Recep Özkan, Milli Eğitim Dergisi, 166. sayı BİREY VE TOPLUM GELİŞİMİNDE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN ÖNEMİ Özet Milletlerin ruh ve karakterini şekillendirmede etkin rol oynayan öğretmenlerin bu işlevlerini yerine getirebilmesinde onların üretkenliğinin önemli bir etkisi vardır. Bu işlevini layıkıyla yerine getiren öğretmenler için; “bütün bir toplum onların eseridir” denilebilir. Öğretmenler, gerekli bilginin kazanılmasını kolaylaştıran, gerekli ortamları hazırlayan bir rol benimsemek durumundadır. Bunu en iyi biçimde yapabilmek için de öğretmenin çağı yakalamış, gelişme ve yeniliklere açık, kendini devamlı yenileyen bir yapıda olması gerekmektedir. En az öğrencileri kadar öğrenme ile aralarının iyi olması beklenir. İstenmeden de olsa insan eğitiminde yapılacak bir hata, sadece yetiştirilen bireye zarar vermeyecektir. Aynı zamanda toplumun geleceğini de olumsuz yönde etkileyecek sonuçlar doğuracaktır. Çünkü bireye yapılan yatırım uzun vadede verim alınacak bir yatırımdır. Bu yatırımda ortaya çıkacak bir hata ya da yanlışlık toplumları felakete götürecek sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle de günümüzde birey eğitiminde çok önemli görev üslenen öğretmenlerin çağın ilerisinde bir eğitim anlayışına sahip olması beklenmektedir. Anahtar Sözcükler: Öğretmen, öğretmen özellikleri, öğretmenlik mesleği, öğretmen yeterlilikleri, öğretmen yetiştirme, toplum ve öğretmenlik, eğitim, yaşam öyküleri Giriş İnsan yavrusu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren, bilinçsiz de olsa etrafını tanıma arzusu içindedir. Zamanla bu istek bilinçli bir öğrenme faaliyetine dönüşür. İlk bilgileri ailesinden edinmeye çalışır. Burada öğretmen konumunda anne-baba ya da aile büyükleridir. Büyüdükçe ihtiyacı olan yeni bilgi ve becerileri sistemli, planlı ve programlı bir şekilde öğrenme gereği ortaya çıkar. Bu durumda bireye ihtiyacı olan bu bilgileri planlı ve programlı bir şekilde verecek birilerinin rehberliğine gerek vardır. İşte öğretmen, bireylere öğrenmesi gereken bilgileri planlı, programlı bir şekilde, belli bir ortamda, belirli araç-gereçlerle öğreten kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlığın varoluşundan günümüze her geçen gün öğrenilmesi gereken yeni şeyler ortaya çıktığı gibi, bu bilgileri öğretecek öğretmenlerin yetiştirilmesinde, görevlerinde, rollerinde gelişme ve değişmeler olmaktadır. Batı tarzı modern eğitimin Türk eğitim sistemine girmesiyle birlikte, eğitim siteminin bütün öğelerinde modern eğitimin gerekleri doğrultusunda yenilikler yapılması yoluna gidilmiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bu süreç daha da önem kazanmıştır. Eğitim sisteminin her yönüyle modernizasyonunda öğretmen yetiştirilmesi önemli bir konudur. Öğretmenlerin yetiştirilmesinden, seçimine ve görev sonrası hizmet içi eğitimlerine kadar her alanda köklü değişiklikler yapılmıştır. Sistemin çok önemli bir öğesi olan öğretmenden günümüzde çok farlı işlevler beklenmektedir. Tanımından işlevlerine kadar yeni anlam ve görevler yüklenen öğretmen çağımızda çok farlı görevlerle donatılmış durumdadır. Öğretmenliğin Tanımı ve Öğretmenlerde Bulunması Gereken Bazı Özellikler Öğretmen, “... örgün eğitimde bir öğretim görevi ile yükümlü her derecedeki öğreticileri kapsamaktadır”(Akyüz, 1978, 1). Öğretmen, “...devletin eğitim politikasını uygulamaya koyan, uygulama sonuçlarıyla politikaları etkileyen, uzmanlık çalışmaları ve araştırmalardan yararlanan, aynı zamanda bu çalışmalarla iç içe olup onlara katkı sağlayan önemli bir kişidir.” (Varış, 1973, 32). Öğretmen bir milletin ruh ve karakter hamuruna şekil veren üretici bir insandır. Öylesine üreticidir ki, bütün bir toplum öğretmenin eseridir denilebilir. Toplumun her alanında görev ve sorumlulukla donatılan öğretmenin çeşitli dönemlerde itibarının farklı seyir izlediği ortadadır (Büyükkaragöz, 1998, 1). Öğretmen gerekli bilginin kazanılmasını kolaylaştıran, gerekli