Kanuni`nin Batı Politikası

advertisement
Lİ
SE
Sİ
EG
E
Ö
ZE
L
ADEM ELGİT
DENİZ MARMASAN
MAHMURCAN AKTAŞ
MELİH ÖZTEKİN
R.SERHAT İŞBECER
PROJE DERSİ:TARİH
SINIF:10/C
PROJE DANIŞMANI:
PERİHAN BETÜL ERNAS
ÖZEL EGE LİSESİ
2005/İZMİR
İÇİNDEKİLER
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
Sayfa
1.ÖNSÖZ........................................................................................................... ........1
2.TEŞEKKÜR ............................................................................................................3
3 BATI NEDİR?...........................................................................................................4
4.KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN BATI POLİTİKASI..............................................5
1)Kanuni Sultan Süleyman’ın Hayatı................................................................5
2)Kanuni Tahta Çıktığında Avrupa’nın Karalardaki Durumu............................5
3)Seferler .........................................................................................................6
...a) Belgrat Seferi........................................................................................ 6
...b) Mohaç Meydan Savaşı ........................................................................... 7
...c) 1.Viyana Kuşatması ................................................................................. 8
d) Alman Seferi .............................................................................................8
e) Boğdan Seferi ......................................................................................... .9
f) Hint Deniz Seferleri ................................................................................ 10
g).Budin Seferi ......................................................................................... 11
...h) 2.Avusturya Seferi ................................................................................. 11
ı) Malta Seferi .............................................................................................12
j) Zigetvar Seferi ....................................................................................... 13
4) Osmanlı Fransız İlişkileri ve Kapitülasyonlar ........................................... 13
5.KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLETİNDE KÜLTÜR
VE MEDENİYET
...a) Osmanlı kültürünün kaynakları ...............................................................15
b) Osmanlı İmparatorluğunun Karakteri .....................................................15
c) Toprak Yönetimi .....................................................................................16
...d) Ordu .......................................................................................................16
e) Maliye .....................................................................................................17
...f) Saray ...................................................................................................... 18
(1)Harem ................................................................................................18
(2) İç Hizmetler ....................................................................................... 19
......(3) Dış Hizmetler .................................................................................... 20
...g) Mimari ................................................................................................... 20
...h) Osmanlı Mimarisinin Şaheseri Süleymaniye Camii ............................. 20
(1) Dörtgen Plan .................................................................................... 21
(2) Minare ve Şerefeler .......................................................................... 21
(3) Muhteşem Akustik ............................................................................ 21
(4) Kubbenin Sırrı .................................................................................. 22
(5) İnşaatta Kimler Çalışmadı ki? .......................................................... 22
...İ) Yazı ve Edebiyat ................................................................................... 23
6. KANUNİ’DEN SONRA ....................................................................................... 24
7. SONSÖZ ............................................................................................................ 25
8. KAYNAKÇA ....................................................................................................... 27
9. RESİM KAYNAKÇASI ....................................................................................... 27
2
ÖNSÖZ
Dostlarım;
Lİ
SE
Sİ
Ne bugün dün yaşayanların olabildi, ne de yarın bizim olabilecek. Fakat “erdemli”
diye anlatılan insanoğlu hep yarını için, asla göremeyeceği torunları için çalışmıştır.
Birçok bilim ve sanatın da çıkış kaynağı olan bu düş, “Tarih” bilimini de ruh vermiştir.
“Tarih”, yarına dünü anlatmaktır. Yarın dünü bilsin, yarın dün olanlardan ders alabilsin
diye.
EG
E
Aslında bu kağıtlarda yazan her harf, yüce öğretmenlerimizi her gün, bıkmadan ve
usanmadan okula getiren güç, seni buraya getiren şey, ağaç diken nenenin amacı,
demire çarpan çekicin sesi de aynı şey için var olur, aynı şarkıyı söyler.
Ben de bunun için uğraşıyorum, siz de… Amacımız müziğin edasına kendimizi
kaptırmak. Ben de seviyorum bu şarkıyı, siz de aziz dostlarım… Bu varlığın içinde
varolmak, insan olmak…
Ö
ZE
L
İnsanoğlunu bir adım öne atabilme arzusu… Milyarların gelip geçtiği bu dünyada ,
insanoğlu denilen güç ve birliktelik deryasına bir damla katabilmek. Bir küçücük imza
misali…
Bu düşe ortak olan ve bu amacın uğrunda saatlerini harcayan arkadaşlarımı takdir ve
tebrik ediyorum.
Bunu yapabilmeyi öğrenmek, bir şeyin varlığı uğruna zaman harcamanın önem ve
kıymetini kavrayabilmek önemli bir mücevher, değerli bir hazinedir.
Bu iş için yorulmaktan zevk alan dostlarım biliniz ki bir emel kazanmak, “amaç” ve
“hedef” gibi değerleri oluşturmak okulda öğreneceğiniz en değerli şeylerden biridir.
Ayrıca tarihe hizmet etmek, “yurtseverlik” ve “insan severlik” gibi iki olumlu
özelliğinizin gelişimine, kişiliğinizin düzgün bir şekilde oluşmasına faydalı olacaktır.
3
Son olarak, tarihi seviniz ve onu ileri ki nesillere aktarınız; fakat ”savaş”ları,
“kıyım”ları, “katliam”ları, bir hayali kırmızı çizgi uğruna insanların birbirini kesmesini
hoş görmeyiniz ve görülmesine müsaade etmeyiniz.
Lİ
SE
Sİ
Ömür boyu azim ve mutluluklarınız derya olsun…
Ö
ZE
L
EG
E
“Güneş sizinle olsun!”
Remzi Serhat İşbecer
4
TEŞEKKÜR
Sayın Perihan Betül Ernas’a;
-çok sevdiğimiz tarih öğretmenimize-
Lİ
SE
Sİ
Sevgili Özel Ege Lisesi öğretmenlerine;
Okul kütüphanesi ve sevgili çalışanlarına;
Teknik yardımları için sayın İskender Koşar’a;
Aziz dostlarımıza;
Unuttuklarımıza;
Herkese;
EG
E
Ailemize;
Ö
ZE
L
teşekkürlerimizle…
5
BATI NEDİR?
“Batı nedir?”sorusu birçok perspektiften farklı yorum ve sonuçlarla incelenebilir, bu
sonuçlar birbiriyle çelişmek yerine birleştirerek ortak bir batı kavramına yön verebilir.
Lİ
SE
Sİ
Bu konuda jeologların da, felsefecilerin de, Türklerin de söyleyecek çok sözü olabilir.
Türk Dil Kurumu’nun 1994 yılında Ankara’da bastığı “Okul Sözlüğü”ne göre batı;
“yeryüzündeki başlıca dört yönden güneşin battığı yön, günindi, garp” olarak
açıklanabilir.
Fakat bir gerçek vardır ki, Türkler tarih boyunca güneşin battığı yönde bir şeyler
aramış ve batının tılsımına, güneşin kaybolduğu yöne sürekli ilerlemişlerdir.
EG
E
Bu ilerleyiş Kavimler Göçü’nü ve yeni bir çağı getirdiği gibi, “Tanzimat”tan günümüze
kadar süren fikri bir ilerleyişte de devam etmiştir.
Ö
ZE
L
Türkler için “batı” hep bir takip çizgisi olmuştur. Güneşin batmasını sevmeyen Türkler,
güneşin ardından yürümüşlerdir…
6
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN BATI
POLİTİKASI
Lİ
SE
Sİ
1) KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN HAYATI
Kanuni Sultan Süleyman 27 Nisan 1495’te Trabzon’da doğmuştur. Babası Yavuz
Sultan Selim,annesi Hafza Hatun’dur. Kanuni Sultan Süleyman yuvarlak yüzlü,ela
gözlü ve uzun boyludur.
EG
E
Kanuni Sultan Süleyman devri,Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir
olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim onu çok titiz bir şekilde yetiştirmiştir. Çok iyi bir
terbiye ve tahsil görmüştür.15 yaşına kadar babasının yanında kalan Şehzade
Süleyman,sancak istemesi üzerine,önce Şarki Karahisar’a oradan da Bolu,kısa bir
süre sonra da Kefe sancak beyliğine tayin edildi. Yavuz Sultan Selim’in 1512’de tahta
geçmesi üzerine Şehzade Süleyman İstanbul’a çağrılmıştır ve Saruhan
sancakbeyliğine gönderilmiştir. Babasının ölümünden sonra da,30 Eylül 1520’de 25
yaşındayken Osmanlı tahtına geçmiştir.
Kanuni çok ciddi,kendinden emin,azimli ve irade sahibi birisiydi. Yapacağı işlerde hiç
acele etmez ve geniş düşünürdü. Kendisine “Kanuni” denmesi yeni kanunlar
çıkarmasından değil varolan kanunları sıkı bir şekilde uygulatmasındandır.
Kanuni büyük bir devlet adamı olmasının dışında ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden
birisi şudur:
Ö
ZE
L
“Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda,bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi”.
Girdiği birçok seferden galip ayrılan ve Osmanlı Devleti’ne en parlak devrini yaşatan
Kanuni Sultan Süleyman,7 Eylül 1566 yılında 71 yaşındayken vefat etti.
2) KANUNİ TAHTA ÇIKTIĞINDA AVRUPA’NIN KARALARDAKİ
DURUMU
Batıda yeni gelişmeler oluyordu. Bütün Avrupa, Almanya ve İspanya’nın genç ve
dinamik hükümdarı Şarlken’in önderliğinde birleşmeye çalışıyordu. Şarlken’in
imparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Şarlken’in
babasının ölümü, onu kendi topraklarına ek olarak Borgondiya, İsviçre ve
Avusturya’nın da hükümdarı durumuna getirmişti. 1504 yılında kraliçe İsabella’nın
ölümü Şarlken’i bu kez İtalya, Akdeniz ve Kuzey Afrika’nın mirasçısı durumuna
getirdi. Annesinin akıl hastası olması gerçeği tahta çıkıp yönetimi devralmasını
7
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
kesinleştirdi. Şarlken 1519 yılında Mukaddes Roma-Germen İmparatoru seçildi.
Bunun sonucunda da Habsburglar bayrağı altında, ragon, Napoli, iki Sicilya ve
Kastilya devletçiklerini birleştirdi. Şarlken’in durumu teyzesinin İngiltere kraliçesi
olması nedeniyle daha da güçlenmişti. Kız kardeşinin Danimarka hükümdarı ile
evlenmesi, nüfuzunu İskandinav ülkelerine kadar uzatıyordu. Belçika ve Hollanda
toprakları zaten daha önce İspanya topraklarına katılmışlardı. Avrupa’nın öteki güçlü
devletleri Fransa, Portekiz ve İngiltere idi. Bu devletlerin yanı sıra, Almanya-İspanya
İmparatorluğunun böyle güçlenmesi Osmanlı İmparatorluğu için büyük bir tehlikeydi.
