TTK - yarbis

advertisement
§ 1. TİCARET HUKUKU KAVRAMI
I. GENEL OLARAK
Mal ve/veya hizmetlerin üretimi, değişimi ve tüketilmesine yönelik
ticari faaliyetleri düzenleyen kurallardan oluşan ticaret hukuku, Roma
hukukundan gelen klasik ayırım içinde özel hukukun bir dalı olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Kamu Hukuku: Kamu gücüne dayalı ve kamu yararını amaçlayan
eylem ve işlemlerden oluşan ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarının bütünü
Kamu Hukuku kapsamındadır.
Özel Hukuk: Kişilerin özel çıkarlarına dayanan ilişkileri
düzenleyen hukuk kuralları bütünü ise Özel Hukuk kapsamındadır. Ticaret
Hukuku ticari ilişkileri ve ekonomik etkinlikleri düzenleyen bir özel hukuk
koludur.
1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu (“TTK”) m. 1’de, Ticaret Kanunu’nun Medeni Kanun’un ayrılmaz
bir parçası olduğu belirtilmiş; aynı ifade 1 Temmuz 2012 tarihinde
yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu (“BK”) m.648’de de tekrarlanarak,
Borçlar Kanunu’nun Medeni Kanun’un ayrılmaz bir parçası olduğu ifade
edilmiştir. Bu hükümler ışığında, MK m.5 hükmü de ele alındığında, Medeni
Kanun ve Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinin, niteliği uygun düştüğü
ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanacağı söylenebilir. Bununla
birlikte anılan hükümlerin varlığı, ticaret hukukunun bağımsız bir bilim dalı
olmadığı anlamına gelmemelidir. Çünkü ticaret hukukunun kendine has bazı
özellikleri onun ayrı bir hukuk disiplini olarak ele alınmasını
gerektirmektedir.
Ticaret hukukunun kendine has özelliklerinden ilki, “sürekli bir
değişim içinde olmasıdır”. Bunun doğal sonucu olarak da ticaret hayatında
bazen hareket serbestisi ihtiyacı doğabilir. Fakat bu hareket serbestîsi çok
geniş olarak yorumlanmamalıdır. Özellikle kıymetli evrak hukukunda, kamu
güveninin korunmasından dolayı sıkı şekil şartlarının öngörülmesi bu
bağlamda hareket serbestisini kısıtlayıcı niteliktedir.
Ticaret hukukunun diğer özelliği “çabukluk ilkesinin” geçerli
olmasıdır. Bu ilke ticari faaliyetlerde bulunurken, ticaretin gerektirdiği hız ve
dinamizme ayak uydurulması ihtiyacını ifade eder. Bu ihtiyaçtan hareketle
TTK’da daha kısa zamanaşımı ve hak düşürücü süreler öngörülmüştür. Yine
1
birtakım ihbar, protesto ve itirazlar için de TTK’da daha kısa süreler (TTK
m. 21 faturaya itiraz süresi, TTK m. 714, poliçede protesto süresi, TTK m.
723 protestonun ihbarı süresi vb.) öngörülmüştür.
Ticaret hukukunun kadim ilkelerinden diğeri “güvenin korunması
ilkesidir”. Bu ilke, hareket serbestisini ve çabukluk ihtiyacını tamamlayan
ve diğer iki ilkenin suiistimalini engelleyen bir ilkedir. Özellikle kıymetli
evrak hukukundaki sıkı şekil şartlarının aranması, tacirler arasındaki birtakım
ihbar ve ihtarların şekle bağlı olması ve ticari işlerde müteselsil sorumluluk
karinesinin söz konusu olması gibi birçok husus bu ilkenin yansıması olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Ticaret hukukunun bir diğer özelliği ise, ticari faaliyetlerin kural
olarak “bedel amacı ile yapılıyor olmasıdır”. Ücret, avans ve faiz isteme
hakkına ilişkin m.22, ticari işlerde daha yüksek faizi öngören FaizK m.2 gibi
birçok düzenleme bu ilkenin yansımasıdır.
Ticari uyuşmazlıkların çözümünde örf-adet hukuku diğer hukuk
dallarına nazaran daha önemlidir. Ticari faaliyetlerde kamu çıkarı, diğer özel
hukuk dallarına kıyasla özel olarak gözetilmiştir. Yine ticari faaliyetler, diğer
özel hukuk dallarına nazaran daha geniş bir perspektifte sonuç doğurur.
Sayılan bu özelliklerin birlikte değerlendirilmesi Ticaret hukukunun ayrı bir
bilim dalı olduğu sonucunu göstermektedir.
II. TİCARET HUKUKUNUN
ÜLKEMİZDEKİ TARİHSEL SÜRECİ
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde:
1) Teamülü Hukuk
2) Şeri Hukuk kurallarıyla
3) 1807 tarihli Fransız Ticaret kanunu (Code de Commerce) bütünüyle
çevrilerek 1850 yılında Kanunname-i Ticaret adı altında yürürlüğe
girmiştir.
4) 1864 yılında deniz ticareti ile ilgili olarak Kanunname-i Hümayun-u
Ticaret-i Bahriye yürürlüğe girmiştir.
5) 1915 yılında Çek Yasası kabul edilmiştir.
2
Cumhuriyet Döneminde:
1)
1926 yılında 865 sayılı Ticaret Yasası
2)
1940 yılında 1440 sayılı Deniz Ticareti Yasası
3)
29 Haziran 1956 tarihli 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu
4)
13 Ocak 2011 tarihinde kabul edilen 6102 sayılı yeni Türk Ticaret
Kanunu (“TTK”) ise 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bununla birlikte, uluslararası denetim standartları ve şirketler için
internet sayfası uygulamasına ilişkin hükümlerin yürürlük tarihi ise
01.01.2012 olarak kabul edilmiştir (Resmi Gazete, Tarih: 14.02.2011,
Sayı: 27846). TTK, mevcut kanunda deniz ticareti kitabı içinde
düzenlenen sigorta hukukunu ayrı bir kitap olarak düzenlemek
suretiyle 6 kitap (Ticari İşletme – Ticaret Şirketleri – Kıymetli Evrak –
Taşıma İşleri – Deniz Ticareti –Sigorta Hukuku), 38 kısım, 50 bölüm,
31 ayırım ve toplamda 1535 maddeden oluşmaktadır.
Yeni bir Türk Ticaret Kanunu için çalışmalara başlanırken öncelikle
üzerinde durulan husus, Türk işletmelerinin uluslararası rekabet
piyasalarında güçlü aktörler olarak rol almalarını sağlayacak
düzenlemelere yer vermek olmuştur. Bu doğrultuda tacirin ticari
işleriyle malvarlığının tam olarak ortaya çıkarılması için hesapların,
Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’na (IFRS) uygun şekilde
tutulması istenmiştir.
Kurumsal yönetim ilkelerinin yaygın biçimde uygulamaya geçirilmesi
gereği üzerinde durulmuş ve özellikle pay senetleri borsada işlem
gören şirketler açısından “riskin erken saptanması ve yönetimi” için
uzman bir komite kurulması zorunluluk haline getirilmiştir.
Ticari işletme başlığını taşıyan Birinci Kitap’ta yapılan bazı
değişikliklerde, AET’nin 68/151 sayılı şirketler hukukuna ilişkin
Yönerge’sinde yer alan düzenlemeler etkili olmuştur.
Ticaret şirketleri ile ilgili İkinci Kitap’taki Genel Hükümler’le ilgili
Kısım’da, ticaret şirketlerinin ehliyeti konusunda, gene 68/151 sayılı
Yönerge’nin, ilgili hükmü çerçevesinde değişiklik yapılmıştır. Ticaret
şirketlerin birleşme, bölünme ve tür değiştirmesine ilişkin hükümler,
esas itibariyle, İsviçre’de konuya ilişkin olarak 2003’de kabul edilen
3
Federal Kanun’dan (Fusiongesetz – Loi sur la Fusion –Swiss Merger
Act) alınmıştır. Şirketler topluluğu ile ilgili bazı düzenlemelerde de,
bazı hükümler, Alman Paylı Ortaklıklar Kanunu’ndan alınmıştır.
Anonim şirketler alanında, yeni hükümler AT Yönergeleri, Alman
Paylı Ortaklıklar Kanunu ve İsviçre Borçlar Kanunu dikkate alınarak
hazırlanmıştır.