ortamları hazırlayan bir rol benimsemek durumundadır. Bunu en iyi biçimde yapabilmek için de en az öğrencileri kadar öğrenme ile arasının iyi olması gerekir (Fındıkçı, 1997, 27). Claparede' ye göre; “Öğretmenin en önemli erdemi, çok bilgili olmak değil, şevk sahibi olmaktır. O kendi mizacından farklı mizaçların ve farklı zihinlerin de bulunduğunu iyi bilmeli, çocuğun düzeyine inmeli, çocuğun karşısına hasım gibi değil, bir dost gibi çıkmalıdır” (Akyüz, 1983, 16). Öğretmenin kişilik olarak sağlam bir yapıya sahip olması gerekir. İbn Sina öğretmenin, nefsinin isteklerine uymayan, aşırı öfkeden, tamah ve hırstan kaçınan, korkmayan bir yapıya sahip olması gerektiğini belirtir. Bütün eğitimcilerin birleştiği bir özelliği de iyi ahlâk ve kişilik sahibi olmasıdır. Erzurumlu İsmail Hakkı ise, Marifetname adlı eserinde, öğretmenin, yaramaz çocukları nasihatle eğitme yoluna giden, soru soranları azarlamadan cevap veren özelliklerinden bahseder. Kerschensteiner, öğretmenlerin çocuğun ilgilerini göz önüne almalarını gerektiğini söyleyerek onların ilgi duymadıkları işlere zorlanmamalarını söyler. Ona göre, “...öğretmenlik, doğuştan getirilen yetenek ve eğilimlere büyük ölçüde dayanan bir meslektir. Öğretmen olabilmek için her şeyden önce Tanrının insana bazı yetenekler vermiş olması gereklidir. Bunlar: 1- Gerçek öğretmen saf bir çocuk ruhu taşır, gençlerden kopamaz. 2- Gerçek öğretmen, kendini çocuğun yerine koyabilir ve çocuğa karşı davranışlarında uyanık ve incelik gösterir. 3- Gerçek öğretmen, çocukları gözleyip onları bütünlükleri içinde kavrayabilir ve onların kişiliklerini anlayabilir. 4- Gerçek öğretmen, kendi iradesine sahip ve karakter sahibidir. 5- Gerçek öğretmen, neşeli ve iç huzura sahiptir” (Akyüz, 1983, 43-44). Alain ise, öğretmenle bahçıvanın yaptığı iş arasında benzerlik kurarak şöyle der: “Bahçıvan bir bahçe yapmak isteyince deli otları, yabanî erikleri, kıvrım kıvrım gürizleri söküp atmakla işe başlar; kuşları uzaklaştırır, toprağı alt üst eder, kökleri bulup söker, ateşe atar. Sonra yollar ve bitkiler için bölgeler çizer, lahana, enginar, gül fidanları diker. O zaman tırmığına gururla dayanıp “işte güzel bir bahçe” der.“ Eğitimci böyle bir bahçıvandır. Kafaların bahçıvanlığı daha çok ihtiyat ister. Toprağın ürünlerini korumak, budamak, aşılamak gerekir. Söküp atmak değil (Akyüz, 1983, 43-44); insan yavrusunun yetişkin bir birey durumuna gelerek üretici konumuna geçebilmesi için ortalama yirmi beş yıl ona hizmet etmek gerekmektedir. Dolayısıyla yetiştirilmesi oldukça zaman alıcı ve itina isteyen böyle bir işle uğraşan kişilerin de işinin ehli olması elbette ki zorunludur. Bahçede istenmediği halde çıkan yabanî otları söküp atmak kolay, hatta yararlı otları dahi atarak yerine yenilerini kısa zamanda yetiştirmek mümkünken, insan yetiştirmede durum çok farklıdır. İstenmeden de olsa insan eğitiminde yapılacak bir hata, sadece yetiştirilen bireye zarar vermeyecektir. Aynı zamanda topluma da zararlı sonuçlar doğuracaktır. Bu nedenle de, günümüzde birey eğitiminde çok önemli görev üstlenen öğretmenlerin sorumlulukları oldukça fazladır. Eğitimcinin insanları sevmesi yeterli değildir, insan üstünlüklerini de doğru olarak anlamasını (Russel, 1996. 41) ideal edinmelidir. İdealist bir öğretmenin asıl işlevi de gençlerin akıl gelişimlerine yardımcı olmaktır (Büyükdüvenci, 2000, 140). İdealsiz öğretmen ise en yetenekli öğrencilerini geri zekalı yapar. İdeal sahibi öğretmen öğrencilerini yetiştirirken yönünü eğitim teorisinden, yöntemini sürekli araştırmalardan almak zorundadır. Çünkü öğretmen , araştırma sonuçlarına dayanılarak geliştirilen eğitim politika ve teorisini uygulamaya koyan, uygulama sonuçları ile bir teoriyi etkileyen, eğitimde uzmanlık çalışmalarından ve araştırmalarından yararlanan, fakat aynı zamanda bu çalışmalara katkı sağlayan en önemli kişidir (Küçükahmet, 1976, 3). Baltacıoğlu yetersiz öğretmenlere ve eğitim sistemine ağır eleştiriler