4 1 1 Axiom Canopy & Neeva - Bickert Bakery © Nike Bourgeois OCAK-ŞUBAT 2020 ARMSTRONG CEILING SOLUTIONS ASMA TAVANLARI: DENEYİM EKONOMİSİ ÇAĞINDA HEP DAHA YÜKSEK BEKLENTİLER GÜNDEM: BOĞAZİÇİ’Nİ “KANAL”LAŞTIRACAK OLAN YASA TASLAĞI HASANKEYF’TE SONA YAKLAŞIRKEN MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI KENTSEL MEKÂN / YAPI İLİŞKİSİNE FARKLI BİR YAKLAŞIM: YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT Deneyim Ekonomisi çağında bir mekan, artık sadece bir mekan değil: Artık her ortam, özgürce paylaşılan derecelendirmelerden, görüntülerden ve yorumlardan oluşan sanal bir boyuta karşılık gelen gerçek bir yer olan deneyim ile eşanlamlı hale geliyor. Bu değişim, mimarları ve tasarımcıları, son kullanıcılar için giderek daha özel deneyimler üretmek adına sürekli olarak teşvik etmekte, yapıcı rekabeti desteklemekte ve beklentileri giderek arttırmaktadır. BASİTİN KARMAŞIKLIĞI: AŞIKLI HÖYÜK HV+T KORUMA YAPISI YARIŞMA: İTÜ İŞLETME FAKÜLTESİ MİMARİ PROJE YARIŞMASI Akustik asma tavan çözümlerinin üretimi ve pazarlamasında uzmanlaşmış şirket Armstrong Ceiling Solutions asma tavanları, titiz bir tasarım ve dikkatli malzeme seçimi yapıldığı taktirde, ışığı yayma, ortamdaki akustiği düzenleme, hava kalitesini iyileştirme ve fazlasını yapabilme performansıyla, basit ve işlevsel bir alanı, ilgi uyandırabilecek duyusal bir uyarıcıya dönüştürebilen, mekan içerisindeki en önemli mimari elemanlardan birisidir. Lbdi Communication Via Giacomo Boni, 26 20144 Milano | Tel 02 43910069 | Fax 02 33007120 | e-mail: [email protected] | web: lbdi.it ŞEHİRCİLİKTE MODERN ARAYIŞLAR: DUDOK İZMİR’DE MALATYA AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ 01 Asma tavanlar, benzer şekilde, ortamı keyifli hale getirmek için iç mekanların görsel algısını güzelleştirmeye katkıda bulunur. Asma tavan sistemleri hem tavanı gizlemeye hem de dinamik ortamları biçimlendirmeye imkan tanıyarak, aynı zamanda sesi doğru şekilde sönümleme veya yönlendirmeyi sağlar. Sınıflarda ve oditoryumlarda oldukca elzem olan, sesin yönlendirilmesi ve emilimi arasındaki akustik denge, öğretmenlerin sesinin duyulmasını ve öğrencilerin gürültülerinin sönümlenmesini saglayarak daha etkili eğitim ortamını garanti eder. Asma tavanlar, iç mekanı daha konforlu hale getiren bir mimari eleman olarak da kullanabilir. Örneğin, hastaneleri daha samimi ve konuksever kılarken aynı zamanda mükemmel bir konsantrasyon seviyesi de sağlayarak kalabalık iç mekanlarda dahi gürültüyü azaltıp, hastane çalışanları için çalışmayı, hastalar için daha sakin bir ortam yaratmayı mümkün hale getirir. MENKULLEŞTİRİLEN BİR KENTTEN KALAN NOTLAR: YUSUFELİ 9 771300 421208 Axiom Canopy - Loudons Restaurant © Simon Miles Duyuların etki alanında, ışık çok önemlidir. Asma tavanda ışık yansıması açısından üstün teknolojik performans garanti eden mineral fiber panellerle gerçekleştirilmiş modüler asma tavan tasarımları iç mekanlarda kilit bir rol oynamaktadır. Panel yüzeyindeki saf beyaz renklendirme, genel bir huzur ve refah duygusu uyandırarak, ortamda bulunan insanların verimliliğini ve konsantrasyonunu arttırır, odaların içine doğru kalibre edilmiş doğal ışık yayar. I SSN 1300-4212 Axiom Profile & Perla Microlook - Weltbild Store © Nike Bourgeois HARBİYE ASKERÎ MÜZE VE KÜLTÜR SİTESİ 1988’den başlayarak iki yılda bir gerçekleştirilen sergi ve ödül programı, Türkiye’deki mimarlık üretiminin ardındaki 30 yılı aşan varlığıyla köklü bir kurumsal destek olmuştur. İnşaatın en temel ekonomik faaliyet olduğu ve aşırı yapı üretiminin gerçekleştiği ülkemizde TMMOB Mimarlar Odası’nın verdiği ödüller ile mimarlığın aslında kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme ölçütlerine dayanarak, seçkin olanın sıradan olandan ayrılabileceği kamuoyuna iletilmek istenmektedir. Ödüllendirilen; mimarlık tasarımının ardındaki emek, dünya standartlarına ilişkin farkındalık, uygulamaya gösterilen özen, çevreye duyarlılık, tarihsel sürekliliğe yönelik dikkat, popülist eğilimlere karşı duran direnç ve önemli ölçüde yaratıcı çabadır. Program; yeni ürünlere verilen ödüllerle yalnız güncele ve geleceğe yönelen bir boyutla yetinmemekte, uzun bir birikimi değerlendiren yaşam boyu başarı ödülü ve 2006’dan başlayarak aramızdan ayrılmış olan ustaları anmamıza aracılık eden anma programıyla ülkede mimarlık kültürünün yerleşmesine yönelik değerli bir katkı sağlamaktadır. Geçtiğimiz 16 dönemde programa 2411 mimarlık ürünü katılmış, seçkin nitelikleri nedeniyle 138 ürüne ve 50 kişi veya kuruluşa çeşitli dallarda ödül sunulmuştur. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri uluslararası tanınırlığa da olanak sağlamaktadır. Türkiye mimarlığını uluslararası ortamlarda temsil etmek üzere önemli mimarlık ödül seçkilerine aday gösterilecek mimarlar ve ürünler; programımızda ödül alan mimarlar ve ödül adayları arasından seçilmektedir. Program kapsamında ödül alan eserler, Ağa Han Mimarlık Ödülü ve Mies van der Rohe Çağdaş Mimarlık Ödülleri gibi uluslararası programlarda doğal ödül adayı olarak da belirlenebilmektedir. Serginin ilk günü gerçekleştirilecek olan törende, ödül alan ürünler ve sahipleri tanıtılarak kendilerine plaket sunulmaktadır. Ödüllerin maddi karşılığı bulunmamakla beraber, yarışmaya katılan ve ayrıca jüri seçimi ile belirlenen mimarların ürünleri ilk olarak Ankara’da sergilenmekte ve bu sergi bir sonraki ödül dönemine kadar oluşturulan program çerçevesinde, yurt içinde ve dışında birçok kente ve etkinliğe taşınmaktadır. Sergiye katılan ürünlerin tümü Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan Ulusal Mimarlık Ödülleri Kataloğu ile ulusal ve uluslararası kamuoyuna tanıtılmaktadır. Katılımcılara ücretsiz olarak gönderilen katalog, UIA üyesi dünya ülkelerindeki meslek örgütlerinin kitaplıklarına, yurt içi ve dışındaki üniversite, araştırma merkezleri ve uzmanlık kitaplıklarına ulaştırılarak çağdaş Türkiye mimarlığının tanıtımına katkıda bulunmaktadır. Ödül alan yapıların tescili için T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuru yapılmakta ve süreç müellif ile birlikte takip edilmektedir. Ayrıca ödül alan yapılara, aldığı ödülün ve mimarının adının yer aldığı bilgi plaketi çakılmaktadır. Dallar Takvim Seçici Kurul • MİMAR SİNAN BÜYÜK ÖDÜLÜ • BAŞARI ÖDÜLLERİ o YAPI DALI • Yapı • Yapı-Koruma • Yapı-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) o MİMARİ PROJE DALI • Proje • Proje-Koruma • Proje-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) o FİKİR SUNUMU DALI o MİMARLIĞA KATKI DALI 28 Şubat 2020, Cuma, 18.00 Son Katılım Tarihi ve Saati 26-27 Mart 2020 Seçici Kurul Toplantısı Zeynep Ahunbay M. Zafer Akdemir T. Elvan Altan A. Sinan Timoçin Alper Ünlü 10 Nisan 2020, Cuma, Ödül Töreni, Cermodern, ANKARA Düzenleme Komitesi TMMOB MİMARLAR ODASI XVII. ULUSAL MİMARLIK SERGİSİ ve ÖDÜLLERİ, 2020 Petek Ceyhan, Melis Özge Gayretli, Serhat Ulubay T: +90 312 417 37 27 F: +90 312 418 03 61 E: [email protected] A: TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Konur Sokak No: 4/2, Yenişehir, Ankara Haydarpaşa Garı Kadıköy / İstanbul Mimarlar: Otto Ritter ve Helmuth Cuno 1906-1908 #haydarpaşa #kadıköy #istanbul #TehditAltındakiKültürMirası#Türkiye Nitelikli mimarlık hizmetleri ile şekillenen sağlıklı ve } güvenli bir çevrede; insan onuruna yakışan, temel hak ve özgürlüklere dair hiçbir ayrım ve kısıtlamanın yaşanmadığı koşullarda; bağımsız, eşitlikçi ve özgürlükçü Cumhuriyet ve demokrasi değerlerinin korunduğu ve yükseltildiği, aydınlanma yolunda uygar bir gelecek dileğiyle yeni yılınızı kutluyoruz. ~ www.mo.org.tr/ulusalsergi 2020 1988’den başlayarak iki yılda bir gerçekleştirilen sergi ve ödül programı, Türkiye’deki mimarlık üretiminin ardındaki 30 yılı aşan varlığıyla köklü bir kurumsal destek olmuştur. İnşaatın en temel ekonomik faaliyet olduğu ve aşırı yapı üretiminin gerçekleştiği ülkemizde TMMOB Mimarlar Odası’nın verdiği ödüller ile mimarlığın aslında kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme ölçütlerine dayanarak, seçkin olanın sıradan olandan ayrılabileceği kamuoyuna iletilmek istenmektedir. Ödüllendirilen; mimarlık tasarımının ardındaki emek, dünya standartlarına ilişkin farkındalık, uygulamaya gösterilen özen, çevreye duyarlılık, tarihsel sürekliliğe yönelik dikkat, popülist eğilimlere karşı duran direnç ve önemli ölçüde yaratıcı çabadır. Program; yeni ürünlere verilen ödüllerle yalnız güncele ve geleceğe yönelen bir boyutla yetinmemekte, uzun bir birikimi değerlendiren yaşam boyu başarı ödülü ve 2006’dan başlayarak aramızdan ayrılmış olan ustaları anmamıza aracılık eden anma programıyla ülkede mimarlık kültürünün yerleşmesine yönelik değerli bir katkı sağlamaktadır. Geçtiğimiz 16 dönemde programa 2411 mimarlık ürünü katılmış, seçkin nitelikleri nedeniyle 138 ürüne ve 50 kişi veya kuruluşa çeşitli dallarda ödül sunulmuştur. