aile terapileri - Ankara Ada Psikoteknik

advertisement
AİLE TERAPİLERİ
Aile dendiği zaman, anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile kavramı
anlaşılmaktadır.
Devlet
Planlama
Teşkilatı
‘Türk
Aile
Yapısı
Özel
İhtisas
Komisyonu’nun 1987 yılında yaptığı tanıma göre ‘’ Aile; kan bağı, evlilik ve diğer
yasal yolardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan
bireylerden oluşan, bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının
karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir
toplumsal birimdir’’. Örf ve adetler, aile üyelerinin aile içinde alacağı rolleri saptarsa
da üyelerin alacağı roller toplumlara, çekirdek ve geniş aile tiplerine göre değişiklik
gösterebilir. Aile üyelerine yönelik beklentiler ve roller her ortamda farklı olabilir.
Genel olarak aile kavramıyla ilgili 4 farklı yaklaşım söz konusudur:
1. Aile üyelerinin birinin fikrine dayanarak, onun duyguları ve fantezileri aracılığıyla
aileyi tanıma. Psikiyatride en çok kullanılan tanıma ve tanımlama yolu budur.
2. Aileyi çekirdek ve geniş yönleri ile bir kurum olarak ele alan kültürel yaklaşım. Bu
tanımlama daha çok sosyoloji ve sosyal psikoloji alanında kullanılır.
3. Aileyi sosyal bir birim olarak alan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre aile çeşitli
parçaların oluşturduğu bir sistemdir. Küçük bir grup olarak ele alınır ve küçük
grupların davranışları açısından sosyal psikoloji tarafından incelenir.
4. Aileyi toplum değerleri ile sınırlı bir grup olarak kabul eden yaklaşım. Bu
yaklaşıma göre yasalar tarafından belirlenmiş kurallar olmakla birlikte her ailenin
kendine göre belli ya da belirsiz bazı yasaları vardır.
Bugün gelinen noktada, aile terapisi terimi iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci
anlam, bireyde bir psikiyatrik bozukluğun oluşumunun anlaşılması ve sağaltılmasında
kullanıldığı durumlardır. Bu durumda içinde yaşadığı birincil çevredeki yani
ailesindeki ilişkilerin dinamiklerinin anlaşılması ve düzeltilmesi için kullanılan
açıklama ve sağaltım biçimlerini kapsar. İkinci anlam ise bir aile olarak birlikte
yaşayan insanların ilişkilerindeki çatışma, sıkıntı ve yakınmaların ele alındığı ve
düzeltilmeye çalışıldığı sağaltım biçimlerini kapsar. Bu ikincisini evlilik terapisi olarak
adlandırmanın daha uygun düştüğü söylenmektedir.
Aile terapisi, bir aile üyelerini bir araya toplayarak, amatörce konuşmalar
yapmak ve ya kendi sağduyusuna güvenerek öğütlerde bulunmak değildir. Ailenin bir
üyesinde ortaya çıkan belirti ve ya sorunun ya da birkaç üyenin birlikte yakındıkları bir
sorunun aile üyeleri ile toplu oturumda konuşup, sadece dile getirmesiyle herkesin
sorunu artık bildiğini ve bunu kendiliğinden çözebileceklerini sanmaktan ibaret de
değildir. Yeterli psikoterapi eğitimi ve deneyiminin yanı sıra özellikle aile terapisi
yolundaki teknik yöntemlerin de bilinmesini, ayrıca uygulamada da belli bir klinik
deneyimi gerektirir.
Tarihçe ve Temel Kuramlar
Aile terapisi terimi, başlangıçtan beri oldukça geniş kapsamlı bir kuramsal
yönelimi belirtir anlamda kullanılan gelmiştir. Bu kuramın temel aldığı fikir, psikiyatrik
bozukluğun insan ilişkileri ile açıklama ve/veya düzeltilmesinin mümkün olduğu
varsayımıdır. Bir Çin atasözü şöyle demektedir: ‘yalnızca balıklar içinde yüzdüklerinin
su olduğunu bilmezler’, bunun gibi insanların da içinde yaşadıkları ilişkili sistemleri
görme beceriksizliği vardır.
Atlardan korkan Küçük Hans’ın fobisini babasıyla ilişkisi üzerinden açıklayan
Freud’un, aile kuramını ilk başlatan kişi olduğu ancak Hans’ı babasından ayırarak
sağaltmayı seçerek bireysel terapi uyguladığı öne sürülmektedir.
Adler,
büyümekte
olan
çocuklara
odaklanılırsa
erişkin
nevrozlarının
önlenebileceğini öne sürerek çocuk, ebeveyn ve öğretmenlerin yönlendirildiği klinikler
açmıştı. Adler, aile içi etkileşimlerin kişiliğin oluşumunda belirleyici olduğuna dikkat
çekerek yeni bir bakış açısı getiriyordu. Sullivan’ın ileri sürdüğü, kişiler arası
psikopatoloji ile bireyin içinde bulunduğu çevre ile ilişkileri arasında bağlantı kuran
görüşleri de aile terapisini etkileyen kuramlardan birini oluşturmaktadır.
Tedavide tüm aile üyelerini birarada görme girişimlerinde bulunan ilk 1940
yılında Bowlby olmuştur.
Ruhsal bozukluklarda çevresel etkenlerin ve ailenin rolü, biyolojik sağaltım
olanaklarının bulunmadığı; tüm ruhsal sorunları psikanalizle, toplumsal sorunları ise
sosyal psikiyatri ile çözümleme umudu taşındığı bir dönemde ilk kez ilgi çekmeye
başlamıştır. Psikanalizin egemen olduğu dönemde aile ile de görüşmeler yapan
klinisyenler bunu çekinerek yapıyorlardı. Konuyla ilgili araştırmacılar deneyimlerini ilk
kez 1955-1956 yıllarında paylaşmaya başlamışlardır.