getirdiği ve çözüm yolları önerdiği “Talim ve Terbiyede İnkılap” adlı eserinde; öğretmenin dersini en verimli hale nasıl getirmesi gerektiğini ve dersin özelliklerini; “yalnız hafızayı birtakım bilgilerle dolduran, yalnız hayal gücünü şişiren, bütün kuvvetleri hareketsiz bırakan bir ders; eğitim açısından yetersiz bir derstir. Bir ders hem bilgi veriyor, hem de bu bilgiyi verirken, eli, gözü, dikkati, muhakemeyi eğitiyor, duyguları geliştiriyor, iradeyi harekete geçiriyor, girişimciliğe, azim ve dayanıklılığa alıştırıyorsa o ders eğitim açısından yararlı bir derstir” (Baltacıoğlu, 1995, 24) şeklinde açıklamaktadır. Sadece bilgiyle doldurulmuş kafalar yerine eğitimin amacı, zekâyla duyguları birleştirerek kişinin kendisini gerçekleştirmesini hedef almalı, kafa ve kalbi birleştirecek bir eğitim süreci planlanarak gerçekleştirilmelidir. Bunu sağlayacak olan eğitim, bireyde bilinçli bir kişisel gelişim sağlamalı, eğitim insanın kendine özgü olduğu görüşü üzerine kurulmalı, karşılıklı ilişkiler içerisinde yaşamaya özen gösterilecek şekilde işe ve eyleme istekli kılınmalı, onur ve erdem sahibi insanlar yetiştirmelidir (Bilen, 2000, 91) Bunun yanısıra Baltacıoğlu yetersiz öğretmenlerin topluma verebileceği zararları anlatmak için şöyle seslenmektedir: “Hoca efendiler, dövün, korkutun, ezberletin; eğer bu ülkenin katili olmakta çıkarınız varsa bundan daha etkili bir hançer bulamazsınız” (Baltacıoğlu, 1995, 37). Eğitimimizin içinde bulunduğu kısır döngü ve tarihî yanılgı, bir ülkede ekonomik, siyasal, hukuksal alanlarda ne kadar reform yapılırsa yapılsın, o ülkenin en büyük hazinesi olan insan unsuru kendi kendine düşünebilen, yaratabilen, girişimci, yüksek nitelikli yurttaşlar olarak tüm yönleriyle eğitilmeden yapılan çalışmaların çıkmaza gireceği gerçeğinin göz ardı edilmesinde yatmaktadır. Bu yönde yapılacak eğitim uygulamalarında “el”e değil “kafa”ya ve “gönül”e yönelmek önem taşımaktadır (Büyükdüvenci, 2000, 86). Bunu yaparken “öğretmen tarafsız kalabilen, doğruları gösteren” (Türkoğlu, 1996, 195) kişi olmalıdır. Öğretmen-Birey ve Toplum İlişkisi Eflatun kaç çeşit insan varsa o kadar devlet şekli vardır demektedir. Burada bütün sistemlerin temel öğesinin insan olduğu vurgulanır. Bütün sistemler insan öğesi üzerinde gelişir, hayatiyet bulur (Doğan, 1997, 6). Dolayısıyla eğitim sistemlerinin de temel öğesinin insan olduğu ve de insanların toplumları meydana getirdiklerinden hareketle her toplumun kendine özgü bir eğitim sisteminin olması gerekmektedir. Bu sistem içerisinde görev yapan öğretmen sistemin içinden gelen ve sistemin girdisi olan insanı iyi tanıması gerekmektedir. Her sistem işleyişini sağlıklı sürdürebilmek için girdisini iyi tanımalı ki çıktı olarak tekrar topluma sunacağı ürününü toplumla uyumlu olarak yetiştirebilsin. Bunu yapabilmek için de, içinde yetiştiği toplumun özelliklerini taşıyan insanı toplumuyla birlikte düşünerek ele almalıdır. “İnsanın her hangi bir var olanla ilişki koruması ancak onu tanıması ile mümkün olur. Bir eylemin başarıya ulaşması, kullanılan bilginin varolana uygunluğu ölçüsünde olur” (Öner, 1990. 5). Toplum bireylere kendi kültür mirasını aktararak onları yetiştirir. İnsanı tanıyabilmek için toplumu tanımak gereklidir. Bu durumu Doğan, “Eflatunun yaratılış ile açıkladığı insan tabiatı, karakter ve alışkanlıklardır. Elbette ki bütün bu özellikler insanın mensubiyetleri ile beraber düşünüldüğünde anlamlı ve işlevseldir. Önceki yaşamı ile, ait olduğu grup ve kültürü ile düşünüldüğünde insanın bunlar dışında toplumsal sistem denilen üst sorumluluk alanlarına gerçekte belirli bir birikim ve yeterlilik düzeyi ile katıldığı görülür. Yeni bir sisteme bir tabular arası olarak değil de belirli bir deney ve yaşantıya sahip olarak katılmaktadır. Kentlidir, köylüdür, okur-yazardır, ya da değildir. Varlıklı ya da dar gelirlidir. Geniş bir çevrenin ya da dar bir çevrenin insanıdır. Bütün bu statüler ve bunlara bağlı rol ve işlevler