Medeniyet öncesi dönemlerde insanlık Gezegenimizin geçmişi ile ilgilenen çeşitli bilimlere göre, Dünya üzerinde hayvanların ortaya çıktıkları dönem yaklaşık 600 milyon yıl öncesine rastlamaktadır. Bununla birlikte gezegen kabuğunun soğuyup katılaşmasını içeren, Dünya gezegeninin oluşum sürecinin başlangıcından canlıların ortaya çıktığı döneme kadar yaklaşık 4 milyar yıl geçtiği düşünülmektedir. Yani gezegenimiz kabaca dört buçuk milyar yıl yaşındadır ve ömrünün hayvanların yaşamadığı yine kabaca dört milyar yıllık döneme arkeozoik (hayvan öncesi) zaman denir. Bundan sonra gelen dönemler dünyada hayvanların yaşadığı zoolojik devirlerdir. Jeolojik süreyi ölçmek için kullanılan en büyük birim ‘zaman’dır. Zamanları belirtmek için seçilen adlar yaşamın gelişimindeki değişiklikleri yansıtır: Arkeozoik zaman (prekambriyen – hayvan öncesi yaşam) uzunluğu yaklaşık 4 milyar yıl Bu dönemde önce yerkabuğu soğuyup katılaşmıştır. Kıtalar ortaya çıkmış, tektonik levha hareketleri ve volkanik süreçler sonunda dağlar ve diğer yeryüzü şekilleri meydana gelmiştir. İlk canlılar bu dönemde günümüzden 3,8 milyar yıl önce okyanuslarda ortaya çıktı. Bunlar genellikle bakteriler gibi tek hücreli canlılardı (mavi-yeşil algler). Daha sonra suyosunları, mantarlar ve ilk bitkiler ortaya çıktı. Fotosentez yapan bu ilk canlılar sayesinde bugünkü atmosfer oluşmuştur.1,3 milyar yıl önce bitkiler dünya karalarını sardılar. Birinci zaman (paleozoik – eski yaşam) uzunluğu 320 milyon yıl Okyanuslardaki hayat çeşitlenip artmaya başladı. İlk hayvanlar bu dönemde okyanuslarda ortaya çıktılar. Bunlar denizanaları, yassı kurtlar, eklem bacaklılar, kabuklular ve süngerler gibi omurgasız yumuşakçalardır. İlk omurgalı hayvanlar yine okyanuslarda ortaya çıkan balıklardır. Bu dönemde bütün kıtalar bir araya gelerek Pangea denilen büyük tek kıtayı oluşturmuştur. Kıtaları sık ormanlar kapladı. İkinci zaman (mezozoik – ara yaşam) uzunluğu 180 milyon yıl Pangea parçalanarak bugünkü kıtalar ve okyanuslar oluşmaya başlamıştır. Canlı türleri hızla çoğaldı ve kertenkele, kurbağa gibi ilk kara hayvanları ortaya çıktılar. İkinci zaman dinozorlar olarak bilinen dev sürüngenlerin devridir. Bu dönemde sayıca çok ve türce zengin olan dinozorlar bütün karalara yayılmışlardı. İlk kuşlar da yine bu dönemde ortaya çıktılar. İkinci zaman günümüzden yaklaşık 65 milyon yıl önce dinozorların bilinmeyen bir sebeple aniden yok oluşları ile kapanır. Üçüncü zaman (senozoik – yeni yaşam) uzunluğu 60 milyon yıl İkinci zamanın sonlarında ortaya çıkan memeliler üçüncü zamanda dinozorların yerini aldılar. Üçüncü zaman memelilerin devri olarak bilinir. Bu dönemde memeliler çok geliştiler ve sayıca arttılar. Bunların içinde keseliler (kanguru), böcekçiller (köstebek, kirpi), kemirgenler (fare, sincap), tavşangiller, tek tırnaklı toynaklılar (at, eşek, gergedan), yırtıcı etçiller, fil ve mamut gibi hortumlular, çift tırnaklı toynaklılar (koyun, keçi, deve, geyik), balina ve yunuslar, primatlar (maymunlar ve antropoidler) sayılabilir. Batı Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar uzanan Alp dağ zinciri de bu dönemde oluşmuştur. Dördüncü zaman (antropozoik – insanlı yaşam) uzunluğu 2-3 milyon yıl Bu dönem iklimin soğuk olduğu Buzul devri (Pleistosen) ile 10-12 bin yıl önce buzulların eriyip iklimin ısınması ile başlayan Holosen diye iki alt devreye ayrılır. Bu dönemin en önemli özelliği hominidlerin ve sonrasında modern insanın ortaya çıkmasıdır. Hominid 1 (insansı) dış görünüm ve fizyolojik özellikler bakımından insana