SOSYAL HİZMET/SOSYAL ÇALIŞMA BİLİM VE

advertisement
SOSYAL HİZMET/SOSYAL ÇALIŞMA
BİLİM VE MESLEĞİNE GİRİŞ
DOÇ.DR. Mehmet Zafer DANIŞ
(Sakarya Üniversitesi)
BÖLÜM 1
• Devletin Ortaya Çıkışı ve Kamu Sisteminde Sosyal Çalışma
Mesleğinin Yeri
• Sanayi Devrimi ve Sosyal Çalışma Düşüncesinin Gelişimi
• Aydınlanma Döneminin Sosyal Çalışma Mesleğine
düşünsel katkıları
• Sosyal Çalışmanın Dünyada Ortaya Çıkışı ve Tarihsel
Gelişim Süreci
• Sosyal çalışma yaklaşımları ve sosyal çalışmada etkili
kişiler
• Sosyal Çalışmanın Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye
Cumhuriyetindeki Tarihsel Gelişim Süreci
1.1-GİRİŞ
• Bütün bilimler felsefeden doğmuştur. Ve tüm
bilimlerin kendine has literatürü vardır. Aynı
zamanda bilim dalları kendi içinde kavram
alışverişi yapabilirler. Çünkü tüm bilimler insan
içindir. Ve insanın anlam dünyasındaki yerini
belirlemeyle ilişki içindedir. Sosyal bilimlerin
“kavram ve olguları” hekimlerin steteskopu kadar
önemlidir. Kavramları doğru ve yerinde
kullanmak, olgularla, kavramlarla konuşmak
sosyal bilimler alanında “düşünce üretimi”
bakımından yaşamsal bir değere sahiptir.
• Nasıl ki tıp eğitimi yapmış bir meslek
elemanına “hekim” veya “doktor” deniliyorsa
sosyal hizmet lisans eğitimi almış birine “sosyal
hizmet uzmanı” denir.
Devletin Ortaya Çıkışı ve Kamu Sisteminde
Sosyal Hizmetin Yeri:
Modern
toplumlarda
“devlet”;
etkinliklerini, anayasa, kanun, tüzük,
yönetmelik, mahkeme kararları gibi,
“devlet egemenliğinin” temel araçları
yoluyla yerine getirir. Hukuk, bir yandan
iktidarı örgütler, kurumlaştırır ve onu
meşru
kılmaya
çabalarken;
diğer
taraftan da, “iktidarın sınırsız gibi
görünen gücüne karşı”, vatandaşların hakları
için, sigorta ve güvence vazifesi görür.
İktidar,
hukuka
başvurarak
ve
hukukla ancak örgütlenebilir. Onun
içindir ki tarihsel süreçte, hukukunu
güçlendiren ve geliştirebilen ve
daha fazla geçerli kabul edilebilir
kılan devletler, “daha gelişmiş ve
ileri gitmiş” devletler olabilmişlerdir. Bu
nedenle, modern devletlerde, kişiler
değil, “kurumlar ve kurallara” baş eğilir.
Hukukun gelişmesi, iktidarın keyfiliğinin
ortadan kalkmasını sağlamıştır.
DEVLET NEDİR?
Devlet;
kurumsallaşmış
bir
“siyasal
iktidar”,
etkin
bir
“sosyal örgütlenme” biçimi, en
yüksek düzeyde ve “değerleri
kapsayan” bir egemenliğe bağlı,
“belirli bir toprakla sınırlı” bir
örgüt, etkin bir siyasal iktidar’dır.
“Devlet”, “tüzel bir kişilik olarak,
bir
siyasal
iktidar
biçimi;
kurumsallaşmış ve etkin bir
iktidar;
meşru
bir
hukuk
iktidardır; belli toprakla sınırlı bir
örgüttür.
Devlet; sınırları içindeki diğer
örgütlenmelerden
ve
tüzel
kişiliklerden “daha üst düzey” bir
“tüzel kişiliğe” sahiptir. Bu
yüzden de, diğer tüzel kişilikler
üzerinde, “meşru ve yasal güç
kullanma” ile desteklenen, “EN
ÜST BUYURMA” gücüne sahiptir.
Modernleşme
süreçlerini
tamamlamış, “gelişmiş sosyal
refah
devletleri”,
“sosyal
bilimleri” aktive ederek, eğitime
ve sosyal hizmete gereken önemi
vererek, ihtiyaç duyulan sosyal
politikaları süratle geliştirmek
suretiyle,
“sosyal
alanı
yapılandırmayı”
başarabilmişlerdir.
Çağımızın devlet anlayışı, “sosyal
refah devleti” anlayışıdır. Modern
devletin,
vatandaşlarının
sosyoekonomik
koşullarını
iyileştirmesi,
temel
gereksinimlerini karşılaması gibi,
bir sorumlulukları olduğu kabul
edilmektedir.
“Refah
devleti”,
üstlenmek
zorunda kaldığı bu rolü; bazen
yasalarla,
bazen
istihdam
politikalarıyla,
bazen
kamu
hizmeti
yoluyla,
bazen
“doğrudan
gelir
transferi
sağlayarak” yerine getirmeye
çalışır.
Modern ve gelişmiş bir devlet;
toplumun
cebelleştiği
sosyal
sorunlara ve yurttaşlarının yaşadığı
yoksulluk ve yoksunluklara, “seyirci
kalmayan devlet”tir. Zaten, “Sosyal
refah devleti” de, bireylerine asgari
gelir
güvencesi
veren,
onları
toplumsal tehlikelere karşı koruyan,
sosyal güvenlik olanağı sağlayan,
toplumsal konumları ne olursa
olsun, tüm yurttaşlara eğitim,
sağlık, barınma gibi sosyal
hizmet
alanlarında
“asgari
standartlar getiren” devlettir.
Sosyal
hizmet
biliminin
yaklaşımında
“birey”,
sosyoekonomik koşulların bir
ürünü olarak “kabul edilerek”,
olumsuz
sosyoekonomik
koşulların
iyileştirilmesi
açısından, devletin önemli bir
rolü olduğu, her zaman kabul
edilmektedir.
“Özünü” etik değerlerden ve
insan düşüncesinden almayan,
toplumu oluşturan tüm sosyal
sınıfların, kendi görev, katkı ve
sorumluluklarını paylaşmadığı,
ülkemiz
gibi
az
gelişmiş
toplumlarda,
adil,
insani
gelişmeye pozitif etki yapacak,
gelişmiş bir refah devleti temeli,
“bir türlü oluşturulamamıştır”.
Kamu
ve
sivil
toplumun
işbirliğinde, “tüm yurttaşları
esas alacak”, bu tür “sosyal
koruma çerçevesinin”, halen
kurulamamış
olması,
2000’li
yılların
bitiminde
dahi,
toplumumuzun hak ettiği ve
özlediği, geniş tabanlı ilerlemeyi
ve dönüşmeyi yaratamamasının,
en büyük nedenidir.
Sanayi
Devrimi
ve
Sosyal
Hizmet:
1768 yılında, James Watt adlı
İngiliz
mühendis
“buhar
makinesini icat edip”, bunu
enerji kaynağı olarak kullanmaya
başlayınca, o ana kadar genelgeçer
“üretim
biçimler”i,
ekonomik ve sosyal kabuller,
paradigmalar yerle bir olmuştur.
18. yüzyılın ikinci yarısından
sonraki dönemde ortaya çıkarak,
İngiltere’nin ekonomik yapısını,
tarımsal bir yapıdan, “sınai bir
yapıya” geçirmiş olan bu önemli
sürece,
“Sanayi
Devrimi”
(Stewart,
1969:
4)
adı
verilmektedir.
Sanayi devrimi ile ortaya çıkan
yeni durum; açlık, yoksulluk,
sömürü,
insanlıkla
bağdaşmayan çalışma koşulları,
çok düşük ve yetersiz ücretler,
gibi
olumsuzlukların
ortaya
çıkmasına ve “sosyal alanda”
yeni
sorunların
ortaya
yaşanmasına “neden olmuştur”.
“Akıl
çağı”
olarak
da
adlandırılan,
18.
Yüzyıl
Aydınlanma dönemiyle “ortaya
çıkan en önemli düşünce”,
“dünyanın bütün insanlığa ait
olduğu ve varolan nimetlerden
herkesin faydalanması gerektiği”
görüşüdür.
Bu “yeni anlayış”, milyonlarca
insanın yazgısını, pozitif yönde
değiştirecek, “sosyal refah” ve
“sosyal politika” düşüncesinin,
uygulamalarının
“temelini
oluşturmuştur”. Toplumu oluşturan
bireylerin, refah içerisinde huzurlu
yaşamalarına, sosyal adalet ve
insan haklarını temel alınmasını,
modern
devletlerin
gelişmesini
“Yüzyıllar
boyunca”
devletler,
egemenliklerini güçlendirmek ve
yaymak için savaşmışlardır. Ancak,
yirminci
yüzyıl
uygarlığına
ulaştığımızda,
bütün
devletler,
sadece dış tehditlerle karşı karşıya
olmayıp, daha büyük ve güncel bir
tehdit olarak, “sınıflar arası çatışma
ve çekişmelerin” “en büyük tehdidi
oluşturduğunu” fark etmişlerdir.
18. Yüzyılda, Avrupa devletlerinde
ortaya
çıkan
“şiddetli
sınıf
çatışmaları”,
ülkelerin
varlığını
öylesine
tehdit
eder
duruma
ulaşmış ki içinden çıkılması bu zor
durum devletleri, “yaşanmakta olan
sosyal sorunlara” müdahale etmeye
“mecbur kılmıştır”. Devletin, sosyal
sorunlara
müdahale
alanının
genişlemesi, “sosyal politika”nın da
gelişmesine yol açmıştır (Şenkal,
Sanayi
toplumunun;
“üretim,
tüketim ve bölüşüm ilişkileri”, insan
ilişkilerini
ve
toplum
yapısını
“temelden değiştirmiş” ve tarım
toplumu, yerini “sanayi toplumu” ve
buna paralel, yeni anlayışlara,
yaşam biçimlerine bırakmıştır.
Bu
“bireysel
ve
toplumsal
gerçeklikten”, toplumsal değerlerin
dönüşümünden
ve
Fransız
devriminden sonra, “yeni bir toplum
düşüncesi”
olgunlaşmaya
başlamıştır. “Sosyal bilimlerin” ve
sosyolojinin gelişmesiyle, insan ve
toplum
sorunlarının
çözümüne
yönelik girişimler, “yüksek düzeyde
bilimsel bir nitelik” kazanmıştır.
Sanayideki
olumsuz
çalışma
koşulları, ücret yetersizliği, emek
sömürüsü, beslenme yetersizliği,
işsizlik,
yoksulluk,
kadınların
çalışma yaşamına girmesi, sosyal
tabakalaşma, işçilerin ve ailelerin
sorunları, göç, kentleşme, suçluluk,
kimsesizlik, güçsüzlük, düşkünlük,
ekonomik güvencesizlik gibi, “temel
sorunlara yönelik çözüm arayışları”,
sosyal
bilimlerin
ve
bunun
içerisinde, “sosyal hizmetin” bir
meslek
ve
disiplin
olarak
“gelişmesine olanak sağlamıştır”.
“Sosyal sorunlar” olarak; yoksulluk
ve işsizlik mücadele, örgütlenme,
işçi
ve
kadın
hareketleri,
güçsüzlerin
ve
yoksulların
korunması,
gecekondu
semtlerindeki olumsuz ve yetersiz
ev koşullarının düzeltilmesi, yaşam
kalitesinin
artırılması,
kimsesiz
çocukların korunması ve yaşama
hazırlanması, suç işleyen bireylerin
rehabilite edilerek,
“yeniden topluma kazandırılması,
“sosyal hizmetin” etkili bir meslek
ve
uygulama
alanı
olarak
“güçlenmesine” yaramıştır (Cılga,
2004: 7).
Aydınlanma Dönemi ve Sosyal
Hizmet Düşüncesinin Gelişimi:
İnsana ve insani değerlere ağırlık
veren düşünsel yaklaşım olan
“hümanizm”, Rönesans döneminin
temel kültürel yapısını oluşturarak,
“düşünce
akımlarını
etkileme
yoluyla”, çağdaş düşünce ortamını
hazırlamıştır.
“Bireyin yüceltilmesi”, hümanizmin
temel düşüncesini oluşturmuş, “salt
insan olmak” ve bireyin bu
dünyadaki yaşamı, “temel değer”
olarak sayılmıştır. “İnsanın”, kendi
kurduğu toplum ve devlet düzeni
içerisinde; “gerçek dünyası ve ahlâk
anlayışıyla”, erdemli eylemlerde
bulunarak,
“özgürce
yaşaması
gerektiği” kabul edilmiştir.
Tarihin her döneminde; ilerlemeci
duyarlık açısından en önemli olgu,
“insanı en yetkin bilince ulaştıracak
yolların aranması” olduğuna göre,
“Aydınlanma”,
insanın;
kendi
yalanlarından ve yanlışlarından, bir
başka
deyişle
önyargılarından
“kurtulma” girişimidir (Timuçin,
2010).
“Aydınlanma”; aydınlıktan korkan
bencil, çıkarcı, kötünün izini süren
“insanın yerine”, özgür bir düşünce
etkinliği içinde, “kendini yeniden
yaratan”, “insan gerçeğine ulaşma
yolculuğunda”,
hem
zamanın
getirdiği koşulların bir ürünü, hem
de yüzyılların birikimidir.
18. yüzyılı, ayırt edici olan, bütün
farklılıkları ve çeşitliliği birlikte
“akıl” kavramıdır. Cassirer (1951)’e
göre, “aklın gücü”; bizi, dünya
içerisinde, kendimizi, evimizdeki
gibi huzurlu, hissetmeye muktedir
kılmasından” ibarettir. Aydınlanma,
“bilgiye” ve “akla” dayalı bir hareket
olarak, kendisini yeni bir tür
“bilgide” temellendirmiştir.
18. yüzyılı, ayırt edici olan, bütün
farklılıkları ve çeşitliliği birlikte
“akıl” kavramıdır. Cassirer (1951)’e
göre, “aklın gücü”; bizi, dünya
içerisinde, kendimizi, evimizdeki
gibi huzurlu, hissetmeye muktedir
kılmasından” ibarettir. Aydınlanma,
“bilgiye” ve “akla” dayalı bir hareket
olarak, kendisini yeni bir tür
“bilgide” temellendirmiştir.
“Aydınlanma hareketinin” amacı;
esasında,
kötü,
köleleştirici
olduğuna inanılan mit, önyargı ve
hurafenin,
bunları
üreten
ve
kurumsallaştırdığı varsayılan, “dinin
temsil ettiği” “eski düzenden
kurtararak”, iyi ve özgürleştirici
olduğu
kabul
edilen
“aklın
düzenine” sokmaktır.
“Aydınlanmanın
ve
modernleşmenin” doğurgusu bir
kavram
olan
“sekülerleşme”(laikleşme);(Marshal,
1999); özellikle, modern sanayi
toplumlarında, “dinsel inançların,
uygulamaların
ve
kurumların”
“toplumsal önemlerini yitirdikleri”,
bir sürece işaret etmektedir.
Bu kabule göre; “modern bilim”,
geleneksel dini inançları daha az
akla yatkın bir duruma getirmiş,
“dinsel
sembollerin
tekelini
kırmış”tır.
“Aydınlanma
döneminin”
düşünürleri,
yaşam
koşullarının
iyileştirilmesini amaçlamışlar ve
toplumsal yaşamda, “bireyin, onurlu
ve mutlu bir yaşam sürebilmesinin
koşullarını”
ortaya
koymaya
çalışmışlardır. Bu açıdan da, en çok
bilime ve teknolojiye güvenmeleri çok
doğaldır. Çünkü insanın iyi bir yaşam
sürebilmesi için, bilgiyle temellendirilmiş
yaşam koşullarına gereksinimi vardır.
Bütün
bu
bilgilerin
ışığında;
ülkemizde, Aydınlanmanın halen tam
anlamıyla yaşanmadığı, tam olarak
“çoğulcu ve demokratik”, laik bir
toplum
oluşturulamadığı,
yüzde
doksan dokuzu Müslümân kültüre ait
bireylerin
dünyasında,
özellikle
politik açıdan, sosyal bilimlerin ve
“sosyal hizmet”in modern anlamda
bir “değer” olarak ortaya çıkamadığı
göze çarpmaktadır.
Bunun sonucu olarak da, daha
muhafazakâr
eğilimlere
yöneliş,
mağdur ve güçsüz bireylere “hak
temelli” profesyonel yardımlardan
ziyade, “iaşe ya da lütuf” biçiminde
“keyfi yardımlar”, dinin önderliğinde
bir yardımlaşma ve dayanışma
şemaları, “sosyal hizmetin bilimsel
uygulamaları yerine”, yeterli kabul
edilebilmektedir.
“Sosyal bilimleri” ve sosyal hizmet
mesleğini, sosyolojiyi, psikoloji gibi
“tüm sosyal bilimleri”, “olması
gerektiği biçimde dikkate almamak”;
geçmiş yüzyıllarda, “sosyal fizik”
olarak adlandırılan bu bilimsel
disiplinlerin “bilgisi, becerisi ve
değerlerinden”, toplumu mahrum
etmekte,
birçok
mağduriyetler
yaşanmaktadır.
Sonuç olarak; D’Alembert (akt.
Çiğdem, 2009)’ın vurguladığı gibi;
“bilimin rehberliğinde, aydınlanma
idealini benimsemiş”, “akla iman
eden” bir yönetimin, “toplumsal
sorunları çözeceği” her zaman
hatırda tutulmalıdır. Politik güçlerin,
başta “sosyal hizmet” olmak üzere,
tüm sosyal bilimleri, toplumsal
yaşamın
merkezine
ve
“karar
mekanizmalarına” dahil etmeleri gerektir.
Devletin Ortaya Çıkışı ve Kamu Sisteminde Sosyal Çalışma Mesleğinin
Yeri
• Aristo “insan sosyal bir varlıktır.” der. İnsanın bu zorunlu birlikteliği,
kurallar manzumesinin oluşmasını gerekli kılmaktadır. Bu ortak
kurallar arayışında devlet doğmuştur. Aynı zamanda bu ortak yaşam
birlikteliği otoriteye duyulan ihtiyaçtan devlet doğmuştur. Devletin
en büyük kaynağı rıza ve zora dayalı olmasından oluşmaktadır.
İnsanlığın ilk dönemlerinde devletsiz yaşadığı dönemlerin varlığı
bilinmektedir.
• Genel olarak çoklu ve bölünmüş iktidar yapılarıyla simgeleşen
“modern devletin” on altıncı yüzyıl batı Avrupa’sında ortaya çıkarak,
zamanla dünyanın her tarafına yayıldığı geniş biçimde kabul
görmüştür.
•
On yedinci yüzyılda “kral” tek egemendir. Fransa kralı XIV Lois
1655 yılında parlamentoda yaptığı konuşmada “devlet
benim”demiştir.
Devletin kökeni ve giderek toplum yaşamında oynadığı rol
hakkında çeşitli görüşler vardır.
• Faşizim, devleti kutsayarak, her şey devlet için diyerek, bireyi
devletin içinde yok etmeyi dahi öne çıkartmakta; Sosyalizm, devleti
geçici bir kötülük olarak görmekte ve anarşizim de devletin hiçbir
türüne tahammül edememektedir.
• Sosyalistler, pratikte devleti hep egemen sınıfların burjuvazinin
ortak işlerinin yürütücüsü biçiminde bir güç olarak görmüşlerdir.
Proleteryanın iktidara el koymasıyla, tüm üretim araçlarının
mülkiyetenin kamuya geçeceğini, sınıf ayrımları ve çatışmaların
ortadan kaldırılacağını ve bu noktada artık devlete de gerek
kalmayacağını ileri sürerler.
• “liberalizm” bireycilik, özgürlük, piyasa ekonomisi ve sınırlı sorumlu
devlet ilkelerini benimsemiş ve en temel gerçekliğin “birey”
olduğunu toplumunda hak sahibi bireylerden oluştuğunu
savunmuştur. Liberallere göre devlet bizim daha rahat ve güvenli
yaşamak için icat ettiğimiz araçsal bir değerdir. Ve onun aşkın ya da
kutsal niteliği de bulunmamaktadır.
• Tanili genel yararın yani kamu yararının
doğurduğu devlet, “ahlak düşüncesinin ve
giderek aklın temsilcisi olup, tarihte devletin
üç temel tipinde –köleci devlet, feodal devlet,
burjuva devlet- vardır.
• Bu nedenle onun içindir ki, tarihsel süreçte “hukukunu
güçlendiren ve geliştirebilen ve daha fazla geçerli
kılabilen devletler daha gelişmiş ve ileri gitmiş devletler
olabilmişlerdir. Bu nedenle modern devletlerde, kişilere
değil “kurumlar ve kurallara baş eğilir.” Hukukun
gelişmesi ve geçerli olması, iktidara karşı bireylere bir
takim güvencelerle beraber, iktidarın keyfiliğinin
ortadan kalkmasını sağlamıştır.
• Pierson, devletin sekiz ana özelliğini şu şekilde
sıralamıştır.1-şiddet araçlarının tekeli ve denetimi 2toprak 3-egemenlik 4-anayasallık 5- kişisel olmayan
iktidar 6-kamu bürokrasisi 7-meşru yetki 8-yurttaşlık
• Anderew Heywod; devleti hakem devlet olarak
benimsemiştir.
• D. Hume’a göre yeni bir hükümet ortaya
çıktığında insanlar ona sadakatten veya ahlaki
hükümlülükten ziyade korku ve zaruretten
dolayı itaat etmektedirler.
• Locke; devleti gece bekçisi olarak tanımlar.
• A. Hayek’e göre göre hukuk devletinin dört
görevi; yasaların genel ve soyut kurallar
niteliğinde olması ve belirli kişilere yönelik
olması değil, herkese yönelik olması, yasaların
herkesçe bilinir ve açık seçik olması, herkesin
hukuk nazarında eşit olması ve kişi haklarına
müdahale teşkil eden idari takdire dayalı cebri
işlemlerin bağımsız mahkemelerce
denetlenmesidir.
• Marshall, refah devletinin amacının, yalnızca
gelir dağılımı ve sosyal sorunları çözmek
olmayıp; maddesel koşulların iyileşmesi, sivil
toplumun ve siyasal hakların güçlenmesi ve
demokrasinin zenginleşmesi açısından da
devletin, daha ileri idealleri olduğunu
vurgulamıştır. Sosyal adaletin sağlanması
herkes için asgari bir gelir düzenin sağlanması
gerektiği sosyal refah devletlerinin tamamında
kabul gören önemli ilkelerdir.
• Modern ve gelişmiş bir devlet, toplumun
cebelleştiği sosyal sorunlara ve yurttaşların
yaşadığı yoksulluk ve yoksunluklara, “seyirci
kalmayan devlet”tir. Zaten sosyal refah devleti
de bireylerine asgari gelir güvencesi veren,
onları toplumsal tehlikelere karşı koruyan
sosyal güvenlik olanağı sağlayan toplumsal
konumları ne olursa olsun, tüm yurttaşlara
eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal çalışma
alanlarında asgari standartlar getiren devlettir.
•
•
•
tarihsel açıdan İngiltere örneğini ele aldığımızda, 18. Yüzyıl sanayi devriminin öncüsü olan bu
ülke son yüzyılda sanayileşme, bilim ve teknoloji bakımında ileri bir noktada bulunmaktaydı.
İngiltere o tarihlerde bile bir grubun, bir partinin ellerine bırakılmaktan ziyade, halkın
tamamını inisiyatif kullanabildiği ve yönetimin de sivil toplum sendika vb. yollarla ülke
yönetimine katılabildiği ve zenginlikten hakça pay talep edebildiği bir demokrasi
olgunluğundadır. Nitekim Londra liman işçilerinin 1889 da gerçekleştirdiği ünlü grevin ardında
sendikacılık hareketi, vasıfsız işçiler arasında çığ gibi büyümüş ve birinci dünya savaşından
1936 ‘ya kadar, içinde Marksistlerin etkili bir şekilde el aldığı “ulusal işsizler hareketi”
eylemleriyle gündemi sarsmış 1926’daki büyük genel grev ise işçi sendikalarının güçlerini
pekiştirdiğine en büyük kanıtı olmuştur.
İngiliz siyasi yapısı 17 yüzyılın ayırdığı iki ayrı bölümden oluşmaktadır. İlki kral egemenliğine,
diğeri parlamento egemenliğine dayanan bir tarihsel süreci yansıtmaktadır.
İngiliz işçi partisinin çekirdeğini 1900 de sendikaların, sosyal demokrat federasyonu ve çeşitli
sosyalist derneklerin birleşmesiyle kurulan işçi temsilcileri komitesi oluşturulmuştur. Sidney
Webb ve Bernard Shaw gibi isimlerin bulunduğu bu dernek devrim yoluyla bu rejimleri
devirmek değil sosyalizmi toplumun kurumlarına sızdırmak olarak hedeflerini böyle
belirlemiştir. Buna göre kapitalizmden sosyalizme geçiş devrimle değil, evrimle olacaktır.