I. François’nın yönetimindeki Fransa, dini karışıklıklar yüzünden Almanya’ya büyük
bir kin besliyordu. Geçmişte hazırlanan Haçlı Seferlerinde varlığını kuvvetli bir şekilde
duyuran I. François, Şarlken’in Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğunun başı
olması konusunda yeni bir Haçlı Seferinin hazırlığına çok faal bir şekilde katılmış ve
Avrupa devletleri arasında büyük bir üne sahip olmuştu. Fakat şimdi o da
Almanya’dan büyük bir darbe yemiş, Fransa’nın bazı toprakları Almanya’nın eline
geçmişti; bu nedenle Fransa çok küçülmüştü. İngiltere tahtında VIII. Henri vardı. 100
yıl savaşı adı verilen savaş, gücünü çok sarsmış olduğundan, kendinden daha
kuvvetli olan Fransa’ya öldürücü bir darbe vurmaya cesareti yoktu. Macaristan ise
büyük Türk akınlarına uğramış, bütün gösterişli davranışlarına rağmen Almanya
İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında bir tampon görevi yapmaktan
kurtulamamıştı. Bu büyük Macar Krallığı, Türk ve Alman saldırılarına karşı kendini
savunamaz bir duruma gelmiştir. Rusya, daha imparatorluk haline ulaşamamıştı.
Doğu Avrupa’da büyük Altınordu İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasından sonra
ortaya çıkan küçük Türk devletleri arasında en çok toprağa sahip olan hanlık, Kırım
Hanlığı idi; Onlar Osmanlı Devletine zaten bağlıydılar. Denizlerde yapılan yeni
keşiflerin yanı sıra ortaya çıkan Rönesans hareketi de Avrupa’yı yeni yeni ufuklara
doğru götürmekteydi. Avrupa, çok büyük bir ekonomik ve kültürel gelişme yoluna
girmişti. Rönesans, İtalya’da büyük yenilikler yapmıştı. Bu hareket, öteki Avrupa
ülkelerinde, özellikle Fransa ve Almanya’da süratle yayılma yoluna girecek ve
buralarda da İtalya’daki gelişmeler görülecektir. İşte Kanuni Sultan Süleyman böyle
bir dönemde Osmanlı tahtına çıkmıştı.
3) SEFERLER
A) BELGRAT SEFERİ
Fatih zamanında Sırp yönetiminde iken Türklere karşı savunulamayacağı anlaşılan
Belgrat,Macar yönetimine bırakılmıştır.Fatih zamanında iki kez kuşatılmasına rağmen
alınamamış hatta ikinci kuşatma sırasında Fatih’te yaralanmıştı.Selim zamanında ise
bazı sınır olayları dışında iki taraf arasında savaşı gerektirecek bir durum ortaya
çıkmamıştır.Ancak Macar Kralının İzvornik’e saldırarak şehrin beyini öldürmesi
antlaşmayı bozmuştur.Antlaşmayı bir yıl uzatan Selim’in Macarlara karşı alacağı
tutum henüz belli olmadan padişah vefat etmiştir.Sultan Süleyman’ın tahta çıkışını
bildirmek üzere elçi olarak Macar Kralına gönderilen Behram Çavuş’un öldürülmesi
üzerine Macarlara karşı sefere çıkılması kararlaştırılmıştır.Selim zamanında üç yıl
veziri azamlık yapan Mehmet Paşa(Piri) esaslı bir planla harekete geçilmesini
istiyordu.Bu amaçla veziri azam çok sayıda tımarlı sipahi ile Belgrat’a gönderildi ve
Tuna’nın sağ kıyısından ve uzaktan kuşatılması kararlaştırıldı.Bu amaçla 50 küçük
8
B) MOHAÇ MEYDAN SAVAŞI
Lİ
SE
Sİ
gemi ile Tuna’ya savaş malzemeleri gönderildi.Üçüncü vezir Ahmet Paşa
kumandasındaki birlikler önce Sava nehri üzerinde önemli konumda bulunan
Böğürdelen(Sabaç) kalesini fethetti.Kaleyi gezen Sultan Süleyman “ilk fethettiğim
kale budur” diyerek buranın genişletilmesini ve bir içkale yapılmasını emretti.Bu
kalenin fethinden sonra ırmağın karşı tarafındaki Sirem’de ele geçirildi.Bu sırada
Mehmet Paşa Belgrat’ı kuşatmakta idi.Sultan Süleyman’la birlikte bulunan ve
Mehmet Paşa’nın rakibi olan üçüncü vezir Ahmet Paşa Macarların başkenti Budin’in
fethedilmesini ileri sürüyor,deneyimsiz padişahı yanıltıyordu.Ancak ikinci vezir
Mustafa Paşa,Mehmet Paşa ile görüştükten sonra Belgrat’ın önemini anlamıştır ve
bunu padişaha arz etmiştir. Bunun üzerine Budin’e yürümekten vazgeçilmiş Belgrat’ın
fethine karar verilmiştir.Zaten bir aydır Mehmet Paşa komutasında sürdürülen
kuşatmaya dayanamayacağını anlayan kale muhafızı,kaleyi teslim etmiştir(30
Ağustos 1521).Kalede oturanların bir kısmı Macaristan’a gitmiştir.Sırplı aileler
İstanbul’a
gönderilmiş
ve
Yedikule
civarında
Belgrat
mahallesini
kurmuşlardır.Böylece Osmanlı sınırlarına alınan Belgrat,Avrupa seferlerinde Osmanlı
ordusunun en önemli üslerinden biri olmuş,bu nedenle Darülcihad adını almıştır.
Ö
ZE
L
EG
E
Osmanlılar Rumeli’ye geçtiklerinden itibaren,Macarları düşman ya da düşmana
yardımcı durumda görmüşlerdir. Bu düşmanlıkları Osmanlıların Belgrat’ı ve diğer bazı
kaleleri almalarıyla daha da artmıştır. Belgrat’ın fethi Avrupa’da yapılacak fetihlere yol
açan önemli bir etken olmuştu. Belgrat’ın alınmasından sonra Macaristan,
Hırvatistan,Transilvanya(Erdel) ve Dalmaçya Türk akınlarına maruz kalmıştır.
Hüsrev(Gazi),Sinan ve Bali Bey’in akınları Mohaç savaşına kadar sürmüştür.23
Nisan 1526 tarihinde Sultan Süleyman 100 bin kişilik bir orduyla hareket etti. Orduya
daha sonra Anadolu ve Rumeli tımarlı sipahilerinin de katılmasından sonra ordu 3
ayda Belgrat’a ulaşmıştır. Bu sırada Veziri azam İbrahim Paşa Macaristan’da Tuna
nehri üzerinde bulunan Petro Varadin’i,Bosna beyleri de Sinem’deki kaleleri aldılar.
Tuna boyunca ilerleyen Osmanlı ordusu İyluk ile 11 kaleyi ele geçirdikten sonra Ösek
kalesini fethetti. Öte yandan Osmanlıların Macaristan’a geleceğini öğrenen Macar
kralı II.Layoş, bir yandan savaşa hazırlanırken bir yandan da Avrupa kral ve
prenslerinden yardım istemiştir. Bu sıralarda Osmanlı ordusu Tuna nehri boyunca
ilerliyordu ve karşılarına Macar askerleri çıkmıştı. Çok kısa süren bir mücadeleden
sonra Osmanlı bu saldırıyı bastırmıştı fakat Macarlar Osmanlı’nın asıl ordusunun
Mohaç ovasında olduğunu öğrenmişlerdir. Asıl amacı Macar başkenti olan Budin’i
almak olan Osmanlı ordusu savaş düzeni alarak yavaş yavaş ilerliyordu. Osmanlı ve
Macar ordusu tüm savaş hazırlıklarını tamamlamıştı. Macar ordusu 40-50 bin kişilik
dev bir orduydu. Osmanlılar bu ordunun karşısında durulamayacağını biliyordu ve bu
nedenle yeniçeriler geriye alınarak ve birbirine zincirle bağlı toplar yerleştirilerek yeni
bir savaş düzeni alındı.29 Ağustos 1526 Çarşamba günü savaş başladı. Çok
kalabalık Macar ordusunda Alman,Leh,Çek,İtalyan ve İspanyollar da bulunuyordu.
Macarların Osmanlı’nın yeni savaş düzeninden ve planından haberi yoktu ve savaşı
kazanacaklarını ümit ediyorlardı. Osmanlılar ise Macarları merkeze çekerek imha
etmek istiyorlardı. Macar kumandanlarından Piyer Petreney ile papaz Pol
Tomori,bütün kuvvetleriyle Rumeli askerlerine saldırdılar,Osmanlılar geri çekilerek
onları içeri çektiler,yandan Anadolu kuvvetlerinin baskısıyla iyice topların yanına
getirildiler ve Macarlar padişahın bulunduğu Osmanlı merkez hattına saldırdılar.
9
Başarılı olduklarını sanan Macar kuvvetleri daha da içeri girdiler. Bu sırada Markzali
adlı bir fedai,Süleyman’ı yaraladı fakat Süleyman yerini terk etmedi ve savaşa devam
etti. İçeride kalan Macar kuvvetlerine karşı 300 top ateşe başladı. Bunun üzerine
Macar ordusu paniğe kapıldı ve Macar Kralı Macar kralı öldürüldü. Daha sonra Bali
Bey tarafından sıkıştırılan bir Macar birliği ise darmadağın olmuştur. Mohaç savaşı 2
saat sürmüştür ve bu çok kısa savaş sonunda Macar krallığı tarihe karışmıştır.
C) I.VİYANA KUŞATMASI
Lİ
SE
Sİ
Mohaç zaferinin ertesi günü şehir savaşsız bir şekilde Osmanlı’ya teslim olmuştur ve
Budin kalesinin anahtarı Kanuni Sultan Süleyman’a verilmiştir.
EG
E
Mohaç’ta Macaristan ordusunu tamamen yok edip bölgeyi,Osmanlı sınırlarına katan
Kanuni Sultan Süleyman,bölgenin Osmanlı Devleti’ne bağlı bir krallık olan ve Mohaç
Muharebesine katılmayan Transilvanya (Erdel) voyvodası Zapolya’ya verilmesine
karar vermiştir. Macar asiller meclisi Zapolya’yı kral tanımıştır. Macar krallığının
Bohenya tacına bağlı olan ve Osmanlı ordularının girmediği Bohenya, Moravya,
Slovakya ve Silezya gibi ülkeler,Mohaç’ta öldürülen Macar kralının karısı ve İspanya
Almanya İmparatorunun kardeşi olan Avusturya Arşidükü Ferdinand’a kaldı. Kanuni
İstanbul’a döndükten sonra harekete geçen Ferdinand kendini Macaristan ve
Bohenya kralı ilan ettirdi. Ağabeyinin de desteğini alarak iyice güçlenen Ferdinand,
Tokay Meydan Muharebesi’nde Zapolya’yı yenerek Budin’i almış ve Macaristan’ın
büyük kısmını ele geçirmiştir. Bunun üzerine Zapolya,Kanuni’den yardım istemiştir.
Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Devleti için kötü sonuçlar doğuracak bu duruma
müsaade edemezdi. Derhal sefer hazırlıklarına başladı. Bu sırada Ferdinand’ın
elçileri toprakların geri verilmesi karşılığında barış isteğinde bulundular ancak Kanuni
kabul etmedi.