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri uluslararası tanınırlığa da olanak sağlamaktadır. Türkiye mimarlığını uluslararası ortamlarda temsil etmek üzere önemli mimarlık ödül seçkilerine aday gösterilecek mimarlar ve ürünler; programımızda ödül alan mimarlar ve ödül adayları arasından seçilmektedir. Program kapsamında ödül alan eserler, Ağa Han Mimarlık Ödülü ve Mies van der Rohe Çağdaş Mimarlık Ödülleri gibi uluslararası programlarda doğal ödül adayı olarak da belirlenebilmektedir. Serginin ilk günü gerçekleştirilecek olan törende, ödül alan ürünler ve sahipleri tanıtılarak kendilerine plaket sunulmaktadır. Ödüllerin maddi karşılığı bulunmamakla beraber, yarışmaya katılan ve ayrıca jüri seçimi ile belirlenen mimarların ürünleri ilk olarak Ankara’da sergilenmekte ve bu sergi bir sonraki ödül dönemine kadar oluşturulan program çerçevesinde, yurt içinde ve dışında birçok kente ve etkinliğe taşınmaktadır. Sergiye katılan ürünlerin tümü Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan Ulusal Mimarlık Ödülleri Kataloğu ile ulusal ve uluslararası kamuoyuna tanıtılmaktadır. Katılımcılara ücretsiz olarak gönderilen katalog, UIA üyesi dünya ülkelerindeki meslek örgütlerinin kitaplıklarına, yurt içi ve dışındaki üniversite, araştırma merkezleri ve uzmanlık kitaplıklarına ulaştırılarak çağdaş Türkiye mimarlığının tanıtımına katkıda bulunmaktadır. Ödül alan yapıların tescili için T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuru yapılmakta ve süreç müellif ile birlikte takip edilmektedir. Ayrıca ödül alan yapılara, aldığı ödülün ve mimarının adının yer aldığı bilgi plaketi çakılmaktadır. Dallar Takvim Seçici Kurul • MİMAR SİNAN BÜYÜK ÖDÜLÜ • BAŞARI ÖDÜLLERİ o YAPI DALI • Yapı • Yapı-Koruma • Yapı-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) o MİMARİ PROJE DALI • Proje • Proje-Koruma • Proje-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) o FİKİR SUNUMU DALI o MİMARLIĞA KATKI DALI 28 Şubat 2020, Cuma, 18.00 Son Katılım Tarihi ve Saati 26-27 Mart 2020 Seçici Kurul Toplantısı Zeynep Ahunbay M. Zafer Akdemir T. Elvan Altan A. Sinan Timoçin Alper Ünlü 10 Nisan 2020, Cuma, Ödül Töreni, Cermodern, ANKARA Düzenleme Komitesi TMMOB MİMARLAR ODASI XVII. ULUSAL MİMARLIK SERGİSİ ve ÖDÜLLERİ, 2020 Petek Ceyhan, Melis Özge Gayretli, Serhat Ulubay T: +90 312 417 37 27 F: +90 312 418 03 61 E: [email protected] A: TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Konur Sokak No: 4/2, Yenişehir, Ankara Haydarpaşa Garı Kadıköy / İstanbul Mimarlar: Otto Ritter ve Helmuth Cuno 1906-1908 #haydarpaşa #kadıköy #istanbul #TehditAltındakiKültürMirası#Türkiye Nitelikli mimarlık hizmetleri ile şekillenen sağlıklı ve } güvenli bir çevrede; insan onuruna yakışan, temel hak ve özgürlüklere dair hiçbir ayrım ve kısıtlamanın yaşanmadığı koşullarda; bağımsız, eşitlikçi ve özgürlükçü Cumhuriyet ve demokrasi değerlerinin korunduğu ve yükseltildiği, aydınlanma yolunda uygar bir gelecek dileğiyle yeni yılınızı kutluyoruz. ~ www.mo.org.tr/ulusalsergi 2020 4 1 1 Axiom Canopy & Neeva - Bickert Bakery © Nike Bourgeois OCAK-ŞUBAT 2020 ARMSTRONG CEILING SOLUTIONS ASMA TAVANLARI: DENEYİM EKONOMİSİ ÇAĞINDA HEP DAHA YÜKSEK BEKLENTİLER GÜNDEM: BOĞAZİÇİ’Nİ “KANAL”LAŞTIRACAK OLAN YASA TASLAĞI HASANKEYF’TE SONA YAKLAŞIRKEN MİMARLIK EĞİTİM KURULTAYI KENTSEL MEKÂN / YAPI İLİŞKİSİNE FARKLI BİR YAKLAŞIM: YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT Deneyim Ekonomisi çağında bir mekan, artık sadece bir mekan değil: Artık her ortam, özgürce paylaşılan derecelendirmelerden, görüntülerden ve yorumlardan oluşan sanal bir boyuta karşılık gelen gerçek bir yer olan deneyim ile eşanlamlı hale geliyor. Bu değişim, mimarları ve tasarımcıları, son kullanıcılar için giderek daha özel deneyimler üretmek adına sürekli olarak teşvik etmekte, yapıcı rekabeti desteklemekte ve beklentileri giderek arttırmaktadır. BASİTİN KARMAŞIKLIĞI: AŞIKLI HÖYÜK HV+T KORUMA YAPISI YARIŞMA: İTÜ İŞLETME FAKÜLTESİ MİMARİ PROJE YARIŞMASI Akustik asma tavan çözümlerinin üretimi ve pazarlamasında uzmanlaşmış şirket Armstrong Ceiling Solutions asma tavanları, titiz bir tasarım ve dikkatli malzeme seçimi yapıldığı taktirde, ışığı yayma, ortamdaki akustiği düzenleme, hava kalitesini iyileştirme ve fazlasını yapabilme performansıyla, basit ve işlevsel bir alanı, ilgi uyandırabilecek duyusal bir uyarıcıya dönüştürebilen, mekan içerisindeki en önemli mimari elemanlardan birisidir. Lbdi Communication Via Giacomo Boni, 26 20144 Milano | Tel 02 43910069 | Fax 02 33007120 | e-mail: [email protected] | web: lbdi.it ŞEHİRCİLİKTE MODERN ARAYIŞLAR: DUDOK İZMİR’DE MALATYA AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ 01 Asma tavanlar, benzer şekilde, ortamı keyifli hale getirmek için iç mekanların görsel algısını güzelleştirmeye katkıda bulunur. Asma tavan sistemleri hem tavanı gizlemeye hem de dinamik ortamları biçimlendirmeye imkan tanıyarak, aynı zamanda sesi doğru şekilde sönümleme veya yönlendirmeyi sağlar. Sınıflarda ve oditoryumlarda oldukca elzem olan, sesin yönlendirilmesi ve emilimi arasındaki akustik denge, öğretmenlerin sesinin duyulmasını ve öğrencilerin gürültülerinin sönümlenmesini saglayarak daha etkili eğitim ortamını garanti eder. Asma tavanlar, iç mekanı daha konforlu hale getiren bir mimari eleman olarak da kullanabilir. Örneğin, hastaneleri daha samimi ve konuksever kılarken aynı zamanda mükemmel bir konsantrasyon seviyesi de sağlayarak kalabalık iç mekanlarda dahi gürültüyü azaltıp, hastane çalışanları için çalışmayı, hastalar için daha sakin bir ortam yaratmayı mümkün hale getirir. MENKULLEŞTİRİLEN BİR KENTTEN KALAN NOTLAR: YUSUFELİ 9 771300 421208 Axiom Canopy - Loudons Restaurant © Simon Miles Duyuların etki alanında, ışık çok önemlidir. Asma tavanda ışık yansıması açısından üstün teknolojik performans garanti eden mineral fiber panellerle gerçekleştirilmiş modüler asma tavan tasarımları iç mekanlarda kilit bir rol oynamaktadır. Panel yüzeyindeki saf beyaz renklendirme, genel bir huzur ve refah duygusu uyandırarak, ortamda bulunan insanların verimliliğini ve konsantrasyonunu arttırır, odaların içine doğru kalibre edilmiş doğal ışık yayar. I SSN 1300-4212 Axiom Profile & Perla Microlook - Weltbild Store © Nike Bourgeois HARBİYE ASKERÎ MÜZE VE KÜLTÜR SİTESİ ‹Ç‹NDEK‹LERL 2 4 İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY MİMARLIK DÜNYASINDAN MİMARLIK GÜNDEM 10 Boğaziçi’ni “Kanal”laştıracak Olan Yasa Taslağı Üzerine! / Esin Köymen GÜNCEL 12 Hasankeyf’te Sona Yaklaşırken: Korumada İnsan Odaklı Yaklaşımlar ve İnsan Hakkı Olarak Kültürel Miras / Pınar Aykaç, Berçem Kaya ETKİNLİK 18 Cumhuriyetin Kayıp Rüyasının İzinde “Bir Şehir Kurmak” / Zafer Akay MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI 22 Uzun İnce Bir Yoldayız / Deniz İncedayı MİMARLIK ELEŞTİRİSİ 26 Kentsel Mekân / Yapı İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım: Yapı Kredi Kültür Sanat / Özen Eyüce Basitin Karmaşıklığı: Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı / Nilüfer Baturayoğlu Yöney YARIŞMALAR 36 İTÜ İşletme Fakültesi Mimari Proje Yarışması GÜNCEL: Hasankeyf’te Sona Yaklaşırken: Korumada İnsan Odaklı Yaklaşımlar ve İnsan Hakkı Olarak Kültürel Miras TEHDİT ALTINDAKİ KÜLTÜR MİRASI 40 Ortaçağ Yapılarını Soysuzlaştırmak: Konya II. Kılıçarslan Köşkü / Zeynep Eres ANMA PROGRAMI: NEZİH ELDEM 41 Nezih Eldem’in Bütüncül Mimarlığı: Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi / Namık Erkal KENTSEL PLANLAMA 48 Menkulleştirilen Bir Kentten Kalan Notlar: Yusufeli / Ersin Türk, Aygün Erdoğan Şehircilikte Modern Arayışlar: W. M. Dudok İzmir’de / Meltem Ö. Gürel ÇEVRE DUYARLI MİMARLIK 60 Yeni Nesil Stadyum Tasarımlarına Sürdürülebilirlik Çerçevesinden Bakmak / Nazlı Arslan, Tan Kamil Gürer CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI 65 Toplumsal Hafızada Yok Olan Kültürel ve Mimari Miras: Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü / Emine Ekinci Dağtekin, Arif Özdemir Suadiye’de Bir Modern: Başoğlu Evi ve Korunması Üzerine Mülahazalar / Mine Esmer, Hayriye İsmailoğlu YAYINLAR TEMA[S] 80 Gerçek Olabilirdi: Simulacro / Duygu Cihanger MİMARLIK ELEŞTİRİSİ: Basitin Karmaşıklığı: Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı Ribeiro MiMARLIK 411 1 ENG­LISH SUM­MARY MİMARLIK AGENDA 