•
•
1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Kemalist paradigma üzerine kurulmuştur.
Kemalist paradigma batılı değerler, pozitivist ilerleme, ve tek ulus üzerine inşa
edilmiş ulus-devlet mantığı üzerine kurulmuştur.
Anayasamızda devlet yüce Türk milleti olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlama
beraberinde derin devleti ve kutsal devlet anlayışını doğurmuştur. Bireyden ve
insandan yüce devlet. Bu coğrafya da Sümerlerden beri tanrı-devlet anlayışı
hakimdir. Bu anlayışı ancak katılımcı ve çoğulcu bir yönetişimle aşabiliriz. Bu kutsal
devlet anlayışından dolayı güç belirli grupların elinde tekelleşmiştir. Yargı, bürokrasi
ve asker üçlemesinde derin devlet anlayışı gücünü elinde tutmak ve ayakta kalmak
için içte ve dışta düşmanlar oluşturarak varlığını devam etmektedir. Sağ-sol, laikİslamcı, Alevi-Sünni, Kürt-Türk çatışmalarıyla toplumu kamplaştırarak ezeli ve ebedi
devlet vurgusu devam etmektedir. Gücü elinde tutan elitler yoksul kitleleri ağır
ihmallerle mağdur etmişlerdir. Sosyal dışlama ve ötekileştirmeyle madunlar
yoksunlaştırılmışlardır. Bu olguyu insan haklarını savunmak, ve insan hakları
çerçevesinde, toplum kaynaklarında hakça pay alarak insan onuruna yakışır bir
yaşam sürebilmesine yönelik duyarlılıklar geliştirebilmemiz gerekmektedir. Sivil
inisiyatifler ve kamu yararı, yurttaş yararı taşıyan sosyal taraflar “cılız ve yetersiz”
olmakla beraber gelişmektedir. Sosyal çalışmacıya düşen görev mağdur kitlelerin
savunuculuğunu resmi ideolojiye entegre olmadan görevini devam etmektir.
•
SHU’ları devletin içinde sosyal refahın üretim ve yeniden
dağıtım mekanizmalarında rol alırken, sosyal adaletin
gerçekleşmesini önleyen sosyal politikasızlıklara karşı radikal
ve muhalif bir duruş sergileyebilmelidir. Mağdur kitlelerle
birlikte, eşitsizlik ve baskıya karşı “meydan okunmalı” adil,
eşitlikçi, bir toplumsal yapının gelişmesine sürekli katkı
yapılmalıdır.
SANAYİ DEVRİMİ VE
SOSYAL ÇALIŞMA
DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ
• 1768 yılında, James Watt adlı İngiliz
mühendisin buhar makinesini icat
edip, bunu enerji kaynağı olarak
kullanmaya başlayınca, o ana kadar
genel –geçer üretim biçimleri,
ekonomik ve sosyal kabuller
paradigmalar yerle bir olmuştur.
Bundan ötürü 18 yüzyılın ikinci
yarısında tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçilmiştir. Bu dönem
sanayi devrimi olarak nitelendirilir.
• Adam Smith kapitalizmin
başarılı olması için sosyal
politikaların uygulamaya
sokulması gerektiğini
belirterek:” Hiçbir topluluk
büyük çoğunluğu yoksulluk
ve sefalet içindeyken bir
ilerlemede bulunamaz. Ya
da mutlu olamaz.” Demiştir.
• Fransız devriminden sonra “yeni bir toplum düşüncesi”
olgunlaşmaya başlamıştır. Sosyal bilimlerin ve sosyolojinin
gelişmesiyle, insan ve toplum sorunlarının çözümüne
yönelik girişimler, yüksek düzeyde bilimsel bir nitelik
kazanmıştır. Sanayide ki olumsuz çalışma koşulları, ücret
yetersizliği, emek sömürüsü, beslenme yetersizliği, işsizlik,
yoksulluk, kadınların çalışma yaşamına girmesi, sosyal
tabakalaşma, işçilerin ve ailelerinin sorunları, göç,
kentleşme, suçluluk, kimsesizlik, güçsüzlük, düşkünlük,
ekonomik güvencesizlik, gibi temel sorunlara yönelik çözüm
arayışları, sosyal bilimlerin ve bunun içerisinde “sosyal
çalışmanın” bir meslek ve disiplin olarak gelişmesine olanak
sağlamıştır.
1.4 AYDINLANMA DÖNEMİNİN SOSYAL
ÇALIŞMA MESLEĞİNE DÜŞÜNSEL KATKILARI
• İnsana ve insani değerlere ağırlık veren
düşünsel yaklaşım olan “hümanizm” Rönesans
döneminin kültürel yapısını oluşturarak çağdaş
düşünce akımlarını etkileme yoluyla, çağdaş
düşünce ortamını hazırlamıştır. Hümanizmin
köklerini “eylem ve erdem anlayışı”
oluşturmuştur. Hümanizm “bireyin
yüceltilmesi” salt insan olmak ve bireyin bu
dünyadaki yaşamı temel değer olarak
saymıştır.
• Aydınlanma insanın kendi yalanlarından ve
yanlışlarından bir başka deyişle ön yargılarından
kurtulma düşüncesidir. Aklın gücü bizi, deneysel
dünyayı aşmaktan ziyade, “bu dünya içerisinde
kendimizi, evimizdeki gibi huzurlu, hissetmeye
muktedir kılınmasından” ibarettir. Aydınlanma,
“bilgiye” ve “akla” dayalı bir hareket olarak,
kendisini yeni bir tür bilgide temellendirmiştir. Bu
bilgi ilke olarak tüm insanlığın kullanımına açık
elde edilmesi ve dolaşımı kolay, o ölçüde de karşı
konulması, yadsınması zor bir olgudur.
• Bu hareketin amacı esasında kötü,
köleleştirici, olduğuna inanılan mit, önyargı, ve
hurafenin bunları üreten ve kurumsallaştırdığı
var sayılan, dinin temsil ettiği eski düzenden
kurtararak iyi ve özgürleştirdiği kabul edilen
“aklın düzenine sokmaktır. En önemlisi de
“akıl” “vahiy” “gelenek” ve otorite üçlemesinin
temellendirdiği her şeyi eleştirme ve
sorgulama yetisini temsil ediyordu.
• Yani sosyal çalışma ve meslek disiplini;modern
endüstri toplumunun doğuşu ve gelişimiyle;
Aydınlanma düşüncesiyle; bilimsel-teknolojik
değişmeler ve sosyal bilimlerin ilerlemesiyle;
devlet yapısındaki gelişmeler, demokratik toplum
ve yönetim düşüncesinin gelişmesi bütünlüğünde
aktive olabilmiştir.
• Bu düşünsel ve yönetim gelişimi ve ilerlemesi akıl
temelli hak temelli sosyal politikaları
oluşturmuştur.
1.5 SOSYAL ÇALIŞMANIN DÜNYADA ORTAYA ÇIKIŞI
VE TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ
• İnsanlar, çok eski tarihlerden beri, sakatlar, yoksullar, güçsüzler, kimsesizler
gibi düşkün ve yardıma muhtaç kimselere yardım etmişlerdir. Üç büyük din
(Yahudilik, Hristyanlık, Müslümanlık) yardıma muhtaç kimsesizlere yardım
etmeyi teşvik etmiştir. Bu insancıl düşünceler tek başına bir anlam ifade
etmezler. Sosyal refah hizmetlerini asıl ön plana çıkaran gelişmenin
“üretim biçimlerinin” ve insan ilişkilerinin değişmesi olarak
değerlendirilebilir.
• Bütün bu tarihsel gelişmelerin harmanında yoksullar, sakatlar ve güçsüzler
sorunu, feodal düzenin çözülmesi ve kapitalist ilişki biçimlerini egemen
olmaya başlamasıyla “bir toplumsal sorun” olarak ön plana çıkmaya
başlamıştır. Çünkü 1- feodal düzenin çözülmesiyle geleneksel güvenlik
mekanizmaları düzeni de bozulmuş,2- hareketli ve ücretli emek, kapitalist
birikimin sağlanabilmesi için, yüksek bir sömürüyü ortaya çıkarmaya
başlamış,3-makineleşme ve benzeri süreçler sonunda, iş bulma olanakları
sınırlanmış ve 4-sınıf bilinci meydana çıkarak, toplumsal mücadeleler baş
göstermiştir.
• Almanya’da 1520’de Martin
Luther, prenslerden,
dilenciliğin men edilmesi ve
mahallelerde para ve
yiyecek, giyecek toplanarak
“mahalle yardım sandığı”
kurulmasını ve bu yolla
toplumdaki muhtaçlara
içtenlikle yardım edilmesi
gerektiğini söylemiştir.
• 16. Yüzyılda filozof Erasmus’un arkadaşı
İspanyol Filozofu J.L. Vibes ortaya atmıştır.
Almanya’da yaşayan Vibes, Bıriges şehrinin
mahallelere ayırarak, işsiz ve yoksul ailelerin
sosyal koşullarının incelenmesi para
yardımının yanında, mesleki eğitim,
rehabilitasyon hizmetlerinin sağlanması
gerektiği konusunda yönetime bir rapor
yazmıştır.
• 1790’da Münih’te kronik işsizlerin dilenmelerine engel olmak için “iş
evleri” kurulmuş ve sonradan Avrupa’nın bir çok kentinde gönüllülerin
finanse ettiği yardımlarla yoksul ve düşkünlerin ihtiyaçları karşılanmaya
başlanmıştır.17 yüzyılda Fransa’da yaşamış olan Papaz Vincent De Poul
Tunuslu korsanlar tarafından esir alınarak köle pazarında satılmış ve kaçıp
kurtulduktan sonra yaşamını hayır severli faaliyetlarine tamamen
adamıştır. Halkı ve saray çevresini ikna ederek söylemleriyle büyük ilgi
uyandırmış, fakirler, kimsesizler, yetimlerin ihtiyaçlarını karşılamak için çok
miktarlarda bağışlar toplayabilmeyi başarmıştır. Aristokrat aileler arasında
“hayırsever kadınlar” derneğinin kurulmasını sağlamış ve yoksul evlerini
ziyaret eden zengin gönüllü dernek üyelerini ihtiyaç sahiplerini belirleyerek
giyecek ve yiyecek dağıtmışlardır. 1933’te Vİncent köylü kızları arasında
hayır işlerinde çalışmak isteyenlerin eğitilerek hasta ve sakatlara bakmak
için hemşire omlarını sağlamış olup, bu eğitimli hemşireler sosyal
çalışmanın da öncüleri olmuşlardır.
• 1348’de “kara ölüm” olarak anılan ve nüfusun üçte
ikisinin ölümüne neden olan “veba salgını nedeniyle”
çıkartılmış, derebeyiler işçi bulamamış ve ücretler aşırı
artış göstermiştir. İngiltere’de toplumun “yoksullarla
ilgilenmesi” on dördüncü yüzyılın ortalarında başlamış
ve on beş yaşına gelmeden tahta çıkma şansı elde eden
ve 1312-1377 tarihleri arasında elli yılı aşkın bir
dönemde tahtta kalan Kral III. Edward’ın bazı zorlayıcı
tedbirleri şeklinde kendini göstermiştir. Örneğin bütün
sağlam işçilerin kendilerine verilen işleri kabul etmeleri,
çalıştıkları bölgeden ayrılmamaları ve sağlam kişilerin
sadaka almalarının engellenmesi gibi…
•
•
•
•
•
•
1536 yılına gelindiğinde; yeni tedbirlerle, yoksul, hasta ve sakatlara, kilise
tarafından para toplanarak fonların oluşturulması, 5-15 yaş arasındaki dilencilik
yapan çocukların eğitilmesi gibi tedbirler, mevcut yasalara maddeler halinde
eklenmiştir.
Elizabeth’in 1601 yılında çıkardığı “yoksullar yasası” bu yasaya göre “yardıma
muhtaç olanlar” üçe ayrılıyordu.
1. Bedeni sağlam olmasına karşın, yoksul olanlar ki, tedbir olarak bunlara iş
bulunacak ve çalışmayı kabul etmeyenler ise cezalandırılacaktı.
2. Bedeni sakat olan ve çalışma yeteneği bulunmayan yoksullar; bunların
bakımevlerine yollanması kararlaştırılmıştı.
3. Korunmaya muhtaç çocuklar; anne-babaları büyükanne, büyük babaları
tarafından bakılmayan ya da aile büyüklerinden bir bölümünü hepsini kaybettiği
için ihmale uğrayan çocuklardan, erkeklerin 24, kızların d 21 yaşına/yada evlenene
kadar zanaatçıların yanına çırak olarak verilmesi kararlaştırılmıştır.
Dünyada sosyal refahın başlangıcının ilk işaretlerini vermiştir.
•
•
•
•
Sosyal hizmetler, sendikacılık ve demokrasi düşüncesinin gelişmesiyle beraber ve
bunlara paralel biçimde hız kazanmıştır. Hepsinin temelinde yatan düşünce ise,
toplumu oluşturan bireylerin var olan zenginlikten ve toplumun olanaklarından,
salt bir insan olması hasebiyle ve vatandaş olarak hak ettiği adaletli biçimde “pay
alma” idealine varabilmektir.
Yoksul yasalarıyla belirtilen yardım yetkisi olan bölgeler “parishler” arasındaki
standart farklılıkları, bu birimlerin büyüklükleri ile de yakından ilgiliydi. 1782 tarihli
Gilbert Yasası ile parishlere kendi aralarında birlik kurma olanağı tanınıyordu.
18 yüzyılın sonuna gelindiğinde, İngiltere ve Wales’te onbeş bin parish görevlisi
vardı. Ve üç yüz bini onbeş yaşın altında olmak üzere, toplam bir milyon kişi yoksul
yardımı alıyordu. “gilbert yasası” ile sakat olmayanlar dahil, tüm yoksullara para
yardımı yapmayı yasal hale getirmiş. Çalışabilir durumda olan yoksulu, yoksullar
evine göndermeyip iş bulana kadar çalışma evinde kalması gibi sınırlar içinde
yaşaması sağlanmıştır.
Yoksul yardımların yönünü ve yapısını kökten değiştiren gelişme, 1975 yılında
çıkartılan “Spenhamland yasasıyla” olmuştur. Bugün modern anlamdaki sosyal
güvenliğin bir hak olarak toplumdaki herkesi kapsama mantığının ilk nüvesi Speen
hamland yasasında görülebilir
• İngilterede sosyal devlet 19. Yüzyıl
liberallerince yoksul yasaların kapsamı içinde
tutulan “düşkünlerin acı dolu yaşamları”
karşısında yönetici elitlerin “ellerini
vicdanlarına koymaları” sonucunda değil, bu
yasaların kapsamı dışında bırakılan işçi
sınıfının yürüttüğü mücadelelerinin sonucunda
oluşmuştur.
• Bütün bu gelişmeleri, 1925 yılındaki “dulları, yetimleri ve emeklileri”
sosyal güvenlik kapsamına alan, sosyal sigortalar yasası izlemiştir.
Nitekim sonuçta çok radikal bir düzenlemeyle 1934 yılında,
çıkartılan işsizlik kanunuyla herkesin işsizlik ödeneği alabilmesi
sağlanmıştır.
• 1942 yılında meşhur “beveridge raporu” izlemiştir. İngiliz iktisatçı
keynes’in ekonomik katkılarında etkilenen Senatör Beveridge II.
Dünya savaşı sırasında, hem ekonominin tam çalışması, hem de işçi
ve toplum refahını sağlayacak tedbirler önermiştir. 1. Her vatandaş
sosyal sigortalar kapsamına alınmalıdır. 2. Gelir kazanma gücünün
kaybolmasına yol açan ana riskler olan hastalık, işsizlik, kaza, yaşlılık,
dulluk, gebelik tek bir sigorta içinde kapsanmalıdır. 3. Gelire bağlı
olmaksızın belli bir sigorta primi ödenmesi gerekir. 4. Yardıma hak
kazananlara, gene gelirden bağımsız olarak, belli bir miktarda
tazminat ödenmesi gerekir.
• Jane addams, bir sosyal hizmet uzmanı, toplum organizatörü ve
barış aktivisti olarak “settlement House” movement ( yerleşim
merkezi hareketi) liderlerinden birisidir. Settlement House (toplum
Merkezi) 1884 yılında Tounbee Hall isimli, üniversite öğrencilerinin
kaldığı ve birbirlerinin ihtiyaçlarına yardımcı olarak, bilgi, beceri ve
değerlerini paylaşarak farklı sosyo ekonomik kesimlerden bireylerin,
komşuluk-temelli etkili işbirliği yardımlaşma ve dayanışmayı
başlattıklar, bir ortak hareketin adı olarak tarihe geçmiştir. Bu
toplum merkezi hareketinde zengin üniversite öğrencileri,
Londra’nın yoksul kenar mahallerine yerleşerek, orada yoksullarla
birlikte yaşamaya başlamışlardır. Karşılıklı etkileşim yoluyla, eğlence
sosyal ve kültürel olanaklar sağlayan bu zengin gençler, yerel
topluluğun gelişimlerinin sağlanmasına çalışmışlardır. Sosyal
hizmetlerin “grup çalışma” yöntemi de bu süreçte gerçekleşmiş ve
kurumlarda sosyal hizmet uzmanları, eğitimsel ve geliştirici grup
etkinliklerinde, grupla çalışmayı başarıyla uygulamışlardır.
• İlk modern “toplum sandığı 1913 yılında Cleveland’da
kurulmuştur.
• Radikal sosyal çalışma sistemine göre sosyal sorunlar
için kişileri değil, sosyal sistemi sorumlu tutarlar.
Radikal sosyal çalışma “eşitlik amacını gerçekleştirme,
sosyal problemlere çözüm getirme ve kurumlarda
değişiklilikler yaratmaya yönelmenin en etkili yolu
olarak kimi sosyal çalışmacılar arasında var olan bir
ideoloji olarak tanımlanmaktadır. Radikal sosyal
çalışma, pasif direniş, gösteriler, grevler, politik ve
sosyal aktivizmi de içeren değişiklikleri barışçı yollarla
ortaya koyan teknikler içermektedir. Bu akım sosyalist
düşüncelerle ilişkilidir.
• Tarihsel süreçte sosyal çalışma mesleği, iki
temel kaynaktan doğmuştur. Birincisi,
kapitalist kalkınma yöntemini kullanarak, hızla
kalkınan ve sanayileşen ülkede ortaya çıkan
birey ve toplum sorunlarının çözülmesi, sosyal
yaraların sarılması çabasıdır. İkincisi ise, daha
soyut ve felsefi planda kalan insancıl
amaçlarla, bir veri olarak ele alınan sosyoekonomik yapı içerisinde, bireylerin ve
ailelerin sorunlarını çözmektir.
• 1899 yılında Chicago’da ilk Çocuk Mahkemesi kurulmuş
ve sosyal çalışmanın “bireyle çalışma uygulamaları” bu
alanda yaygınlaştırılmıştır. O yıllarda yaygın bir şekilde
yoksul aileler, geçinebilmek için çocuklarına hırsızlık
yapıyorlardı. Hırsızlık suçundan yakalanan çocukların,
yetişkin suçlularla aynı ortamda kalmalarının yaratacağı
olumsuzluklar göz önüne alınarak, ayrı ıslahevlerinde
ve istismara uğramadan cezalarını çekmeleri görüşü
ağırlık kazanmıştır. İlk kez, ABD’de kurulan “çocuk
mahkemeleri” ve “ıslahevleri” daha sonra İngiltere ve
diğer Avrupa ülkelerinde hızla kurulmuştur.
• Sosyal çalışmanın “bireyle çalışma yöntemi” nin
hastanelerde ilk kez uygulanabilmesi Dr. Cabot’un
girişimleriyle olanaklı hale gelmiş ve hastalar taburcu
olduktan sonra, sosyal hizmet uzmanları tarafından
evinde izlemek, ailenin sosyo-ekonomik durumunu
araştırmak, hastalığın tekrarını önlemek ve aileye
rehberlik, bilgilendirme çalışmaları başlatılmıştır.
• Eğitim açısından “Newyork Hayırseverlik Organizasyon
topluluğu” ülkedeki sosyal hizmet uzmanları için altı
haftalık bir yaz kursuna öncülük etmiştir. 1919 yılına
gelindiğinde 17 sosyal çalışma okulunun kurulmuş
olduğu ve bu okulların, Amerikan Sosyal Çalışma
Okulları Birliği ortaya çıkarmıştır.
• 1915 ulusal konferansında Abraham Flexner “sosyal
çalışma bir meslek midir? Sorusuna yanıt aramış ve bu
çalışmada eksik bulduğu şu noktalara dikkat çekerek
sosyal çalışma mesleğinin ortaya çıkmasında ciddi rol
oynamıştır.
• -sosyal çalışmada, sosyal bilimlere temel hazırlık
eksikliği
• -dahil edici ve ayırt edici bilgi gövdesi eksikliği
• -süper vizyon altında test edilmiş eğitimsel ve mesleki
niteliklerin tanımlanması eksikliği
• -mesleki organizasyonların eksikliği, mesleki
uygulamalarının ilkelerin konulması zorunluluğu
• Mary E: Richmond sosyal çalışmanın önde gelen
kurucularında olup, 1899’da yoksul insanların evine
dostça ziyaret kitabıyla sosyal hizmet uzmanlarının
eğitimine büyük katkı sağlamıştır. 1917 yılında sosyal
çalışmanın “bireyle çalışma uygulamasının” öncüsü
sayılan Mary Richmond’ın “sosyal Teşhiş” kitabı o
dönemlerdeki en büyük mesleki gelişme olarak ortaya
çıkmıştır. Bu kitap sosyal çalışmanın mesleki
uygulamalarına tıp’daki teşhiş gibi teorik ve
metodolojik bir nitelik kazandırmış, yardım
başvurularının incelemesinde gözlem ve incelemeye
yer vermiş, gerçeklere dayanan, kanıtlanmış bilgilerden
yararlanılmasını sağlamıştır.
• Marry c. Jarret teşhiş ve tedavide psikiyatrik
faktörler üzerine vurgular yaparak, ruhsal
rahatsızlıkların tedavisinde güçlü bir teşhis
aracı olarak kullanılabilmesi için, betimsel ve
somut bir sınıflandırma şemasının
benimsenmesi için çalışmalar yapmıştır. Sosyal
çalışma mesleğinin, bilgi gövdesinin psikoloji
açısından zenginleştirilmesine çalışmış. 1923
yılında Amerikan Psikiyatrik Sosyal Çalışma
Derneğinin kurulmasını sağlamıştır.
• Bertha C. Reynolds; Sosyal çalışmacıların
rolünün psikiyatrislere yardım eden kişiye
indirgendiği eleştirisini getirerek diğer
mesleklere açık ve iyi tanımlanmış sınırlar
kurulabilirse, mesleki özerkliğin gerçekten
olanaklı hale gelebileceğini vurgulamıştır.
• Edit Aboot; birinci dünya savaşının yarattığı psikolojik
sorunları azaltmaya yönelik, tüm bireyleri kapsayan
sosyal çalışma yardım ve destek çalışmaları yapılmış ve
psikiyatrik sosyal çalışmanın temeli atılarak, yardım
programlarına başvuran ailelerin çoğunda, psikiyatrik
sorunların bulunduğu fark edilmiştir
• Ayrıca 1917 yılında o zamana kadar gönüllü
organizasyonlar çatısı altında yapılan toplantılar ulusal
çalışma konferansı adını almış ve bu çalışma sosyal
çalışma adına önemli bir kilometre taşı olarak kabul
edilmektedir.
• Freud’un geliştirdiği psikoanalitik teori,
1930’lu yıllar boyunca sosyal çalışmacılar
psikoanalitik kuramın etkisiyle, sosyal
durumlara odaklaşmak yerine, birey ve bireyin
davranışı-tutumları üzerine yoğunlaşmış ve
erken çocukluk dönemlerinde yaşanan
deneyimlerin insanın yaşamının nasıl ve ne
yönde etkilediğinin anlaşılması düşüncesi öne
çıkartılmıştır.
• Gordon Hamilton, sosyal çalışmanın ileri mesleki
uygulamalarında “bireyle çalışma yöntemi” üzerine 1940
yılında kitap yazmış, “problemin kendisini anlamak kadar,
problemli insanı da anlamak” ve “vakıayı değerlendirme”
biçiminde bir hipotez ortaya koymuştur.
• . O sosyal çalışmada “doktora” eğitiminin başlatılmasına
önderlik etmiş ve ayrıca sosyal çalışmada teşhiş yaklaşımı
konusunda önemli bir kuramcı olarak öne çıkmıştır. 1947
yılında ABD’de “ulusal Ruh Sağlığı Yasası” kabul edilmiş ve
savaşın tüm dünyada yaratmış olduğu stres ve gerilimleri en
aza indirmek konusunda bireylerin ve toplumun sağaltımına
yönelik çalışmalara ağırlık verilmiştir.