III. TİCARET HUKUKUNUN UYGULAMA
ALANINA İLİŞKİN SİSTEMLER
Ticaret hukuku hükümlerinin hangi iş ve işlemlere ve kimlere
uygulanacağını saptarken tarihsel süreç içinde dört farklı sistem karşımıza
çıkmaktadır.
A. Sübjektif Sistem: Ticaret hukukunun tarihsel süreci içinde
ortaya çıkan ilk sistemdir. Bu sistemin ölçütü “tacir” kavramıdır. Bu
sistemde ticaret hukuku bir zümre hukuku olarak algılanmaktadır. 1673
tarihli Fransız Kanunu bu sistemin örneğidir.
B. Objektif Sistem: Bu sistemin ortaya çıkış yeri Fransa’dır. 1789
Fransız ihtilalinin, insanlar arasındaki her türlü ayrımcılığı yok etmek isteyen
felsefesi, ticaret hukukunun algılanış şeklini de değiştirmiştir. Bunun sonucu
olarak 1807 tarihli Fransız Ticaret Kanunu yapılmıştır. Bu sistemde daha
objektif bir kriter benimsenerek, kim tarafından yapılırsa yapılsın “ticari
işlemlerin” ticaret hukukunun konusu olacağı belirtilmiştir.
C. Karma Sistem: Bu sistemde, yukarıdaki iki sistem belirli
ölçülerde bağdaştırılmaya çalışılmıştır. 1926 tarihli eski Ticaret Kanunu bu
sisteme göre hazırlanmıştır.
D. Modern Sistem: Ticaret hukukunun tarihsel süreci içerisinde
ticari faaliyetlerin sadece “tacir” veya “ticari iş” ile sınırlı kalmadığı; buna
mukabil, organize olmuş bir bütünü ifade eden “ticari işletme” kavramının
daha çok önem arz ettiği görülmüştür. Ticari hayattaki bu değişme ticaret
kanunlarına da yansımıştır. Böylece “ticari işletmeyi” esas alan yeni bir
sistem ortaya çıkmıştır. Gerek 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun gerek
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun bu sisteme göre hazırlandığı çoğunluk
tarafından kabul edilmektedir. Mevcut ticaret kanununun ticari işletmeye
ağırlık verdiği doğrudur. Fakat ticaret kanununun mutlak anlamda modern
sistemi benimsediği söylenemez. Çünkü TTK’da hem objektif sistemin
yansıması (örneğin, m.3 ticari işin kriterleri) hem de sübjektif sistemin
4
etkileri (örneğin m.14 tacir esnaf ayırımı, m.23 tacirler arasındaki ihtarlar ve
ihbarlar) görülmektedir. Bu nedenle mevcut ticaret kanunumuzun modern
sistem ile karma sistemi bağdaştıran bir felsefeyle ele alındığı söylenebilir.
§ 2. TİCARİ İŞLETME
I. GENEL OLARAK
Ticaret Kanunu, Ticaret Hukukumuzu büyük ölçüde ticari işletme
temeline dayandırmıştır. Buna paralel olarak, TTK’da yer alan birçok
kavram da “ticari işletme” kavramından hareketle açıklanmaya çalışılmıştır.
En geniş anlamı ile “emek, sermaye ve girişim üçlüsünün bütünleştiği,
organize olmuş ekonomik bir bütünü” ifade eden işletme terimi, ticari işletme
kavramını açıklamak için yetersiz kalmaktadır.
Ticari işletmenin tanımına eski TTK’da yer verilmemiş olup bu
eksiklik Ticaret Sicil Tüzüğü ile giderilmeye çalışılmıştı. Oysaki 6102 sayılı
Yeni TTK’nın 11(1). maddesi ile ticari işletme tanımına Kanunda yer
verilmiş olup, ticari işletme şu şekilde tanımlanmıştır;
“Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde
gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde
yürütüldüğü işletmedir”
Yeni TTK kapsamında bir işletmenin ticari işletme olarak tanımlanabilmesi
için, işletmenin esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir
sağlamayı hedef tutan faaliyetler göstermesi ve bu faaliyetlerin devamlı ve
bağımsız şekilde yürütülmesi gerekir. Yeni TTK madde 11(2)’de ise ticari
işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınırın, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak
kararname ile belirleneceği belirtilmiştir.
II. TİCARİ İŞLETMENİN UNSURLARI
Yukarıdaki hükümde ticari işletmenin dört unsuru sayılmıştır. Bu
unsurlar:
 Gelir sağlamayı amaçlamak,
5
 Devamlılık
 Bağımsızlık

Esnaf faaliyeti sınırlarını aşmış olmaktır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Yeni TTK m.11/I’de ticari işletmenin
tanımı ve unsurlarına ilişkin düzenleme yer almaktadır. Buna göre, “Ticari
işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı
hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü
işletmedir.” Bu tanımdan hareketle, yeni Kanundaki ticari işletme tanımının
yukarıda sayılan dört unsuru içerdiği görülmektedir.
Yürürlükteki TTK kapsamında ticari işletme unsurlarını sırasıyla
incelemek gerekirse:
A. Gelir Sağlamayı Amaçlamak: Bir ticari işletmenin esas olarak
gelir (kâr) sağlama amacına yönelmiş olması gerekir. Fakat bu amacın teorik
olarak bulunması yeterlidir. İşletme hiç kar etmeyebilir hatta zarar da
edebilir. Ama işletmenin kar elde etme amacıyla hareket etmesi yeterlidir.
Gelir elde etmek amacıyla kurulmayan işletmeler (örneğin fakir öğrencilere
yemek temin etmek için kurulan bir işletme) bu bağlamda ticari işletme
olarak değerlendirilemez. Elde edilen karın harcanma şekli de işletmenin
niteliğini etkilemez. Yukarıdaki örneğe tekrar dönersek, bir dernek lüks bir
lokanta işletir ve elde ettiği geliri yoksul öğrencilerin yemek ihtiyacını
gidermek için kullanırsa ortada yine bir ticari işletme vardır.
Bu amacın varlığı açısından işletmeyi işleten kişinin statüsü ya da
kişisel durumu da önemli değildir.
Eklenmesi gereken diğer bir husus ise kar elde etme amacının,
sadece aktifin artması şeklinde anlaşılmaması gerektiğidir. Bu açıdan
bakıldığında zararın azaltılması için çabalayan veya üyelerinin birtakım
ihtiyaçlarını ucuza getirmeyi amaçlayan teşebbüsler de (örneğin tüketim
kooperatifleri) ticari işletme sayılır.
B. Devamlılık: İşletme bünyesinde yürütülen faaliyetlerin devamlı
olması gerekir. Burada aranan devamlılık gelir elde etme amacının değil
faaliyetin devamlılığıdır. Devamlılıkla kastedilen söz konusu faaliyetlerin hiç
ara verilmeden uzun süre devam edeceği değildir. Mevsimlik olan bazı
faaliyetler, süresi içinde devamlılık arz ettiği müddetçe devamlılık unsurunu
6
karşılamış sayılır. Örneğin yaz aylarında açılan bir plaj işletmesi veya kış
aylarında açılan bir kayak işletmesi bu bağlamda devamlılık
gösterebilecektir.
Burada dikkate alınması gereken husus devam kasıt ve amacının
yeterli olduğudur. Yoksa faaliyete bir müddet ara verilmiş olması bu amacın
varlığını etkilemez.
C. Bağımsızlık: Burada aranan bağımsızlık ekonomik bağımsızlık
olmayıp, hukuki bağımsızlıktır. Bu bağlamda ele alındığında şube merkeze
bağımlı olduğundan ayrı bir ticari işletme sayılmaz. Acente ise bağımsız bir
tacir yardımcısı olduğundan işletmesi, bu unsur açısından, ticari işletme
sayılabilir.
D. Esnaf Faaliyeti Sınırlarını Aşmış Olmak: Bir işletmenin ticari
işletme olarak nitelendirilebilmesi için bu işletmede yürütülen faaliyetlerin
esnaf faaliyeti sınırını aşması yani ondan daha kapsamlı olması ve daha
organize olması gerekir.