10 On The Draft Law Which Will Bring About the “Canalization” of the Bosphorus! / Esin Köymen In May 2018, with the provisional addition to Zoning Law no.3194 article.16, development amnesty has been granted to some parts of the Bosphorus Protected Area. By evaluating the recent draft law on the cancellation of the High Coordination Board of the Bosphorus Reconstruction, the writer suggests that it is not difficult to predict how construction in the region will increase rapidly, public areas will be privatized, and property, including forest areas, will change hands rapidly. AGENDA 12 Coming to the End in Hasankeyf: Human-Oriented Approaches in Conservation and Cultural Heritage as a Human Right / Pınar Aykaç, Berçem Kaya In the near future, Hasankeyf - with its 12 thousand years of past - and the Tigris Valley - which is home to many living beings - will be flooded by the Ilısu Dam, which is expected to operate for 50 years after having started to retain water since last summer. The writers tackle the process ensuing after the destruction of the historical bazaar of Hasankeyf (in order to ‘move’ the historical buildings to a new settlement area designated by TOKİ) so as to discuss the repercussions of the Ilısu Dam project - the construction of which was completed many times - on Hasankeyf and the struggle to stop the project in reference to cultural heritage rights. EVENT 18 “Construction of a City” in the Footsteps of the Lost Dream of the Republic / Zafer Akay The “Construction of a New City: Ankara 1923-1933” exhibition, which opened to visitors between 13 November 2019 and 26 January 2020, closely examines the history of Ankara’s construction in the first decade of its establishment as the 2 Mİ­MAR­LIK 411 capital city of Turkey. The writer examines the narrative of the exhibition -which comprises many intertwined adventuresand explains how the exhibition reveals many details of architecture and urban culture that were previously unknown. THE CONGRESS OF ARCHITECTURE AND EDUCATION 22 We’re on a Long Narrow Road / Deniz İncedayı The topic of the 10th Congress of Architecture and Education was defined as “Architecture, Professional Development and Education Policies”. During the conference’s preparation procedures, and in order to discuss issues related to the topic, several workshops were put together: Acceptance to the Profession of Architecture, Continuous Professional Development and Architectural Education Policy in Turkey. The final results of the workshops were discussed in the Congress, which was held on December 13th 2019. ARCHITECTURAL CRITICISM 26 A Different Approach to the Relationship between Building and Urban Space: Yapı Kredi Culture and Art Center (YKKS) / Özen Eyüce YKKS’ “structure stands at the point where the Istiklal Street -which is one of the historical axes of Istanbul, where the adjunct structure order limits public and urban space- becomes a square through its enlarging”. The building received the “Building Category” prize given by the 2018 National Architecture Awards, which it won because “it creates a spatial and visual continuity that establishes a synergy between the urban space and the building by bringing the dynamism of the street and the building together with the transparent façade presented to the square, the exposed circulation element and the spatial volume behind this façade and the culture and art-oriented spaces which expand across floors; the architectural attitude that encourages the public use of the structure and creates a social attraction in a urban scale by reinterpreting the square-façade as a gate to the city; shifting ‘the urban’ and ‘the ground floor’ relationships to the third dimension and approaching vertical pedestrian movement in a way that it allows the historical street to be experienced from different angles and heights; representing the search for a building which also creates a vertical relationship with the urban as an alternative to the cultural buildings which open their spatial and functional program up to the street densely on the ground floor and by establishing a horizontal relationship throughout the city.” 32 The Complexity of the Simple: The Aşıklı Höyük HV+T Conservation Structure / Nilüfer Baturayoğlu Yöney The Aşıklı Höyük HV+T Conservation Structure, a candidate for the “Building / Conservation Category Award” at the 2018 National Architecture Awards, is intended to procure the uttermost benefit by intervening the least on the archeological site. Evaluating a structure that doesn’t prioritize dominating the field with its presence, the writer draws attention to a design that uses sustainable techniques and is shaped with recyclable materials when necessary. COMPETITIONS 36 ITU Faculty of Business Administration Architectural Project Competition The competition opened by the Rector’s Office of Istanbul Technical University to gather design projects for the faculty to be built in lieu of the Faculty of Business Administration has concluded. The competition -organized in the categories of individual, national and single-stage competitionaimed at highlighting original, qualified and budget design approaches together with the functional and innovative solutions that can shed light on today’s architecture; identifying ‹N­G‹­L‹Z­CE ÖZET projects and creators who develop a modern environment and design approach; promoting fine arts; improving related professions and sub-disciplines; establishing ethical values; and providing an environment which allows for the teams to gain international competitiveness. Within the scope of the competition, 204 projects were evaluated; 3 awards, 5 honorable mentions, and 4 purchase awards were handed out. CULTURAL HERITAGE IN DANGER 40 Degrading Medieval Structures: Konya’s Mansion of Kılıçarslan II / Zeynep Eres In this chapter of Cultural Heritage in Danger, a series which began in our 405th issue, Zeynep Eres wrote a piece on Konya’s Mansion of Kılıçarslan II. COMMEMMORATION PROGRAMME: NEZIH ELDEM 41 The Holistic Architecture of Nezih Eldem: The Harbiye Military Museum and Cultural Complex / Namık Erkal The Military Museum of Harbiye is an important example of Eldem’s holistic architectural approach in terms of museums and museology -that should be remembered not only at the national level but also in the international sphere. Paying attention to the detailed, dramatic and strict aspects of Nezih Eldem’s design approach -which makes Erdem “a different modernist”- the writer (who is one of the musem’s advisors) notes that Eldem’s modernism shows both his material and detailed knowledge of the rational academic architecture of the 1940s and the experimental and critical architectural exhilaration of the 1950s and 1960s. URBAN PLANNING 48 Notes Left From A Displaced City: Yusufeli / Ersin Türk, Aygün Erdoğan With the completion of the Yusufeli Dam and Hydroelectric Power Plant Project, which was started in 2012 on Çoruh River, the town center, some parts of the villages, the agricultural lands and historical buildings will be submerged by the flood. The writers analyze Yusufeli, where the urban and rural geography has undergone a profound change, with the aims of registering the spatial character of the town center before it becomes flooded in the next few years. 54 Modern Quests in Urbanism: W. M. Dudok in İzmir / Meltem Ö. Gürel As a newly established young Republic, perhaps the first steps Turkey took in the name of the modernization of cities was to be procured comprehensive city plans. In this context, although the projects presented by W.M. Dudok after his visit to Izmir were not undertaken, the manifold drawings and documents he left behind in the archives of the Dutch Institute of Architecture open a window to a critical period, contributing to our exploration of intertwined modernization policies and architectural culture. ENVIRONMENTAL ARCHITECTURE 60 Looking at New Generation Stadium Designs from a Framework of Sustainability / Nazlı Arslan, Tan Kamil Gürer It is not a new concept for stadiums, which are hosting masses increasing in numbers, to be handled with sustainable approaches. The guidelines drafted by organizations such as FIFA and UEFA prior to football tournaments, apart from being a guidance for stadium designs, also raise awareness on the topic. The writers take a close look at the guidelines drafted prior to EURO 2020 all the while considering a few recent stadium designs. ARCHITECTURE OF THE REPUBLICAN PERIOD 65 Cultural and Architectural Heritage Lost in Social Memory: The Akçadağ Village Institute in Malatya / Emine Ekinci Dağtekin, Arif Özdemir The Akçadağ Village Institute, designed as a part of national architectural project competition, is one of the few institute buildings that have survived to the present day with its unique program and its application within geographical boundaries. The writers, describing the building as a social, cultural and spatial refection of Turkey’s republican period, draw attention to the importance of the modernization project, which is gradually disappearing in the social memory. 