• 1946 yılında kurulan ve içerisinde hem ulusal
düzeyde gönüllü örgütleri hem de hükümet
kurumlarını barındıran “ulusal sosyal refah paktı”
dır. İkincisi 1952’de “sosyal çalışma eğitim
konseyi” nin kurulması, üçüncüsü ise 1955 yılında
“ulusal Sosyal Hizmetler Derneği’nin kurulmasıdır.
• Eduard C. Lindeman, toplum organizasyonu ve
grup çalışmasıyla iligili bir çok kavramın
temellerini geliştirmiş ve bu mesleğin insanı
bütüncül bir açıdan görebilmesinin yolunu açmış,
“yetişkin eğitiminin” babası sayılmaktadır.
Robert Owen
1771 yılında Newyork’ta 1771 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olan Robert
Owen 10 aşından itibaren bir kumaşçının yanında çırak olarak çalışmaya
başlamıştır. 19 yaşında bir kumaş fabrikasının müdürü olmuş. İşçilerini hiçbir
zaman sömürmemiştir. 1826 yılında İngiltere’nin ilk anaokulunu açmıştır.
1824’te kuzey Amerika’da bir köy satın alarak, orada eşitlikçi bir komün
toplumu ve sosyalist düzen kurmaya girişmiş bunu “yeni uyum adı altında
projeye dönüştürmüş. Ancak ortaklarıyla anlaşamadığı için kapatmak
zorunda kalış. Koyu bir sosyalist olan Owen komünel sistemi yaymak için
uğraşmıştır. İngiliz toplumunda çocukların iyi yetişebilmesi için ihtiyaç
duyulan yasal güçlendirmeler evlilik yaşamı gibi alanlarda “sosyal reform”
önerileri “savunuculuk” ve “aktivistlik çalışmalarında yoğunlaşmıştır. O
dönemlerde çocuklar adına büyük kazanımlar sağlanmıştır. İnsanın üzerinde
“çevre faktörlerin” çok fazla etkisinin olduğunu kabul etmektedir.
Eduard Christian Lindeman
• Eduard Christian Lindeman:
Yetişkin eğitimi alanında
öncülerdendir. Bunun sebebi bir
çok farklı ve zor işte çalışmıştır.
Lindeman’a göre, “eğitim hayattır
ve bütün hayat öğrenmedir.” Ve
halk eğitiminde otoriter, baskıcı
öğretimin yaratıcı düşünceye
engel olan sınavların, katı
pedogojik formüllerin yeri yoktur.
• Ona göre yetişkin eğitimi otoriter olmayan bir
öğrenmede kooperatif bir girişimdir ve temel
amacı “deneyimin anlamını keşf etmektir.”
• 1950’li yıllardan itibaren, sosyal çalışma
mesleği hümanist ve varoluşçu görüşlerden
fazlasıyla etkilenmiş ve özellikle hümanist
görüşler çerçevesinde sosyal hizmet
uzmanları, müracaatçıların bireysel gelişimini
ve onun kendi olabilmesi kendini
gerçekleştirebilmesi ve bireysel gücüne
ulaşabilmesine önem vermişlerdir.
• 1960’lardan sonra sosyal çalışma
uygulamalarında ortaya çıkan “ekolojik
sistemin yaklaşımına” göre sosyal sorunlar
müracaatçıların psikolojik özelliklerinden çok,
müracaatçı ile çevresi arasındaki “biyo-psikososyal etkileşime” bağlanmıştır. Ekosistem
yaklaşımına göre, insan organizması ile
çevrenin özellikleri karşılıklı uyum içinde
olmalıdır.
• 1960’ lı yıllara gelindiğinde “psiko-sosyal
yaklaşım” ve fonksiyonel yaklaşım daha da
gelişmiş ve 1. Değerlendirme 2. Durum
içerinde birey 3. Süreç 4. İlişki 5. Mesleki
müdahale kavramları öne çıkarılmıştır.
• 1970’lerde sosyal hizmet uzmanları krize
müdahale yaklaşımı, transaksiyonel analiz,
davranış değiştirme, ve gerçeklik terapisi gibi
yaklaşımları kullanmışlardır.
• 1980’li yıllardan sonra, tüm dünyada egemen
olan neo liberal politikalar sosyal refah sistemi
açısından büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Enflasyon, işsizlik,yoksulluk gibi bireylerin ve
toplumun, iyi olma hali tehdit eden, birçok risk
faktörü ortaya çıkmış; evsizlik, AIDS, madde
bağımlılığı, barış, adalet konularında ortaya
çıkan sosyal sorunlar dikkati çekmiştir.
• Bazı sosyal hizmet uzmanları, “feminist yaklaşımı”
dikkate alan çalışmaları da önermiştir. 1.suni
ayrımları elimine etmek 2. Gücün yeniden
tanımlanması 3. Üretimle eşit olarak sürecin
değeri 4. Yeniden isimlendirmenin değeri 5. Kişilik
politikası
• 1990’lı yıllarda sosyal işlevsellik ve müracaatçı için
çalışmaktan ziyade, bir ortak ve panter gibi
“müracaatçı ile birlikte” çalışma felsefesinin önem
kazandığı görülmüştür.
Sosyal Çalışmanın Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye
Cumhuriyetindeki Tarihsel Gelişim Süreci
• Osmanlı İmparatorluğu’nda tüm nüfusu kapsayan
bir sosyal refah sistemi olmadığı bilinen bir
gerçektir. Sosyal refah benzeri uygulamalar, uzun
yıllar boyunca yerel vakıflar ve yardımlaşma
sandıkları ile özellikle imparatorluğun değişik
dönemlerdeki başkentlerinde yürütülmüştür.
Osmanlı imparatorluğunda korunması gereken
çocuklara yönelik hizmet veren ilk kurum olan
“vakıflar” aracılığıyla özellikle yetim ve yoksul
çocuklara İslam dininin hayırseverlik duyguları
çerçevesinde yardım edilmiştir.
• Merkezi devletin sosyal alana müdahale imkanının sınırlı olduğu
tarihsel koşullarda, aile ve kan bağı ilişkileri, mahalle, köy, cemaat
dayanışmaları, lonca gibi üretim temelli dayanışmalar, tarikat, zaviye
gibi dini içerikli odaklaşmalardan oluşan bir dizi beşeri ilişki, bireyin
ailevi, sosyal ve doğal krizler karşısında korunmasını sağlayan bir
refah sisteminin temellerini oluşturmuştur. Bursa, Edirne, İstanbul
gibi kentlerde ve bölgelerde merkezin ve yerel elitin çeşitli kesimin
girişimleriyle oluşturulmuş ve çoğunlukla vakıf gelirleriyle
desteklenen sosyal kurumların varlığı iyi bilinen bir gerçektir.
Osmanlıda önemli olan güvenliğin sağlanmasıdır. Sosyal sorunların
çözümü vakıflara bırakmıştır. Toplumsal yapı ortaya çıkan sorunların
çözümü için kendi iç dinamiklerine özgü yöntemler geliştirmiş ve
kimsesiz çocukların evlat edinilmesi, kimsesiz kız çocuklarının
“besleme” isimi adı altında aile yanında bakılıp gözetilmesi köklü bir
gelenektir.
• II. Mahmut’tan itibaren meydana gelen
yeniliklerle; kamu sağlığı hizmetleri, dul ve
yetimlerin maaşlarının düzenlenmesi yetim
çocuklara yönelik vasilik düzenlemeleri, eğitim
öğretimin yaygınlaştırılması, yoksullara yardım
amaçlı düzenlemeler gibi konulara devletin
girmesi yeni bir yönetim anlayışının belirtileri
olarak ortaya çıkmıştır.
• Yine 19 yüzyılda merkezi sosyal yardımlar kurulmuştur. “Ceybi
Hümayun” adı verilen yardım ödeneği, gizli ödenek biçiminde
doğrudan padişahın kişisel kullanımına tahsis edilmiş ve hekimler
zanaatkarlar, dullar, yetimler, özürlüler ve yaşlılar gibi gruplar; erzak,
odun, kömür, giyecek vb. “muhtaçlık ya da ödüllendirme” biçiminde
bunlardan yararlandırılmıştır. “hazine-i hassa” adı verilen gelirlerden
padişah tarafından, sosyal faaliyet gösteren hayır kurumları ve
vakıflara aktarılmaktaydı. “Atiyeyi Seniye” “padişahın verdiği bahşiş”
anlamına gelmekte olup, dilekçe vererek doğrudan istek ve
ihtiyaçlarını dile getiren kirasını, borcunu ödemeyerek yardım
talebinde bulunanlara yetimlere ve dullara ayni ve nakdi yardım
yapılmaktaydı. “sadaka-i Seniyye” ise, padişah katından yapılan
sadaka ve yardımşlar olarak, memurlara ve yine fakru zaruret
içerisinde bulunan kişilere sultanın cömertliğini ve fakirlerin
koruyucusu olduğunu göstermek için kamusal sosyal yardımlardır.
•
Osmanlı’da 19 yüzyılın sonlarına doğru çocuklar
için bazı kurumlar açılmıştır. 1868 yılında Tuna Valisi
Mahmut Paşa tarafında çocuklar için “ıslahhaneler”
açılmıştır. 1872 yılında da “darüşşafaka” çocuklara
yönelik sosyal hizmetleri yürütmek üzere faaliyete
başlamıştır. Dilenciliğin meneden nizamnamenin
çıkarılmasının ardından 1896 yılında açılan
“darülaceze” kimsesiz, yoksul ve terk edilen çocukların
korunduğu belli başlı kurumlardan biri olmuştur. Yine II.
Abdülhamit zamanında 1909 yılında açılan ve daha
sonra kapatılan “darülhayr-i Ali” ile yoksul çocuklara
yetimhane olarak hizmet vermiştir.(okay, 1999)
• Osmanlı döneminde İstanbul’da kimsesiz,
yersiz yurtsuz çocukların, kendine özgü yapısı
töreleri ve işleyişi olan “külhanbeyleri”
örgütlenmesine dahil oldukları görülmektedir.
Hamam sahipleri tarafından kalacak yer
verilerek çalışma karşılığında himaye edilmiş
bu grubun günümüzdeki sokak çocukları ya da
sokakta çalışanlar olarak korunmaya muhtaç
çocuk statüsünde oldukları söylenebilir.
• Yine 1916 yılında Bursa’da bir vakıf tarafında kurulan ve
34 odası bulunan dullar evinde şehit eşleri ya da
kimsesiz evsiz kadınların çocuklarıyla birlikte kalabildiği
dikkat çekmektedir.(aktaş 1995) erkan (2001b) a göre
bu kurumda günümüzdeki kadın konuk evlerinin temeli
ve çekirdeğini oluşturmaktadır.
• 1920’li yıllara gelindiğinde 13 yaşın altındaki tüm
çocukların korunması amacıyla açılan ıslahhaneler ve
yalnızca kimsesiz ve yoksul çocukların korumak ve
eğitmek amacıyla “darüleytamlar “ dikkat çekmektedir.
(uluğ Tekin 2004)
• Himaye-i Etfal Cemiyetinin kuruluşu ile ilgili
farklı görüşler bulunmaktadır. Bir çok
makalede 1921 olarak belirtilmektedir. Okay’a
göre, cemiyetin aslında 1917 yılında
İstanbul’da kurulduğunu gösteren kaynaklarda
vardır. Balkan savaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı
gibi peş peşe yaşanan savaşlarla, şehit
olanların geride bıraktıkları yetim çocuklara
yardım etme gereksinimi ortaya çıkmıştır.
Bunun üzerine 30 Haziran 1921 tarihinde
Atatürk’ün talimatları ile konu devlet
kademelerinde özel bir önemle ele alınmış ve
Ankara’da Türkiye Çocuk Esirgeme
Kurumunun temellerini oluşturan “Himaye-i
Etfal Cemiyeti” kurulmuştur.
• 1928 yılında dahiliye Vekaleti tarafından
“öksüz kimsesiz ve işçi çocukların barınması “
için belediyelerin bütçeleri el verdiği ölçüde
tüm illerde “barınma evleri” kurulması
kararlaştırılmıştır.
• 1930 yılında çıkartılan 1593 sayılı “Umumi
Hıfzıssıhha kanunu” dan sonra 1949 yılında
6972 sayılı “korunmaya muhtaç çocuklar
hakkında kanun” ile yeniden düzenlenmiştir.
Cumhuriyet döneminde sosyal hizmetler
alanında yapılan ilk kapsamlı düzenlenme da
23 Mayıs 1949 yılında çıkartılan 5387 sayılı
“korunmaya muhtaç çocuklar hakkındaki
kanundur.”
• Sosyal devletin gelişme dönemi olarak anılan
1960-1970 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde
sosyal güvenlik ilgili önemli gelişmeler yaşanmış,
işsizlik sigortası, tam istihdam, bakım sigortası,
gibi önemli kurumlar hayata geçirilmiştir.
• 1961 anayasasıyla beraber çocuğa ve aileye
yönelik ifadeler 43. Madde de “çocuklar, gençler,
kadınlar özel olarak korunur” ibaresi ile yer
almıştır.
• 1959 yılında “sosyal hizmetle enstitüsü” 1961
yılında “sosyal hizmetler akademisi”
kurulmuştur. 1963 yılında ise 225 sayılı kanun
ile SSYB merkez teşkilatı bünyesinde sosyal
hizmetler genel müdürlüğü kurulmuş ve
1983’te kurulan SHÇEK’e temel oluşturmuştur.
• Böylece Türkiye’de ilk kez “sosyal çalışma”
profesyonel anlamda ele alınmaya ve bir meslek
olarak filizlenmeye başlanmıştır. 1949 ve 1957
yılında çıkartılan kanunların korunmaya muhtaç
çocuklar sorununa bütüncül bir bakış açısı
taşımadığı anlaşılarak, 1979 yılında 2253 sayılı
“çocuk mahkemeleri kanunu” kabul edilmiş,
yönetmelik 1982 yılında yürürlüğe girebilmiş ve
1987 yılı sonunda da mahkemeler ancak fiilen iki
ilde kurulabilmiştir.
• 1982 anayasasının 41, 58, 60,61, 65. Maddeleri, sosyal
çalışma açısından, genelde ailenin özelde de çocuğun
çocuğun korunmasını içeren hükümler taşımaktadır. Bu
üst metinde, çocuk kavramı ailenin içinde ele alınmış,
çocuğun ve ailenin devlet korumasında olduğu ifade
edilmiştir.
• 41, madde de aile Türk toplumunun temelidir. Devlet
ailenin huzur ve refahı ile özellikle anne ve çocukların
korunması için gerekli tedbirleri alır. Teşkilatları kurar.
• 61. madde de “devlet korunmaya muhtaç çocukları
topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alır ve bu
amaçla gerekli teşkilatı ve tesisleri kurar veya kurdurur.
• Birinci beş yıllık kalkınma planı (1963-1967) nda sosyal
hizmetler başlığı altında şu tespitle yapılmaktadır. Sosyal
çalışmalar, çeşitli gönüllü kuruluşlarla kamu kuruluşları
tarafından dağınık ve programsız olarak yürütülmektedir. Bu
konuda yetişmiş eleman sayısı yetersizdir. Korunmaya
muhtaç çocukların bakımı muhtaç çocukları bakımı ve
yetiştirilmeleri çocuk suçluluğunun önlenmesi, intibaksız
çocuklar ve geri zekalı çocuklar meselenin çözümü, çocuk
emeğinin kötüye kullanımının önlenmesi çocuk refahının
sağlanması amaçlanacaktır. Bu plan döneminde 1963
yılında SSYB’na bağlı sosyal hizmetler genel müdürlüğünün
kurulmuş olması en önemli gelişme olarak göze
çarpmaktadır.
• Üçüncü beş yıllık kalkınma planının 1973-1977
836. Sayfasında sosyal yardım ve sosyal refah
hizmetleri başlığı altında çocuklara ilişkin
sorunlar şu şekilde ele alınmıştır. Sosyal
yardım hizmetleri sosyal sigorta sistemi
dışında kalan ve geleneksel dayanışma
imkanın yitirmiş olan güçsüz, çocuk, kadınlara
öncelik verilerek geliştirilecektir.
• Dördüncü beş yıllık kalkınma planında 1979-1983 284.
Sayfasında yaşam düzeyine ilişkin politikalar başlığı
altında şu ifadeler ele alınmaktadır. Toplumsal güvenlik
sisteminin yaygınlaştırılmasının yanı sıra yaşlı, sakat,
kimsesizler, korunmaya muhtaç çocuklar toplumsal
sorunları olan gençler, geri zekalılar ve diğer engelli
gruplara sosyal çalışma ve sosyal yardımları
götürülmesi bu amaçla huzur evi, kreş, rehabilitasyon
ve diğer toplumsal hizmet tesislerinin kurulması ve
geliştirilmesi bu hizmetleri tek elde toplayacak bir
sosyal hizmetler kurumunun kurulmasıyla
sağlanacaktır.
• İkinci beş yıllık kalkınma planı 1968- 1972’nın 225.
Sayfasında bu kez sosyal refah hizmetleri başlığı
altında şu ifadeler önemle yer almaktadır. Çocuk
refahı konusunda muhtaç çocuklar kanununa
göre kesin sayısı bilinmeyen çocuklardan 0-6 yaş
arasındakilerin bakım ve yetiştirilmeleri sağlık ve
sosyal yardım bakanlığına 7-18 yaş arasındakilerin
milli eğitim bakanlığına aittir. Bu hizmet mahalli
idareyle birlikte kurulan korunmaya muhtaç
çocukların koruma birlikleri tarafından
yürütülmektedir.
• Beşinci beş yıllık kalkınma planı 1985-1989 sosyal
hizmetlerin tüm alanlarında nitelikli planların
uygulanması ve yaygınlaştırılması kararı verilmiştir.
• Altıcı beş yıllık kalkınma planı 1989-1994 korunmaya
muhtaç çocuk, sakat ve yaşlılarla ilgili düzenlemeler
yapılarak hizmetlerde bunlara öncelik tanınacaktır.
Müessese bakımı yerine mümkün olduğu kadar aile
içinde bakım hedef alınarak hizmetler bu yaklaşımla
organize edilecektir. Müessese bakımı yapılan hallerde
toplumla bütünleşmeye önem verilecektir.
• 2001 yılında yürürlüğe giren 4722 sayılı kanunda
185. Maddesinde eşler aile birliğinin mutluluğunu
el birliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına
eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle
yükümlüdürler denilmektedir. Çocuğun
yerleştirilmesini düzenleyen 347. Maddeye göre
ise, çocuğun menfaati ve bedensel, zihinsel
gelişmesi tehlikede bulunur ve çocuk manen terk
edilmiş halde kalırsa hakim çocuğu bir aile yanına
veya bir kuruma yerleştirebilir.
• SHÇEK kanunu 3. Maddesine göre, korunmaya muhtaç
çocuk beden ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi
gelişimleri güvenlikleri tehlikede olup
• Ana veya babasız ana ve babasız
• 2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan
• Ana veya babası veya her ikisi tarafında terk edilen
• Ana veya babası tarafından ihmal edilip fuhuş,
dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri
kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü
alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa
sürüklenen çocuktur.
• SHÇEK sistemini oluşturan çocuk yuvaları 12 yaşında küçük
çocukların “yetiştirme yurtları” ise genellikle 13-18 yaş arası
çocukların bakıldığı kuruluşlardır. 1997 yılında 572 sayılı
KHK ile SHÇEK kanununa eklenen “çocuk ve gençlik
merkezleri” (çogem) ‘de “ihmal, hastalık, kötü alışkanlık,
yoksulluk, terk ve benzeri nedenlerle sokağa düşerek sosyal
tehlikelere karşı karşıya kalan veya sokakta çalışan çocuk ve
gençlerin rehabilitasyonlarını ve topluma kazandırılmalarını
sağlamak” amaçlanmaktadır. Ayrıca 7 temmuz 2005’de
kanuna eklenen “çocuk evi” toplu kuruluşlar yerine en çok
6-8 çocuğun barındırdığı ve “sevgi evleri” kuruluş bakımı
yerine daha küçük birimlerde,aile ortamına benzer yapılar,
küçük müstakil binalarda bakım hizmeti verilen kuruluşlar
olarak tanımlanmıştır.
• Aile danışmanlık merkezleri ve toplum merkezleriyle aile ve sosyal
politikalar bakanlığı niteliğ ve farklılığı artmıştır.
• Kalkınma politikalarının ortak vurgusu; korunmaya muhtaç
çocukların bakımı ve yetiştirilmeleri, çocuk refahının sağlanmasının
amaçlandığı, ailenin korunmasının öncelikli olarak ele alınacağı ve
aile kurumunun her bakımdan güçlendirilerek, kalkınmaya paralel
olarak ekonomik ve sosyal yapıdaki değişme ve gelişmelere uyum
sağlamasına yardımcı olacak tedbirlerin alınacağı ifade edilmiştir.
Korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılmasına yönelik
politikaların uygulanmasında ilgili bütün kuruluşların etkin
işbirliğinin sağlanacağı, kurum bakımı yerine mümkün olduğu kadar
aile içinde bakım hedef alınarak hizmetlerin bu yaklaşımla organize
edileceği, ailenin güçlendirileceği ilkelerine yer verilmiştir.
BÖLÜM 2
BÜTÜN SOSYAL BİLİMLERİN İLGİ ALANI OLARAK
TOPLUM VE TOPLUMSAL DEĞİŞME
Bütün Sosyal Bilimlerin İlgi Alanı Olan
“Toplum” ve “Toplumsal Değişme”
Nedir?:
Marshall (2005)’a göre ise toplum,
“genel olarak ortak bir kültürü paylaşan
belli bir toprak parçasında yerleşmiş,
kendilerini birleşik ve özgün bir varlık
olarak gören insanlardan oluşan bir
gruptur.”
İnsanlar, birlikte yaşama isteği ve
gerçeğiyle bir araya gelerek,
“topluluk” halinde yaşamaya
başlamışlar.
Ancak
zaman
içerisinde, bu birlikteliklerin,
olumlu ve olumsuz yönlerine
ilişkin yaşanan sorunlar, toplum
gündeminde kendini göstermeye
başlamıştır.
Toplumun ortak çıkarları; güvenlik,
sağlık,
eğitim-öğretim,
sosyal
hizmetler, adalet gibi kavramlar olup;
bireysel çıkarlar ise para, güç,
toplumda nüfuz etme olarak kendini
göstermektedir. Bireysel çıkarlar
yoluyla, daha ayrıcalıklı ve nüfuzlu,
etkili olmak isteyen kişiler buna
çalışırken, diğer tarafta bu kadar
becerikli
olamayan,
aile
olanaksızlıkları ve yetişme
biçimleriyle toplumun güçsüz/kırılgan ve
dezavantajlı
kesimlerine
mensup
kişilerin sayısının, özellikle azgelişmiş
toplumlarda, hiç de az olmadığı ortaya
çıkmıştır. Sosyal düzen, insan farklıkları
ve bu düzeni sağlayan kurallar, “insan
hakları” ve “sosyal adalet” temelinde, o
toplumu
oluşturan
bireylerin
gereksinimlerini ortalama ölçüde dahi
olsa karşılayabilecek biçimde tanzim
edilebilmelidir.
Sosyal hizmet de; “toplumu”,
“sosyal
adalet”
ve
“insan
hakları” ilkeleri temelinde, içinde
yaşayan üyelerine hizmet eden
işlevsel bir yapıya dönüştürmeye
çalışır. Yani “sosyal düzeni”,
bireylere geniş ve insanca
olanaklar sağlamaya yarayacak
hale getirmeye uğraşır.
“Sosyal bilimler”,19. yüzyıldan
itibaren çok etkili bir biçimde,
toplumsal
gündemde
yerini
almaya başlamış ve “toplumun
akılcı,
rasyonel
biçimde
düzenlenmesi”, tüm bireylerin
insanca
yaşayabileceği
olanaklara kavuşmasına hizmet
etmeye yarayacak, disiplin ve bilim
dalları olarak ortaya çıkmışlardır.
Günümüzün gelişen teknolojisi,
haberleşme ve ulaşım olanakları
dünyayı
küçülttüğü
oranda,
ülkeler arası bilimsel bilgi alış
verişini de artırmıştır. Geri kalmış
ülkeler,
bazı
disiplin
ve
meslekleri, gelişmiş ülkelerden
almakta ve doğal olarak, bu
ülkelerdeki
uygulamalardan
etkilenmektedirler.
Bu etkileşim sonucunda, ortaya
çıkan meslek ya da disiplin,
ülkenin temel toplumsal yapısı
bakımından, uygulama açısından
işlevsel
ise
gelişebilmekte;
ülkenin temel toplumsal yapısına
uygun değilse, “kavrulup, cılız
kalmaktadır” (Kongar, 1975).