toplumsal sistemin hangi yön ve doğrultuda nasıl bir nitelikte gelişeceğini belirleyen etmenlerdir” (Doğan, 1997, 8) diye açıklar. İşte bu noktada öğretmenin sınıf-okul dışı görevleri açıkça ortaya çıkmaktadır. Öğretmen gittiği yerde görev alanını, sadece okulla sınırlı tutmamalı, okul dışı etkinliklerle, toplumu bilgilendirme, yeniliklerden haberdar etme, geleceğe hazırlama, insanlara rehber ve önder olma gibi görevlerle genişletmelidir. Öğretmen birey ve toplum üzerinde “...yaz ortasında rehavete düşmüş yarı uykulu insanlar üzerine dökülen buzlu su gibi” (Yalçın, 1997, s.10) öğrencilerini ve çevresini devamlı uyanık tutan ve olaylar karşısında duyarlı bir yapıda olmalarını sağlayacak bir etki bırakmalıdır. Nasıl ki Mimar Sinan taşları yontmadaki ustalığı ve bilgisi ile hââa insanları hayrete düşüren eserler vererek “taşların şairi” unvanını almışsa, Türkçe'yi dünyaya tanıtan Yunus gönüllere taht kurmuşsa ve hâlâ anlaşılabiliyorsa, öğretmende bilgisi, becerisi ile ellerine teslim edilen öğrencileri, her çağa ve her ortama cevap verebilecek şekilde yetiştirmeli, geleceğe hazırlamalıdır. Akyüz öğretmenlerin toplumu ve bireyi çeşitli yollarla etkilediklerini şu şekilde sıralamaktadır: 1-Okul kanalıyla, 2-Toplumsallaştırma yoluyla, 3-Davranış değişikliği oluşturarak, 4-Önder ve Aydınlar yetiştirerek (Akyüz, 1978, 3-4). Japon eğitim felsefesini oluşturan şu sözler toplumların öğretmene neden değer verilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır: “Yetiştirdiği her insanı yeniden kullanabilen toplum, akılcı, uygar, ileri bir toplumdur. Ancak, yetişkin insanların en iyilerini öğretmenlik mesleğine seçebilen toplum en güçlü toplumdur.” Toplumun güçlü olması bireyin güçlü olmasıyla orantılıdır. Bireyin güçlü olması ise onun bireysel yeteneklerini kullanabilen, bağımsız karar verebilen, kişiliğini bulmuş, başkalarına bağımlı olmadan yaşayabilen bir kişi olarak yetiştirilmesi ile sağlanabilmektedir. “Eğitim alanında da amaç, kişinin eleştirel güçlerinin gelişimine destek olmak ve kişiliğinin yaratıcı açılımlarına ortam sunabilmektir. Başka bir deyişle, idare edilmeye ve başkalarının çıkarı, keyfi adına etkilenimlerinin sömürülmesine karşı dirençli, özgür bir insan yetiştirmektir (Fromm, 2001, 99). Bilgi Toplumu ve Öğretmen Eğitim kurumlarının ve beraberinde öğretmenliğin ortaya çıkışından günümüze, her alanda olduğu gibi bu alanlarda da çok hızlı bir gelişme ve değişme süreci yaşanmaktadır. Değişen ve gelişen şartlara göre eğitim kurumlarının işlevlerindeki farklılaşmalar öğretmenlerin rollerinde de farlılıklar ortaya çıkarmıştır ve bundan sonrada çok farlı işlevler ortaya çıkaracak şekilde ilerlemeler olmaktadır. Sanayi öncesi toplumlarda bireyler, öğrenmeleri gereken bilgileri aileden özellikle anne ve babalarından öğrenmekteydiler. Oysa bugün anne ve babaların bildikleri bilgiler, çocukların hayatta kendi başlarına ayakta durabilmeleri için yetersiz kalmaktadır. Ayrıca öğrenilmesi gereken bilgilerin sistemli, planlı ve programlı bir şekilde, uzman kişiler aracılığıyla öğrenilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bilgi toplumunda, her alanda meydana gelen baş döndürücü gelişmeler, bir insanın bilmesi gereken mevcut bilgi birikiminin en fazla iki yılda bir iki kat arttığı bir gelişim çağında öğretmenin bu gelişmeleri takip ederek kendisini yenilemesi kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu gelişmeler öğretmenlerin görevlerinde de değişiklikler meydana getirmiştir. Okul içiyle sınırlı bir görev alanının olduğuna inanılan öğretmenin, sınıf ortamı kadar önemli olan okul dışında, topluma karşı görevleri de önem kazanmıştır. Bunun yanında “... okullarda programlı eğitime tabi tutulan çocukların öğretimi yalnızca okul veya sınıf içinde kalmayıp, her vesile ile okul dışında da onlara çeşitli öğrenim tecrübeleri kazandırmalıdır” (Sezgin, 1991, 69). Toplumlarda meydana gelecek değişimler öğretmenler aracılığıyla halka çok daha