Ö
ZE
L
İstanbul’dan hareket eden Sultan Süleyman’ın birliklerine Zapolya’nın 6000 askeride
katıldı. Önce Budin’i kuşatan Süleyman Han teslim teklifinin reddi üzerine şiddetli bir
Muhasara savaşı başlattı. Osmanlı’ya karşı duramayacağını anlayan Boğdan
voyvodası antlaşma imzaladı. Budin’de muhafız bırakan Kanuni Viyana’ya yürüdü.
Kanuni’nin 120 000 kişilik bir orduyla Viyana’ya yürüdüğü haberi duyulunca sadece
Almanya’da değil,tüm Avrupa’da müthiş bir telaş ve korku başlamış,Viyana’ya yardım
kampanyası açılmış ve Avrupa’nın her yerinden Yardım kuvveti akın akın gelmeye
başlamıştır. Osmanlı ordusunun haşmetinden büyük bir korkuya kapılan Ferdinand
alelacele şehri terk etmiştir. Kanuni Viyana’ya gelirken hiçbir zaman kaleyi alma
gayesi gütmemiş,sadece gözdağı vermek istemiştir. Çünkü Macaristan’da henüz
yerleşmemiş İslam idaresi varken Viyana’nın da alınıp askerlerin geniş bir alana
yayılması stratejik bakımdan hatalı olurdu. Kaleyi muharasaya başlayan Kanuni,17
gün boyunca şehrin surlarını iyice tahrip etmiştir. Bir Osmanlı güllesinin isabetiyle
kale komutanı da ölmüştür. Alman ordusunun da Osmanlı ordusuna karşı
çıkamayacağı anlaşılmış ve muhasara kaldırılmıştır. Kanuni Alman imparatorluğuna
bağlı ülkeleri baştan başa çiğnetip önce Budin’e sonra İstanbul’a dönmüştür.
10
D) ALMAN SEFERİ
EG
E
Lİ
SE
Sİ
Mukaddes Roma-Germen İmparatoru Şarlken’in ve kardeşi Avusturya ve Bohemya
Kralı Ferdinand’ın Macaristan’ın içişlerine karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan
Süleyman Handan yardım istedi. Pâdişah, 25 Nisan 1532’de Alman seferine çıktı,
Padişah, Alman imparatorunu savaşa davet ettiği için bu seferki seferi ona karşı
yöneltmişse de Şarlken, ortalarda görünmüyordu. Her tarafa saldıran ve Almanya
içlerine kadar giren akıncılar, imparatordan bir haber alamıyorlardı. Bu sırada Viyana
yakınlarındaki Lintz’de bulunan Şarlken, “Türkler ikinci kez Viyana’ya yürüyecek
olursa nasıl karşı konulabileceği hususunu”, topladığı bir mecliste müzakere
ediyordu. Meclis, Türklerin Viyana’ya yürümelerine kadar durumun incelenmesini
uygun gördü, daha doğrusu hiç bir şeye karar veremedi. Şarlken, çeşitli uluslardan
oluşan 250 bin kişilik bir orduya sahip ise de savaşmaya cesaret edemiyordu, çünkü
yenilgisi halinde, Fransa’ya karşı çok kötü bir duruma düşebilirdi. Öte yandan
Osmanlı ordusu, irili ufaklı 15 kaleyi fethettikten sonra Viyana yolu üzerindeki Gons
kalesini de üç hafta süren bir kuşatmadan sonra fethetti. Eski merkezlerden olan
Gradcaş da alındı. Bu Alman seferinde Osmanlı ordusunun mevcudu, 200 binden
fazla idi; ayrıca orduda çekaloz adı verilen gülle atan 300 küçük top vardı. Çok
geçmeden imparatorun ortaya çıkmadığı, bir kez daha görüldü ve mevsim geçtiği için
güney yoluyla geri dönülme hazırlıklarına başlandı. Sultan Süleyman, savaşa
girişemeyen Şarlken ile kardeşi Avusturya kralı Ferdinand’a ağır mektuplar gönderdi.
Budin’in güneyinden Slovenya’ya girildi ve burası cizye ve haraca bağlandı. Yedi ay
süren bu seferden sonra padişah, Kasım 1532 sonlarına doğru İstanbul’a döndü.
Osmanlı Sultanının Alman Seferi de, düşman ülkesinin ezilmesi ve Avusturyalılardan
birçok kaleyi almasıyla neticelendi. Sultan Süleyman Hanın, Alman Seferi
münasebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından korkup, meydan muharebesinden
kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 tarihli İstanbulAntlaşmasıyla Osmanlı Devletinin ve
Sultanın üstünlüğünü kabul etti. İstanbul Antlaşmasına göre:
Ö
ZE
L
1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı baba bilecek, Süleyman Hana uyacak
ve ancak “kardeş” diye hitâp ettiği veziriazamla eşit sayılacaktır.
2) Kral Ferdinand, Osmanlı ülkesine tecavüz etmeyecek ve Sultan da Avusturya
ülkesiyle ahâlisini kendi tebaası bilecektir.
3) Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki verâset iddialarından vazgeçecek;
Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki arazisinin hakimi olacaktır.
4) Macar Kralı Yanoş ile Kral Ferdinand arasında, Osmanlıların uygun göreceği
hudut geçerli olacaktır.
5) Eski Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından mîras kalan
mâlikhâne, geçimi için ihsân edilecektir.
6) Bu antlaşma geçici değil, devamlıdır. Ancak I. François bu antlaşmayı
bozduğu an bitecekti.
Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının himayesini kabul
etmesiyle Şarlken’in “Avrupa İmparatorluğu” kurma projesi gerçekleşemedi. Türklerin
takib ettiği cihanşümul dünya hakimiyeti siyaseti gereğince, Kanuni Sultan Süleyman
Han ve Osmanlı Devleti, Avrupa’da tek başına söz sahibi oldu.
11
E) BOĞDAN SEFERİ
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
Boğdan Voyvodalığı, Kili ve Akkirman kalelerinin fethinden sonra tam anlamıyla
Osmanlı Devletinin nüfuzu altına girmiş ve yarım yüzyıldan fazla bir süre içinde
devlete ciddi bir sorun çıkarmamıştır. Osmanlıların Viyana seferi sırasında, Boğdan
prensi Petro Rareş, bir elçi gönderip sadakat ve bağlılığını yeniden bildirerek bu
seferden sonra vergisini bizzat takdim etmiştir. Petro Rareş daha sonra dış etkilere
kapılıp devlete olan bağlılığından ayrılarak, gizlice Ferdinand ile müzarekelere
girişmişti. Osmanlılar tarafından Budin’de bırakılarak bölge halkından haber vermekle
görevlendirilen Giritti’nin öldürülmesinde rol oynadığı için kendisine karşı harekete
geçilmesi uygun görülmüştür. Sultan Süleyman, Boğdan’a düzenleyeceği seferi gizli
tutmuş, ancak Temmuz 1538’de hareketinden sonra bunu ilan etmişti. Osmanlı
ordusunda Kırım Hanı Sahip Giray’da 200 bin kişilik büyük bir kuvvetle yer almıştı.
Öte yandan Petro Rareş, padişahın geldiğini haber alınca derhal bir elçi göndererek
“antlaşmaya sadık kalacağını” arzetmiş, fakat kendisini orduya davet için gönderilen
Sinan Çelebi’ye “daveti kabul edemeyeceğini” bildirmiştir. Bunun üzerine derhal
hareket eden ordu, Tuna ve Prut nehirlerini geçerek Boğdan’a girmiştir. Petro Rareş,
30 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı ordusuna karşı koyamayacağını anlayarak bundan
vazgeçip Transilvanya’ya kaçmış, kuvvetleri ise Eflak voyvodası tarafından
dağıtılmıştır. Boğdan prensleri, Boğdan’ın ikinci derece başkenti Yaş Pazarı ile asıl
başkenti Seçav’ın son derecede müstahkem olmasına rağmen Osmanlı ordusu
karşısında dayanamayacaklarını bildikleri için kale anahtarlarını teslim etmek
zorunda kaldılar. Daha sonra onlar, bir toplantıya çağrılarak kendilerine bir voyvoda
seçmeleri emredildi. Osmanlı hükümdarı, çok geçmeden Boğdan’da genel af ilan etti.
Boğdan prensleri tarafından voyvodalığa seçilen Petro Rareş’in kardeşi İsfahan’ın
görevi onaylanıp bir askeri birlikle Seçav’da voyvodalık makamına oturtuldu ve
kendisine verilen beratta iki yılda bir vergisini ödemesi belirtildi. Bununla birlikte
Osmanlılarla Boğdanlılar arasındaki toprak anlaşmazlığını çözümlemek gerekiyordu.
Bu amaçla sınırlar kararlaştırıldı ve bunun gerçekleştirilmesi işi de Boğdan
voyvodasına verildi. Böylece tespit edilen Beserabya topraklarında Akkirman ve Kili
sancakları oluşturulmuş oldu.
F) HİNT DENİZ SEFERLERİ
Hint Deniz Seferleri’nin Nedenleri:
1.Portekizlilerin,Ümit Burnu yolunu bulduktan sonra Hindistan deniz yolunu kendi
denetimleri altına almaları.
2.Portekizlilerin Hindistan’a ticaret yapan Müslüman tüccarlarına ve gemilerine zarar
vermeleri.
3.Hindistan’ın batısındaki ”Gücerat” Devleti’nin Kanuni’den yardım istemesi.
4.Osmanlıların,Baharat yolunun işlerini sağlamak düşüncesi.
Hindistan’a 4 sefer yapılmıştır;
Birinci Hint Seferi:Mısır valisi Hadım Süleyman Paşa tarafından yapıldı.Süleyman
Paşa’nın Aden emirini öldürerek mallarına el koyması diğer İslam emirlikleri üzerinde
olumsuz etkide bulundu.Aden ele geçirildi(1538).
12
İkinci Hint Seferi:Piri Reis komutasında yapıldı.Sefer’in başarısızlıkla sonuçlanması
sonucu Mısır’da öldürüldü(1551).
Üçüncü Hint Seferi:Murat Reis tarafından yapıldı(1552)
Dördüncü Hint Seferi:Seydi Ali Reis komutasında yapıldı(1553).
Lİ
SE
Sİ
Sonuçları:
1.Hindistan deniz yolunun denetimi ele geçirilemedi.
2.Yemen,Eritre,Sudan kıyıları Habeşistan’ın bir bölümü Osmanlı ülkesine
katıldı.(Tüm Arap yarımadası) Kızıldeniz’in denetimi sağlandı.
3.Portekizlilere karşı açık denizlerde üstünlük sağlanamadı.Bunun nedeni;Osmanlı
donanma gücünün okyanuslara uygun olmayışıdır.
Hint seferleri Ekonomik ve Siyasal esaslı bir amaç güdülemediği için, esaslı bir sonuç
vermemiştir.Osmanlı devlet adamları Hindistan'ın o zamanki ve gelecekteki
durumunu takdir edememişlerdir. Batı'da yapılan seferlerin daha karlı bulunması,
Kanuni'nin yaşlılığı, seferlere gereken önemin verilemeyişinin diğer etkenleridir.