Sosyal bilimlerden örneğin sosyoloji,
daha çok insanların ilişkilerini ve bu
ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını, ne yönde
değiştiğini; sosyal antropoloji, bu
insanların
değerleri,
inançları
ve
gelenekleri
üzerinde
odaklaşırken;
sosyal hizmet, toplumsal refahı ve
insanın iyi olma halini desteklemek ve
geliştirmek
için
toplumun
nasıl
etkilenmesi
gerektiği,
“sosyal
değişmenin”
nasıl
sağlıklı
yönetilebileceği, konularıyla ilgilenir.
“Toplumsal
değişme”,
toplumun
yapısındaki temel ve geniş değişmeler
olarak; ailenin örgütlenişindeki, gelir
elde etme ve geçinme yollarındaki,
dinsel
davranışlardaki,
insanlar
tarafından benimsenen değerlerdeki ve
kullanılan teknolojideki yani kısacası,
toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları
olan, toplumsal yapıdaki değişmelerdir.
Bazı
toplumlar,
azgelişmiş
olarak
nitelendirilmektedir.
Az gelişmişliği tanımlamak için 15’i bulan
ölçüt ileri sürülmüştür. Bunlar (akt.
Sezer, 2006):
Besin ekonomisinin yetersizliği,
Tarım kesiminin halen önemini
koruması,
Zayıf bir endüstrileşme,
Az enerji tüketimi,
Ticaret kesiminin anormal büyüklüğü,
Ekonomik bağımlılık,
Gizli işsizlik,
• Yaşam düzeyinin ve ulusal
gelirin düşüklüğü,
• Toplumsal yapıların geriliği,
• Orta tabakaların önemsizliği,
• Ulusal birliğin zayıflığı,
• Eğitim düzeyinin düşüklüğü,
• Sağlık hizmetlerinin yetersizliği,
Doğum hızının yüksekliği,
Endüstriyel gelişim ve batılılaşmanın,
partiler üstü resmi bir siyaset oluşu.
Sosyal hizmet, toplumun sahip olduğu
ekonomik kaynaklar, fırsat ve sorumlulukların
paylaşımı ve adil dağıtımına da vurgu yapan,
sosyal adalet düşüncesine ulaşma ve
statükonun
yoksul
bireyler
lehine
değiştirilmesi
ve
kaynakların “yeniden
dağıtımı” misyonunu sırtlanmış bir meslektir.
Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları, sosyal
ve ekonomi politikalarının, insanların temel
hak ve özgürlüklerini gözetmesi gerektiğine
yürekten inanarak, yoksunluklar içerisinde
yaşayan kitleler adına savunuculuk yaparlar.
Ancak ne yazık ki ülkemizdeki politika, sosyal
hizmet
mesleğine
henüz
statükonun
yoksunluklar içerisinde yaşayan bireyler
lehine değiştirilmesini sağlayacak güç ve
olanakları vermemiştir. Bu aşamada, sosyal
hizmet uzmanlarının toplum ile politika
yapıcılar ve karar vericilerin, devlet ve
hükümetlerin, insani gereksinimlerin örgütlü
ve yaygın biçimde karşılanması ve toplumsal
sorunlara çözüm bulma konusundaki bakış
açılarının farklılıkları, sosyal değişimleri
sağlayabilmek
için,
“siyasal
eylemi”
gerektirmektedir (Duyan, 2010).
Sosyal hizmet disiplini açısından; birey,
grup ve ailelerin iyilik halini ve sosyal
işlevselliklerini
sağlayabilmek
için,
toplumun,
bu
amaçların
gerçekleşmesine hizmet edecek “sosyal
koşullar”
oluşturması
zorunluluğu
vardır. Ekonomi politika aktörleri ve tüm
yurttaşlar açısından, birey, aile, kurum ve
kuruluşların, birbirine bağlı, karşılıklı bir
etkileşim ve dayanışma halinde olması, sosyal
ilişkilerin ve toplum olanaklarının, işlevsel bir
toplum yaratılabilmesi içi seferber edilmesi
gerekmektedir.
Sosyal Hizmet Açısından Toplum ve
insan Gereksinimleri:
“Sosyal hizmet” mesleği, birey ve
toplumun
gereksinimlerini
karşılamayı,
iyilik
halini
desteklemeyi “misyon edinmiş” bir
meslektir.
“Gereksinimlerin
karşılanması”,
bireyin
veya
sosyal
sistemin,
beklenen
doğrultuda
“işlev
göstermesi için”, gerekli olanakların
sağlanmasına elverir. Birey ve aile
bu
olanaklara
ulaşamadığında,
“sistemin işlevselliği” ve gelişimi
engelleniyor demektir.
Sosyal hizmet uygulamasının en
önemli rollerinden biri, “bireylerin ve
ailelerin
gereksinmelerini
belirlemektir”.
Bu
açıdan
‘gereksinme’, sosyal hizmetin kuram
uygulama esasları çerçevesini çizen,
önemli bir öge’dir. SHU’ları; birey ve
aile sorunlarını ve bunları yaratan
gereksinimleri, ayrıntılı tanımlandığı
sosyal inceleme raporlarında ortaya
koyarlar.
SHU,
çocuklar
ve
ailelerinin
gereksinimlerini “tespit ederek”,
onların güçlendirilmesinin önündeki
engelleri görmeli, gereksinimlerinin
karşılanmasını engelleyen, “sosyal
çevreyi
de
değiştirebilecek
bilgilere”, sahip olmalıdır.
“Sosyal refah”, iyi yaşama ya da iyilik
halini anlatan bir terim olarak;
refahın
artması,
gereksinimlerin
karşılanmasına bağlı olduğu için,
toplumsal
sistemde
yaşayan
bireylerin gereksinimleriyle yakın
bağları olan bir terimdir. Çünkü
“sosyal refah politikaları”, bireylerin,
ailelerin
gereksinimlerinin
karşılanması amacıyla, tasarlanmış
politikalardır.
Bireyin yaşamını ve iyilik halini
devam
ettirebilmesi,
“işlevlerini
yerine getirebilmesi için”, fiziksel,
psikolojik, ekonomik, kültürel ve
sosyal
açılardan
gereksinim
duyduğu şeylerde ortaya çıkan
eksiklikler,
“onun
gündelik
sorunlarını
oluşturmaktadır”.
Dolayısıyla
problemler,
gereksinimlerle tanımlanmaktadır.
Örneğin; işsizlik sorunu olan bir
insanın “işe”; evsizlik sorunu
yaşayan birinin, “kalacak bir yere”,
gelir yetersizliği çeken bir ailenin,
“daha
iyi
gelir
kaynaklarına”
gereksinimi vardır. SHU’nın ana
hedefi de, ailenin gereksinimlerinin
karşılanmasını
sağlamaya
çalışmaktır.
Uluslararası
Çalışma
Örgütü
(ILO)’nun; 1976 yılında yaptığı
küresel
konferansında,
ayrıntılı
olarak tartışılan ve daha sonra
Dünya Bankasınca da benimsenen
“temel insani gereksinmeler” şu
şekilde tanımlanmıştır (Akt. Şenses,
2001:37);
Hane halkının (beslenme, barınma,
giyim gibi) özel tüketim için gerekli
olan, en az miktarlar,
Toplum tarafından, toplu tüketim
konusunda,
kendi
üyelerine
sağlanan gerekli hizmetler (içilebilir
su, kanalizasyon, elektrik, kamu
ulaşımı, sağlık ve eğitim),
Kendilerini
etkileyen
kararların
alınmasına katılım,
Mutlak
düzeydeki
temel
gereksinimlerin,
temel
insan
haklarının daha geniş bir çerçevesi
içinde
“mutlak
düzeyde
karşılanması”,
İstihdama,
temel
gereksinme
stratejisinin hem amacı hem de aracı
olarak yaklaşılması.
Maslow
(1971,
akt;
Cüceloğlu
1996:236), insanın gereksinimlerini
ayrıntılı
olarak
şu
şekilde
sıralamıştır:
Fizyolojik gereksinimler; barınma,
beslenme
(yemek,
su,
hava),
cinsellik,
Güvenlik gereksinimi; acıdan, korku
durumlarından uzak olma, korunma
ve düzen, değişmezlik ve kanun
Sosyal gereksinimler; sevgi, yakınlık
ve ait olma ihtiyacı ve kimlik
duygusu kazanma, diğerleriyle yakın
temas, sosyal faaliyetlerde bulunma,
Saygı görme ve itibar, statü edinme
gereksinimi;
yeterlilik,
prestij,
başarma, grup tarafından kabul
görme, tanınma ve onaylanma,
Kendini gerçekleştirme gereksinimi;
kişinin potansiyelini ve enerjisini
Sosyal
hizmet
uygulamalarının
birçoğunun
odağında
bulunan,
“çocuğun gereksinimleri” açısından;
güvenli bir aile ortamında yaşama,
eğitim görme, ana-babadan ilgi,
sevgi ve anlayış görme, fiziksel ve
duygusal
gereksinimlerinin
karşılanması,
teşvik
edilerek
cesaretlendirilmesi,
ana-babalar
tarafından
korunup
gözetilmesi,
sayılabilir.
Sosyal Çalışma Mesleğiyle İlgili Temel
Kavramlar
“Kavramlar”, sosyal bilimcilerin toplumsal
fenomenleri (olguları) ve olayları analiz
etmek,
gözlemlenebilen
dünyanın
nesnelerini sınıflandırmak ve bu olguları
açıklayarak, bir anlam yüklemek, bu
gözlemler ve analizler temelinde üst düzey
önermeler formüle etmek amacıyla sıklıkla
başvurdukları
terminolojik
araçlardır
(Marshall, 2005).
“Kavramlar”, nesnelerin soyut tasavvurları
olarak nesnelerin ya da olayların ortak
özelliklerini kapsayan, bir ortak ad altında
toplayan soyut ve gerçek dünyada olmayan
genel
tasarımlar
biçiminde
benzer
düşünceleri,
insanları,
olayları
gruplandırmak
için
kullanılan
sınıflamalardır. Kavram, klasik mantıkta
oldukça önemli olup, bu tasavvurların
dildeki
karşılıklarına
“terim
adı”
verilmektedir.
1. Sosyal Politika
Sosyal politika; ilk başta ‘geleneksel olarak
ücretli istihdamı odak noktasına alan’
(Özuğurlu, 2003: 61), emeğin günlük ve
kuşaklar
arası
yeniden
üretimi
çerçevesinde yaşanan birtakım sosyal
ilişkileri (aile, piyasa, devlet düzleminde)
kendisine konu edinmiş bir disiplin olarak
gündeme gelmiştir. Bu disiplin daha sonra
kapsamını genişleterek,
sosyal güvenlik, endüstri ilişkileri (işçi
sendikaları, toplu pazarlık süreçleri, ücret
politikaları), iş hukuku (ya da daha geniş bir
anlamda sosyal haklar), sosyal hizmetler
(eğitim, sağlık, barınma ve ulaşım
kapsamında kamusal hizmetler) ve sosyal
yardım gibi alanlarda çözümler bulmaya ve
politika üretmeye girişmiştir. Sosyal
politikalar, çok büyük oranda devlete ait
politikalar biçiminde, ‘bir yandan devletin
toplumsal sınıflar ve çıkarlar arasında
uzlaşma sağlama ihtiyacı ve arayışıyla
ilgiliyken, öte yandan devletin daha geniş
alanda sosyal eşitlik ve adalet sağlama
yükümlülüğünü karşılamaktadır’ (Koray,
2005: 27). Sosyal politikalar, esasında
ekonomik
efaaliyetlerin,
“paylaşımbölüşüm alanıyla ilgili” tüm sorunları,
anlaşmazlıkları ve düzensizlikleri, sosyal
adalet çerçevesinde çözmeye çalışan tüm
tedbirlerin, plan-programların ortak adıdır.
Sonuç olarak “sosyal politikanın” ana
görevi, geleceğe dair ümitsizlik, endişe ve
belirsizlik, güvencesizlik korkusu gibi
olumsuz duyguları gidermek, toplumda
güven, huzur ve barış tesis etmektir. Bu
modern önlemler sayesinde, ümidini
yitirme ve sosyal sapma noktasına
sürüklenmiş, toplumsal değerlere ve sosyal
sisteme karşı olumsuz tavır sergileyebilecek
kişiler, “sosyal koruma” kapsamına dahil
edilerek, toplum entegrasyonu sağlanmaktadır.
Çünkü sosyal politikalar, toplumdaki sosyoekonomik dengesizlikleri, gelir dağılımı
bozukluklarını, yoksulluğun yıkıcı etkilerini
önlemeye yönelik tedbir ve programlar
bütünü olup, mağdur durumdaki kitlelerin
durumlarını iyileştirmek amacı olan
düzenlemelerdir.
Çünkü sosyal politikalar, toplumdaki sosyoekonomik dengesizlikleri, gelir dağılımı
bozukluklarını, yoksulluğun yıkıcı etkilerini
önlemeye yönelik tedbir ve programlar
bütünü olup, mağdur durumdaki kitlelerin
durumlarını iyileştirmek amacı olan
düzenlemelerdir.
2.4.2. Sosyal Refah
İlk toplumlarda, üretim, tüketim gibi
unsurlar aile içerisinde karşılanmakta iken,
toplumlar karmaşıklaştıkça ortaya çıkan
yeni ihtiyaçlarla birlikte, bu ihtiyaçları
karşılamak için; eğitim, politika, din,
ekonomi vb. yeni toplumsal kurumlar
ortaya çıkmıştır. Bütün bunların sonucu
olarak, hayat bulan “karşılıklı destek
mekanizmaları”, insan gereksinimlerinin;
aile, politika, ekonomi vb. kurumlar
tarafından karşılanmadığı durumlarda
gündeme gelerek, bu dinamiklerden hayat
bulmuştur. Karmaşık bir hale gelen
toplumsal yaşamda, geleneksel kurumlar
olan aile, komşuluk, dini kurumlar vb.
unsurlar; birey ve toplum gereksinimlerini
karşılayamaz duruma gelmiş ve ortaya
çıkan “sosyal sorunlar” ise, birey-ailetoplum kapasitelerinde bozulmalar, yıkıcı
etkiler yaratmıştır.
Akıl besleyen anlayışlarla ABD ve Avrupa
devletlerinde, bireylerin daha geniş sosyal
hizmetler
olanaklarına
gereksinim
duyduğu, buna karşılık kamunun da
yurttaşların refahı için daha fazla
sorumluluk alması düşüncesi kabul
görmüştür.
Zafer hocamın dikkatine!!!
sosyal
sigortalar,
sosyal
yardımlar, demokrasi, insan
hakları, sosyal adalet, sosyal
kalkınma, sivil toplum”, SOSYAL
İŞLEVSELLİK
VE
YAŞAM
KALİTESİ kavramları
Doç. Dr. İsmet Galip YOLCUOĞLU
Üsküdar Üniversitesi
SOSYAL HİZMETE GİRİŞ
BÖLÜM 3
İstanbul-2015
[email protected]
• Bir Disiplin Ve Meslek Olarak Sosyal Çalışma
• Çağımızı belirleyen önemli özelliklerin başında teknolojik gelişme gelmekte
olup insanlık uygarlığı bilimsel ve teknolojik bakımdan gerçekten zirve
denilebilecek seviyelere ulaşmıştır. Fen bilimlerinde meydana gelen hızlı ve
çarpıcı gelişmeler aynı şekilde sosyal bilimlerde de meydana gelmemiş ve
sosyal alandaki gelişme ve ilerleme daha düşük seviyede kalmıştır.
Çağımızda yoksulluk cehalet hastalıklar işsizlik nüfus patlaması ve hatta
açlık gibi geleneksel sorunlar halen yaşamaya devam edilmektedir.
Bunların yanı sıra gelişmenin ürettiği sosyal yalnızlık değer kargaşası
gençlik bunalımı alkolizm ve uyuşturucu alışkanlığı ile aile çözülmesi kadın
hakları sorunu nüfusun yaşlanması yer değiştirmesi konut sıkıntısı
otomasyon nükleer silahlanma gibi sorunlarda insanlığı tehdit eden
günümüz sorunları arasında giderek ivme kazanmaktadır. (Kut 1988)
[email protected]
Sosyal sorunlar bilimsel araştırmaya olan gereksinimi artmıştır,
sosyal çalışma da diğer sosyal bilimler gibi ortaya çıkan sosyal
sorunları kendine özgü bilimsel teknik ve yöntemlerle çözmeye
soyunmuş olan uygulamalı bir çalışma alanı ve disiplindir.
Yukarıda bahsedildiği üzere sosyal çalışmanın ülkemizde cılız
kalması nedeniyle modern dünyadaki sosyal çalışma
uygulamaları ve oradan alınan kuramsal bilgilerin ülkemizin
sosyokültürel yapısındaki izdüşümlerinin ne olduğu ortaya
çıkarılamamış ve bize özgü sosyal çalışma kuralları yerel bilgiler
de üretilememiştir.
[email protected]
Bilim ilgilendiği konular üzerinde açıklamalar tahminler ve ilişkiler kurmayı
amaçlayan sistematik bir bilgi bütünü olarak dünyadaki olayları niçinlerini
bulabilmek amacıyla bilgi toplama ve biriktirme yoludur. Bilgi toplamanın
amacı kuramları hipotezleri açığa kavuşturabilmek olup buradan elde
edilecek bilgiler yeni kuramlarının ortaya çıkmasına olanak vermektedir.
Esasında kuramlar olayları daha açık bir biçimde görmemize anlamamıza
yardımcı olan fikir bütünlerinden önermeler kavramlar ve tanımlamalardan
oluşmaktadır. Örneğin kurama örnek verecek olursak bir şehirde polis
memuruna yönelik ağır bir saldırı olursa polisler arasında bu olayın failini
yakalamak için gösterilen çabalar normal zamanlarda kinden çok daha fazla
olacak ve belli bir amaca kitlenen teşkilatta güç birliği artacaktır. Alman
sosyolog George Simmel(1858-1918) bu gibi olayları açıklayan şöyle bir
kuram geliştirmiştir “Eğer iki grup arasında ortak bir düşman veya çatışma
olursa bu çatışmanın büyüklüğü ölçüsünde gruplar arasındaki dayanışma
artar”
[email protected]
• Bizde kuram geliştirme denemesi yapacak olursak “Türkiye'de egemen
olan müslüman kültürde var olan yardımlaşma ve dayanışma düşüncesi
toplumun ve politikanın bu mesleği profesyonel bir çalışma alanı olarak
kabul etmesini ve sosyal çalışmanın bir disiplin ve meslek olarak
gelişmesini engellemiştir” görüşünü bir hipotez olarak dile getirebiliriz.
• Bilimsel yöntem nasıl sorusuna yanıt arayan bir içeriğe sahiptir. Bütün
bilimsel araştırmalarda bulunması gereken ilkeler objektiflik doğruluk
ve tekrar edilebilirlik basitlik ve açıklık sınırlılıktır.
• Araştırma yöntem ve tekniklerinin nasıl hangi kriterlere göre
kullanılacağı bilim dallarının neyi nasıl ve neye göre araştıracağı
“yöntembilim” (metodoloji) kavramında ifadesini bulmaktadır.
Yöntembilim bilimsel çalışmaların nasıl yapılacağını konu edinmiştir.
[email protected]
• Toplumsal bilimler ve özellikle sosyolojinin bir bilim dalı olarak
gelişmeye başladığı ve asıl gelişmelerin 19. yüzyılda meydana geldiğini
söylemek mümkündür.
• Grekçe de “loji” sözlüğü bilim karşılığında kullanılmakta olup psikoloji
filoloji antropoloji sözcükleri bir bilim dalını belirtmektedir. Bilim en
geniş anlamıyla sistematik bilgi kümesidir. Tarihsel gelişim içerisinde ilk
bilim dalı matematik ve matematik biliminde kavramlar somut
gerçeklerden yoksun olan önermeler den oluşmakta olup yöntemi
“tümdengelim” dir. Genelden özele giderek bilimsel sonuçlara varılır,
buna paralel olarak ortaya çıkan mantık biliminde de kıyas yöntemi
kullanılır.
[email protected]
Auguste Comte 1798 1857 toplum biliminin temelini atan fransız düşünür
olarak toplumda 2 düzen olduğunu savunmuştur. Toplumun tüm
kurumları olarak “statik” ikincisi ise “dinamik” düzen olan toplumun
gelişimidır. Ondan sonra yine bir fransız düşünür Emile Durkheim (1857
1917) fizik biliminin yöntemlerini sosyal bilimlere uygulayarak “toplumsal
olgu” (fenomen) kavramını ortaya atmıştır, bu kavramdan hareket ederek
toplumsal ilişkiler açıklamaya çalışmıştır. Günümüzde de geçerli sosyal
bilimlerdeki kavramlardan en önemlisi olan bu terime göre bir toplumsal
olgunun nedeninin başka bir toplumsal olgu olduğu gerçeğidir bir başka
deyişle toplumdaki olaylar arasında neden sonuç ilişkisi vardır sosyal
bilimlerin konusu da var olan neden sonuç ilişkisini araştırmak açıklamaya
çalışmaktır.
[email protected]
Avusturyalı düşünür Karl Popper 1934 yılında “bilimi” bataklıkta kalıplar
üzerine dikilmiş bir yapıya benzetir bu kazıklar hiçbir zaman var olan doğal
ve sağlam bir tabana doyanmaz çünkü kazıklar yalnızca geçici bir süre için
kendilerine sağlam bir dayanak bulmuştur, sağlam sanılan temel bir süre
sonra yine zayıflayacaktır bu nedenle kazıkların hep daha derine çakılması
vazgeçilmez olmalıdır bu durum bilginin mutlak olmadığı görüşü ile
bağdaşmamaktadır bu nedenle de tümdengelim yoluyla genel geçerliliği
olduğu sanılan kavramlar ve varsayımlar çürütülebilir ve yanlışlanabilir
yanlış sanmadığın sürece evrensel geçerliliği yalnızca bir süre için
kanıtlanmış olur. Bizim için önemli olan gündelik yaşamdaki bilgimizin
bilimsel bilgiye dönüştü biçimidir. Karamsar değilim bilim ve felsefe ile
gerçeğe yaklaşmak olasıdır ancak kesin bilgiye ulaşamayız. (Popper, 2010)
[email protected]
Her bilimsel disiplin gibi sosyal çalışmanın da kendine özgü bir dili yani
jargonu vardır. Jargon sözcüğü Fransızca kökenli olup belli bir bilim dalında
kullanılan kendine özgü özellikleri olan kavram ve deyimleri kapsamaktadır.
Çocuğun yararı, çocuğun iyilik hali, ailenin iyilik hali, yaşam kalitesinin
artırılması, sosyal işlevsellik, toplumun insan kaynağı, bireyin
gereksinimleri, sosyal çalışma mesleğine özgü jargona örnek olarak
gösterilebilir. Kant'ın deyişiyle kavramsal olgu kör ve olguya dayanmayan
kavram boştur. Bilim bu iki unsurun karşılıklı etkileşimlerini içeren çok
uzun soluklu bir süreçtir, bir sosyal bilim alanı disiplin ve meslek olarak
sosyal çalışma insanı ve toplumu odak alan bir çalışma alanıdır. Onu diğer
sosyal bilimlerden ayıran en temel özellik uygulamaya yönelmiş olması ve
mesleğin öznesi olan birey ve toplum sorunlarını çözmeye azaltmaya
odaklanmış olmasıdır. Sosyal çalışma insanın yaşam alanları ve etkinlikler
içerisinde ortaya çıkan birey ve toplum sorunlarını bunları yaratan
tetikleyen nedenleri tespit etmeyi ve çözmeyi görev edinmiş bir meslektir.
[email protected]
• Sosyal çalışma mesleği modern endüstri toplumunun doğuşu ve
gelişimiyle, aydınlanma düşüncesiyle, bilimsel teknolojik değişmeler ve
sosyal bilimlerin ilerlemesiyle devlet yapısındaki demokratik toplum ve
yönetim düşüncesindeki gelişmeler bütünlüğünde güçlenmiştir. (Cılga
2004)
• Sosyal çalışmanın bireylerin refahını sağlamak ve sosyal değişmeyi
etkilemek, insanın sosyal işlevselliğini engelleyen tıkanıklığını açmak
birey toplum etkileşimini güçlendirmek ve geliştirmek insan haklarını
güvence altına almak, toplumsal refah ve kaynakların dağılımını
dengeleyerek sosyal adalete ulaşmak gibi “odağında insana hizmet”
olan yüksek amaçları bulunmaktadır.