Bireydeki psikopatolojiyi düzeltmek için aileyi ele alan ilk çalışmalar hastanede
yatmakta olan kronik şizofrenik hastaların aile içi ilişkilerinin araştırılması şeklinde
başladı. Bu dönemde şizofrenide aile içi iletişim biçiminde görülen ikili çıkmazın
çocuğu şizofreniye yaklaştırdığı öne sürüldü. Örneğin, sözel olarak kendisine seni
seviyorum denilen çocuk, söz dışı mesajlarda seni sevmiyorum iletisini aldığında,
onun sorunla etkin biçimde başa çıkmasının olanaksızlaştığı iddia edilmekteydi. Aynı
yılarda, Yale’deki Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünde çalışan ekip, yine şizofrenik
ailelerde gözlemledikleri iki süreci tanımladılar: evlilikte yarılma (marital schism) ve
evlilikte parçalanma. Eşler arası rollerin karşılık bulamadığı, sınırların bozulduğu ve
evliliklerin eşit paylaşımlı olmayıp eşlerden birinin baskın olduğu bu durumlar
şizofreni etiyolojisi açısından önemli özellikler olarak tanımlanmıştı. Bowen,
1950’lerde geliştirmeye başladığı kuramında, ebeveynler ve çocuk arasında
üçgenselleşme
sürecinin
psikopatolojik
açıdan
önemine
dikkati
çekiyordu.
Ebeveynler arasındaki çatışmada dengeleyici rol üstlenmek zorunda kalan çocuğun,
büyük bir güçlük yaşadığını ve kuşaktan kuşağa geçen bu süreç içinde şizofreni
gelişebileceğini öne sürüyordu. Wynne ve arkadaşları, şizofreniklerin ailelerinde
çeşitli rollerin, bireyselliği yitirmek pahasına, yalnızca biçimsel bir şekilde yerine
getirildiğini
gözlediler
ve
bunu
yalancı
birliktelik
(pseudomutuality)
olarak
adlandırdılar. Şizofrenik aileler için özgüllüğü ve duyarlılığı daha sonra kanıtlanamasa
da bu varsayımlar, uygulamada aileye yönelik sağaltım girişimlerinin öncüsü oldular.
Son yirmi yıl içindeki gelişmelerden en dikkat çekici olanı, biyolojik modeller ile
psikolojik ve sosyal modeller arasında bütünleşme eğiliminin olmasıdır. Bu eğilim,
biyolojik sağaltım biçimleri ile psikososyal sağaltım biçimlerinin birbirlerine seçenek
olmaktan çıkıp, birlikte kullanılması şeklinde uygulamalara yansımaktadır. Biyolojik
modelle etkileşimi sonrasında aile terapisi doğrultusunu, ailedeki işleyişi aile için
sağlıklı hale getirecek değişimi kavramlaştırmaya çevirmiştir. Bu gelişmeler
sonucunda, bireydeki psikiyatrik bozukluğun ailedeki patolojiden kaynaklanıyor
varsayımı yerine, aile ile işbirliği içinde, aile bireyin sorunlarını tümü için en sıkıntısız
biçime getirebilme, ailenin güçlerini harekete geçirebilme, sorun çözme davranışlarını
geliştirme, işlevsel olarak daha adaptif bir duruma gelmeleri hedef halini almıştır.
Kronik psikiyatrik bozukluklarda ailelerin beklentilerini araştıran çalışmalar da
yapılmış ve benzer sonuçlar elde edilmiştir. Aileler bu tür durumlar karşısında yoğun
çaresizlik yaşamakta ve bir şeyler yapma gereksinimi hissetmektedirler. Aile, bu
hastalıkların onların yaşamlarındaki bozucu, çaresizleştirici etkileri için yardım
arayışındadırlar. Aile, profesyonellerden duygusal kabullenilme, anlayış, saygı,
hastalığın doğası ve sağaltımı konusunda bilgi gereksinimi içindedir.
Özellikle şizofrenik bozukluk, duygudurum bozukluğu, obezite tanılı hastaların
aileleri ile yapılan ve eleştiricilik, aşırı ilgilenme şeklindeki yüksek duygu dışa vurumu
gibi ilgi ve iletişim biçimlerini hedef alan ve aile içindeki daha kabullenici yaklaşımlarla
hastalığın alevlenmelerinin azaltılabileceğini gösteren çalışmalar, aile terapisinin
öneminin gündeme gelmesine yol açan bilimsel gelişmelerdir.
Psikiyatrik Hastalığın Aileye Etkisi
Aile üyeleri arasındaki etkileşim, aile üyelerinin tek tek sağlıklarına etki ettiği
gibi, bir üyenin sağlıksız olması da tüm ailenin yapısına etki edebilmekte ve aile
işlevlerinde bazı bozulmalara neden olmaktadır. Bazı durumlarda hastanın rolünü
başka birinin üstlenme zorunluluğu bu sorunu yaratırken, çoğunlukla hastalığı
kabullenmeme, suçluluk duyguları, çevreden çekinme gibi duygu ve düşünceler hasta
ailesini etkileyebilmektedir. Ancak sorun ile birlikte yaşamayı öğrenme ya da
sorunlara yeni çözümler bulma sayesinde ailelerin işlevlerini yerine getirebilecek
başka bir denge kurmaları da mümkündür.
Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar
Günümüzde aile ve evlilik terapisi alanında çok sayıda ekol vardır. Tümünü
ortak kılan nokta, aile (ya da ailenin bir alt birimi, örneğin eşler ya da anne-çocuk) ile
birey arasındaki ilişkileri ele almalarıdır. Terapistler, aile üyelerini bir araya getirip
onların ortak meselelerini belirlemelerini, sorunlarını sıralamalarını, çözümleri için
işbirliği yaparak çalışmalarını sağlamaya çalışırlar. Aile terapilerindeki ekollerin tümü
bazı amaçlarda ortaktırlar.