EG
E
Sokollu döneminde Portekizlilerle Vadi'üs Seyl savaşı sonucu Fas alınmış (1577 ),
darbe alan Portekiz, Hint Okyanusu mücadelesinde zayıflamıştır. Ancak
Portekizlilerin yerini daha güçlü olan Hollanda ve İngilizler alacaktır.
G) BUDİN SEFERİ
Ö
ZE
L
Osmanlı Devleti’ne bağlı Macaristan kralı Yanoş ölünce,Kral Ferdinand bu fırsatı
değerlendirmek istedi ve Budin’e büyük bir Avusturya-Alman ordusu gönderdi. Macar
kraliçesi İsabella,Sultan Süleyman’dan yardım istedi.20 Haziran 1541’de hareket
eden Osmanlı ordusu 21/22 Ağustos gecesi Avusturya-Alman ordusunu imha etti.
Böylece Budin ve Macaristan Ferdinad’tan kurtarıldı. Defalarca verdiği sözü tutmayan
ve Macar krallığına talip olduğunu söyleyen Ferdinand’ın isteği Osmanlılar tarafından
reddedildi.
Kral Ferdinand,1542 yılında,yıllık haraç karşılığında Macar Krallığının kendisine
verilmesini teklif etmiştir fakat Osmanlı Devleti bunu dikkate almamıştır. Bunun
üzerine Ferdinand, Budin’in bir Türk eyaleti olmasından korkarak,telaşa kapılmıştır.
Bu nedenle de Avrupa’da Türk-İslam tehlikesi olduğundan bahsederek
propagandaya başlamıştır ve Avrupa milletlerinden 100 bin kişilik bir ordu toplayarak
Peşte Kalesi’ni kuşatmıştır. Budin Beylerbeyi 8 bin kişiyle müdafaada bulunmuştur.17
Kasım 1542’de Sultan Süleyman’ın da bulunduğu Osmanlı ordusu Budin’e doğru
harekete geçmiştir fakat daha ordu Budin’e varmadan 24 Kasım’da düşmana karşı
Peste zaferi kazanılmıştır. Avrupa orduları perişan bir şekilde kaçarken imha
edilmiştir. Yola çıkan ordu ise Edirne’de kalmıştır.
13
H) 2.AVUSTURYA SEFERİ
EG
E
Lİ
SE
Sİ
Estergon Seferi de denilen bu sefere, Osmanlı eyâleti haline gelen Budin’in emniyet
ve teşkilatını pekiştirmek için çıkıldı. Padişahın emriyle Budin Kalesine İslam ahali
iskan edilip, dini müesseselerin yapımına başlandı. Alimler tayin edilerek Avrupa’ya
İslam dininin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23 Nisan
1543’te İstanbul’dan hareket eden Kanuni yol boyunca alınması lüzumlu mevkileri
fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sahilinde ve Budin yakınlarındaki
başpiskoposluk merkezi Estergon önüne vararak şehri kuşattı.
Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhafız askerleri teslim teklifini
kabul etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli silahlarına sahip Osmanlı ordusu,
315 topla kaleyi döğmeye başladı. Kanuni’nin en muhteşem seferlerinden biri olan
Estergon Seferine gayet planlı ve tedarikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları
padişahın maiyetinde, çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmatı ve erzağı
mükemmeldi. Estergon, Osmanlı kuşatmasına on iki gün mukavemet edebildi. 10
Ağustosta müdafilerin çekilip, gitmesine müsaade edildi. Şehrin en büyük kilisesi
camiye çevrilerek Kanuni Sultan Süleyman Han, Cuma namazını burada kıldı.
Osmanlı fütühatı, Avrupa’da devam ederek eski Macar krallarının taht merkezi İstolniBelgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde fethedilen İstolni-Belgrat’ta büyük kilise
camiye çevrildi. Mevsim ilerlediğinden Padişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti.
Avrupa’daki fetihler durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekatı
devam ettirdi.
I) MALTA SEFERİ
Ö
ZE
L
Osmanlılar Rodos adasını fethetmişlerdir ve buradan Sen-Jan şövalyelerini
çıkartmışlardır. Bu yüzden de Şarlken,Malta adasını Sen-Jan şövalyelerine vermiş ve
ayrıca İspanyollara ait olan Trablusgarp’ın savunmasını da onlara bırakmıştır.
Şövalyeler kısa bir süre içerisinde Malta adasını benimsemişlerdir ve mükemmel bir
ordu hazırlayıp,korsan faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır. Her fırsatta Türk
ticaret gemilerine saldırıp ele geçirmişlerdir ayrıca Türklere karşı düzenlenen
seferlere de katılmışlardır. Bütün bunların dışında Hristiyan korsan gemilerini de
adada barındırmışlardır. Özellikle Mısır,Trablusgarp ve Cezayir’in güvenliği için bu
adanın alınması gerekiyordu. İspanyollar ise Malta adasının Osmanlı için çok önemli
olduğunu biliyorlar ve bu nedenle adanın güvenliğine büyük bir önem gösteriyorlardı.
Osmanlı sarayı için alınan eşyayı getiren Türk gemisinin Zanta ve Kefalonya adaları
arasında yedi Malta korsan gemisi tarafından ele geçirilmesinden sonra Malta
seferine karar verilmiştir. Malta seferi için görevlendirilen Piyale Paşa 181 gemi ile
denize açıldı. Hareketinden önce Sultan Süleyman,Mustafa Paşa ve Piyale Paşa’ya
”Adanın fethine ait bütün sorunları Turgut Reis çözümleyebilir,onun önerilerine
uyunuz” demiştir. Böylece hazırlanan donanmanın sayısı 300 gemiye çıkmıştır.
İstanbul’dan hareket eden donanma ve askeri birlikler Malta önüne geldikleri zaman
Turgut Reis henüz gelmemiştir. Piyale ve Mustafa Paşalar karaya asker çıkartarak
Sentelen kalesini kuşattılar. Turgut Reis kuşatmanın ilk günü donanmaya katıldı ve
bu kuşatmanın gereksiz olduğunu fakat artık yapılacak başka bir şey olmadığını ve
genel bir saldırı yapılması gerektiğini söylemiştir. Bu saldırıyı kendisi yönetmeye
14
başlamıştır. Bu saldırı sırasında,kaleden atılan bir top güllesinin parçaladığı taştan
fırlayan bir parça,Turgut Reis’in başına isabet etmiştir ve Turgut Reis yaralanmıştır.
Dört gün,dört gece koma halinde yatmıştır,beşinci gün kalenin fethedildiği sabah
vefat etmiştir.
J) ZİGETVAR SEFERİ
Lİ
SE
Sİ
Öte yandan Osmanlı asıl hedefi olan Malta’yı,hava şartları,erzak yetersizliği,savaş
malzemelerinin kalmaması gibi sebeplerden dolayı alamamıştır ve geri dönmüştür.
Turgut Reis’in ölümü,Malta adasının alınamamasına neden olmuştur ve Mustafa
Paşa vezirlikten alınmıştır. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman yeni bir sefer için
hazırlıklara başlanmasını emretmiştir ve Gelibolu’da 18 bölümden oluşan bir tersane
açılmıştır.
EG
E
1562'de Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında bir antlaşma yapıldı. Sekiz yıl süreli
olan bu antlaşmaya göre, İmparator Ferdinand, Erdel'i Osmanlılara bırakacak ve
elindeki Macaristan toprakları için, yıllık 30 bin duka vergiyi kabul edecekti. Bir süre
sonra sınırlarda ve Macaristan'da bazı anlaşmazlıklar çıktı. Avusturya, bu
anlaşmazlıkları bahane ederek, gerekli vergiyi iki yıl üst üste göndermedi. 1564'te
Ferdinand öldü. Sadrazam Semiz Ali Paşa, Avusturya elçisinden birikmiş vergiyi ve
geriye kalan altı yıllık antlaşma süresinin yenilenmesini istedi. Yeni imparator
II.Maximilian ise, paranın ödenmesini ve anlaşmazlıkların çözülmesine bırakmayı
uygun gördü.
Ö
ZE
L
Bu arada, Osmanlı himayesinde bulunan Erdel beyi Zsigmond, imparatorla aralarında
anlaşmazlık konusu olan Çatmar veya Zatmar şehrini zaptetti. İmparator da Erdel'e
saldırarak, Tokaj ve Serenç (Szerencs) taraflarını aldı. Budin beylerbeyi, Erdel
Beyine yardım etti. Bu meseleleri görüşmek için gelen Avusturya elçisine, Sadrazam,
barışın sekiz yıl uzatılabileceğini, ancak Osmanlı Devletinin Tisa (Tizsa) nehri
ötesindeki bütün topraklarını korumak arzusunda olduğunu bildirdi. Elçinin yeni
talimat almak üzere Viyana'ya döndüğü sırada, yeni bir savaşa taraftar olmayan
veziriazam Semiz Ali Paşa öldü ve 1565 yılında yerine Sokullu Mehmed Paşa
getirildi. Yeni sadrazam, Avusturya elçisinden Tokaj ve Serenç'in geri verilmesini
istedi. 1566 başlarında imparator, Hosszuthoty'yi elçi olarak İstanbul'a gönderdi. Yeni
elçi, birikmiş olan vergileri getirmediği gibi, Kruppa kalesinin Avusturya'ya geri
verilmesini istedi. Bu sebeple Avusturya'ya karşı, Sokullu'nun da teşvikiyle savaş
açıldı.
Seferden iki ay önce, vezir Pertev Paşa, serdarlıkla Vidin ve Semendire sipahileri,
Eflak, Kırım, Boğdan kuvvetleriyle birleşerek, sınıra yakın Gyula'yı (Göle) ve Zatmar
ile Tokaj kalelerini almak için önden gönderildi. Padişah ve Osmanlı ordusu, 1 Mayıs
1566'da İstanbul'dan hareket etti; Belgrad yoluyla Macaristan'a geldi. Erdel kralı,
Zemlin'de (Zemun) orduya katıldı. Ağustos başlarında, Zigetvar kuşatması başladı.
Kale kumandanı, Miklos Zrinyi (Zrinski) idi. Önce eski şehir topla dövüldü. Zrinyi, yeni
şehri koruyamayacağını anlayınca yıktırdı. Türkler, hendekleri toprakla doldurup, yeni
şehir enkazı üzerinden eski şehri aldılar. Kont Zrinyi, kaleye çekildi. Kuşatmanın on
beşinci günü, sadrazamın yönettiği hücumda, büyük kayıplara uğrandı. Kanuni,
gönderdiği hattı hümayunda, kuşatmanın uzaması ve kayıpların fazlalığından
duyduğu üzüntüyü belirtti. Bundan sonra Zrinyi, teslim teklifini kabul etmedi.
15
Hücumlar arttırıldı. Kont Zrinyi, kaleden çıkış hareketinde bulundu, vuruldu. Nihayet
34 günlük kuşatmadan sonra 7 Eylül 1566 tarihinde kale ele geçirildi.