71 A Modern Example in Suadiye: Notes on the Başoğlu House and its Conservation / Mine Esmer, Hayriye İsmailoğlu In Suadiye, a district which was once one of the “summer resorts” of Istanbul, the remaining examples of the “villa in a garden” typology are facing the threat of destruction. One of these dwellings, which the writers call Başoğlu House, awaits for the necessary steps to be taken to protect it before it falls a victim of urban transformation. CONTACT 80 It Could Have Been Real: Simulacro / Duygu Cihanger Ribeiro With the installation of Simulacro -meaning a copy of a copy- architect Pedro Henrique questions the “idle” or “no-place” qualities of a randomly developed project area around the river, which is located in Santa Maria de Feira, Portugal. The fact that the architect defines the name of the project as “it could have been real” unearths its hope for society to be able to claim it after its interest in the public space and for this temporary and even volatile space to end up being permanent. The purpose of this hope is to help urban residents to recognize and maintain this disregarded space by using simple, small but impressive design tools within the discipline of architecture. Mİ­MAR­LIK.411. January-February 2020 Eng­lish Sum­mary by Elif Kaymaz Mİ­MAR­LIK 411 3 M‹­MAR­LIK DÜN­YA­SIN­DAN ET­KİN­LİK­LER - AJAN­DA ‘‘MİMARLAR ODASI 65.YILINDA” ETKİNLİĞİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ SERGİ Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ve bağlı tüm Odalar; meslek mensuplarının ortak gereksinmelerini karşılamak, mesleki etkinlikleri kolaylaştırmak, mesleğin genel yararlara uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak; meslek ve çıkarları ile ilgili işlerde, resmî makamlar ve öteki kuruluşlar ile işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve önerilerde bulunmak üzere çalışmalarını yürütmekle sorumludurlar. 1954 yılında 6235 Sayılı TMMOB Kanunu ile kurulan Mimarlar Odası; kurulduğu tarihten bugüne çalışmalarını ülke ve kamu yararı doğrultusunda yürütmekte; kentlerin kimlikli, planlı ve sağlıklı gelişmesi için emek harcamaktadır. 65 yıllık tarihinde; yapılı çevrenin sağlıklı ve kamu yararını gözeten politikalar çerçevesinde üretilmesi, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerin korunması, kent ve planlama politikalarının kamu yararına geliştirilmesi; nitelikli mesleki hizmetlerin kamusal politikaların her düzeyinde yer alması, güvenli ve sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşması Mimarlar Odası tarafından ülke adına sorumluluk olarak benimsenmiştir. Kurulduğu tarihten bu yana çalışmalarını, ülke ve kamu yararına yürütmekte ve kentlerin kimlikli, planlı ve sağlıklı gelişmesi için emek harcamaya devam eden Mimarlar Odası sağlıksız ve düzensiz kentleşmeye yol açacak şehircilik bilimine ve kamu yararına aykırı olan plan ve uygulamalara karşı mücadelesini sürdürmektedir. 65. yılında, kuruluşundan bugüne gerçekleştirdiği çalışmalar, deneyim ve birikimler çerçevesinde geçmişini değerlendirerek geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak ve çalışmalara katkı sağlamak amacıyla 20 Aralık 2019 Cuma günü, Ankara’da bulunan Genel Merkez binasında sergi ve panel / forumdan oluşan “Mimarlar Odası 65.Yılında” etkinliği gerçekleşmiştir. www.mo.org.tr/et­kin­lik­ler Bir Zamanlar Toroslar’da: Sagalassos 27 Kasım 2019 - 28 Mayıs 2020, İstanbul SERGİ Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın Ardında 180 Yıl 5 Aralık 2019 - 1 Mart 2020, İstanbul SÖYLEŞİ Sergi Dinamikleri ile Göbekli Tepe’ye Bir Bakış 17 Ocak 2019, İstanbul SERGİ Bauhaus Imagınısta: Uzaklarda. İstanbul 28 Ocak 2020 - 3 Nisan 2020, İstanbul SERGİ Mimar Nejat Ersin 18-29 Şubat 2020, Ankara KONFERANS Heritage İstanbul 2020 Restorasyon, Arkeoloji, Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansı 18-20 Mart 2020, İstanbul SEMPOZYUM I. Ulusal Mimarlık ve Kent Araştırmaları Sempozyumu 29-30 Nisan 2020, İstanbul SEMPOZYUM 28. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu 7-8 Mayıs 2020, İstanbul YARIŞMALAR / ÖDÜLLER - AJANDA www.mo.org.tr/et­kin­lik­ler www.yarismo.org Antalya Kepez Belediyesi Mimar Turgut Cansever Uluslararası Mimarlık Ödülleri Son Başvuru Tarihi: 20 Ocak 2020 “Eskimeyen Kerpiç, Yaşayan Mekân” Kerpici Keşfet Fikir Yarışması Son Başvuru Tarihi: 7 Şubat 2020 Olivelo İzmir Kent Çeperinde Ekolojik Ortak Yaşam Alanı Fikir Projesi Yarışması Son Başvuru Tarihi: 12 Şubat 2020 Emek, Barış ve Demokrasi Anıt Meydanı ve Anma Yeri Uluslararası Fikir ve Tasarım Projesi Yarışması Son Başvuru Tarihi: 24 Şubat 2020 17. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Son Başvuru Tarihi: 28 Şubat 2020 Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Bizimköy Mimari Proje Yarışması Son Başvuru Tarihi: 3 Mart 2020 Torbalı Belediyesi Belediye Hizmet Binası, Pazaryeri ve Otopark ile Yakın Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışması Son Başvuru Tarihi: 17 Mart 2020 4 MİMAR­LIK 411 MİMARLAR DERNEĞİ 1927’DEN MİMAR NEJAT ERSİN SERGİSİ Türkiye’de mimarların ilk bağımsız meslek örgütü olan Mimarlar Derneği 1927, 93. kuruluş yılını Türkiye modern mimarlığının önde gelen isimlerinden Nejat Ersin’in (1924-2010) mesleki ve kişisel arşivine dayanarak hazırlanan bir sergiyle kutluyor. “Mimar Nejat Ersin” sergisi, Ersin’in elli yıla yaklaşan meslek hayatına ve meslek dışı çok yönlü üretimlerine odaklanırken, yirminci yüzyıl Türkiye mimarlığının, meslek örgütlülüğünün ve aynı zamanda dönemin sosyal ve kültürel yaşamının da bir kesitini gözler önüne seriyor. Mimarlar Derneği 1927’ye bağışlanan mimarın projeleri, fotoğrafları, eskizleri, ödülleri, kitaplığı, çizim ve fotoğraf gereçlerinden oluşan arşiv de bu sergi aracılığıyla ilk kez kamuoyuyla paylaşılacak. Çeşitli zamanlarda Nejat Ersin ile yapılan söyleşilerin kayıtlarıyla desteklenen sergi izleyicilerini Ersin’in yaşamı ve yapıtları ile buluşturacak; izleyeni “bir mimarın mirası” üzerinden Türkiye’nin ve Ankara’nın bir döneminin mekânsal ve sosyal gelişimine tanık olmaya davet edecek. Sergi, 18-29 Şubat 2020 tarihleri arasında Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde görülebilir. EMEK, BARIŞ VE DEMOKRASİ ANIT MEYDANI VE ANMA YERİ ULUSLARARASI FİKİR VE TASARIM PROJESİ YARIŞMASI İLAN EDİLDİ DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve 10 Ekim-Der tarafından açılan Emek, Barış, Demokrasi Anıt Meydanı ve Anma Yeri Uluslararası Fikir ve Tasarım Projesi Yarışması, 10 Ekim Ankara Katliamının toplumsal düzlemde unutulmamasını sağlamayı; hayatını kaybetmiş ve hayatta kalan bireylerin anısını onurlandırmayı; hafızayı mekânda ve gündelik yaşamda yeniden üretmeyi amaçlıyor. Ankara Gar Meydanı’nın, kent bütününde algılanabilir bir kent meydanı olarak dönüşümünü olanaklı kılmak; emek, demokrasi ve barış meydanı olarak ortak kavrayışını sağlamak ve kamuoyu nezdinde farkındalığını güçlendirmeye yönelik kapsayıcı bir kentsel mekân olarak dönüşümünün önünü açmak; kültürel hafıza mekânı olarak 10 Ekim’e ilişkin anı boyutunu mekânsal tasarımın ana unsuru olarak yorumlamak; Cumhuriyetin kuruluş döneminden itibaren kentsel kurgunun önemli bir bileşeni, kamusal ve toplumsal mekânı olan Gar Meydanı’nı geleceğe taşıyacak tasarımlar geliştirmek; meydanın çevresi ile bütünleşik şekilde yeniden ele alınması ile kentsel imge değerini güçlendirmek amacıyla açılan yarışmanın son teslim tarihi 24 Şubat 2020. ANTALYA KEPEZ BELEDİYESİ MİMAR TURGUT CANSEVER ULUSLARARASI MİMARLIK ÖDÜLLERİ Antalya Kepez Belediyesi tarafından, Mimarlar Odası Antalya Şubesi işbirliği ve koordinasyonu ile düzenlenen Turgut Cansever Uluslararası Mimarlık Ödülleri; Antalya bölgesiyle özdeş çalışmaları ile öne çıkan Turgut Cansever’in anılması, şehircilik ve mimarlık anlayışının tanıtılması, ulusal ve uluslararası ortamda yere duyarlı ve nitelikli mimarlık ürünlerinin öne çıkartılması, mimarlık ve çevre bilincinin gelişmesi, mimarlık