SOSYAL HİZMET/SOSYAL ÇALIŞMA BİLİM VE MESLEĞİNE GİRİŞ DOÇ.DR. Mehmet Zafer DANIŞ (Sakarya Üniversitesi) BÖLÜM 1 • Devletin Ortaya Çıkışı ve Kamu Sisteminde Sosyal Çalışma Mesleğinin Yeri • Sanayi Devrimi ve Sosyal Çalışma Düşüncesinin Gelişimi • Aydınlanma Döneminin Sosyal Çalışma Mesleğine düşünsel katkıları • Sosyal Çalışmanın Dünyada Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Gelişim Süreci • Sosyal çalışma yaklaşımları ve sosyal çalışmada etkili kişiler • Sosyal Çalışmanın Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyetindeki Tarihsel Gelişim Süreci 1.1-GİRİŞ • Bütün bilimler felsefeden doğmuştur. Ve tüm bilimlerin kendine has literatürü vardır. Aynı zamanda bilim dalları kendi içinde kavram alışverişi yapabilirler. Çünkü tüm bilimler insan içindir. Ve insanın anlam dünyasındaki yerini belirlemeyle ilişki içindedir. Sosyal bilimlerin “kavram ve olguları” hekimlerin steteskopu kadar önemlidir. Kavramları doğru ve yerinde kullanmak, olgularla, kavramlarla konuşmak sosyal bilimler alanında “düşünce üretimi” bakımından yaşamsal bir değere sahiptir. • Nasıl ki tıp eğitimi yapmış bir meslek elemanına “hekim” veya “doktor” deniliyorsa sosyal hizmet lisans eğitimi almış birine “sosyal hizmet uzmanı” denir. Devletin Ortaya Çıkışı ve Kamu Sisteminde Sosyal Hizmetin Yeri: Modern toplumlarda “devlet”; etkinliklerini, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik, mahkeme kararları gibi, “devlet egemenliğinin” temel araçları yoluyla yerine getirir. Hukuk, bir yandan iktidarı örgütler, kurumlaştırır ve onu meşru kılmaya çabalarken; diğer taraftan da, “iktidarın sınırsız gibi görünen gücüne karşı”, vatandaşların hakları için, sigorta ve güvence vazifesi görür. İktidar, hukuka başvurarak ve hukukla ancak örgütlenebilir. Onun içindir ki tarihsel süreçte, hukukunu güçlendiren ve geliştirebilen ve daha fazla geçerli kabul edilebilir kılan devletler, “daha gelişmiş ve ileri gitmiş” devletler olabilmişlerdir. Bu nedenle, modern devletlerde, kişiler değil, “kurumlar ve kurallara” baş eğilir. Hukukun gelişmesi, iktidarın keyfiliğinin ortadan kalkmasını sağlamıştır. DEVLET NEDİR? Devlet; kurumsallaşmış bir “siyasal iktidar”, etkin bir “sosyal örgütlenme” biçimi, en yüksek düzeyde ve “değerleri kapsayan” bir egemenliğe bağlı, “belirli bir toprakla sınırlı” bir örgüt, etkin bir siyasal iktidar’dır. “Devlet”, “tüzel bir kişilik olarak, bir siyasal iktidar biçimi; kurumsallaşmış ve etkin bir iktidar; meşru bir hukuk iktidardır; belli toprakla sınırlı bir örgüttür. Devlet; sınırları içindeki diğer örgütlenmelerden ve tüzel kişiliklerden “daha üst düzey” bir “tüzel kişiliğe” sahiptir. Bu yüzden de, diğer tüzel kişilikler üzerinde, “meşru ve yasal güç kullanma” ile desteklenen, “EN ÜST BUYURMA” gücüne sahiptir. Modernleşme süreçlerini tamamlamış, “gelişmiş sosyal refah devletleri”, “sosyal bilimleri” aktive ederek, eğitime ve sosyal hizmete gereken önemi vererek, ihtiyaç duyulan sosyal politikaları süratle geliştirmek suretiyle, “sosyal alanı yapılandırmayı” başarabilmişlerdir. Çağımızın devlet anlayışı, “sosyal refah devleti” anlayışıdır. Modern devletin, vatandaşlarının sosyoekonomik koşullarını iyileştirmesi, temel gereksinimlerini karşılaması gibi, bir sorumlulukları olduğu kabul edilmektedir. “Refah devleti”, üstlenmek zorunda kaldığı bu rolü; bazen yasalarla, bazen istihdam politikalarıyla, bazen kamu hizmeti yoluyla, bazen “doğrudan gelir transferi sağlayarak” yerine getirmeye çalışır. Modern ve gelişmiş bir devlet; toplumun cebelleştiği sosyal sorunlara ve yurttaşlarının yaşadığı yoksulluk ve yoksunluklara, “seyirci kalmayan devlet”tir. Zaten, “Sosyal refah devleti” de, bireylerine asgari gelir güvencesi veren, onları toplumsal tehlikelere karşı koruyan, sosyal güvenlik olanağı sağlayan, toplumsal konumları ne olursa olsun, tüm yurttaşlara eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal hizmet alanlarında “asgari standartlar getiren” devlettir. Sosyal hizmet biliminin yaklaşımında “birey”, sosyoekonomik koşulların bir ürünü olarak “kabul edilerek”, olumsuz sosyoekonomik koşulların iyileştirilmesi açısından, devletin önemli bir rolü olduğu, her zaman kabul edilmektedir. “Özünü” etik değerlerden ve insan düşüncesinden almayan, toplumu oluşturan tüm sosyal sınıfların, kendi görev, katkı ve sorumluluklarını paylaşmadığı, ülkemiz gibi az gelişmiş toplumlarda, adil, insani gelişmeye pozitif etki yapacak, gelişmiş bir refah devleti temeli, “bir türlü oluşturulamamıştır”. Kamu ve sivil toplumun işbirliğinde, “tüm yurttaşları esas alacak”, bu tür “sosyal koruma çerçevesinin”, halen kurulamamış olması, 2000’li yılların bitiminde dahi, toplumumuzun hak ettiği ve özlediği, geniş tabanlı ilerlemeyi ve dönüşmeyi yaratamamasının, en büyük nedenidir. Sanayi Devrimi ve Sosyal Hizmet: 1768 yılında, James Watt adlı İngiliz mühendis “buhar makinesini icat edip”, bunu enerji kaynağı olarak kullanmaya başlayınca, o ana kadar genelgeçer “üretim biçimler”i, ekonomik ve sosyal kabuller, paradigmalar yerle bir olmuştur. 18. yüzyılın ikinci yarısından sonraki dönemde ortaya çıkarak, İngiltere’nin ekonomik yapısını, tarımsal bir yapıdan, “sınai bir yapıya” geçirmiş olan bu önemli sürece, “Sanayi Devrimi” (Stewart, 1969: 4) adı verilmektedir. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan yeni durum; açlık, yoksulluk, sömürü, insanlıkla bağdaşmayan çalışma koşulları, çok düşük ve yetersiz ücretler, gibi olumsuzlukların ortaya çıkmasına ve “sosyal alanda” yeni sorunların ortaya yaşanmasına “neden olmuştur”. “Akıl çağı” olarak da adlandırılan, 18. Yüzyıl Aydınlanma dönemiyle “ortaya çıkan en önemli düşünce”, “dünyanın bütün insanlığa ait olduğu ve varolan nimetlerden herkesin faydalanması gerektiği” görüşüdür. Bu “yeni anlayış”, milyonlarca insanın yazgısını, pozitif yönde değiştirecek, “sosyal refah” ve “sosyal politika” düşüncesinin, uygulamalarının “temelini oluşturmuştur”. Toplumu oluşturan bireylerin, refah içerisinde huzurlu yaşamalarına, sosyal adalet ve insan haklarını temel alınmasını, modern devletlerin gelişmesini “Yüzyıllar boyunca” devletler, egemenliklerini güçlendirmek ve yaymak için savaşmışlardır. Ancak, yirminci yüzyıl uygarlığına ulaştığımızda, bütün devletler, sadece dış tehditlerle karşı karşıya olmayıp, daha büyük ve güncel bir tehdit olarak, “sınıflar arası çatışma ve çekişmelerin” “en büyük tehdidi oluşturduğunu” fark etmişlerdir. 18. Yüzyılda, Avrupa devletlerinde ortaya çıkan “şiddetli sınıf çatışmaları”, ülkelerin varlığını öylesine tehdit eder duruma ulaşmış ki içinden çıkılması bu zor durum devletleri, “yaşanmakta olan sosyal sorunlara” müdahale etmeye “mecbur kılmıştır”. Devletin, sosyal sorunlara müdahale alanının genişlemesi, “sosyal politika”nın da gelişmesine yol açmıştır (Şenkal, Sanayi toplumunun; “üretim, tüketim ve bölüşüm ilişkileri”, insan ilişkilerini ve toplum yapısını “temelden değiştirmiş” ve tarım toplumu, yerini “sanayi toplumu” ve buna paralel, yeni anlayışlara, yaşam biçimlerine bırakmıştır. Bu “bireysel ve toplumsal gerçeklikten”, toplumsal değerlerin dönüşümünden ve Fransız devriminden sonra, “yeni bir toplum düşüncesi” olgunlaşmaya başlamıştır. “Sosyal bilimlerin” ve sosyolojinin gelişmesiyle, insan ve toplum sorunlarının çözümüne yönelik girişimler, “yüksek düzeyde bilimsel bir nitelik” kazanmıştır. Sanayideki olumsuz çalışma koşulları, ücret yetersizliği, emek sömürüsü, beslenme yetersizliği, işsizlik, yoksulluk, kadınların çalışma yaşamına girmesi, sosyal tabakalaşma, işçilerin ve ailelerin sorunları, göç, kentleşme, suçluluk, kimsesizlik, güçsüzlük, düşkünlük, ekonomik güvencesizlik gibi, “temel sorunlara yönelik çözüm arayışları”, sosyal bilimlerin ve bunun içerisinde, “sosyal hizmetin” bir meslek ve disiplin olarak “gelişmesine olanak sağlamıştır”. “Sosyal sorunlar” olarak; yoksulluk ve işsizlik mücadele, örgütlenme, işçi ve kadın hareketleri, güçsüzlerin ve yoksulların korunması, gecekondu semtlerindeki olumsuz ve yetersiz ev koşullarının düzeltilmesi, yaşam kalitesinin artırılması, kimsesiz çocukların korunması ve yaşama hazırlanması, suç işleyen bireylerin rehabilite edilerek, “yeniden topluma kazandırılması, “sosyal hizmetin” etkili bir meslek ve uygulama alanı olarak “güçlenmesine” yaramıştır (Cılga, 2004: 7). Aydınlanma Dönemi ve Sosyal Hizmet Düşüncesinin Gelişimi: İnsana ve insani değerlere ağırlık veren düşünsel yaklaşım olan “hümanizm”, Rönesans döneminin temel kültürel yapısını oluşturarak, “düşünce akımlarını etkileme yoluyla”, çağdaş düşünce ortamını hazırlamıştır. “Bireyin yüceltilmesi”, hümanizmin temel düşüncesini oluşturmuş, “salt insan olmak” ve bireyin bu dünyadaki yaşamı, “temel değer” olarak sayılmıştır. “İnsanın”, kendi kurduğu toplum ve devlet düzeni içerisinde; “gerçek dünyası ve ahlâk anlayışıyla”, erdemli eylemlerde bulunarak, “özgürce yaşaması gerektiği” kabul edilmiştir. Tarihin her döneminde; ilerlemeci duyarlık açısından en önemli olgu, “insanı en yetkin bilince ulaştıracak yolların aranması” olduğuna göre, “Aydınlanma”, insanın; kendi yalanlarından ve yanlışlarından, bir başka deyişle önyargılarından “kurtulma” girişimidir (Timuçin, 2010). “Aydınlanma”; aydınlıktan korkan bencil, çıkarcı, kötünün izini süren “insanın yerine”, özgür bir düşünce etkinliği içinde, “kendini yeniden yaratan”, “insan gerçeğine ulaşma yolculuğunda”, hem zamanın getirdiği koşulların bir ürünü, hem de yüzyılların birikimidir. 18. yüzyılı, ayırt edici olan, bütün farklılıkları ve çeşitliliği birlikte “akıl” kavramıdır. Cassirer (1951)’e göre, “aklın gücü”; bizi, dünya içerisinde, kendimizi, evimizdeki gibi huzurlu, hissetmeye muktedir kılmasından” ibarettir. Aydınlanma, “bilgiye” ve “akla” dayalı bir hareket olarak, kendisini yeni bir tür “bilgide” temellendirmiştir. 18. yüzyılı, ayırt edici olan, bütün farklılıkları ve çeşitliliği birlikte “akıl” kavramıdır. Cassirer (1951)’e göre, “aklın gücü”; bizi, dünya içerisinde, kendimizi, evimizdeki gibi huzurlu, hissetmeye muktedir kılmasından” ibarettir. Aydınlanma, “bilgiye” ve “akla” dayalı bir hareket olarak, kendisini yeni bir tür “bilgide” temellendirmiştir. “Aydınlanma hareketinin” amacı; esasında, kötü, köleleştirici olduğuna inanılan mit, önyargı ve hurafenin, bunları üreten ve kurumsallaştırdığı varsayılan, “dinin temsil ettiği” “eski düzenden kurtararak”, iyi ve özgürleştirici olduğu kabul edilen “aklın düzenine” sokmaktır. “Aydınlanmanın ve modernleşmenin” doğurgusu bir kavram olan “sekülerleşme”(laikleşme);(Marshal, 1999); özellikle, modern sanayi toplumlarında, “dinsel inançların, uygulamaların ve kurumların” “toplumsal önemlerini yitirdikleri”, bir sürece işaret etmektedir. Bu kabule göre; “modern bilim”, geleneksel dini inançları daha az akla yatkın bir duruma getirmiş, “dinsel sembollerin tekelini kırmış”tır. “Aydınlanma döneminin” düşünürleri, yaşam koşullarının iyileştirilmesini amaçlamışlar ve toplumsal yaşamda, “bireyin, onurlu ve mutlu bir yaşam sürebilmesinin koşullarını” ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu açıdan da, en çok bilime ve teknolojiye güvenmeleri çok doğaldır. Çünkü insanın iyi bir yaşam sürebilmesi için, bilgiyle temellendirilmiş yaşam koşullarına gereksinimi vardır. Bütün bu bilgilerin ışığında; ülkemizde, Aydınlanmanın halen tam anlamıyla yaşanmadığı, tam olarak “çoğulcu ve demokratik”, laik bir toplum oluşturulamadığı, yüzde doksan dokuzu Müslümân kültüre ait bireylerin dünyasında, özellikle politik açıdan, sosyal bilimlerin ve “sosyal hizmet”in modern anlamda bir “değer” olarak ortaya çıkamadığı göze çarpmaktadır. Bunun sonucu olarak da, daha muhafazakâr eğilimlere yöneliş, mağdur ve güçsüz bireylere “hak temelli” profesyonel yardımlardan ziyade, “iaşe ya da lütuf” biçiminde “keyfi yardımlar”, dinin önderliğinde bir yardımlaşma ve dayanışma şemaları, “sosyal hizmetin bilimsel uygulamaları yerine”, yeterli kabul edilebilmektedir. “Sosyal bilimleri” ve sosyal hizmet mesleğini, sosyolojiyi, psikoloji gibi “tüm sosyal bilimleri”, “olması gerektiği biçimde dikkate almamak”; geçmiş yüzyıllarda, “sosyal fizik” olarak adlandırılan bu bilimsel disiplinlerin “bilgisi, becerisi ve değerlerinden”, toplumu mahrum etmekte, birçok mağduriyetler yaşanmaktadır. Sonuç olarak; D’Alembert (akt. Çiğdem, 2009)’ın vurguladığı gibi; “bilimin rehberliğinde, aydınlanma idealini benimsemiş”, “akla iman eden” bir yönetimin, “toplumsal sorunları çözeceği” her zaman hatırda tutulmalıdır. Politik güçlerin, başta “sosyal hizmet” olmak üzere, tüm sosyal bilimleri, toplumsal yaşamın merkezine ve “karar mekanizmalarına” dahil etmeleri gerektir. Devletin Ortaya Çıkışı ve Kamu Sisteminde Sosyal Çalışma Mesleğinin Yeri • Aristo “insan sosyal bir varlıktır.” der. İnsanın bu zorunlu birlikteliği, kurallar manzumesinin oluşmasını gerekli kılmaktadır. Bu ortak kurallar arayışında devlet doğmuştur. Aynı zamanda bu ortak yaşam birlikteliği otoriteye duyulan ihtiyaçtan devlet doğmuştur. Devletin en büyük kaynağı rıza ve zora dayalı olmasından oluşmaktadır. İnsanlığın ilk dönemlerinde devletsiz yaşadığı dönemlerin varlığı bilinmektedir. • Genel olarak çoklu ve bölünmüş iktidar yapılarıyla simgeleşen “modern devletin” on altıncı yüzyıl batı Avrupa’sında ortaya çıkarak, zamanla dünyanın her tarafına yayıldığı geniş biçimde kabul görmüştür. • On yedinci yüzyılda “kral” tek egemendir. Fransa kralı XIV Lois 1655 yılında parlamentoda yaptığı konuşmada “devlet benim”demiştir. Devletin kökeni ve giderek toplum yaşamında oynadığı rol hakkında çeşitli görüşler vardır. • Faşizim, devleti kutsayarak, her şey devlet için diyerek, bireyi devletin içinde yok etmeyi dahi öne çıkartmakta; Sosyalizm, devleti geçici bir kötülük olarak görmekte ve anarşizim de devletin hiçbir türüne tahammül edememektedir. • Sosyalistler, pratikte devleti hep egemen sınıfların burjuvazinin ortak işlerinin yürütücüsü biçiminde bir güç olarak görmüşlerdir. Proleteryanın iktidara el koymasıyla, tüm üretim araçlarının mülkiyetenin kamuya geçeceğini, sınıf ayrımları ve çatışmaların ortadan kaldırılacağını ve bu noktada artık devlete de gerek kalmayacağını ileri sürerler. • “liberalizm” bireycilik, özgürlük, piyasa ekonomisi ve sınırlı sorumlu devlet ilkelerini benimsemiş ve en temel gerçekliğin “birey” olduğunu toplumunda hak sahibi bireylerden oluştuğunu savunmuştur. Liberallere göre devlet bizim daha rahat ve güvenli yaşamak için icat ettiğimiz araçsal bir değerdir. Ve onun aşkın ya da kutsal niteliği de bulunmamaktadır. • Tanili genel yararın yani kamu yararının doğurduğu devlet, “ahlak düşüncesinin ve giderek aklın temsilcisi olup, tarihte devletin üç temel tipinde –köleci devlet, feodal devlet, burjuva devlet- vardır. • Bu nedenle onun içindir ki, tarihsel süreçte “hukukunu güçlendiren ve geliştirebilen ve daha fazla geçerli kılabilen devletler daha gelişmiş ve ileri gitmiş devletler olabilmişlerdir. Bu nedenle modern devletlerde, kişilere değil “kurumlar ve kurallara baş eğilir.” Hukukun gelişmesi ve geçerli olması, iktidara karşı bireylere bir takim güvencelerle beraber, iktidarın keyfiliğinin ortadan kalkmasını sağlamıştır. • Pierson, devletin sekiz ana özelliğini şu şekilde sıralamıştır.1-şiddet araçlarının tekeli ve denetimi 2toprak 3-egemenlik 4-anayasallık 5- kişisel olmayan iktidar 6-kamu bürokrasisi 7-meşru yetki 8-yurttaşlık • Anderew Heywod; devleti hakem devlet olarak benimsemiştir. • D. Hume’a göre yeni bir hükümet ortaya çıktığında insanlar ona sadakatten veya ahlaki hükümlülükten ziyade korku ve zaruretten dolayı itaat etmektedirler. • Locke; devleti gece bekçisi olarak tanımlar. • A. Hayek’e göre göre hukuk devletinin dört görevi; yasaların genel ve soyut kurallar niteliğinde olması ve belirli kişilere yönelik olması değil, herkese yönelik olması, yasaların herkesçe bilinir ve açık seçik olması, herkesin hukuk nazarında eşit olması ve kişi haklarına müdahale teşkil eden idari takdire dayalı cebri işlemlerin bağımsız mahkemelerce denetlenmesidir. • Marshall, refah devletinin amacının, yalnızca gelir dağılımı ve sosyal sorunları çözmek olmayıp; maddesel koşulların iyileşmesi, sivil toplumun ve siyasal hakların güçlenmesi ve demokrasinin zenginleşmesi açısından da devletin, daha ileri idealleri olduğunu vurgulamıştır. Sosyal adaletin sağlanması herkes için asgari bir gelir düzenin sağlanması gerektiği sosyal refah devletlerinin tamamında kabul gören önemli ilkelerdir. • Modern ve gelişmiş bir devlet, toplumun cebelleştiği sosyal sorunlara ve yurttaşların yaşadığı yoksulluk ve yoksunluklara, “seyirci kalmayan devlet”tir. Zaten sosyal refah devleti de bireylerine asgari gelir güvencesi veren, onları toplumsal tehlikelere karşı koruyan sosyal güvenlik olanağı sağlayan toplumsal konumları ne olursa olsun, tüm yurttaşlara eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal çalışma alanlarında asgari standartlar getiren devlettir. • • • tarihsel açıdan İngiltere örneğini ele aldığımızda, 18. Yüzyıl sanayi devriminin öncüsü olan bu ülke son yüzyılda sanayileşme, bilim ve teknoloji bakımında ileri bir noktada bulunmaktaydı. İngiltere o tarihlerde bile bir grubun, bir partinin ellerine bırakılmaktan ziyade, halkın tamamını inisiyatif kullanabildiği ve yönetimin de sivil toplum sendika vb. yollarla ülke yönetimine katılabildiği ve zenginlikten hakça pay talep edebildiği bir demokrasi olgunluğundadır. Nitekim Londra liman işçilerinin 1889 da gerçekleştirdiği ünlü grevin ardında sendikacılık hareketi, vasıfsız işçiler arasında çığ gibi büyümüş ve birinci dünya savaşından 1936 ‘ya kadar, içinde Marksistlerin etkili bir şekilde el aldığı “ulusal işsizler hareketi” eylemleriyle gündemi sarsmış 1926’daki büyük genel grev ise işçi sendikalarının güçlerini pekiştirdiğine en büyük kanıtı olmuştur. İngiliz siyasi yapısı 17 yüzyılın ayırdığı iki ayrı bölümden oluşmaktadır. İlki kral egemenliğine, diğeri parlamento egemenliğine dayanan bir tarihsel süreci yansıtmaktadır. İngiliz işçi partisinin çekirdeğini 1900 de sendikaların, sosyal demokrat federasyonu ve çeşitli sosyalist derneklerin birleşmesiyle kurulan işçi temsilcileri komitesi oluşturulmuştur. Sidney Webb ve Bernard Shaw gibi isimlerin bulunduğu bu dernek devrim yoluyla bu rejimleri devirmek değil sosyalizmi toplumun kurumlarına sızdırmak olarak hedeflerini böyle belirlemiştir. Buna göre kapitalizmden sosyalizme geçiş devrimle değil, evrimle olacaktır. • • 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Kemalist paradigma üzerine kurulmuştur. Kemalist paradigma batılı değerler, pozitivist ilerleme, ve tek ulus üzerine inşa edilmiş ulus-devlet mantığı üzerine kurulmuştur. Anayasamızda devlet yüce Türk milleti olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlama beraberinde derin devleti ve kutsal devlet anlayışını doğurmuştur. Bireyden ve insandan yüce devlet. Bu coğrafya da Sümerlerden beri tanrı-devlet anlayışı hakimdir. Bu anlayışı ancak katılımcı ve çoğulcu bir yönetişimle aşabiliriz. Bu kutsal devlet anlayışından dolayı güç belirli grupların elinde tekelleşmiştir. Yargı, bürokrasi ve asker üçlemesinde derin devlet anlayışı gücünü elinde tutmak ve ayakta kalmak için içte ve dışta düşmanlar oluşturarak varlığını devam etmektedir. Sağ-sol, laikİslamcı, Alevi-Sünni, Kürt-Türk çatışmalarıyla toplumu kamplaştırarak ezeli ve ebedi devlet vurgusu devam etmektedir. Gücü elinde tutan elitler yoksul kitleleri ağır ihmallerle mağdur etmişlerdir. Sosyal dışlama ve ötekileştirmeyle madunlar yoksunlaştırılmışlardır. Bu olguyu insan haklarını savunmak, ve insan hakları çerçevesinde, toplum kaynaklarında hakça pay alarak insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilmesine yönelik duyarlılıklar geliştirebilmemiz gerekmektedir. Sivil inisiyatifler ve kamu yararı, yurttaş yararı taşıyan sosyal taraflar “cılız ve yetersiz” olmakla beraber gelişmektedir. Sosyal çalışmacıya düşen görev mağdur kitlelerin savunuculuğunu resmi ideolojiye entegre olmadan görevini devam etmektir. • SHU’ları devletin içinde sosyal refahın üretim ve yeniden dağıtım mekanizmalarında rol alırken, sosyal adaletin gerçekleşmesini önleyen sosyal politikasızlıklara karşı radikal ve muhalif bir duruş sergileyebilmelidir. Mağdur kitlelerle birlikte, eşitsizlik ve baskıya karşı “meydan okunmalı” adil, eşitlikçi, bir toplumsal yapının gelişmesine sürekli katkı yapılmalıdır. SANAYİ DEVRİMİ VE SOSYAL ÇALIŞMA DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ • 1768 yılında, James Watt adlı İngiliz mühendisin buhar makinesini icat edip, bunu enerji kaynağı olarak kullanmaya başlayınca, o ana kadar genel –geçer üretim biçimleri, ekonomik ve sosyal kabuller paradigmalar yerle bir olmuştur. Bundan ötürü 18 yüzyılın ikinci yarısında tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmiştir. Bu dönem sanayi devrimi olarak nitelendirilir. • Adam Smith kapitalizmin başarılı olması için sosyal politikaların uygulamaya sokulması gerektiğini belirterek:” Hiçbir topluluk büyük çoğunluğu yoksulluk ve sefalet içindeyken bir ilerlemede bulunamaz. Ya da mutlu olamaz.” Demiştir. • Fransız devriminden sonra “yeni bir toplum düşüncesi” olgunlaşmaya başlamıştır. Sosyal bilimlerin ve sosyolojinin gelişmesiyle, insan ve toplum sorunlarının çözümüne yönelik girişimler, yüksek düzeyde bilimsel bir nitelik kazanmıştır. Sanayide ki olumsuz çalışma koşulları, ücret yetersizliği, emek sömürüsü, beslenme yetersizliği, işsizlik, yoksulluk, kadınların çalışma yaşamına girmesi, sosyal tabakalaşma, işçilerin ve ailelerinin sorunları, göç, kentleşme, suçluluk, kimsesizlik, güçsüzlük, düşkünlük, ekonomik güvencesizlik, gibi temel sorunlara yönelik çözüm arayışları, sosyal bilimlerin ve bunun içerisinde “sosyal çalışmanın” bir meslek ve disiplin olarak gelişmesine olanak sağlamıştır. 