Diğer üç unsur esnaf işletmesinde de bulunabilir ve ancak bu
unsurla beraber ele alındığına ticari işletmeyi esnaf işletmesinden ayırt
etmeye yarayabilir. Dolayısıyla ticari işletmeyi belirten en temel unsurun bu
olduğu söylenebilir. Bu unsura Yeni TTK’da açıkça yer verilmiş ve
Bakanlar Kurulu’na yetki verilmiştir. Buna göre, ticari işletme ve esnaf
işletmesi arasındaki sınır Bakanlar Kurulu’nca çıkarılacak kararnamede
gösterilir (Yeni TTK m. 11/2)
Yeni TTK m.15’e göre esnaf tanımı şu şekilde yapılmıştır. “İster gezici
olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun,
ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri
11 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen
sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişi esnaftır”.
Bu hükme göre bir kişinin esnaf olarak değerlendirilebilmesi için:
 Ekonomik faaliyeti nakdi sermayesinden ziyade bedeni
çalışmasına dayanmalı ve
7
 Geliri 11 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak
kararnamede gösterilen sınırı aşmamalı
Söz konusu kararname ile belirlenecek miktarın üstünde gelir elde eden
işletmeler ticari işletme sayılacak, altında gelire sahip olanlar ise esnaf
işletmesi sayılacaktır.
III. TİCARİ İŞLETMENİN MALVARLIĞI
Ticari işletmenin malvarlığı tacirin ticari işletmeye ayırdığı ve
ticari faaliyetine özgülediği değerlerin tümünden oluşur. Malvarlığının aktif
kısmını haklar pasif kısmını ise borçlar oluşturur.
Ticari işletmeye ait tüm değerler tacirin malvarlığına dâhildir ve
ayrı bir malvarlığı olarak nitelendirilemez. Ticari işletmenin malvarlığına
TTK m.11/II hükmünde kısmen değinilmiştir. Bu hükümde ele alınan
değerler, maddi unsurlar ve gayri maddi unsurlar olarak ikiye ayrılır. Maddi
unsurun içinde somut nitelik arz eden işletme tesisatı, sermaye ve
hammadde gibi değerler yer alırken gayri maddi unsurun içinde ticaret
unvanı, marka, know-how, good will (peştemaliye veya müşteri hakkı) ve
kiracılık hakkı gibi soyut değerler yer alır.
IV. TİCARİ İŞLETMENİN DEVRİ VE BİRLEŞMESİ
Ticari işletmenin devri ve başka bir işletmeyle birleşmesi BK m.
202-203’de düzenlenmiştir. Burada sadece işletmeler düzeyinde kalan bir
birleşme söz konusudur, şahıs unsuru etkilenmez. Oysa Yeni TTK’da
düzenlenen (m.146, 451vd.) şirketlerin birleşmesinde şahıs unsuru da
etkilenmektedir. TTK’da külli intikal söz konusu iken BK’da aktife dâhil
unsurlar açısından cüzi halefiyet geçerlidir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 11(3). maddesi ile ticari
işletme devir sözleşmesinin ve de ticari işletmeyi bir bütün hâlinde konu alan
diğer sözleşmelerin yazılı olarak yapılacağını belirterek yazılı şekil şartı
getirilmiştir.
8
Yeni TKK’nın 11(3). maddesi ile1 ticari işletmenin, içerdiği
malvarlığı unsurlarının devri için zorunlu tasarruf işlemlerinin ayrı ayrı
yapılmasına gerek olmaksızın bir bütün hâlinde devredilebileceği ve diğer
hukuki işlemlere konu olabileceği düzenlenmiştir. Böylece, devir için tek bir
sözleşme yapılması yeterli görülmüş, hatta işletmenin aktif unsurlarının
devrinin gerçekleşmesi (tasarruf aşamasının tamamlanması) için, aktifteki
her bir unsurun devri yönünden genel hükümlerin gerektirdiği işlemlerin (
taşınmazların tapuda devralan adına tescili, motorlu taşıtların trafik sicilinde
alıcı adına tescili, taşınırların zilyetliğinin nakli gibi) yapılmasına dahi gerek
bulunmadığı açıkça belirtilmek suretiyle genel hükümlerin öngördüğü
taahhüt/tasarruf aşamaları ayrımı yadsınmıştır. Buna göre, ticari işletme
kapsamında yer alan taşınmazların, yazılı bir sözleşme ve bu sözleşmenin
ticaret siciline tescil ve ilan edilmesi ile tapuya tescil edilmeden kazanılması
mümkün hale gelecektir. Aynı zamanda, ticari işletmenin unsurlarından olan
fikri mülkiyet haklarının da tescilsiz olarak iktisap edilmesine de olanak
tanınmaktadır. İşletmenin aktiflerinin devri sırasında zorunlu tasarruf
işlemlerinin ayrı ayrı yapılmasına gerek olmadığı, tek bir devir sözleşmesi
ile işleme devrinin geçerli bir şekilde hüküm ifade edebileceği uygulamada
sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir. Kanun koyucunun, ticari işletme devri
prosedürünü kolaylaştırmak adına tescilsiz kazanım öngörmesi ve de aktif
unsurların devri için genel hükümleri gerektirdiği kurucu işlemlerin
yapılmasına gerek olmadan devrin gerçekleşeceğini düzenlemesi sicile
güven ilkesinin korunması prensibi ile çelişmektedir. Örneğin, ticari işletme
devri sözleşmesi ile bir taşınmazın devri tapuda tescil ile değil yazılı devir
Yeni TTK m.11 (3) “Ticari işletme, içerdiği malvarlığı unsurlarının devri için zorunlu
tasarruf işlemlerinin ayrı ayrı yapılmasına gerek olmaksızın bir bütün hâlinde
devredilebilir ve diğer hukuki işlemlere konu olabilir. Aksi öngörülmemişse, devir
sözleşmesinin duran malvarlığını, işletme değerini, kiracılık hakkını, ticaret unvanı ile
diğer fikrî mülkiyet haklarını ve sürekli olarak işletmeye özgülenen malvarlığı unsurlarını
içerdiği kabul olunur. Bu devir sözleşmesiyle ticari işletmeyi bir bütün hâlinde konu alan
diğer sözleşmeler yazılı olarak yapılır, ticaret siciline tescil ve ilan edilir.”
1
9
sözleşmesinin geçerli bir şekilde kurulması ve ticaret siciline tescil ve ilan
ile gerçekleşecektir. Geçerli bir şekilde kurulan devir sözleşmesinin tescil ve
ilanı ile ticari işletmenin aktifinde bulunan taşınmazın devri, tapu siciline
tescil olmaksızın gerçekleşeceğinden, tapu sicilindeki kayda güvenerek hak
iktisap eden üçüncü kişinin iyiniyetli olması halinde bu iktisabının
korunması gerekecek midir sorunu karşımıza çıkmaktadır. Eğer üçüncü
kişilerin iyiniyetinin korunduğu kabul edilirse bu durumda, işletmenin
aktifindeki taşınmazın devri mümkün olmayacak ve eğer o taşınmazın devri
olmaksızın ticari işletmenin devri mümkün değilse ticari işletme devri
sözleşmesinin hükümsüz olduğu kabul edilecektir. Ancak, tapudaki kayda
güvenerek hak iktisap eden kişinin, ticaret sicilinde tescil ve ilan edilen devir
sözleşmesini bilmesi gerektiği kabul edilirse, yeni düzenleme ile tapu
kaydına güven ilkesine ticari işletme devri için Kanun’un burada bir istisna
hükmü öngördüğü kabul edilecektir.
Hak kaybına uğramak istemeyen
üçüncü kişiler, sadece tapudaki kayda değil ayrıca ticaret sicilindeki kayıtları
da incelemesi gerekecektir.
Devirde özellik arz eden husus borçların naklidir. BK m. hükmü
işletmenin devri halinde, borcun nakli için alacaklının rızasını aramaz. Fakat
alacaklıyı korumak için devredenin devralanla birlikte 2 yıl müteselsilen
sorumlu olacağı kabul edilmiştir.
Yargıtay HGK’nun 17.10.2007 tarih ve 2007/21-664 E., 2007/745
K. sayılı kararına göre; “……….. Kural olarak, ihbar veya ilan tarihinden
itibaren iki yıl boyunca işletmeyi ya da malvarlığını devreden devralanla
birlikte müteselsil borçlu olacaktır. İhbar, alacaklıya ulaşmak şartıyla
hüküm ifade edecektir…..”
