ADALET ÜZERE VE HOŞGÖRÜLÜ OLMAK Ölçünüz teraziniz herkese aynı tartmalı. Adalet üzere olmalısınız. Adalet, denk ve dengeli düşünmek, denk ve dengeli hareket etmek dernektir. Ferdi ve içtimaî yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlâkî erdemdir. Adalet, davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak gibi manalara gelir. Yandaşlık, kayırmacılık, ayırmacılık, sırıtır hemen belli olur. Allah Resulü, kendi kabilesi için de olsa adaletten ayrılmadı. Bir hutbesinde şöyle sesleniyordu:“Ey insanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıtıp(helak olduklarını) biliyor musunuz? Onların, asilzadeleri(soyluları) bir şey çalarsa, onu bırakırlar, zayıfları çalarsa, onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fatıma da hırsızlık yapmış olsaydı, muhakkak onun elini keserdim!”(Buhari, Müslim). Demek ki, hoşgörü(müsamaha); dini esaslardan, adaletten fedakârlık anlamına asla gelmez. Bir toplumda hırsıza, caniye, rüşvetçiye, zalime müsamaha gösterilirse, o toplumda huzur ve barıştan bahsedilemez. Hele Allah Resulü’nün işaret buyurdukları gibi makam şöhret ve zenginlik sahibi olanlar aynı suçu işlediği zaman dokunulmaz; zayıf ve güçsüz olanlar suç işlediklerinde cezalandırılırsa, artık o toplum yaşanmaz bir karmaşaya ve helake sürüklenir. Şuurlu, erdemli olmak gerekir. Şuur, iyiyle kötüyü ayırt etmeye yarar. Hayvanların bitkilerden farkı, şuur sahibi olması,iyiyle kötüyü fark edebilmesidir. İnsan ise ilaveten sahip olduğu "akıl"la iyinin bilgisine sahiptir. Eğer bir insan akıl yeteneğine rağmen yanlışı seçiyorsa, bu cahilce yani bilgisizce bir davranıştır. Erdemin diğer dinamikleri "adalet" ve "itidal"dir. Mutedil olmak, ölçülü ve dengeli davranmak, uçlardan kaçınmaktır. Uçlardan kaçınarak istikamet üzere olabilmek (yani ifrat ve tefrit arasında vasatı bulabilmek) fıtratın belli değerler ve kurallar ile kontrol altına alınmasını gerektirir. ALLAH yolundaki kardeşlik hukukunda: Rabbimiz bizlere ne güzel edep öğretmiştir. Ayeti kerimede “ O gün kimin iyiliği kötülüğünden fazla ise o kurtulmuştur. “ A’raf/8 – Karia/6 İlahi ölçü budur. Kullarının halini, gizlisini açığını bilen, dilediğini cennete, istediğini cehenneme sevk eden Yüce Rabbimiz, mümin kullarının cennete girmesi için hiç günahsız olmalarını şart koşmuyor. Onların imanlı ölmeleri şartıyla, iyiliklerinin biraz fazla gelmesini yeterli görüyor. Büyük Müfessir İbnu Abbas (r.a) der ki:“Ahirette iyilikleri kötülüklerinden bir fazla olanın hayır terazisi ağır gelir ve sahibi kurtulur.” Yüzlerce iyiliği yanında, bir iki kusuruyla din kardeşini kötü, zalim ilan eden kimse, ölçü ve değerlendirmede haksızlık ettiği için kendisi zalim olur. İnsanlarda kusur aramak büyük kusurdur. Bir kimse kusurundan tövbe etmişken onu hala eski haliyle değerlendirmek ve hep suçlu görmek daha büyük kusurdur. Resulullah (a.s) Efendimiz buyuruyor ki: “ Kim dünyada bir Müslüman ın kusurunu örterse, ALLAH da dünya ve ahirette onun kusurunu örter.” Kim de bir müslüman kardeşinin gizli kalması gereken hallerini ortaya çıkarıp yayarsa, ALLAH da onun gizli hallerini ortaya çıkarır; onu evinde de olsa rezil eder. İmam-ı Gazali (rah) başkasında kusur arama hastalığına düşenlere, bundan kurtulmak için şu ilacı tarif eder: Kardeşini kınamayıp ayıplamaktan kurtulmanın bir yolu da insanın kendi halini düşünmesidir. Sen, kardeşinde bir kusur gördüğün zaman, hemen onu suçlamaya gitmeden önce kendinde her gün gördüğün ve bir türlü terk edemediğin kusurlarını düşün. Kendini ıslah edemediğin gibi, onu da mazur gör. Kerem ve şeref sahibi mümin daima iyiliklere bakar. İnsani değerlerin altüst olduğu, kin ve nefretin hat safhaya ulaştığı asrımızda en çok muhtaç