[email protected]
Çağımızın düşünce sistemi insana yaklaşımın rastgele ve şansa bırakılan bir
yaklaşım olamayacağı gerçeğini, kabul eden bir düşünce tarzıdır. Böyle bir
yaklaşım belli bir disiplin ve bilimsel bir temele dayalı olmadıkça insanı
anlamanın, ihtiyaçları karşılamanın, sorunları çözmenin, insanın temel
ihtiyacı olan toplumla bütünleşmesini sağlamanın mümkün olamayacağını
öngörür. Sosyal çalışma mesleği, işte böyle bir düşünce sisteminin
ürünüdür. (Kut 1988)
Bilim olarak sosyal çalışma; insanın ve toplumun değişmesi ve gelişmesinin
dinamiği ve yasaları konusunda gelişme düşüncesi ve bilgisi ile insanın
toplumsal etkinliliğini geliştirme yaklaşımı, yöntemi ve uygulaması
konularında bilgi üreten bir bilim dalıdır. Burada önemli kavramlar olarak
bireyin ve toplumun değişme ve gelişme dinamiğine ilişkin yasalar, gelişme
düşüncesi ve bilgisi, insanın toplumsal etkinliğini geliştirme yaklaşımı,
yöntemi ve uygulamasının bilim dalı olma nitelikleridir.
[email protected]
Meslekler ilgili olduğu disiplinlerden sağladığı bilgileri özel ya da evrensel
olarak belirlemiş amaçları gerçekleştirebilmek için mesleki uygulamalar da
kullanır. Böylece nesnel ve daha soyut planda ele alınan “disiplin”
biriktirdiği bilgilerin uygulamaya aktarılmasıyla “bir amaca yönelik”
insanların yaşamlarının kolaylaştırılması açısından bir anlam kazanır.
Görüldüğü üzere disiplinler bilgi biriktirir ve bu birikimi mesleklere
aktarırlar. Sosyal hizmet tarihi açısından bu durum tersine bir süreçte
gerçekleşmiş ve önce mesleki uygulama ortaya çıkmış daha sonra da bu
uygulamalardan kazanılan bilgilerle disiplinin ana hatları belirlenmeye
başlamış yan disiplinlerden aldığı bilgilerle mesleki bilgi birikimini belli bir
sistematiğe oturtmuştur. Disiplini belirleyen nitelikler “birbirini
tamamlayan” bir çerçevededir.(Kongar, 1972)
[email protected]
Meslek olarak sosyal çalışma; demokratik toplumda insanın ve toplumun
gelişmesine, temel hak ve özgürlükleri, sosyal ve ekonomik hakları, siyasal
katılım hakları doğrultusunda yaşam niteliğinin yükseltilmesini, toplumsal
etkileşim mekanizmalarını harekete geçirerek, bilimsel yaklaşım yöntem ve
tekniklerle yardımcı olan bir meslektir.
[email protected]
• Bir işin meslek olabilmesi için şu kriterlere sahip olması gerekir.
(Greenwoord, 1957, Kut, 1988) (1) sistematik kuram (2) mesleki otorite
(3) toplumsal yaptırım (4) meslek etiği (5) meslek kültürü
• Sosyal çalışma mesleki otoritesini eğitim yoluyla kazandığı sistematik
teoriye dayalı bilgi ve becerilerini mesleğin “alan uygulamalarına”
aktararak elde etmiştir.
• Modern dünyada geri kalmış ülkeler bazı disiplin ve meslekleri
modernleşmesini tamamlamış ve gelişmiş ülkelerden almış yada
ülkelerdeki uygulamalarda etkilenmişlerdir. Bu iletişim ve etkileşimler
sonucunda ülkede ortaya çıkan bir meslek yada disiplin o ülkenin temel
toplumsal yapısı bakımından işlevsel bir nitelik içeriyorsa gelişme
olanağı bulabilmiş yoksa istendiği ölçüde gelişme olanağı
yakalayamamıştır. Temel toplumsal yapı uygun değilse ülke yeni
getirilen meslek ya da disiplinlerin uygulaması ve etkinlikleri açısından
sosyal ortamda ki olaylar ve olguların karşılıklı etkileşimi harmanında
kavrulması güçsüz ve cılız kalmasısöz konusu olmuştur. (Kongar,1972)
[email protected]
Sosyal çalışma böyle bir meslektir. Ülkemizde 1962 yılında birleşmiş
milletler öncülüğünde başlatılan sosyal çalışma eğitimi geçen 50 yıllık
dönemde bir türlü arzu edildiği bölüm sayısı ve meslek elemanı sayısına
ulaşamamış 2002 yılına kadar tek bölümünde Hacettepe Üniversitesi
SHYO'nda eğitim sürdürmek zorunda kalınmış bunun sonucu olarakta
ülkemizle nüfusu yaklaşık aynı olan İngiltere Almanya Fransa gibi ülkelerde
yüzbine yakın sosyal çalışmacı, birey ve toplumun sorunlarıyla uğraşırken
ülkemizdeki sayı sadece 2000 lerde kalmıştır. Bu durum sistemi mesleği
farkındalığı savunuculuğu ve mesleki işlevleri fazlasıyla negatif yönde
etkilemiştir. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi kadar eski
geleneksel bir uygulama oluşu, sosyo kültürel sosyo ekonomik ve sosyo
politik bakımdan ülkemizde bu mesleğin henüz tam olarak anlaşılmadığı
değerinin bilinmediğini göstermektedir.
[email protected]
Aynı zamanda henüz tam olarak bir sanayi toplumu olmayışımız
modernleşme ve aydınlanma sürecinin tamamlayamama demokratik
anlayışın olması gerektiği gibi oturmayaşı ve kentleşme sürecimizin
kentleşmeye doğru tam olarak evrilememesi gibi faktörlerin de toplumun
sosyal çalışma mesleğine olması gereken işlevini tam olarak vermemesinin
nedenleri olduğu söylenebilir. Ülkemizdeki tarihi 50 yıldır. Ülkemizde bu
mesleğin yapılanması tamamlanmamıştır. Sosyal çalışma ülkemize özgü
toplumsal yapı kültür ekonomiye hükmeden politika ve tarihsel dönemin
geri olan sorunların oluşturduğu dörtlü değişkenlerin harmanında temel bir
yapılanmaya kovuşmalıdır. Ancak Türkiye'de bu tartışmalar henüz
başlamamış bilimsel tartışmaların sonuca götüren doğası ve lezzeti sosyal
çalışmacıları sarmayalamamıştır.
[email protected]
•
Bunun nedenleri; tartışma ortamı yaratılmaması bunu altyapı
oluşturacak kaynak birikiminin yetersiz kalması, tartışmayı
alevlendirecek yayın yoktur ilgi zayıf düzeydedir.
• Tek bir disiplin insanı ve toplumu inceleyemez birçok disiplin insan ve
topluma farklı yönlerini ele alır inceler ve kendi mesleki odağından bir
takım olgulara tespitlere ulaşabilir. Bilimde birikimli özelliğiyle
gelişmeleri diğer alanlara adapte eder harmanlar bu şekilde yeni
bilgilerin üretilmesin de kullanır. En basit bir biçimde sosyal çalışma
çevresi içinde bireyi odak olarak alır, bilimsel açıdan değerlendirirsek de
mesleki müdahalesini gerçekleştirir insan kaynağının korunması ve
geliştirilmesi ve sosyal değişmenin sağlıklı biçimde gerçekleşmesi ne
yaptığı tüm mesleki uygulamalarıyla katkı verir. Sosyal çalışmanın
“birey ve topluma” bu yaklaşım biçimi, onu diğer disiplinlerden ayran
bir nitelik gösterir.
[email protected]
• Sosyal Çalışmanın Bilgi Beceri Ve Değer Temeli
• İlk başta kavramsal olarak belirtmek gerekir ki “bilgi” doğru olarak
kabul edilen gerçeklikle kanıta dayalı olarak kesin biçimde algılanan,
ilgili, onaylanabilir ve yüksek bir gerçeklik olasılığı olduğuna karar
verilen, bilimsel içerik, görüş ve inançlar olarak tanımlanmaktadır.
“Beceri” zihinsel ve fiziksel etkinlik gerektiren bir işi yapabilme yetisi
“değerler” ise insanların etik yada uygun davranışlar hakkında neyin
doğru ve istenilir neyin yanlış ve istenilmeyen olduğuna ilişkin fikirlerdir.
İçinde yaşadığımız, küresel değerlerin ön plana çıktığı ve hızlı bir
değişimin yaşandığı dönem, bilgi toplumu, bilgi çağı olarak
adlandırılmakta ve bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler toplumsal
yapıların değişmesine veya yeniden şekillenmesine neden olmaktadır.
Yaşanan hızlı değişim süreci beraberinde yeni kavramlar ve olgular
getirmiştir
[email protected]
•
Bu yeni kavramlardan biri de bilginin temel güç ve başlıca sermaye
kaynağı olduğu, anlamına gelen bilgi çağı ya da bilgi toplumudur. Bilgi
toplumunda bilgi amaç değil araçtır ve toplumsal yaşamın her
aşamasını aydınlatan yönlendiren başlıca güçtür bilgi bir yaşam biçimi
düşünme ve yaşam tarzıdır.
• Bugün küreselleşen dünyada insanlığın önündeki en büyük
gerçeklerden biri dünyada bilgiyi üretenlerin ve kullananların gücü
ellerinde bulunduracağı gerçeğidir. Çünkü bilgi güçtür ve küresel
dünyada bilginin güç olduğu artık bir gerçeklik hale gelmiştir. Bu
nedenle bilginin doğasına ilişkin bakış açısının değişmesi bireyi de
değişime zorlamaktadır. Bilgi toplumuna geçiş ile birlikte evrenin
mekanik olduğunu ve geleceğin kesstirilebileceğini ileri süren pozitivist
paradigma geçerliliğini yitirmiştir. Pozitivizm ötesi yeni paradigmaya
göre gelecek ve yön belirsizdir, sadece olasılıklar bilinebilir, doğada
ilişkiler doğrusal değildir ve karşılıklı nedensellik ten söz edilebilir,
geleceğin belirsizliği ve kesin sonuçları kestirilememesi doğanın temel
koşuludur.
[email protected]
•
(Yıldırım ve Şimşek 2000) buna göre başta eğitim yöneticilerinin
öğretmenlerin Drucker’in (1996) deyimi ile yeni gerçeklerin farkında
olmaları ve yeni paradigmanın eğitime yansımalarını iyi
değerlendirmeleri gerekmektedir.
• Sosyal çalışma; bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumun iyilik halini
artırmayı ve toplumda sosyal adaleti sağlamayı hedefleyen, ulusal ve
uluslar arası konu ve alanlarda bilgi ve beceriye sahip, mesleki değerleri
koruyan ve geliştiren; ülkenin ihtiyaçları ve sosyal politikasına ilgi duyan
“bilgi beceri değer” temeli bakımından yetişmiş sosyal çalışmacılara
dayalı bir meslektir.
[email protected]
• Sosyal Çalışmanın En Önemi Temeli Olarak: Bilgi
• Bilgi sözcüğü felsefede kullanıldığı Yunanca anlamıyla “episteme” ve
ingilizcesi “knowledge”(na’lic); nesneyi zihinde var kılan düşünce edimi
sonrasında herhangi bir şeyi düşünce ile sezmek anlamına gelmektedir.
Başka bir tanıma göre ise bilgi geleneksel olarak doğrulanmış doğru
inanç olarak tanımlamaktadır. Bilgi doğru olarak kabul edilen
gerçeklikle kanıta dayalı olarak kesin biçimde algılanan ilgili
onaylanabilir ve yüksek bir gerçeklik olasılığı olduğuna karar verilen
bilimsel içerik görüş ve inançlar olarak tanımlanmaktadır.
[email protected]
• Platon bilgilerimizi gerçek dünyadaki gerçekliklerin yansıları olarak
görmüş ve bilgi edinme ise anımsama olarak değerlendirmiştir. Platon
ve onun takipçileri doğuştan bilgilerin varlığını savunurken Aristoteles
ve diğer gerçekçiler bilginin tümüyle dünya deneyleri ile duyu organları
aracılığıyla yani sonradan edinildiğini savuna gelmişlerdir.
• Bilgilerimizi önceliğini akıldan mı yani öznedin mi yoksa deneyden mi
yani liseden mi yani nesne den mi aldı ve hangisinin öncelikli öge
olduğu sorusu da insanlığa ve bilginin gelişimi sürecinde daha karmaşık
bir niteliğe bürünmüştür. Bütün bu bilgilerden anlaşılacağı üzere bilgi
edinme serüveni her çağda güçlüklerle dolu bir sorun alanı olarak
kendini göstermiştir.
[email protected]
• Sosyal çalışma açısından bilgibilimi (1) bilgi olanaklı mıdır (2) eğer
öyleyse hedefleri gerçekçi mi yoksa ideal midir (3) kaynağı deneyim mi
yoksa akıl mıdır (4) bilgi tek midir gibi sorularla değerli ve bilimsel
bilginin ne olup ne olmayacağını ortaya koymaya çalışmaktadır. Sosyal
çalışma bir sosyal bilim veya disiplin alanı olarak birçok alanda geniş
misyonu etkileri olan bir meslektir bu nedenle birçok düzeydeki mesleki
uygulamalar gerçekleştirmek için kapsamlı ve derinlikli bir bilgi temeli
entelektüel bilgi ve becerileri gerektiren bir çalışma alanıdır sosyal
çalışma eğitiminin başlangıcından bugüne 100 yılı aşkın bir süre geçmiş
olmasına rağmen salt sosyal çalışmaya ait bilgi temelinin neyin
oluşturduğu sorusu halen belirsizliğini sürdürmektedir.
• Bu anlamda sosyal çalışmacılar ve akademisyenler bu zor mesleğin
bilimini geliştirmek zenginleştirmek ve daha netleştirmek için sürekli
olarak çaba harcamaktadır.
[email protected]
• Mesleğin bilgi gövdesi kapsamında aşağıdaki unsurlar çok önemli bir yer
tutmaktadır. Bireylerle gruplarla ve toplumda sosyal çalışma kuramn
bilgileri ve uygulama teknikleri bilgileri bunların yanında toplum hizmetleri
kaynakları bilgisi toplum örgütlenmesi kuramı bilgisi sağlık ve sosyal refah
hizmetlerinin gelişimi personel yönetim kuramları sosyal ve psikolojik
istatistikler müracaatçılara etki eden sosyal ve çevresel faktörler bilgisi
psiko sosyal değerlendirme müdahale tanı ve kuramları ve teknikleri bilgisi
geniş bir mesleki süpervizyon bilgisi ve diğer kültürel gruplar, bunların
değerleri, yaşam biçimleri ve çağdaş toplumda karşılaştıkları güçlükler
bilgisi de sosyal çalışma uygulamaları için yaşamsal bir değerdedir.
[email protected]
• Ayrıca örgütsel davranış, örgüt kuramı, küçük grup kuramı ve davranış
dinamikleri bilgisi grup etkileşimi ve terapötik müdahale kuramları ile kriz
müdahalesi kuramları ve teknikleri bilgisi, savunuculuk kuramı ve
teknikleri bilgisi, etik standartlar ve profesyonel sosyal çalışma uygulama
bilgisi, eğitim ve öğretim kurumları ve teknikleri bilgisi, sosyal refah
alanındaki gelişmeler ve politikalar bilgisi, sosyal sistem kuramı ve değişimi
teşvik etme yöntemleri bilgisi, toplum örgütlenmesi kuralları bilgisi ve son
olarakta mesleki uygulamalara etki eden yasal düzenlemelere ilişkin
mevzuat bilgilerde sosyal çalışmanın bilgi gövdesinde yer almaktadır.
[email protected]
•
“Profesyonel bilgi”, eyleme konulup bir mesleği uygulamak amacıyla
kullanılmadıkça “yararlı” olamayacaktır. Profesyonel mesleki uygulamalar
sonucunda deneyim yoluyla elde edilen uzmanlık “pratikten gelen bilgi” ya
da “ustalık” bilgisi olarakta adlandırılmaktadır.
• Genel olarak bakıldığında sosyal çalışma bilgisini birbiri ile örtüşen ve
birbiri ile birleşen (1) kuramsal bilgi (2) olgusal/gerçeklik/olay bilgisi (3)
uygulamaya deneyime dayalı kişisel bilgi olmak üzere üç başlık altında
sınıflandırıldığını görmekteyiz.
[email protected]
• kuramsal bilgi
• kuramsal bilgi veya kuram; (a) insanlara durumlara ve olaylara ilişkin
anlayışımızı açıklayan kuramlar (b) sosyal çalışmanın rolü görevi ve amacını
açıklayan kuramlar (c) uygulamaya doğrudan ilişkisi olan kurumlar,
uygulama yaklaşımları ve bakış açıları gibi birbiriyle örtüşen üç alan olarak
sınıflandırılabilmektedir. Bu ele alış biçimi sosyal çalışma etki eden farklı
kuramlara ilişkin sınıflandırma olanağı vermektedir. Bu farklı kuramlara
ilişkin sınıflamalar (1) karşılaşılan sorunların doğası (2) sorunlarla ilgili
olarak sosyal çalışmacıların rolü ve sorumlulukları (3) bu sorunların
çözümü için tavsiye edilebilecek veya kullanılabilecek uygulama becerileri
ve müdahalelerdir. Sosyal çalışmanın durumları ve olayları açıklamasına
yardımcı olan kuramlar temelde psikoloji sosyoloji hukuk sosyal politika tıp
siyaset bilimi ekonomi felsefe tarih antropoloji yönetim gibi disiplinlerden
ödünç aldığı bilgilerden oluşmaktadır.
[email protected]
• Sosyal çalışmanın rolü, görevi ve amacına analiz etmeye odaklanan
kuramlar sosyal çalışma bir reform mu devrim mi? Sosyal çalışma insanları
sistemi uydurmalı yoksa sistemi mi değiştirmeli? Sosyal çalışma temelde
rasyonel teknik bir aktivite mi yoksa pratik ahlaki bir aktivite mi?
Sorularına yanıt aramayı hedefler.
• Sosyal çalışma üç temel özelliği bakım tedavi ve sosyal kontrol dür. Sosyal
çalışma eğitiminde yoğunluklu öğretilen temel uygulama kuramları;
bilişsel davranışçı, müracaatçı merkezli, görev merkezli, psikososyal çözüm
odaklı ve güçler temelli yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu kuram ve
yaklaşımları genellikle eklektik yada bütünleşik olarak mesleki uygulama
da kullanılmaktadır.
[email protected]
•
Olgusal Bilgi
• Olgusal bilgi; yasa koyucu, doğal bilimleri olan fizik kimya biyoloji gibi
alanlarda nesnel kanıtlanabilir bilgilerdir. Olgu duyu organlarıyla
algılanabilir olan sosyal alanda da fiziksel alanda da kendini bilince açan
çağdaş olgu bilimcilerce gerçek varlık olarak değerlendirilen dolaysız
deneysel verilerdir. En genel anlamda olgu, bilimin konusunu oluşturan
şeydir. Kant olguyu olası deneyin nesnesi olarak tanımlamıştır. Kısaca
bilinçli özneye görünen ve kendini ya iç duyuma ya da dış duyumda ortaya
koyan herşeye olgu diyebiliriz. İçsel ya da ruhsal açıdan da bilincin çeşitli
etkinliklerle düşünceleri duyguları izlenimleri de bir olgu saymak yanlış
olmayacaktır. (Timuçin, 2010)
[email protected]
• Ulusal bilgi açısından sosyal çalışma disiplini için geçerli olanı
belirleyebilmek doğrusunu söylemek gerekirse oldukça zordur. Sosyal
çalışma da olgusal bilgi başlığı altında güncel bilgi ve araştırmanın önemli
olduğu beş anahtar alan (1) hukuk/ mevzuat; hükümet politikası
tarafından şekillendirilmektedir (2) sosyal politika (3) kurum politikası (4)
belirli insan grupları ile ilgili bilgi (5)belirli bireysel ve toplumsal sorunlar
• Daha önce belirtildiği gibi sosyal çalışma eğitiminde olgusal bilginin
kapsamı ve özellikle uygulayıcıların gereksinim duyduğu olgusal bilgi ile
ilişkili olarak bu mesleğe özgü bilgi temelini nerede olduğu açık değildir.
•
[email protected]
• Tıp, eczacılık gibi diğer profesyonel eğitimlerde olgusal bilgiyi edinmek ve
alan uygulamalarında kullanmak, profesyonel kimlik duygusunu
destekleyecek temel bir etkinliktir. Benzer biçimde sosyal çalışma da
kendine ait belirli türdeki anahtar olgulara sahip olmazsa, alan
uygulamalarında bunları etkili bir biçimde kullanamazsa bu durum
mesleğin profesyonel geçerliliğini olumsuz yönde etkileyecek ve sosyal
çalışma mesleği eczacılık hemşirelik gibi gelişmiş ve geniş biçimde kabul
gören mesleklerin girmiş olduğu “semboleşme” sürecine bir türlü
giremeyecektir.
[email protected]
• Kişisel Bilgi
• Sosyal çalışmanın bilgi temelinin nasıl kavramsallaştırılabileceği mesleki
uygulamalara nasıl aktarılabileceği konusu bilgi edinme bilgiyi kullanma
bilgi üretme ile ilgilidir. Bu durum halihazırda sahip olma ve uygulanan
yeni bilinen bilgiyi farklı şekillerde açıklamakta ve yeni bilgilerin
oluşturulması, üst düzeyde soyutlamalar yoluyla, mesleğin bilgi ve
uygulama temelli zenginleştirmesenin yollarını açabilecek unsurları
bünyesinde taşımaktadır. Uygulamaya dayalı bilginin ayrılmaz bir parçası
kişisel deneyim ve bilgi olup bunlar ise uygulayıcıların alan çalışmalarından
edindiği bilgileri içermektedir.
[email protected]
• Sosyal çalışmacıların uygulama becerileri insan farklılıkları ve bireyselliğin
değerini ve önemini bilmenin yanı sıra bireyin sahip olduğu gücü ve sosyal
çevrenin gücü, kaynaklarını da görebilmeyi içermektedir. Meslek
elemanları müracaatçıların yaşamlarından ve paylaştıkları deneyimlerden
bilgi edinmeye değerlendirmeye açık olmalıdır ancak bu şekilde mesleğin
bilgi temelli ve buna paralel olarak etkili bir müdahale ile
müracaatçılarınıda güçlendirebileceklerdir. Sosyal çalışma müdahalesinde
temel amaç sosyal çevrenin ve toplum kaynaklarının bireylerin gelişimi için
seferber edilmesi ile sorun sahibi kişilerin kendi güçlü yönlerini becerilerini
fark etmeleri ve bunları kullanmayı öğrenecek yaşamlarını olabildiğince
sağlıklı biçimde organize edebilmelerine yardımcı olmaktır.
[email protected]
• Kongar (1972) Sosyal çalışmacıların aşağıdaki konularda bilgi sahibi olması
gerektiğini ifade etmiştir (1) insan gelişimi ve davranışı (2) insanın kendisi
dışındaki bir kişi ya da kaynaktan yardım alması ve vermesinin psikolojisi
(3) kişilerin duygularını sözcükler hareketler ve etkinlikler halinde dış
ifadeleri dönüştürme ve insanların birbiriyle haberleşme yolları (4) kişiyi
etkileyen grup işleri ve süreçleri ile bireyin üzerindeki etkisi (5) dini
inançları manevi değerlerin toplumsal kurumları da kapsayan kültürün
anlamı ve birey grup ve toplumlar üzerindeki etkisi (6) bireyin diğer
bireylerle gruplar ve toplumla olan ilişkileri iletişim süreçleri (7)
toplumdaki iç süreçler, gelişme ve değişme biçimleri, sosyal hizmetler ve
kaynaklar (8) sosyal hizmetler, yasal örgütsel yapıları, yöntemler (9)
mesleki işlevlerini etkilemesi bakımından uygulayıcısı olarak sosyal hizmet
uzmanının kendi hislerinin ve tutumlarının sorumluluğunu taşıması ve
bunlardan haberdar olması.
[email protected]
• Amerikan sosyal hizmet eğitim konseyi sosyal çalışma eğitiminde lisans ve
lisansüstü programları için müfredat politikası yayınlamış ve bunları son
başlık altında toplanmıştır 1 bir insan ve beşeri bilimlere bakış açısı 2
sosyal çalışmanın değerleri ve etiği 3 insan farklılıkları 4 sosyal ve
ekonomik adaletin gerçekleştirilmesi 5 risk altındaki nufus grupları 6 insan
davranışı ve sosyal çevre 7 sosyal refah politikası ve sosyal hizmetler 8
sosyal çalışma uygulaması 9 araştırma 10 alan uygulaması
[email protected]
• Öte yandan iş baskıları, kırtasiyeciliğin ve meslek dışı yüklenen görevlerin,
para, yasalar ve diğer kaynakların sınırlı olmasından dolayı, sosyal hizmet
uzmanlarının bilgi oluşturabilmesi, bu negatif etkenlerden olumsuz
etkilenmektedir. Öncelikle lisansüstü programların niceliği ve niteliği
yükseltilmeli ve bu yolla yasal olanaklar zenginleştirilmelidir ve sosyal
sorunların daha etkili çözümü için sosyal inovasyona dayalı yenilikçi
stretejiler geliştirebilmelidir. Sosyal hizmet uzmanlarının alan
çalışmalarından, yaptıkları mesleki müdahalelerden bilgi oluşturabilmesi
ve geliştirebilmesi; kültürünü, uygulama bilgisini, uzmanlığını ve akademik
becerilerini güçlendirebilmesi için, geniş olanaklara ve hareket yeteneğine
sahip olmaları şarttır. Ancak bu yolla sosyal çalışmanın bilgi temelini neyin
oluşturduğu hakkında geniş ve derinlikli bir bakış açısı geliştirilmesi ve
mesleğin ontolojik sorunlarının çözümüne katkı yapılması, güçlendirilmesi
olanaklı hale gelebilir.
