Giriş Marka yönetimi “trendlerini” toparlamak üzere bir yazı tasarlıyordum. Brandage’in Temmuz sayısında Gezi’ye çıkınca bu aya kaldı. Yönetim eğilimleri, yönetim anlayışları aslında temel felsefi bir dönüşümle ilgili karşımıza çıkar. Felsefe, paradigma gibi “büyük teorilere” ait bir alandan esin alınarak işe koşulur. Doktora derslerimde beş yıldır giriş ödevim şöyle. Sonu “managment” olan kavram, olguları toparlayın, tanımlayın. Türkçe devam edelim. Yirminci yüzyıldan bugüne tarihsel olarak bir dizi “yönetim” alanı çıkar: Üretim Y., Satış Y., Pazarlama Y., Müşteri ilişkileri Y., Marka Y., Ürün y., İletişim Y., Kültür Y., İtibar y., Algı Y. gibi… Bu liste her yıl yeni “yönetim” önerileriyle zenginleşiyor. Pazarlama ve iletişimi yönetmek söz konusu olduğunda son yirmi yıl içinde başımız epeyce dertte. Modern yönetimi hal edip, post-modern olurken, “dalga” boylarımız uzayıp, kısalırken, iletişim teknolojilerinde hız kesmeyen devrimler olurken bu durum kaçınılmazdı. İnsan ve toplum değişiyor, üretim ve iletişim teknolojileri değişiyor yönetim yaklaşım ve anlayışları da bu değişimlere ayak uyduruyordu. Marka yönetimine gelince… İşletmelerin nasıl yönetildiği doğrudan ilgiliyiz. Pazar ve rekabeti, iletişim biçimlerimizi etkileyen her türlü olguyla ilgiliyiz. Sonuçta üretim de kolaylaşınca, sorun olmaktan çıkınca iş satışları sağlayacak (dikkat buyrun, artıracak demedim) temel işlevler olarak pazarlama ve iletişim yönetimi 90’larla birlikte ülkemizde de genel müdür çıkarır hale geldi. Mühendisler “bizim” alanlara kaymaya başladı. 2003 yılında bir yaş günü kutlamasına kurban giden bir derleme kitapta gelecek on yılda marka yönetimi ne olacak kıvamında bir yazı kaleme aldım. O makaleyi çoğunuz fark etmediğinden rahatım ama yine de sizleri sıkmaktan korkarım. Çünkü, bu yazıda o on yılda olanları değerlendireceğim. Aslında iki üç yıl önce kurumsal iletişim ne münasebetle hayatımıza girdi diyerek de benzer bir çaba harcamıştım. O makaleden önce… Son üç dört yıldır kurumsal iletişime kafa yoruyordum. Marka yönetimi açısından nasıl bir değişim yaratacak diye. Bir derginin kuruluşu vesilesiyle gelecek on yıla dair kehanetimi dile getirirken de son dönem dünyada olanların Türkiye’ye nasıl yansıyacağını tartışmaya karar vermiştim. 92 yılında mezun olurken şimdi başkanı olduğum Bölüm, Uluslararası Reklamcılar Derneği’ne (IAA) akredite olmuştu. Anadolu Üniversitesi diplomasıyla birlikte bir diploma daha alıyorduk. Hala da veriyoruz. Diplomada yazan ifadesiyle “bütünleşik pazarlama iletişiminde uzman” sayılıyorduk. Yahu biz reklamcı olacaktık. Hadi biledin halkla ilişkiler… Bu nereden çıktı diyemeden. Dünyada ve Türkiye’de eş zamanlı olarak “reklamcılar” demode oldular. Prestij kaybeden reklamcılık ajans isimlerine kadar yansıdı. Hep söylüyorum. Reklamcılar Derneğine üye ajanslar reklamcılık işini adlarına taşımıyorlardı, taşımıyorlar. Uzatmayalım. Bu ilk şoku atlattık derken, halkla ilişkiler yönetimi stratejik iletişim yönetimi olarak belirdi. Tutmadı. Ama onlar da boş durmuyorlardı. Biraz zaman aldı. 2000’lerin başında kurumsal iletişim yönetimi olarak temayüz etti. Halkla ilişkiler de reklamcılık gibi hayata tutunmaya çalışıyor. Tüm bunlar olurken pazarlama ve iletişim yönetimi meselesi 60 yıllardaki modaları olan markayı hatırladı. Marka önce çok önemliydi, sonraları “product(ion)” dur bakalım dedi. Asıl oğlan benim. Bir otuz yıl Birleşik Devletlerde “brand mng.” değil de “product mng.” arzı endam etti. Biz öğrenciyken ürün yöneticileri vardı. Kendimize iş hedefi olarak görmüyorduk bile. Bu alemin kralı reklamcılardı (Türkiye’de). Hem onlar neyi yönetiyordu anlayamamıştık. Derslerde de söz eden yoktu. Marka da neymiş. “Brand Equity” (değer diye çevirmiş 1997’de de bir makale yayınlamışım) kavramı odağında yeni bir rüzgarla marka ile yeniden tanıştırıldık. Bu süreç içinde Aaker başta olmak üzere marka yönetimine dair gurular ortalığı toz duman etti. Marka yönetimini yeniden keşfedirken ürün yöneticileri hızla marka yöneticiliğine terfi etti. Kusura bakmayın yaşlılık işte. Her şeyi bir tarihsel bağlam içinde anlatıyoruz. Sonuçta Güven (Borça) “Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar mı?” diye sordu. Hemen ardından ben “Markana Kadar Konuş” dedim. Takvim yaprakları 99’daydı. O günlerde markadan söz etmeyene ekmek yoktu. Türkiye’nin yeni ve güçlü markalara ihtiyacı var diyerekten de dört elle sarıldık markalaşmaya. 