rahat bir şekilde anlatılabilmektedir. “Değişme, bir toplumun hayatında önemli yeri olan sınıfların ve genel olarak halk yığınların değişikliği istemesi, itmesi ve yürütmesi işi haline gelmedikçe o değişme toplumu daha iyiye değil, belki daha kötüye götürür” (Berkes, 1997, 16-17). Değişimim motor gücü olarak kabul edilen eğitim kurumları ve bu kurumları aracılığıyla da öğretmenlere, değişimin halk tarafından benimsenmesi, bilgi toplumunda gidilen yolda geride kalmamak için önemli görevler düşmektedir. “Bilgi toplumunda öğretmen, planlayan, organize eden, sürdüren ve sonuçlandıran insandır. Öğretmene inisiyatif hakkı vermeyerek, bir döneme özgü durağan, meslekî kalıp davranışlar öğretmek, bilgi toplumunun ortalama insana öngördüğü özellikleri öğretmenden esirgemek demektir” (Doğan, 2000, 153). Bir toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik alandaki gelişmişlik düzeyini ortaya çıkarmak için o toplumda öğretmenin sosyal, kültürel ve ekonomik alandaki durumuna bakmak toplumu anlamak açısından yeterli bir gösterge olabilir. Öğretmen toplumların aynası durumundadır. Toplumların öğretmene ve öğretmenlik mesleğine verdikleri değer gelişmişlik düzeyleriyle orantılıdır. Öğretmen toplumun motor gücü durumundadır. Bireylerin hayata hazırlanmasında temel bir rol üstlenmiş durumdadır. Öğretmen, eğitiminden yaşam tarzına, giyiminden hareket ve tavırlarına, aile hayatından bireysel ilişkilerine kadar her alanda çevresine mesajlar vermekle kendini sorumlu hissetmektedir. Öğretmen bilgi toplumunun gereklerini önce kendisi yerine getirerek, daha sonra da ailesi, çevresi ve öğrencilerine bu gerekliliklerin yerine getirilmesi noktasında rehberlik etmelidir. Öğretmenlerin Yetiştirilmesi Öğretmenin üniversiteye alınmasından, yetiştirilmesine, atanmasına ve atama sonrası takibine kadar çok önemli eğitim aşamalarının gerekliliği önemli bir etkendir“. Öğretmenin toplum içindeki görevinin anlamı kavranamamıştır. Ona sadece okuma yazma öğreten bir memur sıfatıyla bakılmıştır. Sonra da öğretme ve insan yetiştirme işleminin bir sanat, özel kabiliyet hatta bir aşk meselesi olduğu düşünülmemiştir. Böylece öğretmen seçimi tesadüflere bırakılmıştır.” (Hacıeminoğlu, 1977, 134). “Günümüzde, yalnız insanların sağlığını değil fakat bitki ve hayvanların üretim ve ıslahı işini dahi amatör ellere bırakmazken, eğitim hizmetlerinin gelişi güzel ve niteliksiz kadrolara bırakılması”(Varış, 1985) oldukça düşündürücüdür. Neden hep bir arpa boyu yol gidiyoruz? Neden hep çağdaşlaşma yolunda yapılan girişimlerimiz sonuçsuz kalıyor? vb. soruların cevabı, öğretmenliğe verilen değer ve öğretmenlerin bu gelişmelere ayak uyduracak yeniliklerle donatılmamasında yatmaktadır. Üniversite sınavında öğretmenlik bölümlerinden birini kazanan bir kişi neredeyse emekliliği garantilemiş durumdadır. Okulda başarısızlıktan atılsa dahi, nasıl olsa belli aralıklarla af çıkmaktadır. İlk seferinde mezun olamazsa aftan sonra mezun olabilmektedir. Okul bitince de bir şekilde göreve başladı mı emeklilik iyiden iyiye kesinleşmektedir. Çünkü görevini yapmama ya da yetersizlik durumunda verilen cezaî uygulamaların yaptırımları caydırıcılık niteliğinden uzaktır. Bazı durumlarda verilen cezalar öğretmene ödül olarak dönmektedir. Ayrıca okuma ve kendini yetiştirme gereğine inanmayan, görevini sadece ay sonundaki maaş için yapan, yapacak başka iş bulamadığı için bu mesleği seçen, mezun olduğu bilgi ve notlarla emekli olan öğretmenlerin, her iki-üç yılda bir mevcut bilginin ikiye katlandığı her şeyin çok çabuk değiştiği ortamda değişime nasıl ayak uyduracakları da önemli bir sorundur. “Değişen toplumda belli bir formasyonla ömür boyu yetinmek artık çok güçtür. Bu olgudan hareketle mezuniyet formasyonlarını geliştirmeleri, yeni bilgi ve kültürlerle sürekli iletişim halinde olmaları gereken kişilerin başında öğretmenler gelmektedir.” (Doğan, 1998, 339). Kendini yenilemeyen, bilgi dağarcığını sürekli yeni bilgilerle doldurmayan öğretmen, aktarmacılıktan başka bir iş yapamayacaktır. Dolayısıyla “aktarmacı öğretim ezberlemeyi beraberinde getirecektir. Özgür ve yaratıcı düşünmenin önündeki en büyük engelin burada aranması gerektiği düşünülmektedir. Gelişim denilen şey, onaylatmalarla ya da benimsetmelerle değil, bilinçlendirmelerle gerçekleştirilebilir (Büyükdüvenci, 2000, 9-10). Bu noktada, “...