ürünlerinin belgelenmesi, Türkiye ile uluslararası ortam arasında mimarlık kültürüne yönelik iletişim ve tanıtımın geliştirilmesi ve güzel sanatların teşvik edilmesi amacı taşıyor. Ödül programı kapsamında, her yıl Şubat ayında ödüle başvuran ve inşa edilmiş yapılardan oluşan bir mimarlık sergisi düzenlenirken, jüri tarafından seçilen eserlere “Mimar Turgut Cansever Mimarlık Ödülleri” veriliyor. Ödül töreni ise, Turgut Cansever’in ölüm yıldönümüne denk gelen 22 Şubat haftasında gerçekleştirilecek. Turgut Cansever Büyük Ödülü, Turgut Cansever Uluslararası Ödülü ve Turgut Cansever Yerel Ödülü başlıkları altında verilecek olan ödüllerin olduğu yarışmaya son başvuru tarihi ise 20 Ocak 2020. TORBALI BELEDİYESİ BELEDİYE HİZMET BİNASI, PAZARYERİ VE OTOPARK İLE YAKIN ÇEVRESİ ULUSAL MİMARİ PROJE YARIŞMASI İLAN EDİLDİ Torbalı Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından düzenlenen Torbalı Belediyesi Belediye Hizmet Binası, Pazaryeri ve Otopark ile Yakın Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışması; belirlenen alanda güncel, işlevsel, gece ve gündüz sürekli kullanım alternatifleri yaratan, çevresiyle güçlü ilişkiler geliştiren, kentsel yaşam kalitesine katkı sağlayan; mimarlık, şehircilik, peyzaj mimarlığı ve tüm mühendislik alanlarında çağdaş ve ekonomik çözümler öneren disiplinler arası bir bakış açısıyla geliştirilen projelerin elde edilmesini amaçlamaktadır. Torbalı ilçesinde yeni bir kent merkezi oluşturulmasına yönelik; Torbalı Belediyesi Hizmet Binası ile birlikte kapalı otopark gereksinimini karşılayacak, ayrıca haftanın bir günü ilçe pazarının kurulacağı, haftanın altı günü ise bir kent meydanı karakterine sahip olacak mekânları içeren çok yönlü, özgün ve işlevsel projelerin elde edilmesi amaçlayan yarışmanın son teslim tarihi 17 Mart 2020. ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BİZİMKÖY MİMARİ PROJE YARIŞMASI OLİVELO - İZMİR KENT ÇEPERİNDE EKOLOJİK ORTAK YAŞAM ALANI FİKİR PROJESİ YARIŞMASI İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan Olivelo - İzmir Kent Çeperinde Ekolojik Ortak Yaşam Alanı Fikir Projesi Yarışması ile ekoloji öncelikli bir ortak yaşam alanı için model oluşturabilme çekirdeği taşıyan fikir projelerinin elde edilmesi amaçlanıyor. Alanın peyzaj bütünlüğünün korunması; hassas ekosistemin varlığının öne çıkarılması; kent ve kır bağlamının tartışılması; ekolojiyi hem bir teknik hem de içerik oluşturucu bir değer olarak ele alarak yaratıcı ve yenilikçi çözümler üretilmesi; çağdaş bir çevre ve mimari anlayışa sahip olunması ise yarışmanın temel hedefleri arasında gösteriliyor. Bu bağlamda, belirlenen alanın kentle bütünleşmesine imkan verecek mimari tasarım fikir projelerinin elde edilmesini hedefleyen yarışmanın son başvuru tarihi 12 Şubat 2020. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi sağlık yerleşkesinin tasarımı için açılan Bizimköy Mimari Proje Yarışması; ruh ve sinir hastalıklarının tedavi edildiği ortamlarda, nitelikli sağlık hizmeti ve nitelikli mimarinin bir arada daha iyi sonuçlara ulaşılmasına nasıl katkı sağlayabileceğini sorgulayan, çevresel ve sosyal duyarlılığa sahip tasarımları elde etmeyi hedefliyor. Hastane yerleşkesinin mevcut işlevini sürdürecek şekilde çağdaş, bütüncül bir anlayışla tasarlanması ve alanın tüm potansiyellerinin değerlendirilerek mekânsal kalitenin yükseltilmesinin hedeflendiği yarışmaya katılım için son tarih 3 Mart 2020. Mİ­MAR­LIK 411 5 5. İSTANBUL TASARIM BİENALİ’NİN TEMASI AÇIKLANDI İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 26 Eylül - 8 Kasım 2020 tarihleri arasında düzenlenecek 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Mariana Pestana, 10 Aralık’ta Salon İKSV’de gerçekleştirilen basın toplantısında bienalin başlığını “Empatiye Dönüş: Birden Fazlası için Tasarım” olarak açıkladı. Tema, tasarımın birbirimizle ilişki kurmamızı sağlayan araçlara, platformlara ve arayüzlere sahip olduğu fikrinden yola çıkarak tasarımı “bağlantılı olma” haline aracılık eden bir unsur olarak görmeyi sorguluyor. Empati sözcüğünün geçmişten günümüze seyrine bakarak tasarım için hislerle, tesirlerle ve ilişkilerle ilgilenen yeni bir rol hayal etmeyi hedefliyor. Teknolojik hız ve çevre krizinin damgasını vurduğu bir dönemde 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin ilgi alanında, özen göstermeyi öne çıkaran uygulamalar, bağlantı kurmaya dair ritüeller ve duygularımıza aracı olan nesneler yer alacak. Yeni animizm ve yerel bakış açısına dair bir merak içeren bienal; şeyler, insanlar ve her ikisi arasındaki ilişkiyi düşünürken güneyin ve doğunun esin kaynaklarından yararlanıyor. Gün geçtikçe yekpareleşen küresel dünyada yerel bilgiye ve bölgesel uygulamalara öncelik veriyor; her yaştan ve alandan profesyonel ve amatör katılımcıya çağrı yapan bienalde, Mariana Pestana’nın küratör, Billie Muraben asistan küratör ve editör yardımcısı, Sumitra Upham da programlar küratörü olarak görev alacak. Bienalin sergi tasarımını İstanbul merkezli kolektif Future Anecdotes üstlenirken, grafik tasarım Porto merkezli Studio Maria João Macedo imzasını taşıyacak. BAUHAUS IMAGINISTA: UZAKLARDA. İSTANBUL Bauhaus’un kuruluşundan bir yüzyıl sonra gerçekleştirilen bauhaus imaginista, yeni bir tasarım eğitimi ve üretiminin önünü açan fikirleri Almanya’dan bütün dünyaya yayılan okula güncel bir yorumlama getiriyor. Dört bölümlü bir serginin yanı sıra bir dizi yayın, panel ve sempozyumdan oluşan uluslararası araştırma projesi, SALT Beyoğlu’nda Uzaklarda (Moving Away) bölümüyle sunuluyor. Bauhaus anlayışının farklı siyasi ve kültürel bağlamlarda geçirdiği değişimlere odaklanan bu bölüme, bauhaus imaginista incelemelerinin derlendiği “Toplu Araştırmalar” ile “Türkiye Tasarım Eğitiminden Örnekler” eşlik ediyor. Sergi bölümleri, Bauhaus’la ilişkili dört üretime dayanıyor: Karşılıklı Yazışmalar 1919’da yayımlanan Bauhaus Manifesto’yu, Alınan Dersler Paul Klee’nin 1927’den bir çizimini, Uzaklarda Marcel Breuer’in 1926’da yaptığı bir kolajı ve Hâlâ Yaşayan Ölü Kurt Schwerdtfeger’in 1922 tarihli Renk-Işık Oyunu Yansıması işini çıkış noktası alıyor. Sergi boyunca, SALT Beyoğlu’nun ikinci katındaki “Türkiye Tasarım Eğitiminden Örnekler” mekânında, İstanbul Teknik Üniversitesi, Devlet Tatbikî Güzel Sanatlar Yüksekokulu (bugün Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi), Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) işlenmiş bir grup ders, herkesin katılımına açık atölyeler eşliğinde değerlendirmeye açılacak. Bauhaus’un kuruluşunun 100. yılına özel hazırlanan program, 28 Ocak 2020 - 3 Nisan 2020 tarihleri arası ziyaret edilebilir. HERİTAGE İSTANBUL 2020 RESTORASYON, ARKEOLOJİ, MÜZECİLİK TEKNOLOJİLERİ FUARI ve KONFERANSI “Geçmişe gelecek sağlamak” mottosu ile Türkiye’nin tarih ve sanat varlığının korunması, saklanması ve gelecek yıllara aktarılmasına yönelik çalışan kurum ve kuruluşlar ile sektörle ilgili tedarikçilerin bir araya getirmeyi amaçlayan Heritage İstanbul Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansı, 18-20 Mart 2020 tarihleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda gerçekleşecek. Yeni teknolojiler ve kültürel kaynaklara dünya çapında ilgi ve ulaşımın artmasının, iletişim yolları ve tekniklerinin zenginleşmesine olanak sağlanmasının hedeflendiği etkinliğe dair detaylı bilgi için: expoheritage.com 6 MİMAR­LIK 411 BİR YOL ÖYKÜSÜ: FOTOĞRAFIN ARDINDA 180 YIL Küratörlüğünü Engin Özendes’in üstlendiği “Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın Ardında 180 Yıl” başlıklı sergi, 1839 yılında gerçekleşen ilk fotoğraf gezisinin izlediği rotayı günümüz teknikleriyle yeniden keşfeden 10 fotoğraf sanatçısının farklı yorum ve bakış açılarını bir araya getiriyor. Fransız ressam Émile Jean Horace Vernet, diorama tekniğini bulan isimlerden ressam Charles Marie Bouton ve Daguerreotypist Frédéric Auguste Antoine Goupil-Fesquet, 1839 yılının Ekim ayında fotoğraf çekmek üzere Marsilya limanından yola çıkıp Livorno, Malta, Siros, Paros, Naksos, Santorini, İskenderiye, Kahire, Süveyş, Gazze, Kudüs, Nablus, Nasıra, Akra, Sayda, Deir El Qamar, Şam, Trablusşam, Beyrut, Larnaka, Rodos, Kos, İzmir, Çanakkale ve İstanbul gibi şehirlerden geçerler. Fotoğrafçı Coşkun Aral, Laleper Aytek, Ali Borovalı, Murat Germen, Sinan Koçaslan, Yusuf Sevinçli, Alp Sime, Lale Tara, Serkan Taycan ve Cem Turgay’ın, bilinen ilk grup fotoğraf gezisinin 180. yılında, bu yolculuğun duraklarına yaptıkları gezilerde çektikleri fotoğraflardan oluşan sergi, 5 Aralık 2019 - 1 Mart 2020 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde izlenebilir. 