benzeyen ama insan olmayan, insanla maymun arası bir hayvandır. İlk hominidler (australopitekuslar) 4 milyon yıl önce ortaya çıktılar. Sonra sırayla homo habilis (2 milyon yıl önce), homo rudolfensis (1,9 milyon yıl önce), homo erectus (1.8 milyon yıl önce), homo sapiens (700 bin yıl önce), homo sapiens neanderthalensis (300 bin yıl önce) ortaya çıktı. Biyolojik sınıflandırmaya göre Homo sapiens sapiens olarak adlandırılan modern insan günümüzden 70 bin yıl önce ortaya çıkmıştır. Geçmişi bu jeolojik-zoolojik devirlere göre tarihlendirmenin yanında bir de arkeolojik tarihlendirmeden bahsedilebilir. Arkeoloji insanın tarihi, yani insanın yaptığı aletler ve kurduğu şehirler ve medeniyetlerin tarihi ile ilgilenir. Arkeolojik devirler Arkeolojik devirlerin başlangıç tarihleri ve devam etme süreleri bütün insan toplulukları için aynı olmayıp dünyanın çeşitli yerlerinde farklı farklıdır. Taş devirler Taş devirlerin özelliği kullanılan en temel hammaddenin taş olmasıdır. Bunun yanında tahta, kemik ve boynuz da kullanılmıştır. Ancak tahta ve kemik taşa göre, zamana karşı daha dayanıksız olduğu için, bunlardan yapılmış elimize geçmiş aletler azdır. Yontmataş devri (paleolitik – eskitaş devri) başlangıcı günümüzden 600 bin yıl önce Bu dönemde insanların gerek yırtıcı hayvanlarla mücadele edebilmek gerekse henüz tarımsal hayata geçmemiş olduklarından gıdalarını temin etmek için avlanmakta ihtiyaç duydukları aletleri yumuşak taşları yontarak imal ettikleri sanılmaktadır. Kendiliğinden oluşan mağaralarda ve avlanmaya elverişli avı bol göl ve ırmak kenarlarında ve orman kıyılarında yaşayan bu insanlar buldukları bitki, kök ve yemişler ile ve avladıkları hayvanların ürünleriyle hayatlarını sürdürmüşleridir. Bu dönemin sonlarına doğru insanların hem uygarlık olarak ilerlediği hem de dünyaya hâkim olan buzul çağı ikliminden korunmayı bildikleri anlaşılıyor. Zira bu dönemde çakmak taşından kesici ve delici aletler, kemikten iğne ve mızrak uçları yapıp avladıkları hayvanların postlarından giysiler yaptıkları görülür. Diğer yandan bir başkanın idaresi altında topluca av yapmalarına, bu konuda belli bir araziden yararlanmaya çalışmalarına, avlarda kemikten yapılmış düdükleri kullanarak işaretleşmelerine bakılarak bu insanların toplumsallaşmış olduklarına hükmedilebilir. Sihir ve büyü yaparak bu avın bollaşacağını veya güvenli olacağını ummaları bir başka husustur. Yaşadıkları mağara duvarlarına veya kayalara hayatlarında sıkça karşılaştıkları bizon, mamut, ayı, beygir, deve, sığır, dağ keçisi ve ren geyiği gibi hayvanları (daha çok yandan görünüşleriyle) resmetmişler ve böylece insanlığın sanat devrimini başlatmışlardır. Şişman ve çıkıntılı yerleri fazlaca şişkin ve belirgin ama ustaca yapılmış, bu dönemden kalan kadın heykelcikleri vardır. [İlkçağ Tarihi ve Uyg. N.Özçelik, s.37] Bilinen en eski aletler 3 milyon yıl öncesine kadar geri giden, çakıl taşlarının işlenmesiyle ve hayvan kemiklerinin bilinçli olarak kırılmasıyla elde edilmiş ilkel aletlerdir. Güney Afrika ve Afrika’nın doğu kesiminde (Etyopya, Kenya) bu tür aletlere bol miktarda rastlanmıştır. Taş yontma yöntemlerinin iyileşmesi ile zamanla çakıltaşı aletlerin yerini yongalı taş endüstrisi alır. Alt Yontmataş döneminde yongalı taş endüstrisi ile üretilen taş aletler arasında ikiyüzlüler, bıçaklar, çentikli ve dişli kazıyıcılar, kazıyıcı uçları, yankazıyıcılar ve kalemler sayılabilir. Üst Yontmataş döneminde aletler çeşitlenir ve deliciler, işlenmiş dilgiler, ok ve mızrak uçlar, iki yüzlü yapraksı nesneler, mikrolitler