Yargıtay HGK’nun 28.11.2001 tarih ve 2001/21 E., 2001/1077 K.
sayılı kararına göre; “Eski ve yeni borçlun müteselsil sorumluluğu iki yıllık
bir devre için kabul edilmiş olup, bu iki yıl (muaccel borçlar için) devrin,
alacaklının ihbarı yada gazetelerde ilan tarihinden itibaren başlar….”
10
Yargıtay 15. HD’nin 6.3.1995 tarih ve 1995/1063 E., 1995/1252 K.
sayılı kararına göre; “… Bu şekilde yapılan devir ve temlik ticari işletmenin
devri nitleiğinde olduğundan bu devrin alacaklılara karşı geçerli olabilmesi
için BK.nun maddesinde öngörülen şekilde devrin alacaklılara ihbar
edilmesi veya gazetelerle ilan edilmesi gerekir.”
Ticari işletme bir bütün olarak (aktifiyle ve pasifiyle birlikte)
devredilir. Unvan gibi birtakım unsurlar devir dışında bırakılabilir. Sadece
pasiflerin devri kararlaştırılamaz. Bu emredici bir ilkedir. Çünkü aktifler
pasiflerin güvencesidir. Ancak, bu ifadeden, bir ticari işletmenin
malvarlığına dâhil bütün unsurlarının devrinin anlaşılmaması gerekir. Eğer,
ticari işletme devri sonucu devredilen malvarlığı ile ticari işletmenin
faaliyetinin devamı mümkün ise, münferit bazı unsurların devredilmemesi
BK madde 202’ün uygulanmasına engel olmaz.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’a göre,
koşulları varsa, Rekabet Kurumu’ndan izin almak gerekebilir.
Ticari işletme devri için, Rekabet Kurulu’ndan izin alınması gereken
hallerde, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 7. maddesi
uyarınca devir sözleşmesi imzalandıktan sonra Rekabet Kurulu’ndan söz
konusu devre izin alınması gerekmektedir. Söz konusu kanunun 7.
maddesinde, hangi tür birleşme ve devralmaların hukuki geçerlilik
kazanabilmesi için Rekabet Kurulu’na bildirilerek izin alınması gerektiği
Kurulun, çıkaracağı tebliğlerle ilan edileceği belirtilmiştir. Söz konusu
maddeye dayanılarak çıkarılan 2010/4 sayılı Rekabet Kurulundan İzin
Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’in izne tabi
birleşme veya devralmalar başlıklı 7. maddesinde hangi birleşme ve
devralmaların izne tabi olduğu sayılmıştır. Buna göre, Bu Tebliğ’in 5’inci
maddesinde belirtilen bir birleşme veya devralma işleminde;
-
İşlem taraflarının Türkiye ciroları toplamının yüz milyon TL’yi ve
işlem taraflarından en az ikisinin Türkiye cirolarının ayrı ayrı otuz milyon
TL’yi veya
11
-
İşlem taraflarından birinin dünya cirosunun beş yüz milyon TL’yi ve
diğer işlem taraflarından en az birinin Türkiye cirosunun beş milyon TL’yi,
aşması halinde söz konusu işlemin hukuki geçerlilik kazanabilmesi için
Rekabet Kurulu’ndan izin alınması zorunludur.
Ortak girişimler hariç olmak üzere, yukarıda yer alan eşikler aşılsa
dahi, her hangi bir etkilenen pazarın bulunmadığı işlemler için Kuruldan izin
alınması gerekmemektedir.
Devir sonucunda:
 Devreden kişinin tek işletmesi buysa devreden tacir sıfatını
kaybeder.
 İşletmeye tahsis olunan temel unsurlar devralana geçer. Yeni
TTK kapsamında, bazı malların, münferit unsurların devrin
kapsamı dışında tutulabileceği düzenlenmiştir. (Yeni TTK
m.11/3 c.2 “Aksi öngörülmemişse, devir sözleşmesinin duran
malvarlığını, işletme değerini, kiracılık hakkını, ticaret
unvanı ile diğer fikrî mülkiyet haklarını ve sürekli olarak
işletmeye özgülenen malvarlığı unsurlarını içerdiği kabul
olunur.”)
 Devralan kişi işletmeyi devraldığını üçüncü kişilere
duyurduğu andan itibaren işletmenin borçlarından
sorumludur. Bu sorumluluk dış ilişki açısından önemlidir.
Duyurunun yazılı olarak yapılması faydalı olabilir. Yeni BK
ile duyurunun şekli 202/1. madde de ayrıntılı düzenlenmiştir:
“Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile
birlikte devralan,
-
bunu alacaklılara bildirdiği veya
ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde,
diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan
gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla
duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki
veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur.”
12
 Devralan varlığını bilmediği borçlardan da sorumludur.
Fakat rücu hakkına esas olmak üzere ve iç ilişkide geçerli
olmak üzere sözleşmeye hüküm konabilir.
 Devreden ise devralanla birlikte iki yıl müteselsilen (birlikte)
sorumludur. Vadesi gelmemiş borçlarda vadeden, vadesi
gelmiş borçlarda ise devrin ilan veya ihbar tarihinden
itibaren iki yıllık süre başlar. (Yeni BK m. 202/2 “Bununla
birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte
müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel
borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra
muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden
işlemeye başlar.”)
VI. TİCARİ İŞLETMENİN REHNİ
Kural olarak menkul mallarda rehin hakkı menkulün zilyetliğinin
rehin alacaklısına geçirilmesiyle doğar. Gayrimenkul rehnetmek istemeyen
tacir için teslim şartlı menkul rehni ticaretin devamını zorlaştıracak nitelik
arz edebilir. Bu ihtiyacı gözeten kanun koyucu ticari işletme rehni için,
teslim şartından vazgeçerek bu rehin türünü ayrı olarak düzenlemiştir.
Ticari İşletmenin Rehni Hakkına Kanun’a (TİRK) göre rehin veren
taraf işletmenin sahibi olan gerçek veya tüzel kişidir. Esnaf işletmesi de ticari
işletme rehnine konu olabilir. Rehin alacaklısı ise üç grup olarak sayılmıştır:
 Tüzel kişiliği haiz ve sermaye şirketi olarak kurulan kredi
müesseseleri (bankalar ve özel finans kurumları),
 Kredili satış yapan gerçek ve tüzel kişiler (bunların rehin
hakkı münhasıran menkul işletme tesisatına dâhil olup
kredili satış konusu mal ile sınırlıdır),
 Kooperatifler,
Rehin kapsamına nelerin gireceği TİRK m.3’te belirtilmiştir. Buna
göre:
 Ticaret unvanı, işletme adı,
13
 Rehnin tescili anında mevcut olan ve işletme faaliyetine
tahsisi edilmiş olan araç-gereç (menkul işletme tesisatı),
 Marka, patent ve lisans gibi sınai haklar.
İlk iki bentte sayılanlar mutlaka rehnin kapsamı içinde yer alabilir.
Buna mukabil üçüncü bentte sayılanlar rehin kapsamı dışında tutulabilir.
İşletmenin kayıtlı olduğu sicil çevresinde faaliyet gösteren bir noter
tarafından rehin sözleşmesi tanzim edilir. Ardından 10 günlük süre içinde
sözleşme sicile tescil ettirilmelidir. Tescil kurucudur. 10 günlük sürenin
niteliği hakkında yasada açıklık yoktur. Doktrinde çoğunluk bu sürenin hak
düşürücü süre olmadığını, bu sürenin dolmasından sonra da tescil
yapılabileceğini belirtmektedir. Kanaatimizce bu süre hak düşürücü
niteliktedir. Keza Yargıtay, 2003 yılında verdiği bir kararında bu sürenin hak
düşürücü süre olduğunu belirtmiştir.
 Lex Comissoria (borç ödenmeyince malların
alacaklısına geçmesi) yasağı söz konusudur.
rehin
 Serbest derece sistemi uygulanmaz, tescil tarihindeki
önceliğe bakılır.
 Rehinden sonra işletme sahibi rehin konusu malların
değerini azaltıcı işlem yapamaz. Yaparsa sorumlu olur.
 Sicil bölgesi dışında iyiniyetle rehin konusu malı iktisap
eden kimsenin iktisabı korunur (TİRK m.9/II).
 İşletme sicilden silinirse sicil memuru durumu derhal rehin
alacaklısına bildirir. Böylece alacağın tamamı muaccel olur.
Alacaklı 2 ay içinde takibe geçmezse rehin hakkı düşer.