Kuşatmanın son gününde Kanunî Sultan Süleyman Han, kalenin alınışını
öğrenemeden vefat etti. Sokullu, padişahın ölümünü ordudan gizledi. Kütahya valisi
Şehzade Selim'e haber gönderip durumu bildirdi. Vezir Pertev Paşa kumandasında
gönderilen kuvvetler de Gyula (Göle) kalesini ele geçirdiler.
Lİ
SE
Sİ
4) OSMANLI-FRANSIZ İLİŞKİLERİ VE KAPİTÜLASYONLAR
Kanuni Döneminde Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen İmparatorluğu (
Almanya-Avusturya İmp.) idi.Bu İmparatorluk Fransa'yı da kendi sınırları içine alma
mücadelesi yapıyordu. Böyle bir durum Avrupa Siyasal ve Dinsel birliğinin
sağlanması demekti. Bu durum Osmanlı Devletinin zararına gelişecek bir durumdu.
Bu nedenle Kanuni Şarlkenle mücadele eden Fransa kralı I.Fransuva'nın yardım
talebini olumlu karşılamış, Osmanlı-Fransız ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.İlişkiler
sonucunda da Fransa'ya Kapitülasyonları tanımıştır.
Nedenleri :
EG
E
Sözlük anlamıyla; bir ülkenin, vatandaşlarının zararına olacak şekilde yabancılara
verilen ayrıcalıklar. Osmanlı Devleti'nde Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1535'de
ilk kez padişah fermanıyla Fransızlara tanınan hakların tümü.
Ö
ZE
L
1. Avrupa siyasal ve Dinsel birliğinin oluşumunu engellemek.( Temel neden ) (
Şarlken Katolik mezhebini savunurken,Şarlken ve Papa Protestan mezhebini yok
etmeye çalışıyorlardı.Kanuni Protestanları koruyarak dinsel birlikteliği önlemeye
çalıştı.)
2. Fransa'nın Osmanlı devleti için batı'da bir denge unsuru olması ( Siyasi )
3. Osmanlı limanlarını ticari açıdan canlandırmak. ( Ekonomik )
4. Batı Akdeniz'deki Fransız limanlarından yararlanmak ( Ekonomik )
5.Coğrafi keşifler nedeniyle önemi azalan Akdeniz Ticaretini canlandırmak (
Ekonomik )
KAPİTÜLASYONLAR:
1.Fransız ticaret gemileri Osmanlı sularında serbestçe dolaşacaklar,istedikleri limana
girebileceklerdi.
2.Fransız tacirlerinden daha az gümrük resmi alınacaktı.( Türklerin verdikleri kadar )
3.Osmanlı ülkesinde yerleşmiş olan Fransızlar din ve mezheplerinde serbest
olacaklardı.
4. Fransız tacirleri arasındaki ticari ve hukuki davalara, Fransız yargıç bakacaktı.
5. Fransız tacirleri ile Türkler arasındaki davalara Türk mahkemeleri
bakacaklardı.Ancak mahkemelerde bir Fransız tercüman bulundurulacaktı.
6. Türkiye'de ölen bir tacirin malı, ya da Türk sularında batan bir geminin mal ve
eşyası Fransa'daki varislerine verilecekti.
7.Türk tacirleri de Fransa Kralına ait topraklarda ve denizlerde bu haklardan
yararlanacaklardı.
8.Bu imtiyazlar, ancak anlaşmayı imzalayan hükümdarların sağ kaldıkları süre için
16
geçerli olacaklardı.
Lİ
SE
Sİ
*1535 de imzalanan bu Kapitülasyonlar Kanuni'nin ölümünden sonra 5 kez
yinelenmiş, 1740 'ta I.Mahmut zamanında süresiz hale getirilmiştir.( Yukarıdaki
8.madde değişikliğe uğradı )
*1535'te tanınan Kapitülasyonlar Osmanlı Devletinin güçsüzlüğünden kaynaklanmaz.
*Devletin gücünün azalmasıyla ve özellikle Sanayi Devriminden sonra Osmanlı
Devleti için Kapitülasyonlar zararlı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.Osmanlı Yerel
sanayisinin çökmesine, Osmanlı Ülkesinin yarı sömürge durumuna düşmesine,
Hukuksal açıdan birliğin sağlanamamasına yol açacaktır.
*Kapitülasyonlar hukuksal olarak Lozan Barış Antlaşmasıyla ( 24 Temmuz 1923 )
kaldırılabilmiştir.
5)KANUNİ
SULTAN
SÜLEYMAN
DEVLETİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
DÖNEMİNDE
OSMANLI
A) OSMANLI KÜLTÜRÜNÜN KAYNAKLARI
EG
E
Osmanlı Türklerinin 16.yüzyılda sahip olduğu fikirler, kurumlar ve elle tutulamaz
kalıtımlar bünyesindeki en temel öğelerin büyük bölümünün çok geçmişte ve çok
uzakta kalmış olan Tatar atalarından kaynaklanıyordu. Bu kalıtımın en önemlisi Türk
dilidir.
Ö
ZE
L
Tatarlardan Osmanlılara kalan miras içinde, hoşgörülü, birleştirici ve özdeşleştirici
yaklaşım, en iyi yöntem ve araçlara yönelik bakış açısı eşliğinde savaş ve fetih ruhu,
kullanılan yöntemler ve araçlara büyük bir uyum yeteneğinin eşliğindeki yönetme
yeteneği ve eğilimi, Çinlilerin etkisiyle edinilmiş sistematik ve bürokratik yönetim
yöntemleri sayılabilir.
Tatarlar, töreye bağlılığı, yapılan bir işin bir kez yapıldıktan sonra hep aynı şekilde
yapılması doktrinini miras bıraktılar.
Öteki halklarda görülen geleneğin tersine, Türklerde halkı besleyen, giydirip kuşatan,
para veren kralın ta kendisidir. Bu sisteme babadan oğula geçen ve beraberlik
bağlarını sağlayan liderliğe ve lidere olan ağlılık da eklendiği zaman, gelişen Osmanlı
ulusunun tanımı ortaya çıkar. Kutadgu Bilig'ten alınan parça yöneticinin emri altındaki
halkın içindeki askeri yönetimden söz ettiği için durumu açıkça gösterir.
“ Toprağı elde tutmak için askere ve insana gerek vardır
Askeri elde tutmak için mülk dağıtmak gerekir,
Mülke sahip olmak için zenginlere gerek vardır.
Bir halkın zenginliğini ise sadece yasalar sağlar:
Bunlardan biri eksik olursa, dördü de eksilir,
Dördü de eksik olursa birlik dağılır.”
Persler ise, hükümdarın yüceltilmesi, nazırlıkların beş dala bölünmesi, devler işlerinin
divanda görüşülmesi, yerel yöneticilere büyük yetki ve güç tanınması ve
17
vergilendirmedeki yasal sistemin başlatılması gibi takım yönetim fikirlerini uzun bir
süre içerisinde Osmanlılara aşılamışlardır.
Müslüman Araplar, Osmanlılar hayatın her kesiminde ve bütün ilişkilerinde geçerli
olan günden güne katılaşan Şeriat Yasası altında birleştirilmiş dinsel ve toplumsal
sisteme yönlendirilmişlerdir. Ayrıca alfabe ve zengin Arapça sözcük dağarcığını da
Osmanlılara aktarmışlardır.
Lİ
SE
Sİ
Köleleri yönetim ve savaşa hazırlayan bir eğitim sistemi Osmanlı devletinin temel
kurumunun çekirdeği olmuş, bu kurumun şeriata dayanan kurumla birleştiğinde
Osmanlı ulusunun tüm örgütlü yapısı biçimlenmiştir.
Bu fikirlerin çoğunu Ön Asya'ya Selçuk Türkleri getirmiştir. Selçuk Türkleri, eski Türk,
Pers ve Müslüman sistemleriyle Osmanlı arasında aracılık işlevi yapmıştır.
Selçuk Türkleri, kervansaraylar, hanlar, camiiler gibi kamu yapılarını inşaa etme
estetiğinin yanısıra Osmanlı yaşamında rol oynayacak birkaç önemli mezhebin ortaya
çıkmasına da neden olmuşlardır.
EG
E
Bizanslılar ise savaş ve yönetim kurumu kapsamında katkıda bulunmuştur. Vergi
sistemi, yabancıların ikametini özel bir yasaya bağlama planı, rüşvet ve armağana
düşkünlük Bizanslıların sayesindedir.
B) OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KARAKTERİ
Ö
ZE
L
16.yüzyıl Osmanlı Şeriat yasasının sınırlandığı ve desteklendiği bir despotizmdi.
Farklı ülkelerin fethiyle ele geçirilen ve çok farklı ilişkilerle elde tutulan geniş
topraklara hükmediyor ve çeşitli halkarı yönetiyordu. Bu halklardan kimi devlet dinine
bağlı oldukları için itibar görüyor, diğerleri ise 2. planda kalmalarına rağmen farklı
dinlere inanmak ve farklı yasaları uygulama hakkını taşıyorlardı.
Bu tanım, Osmanlı'nın gücünün ve itibarının doruğunda olduğunu, donanmanın bir
çok bölgeyi yıldırdığını, Afrika ve Avrupa'daki çeşitli güçlerin Osmanlı'nın yakınlığını
kazanmak istediği karmaşık karakteri ortaya koymaktadır.
Osmanlı'nın durumu zordu, çünkü imparatorluk topraklarında yüzyıllarca önce
kurulmuş, yerleşmiş kurumlar bulunmaktaydı. Bu kurumlar Osmanlı'nın ruhuna
düşman ancak ortadan kaldırılamayacak kadar güçlüydüler. Osmanlı'nın kendi
kurumları da giderek birbirlerine pek çok konu yüzünden zıtlaşmaya başladı.
Dolayısıyla her iki kurumda zarar gördü.
C) TOPRAK YÖNETİMİ
Osmanlı'da;
1.Düzenli bir sisteme bağlı olarak doğrudan yönetilen topraklara
2.Özel düzenlemelere bağlı olarak ve dolaylı yoldan yönetilen bazı bölgeler
3.Haraca bağlanmış topraklara
18
4.Himaye edilen veya bağımlı devletlere ait topraklardan oluşurdu.
Bunlar dışında tartışmalı bir toprak kuşağı vardı ki bu topraklar savaş zamanında
yoğun, barış zamanında daha seyrek olarak her iki tarafında baskılarına hedef
olduğu için üzerinde yaşayan bulunmamaktaydı. Bu toprak kuşağının dışında ise
Dar-ûl Harb (savaş toprağı) denilen alanlar yer alıyordu. Buralarda ya ikinci derece
sayılan dinlerden olanlar ya da elverişli olduğu zaman fetih yapan mezheplerdekiler
yaşardı.
Lİ
SE
Sİ
Dolaysız yönetilen bölgeler sancaklara ayrılmıştı. Her sancağın kendine ait
kanunnamesi, vergi sistemi vardı.
Osmanlı İmparatorluğunun büyük bölümünü oluştura topraklar üçe ayrılmıştı:
WÖşüre
bağlı topraklar
WHaraca bağlı topraklar
WDevlet toprakları
Öşüre bağlı topraklar, fethedildiklerinde gelirlerinin onda birini geçmemek üzere
Müslümanlara verilirdi.