28. KENTSEL TASARIM VE UYGULAMALAR SEMPOZYUMU 28. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu, kuramsal ya da uygulama deneyimlerinden kazanılan birikimin tartışmaya açılması hedefiyle 7-8 Mayıs 2020 tarihlerinde MSGSÜ’de yapılıyor olacak. Sempozyumda; kentsel planlama ve proje ilişkisi, kentsel tasarıma katılım, kamusal politika aracı olarak kentsel tasarım, disiplinler arasında kentsel tasarım, kentsel tasarımda aktörler, yeni yaklaşım ve yöntemler başlıkları tartışılıyor olacak. “Kentsel Tasarımda Süreci Tasarlamak” teması etrafında gerçekleştirilecek olan sempozyuma bildiri özetlerinin gönderimi için son tarih 17 Ocak 2020. ARŞİVİN BELLEĞİ: MARCELL RESTLE’NİN ANADOLU ARAŞTIRMALARI SERGİSİ ANAMED GALERİ’DE “Arşivin Belleği: Marcell Restle’nin Anadolu Araştırmaları” bir yandan alanının önde gelen sanat tarihçisi Marcell Restle’nin sistematik çalışma yöntemini mercek altına alırken, bir diğer yandan Anadolu’daki Geç Antik Çağ, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait kültürel varlıkları incelemeye yaşamını adamış bu tutkulu araştırmacının yıllar boyunca oluşturduğu kapsamlı arşivini gözler önüne seriyor. Marcell Restle’nin Viyana Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nün arşivi olan DiFaB’a (Bizans Araştırmaları Dijital Arşivi) bağışladığı özel koleksiyonundan, vefatından sonra üniversiteye taşınan belge ve malzemelerin büyük bir bölümü ilk kez sergileniyor. Küratörlüğünü yine Viyana Üniversitesi’nden Lioba Theis, Su Sultan Akülker ve Caroline Mang’ın yaptığı sergide ziyaretçiler ayrıca, 1956–2000 yılları arasında oluşturulmuş zengin arşivden, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sanatı ve mimarisi alanlarında yüzlerce fotoğraf ve yazılı belge, teknik ve fotogrametrik çizim, görüntü ve ses kayıtlarını da inceleme fırsatı sunuluyor. Arşivin dört bölümde ele alındığı serginin ilk üç bölümünde Restle’nin İstanbul, Anadolu ve Suriye’nin Havran bölgesinde yaptığı araştırmalar kronolojik olarak yer alırken, son bölümde arşivin kısa bir öyküsü teşhir ediliyor. Bilime adanmış 84 yıllık bir yaşamın derin izlerini taşıyan arşiv, Restle’nin kimliğine, bir çalışma gününü nasıl geçirmiş olabileceğine, internetin dahi olmadığı bir dönemde çalışırken nasıl bir yol izlediği ve araştırmalarında hangi metotları kullandığına dair bilgiler veriyor. Eş zamanlı olarak aynı başlıkları taşıyan İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanan iki kitabın da okuyucuyla buluşacağı sergi 5 Nisan 2020 tarihine dek ANAMED Galeri’de görülebilir. SERGİ DİNAMİKLERİ İLE GÖBEKLİ TEPE’YE BİR BAKIŞ Son yıllarda özellikle fotoğraf üretimiyle adını duyuran ve 2007’den bu yana Göbekli Tepe ve çevresinde çalışmalar yürüten Sinem Dişli’nin “Oyuklar ve Höyükler: Göbekli Tepe’ye Bir Bakış” isimli sergisi Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi ile Leica Galeri İstanbul’un destekleriyle Yapı Kredi bomontiada’da yer alıyor. 16. İstanbul Bienali’ne paralel düzenlenen serginin ana odağını Şanlıurfa’da yer alan ve bilinen en eski tapınak olan Göbekli Tepe Arkeolojik Alanı oluşturuyor. 17 Ocak tarihinde düzenlenecek olan “Sergi Dinamikleri” söyleşisi ise Ara Güler Müzesi ve Leica Gallery’de devam etmekte olan “Oyuklar ve Höyükler: Göbekli Tepe’ye Bir Bakış” sergisini konu ediniyor. Çeşitli alanlardan konuşmacıların katılımıyla sergi süreçlerinin farklı katmanlarının irdeleneceği ve tartışmaya açılacağı söyleşide, görsel sanatçı Sinem Dişli, sergi tasarımcısı mimar / iç mimar Mert Zafer Kara ile Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi Konservasyon Uzmanı Evren Kıvançer konuşmacı olarak yer alırken söyleşinin moderatörlüğünü sergi tasarımcısı / mimar Dilara Tekin Gezginti ve mimar Eda Özgener Semerci üstleniyor. KÜLTÜR İÇİN ALAN 2020 DESTEK PROGRAMI BAŞVURULARI İÇİN AÇIK ÇAĞRI Kültür için Alan, proje bölgelerindeki yerel kültürel ortamı ve sivil toplumu desteklemek amacıyla, ulusal ve uluslararası ağlar içinde sürdürülebilir yapılar oluşturmak için çaba gösteren girişimleri üretime ve işbirliğine teşvik ediyor. Goethe-Institut, Hollanda Büyükelçiliği, İstanbul İsveç Başkonsolosluğu ve Fransız Kültür Merkezi’nin öncülüğünde başlatılan proje, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ve Anadolu Kültür’ün işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. 2020’de de yine İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’teki çok yönlü kültürel ortama katkı sağlayan, sürdürülebilir, katılımcı ve kapsayıcı proje başvurularını bekleyen Kültür için Alan projesi hakkında detaylı bilgi ve başvuru formu için kulturicinalan.com adresi ziyaret edilebilir. I. ULUSAL MİMARLIK VE KENT ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU Mekân odaklı akademik çalışma alanlarından güncel yaklaşımlar içeren, disiplinler arası bir tartışma zemini oluşturmayı hedefleyen 1. Ulusal Mimarlık ve Kent Araştırmaları Sempozyumu, 29-30 Nisan 2020 tarihlerinde Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Mimarlık, iç mimarlık, peyzaj mimarlığı, kentsel tasarım, şehir ve bölge planlama gibi ilgili tüm bilim dallarında tez çalışmalarını sürdüren lisansüstü öğrencilerine açık olan sempozyum hakkında detaylı bilgi edinmek için dogus. edu.tr/umka2020 adresi ziyaret edilebilir. ANİ’DE KORUMA PROJE VE UYGULAMALARI, DOSTLUK VE İŞ BİRLİKLERİ ICOMOS 18 Nisan Anıtlar ve Sitler Günü 2020 için belirlenen “Ortak Mirasımız” teması çerçevesinde düzenlenen “Ani’de Koruma Proje ve Uygulamaları, Dostluk ve İş Birlikleri” konferansı, 2016 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmiş; şehircilik, mimarlık ve sanat açısından çeşitliliğinin bir arada görüldüğü çok kültürlü bir İpek Yolu yerleşimi olan Ani’yi konu ediniyor. Belirlenen temanın öncül bir etkinliği olarak düzenlenen konferans, İsmail Yavuz Özkaya’nın sunumu ile 25 Ocak 2020 günü İTÜ Taşkışla 109 no.lu Nezih Eldem Konferans Salonu’nda gerçekleşiyor olacak. Mİ­MAR­LIK 411 7 MİMARLAR ODASI İSTANBUL ŞUBESİ YAYINLARI’NIN İLK KİTABI YENİ MİMARİ VE BAUHAUS ARTIK İNTERNETTE Bauhaus’un kuruluşunun 100. yılı kapsamında, Mimarlar Odası Yayınları olarak 1967 yılında İstanbul Şubesi tarafından yayımlanan Yeni Mimari ve Bauhaus kitabı tekrar gün yüzüne çıkıyor. Özgönül Aksoy ve Erdem Aksoy tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilen kitap, hem Bauhaus hakkındaki ilk Türkçe kitap hem de kitabın farklı dillere yapılan erken ve nadir çevirilerinden biri olma özelliğini taşıyor. Yeniden kamuoyu ile paylaşılan kitaba günümüzden bir not düşmek adına T. Elvan Altan ve Sevil Enginsoy Ekinci tarafından kaleme alınan sunuş yazısı ise şu şekilde: “2019 yılı, Bauhaus’un Türkiye’de ve Türkiye dışında yeniden hatırlandığı bir yıl oldu. Hem bir eğitim kurumu olarak faaliyet gösterdiği 1919 ve 1933 yılları arasında gelişen ve değişen mimarlık, tasarım ve sanat eğitimi yaklaşımı hem de geniş bir coğrafyaya yayılan ve günümüze kadar uzanan etkisi çeşitli mecralarda yeniden tartışıldı. TMMOB Mimarlar Odası da, Bauhaus’un kuruluşunun 100. yıl dönümünde, Walter Gropius’un yazdığı, Özgönül Aksoy ve Erdem Aksoy’un İngilizceden Türkçeye çevirdiği ve 1967 yılında İstanbul Şubesi’nin yayımladığı Yeni Mimari ve Bauhaus kitabını elektronik ortamda paylaşıma açıyor. Yeni Mimari ve Bauhaus kitabının tarihi, Bauhaus’un kurucusu, ilk direktörü ve Dessau’daki yapısının mimarı Walter Gropius’un 1934 yılında eşi Ise Gropius ile birlikte Almanya’dan ayrılıp İngiltere’de, Londra’da yaşadığı kısa dönemde başlıyor. Gropius’un Almanca yazdığı kitabın ilk taslağı P. Morton Shand tarafından The New Architecture and the Bauhaus başlığıyla İngilizceye çevriliyor ve 1935 yılında, Frank Pick’in giriş yazısıyla ve László Moholy-Nagy’nın kapak tasarımıyla Faber & Faber yayınevi tarafından basılıyor. Yeni Mimari ve Bauhaus ise 32 yıl sonra Türkiye’de hem Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Yayınları’nın ilk kitabı hem de Bauhaus hakkındaki ilk Türkçe kitap olarak yayımlanıyor. Böylece Bauhaus’un 1960’ların başından itibaren Türkiye’nin mimarlık ortamındaki yerinin özellikle mimarlık eğitimi tartışmalarına koşut bir şekilde gelişmesine katkıda bulunuyor. Burada kitabın çevirmenleri Özgönül Aksoy ve Erdem Aksoy’un değerli eğitimci kimliklerinden de bahsetmeliyiz. 1958 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan Aksoylar, 1965 ve 1982/1983 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliğinin yanı sıra Mimarlık Bölümü Başkanı, İnşaat ve Mimarlık Fakültesi Dekanı (Özgönül Aksoy) ve Rektör (Erdem Aksoy) olarak görev yapıyorlar. Yeni Mimari ve Bauhaus’un önemi sadece bu özelliklerinden kaynaklanmıyor. Kitap, okulun yönlendiricilerinden olduğu modern hareketin etkisinin hâlâ sürdüğü, ancak II. Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaşan “Uluslararası Üslup”un tartışılmaya da başlandığı bir dönemde Türkçeye çevriliyor. Böylece 1960’ların eleştirel ortamında yeniden canlanan Bauhaus ilgisinin Türkiye’deki yansımasını örnekliyor. Diğer yandan, kitabın İngilizceden başka dillere yapılan erken ve nadir çevirilerinden biri olma özelliğini taşıyor. Dilini takip etmede bugün yer yer zorlansak da, mimarlık kuramının Türkçedeki gelişimine de tanıklık ediyor. Böyle bir tarihsel bağlam eşliğinde, Yeni Mimari ve Bauhaus’u yeni bir formda ve ortamda yeniden okumanın, Bauhaus’u dönemin Türkiye mimarlık ortamı ile de ilişkilendirerek değerlendirmek için imkân yaratacağını umuyoruz.” Yeni Mimari ve Bauhaus başlıklı kitabın pdf.i, mo.org.tr/_docs/yeni_mimari_ve_bauhaus.pdf adresi üzerinden görüntülenebilir / indirilebilir. 8 MİMAR­LIK 411 BİR ZAMANLAR TOROSLAR’DA: SAGALASSOS SERGİSİ YAPI KREDİ MÜZESİ’NDE UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Sagalassos, Akdeniz’in en iyi korunmuş antik kentlerinden biri olarak biliniyor. Türkiye’de son yıllarda hazırlanan en kapsamlı arkeoloji projesi olan Bir Zamanlar Toroslar’da: Sagalassos, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Belçika KU Leuven Üniversitesi’nin desteklediği Sagalassos Arkeolojik Araştırma Projesi işbirliğiyle hazırlandı. Yapı Kredi Kültür Sanat’ın üç katına yayılan sergi, Torosların güney yamacında kurulu Sagalassos antik kentini ve Pisidia Bölgesi’nin tarihini ziyaretçileriyle buluşturuyor. Binanın ilk katı, 1990 yılında başlayan ve disiplinler arası bir araştırma projesi olan Sagalassos kazılarına, kazılarla birlikte Sagalassos ve ait olduğu Pisidia bölgesinin coğrafyasına ilişkin çok katmanlı bir sunuma sahip. İkinci katta tarihöncesi çağlar, Sagalassos’un kuruluşuna tanıklık eden Bronz Çağı, Hellenistik Çağ, Roma Dönemi, Bizans Dönemi ve Selçuklu Dönemi eserleri kronolojik bir konsept içinde sergileniyor. Ayrıca Sagalassos kazılarında açığa çıkarılan Yukarı Agora ve burada yapılan kazılarda bulunan imparator, tanrı ve kahraman heykellerinin en iyi örnekleri ziyaretçiye sunuluyor. Üçüncü kat ise antik ekonomi, yaşam kalitesi, beslenme alışkanlıkları ve mutfak eşyaları, insanların ölümle nasıl başa çıktıkları ve ölümün nitelikleri gibi tematik bölümlerden oluşuyor. Burdur Arkeoloji Müzesi’nden getirilen 368 eserin yer aldığı sergi, 28 Mayıs 2020 tarihine dek Yapı Kredi Kültür Sanat’ta ziyaret edilebilecek. ULUSAL MİMARLIK SERGİSİ ve ÖDÜLLERİ PROGRAMI’NIN 17. DÖNEMİ GERÇEKLEŞİYOR! Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Programı, Mimarlar Odası tarafından ilk kez 1988 yılında, Mimar Sinan’ın 400. ölüm yıldönümü anısına düzenlendi. 1988’den başlayarak iki yılda bir gerçekleştirilen bu program, Türkiye’deki mimarlık üretiminin ardındaki 30 yılı aşan varlığıyla köklü bir kurumsal destek olmuştur. TMMOB Mimarlar Odası’nın verdiği ödüller ile mimarlığın aslında kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme ölçütlerine dayanarak, seçkin olanın sıradan olandan ayrılabileceği kamuoyuna iletilmek istenmektedir. Geçtiğimiz 16 dönemde programa 2411 mimarlık ürünü katılmış, seçkin nitelikleri nedeniyle 138 ürüne ve 50 kişi veya kuruluşa çeşitli dallarda ödül sunulmuştur. Sergiye katılan ürünlerin tümü Ulusal Mimarlık Ödülleri Kataloğu ile ulusal ve uluslararası kamuoyuna ulaştırılarak, çağdaş Türkiye mimarlığının tanıtımına katkı sağlanmaktadır. Türkiye mimarlığını uluslararası ortamlarda temsil etmek üzere önemli mimarlık ödül seçkilerine aday gösterilecek mimarlar ve ürünler; programımızda ödül alan mimarlar ve ödül adayları arasından seçilmektedir. Program kapsamında ödül alan eserler, Ağa Han Mimarlık Ödülü ve Mies van der Rohe Çağdaş Mimarlık Ödülleri gibi uluslararası programlarda doğal ödül adayı olarak da belirlenebilmektedir. Mimarlık eserinin kamusallığının artırılması, mimarın hak ve sorumluluklarının tanınması ve mesleki pratiğin ayrıntılarının yaygınlaşması süreçleri destekleniyor. Bu sene ödül programına katılımlar şu dallarda gerçekleştirilecektir: MİMAR SİNAN BÜYÜK ÖDÜLÜ BAŞARI ÖDÜLLERİ YAPI DALI • Yapı • Yapı-Koruma • Yapı-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) MİMARİ PROJE DALI • Proje • Proje-Koruma • Proje-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) FİKİR SUNUMU DALI MİMARLIĞA KATKI DALI 2020 /XVII. SEÇİCİ KURULU Zeynep Ahunbay M. Zafer Akdemir T. Elvan Altan A. Sinan Timoçin Alper Ünlü Sergi Programı 10-15 Nisan 2020_Cermodern, ANKARA 4-24 Mayıs 2020 Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi Sergi Salonu, Karaköy, İSTANBUL 5-23 Ekim 2020_Mimarlar Odası İzmir Mimarlık Merkezi, Alsancak, İZMİR Düzenleme Komitesi: Petek Ceyhan, Melis Özge Gayretli, Serhat Ulubay BİLGİ VE İLETİŞİM: T. +90 312 417 37 27 F. +90 312 418 03 61 E. [email protected] A. TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Konur Sokak No: 4/2, Yenişehir, ANKARA Ayrıntılı bilgi için www.mo.org.tr/ulusalsergi Takvim: Son Katılım Tarihi: 28 Şubat 2020 Cuma Seçici Kurul Toplantısı: 26-27 Mart 2020 Ödül Töreni: 10 Nisan 2020, Cuma, Cermodern, ANKARA 2018 / XVI. ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ Mimar Sinan Büyük Ödülü ŞEVKİ PEKİN Anma Programı 2018-2020 NEZİH ELDEM Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü ALİ CENGİZKAN Yapı / Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) Dalı Ödülü BOSTANLI YAYA KÖPRÜSÜ VE GÜN BATIMI TERASI, Karşıyaka-İZMİR EVREN BAŞBUĞ, İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü SİBEL BOZDOĞAN Yapı / Koruma Dalı Ödülü MÜZE SALON VE SÜİTLER, Uçhisar-NEVŞEHİR ASLI ÖZBAY Mimarlığa Katkı Jüri Özel Ödülü VEKAM - Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yapı Dalı Ödülü DİYARBAKIR YENİŞEHİR BELEDİYESİ, Yenişehir-DİYARBAKIR SEMRA UYGUR, ÖZCAN UYGUR Proje Dalı Ödülü TURGUTREİS YAŞAM MERKEZİ, Bodrum-MUĞLA YAKUP ATIL BEÇİN Yapı Dalı Ödülü YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT MERKEZİ, Beyoğlu-İSTANBUL MEHMET KÜTÜKÇÜOĞLU, ERTUĞ UÇAR Proje Dalı Ödülü SAMSUN ARKEOLOJİ MÜZESİ, İlkadım-SAMSUN ALİŞAN ÇIRAKOĞLU, ILGIN AVCI Yapı Dalı Ödülü TEKNOPARK İSTANBUL YÖNETİM VE AR-GE YAPISI, Pendik-İSTANBUL NURBİN PAKER, HÜSEYİN KAHVECİOĞLU Fikir Sunumu Dalı Ödülü ZENOTOPİA, İSTANBUL ÖMER YEŞİLDAL Fikir Sunumu Dalı Ödülü HATAY BÖLGESİ KENTSEL TASARIM VE FİKİR PROJESİ, Dörtyol-HATAY ABDURRAHMAN ÇEKİM Mİ­MAR­LIK 411 9 M‹MARLIK GÜNDEM Esin Köymen, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Boğaziçi’ni “Kanal”laştıracak Olan Yasa Taslağı Üzerine! Boğaziçi alanında yerleşme ve yapılaşmanın planlanması, koordinasyonu, imar uygulamalarının yapılması ve denetlenmesi için kurulmuş olan, Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın üyesi olduğu Boğaziçi İmar İdare Heyeti ile Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu ortadan kaldırılıyor.” “Hazırlanan yasa taslağı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Boğaziçi Kanunu’ndaki yetkileri, Cumhurbaşkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devrediliyor. Bu durum yerel yönetimlerin yetki alanlarına yapılacak müdahale nedeniyle bir çeşit kayyım uygulaması olarak anlaşılmaktadır.” Kaynak: Batur, Afife (ed.), 2015, İstanbul Mimarlık Rehberi: Boğaziçi ve Asya Yakası, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul, cilt:3. “Mayıs 2018 tarihinde 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. madde ile Boğaziçi Sit Alanının bazı kısımları imar affı kapsamına alınmıştı. Bu düzenlemeyle de bölgede yapılaşmanın hızla artacağı, kamuya ait alanların özelleştirileceği, orman alanları da dahil olmak üzere mülkiyetlerde hızla el değiştirmeler olacağını tahmin etmek zor değil. 1. İstanbul’un mimari varlığını bir bütün olarak kayıt altına alan İstanbul Mimarlık Rehberi, bugün geldiğimiz noktada tehdit altındaki mimarlık mirasımızı belgeler nitelikte. 