gibi aletler 2 eklenir. Kemik aletler arasında mızraklar, ımblar, delikli iğneler, zıpkınlar sayılabilir. Yontmataş devrine ait kazılarda bulunmuş kültürler şunlardır: Abbeville, Acheul, Levallois, Clacton, Charente, Moustier, Chatelperron, Gravette, Aurignac, Madeleine (fransa), Pontino (italya), Altmühl (almanya), Solutre (ispanya). Yontmataş toplulukları göçbe yada yarı-göçebe olan avcı-toplayıcılardı. Mağaralarda, kaya sığınıklarda ve açık hava yerleşmelerinde yaşıyorlardı. Hammadde değiş tokuşuna ve konutlarda belli bir uzmanlaşmaya dayanan bir toplumsal örgütlenmeden bahsetmek mümkündür. Sanatın ilk izlerine Üst Yontmataşta rastlanır. Resim ve heykelde bu dönemde muazzam bir gelişme görülür. [B.L. c.24 s.12557-8] Ortataş devri (mezolitik devir) başlangıcı M.Ö. 10.000’ler Üst Yontmataş yani Yontmataş devrinin son dönemi, avcılık, balıkçılık ve toplayıcılığa dayalı ekonomi ve teknolojinin sürdüğü buzullaşma sonrası tüm kültür evrelerini bünyesinde toplar. Ortataş ise, üretimle (evcilleştirme, hayvancılık; tarımın başlangıcı) belirginleşen bir ekonomi sisteminin görüldüğü kültürleri kapsar. Ortataş’ta görülen bu yeni ekonomi, başlıca özelliği yerleşiklik olan yeni bir yaşam tarzı getirmiştir. Günümüzde Ortataş kültürlerinin M.Ö. 10.000’e doğru Ortadoğu’da ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu dönemde Batı Avrupa’da iklimde bir ısınma görüldü. [B.L. c.17 s.8911] İklimin ılımanlaşmasıyla başta Orta Asya olmak üzere insan ve hayvanların yaşama alanı genişledi. Buna bağlı olarak hayvan çeşidi ve bitki örtüsü çeşitlenip arttı. Dönemin sonlarına doğru Asya ve Afrika’nın iç kısımları çölleşirken ılıman iklim kuşağı kuzey bölgelere kaydı. Ormanların artması ve sıklaşması avcılığı zorlaştırınca daha çok kuş ve balıkları avlamaya yönelen insanlar av teknik ve araçlarını da bu yönde geliştirdiler. Böylece balık ağı, olta, kuş avına yönelik silahlar yapılırken ilk tekne ve basit kürekler de bu devirde bulunup kullanıldı. O güne kadar kafatası, kaplumbağa kabuğu gibi doğal kapları kullanan insanlar özellikle sıvıları koymak için kilden kaplar yapmaya başladı. [İlkçağ Tarihi ve Uyg. N.Özçelik, s.37] Bozkırlar yerlerini, yer yer koruluk çayırlara bıraktı. Bir önceki dönem insanının en önemli zenginlik kaynağı olan rengeyiği sürüleri kuzeye göç etti ve en çok yararlanılan hayvan (eti, kemiği ve boynuzundan) geyik oldu. Ortataş insanları genellikle küçük boyutlu taş aletler (mikrolit) kullandılar; uçların yapımında çakmaktaşı ince dilgilerden yararlandılar. Bu dönemde köpeğin evcilleştirilmiş olduğu kesindir. Domuzun evcilleştirilmesinin de bu döneme rastladığı sanılmaktadır. Ortataş insanlarının geçim kaynakları çeşitlidir. Bu dönemde avcılık ve balıkçılık önemini korurken, salyangoz ve kabuklu hayvan toplayıcılığı da beslenmede önemli yer tutar: bu toplulukların yemek artıkları olan kabuk yığınlarına Akdeniz kıyılarından Kuzey Avrupa’ya kadar rastlanmıştır. Balıkçılık ve kabuklu hayvan toplayıcılığı Ortataş insanını, deniz, göl, bataklık ve ırmak kıyılarına yerleşmeye zorladı. Açık havada yaşadıkları için bu dönem insanlarının bıraktıkları sanat eserleri, mağaralarda yaşayan bir önceki dönem insanlarınkilerden daha fazla tahrip olmuştur. Ortataş uygarlıkları ortak bir özellik gösterseler de aslında çok çeşitlidir. Bunların en önemlileri, Maglemose kültürü (danimarka), Sauveterre endüstrisi (fransa) ve Tardenois kültürüdür (fransa). [B.L. c.17 s.8911] Cilalıtaş devri (neolitik – yenitaş devri) başlangıcı M.