EG
E
Haraç toprakları, Hristiyanlara verilirdi. Bunlar belli bir toprak vergisi öderler ya da
ürünün belli bir payını verirlerdi.
Devlet toprakları kimseye mülk olarak dağıtılmaz, sultanın mülkü olarak kalırdı.
Ancak sultan bunların sadece belli bir kısmını alır, büyük kısmı bakıma, çalışanların
beslenmesi için vakıf olarak camilere ayrılır, gelirin başka bir bölümü ise tımar ve
zeamet olarak Müslümanlara verilirdi. Devlet topraklarının geriye kalan küçük bölümü
devlete kalır ve imparatorun mülkü sayılır ve özel b,r yöntemle yönetilirdi.
Ö
ZE
L
Her tür yönetime bağlı olan toprağın büyük bölümü ekilmez ve belli bir süregeçtikten
sonra, ekilmeyen toprağın sahibi bilinmiyorsa devlet toprağı olurdu.
D)ORDU
Osmanlı ordusu, kuruluşundan 20. yüzyılın başına kadar, kara ve deniz kuvvetleri
olmak üzere teşkilatlanmıştı. 1909-1910 yıllarında Avrupa ordu teşkilatına giren hava
kuvvetleri, 1912'de de Osmanlı Devletinde kuruldu.Osmanlıların kuruluşunda ordu,
aşiret kuvvetlerinden meydana geliyordu. Fetihlerin genişlemesiyle gönüllülerin,
fethedilen yerlere iskânla da Türkmen bey ve kuvvetlerinin katılmasıyla asker miktarı
artıp, teşkilatlanmaya gidildi. Beylik, akıncı ve gönüllü kuvvetlerine ilaveten, 1361
yılında yaya (piyade) ve müsellem (süvari) olmak üzere düzenli ve daimî ordu
teşkilatı kuruldu. Osmanlı kara kuvvetleri; piyade, süvari eyalet askerleri ile teknik ve
yardımcı sınıflardan oluşurdu. Piyadeler; acemi, yeniçeri, cebeci, topçu, top
arabacıları, lağımcı, humbaracı ocakları olmak üzere yedi ocağa ayrılırdı. Süvariler
de; sipahi, silahtar, sağ ulûfeciler, sol ulûfeciler, sağ garipler, sol garipler bölükleri
olmak üzere altı bölüğe ayrılırdı. Eyalet askerleri; timarlı sipahiler ve yerli kulu
teşkilatı olmak üzere ikiye ayrılırdı. Timarlı sipahiler, Osmanlı ordusunun en önemli
kısmı olup, timar sahipleriyle, bunların beslemek ve yetiştirmekle yükümlü oldukları
19
cebelülerden meydana gelirdi. Yerli kulu teşkilatı; yurtiçi, geri hizmet ve kale
kuvvetleri
olmak
üzere
üç
bölümdü.
Yurtiçi
teşkilatı;
belderanlar,
cerahorlar,derbendciler, martaloslar, menzilciler, voynuklar gruplarından; geri hizmet
teşkilatı, yaya ve müsellemler ile yörüklerden; kale kuvvetleri teşkilatı ise, azaplar,
gönüllü ve beşlilerden oluşurdu. Akıncılar, Osmanlı ordusunun öncü gücü olup,
kuruluşuna, gelişmesine ve genişlemesine çok hizmetleri geçmiştir.
Lİ
SE
Sİ
E) MALİYE
Osmanlı maliye teşkilâtının başında "Defterdâr" adı verilen bir görevli bulunmaktadır.
Bu görevli, günümüzdeki Maliye Bakanlarının yerine getirmekle yükümlü oldukları
görevleri yapıyordu. Önceleri teşkilatın başında bir defterdarla, onun maiyeti vardı.
Bütün malî işlerden bu baş defterdar sorumlu idi. Ancak zamanla Osmanlı ülkesinin
genişlemesi üzerine defterdar sayısı ikiye çıkarıldiı. Kanunnâmede de belirtildiği gibi
defterdar padişah malinin vekili idi.
EG
E
Kuruluş döneminde gelirler, daha fazla bir yekûn tutuyordu. Buna karşılık masraflar
pek o kadar fazla değildi. Zira bu dönemde Osmanlı askerinin büyük bir kısmı tımarlı
sipahi idi. Ayrıca devlet erkânından çoğunun has ve tımarlarinın geliri kendilerine
yetiyordu. Devletin masrafı ise sadece Kapıkulu askerlerine verilen para (maaş) idi.
Gelirlerin fazlası ise cami, medrese, köprü, han, hamam vs. gibi imar işlerinde
kullanılıyordu.
Ö
ZE
L
Osmanlı maliyesi, "Miri hazine" (veya dış hazine) ile Enderûn (veya iç hazine)
hazinesi olmak üzere iki kısımdı. Dış hazinenin görev ve yetkisi, devletin genel
gelirlerini toplamak ve gerekli masrafları yerli yerinde kullanmak şeklinde
belirlenmişti. İç hazine ise padişaha aitti. Padişahlar, bu hazineyi istedikleri şekilde
kullanıyorlardı. Sayet dış hazinenin parası yetişmez ise iç hazineden borçlanmak
suretiyle ödünç para alınırdı. Dış hazine, vezirde bulunan hükümdar mührü ile açılıp
kapanırdı. Bu hazine, defterdarın sorumluluğu ve vezirin denetimi altında idi.
F) SARAY
Saray üç ana bölümde incelenir Bunlar sarayın dış hizmetleri, Sarayın iç hizmetleri ve
haremdir. Dış hizmetler bölümü, erkeklerden ve acemioğlanlardan, iç hizmetler
bölümü Ak hadımağaları ile içoğlanlardan, harem ise kara hadımağaları ile
kadınlardan kuruluydu. İlk iki bölüm, barış zamanında 2. Mehmet'in eski Bizans
akropolünün yerinde yaptırdığı sultan sarayında hizmet ederdi. Bu saray geniş bir
alan kaplardı: dış kapıdan girilen dış avlu, devlet törenlerinde geçitler için kullanılan
büyük bir alandan oluşurdu. İç avluda saray binaları, güzel bir bahçe ve içoğlanları
için eğitim alanı vardı.Bahçıvanlar dışında dış hizmetliler, sarayın bu ikinci avlusuna
girmezlerdi. Harem şehrin merkezindeki fetihten sonrakullanılan ilk sarayda, 16.yy'da
Eski Saray diye bilinen yerdeydi. Savaş zamanında, dış hizmetlilerin tümü ile iç
hizmetler bölümündeki yüksek rütbeli subaylar ve kişisel hizmetkarları sultanla birlikte
giderlerdi. Haremdeki kadınlardan hiçbiri orduyla birlikte sefere götürülmezdi, çünkü
bu şeriatta yeri olmasına rağmen Osmanlı geleneğiyle bağdaşmazdı. Barış
20
zamanında ise, haremdeki kadınlardan bazıları efendileriyle birlikte gezilere
katılabilirlerdi. Sarayın bölümlerini sondan başa doğru açıklayacağız.
(1) HAREM
Lİ
SE
Sİ
Süleymen döneminde harem, sarayın geri kalan kısmından öylesine kopuk, öylesine
az görülen ve az tanınan, öylesine sultanın kişisel konusu niteliğindeydi ki, saray
incelenirken haremin üzerinde çok durmak gerekmezdi. Harem asıl saraya
taşındığında ve sultanlar zamanlarının daha büyük bölümünü haremde geçirir
oldukları daha sonraki dönemlere oranla, Süleyman devrinde harem görevlilerinin ve
orada yaşayanların önemi pek yoktu. Ancak haremdeki kadınların ikisinin, Süleyman
üzerindeki nüfuzu, onlara tarihte bir yer verdirtecek ve ulusun yazgısıyla ilgili rol
oynatacak kadar büyüktü.
EG
E
Harem sarayının korunması ve düzeni, “kızlar ağası” denilen bir görevliye bağlı kırk
ya da daha fazla haremağasına bırakılmıştı. Bu ağaya büyük paye verilir, başta
Mekke ve Medine gibi kutsal şehirlere ait vakıflar olmak üzere, çeşitli camiler yararına
kurulan vakıfların yönetimi onlara verilirdi. Kızlar ağasının Süleyman devrindeki
önemi, dah asonraki devirlerde kazandığı önemin yanında hiç kalırdı. Öteki kara
hadımağaları, haremin ileri gelen kadınlarının hizmetinde olurlar ve genç şezadelerin
eğitimini üstlenirlerdi.
Ö
ZE
L
Valide Sultan, yaşadığı sürece haremin en büyük kadınıydı. Sadece oğullarından
saygı ve bağlılık görmekle kalmaz, onun bütün kadınları hakkında otorite sahibi
olurdu. Önem sırasında ikinci kadın, sultanın ilk oğlunun annesi olurdu. Kız
çocuklarının anneleri daha önemsiz sayılırdı. Bu gözdelerin her birinin kendi özel
dairesi, kahya denilen bir kadının emrinde çalışan hizmetlileri ve kişisel hizmetine
bakan köle kızlar da, bir kahyaya ve onun yardımcılarına bağlıydılar. Sultanın
oğulları, çocukluklarında anneleriyle birlikte yaşarlardı. Bu çocuklar da içoğlanları gibi
öğrenim ve savaş eğitimi görüyorlardı. Uygun yaşa geldiklerinde, özenle seçilmişbir
maiyet erkanıyla birlikte eyalet valiliklerine gönderilirlerdi. Kız çocuklar ufak yaşlarda
üst rütbeli memurlarla evlendirilirlerdi. Daha sonraki devirlerde, bu kızların oğulları,
taht için bir tehlike haline gelmesin diye öldürülürdü. Süleyman devrinde ise bu
uygulama yoktu. Süleyman onları titizlikle görevden dışlayarak bu tehlikeyi önledi.
Süleyman'ın haremi ve ailesi ile ilgili bilgiler, güvenilir kaynak ve belge bulma
zorunluluğu yüzünden snırlıdır. Bazı gerçekler bilinmekte, bazı olaylarla ilgili olarak
da olasılıklar göz önünde tutulmaktadır. Süleyman'ın annesi, oğlunun
hükümdarlığının büyük bölümünde sağdı. Süleyman'ın büyük oğlu Mustafa'nın
annesi, geleneğe uygun olarak Valide Sultan'dan sonra ikinci sırada yer alıyordu.
Mustafa'nın annesi 1534 yılından sonra zamanının bir bölümünü oğlunun sancakbeyi
olduğu Manisa'da, bir bölümünü de harem sarayında geçirmeye başladı. Genellikle
Roksalan diye tanınan hürrem, daha önceleri sultanın gözdesi olmuş ve bazı
konularda Mustafa'nın annesinden daha önemli yer kazanmıştı. Anlaşıldığına göre
Süleyman haremine sık sık gitmiyordu. Roksalan'dan olan ve Rüstem'le evlenen kızı
Mihrimah'ı çok severdi.