öğretmen yetiştiren kurumların, kuramsal temellerin aktarılmasına dayanan eğitim yerine, pratik becerilerin kazandırılmasına dayalı öğretime yer verilmesi daha işlevsel olacaktır.” (Erdoğan, 1995, 221). Evinde bilgisayarının karşısında dünyanın her yerindeki kütüphanelere istediği gibi ulaşarak kendini yetiştirebilen öğrenci karşısında yetersiz duruma düşen öğretmen bu yetersizliğini baskıcı ve sindirmeci eğitimle gidermeye çalışmakta, bilgisizliğini ve aczini otoriteyle telafi etmektedir. Bu durumda da araştırmayan, sormayan, merak etmeyen ya da daha doğru bir ifadeyle merak ettirilmeyen bireyler yetiştirilmektedir. Sonuçta; konuşmaktan, sormaktan uzak tamam efendimci, olur efendimci, anlaşıldı efendimci kuşaklar ortaya çıkmaktadır. Eğitim fakültelerinde istenilen puanı sınavda alan her öğrenci fakülteye kaydını yaptırabilmektedir. Öğrencinin psikolojik durumu, olumsuz alışkanlıkları (hırsızlık, uyuşturucu, vs.) dikkate alınmamaktadır. “ İnsanın kişilik özellikleri uğraşı alanına kuşkusuz yansır. Onu olumlu yada olumsuz yönde etkiler. Eğitim alanında da böyledir. Öğretmenin olumsuz nitelikleri varsa başarısını engeller. Alanında gelişimini belirli düzeyde sınırlar (Ercan, 1999, 50). Birkaç yılda bir sistem değişikliği, programlarda sık sık meydana gelen değişiklikler, atamalardaki düzensizlik öğretmenliğin statüsünün düşmesinde etkili olmaktadır. Bu durum öğretmenliği sıradan bir meslek durumuna düşürmüştür. Bir dönem adeta tayin pazarlarının kurulduğu, “Hakkari alınır Ankara satılır, her yerle becayiş yapılır” yazılarının yazıldığı günler pek de hafızalardan silinmiş değildir. 1851 yılında Ahmet Cevdet Paşa'nın hazırladığı Öğretmen Okullarının İlk Nizamnamesi'nde “öğrenim süresini tamamlayan bir öğrencinin ataması yapıldığında görev yerine gitmemezlik etmesi durumunda elinden öğretmenlik diploması alınarak bir daha eğitimle ilgili bir hizmette bulunamayacağı yönünde hükümler bulunması” (Akyüz, 1990) bugünkü uygulamalarla yaklaşık 150 yıl önceki uygulamaların öğretmenliğe verilen önem açısından ilginç bir mukayesesini ortaya koymaktadır. Bu nizamname, öğretmenlik mesleğine seçilecek kişilerin, öğretmenliği severek ve isteyerek yapacak kişilerden oluşması gereğini de göstermektedir. Bugün öğretmen meselesi iki açıdan büyük bir dert halindedir. Bunlardan biri iktisadî, diğeri bir zihniyet meselesi olarak karşımıza çıkıyor. İktisadî mesele öğretmenlik mesleğini itibarsız kılan ve öğretmeni karnını doyuramaz hale getiren büyük değişme ile ortaya çıkmıştır. Sabit gelirlilerin ağırlaşan hayat şartlarıyla baş edemediği iktisadî değişme çağında öğretmenler gitgide sefilleşen memur kitlesinin başında yer almışlardır. Bu sefalet öğretmenliği cazip olmaktan çıkardığı için, genellikle başka mesleklere ait tahsile imkan bulamayanların öğretmenliği tercih etmelerine neden olmuştur. Cemiyetin kıymet sisteminde tahsil ve öğretmenlik çok yüksek bir yer işgal ederken, fiilen yaşanan hayatta bunların hiçbir değer ifade etmeyişi (Güngör, 1982. 