Ö. 7000-8000’ler Cilalıtaş devrinin en önemli özelliği, Yontmataş devri avcılarının toplayıcılıktan üretici duruma geçmiş olmalarıdır. İnsanların yaşam biçiminde görülen önemli özellikler sözkonusudur. Cilalıtaş devrine geçiş hem dünya çapında gerçekleşmiş, hem de kendi içinde çeşitlilik göstermiştir. Yenitaşa’a geçişin ilk belirtilerine Yakındoğu’da rastlanır, bu yüzden Yenitaş devrinin tanımına ilişkin çeşitli yorumlar bu bölge temel alınarak ortaya atılmıştır. Örneğin Gordon Childe vaha kuramını öne sürdü. Buna göre insanlar buzul sonrası dönemde görülen kuraklık yüzünden vahalarda toplanmak zorunda kalmış ve kendi besinlerini üreterek yerleşik bir yaşam düzeni kurma yolunu izlemişlerdir. Childe, bu değişimin oldukça hızlı 3 gerçekleştiğini düşündüğünden ‘Neolitik Devrim’ deyimini kullanır. R.Braidwood, polenlerden ve tohumlardan yola çıkarak, yabani bitkilerden yetiştirilmiş türlere geçişi, hayvan kemiklerini inceleyerek de evcilleştirilmiş türlerin vahşi atalarını araştırdı. Böylece Yenitaş’a geçişin ‘doğal’ beşiğinin Basra körfezinden Akdeniz’e uzanan Verimli Hilal (yada Bereketli Hilal) olduğunu saptadı. Yenitaş’a geçişin ancak nüfusla yada başka bir durumla ilgili bir bunalım sonucu gerçekleşmiş olduğunu düşünen K.V.Flannery, L.Binford ve J.Perrot gibi araştırmacılar, en eski Yenitaş merkezlerinin tüm elverişli doğal kaynakların bir araya geldiği yerlerde ortaya çıkmadığına, ancak bunlara yakın bölgelerde kuruldupuna dikkati çektiler. Birbirinden bağımsız birçok “Yenitaş’a geçiş” odağının bulunduğu varsayımını ortaya attılar. J.Cauvin, Yenitaş’a geçişin M.Ö. 9. binyılın Nattuf Kültürü topluluklarında görülen bazı yerleşik düzene geçiş koşulları altında, insanlar tarafından bilinçli bir biçimde benimsenen kültürel bir süreç olduğunu kanıtladı. [B.L. c.24 s.12518-19] Bu dönemde insanların yaşayış ve araçlarında büyük değişiklikler oldu. Her şeyden önce insanlar mağaralardan çıkarak çadır veya kulübelerde veya su üstüne yapılmış evlerde (daha çok güvenlik nedeniyle) yaşamaya başladılar. Bu dönemde köyler kurulmuş, bunların ve evelerin etrafı çitler veya hendeklerle çevrilmiştir. Sularını kolayca bulmak veya emniyete almak için kuyular kazılmış, çeşmeler yapılmıştır. Bu dönemde insanlar daha çok çoban ve çiftçi idi. Gerek tarımsal hayata geçiş gerekse kulübe yapımı, toprağı ekime uygun hale getirmek veya avlanmak için yeni alet ve eşyanın yapımı da gerekli oldu. Bu nedenle özellikle yapı malzemesini yapmak için kesip-biçmeye yarayan sert taştan yapılmış ve cilalanmış baltalar, dişli testereler kullanılırken taş devrinin en gelişmiş uygar dönemi de başlıyordu. Resim tekniği, ve heykelcilik geliştirildi. Çömlekçi çarkının bulunmasıyla daha yaygın biçimde yapılıp kullanılan çömleklerin üstüne başta helezonik olmak üzere birçok süsleme yapılır oldu. Saz ve benzeri bitkilerle örme tekniği kullanılarak ip, sepet gibi ev eşyası ve süsleme malzemeleri de yapılır oldu. Yay, mızrak, ok, saplı balta ve saban gibi aletler daha bol ve kaliteli olarak yapıldı. Kadınlar için bilezik, küpe, gerdanlık gibi süs eşyaları boynuz ve midye kabukları da kullanılarak bolca üretilir oldu. Ama bütün bu eşyalarda ortak nokta yapılan araçların cilalanmasına önem verilmesidir. Yerleşik hayat tarzının hayatı rahat ve güvenli kılması nüfusun artışını sağladı. Böylece insanlar ve toplumlar arasında iş bölümü ilk defa oluştu. Başka hayvanların da ehlileştirilmesi, sığırın sabana koşulması hem üretimi kolaylaştırıp bollaştırdı hem insanın gücünü başka alanlara da yöneltmesine imkân verdi. Gerçi insanlar yine daha çok taştan yaptıkları