§ 6. TACİR SIFATI
I. TACİR SIFATININ KAZANILMASI
Tacir sıfatının kazanılmasını gerçek kişiler ve tüzel kişiler
açısından bir ayırım yaparak incelemek gerekir.
14
A. Gerçek Kişilerde Durum
6102 sayılı TTK m.12/I’e göre “Bir ticari işletmeyi, kısmen de
olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir”. Bu tanımdan gerçek kişilerde
tacir sıfatının üç unsur üzerine kurulduğu söylenebilir.
1. Bir Ticari İşletmenin Varlığı: Ticari işletmenin unsurları
yukarıda incelendiğinden burada değinilmeyecektir. Yalnız unutulmaması
gereken, bir işletmenin ticari işletme olarak değerlendirilebilmesi için ticaret
sicilline kayıt olmasının zorunlu olmadığıdır. “Davacı lokanta işletmektedir.
TTK m.12/I,b.6 uyarınca, ticarethane sayılan lokantanın işletmecisi de tacir
sayılır” (11 HD, 22.11.1988, 1988E, 2587K).
Ticari işletmenin mevcut olması kuralına TTK m.12/III’te bir
istisna getirilmiştir. Buna göre, bir ticari işletme mevcut olmasa bile ticari
işletme açmış gibi ticari işlemlerde bulunan kişi, iyi niyetli 3. kişilere karşı
tacir gibi sorumludur. Fakat tacirlere tanınan haklardan yararlanamaz.
TTK m. 12/3 “Bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi
bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer
bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyiniyetli üçüncü
kişilere karşı tacir gibi sorumlu olur.”
2.Ticari İşletmenin Fiilen İşletilmesi: Ticari İşletmenin fiilen
(eylemli) işletilmesidir. Ticari İşletmeyi işletmek, alıcılarla ilişkiye geçmek
ve bu amaçla işlemler oluşturmaktır. Ticari İşletmenin işletilmesi tacir
sıfatının kazanılmasında en etkin unsurdur.
TTK m.12/II hükmü fiilen işletme unsuruna bir istisna getirmiştir.
Buna göre, bir ticari işletmeyi kurup açtığını sirküler, gazete, radyo vs. ile
ilan eden veya işletmesini fiilen açmadan tescil ve ilan ettiren kişi de tacir
sayılır. Çünkü fiilen işletilme söz konusu olmasa bile, bütün unsurlarıyla
ticari işletme vardır. Tacir sayılanlar aynen tacir gibi, haklardan yararlanıp
yükümlülüklere tabi olurlar.
TTK m. 12/2 “Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete,
radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini
ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimse, fiilen işletmeye
başlamamış olsa bile tacir sayılır.”
3. İşletme Faaliyetinin Kendi Adına İcra Edilmesi: Ticari
İşletmenin bütünüyle veya bir bölümüyle de olsa kendi adına işletilmesidir.
15
İşletmenin kendi adına veya adi şirket ortağı sıfatıyla çalıştırılması
gerekir. Yani başkası adına, temsilci sıfatıyla işletilmemesi gerekir.
Yasa “kendi adına” işletilmesinden bahsetmiş, “kendi hesabına”
işletilmesini aramamıştır. Bu nedenle sahibi bulunduğu ticari işletmeyi
kanuni temsilcileri aracılığı ile işleten küçükler ve kısıtlılar da tacir sayılırlar
(Yeni TTK m. 13). Tacir sıfatı temsil edilene aittir. Fakat yasal temsilci cezai
hükümler açısından (örneğin hileli iflas) tacir gibi sorumludur.
TTK m.13 sadece kendisine yasal temsilci atanmış kişiler
bakımından uygulanır. Bir küçük veya kısıtlı, yasal temsilcisi bulunmadan,
bir anlamda izinsiz şekilde ticari işletme işletiyorsa tacir sayılmamalıdır. Her
şeyden önce bu gibi hallerde, küçük veya kısıtlının yaptığı işlemlerin
kendisini bağlaması söz konusu değildir(Medeni Kanun m. 15 ve 16).
Tacir sıfatının kazanılması açısından ticari işletmenin kimin
hesabına işletildiği önem arz etmez. Bu itibarla, gizli (pasif) ortakların
bulunduğu adi bir şirkette, işletme aktif ortak adına ve pasif ortak hesabına
işletildiğinden, tacir sadece aktif ortak sayılacaktır.
Tacir sıfatı açısından özellik arz eden bazı durumları kısaca
özetlemek gerekir. Şöyle ki:
 Ticaret kanunu tacir niteliğinin söz konusu olmasında özel
bir yetenek aramamıştır. Bu nedenle yasal sınırları içinde
haklara ve borçlara ehil kişiler tacir olabilir.
 Meslekleri veya özel durumları gereğince ticaret yapmaları
yasak olanlar ya da ticaret yapmaları belirli makamların iznine
ya da ruhsatına bağlı olanlar, bu yasağa rağmen ticaretle
uğraşırsa yine de tacir sayılırlar (TTK m.14). Fakat bu kişiler
hakkında ilgili mevzuatın öngördüğü yaptırımlar saklıdır
(m.16/II). Örneğin ruhsat almadan eczane işleten kişi, ticaretle
uğraşan avukat veya noter de tacir sayılır.
“ (...) gayrimenkullerin satışında aracılık yapan belediye
memurunun tellallık ücreti talep etmeye hakkı vardır” (TD
17.12.1959, 3074E, 3220K).
TTK m. 12’ de öngörülen koşulların varlığı halinde kişi, tescile gerek
kalmadan tacir sıfatını kazanmaktadır.
16
B. Tüzel Kişilerde Durum
Yeni TTK m. 16/I’e göre;
 Ticaret şirketleri,
 Amaçlarına ulaşmak için ticari bir işletme işleten dernekler
ve vakıflar,
 Kendi kuruluş kanunlarına göre özel hukuk kuralları
çerçevesinde yönetilmek veya ticari biçimde işletilmek üzere
devlet, il özel dairesi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel
kişilerince kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılır.
Vakıfların tacir sıfatını kazanma şartları konusunda yürürlükten kalkan
Ticaret Kanunu’nda bir düzenleme yoktu. Öğretide çoğunluk görüşü,
derneklere paralel şekil şartlarda vakıfların tacir sıfatını kazanması gerektiği
yönünde idi. TTK m. 16 ile vakıfların tacir sıfatını kazanma şartları açık bir
hükme bağlanmıştır.
TTK m. 16/2’ye göre;
 Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri
 Kamu yararına çalışan dernekler (Örnek :Afyonkarahisar Maden Suyu
İşletmesini çalıştıran Kızılay)
 Gelirinin yarısından fazlasını kamu görevi niteliğindeki işlere
harcayan vakıflar,
Bir ticari işletmeyi, ister doğrudan doğruya ister kamu hukuku hükümlerine
göre yönetilen ve işletilen bir tüzel kişi eliyle işletsinler, kendileri tacir
sayılmazlar.
17
TTK m. 16 hükmünde, eski TTK’dan farklı olarak amacına varmak
için ticari bir işletme işleten “vakıfların” da aynen derneklerde olduğu gibi tacir
olarak kabul edildiği görülmektedir. Ancak dernekler için “kamu yararına
çalışma” kıstası vakıflar için söz konusu olamayacağından (zira vakıflar ilke
olarak zaten kamu yararına faaliyette bulunurlar), vakıflar açısından bu hükmün
uygulanabilmesi için “gelirlerinin yarısından fazlasını kamu yararı niteliğindeki
işlere harcama” kıstası öngörülmüştür. Bu türdeki vakıflar, kamu yararına
çalışan derneklere ilişkin hükümlere tabi olacaklardır.
C.Donatma İştiraki
İki veya daha fazla kişinin müşterek mülkiyet (paylı mülkiyet)
şeklinde sahip oldukları bir gemiyi deniz ticaretinde kullanmak amacıyla
oluşturdukları birliğe donatma iştiraki denir (TTK m.1064). Tüzel kişiliği
olmayan donatma iştiraki TTK m. 17 uyarınca tacirlere ilişkin hükümlere
tabidir. Donatma iştirakinin ticaret siciline ve gemi siciline tescili zorunludur.
Fakat tescil açıklayıcı olduğundan, tescilden önce de donatma iştiraki mevcuttur.