Yöntemleri ne olursa olsun terapistler, aile için şu amaçları taşırlar:
Bireydeki ruhsal belirtileri ve işlevsel bozuklukları, ilişkiler alanında ele almak ve
1.
azaltmak;
Aile ve evlilik içi çatışmaları ile ailenin daha geniş çevresi ve toplumla
2.
çatışmalarını çözümlemek;
Ailedeki yakınmalar için ailenin sorun çözmede kullanabileceği kaynak ve
3.
davranışları belirleme ve kullanma güçlerini harekete geçirmek;
Aile üyelerinin duygusal gereksinimlerinin algılanması
4.
ve doyurulmasını
kolaylaştırmak;
Üyelerin ve ailenin zorlayıcı yaşam olayları, tıbbi ve ruhsal hastalıkları karşısında
5.
sorun çözme, iletişim kurma becerilerini geliştirmek;
Üyelerinin herbirinin özerkliğinin ve iletişim kurma becerilerinin artmasını
6.
sağlamak;
7.
Cinsler ve kuşaklar arası rol dağılımı konusunda uyuşmanın artmasını sağlamak;
8.
Ailenin toplumsal çevre ile bütünleşmesini kolaylaştırmak.
Aile Terapisinde Belli Başlı Ekoller ve Yaklaşımlar
Psikodinamik ve İçgörü Yönelimli Yaklaşımlar
Bu ekoldeki temel kavramlar bireysel hastaların psikoanalitik tedavisinden
alınmıştır. Ailede şimdi varolan sorunlar, karı-kocanın bilinçdışı çatışmaları ve
geçmişteki ailelerinden kaynaklanan yansıtmaları ile bağdaştırılarak açıklanır.
Örneğin kendi bilinçdışı çatışmaları ile dünyayı doyurucu bulmayan bir anne
çocuğunu kendi narsistik doyumu için kullanarak çaresizlik ve suçluluk içine sokabilir.
Bir aile terapisinin psikanalitik sayılabilmesi için 3 kriter öne sürülmektedir. Birincisi
aile
içi
kişiler
arası
ilişkilerin
dinamiğini
psikanalitik
kurama
dayanarak
değerlendirilmesidir. İkincisi, terapiye katılanların bilinçdışı çatışmalarının farkında
olmalarını ve onları çözümlemelerini sağlamasıdır. Üçüncüsü ise terapötik çerçevenin
psikanalitik olmasıdır.
Bu yaklaşımı kullanan aile terapistleri, yüzleştirme, yorumlama, netleştirme
teknikleri kullanarak bireylere ve eşlere içgörü kazandırarak aile dizgesinde değişiklik
yapmayı
amaçlamaktadır.
Terapi
sayesinde,
bireylerin
özerklik
ve
yakınlık
gereksinimlerinin daha gelişmiş biçimde sağlanması, daha empatik ilişkiler
yaşanabilmesini, duygusal tepkiselliğin azalıp, bilişsel işleyişin yükselmesi hedeflenir.
Yapısalcı Yaklaşımlar
Yapısalcı modelde, aile sistemi, karşılıklı etkileşimlerin, çeşitli ve karmaşık
davranış örüntülerinin olduğu bir bütün olarak kabul edilir. Aile Terapisi, bu karmaşık
davranış örüntülerinin sürecini anlamaya yardımcı bir teoridir. Bu teorinin 3 temel
kavramı: 1) Aile Yapısı 2) Altsistemler ve 3) Sınırlardır.
Aile yapısı, ailenin tekrarlanan davranış örüntüleri sonucunda oluşan, aile
üyelerinin etkileşimini sağlayan, bu etkileşimle ilgili düzenlemeler koyan yerleşmiş
davranış örüntüleridir. Bir yapısı olan aile sistemi işlevlerini, bireylerin oluşturduğu
altsistemlerle yerine getirir. Her bireyin kendi başına da bir alt sistem olarak kabul
edildiği ailede üç genel alt sistemden söz edilebilir. Bu alt sistemler; karı-koca
altsistemi, anne-baba alt sistemi, kardeşler altsistemidir. Varolan altsistem ve
sistemlerin bir sınırı vardır. Bu sınırlar bir altsistemden diğerine ne kadar duygu ve
bilginin aktarılacağını, kimin kiminle ve nasıl bir ilişkiye gireceğini belirler özellikleri
açısından katı, belirsiz ve belirgin olmak üzere sınırlar üçe ayrılmıştır. Katı sınır ile
sınırlanmış
altsistemler/sistemler
arasında
geçirgenlik
olmadığı
için
bireyler
bağımsızlık kazanmalarına rağmen, birbirlerine yardımcı olamaz ve birbirlerinden
öğrenemezler. Eğer sınır belirsiz ise birtür iç içe geçmişlik söz konusu olur ve
altsistemler/sistemler birbirlerine yardım etmeleri, birbirlerinden öğrenmelerine
rağmen bireyselliklerini ve farklılıklarını koruyamazlar. Belirgin sınır özelliğine sahip
ailelerde ise bireyler birbirlerinden kopmadan fakat bireyselliklerini koruyabildikleri bir
birlikteliği başarabilirler. Ailede sınırlar ve hiyerarşinin bozulduğu durumlara bir örnek
olarak aşırı koruyucu , denetleyici bir ebeveyn alt sistemi ile edilgin yada isyankar
çocuğun bulunduğu bir aile yapısı verilebilir. Yapısalcı terapi ebeveyn ilişkilerinin
artmasını, üçgenselleşmenin çözümlenmesini hedefler. Kullanılan teknikler arasında
canlandırma, odaklama ve sınır oluşturma sayılabilir. Terapi sırasında ailede olan
sorunların canlandırılması, sorunu temsil eden bir duruma odaklanılması ve sınırların
netleştirilmesi (örneğin kızı adına konuşan anneye, kızına yardım etmeye çalıştığı
ama bunu kızının kendisinin yapması gerektiği söylenerek) sağlanır.
Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımlar
Bu terapide öğrenme ilkelerini kullanılır. İletişim becerileri, sorun çözme
becerileri, karşılıklı pekiştirme ve işlemsel koşullama teknikleri kullanılır. Bunun için
uyumlu davranışları ödüllendirip, uyumsuzları ödüllendirmeme tekniği bunlardan
biridir. Girişimlerin odağı sorun oluşturan davranışlardır. Bir iletişim uzmanı olan
terapist, aile üyelerine, düşünce ve davranışlarını net biçimde ifade etmeyi öğretir.
Sorun çözme beş aşamada oluşur: sorunun belirlenmesi, amaç oluşturma, çözüm
önerileri getirme, önerileri uygulama ve sonuçları değerlendirme.
Davranış
değişiklikleri için olumlu pekiştirme ve ev ödevleri kullanılır.
Stratejik Yaklaşımlar
Girişimlerin odak noktası ailede yakınma veya yakınmalara neden olan sorun
olarak kabul edilir. Bu yaklaşıma göre semptomların sebeplerinden birkaçı ailenin
başarısız problem çözme yöntemleri, yaşam siklusuna geçişlerinde uyum sağlamada
beceriksizlik ve kötü işlev gören hiyerarşik yapıdır. Ailenin sorunu çözebilmesi için
varolan kalıbı değiştirip yeni bir kalıba ulaşmaları hedeflenir. Bu hedef için alt
amaçlar, katı geri bildirimlerin önlenebilmesi, yeni sonuçla birlikte semptomun
devamlılığının değiştirilmesi ve daha berrak bir hiyerarşik tanımın yapılabilmesidir.
Aile yapısına direkt bir öneri getirilmez; aile yeniden organize olmanın doğrultusu
açısından oldukça serbesttir. Değişim için, sorunu yeniden çerçevelendirme, belirti ile
bağlantı taşıyan davranış ödevleri gibi belli başlı teknikler kullanılır. Bu yaklaşımda
iletişim-dil ve anlamlandırma süreçleri özellikle önem taşımaktadır.
Sistemik Yaklaşım
Aile, bilgi alış verişi ve aktif bir iletişimin olduğu bir sistem olarak kabul edilir.
Ruhsal belirtilerin, kişinin içinde bulunduğu sosyal ortamla olan bağlantısını
vurgulayarak, tedavi bu doğrultuda sağlamaya planlanır. Ruhsal sorunlar, bireyin
içinde bulunduğu sisteme, sistemdeki kişilerle ilişkilerine mantıklı bir uyum olarak
değerlendirilir. Etiyolojiye yaklaşımda semptomlardan sorumlu olan herhangi bir aile
bireyi olmayıp, hatta fonksiyonu bozuk ailede olmayıp ‘’aile oyunudur’’. Aile kısır bir
döngü şeklinde süregiden etkileşim örüntülerine hapis olmuşlardır. Bu yaklaşımda
sistemlerin kendi kendine sürekli olarak değiştiği ve geliştiği ancak görünürde stabil
olduğu kabul edilir. Sistemik terapistin görevi ailenin değişebilme yeteneğinin
değişmesi, değişme potansiyelinin özgürleşmesidir. Ailenin nasıl olması gerektiği
konusunda terapistin kendi çözümlerini aileye kabul ettirmeye çalışması yerine
ailenin kendi çözümlerini bulmasına yardımcı olmak esastır.
Eksperiyental/ Humanistik Yaklaşım
Aileyi kişiler arası etkileşimle oluşan bir sistem olarak tanımlanır. Bu
yaklaşıma göre iletişim, aile sisteminin sağlıklı yada sağlıksız olmasının en temel
belirleyicisidir. Nasıl iletişim kurulacağı karmaşık bir olay olmasına rağmen, iletişimin
kendisinin öğrenmeye dayandığı kabul edilir. Ayrıca terapide bireyin benlik saygısı
üzerinde de durulur.
Üç iletişim düzeyi tanımlanmıştır: 1) anlam düzeyi (sözel iletişim/kelimeleranlamları) 2) çağrışım düzeyi (vücut ve ses iletişimi ile anlamla ilgili mesaj) 3) çevre
düzeyi (iletişimin geçtiği yer ve zaman). Bunların dışında kişiler arası ilişkilerde
kullanılan beş iletişim çeşidi vardır: 1) Yatıştırıcı iletişim: iletişimin bütünün içindeki
benlik diğer kişi ve çevre boyutlarından, benliğe hiç önem verilmez ve diğer kişi ile
çevre dikkate alınır. Bu iletişim şeklinde kişi ne olursa olsun kabul eder, katılır. 2)
Suçlayıcı iletişim: iletişimin bütünü içinden diğerleri ve çevreye önem verilmez, önemli
olan sadece benliktir. Bu iletişim şeklinde kişi varoluşunu, suçlayarak, kabul
etmeyerek devam ettirir. 3) Süper mantıklı iletişim: iletişim bütünü içinden benlik ve
diğer kişiye önem verilmez, önemli olan sadece çevredir. Bu iletişim şeklinde kişi
genelde katı, prensipli, objektif, obsesif kompulsiftir. 4) İlgisiz iletişim: iletişim bütünü
içinden benlik, diğer kişi ve çevre boyutlarının tümü dikkate alınmaz. Bu iletişim
şeklinde kişinin söylediği hiçbirşeyle ilgili değildir. 5) Uygun iletişim: iletişimin bütünü
içinden benlik, diğerleri ve çevre boyutlarının tümü dikkate alınır. Belirtilen bu beş
iletişim çeşidinden ilk dördü işlev bozukluğu olan ailelerin kullandığı iletişim
şekilleridir.
Tedavi sürecinin iki temel amacı vardır. Birinci amaç her üyenin başkalarının
yanında, kendi ve diğerleri hakkında düşündüğü/hissettiği/gördüğü şeyleri uygun
ifade biçimleri olarak açıklayabilmesini sağlamaktır. İkinci amaç bireyselliğe saygının
varolduğu bir bütün içinde kararların güç yerine pazarlık/araştırma ile alınmasını
gerçekleştirmektir.