araçlarla ekip-biçiyor, öğütüyordu ama yavaş yavaş ticaret de gelişir oldu. Derinin yanında keten ve yün de giyimde kullanılır oldu. Gerek üretimde çeşitlenme gerekse insanların yaşadıkları coğrafyadaki iklim ve bitki farklılıkları ve ticaretin gelişmesi insanlar arasında ekonomik ve sosyal açıdan farklılaşmalara yol açtı. Yaşayış ve dinsel inançlar farklılaşır oldu ve insanlar bu dönemde daha çok dişi bir tanrıya tapar oldular. Bu dönemden kalan anıtsal kalıntılar Menhir ve Dolmen’dir. Menhir iri ve uzun taşların sıra veya daire biçiminde dikilmesiyle oluşturulmuştur. Dolmen ise dikdörtgen biçiminde dizilen taşların üzerine yassı bir taş konulup üstününü toprakla örtülmesiyle yapılmıştır. [İlkçağ Tarihi ve Uyg. N.Özçelik, s.38-39] Bu değişim isteği insanın daha kalabalık ve daha karmaşık bir topluma uyum göstermesiyle açıklanabilir: bu anlamda daha önce var olmadığı anlaşılan kolektif bir ruhbilimsel olgunluktan söz edilebilir. Yuvarlak planlı evlerden oluşan köylerin ortaya çıkışından (M.Ö. 9.binyıl) sonra, kare planlı evlerin yer aldığı, daha geniş bir alana yayılan köyler görülür (M.Ö. 8.binyıl). Bunlar M.Ö. 7.binyıldaki Tel es-Sultan (Eriha) ve M.Ö. 6.binyıldaki Çatalhöyük gibi ilk kentlerin habercisidir. Hayvan yetiştiriciliği, M.Ö. 8.binyılda, insan ve hayvanı (burada boynuzlugilleri) birbirine yaklaştıran avlanma yöntemleri sonucu ortaya çıkmış olabilir. Köpeğin bu gelişmede önemli bir rol oynamış olduğu düşünülmektedir. Daha sonra keçi, koyun ve domuz evcilleştirilmiştir. İlk buğdaylar, ardından buğdaygiller ve baklagiller M.Ö. 8.binyılın sonunda yetiştirilmiştir. Bir üretim ekonomisine geçişle ilgili çeşitli yeniliklerin görüldüğü bu eski evreye bazen ‘Önyenitaş’ yada ‘çanak çömleksiz’ 4 Yenitaş adı verilir. Gerçekten de ilk seramik kaplar ancak M.Ö. 7.binyıldan itibaren üretilmeye başlanmıştır. Bundan sonra gelen üç binyıl içinde Yakındoğu’da çok gelişmiş bir uygarlık ortaya çıkmıştır: geniş bir alana yayılan ticari ilişkileri, karmaşık dini ve eriştiği yüksek teknik düzeyle büyük bir yerleşme olan Çatalhöyük’ün ancak küçük bir bölümü incelenebilmiştir. Yarmo, Tes es-Sultan (Eriha), Halef, Hasuna, elUbeyd de Verimli Hilal’in ne denli gelişmiş olduğunu göstermektedir. Buralarda, dokuma tezgâhı, taş perdahlama, çark, çeşitli fırınlar ve ilk metalürji ürünleri gibi Yenitaş’a özgü diğer yeniliklere de rastlanmaktadır. Tahkimatlar yaygınlaşmıştır (Eriha’daki kule), ilk kez savaşla ilgili kesin kanıtlar görülür. Anadolu’da yaklaşık M.Ö. 7250/7000 – 5500 arasına tarihlendirilen Yenitaş döneminin en önemli buluntu yerleri Diyarbakır-Şanlıurfa-Siirt yöresi, Tuya Gölünün güneyi ve Göller bölgesidir. Diyarbakır’daki Çayönü, Anadolu’da bugüne değin saptanabilmiş en eski köy yerleşmesidir. Çatalhöyük ise Anadolu, Yakındoğu ve Ege dünyasının en önemli ve gelişkin, çanak çömlekli buluntu yeridir. Pişmiş topraktan tanrıça heykelcikleri, ilk mühürler, en eski dokuma örnekleri de burada ele geçmiştir. Dönemin bir başka önemli yerleşmesi olan Hacılar, gelişmiş çanak çömlekleri ile daha sonraki dönemleri etkilemiştir. İlk hayvan yetiştiricilerin ve çiftçilerin M.Ö. 6.binyılda görülmeye başlandığı Balkanlar ile (Yunanistan’da Sesklo, daha kuzeyde Starcevo-Körös kültürleri) Yakındoğu arasındaki ilişkilerin önemi de tartışma konusu olmaktadır. Hayvancılık ve çiftçilik M.Ö. 5. binyıl boyunca iki koldan tüm Avrupa’ya yayılmıştır: Akdeniz akımı (cardium kültürü) ve Tuna akımı (şerit bezemeli çanak çömlek kültürü). Megalitik kültür, o sırada Atlas okyanusu bölgesinde ortaya çıkar. Bu kültürün ilk izlerine Bretagne, Poitou ve Portekiz’de rastlanmıştır. Dünya üzerinde başka Yenitaş’a geçiş odakları da belirir: Sahra’da M.