olduğumuz kavramlardan biri de ‘hoşgörü’dür. Yanlış anlaşıldığı zaman istismarı kolay olan bir kavramdır. Öyleyse hoşgörüyü nasıl anlamak lazım ve nelere hoşgörü gösterilebilir? Bizim inanç dünyamızda ve “Gaye İnsan-Ufuk Peygamber’in hayatında hoşgörünün yeri nedir?.Hoşgörü: Hoş görmek, iyi karşılamak, ayıplamamak, kırıcı ve aşağılayıcı olmamak, affedici olmak anlamlarını çağrıştırır. Hoş görmek; affedilebilecek kusurları-hata arama mantığından uzak kalarak-düzeltme hususunda Allah’ın kullarına fırsat tanımayı ve samimi bir niyetle yardımcı olmayı gerektirir. Yoksa kötülüğe teşvik edici bir hoşgörü, hiçbir zaman hoş değildir. Hangi Durumlarda Hoşgörü Olmaz? İnsan haklarının çiğnendiği, hak ve adalet söz konusu olduğu, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne kastedildiği, Din-i Mübin-i İslam’a açıkca saldırıldığı durumlarda hoşgörüden bahsetmek; zulme ve yok oluşa davetiye çıkarmak anlamına gelir. Bir katile acırsanız, bütün bir topluma acımamış sayılırsınız. Yani hoşgörü; mutlaka cezalandırılması gerekenleri merhamet çemberinin dışında tutar. Üstelik bazen cezalar; suçlu için ıslah edici bir fonksiyon icra ederek rahmete de vesile olabilir... Otuz bin insanımızın katline sebep olan terör belalılarını,Bosna’da üç yüz binden fazla müslümanı katleden, binlerce müslüman kadına tecavüz eden Sırp canisi; Filistin topraklarında müslümanın elini kolunu taşla parçalayan, halkın tepesine bomba yağdıran zalim Yahudi; Çeçenistan’ı yerle bir eden Rus ayısına(!) karşı hoşgörüden bahsedilebilir mi?..Yani savaş şartları içerisinde, adalet yerini buluncaya kadar zalimin cezalandırılması bir gerekliliktir. . Allah Resulü’nden Hoşgörü Örnekleri O’nun hayatı, savaş ortamları dahil, sayılamayacak kadar hoşgörü ve affın örnekleriyle doludur.Akrabalarını İslam’a davet için gittiği Taif’te taş yağmuruna tutulmuş, ayakları kanlar içinde kalmıştı. Cebrail’in; “Allah’ın selamı var; istersen şu tepeleri Taif halkının üzerine yıkacak ve onları helak edecek...” demesine karşılık, asla böyle bir şey istemediğini belirterek ellerini açmış ve şu duayı yapmıştı: “Allah’ım (şu) kavmimi(topluluğu) hidayete ulaştır; çünkü onlar (Seni ve Beni) bilmiyorlar!” Çünkü O, kan dökmek ve insanları yok etmek için değil, dalaletten hidayete çıkararak gerçek varlığa kavuşturmak için gönderilmişti. Bu tavır ve dua, tam da O’nun bu vasfına yakışmaktaydı. Nitekim Taif halkı yıllar sonra İslam’la şereflenmişlerdi. Bedir esirlerine yaptığı muamele ne kadar anlamlıydı!..Onlara bir misafir gibi davranmanın yanında; okuma-yazma bilen her esiri, on müslümana okuma-yazma öğretme karşılığında; zengin olanları fidye vermek şartıyla, hiçbir özelliği olmayanları da bir şey beklemeden serbest bırakmıştı. Bu nasıl bir hoşgörüydü; düşmanını yok etmek yerine, meziyetlerinden istifade etmeyi tercih ediyordu! Allah Resulü’nün hoşgörüsü ibretlerle doluydu. Ve O, hoşgörüyü insanları kazanmak ve eğitmek için vazgeçilmez bir vasıta olarak yaşıyordu. Ashabına hep; “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” düsturunu öğütlüyordu. Kendileri de daima bu prensip üzere hareket ediyordu: Bir defasında; Mescidi nebevi’de ashabı kiramla oturmuş sohbet ediyordu. Bedevinin biri içeri girip iki rekat namaz kılmış ve; “Allah’ım; bana ve Muhammed’e rahmet!” diye dua etmişti. Bu duayı duyan Rahmet Peygamberi; “Pek geniş olan ilahi rahmete sınır çektin !” buyurmuşlardı. Hoşgörü, yüce gönüllerin, asil insanların işidir. Nefsine ve gururuna mağlup olmuş sefil insanlardan hoşgörü bekleme, canavardan merhamet ummaya benzer. Allah Resulü, insanlara, asla kusur arama, ayıbını yüzüne vurma mantığıyla yaklaşmıyor, nefsi için kesinlikle öfkelenmiyordu. Mefail ÖZBEK