II. TACİR SIFATININ YİTİRİLMESİ
A.Gerçek Kişilerde Durum
Gerçek kişinin tacir sıfatı ticaretin terk edilmesiyle, yani;
 İşletmenin kapatılmasıyla,
 İşletmenin kendi adına işletilmesine son verilmesiyle
(örneğin işletmenin devriyle)
sona erer. Ticareti terk eden tacirin (veya tacirin ölümü halinde ticari faaliyetini
sürdürmek istemeyen mirasçılarının), durumu 15 gün içinde ticaret siciline
bildirerek (İİK m.44/I), TTK m.31/II uyarınca kaydını sildirmesi gerekir. Aksi
takdirde iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir sıfatının son bulduğunu ileri
süremez (TTK m.36/II). Dolayısıyla tacir sıfatının tam anlamıyla son bulması
ticaret sicilinden terkin edilmekle (silinmekle) olur. Sicil memuru, durumu
Ticaret Sicil Gazetesi ile veya uygun araçlarla ilan eder. Bu ilan tarihinden
itibaren 1 yıl içinde ticareti terk eden tacir hakkında iflas yoluyla takip
yapılabilir.
B.Tüzel Kişilerde Durum
18
Tüzel kişiler açısından tacir sıfatı, tüzel kişiliğin tasfiyesinin
tamamlanıp, sicilden terkin edilmesi ve durumun ilanıyla sona erer.
C.Donatma İştiraki
Donatma iştiraki için kanunda öngörülen tasfiye sebeplerinin
gerçekleşmesi ve tasfiyenin tamamlanmasıyla donatma iştiraki sona erer.
III. TACİR SIFATINA BAĞLI SONUÇLAR
A. İflasa Tabi Olma:
Tacirler sadece ticari nitelikteki borçlarından değil, ticari faaliyetini
hiç ilgilendirmeyen borçlarından dolayı da iflas edebilirler.
İflas tacir olmanın en önemli sonucu olmakla beraber, sadece tacirler
hakkında uygulanmaz.
 TTK gereğince tacir sayılanlar,
 TTK gereğince tacir gibi sorumlu olanlar,
 Ticareti terk eden tacir 1 yıl boyunca iflasa tabidir,
 Kollektif ve komandit şirket ortakları, bu sıfatları dolayısıyla
tacir olmadıkları halde, şirket borçlarından dolayı iflas yoluyla
takip edilebilirler,
 Bankalar Kanunu uyarınca, yönetim kurulu ve kredi komitesi
başkan ve üyeleri, genel müdür ve yardımcıları ve imzaları ile
bankayı bağlayan memurlar, kanuna aykırı işlemleriyle bankanın
iflasına neden olduklarında, bankaya verdikleri zararla sınırlı olarak
iflasa tabi olurlar,
 SPK m. 32 ve 39’da belirtilen Sermaye Piyasası Kurumlarının
SPK m. 46/k’da belirtilen bazı yetkilileri de iflasa tabidir.
Alacaklı veya borçlunun istemi üzerine Ticaret Mahkemesi’nce
verilecek iflas kararı ile tacirin haczedilebilen tüm malvarlığına, bütün
borçlarına karşılık el konulur (İİK m.43/I).
19
 İflas borçlunun işlem merkezinin bulunduğu yerdeki İcra
Dairesi ve Ticaret Mahkemesi’nce verilir.
 Ticaret mahkemesinin kararıyla iflas açılmış olur ve böylece
iflasına karar verilen tacire “MÜFLİS” denir.
 İflasın açılması ile müflisin haczedilebilen tüm mal ve hakları
bir topluluk oluşturur. Buna “İFLAS MASASI” denir.
İflas Aşamaları:
-
Tasfiye duyurulur.
Alacaklılar toplantısı yapılır.
Bu toplantıda iflas yönetimi belirlenir.
İFLAS ALACAKLARI incelenir.
2. Alacaklılar toplantısı yapılır.
Masa mallarının satışı yapılır.
B. Ticaret Unvanı Kullanma:
Tacir TTK’nın öngördüğü kurallara uygun olarak bir ticaret unvanı
seçmek ve ticari işletme ile ilgili tüm işlemlerde bu unvanı kullanmak
zorundadır.
TTK m. 18- (1) Tacir, kanuna uygun bir ticaret unvanı seçmek, ticari
işletmesini ticaret siciline tescil ettirmek ve bu Kanun hükümleri uyarınca
gerekli ticari defterleri tutmakla da yükümlüdür.
C. İşletmesini Ticaret Siciline Tescil Ettirme:
Her tacir açıldığı günden başlayarak 15 gün içinde ticari işletmesini,
işletme merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirmek
zorundadır. Bir tacirin birden fazla ticari işletmesi varsa her birini ayrı ayrı tescil
ettirmesi gerekir.
TTK m. 40/1 “ Her tacir, ticari işletmenin açıldığı günden itibaren
onbeş gün içinde, ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme
merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirir.”
D. Ticari Defter Tutma:
20
Yasal olarak zorunlu görülen defterleri tutmak ve kullandığı belgelerle
birlikte 10 yıl saklamak zorundadır. Ticari defterler sahipleri aleyhine kanıt
olabileceği gibi bazı durumlarda sahipleri lehine de kanıt olabilir(6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 222). TTK m. 65’e göre, tacirler, ticari
defterlerini Türkçe tutmak zorundalardır.
TTK m. 18/I “ Tacir, ............. bu Kanun hükümleri uyarınca gerekli
ticari defterleri tutmakla da yükümlüdür.”
TTK m. 64/I “Her tacir, ticari defterleri tutmak ve defterlerinde,
ticari işlemleriyle ticari işletmesinin iktisadi ve mali durumunu, borç ve alacak
ilişkilerini ve her hesap dönemi içinde elde edilen neticeleri, bu Kanuna göre
açıkça görülebilir bir şekilde ortaya koymak zorundadır. Defterler, üçüncü kişi
uzmanlara, makul bir süre içinde yapacakları incelemede işletmenin faaliyetleri
ve finansal durumu hakkında fikir verebilecek şekilde tutulur. İşletme
faaliyetlerinin oluşumu ve gelişmesi defterlerden izlenebilmelidir.”
E. Ticaret ve Sanayi Odalarına Kaydolma:
5174 sayılı kanun gereği ticaret siciline kayıtlı tacir, mensup oldukları
ticaret ve sanayi odalarına kaydolmak zorundadırlar.
TTK m. 40- (1) Her tacir, ticari işletmenin açıldığı günden itibaren
onbeş gün içinde, ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme
merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan ettirir.
F. Öngörülü (Basiretli) İşadamı Gibi Davranmak:
Tacirler, tüm ticari etkinliklerinde, özenli ve önlemli davranmak
zorundadırlar. TTK m.18/II’de öngörülen bu yükümlülük, objektif özen
kriterinin tacir ağırlaştırılmış halidir. Bu yükümlülük uyarınca tacirin
tecrübesizliğinden ya da mevzuatı bilmediğinden söz edilemez.
Basiretli Davranma;
 Ölçülü
 Deneyimli
 Olağan
21
 Akıllı bir ileri görüşlülük, unsurlarını içerir. Misal,
 “Taşımacılık yapan davalı, deposunda yangına karşı her türlü
önlemi almış ve deposunu yıkan yangın da, yandaki keresteci
dükkanından çıkmış olsa bile, deposunu, her zaman yangın çıkması
olası bir keresteci dükkanı yanında kurmuş olması, öngörülü bir
tacir gibi davranma ilkesine aykırı düşer.” (TD. 12.2.1968,
66/1669E, 68/851K. – BATIDER, C.5, S.2, s.300).
 “tacirin hülus ve saffeti söz konusu olamaz.” (11. HD
11.3.1988, E,1804, K,1501).

“Eğer davalı, otelini yönetirken öngörülü davranmamışsa, bu
bir ticari kusurdur ve bu yönden alıcıların zararlarını, BK m. 478
ve izleyen maddelerine göre ödemekle yükümlüdür.” (TD.
20.1.1969, 68/5621E. 69/224K - TİK. 1970, C.1, s.187).
 “Bankadaki cari hesabın sahibi, köy tüzelkişisi olduğuna göre,
bu hesaptan ancak tüzelkişinin temsilcisi olan muhtar, para
çekebilir. Kaymakamın yazısı üzerine, cari hesaptan temsilci
niteliği taşımayan bir kimseye para ödeyen banka, öngörülü tacir
gibi davranma yükümüne aykırı davranmıştır.” (TD. 21.2.1969,
67/3630E, 69/888K - TİK. 1970, C.1, s.188).