Ö. 6.binyıla kadar uzandığı sanılan Sudan akımı, kayalara boynulugilleri andıran resim ve oymalar yapmış bir hayvan yetiştiricileri uygarlığını etkilemiştir. Güney-doğu Asya’da M.Ö. 5.binyıldan başlayarak pirinç yetiştirildiği sanılmaktadır. Çin’de görülen Yangşao ve Longşan kültürleri Yenitaş’a geçiş sürecini tamamlamışlardır. Orta Amerika’da M.Ö. 6.binyıldan itibaren varlığı saptanan tarımsal ıslah yöntemleriyle mısırın niteliği yükseltilmiştir. M.Ö. 3.binyıldan başlayarak Tehuacan vadisinde (Meksika) gerçekleştirilen dev boyutlu sulama çalışmalarının çeşitli evreleri arkeologlar tarafından izlenebilmiştir. Sıcak-ılıman bölgeler kuşağında yer alan Yenitaş’a geçiş odaklarının, daha soğuk (Kuzey Avrupa, Sibirya) yada daha sıcak (Orta Afrika, Güney Amerika) bölgelerdeki kültürler üzerinde etkisi olmuştur. Buralarda Yenitaş’a özgü yeniliklerin hayvancılık, seramik ya da köyler gibi ancak bir bölümü görülür. Sonuç olarak Yenitaş’a geçiş, insanın doğaya karşı yeni bir tavrı olarak belirir. Doğal kaynaklara ve ritimlere egemen olma çabasından ibaret olan bu tavrın insanoğlunun kendisi üzerinde de birtakım etkileri oldu: insan fiziksel değişime uğradı ve bugünkü antropobiyolojik biçimler (Üst Yontmataş’a göre daha narin biçimler) oluştu. Toplumsal açıdan insan, etkinliklerinde daha büyük bir uzmanlaşmaya giderek geniş çaplı bir kolektif yaşama kendini uydurmak zorunda kaldı. Yenitaş’ın sonunda, Yakındoğu’da M.Ö. 3300’e doğru insanoğlu yazıyı buldu: böylece tarih başlamış oldu. [B.L. c.24 s.12518-19] Maden devirleri İnsanlar Yenitaş devrinin sonlarına doğru yine çoğunlukla taştan yapılmış araç-gereci kullanmakla birlikte başta bakır olmak üzere altın ve gümüş madenini kullanmaya başladılar. İlk kullanılan madenler muhtemelen tabiatta saf halde bulunan altın ve bakırdır. Ve yine muhtemelen ilk başta bakır sert taşlarla dövülerek şekillendirildi. İşte cilalı taş ile bakırın beraber kullanıldığı neolitik devrin sonu ile maden devrinin başına Kalkolitik Devir (Bakırtaş Devri) de denir. [İlkçağ Tarihi ve Uyg. N.Özçelik, s.40] Bakır devri Dövme bakırdan ilk eşyalar Yakındoğu’da M.Ö. 8.binyıldan başlayarak ortaya çıkmıştır. Eritilmiş bakırın M.Ö. 6. binyılda ortaya çıktığı sanılır. Kullanımının yaygınlaşması ise 4. 5 binyılın sonunu bulur. Bakır cevheri çok eskiden boncuk, topluiğne ve biz yapmak için çekiçle dövülürdü. İran’da Ali Köş’te yada Anadolu’da Çayönü tepesinde M.Ö. 9. bin – 7. binyıllardan kalma küçük bakır eşyalar ortaya çıkarıldı. Bakır eritmeciliğinin ilk izleri M.Ö. 7000-6000 arasında Anadolu’da Çatalhöyük sit alanında bulunan curuflardır. Bakırın eritilmesiyle doğan metalürji, Ortadoğu’da 4. binyılda gelişme gösterdi ve Sümer site devletlerinin kuruluşunda önemli bir rol oynadı. M.Ö. 3000’e doğru da bakır-kalay alaşımı olan tunç (bronz) bulundu. Bakır 6. binyılda Türkmenistan’da, 5. binyılda da Mısır’da görüldü. Yine 5. binyılda Karadeniz’in batı kıyılarında da işlendiği sanılmaktadır. Batı Avrupa’daysa bakır ancak 3. binyılda tanındı. İtalya’da, Fransa’nın güneyinde ve İber yarımadasının doğu kıyılarında, M.Ö. 2500’e doğru bakır hançerler ve boncuklar görüldü. Bu bölgelerin bakırları ve maden filizleri üzerine yapılan incelemeler eski bir metalürjinin varlığını ortaya koydu. Kuzey Amerika’da da bakır cevheri M.