[email protected]
• İnsan Davranışları Ve Sosyal Çevre Bilgisi
• insan davranışı ve sosyal çevre bilgisi sosyal hizmet uzmanları na
kavramsal bir bakış açısı kazandırarak dünyayı nasıl yorumlaması gerektiği
konusunda bir çerçeve sağlayarak müracaatçılarla birlikte içinde bulunan
durumu değerlendirme ve çözüm için olası seçenekleri belirleme
konularındaki katkıları sağlar. Bu alanlardaki derinlikli bilgiler uygulama
becerilerin geliştirilmesi için esastır ve bireyin sorununu ve durumun nasıl
doğru değerlendirebilmesi, etkili müdahalede bulunabilmesi açısından
kritik bir basamaktır. Sosyal çevre insan davranışlarını anlama ve anlatma
konusunda yaşamsal bir öneme sahiptir çünkü insanlar sürekli ve dinamik
olarak sosyal etkileşimler ile iç içedir. İnsan davranışlarında da sürekli bir
hareketlilik, iletişim, değişim vardır. Ayrıca sosyal çalışma uygulamalarında
insan davranışı ve sosyal çevre bilgisi temel olup resmin tümünü iyi
anlaşılabilmesin yanında seçenekleri de daha kapsamlı belirleyebilmek için
bu alanlarda derinlikli biçimde özümsenmiş bilgiler gerektirir.
[email protected]
• Sosyal Çalışma Değerleriyle ve Etiği Bilgisi
• Genel olarak bakıldığında değerler hangi inançların uygun olduğunu
belirlerken; etik ise neyi kiminle yapacağına ve değerlere nasıl
başvuracağına işaret etmektedir. Değerler neyi yapmanın ve veya neyi
yapmamanın önemli olduğu neyin fazla neyin az değerli olduğu konusunda
karar verebilmemiz ve bir yargıya ulaşabilmemiz le ilgilidir. Etik ise neyin
iyi neyin kötü olduğunu belirlemeye neyin yapılmasının neyin yapılmaması
gerektiğini açığa kavuşturmaya yardımcı olan ilkeler ve kriterlerdir. Günlük
yaşantımızda etik ve değerlerin birbirine çok yakından ilişkili olarak
etkileşimde bulunan ancak aynı anlama gelmeyen farklı kavramlardır.
Tarihsel süreçte bakıldığında sosyal çalışma her zaman yoksulluk, zihinsel
hastalıklar, istihdam, işsizlik, tıbbi bakım, beslenme, çocuk sorunları, konut
ve diğer toplumsal sorunlarla karşı karşıya gelen insanların ihtiyaçlarını
karşılayarak refahı sağlamak için çalışmıştır.
[email protected]
• İnsana saygı, insanın değişme kapasitesine inanç, müracaatçıların kendi
kararını vermesine saygı, müracaatçıların güçlendirilmesi, mesleki etkinlik,
mesleki bütünlük, bireylerin kendi potansiyelini gerçekleştirebilmelerine
yardımcı olmak, insanların temel gereksinimlerini karşılamak,
müracaatçıların mahremiyeti ve bilgilerin gizliliği, insanın değeri ve onuru,
farklılıklara saygı, fırsat eşitliği, mesleki bilgi ve becerilerini diğerlerine
aktarmaya istekli olmak,
• sosyal çalışmanın değerlerini; (1)insan yapısına ilişkin değerler (2) birey
toplum etkileşimine ilişkin değerler olmak üzere iki grupta inceleyen
düşünürlerde olmuştur.
[email protected]
• Amerikan sosyal hizmet uzmanları birliği tarafından aşağıda sıralanan etik
ilkeler sosyal çalışmanın temel değerler olan hizmet sosyal adalet bireyin
onuru ve değeri insan ilişkilerinin önemi, bütünlük ve yetkinlik değerlerine
dayanmaktadır. Önce sosyal çalışma temel değeri belirtilmiş ardından da
bu değere karşılık gelen etik ilke ortaya konulmuştur.
• değer “hizmet” etik ilke sosyal çalışmacıların birincil amacı muhtaçlara
yardım etmek ve sosyal sorunlarla uğraşmaktır.
• değer “sosyal adalet” etik ilke sosyal hizmet uzmanları sosyal adaletsizlik le
mücadele eder
• değer “bireyin onuru ve değeri” etik ilke SHU ları bireyin onur ve değerine
saygı gösterir değer “yetkinlik” etik ilke sosyal hizmet uzmanları yetkin
olduğu alanlarda uygulama yapmalı ve mesleki uzmanlık geliştirmek ve
güçlendirmek için sürekli çalışmalı kendini geliştirmek ve yardım sürecinde
mümkün olan en derinlikli bilgi beceri kullanarak etkili mesleki müdahale
gerçekleştirmekle yükümlüdür.
[email protected]
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Sosyal Ve Ekonomik Adaletin Geliştirilmesi Bilgisi
Sosyal Politika Bilgisi
Risk Altındaki Nüfus Grupları Bilgisi
Uygulama Alanları Bilgisi
Sosyal Çalışma Uygulaması Bilgisi
İnsan Farklılıkları Bilgisi
Alan Uygulaması Bilgisi
Sosyal Çalışma Araştırma Bilgisi
[email protected]
• Sosyal Çalışma Uygulamalarında Sıklıkla Kullanılan Kuram Ve Yaklaşımlar
• Sosyal çalışma disiplini ve mesleği eklektik bilgi temeline sahip çok çeşitli
bilim dalları ve disiplinlerden işine yaradığı bilgi kuram ve yaklaşımları
ödünç alarak bunları mesleki alan uygulamalarında kullanan ve buradan
kendi bilgisini üreten bir çalışma alanıdır.
• Sistem Kuramı
• Sistem kuramı doğa toplum ve insan ilişkileri kavramak, toplumsal olgular
arasındaki bağlantıların anlamını ortaya çıkarma amacına yönelik bütüncül
bir kavrayıştır. Sistem birbirine bağlı değişkenler kümesi olarak kendisini
oluşturan elemanların toplamından farklı olup sisteminin davranışını,
kuralları ve yapısını üyeler arasındaki ilişkilerin niteliği belirlemektedir.
[email protected]
• sistem birbiriyle etkileşim içinde ve karşılıklı bağlantıları olan parçalardan
oluşmuş bir bütündür,
• Newton fiziği sosyal bilimlerde doğrusal düşünme belirlenebilirlik tahmin
edilebilirlik ve mekanik bir kavrayışı yasıtmakta ve insanı bir makine olarak
düşünen, onun davranışlarını tahmin edilebilir olarak gören hiyerarşi ve
kontrolu benimseyen bakış açısına karşılık gelmektedir.
• Kuantum fiziği ise yerleşik Newton fiziğinin kurallarını tersyüz etmiş ve
sosyal bilimlerde karşılıklı etkileşim, değişkenlik ve belirsizlik biçiminde etki
göstermiştir,sıklıkla referans gösterilen sistem yaklaşımı ve durumsallık
yaklaşımı kuantum fiziğinden temellenmiştir. Sistem kuramcıları bireyi
suçlamak, sorun aramak yerine sorunları sistemin işlemlerinin bir sonucu
olarak gördüğünden bu kuram sosyal hizmet uzmanlarının mesleki
uygulamalarında açıklayıcı ve keşfedilebilecek nitelik taşımaktadır.
[email protected]
• Her sistem bir diğerini etkiler ilkesi sosyal çalışma mesleki müdahale
açısından son derece yararlıdır. Diğer taraftan da sosyal sistemlerdeki
karmaşıklığı kavradığından ve bilimsel bir biçimde açıklama ile aralarındaki
dinamik ilişkileri ortaya koymaya çalıştığından sistem kuramı basit neden
sonuç açıklamalarına tamamen karşıdır.
• Sistem kuramı temeli biyolojik bir kurum olarak organizmaların tümünün
bir sistem olduğu altsistemlerden oluştuğu,üstsistemlerin bir parçası
olduğu biçimindeki önermeye dayanmaktadır. Sistem varlığını ve işlevlerini
parçalar arasındaki ilişkiler sayesinde sürdüren ve parçalara değil bütüne
bakan bir kavrayışı ifade etmektedir. Sistemde bir bütün olarak işlev
gösterdiklerinden bir parçasını çıkarıp ya da eklerseniz sistem değişebilir
veya bozulabilir sistemindeki unsurların yerleri ve diziliş sıraları çok
önemlidir.
[email protected]
• Sistemin devamlılığını sağlayan ve değişkenliğinde esas teşkil eden unsur
onun çevresi ile olan karşılıklı alışveriş bağlantısının olmasıdır. Çünkü açık
sistem çevreden girdi alır ve çevreye çıktı verir. kapalı sistemler ise diğer
diğer sistemlerle ilişki içerisinde değildir ne onlardan girdi alır ne de onlara
çıktı verir, ancak zamanla elemanlarının değişme ve uyum kapasitede
azalır düzen ve işlevleri giderek kaybolmaya yüz tutar “entropi” adı verilen
enerjisizlik hali bu şekilde ortaya çıkarak sistemi dağılmaya ve yok olmaya
maruz bırakır.
• Sistemde önemli olan bir noktada sistemden çıkan enerji miktarı, giren
enerji miktarından daha fazla ise sistemin dengesinin tehdit altında
kalabileceği gerçeğini fark etmektir.
• Bu durumdaki birey ve ailelerde gerilim ortaya çıkarak birey yada
aileninişlevselliği bozulabilir. İnsanların iyi olma halinde destekleyen üç
tür sistem vardır.
[email protected]
• 1.doğal sistemler aile arkadaşlar komşular iş arkadaşları gibi
• 2 formel sistemler toplum organizasyonları birlikler ve meslek örgütleri
gibi
• 3 toplum sistemleri hükümet kamu kurumları okular hastaneler gibi
• Sistemler iki türlü değişim gösterebilirler birincisi baskı altındaki sistem,
başlangıçtaki etkileri absorbe edilebilmekte iken belli bir direnç yada
dayanma eşiğini geçince sistemin çökmesi söz konusu olmaktadır. Buna
örnek olarak bir taş ustası nın balyozla vurduğu 500 darbede taşta en
küçük bir etki görünmez iken belki 550 nci darbede koskoca kaya birden
unufak olmaktadır kayayı parçalayan o son vuruş değil ondan önceki 549
adet darbenin stres birikimidir
• sistemleri değiştirmenin ikinci yolu kritik bağlantılar bulup kaldıraç
kullanarak onu değiştirmek olduğundan bunun için sistemin tıkandığı yeri
bulmak ve tıkanan kısmın diğer kısımlarla bağlantısını kesmek
gerekmektedir
[email protected]
bir yerde ilişki varsa sistem vardır
sistem kuramı birey ve durumu birbiriyle karşılıklı ilişki içerisinde bir bütün
olarak ele almaya olanak sağlamaktadır her sistem bir diğer sistemi etkiler
ilkesi sosyal çalışma bilgisi ve alan uygulamaları için çok yararlı bir
kavramsal temel oluşturur, insan davranışlarına insan ilişkilerine ve
etkileşimlerine açıklık getirir. Olgusal ve kavramsal ilişkilerin düzenlediği
sosyal hizmet uzmanlarının uğraştığı konular olan sosyal sorunlara yol açan
faktörler ve bunlar arasındaki etkileşimi ve sonuçlarını tanımlamada
kolaylık ve etkili bir bilimsel çerçeve sağlamaktadır sosyal çalışma
açısından bakıldığında aileyi bir sistem olarak ele aldığımızda bir bütün
olarak işlev gösteren sistemler açısından çocukları ve ilişki içerisinde
bulundukları geniş aile üyelerini işin içine katmak gerekir. Aile bireylerinin
her biri aile sistemin bir alt sistemidir altsistem olan bireyler aile sistemin
içinde bulunan ve özelleşmiş bir rol oynayan aktörler. Aile üyelerinin
farklılaşması diğeri karşısında bireyselleşme derecesini ifade etmektedir
[email protected]
Bir Sistem Olarak Korunması Gereken Çocuklar
Toplumsal politikalar:
Ekonomide gelir dağılımı politikalarında görülen eksiklikler ve aile
üzerindeki etkileri, eğitim politikasında görülen aksaklıklar ve
eğitimden dışlanma süreci, aile merkezi ve çocuk odaklı, toplum
temeli olmayan sosyal hizmet politikalarının, sosyal çalışma
uygulamaları ve koruyucu önleyici hizmetlerin yetersiz kaşlı,
istihdam politikasının aileler üzerindeki olumsuz etkileri
Yaşanılan çevre:
Türkiye'nin temel yapısal özellikleri ve sorunları
Yaşanılan çevrenin temel nitelikleri
Korunması gereken çocukların ailelerinin olumsuz özellikleri
[email protected]
Yoksulluk kültürü kısır döngüsünün olumsuz etkileri:
Kentte tutunamayan uyum sağlayamayan aileler, eğitimde
başarısızlık ve uyum sağlayamama, olumsuz yaşam koşulları, aile
içi şiddet, düşük gelecek beklentisi ve yaşam umudu, çocuğun
beslenme barınma gereksinimlerini karşılamak için ailenin
çocuklarını kurum bakımına verme isteği, ebeveynlerde madde
kullanımı ve bağımlılığı, aile ortamlarından bütünüyle uzaklaşma
aile bağlarında zayıflama
[email protected]
Ekolojik Sistem Yaklaşımı
Sosyal çalışma uygulamalarında ortaya çıkan ekolojik sistem yaklaşımına göre sosyal
sorunlar müracaatçıların psikolojik özelliklerinden ziyade müracaatçı ile çevresi
arasındaki biyopsikososyal etkileşime bağlanmıştır ve bu yaklaşımın teorik temeli
Ludwig Von Bertalanffy’ın genel sistem yaklaşımına dayanmakta insanlar bir sosyal ağ
içerisinde var olan canlılar olarak görülmektedir. Bu yaklaşım bireyler aileler gibi sosyal
sistemlere de uygulanabilmektedir.(Payne 1997: 137) İnsan davranışı birey ile sosyal
çevre arasında süregelen karşılıklı etkileşimin bir ürünüdür. Sosyal ağ içerisinde ev,
aile, kültür, alt kültür, toplum, okul gibi sistemler yer almaktadır. Bir sistemde yaşanan
bir değişim diğer sistemleride etkilemektedir. Ekoloji kavramını davranış bilimlerinde
ilk kez kullanan 1965 yılında psikolog Roger Barker olmuştur ekolojik sistem yaklaşımı
insan davranışlarını etki eden iç ve dış kuvvetlerin karşılıklı etkileşimleri üzerinde
durarak bireylerin farklı durumlara uyumlarını sağlayan geçerli davranış kalıplarını
tanımlayarak çevre içerisinde bulunan insan ve diğer sistemlerin birbiri üzerinde
meydana getirdikleri etkileri açıklamaktadır. Ekoloji organizma ile çevre ilişkilerinin
incelenmesi anlamına gelmektedir.
[email protected]
Ekolojik sistem de, birey ve onun çevresinin oluşturduğu bir bütün
anlamına gelmektedir. Gündelik yaşam içerisinde bireyler eğitim sistemi,
siyasal sistem, iş dünyası, inanç sistemleri, mal ve hizmet üretim-sunum
sistemi aile sistemi, sosyal hizmet sistemi gibi çok sayıda sistemle etkileşim
halindedir. Sosyal çalışma ilk olarak aile üzerine odaklanarak onun sorun
çözme ve başa çıkmaya çalışma gibi gelişimsel kapasitesini artırmaya
çalışır. İkinci olarak birey ve bireyin etkileşimde olduğu sistemler
arasındaki ilişkilere odaklanarak insanların gereksinimleriyle toplumdaki
kaynaklar, hizmetler ve fırsatlar arasında bağlantı kurarak, bireyin iyilik
halini destekler. Üçüncü olarakta sistemler üzerine odaklanarak bireylerin
gereksinimlerini daha etkili ve hızlı biçimde karşılayabilecek yasal örgütsel
yapıları kurabilmek için sosyal reform gerçekleştirmeye çalışır. Sosyal
reform yaklaşımı, topluma tutunmakta zorlanan zayıf ve güçsüz düşmüş
risk altında yaşayan ve temel gereksinimlerini karşılayamayan bireyler
lehine değiştirmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır
[email protected]
Sosyal Çalışmada Yetkinlik
Sosyal çalışma da yetkinlik bilgi beceri ve değerlerin bir ürünüdür ve
öğrencilerin yetkinliklerini gösterebilmeleri için uygulama gerekliliklerini
karşılamaları, sosyal çalışmanın değerlerini bütünleştirmeleri, kurumsal ve uygulamalı
bilgiye sahip olmaları,uygulamalarını yansıtmacı ve eleştirel bir şekilde
çözümleyebilmeleri ve bilgi, beceri ve değerlerini, uygulamaya aktarabilmeleri
gerekmektedir. Sosyal çalışmacıların sorumluluklarını başarılı bir biçimde yerine
getirebilmeleri için sahip olması gereken yetkinlikleri şu şekilde sıralanmıştır 1
insanlar ve sosyal kurumlar arasındaki ilişkilerde başlatılması geliştirilmesi
yeniden düzenlenmesi korunması dönüştürmesi sonlandırılması gereken
durumları belirlemek ve değerlendirmek 2 sorunları değerlendirme ulaşılabilir
amaçlar oluşturma ve olası uygun koşulları temel alarak insanların iyilik halini
geliştirmek için bir plan hazırlama ve bu planı uygulamak 3 insanların sorun
çözme baş etme ve gelişimsel kapasitelerini güçlendirmek 4 insanları, onlara
kaynak, hizmet ve fırsat sağlayacak sistemlerle bağlantılandırmak
[email protected]
5 incinebilir ve ayrımcılığa uğrayan nüfusun yararına etkili müdahalede
bulunmak 6 insanlara kaynak hizmet ve fırsat sağlayacak olan sistemlerin
etkililiğini ve insani olarak işlev görmesini geliştirmek 7 daha eşitlikçi adil ve
müracaatçılara karşı duyarlı olan hizmet kaynak ve fırsat sistemlerine etkin
olarak katılmak 8 bu sistemleri değiştirmek ve geliştirmek adil olmayan
sistemleri ortadan kaldırmak için başkaları ile işbirliği halinde çalışmak 9
sosyal çalışma müdahalesini gerçekleştirdikten sonra müdahaleyi
değerlendirmek müdahale sürecindeki davranışlarını ve becerilerini gözden
geçirmek suretiyle mesleki gelişimlerini ve ilerlemelerini sürekli olarak
gözden geçirmek 10 mesleği standartlarına ve etik kurallarına uygun bu
standartları ve kuralları destekleyici bir biçimde akılda tutarak mesleğin bilgi
temeline katkı vermek suretiyle hizmet sunumunun gelişmesine yardımcı
olmak
[email protected]
Sosyal Çalışma Becerileri
Temel beceriler olarak açık ve kapalı uçlu sorular kullanabilme, sözsüz etkili
dinleme davranışı, beden diliyle müracaatçıyı kabul, empati kurabilme ve
onaylama davranışı,müracaatçılara kaynaklar hakkında bilgi verme, yardım
isteyenin kendini keşfetmesini sağlayacak iletişim becerilerine sahip olmak,
gerektiğinde uzmanın kendi duygu düşünce ve tepkilerini etkili biçimde
sergileyebilmesi, etkili yardım ilişkisi kurarak müracaatçılara güven verilmesi ve
bütün bu mesleki becerilerinin bütünleştirilmesi.
Sosyal çalışma becerileri ayrıntılı olarak şu unsurları içermektedir: Karşılama,
selamlama, ilişki kurma ve empati, açık ve kapalı uçlu sorular kullanabilme,
kendilik bilgisi ve sezgisi, yorumlama, özetleme, açığa kavuşturmak, geri
bildirim verme ve alma, sosyal inceleme, bakım verme, teşvik etme, sessizliğe
izin verme ve mesleki amaçlar için kullanabilme, gerektiğinde mizahı
kullanabilme, kendini açığa vurma, vakayı sonlandırabilme, bilgi ve tavsiye
verme, açıklama yapma, destekleme ve onaylama, güvence verme,
[email protected]
ikna etme ve yönlendirme, pratik ve maddi yardım sağlayabilme, sosyal destek
verme, yorumlama, danışmanlık yapma, güçlendirerek yapabilir kılma, uyum
sağlama, yeniden şekillendirme, kaygı ve stresi denetim altına alma, müzakere
yapma, vaka sözleşmesi yapma, müracaarçılarla görüşme için plan ve hazırlık
yapma, girişkenlik, savunuculuk, meydan okuma ve yüz değiştirme,
süpervizyonu etkili ve yaratıcı biçimde kullanabilme, mesleki sınırları koruma,
kayıt tutma, model olma, yansıtıcı ve etkili uygulama yapma, düşmanlık
saldırganlık ve şiddeti ele alabilme ve mesleki çalışmanın odağını kuruma.
Sosyal çalışmanın ortak becerileri; hazırlık yapma becerisi, iletişim kurma
becerisi, sorun durumunu çözümleme (analiz etme) becerisi, sözleşme yapma
becerisi, mesleki roller üstleme becerisi, dengeyi sağlama becerisi,
müdahalenin etkililiğini değerlendirme becerisi, amaçlara ulaşıldığını belirleme
ve sosyal çalışma müdahalesini sonlandırma becerisi,
[email protected]
doğrudan sosyal çalışma uygulaması becerileri;
sonuçları değerlendirme becerisi, fon oluşturma becerisi, bütçe
oluşturma becerisi, müzakere yapma becerisi, aracılık yapma
becerisi, karar vericileri etkileme becerisi, gereksinimleri
değerlendirme becerisi, planlama becerisi, eş yönetimlerle çalışma
becerisi
Sosyal Çalışmanın Temeli Olarak: Değer;
Hizmet, etik ilke; muhtaç insanlara yardım etmek
Sosyal adalet, etik ilke; sosyal çalışmacılar sosyal adaletsizlikle ve
mücadele eder
Bireyin onuru ve değeri, etik ilke; sosyal çalışmacılar bireyin onur
ve değerine saygı gösterir
İnsan ilişkilerinin önemi, etik ilke; sosyal çalışmacılar insan
ilişkilerinin öneminin farkındadır.
[email protected]
Dürüstlük ve güvenilirlik, etik ilke; sosyal çalışmacılar
güvenilir bir tarzda davranmalıdır sosyal çalışmacılar
dürüst ve sorumlu tarzda davranmalı bağlı bulundukları
kurumların bir parçası olarak etik uygulamalar
geliştirebilmelidir.
Yetkinlik, etik ilke; sosyal çalışmacılar yetkin olduğu
alanlarda uygulama yapmalı ve mesleki uzmanlığı
geliştirmek ve güçlendirmek için sürekli çalışmalıdır.
[email protected]
SOSYAL
HİZMET/SOSYAL
ÇALIŞMA BİLİM VE
MESLEĞİNE GİRİŞ
BÖLÜM 4
DOÇ. DR. İSMET GALİP
YOLCUOĞLU
Doç. Dr. İsmet Galip YOLCUOĞLU
Üsküdar Üniversitesi
Sosyal çalışma disiplininin diğer sosyal
bilimlerle ilişkisi
SOSYAL HİZMETE GİRİŞ
BÖLÜM 4
Sosyal Hizmetler ile ilgili videolar
• https://www.youtube.com/watch?v=texStjpeZ
EM
• https://www.youtube.com/watch?v=-tGIuF8I_Y
Sosyal Hizmetin Diğer Sosyal
Bilimlerle İlişkisi:
“Sosyal
bilim”
kavramı;
toplumu ve insan ilişkilerini
inceleyen araştırma dalları
için
kullanılan
genel
adlandırmadır.
Feodal
düzenin,
Ortaçağ’ın,
karanlık
dönemlerinin
ölü
toprağını üzerinden atmaya
çalışan ve dünyayı keşfederek
ele geçirmeye uğraşan batının,
bu büyük adımları atabilmesi
için, önemli
bir “yeniden
organizasyon
girişmesi”
gerekliydi.
Bu
organizasyonun
ilk
halkalarından biri olarak, feodal
toplumsal
yapının,
daha
merkeziyetçi
bir
ekonomik
birime
dönüştürülmesi
gerçekleştirilmiştir (Gulbenkian
Komisyonu, 2003: 14).
“Sosyal bilimler”; toplumu ve
insan ilişkilerini inceleyen bilim
dallarını
genel
adı
olarak;
“sosyoloji” (toplumbilim), insan
ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl
ortaya çıktığı, ne yönde değiştiğini
inceler.