 “Yangın, gemi adamlarının geminin yolculuk başında denize,
yola ve yüke elverişli olmasına gereği gibi özen göstermemiş
olmasından kaynaklanmışsa, bundan kural olarak taşıyan
sorumludur. Tersini kanıtlama yükümlülüğü, taşıyanındır.” (11
HD. 25.1.1985, 1985/74E, 1985/163K).
 “Davalı bankanın, yasaklı olan kişiye çek hesabı açıp, çek
karnesi vererek yasa kuralına (ÇÖDY. m.9) aykırı davrandığı kesin
olup, aynı Yasa’nın 2. ve TTY’nin 20 f.2. maddesinde belirtilen
öngörü ve özeni göstermemek biçimiyle kusurlu olduğunun ve bu
davranışının sonuçlarına katlanması gerektiğinin kabulü gerekir.”
(19.HD. 19.3.1993, 1992/6584E, 1993/2158K – YKD. 1993, C.19,
S.6, s.917).
 “Vermeyi yükümlendiği ilacın, Türkiye’de bulunup
bulunmadığını, teslimin sağlanıp sağlanamayacağını bilmemek,
öngörülü bir tacir gibi davranma sorumluluğuna aykırı düşer.
Böyle bir yüklenime girişen tacir, bu yüzden doğacak zararı baştan
22
göze almış demektir; bu zararla sorumlu tutulmalıdır.” (HGK.
19.1.1972, 67/4-751E, 252K- İKİDK. 1972, C.2, s.248).
 “Davalı öngörülü bir tacir gibi davranmayıp, kazı yapacağını
açıkça davacıya bildirmeyen ve arsadaki yer altı telefon hattı var
olduğunda bunun yerinin değiştirilmesi gerektiğini istemeden, kazı
yaparak zararın oluşmasına kendi kusurlu davranışıyla yol
açmıştır. Bu nedenle kusurun tamamı davalıdadır.” (11.HD.
15.10.1985, 1985/4153E, 85/5311K - YASA 1986, C.9, S.2, s.208).
 “Davacının, ‘iadeli taahhütlü mektupla gönderdiği kredi
kartının, mektubun davalı kurumun dağıtıcısınca ilgisiz kişiye
teslim edilmesi sonucu, bu kişice kredi kartı ile alışveriş yaparak,
davacı bankanın zarara uğrattığı, davalı kurumun dağıtıcısının
mektubu ilgisiz kişiye teslim etmesinin, davalı kurum yönetmeliğine
aykırı bulunduğu bir gerçektir. Ancak, davacının da bu olayda
öngörülü bir tacir gibi davranıp kredi kartını doğrudan ilgilisine
ulaştırmak için daha sağlıklı önlemler alması gerekir. Kredi
kartının taahhütlü mektupla gönderilmesinin özenli bir davranış
olmadığı ve bu nedenle de BK m. 44’e göre birlikte kusurun
bulunduğu kabul edilmelidir.” (HGK. 2.3.1995, 1995/11-12E,
192K – İKİD. 1995, S.148, s.11376).
TTK m. 18- (2) Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde
basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi gerekir. TTK m. 18-(2), boşluk
doldurucu bir hüküm olup, tacire, sözleşmeyle önceden üstlenmediği bazı
edimler yüklenmesi veya tacirin sorumluluk altına sokulması biçiminde külfet
içermektedir.
Basiretli iş adamı gibi davranma yükümü, sözleşmede açıkça
öngörülen borçlar dışında, bazı yan yükümlülüklerin de doğumuna neden olur.
Örneğin, sözleşmede öngörülmemiş olsa bile, satılan emtiayı alıcıya gönderme
borcu altında olan satıcı tacirin, sigorta yaptırmasını gerekli kılabilir.
2012 tarihli bir Yargıtay kararında2 da şu şekilde karar verilmiştir;
“Banka veya özel finans kurumu kimliği, ekonomik durumu ve ikameti ve sair
konularında gerekli araştırma ve incelemeyi yapmadan hayali bir kişi adına
hesap açarak çek karnesi vermiş ve çek karşılıksız çıkmış ise bu davranışının
sonuçlarına katlanması gerekliğinin kabulü icap eder. Davalı bankanın dava
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E. 2010/13483K. 2012/422, T. 20.3.2012 (Kazancı Hukuk
Otomasyonu)
2
23
dışı kişinin ekonomik ve sosyal durumunu zararın meydana geldiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece, olay nedeniyle tarafların müterafık
kusurlu olduğu kabul edilerek kusur durumlarının tespiti ve sonucuna göre
karar verilmesi gerekir.”
Basiretli iş adamı gibi davranma yükümü altında olan tacirin, ticari
işletmesiyle ilgili faaliyetlerinde “düşüncesizliği” veya “deneyimsizliği” söz
konusu olmayacağından, BK’nın gabinle ilgili hükümlerine dayanması da
mümkün değildir. Ancak, tacir, muzayaka (zor durumda kalma) halinde ise,
gabinden yararlanabilir.
G. Ücret ve Faiz İsteme:
TTK madde 20’ye göre, tacir olan veya olmayan bir kişiye, ticari
işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, uygun bir ücret
isteyebilir. Ayrıca, tacir, verdiği avanslar ve yaptığı giderler için, ödeme
tarihinden itibaren faize hak kazanır.
“Banka, bir ticari işletmedir ve ücretsiz veya karşılıksız güvence
mektubu vermesi düşünülemez. TTK m.22 gereğince, görmüş olduğu bir iş
karşılığında ücret istemekte haklıdır” (11 HD 1.6.1989 , E.6283, K.3313).
H. Ücret ve Cezanın İndirilmesini İsteyememe:
Taraflar sözleşmelerde cezanın niceliğini ve niteliğini istedikleri gibi
belirleyebilirler. Ancak hâkim aşırı gördüğü cezaları indirir. Bununla birlikte
tacir durumunda bulunan borçlu aşırı ya da ağır olduğu iddiasıyla ücret ve
cezanın indirilmesini isteyemez. .
TTK m. 22- (1) Tacir sıfatını haiz borçlu, Türk Borçlar Kanununun
121 inci maddesinin ikinci fıkrasıyla 182 nci maddesinin üçüncü fıkrasında ve
525 inci maddesinde yazılı hâllerde, aşırı ücret veya ceza kararlaştırılmış
olduğu iddiasıyla ücret veya sözleşme cezasının indirilmesini mahkemeden
isteyemez.
Tacirin indirim isteyememesi hali sadece “fahiş olma” gerekçesine
münhasırdır. Buna mukabil ahlaka veya emredici hükümlere aykırılık
durumunda ücret veya cezai şartın indirilmesi ve hatta kaldırılması söz konusu
olabilir.
24
“BK’nın m.161/III uyarınca yargıç, aşırı gördüğü cezaları indirmekle
ödevlidir. Borçlu ileri sürmese bile yargıcın, ceza koşulundan indirim yapılıp
yapılmayacağını görevinden ötürü değerlendirmesi gerekir. Ceza koşulunun
aşırı olup olmadığı; yanların iktisadi durumu, özel olarak borçlunun ödeme
yeteneği ile birlikte borcunu yerine getirmemiş olması dolayısıyla sağladığı
çıkar, borçlunun kusur oranı ve borca aykırı davranışın ağırlığı ölçü alınarak
belirlenmeli ve karar altına alınacak ceza tutarı, hakkaniyet kurallarına uygun
olarak saptanmalıdır.” (13 HD. 2.5.1994, E.3591, K.4278- İKİD.1995, S.409,
s.1084).