Eğitsel Yaklaşımlar
Ayrı bir aile terapisi ekolü değilse de bazı yeni çalışmalar bu yaklaşıma önem
kazandırmıştır. Hastaların ailelerine, diabet ve hipertansiyonda nasıl suçları yoksa bu
hastalıklarda da suçlarının olmadığı bilgisi iletilir. Etiyolojik-patogenetik model yerine,
başa çıkmayı sağlayan, bilgilendiren model kullanılır. Bilgilendirme, çalışma grupları,
yazılı kaynaklar, broşürler aracılığı ile yapılır. Bu yaklaşımlar, kronik ruhsal
bozuklukların yanısıra çocuk gelişimi, iletişim gibi konularda da uygulanmaktadır.
Terapi Sürecinin Özellikleri
Aile terapisi genellikle beraber yaşayan aile üyelerinin tümünün bir araya
getirilmesi ve terapi ekibi ile birlikte görüşülmesi şeklinde yürütülür. Ancak
uygulamada, tüm geniş aileyi (nineler, dedeler, dayılar, amcalar, halalar vb.) bir araya
getirmeyi amaçlayarak çalışmayı doğru bulan terapistler olduğu gibi bir tek bireyle de
aile terapisi uygulanabileceğini, önemli olanın ilişkileri ele almak olduğunu savunan
aile terapistleri de vardır. Evlilik terapisinde, evli (ya da birlikte yaşayan) çift birlikte
görüşmelere alınır. Bireysel terapilerin olduğu durumlarda önemli bir sorun, çifti gören
terapist
yada
terapistler
ile
terapiyi
sürdüren
terapistlerin
işbirliği
kurarak
çalışabilmeleridir.
Aile terapisini yürütecek olan terapistin özellikleri açısından önemli olan
noktalar, geniş bir eşduyum becerisine sahip olabilme; psikoterapi konusunda bilgili
olma; karışıklığa dayanma gücü; terapötik sürece kendi katkısını ve etkisini ele
almaya istekli ve yeterli olmadır.
Değerlendirme aşamasında, terapist bir geçmişi paylaşan, anıları olan bir
grupla konuşmaktadır. Ailenin kendine özgü değerleri ve iletişim diline başarıyla
uyum
gösterebilmesi
gerekir.
Bu
uyumu
sağlamayı
kolaylaştırmak
için
kullanılabilecek teknikler, aynı dili kullanma, ailenin ve tek tek bireylerin değerlerini ve
güçlerini vurgulama ve övme, yargı belirtme yerine etkileşimsel (döngüsel) sorgulama
(örneğin; karınız öyle yaptığı zaman siz ne yapıyorsunuz? sorusu gibi) tekniklerdir.
Değerlendirme sürecinde, her üyeden, sorunu ve sorunun tarihçesini kendi gördüğü
açıdan tanımlaması istenir.
Bir üyeye sorulan sorunun aynısı diğerlerine de
sorulmalıdır. Söylenenlere karşı oluşan etkilenme de her bir üyeden alınır.
Bireylerden “ben” diliyle konuşmaları istenir. Her birinin çözüm konusundaki öneri ve
düşünceleri alınır. Birbirlerine söylediklerinin aynı anlamlarda işitilip işitilmediği
araştırılır. Rol değiştirme ve eşleme gibi psikodrama teknikleri kişilerin birbirlerinin
davranışlarından nasıl etkilendiklerini anlamalarını sağlamada çok yararlı olabilecek
tekniklerdir. Terapist, görüşme odasında bireylerin birbirleri ile etkileşimlerini
gözleyerek, sorunu netleştirme ve etkileşimlere ilişkin yorumlamalar yapar. Sorun
konusunda değişimleri tetikleyen önemli araçlardan biriside, yeniden çerçevelemedir.
Bu, genellikle olumsuz etiketlenen davranışı olumlu bir çerçeveye alan, yeni bir bakış
açısı getiren, davranışın işlevsel yararına odaklanan bir yorumlamadır. Bu şekilde,
olumsuz duygu yükünün azalarak kişilerin anlayış ve değişim gücü kazanmasına
yardımcı olan bir tekniktir. Aile terapisinde davranışsal kalıplara odaklanılmaktadır.
Aile üyelerinden birinin davranışı diğer üyelerde, etkileşime bağlı davranışlarla
sonuçlanır. Değişim
süreci de
bu davranışsal ardışıklığın
farkedilmesi ve
değiştirilmesi biçiminde olacaktır.
Aile terapistleri genellikle görüşmeler arası sürede ailenin değişimini
sağlayacak doğrultuda bireylere ya da aileye ev ödevleri verirler. Bunlar,
yakınmaların
ve
sorunların
denetlenebileceğini
gösterebilecek
ve
çözüm
doğrultusunu pekiştirecek davranışsal ödevler, izleme notları gibi ödevlerdir.
Aile ile görüşmeler sırasında terapist oldukça etkin ve bazen direktiftir.
Örneğin, aile üyelerinin oturma düzeninde değişiklikler önerebilir; iletişim becerileri
konusunda etkin bir eğitimci rolü üstlenebilir; aile içi şiddet ya da tartışmaları
sınırlayıcı ve yasaklayıcı olabilir. Bu tür durumlarda, tartışmaların belli bir süreye
sıkıştırılması önerilerek aileye bu tür durumların aslında onların denetiminde olan
durumlar olacağı mesajı verilebilir.
İletişim becerileri aslında davranışsal değişiklikleri sağlamak açısından
özellikle önem taşır. Açık ve net iletişim, soru sorabilme yetisi, söylenenlerin
karşındakiler tarafından nasıl anlamlandırıldığının soruşturularak araştırılması
becerileri sorunların çözülebilmesini sağlayacak araçlardandır. Terapist, görüşmeler
sırasındaki tarzı ve iletişimi ile üyelerin etkileşimsel iletişim konusunda beceri
kazanmalarını sağlayabilecek bir örnek oluşturmaktadır.
