu sözleşme hakkından yararlanma, yalnızca bir konfederasyona mal edilerek; anayasal bir hak, kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Yine ILO’nun, Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunması Ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin 151 sayılı Sözleşmesinin dördüncü maddesi; “Kamu görevlileri, çalıştırılmaları konusunda sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır. Böyle bir koruma, özellikle aşağıdaki amaçlara yönelik tasarruflara karşı uygulanacaktır: Kamu görevlilerinin çalıştırılmalarını, bir kamu görevlileri örgütüne katılmama veya üyelikten ayrılma koşuluna bağlamak, Bir kamu görevlisini, bir kamu görevlileri örgütüne üyeliği veya böyle bir örgütün normal faaliyetlerine katılması nedenleriyle işten çıkarmak veya ona zarar vermek.”; beşinci maddesi “Kamu görevlileri örgütleri, kamu makamlarından tamamen bağımsız olacaklardır. Kamu görevlileri örgütleri kuruluş, işleyiş veya yönetimlerinde kamu makamlarının her türlü müdahalesine karşı yeterli korumadan yararlanacaklardır. Bir kamu makamının tahakkümü altında kamu görevlileri örgütlerinin kuruluşunu geliştirmeye veya kamu görevlileri örgütlerini bir kamu makamının kontrolü altında tutmak amacıyla mali veya diğer biçimlerde desteklemeye yönelik önlemler bu madde bakımından müdahaleci faaliyetler olarak kabul edilecektir.” hükümlerini içermektedir. 6 Dolayısı ile Bülent Arınç’ın Bursa’da yaptığı konuşma tam anlamıyla ILO’nun 87, 98 ve 151 sayılı sözleşme hükümlerinin ihlali anlamı taşımaktadır. Bununla birlikte Bakan’ın “toplu sözleşmeyi Memur-Sen’le imzalayacağız” yönündeki açıklaması ise tam bir dayatma niteliğindedir. Öyle ki; Sayın Bakan henüz olmayan toplu sözleşme kanununu kendince belirlemiş, muhatap olarak hangi memur konfederasyonunu seçeceğini kendi inisiyatifi ile tespit etmiş ve yapılmamış bir toplu pazarlığın, anlaşma ile sonuçlanacağını beyan ederek; kendi hayalindeki toplu sözleşme sistemini kamu görevlilerine dayatmıştır. Bu açıklama açıkça toplu pazarlıklara müdahaledir. ILO’nun Teşkilatlanma Ve Kollektif Müzakere Hakkı Prensiplerinin Uygulanmasına Yönelik 98 Sayılı Sözleşmesinin 2. Maddesinde; “işçi ve işveren teşekkülleri, gerek doğrudan doğruya, gerek mümessilleri veya üyeleri vasıtasıyla birbirlerinin kuruluşları, işleyişleri ve idarelerine müdahalede bulunmalarına karşı gerekli surette himaye edileceklerdir. Bilhassa işçi teşekküllerini bir işverenin veya bir işveren teşekkülünün kontrolüne tabi kılmaya, bir işverenin veya bir işveren teşekkülünün kendi nüfuzu altına alınmış işçi teşekkülleri ihdasını tahrik etmeye … matuf tedbirler, bu maddedeki manası ile müdahale hareketlerinden sayılır.” denmektedir. Dolayısı ile henüz nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı belli olmayan bir pazarlığın sonucunun ve taraflarının bir Bakan tarafından açıklanması, toplu sözleşme sistemine ve toplu pazarlıklara yapılan siyasi bir müdahale olarak anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 4 Aralık 2011 günü Bursa’da yaptığı konuşma ile yandaş sendika oluşturma, kendi düşüncesinde olmayan sivil toplum kuruluşlarını karalama, tehdit etme ve cezalandırma, toplu sözleşme görüşmelerine müdahale etme ve temel hak ve özgürlükleri dilediği kesimlere kullandırırken istemediklerine kullandırmama yoluyla Anayasamıza, Türk Ceza Kanununa ve ILO sözleşmelerine aykırı hareket ederek suç işlemiş; Türkiye’deki örgütlenme özgürlüğüne halel getirecek; demokratik anlayışı sekteye uğratacak fiil ve davranışlarda bulunmuştur. Yukarıda anlatılanların tamamı dikkate alındığında Türkiye’de özellikle kamu görevlilerinin örgütlenmesi ve sendikal haklarının kullanılması noktasındaki uygulamalar ve yürütülen sendikal ayrımcılık içerikli politikalar, ILO’nun 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmelerine aykırılık teşkil etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilecek kanun çalışmalarında ve diğer faaliyetlerde ILO’nun daha etkin rol alması gereğini vurgular, saygılar sunarız. 19.12.2011 Ahmet DEMİRCİ Genel Dış İlişkiler Sekreteri İsmail KONCUK Genel Başkan 7