1.4 AYDINLANMA DÖNEMİNİN SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİNE DÜŞÜNSEL KATKILARI • İnsana ve insani değerlere ağırlık veren düşünsel yaklaşım olan “hümanizm” Rönesans döneminin kültürel yapısını oluşturarak çağdaş düşünce akımlarını etkileme yoluyla, çağdaş düşünce ortamını hazırlamıştır. Hümanizmin köklerini “eylem ve erdem anlayışı” oluşturmuştur. Hümanizm “bireyin yüceltilmesi” salt insan olmak ve bireyin bu dünyadaki yaşamı temel değer olarak saymıştır. • Aydınlanma insanın kendi yalanlarından ve yanlışlarından bir başka deyişle ön yargılarından kurtulma düşüncesidir. Aklın gücü bizi, deneysel dünyayı aşmaktan ziyade, “bu dünya içerisinde kendimizi, evimizdeki gibi huzurlu, hissetmeye muktedir kılınmasından” ibarettir. Aydınlanma, “bilgiye” ve “akla” dayalı bir hareket olarak, kendisini yeni bir tür bilgide temellendirmiştir. Bu bilgi ilke olarak tüm insanlığın kullanımına açık elde edilmesi ve dolaşımı kolay, o ölçüde de karşı konulması, yadsınması zor bir olgudur. • Bu hareketin amacı esasında kötü, köleleştirici, olduğuna inanılan mit, önyargı, ve hurafenin bunları üreten ve kurumsallaştırdığı var sayılan, dinin temsil ettiği eski düzenden kurtararak iyi ve özgürleştirdiği kabul edilen “aklın düzenine sokmaktır. En önemlisi de “akıl” “vahiy” “gelenek” ve otorite üçlemesinin temellendirdiği her şeyi eleştirme ve sorgulama yetisini temsil ediyordu. • Yani sosyal çalışma ve meslek disiplini;modern endüstri toplumunun doğuşu ve gelişimiyle; Aydınlanma düşüncesiyle; bilimsel-teknolojik değişmeler ve sosyal bilimlerin ilerlemesiyle; devlet yapısındaki gelişmeler, demokratik toplum ve yönetim düşüncesinin gelişmesi bütünlüğünde aktive olabilmiştir. • Bu düşünsel ve yönetim gelişimi ve ilerlemesi akıl temelli hak temelli sosyal politikaları oluşturmuştur. 1.5 SOSYAL ÇALIŞMANIN DÜNYADA ORTAYA ÇIKIŞI VE TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ • İnsanlar, çok eski tarihlerden beri, sakatlar, yoksullar, güçsüzler, kimsesizler gibi düşkün ve yardıma muhtaç kimselere yardım etmişlerdir. Üç büyük din (Yahudilik, Hristyanlık, Müslümanlık) yardıma muhtaç kimsesizlere yardım etmeyi teşvik etmiştir. Bu insancıl düşünceler tek başına bir anlam ifade etmezler. Sosyal refah hizmetlerini asıl ön plana çıkaran gelişmenin “üretim biçimlerinin” ve insan ilişkilerinin değişmesi olarak değerlendirilebilir. • Bütün bu tarihsel gelişmelerin harmanında yoksullar, sakatlar ve güçsüzler sorunu, feodal düzenin çözülmesi ve kapitalist ilişki biçimlerini egemen olmaya başlamasıyla “bir toplumsal sorun” olarak ön plana çıkmaya başlamıştır. Çünkü 1- feodal düzenin çözülmesiyle geleneksel güvenlik mekanizmaları düzeni de bozulmuş,2- hareketli ve ücretli emek, kapitalist birikimin sağlanabilmesi için, yüksek bir sömürüyü ortaya çıkarmaya başlamış,3-makineleşme ve benzeri süreçler sonunda, iş bulma olanakları sınırlanmış ve 4-sınıf bilinci meydana çıkarak, toplumsal mücadeleler baş göstermiştir. • Almanya’da 1520’de Martin Luther, prenslerden, dilenciliğin men edilmesi ve mahallelerde para ve yiyecek, giyecek toplanarak “mahalle yardım sandığı” kurulmasını ve bu yolla toplumdaki muhtaçlara içtenlikle yardım edilmesi gerektiğini söylemiştir. • 16. Yüzyılda filozof Erasmus’un arkadaşı İspanyol Filozofu J.L. Vibes ortaya atmıştır. Almanya’da yaşayan Vibes, Bıriges şehrinin mahallelere ayırarak, işsiz ve yoksul ailelerin sosyal koşullarının incelenmesi para yardımının yanında, mesleki eğitim, rehabilitasyon hizmetlerinin sağlanması gerektiği konusunda yönetime bir rapor yazmıştır. • 1790’da Münih’te kronik işsizlerin dilenmelerine engel olmak için “iş evleri” kurulmuş ve sonradan Avrupa’nın bir çok kentinde gönüllülerin finanse ettiği yardımlarla yoksul ve düşkünlerin ihtiyaçları karşılanmaya başlanmıştır.17 yüzyılda Fransa’da yaşamış olan Papaz Vincent De Poul Tunuslu korsanlar tarafından esir alınarak köle pazarında satılmış ve kaçıp kurtulduktan sonra yaşamını hayır severli faaliyetlarine tamamen adamıştır. Halkı ve saray çevresini ikna ederek söylemleriyle büyük ilgi uyandırmış, fakirler, kimsesizler, yetimlerin ihtiyaçlarını karşılamak için çok miktarlarda bağışlar toplayabilmeyi başarmıştır. Aristokrat aileler arasında “hayırsever kadınlar” derneğinin kurulmasını sağlamış ve yoksul evlerini ziyaret eden zengin gönüllü dernek üyelerini ihtiyaç sahiplerini belirleyerek giyecek ve yiyecek dağıtmışlardır. 1933’te Vİncent köylü kızları arasında hayır işlerinde çalışmak isteyenlerin eğitilerek hasta ve sakatlara bakmak için hemşire omlarını sağlamış olup, bu eğitimli hemşireler sosyal çalışmanın da öncüleri olmuşlardır. • 1348’de “kara ölüm” olarak anılan ve nüfusun üçte ikisinin ölümüne neden olan “veba salgını nedeniyle” çıkartılmış, derebeyiler işçi bulamamış ve ücretler aşırı artış göstermiştir. İngiltere’de toplumun “yoksullarla ilgilenmesi” on dördüncü yüzyılın ortalarında başlamış ve on beş yaşına gelmeden tahta çıkma şansı elde eden ve 1312-1377 tarihleri arasında elli yılı aşkın bir dönemde tahtta kalan Kral III. Edward’ın bazı zorlayıcı tedbirleri şeklinde kendini göstermiştir. Örneğin bütün sağlam işçilerin kendilerine verilen işleri kabul etmeleri, çalıştıkları bölgeden ayrılmamaları ve sağlam kişilerin sadaka almalarının engellenmesi gibi… • • • • • • 1536 yılına gelindiğinde; yeni tedbirlerle, yoksul, hasta ve sakatlara, kilise tarafından para toplanarak fonların oluşturulması, 5-15 yaş arasındaki dilencilik yapan çocukların eğitilmesi gibi tedbirler, mevcut yasalara maddeler halinde eklenmiştir. Elizabeth’in 1601 yılında çıkardığı “yoksullar yasası” bu yasaya göre “yardıma muhtaç olanlar” üçe ayrılıyordu. 1. Bedeni sağlam olmasına karşın, yoksul olanlar ki, tedbir olarak bunlara iş bulunacak ve çalışmayı kabul etmeyenler ise cezalandırılacaktı. 2. Bedeni sakat olan ve çalışma yeteneği bulunmayan yoksullar; bunların bakımevlerine yollanması kararlaştırılmıştı. 3. Korunmaya muhtaç çocuklar; anne-babaları büyükanne, büyük babaları tarafından bakılmayan ya da aile büyüklerinden bir bölümünü hepsini kaybettiği için ihmale uğrayan çocuklardan, erkeklerin 24, kızların d 21 yaşına/yada evlenene kadar zanaatçıların yanına çırak olarak verilmesi kararlaştırılmıştır. Dünyada sosyal refahın başlangıcının ilk işaretlerini vermiştir. • • • • Sosyal hizmetler, sendikacılık ve demokrasi düşüncesinin gelişmesiyle beraber ve bunlara paralel biçimde hız kazanmıştır. Hepsinin temelinde yatan düşünce ise, toplumu oluşturan bireylerin var olan zenginlikten ve toplumun olanaklarından, salt bir insan olması hasebiyle ve vatandaş olarak hak ettiği adaletli biçimde “pay alma” idealine varabilmektir. Yoksul yasalarıyla belirtilen yardım yetkisi olan bölgeler “parishler” arasındaki standart farklılıkları, bu birimlerin büyüklükleri ile de yakından ilgiliydi. 1782 tarihli Gilbert Yasası ile parishlere kendi aralarında birlik kurma olanağı tanınıyordu. 18 yüzyılın sonuna gelindiğinde, İngiltere ve Wales’te onbeş bin parish görevlisi vardı. Ve üç yüz bini onbeş yaşın altında olmak üzere, toplam bir milyon kişi yoksul yardımı alıyordu. “gilbert yasası” ile sakat olmayanlar dahil, tüm yoksullara para yardımı yapmayı yasal hale getirmiş. Çalışabilir durumda olan yoksulu, yoksullar evine göndermeyip iş bulana kadar çalışma evinde kalması gibi sınırlar içinde yaşaması sağlanmıştır. Yoksul yardımların yönünü ve yapısını kökten değiştiren gelişme, 1975 yılında çıkartılan “Spenhamland yasasıyla” olmuştur. Bugün modern anlamdaki sosyal güvenliğin bir hak olarak toplumdaki herkesi kapsama mantığının ilk nüvesi Speen hamland yasasında görülebilir • İngilterede sosyal devlet 19. Yüzyıl liberallerince yoksul yasaların kapsamı içinde tutulan “düşkünlerin acı dolu yaşamları” karşısında yönetici elitlerin “ellerini vicdanlarına koymaları” sonucunda değil, bu yasaların kapsamı dışında bırakılan işçi sınıfının yürüttüğü mücadelelerinin sonucunda oluşmuştur. • Bütün bu gelişmeleri, 1925 yılındaki “dulları, yetimleri ve emeklileri” sosyal güvenlik kapsamına alan, sosyal sigortalar yasası izlemiştir. Nitekim sonuçta çok radikal bir düzenlemeyle 1934 yılında, çıkartılan işsizlik kanunuyla herkesin işsizlik ödeneği alabilmesi sağlanmıştır. • 1942 yılında meşhur “beveridge raporu” izlemiştir. İngiliz iktisatçı keynes’in ekonomik katkılarında etkilenen Senatör Beveridge II. Dünya savaşı sırasında, hem ekonominin tam çalışması, hem de işçi ve toplum refahını sağlayacak tedbirler önermiştir. 1. Her vatandaş sosyal sigortalar kapsamına alınmalıdır. 2. Gelir kazanma gücünün kaybolmasına yol açan ana riskler olan hastalık, işsizlik, kaza, yaşlılık, dulluk, gebelik tek bir sigorta içinde kapsanmalıdır. 3. Gelire bağlı olmaksızın belli bir sigorta primi ödenmesi gerekir. 4. Yardıma hak kazananlara, gene gelirden bağımsız olarak, belli bir miktarda tazminat ödenmesi gerekir. • Jane addams, bir sosyal hizmet uzmanı, toplum organizatörü ve barış aktivisti olarak “settlement House” movement ( yerleşim merkezi hareketi) liderlerinden birisidir. Settlement House (toplum Merkezi) 1884 yılında Tounbee Hall isimli, üniversite öğrencilerinin kaldığı ve birbirlerinin ihtiyaçlarına yardımcı olarak, bilgi, beceri ve değerlerini paylaşarak farklı sosyo ekonomik kesimlerden bireylerin, komşuluk-temelli etkili işbirliği yardımlaşma ve dayanışmayı başlattıklar, bir ortak hareketin adı olarak tarihe geçmiştir. Bu toplum merkezi hareketinde zengin üniversite öğrencileri, Londra’nın yoksul kenar mahallerine yerleşerek, orada yoksullarla birlikte yaşamaya başlamışlardır. Karşılıklı etkileşim yoluyla, eğlence sosyal ve kültürel olanaklar sağlayan bu zengin gençler, yerel topluluğun gelişimlerinin sağlanmasına çalışmışlardır. Sosyal hizmetlerin “grup çalışma” yöntemi de bu süreçte gerçekleşmiş ve kurumlarda sosyal hizmet uzmanları, eğitimsel ve geliştirici grup etkinliklerinde, grupla çalışmayı başarıyla uygulamışlardır. • İlk modern “toplum sandığı 1913 yılında Cleveland’da kurulmuştur. • Radikal sosyal çalışma sistemine göre sosyal sorunlar için kişileri değil, sosyal sistemi sorumlu tutarlar. Radikal sosyal çalışma “eşitlik amacını gerçekleştirme, sosyal problemlere çözüm getirme ve kurumlarda değişiklilikler yaratmaya yönelmenin en etkili yolu olarak kimi sosyal çalışmacılar arasında var olan bir ideoloji olarak tanımlanmaktadır. Radikal sosyal çalışma, pasif direniş, gösteriler, grevler, politik ve sosyal aktivizmi de içeren değişiklikleri barışçı yollarla ortaya koyan teknikler içermektedir. Bu akım sosyalist düşüncelerle ilişkilidir. • Tarihsel süreçte sosyal çalışma mesleği, iki temel kaynaktan doğmuştur. Birincisi, kapitalist kalkınma yöntemini kullanarak, hızla kalkınan ve sanayileşen ülkede ortaya çıkan birey ve toplum sorunlarının çözülmesi, sosyal yaraların sarılması çabasıdır. İkincisi ise, daha soyut ve felsefi planda kalan insancıl amaçlarla, bir veri olarak ele alınan sosyoekonomik yapı içerisinde, bireylerin ve ailelerin sorunlarını çözmektir. • 1899 yılında Chicago’da ilk Çocuk Mahkemesi kurulmuş ve sosyal çalışmanın “bireyle çalışma uygulamaları” bu alanda yaygınlaştırılmıştır. O yıllarda yaygın bir şekilde yoksul aileler, geçinebilmek için çocuklarına hırsızlık yapıyorlardı. Hırsızlık suçundan yakalanan çocukların, yetişkin suçlularla aynı ortamda kalmalarının yaratacağı olumsuzluklar göz önüne alınarak, ayrı ıslahevlerinde ve istismara uğramadan cezalarını çekmeleri görüşü ağırlık kazanmıştır. İlk kez, ABD’de kurulan “çocuk mahkemeleri” ve “ıslahevleri” daha sonra İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde hızla kurulmuştur. • Sosyal çalışmanın “bireyle çalışma yöntemi” nin hastanelerde ilk kez uygulanabilmesi Dr. Cabot’un girişimleriyle olanaklı hale gelmiş ve hastalar taburcu olduktan sonra, sosyal hizmet uzmanları tarafından evinde izlemek, ailenin sosyo-ekonomik durumunu araştırmak, hastalığın tekrarını önlemek ve aileye rehberlik, bilgilendirme çalışmaları başlatılmıştır. • Eğitim açısından “Newyork Hayırseverlik Organizasyon topluluğu” ülkedeki sosyal hizmet uzmanları için altı haftalık bir yaz kursuna öncülük etmiştir. 1919 yılına gelindiğinde 17 sosyal çalışma okulunun kurulmuş olduğu ve bu okulların, Amerikan Sosyal Çalışma Okulları Birliği ortaya çıkarmıştır. • 1915 ulusal konferansında Abraham Flexner “sosyal çalışma bir meslek midir? Sorusuna yanıt aramış ve bu çalışmada eksik bulduğu şu noktalara dikkat çekerek sosyal çalışma mesleğinin ortaya çıkmasında ciddi rol oynamıştır. • -sosyal çalışmada, sosyal bilimlere temel hazırlık eksikliği • -dahil edici ve ayırt edici bilgi gövdesi eksikliği • -süper vizyon altında test edilmiş eğitimsel ve mesleki niteliklerin tanımlanması eksikliği • -mesleki organizasyonların eksikliği, mesleki uygulamalarının ilkelerin konulması zorunluluğu • Mary E: Richmond sosyal çalışmanın önde gelen kurucularında olup, 1899’da yoksul insanların evine dostça ziyaret kitabıyla sosyal hizmet uzmanlarının eğitimine büyük katkı sağlamıştır. 1917 yılında sosyal çalışmanın “bireyle çalışma uygulamasının” öncüsü sayılan Mary Richmond’ın “sosyal Teşhiş” kitabı o dönemlerdeki en büyük mesleki gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Bu kitap sosyal çalışmanın mesleki uygulamalarına tıp’daki teşhiş gibi teorik ve metodolojik bir nitelik kazandırmış, yardım başvurularının incelemesinde gözlem ve incelemeye yer vermiş, gerçeklere dayanan, kanıtlanmış bilgilerden yararlanılmasını sağlamıştır. • Marry c. Jarret teşhiş ve tedavide psikiyatrik faktörler üzerine vurgular yaparak, ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde güçlü bir teşhis aracı olarak kullanılabilmesi için, betimsel ve somut bir sınıflandırma şemasının benimsenmesi için çalışmalar yapmıştır. Sosyal çalışma mesleğinin, bilgi gövdesinin psikoloji açısından zenginleştirilmesine çalışmış. 1923 yılında Amerikan Psikiyatrik Sosyal Çalışma Derneğinin kurulmasını sağlamıştır. • Bertha C. Reynolds; Sosyal çalışmacıların rolünün psikiyatrislere yardım eden kişiye indirgendiği eleştirisini getirerek diğer mesleklere açık ve iyi tanımlanmış sınırlar kurulabilirse, mesleki özerkliğin gerçekten olanaklı hale gelebileceğini vurgulamıştır. • Edit Aboot; birinci dünya savaşının yarattığı psikolojik sorunları azaltmaya yönelik, tüm bireyleri kapsayan sosyal çalışma yardım ve destek çalışmaları yapılmış ve psikiyatrik sosyal çalışmanın temeli atılarak, yardım programlarına başvuran ailelerin çoğunda, psikiyatrik sorunların bulunduğu fark edilmiştir • Ayrıca 1917 yılında o zamana kadar gönüllü organizasyonlar çatısı altında yapılan toplantılar ulusal çalışma konferansı adını almış ve bu çalışma sosyal çalışma adına önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. • Freud’un geliştirdiği psikoanalitik teori, 1930’lu yıllar boyunca sosyal çalışmacılar psikoanalitik kuramın etkisiyle, sosyal durumlara odaklaşmak yerine, birey ve bireyin davranışı-tutumları üzerine yoğunlaşmış ve erken çocukluk dönemlerinde yaşanan deneyimlerin insanın yaşamının nasıl ve ne yönde etkilediğinin anlaşılması düşüncesi öne çıkartılmıştır. • Gordon Hamilton, sosyal çalışmanın ileri mesleki uygulamalarında “bireyle çalışma yöntemi” üzerine 1940 yılında kitap yazmış, “problemin kendisini anlamak kadar, problemli insanı da anlamak” ve “vakıayı değerlendirme” biçiminde bir hipotez ortaya koymuştur. • . O sosyal çalışmada “doktora” eğitiminin başlatılmasına önderlik etmiş ve ayrıca sosyal çalışmada teşhiş yaklaşımı konusunda önemli bir kuramcı olarak öne çıkmıştır. 1947 yılında ABD’de “ulusal Ruh Sağlığı Yasası” kabul edilmiş ve savaşın tüm dünyada yaratmış olduğu stres ve gerilimleri en aza indirmek konusunda bireylerin ve toplumun sağaltımına yönelik çalışmalara ağırlık verilmiştir. • 1946 yılında kurulan ve içerisinde hem ulusal düzeyde gönüllü örgütleri hem de hükümet kurumlarını barındıran “ulusal sosyal refah paktı” dır. İkincisi 1952’de “sosyal çalışma eğitim konseyi” nin kurulması, üçüncüsü ise 1955 yılında “ulusal Sosyal Hizmetler Derneği’nin kurulmasıdır. • Eduard C. Lindeman, toplum organizasyonu ve grup çalışmasıyla iligili bir çok kavramın temellerini geliştirmiş ve bu mesleğin insanı bütüncül bir açıdan görebilmesinin yolunu açmış, “yetişkin eğitiminin” babası sayılmaktadır. Robert Owen 1771 yılında Newyork’ta 1771 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olan Robert Owen 10 aşından itibaren bir kumaşçının yanında çırak olarak çalışmaya başlamıştır. 19 yaşında bir kumaş fabrikasının müdürü olmuş. İşçilerini hiçbir zaman sömürmemiştir. 1826 yılında İngiltere’nin ilk anaokulunu açmıştır. 