Aile Terapi Uygulamaları Hakkında Örnekler
Stratejik Terapi Modeli ile Yürütülmüş Bir Örnek
Bu bölüm, 3 kişiden oluşan A. Ailesinin tümü ile yürütülmüş, 3’ü haftada bir
diğer 2’si onbeş gün aralıkla birer saatlik 5 görüşmeden oluşan bir terapi örneğidir.
Aile odaya girince teker teker el sıkılarak kısa bir tanışma yapılmıştır. Odaya
yerleşirken odadaki geniş koltuk tipi iki sandalyeden birine kadının, diğerine oğulun
oturduğu, erkeğin ise kapıya yakın olan sandalyede, ikisinden biraz uzağa oturduğu
gözlenmiştir. Terapistin koltuğu hareketlidir ve görüşme sırasında mesafeyi
gerekliliğe göre düzenlemeye olanak vermektedir. B. Bey, 42 yaşında, bir firmada
genel müdür olan, çalışkan, düzenli bir erkektir. Son yıllarda romatizmal sorunları
nedeniyle romatoloji uzmanı tarafından da izlenmektedir. H. Hanım 40 yaşında, bir
okulda idareci olarak çalışan bir öğretmen olup girişken, becerikli, özverili bir
kadındır. Birkaç aydır bilek tendonu sorunu olup sağ kolunu kullanmakta
zorlanmaktadır. C., 18 yaşında olup orta-ağır zeka geriliği vardır. Ayrıca
nöromüsküler sorunlara sahiptir. İlkokul düzeyinde eğitim alabilmiş, yüzeysel sosyal
ilişkiler kurabilmektedir. Kompulsif, perseveratif davranışlar tanımlanmakta ve
gözlenmektedir. Sözcükler ve kısa cümlelerle iletişim kurulabilmektedir.
Kısa bir tanışmadan sonra ailedeki bireylere tek tek onları buraya getiren
sorunun ne olduğu konusundaki düşünceleri soruldu. H.’ye göre sorun, C.’nin
problemi konusunda netlik kazanmak ve eşinin C.’ye karşı sinirli, sabırsız
davranışlarının ve öfkesinin düzelmesi gerekliliğidir. Yıllardır pek çok hekime
gitmişler, oğullarının sorunu ile uğraşmışlardır. Ancak özellikle son bir yıldır eşi
devamlı sinirli davranarak ev yaşamını tahammül edilmez hale getirmiştir. Bir
psikiyatrist bu durum karşısında aile terapisini önerdiği için buraya gelmişlerdir. Anne,
bu hekim hekim dolaşmaları içinde bir çok kez geç kalındığını, yanlış tanılar
konduğunu düşünmektedir. Örneğin C.’ye önce otistik dendiği ya da kas
güçsüzlüğünün çok geç farkedildiğini belirmiştir. Bu karışıklıklar onları ne yapacağını
bilemez duruma getirmekte, eşi ile aralarında büyük tartışmalara yol açmaktadır. C.
için ne yapılması gerektiğinde fikir ayrılıklarına düşmektedirler. Ayrıca eşinin, elinin
durumu nedeniyle kendisine yardım etmesi gerekirken, o yeterli desteği vermemekte
ve onu mutsuz etmektedir. B.’ye göre sorun, C.’nin onunla inatlaşması, yersiz
inatlaşmalarla sinirlerini altüst etmesi ve kendisini frenleyemeyip öfke patlamaları
yaşamasıdır. Eski sabrı bitmiştir ve kendisini denetleyememektedir. Eşi tarafından
yönlendirilmekten
ve
eleştirilmekten
bıkmıştır.
Eşinin
ona
karşıda
anlayış
gösterebilmesini beklemektedir. C. ise sorun konusunda bir şey bilmediğini
mimikleriyle anlatmıştır. Bu görüşme boyunca, 1 yıl öncesine kadar nasıl olup da
babanın daha sabırlı olabildiği, öfkesi ile başkalarını kırmadan nasıl başa çıkabilmiş
olduğu üzerine ve çocukları için bu denli özveri ve çabayı nereden bulabildiklerine
odaklanılmıştır.
Bir
yıl
önce
karı
koca
arasında
çıkan
bir
inatlaşmanın
çözümlenemediği ve gerginliği arttırdığı konusu keşfedilmiştir. Bir saatlik görüşme
sonrasında C. bütün bir görüşme boyunca oturabilmiş ve dinleyebilmiş olduğu için;
karı koca ise 18 yıl boyunca özürlü bir çocuğun bakımı için bu denli çaba
gösterebildikleri, sürekli olarak doğru davranışı aradıkları, bu denli enerji isteyen, güç
bir sorun karşısında yılmamış oldukları konusunda övülmüşlerdir (sorunu yeniden
çerçeveleme:’’bıkkınlık ve karışıklık yaşama’’ etiketi yerine ‘‘çaba göstermiş olma,
doğruyu arama’’ yorumu). Ayrıca babanın oğlunu bu denli önemsemesinin şaşırtıcı
olduğu belirtilmiştir (‘’öfkelenme’’ yerine ‘’ciddiye alma, önemseme’’ yorumu). Aile
bireylerine gelecek görüşmeye dek uygulayacakları ayrı ayrı ödevler tanımlanmıştır.
H’den, B.’in C’ye karşı “iyi babalık” olarak tanımlanabilecek davranış ve tutumları
gözlemesi ve not etmesi istenmiştir. B. ise annenin ‘’iyi annelik’’ olarak tanımlayacağı
hareketlerini gözlemesi dışında kendi davranışlarının da ‘‘iyi babalık davranışı’’
olmasında eşinin nasıl yardımı olabildiğini gözleyip not etmesi istenmiştir. C.’e verilen
ödevde, baba ve anneye 1-10 arası günlük not vermesi istenmiş ve babanın ona bu
notları tutmada yardım etmesi önerilmiştir.