66), toplumda kıymet ve itibarın bilgi ve eğitimle değil, parayla ölçülür hale gelmesi, değerler sistemini alt üst etmiştir. İnsanların cebindeki parası kadar değerinin olduğu anlayışının hakim olduğu günümüzde öğretmenlik sadece açıkta kalmamak, devlet dairesinin garanti hayat için bir çıkar yol olduğu, bu nedenle öğretmenliğin tercih edilir duruma geldiği görülmektedir. Bütçeden eğitime ayrılan payın miktarı, hükümet programlarında eğitime verilen önem, belirli aralıklarla yapılan MillîEğitim Şuraları kararlarının ciltler dolusu kitaplar halinde raflardaki yerini alması, devletin ve dolayısıyla hükümetlerin eğitim ve de öğretmenlik konusuna yaklaşımı bu durumu daha da açıkça ortaya koymaktadır. Öğretmenlerin aldığı maaşlar açlık sınırının altında kalmaktadır. Ülkenin aydın sınıfı olarak nitelendirilen ve bilgi çağında kendini devamlı olarak yenilemek durumunda olan öğretmenlerin kitap almak değil, gazete dahi alamaz duruma geldiği görülmektedir. “ Bu gün örnek almaya çalıştığımız pek çok endüstrileşmiş ülke ulusal eğitim sistemlerinde köklü değişimler gerçekleştirdiler veya gerçekleştirme yolundadır. Her bakımdan bizden önde olmalarına karşın eğitime verilen bu önemin nedeni nedir? (Şimşek, 1997, 80) sorusunun cevabı, o ülkelerin gelişmeye verdikleri önemin, insana verilen önemden ve bunun da eğitimden geçtiğinin bilincinde olmalarıdır. “Hayatta en hakikî mürşit ilimdir” sözüyle Cumhuriyetin kurucusu Atatürk eğitime verdiği önemi her fırsatta dile getirmiştir. Birçok konuşmasında öğretmenlerin milletler için önemini anlatmıştır. Kurtuluş savaşından sonra ülkenin ilmî anlamda kurtuluşu için öğretmen ordusunun önemine dikkat çekmiştir. Öğretmenlik Mesleğinin Birey ve Toplum Üzerinde Olumlu ve Olumsuz Etkilerini Gösterir Gerçek Yaşam Öyküleri Müfettiş teftiş amacıyla sınıfa girer. Sınıfa girer girmez karşılaştığı manzara oldukça hayret vericidir. Öğrenciler önlerindeki kitap ve defterlerden bir şeyler yapmaya çalışmaktadırlar. Öğretmen ise önünde bir bardak rakı ve mezesiyle masasında kendi alemine dalmış, müfettişin geldiğinin farkında bile değildir. Müfettişin ikazı üzerine hiçbir şaşkınlık ya da endişe belirtisi göstermeden yerinden kalkarak müfettişi karşılar. Müfettiş yaptığı şeyin ne anlama geldiğini sorduğunda ise oldukça pişkin bir tavırla “hocam öğrencilere içkinin insan üzerindeki etkisini uygulamalı olarak gösteriyorum”, diye cevap verir. Bir başka müfettiş ise, küçük bir kasabaya teftiş için gider. Öğretmenlerin her öğrenci için tuttukları kişisel dosyaları incelerken, ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinden birinin dosyasında “geri zekalıdır” ifadesini görünce öğretmenden bilgi almak ister. Öğretmen ise, “hocam birinci dönemin sonuna kadar okuma ve yazmayı öğrenemedi” diye cevap verir. Bir başka birinci sınıf öğrencisinin dosyasında ise,”hırsızdır” ifadesini öğretmen, öğrencinin arkadaşının kalemini alması nedeniyle yazdığını söyler. Bir başka örnek ise öğretmenin olumsuz tutumunun öğrenci üzerindeki etkisinin çok açık bir göstergesidir. “Artık adet olmuş öğretmenler gününde öğretmenlere çiçek almak. Ortaokul 3. sınıftaydım bir hafta biriktirdiğim harçlıkla çok da mükemmel olmayan bir kır çiçekleri buketi aldım ve büyük bir heyecanla öğretmenime yöneldim. Çiçeği benden soğuk bir gülümsemeyle aldı ve aynı soğuklukla yanaklarımdan öptü. Ben de öğretmenler gününü en nazik şekilde kutladım. Masanın üzeri çiçekten çok hediye doluydu. Ben çiçeğimi iki teneffüs sonra çöp kovasında görünce ağlamaktan kendimden geçtim. Bunu hâlâ da hazmedemedim, edemem de”. “Öğretmen defterimi eline aldı. Uzun uzun inceledi ve 10 dakika kadar sonra bana baktı ve “sende bu kapasite yok bu ödevleri sen yapmış olamazsın bunların tekrarını istiyorum” dedi ve defterimi önüme fırlattı.“* 2 Bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. ABD'de bir lise müdürünün her yıl okulun açılışında öğretmenlerine gönderdiği mektup oldukça düşündürücüdür. “Bir toplama kampından sağ kurtulabilen insanlardan biriyim. Gözlerim, hiçbir insanın görmemesi gerekenleri gördü; iyi eğitilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin öldürdüğü bebekler, lise ve üniversite mezunu insanların vurduğu, yaktığı kadın ve çocuklar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız, bilgili canavarlar, becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma, yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa, yalnızca o zaman önem taşır.” sözleri tertemiz bir yapıda dünyaya gelen insan yavrusunun istenirse