1824’te kuzey Amerika’da bir köy satın alarak, orada eşitlikçi bir komün toplumu ve sosyalist düzen kurmaya girişmiş bunu “yeni uyum adı altında projeye dönüştürmüş. Ancak ortaklarıyla anlaşamadığı için kapatmak zorunda kalış. Koyu bir sosyalist olan Owen komünel sistemi yaymak için uğraşmıştır. İngiliz toplumunda çocukların iyi yetişebilmesi için ihtiyaç duyulan yasal güçlendirmeler evlilik yaşamı gibi alanlarda “sosyal reform” önerileri “savunuculuk” ve “aktivistlik çalışmalarında yoğunlaşmıştır. O dönemlerde çocuklar adına büyük kazanımlar sağlanmıştır. İnsanın üzerinde “çevre faktörlerin” çok fazla etkisinin olduğunu kabul etmektedir. Eduard Christian Lindeman • Eduard Christian Lindeman: Yetişkin eğitimi alanında öncülerdendir. Bunun sebebi bir çok farklı ve zor işte çalışmıştır. Lindeman’a göre, “eğitim hayattır ve bütün hayat öğrenmedir.” Ve halk eğitiminde otoriter, baskıcı öğretimin yaratıcı düşünceye engel olan sınavların, katı pedogojik formüllerin yeri yoktur. • Ona göre yetişkin eğitimi otoriter olmayan bir öğrenmede kooperatif bir girişimdir ve temel amacı “deneyimin anlamını keşf etmektir.” • 1950’li yıllardan itibaren, sosyal çalışma mesleği hümanist ve varoluşçu görüşlerden fazlasıyla etkilenmiş ve özellikle hümanist görüşler çerçevesinde sosyal hizmet uzmanları, müracaatçıların bireysel gelişimini ve onun kendi olabilmesi kendini gerçekleştirebilmesi ve bireysel gücüne ulaşabilmesine önem vermişlerdir. • 1960’lardan sonra sosyal çalışma uygulamalarında ortaya çıkan “ekolojik sistemin yaklaşımına” göre sosyal sorunlar müracaatçıların psikolojik özelliklerinden çok, müracaatçı ile çevresi arasındaki “biyo-psikososyal etkileşime” bağlanmıştır. Ekosistem yaklaşımına göre, insan organizması ile çevrenin özellikleri karşılıklı uyum içinde olmalıdır. • 1960’ lı yıllara gelindiğinde “psiko-sosyal yaklaşım” ve fonksiyonel yaklaşım daha da gelişmiş ve 1. Değerlendirme 2. Durum içerinde birey 3. Süreç 4. İlişki 5. Mesleki müdahale kavramları öne çıkarılmıştır. • 1970’lerde sosyal hizmet uzmanları krize müdahale yaklaşımı, transaksiyonel analiz, davranış değiştirme, ve gerçeklik terapisi gibi yaklaşımları kullanmışlardır. • 1980’li yıllardan sonra, tüm dünyada egemen olan neo liberal politikalar sosyal refah sistemi açısından büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Enflasyon, işsizlik,yoksulluk gibi bireylerin ve toplumun, iyi olma hali tehdit eden, birçok risk faktörü ortaya çıkmış; evsizlik, AIDS, madde bağımlılığı, barış, adalet konularında ortaya çıkan sosyal sorunlar dikkati çekmiştir. • Bazı sosyal hizmet uzmanları, “feminist yaklaşımı” dikkate alan çalışmaları da önermiştir. 1.suni ayrımları elimine etmek 2. Gücün yeniden tanımlanması 3. Üretimle eşit olarak sürecin değeri 4. Yeniden isimlendirmenin değeri 5. Kişilik politikası • 1990’lı yıllarda sosyal işlevsellik ve müracaatçı için çalışmaktan ziyade, bir ortak ve panter gibi “müracaatçı ile birlikte” çalışma felsefesinin önem kazandığı görülmüştür. Sosyal Çalışmanın Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyetindeki Tarihsel Gelişim Süreci • Osmanlı İmparatorluğu’nda tüm nüfusu kapsayan bir sosyal refah sistemi olmadığı bilinen bir gerçektir. Sosyal refah benzeri uygulamalar, uzun yıllar boyunca yerel vakıflar ve yardımlaşma sandıkları ile özellikle imparatorluğun değişik dönemlerdeki başkentlerinde yürütülmüştür. Osmanlı imparatorluğunda korunması gereken çocuklara yönelik hizmet veren ilk kurum olan “vakıflar” aracılığıyla özellikle yetim ve yoksul çocuklara İslam dininin hayırseverlik duyguları çerçevesinde yardım edilmiştir. • Merkezi devletin sosyal alana müdahale imkanının sınırlı olduğu tarihsel koşullarda, aile ve kan bağı ilişkileri, mahalle, köy, cemaat dayanışmaları, lonca gibi üretim temelli dayanışmalar, tarikat, zaviye gibi dini içerikli odaklaşmalardan oluşan bir dizi beşeri ilişki, bireyin ailevi, sosyal ve doğal krizler karşısında korunmasını sağlayan bir refah sisteminin temellerini oluşturmuştur. Bursa, Edirne, İstanbul gibi kentlerde ve bölgelerde merkezin ve yerel elitin çeşitli kesimin girişimleriyle oluşturulmuş ve çoğunlukla vakıf gelirleriyle desteklenen sosyal kurumların varlığı iyi bilinen bir gerçektir. Osmanlıda önemli olan güvenliğin sağlanmasıdır. Sosyal sorunların çözümü vakıflara bırakmıştır. Toplumsal yapı ortaya çıkan sorunların çözümü için kendi iç dinamiklerine özgü yöntemler geliştirmiş ve kimsesiz çocukların evlat edinilmesi, kimsesiz kız çocuklarının “besleme” isimi adı altında aile yanında bakılıp gözetilmesi köklü bir gelenektir. • II. Mahmut’tan itibaren meydana gelen yeniliklerle; kamu sağlığı hizmetleri, dul ve yetimlerin maaşlarının düzenlenmesi yetim çocuklara yönelik vasilik düzenlemeleri, eğitim öğretimin yaygınlaştırılması, yoksullara yardım amaçlı düzenlemeler gibi konulara devletin girmesi yeni bir yönetim anlayışının belirtileri olarak ortaya çıkmıştır. • Yine 19 yüzyılda merkezi sosyal yardımlar kurulmuştur. “Ceybi Hümayun” adı verilen yardım ödeneği, gizli ödenek biçiminde doğrudan padişahın kişisel kullanımına tahsis edilmiş ve hekimler zanaatkarlar, dullar, yetimler, özürlüler ve yaşlılar gibi gruplar; erzak, odun, kömür, giyecek vb. “muhtaçlık ya da ödüllendirme” biçiminde bunlardan yararlandırılmıştır. “hazine-i hassa” adı verilen gelirlerden padişah tarafından, sosyal faaliyet gösteren hayır kurumları ve vakıflara aktarılmaktaydı. “Atiyeyi Seniye” “padişahın verdiği bahşiş” anlamına gelmekte olup, dilekçe vererek doğrudan istek ve ihtiyaçlarını dile getiren kirasını, borcunu ödemeyerek yardım talebinde bulunanlara yetimlere ve dullara ayni ve nakdi yardım yapılmaktaydı. “sadaka-i Seniyye” ise, padişah katından yapılan sadaka ve yardımşlar olarak, memurlara ve yine fakru zaruret içerisinde bulunan kişilere sultanın cömertliğini ve fakirlerin koruyucusu olduğunu göstermek için kamusal sosyal yardımlardır. • Osmanlı’da 19 yüzyılın sonlarına doğru çocuklar için bazı kurumlar açılmıştır. 1868 yılında Tuna Valisi Mahmut Paşa tarafında çocuklar için “ıslahhaneler” açılmıştır. 1872 yılında da “darüşşafaka” çocuklara yönelik sosyal hizmetleri yürütmek üzere faaliyete başlamıştır. Dilenciliğin meneden nizamnamenin çıkarılmasının ardından 1896 yılında açılan “darülaceze” kimsesiz, yoksul ve terk edilen çocukların korunduğu belli başlı kurumlardan biri olmuştur. Yine II. Abdülhamit zamanında 1909 yılında açılan ve daha sonra kapatılan “darülhayr-i Ali” ile yoksul çocuklara yetimhane olarak hizmet vermiştir.(okay, 1999) • Osmanlı döneminde İstanbul’da kimsesiz, yersiz yurtsuz çocukların, kendine özgü yapısı töreleri ve işleyişi olan “külhanbeyleri” örgütlenmesine dahil oldukları görülmektedir. Hamam sahipleri tarafından kalacak yer verilerek çalışma karşılığında himaye edilmiş bu grubun günümüzdeki sokak çocukları ya da sokakta çalışanlar olarak korunmaya muhtaç çocuk statüsünde oldukları söylenebilir. • Yine 1916 yılında Bursa’da bir vakıf tarafında kurulan ve 34 odası bulunan dullar evinde şehit eşleri ya da kimsesiz evsiz kadınların çocuklarıyla birlikte kalabildiği dikkat çekmektedir.(aktaş 1995) erkan (2001b) a göre bu kurumda günümüzdeki kadın konuk evlerinin temeli ve çekirdeğini oluşturmaktadır. • 1920’li yıllara gelindiğinde 13 yaşın altındaki tüm çocukların korunması amacıyla açılan ıslahhaneler ve yalnızca kimsesiz ve yoksul çocukların korumak ve eğitmek amacıyla “darüleytamlar “ dikkat çekmektedir. (uluğ Tekin 2004) • Himaye-i Etfal Cemiyetinin kuruluşu ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Bir çok makalede 1921 olarak belirtilmektedir. Okay’a göre, cemiyetin aslında 1917 yılında İstanbul’da kurulduğunu gösteren kaynaklarda vardır. Balkan savaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı gibi peş peşe yaşanan savaşlarla, şehit olanların geride bıraktıkları yetim çocuklara yardım etme gereksinimi ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine 30 Haziran 1921 tarihinde Atatürk’ün talimatları ile konu devlet kademelerinde özel bir önemle ele alınmış ve Ankara’da Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunun temellerini oluşturan “Himaye-i Etfal Cemiyeti” kurulmuştur. • 1928 yılında dahiliye Vekaleti tarafından “öksüz kimsesiz ve işçi çocukların barınması “ için belediyelerin bütçeleri el verdiği ölçüde tüm illerde “barınma evleri” kurulması kararlaştırılmıştır. • 1930 yılında çıkartılan 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha kanunu” dan sonra 1949 yılında 6972 sayılı “korunmaya muhtaç çocuklar hakkında kanun” ile yeniden düzenlenmiştir. Cumhuriyet döneminde sosyal hizmetler alanında yapılan ilk kapsamlı düzenlenme da 23 Mayıs 1949 yılında çıkartılan 5387 sayılı “korunmaya muhtaç çocuklar hakkındaki kanundur.” • Sosyal devletin gelişme dönemi olarak anılan 1960-1970 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde sosyal güvenlik ilgili önemli gelişmeler yaşanmış, işsizlik sigortası, tam istihdam, bakım sigortası, gibi önemli kurumlar hayata geçirilmiştir. • 1961 anayasasıyla beraber çocuğa ve aileye yönelik ifadeler 43. Madde de “çocuklar, gençler, kadınlar özel olarak korunur” ibaresi ile yer almıştır. • 1959 yılında “sosyal hizmetle enstitüsü” 1961 yılında “sosyal hizmetler akademisi” kurulmuştur. 1963 yılında ise 225 sayılı kanun ile SSYB merkez teşkilatı bünyesinde sosyal hizmetler genel müdürlüğü kurulmuş ve 1983’te kurulan SHÇEK’e temel oluşturmuştur. • Böylece Türkiye’de ilk kez “sosyal çalışma” profesyonel anlamda ele alınmaya ve bir meslek olarak filizlenmeye başlanmıştır. 1949 ve 1957 yılında çıkartılan kanunların korunmaya muhtaç çocuklar sorununa bütüncül bir bakış açısı taşımadığı anlaşılarak, 1979 yılında 2253 sayılı “çocuk mahkemeleri kanunu” kabul edilmiş, yönetmelik 1982 yılında yürürlüğe girebilmiş ve 1987 yılı sonunda da mahkemeler ancak fiilen iki ilde kurulabilmiştir. • 1982 anayasasının 41, 58, 60,61, 65. Maddeleri, sosyal çalışma açısından, genelde ailenin özelde de çocuğun çocuğun korunmasını içeren hükümler taşımaktadır. Bu üst metinde, çocuk kavramı ailenin içinde ele alınmış, çocuğun ve ailenin devlet korumasında olduğu ifade edilmiştir. • 41, madde de aile Türk toplumunun temelidir. Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle anne ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır. Teşkilatları kurar. • 61. madde de “devlet korunmaya muhtaç çocukları topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alır ve bu amaçla gerekli teşkilatı ve tesisleri kurar veya kurdurur. • Birinci beş yıllık kalkınma planı (1963-1967) nda sosyal hizmetler başlığı altında şu tespitle yapılmaktadır. Sosyal çalışmalar, çeşitli gönüllü kuruluşlarla kamu kuruluşları tarafından dağınık ve programsız olarak yürütülmektedir. Bu konuda yetişmiş eleman sayısı yetersizdir. Korunmaya muhtaç çocukların bakımı muhtaç çocukları bakımı ve yetiştirilmeleri çocuk suçluluğunun önlenmesi, intibaksız çocuklar ve geri zekalı çocuklar meselenin çözümü, çocuk emeğinin kötüye kullanımının önlenmesi çocuk refahının sağlanması amaçlanacaktır. Bu plan döneminde 1963 yılında SSYB’na bağlı sosyal hizmetler genel müdürlüğünün kurulmuş olması en önemli gelişme olarak göze çarpmaktadır. • Üçüncü beş yıllık kalkınma planının 1973-1977 836. Sayfasında sosyal yardım ve sosyal refah hizmetleri başlığı altında çocuklara ilişkin sorunlar şu şekilde ele alınmıştır. Sosyal yardım hizmetleri sosyal sigorta sistemi dışında kalan ve geleneksel dayanışma imkanın yitirmiş olan güçsüz, çocuk, kadınlara öncelik verilerek geliştirilecektir. • Dördüncü beş yıllık kalkınma planında 1979-1983 284. Sayfasında yaşam düzeyine ilişkin politikalar başlığı altında şu ifadeler ele alınmaktadır. Toplumsal güvenlik sisteminin yaygınlaştırılmasının yanı sıra yaşlı, sakat, kimsesizler, korunmaya muhtaç çocuklar toplumsal sorunları olan gençler, geri zekalılar ve diğer engelli gruplara sosyal çalışma ve sosyal yardımları götürülmesi bu amaçla huzur evi, kreş, rehabilitasyon ve diğer toplumsal hizmet tesislerinin kurulması ve geliştirilmesi bu hizmetleri tek elde toplayacak bir sosyal hizmetler kurumunun kurulmasıyla sağlanacaktır. • İkinci beş yıllık kalkınma planı 1968- 1972’nın 225. Sayfasında bu kez sosyal refah hizmetleri başlığı altında şu ifadeler önemle yer almaktadır. Çocuk refahı konusunda muhtaç çocuklar kanununa göre kesin sayısı bilinmeyen çocuklardan 0-6 yaş arasındakilerin bakım ve yetiştirilmeleri sağlık ve sosyal yardım bakanlığına 7-18 yaş arasındakilerin milli eğitim bakanlığına aittir. Bu hizmet mahalli idareyle birlikte kurulan korunmaya muhtaç çocukların koruma birlikleri tarafından yürütülmektedir. • Beşinci beş yıllık kalkınma planı 1985-1989 sosyal hizmetlerin tüm alanlarında nitelikli planların uygulanması ve yaygınlaştırılması kararı verilmiştir. • Altıcı beş yıllık kalkınma planı 1989-1994 korunmaya muhtaç çocuk, sakat ve yaşlılarla ilgili düzenlemeler yapılarak hizmetlerde bunlara öncelik tanınacaktır. Müessese bakımı yerine mümkün olduğu kadar aile içinde bakım hedef alınarak hizmetler bu yaklaşımla organize edilecektir. Müessese bakımı yapılan hallerde toplumla bütünleşmeye önem verilecektir. • 2001 yılında yürürlüğe giren 4722 sayılı kanunda 185. Maddesinde eşler aile birliğinin mutluluğunu el birliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler denilmektedir. Çocuğun yerleştirilmesini düzenleyen 347. Maddeye göre ise, çocuğun menfaati ve bedensel, zihinsel gelişmesi tehlikede bulunur ve çocuk manen terk edilmiş halde kalırsa hakim çocuğu bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir. • SHÇEK kanunu 3. Maddesine göre, korunmaya muhtaç çocuk beden ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi gelişimleri güvenlikleri tehlikede olup • Ana veya babasız ana ve babasız • 2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan • Ana veya babası veya her ikisi tarafında terk edilen • Ana veya babası tarafından ihmal edilip fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuktur. • SHÇEK sistemini oluşturan çocuk yuvaları 12 yaşında küçük çocukların “yetiştirme yurtları” ise genellikle 13-18 yaş arası çocukların bakıldığı kuruluşlardır. 1997 yılında 572 sayılı KHK ile SHÇEK kanununa eklenen “çocuk ve gençlik merkezleri” (çogem) ‘de “ihmal, hastalık, kötü alışkanlık, yoksulluk, terk ve benzeri nedenlerle sokağa düşerek sosyal tehlikelere karşı karşıya kalan veya sokakta çalışan çocuk ve gençlerin rehabilitasyonlarını ve topluma kazandırılmalarını sağlamak” amaçlanmaktadır. Ayrıca 7 temmuz 2005’de kanuna eklenen “çocuk evi” toplu kuruluşlar yerine en çok 6-8 çocuğun barındırdığı ve “sevgi evleri” kuruluş bakımı yerine daha küçük birimlerde,aile ortamına benzer yapılar, küçük müstakil binalarda bakım hizmeti verilen kuruluşlar olarak tanımlanmıştır. • Aile danışmanlık merkezleri ve toplum merkezleriyle aile ve sosyal politikalar bakanlığı niteliğ ve farklılığı artmıştır. • Kalkınma politikalarının ortak vurgusu; korunmaya muhtaç çocukların bakımı ve yetiştirilmeleri, çocuk refahının sağlanmasının amaçlandığı, ailenin korunmasının öncelikli olarak ele alınacağı ve aile kurumunun her bakımdan güçlendirilerek, kalkınmaya paralel olarak ekonomik ve sosyal yapıdaki değişme ve gelişmelere uyum sağlamasına yardımcı olacak tedbirlerin alınacağı ifade edilmiştir. Korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılmasına yönelik politikaların uygulanmasında ilgili bütün kuruluşların etkin işbirliğinin sağlanacağı, kurum bakımı yerine mümkün olduğu kadar aile içinde bakım hedef alınarak hizmetlerin bu yaklaşımla organize edileceği, ailenin güçlendirileceği ilkelerine yer verilmiştir. BÖLÜM 2 BÜTÜN SOSYAL BİLİMLERİN İLGİ ALANI OLARAK TOPLUM VE TOPLUMSAL DEĞİŞME Bütün Sosyal Bilimlerin İlgi Alanı Olan “Toplum” ve “Toplumsal Değişme” Nedir?: Marshall (2005)’a göre ise toplum, “genel olarak ortak bir kültürü paylaşan belli bir toprak parçasında yerleşmiş, kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir gruptur.” İnsanlar, birlikte yaşama isteği ve gerçeğiyle bir araya gelerek, “topluluk” halinde yaşamaya başlamışlar. Ancak zaman içerisinde, bu birlikteliklerin, olumlu ve olumsuz yönlerine ilişkin yaşanan sorunlar, toplum gündeminde kendini göstermeye başlamıştır. Toplumun ortak çıkarları; güvenlik, sağlık, eğitim-öğretim, sosyal hizmetler, adalet gibi kavramlar olup; bireysel çıkarlar ise para, güç, toplumda nüfuz etme olarak kendini göstermektedir. Bireysel çıkarlar yoluyla, daha ayrıcalıklı ve nüfuzlu, etkili olmak isteyen kişiler buna çalışırken, diğer tarafta bu kadar becerikli olamayan, aile olanaksızlıkları ve yetişme biçimleriyle toplumun güçsüz/kırılgan ve dezavantajlı kesimlerine mensup kişilerin sayısının, özellikle azgelişmiş toplumlarda, hiç de az olmadığı ortaya çıkmıştır. Sosyal düzen, insan farklıkları ve bu düzeni sağlayan kurallar, “insan hakları” ve “sosyal adalet” temelinde, o toplumu oluşturan bireylerin gereksinimlerini ortalama ölçüde dahi olsa karşılayabilecek biçimde tanzim edilebilmelidir. Sosyal hizmet de; “toplumu”, “sosyal adalet” ve “insan hakları” ilkeleri temelinde, içinde yaşayan üyelerine hizmet eden işlevsel bir yapıya dönüştürmeye çalışır. Yani “sosyal düzeni”, bireylere geniş ve insanca olanaklar sağlamaya yarayacak hale getirmeye uğraşır. “Sosyal bilimler”,19. yüzyıldan itibaren çok etkili bir biçimde, toplumsal gündemde yerini almaya başlamış ve “toplumun akılcı, rasyonel biçimde düzenlenmesi”, tüm bireylerin insanca yaşayabileceği olanaklara kavuşmasına hizmet etmeye yarayacak, disiplin ve bilim dalları olarak ortaya çıkmışlardır. Günümüzün gelişen teknolojisi, haberleşme ve ulaşım olanakları dünyayı küçülttüğü oranda, ülkeler arası bilimsel bilgi alış verişini de artırmıştır. Geri kalmış ülkeler, bazı disiplin ve meslekleri, gelişmiş ülkelerden almakta ve doğal olarak, bu ülkelerdeki uygulamalardan etkilenmektedirler. Bu etkileşim sonucunda, ortaya çıkan meslek ya da disiplin, ülkenin temel toplumsal yapısı bakımından, uygulama açısından işlevsel ise gelişebilmekte; ülkenin temel toplumsal yapısına uygun değilse, “kavrulup, cılız kalmaktadır” (Kongar, 1975). Sosyal bilimlerden örneğin sosyoloji, daha çok insanların ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını, ne yönde değiştiğini; sosyal antropoloji, bu insanların değerleri, inançları ve gelenekleri üzerinde odaklaşırken; sosyal hizmet, toplumsal refahı ve insanın iyi olma halini desteklemek ve geliştirmek için toplumun nasıl etkilenmesi gerektiği, “sosyal değişmenin” nasıl sağlıklı yönetilebileceği, konularıyla ilgilenir. “Toplumsal değişme”, toplumun yapısındaki temel ve geniş değişmeler olarak; ailenin örgütlenişindeki, gelir elde etme ve geçinme yollarındaki, dinsel davranışlardaki, insanlar tarafından benimsenen değerlerdeki ve kullanılan teknolojideki yani kısacası, toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları olan, toplumsal yapıdaki değişmelerdir. Bazı toplumlar, azgelişmiş olarak nitelendirilmektedir. Az gelişmişliği tanımlamak için 15’i bulan ölçüt ileri sürülmüştür. Bunlar (akt. Sezer, 2006): Besin ekonomisinin yetersizliği, Tarım kesiminin halen önemini koruması, Zayıf bir endüstrileşme, Az enerji tüketimi, Ticaret kesiminin anormal büyüklüğü, Ekonomik bağımlılık, Gizli işsizlik, • Yaşam düzeyinin ve ulusal gelirin düşüklüğü, • Toplumsal yapıların geriliği, • Orta tabakaların önemsizliği, • Ulusal birliğin zayıflığı, • Eğitim düzeyinin düşüklüğü, • Sağlık hizmetlerinin yetersizliği, Doğum hızının yüksekliği, Endüstriyel gelişim ve batılılaşmanın, partiler üstü resmi bir siyaset oluşu. Sosyal hizmet, toplumun sahip olduğu ekonomik kaynaklar, fırsat ve sorumlulukların paylaşımı ve adil dağıtımına da vurgu yapan, sosyal adalet düşüncesine ulaşma ve statükonun yoksul bireyler lehine değiştirilmesi ve kaynakların “yeniden dağıtımı” misyonunu sırtlanmış bir meslektir. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları, sosyal ve ekonomi politikalarının, insanların temel hak ve özgürlüklerini gözetmesi gerektiğine yürekten inanarak, yoksunluklar içerisinde yaşayan kitleler adına savunuculuk yaparlar. Ancak ne yazık ki ülkemizdeki politika, sosyal hizmet mesleğine henüz statükonun yoksunluklar içerisinde yaşayan bireyler lehine değiştirilmesini sağlayacak güç ve olanakları vermemiştir. Bu aşamada, sosyal hizmet uzmanlarının toplum ile politika yapıcılar ve karar vericilerin, devlet ve hükümetlerin, insani gereksinimlerin örgütlü ve yaygın biçimde karşılanması ve toplumsal sorunlara çözüm bulma konusundaki bakış açılarının farklılıkları, sosyal değişimleri sağlayabilmek için, “siyasal eylemi” gerektirmektedir (Duyan, 2010). Sosyal hizmet disiplini açısından; birey, grup ve ailelerin iyilik halini ve sosyal işlevselliklerini sağlayabilmek için, toplumun, bu amaçların gerçekleşmesine hizmet edecek “sosyal koşullar” oluşturması zorunluluğu vardır. Ekonomi politika aktörleri ve tüm yurttaşlar açısından, birey, aile, kurum ve kuruluşların, birbirine bağlı, karşılıklı bir etkileşim ve dayanışma halinde olması, sosyal ilişkilerin ve toplum olanaklarının, işlevsel bir toplum yaratılabilmesi içi seferber edilmesi gerekmektedir. Sosyal Hizmet Açısından Toplum ve insan Gereksinimleri: “Sosyal hizmet” mesleği, birey ve toplumun gereksinimlerini karşılamayı, iyilik halini desteklemeyi “misyon edinmiş” bir meslektir. “Gereksinimlerin karşılanması”, bireyin veya sosyal sistemin, beklenen doğrultuda “işlev göstermesi için”, gerekli olanakların sağlanmasına elverir. Birey ve aile bu olanaklara ulaşamadığında, “sistemin işlevselliği” ve gelişimi engelleniyor demektir. Sosyal hizmet uygulamasının en önemli rollerinden biri, “bireylerin ve ailelerin gereksinmelerini belirlemektir”. Bu açıdan ‘gereksinme’, sosyal hizmetin kuram uygulama esasları çerçevesini çizen, önemli bir öge’dir. SHU’ları; birey ve aile sorunlarını ve bunları yaratan gereksinimleri, ayrıntılı tanımlandığı sosyal inceleme raporlarında ortaya koyarlar. SHU, çocuklar ve ailelerinin gereksinimlerini “tespit ederek”, onların güçlendirilmesinin önündeki engelleri görmeli, gereksinimlerinin karşılanmasını engelleyen, “sosyal çevreyi de değiştirebilecek bilgilere”, sahip olmalıdır. “Sosyal refah”, iyi yaşama ya da iyilik halini anlatan bir terim olarak; refahın artması, gereksinimlerin karşılanmasına bağlı olduğu için, toplumsal sistemde yaşayan bireylerin gereksinimleriyle yakın bağları olan bir terimdir. Çünkü “sosyal refah politikaları”, bireylerin, ailelerin gereksinimlerinin karşılanması amacıyla, tasarlanmış politikalardır. Bireyin yaşamını ve iyilik halini devam ettirebilmesi, “işlevlerini yerine getirebilmesi için”, fiziksel, psikolojik, ekonomik, kültürel ve sosyal açılardan gereksinim duyduğu şeylerde ortaya çıkan eksiklikler, “onun gündelik sorunlarını oluşturmaktadır”. Dolayısıyla problemler, gereksinimlerle tanımlanmaktadır. Örneğin; işsizlik sorunu olan bir insanın “işe”; evsizlik sorunu yaşayan birinin, “kalacak bir yere”, gelir yetersizliği çeken bir ailenin, “daha iyi gelir kaynaklarına” gereksinimi vardır. SHU’nın ana hedefi de, ailenin gereksinimlerinin karşılanmasını sağlamaya çalışmaktır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun; 1976 yılında yaptığı küresel konferansında, ayrıntılı olarak tartışılan ve daha sonra Dünya Bankasınca da benimsenen “temel insani gereksinmeler” şu şekilde tanımlanmıştır (Akt. Şenses, 2001:37); Hane halkının (beslenme, barınma, giyim gibi) özel tüketim için gerekli olan, en az miktarlar, Toplum tarafından, toplu tüketim konusunda, kendi üyelerine sağlanan gerekli hizmetler (içilebilir su, kanalizasyon, elektrik, kamu ulaşımı, sağlık ve eğitim), Kendilerini etkileyen kararların alınmasına katılım, Mutlak düzeydeki temel gereksinimlerin, temel insan haklarının daha geniş bir çerçevesi içinde “mutlak düzeyde karşılanması”, İstihdama, temel gereksinme stratejisinin hem amacı hem de aracı olarak yaklaşılması. Maslow (1971, akt; Cüceloğlu 1996:236), insanın gereksinimlerini ayrıntılı olarak şu şekilde sıralamıştır: Fizyolojik gereksinimler; barınma, beslenme (yemek, su, hava), cinsellik, Güvenlik gereksinimi; acıdan, korku durumlarından uzak olma, korunma ve düzen, değişmezlik ve kanun Sosyal gereksinimler; sevgi, yakınlık ve ait olma ihtiyacı ve kimlik duygusu kazanma, diğerleriyle yakın temas, sosyal faaliyetlerde bulunma, Saygı görme ve itibar, statü edinme gereksinimi; yeterlilik, prestij, başarma, grup tarafından kabul görme, tanınma ve onaylanma, Kendini gerçekleştirme gereksinimi; kişinin potansiyelini ve enerjisini Sosyal hizmet uygulamalarının birçoğunun odağında bulunan, “çocuğun gereksinimleri” açısından; güvenli bir aile ortamında yaşama, eğitim görme, ana-babadan ilgi, sevgi ve anlayış görme, fiziksel ve duygusal gereksinimlerinin karşılanması, teşvik edilerek cesaretlendirilmesi, ana-babalar tarafından korunup gözetilmesi, sayılabilir. Sosyal Çalışma Mesleğiyle İlgili Temel Kavramlar “Kavramlar”, sosyal bilimcilerin toplumsal fenomenleri (olguları) ve olayları analiz etmek, gözlemlenebilen dünyanın nesnelerini sınıflandırmak ve bu olguları açıklayarak, bir anlam yüklemek, bu gözlemler ve analizler temelinde üst düzey önermeler formüle etmek amacıyla sıklıkla başvurdukları terminolojik araçlardır (Marshall, 2005). “Kavramlar”, nesnelerin soyut tasavvurları olarak nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kapsayan, bir ortak ad altında toplayan soyut ve gerçek dünyada olmayan genel tasarımlar biçiminde benzer düşünceleri, insanları, olayları gruplandırmak için kullanılan sınıflamalardır. Kavram, klasik mantıkta oldukça önemli olup, bu tasavvurların dildeki karşılıklarına “terim adı” verilmektedir. 1. Sosyal Politika Sosyal politika; ilk başta ‘geleneksel olarak ücretli istihdamı odak noktasına alan’ (Özuğurlu, 2003: 61), emeğin günlük ve kuşaklar arası yeniden üretimi çerçevesinde yaşanan birtakım sosyal ilişkileri (aile, piyasa, devlet düzleminde) kendisine konu edinmiş bir disiplin olarak gündeme gelmiştir. Bu disiplin daha sonra kapsamını genişleterek, sosyal güvenlik, endüstri ilişkileri (işçi sendikaları, toplu pazarlık süreçleri, ücret politikaları), iş hukuku (ya da daha geniş bir anlamda sosyal haklar), sosyal hizmetler (eğitim, sağlık, barınma ve ulaşım kapsamında kamusal hizmetler) ve sosyal yardım gibi alanlarda çözümler bulmaya ve politika üretmeye girişmiştir. Sosyal politikalar, çok büyük oranda devlete ait politikalar biçiminde, ‘bir yandan devletin toplumsal sınıflar ve çıkarlar arasında uzlaşma sağlama ihtiyacı ve arayışıyla ilgiliyken, öte yandan devletin daha geniş alanda sosyal eşitlik ve adalet sağlama yükümlülüğünü karşılamaktadır’ (Koray, 2005: 27). Sosyal politikalar, esasında ekonomik efaaliyetlerin, “paylaşımbölüşüm alanıyla ilgili” tüm sorunları, anlaşmazlıkları ve düzensizlikleri, sosyal adalet çerçevesinde çözmeye çalışan tüm tedbirlerin, plan-programların ortak adıdır. Sonuç olarak “sosyal politikanın” ana görevi, geleceğe dair ümitsizlik, endişe ve belirsizlik, güvencesizlik korkusu gibi olumsuz duyguları gidermek, toplumda güven, huzur ve barış tesis etmektir. Bu modern önlemler sayesinde, ümidini yitirme ve sosyal sapma noktasına sürüklenmiş, toplumsal değerlere ve sosyal sisteme karşı olumsuz tavır sergileyebilecek kişiler, “sosyal koruma” kapsamına dahil edilerek, toplum entegrasyonu sağlanmaktadır. Çünkü sosyal politikalar, toplumdaki sosyoekonomik dengesizlikleri, gelir dağılımı bozukluklarını, yoksulluğun yıkıcı etkilerini önlemeye yönelik tedbir ve programlar bütünü olup, mağdur durumdaki kitlelerin durumlarını iyileştirmek amacı olan düzenlemelerdir. Çünkü sosyal politikalar, toplumdaki sosyoekonomik dengesizlikleri, gelir dağılımı bozukluklarını, yoksulluğun yıkıcı etkilerini önlemeye yönelik tedbir ve programlar bütünü olup, mağdur durumdaki kitlelerin durumlarını iyileştirmek amacı olan düzenlemelerdir. 2.4.2. Sosyal Refah İlk toplumlarda, üretim, tüketim gibi unsurlar aile içerisinde karşılanmakta iken, toplumlar karmaşıklaştıkça ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarla birlikte, bu ihtiyaçları karşılamak için; eğitim, politika, din, ekonomi vb. yeni toplumsal kurumlar ortaya çıkmıştır. Bütün bunların sonucu olarak, hayat bulan “karşılıklı destek mekanizmaları”, insan gereksinimlerinin; aile, politika, ekonomi vb. kurumlar tarafından karşılanmadığı durumlarda gündeme gelerek, bu dinamiklerden hayat bulmuştur. Karmaşık bir hale gelen toplumsal yaşamda, geleneksel kurumlar olan aile, komşuluk, dini kurumlar vb. unsurlar; birey ve toplum gereksinimlerini karşılayamaz duruma gelmiş ve ortaya çıkan “sosyal sorunlar” ise, birey-ailetoplum kapasitelerinde bozulmalar, yıkıcı etkiler yaratmıştır. Akıl besleyen anlayışlarla ABD ve Avrupa devletlerinde, bireylerin daha geniş sosyal hizmetler olanaklarına gereksinim duyduğu, buna karşılık kamunun da yurttaşların refahı için daha fazla sorumluluk alması düşüncesi kabul görmüştür. Zafer hocamın dikkatine!!! sosyal sigortalar, sosyal yardımlar, demokrasi, insan hakları, sosyal adalet, sosyal kalkınma, sivil toplum”, SOSYAL İŞLEVSELLİK VE YAŞAM KALİTESİ kavramları Doç. Dr. İsmet Galip YOLCUOĞLU Üsküdar Üniversitesi SOSYAL HİZMETE GİRİŞ BÖLÜM 3 İstanbul-2015 [email protected] • Bir Disiplin Ve Meslek Olarak Sosyal Çalışma • Çağımızı belirleyen önemli özelliklerin başında teknolojik gelişme gelmekte olup insanlık uygarlığı bilimsel ve teknolojik bakımdan gerçekten zirve denilebilecek seviyelere ulaşmıştır. Fen bilimlerinde meydana gelen hızlı ve çarpıcı gelişmeler aynı şekilde sosyal bilimlerde de meydana gelmemiş ve sosyal alandaki gelişme ve ilerleme daha düşük seviyede kalmıştır. Çağımızda yoksulluk cehalet hastalıklar işsizlik nüfus patlaması ve hatta açlık gibi geleneksel sorunlar halen yaşamaya devam edilmektedir. Bunların yanı sıra gelişmenin ürettiği sosyal yalnızlık değer kargaşası gençlik bunalımı alkolizm ve uyuşturucu alışkanlığı ile aile çözülmesi kadın hakları sorunu nüfusun yaşlanması yer değiştirmesi konut sıkıntısı otomasyon nükleer silahlanma gibi sorunlarda insanlığı tehdit eden günümüz sorunları arasında giderek ivme kazanmaktadır. (Kut 1988) [email protected] Sosyal sorunlar bilimsel araştırmaya olan gereksinimi artmıştır, sosyal çalışma da diğer sosyal bilimler gibi ortaya çıkan sosyal sorunları kendine özgü bilimsel teknik ve yöntemlerle çözmeye soyunmuş olan uygulamalı bir çalışma alanı ve disiplindir. Yukarıda bahsedildiği üzere sosyal çalışmanın ülkemizde cılız kalması nedeniyle modern dünyadaki sosyal çalışma uygulamaları ve oradan alınan kuramsal bilgilerin ülkemizin sosyokültürel yapısındaki izdüşümlerinin ne olduğu ortaya çıkarılamamış ve bize özgü sosyal çalışma kuralları yerel bilgiler de üretilememiştir. [email protected] Bilim ilgilendiği konular üzerinde açıklamalar tahminler ve ilişkiler kurmayı amaçlayan sistematik bir bilgi bütünü olarak dünyadaki olayları niçinlerini bulabilmek amacıyla bilgi toplama ve biriktirme yoludur. Bilgi toplamanın amacı kuramları hipotezleri açığa kavuşturabilmek olup buradan elde edilecek bilgiler yeni kuramlarının ortaya çıkmasına olanak vermektedir. Esasında kuramlar olayları daha açık bir biçimde görmemize anlamamıza yardımcı olan fikir bütünlerinden önermeler kavramlar ve tanımlamalardan oluşmaktadır. Örneğin kurama örnek verecek olursak bir şehirde polis memuruna yönelik ağır bir saldırı olursa polisler arasında bu olayın failini yakalamak için gösterilen çabalar normal zamanlarda kinden çok daha fazla olacak ve belli bir amaca kitlenen teşkilatta güç birliği artacaktır. Alman sosyolog George Simmel(1858-1918) bu gibi olayları açıklayan şöyle bir kuram geliştirmiştir “Eğer iki grup arasında ortak bir düşman veya çatışma olursa bu çatışmanın büyüklüğü ölçüsünde gruplar arasındaki dayanışma artar” [email protected] • Bizde kuram geliştirme denemesi yapacak olursak “Türkiye'de egemen olan müslüman kültürde var olan yardımlaşma ve dayanışma düşüncesi toplumun ve politikanın bu mesleği profesyonel bir çalışma alanı olarak kabul etmesini ve sosyal çalışmanın bir disiplin ve meslek olarak gelişmesini engellemiştir” görüşünü bir hipotez olarak dile getirebiliriz. • Bilimsel yöntem nasıl sorusuna yanıt arayan bir içeriğe sahiptir. Bütün bilimsel araştırmalarda bulunması gereken ilkeler objektiflik doğruluk ve tekrar edilebilirlik basitlik ve açıklık sınırlılıktır. • Araştırma yöntem ve tekniklerinin nasıl hangi kriterlere göre kullanılacağı bilim dallarının neyi nasıl ve neye göre araştıracağı “yöntembilim” (metodoloji) kavramında ifadesini bulmaktadır. Yöntembilim bilimsel çalışmaların nasıl yapılacağını konu edinmiştir. [email protected] • Toplumsal bilimler ve özellikle sosyolojinin bir bilim dalı olarak gelişmeye başladığı ve asıl gelişmelerin 19. yüzyılda meydana geldiğini söylemek mümkündür. • Grekçe de “loji” sözlüğü bilim karşılığında kullanılmakta olup psikoloji filoloji antropoloji sözcükleri bir bilim dalını belirtmektedir. Bilim en geniş anlamıyla sistematik bilgi kümesidir. Tarihsel gelişim içerisinde ilk bilim dalı matematik ve matematik biliminde kavramlar somut gerçeklerden yoksun olan önermeler den oluşmakta olup yöntemi “tümdengelim” dir. Genelden özele giderek bilimsel sonuçlara varılır, buna paralel olarak ortaya çıkan mantık biliminde de kıyas yöntemi kullanılır. [email protected] Auguste Comte 1798 1857 toplum biliminin temelini atan fransız düşünür olarak toplumda 2 düzen olduğunu savunmuştur. Toplumun tüm kurumları olarak “statik” ikincisi ise “dinamik” düzen olan toplumun gelişimidır. Ondan sonra yine bir fransız düşünür Emile Durkheim (1857 1917) fizik biliminin yöntemlerini sosyal bilimlere uygulayarak “toplumsal olgu” (fenomen) kavramını ortaya atmıştır, bu kavramdan hareket ederek toplumsal ilişkiler açıklamaya çalışmıştır. Günümüzde de geçerli sosyal bilimlerdeki kavramlardan en önemlisi olan bu terime göre bir toplumsal olgunun nedeninin başka bir toplumsal olgu olduğu gerçeğidir bir başka deyişle toplumdaki olaylar arasında neden sonuç ilişkisi vardır sosyal bilimlerin konusu da var olan neden sonuç ilişkisini araştırmak açıklamaya çalışmaktır. [email protected] Avusturyalı düşünür Karl Popper 1934 yılında “bilimi” bataklıkta kalıplar üzerine dikilmiş bir yapıya benzetir bu kazıklar hiçbir zaman var olan doğal ve sağlam bir tabana doyanmaz çünkü kazıklar yalnızca geçici bir süre için kendilerine sağlam bir dayanak bulmuştur, sağlam sanılan temel bir süre sonra yine zayıflayacaktır bu nedenle kazıkların hep daha derine çakılması vazgeçilmez olmalıdır bu durum bilginin mutlak olmadığı görüşü ile bağdaşmamaktadır bu nedenle de tümdengelim yoluyla genel geçerliliği olduğu sanılan kavramlar ve varsayımlar çürütülebilir ve yanlışlanabilir yanlış sanmadığın sürece evrensel geçerliliği yalnızca bir süre için kanıtlanmış olur. Bizim için önemli olan gündelik yaşamdaki bilgimizin bilimsel bilgiye dönüştü biçimidir. Karamsar değilim bilim ve felsefe ile gerçeğe yaklaşmak olasıdır ancak kesin bilgiye ulaşamayız. (Popper, 2010) [email protected] Her bilimsel disiplin gibi sosyal çalışmanın da kendine özgü bir dili yani jargonu vardır. Jargon sözcüğü Fransızca kökenli olup belli bir bilim dalında kullanılan kendine özgü özellikleri olan kavram ve deyimleri kapsamaktadır. Çocuğun yararı, çocuğun iyilik hali, ailenin iyilik hali, yaşam kalitesinin artırılması, sosyal işlevsellik, toplumun insan kaynağı, bireyin gereksinimleri, sosyal çalışma mesleğine özgü jargona örnek olarak gösterilebilir. Kant'ın deyişiyle kavramsal olgu kör ve olguya dayanmayan kavram boştur. Bilim bu iki unsurun karşılıklı etkileşimlerini içeren çok uzun soluklu bir süreçtir, bir sosyal bilim alanı disiplin ve meslek olarak sosyal çalışma insanı ve toplumu odak alan bir çalışma alanıdır. Onu diğer sosyal bilimlerden ayıran en temel özellik uygulamaya yönelmiş olması ve mesleğin öznesi olan birey ve toplum sorunlarını çözmeye azaltmaya odaklanmış olmasıdır. Sosyal çalışma insanın yaşam alanları ve etkinlikler içerisinde ortaya çıkan birey ve toplum sorunlarını bunları yaratan tetikleyen nedenleri tespit etmeyi ve çözmeyi görev edinmiş bir meslektir. [email protected] • Sosyal çalışma mesleği modern endüstri toplumunun doğuşu ve gelişimiyle, aydınlanma düşüncesiyle, bilimsel teknolojik değişmeler ve sosyal bilimlerin ilerlemesiyle devlet yapısındaki demokratik toplum ve yönetim düşüncesindeki gelişmeler bütünlüğünde güçlenmiştir. (Cılga 2004) • Sosyal çalışmanın bireylerin refahını sağlamak ve sosyal değişmeyi etkilemek, insanın sosyal işlevselliğini engelleyen tıkanıklığını açmak birey toplum etkileşimini güçlendirmek ve geliştirmek insan haklarını güvence altına almak, toplumsal refah ve kaynakların dağılımını dengeleyerek sosyal adalete ulaşmak gibi “odağında insana hizmet” olan yüksek amaçları bulunmaktadır. [email protected] Çağımızın düşünce sistemi insana yaklaşımın rastgele ve şansa bırakılan bir yaklaşım olamayacağı gerçeğini, kabul eden bir düşünce tarzıdır. Böyle bir yaklaşım belli bir disiplin ve bilimsel bir temele dayalı olmadıkça insanı anlamanın, ihtiyaçları karşılamanın, sorunları çözmenin, insanın temel ihtiyacı olan toplumla bütünleşmesini sağlamanın mümkün olamayacağını öngörür. Sosyal çalışma mesleği, işte böyle bir düşünce sisteminin ürünüdür. (Kut 1988) Bilim olarak sosyal çalışma; insanın ve toplumun değişmesi ve gelişmesinin dinamiği ve yasaları konusunda gelişme düşüncesi ve bilgisi ile insanın toplumsal etkinliliğini geliştirme yaklaşımı, yöntemi ve uygulaması konularında bilgi üreten bir bilim dalıdır. Burada önemli kavramlar olarak bireyin ve toplumun değişme ve gelişme dinamiğine ilişkin yasalar, gelişme düşüncesi ve bilgisi, insanın toplumsal etkinliğini geliştirme yaklaşımı, yöntemi ve uygulamasının bilim dalı olma nitelikleridir. [email protected] Meslekler ilgili olduğu disiplinlerden sağladığı bilgileri özel ya da evrensel olarak belirlemiş amaçları gerçekleştirebilmek için mesleki uygulamalar da kullanır. Böylece nesnel ve daha soyut planda ele alınan “disiplin” biriktirdiği bilgilerin uygulamaya aktarılmasıyla “bir amaca yönelik” insanların yaşamlarının kolaylaştırılması açısından bir anlam kazanır. Görüldüğü üzere disiplinler bilgi biriktirir ve bu birikimi mesleklere aktarırlar. Sosyal hizmet tarihi açısından bu durum tersine bir süreçte gerçekleşmiş ve önce mesleki uygulama ortaya çıkmış daha sonra da bu uygulamalardan kazanılan bilgilerle disiplinin ana hatları belirlenmeye başlamış yan disiplinlerden aldığı bilgilerle mesleki bilgi birikimini belli bir sistematiğe oturtmuştur. Disiplini belirleyen nitelikler “birbirini tamamlayan” bir çerçevededir.