21
(2) İÇ HİZMETLER
(3) DIŞ HİZMETLER
Lİ
SE
Sİ
İçoğlanların bulunduğu beş oda, akağların ve kapıcıların denetiminde, sarayın iç
hizmetlerini görürdü. Bu hizmetlilerin başı, kapı ağası denilen ve aynı zamanda çeşitli
din vakıfların yönetimiyle de görevlendirilen ak hadımağalarından biri olurdu. Kapı
ağası istediği zaman sultanla konuşma hakkına sahipti ve bu nedenle büyük saygı
görürdü. Kapıcıbaşı da akağalardan biri olurdu ve emrindeki 20 ya da daha fazla
akağadan oluşan muhafızla birlikte iç avlu kapısını kollardı.
Sarayın iç bölümleri veya sultanın yakınına sokulmayan sarau görevlilerinin sayısı
çok daha kabarıktı. Bunların çoğu, iç hizmet görevlilerine bağlı olarak veya sürekli
onlarla iş bağlantısı içinde bulunarak bir ilişki kurarlardı. Tabii ki, hepsi de dolaysız
veya bir ya da birkaç görevlinin aracılığıyla dolaylı olarak sultanın hizmetindeydi.
EG
E
G) MİMARİ
Ö
ZE
L
Bu dönemde inşa edilen eserler, özellikle Mimar Sinan tarafından yapılanlar şehre
yepyeni bir görünüm kazandırmışlardır. Süleymaniye Camii ve Külliyesi,
Şehzadebaşı Camii ve Külliyesi, Sultan Selim Camii ve Külliyesi, Cihangir Camii,
Mihrimah Sultan adına Edirnekapı ve Üsküdar’da yapılan camiler, Hurrem Sultan
adına yaptırılan Haseki Külliyesi ve Haseki Hamamı bu dönemde inşa edilen
eserlerin önemlileridir. Bu devirde açılan Sahn-ı Süleymaniye Medreseleri de
İstanbul’a bir eğitim ve bilim merkezi olma özelliği kazandırmıştır.
İstanbul’un büyüyerek eski sınırları dışına taşması ve yeni semtlerin ortaya çıkışı da
Kanuni devrinde gerçekleşmiştir. Kasım Paşa, Piri Paşa, Piyale Paşa ve Ayas Paşa
mahalleri bu dönemde kurulmuştur. Galata da bu dönemde çok canlıdır ve tek başına
bir şehir büyüklüğüne ulaşmıştır. Yine bu yıllarda ilk kez olarak Beyoğlu’nda elçilik
binaları açılacaktır.
Kanuni dönemi İstanbul’u bazı büyük felaketlere de şahit olmuştur. Veba salgınları bu
dönemde bu dönemde İstanbul’u sık sık etkilemiştir. 1554’te çıkan yangın
Ayasofya’dan Tahtakale’ye kadar olan kısmı, 1555’te çıkan yangın ise Galata’yı
büyük hasara uğratmıştır. 1554’teki şiddetli fırtınada deniz kabarmış, dereler taşmış,
bir çok insan boğulmuştur. 1563’teki aşırı yağmur neticesi oluşan seller ise bundan
da büyük zararlara yol açmış, hatta bu esnada Yeşilköy’de avlanmakta olan Kanuni
Sultan Süleyman da tehlike atlatmıştır.
22
H) OSMANLI MİMARİSİNİN ŞAHASERİ: SÜLEYMANİYE CAMİİ
İstanbul'da kendi adıyla anılan semtte bulunan, Türkiye için büyük ve önemli bir
geçmişi hatırlatan Süleymaniye, sadece bir camii değil aynı zamanda türbeler,
türbedar dairesi, evvel medresesi, sani medresesi, rabi medresesi, salis medresesi,
tıp medresesi, darülhadis, darüşşifa-bimarhane, darülkurra, sibyan mektebi, imaret,
tabhane (konuk evi), han, hamam, kitaplık ve dükkanlarıyla büyük bir külliyedir.
(1)DÖRTGEN PLAN
Lİ
SE
Sİ
Yapıların yerleştirilmelerindeki ustalığın yanında, ekonomik ve kültürel işlevleriyle bu
yapılar aynı zamanda klasik dönemin simgesidirler. Mimar Sinan ve Kanuni Sultan
Süleyman'ı yani sanatla politik gücün birleşimini temsil eden Süleymaniye Külliyesi,
hem mimarisinin ihtişamı hem de sosyal hayattaki işleviyle bunun en büyük kanıtıydı.
Süleymaniye Camii, Mimar Sinan'ın deyimiyle, kendisinin ve Osmanlı mimarisinin
kalfalık dönemini simgeliyordu.
EG
E
20 Haziran 1150 gibi başlanıp 20 Ekim 1557 yılında inşası bitirilen caminin yapımına
Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan'ın 2/3'ünü Osmanlı topraklarına kattıktan sonra
karar vermişti.
Kareye yakın planıyla merkezde bulunan Süleymaniye Camii, yine bir kare olan iç
avlusuyla büyük avlunun ve külliyenin oluşturduğu büyük dörtgenin içinde, küçük bir
dörtgen olarak inşa edilmişti. Caminin arka avlusunda bulunan iki türbede Kanuni,
Hürrem Sultan, II. Ahmed ve II. Selim'in annesi Dilaşub Sultan ve şehzadeleri yatıyor.
Ö
ZE
L
Dış avlunun on tane kapısı bulunuyor. Bunlar; Mera Kapısı, Eski Saray Kapısı,
Mektep Kapısı, Çarşı Kapısı, Hekimbaşı Kapısı, İmaret Kapısı, Kubbe Kapısı,
Tabhane Kapısı, Ağa Kapısı, Harem Kapısı adlarıyla anılıyorlar. Üç kapılı iç avlunun
orta kapısı anıtsal ve yüksek bir taç yapı ve başlı başına mimari bir eser sayılabilecek
güzellikte. Çevresinde pembe granit ve mermer 24 sütun üzerinde 28 kubbeli bir
revakla ortasında şadırvanıyla camiye bağlanan iç avlunun son cemaat yerindeki on
pencerenin alınlığında, Karahisarlı Hasan Efendi'nin kaleminden çıkma çini panolar
üzerinde Kur'an'dan alınma fetih ayetleri bulunuyor. Bu avlunun altı granit sütunu
yaklaşık 10,6'şar ton, 6 esmer granit direği yaklaşık 4,1'er ton, 6 marmara mermeri
sütunuysa 3,8'er ton olarak hesaplanmış.
(2) MİNARE VE ŞEREFELER
Caminin dört minaresi İstanbul'da yaşamış ilk dört sultanı; Fatih, II. Bayezid, Yavuz
Selim ve Kanuni'yi; üzerinde birer sütun başlığı gibi duran on şerefe de 10 padişahı
temsil ediyor. Minareler örülürken taşlar birbirine demir kemerle tutturulmuş, taş ve
demirin birbirine kenetlenmesini sağlamak için bağlantı yerlerine kurşun dökülmüştü.
Kubbeye yakın olan iki minare daha uzun, diğerleri kısa olduğundan camii piramit
biçimli bir hareketlilik kazanmıştı. 53 metre yükseklik ve 26,5 metre çapındaki büyük
23
(3) MUHTEŞEM AKUSTİK
Lİ
SE
Sİ
kubbenin ve üst kagir kabuğun yaklaşık 1 000 ton ağırlığındaki yükü iki yarım
kubbeyle ve fil ayağı olarak adlandırılan dört büyük sütunla temele iletilmişti.
Yükseklikleri 9,02 metre, çapları 1,4 metre olan ve yaklaşık 30'ar ton oldukları
hesaplanan fil ayaklarının her biri toplam 8 000 ton yükü temele iletiyor. Mimar Sinan
bunları Ciharyar-ı Güzin'e (dinin dört direği); Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali'ye armağan olarak sunmuştu. Ayaklardan ikisi İstanbul'dan eski Bizans
Sarayı'ndan ve Kıztaşı'dan, biri Baalbek'teki Jüpiter Tapınağı'ndan, diğeri de Mısır'ın
İskenderiye kentinden getirtilmişti. Ayaklar 6,2 X 5,1 metrelik, küfeki taşından örülmüş
payeler üzerine oturtulmuştu.
Çini dekorlar ortasında yükselen mihrap iki kabartma oluklu ve altın yaldız stalaktit
kaideli sütunlarla tek parça olarak yapılmıştı. Caminin akustiği muhteşem bir şekilde
hesaplanmıştı. 63 X 69 metre planı olan camii içinde ses, giderek eriyip yok oluyor.
Akustiği güçlendiren etkenlerin kubbeye yerleştirilmiş 64 küp ve sesin dolaşımını
engellemeyecek biçimde oturtulmuş sütunlar olduğu bilinmekle birlikte yine de kesin
bir çözümleme halen yapılamamış bulunuyor.
EG
E
Hünkar mahfili (padişah bölümü) de çevresindeki mermer oyma kafesiyle dikkat
çekiyor. Mimber üzerindeki stalaktit oymalar da son derece ilgi çekici. Camii eskiden
kandil ışığıyla aydınlatıldığından, çıkan isin nakışları kirletmemesi için Mimar Sinan
tarafından geliştirilen bir havalandırma sistemiyle bütün is, bir "is odasında"
toplanmaktaydı. Bu işlem bir-iki dakikalık bir sürede içerideki tüm havanın değişmesi
sırasında gerçekleşmekteydi. Bu is daha sonra devrin ünlü hat ustalarına mürekkep
olarak veriliyordu.
Ö
ZE
L
(4) KUBBENİN SIRRI
Kubbeli yapı mimarisinin bir sonucu olan, tepe yüklerinin yanal taşıyıcılara iletilmesi,
yapıların dış görüntülerini, faydacı ancak çirkin bir biçimde etkilerken, Sinan'ın
eserinde bunlar mekanın içine alınmış, yan duvarların bir parçası olarak gösterilmiş,
cepheleri oymalarla süslenerek görüntü hafifletilmiş.
Koca Sinan'ın basık kubbeli Süleymaniye'sinde, bu basık kubbeyi (yüksek kubbeye
göre daha zor taşınır) ayakta tutanın ne olduğunu anlamak, mimari bilgisi olanlar için
dahi son derece güç, bu sade görünümlü eserin taşlarına gizlenmiş bilginin boyutları
inceledikçe insanı daha da şaşırtıyor. Halen ayakta duran camii, günümüzde de
görenleri kendisine hayran bırakıyor.
(5) İNŞAATTA KİMLER ÇALIŞMADI Kİ?
Süleymaniye Külliyesi'nin inşasına pek çok kişinin emeği geçmişti. Yapılan
araştırmalara göre inşaatta Hassa Mimarları Ocağı'nın elemanları, acemioğlanları,
diğer kapıkulu ocakları mensupları, ücretle çalışan serbest ustalar, işçiler ve esir
olarak da forsalar çalışıyordu. Evliya Çelebi, 3 000 ayağı bağlı forsanın temel
24
inşaatında çalıştığını yazar. Sayıları abartılmış olsa da esirlerin temel inşaatında
çalıştıkları anlaşılıyor.