2003-2013 arası 1 2003’teki makalede söyle demişim: “…Sonda söyleyeceklerimi başta söyleyeyim. Marka yönetimi, kurumsal iletişim ile birlikte yeni bir boyuta taşınıyor. Bu değişim sürecinden başta reklamcılık olmak üzere tüm pazarlama iletişim çevreleri etkilenecek. Davulu taşıyanlar (marka sahipleri) ve tokmağı vuranların (reklam, halkla ilişkiler vd.) ortak sorumluluk paylaşımını geliştirmeleri bir zorunluluk.” Ajanslar (reklam, halkla ilişkiler, iletişim vb.) marka yöneticilerinin hayatını kolaylaştırıyor mu? Davulu taşıyanların yükünü hafifletiyor mu? Markaların uzun dönemli stratejik yatırım araçlarında etkinlikliği arttı mı? Görünen ve hissettiğim şey 2003 2013 arası değişen bir şey olmadığı. Bir tek dijital medya olgusuna paralel yeni tür “tedarikçiler” ortaya çıktı. İnterneti daha yaratıcı kullanma eğilimini güçlendirdi. Markaların varoluşuna ortaklaşa bir katkıyı sağlama konusunda ajanslar kendilerini dönüştürme konusunda hiç de atak değillerdi. Bunun tek suçlusu kuşkusuz onlar değil. Markaların yönetim katlarından ajanslara bakış açısı son 40 yıldır giderek olumsuz bir algıyla kan kaybediyor gibi. 2 Markanın tüm dünyada yeniden itibar kazanmasının ana nedenlerinden biri marka ve kategori genişlemesi olmuştur. 90’ların sonundan itibaren güçlü markalar için yeni iş fırsatlarına uyum gösterdi. Bu değişim alanını kurumsal marka olarak adlandırıp yeni yönetim modellerini gündeme almıştık. Birsel-seri ve kurumsal marka yönetim ayrımına işaret etmiştik. O Makaleye dönersek… Yıl yine 2003 Kurumsal markaları yönetmek, klasik seri marka yapılandırma yönetimine oranla farklı bir yaklaşımı gerektirdiği açık. Literatürden yola çıkarak bu ayrımları bazı başlıklar halinde özetleyebiliriz. Bireysel seri marka yapılandırma öncelikli olarak tüketici ve dağıtıcı odaklıdır. Buna göre az sayıda çalışan ve tüketici ilişkisi söz konusudur. Kurumsal marka yapılandırmada sosyal paydaşların çoğu çalışanlarla ilişki içindedir. Tüm sosyal paydaşlarla tutarlı ve biricik mesaj önem kazanır. Bireysel seri marka yapılandırmada tüketiciler marka ile ilgili temel değerleri reklam, ambalaj, dağıtım ve ürün kullanıcılarından edinir. Kurumsal marka yapılandırmada ise değerler kurumsal iletişim ile yansıtılır, sosyal paydaşlarla çalışanlar arası etkileşim önem kazanır. Kurumsal marka yönetim çerçevesi kurumsal iletişimin de gelişimiyle yeni boyutlar kazanma yolunda hızla ilerledi. Ülkemizde ise daha marka yönetiminin abecesiyle ilgili sorunları aşamamışken bu yenilikler lüks kaçtı. Türkiye’de kurumsal marka yönetimi ve kurumsal iletişim ilişkisinde organisayonel bir değişim ummuştum. Şirketler hala düşünüyorlar gibi. Tabii arada benim ıskaladım yada bizleri haberdar etmemiş marklar vardır. Haksızlık etmeyeyim. 3 Önce kültür… Bu çerçevede ayırt edici noktalardan biri önemli bir paydaş olarak çalışanlardır. Çalışanlar işletmenin temel değerlerini kurumun ilgili çevrelerine yansıtabilir ve kurumu, dolayısıyla da markanın vizyonunu temsil ederler. Marka değerlerinin yaratımında çalışanların önemi dikkate alınmalıdır. Hizmet sektörü söz konusu olduğunda çalışan – müşteri ilişkileri çok daha önem kazanır. Kurum kültürü (değerler ve ona bağlı arzulanan davranış kalıpları) pazarlama iletişimcilerinin de önemli bir kavramı olarak görülmelidir. Bu bağlamda marka yönetimi içerde kültür yönetimi dışarıda müşteri yönetimini içerir bir boyutta tanımlanmaktadır (13).