(Kongar, 1972) [email protected] Meslek olarak sosyal çalışma; demokratik toplumda insanın ve toplumun gelişmesine, temel hak ve özgürlükleri, sosyal ve ekonomik hakları, siyasal katılım hakları doğrultusunda yaşam niteliğinin yükseltilmesini, toplumsal etkileşim mekanizmalarını harekete geçirerek, bilimsel yaklaşım yöntem ve tekniklerle yardımcı olan bir meslektir. [email protected] • Bir işin meslek olabilmesi için şu kriterlere sahip olması gerekir. (Greenwoord, 1957, Kut, 1988) (1) sistematik kuram (2) mesleki otorite (3) toplumsal yaptırım (4) meslek etiği (5) meslek kültürü • Sosyal çalışma mesleki otoritesini eğitim yoluyla kazandığı sistematik teoriye dayalı bilgi ve becerilerini mesleğin “alan uygulamalarına” aktararak elde etmiştir. • Modern dünyada geri kalmış ülkeler bazı disiplin ve meslekleri modernleşmesini tamamlamış ve gelişmiş ülkelerden almış yada ülkelerdeki uygulamalarda etkilenmişlerdir. Bu iletişim ve etkileşimler sonucunda ülkede ortaya çıkan bir meslek yada disiplin o ülkenin temel toplumsal yapısı bakımından işlevsel bir nitelik içeriyorsa gelişme olanağı bulabilmiş yoksa istendiği ölçüde gelişme olanağı yakalayamamıştır. Temel toplumsal yapı uygun değilse ülke yeni getirilen meslek ya da disiplinlerin uygulaması ve etkinlikleri açısından sosyal ortamda ki olaylar ve olguların karşılıklı etkileşimi harmanında kavrulması güçsüz ve cılız kalmasısöz konusu olmuştur. (Kongar,1972) [email protected] Sosyal çalışma böyle bir meslektir. Ülkemizde 1962 yılında birleşmiş milletler öncülüğünde başlatılan sosyal çalışma eğitimi geçen 50 yıllık dönemde bir türlü arzu edildiği bölüm sayısı ve meslek elemanı sayısına ulaşamamış 2002 yılına kadar tek bölümünde Hacettepe Üniversitesi SHYO'nda eğitim sürdürmek zorunda kalınmış bunun sonucu olarakta ülkemizle nüfusu yaklaşık aynı olan İngiltere Almanya Fransa gibi ülkelerde yüzbine yakın sosyal çalışmacı, birey ve toplumun sorunlarıyla uğraşırken ülkemizdeki sayı sadece 2000 lerde kalmıştır. Bu durum sistemi mesleği farkındalığı savunuculuğu ve mesleki işlevleri fazlasıyla negatif yönde etkilemiştir. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi kadar eski geleneksel bir uygulama oluşu, sosyo kültürel sosyo ekonomik ve sosyo politik bakımdan ülkemizde bu mesleğin henüz tam olarak anlaşılmadığı değerinin bilinmediğini göstermektedir. [email protected] Aynı zamanda henüz tam olarak bir sanayi toplumu olmayışımız modernleşme ve aydınlanma sürecinin tamamlayamama demokratik anlayışın olması gerektiği gibi oturmayaşı ve kentleşme sürecimizin kentleşmeye doğru tam olarak evrilememesi gibi faktörlerin de toplumun sosyal çalışma mesleğine olması gereken işlevini tam olarak vermemesinin nedenleri olduğu söylenebilir. Ülkemizdeki tarihi 50 yıldır. Ülkemizde bu mesleğin yapılanması tamamlanmamıştır. Sosyal çalışma ülkemize özgü toplumsal yapı kültür ekonomiye hükmeden politika ve tarihsel dönemin geri olan sorunların oluşturduğu dörtlü değişkenlerin harmanında temel bir yapılanmaya kovuşmalıdır. Ancak Türkiye'de bu tartışmalar henüz başlamamış bilimsel tartışmaların sonuca götüren doğası ve lezzeti sosyal çalışmacıları sarmayalamamıştır. [email protected] • Bunun nedenleri; tartışma ortamı yaratılmaması bunu altyapı oluşturacak kaynak birikiminin yetersiz kalması, tartışmayı alevlendirecek yayın yoktur ilgi zayıf düzeydedir. • Tek bir disiplin insanı ve toplumu inceleyemez birçok disiplin insan ve topluma farklı yönlerini ele alır inceler ve kendi mesleki odağından bir takım olgulara tespitlere ulaşabilir. Bilimde birikimli özelliğiyle gelişmeleri diğer alanlara adapte eder harmanlar bu şekilde yeni bilgilerin üretilmesin de kullanır. En basit bir biçimde sosyal çalışma çevresi içinde bireyi odak olarak alır, bilimsel açıdan değerlendirirsek de mesleki müdahalesini gerçekleştirir insan kaynağının korunması ve geliştirilmesi ve sosyal değişmenin sağlıklı biçimde gerçekleşmesi ne yaptığı tüm mesleki uygulamalarıyla katkı verir. Sosyal çalışmanın “birey ve topluma” bu yaklaşım biçimi, onu diğer disiplinlerden ayran bir nitelik gösterir. [email protected] • Sosyal Çalışmanın Bilgi Beceri Ve Değer Temeli • İlk başta kavramsal olarak belirtmek gerekir ki “bilgi” doğru olarak kabul edilen gerçeklikle kanıta dayalı olarak kesin biçimde algılanan, ilgili, onaylanabilir ve yüksek bir gerçeklik olasılığı olduğuna karar verilen, bilimsel içerik, görüş ve inançlar olarak tanımlanmaktadır. “Beceri” zihinsel ve fiziksel etkinlik gerektiren bir işi yapabilme yetisi “değerler” ise insanların etik yada uygun davranışlar hakkında neyin doğru ve istenilir neyin yanlış ve istenilmeyen olduğuna ilişkin fikirlerdir. İçinde yaşadığımız, küresel değerlerin ön plana çıktığı ve hızlı bir değişimin yaşandığı dönem, bilgi toplumu, bilgi çağı olarak adlandırılmakta ve bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler toplumsal yapıların değişmesine veya yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. Yaşanan hızlı değişim süreci beraberinde yeni kavramlar ve olgular getirmiştir [email protected] • Bu yeni kavramlardan biri de bilginin temel güç ve başlıca sermaye kaynağı olduğu, anlamına gelen bilgi çağı ya da bilgi toplumudur. Bilgi toplumunda bilgi amaç değil araçtır ve toplumsal yaşamın her aşamasını aydınlatan yönlendiren başlıca güçtür bilgi bir yaşam biçimi düşünme ve yaşam tarzıdır. • Bugün küreselleşen dünyada insanlığın önündeki en büyük gerçeklerden biri dünyada bilgiyi üretenlerin ve kullananların gücü ellerinde bulunduracağı gerçeğidir. Çünkü bilgi güçtür ve küresel dünyada bilginin güç olduğu artık bir gerçeklik hale gelmiştir. Bu nedenle bilginin doğasına ilişkin bakış açısının değişmesi bireyi de değişime zorlamaktadır. Bilgi toplumuna geçiş ile birlikte evrenin mekanik olduğunu ve geleceğin kesstirilebileceğini ileri süren pozitivist paradigma geçerliliğini yitirmiştir. Pozitivizm ötesi yeni paradigmaya göre gelecek ve yön belirsizdir, sadece olasılıklar bilinebilir, doğada ilişkiler doğrusal değildir ve karşılıklı nedensellik ten söz edilebilir, geleceğin belirsizliği ve kesin sonuçları kestirilememesi doğanın temel koşuludur. [email protected] • (Yıldırım ve Şimşek 2000) buna göre başta eğitim yöneticilerinin öğretmenlerin Drucker’in (1996) deyimi ile yeni gerçeklerin farkında olmaları ve yeni paradigmanın eğitime yansımalarını iyi değerlendirmeleri gerekmektedir. • Sosyal çalışma; bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumun iyilik halini artırmayı ve toplumda sosyal adaleti sağlamayı hedefleyen, ulusal ve uluslar arası konu ve alanlarda bilgi ve beceriye sahip, mesleki değerleri koruyan ve geliştiren; ülkenin ihtiyaçları ve sosyal politikasına ilgi duyan “bilgi beceri değer” temeli bakımından yetişmiş sosyal çalışmacılara dayalı bir meslektir. [email protected] • Sosyal Çalışmanın En Önemi Temeli Olarak: Bilgi • Bilgi sözcüğü felsefede kullanıldığı Yunanca anlamıyla “episteme” ve ingilizcesi “knowledge”(na’lic); nesneyi zihinde var kılan düşünce edimi sonrasında herhangi bir şeyi düşünce ile sezmek anlamına gelmektedir. Başka bir tanıma göre ise bilgi geleneksel olarak doğrulanmış doğru inanç olarak tanımlamaktadır. Bilgi doğru olarak kabul edilen gerçeklikle kanıta dayalı olarak kesin biçimde algılanan ilgili onaylanabilir ve yüksek bir gerçeklik olasılığı olduğuna karar verilen bilimsel içerik görüş ve inançlar olarak tanımlanmaktadır. [email protected] • Platon bilgilerimizi gerçek dünyadaki gerçekliklerin yansıları olarak görmüş ve bilgi edinme ise anımsama olarak değerlendirmiştir. Platon ve onun takipçileri doğuştan bilgilerin varlığını savunurken Aristoteles ve diğer gerçekçiler bilginin tümüyle dünya deneyleri ile duyu organları aracılığıyla yani sonradan edinildiğini savuna gelmişlerdir. • Bilgilerimizi önceliğini akıldan mı yani öznedin mi yoksa deneyden mi yani liseden mi yani nesne den mi aldı ve hangisinin öncelikli öge olduğu sorusu da insanlığa ve bilginin gelişimi sürecinde daha karmaşık bir niteliğe bürünmüştür. Bütün bu bilgilerden anlaşılacağı üzere bilgi edinme serüveni her çağda güçlüklerle dolu bir sorun alanı olarak kendini göstermiştir. [email protected] • Sosyal çalışma açısından bilgibilimi (1) bilgi olanaklı mıdır (2) eğer öyleyse hedefleri gerçekçi mi yoksa ideal midir (3) kaynağı deneyim mi yoksa akıl mıdır (4) bilgi tek midir gibi sorularla değerli ve bilimsel bilginin ne olup ne olmayacağını ortaya koymaya çalışmaktadır. Sosyal çalışma bir sosyal bilim veya disiplin alanı olarak birçok alanda geniş misyonu etkileri olan bir meslektir bu nedenle birçok düzeydeki mesleki uygulamalar gerçekleştirmek için kapsamlı ve derinlikli bir bilgi temeli entelektüel bilgi ve becerileri gerektiren bir çalışma alanıdır sosyal çalışma eğitiminin başlangıcından bugüne 100 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen salt sosyal çalışmaya ait bilgi temelinin neyin oluşturduğu sorusu halen belirsizliğini sürdürmektedir. • Bu anlamda sosyal çalışmacılar ve akademisyenler bu zor mesleğin bilimini geliştirmek zenginleştirmek ve daha netleştirmek için sürekli olarak çaba harcamaktadır. [email protected] • Mesleğin bilgi gövdesi kapsamında aşağıdaki unsurlar çok önemli bir yer tutmaktadır. Bireylerle gruplarla ve toplumda sosyal çalışma kuramn bilgileri ve uygulama teknikleri bilgileri bunların yanında toplum hizmetleri kaynakları bilgisi toplum örgütlenmesi kuramı bilgisi sağlık ve sosyal refah hizmetlerinin gelişimi personel yönetim kuramları sosyal ve psikolojik istatistikler müracaatçılara etki eden sosyal ve çevresel faktörler bilgisi psiko sosyal değerlendirme müdahale tanı ve kuramları ve teknikleri bilgisi geniş bir mesleki süpervizyon bilgisi ve diğer kültürel gruplar, bunların değerleri, yaşam biçimleri ve çağdaş toplumda karşılaştıkları güçlükler bilgisi de sosyal çalışma uygulamaları için yaşamsal bir değerdedir. [email protected] • Ayrıca örgütsel davranış, örgüt kuramı, küçük grup kuramı ve davranış dinamikleri bilgisi grup etkileşimi ve terapötik müdahale kuramları ile kriz müdahalesi kuramları ve teknikleri bilgisi, savunuculuk kuramı ve teknikleri bilgisi, etik standartlar ve profesyonel sosyal çalışma uygulama bilgisi, eğitim ve öğretim kurumları ve teknikleri bilgisi, sosyal refah alanındaki gelişmeler ve politikalar bilgisi, sosyal sistem kuramı ve değişimi teşvik etme yöntemleri bilgisi, toplum örgütlenmesi kuralları bilgisi ve son olarakta mesleki uygulamalara etki eden yasal düzenlemelere ilişkin mevzuat bilgilerde sosyal çalışmanın bilgi gövdesinde yer almaktadır. [email protected] • “Profesyonel bilgi”, eyleme konulup bir mesleği uygulamak amacıyla kullanılmadıkça “yararlı” olamayacaktır. Profesyonel mesleki uygulamalar sonucunda deneyim yoluyla elde edilen uzmanlık “pratikten gelen bilgi” ya da “ustalık” bilgisi olarakta adlandırılmaktadır. • Genel olarak bakıldığında sosyal çalışma bilgisini birbiri ile örtüşen ve birbiri ile birleşen (1) kuramsal bilgi (2) olgusal/gerçeklik/olay bilgisi (3) uygulamaya deneyime dayalı kişisel bilgi olmak üzere üç başlık altında sınıflandırıldığını görmekteyiz. [email protected] • kuramsal bilgi • kuramsal bilgi veya kuram; (a) insanlara durumlara ve olaylara ilişkin anlayışımızı açıklayan kuramlar (b) sosyal çalışmanın rolü görevi ve amacını açıklayan kuramlar (c) uygulamaya doğrudan ilişkisi olan kurumlar, uygulama yaklaşımları ve bakış açıları gibi birbiriyle örtüşen üç alan olarak sınıflandırılabilmektedir. Bu ele alış biçimi sosyal çalışma etki eden farklı kuramlara ilişkin sınıflandırma olanağı vermektedir. Bu farklı kuramlara ilişkin sınıflamalar (1) karşılaşılan sorunların doğası (2) sorunlarla ilgili olarak sosyal çalışmacıların rolü ve sorumlulukları (3) bu sorunların çözümü için tavsiye edilebilecek veya kullanılabilecek uygulama becerileri ve müdahalelerdir. Sosyal çalışmanın durumları ve olayları açıklamasına yardımcı olan kuramlar temelde psikoloji sosyoloji hukuk sosyal politika tıp siyaset bilimi ekonomi felsefe tarih antropoloji yönetim gibi disiplinlerden ödünç aldığı bilgilerden oluşmaktadır. [email protected] • Sosyal çalışmanın rolü, görevi ve amacına analiz etmeye odaklanan kuramlar sosyal çalışma bir reform mu devrim mi? Sosyal çalışma insanları sistemi uydurmalı yoksa sistemi mi değiştirmeli? Sosyal çalışma temelde rasyonel teknik bir aktivite mi yoksa pratik ahlaki bir aktivite mi? Sorularına yanıt aramayı hedefler. • Sosyal çalışma üç temel özelliği bakım tedavi ve sosyal kontrol dür. Sosyal çalışma eğitiminde yoğunluklu öğretilen temel uygulama kuramları; bilişsel davranışçı, müracaatçı merkezli, görev merkezli, psikososyal çözüm odaklı ve güçler temelli yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu kuram ve yaklaşımları genellikle eklektik yada bütünleşik olarak mesleki uygulama da kullanılmaktadır. [email protected] • Olgusal Bilgi • Olgusal bilgi; yasa koyucu, doğal bilimleri olan fizik kimya biyoloji gibi alanlarda nesnel kanıtlanabilir bilgilerdir. Olgu duyu organlarıyla algılanabilir olan sosyal alanda da fiziksel alanda da kendini bilince açan çağdaş olgu bilimcilerce gerçek varlık olarak değerlendirilen dolaysız deneysel verilerdir. En genel anlamda olgu, bilimin konusunu oluşturan şeydir. Kant olguyu olası deneyin nesnesi olarak tanımlamıştır. Kısaca bilinçli özneye görünen ve kendini ya iç duyuma ya da dış duyumda ortaya koyan herşeye olgu diyebiliriz. İçsel ya da ruhsal açıdan da bilincin çeşitli etkinliklerle düşünceleri duyguları izlenimleri de bir olgu saymak yanlış olmayacaktır. (Timuçin, 2010) [email protected] • Ulusal bilgi açısından sosyal çalışma disiplini için geçerli olanı belirleyebilmek doğrusunu söylemek gerekirse oldukça zordur. Sosyal çalışma da olgusal bilgi başlığı altında güncel bilgi ve araştırmanın önemli olduğu beş anahtar alan (1) hukuk/ mevzuat; hükümet politikası tarafından şekillendirilmektedir (2) sosyal politika (3) kurum politikası (4) belirli insan grupları ile ilgili bilgi (5)belirli bireysel ve toplumsal sorunlar • Daha önce belirtildiği gibi sosyal çalışma eğitiminde olgusal bilginin kapsamı ve özellikle uygulayıcıların gereksinim duyduğu olgusal bilgi ile ilişkili olarak bu mesleğe özgü bilgi temelini nerede olduğu açık değildir. • [email protected] • Tıp, eczacılık gibi diğer profesyonel eğitimlerde olgusal bilgiyi edinmek ve alan uygulamalarında kullanmak, profesyonel kimlik duygusunu destekleyecek temel bir etkinliktir. Benzer biçimde sosyal çalışma da kendine ait belirli türdeki anahtar olgulara sahip olmazsa, alan uygulamalarında bunları etkili bir biçimde kullanamazsa bu durum mesleğin profesyonel geçerliliğini olumsuz yönde etkileyecek ve sosyal çalışma mesleği eczacılık hemşirelik gibi gelişmiş ve geniş biçimde kabul gören mesleklerin girmiş olduğu “semboleşme” sürecine bir türlü giremeyecektir. [email protected] • Kişisel Bilgi • Sosyal çalışmanın bilgi temelinin nasıl kavramsallaştırılabileceği mesleki uygulamalara nasıl aktarılabileceği konusu bilgi edinme bilgiyi kullanma bilgi üretme ile ilgilidir. Bu durum halihazırda sahip olma ve uygulanan yeni bilinen bilgiyi farklı şekillerde açıklamakta ve yeni bilgilerin oluşturulması, üst düzeyde soyutlamalar yoluyla, mesleğin bilgi ve uygulama temelli zenginleştirmesenin yollarını açabilecek unsurları bünyesinde taşımaktadır. Uygulamaya dayalı bilginin ayrılmaz bir parçası kişisel deneyim ve bilgi olup bunlar ise uygulayıcıların alan çalışmalarından edindiği bilgileri içermektedir. [email protected] • Sosyal çalışmacıların uygulama becerileri insan farklılıkları ve bireyselliğin değerini ve önemini bilmenin yanı sıra bireyin sahip olduğu gücü ve sosyal çevrenin gücü, kaynaklarını da görebilmeyi içermektedir. Meslek elemanları müracaatçıların yaşamlarından ve paylaştıkları deneyimlerden bilgi edinmeye değerlendirmeye açık olmalıdır ancak bu şekilde mesleğin bilgi temelli ve buna paralel olarak etkili bir müdahale ile müracaatçılarınıda güçlendirebileceklerdir. Sosyal çalışma müdahalesinde temel amaç sosyal çevrenin ve toplum kaynaklarının bireylerin gelişimi için seferber edilmesi ile sorun sahibi kişilerin kendi güçlü yönlerini becerilerini fark etmeleri ve bunları kullanmayı öğrenecek yaşamlarını olabildiğince sağlıklı biçimde organize edebilmelerine yardımcı olmaktır. [email protected] • Kongar (1972) Sosyal çalışmacıların aşağıdaki konularda bilgi sahibi olması gerektiğini ifade etmiştir (1) insan gelişimi ve davranışı (2) insanın kendisi dışındaki bir kişi ya da kaynaktan yardım alması ve vermesinin psikolojisi (3) kişilerin duygularını sözcükler hareketler ve etkinlikler halinde dış ifadeleri dönüştürme ve insanların birbiriyle haberleşme yolları (4) kişiyi etkileyen grup işleri ve süreçleri ile bireyin üzerindeki etkisi (5) dini inançları manevi değerlerin toplumsal kurumları da kapsayan kültürün anlamı ve birey grup ve toplumlar üzerindeki etkisi (6) bireyin diğer bireylerle gruplar ve toplumla olan ilişkileri iletişim süreçleri (7) toplumdaki iç süreçler, gelişme ve değişme biçimleri, sosyal hizmetler ve kaynaklar (8) sosyal hizmetler, yasal örgütsel yapıları, yöntemler (9) mesleki işlevlerini etkilemesi bakımından uygulayıcısı olarak sosyal hizmet uzmanının kendi hislerinin ve tutumlarının sorumluluğunu taşıması ve bunlardan haberdar olması. [email protected] • Amerikan sosyal hizmet eğitim konseyi sosyal çalışma eğitiminde lisans ve lisansüstü programları için müfredat politikası yayınlamış ve bunları son başlık altında toplanmıştır 1 bir insan ve beşeri bilimlere bakış açısı 2 sosyal çalışmanın değerleri ve etiği 3 insan farklılıkları 4 sosyal ve ekonomik adaletin gerçekleştirilmesi 5 risk altındaki nufus grupları 6 insan davranışı ve sosyal çevre 7 sosyal refah politikası ve sosyal hizmetler 8 sosyal çalışma uygulaması 9 araştırma 10 alan uygulaması [email protected] • Öte yandan iş baskıları, kırtasiyeciliğin ve meslek dışı yüklenen görevlerin, para, yasalar ve diğer kaynakların sınırlı olmasından dolayı, sosyal hizmet uzmanlarının bilgi oluşturabilmesi, bu negatif etkenlerden olumsuz etkilenmektedir. Öncelikle lisansüstü programların niceliği ve niteliği yükseltilmeli ve bu yolla yasal olanaklar zenginleştirilmelidir ve sosyal sorunların daha etkili çözümü için sosyal inovasyona dayalı yenilikçi stretejiler geliştirebilmelidir. Sosyal hizmet uzmanlarının alan çalışmalarından, yaptıkları mesleki müdahalelerden bilgi oluşturabilmesi ve geliştirebilmesi; kültürünü, uygulama bilgisini, uzmanlığını ve akademik becerilerini güçlendirebilmesi için, geniş olanaklara ve hareket yeteneğine sahip olmaları şarttır. Ancak bu yolla sosyal çalışmanın bilgi temelini neyin oluşturduğu hakkında geniş ve derinlikli bir bakış açısı geliştirilmesi ve mesleğin ontolojik sorunlarının çözümüne katkı yapılması, güçlendirilmesi olanaklı hale gelebilir. [email protected] • İnsan Davranışları Ve Sosyal Çevre Bilgisi • insan davranışı ve sosyal çevre bilgisi sosyal hizmet uzmanları na kavramsal bir bakış açısı kazandırarak dünyayı nasıl yorumlaması gerektiği konusunda bir çerçeve