Lİ
SE
Sİ
Ö. Lütfü Barkan'ın, Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı adlı eserinin birinci cildinde
belirtildiğine göre; çalışanların yüzde 54,85'i serbest işçiler, yüzde 39,93'ü
acemioğlanları ve yüzde 5,23'ü esirlerden oluşuyordu. Acemioğlanları şantiyede
büyük ölçüde taş ocaklarında ve malzeme nakliyatında çalışmışlardı. Genellikle
gemilerin forsaları olan esirler de malzeme nakliyatında çalışmışlardı. Çoğunluğu
acemioğlanlarından oluşan düz işçilerin dışında bennalar (duvarcı), sengtıraşlar (taş
yontucu), en büyük usta grubunu oluşturuyordu. Neccarlar (marangoz), haddadlar
(demirci), nakkaşlar (ressam), camgerler (camcı), sürbgerler (kurşun döşeyici),
lağımgerler (patlayıcı kullanarak kuyu ve dehliz açanlar) başlıca ustalardı. Fakat
hamallar, atlı hamallar, arabacılar, ırgatlar, peremeciler, ambarcılar, yemek pişirenler,
bazı işleri götürü olarak alanlar ve daha pek çok sıfatta çalışanlar vardı.
EG
E
Külliyenin inşasında hem Müslümanlar hem de gayrımüslümler görev almıştı.
Duvarcıların 11/17'si Hıristiyan, kireç ocağı işletenler Rum, sengtıraşların 10/11'i
Müslüman, marangozların 2/3'ü Müslüman, nakkaşların 5/6'sı Müslüman, lağımcıların
çoğu Hıristiyan, demircilerin 5/6'sı Hıristiyan, camcıların çoğunluğu Müslüman,
kurşun kaplamacıların tümünün Müslüman olduğu hesaplanmıştı. Lağımcılar ve
ocaklardan taş kesenlerin (karhengci) daha çok Rum olduğu saptanmıştı. Tümel
toplamda Müslüman ve Hıristiyan işçi sayısı hemen hemen birbirine eşitti. İnşaatta
çalışmaların yoğun olduğu yaz aylarında çalışanların günlük ortalaması 2 000'in
üzerindeydi, bu rakam zaman zaman 3 000'e kadar çıkıyordu.
I) YAZI,DİL VE EDEBİYAT
Ö
ZE
L
Divan Edebiyatı: Osmanlılar'da özellikle medresede yetişen aydınların Arap ve daha
çok da Fars edebiyatını örnek alarak geliştirdikleri edebiyat geleneği genel olarak
"Divan edebiyatı" adıyla anılmaktadır. Buna "zümre edebiyatı", "ümmet çağı Türk
edebiyatı" adını verenler de vardır. Divan edebiyatının kuruluş döneminde '13.-15.
yüzyıl) Farsça çeviriler çoğunluktadır. İlk şairler (Ahmed-i Dâi, Kadı Burhaneddin,
Şeyhi) çoğunlukla dinsel şiirler yazmışlardır. Geçiş döneminde (15.-16. yüzyıl) saray
ve çevresi bu tür edebiyatı özellikle desteklemiş, şiirin yanı sıra düzyazı örnekleri de
ortaya konmuştur (Ahmed Paşa, Necati, Mercimek Ahmed, Âşıkpaşazade, Sinan
Paşa gibi). Divan edebiyatının olgunluk döneminde (16.-18. yüzyıl) etkilenme ve
esinlenme aşamasından özgün yaratı aşamasına geldiğini gözlüyoruz. Klasik
biçimlere yerli içerikler kazandırılmaya çalışılmış, bu arada yeni akımlar, özellikle
"Sebk-i Hindi" denen yeni bir şiir tarzı denenmiştir (Fuzuli, Bâkî, Bağdatlı Ruhi, Nabî,
Nef'i, Nedim, Şeyh Galib, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Naima, Veysi, Nergisi)
Halk Edebiyatı: Yaratıcıları belli olmayan ya da bilinemeyen halk hikâyeleri, türküler,
mâniler, atasözleri, bilmeceler, seyirlik köy oyunları halk edebiyatının bir bölümünü
oluşturur. Tekke edebiyatı (13.-16. yüzyıl), halk edebiyatının dinsel içerikli biçimidir.
Tasavvufun dinden farklı olan geniş hoşgörüsü ve yorum biçimi zengin bir edebiyat
geleneğinin oluşmasında başlıbaşına bir etmen olmuştur. Tekke şiirleri ilahi, nefes
gibi özel bestelerle okunurdu. Tekke edebiyatı dili yer yer Arapça ve Farsça sözcükler
25
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
içerse de kolay anlaşılabilir bir nitelikteydi. Dörtlük nazım birimi ve hece ölçüsü
sonuna kadar kullanılmıştır. Bu edebiyatın en önemli temsilcileri Yunus Emre,
Nesimi, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram Veli, Hatayi, Pir Sultan Abdal'dır. Halk
edebiyatının bir başka alanını oluşturan âşık edebiyatı, 16. yüzyıldan günümüze
kadar süren dönemi içerir. Âşık da denen halk ozanları genellikle sazlarıyla
Anadolu'yu dolaşarak hem bir geleneği oluşturmuşlar, hem de yaşama savaşı
vermişlerdir. Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevheri, Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah,
Bayburtlu Zihni, Ruhsati, Sümmani, Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan bunlara örnek olarak
verilebilir.
26
6) KANUNİ’DEN SONRA
“Muhteşem Süleyman” başarılarla bir ömrü doldurup gittiğinde arkasında kalan,
Osmanlı’nın yeni ve zor dönemine işaret eden bir kelime olmuştur: Kapitülasyon…
Lİ
SE
Sİ
Fransa’ya, Avrupa’da ki güç birliğini dağıtmak için verilen imtiyazları takip eden yeni
kapitülasyonlar, yeni imtiyazlar ve Osmanlı’nın, Söğüt’ten üç kıtaya yürüyen bir
tarihin, sömürgeleşmesi takip etti.
Büyük imparatorlukların ortak kaderi Osmanlı İmparatorluğu’na uğrayacak,
kaybedilen ülkeleri ölen askerler, karanlık bulutları kaybedilen savaşlar, yiten umutlar
izleyecekti.
Ve Birinci Dünya Savaşı…
Kapitülasyonların dağıtmak istediği birlik, “hasta adam”ın topraklarında yürürken,
yüzlerce yıllık tarih, haşmetli padişahlar filmin sonuna ağlayacaktı.
Ağlamanın fayda getirmeyeceğini bilen bir adam ve peşindeki Kuva-yi Milliye ruhu
yeni bir gün doğuracaktı.
EG
E
O gün gökyüzü Kemal’in gözleri maviliğinde, o gün Anadolu toprağı, yeniden,
Kemal’in umudu kadar umutlu, Kemal kadar güzel olacaktı.
O gün, tarih 29 Ekim 1923 olacaktı. Kemal Paşa ve binlerce, yüz binlerce Türk’ün
türküsüne, tarihimizin bağımsızlık sevdası eşlik edecekti.
Ö
ZE
L
Kanuni, İsrafil’in borusuna kadar uyumaya yattığında, bildiği tek şey her ne olursa
olsun Türk’ün kıyamete kadar bağımsız yaşamaya yeminli olduğuydu…
27
SONSÖZ
Lİ
SE
Sİ
Bu sözler her ne kadar “sonsöz “ün altına yazılsa da, daha yeni filizlenen, yeni
yapraklanmaya başlayan bir bağımsızlık, hem de Atatürk’ün ödev verdiği üzere
“ekonomik ve siyasi, iç ve dış” bağımsızlık özleminin, arzusunun, Türk’ün bitmeyecek
türküsünün sözleridir…
Unutmayınız ki, bu memleketi sahipsiz sanıp geldiklerinde, yorgun topraklara bundan
seksen küsur yıl önce ayaklarını değdirdiklerinde yükselen isyan ve çığlıkların ilk
sahibi yine gençlerimizdi. Bu gençler “Kuva-yi Milliye” ruhunun da lokomotifi olmuş,
Mustafa Kemal Paşa’nın sürekli ve yılmaz takipçiliğini yapmışlardır.
Şimdi Atatürk, Anıttepe’de uyumaktadır ve onunla birlikte savaşan genç nesil,
birçoğu şehit olarak, toprağın altına girmiştir.
EG
E
Fakat torunları uyudukları gaflet uykusundan çoktan uyanmışlardır.
İşte biz o uyanan torunlarız…
Bizim Atamız’a, şehidimize, bayrağımıza borcumuz vardır.
Ö
ZE
L
Bundan dolayı ,asla, toprak bütünlüğümüze, bayrağımıza, şehitlerimize, Atamız’a ve
bağımsızlığımıza yapılan en ufak bir saldırıyı hazmedecek tahammülümüz
bulunmamaktadır.
Bunun yanısıra , gelinen içler acısı nokta, iç ve dış gelişmeler bizi tedirgin etmekte ve
hareket etmeye mecbur bırakmaktadır.
Bu hareket, bayrağa hakaret ettirenlere, askerimizin başına çuval geçirenlere, bizi
tekrar bölmeye çalışanlara, terörist gruplar üzerinden ülkemize saldırı düzenleyenlere
olacaktır.
Bu hareket, laik, demokratik cumhuriyetimizde rejim değişikliği hayal eden, Kurtuluş
Savaşı’nı ve binlerce şehidin emeğini silmeye, yok etmeye çalışan ve maalesef
önemli kalelerimizi ele geçirmiş olan zavallı “piyon”lara karşı olacaktır.
28
Bir oyun oynanıyor ve biz bu oyunu bozmaya, “vezir”i de, “piyon”u da geldiği yere geri
göndermeye yemin ettik.
Bizi çalışmak için motive eden, azmetmeye iten kuvvet bu inançtır.
Lİ
SE
Sİ
Biz bu gücü Orhun Kitabeleri’nden, tarihten aldık ve sonuçlarını yine tarihe
yazacağız…
Saygılarımızla.
Ö
ZE
L
EG
E
Proje Grubu
adına
R. Serhat İşbecer
29
KAYNAKÇA
Lİ
SE
Sİ
Hammer,B.J.(1993) Büyük Osmanlı Tarihi(Cilt 5),İstanbul
Lybyer,A.H.(2000) Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğunun
Yönetimi (1.baskı),İstanbul, Sarmal Yayınevi
Yüce,Y.,Sevim,A.(1991) Klasik Dönemin Üç Hükümdarı: Fatih, Yavuz, Kanuni(7.
baskı),İstanbul,Türk Tarih Kurumu Yayınları
Temel Britanica(1993), İstanbul, Ana Yayıncılık ve Sanat Ürünleri Pazarlama Sanayi
ve Ticaret A.Ş
www.enfal.de/otarih48.htm
www.osmanli700.gen.tr
www.istanbullife.org
www.hurriyetim.com
www.odevsitesi.com
www.dallog.com
EG
E
www.kulturturizm.gov.tr
Ö
ZE
L
RESİM KAYNAKÇASI
Kuban,D.(1998) Sinan’ın Sanatı ve Selimiye,İstanbul,Tarih Vakfı Yurt Yayınları
www.yahoo.com
www.google.com.tr
30
31
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
32
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
33
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
34
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
35
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
36
Ö
ZE
L
EG
E
Lİ
SE
Sİ
Download