Yeni BK’nın bazı hükümleri ( m.121/1, 182/III ve 525), borçlunun
sözleşmede kararlaştırılan bir ücret veya cezai şartın indirimini talep etme
hakkını düzenlemiştir. Yeni TTK m.22’de yürürlükten kalkan Kanun gibi bu
hakkı tacirden esirgemiştir. Çünkü tacir basiretli olmak zorundadır ve onun için
özel bir koruma gereksizdir. Fakat, Yargıtay bu kurala istisna tanımış ve
kararlaştırılan ücret ve cezai şartın ekonomik açıdan tacirin mahvolmasına yol
açacak nitelik taşıması durumunda BK 26-27 gereğince ahlak ve adaba aykırılık
çerçevesinde davranılması gerektiğine karar vermiştir
Yargıtay söz konusu kararını şu şekilde gerekçelendirmiştir. “Türk
Ticaret Kanunu'nun 24. maddesi "Tacir sıfatını haiz bir borçlu, Borçlar
Kanunu'nun 104. maddesinin 2. fıkrasıyla 161. maddesinin 3. fıkrasında ve 409.
maddesinde yazılı hallerde, fahiş olduğu iddiasıyla bir ücret veya cezanın
indirilmesini mahkemeden isteyemez" hükümünü içermektedir. Belirtilen hükme
göre cezai şartın tenkisi tacir sıfatına haiz borçlu tarafından istenemez ise de
B.K.nun 19-20 ve B.K.nun 161/2. maddeleri gereğince cezai şart tacir
borçlunun ekonomik olarak mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise
bu husus genel adap ve ahlaka aykırı sayılacağından mahkemece cezai şartın
tamamen veya kısmen iptaline karar verilmesi mümkündür. Bu durumda
mahkemece tarafların iktisadi durumu, davalı borçlunun ödeme gücü ve
kabiliyeti göz önüne alınıp tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar
verilmesi gerekirken somut olayda uygulama yeri bulunmayan B.K.nun 44.
maddesi dikkate alınarak yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet
görülmemiştir. (YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ , E. 2010/11107 , K.
2011/4427, T. 5.4.2011)
Yargıtay yine bir başka kararında “Mahkemece, davalı şirkete ait tüm ticari
defter ve kayıtlar ile belgeler getirtilerek, davalının mal varlığını oluşturan
menkul ve gayrimenkulün, üçüncü kişilerdeki hak ve alacakları ve bu suretle
aktifini oluşturan tüm unsurlar incelenmeli, sözleşmede belirlenen cezai şartın
ödenmesi davalının ekonomik açıdan çökmesine sebebiyet verdiğinin
anlaşılması halinde makul bir miktara indirilmeli, ne miktar cezai şart
ödenebileceği hususunda taraf ve Yargıtay denetimine elverişli uzman bilirkişi
25
veya bilirkişi kurulundan rapor alınmak suretiyle belirlenmeli ve sonucuna göre
hüküm kurulmalıdır.” şeklinde karar vermiştir. (YARGITAY 13. HUKUK
DAİRESİ E. 2009/13890 K.2010/5262T. 19.4.2010)
I. Ticari İş Karinesine Tabi Olma:
Yukarıda da izah edildiği üzere tacirlerin yaptığı tüm işlemlerin ve tüm
fiillerin ticari olması asıldır. Tacir olan kişi bu karineye tabidir
TTK md. 19/2 “Taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan
sözleşmeler, Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, diğeri için de ticari iş
sayılır.”
İ. Ticari Örf ve Adete Tabi Olma:
Tacirler hakkında ticari örf ve adet mutlaka uygulanır. Oysa tacir
olmayanlar hakkında bunların uygulanması, tacir olmayanların bildiği veya
bilmesi gerektiği durumlarda söz konusu olur.
TTK m. 2/3 “Ticari örf ve âdet, tacir sıfatını haiz bulunmayanlar
hakkında ancak onlar tarafından bilindiği veya bilinmesi gerektiği takdirde
uygulanır.”
J. Fatura Vermek:
Ticari işletmesi gereği bir mal satmış veya üretmiş ya da bir iş görmüş
veya çıkar sağlamış olan tacirden, karşı taraf kendisine fatura verilmesini, bedeli
ödenmişse bunun faturada gösterilmesini isteyebilir. Oysa tacir için fatura
vermek, VUK bağlamında zorunluluktur (VUK m.232).
TTK m.21/1 “Ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir
iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir
fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini
isteyebilir.”
K. Fatura ve Teyit Mektubuna İtiraz Etmek:
Bir fatura alan taraf, aldığı günden başlayarak 8 gün içinde faturanın
içeriğine itiraz etmez ise o içeriği kabul etmiş sayılır (m.21/II). Bu kural faturayı
26
alan tarafın tacir olmaması durumunda uygulanmamalıdır. Aksi durum
hakkaniyete ters düşebilir.
TTK m. 21/2 “Bir fatura alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün
içinde, faturanın içeriği hakkında bir itirazda bulunmamışsa bu içeriği kabul
etmiş sayılır.”
Faturaya itiraz edilmemesi, sözleşmenin mevcut olduğu, işin
görüldüğü ya da faturadaki malın teslim edildiği anlamına gelmez. İtiraz şekle
bağlı değildir.
“Faturaya karşı çıkma, herhangi bir biçime bağlı değildir.
Düzenlenip gönderilen faturanın kabul edilmeyip, 8 günlük süre
içinde taahhütlü mektupla davacının posta kutusu adresine geri
gönderilmesi veya kendisine elden geri verilmesi, faturaya yasaya
uygun olarak karşı çıkma anlamına gelir” (11 HD. 15.12.1977,
E.77/5304, K.77/5594).
Sözlü olarak ya da telefon veya telgrafla yapılan bir sözleşmenin veya
bir beyanın içeriğini teyid etmek için karşı tarafa gönderilen belgeye teyid
mektubu denir. Yeni TTK m. 21-3’te beyan araçları çağın gereklerine uygun
olarak düzenlenmiştir ve “Telefonla, telgrafla, herhangi bir iletişim veya bilişim
aracıyla veya diğer bir teknik araçla ya da sözlü olarak kurulan
sözleşmeler”den söz edilmiştir. Teyit mektubunu alan taraf 8 gün içinde buna
itiraz etmezse, yazılı metinin daha önce yapılan sözlü görüşmeye uygun
olduğunu kabul etmiş sayılır. Fatura sözleşmenin ifa aşamasına ilişkin bir belge
iken teyid mektubu sözleşmenin kuruluş aşamasına ilişkindir.

“Fotokopi senet sayılmaz” (TD 3.1963, E.3913 K.1399).
 “Taraflar arasında sözlü olarak, telefon veya telgrafla
yapılmış bir sözleşmenin doğrulanması söz konusu olmaksızın
satılan mal bedelinden kalan para alacağının istenmesine ilişkin
mektup, doğrulama mektubu olarak kabul edilemez” (TD
26.1.1968, E.66/2372 K.68/496).

“Üzerinde ayrıca kökenine uygunluğunu belirten onama
yazısı bulunmadıkça fotokopi, düzmecilik suçunda öngörülen
geçerli belge değildir” (6 CD 9.11.1981 E.981/6282, K.981/7084).
L. Her İki Tarafın Tacir Olmasına Bağlı Özel Hükümler:
27
1. İhtar ve İhbarları Belli Biçimde Yapmak:
Yeni TTK ya göre “Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde
düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya
ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik
imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır” (m. 18-3). Ayrıca
yürürlükten kalkan kanunda geçerlilik koşulu olarak öngörülen biçimsel unsurlar
Yeni TTK sisteminde ispat şartı olduğu Yeni TTK’nın gerekçesinde açıkca
belirtilmiştir.
 “TTK m. 20/III’e göre, tacirler arasında sözleşmeyi bozma, noter
aracılığıyla veya iadeli taahhütlü mektupla ya da telgrafla
yapılması gerekir. Bu biçim bir geçerlilik koşuludur. Davalı, bozma
bildirimini bu biçimlerden birine uymadan faksla yapmış olduğuna
göre davalının bu bozması geçerli değildir” (11 HD 27.4.1995
E.95/1236, K.95/3821).
2.Hapis Hakkını Kullanmada Kolaylıktan Yararlanma: Hapis
hakkı, şartların gerçekleşmesi durumunda alacaklıya, zilyetliği altında bulunan
borçluya ait menkul malları veya kıymetli evrakı iade etmeyerek, alacağına
karşılık teminat olarak el koyması hakkını veren ayni haktır (MK m.950). Bir
kişinin hapis hakkını kullanabilmesi için;
 Alacaklı borçluya ait taşınır bir eşyaya borçlunun rızası ile zilyet
olmalıdır.
 Alacak muaccel olmalıdır ya da borçlunun aczi söz konusu
olmalıdır.
 Alacak ile zilyetlik konusu eşya arasında illiyet bağı olmalıdır.
28
Download