Örneğin,
“insanlar,
birbirlerini nasıl etkilemektedirler?
Davranışları, duygu ve hareket
biçimleri nelerdir?”
Sosyoloji; psikoloji gibi “bireyi
odak alarak ele alıp incelemez.
Daha çok “insanlar arasındaki
sosyal
ilişkilerin
yapısı”
üzerinedir ve bu ilişkilerin
şekillenmesi,
değişmesi
üzerinde durur.
Yani sosyoloji, “insan grubunu”
odak alır ve inceler; onun için,
grup olarak insan davranışları ve
ilişkileri önemlidir. Bu nedenle de
aile, klikler, dini gruplar, sapkın
grupların davranışları, çeteler,
cemaatler,
büyük
organizasyonlar,
fabrikalar,
üniversiteler,
topluluk
ve
toplumları inceler.
Dolayısıyla toplumbilim, insanın
hiçbir zaman ve hiçbir yerde “tek
başına olmadığı”, her zaman bir
grup
içerisinde
yer
aldığı
düşüncesinden hareket eder.
Sosyologlar
(toplumbilimciler);
toplum, toplumsal kurumlar ve
insan ilişkileri üzerinde çalışan
meslek elemanlarıdır.
Bu disiplinin öncül düşüncesi ise,
toplumsal
yaşamın
biçimlendirildiği,
ideal
ve
değerlerin
öğrenildiği
ve
paylaşıldığı
görüşüne
dayanmaktadır (Özkalp, 2011: 23). Sosyoloj her zaman normal
davranışları
değil,
sapkın
davranışları da inceler.
Buna uç bir örnek olarak,
“fahişelik” örneği gösterilebilir.
Ekonomistler için bu olay; bir
arz-taleple ilişkili olarak, bazı
insanlar, vücutlarını satarak daha
fazla
para
kazanacaklarını
düşünmekte ve başka şey
satmaktansa, bu işi yapmayı
tercih etmektedirler.
Gerçekten de bazı araştırmalar, fahişelik
yapanların bir bölümünün, daha çok
para kazanmak ve görüntüde lüks bir
yaşantı sürebilmek için, seks işçisi
olarak çalıştıklarını ortaya çıkarmıştır.
Siyasal bilimciler, bu konuyu hukuk
sistemiyle aralarındaki ilişkiye bakarak
inceler ve bir kısmı, bunun kanunsuz
olduğunu söyler, diğer bir bölümüyse
seçimlere yakın daha ılımlı mesajlarla
durumu geçiştirebilir.
Psikologlar açısından bu konu, kötü yola
düşen insanlarla, kötü yola düşmeyen
insanlar arasında ne gibi farklılıklar
olduğunu
araştırılmasını
gerektirir.
Örneğin fahişelik yapan insanların, anne
babalarına karşı olan sevgi ya da
nefretlerini, ebeveynleriyle ilişkilerinin
nasıl olduğu, onların boşanmış veya
parçalanmış bir aileden gelip gelmediği
araştırılır.
Psikolojik açıdan yapılan çalışmalara göre, bu
işi yapan insanların çoğunluğunun, annebaba şefkati görmediklerini, aile huzurlarının
yok denecek kadar az olduğunu, çocuklarının
mutlu bir ortam içerisinde geçmediğini ortaya
koymuştur. Sosyologlar ise konuyu, toplum
açısından ele almakta ve örneğin Kingsley
Davis, seksin kurumsal olarak kontrolünün
mümkün olup olmadığını, sınıflar, kadınlar ve
erkekler arasındaki ekonomik ve sosyal
farklılıklar giderilmediği sürece, fahişeliğin
ortadan kaldırılamayacağını öne sürmektedir.
Görüldüğü gibi sosyologlar konuyu,
ihtiyaçlar, güdüler ve kişilik açısından
değil, makro açıdan ele almaktadırlar. Bu
yüzden de kişi olarak fahişelik yapan
insanı
değil,
bu
konuyu
incelemektedirler. Böylelikle sosyoloji,
fahişelik mesleğinin, toplumun hangi
sosyal organizasyonunun bozukluğu
sonucu ortaya çıktığını ve toplumsal
kökenli bozuklukların, toplum bilimi
açısından aksaklıklarını göstermeye
çalışır (Özkalp, 2011: 6).
Sosyal hizmet ise; sosyal adalet
düşüncesine ve bireyin iyilik haline
odaklanarak, sosyoekonomik koşulların
organize edilmesine, toplumu oluşturan
tüm bireylerin iyi olma hallerinin
desteklenmesine
ve
temel
gereksinimlerinin karşılanmasına çalışır.
Parasızlık ve yoksulluktan, bireylerin
fahişelik vb. kötü yollara düşmesini ilk
başta engellemeye ve bireyin iyilik halini
tehdit
eden
risklerin
oluşmasını
önlemeye, ortadan kaldırmaya uğraşır.
Simon’un
(1760-1825)
en
önemli
vurgusunu, “her toplum düzeninin
mutlak surette, o toplumum sahip
olduğu ekonomik yapıyla belirlendiği”
düşüncesi oluşturmaktadır. Auguste
Comte
(1798-1857),
En
önemli
saptaması, insanlığın geçtiği üç hal
aşaması
olarak;
“teolojik
dönem,
metafizik dönem ve pozitif ya da bilimsel
dönem” tanımlamasıdır.
Teolojik ve metafizik dönemlerde,
evrendeki her şey ve olgular,
“teolojik-metafizik” düşüncelerle
açıklanmış,
ancak
“bilimsel
döneme” gelindiğinde olgular;
olgularla
açıklanmaya
başlanmıştır.
Alman W. F. Hegel (1770-1831);
“diyalektik”
kavramını
ilk
kez
kullanarak bunun; “bir karşılıklı
ilişkiler olgusunu ya da etki-tepki
sürecini içerdiğini; evrendeki her
şeyin
her
nesnenin,
kendi
bünyesinde karşıtını ve çelişkisini
içerdiğini, bu nedenle de her
nesnenin, bir kendisiyle çatışma ve
çelişki halinde bulunduğunu” ifade
etmiştir.
Her
varlık,
kendi
bünyesinde
barındırdığı karşıtlar sayesinde,
kendini aşma, yeni bir yapıya
kavuşma olanağı bulur. Yine bir
Alman düşünür olan Karl Marx
(1818-1883), düşünceyi maddeden
ya da evrensel ilkeyi doğadan
üreten,
maddeci
diyalektiği
savunmuştur.
O, toplumun bireylerin paylaştıkları
fikirler ve idealler tarafından değil,
güç ve kuvvete sahip insanlar
tarafından
yönetildiğini
ve
böylelikle, toplumda kaçınılmaz bir
biçimde
“çatışmanın”
meydana
geldiğini ileri sürmüştür.
Emile Dukheim (1858-1917), ünlü bir
Fransız düşünürü olarak, “Toplumu
bir arada tutan unsurlar nelerdir?”
sorusuna
yanıt
aramıştır.
Karşılığında da, insanların fikirler
yaratıp düzenlediğini, onları bir
arada tutan şeylerin ise, değer,
inanç,
doktrin,
dogmalar,
davranışlarını düzenleyen norm ve
kurallar
sistemi
bulunduğunu
belirtmiştir.
Herbert Spencer (1820-1903), bir
İngiliz sosyolog olarak, sosyal
bilimin şemalarına, Darwin’in daha
sonra geliştireceği biyolojik evrim
kuramının kabullerinin temellerini
atmış ve “ortama en uygun olan ve
uyum sağlayanların, yaşamlarını
sürdürebileceğini” söyleyerek, yeni
çığır açmıştır.
Diğer bir ünlü Alman sosyoloğu olan
Max Weber (1864-1920); sosyal
hizmetin çok önemsediği “toplumsal
değişme”
konusunda,
önemli
çalışmalar yapmış ve ayrıca, din,
sosyal tabakalaşma ve bürokrasi
konularında
üretimler
de
bulunmuştur. Örneğin din, ekonomik
değişmeleri nasıl etkilemektedir?
Bürokrasi,
toplumu
nasıl
şekillendirmektedir?
ABD’li sosyolog Talcott Parsons (19021979),
“yapısal-işlevsel
yaklaşım”ın
babası olarak; sosyal sitemi oluşturan
ekonomi, din, aile, politika, eğitim gibi
parçaların, toplumdaki yerine getirdiği
görev ve işlevlerin, o toplum için
yaşamsal değerde önemli” olduğunu
vurgulamıştır. Toplumu ayakta tutan şey,
birey ve gruplar arasındaki karşılıklı
etkileşim olup, bütün ve parçalar
arasındaki ilişkiler, “toplumsal sistemin
temelini” oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda değinilenlerin
dışında diğer sosyal bilimlere
baktığımızda; “sosyal antropoloji”,
insanların değerleri, inançları ve
geleneklerini konu alırken; “sosyal
hizmet”, toplumsal refahı ve insanın
iyi olma halini desteklemek ve
geliştirmek için, toplumun nasıl
etkilenmesi
gerektiğini
esas
almaktadır.
“Sosyal hizmet”, sosyal sorunları ve
bunları ortaya çıkartan nedenleri
belirlemek
ve
çözümlenmesine
yardımcı olmaya çalışır. Sosyal
bilimlerin
bütünselliği
çerçevesinde,Türk sosyal hizmeti;
içinde yaşadığı daha büyük kültürel
ve toplumsal yapının bir parçası ve
ürünüdür. Çünkü bir toplum içindeki her
meslek dalı ve disiplin, o topluma özgü
koşullar içinde doğar, gelişir ve
Günümüzde, sosyal bilimlerin önemli
destek kaynaklarından birisi de “sivil
toplum” örgütleridir. Belirli toplumsal
sorumluluk ve görevlerinin, devlet dışı,
şeffaf ve sivil girişimler aracılığıyla
yerine getirilmesi, devlet-vatandaş-sivil
toplum karşılıklı memnuniyet verici
ilişkileri yaratabilmektedir. Kamunun
işlerinin bu şekilde dağılımı ve işlev ve
görevlerinin, başka kaynaklarca da
olması gerektiği gibi sağlanabilir olması,
sosyal bilimlerin aydınlatıcı yapısına
1930’lu
yıllarda
tüm
dünyada
yaşanan büyük ekonomik buhran, o
zamana kadar ki tüm bilimsel
kabullerin,
sosyoekonomik
ve
sosyokültürel yapıların, yeniden
gözden geçirilerek, mevcut durumla
bağıntısının kurulması ihtiyacını
ortaya çıkarmıştır.
Daha sonraki dönemlerde, 1945
İkinci
Dünya
Savaşı’nın
tüm
insanlığın
zihninde
bıraktığı,
unutulmayacak kötü deneyimleri ve
1960’lı yıllara kadar diğer pozitif
bilimlerde çok önemli zirve noktaları
yakalanmış olmasıyla, 1970’lerdeki
büyük
“küresel
kriz”
yıllarına
ulaşılmıştır.
Bunu takip eden 1980’lerdeki yeni liberal
akımların egemenliği ve 1990’lı yıllardaki
yeni teknoloji çağı, internet gibi çok hızlı
ve çarpıcı gelişmeler, toplumların ve
küresel
dünyanın
anlaşılmasında,
pozitivist yaklaşımların tek başına
yetersiz kaldığının fark edilmesini,
sağlamıştır. İşte bu noktada, sosyal
bilimlerin yorumsamacı bakış açıları
olmaksızın, dünyanın gerektiği gibi
anlaşılamayacağı düşüncesi gündeme
getirilmiştir.
2.1)Bütün Sosyal Bilimlerin İlgi Alanı
Olan “Toplum” ve “Toplumsal Değişme”
Nedir?:
Marshall (2005)’a göre ise toplum,
“genel olarak ortak bir kültürü paylaşan
belli bir toprak parçasında yerleşmiş,
kendilerini birleşik ve özgün bir varlık
olarak gören insanlardan oluşan bir
gruptur.”
Sosyal bilimlerden örneğin sosyoloji,
daha çok insanların ilişkilerini ve bu
ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını, ne yönde
değiştiğini; sosyal antropoloji, bu
insanların
değerleri,
inançları
ve
gelenekleri
üzerinde
odaklaşırken;
sosyal hizmet, toplumsal refahı ve
insanın iyi olma halini desteklemek ve
geliştirmek
için
toplumun
nasıl
etkilenmesi
gerektiği,
“sosyal
değişmenin”
nasıl
sağlıklı
yönetilebileceği, konularıyla ilgilenir.
“Toplumsal
değişme”,
toplumun
yapısındaki temel ve geniş değişmeler
olarak; ailenin örgütlenişindeki, gelir
elde etme ve geçinme yollarındaki,
dinsel
davranışlardaki,
insanlar
tarafından benimsenen değerlerdeki ve
kullanılan teknolojideki yani kısacası,
toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları
olan, toplumsal yapıdaki değişmelerdir.
Bazı
toplumlar,
azgelişmiş
olarak
nitelendirilmektedir.
Az gelişmişliği tanımlamak için 15’i bulan
ölçüt ileri sürülmüştür. Bunlar (akt.
Sezer, 2006):
Besin ekonomisinin yetersizliği,
Tarım kesiminin halen önemini
koruması,
Zayıf bir endüstrileşme,
Az enerji tüketimi,
Ticaret kesiminin anormal büyüklüğü,
Ekonomik bağımlılık,
Gizli işsizlik,
• Yaşam düzeyinin ve ulusal
gelirin düşüklüğü,
• Toplumsal yapıların geriliği,
• Orta tabakaların önemsizliği,
• Ulusal birliğin zayıflığı,
• Eğitim düzeyinin düşüklüğü,
• Sağlık hizmetlerinin yetersizliği,
Doğum hızının yüksekliği,
Endüstriyel gelişim ve batılılaşmanın,
Sosyal hizmet, toplumun sahip olduğu
ekonomik kaynaklar, fırsat ve sorumlulukların
paylaşımı ve adil dağıtımına da vurgu yapan,
sosyal adalet düşüncesine ulaşma ve
statükonun
yoksul
bireyler
lehine
değiştirilmesi
ve
kaynakların “yeniden
dağıtımı” misyonunu sırtlanmış bir meslektir.
Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları, sosyal
ve ekonomi politikalarının, insanların temel
hak ve özgürlüklerini gözetmesi gerektiğine
yürekten inanarak, yoksunluklar içerisinde
yaşayan kitleler adına savunuculuk yaparlar.
Ancak ne yazık ki ülkemizdeki politika, sosyal
hizmet
mesleğine
henüz
statükonun
yoksunluklar içerisinde yaşayan bireyler
lehine değiştirilmesini sağlayacak güç ve
olanakları vermemiştir. Bu aşamada, sosyal
hizmet uzmanlarının toplum ile politika
yapıcılar ve karar vericilerin, devlet ve
hükümetlerin, insani gereksinimlerin örgütlü
ve yaygın biçimde karşılanması ve toplumsal
sorunlara çözüm bulma konusundaki bakış
açılarının farklılıkları, sosyal değişimleri
sağlayabilmek
için,
“siyasal
eylemi”
gerektirmektedir (Duyan, 2010).
Sosyal hizmet disiplini açısından; birey,
grup ve ailelerin iyilik halini ve sosyal
işlevselliklerini
sağlayabilmek
için,
toplumun,
bu
amaçların
gerçekleşmesine hizmet edecek “sosyal
koşullar”
oluşturması
zorunluluğu
vardır. Ekonomi politika aktörleri ve tüm
yurttaşlar açısından, birey, aile, kurum ve
kuruluşların, birbirine bağlı, karşılıklı bir
etkileşim ve dayanışma halinde olması, sosyal
ilişkilerin ve toplum olanaklarının, işlevsel bir
toplum yaratılabilmesi içi seferber edilmesi
gerekmektedir.
Sosyal çalışma disiplininin diğer sosyal
bilimlerle ilişkisi
• Sosyal Bilim:
• Toplum ve insan ilişkilerini
• Engellerin ve ortaya çıkan sorunların bertaraf
edilmesini sağlar.
• Merkeziyetçi bir ekonomik yapı olmalıdır.
• Ulus devlet anlayışı vardır.
• Kesinlik öngörülebilir değildir.
Yeni bilim paradigmasının özellikleri (Gulbenkıan
Komisyonu -2003)
• Gerçeklik karmaşıktır.
• Gerçeklik hiyerarşik değil heterarşiktir.
• Gerçekliğin holistik ve harmonik bir yapısı
yoktur.
• Gerçekliğe mekanizm hakim değildir.
• Gelecek belirsizdir.
• Nedensellik yerine karşılıklı etkileşim vardır.
• Gözlemcidir.
Yeni bilim paradigmasının özellikleri (Gulbenkıan
Komisyonu -2003)
•
•
•
•
•
•
Nesnellik yoktur.
Tümel/mükemmel bilgi yoktur.
Tek bir doğruluk yoktur.
Özne_merkezcilik terk edilmelidir.
Bilgi hep değişen bir şeydir.
Bağımsız değişken yoktur, her şey birbirine
bağımlıdır.
• Sosyal hayatın bilgisi, özneler arasıdır.
• Sosyal hayatın bilgisi sadece yorumdan ibarettir.
sosyoloji
• İnsan ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya
çıktığını inceler,
• Sosyal ilişkilerin yapısını, şekillenmesini,
değişmesini araştırır.
• İnsanı değil insan grubunu odak alır ve inceler.
• İnsanın hiçbir zaman ve hiçbir yerde tek
olmadığı bilgisinden yola çıkar.
• Toplumsal yaşamın biçimlendirilmesi, ideal ve
değerlerin öğrenilmesi ve paylaşılması.
SOSYOLOJİNİN ÇALIŞMA ALANLARI
KLİKLER
UNİVERSİTELER
ÇETELER
BÜYÜK
ORGANİZASYONLAR
DİNİ GRUPLAR
&CEMAATLER
SOSYOLOJİ
SAPKIN
GRUPLAR
FABRİKALAR
AİLE
sosyoloji
Sosyoloji her zaman
davranışları incelemez,
bazen de anormal ve sapkın
davranışları inceler.
Sosyoloji bilim teorisyenlerinin
görüşleri
İbn-i HALDUN (1334-1406
“Tüm doğal varlıklar gibi
toplum da doğar, gelişir ve
ölür”
İlk kez toplum ve devlet
ayrımını yapmıştır.
Toplumsal yaşamın insanlar
için zorunluluk olduğunu
ifade etmiştir.
Saint SİMON (1760-1825
Pozitif bir sosyal bilim kurgusu
ortaya atmıştır ve buna ‘sosyal fizik’
demiştir. Simon’a göre sosyal fizik,
sosyal olayları önceden görmeyi,
onları kontrol altına almayı ve
şekillendirmeyi mümkün kılar.
Sosyoloji bilim teorisyenlerinin
görüşleri
Auguste COMTE (1798-1857
Toplumun da diğer bilimler gibi,
gözlem, karşılaştırma ve deneyle
incelenebileceğini savunmuştur.
Toplumu oluşturan şey, sosyolojik
yasalardır. Toplumu geliştiren şey ise
insan düşüncesidir. İnsanlığın geçtiği
üç hal aşaması; teolojik dönem,
metafizik dönem, pozitif ya da
bilimsel dönem.
W.F. HEGEL (1770-1831
İlk kez diyalektik kavramını
kullanmıştır. Hegel’e göre her
varlık, kendi bünyesinde
barındırdığı karşıtlar sayesinde
kendini aşma, yeni bir yapıya
kavuşma olanağı bulur. Varlığın
temelinde düşünce yatmaktadır.
Sosyoloji bilim teorisyenlerinin
görüşleri
Emile DURKHEİM (1858-1917
Toplumu bir arada tutan unsurlar
nelerdir?, sorusuna cevap
aramıştır. Toplumu bir arada tutan
şeyin, değer, inanç, doktrin,
dogmalar, norm ve kurallar sistemi
olduğunu savunmuştur. Toplumsal
bir bilinçten bahsetmiştir.
Toplumsal bilinç bireyin kişiliğinin
zamanla parçası olur.
Herbert SPENCER (1820-1903)
Sosyal bilimin şemalarına, biyolojik evrim
kurallarını katmıştır. Spencer’a göre,
ortama en uygun olan ve uyum
sağlayanların, yaşamlarını
sürdürebileceğini ifade etmiştir. Sosyal
çalışma disiplini olarak, rekabetçi,
becerikli olanın yaşayacağı doktrinini
reddeder ve kamunun, güçsüz bireylerin
insanca yaşamasına yardım etme
sorumluluğundan bahseder.
Sosyoloji bilim teorisyenlerinin
görüşleri
Karl MARX (1818-1883)
Maddeci diyalektiği savunmuştur.
Gücün ve zenginliğin, toplum içindeki
eşitsiz ve adaletsiz dağılımı,
toplumsal çatışmayı kaçınılmaz hale
getirir. Ekonomik güce sahip
olmayanların bu güce kavuşmak için,
sahip olanların ise bu gücünü
kaptırmamak için birbirleriyle
çatıştıklarını söylemiştir.
Max WEBER (1864-1920)
Toplumsal değişme üzerinde
çalışmıştır. Toplumsal davranışların
iç anlamlarını, kültürel anlam ve
değerlere bağlamıştır. Yorumlu
anlamanın (hermeneuetik) önemini
vurgulamıştır.
Sosyoloji bilim teorisyenlerinin
görüşleri
Talcott Parsons 1902-1979)
Sosyal sistemi oluşturan; ekonomi, din, aile,
politika, eğitim gibi parçaların, toplumdaki yerine
getirdiği görev ve işlevlerin, o toplum için
yaşamsal değerlerde önemli olduğunu
vurgulamıştır. Toplumu ayakta tutan şey, birey ve
gruplar arasındaki karşılıklı etkileşim olup, bütün
ve parçalar arasındaki ilişkiler, toplumsal sistemin
temelini oluşturmaktadır. İşlevsel yaklaşım,
toplumu dengeye ulaşma çabası içerisinde olan
bir sistem olarak görmektedir.
Her sosyal bilimin kendine özgü ontolojik, epistemolojik, metodolojik ve
kavramsal sorunları vardır.
Her sosyal bilim dalı, kendi nesnesinin konularının anlamını açıklığa
kavuşturmaya odaklanır.
Sosyal
Antropoloji
•
Sosyal Çalışma
İnsanların değerleri, inançları ve
geleneklerini konu alır
Toplumsal refahı ve insanın iyi olma
halini desteklemek ve geliştirmek
ister.
 Sosyoloji
İnsan ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl
ortaya çıktığı ve ne yönde değiştiğini
inceler
 Psikoloji
İnsanı, insan davranış ve duygularını
inceler.
Sosyal çalışmanın diğer sosyal bilim dallarından aldığı
bilgiler
• Disiplinler arası yaklaşım:
Ortak bir bilgi alanını tanımlama ve araştırmak için çeşitli
disiplinlerden alınan bilgileri etkili biçimde sentezleyerek
kullanmaktır.
Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi
terkedilmişlik içerisindeyiz. Önümde
durup bana baktığında, ne sen benim
içimdeki acıları anlayabiliyorsun ne de
ben seninkileri… Franz KAFKA
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
• Toplumsal roller: Grup veya toplum içindeki insanların
sınırları belirlenmiş olarak oynadıkları oyundur.
• Statü:İnsanın toplum içerisindeki hiyerarşisi ve
toplumun yapıları birbirinden tamamen farklı olmasıdır.
• Toplumsal kurumlar: Toplumun yapısı, temel değerlerin
korunması ve sürdürülmesi için nispeten sürekli
kurallar topluluğudur.
• Kurumsal Kalıplar:Toplumda hangi eylemlerin veya
ilişkilerin ya da meşru ya da beklenen ilişkiler olduğunu
kurallarla belirler.
• Normlar: Toplumun içinde bulunan kurallar sistemi,
ceza ve ödüllendirmesini içerir.
• Değerler: Hangi davranışın iyi, doğru ve arzulanan
olduğunu belirtir.
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
Sosyolojide Toplumsal Düzeni Sağlayan Kurumlar
Aile
Siyasi Kurumlar
Dini Kurumlar Ekonomi Kurumları Eğitim Kurumları
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
• Kültür: Toplumsal bir ürün olarak, toplumda
yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve
paylaştıkları, değer, inanç ve sosyal ilişkilerin
hepsidir.
• Alt Kültür: Toplumun genel kültürel değerlerini
paylaşan, ancak bunun dışında kendini diğer
gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam
biçimleri olan grupları anlatır.
• Karşıt Kültür:Değer, norm ve yaşam biçimleri
açısından içinde yaşanılan kültüre ters düşen
tutum ve davranışları içerir,
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
• Toplumsallaşma:İnsanın kendine uygun,
insanca davranışları öğrenme süreci olup
insanın, hayvansal yönlerini bırakarak, insani
değerler kazanması ve kişiliğini bulması
sürecidir.