sağlayarak müracaatçılarla birlikte içinde bulunan durumu değerlendirme ve çözüm için olası seçenekleri belirleme konularındaki katkıları sağlar. Bu alanlardaki derinlikli bilgiler uygulama becerilerin geliştirilmesi için esastır ve bireyin sorununu ve durumun nasıl doğru değerlendirebilmesi, etkili müdahalede bulunabilmesi açısından kritik bir basamaktır. Sosyal çevre insan davranışlarını anlama ve anlatma konusunda yaşamsal bir öneme sahiptir çünkü insanlar sürekli ve dinamik olarak sosyal etkileşimler ile iç içedir. İnsan davranışlarında da sürekli bir hareketlilik, iletişim, değişim vardır. Ayrıca sosyal çalışma uygulamalarında insan davranışı ve sosyal çevre bilgisi temel olup resmin tümünü iyi anlaşılabilmesin yanında seçenekleri de daha kapsamlı belirleyebilmek için bu alanlarda derinlikli biçimde özümsenmiş bilgiler gerektirir. [email protected] • Sosyal Çalışma Değerleriyle ve Etiği Bilgisi • Genel olarak bakıldığında değerler hangi inançların uygun olduğunu belirlerken; etik ise neyi kiminle yapacağına ve değerlere nasıl başvuracağına işaret etmektedir. Değerler neyi yapmanın ve veya neyi yapmamanın önemli olduğu neyin fazla neyin az değerli olduğu konusunda karar verebilmemiz ve bir yargıya ulaşabilmemiz le ilgilidir. Etik ise neyin iyi neyin kötü olduğunu belirlemeye neyin yapılmasının neyin yapılmaması gerektiğini açığa kavuşturmaya yardımcı olan ilkeler ve kriterlerdir. Günlük yaşantımızda etik ve değerlerin birbirine çok yakından ilişkili olarak etkileşimde bulunan ancak aynı anlama gelmeyen farklı kavramlardır. Tarihsel süreçte bakıldığında sosyal çalışma her zaman yoksulluk, zihinsel hastalıklar, istihdam, işsizlik, tıbbi bakım, beslenme, çocuk sorunları, konut ve diğer toplumsal sorunlarla karşı karşıya gelen insanların ihtiyaçlarını karşılayarak refahı sağlamak için çalışmıştır. [email protected] • İnsana saygı, insanın değişme kapasitesine inanç, müracaatçıların kendi kararını vermesine saygı, müracaatçıların güçlendirilmesi, mesleki etkinlik, mesleki bütünlük, bireylerin kendi potansiyelini gerçekleştirebilmelerine yardımcı olmak, insanların temel gereksinimlerini karşılamak, müracaatçıların mahremiyeti ve bilgilerin gizliliği, insanın değeri ve onuru, farklılıklara saygı, fırsat eşitliği, mesleki bilgi ve becerilerini diğerlerine aktarmaya istekli olmak, • sosyal çalışmanın değerlerini; (1)insan yapısına ilişkin değerler (2) birey toplum etkileşimine ilişkin değerler olmak üzere iki grupta inceleyen düşünürlerde olmuştur. [email protected] • Amerikan sosyal hizmet uzmanları birliği tarafından aşağıda sıralanan etik ilkeler sosyal çalışmanın temel değerler olan hizmet sosyal adalet bireyin onuru ve değeri insan ilişkilerinin önemi, bütünlük ve yetkinlik değerlerine dayanmaktadır. Önce sosyal çalışma temel değeri belirtilmiş ardından da bu değere karşılık gelen etik ilke ortaya konulmuştur. • değer “hizmet” etik ilke sosyal çalışmacıların birincil amacı muhtaçlara yardım etmek ve sosyal sorunlarla uğraşmaktır. • değer “sosyal adalet” etik ilke sosyal hizmet uzmanları sosyal adaletsizlik le mücadele eder • değer “bireyin onuru ve değeri” etik ilke SHU ları bireyin onur ve değerine saygı gösterir değer “yetkinlik” etik ilke sosyal hizmet uzmanları yetkin olduğu alanlarda uygulama yapmalı ve mesleki uzmanlık geliştirmek ve güçlendirmek için sürekli çalışmalı kendini geliştirmek ve yardım sürecinde mümkün olan en derinlikli bilgi beceri kullanarak etkili mesleki müdahale gerçekleştirmekle yükümlüdür. [email protected] • • • • • • • • • Sosyal Ve Ekonomik Adaletin Geliştirilmesi Bilgisi Sosyal Politika Bilgisi Risk Altındaki Nüfus Grupları Bilgisi Uygulama Alanları Bilgisi Sosyal Çalışma Uygulaması Bilgisi İnsan Farklılıkları Bilgisi Alan Uygulaması Bilgisi Sosyal Çalışma Araştırma Bilgisi [email protected] • Sosyal Çalışma Uygulamalarında Sıklıkla Kullanılan Kuram Ve Yaklaşımlar • Sosyal çalışma disiplini ve mesleği eklektik bilgi temeline sahip çok çeşitli bilim dalları ve disiplinlerden işine yaradığı bilgi kuram ve yaklaşımları ödünç alarak bunları mesleki alan uygulamalarında kullanan ve buradan kendi bilgisini üreten bir çalışma alanıdır. • Sistem Kuramı • Sistem kuramı doğa toplum ve insan ilişkileri kavramak, toplumsal olgular arasındaki bağlantıların anlamını ortaya çıkarma amacına yönelik bütüncül bir kavrayıştır. Sistem birbirine bağlı değişkenler kümesi olarak kendisini oluşturan elemanların toplamından farklı olup sisteminin davranışını, kuralları ve yapısını üyeler arasındaki ilişkilerin niteliği belirlemektedir. [email protected] • sistem birbiriyle etkileşim içinde ve karşılıklı bağlantıları olan parçalardan oluşmuş bir bütündür, • Newton fiziği sosyal bilimlerde doğrusal düşünme belirlenebilirlik tahmin edilebilirlik ve mekanik bir kavrayışı yasıtmakta ve insanı bir makine olarak düşünen, onun davranışlarını tahmin edilebilir olarak gören hiyerarşi ve kontrolu benimseyen bakış açısına karşılık gelmektedir. • Kuantum fiziği ise yerleşik Newton fiziğinin kurallarını tersyüz etmiş ve sosyal bilimlerde karşılıklı etkileşim, değişkenlik ve belirsizlik biçiminde etki göstermiştir,sıklıkla referans gösterilen sistem yaklaşımı ve durumsallık yaklaşımı kuantum fiziğinden temellenmiştir. Sistem kuramcıları bireyi suçlamak, sorun aramak yerine sorunları sistemin işlemlerinin bir sonucu olarak gördüğünden bu kuram sosyal hizmet uzmanlarının mesleki uygulamalarında açıklayıcı ve keşfedilebilecek nitelik taşımaktadır. [email protected] • Her sistem bir diğerini etkiler ilkesi sosyal çalışma mesleki müdahale açısından son derece yararlıdır. Diğer taraftan da sosyal sistemlerdeki karmaşıklığı kavradığından ve bilimsel bir biçimde açıklama ile aralarındaki dinamik ilişkileri ortaya koymaya çalıştığından sistem kuramı basit neden sonuç açıklamalarına tamamen karşıdır. • Sistem kuramı temeli biyolojik bir kurum olarak organizmaların tümünün bir sistem olduğu altsistemlerden oluştuğu,üstsistemlerin bir parçası olduğu biçimindeki önermeye dayanmaktadır. Sistem varlığını ve işlevlerini parçalar arasındaki ilişkiler sayesinde sürdüren ve parçalara değil bütüne bakan bir kavrayışı ifade etmektedir. Sistemde bir bütün olarak işlev gösterdiklerinden bir parçasını çıkarıp ya da eklerseniz sistem değişebilir veya bozulabilir sistemindeki unsurların yerleri ve diziliş sıraları çok önemlidir. [email protected] • Sistemin devamlılığını sağlayan ve değişkenliğinde esas teşkil eden unsur onun çevresi ile olan karşılıklı alışveriş bağlantısının olmasıdır. Çünkü açık sistem çevreden girdi alır ve çevreye çıktı verir. kapalı sistemler ise diğer diğer sistemlerle ilişki içerisinde değildir ne onlardan girdi alır ne de onlara çıktı verir, ancak zamanla elemanlarının değişme ve uyum kapasitede azalır düzen ve işlevleri giderek kaybolmaya yüz tutar “entropi” adı verilen enerjisizlik hali bu şekilde ortaya çıkarak sistemi dağılmaya ve yok olmaya maruz bırakır. • Sistemde önemli olan bir noktada sistemden çıkan enerji miktarı, giren enerji miktarından daha fazla ise sistemin dengesinin tehdit altında kalabileceği gerçeğini fark etmektir. • Bu durumdaki birey ve ailelerde gerilim ortaya çıkarak birey yada aileninişlevselliği bozulabilir. İnsanların iyi olma halinde destekleyen üç tür sistem vardır. [email protected] • 1.doğal sistemler aile arkadaşlar komşular iş arkadaşları gibi • 2 formel sistemler toplum organizasyonları birlikler ve meslek örgütleri gibi • 3 toplum sistemleri hükümet kamu kurumları okular hastaneler gibi • Sistemler iki türlü değişim gösterebilirler birincisi baskı altındaki sistem, başlangıçtaki etkileri absorbe edilebilmekte iken belli bir direnç yada dayanma eşiğini geçince sistemin çökmesi söz konusu olmaktadır. Buna örnek olarak bir taş ustası nın balyozla vurduğu 500 darbede taşta en küçük bir etki görünmez iken belki 550 nci darbede koskoca kaya birden unufak olmaktadır kayayı parçalayan o son vuruş değil ondan önceki 549 adet darbenin stres birikimidir • sistemleri değiştirmenin ikinci yolu kritik bağlantılar bulup kaldıraç kullanarak onu değiştirmek olduğundan bunun için sistemin tıkandığı yeri bulmak ve tıkanan kısmın diğer kısımlarla bağlantısını kesmek gerekmektedir [email protected] bir yerde ilişki varsa sistem vardır sistem kuramı birey ve durumu birbiriyle karşılıklı ilişki içerisinde bir bütün olarak ele almaya olanak sağlamaktadır her sistem bir diğer sistemi etkiler ilkesi sosyal çalışma bilgisi ve alan uygulamaları için çok yararlı bir kavramsal temel oluşturur, insan davranışlarına insan ilişkilerine ve etkileşimlerine açıklık getirir. Olgusal ve kavramsal ilişkilerin düzenlediği sosyal hizmet uzmanlarının uğraştığı konular olan sosyal sorunlara yol açan faktörler ve bunlar arasındaki etkileşimi ve sonuçlarını tanımlamada kolaylık ve etkili bir bilimsel çerçeve sağlamaktadır sosyal çalışma açısından bakıldığında aileyi bir sistem olarak ele aldığımızda bir bütün olarak işlev gösteren sistemler açısından çocukları ve ilişki içerisinde bulundukları geniş aile üyelerini işin içine katmak gerekir. Aile bireylerinin her biri aile sistemin bir alt sistemidir altsistem olan bireyler aile sistemin içinde bulunan ve özelleşmiş bir rol oynayan aktörler. Aile üyelerinin farklılaşması diğeri karşısında bireyselleşme derecesini ifade etmektedir [email protected] Bir Sistem Olarak Korunması Gereken Çocuklar Toplumsal politikalar: Ekonomide gelir dağılımı politikalarında görülen eksiklikler ve aile üzerindeki etkileri, eğitim politikasında görülen aksaklıklar ve eğitimden dışlanma süreci, aile merkezi ve çocuk odaklı, toplum temeli olmayan sosyal hizmet politikalarının, sosyal çalışma uygulamaları ve koruyucu önleyici hizmetlerin yetersiz kaşlı, istihdam politikasının aileler üzerindeki olumsuz etkileri Yaşanılan çevre: Türkiye'nin temel yapısal özellikleri ve sorunları Yaşanılan çevrenin temel nitelikleri Korunması gereken çocukların ailelerinin olumsuz özellikleri [email protected] Yoksulluk kültürü kısır döngüsünün olumsuz etkileri: Kentte tutunamayan uyum sağlayamayan aileler, eğitimde başarısızlık ve uyum sağlayamama, olumsuz yaşam koşulları, aile içi şiddet, düşük gelecek beklentisi ve yaşam umudu, çocuğun beslenme barınma gereksinimlerini karşılamak için ailenin çocuklarını kurum bakımına verme isteği, ebeveynlerde madde kullanımı ve bağımlılığı, aile ortamlarından bütünüyle uzaklaşma aile bağlarında zayıflama [email protected] Ekolojik Sistem Yaklaşımı Sosyal çalışma uygulamalarında ortaya çıkan ekolojik sistem yaklaşımına göre sosyal sorunlar müracaatçıların psikolojik özelliklerinden ziyade müracaatçı ile çevresi arasındaki biyopsikososyal etkileşime bağlanmıştır ve bu yaklaşımın teorik temeli Ludwig Von Bertalanffy’ın genel sistem yaklaşımına dayanmakta insanlar bir sosyal ağ içerisinde var olan canlılar olarak görülmektedir. Bu yaklaşım bireyler aileler gibi sosyal sistemlere de uygulanabilmektedir.(Payne 1997: 137) İnsan davranışı birey ile sosyal çevre arasında süregelen karşılıklı etkileşimin bir ürünüdür. Sosyal ağ içerisinde ev, aile, kültür, alt kültür, toplum, okul gibi sistemler yer almaktadır. Bir sistemde yaşanan bir değişim diğer sistemleride etkilemektedir. Ekoloji kavramını davranış bilimlerinde ilk kez kullanan 1965 yılında psikolog Roger Barker olmuştur ekolojik sistem yaklaşımı insan davranışlarını etki eden iç ve dış kuvvetlerin karşılıklı etkileşimleri üzerinde durarak bireylerin farklı durumlara uyumlarını sağlayan geçerli davranış kalıplarını tanımlayarak çevre içerisinde bulunan insan ve diğer sistemlerin birbiri üzerinde meydana getirdikleri etkileri açıklamaktadır. Ekoloji organizma ile çevre ilişkilerinin incelenmesi anlamına gelmektedir. [email protected] Ekolojik sistem de, birey ve onun çevresinin oluşturduğu bir bütün anlamına gelmektedir. Gündelik yaşam içerisinde bireyler eğitim sistemi, siyasal sistem, iş dünyası, inanç sistemleri, mal ve hizmet üretim-sunum sistemi aile sistemi, sosyal hizmet sistemi gibi çok sayıda sistemle etkileşim halindedir. Sosyal çalışma ilk olarak aile üzerine odaklanarak onun sorun çözme ve başa çıkmaya çalışma gibi gelişimsel kapasitesini artırmaya çalışır. İkinci olarak birey ve bireyin etkileşimde olduğu sistemler arasındaki ilişkilere odaklanarak insanların gereksinimleriyle toplumdaki kaynaklar, hizmetler ve fırsatlar arasında bağlantı kurarak, bireyin iyilik halini destekler. Üçüncü olarakta sistemler üzerine odaklanarak bireylerin gereksinimlerini daha etkili ve hızlı biçimde karşılayabilecek yasal örgütsel yapıları kurabilmek için sosyal reform gerçekleştirmeye çalışır. Sosyal reform yaklaşımı, topluma tutunmakta zorlanan zayıf ve güçsüz düşmüş risk altında yaşayan ve temel gereksinimlerini karşılayamayan bireyler lehine değiştirmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır [email protected] Sosyal Çalışmada Yetkinlik Sosyal çalışma da yetkinlik bilgi beceri ve değerlerin bir ürünüdür ve öğrencilerin yetkinliklerini gösterebilmeleri için uygulama gerekliliklerini karşılamaları, sosyal çalışmanın değerlerini bütünleştirmeleri, kurumsal ve uygulamalı bilgiye sahip olmaları,uygulamalarını yansıtmacı ve eleştirel bir şekilde çözümleyebilmeleri ve bilgi, beceri ve değerlerini, uygulamaya aktarabilmeleri gerekmektedir. Sosyal çalışmacıların sorumluluklarını başarılı bir biçimde yerine getirebilmeleri için sahip olması gereken yetkinlikleri şu şekilde sıralanmıştır 1 insanlar ve sosyal kurumlar arasındaki ilişkilerde başlatılması geliştirilmesi yeniden düzenlenmesi korunması dönüştürmesi sonlandırılması gereken durumları belirlemek ve değerlendirmek 2 sorunları değerlendirme ulaşılabilir amaçlar oluşturma ve olası uygun koşulları temel alarak insanların iyilik halini geliştirmek için bir plan hazırlama ve bu planı uygulamak 3 insanların sorun çözme baş etme ve gelişimsel kapasitelerini güçlendirmek 4 insanları, onlara kaynak, hizmet ve fırsat sağlayacak sistemlerle bağlantılandırmak [email protected] 5 incinebilir ve ayrımcılığa uğrayan nüfusun yararına etkili müdahalede bulunmak 6 insanlara kaynak hizmet ve fırsat sağlayacak olan sistemlerin etkililiğini ve insani olarak işlev görmesini geliştirmek 7 daha eşitlikçi adil ve müracaatçılara karşı duyarlı olan hizmet kaynak ve fırsat sistemlerine etkin olarak katılmak 8 bu sistemleri değiştirmek ve geliştirmek adil olmayan sistemleri ortadan kaldırmak için başkaları ile işbirliği halinde çalışmak 9 sosyal çalışma müdahalesini gerçekleştirdikten sonra müdahaleyi değerlendirmek müdahale sürecindeki davranışlarını ve becerilerini gözden geçirmek suretiyle mesleki gelişimlerini ve ilerlemelerini sürekli olarak gözden geçirmek 10 mesleği standartlarına ve etik kurallarına uygun bu standartları ve kuralları destekleyici bir biçimde akılda tutarak mesleğin bilgi temeline katkı vermek suretiyle hizmet sunumunun gelişmesine yardımcı olmak [email protected] Sosyal Çalışma Becerileri Temel beceriler olarak açık ve kapalı uçlu sorular kullanabilme, sözsüz etkili dinleme davranışı, beden diliyle müracaatçıyı kabul, empati kurabilme ve onaylama davranışı,müracaatçılara kaynaklar hakkında bilgi verme, yardım isteyenin kendini keşfetmesini sağlayacak iletişim becerilerine sahip olmak, gerektiğinde uzmanın kendi duygu düşünce ve tepkilerini etkili biçimde sergileyebilmesi, etkili yardım ilişkisi kurarak müracaatçılara güven verilmesi ve bütün bu mesleki becerilerinin bütünleştirilmesi. Sosyal çalışma becerileri ayrıntılı olarak şu unsurları içermektedir: Karşılama, selamlama, ilişki kurma ve empati, açık ve kapalı uçlu sorular kullanabilme, kendilik bilgisi ve sezgisi, yorumlama, özetleme, açığa kavuşturmak, geri bildirim verme ve alma, sosyal inceleme, bakım verme, teşvik etme, sessizliğe izin verme ve mesleki amaçlar için kullanabilme, gerektiğinde mizahı kullanabilme, kendini açığa vurma, vakayı sonlandırabilme, bilgi ve tavsiye verme, açıklama yapma, destekleme ve onaylama, güvence verme, [email protected] ikna etme ve yönlendirme, pratik ve maddi yardım sağlayabilme, sosyal destek verme, yorumlama, danışmanlık yapma, güçlendirerek yapabilir kılma, uyum sağlama, yeniden şekillendirme, kaygı ve stresi denetim altına alma, müzakere yapma, vaka sözleşmesi yapma, müracaarçılarla görüşme için plan ve hazırlık yapma, girişkenlik, savunuculuk, meydan okuma ve yüz değiştirme, süpervizyonu etkili ve yaratıcı biçimde kullanabilme, mesleki sınırları koruma, kayıt tutma, model olma, yansıtıcı ve etkili uygulama yapma, düşmanlık saldırganlık ve şiddeti ele alabilme ve mesleki çalışmanın odağını kuruma. Sosyal çalışmanın ortak becerileri; hazırlık yapma becerisi, iletişim kurma becerisi, sorun durumunu çözümleme (analiz etme) becerisi, sözleşme yapma becerisi, mesleki roller üstleme becerisi, dengeyi sağlama becerisi, müdahalenin etkililiğini değerlendirme becerisi, amaçlara ulaşıldığını belirleme ve sosyal çalışma müdahalesini sonlandırma becerisi, [email protected] doğrudan sosyal çalışma uygulaması becerileri; sonuçları değerlendirme becerisi, fon oluşturma becerisi, bütçe oluşturma becerisi, müzakere yapma becerisi, aracılık yapma becerisi, karar vericileri etkileme becerisi, gereksinimleri değerlendirme becerisi, planlama becerisi, eş yönetimlerle çalışma becerisi Sosyal Çalışmanın Temeli Olarak: Değer; Hizmet, etik ilke; muhtaç insanlara yardım etmek Sosyal adalet, etik ilke; sosyal çalışmacılar sosyal adaletsizlikle ve mücadele eder Bireyin onuru ve değeri, etik ilke; sosyal çalışmacılar bireyin onur ve değerine saygı gösterir İnsan ilişkilerinin önemi, etik ilke; sosyal çalışmacılar insan ilişkilerinin öneminin farkındadır. [email protected] Dürüstlük ve güvenilirlik, etik ilke; sosyal çalışmacılar güvenilir bir tarzda davranmalıdır sosyal çalışmacılar dürüst ve sorumlu tarzda davranmalı bağlı bulundukları kurumların bir parçası olarak etik uygulamalar geliştirebilmelidir. Yetkinlik, etik ilke; sosyal çalışmacılar yetkin olduğu alanlarda uygulama yapmalı ve mesleki uzmanlığı geliştirmek ve güçlendirmek için sürekli çalışmalıdır. [email protected] SOSYAL HİZMET/SOSYAL ÇALIŞMA BİLİM VE MESLEĞİNE GİRİŞ BÖLÜM 4 DOÇ. DR. İSMET GALİP YOLCUOĞLU Doç. Dr. İsmet Galip YOLCUOĞLU Üsküdar Üniversitesi Sosyal çalışma disiplininin diğer sosyal bilimlerle ilişkisi SOSYAL HİZMETE GİRİŞ BÖLÜM 4 Sosyal Hizmetler ile ilgili videolar • https://www.youtube.com/watch?v=texStjpeZ EM • https://www.youtube.com/watch?v=-tGIuF8I_Y Sosyal Hizmetin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi: “Sosyal bilim” kavramı; toplumu ve insan ilişkilerini inceleyen araştırma dalları için kullanılan genel adlandırmadır. Feodal düzenin, Ortaçağ’ın, karanlık dönemlerinin ölü toprağını üzerinden atmaya çalışan ve dünyayı keşfederek ele geçirmeye uğraşan batının, bu büyük adımları atabilmesi için, önemli bir “yeniden organizasyon girişmesi” gerekliydi. Bu organizasyonun ilk halkalarından biri olarak, feodal toplumsal yapının, daha merkeziyetçi bir ekonomik birime dönüştürülmesi gerçekleştirilmiştir (Gulbenkian Komisyonu, 2003: 14). “Sosyal bilimler”; toplumu ve insan ilişkilerini inceleyen bilim dallarını genel adı olarak; “sosyoloji” (toplumbilim), insan ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığı, ne