Ö. 3. binyılda işlenmeye başlamıştı. [B.L. c.3 s.1225-26] Tunç (bronz) devri İnsanlar zamanla, bakırla birlikte bulunan kalay filizini eriterek daha sert bir karışım olan tuncu elde ettiler. Tunç, daha sert ve kullanımı elverişli olmakla birlikte işlenmesi daha zordu. Tuncun kullanıldığı bu dönem ‘Tunç Devri’ diye adlandırılır. [İlkçağ Tarihi ve Uyg. N.Özçelik, s.40] Tunç çağı Bakır çağını yada Bakırtaş dönemini izleyen, Demir çağından önce gelen ve bölgelere göre 4. bin – 2. binyıllar arasına tarihlenen bir dönemdir. Tunç çağı, Çin’den Britanya adalarına, İskandinavya’dan Mısır’a kadar Eski Dünya’nın ılıman bölgelerinde yaşayan toplumların evriminde önemli bir aşamadır. Bu çağ, bakır ve kalay alaşımı olan bronzun üretiminin yaygınlaşmasıyla ayırt edilir. Bu alaşımın kullanılmasıyla çok çeşitli süs eşyaları, aletler, kap kacaklar ve silahlar üretilebildi. Altın ve gümüşle birlikte bronz, tarihin ilk büyük devletlerinin doğmasına yol açan servet birikimini oluşturdu: Mezopotamya (Sümer), Mısır (ilk firavunlar), Akdeniz (Minoslular ve Mykenaililer), Çin (Şang hanedanı). Henüz tarih çağına girmeyen, yazının bilinmediği bölgelerde yaşayan kimi topluluklar da oldukça parlak bir uygarlığa ulaşmışlardır: Wessex ve Amorica prenslerinin (M.Ö. 2. binyılın ilk yarısı) aynı döneme tarihlenen Orta Avrupa tümülüslerinin bağlı oldukları uygarlık, M.Ö. 1000’e doğru ortaya çıkan atlas okyanusu bronz uygarlığı, İskandinavya turbalıkları uygarlığı, İsviçre ve Savoia Plalafitta uygarlığı gibi. Anadolu’da Tunç çağlarında (yaklaşık M.Ö. 3000-1200) madencilik doruk noktasına ulaşmış, bölgeler ve ülkeler arası ticaret başlamıştır. İlk küçük beyliklerin kurulması ve siyasal örgütlenmenin başlaması İlk Tunç çağında gerçekleşmiştir. Bu beyliklerin en önemlisi Orta Anadolu’da, Kızılırmak kıvrımı içindeki Hatti beylikleriydi. Batı Anadolu’da dönemin en gelişmiş temsilcisi Truva’ydı. Orta ve Son Tunç çağlarında da önemini sürdüren bu kale kent, Anadolu’nun olduğu kadar, Ege dünyasının da belli başlı merkezlerindendi. Batı ve İçbatı Anadolu’da öteki İlk Tunç çağ yerleşmeleri arasında Beycesultan, Karataş-Semayük, Yortan, Demircihöyük, Kusura belirtilebilir. Doğu ve Güneydoğau Anadolu’da da önemli beylik merkezleri bulunuyordu (Arslantepe, Pulur, Norşuntepe vd.). Bu çağda en büyük gelişme ise Orta Anadolu’da gözlemlenir: Alacahöyük, Alışar, Horoztepe, Mahmatlar, Hasanoğlan, Eskiyapar, Hacıbektaş-Suluca Karahöyük, Ahlatlıbel, Etyokuşu, Polatlı, Bitik, Gordion, Büyükgülücek, Kültepe vb., güneyde ise Tarsus-Gözlükule güçlü surlarla çevrili önemli bir beylik merkeziydi. Asur ticaret kolonilerinin (karum) Anadolu’da kurulması ve onlarla birlikte yazının gelmesiyle Orta Tunç çağ başlar. Bu dönemin en önemli bölgesi gene Kızılırmak kıvrımı ve çevresidir (Kappadokia). Orta Tunç çağın en zengin buluntu veren merkezi ise Kültepe’dir. Asur ticaret kolonilerinden sonra Orta ve Son Tunç çağlarını Anadolu’da Hititler temsil eder. Tunç çağı mitolojisine özgü Girit boğası ya da ‘kuğular’ ve güneş gibi birkaç temaya, Akdeniz’den İskandinavya’ya kadar çeşitli yerlerde rastlanır: Danimarka’da Trundholm’de 6 ele geçirilen ve üzerinde güneşi simgeleyen bir altın kurs bulunan bronzdan yapılmış minyatür savaş arabası; bronz situlaların baskı bezeklerinde rastlanan kayık figürüyle birlikte güneş kursu ve ‘kuğular’ın canlandırıldığı İskadinavya’daki kaya resimleri. Bu çağın sonunda at, tarımsal ve kırsal toplumlarda giderek artan bir önem kazanmıştır. [B.L. c.23 s.11744-45] Demir devri Maden devri insanı en son demiri buldu. Zaten demirin bulunduğu sıralarda (veya demir bulunduktan hemen az sonra) insanoğlu yazıyı da buldu. Böylece hem tarih devirleri başladı hem de uygarlık demir üzerine kurulup gelişti. [İlkçağ Tarihi ve Uyg. N.