• Aile Kurumu:İnsan yaşamında en önemli ve ilk
toplumsallaşma kurumudur.
• Diğer Toplumlaşma Kurumları:Din kurumu,
arkadaş grupları, sportif etkinlikler,
öğretmenler ve eğitim kurumları, kitle iletişim
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
• Nüfus; toplumun sahip olduğu nüfus yapısını ve
özelliklerini bilmek, yaşadığımız toplumsal
gerçekleri anlamakta ve yorumlamakta fayda
sağlar,
• Toplumsal gruplar; birden fazla insanın bir
bütünlük için farklı şekillerde bir arada olması ve
bağlarının olması durumudur.
• Toplumsal sınıf:İnsanların toplumsal ve ekonomik
pozisyonlarına göre şekillenmesi,
• Statü grupları:Belirli bir yaşam biçimi ile ifade
edilen gruplardır.
• Kamuoyu:Herhangi bir konu ya da durumla ilgili
olarak halk kesitinin, o konu ve durumla ilgili
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
• https://www.youtube.com/watch?v=mP5C3
BTgfPo
• Toplumsal değişim,toplumsal yapıyı oluşturan
alt ve üst yapı değişkenleri arasında var olan
etkileşim süreçleri sonucunda ortaya çıkar,
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
Modernleşme; yenileşme, ilerleme,
kalkınma, gelişme gibi deyimlerle
bir amaca yönelik olarak değer
yargısı taşıyan bir bir kavramdır ve
genellikle, az gelişmiş ülkelerin,
ekonomik, toplumsal, siyasal ve
kültürel bakımdan, sanayileşmiş
ülkelerin modelini benimsemeleri
ve benzemeleri sürecidir.
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
• Kentleşme;
Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak, kent sayısının artması ve
bugünkü kentlerin büyümesi sonucu doğan bir durumdur. Toplum yapısında artan
oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranışı ve
ilişkilerinde kentlere özgü bir nüfus birikimi sürecine işaret etmektedir.
Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden
aldığı bilgiler
Suç ve Sapkın Davranışlar: Toplumsal normlara
uymayan, toplumun büyük çoğunluğunca
benimsenen toplumsal normlara karşı gelme,
uyumsuz davranma anlamına gelmektedir.
Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden
aldığı bilgiler
oİnsanı, insan davranışlarını ve
duygularını inceler,
o20.yy başlarında insanın bilgisi
üretilebilir, genel yasaları açığa
kavuşturulabilir ve davranışları bilimsel
olgular aracılığıyla önceden tahmin
edilebilir görüşü hakimdi.
o20.yy başlarında insan biyo-psikososyal varlık olarak kabul edilmiştir,
oAncak insan ile ilgili olan genellemeler
öznel ve yanıltıcı olduğu, onu
anlayabilmek gerektiği 20.yy
ortalarından itibaren anlaşılmıştır.
Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden
aldığı bilgiler
• İnsan Doğasına İlişkin Bilgiler, eksik, gerçekliği
tümüyle temsil etmekten uzak, ancak yaklaşık
olarak bilinebilecek niteliklere sahiptir ve birey
davranışları söz konusu olduğunda olasılık
payının yüksekliği ve öznenin her durumda,
iradi müdahalesinin kestirilememesi, insan
davranışlarında eksik bilgilerinde yetinmeyi
zorunlu kılmaktadır.
• https://www.youtube.com/watch?v=OdoSWR
Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden
aldığı bilgiler
• Kendimizi ve çevremizdekileri nasıl
gördüğümüzü anlamaya yaramaktadır.
• İnsan davranışını etkileyen; güdüleri,
duyguları, inançları, tutumları, istekleri ve
rüyaları akılcı yollarla göz önünde tutmak,
incelemeye, ölçmeye ve çözümlemeye devam
etmeyi sağlar.
• İnsan davranışının ipuçlarını doğru okuma ve
değerlendirmeyi sağlar.
İnsanın Gelİşme Aşamaları
Duyu ve Hareket
Yeteneği
Beş duyu yardımıyla çevrede olup bitenlerin
farkına varmak ve öğrenmek.
Akademik Yetenek
Hafıza, muhakeme, matematik, okuma-yazma lisan
öğrenme alanları kapsar.
İletişim Yeteneği
İnsanın sınır tanımayan duygu ve düşüncelerini
aktarabilmesi ve anlaması
Psikanalitik Gelişme
Freud’un belirlediği gibi bilinçaltı yapılar ve
birikimler, farkındalığın dışında olarak davranışları
etkiler.


• Psikososyal
Gelişme
Çevrenin davranışlara olan etkisi ile ortaya çıkan
toplumla özdeşleşme yeteneğidir.
 Uyum
Daha önceki deneyimlerden yola çıkarak, insanın
belli kurallara ve belli bir düzende yaşamaya
alışmasıdır.
Cinsel Kimlik
Hem üreme yoluyla, insan neslinin devamı hem de
haz açısından, insan yaşamında önemli bir yer işgal
eden alanıdır.
Duygusal Yetenek
Duygularımızla ilgili görme, işitme, koklama, tatma, dokunma, ısı
ve basıncı algılama, iç organlarımızdan gelen ağrıyı algılama
evrende konumumuzu belirmeyi sağlayan algılayıcı sistemleridir
Psİkogenetİk Yaklaşım
Bireyin kalıtım yoluyla
atalarından edindiği yapısal
özellikler davranışları üzerinde
etkilidir.
Kalıtsal, fiziksel, biyolojik özellikler
her bireyin kendine özgü
güçlükleri veya zayıflıklarını
oluşturur.
Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden
aldığı bilgiler
• Yalnız kalma kapasitesi, annesiyle doyumlu
çocukluk yaşantıları deneyimleme olanağı
bulan kişilerde oluşur ve anne yokken de
çocuğun var olmaya devam etmesi mümkün
olur.
Bağlanma Kuramı- bowlby
Güvenli Bağlanma: Ebeveynlerine güvenli
bağlanabilen bebek ileriki yaşantısında,
çevresindeki insanlara kaygının yön
vermediği güvene dayalı ilişkiler geliştirir.
Güvensiz ve Kaygılı Bağlanma:Ebeveynle birlikte
değilken tüm dünyayı tehditkar bir yabancı gibi
algılamakta ve ondan ürkmektedir.
Bağlanma Bozukluğu ya da Sağlıksız Bağlanma:
Belirgin derecede bozukluk gösteren bir ilişki kurma
biçimidir. Bu durum, ebeveynin çocuğun gereksinimi
olan sevgi ve huzuru verememesinden kaynaklanır.
Aktarım kuramı
İnsanlar, yetişkinlik yaşamları boyunca,
erken çocukluk deneyimlerinde edinilen,
anne-baba-kardeş gibi önemli kişilerle
kurmuş oldukları yinelenen ilişkileri ve
kalıpları, sürekli olarak diğer insanlar
karşısında tekrarlayıp dururlar,
psikanalizde buna aktarım adı
verilmektedir.
Çocukluk döneminde olumlu ilişkiler kuran bebek, aktarım sayesinde
karşısına çıkan problemlerle daha iyi baş edebilirken, olumlu kişiler
kuramayanlar problemlerle baş etme noktasında sorun yaşamaktadır.
bİlİnç ve Bİlİnç Dışı
Belirli bir zaman dilimi içinde, farkına vardığımız
uyaranların, düşüncelerin, duygular bilinç
düzeyindedir.
Ancak insan yaşadığı deneyimlerin büyük çoğunluğunu
hatırlayamamaktadır. Bunlar da bilinç dışıdır. Organizma, belli bir anda
kendi yeti ve gereksinimlerine göre seçmeler, ayıklamaları bizim yerimize
otomatik olarak yapmakta ve bütün algılama kaynaklarını etkileyen,
bilinçte bir iz bırakan uyaranlardan, bilinçli olarak ayırt edilenlerin niceliğini
kısıtlamaktadır.
Benlİk veya KENDİLİK
İnsanın kim ve nasıl olduğu hakkındaki
algılamalarının bir organizasyonudur.
Kendilik bir sosyal yapı biçiminde kişinin
sosyal yaşam deneyimleriyle olgunlaşır.
Benlik yavaş yavaş deneyimlerle kalıcı biçimde
ortaya çıkmaktadır.
Yörükoğlu’na Göre sağlıklı İnsan
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Kaygılardan, kuruntu ve kuşkulardan uzak duran,
Üyesi olduğu toplumla ve çevresiyle sosyal ilişkiler ve işbirliği kuran,
Sevgiye ve saygıya dayalı bağlar kurabilen,
Kendilik değeri gerçeğe uygun şekilde olan,
Toplumda bir yeri ve görevi olduğu duygusunu edinmiş olan,
Geleceğe dönük planları olan ve bu yolda çeşitli sıkıntılara
katlanabilen,
Karşılaşılan sıkıntılara karşı başetme mekanizması ve esnekliği
gelişterebilen,
Bağımsız olarak girişimler yapabilmeli ve kendi başına kararlar
alabilen,
Yaşadığı çevre ve toplumla ters düşmeyecek inançları, değerleri
olmasının yanında, yeniliklere de açık olan,
Mesleği dışında, eğlendirici, dinlendirici ve kişiyi geliştirici, sanat,
spor ve sosyal yardımlaşma içinde olandır.
Sosyal çalışmanın felsefe biliminden
aldığı bilgiler
Felsefe, Yunanlılar için, ‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’
anlamına gelir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden
bilimsel araştırmacıya "filozof" adı verilir.
Sosyal çalışmanın felsefe biliminden
aldığı bilgiler
• Düşünce, evrenin gelişmiş ve eşsiz
değerdeki varlığı insanoğlunun en önemli
farklılığı, olarak bilimin ve felsefenin de
ortak malzemesidir.
Felsefe, varolan olguların bütünü
üzerinde durarak birleştirici niteliği
ortaya koymaya çalışır, bilim varolan
şeyleri çeşitli parçalara bölerek
araştırmalarını, bu kapsamda
yoğunlaştırır.
Sosyal çalışmanın felsefe biliminden
aldığı bilgiler
• Felsefe:
• İnsanın yeryüzündeki yaşamını, şölene
dönüştürme çabasını taşır.
• Gerçek dünyada hiçbir değişiklik ya da kötülük
meydana gelmediğini savunur.
• Modern insanın derin bir varoluş sarsıntısı içine
girmiş olmasının sonucunda çevresi ile ilişkilerini
kesmiş olmasını iddia eder.
• Değer ve algı dünyasında, büyük gedik açılan
insanoğlunun, düşünce ve davranış alanında da,
sarsıntılar geçirmeye halen devam ettiğini saptar
Sosyal çalışmanın felsefe biliminden
aldığı bilgiler
• Kral 3. Henry, Roma Kilisesine karşı ideolojik,
yasal ve siyasal açıdan başkaldırdı ve
döneminde; yaşlıları, yoksulları, düşkünleri
saptayarak onların temel ihtiyaçlarını
karşılamıştır.
Sosyal çalışmanın felsefe biliminden
aldığı bilgiler
• Salt akıl yürütme zorunluluğudur.
• Felsefe sayesinde diğer bilimler verili olanın
dışında yeni bakış açılarıyla alanlarında yeni
ufuklar açar.
• Felsefe, akılla ulaşılan bir bilgi de olsa; insan
aklı bütün evreni bir bütün olarak
algılayabilecek kapasitede değildir. Bunun için
Epikuros, felsefeyi: “Mutlu bir yaşam sağlamak
için, tutarlı eylemsel bir sistem” olarak
tanımlamıştır.
Felsefede bilgi türleri
Gündelik Bilgi
Özne ile nesne arasındaki anlam
bağının, sezgi ve/veya insan
deneyimleri olduğunu kabul eder.
Ancak bunlar, belirli bir yöntemle
elde edilmiş, sistemli ve tutarlı,
genel geçerliğe sahip bilgiler
değildir.
Dinsel Bilgi
Özne ile nesne arasındaki anlam
ilişkisi; iman-inanca dayanır ve inanç
bağına bağlı olduğu için de öznel bir
bilgidir. Dogmatik ve değişmez
bilgilerdir.
Felfesede bilgi türleri
Bilimsel Bilgi
Özne ile nesne arasındaki anlam
ilişkisi deney ve gözleme dayalı,
nesnel, kümülatif, sistemli ve
tutarlı, bilimsel yöntem
kullanılarak, akılcı ve eleştirel
yolla elde edilmiş bilgidir.
Felsefi Bilgi
Özne ile nesne arasındaki anlam
ilişkisi akıl yürütmeye dayalı,
evrenin bilgisinin salt akıl yürütme
yoluyla elde etmeye çalışıldığı,
genel geçerliğe sahip evrensel
bilgilerdir.
Felsefe bİlİm İlİŞKİSİ
Her iki bilgi türü de varlığı anlamaya çalışır. Felsefe verili olanın ötesine
yönelik akıl karıştıran sorularıyla bilime yol gösterir, Bilim ise sorularına
yanıt buldukça, Felsefenin yeni sorular sormasına olanak sağlar.
Felsefe ve BİLİM arasındaKİ Farklılıklar
Felsefe
1-Akıl yürütme yöntemi
2-Bilginin dışında hiçbir şey yaratmaz
3-Varlığı bir bütün olarak ele alır
4-Varlığın özünü anlamaya çalışır
5-Kesinlik yok
Bilim
1- Deneysel yöntem
2- Teknoloji üretir
3-Varlığı parçalara ayırarak inceler
4-Olaylar ve olguları inceler
5-Kesinliği bulmayı amaçlar
Felsefe DİN İLİŞKİSİ
Her ikisinde de varlığı ve yaşamı bütünsellik içinde ele alma çabası bulunmaktadır.
Her ikisi de, varlığın ilk nedenlerine yönelir, tümel bilgiler elde etmeye çalışır ve
özneldir.
FelseFİ BİLGİNİN özeLLİKLERİ
•
•
•
•
Eleştirel ve sorgulayıcı bakış açısı kazandırır.
Hoşgörü ve olgunlaşma sağlar.
Anlama ve gerçeği görme ihtiyacını karşılar.
Kendi görüşlerinden başka görüşlerin de
olabileceğini gösterir.
• Evreni ve insanı, düşünce temelinde
sorgularken, bilimlere ışık tutar ve bilimlerin
gelişmesine yol gösterir.
• Bilginin üretilmesine katkılarda bulunur.
• Başka insanlarla iletişim kurma, onları anlama
Sosyal çalışmanın Antropoloji
biliminden aldığı bilgiler
Antropoloji, insanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya;
insanlığın başlangıcından beri insanların çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu
uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olayların nasıl
dönüştüğünü görmeye ve göstermeye çalışır.
Sosyal çalışmanın Antropoloji
biliminden aldığı bilgiler
• Antropoloji birey olarak insanı ele almaz, grup
içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları
ve davranışlarını inceler.
• İnsanoğlunun evrimi, fiziksel ve toplumsal
gelişiminin kurallarını ortaya koymaya çalışır.
• Antropoloji, kültür ile çok ilgilidir. İnsan
topluluklarının; fizik yapı, kültür ve davranış
bakımından farklılıklarını ele alır.
Antropologlar saha
araştırmacılarıdırlar; bu
mesleğin mensupları sahada
çalışmalı ve ayakkabıları,
çamurlu olmalı denmektedir.
antropoloJİNİN temelİNİ oluşturan
SOrular
• İnsanlar, neden birbirine benzer?
• İnsanlar ve toplumlar neden bir birine
benzemiyor?
• İnsan, neden birbirine benzemez?
• Böyle bir farklılaşma nereden ortaya çıkıyor?
• İnsan, ‘ne’den yaratılmıştır?
• İnsan, yaratılmış mıdır, yoksa evrimleşme
sonucu oluşmuş bir canlı mıdır?
• İnsanlar ve toplumlar neden ya da nasıl
Sosyal çalışmanın Antropoloji
biliminden aldığı bilgiler
• Çağımız hızlı kültür değişmesi çağı olup, dünya
kültürleri, sürekli olarak değişmeye
uğramaktadır. Fakat bu tür değişmelerin hızı,
farklı zamanlarda ve farklı yerlerde değişiklik
göstermektedir. Antropoloji,bu tür kültür
değişimlerinin nedenlerini inceleyerek, sosyal
değişme yasalarıyla ilgili güvenilir sonuçlara
ulaşmaya çalışır.
FİZİKSEL ANTROPOLOJİ
İnsanların zaman ve mekan içinde gösterdikleri
fiziksel çeşitliliktir.
İnsanoğlunun fiziksel gelişimini ve evrimini inceler ve
biyolojik gelişmesinin tarihiyle ilgili olarak, insan
olabilmek adına geçirdiği aşamaları ele alır.
İnsan ırklarını, insanın doğuşundan modern hale gelinceye değin geçirdiği biyofizyolojik değişiklik ve aşamaları, ırk yaşamlarını, ırkların karşılaştırılması ve ırk
ilişkilerini ele alır.
İnsanların, hayvanlarla farklılıkları, iskelet ve kasların karşılaştırılması da diğer
konulardır.
ArkeoloJİK ANtropoloJİ
İnsanların kültürel örüntülerini ve davranışlarını, maddi kalıntılar
aracılığıyla açıklar ve yorumlar
Tarihsel kültürleri ve yaşayan kültürleri inceler.
Maddi kalıntıları birincil veri olarak kullanır, kültürel verileri bu
kalıntılar üzerinden irdeler.
Kültür İmparatorluklarının toplumsal, ekonomik, ve siyasal
faaliyetlerini yaptıklarını kazılar sayesinde gün yüzüne
çıkarırlar
arkeolojİ
Bazılarına göre bu bilim dalı antropolojiden bağımsız bir dalıdır. Ancak,
antropoloji alanında özel bir faaliyet alanıdır.
Arkeoloji hem insan bedeninin kalıntılarını, hem de insanın yaptıklarını,
ürettiklerini ve kullandıklarını inceler
ETNOLOJİ
İlkel diye nitelenen halkları ve
onların kültürlerini inceler. Etnoloji
kültürler arası farklar ve
benzerliklerle ilgilenmiş, kültürün
tarihsel gelişimini ve çeşitli
kültürlerin birbirleriyle ilişkisini
konu almıştır.
LİNGUİSTİK
Dillerin yapısal özelliklerini, konuşma
biçimlerini inceler. İnsanların
düşünce ve görüşlerini belirtmek için
kullandıkları çeşitli kalıpları, yani
dillerini inceler.
Hem dillerin belirli grupların
tarihini, hem de bugün konuşulan
dillerini inceler.
Sosyal ANTROPOLOJİ
İnsan davranışlarının
karşılaştırılmalı olarak
incelenmesi.
Toplumsal yapı,
toplumsal kurumlar ve
formların sistematik ve
karşılaştırmalı
araştırılması
Sosyal antropoloji evrimci
kurama bir tepki olarak
doğmuştur.
Evlilik ve akrabalık
konularına ağırlık
verilmiştir.
Sosyal örgütlenme, evlilik adetleri ve
örfleri, adetler ve ahlaksal amaçlar,
folklor, inanç sistemi, din, dil, ve dil ile
düşüncenin ilişkileri çalışma alanı.
Sosyal çalışmanın İkTİSAT biliminden
aldığı bilgiler
Ekonomi Bilimi;üretim, dağıtım,
tüketim, ticaret, değişim ve bölüşüm
ile ilgilerin bütününü inceleyen bilim
dalıdır.
Ekonomi Biliminin ortaya çıkma
nedeni, mevcut kaynakların sınırlı
olup, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız
olmasıdır.
Genel olarak ekonomi
toplumların nasıl zenginleşeceği
ve refah seviyelerinin nasıl
artırılacağı sorusuna yanıt arar
Sosyal çalışmanın İkTİSAT biliminden
aldığı bilgiler
Sosyal bir varlık olan insan, yaşamını
sürdürmek için öncelikle barınma,
beslenme, giyecek gibi temel
gereksinimlerini karşılamaya çalışırken,
üretim ve tüketim alanında baş aktördür.
Ekonomide üretim mal ve
hizmetlerinin yaratılması, mevcutların
artırılması, tüketici isteklerinin
karşılanması, arzularının tatmini ve
fayda esastır.
İkTİSATTA İSTATİKİ BİLGİLER
• Dünya nüfusunun %24’ü günde 1 doların altında
bir gelirle sağ kalmaya çalışmakta,
• En zengin %20 ile en fakir %20 arasında 74 kat
gelir farkı,
• Dünyadaki en zengin %1’inin geliri, tüm dünya
gelirinin %48’ini kapsamakta,
• Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO), 2012
"Küresel İstihdam Raporu"na göre, 2008-2009
yıllarındaki küresel mali krizden bu yana 50
milyon kadar kişinin işinden olmuş. Hâlihazırda
dünyada 1 milyar insanın karnı aç.
• Tüm dünyada yaklaşık 170 milyon çocuk, yetersiz
beslenme nedeniyle fiziksel gelişme sorunu
Sosyal çalışmanın İkTİSAT biliminden
aldığı bilgiler
• Dünya GSYH içinde, Türkiyenin payı 1980
yılında %0,97,
• 1990 yılında %1.1
• 2000 yılında %1.2
• 2008 yılında %1.3 yükselmiştir.
• Kişi başına milli gelir bakımından da önemli
iyileşme sağlanmış ve 2002 yılından bu yana,
kişi başına milli gelirimizin 3 kat artarak, 10bin
doları aşmıştır.
Sosyal GELİŞME YAKLAŞIMI
• Sosyal çalışma felsefesiyle aynı doğrultuda,
ekonomik ve sosyal politikaların, insani
gelişme temelinde birbirine yakınlaştırılması
uygulamalarının, herkesin refah seviyesini
yükselteceğini savunur.
Sosyal gelişme yaklaşımlarının başarıyla
yürütülebilmesi için, ekonomik gelişme ve sosyal
hizmet kurumlarının, bireysel ve toplumsal
gelişme çerçevesi içinde etkili biçimde, iş birliği
halinde çalışması gerekir.
Sosyal çalışmanın yÖNETİM BİLİMİYLE İLİŞKİSİ ve
KAMU YÖNETİMİ-SOSYAL HİZMET YÖNETİMİ
Örgütler, bireysel olarak başaramadığımız
şeyleri gerçekleştirmek, toplumu oluşturan
bireylerin gereksinimlerini karşılamak,
toplumsal bir işlevi yerine getirmek amacıyla
ortaya çıkar.
Eğitim görmek için, sağlık ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için, inşaat yapıp site
kurabilmek ve yine yönetebilmek için
örgütlere üye oluruz.
Örgütler toplum işleyiş biçimini belirler; endüstri,
eğitim, sağlık hizmetleri, sosyal hizmet, adalet ve
emniyet örgütleri bunlardan bazılarıdır.
yÖNETİM KAVRAMINA GENEL OLARAK
BAKIŞ
Başarılı bir yönetim için, örgütlerde
gerilimlerini yönetebilen, etkili iletişim
kurabilen, kendini gerçekleştirmiş, yaratıcılık
yeteneği gelişmiş insanlara ihtiyaç
duyulmaktadır.
Ülkemizde kamu bürokrasisinde ücretlerin
düşük ve geçinmek için yetersiz kalması,
ödüllendirme uygulamalarının yok
denecek kadar zayıf olması, sonucunda, iş
görenlerin çalıştığı kurumlara adanması,
stresini yenebilmesi, etkili iletişim kurması,
kendini gerçekleştirecek, yaratıcı düşünme
becerisi geliştirmesinin önünde engeller
oluşturmaktadır.
yÖNETİM KAVRAMINA GENEL OLARAK
BAKIŞ
• Yönetim en küçük sosyal birim olan aileden
başlar, en büyük siyasi birim olan devlete
kadar dayanır.
• Yönetimde üst düzey bir iş birliği, insan
ihtiyaçlarının sağlanması için gereklidir.
• Yöneticilerden beklenen; insan, makine ve
para gibi değerli, fakat örgütlenmemiş
kaynaklardan tam olarak yararlanabilmektir.
Yönetimin alt başlıkları
Ne yapılacağının önceden kararlaştırılması. Bir amacı
gerçekleştirmek için en tutarlı yöntemleri, davranış
biçimlerini seçme ve geliştirme
Bir örgütteki kaynakların tümünün, düzenli
biçimde kullanılmasını sağlayacak
biçimde örgütsel yapının oluşturulması
sürecidir.
Emir-kumanda etme, karar verme, yönlendirme,
örgütün amaçları doğrultusunda personeli ve
kaynakları idare ve sevk etme
İlgili tüm birimlerin ve kişilerin uyum
içinde hareket etmesinin sağlanması
Yönetimin alt başlıkları
Bir örgüttteki işlevlerin hangi ölçüde başarılı
olduğunu saptamaya yönelik iş ve işlemlerin
hepsidir.
Çeşitli yol, olanak, amaç ve arasından en uygun
sanılanın seçimi anlamına gelmektedir.
Minumum girdi ile maksimin çıktığının üretilmesini
esas alır. Örgütün etkinliğinin arttırılmasını amaçlar
[email protected]
Download