İkinci görüşmede aile yine aynı oturma biçimi ile odaya yerleşmiştir. Bunun
üzerine terapist karı kocaya yanyana oturmalarını, C’nin sandalyeye oturmasını
önermiş; ancak C. buna itiraz etmiştir. Bu konuda ısrar edilmemiş, H. oğluna, doktor
beyi dinlesene oğlum diye yönlendirmede bulunmuştur. Terapist o kadar önemli değil,
o belirlesin, diyerek C.’in oturma konusunu kendi bildiğince yönlendirmesine izin
vermiştir. Önce B.’ye gelişmelerin ne olduğu sorulmuştur. B., adeta bir mucize oldu,
bu hafta C. ile hiç bir inatlaşmamız olmadı, diye yanıtlamış ve notlarını özetlemiştir.
Bu notlardan, H.’nin baba ile oğul arasındaki anlaşmazlıklara hiç müdahale etmediği
de gözlenmiştir. C. hafta boyunca babanın işyerine gitmektedir. Bu ailenin, onun bir
miktar sosyalleşmesi için uzlaşarak buldukları geliştirici çözümlerden birisine örnektir.
İşyerindeki çalışanlarla ilişkisi C. için oldukça besleyicidir. H’ye göre bu hafta 100
üzerinden 70’lik bir olumlu gelişme olmuştur. Ancak o bu gelişmede kendi katkısının
bu denli önemli oluşunu burada işitince çok şaşırmıştır. Onun gözlemlerine göre,
baba oğluna karşı değişmiştir. Baba ise oğlundan ve eşinden gelen katkının
gerginliğini azaltmada anahtar olduğu kanısındadır. C. ödevini yapmamıştır ama bu
haftanın nasıl olduğu sorusunu, çok iyi, diye yanıtlar. Bu gelişme üzerine terapist bu
değişimin nasıl başarılabildiği konusuna odaklanarak örnekler aracılığı ile nelerin
daha iyi olduğu konusunu ve bunun bireyler üzerindeki olumlu etkilerini vurgulayarak,
yapılanların nasıl sağlandığı konusunu pekiştirici bir tutum alır.
Üçüncü görüşmede C. kendiliğinden sandalyeyi seçer ve anne baba yan
yana, iki koltuk tipi sandalyeye otururlar. Bu seçim artık onların ikisinin sorunlarına
odaklanabilirsiniz anlamına gelebilecek bir gösterge olarak alınabilir. C. ile baba
arasındaki sorunlar yine asgari düzeydedir. Bunun üzerine karı koca arasındaki
gerginlik oluşturan çatışmalar ve bunların yirmi yıllık evlilik boyunca olumlu
çözümlenmiş örneklerine odaklanılır. Birbirine aşık olarak ve karşı çıkmalara rağmen
birbirini seçen bu iki insanın birbirleri için neleri yeterli ve iyi yapmış olduğu, bunun
nasıl sağlandığına odaklanılmaya çalışılır. Ödevler bu kez karı koca olarak birbirlerini
nasıl mutlu edebildikleri konusundaki günlük izlemlere dönüştürülür.
Yine 4. ve 5. seanslarda da sorun oluşturan iki örnek üzerinde odaklanılır.
Beşinci seansta C. sandalyesini terapistin yanına getirir. Bunun anlamı ben anne
babamın ilişkilerini düzeltmelerine yardımcı olmak istiyorum olarak aileye yorumlanır.
Böylece C. sadece sorunlu çocuk değil, onlara duygusal destek verebilecek biri
haline geldiğini de göstermeye çalışmaktadır. Karı kocanın davranışlarının birbirleri
üzerindeki hiç farketmemiş oldukları etkileri ve oluşan duyguları incelenir. Karı
kocanın davranışlarından çıkardıkları anlamların aslında gerçeği tam kapsamayan,
birbirlerini önyargılı olarak değerlendirdiklerine ilişkin örnekler olduğu görülür.
Görüşme sırasında birbirlerine sık sık, bunun senin için böyle olduğunu bilmiyordum,
sözlerini söyledikleri gözlenir. İletişim konusunda bazı bilgiler aktarılır. Örneğin
sadece kendi adına konuşmak ve söylenen şeylerin, söyleyen için ne anlam taşıdığı
konusunu anlamak için nasıl sorular sorulabileceği konusunda provalar yapılır. Bu
beş görüşme boyunca aile buraya gelmelerine yol açan sorun konusunda oldukça
başarılı çözüm bulduklarını hissetmektedirler. Uzun zamandır birlikte tatile çıkmamış
olduklarını söyleyerek beraber eğlenebilmek için birlikte bir plan yapmışlardır. Bunun
üzerine terapist bir ay sonra yeniden görüşmek üzere seansların arasını açmaya kara
verir ve bu konuda uzlaşılır.
Bu örnekte kısmen de olsa uygulandığı gibi, çözüme yönelik terapide, kişilerin
getirdikleri sorun ve ya sorunlar girişimin odak noktasını oluşturur. Sorunların
nereden kaynaklandığından çok nasıl çözümlenebileceği konusuna odaklanılır. Övgü
ve
desteklemeler
aracılığı
ile
sorun
çözücü
tutumlar
konusunda
bireyler
cesaretlendirilir. Kişiler bu övgü aracılığıyla değişime ve yeni birşeyler deneme
konusunda motivasyon kazanabilirler. Davranışlarının karşıdakilere etkisini işitme
şansı bularak, onun için kendi davranışlarının ne anlam taşıdığı konusunda bilgi ve iç
görü kazanabilirler.