bir zalim, istenirse yararlı bir birey olarak topluma katılabileceğinin örneğidir. Bireylere “… verilecek eğitimin kalitesini belirleyecek en önemli etken öğretmenlerin ne ölçüde çağın gereklerine uygun olarak yeni roller üstlenebilecek biçimde yetiştirilebildiklerine bağlı olacaktır.” (Özden, 1998, 38). Uygur kitabelerinde geçen şu sözler bu durumu açıkça ortaya koymaktadır: “Bilgili insan beline taş bağlasa kaş olur. Bilgisizin yanına altın koysan taş olur.” Baltacıoğlu'nun şu sözleri eğitimde rehber olacak niteliktedir: “Yalnız başına eğitim, yalnız başına müteşebbis, kararlı cesur bir adam; bir varlık bir şeydir, fakat sadece bilgili, hafızası zengin bir adam hiçbir şeydir.” Öyleyse, toplumda, cesur girişimci, müteşebbis, kararlı ve ileriyi görebilen bireyler mi yoksa hiçbir şey mi yetiştirmek istenilmektedir? Akyüz ise öğretmenlere verilmesi gereken önemi şu şekilde belirtir: “Nitelikli ve gerçek öğretmenlere sahip olmayı temel eğitim sorunumuz olarak görmedikçe, eğitimin toplumsal gelişmemize gerçek bir katkısı olacağını düşünmek hayal olur. Çünkü herhangi bir ülkede, öğretmenler ve öğretmenlik mesleği yeterli güç ve niteliğe ulaşmadıkça, o ülkede en iyi eğitim sistemi ve en yüce eğitim araçları da bulunsa, bunlar gerçekleşemez” (Akyüz, 2000). Kaynakça AKYÜZ, Yahya (1978). Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmeye Etkileri , Doğan Basımevi, Ankara. ____ (1983). “ Çağdaş Eğitimi Kuranlar ”, Çağdaş Eğitim Düşünürleri Ders Notları, A. Ü Eğitim Bilimleri Fakültesi, Ankara. ____ (1990). “ Darülmuallimin'in İlk Nizamnamesi (1851) Önemi ve Ahmet Cevdet Paşa ”, Millî Eğitim Dergisi , Sayı.95, Ankara. ____ (2000). Başlangıçtan 2001'e Türk Eğitim Tarihi , Alfa Yayınları, İstanbul. BALTACIOĞLU, İ. Hakkı (1995). Talim ve Terbiyede İnkılap , Millî Eğitim Basımevi, Ankara. BERKES, Niyazi (1997). 200 Yıldır neden Bocalıyoruz, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul. BÜYÜKDÜVENCİ, Sabri (2000). Felsefece Eğitişim , A Yayınevi, Ankara. BÜYÜKKARAGÖZ, Şavaş Vd. (1998). Öğretmenlik Mesleğine Giriş , Mikro Yayınları, Konya. BİLEN, MÜRÜVVET (2000). “ Eğitimden Yoksun Kılınmış Duygular ”, Eğitim Araştırmaları Dergisi , Ankara. DOĞAN, İsmail (1997). Değişen Türkiye'de Bilim ve Kültür , İmaj Yayınları, Ankara. ____ (2000). Sivil Toplum , Sistem Yayıncılık, İstanbul. ____ (1998). İletişim ve Yabancılaşma , Sistem Yayıncılık, İstanbul. ERCAN, Ahmet Rahmi (1999). Öğrenmeyi Etkinleştiren Başarıyı Yükselten Öğretmen Davranışları ”, Ankara. ERDOĞAN, İrfan (1995). Çağdaş Eğitim Sistemleri , Sistem Yayıncılı,İstanbul. FINDIKÇI, İ. (1997). “ Yine Öğretmenler Yeni Öğretmenler ”, Yaşadıkça Eğitim Dergisi içinde, FROMM, Erıch (2001). İtaatsizlik Üzerine , Çeviren Ayşe Sayın, Kariyer Yayıncılık, İstanbul. GÜNGÖR, Erol (1982). Dünden Bugüne Tarih-Kültür-Milliyetçilik , Mayas Yay., Ankara. HACIEMİNOĞLU, Necmettin (1977). Milliyetçi Eğitim Sistemi , Töre-Devlet Yayınevi Ankara. KÜÇÜKAHMET, Leyla (1976). Öğretmen Yetiştiren Öğretmenlerin Tutumları . A. Ün. Eğitim Fak Yay. Ankara. ÖNER, Necati (1990). “ Öğretim ve Eğitime Bir Bakış ”, Eğitim Bilimleri Birinci Ulusal Kongresi 24-28 Eylül 1990. Bildiriler I, II, Ankara. ÖZDEN, Yüksel (1998). Eğitinde Dönüşü , Pegem Yayınları, Ankara. RUSSEL, B. (1996). Eğitim Üzerine , Çeviren. Nail Bezel, Say Yayınları, İstanbul. SEZGİN, Osman (1991). Üçüncü Neslin Eğitimi , Diyanet Vakfı Yay., Ankara. SPRİNG, Joel (1997). Özgür Eğitim , Ayrıntı Yayınları, İstanbul. ŞİMŞEK, Hasan (1997). 21. yüzyılın Eşiğinde Paradiğmalar Şavaşı, Kaostaki Türkiye , Sistem Yayıncılık, İstanbul. TÜRKOĞLU, Adil (1996). 99 Soruda Eğitim Bilimine Giriş , Memleket Gazetecilik ve Matbaacılık, İzmir. VARIŞ, Fatma (1985). Eğitim Bilimine Giriş , A.Ü. Eğt. Bil. Fak. Yay., Ankara. ____ (1973). “ Eğitimde Program Araştırmaları ”, A. Ün. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi İçinde, Ankara. YALÇIN, Alemdar (1997). Anadolu Ezgisi Deneme