yönde değiştiğini inceler. Örneğin, “insanlar, birbirlerini nasıl etkilemektedirler? Davranışları, duygu ve hareket biçimleri nelerdir?” Sosyoloji; psikoloji gibi “bireyi odak alarak ele alıp incelemez. Daha çok “insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin yapısı” üzerinedir ve bu ilişkilerin şekillenmesi, değişmesi üzerinde durur. Yani sosyoloji, “insan grubunu” odak alır ve inceler; onun için, grup olarak insan davranışları ve ilişkileri önemlidir. Bu nedenle de aile, klikler, dini gruplar, sapkın grupların davranışları, çeteler, cemaatler, büyük organizasyonlar, fabrikalar, üniversiteler, topluluk ve toplumları inceler. Dolayısıyla toplumbilim, insanın hiçbir zaman ve hiçbir yerde “tek başına olmadığı”, her zaman bir grup içerisinde yer aldığı düşüncesinden hareket eder. Sosyologlar (toplumbilimciler); toplum, toplumsal kurumlar ve insan ilişkileri üzerinde çalışan meslek elemanlarıdır. Bu disiplinin öncül düşüncesi ise, toplumsal yaşamın biçimlendirildiği, ideal ve değerlerin öğrenildiği ve paylaşıldığı görüşüne dayanmaktadır (Özkalp, 2011: 23). Sosyoloj her zaman normal davranışları değil, sapkın davranışları da inceler. Buna uç bir örnek olarak, “fahişelik” örneği gösterilebilir. Ekonomistler için bu olay; bir arz-taleple ilişkili olarak, bazı insanlar, vücutlarını satarak daha fazla para kazanacaklarını düşünmekte ve başka şey satmaktansa, bu işi yapmayı tercih etmektedirler. Gerçekten de bazı araştırmalar, fahişelik yapanların bir bölümünün, daha çok para kazanmak ve görüntüde lüks bir yaşantı sürebilmek için, seks işçisi olarak çalıştıklarını ortaya çıkarmıştır. Siyasal bilimciler, bu konuyu hukuk sistemiyle aralarındaki ilişkiye bakarak inceler ve bir kısmı, bunun kanunsuz olduğunu söyler, diğer bir bölümüyse seçimlere yakın daha ılımlı mesajlarla durumu geçiştirebilir. Psikologlar açısından bu konu, kötü yola düşen insanlarla, kötü yola düşmeyen insanlar arasında ne gibi farklılıklar olduğunu araştırılmasını gerektirir. Örneğin fahişelik yapan insanların, anne babalarına karşı olan sevgi ya da nefretlerini, ebeveynleriyle ilişkilerinin nasıl olduğu, onların boşanmış veya parçalanmış bir aileden gelip gelmediği araştırılır. Psikolojik açıdan yapılan çalışmalara göre, bu işi yapan insanların çoğunluğunun, annebaba şefkati görmediklerini, aile huzurlarının yok denecek kadar az olduğunu, çocuklarının mutlu bir ortam içerisinde geçmediğini ortaya koymuştur. Sosyologlar ise konuyu, toplum açısından ele almakta ve örneğin Kingsley Davis, seksin kurumsal olarak kontrolünün mümkün olup olmadığını, sınıflar, kadınlar ve erkekler arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıklar giderilmediği sürece, fahişeliğin ortadan kaldırılamayacağını öne sürmektedir. Görüldüğü gibi sosyologlar konuyu, ihtiyaçlar, güdüler ve kişilik açısından değil, makro açıdan ele almaktadırlar. Bu yüzden de kişi olarak fahişelik yapan insanı değil, bu konuyu incelemektedirler. Böylelikle sosyoloji, fahişelik mesleğinin, toplumun hangi sosyal organizasyonunun bozukluğu sonucu ortaya çıktığını ve toplumsal kökenli bozuklukların, toplum bilimi açısından aksaklıklarını göstermeye çalışır (Özkalp, 2011: 6). Sosyal hizmet ise; sosyal adalet düşüncesine ve bireyin iyilik haline odaklanarak, sosyoekonomik koşulların organize edilmesine, toplumu oluşturan tüm bireylerin iyi olma hallerinin desteklenmesine ve temel gereksinimlerinin karşılanmasına çalışır. Parasızlık ve yoksulluktan, bireylerin fahişelik vb. kötü yollara düşmesini ilk başta engellemeye ve bireyin iyilik halini tehdit eden risklerin oluşmasını önlemeye, ortadan kaldırmaya uğraşır. Simon’un (1760-1825) en önemli vurgusunu, “her toplum düzeninin mutlak surette, o toplumum sahip olduğu ekonomik yapıyla belirlendiği” düşüncesi oluşturmaktadır. Auguste Comte (1798-1857), En önemli saptaması, insanlığın geçtiği üç hal aşaması olarak; “teolojik dönem, metafizik dönem ve pozitif ya da bilimsel dönem” tanımlamasıdır. Teolojik ve metafizik dönemlerde, evrendeki her şey ve olgular, “teolojik-metafizik” düşüncelerle açıklanmış, ancak “bilimsel döneme” gelindiğinde olgular; olgularla açıklanmaya başlanmıştır. Alman W. F. Hegel (1770-1831); “diyalektik” kavramını ilk kez kullanarak bunun; “bir karşılıklı ilişkiler olgusunu ya da etki-tepki sürecini içerdiğini; evrendeki her şeyin her nesnenin, kendi bünyesinde karşıtını ve çelişkisini içerdiğini, bu nedenle de her nesnenin, bir kendisiyle çatışma ve çelişki halinde bulunduğunu” ifade etmiştir. Her varlık, kendi bünyesinde barındırdığı karşıtlar sayesinde, kendini aşma, yeni bir yapıya kavuşma olanağı bulur. Yine bir Alman düşünür olan Karl Marx (1818-1883), düşünceyi maddeden ya da evrensel ilkeyi doğadan üreten, maddeci diyalektiği savunmuştur. O, toplumun bireylerin paylaştıkları fikirler ve idealler tarafından değil, güç ve kuvvete sahip insanlar tarafından yönetildiğini ve böylelikle, toplumda kaçınılmaz bir biçimde “çatışmanın” meydana geldiğini ileri sürmüştür. Emile Dukheim (1858-1917), ünlü bir Fransız düşünürü olarak, “Toplumu bir arada tutan unsurlar nelerdir?” sorusuna yanıt aramıştır. Karşılığında da, insanların fikirler yaratıp düzenlediğini, onları bir arada tutan şeylerin ise, değer, inanç, doktrin, dogmalar, davranışlarını düzenleyen norm ve kurallar sistemi bulunduğunu belirtmiştir. Herbert Spencer (1820-1903), bir İngiliz sosyolog olarak, sosyal bilimin şemalarına, Darwin’in daha sonra geliştireceği biyolojik evrim kuramının kabullerinin temellerini atmış ve “ortama en uygun olan ve uyum sağlayanların, yaşamlarını sürdürebileceğini” söyleyerek, yeni çığır açmıştır. Diğer bir ünlü Alman sosyoloğu olan Max Weber (1864-1920); sosyal hizmetin çok önemsediği “toplumsal değişme” konusunda, önemli çalışmalar yapmış ve ayrıca, din, sosyal tabakalaşma ve bürokrasi konularında üretimler de bulunmuştur. Örneğin din, ekonomik değişmeleri nasıl etkilemektedir? Bürokrasi, toplumu nasıl şekillendirmektedir? ABD’li sosyolog Talcott Parsons (19021979), “yapısal-işlevsel yaklaşım”ın babası olarak; sosyal sitemi oluşturan ekonomi, din, aile, politika, eğitim gibi parçaların, toplumdaki yerine getirdiği görev ve işlevlerin, o toplum için yaşamsal değerde önemli” olduğunu vurgulamıştır. Toplumu ayakta tutan şey, birey ve gruplar arasındaki karşılıklı etkileşim olup, bütün ve parçalar arasındaki ilişkiler, “toplumsal sistemin temelini” oluşturmaktadır. Bu bağlamda, yukarıda değinilenlerin dışında diğer sosyal bilimlere baktığımızda; “sosyal antropoloji”, insanların değerleri, inançları ve geleneklerini konu alırken; “sosyal hizmet”, toplumsal refahı ve insanın iyi olma halini desteklemek ve geliştirmek için, toplumun nasıl etkilenmesi gerektiğini esas almaktadır. “Sosyal hizmet”, sosyal sorunları ve bunları ortaya çıkartan nedenleri belirlemek ve çözümlenmesine yardımcı olmaya çalışır. Sosyal bilimlerin bütünselliği çerçevesinde,Türk sosyal hizmeti; içinde yaşadığı daha büyük kültürel ve toplumsal yapının bir parçası ve ürünüdür. Çünkü bir toplum içindeki her meslek dalı ve disiplin, o topluma özgü koşullar içinde doğar, gelişir ve Günümüzde, sosyal bilimlerin önemli destek kaynaklarından birisi de “sivil toplum” örgütleridir. Belirli toplumsal sorumluluk ve görevlerinin, devlet dışı, şeffaf ve sivil girişimler aracılığıyla yerine getirilmesi, devlet-vatandaş-sivil toplum karşılıklı memnuniyet verici ilişkileri yaratabilmektedir. Kamunun işlerinin bu şekilde dağılımı ve işlev ve görevlerinin, başka kaynaklarca da olması gerektiği gibi sağlanabilir olması, sosyal bilimlerin aydınlatıcı yapısına 1930’lu yıllarda tüm dünyada yaşanan büyük ekonomik buhran, o zamana kadar ki tüm bilimsel kabullerin, sosyoekonomik ve sosyokültürel yapıların, yeniden gözden geçirilerek, mevcut durumla bağıntısının kurulması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Daha sonraki dönemlerde, 1945 İkinci Dünya Savaşı’nın tüm insanlığın zihninde bıraktığı, unutulmayacak kötü deneyimleri ve 1960’lı yıllara kadar diğer pozitif bilimlerde çok önemli zirve noktaları yakalanmış olmasıyla, 1970’lerdeki büyük “küresel kriz” yıllarına ulaşılmıştır. Bunu takip eden 1980’lerdeki yeni liberal akımların egemenliği ve 1990’lı yıllardaki yeni teknoloji çağı, internet gibi çok hızlı ve çarpıcı gelişmeler, toplumların ve küresel dünyanın anlaşılmasında, pozitivist yaklaşımların tek başına yetersiz kaldığının fark edilmesini, sağlamıştır. İşte bu noktada, sosyal bilimlerin yorumsamacı bakış açıları olmaksızın, dünyanın gerektiği gibi anlaşılamayacağı düşüncesi gündeme getirilmiştir. 2.1)Bütün Sosyal Bilimlerin İlgi Alanı Olan “Toplum” ve “Toplumsal Değişme” Nedir?: Marshall (2005)’a göre ise toplum, “genel olarak ortak bir kültürü paylaşan belli bir toprak parçasında yerleşmiş, kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir gruptur.” Sosyal bilimlerden örneğin sosyoloji, daha çok insanların ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını, ne yönde değiştiğini; sosyal antropoloji, bu insanların değerleri, inançları ve gelenekleri üzerinde odaklaşırken; sosyal hizmet, toplumsal refahı ve insanın iyi olma halini desteklemek ve geliştirmek için toplumun nasıl etkilenmesi gerektiği, “sosyal değişmenin” nasıl sağlıklı yönetilebileceği, konularıyla ilgilenir. “Toplumsal değişme”, toplumun yapısındaki temel ve geniş değişmeler olarak; ailenin örgütlenişindeki, gelir elde etme ve geçinme yollarındaki, dinsel davranışlardaki, insanlar tarafından benimsenen değerlerdeki ve kullanılan teknolojideki yani kısacası, toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları olan, toplumsal yapıdaki değişmelerdir. Bazı toplumlar, azgelişmiş olarak nitelendirilmektedir. Az gelişmişliği tanımlamak için 15’i bulan ölçüt ileri sürülmüştür. Bunlar (akt. Sezer, 2006): Besin ekonomisinin yetersizliği, Tarım kesiminin halen önemini koruması, Zayıf bir endüstrileşme, Az enerji tüketimi, Ticaret kesiminin anormal büyüklüğü, Ekonomik bağımlılık, Gizli işsizlik, • Yaşam düzeyinin ve ulusal gelirin düşüklüğü, • Toplumsal yapıların geriliği, • Orta tabakaların önemsizliği, • Ulusal birliğin zayıflığı, • Eğitim düzeyinin düşüklüğü, • Sağlık hizmetlerinin yetersizliği, Doğum hızının yüksekliği, Endüstriyel gelişim ve batılılaşmanın, Sosyal hizmet, toplumun sahip olduğu ekonomik kaynaklar, fırsat ve sorumlulukların paylaşımı ve adil dağıtımına da vurgu yapan, sosyal adalet düşüncesine ulaşma ve statükonun yoksul bireyler lehine değiştirilmesi ve kaynakların “yeniden dağıtımı” misyonunu sırtlanmış bir meslektir. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları, sosyal ve ekonomi politikalarının, insanların temel hak ve özgürlüklerini gözetmesi gerektiğine yürekten inanarak, yoksunluklar içerisinde yaşayan kitleler adına savunuculuk yaparlar. Ancak ne yazık ki ülkemizdeki politika, sosyal hizmet mesleğine henüz statükonun yoksunluklar içerisinde yaşayan bireyler lehine değiştirilmesini sağlayacak güç ve olanakları vermemiştir. Bu aşamada, sosyal hizmet uzmanlarının toplum ile politika yapıcılar ve karar vericilerin, devlet ve hükümetlerin, insani gereksinimlerin örgütlü ve yaygın biçimde karşılanması ve toplumsal sorunlara çözüm bulma konusundaki bakış açılarının farklılıkları, sosyal değişimleri sağlayabilmek için, “siyasal eylemi” gerektirmektedir (Duyan, 2010). Sosyal hizmet disiplini açısından; birey, grup ve ailelerin iyilik halini ve sosyal işlevselliklerini sağlayabilmek için, toplumun, bu amaçların gerçekleşmesine hizmet edecek “sosyal koşullar” oluşturması zorunluluğu vardır. Ekonomi politika aktörleri ve tüm yurttaşlar açısından, birey, aile, kurum ve kuruluşların, birbirine bağlı, karşılıklı bir etkileşim ve dayanışma halinde olması, sosyal ilişkilerin ve toplum olanaklarının, işlevsel bir toplum yaratılabilmesi içi seferber edilmesi gerekmektedir. Sosyal çalışma disiplininin diğer sosyal bilimlerle ilişkisi • Sosyal Bilim: • Toplum ve insan ilişkilerini • Engellerin ve ortaya çıkan sorunların bertaraf edilmesini sağlar. • Merkeziyetçi bir ekonomik yapı olmalıdır. • Ulus devlet anlayışı vardır. • Kesinlik öngörülebilir değildir. Yeni bilim paradigmasının özellikleri (Gulbenkıan Komisyonu -2003) • Gerçeklik karmaşıktır. • Gerçeklik hiyerarşik değil heterarşiktir. • Gerçekliğin holistik ve harmonik bir yapısı yoktur. • Gerçekliğe mekanizm hakim değildir. • Gelecek belirsizdir. • Nedensellik yerine karşılıklı etkileşim vardır. • Gözlemcidir. Yeni bilim paradigmasının özellikleri (Gulbenkıan Komisyonu -2003) • • • • • • Nesnellik yoktur. Tümel/mükemmel bilgi yoktur. Tek bir doğruluk yoktur. Özne_merkezcilik terk edilmelidir. Bilgi hep değişen bir şeydir. Bağımsız değişken yoktur, her şey birbirine bağımlıdır. • Sosyal hayatın bilgisi, özneler arasıdır. • Sosyal hayatın bilgisi sadece yorumdan ibarettir. sosyoloji • İnsan ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını inceler, • Sosyal ilişkilerin yapısını, şekillenmesini, değişmesini araştırır. • İnsanı değil insan grubunu odak alır ve inceler. • İnsanın hiçbir zaman ve hiçbir yerde tek olmadığı bilgisinden yola çıkar. • Toplumsal yaşamın biçimlendirilmesi, ideal ve değerlerin öğrenilmesi ve paylaşılması. SOSYOLOJİNİN ÇALIŞMA ALANLARI KLİKLER UNİVERSİTELER ÇETELER BÜYÜK ORGANİZASYONLAR DİNİ GRUPLAR &CEMAATLER SOSYOLOJİ SAPKIN GRUPLAR FABRİKALAR AİLE sosyoloji Sosyoloji her zaman davranışları incelemez, bazen de anormal ve sapkın davranışları inceler. Sosyoloji bilim teorisyenlerinin görüşleri İbn-i HALDUN (1334-1406 “Tüm doğal varlıklar gibi toplum da doğar, gelişir ve ölür” İlk kez toplum ve devlet ayrımını yapmıştır. Toplumsal yaşamın insanlar için zorunluluk olduğunu ifade etmiştir. Saint SİMON (1760-1825 Pozitif bir sosyal bilim kurgusu ortaya atmıştır ve buna ‘sosyal fizik’ demiştir. Simon’a göre sosyal fizik, sosyal olayları önceden görmeyi, onları kontrol altına almayı ve şekillendirmeyi mümkün kılar. Sosyoloji bilim teorisyenlerinin görüşleri Auguste COMTE (1798-1857 Toplumun da diğer bilimler gibi, gözlem, karşılaştırma ve deneyle incelenebileceğini savunmuştur. Toplumu oluşturan şey, sosyolojik yasalardır. Toplumu geliştiren şey ise insan düşüncesidir. İnsanlığın geçtiği üç hal aşaması; teolojik dönem, metafizik dönem, pozitif ya da bilimsel dönem. W.F. HEGEL (1770-1831 İlk kez diyalektik kavramını kullanmıştır. Hegel’e göre her varlık, kendi bünyesinde barındırdığı karşıtlar sayesinde kendini aşma, yeni bir yapıya kavuşma olanağı bulur. Varlığın temelinde düşünce yatmaktadır. Sosyoloji bilim teorisyenlerinin görüşleri Emile DURKHEİM (1858-1917 Toplumu bir arada tutan unsurlar nelerdir?, sorusuna cevap aramıştır. Toplumu bir arada tutan şeyin, değer, inanç, doktrin, dogmalar, norm ve kurallar sistemi olduğunu savunmuştur. Toplumsal bir bilinçten bahsetmiştir. Toplumsal bilinç bireyin kişiliğinin zamanla parçası olur. Herbert SPENCER (1820-1903) Sosyal bilimin şemalarına, biyolojik evrim kurallarını katmıştır. Spencer’a göre, ortama en uygun olan ve uyum sağlayanların, yaşamlarını sürdürebileceğini ifade etmiştir. Sosyal çalışma disiplini olarak, rekabetçi, becerikli olanın yaşayacağı doktrinini reddeder ve kamunun, güçsüz bireylerin insanca yaşamasına yardım etme sorumluluğundan bahseder. Sosyoloji bilim teorisyenlerinin görüşleri Karl MARX (1818-1883) Maddeci diyalektiği savunmuştur. Gücün ve zenginliğin, toplum içindeki eşitsiz ve adaletsiz dağılımı, toplumsal çatışmayı kaçınılmaz hale getirir. Ekonomik güce sahip olmayanların bu güce kavuşmak için, sahip olanların ise bu gücünü kaptırmamak için birbirleriyle çatıştıklarını söylemiştir. Max WEBER (1864-1920) Toplumsal değişme üzerinde çalışmıştır. Toplumsal davranışların iç anlamlarını, kültürel anlam ve değerlere bağlamıştır. Yorumlu anlamanın (hermeneuetik) önemini vurgulamıştır. Sosyoloji bilim teorisyenlerinin görüşleri Talcott Parsons 1902-1979) Sosyal sistemi oluşturan; ekonomi, din, aile, politika, eğitim gibi parçaların, toplumdaki yerine getirdiği görev ve işlevlerin, o toplum için yaşamsal değerlerde önemli olduğunu vurgulamıştır. Toplumu ayakta tutan şey, birey ve gruplar arasındaki karşılıklı etkileşim olup, bütün ve parçalar arasındaki ilişkiler, toplumsal sistemin temelini oluşturmaktadır. İşlevsel yaklaşım, toplumu dengeye ulaşma çabası içerisinde olan bir sistem olarak görmektedir. Her sosyal bilimin kendine özgü ontolojik, epistemolojik, metodolojik ve kavramsal sorunları vardır. Her sosyal bilim dalı, kendi nesnesinin konularının anlamını açıklığa kavuşturmaya odaklanır. Sosyal Antropoloji • Sosyal Çalışma İnsanların değerleri, inançları ve geleneklerini konu alır Toplumsal refahı ve insanın iyi olma halini desteklemek ve geliştirmek ister. Sosyoloji İnsan ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığı ve ne yönde değiştiğini inceler Psikoloji İnsanı, insan davranış ve duygularını inceler. Sosyal çalışmanın diğer sosyal bilim dallarından aldığı bilgiler • Disiplinler arası yaklaşım: Ortak bir bilgi alanını tanımlama ve araştırmak için çeşitli disiplinlerden alınan bilgileri etkili biçimde sentezleyerek kullanmaktır. Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terkedilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun ne de ben seninkileri… Franz KAFKA Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler • Toplumsal roller: Grup veya toplum içindeki insanların sınırları belirlenmiş olarak oynadıkları oyundur. • Statü:İnsanın toplum içerisindeki hiyerarşisi ve toplumun yapıları birbirinden tamamen farklı olmasıdır. • Toplumsal kurumlar: Toplumun yapısı, temel değerlerin korunması ve sürdürülmesi için nispeten sürekli kurallar topluluğudur. • Kurumsal Kalıplar:Toplumda hangi eylemlerin veya ilişkilerin ya da meşru ya da beklenen ilişkiler olduğunu kurallarla belirler. • Normlar: Toplumun içinde bulunan kurallar sistemi, ceza ve ödüllendirmesini içerir. • Değerler: Hangi davranışın iyi, doğru ve arzulanan olduğunu belirtir. Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler Sosyolojide Toplumsal Düzeni Sağlayan Kurumlar Aile Siyasi Kurumlar Dini Kurumlar Ekonomi Kurumları Eğitim Kurumları Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler • Kültür: Toplumsal bir ürün olarak, toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaştıkları, değer, inanç ve sosyal ilişkilerin hepsidir. • Alt Kültür: Toplumun genel kültürel değerlerini paylaşan, ancak bunun dışında kendini diğer gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam biçimleri olan grupları anlatır. • Karşıt Kültür:Değer, norm ve yaşam biçimleri açısından içinde yaşanılan kültüre ters düşen tutum ve davranışları içerir, Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler • Toplumsallaşma:İnsanın kendine uygun, insanca davranışları öğrenme süreci olup insanın, hayvansal yönlerini bırakarak, insani değerler kazanması ve kişiliğini bulması sürecidir. • Aile Kurumu:İnsan yaşamında en önemli ve ilk toplumsallaşma kurumudur. • Diğer Toplumlaşma Kurumları:Din kurumu, arkadaş grupları, sportif etkinlikler, öğretmenler ve eğitim kurumları, kitle iletişim Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler • Nüfus; toplumun sahip olduğu nüfus yapısını ve özelliklerini bilmek, yaşadığımız toplumsal gerçekleri anlamakta ve yorumlamakta fayda sağlar, • Toplumsal gruplar; birden fazla insanın bir bütünlük için farklı şekillerde bir arada olması ve bağlarının olması durumudur. • Toplumsal sınıf:İnsanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre şekillenmesi, • Statü grupları:Belirli bir yaşam biçimi ile ifade edilen gruplardır. • Kamuoyu:Herhangi bir konu ya da durumla ilgili olarak halk kesitinin, o konu ve durumla ilgili Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler • https://www.youtube.com/watch?v=mP5C3 BTgfPo • Toplumsal değişim,toplumsal yapıyı oluşturan alt ve üst yapı değişkenleri arasında var olan etkileşim süreçleri sonucunda ortaya çıkar, Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler Modernleşme; yenileşme, ilerleme, kalkınma, gelişme gibi deyimlerle bir amaca yönelik olarak değer yargısı taşıyan bir bir kavramdır ve genellikle, az gelişmiş ülkelerin, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel bakımdan, sanayileşmiş ülkelerin modelini benimsemeleri ve benzemeleri sürecidir. Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler • Kentleşme; Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak, kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucu doğan bir durumdur. Toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranışı ve ilişkilerinde kentlere özgü bir nüfus birikimi sürecine işaret etmektedir. Sosyal çalışmanın sosyoloji biliminden aldığı bilgiler Suç ve Sapkın Davranışlar: Toplumsal normlara uymayan, toplumun büyük çoğunluğunca benimsenen toplumsal normlara karşı gelme, uyumsuz davranma anlamına gelmektedir. Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden aldığı bilgiler oİnsanı, insan davranışlarını ve duygularını inceler, o20.yy başlarında insanın bilgisi üretilebilir, genel yasaları açığa kavuşturulabilir ve davranışları bilimsel olgular aracılığıyla önceden tahmin edilebilir görüşü hakimdi. o20.yy başlarında insan biyo-psikososyal varlık olarak kabul edilmiştir, oAncak insan ile ilgili olan genellemeler öznel ve yanıltıcı olduğu, onu anlayabilmek gerektiği 20.yy ortalarından itibaren anlaşılmıştır. Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden aldığı bilgiler • İnsan Doğasına İlişkin Bilgiler, eksik, gerçekliği tümüyle temsil etmekten uzak, ancak yaklaşık olarak bilinebilecek niteliklere sahiptir ve birey davranışları söz konusu olduğunda olasılık payının yüksekliği ve öznenin her durumda, iradi müdahalesinin kestirilememesi, insan davranışlarında eksik bilgilerinde yetinmeyi zorunlu kılmaktadır. • https://www.youtube.com/watch?v=OdoSWR Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden aldığı bilgiler • Kendimizi ve çevremizdekileri nasıl gördüğümüzü anlamaya yaramaktadır. • İnsan davranışını etkileyen; güdüleri, duyguları, inançları, tutumları, istekleri ve rüyaları akılcı yollarla göz önünde tutmak, incelemeye, ölçmeye ve çözümlemeye devam etmeyi sağlar. • İnsan davranışının ipuçlarını doğru okuma ve değerlendirmeyi sağlar. İnsanın Gelİşme Aşamaları Duyu ve Hareket Yeteneği Beş duyu yardımıyla çevrede olup bitenlerin farkına varmak ve öğrenmek. Akademik Yetenek Hafıza, muhakeme, matematik, okuma-yazma lisan öğrenme alanları kapsar. İletişim Yeteneği İnsanın sınır tanımayan duygu ve düşüncelerini aktarabilmesi ve anlaması Psikanalitik Gelişme Freud’un belirlediği gibi bilinçaltı yapılar ve birikimler, farkındalığın dışında olarak davranışları etkiler. • Psikososyal Gelişme Çevrenin davranışlara olan etkisi ile ortaya çıkan toplumla özdeşleşme yeteneğidir. Uyum Daha önceki deneyimlerden yola çıkarak, insanın belli kurallara ve belli bir düzende yaşamaya alışmasıdır. Cinsel Kimlik Hem üreme yoluyla, insan neslinin devamı hem de haz açısından, insan yaşamında önemli bir yer işgal eden alanıdır. Duygusal Yetenek Duygularımızla ilgili görme, işitme, koklama, tatma, dokunma, ısı ve basıncı algılama, iç organlarımızdan gelen ağrıyı algılama evrende konumumuzu belirmeyi sağlayan algılayıcı sistemleridir Psİkogenetİk Yaklaşım Bireyin kalıtım yoluyla atalarından edindiği yapısal özellikler davranışları üzerinde etkilidir. Kalıtsal, fiziksel, biyolojik özellikler her bireyin kendine özgü güçlükleri veya zayıflıklarını oluşturur. Sosyal çalışmanın PSİKOLOJİ biliminden aldığı bilgiler • Yalnız kalma kapasitesi, annesiyle doyumlu çocukluk yaşantıları deneyimleme olanağı bulan kişilerde oluşur ve anne yokken de çocuğun var olmaya devam etmesi mümkün olur. Bağlanma Kuramı- bowlby Güvenli Bağlanma: Ebeveynlerine güvenli bağlanabilen bebek ileriki yaşantısında, çevresindeki insanlara kaygının yön vermediği güvene dayalı ilişkiler geliştirir. Güvensiz ve Kaygılı Bağlanma:Ebeveynle birlikte değilken tüm dünyayı tehditkar bir yabancı gibi algılamakta ve ondan ürkmektedir. Bağlanma Bozukluğu ya da Sağlıksız Bağlanma: Belirgin derecede bozukluk gösteren bir ilişki kurma biçimidir. Bu durum, ebeveynin çocuğun gereksinimi olan sevgi ve huzuru verememesinden kaynaklanır. Aktarım kuramı İnsanlar, yetişkinlik yaşamları boyunca, erken çocukluk deneyimlerinde edinilen, anne-baba-kardeş gibi önemli kişilerle kurmuş oldukları yinelenen ilişkileri ve kalıpları, sürekli olarak diğer insanlar karşısında tekrarlayıp dururlar, psikanalizde buna aktarım adı verilmektedir. Çocukluk döneminde olumlu ilişkiler kuran bebek, aktarım sayesinde karşısına çıkan problemlerle daha iyi baş edebilirken, olumlu kişiler kuramayanlar problemlerle baş etme noktasında sorun yaşamaktadır. bİlİnç ve Bİlİnç Dışı Belirli bir zaman dilimi içinde, farkına vardığımız uyaranların, düşüncelerin, duygular bilinç düzeyindedir. Ancak insan yaşadığı deneyimlerin büyük çoğunluğunu hatırlayamamaktadır. Bunlar da bilinç dışıdır. Organizma, belli bir anda kendi yeti ve gereksinimlerine göre seçmeler, ayıklamaları bizim yerimize otomatik olarak yapmakta ve bütün algılama kaynaklarını etkileyen, bilinçte bir iz bırakan uyaranlardan, bilinçli olarak ayırt edilenlerin niceliğini kısıtlamaktadır. Benlİk veya KENDİLİK İnsanın kim ve nasıl olduğu hakkındaki algılamalarının bir organizasyonudur. Kendilik bir sosyal yapı biçiminde kişinin sosyal yaşam deneyimleriyle olgunlaşır. Benlik yavaş yavaş deneyimlerle kalıcı biçimde ortaya çıkmaktadır. Yörükoğlu’na Göre sağlıklı İnsan • • • • • • • • • • Kaygılardan, kuruntu ve kuşkulardan uzak duran, Üyesi olduğu toplumla ve çevresiyle sosyal ilişkiler ve işbirliği kuran, Sevgiye ve saygıya dayalı bağlar kurabilen, Kendilik değeri gerçeğe uygun şekilde olan, Toplumda bir yeri ve görevi olduğu duygusunu edinmiş olan, Geleceğe dönük planları olan ve bu yolda çeşitli sıkıntılara katlanabilen, Karşılaşılan sıkıntılara karşı başetme mekanizması ve esnekliği gelişterebilen, Bağımsız olarak girişimler yapabilmeli ve kendi başına kararlar alabilen, Yaşadığı çevre ve toplumla ters düşmeyecek inançları, değerleri olmasının yanında, yeniliklere de açık olan, Mesleği dışında, eğlendirici, dinlendirici ve kişiyi geliştirici, sanat, spor ve sosyal yardımlaşma içinde olandır. Sosyal çalışmanın felsefe biliminden aldığı bilgiler Felsefe, Yunanlılar için, ‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’ anlamına gelir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya "filozof" adı verilir. Sosyal çalışmanın felsefe biliminden aldığı bilgiler • Düşünce, evrenin gelişmiş ve eşsiz değerdeki varlığı insanoğlunun en önemli farklılığı, olarak bilimin ve felsefenin de ortak malzemesidir. Felsefe, varolan olguların bütünü üzerinde durarak birleştirici niteliği ortaya koymaya çalışır, bilim varolan şeyleri çeşitli parçalara bölerek araştırmalarını, bu kapsamda yoğunlaştırır. Sosyal çalışmanın felsefe biliminden aldığı bilgiler • Felsefe: • İnsanın yeryüzündeki yaşamını, şölene dönüştürme çabasını taşır. • Gerçek dünyada hiçbir değişiklik ya da kötülük meydana gelmediğini savunur. • Modern insanın derin bir varoluş sarsıntısı içine girmiş olmasının sonucunda çevresi ile ilişkilerini kesmiş olmasını iddia eder. • Değer ve algı dünyasında, büyük gedik açılan insanoğlunun, düşünce ve davranış alanında da, sarsıntılar geçirmeye halen devam ettiğini saptar Sosyal çalışmanın felsefe biliminden aldığı bilgiler • Kral 3. Henry, Roma Kilisesine karşı ideolojik, yasal ve siyasal açıdan başkaldırdı ve döneminde; yaşlıları, yoksulları, düşkünleri saptayarak onların temel ihtiyaçlarını karşılamıştır. Sosyal çalışmanın felsefe biliminden aldığı bilgiler • Salt akıl yürütme zorunluluğudur. • Felsefe sayesinde diğer bilimler verili olanın dışında yeni bakış açılarıyla alanlarında yeni ufuklar açar. • Felsefe, akılla ulaşılan bir bilgi de olsa; insan aklı bütün evreni bir bütün olarak algılayabilecek kapasitede değildir. Bunun için Epikuros, felsefeyi: “Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistem” olarak tanımlamıştır. Felsefede bilgi türleri Gündelik Bilgi Özne ile nesne arasındaki anlam bağının, sezgi ve/veya insan deneyimleri olduğunu kabul eder. Ancak bunlar, belirli bir yöntemle elde edilmiş, sistemli ve tutarlı, genel geçerliğe sahip bilgiler değildir. Dinsel Bilgi Özne ile nesne arasındaki anlam ilişkisi; iman-inanca dayanır ve inanç bağına bağlı olduğu için de öznel bir bilgidir. Dogmatik ve değişmez bilgilerdir. Felfesede bilgi türleri Bilimsel Bilgi Özne ile nesne arasındaki anlam ilişkisi deney ve gözleme dayalı, nesnel, kümülatif, sistemli ve tutarlı, bilimsel yöntem kullanılarak, akılcı ve eleştirel yolla elde edilmiş bilgidir. Felsefi Bilgi Özne ile nesne arasındaki anlam ilişkisi akıl yürütmeye dayalı, evrenin bilgisinin salt akıl yürütme yoluyla elde etmeye çalışıldığı, genel geçerliğe sahip evrensel bilgilerdir. Felsefe bİlİm İlİŞKİSİ Her iki bilgi türü de varlığı anlamaya çalışır. Felsefe verili olanın ötesine yönelik akıl karıştıran sorularıyla bilime yol gösterir, Bilim ise sorularına yanıt buldukça, Felsefenin yeni sorular sormasına olanak sağlar. Felsefe ve BİLİM arasındaKİ Farklılıklar Felsefe 1-Akıl yürütme yöntemi 2-Bilginin dışında hiçbir şey yaratmaz 3-Varlığı bir bütün olarak ele alır 4-Varlığın özünü anlamaya çalışır 5-Kesinlik yok Bilim 1- Deneysel yöntem 2- Teknoloji üretir 3-Varlığı parçalara ayırarak inceler 4-Olaylar ve olguları inceler 5-Kesinliği bulmayı amaçlar Felsefe DİN İLİŞKİSİ Her ikisinde de varlığı ve yaşamı bütünsellik içinde ele alma çabası bulunmaktadır. Her ikisi de, varlığın ilk nedenlerine yönelir, tümel bilgiler elde etmeye çalışır ve özneldir. FelseFİ BİLGİNİN özeLLİKLERİ • • • • Eleştirel ve sorgulayıcı bakış açısı kazandırır. Hoşgörü ve olgunlaşma sağlar. Anlama ve gerçeği görme ihtiyacını karşılar. Kendi görüşlerinden başka görüşlerin de olabileceğini gösterir. • Evreni ve insanı, düşünce temelinde sorgularken, bilimlere ışık tutar ve bilimlerin gelişmesine yol gösterir. • Bilginin üretilmesine katkılarda bulunur. • Başka insanlarla iletişim kurma, onları anlama Sosyal çalışmanın Antropoloji biliminden aldığı bilgiler Antropoloji, insanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya; insanlığın başlangıcından beri insanların çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanma biçimlerinin nasıl gelişip değiştiğini, çeşitli küresel olayların nasıl dönüştüğünü görmeye ve göstermeye çalışır. Sosyal çalışmanın Antropoloji biliminden aldığı bilgiler • Antropoloji birey olarak insanı ele almaz, grup içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları ve davranışlarını inceler. • İnsanoğlunun evrimi, fiziksel ve toplumsal gelişiminin kurallarını ortaya koymaya çalışır. • Antropoloji, kültür ile çok ilgilidir. İnsan topluluklarının; fizik yapı, kültür ve davranış bakımından farklılıklarını ele alır. Antropologlar saha araştırmacılarıdırlar; bu mesleğin mensupları sahada çalışmalı ve ayakkabıları, çamurlu olmalı denmektedir. antropoloJİNİN temelİNİ oluşturan SOrular • İnsanlar, neden birbirine benzer? • İnsanlar ve toplumlar neden bir birine benzemiyor? • İnsan, neden birbirine benzemez? • Böyle bir farklılaşma nereden ortaya çıkıyor? • İnsan, ‘ne’den yaratılmıştır? • İnsan, yaratılmış mıdır, yoksa evrimleşme sonucu oluşmuş bir canlı mıdır? • İnsanlar ve toplumlar neden ya da nasıl Sosyal çalışmanın Antropoloji biliminden aldığı bilgiler • Çağımız hızlı kültür değişmesi çağı olup, dünya kültürleri, sürekli olarak değişmeye uğramaktadır. Fakat bu tür değişmelerin hızı, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde değişiklik göstermektedir. Antropoloji,bu tür kültür değişimlerinin nedenlerini inceleyerek, sosyal değişme yasalarıyla ilgili güvenilir sonuçlara ulaşmaya çalışır. FİZİKSEL ANTROPOLOJİ İnsanların zaman ve mekan içinde gösterdikleri fiziksel çeşitliliktir. İnsanoğlunun fiziksel gelişimini ve evrimini inceler ve biyolojik gelişmesinin tarihiyle ilgili olarak, insan olabilmek adına geçirdiği aşamaları ele alır. İnsan ırklarını, insanın doğuşundan modern hale gelinceye değin geçirdiği biyofizyolojik değişiklik ve aşamaları, ırk yaşamlarını, ırkların karşılaştırılması ve ırk ilişkilerini ele alır. İnsanların, hayvanlarla farklılıkları, iskelet ve kasların karşılaştırılması da diğer konulardır. ArkeoloJİK ANtropoloJİ İnsanların kültürel örüntülerini ve davranışlarını, maddi kalıntılar aracılığıyla açıklar ve yorumlar Tarihsel kültürleri ve yaşayan kültürleri inceler. Maddi kalıntıları birincil veri olarak kullanır, kültürel verileri bu kalıntılar üzerinden irdeler. Kültür İmparatorluklarının toplumsal, ekonomik, ve siyasal faaliyetlerini yaptıklarını kazılar sayesinde gün yüzüne çıkarırlar arkeolojİ Bazılarına göre bu bilim dalı antropolojiden bağımsız bir dalıdır. Ancak, antropoloji alanında özel bir faaliyet alanıdır. Arkeoloji hem insan bedeninin kalıntılarını, hem de insanın yaptıklarını, ürettiklerini ve kullandıklarını inceler ETNOLOJİ İlkel diye nitelenen halkları ve onların kültürlerini inceler. Etnoloji kültürler arası farklar ve benzerliklerle ilgilenmiş, kültürün tarihsel gelişimini ve çeşitli kültürlerin birbirleriyle ilişkisini konu almıştır. LİNGUİSTİK Dillerin yapısal özelliklerini, konuşma biçimlerini inceler. İnsanların düşünce ve görüşlerini belirtmek için kullandıkları çeşitli kalıpları, yani dillerini inceler. Hem dillerin belirli grupların tarihini, hem de bugün konuşulan dillerini inceler. Sosyal ANTROPOLOJİ İnsan davranışlarının karşılaştırılmalı olarak incelenmesi. Toplumsal yapı, toplumsal kurumlar ve formların sistematik ve karşılaştırmalı araştırılması Sosyal antropoloji evrimci kurama bir tepki olarak doğmuştur. Evlilik ve akrabalık konularına ağırlık verilmiştir. Sosyal örgütlenme, evlilik adetleri ve örfleri, adetler ve ahlaksal amaçlar, folklor, inanç sistemi, din, dil, ve dil ile düşüncenin ilişkileri çalışma alanı. Sosyal çalışmanın İkTİSAT biliminden aldığı bilgiler Ekonomi Bilimi;üretim, dağıtım, tüketim, ticaret, değişim ve bölüşüm ile ilgilerin bütününü inceleyen bilim dalıdır. Ekonomi Biliminin ortaya çıkma nedeni, mevcut kaynakların sınırlı olup, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olmasıdır. Genel olarak ekonomi toplumların nasıl zenginleşeceği ve refah seviyelerinin nasıl artırılacağı sorusuna yanıt arar Sosyal çalışmanın İkTİSAT biliminden aldığı bilgiler Sosyal bir varlık olan insan, yaşamını sürdürmek için öncelikle barınma, beslenme, giyecek gibi temel gereksinimlerini karşılamaya çalışırken, üretim ve tüketim alanında baş aktördür. Ekonomide üretim mal ve hizmetlerinin yaratılması, mevcutların artırılması, tüketici isteklerinin karşılanması, arzularının tatmini ve fayda esastır. İkTİSATTA İSTATİKİ BİLGİLER • Dünya nüfusunun %24’ü günde 1 doların altında bir gelirle sağ kalmaya çalışmakta, • En zengin %20 ile en fakir %20 arasında 74 kat gelir farkı, • Dünyadaki en zengin %1’inin geliri, tüm dünya gelirinin %48’ini kapsamakta, • Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO), 2012 "Küresel İstihdam Raporu"na göre, 2008-2009 yıllarındaki küresel mali krizden bu yana 50 milyon kadar kişinin işinden olmuş. Hâlihazırda dünyada 1 milyar insanın karnı aç. • Tüm dünyada yaklaşık 170 milyon çocuk, yetersiz beslenme nedeniyle fiziksel gelişme sorunu Sosyal çalışmanın İkTİSAT biliminden aldığı bilgiler • Dünya GSYH içinde, Türkiyenin payı 1980 yılında %0,97, • 1990 yılında %1.1 • 2000 yılında %1.2 • 2008 yılında %1.3 yükselmiştir. • Kişi başına milli gelir bakımından da önemli iyileşme sağlanmış ve 2002 yılından bu yana, kişi başına milli gelirimizin 3 kat artarak, 10bin doları aşmıştır. Sosyal GELİŞME YAKLAŞIMI • Sosyal çalışma felsefesiyle aynı doğrultuda, ekonomik ve sosyal politikaların, insani gelişme temelinde birbirine yakınlaştırılması uygulamalarının, herkesin refah seviyesini yükselteceğini savunur. Sosyal gelişme yaklaşımlarının başarıyla yürütülebilmesi için, ekonomik gelişme ve sosyal hizmet kurumlarının, bireysel ve toplumsal gelişme çerçevesi içinde etkili biçimde, iş birliği halinde çalışması gerekir. Sosyal çalışmanın yÖNETİM BİLİMİYLE İLİŞKİSİ ve KAMU YÖNETİMİ-SOSYAL HİZMET YÖNETİMİ Örgütler, bireysel olarak başaramadığımız şeyleri gerçekleştirmek, toplumu oluşturan bireylerin gereksinimlerini karşılamak, toplumsal bir işlevi yerine getirmek amacıyla ortaya çıkar. Eğitim görmek için, sağlık ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, inşaat yapıp site kurabilmek ve yine yönetebilmek için örgütlere üye oluruz. Örgütler toplum işleyiş biçimini belirler; endüstri, eğitim, sağlık hizmetleri, sosyal hizmet, adalet ve emniyet örgütleri bunlardan bazılarıdır. yÖNETİM KAVRAMINA GENEL OLARAK BAKIŞ Başarılı bir yönetim için, örgütlerde gerilimlerini yönetebilen, etkili iletişim kurabilen, kendini gerçekleştirmiş, yaratıcılık yeteneği gelişmiş insanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkemizde kamu bürokrasisinde ücretlerin düşük ve geçinmek için yetersiz kalması, ödüllendirme uygulamalarının yok denecek kadar zayıf olması, sonucunda, iş görenlerin çalıştığı kurumlara adanması, stresini yenebilmesi, etkili iletişim kurması, kendini gerçekleştirecek, yaratıcı düşünme becerisi geliştirmesinin önünde engeller oluşturmaktadır. yÖNETİM KAVRAMINA GENEL OLARAK BAKIŞ • Yönetim en küçük sosyal birim olan aileden başlar, en büyük siyasi birim olan devlete kadar dayanır. • Yönetimde üst düzey bir iş birliği, insan ihtiyaçlarının sağlanması için gereklidir. • Yöneticilerden beklenen; insan, makine ve para gibi değerli, fakat örgütlenmemiş kaynaklardan tam olarak yararlanabilmektir. Yönetimin alt başlıkları Ne yapılacağının önceden kararlaştırılması. Bir amacı gerçekleştirmek için en tutarlı yöntemleri, davranış biçimlerini seçme ve geliştirme Bir örgütteki kaynakların tümünün, düzenli biçimde kullanılmasını sağlayacak biçimde örgütsel yapının oluşturulması sürecidir. Emir-kumanda etme, karar verme, yönlendirme, örgütün amaçları doğrultusunda personeli ve kaynakları idare ve sevk etme İlgili tüm birimlerin ve kişilerin uyum içinde hareket etmesinin sağlanması Yönetimin alt başlıkları Bir örgüttteki işlevlerin hangi ölçüde başarılı olduğunu saptamaya yönelik iş ve işlemlerin hepsidir. Çeşitli yol, olanak, amaç ve arasından en uygun sanılanın seçimi anlamına gelmektedir. Minumum girdi ile maksimin çıktığının üretilmesini esas alır. Örgütün etkinliğinin arttırılmasını amaçlar [email protected]