Eksperiyental Modelde Yürütülmüş Tedaviden Bir Kesit
Altı kişilik bir aile (anne, baba, üç kız ve bir erkek(en küçük kardeş) çocuktan
oluşan) ile gerçekleştirilen görüşmede, aile içi algı üzerine çalışma hakkında kesit
aktarılmıştır.
Seansın başında aileye çalışmak istedikleri konu sorusuna ikinci büyük kardeş
(X), ablası (Y) ile olan ilişkisini getiriyor. X, Y ile istediği ilişkiyi yakınlığı kuramadığını,
kendisinin küçük olduğu için ablası ile arkadaş olamadığından yakınır. Ayrıca ilişkinin
bu şekilde yönlenmesinde ablasının belirleyici olduğunu belirtir.
Var olan bu algı üzerinde algının test edilmesine ve düzelmesine yönelik iki kız
kardeş ile bir uygulama yapılır. İki kız kardeşten ayağa kalkıp odanın ortasında kendi
etraflarında dönmeleri istenir. Herbirinin kendi etrafında dönerek oluşturduğu daireler,
kardeşlerin kendi yaşam daireleri olduğu belirtilir. Dönme hızlarının farklılığı ise
yaşam daireleri ve stillerinin farklılığı olarak açıklanır. Kendi doğal ritimlerine uygun
olarak dönerken yüz yüze geldiklerinde durmaları istenir. Bu istek, yaşam daire ve
yaşam stillerinin farklı olması nedeni ile yüz yüze gelmelerinin ancak belli zamanlarda
olduğunu göstermek içindir. Bu yapılan durum tespitinden sonra dönmelerine devam
ettirilir ve kardeşlerden herbirinin kulağına yüz yüze gelebilmek için üç seçenekleri
olduğu (1.durmak , 2.yavaşlamak, 3.hızlanmak) söylenir. İstenen kardeşlerin kendi
seçeneklerine karar verip ona göre dönmeleri ve yüz yüze geldiklerinde durmalarıdır.
İlişkilerinin yakın olmadığı ve böyle olmasını ablasının belirlediğini söyleyen kardeş
daha hızlı dönmeye başlar. Abla ise önce yavaş döner sonra durur. Yapılan bu
uygulamanın çalışılmasında küçük kardeş ağlayarak, ablasını suçlamasına rağmen
aslında ilişkiyi bu şekliyle yönlendirenin kendisi olduğunu farkettiğini, ablası ile olan
iletişimde onu yanlış algılamış olduğunu söyler. Abla da kardeşi ile olan iletişiminde
hiçbir zaman kardeşinin bu şekilde algıladığını far etmediğini ve kardeşi olan
ilişkisinde büyük olduğu için yakınlaşmalarını önleyici davranmadığını belirtir.
Aile Terapisi Endikasyon ve Kontendikasyonları
Aile terapisi, kapsamlı bir psikiyatrik sağaltımın ayrılmaz bir parçasıdır.
Hastalık ne olursa olsun, tüm psikiyatrik değerlendirmelerde, kişi ile ilgili bilgilerin
bütün olarak alınabilmesi açısından aile görüşmesi yapmak neredeyse zorunludur.
Aile terapisi tanıdan bağımsız olarak, ilaç sağaltımı ve bireysel sağaltıma
eklenebilecek bir yöntemdir. Şizofrenik bozukluk, mizaç bozukluklarında özellikle
eğitsel aile terapilerinin, ilaçla sağaltıma eklenmesi, bu bozukların seyrini hafifletme
açısından da önem taşır. Alkol ve madde kullanım bozukluklarında, yeme
bozukluklarında ve kanser, diabet gibi kronik tıbbi hastalıklarda ailenin sağaltım
sürecine katılması, aile ilişkilerinin ele alınması, gerek bireydeki sorunun gerekse
aile işleyişinin düzeltilebilmesi açısından önem taşır. Aile içi çatışmalar ve sorunlar;
ergen-ebeveyn ilişkilerindeki sorunlar ve çocuklardaki psikiyatrik bozuklukların
sağaltımında da aile terapisinin yeri büyüktür. Ailenin durumu ve yakınmalar,
yürütülecek terapinin yönelimini belirleyici olacaktır.
Ağır depresyon ya da psikoz, kişinin ilişkilere odaklanmasını önleyecek
şiddette olduğunda kişi düzelmeden aile terapisinin içine alınması kontrendikedir.
Paranoid bozuklukta da aile terapisinin uygulanması her zaman olası değildir.
Etik açısından önemli bir nokta, aile bireyleri arasında bu tür bir terapiye
katılmayı kabul etmeyen kişilerin zorlanmamasıdır. Aile terapistlerin kişilerin katılımını
sağlayabilmek için onlarla, örneğin telefon, mektup gibi araçlarla dolaysız bağlantılar
kurarak onları terapi sürecine davet edebilirler. Ancak etik açıdan kişilerin seçim
haklarına saygı gösterilmesi çok önemlidir. Kişilere asıl onların hasta olduğu izlenimi
verilmesi çok sakıncalıdır. Bu tür bir yaklaşım işbirliğinden çok karşı kutuplaşma
yaratır. Aile terapisine katılacak kişilerin belirlenmesinde kuramsal değil, uygulamacı
olmak gereklidir. Israrla katılmak istemeyen üyelerin varlığında, terapi diğer üye ya da
üyelerle yürütülmelidir. Bu tür bir durumda görüşmelere gelen kişi ya da kişilerin
değişime daha motive oldukları ve ilişkilerdeki değişikliklerin onlardaki gelişmelerle
mümkün olabileceği açıktır.
Aile ve evlilik ilişkileri üzerinde odaklanıldığında doğabilecek sorunlardan birisi
de bireylerden biri ya da diğerlerinde ilaç sağaltımı gerektirecek bozukluklardan
birisinin atlanabilme riskidir. Bu tür bir olasılıktan kuşku duyulduğunda terapist
bireydeki belirtileri soruşturabilecek donanım ve esnekliğe sahip olmalı ve bu alana
zaman ayırmalıdır.
Download