Özçelik, s.40] M.Ö. 1200’lere doğru başlayan bu çağ, metalin yaygın olarak kullanıldığı çağdır. Gerçekten de, göktaşı demirini işledikten sonra, insanoğlu, çok uzun işlemler gerektiren döküm teknikleri sayesinde topraktaki demiri işlemeyi başardı. Demir endüstrisi, 1200-1000 yılları arasında önce İran, Kafkasardı, Suriye ve Filistin’de, daha sonra da Mezopotamya, Kafkasya, Kıbrıs ve Girit’te ani bir gelişme gösterdi. Asurlular demir kullanımını Hititlerden öğrendiler ve büyük bir olasılıkla Yahudiler de bunu Filistinliler’den miras aldılar. Yeni Babil kralı Nabunaid (M.Ö. 559-539) Amanos’tan ve Lübnan’dan maden cevheri getirtmekteydi. Batı Avrupa’da demir çağı M.Ö. 1. binyılda yaşandı. Avrupa’da bol miktarda ve çoğunlukla da çıkarılmaya elverişli demir madeni yataklarının bulunmasına bağlı olarak metalürji endüstrisinin ve türevlerinin yayılması bu dönemin belirgin niteliğidir. Birinci demir çağı, kimi kez bu döneme adını veren Halstatt (Yüksek Avusturya) yerleşim yeriyle tanımlanır ve M.Ö. 1000 yılından sonra başlayarak M.Ö. 500 sonlarına kadar uzanır; yerleşim yeri La Tene’den (İsviçre) adını alan ikinci demir çağıysa, Roma tarafından fethedilinceye kadar üç dönem halinde devam etti ve hatta İrlanda’da, İskandinavya’da ve Germanya’da, Roma fetihleri dışında kalan bölgelerde, bu ülkelerin hıristiyanlaştırılmasına kadar da sürdü. Birinci dönem, arkaik Yunanistan ve İtalyan Villanova uygarlığına yakın geometrik bir sanatla kendini gösterdi. Bu dönemde, bronz eşyalar hala kullanılıyordu. İnsanlar yükseklerde, ahşap kirişler arasına yerleştirilmiş harç ve taşla yapılan surlarla çevrili tahkim edilmiş kamplarda yoğunlaşmıştı. Önemli kişiler şatafatlı savaş arabalarıyla birlikte gömülüyordu. Mezarlar, Vix (Cote-d’Or) yada Hochdorf’da (Stuttgart yakınında) olduğu gibi mezar odalarını örten büyük tümülüsler biçimindeydi. Avrupa’nın çeşitli kavimleri arasında ticaret ilişkileri mücevher ve silah mübadelesiyle başladı. Henüz ayak çarkını tanımayan çömlek ürünleri çeşitlidir ve genellikle oyulmuş motiflerle süslenmiştir. İkinci dönem, egemen bir Kelt etkisi ve Galya, İtalya, Tuna ülkeleri ve Yunanistan arasında süren mübadelelerle kendini gösterdi. Şehirler ovalarda kuruldu ya da Autun yakınındaki Bibracte yada Alesia’da Alise-Sainte-Reine’de (Cote-d’Or) olduğu gibi, ‘oppidum’ denilen geniş surların arkasına sığındılar. En üst düzeyde çizgisel ve özellikle eğriçizgisel olan Kelt süslemesi düzenli bir hal aldı: bitkisel ve hatta hayvansal motifler fanteziyle şematize ya da deforme edildi; sarmal, süslemeye egemen oldu; Yunan sanatından alınan plamet yeni biçimlere büründü. Tümülüsler hala yapılmakta, ancak, gömme ve yakma ayinleri aynı zamanda düz mezar kullanımıyla birleşmekteydi. Silahlar da gelişti, savaş arabası kullanımına ve bunların mezarların içine de konulmasına devam edildi. Boyalı ve oymalı vazolar dışında, bu çağın en özgün Kelt sanat yapıtları Galya sikkeleridir. M.Ö. 3. yüzyıldan Galya savaşlarına kadar, Galya’daki halkların çoğu altın, gümüş ve bronzdan sikke bastılar. Başlangıçta Makedonya’daki ‘philippoi’den esinlenen bu sikkeler yavaş yavaş modellerinden ayrıldılar; uzun süre değeri anlaşılamayan bu küçük sanat yapıtları, Kelt dehasının başyapıtları durumuna getiren özgürlükle, fanteziyle, soyutlama isteğiyle yorumlandılar. Roma öncesi heykelcilik sanatı, özellikle, Fransa’nın güneyinde parlak durumdadır. [B.L. c.6 s.2992-3] 7