10 MİMARLIK 411 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nda büyük çaplı değişiklikler öneren 28 maddelik yasa taslağı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte, Sarıyer, Beşiktaş, Beykoz ve Üsküdar olmak üzere 4 ilçe belediyesini de yakından ilgilendiriyor. Mevcut yasada Boğaziçi alanı; ön görünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgesi olarak belirlenmiş iken taslak metine eklenen siluet geçiş sahaları ile bu alanın genişletildiğini görüyoruz. Öte yandan, Boğaziçi alanında yerleşme ve yapılaşmanın planlanması, koordinasyonu, imar uygulamalarının yapılması ve denetlenmesi için kurulmuş olan, Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın üyesi olduğu Boğaziçi İmar İdare Heyeti ile Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu ortadan kaldırılıyor. Bu kurumların yerine, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı, merkezi İstanbul’da olan, kamu tüzel kişiliğine haiz özel bütçeli Boğaziçi Başkanlığı ve kanunda belirtilen konularda karar almak üzere, Avrupa ve Anadolu yakasında iki ayrı Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Düzenleme Kurulları öneriliyor. Boğaziçi Başkanlığı’nın başkan ve yardımcıları ile Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Düzenleme Kurullarının üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor olacak. Hazırlanan yasa taslağı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Boğaziçi Kanunu’ndaki yetkileri, Cumhurbaşkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devrediliyor. Bu durum yerel yönetimlerin yetki alanlarına yapılacak müdahale nedeniyle bir çeşit kayyım uygulaması olarak anlaşılmaktadır. Boğaziçi Başkanlığı’nın görevleri arasında, Boğaziçi kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde imar planları hazırlamak, siluet geçiş sahalarına ilişkin ilgili belediyelerce ve ilgililerince hazırlanan plan tekliflerine ilişkin kurul kararı alarak onaylanmak üzere Bakanlığa sunmak geliyor. Yetki sınırları içinde ise; parselasyon planları yapma, ilgili belediyelerce hazırlanan plan tekliflerini onaylama, ifraz tevhid işlemleri, siluet kararları alma, kamulaştırma, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verme, kiralama, kaçak yapılarla ilgili cezai işlem yapma, yıkma, para cezaları verme ve tahsil etme gibi pek çok konu sıralanıyor. Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Düzenleme Kurulları; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından teklif edilip Cumhurbaşkanlığı tarafından atanacak olan toplam 11 üyeden oluşacak. Kurulun aldığı kararlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayından sonra yürürlüğe girecek. Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Düzenleme Kurullarının görevleri arasında; imar planlarını ve imar planı değişikliklerini görüşerek Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunmak, tespit ve teklif edilen yapıların yıkımı, bilimsel araştırma raporları, siluet modellemeleri, korunması gerekli kültür varlıklarının tescili, özelliğini kaybetmiş yapıların tescilinin düşürülmesi konularında görüşme yaparak karar alınması sayılıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Boğaziçi alanına ilişkin görevleri arasında ise; kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerine ait planları ve plan değişik- liklerini yaparak Cumhurbaşkanlığı’na sunmak, parselasyon planları yapmak ya da yaptırmak; Boğaziçi alanı ve siluet geçiş sahalarını belirleyerek onaylanmak üzere Cumhurbaşkanlığı’na sunmak; Boğaziçi kıyı, sahil şeridi, ve öngörünüm alanına ait Boğaziçi Başkanlığı’nca hazırlanan imar uygulama programlarını incelemek ve onaylamak; kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde park, çocuk parkı, rekreasyon alanı, yürüyüş ve bisiklet yolları, açık otopark ya da yeraltı otoparkı yapmak gibi pek çok imar faaliyetleri sıralanıyor. Teklif edilen düzenlemeler, 18.11.1983 tarihli Boğaziçi Kanunu’nda köklü değişiklikler yaparken bölge ile ilgili tüm kararların doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmasına yol açacaktır. Siluet geçiş sahaları ile genişletilen ve doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan Boğaziçi alanında, bu genişleme nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve ilçe belediyelerinin de yetki alanları kısıtlanacaktır. İstanbul Boğaziçi Alanı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih, 8172 sayılı kararı ile doğal sit alanı olarak ilan edilmiş, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu 22.11.1983 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Boğaziçi İmar Müdürlüğü ise yasanın 6. maddesi ile 11.01.1984 tarihinde kurulmuştur. Kanunun amacı; Boğaziçi alanının kültürel ve tarihî değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir. Yeni yasa taslağının amacı ise, yetkileri tek elde toplarken alanın korunmasından ziyade yeni yapılaşmalara yol açacak düzenlemeler içermek. Mayıs 2018 tarihinde 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. madde ile Boğaziçi sit alanının bazı kısımları imar affı kapsamına alınmıştı. Bu düzenlemeyle de bölgede yapılaşmanın hızla artacağı, kamuya ait alanların özelleştirileceği, orman alanları da dahil olmak üzere mülkiyetlerde hızla el değiştirmeler olacağını tahmin etmek zor değil. Bugünlerde, tanker kazalarının azaltılması ve kanal geçişlerinden elde edilecek gelirler üzerinden aklanmaya çalışılan; tüm ekolojik, kültürel, doğal eşikleri yok edecek olan Kanal İstanbul projesinin mucitlerinin yapacağı düzenlemenin, doğal bir su yolu olan Boğaziçi’nin korunmasına yönelik olması olası görünmüyor. Yıllardır kentlerimizi ve kırsal alanlarımızı gayrimenkul firmalarının talepleriyle şekillendiren iktidarın bu politikalarını, seçimle alamadığı yerel yönetimlerde kayyım atamaları ya da yetki gasplarıyla sürdürmeye çalıştığını görüyoruz. Özgün doğal ve kültürel değerleri barındırması nedeniyle sit alanı olan ve korunmasına yönelik olarak hakkında çıkartılmış bir yasası da bulunan Boğaziçi’nin, yapılan düzenleme ile kent topraklarını gelir getirici bir meta olarak gören bu anlayıştan nasibini alacağı aşikardır. Özellikle İBB’ye bağlı olan Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün ortadan kaldırılmasıyla bu müdürlüğün gelirleri de artık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na aktarılmış olacak. Bu yasa taslağının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirilmesi durumunda, milletvekillerinin bu taslağa karşı tavır geliştirmesi ve bu düzenlemenin çıkmaması için kamuoyu duyarlılığı geliştirilmesi ortak sorumluluğumuzdur. MİMARLIK 411 11 GÜNCEL Hasankeyf’te Sona Yaklaşırken: Korumada İnsan Odaklı Yaklaşımlar ve İnsan Hakkı Olarak Kültürel Miras Pınar Aykaç, Berçem Kaya 12 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf ile pek çok canlıya ev sahipliği yapan Dicle Vadisi, yakın gelecekte geçtiğimiz yazdan itibaren su tutmaya başlayan ve 50 yıl ömrü olduğu öngörülen Ilısu Barajı’nın suları altında kalıyor olacak. TOKİ tarafından oluşturulan yeni yerleşim alanına tarihî yapıların ‘taşınması’ için Hasankeyf’in tarihî çarşısının da yıkımının gerçekleşmesi üzerine süreci ele alan yazarlar, yapımı daha önce defalarca durdurulan Ilısu Barajı projesinin Hasankeyf’e etkilerini ve bu projeyi durdurmaya yönelik mücadeleyi kültürel miras hakkı üzerinden tartışıyor. Pınar Aykaç Dr. Öğr. Üyesi, ODTÜ Mimarlık Bölümü HASANKEYF KÜLTÜREL HABİTATI VE ILISU BARAJI / HES PROJESİNİN BU HABİTATA ETKİLERİ Hasankeyf, Dicle Nehri ve kolları tarafından oluşturulan vadide yer alır. Kalenin bulunduğu Yukarı Şehir, doğal kayalara oyulmuş mağaralar ve nehir kenarındaki Aşağı Şehir, Roma döneminden 1960’lara kadar yerleşim sürekliliği gösterir. Bu süreklilik, ilk olarak kaledeki mağaralarda yaşayanların 1967 yılında Aşağı Şehir üzerindeki sosyal konutlara taşınmasıyla kesintiye uğrar. Yine bu tarihlerden başlayarak, Hasankeyf’in baraj suları altında kalacağı Ilısu Barajı projesinin ön hazırlık çalışmalarıyla gündeme gelir. Hasankeyf yerleşimi Gayrımenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 1978 tarihli kararıyla arkeolojik sit alanı olarak, 22 tarihî anıt ise eski eser olarak tescil edilir. 1981 yılında ise, Yukarı Şehir birinci derece, Aşağı Şehir ise ikinci derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenir.3 (Resim 1-4) Projenin 1996 yılında yapişlet-devret modeliyle ihaleye çıkmasının ardından talep olmaması nedeniyle Birinci Ilısu Konsorsiyumu kurulur. Baraj projesi, 1993 yılında çıkan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nden yatırım programına daha önce alındığı gerekçesiyle muaf tutulur. Konsorsiyum, finansman için Avrupalı hükümetlere bağlı çalışan kredi kuruluşlarına başvurur. Bu kuruluşların kredi teminatı için uluslararası standartlarda hazırlanacak ÇED raporu ile yeniden yerleşim eylem planı (YYEP) talep etmesi nedeniyle bu raporlar 2001 yılında kredi kuruluşlarına sunulur. Ilısu Barajı karşıtı protestolar nedeniyle, Birinci Ilısı Konsorsiyumu dağılır ve böylece proje finansman sorunu nedeniyle durur.4 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Hasankeyf için 21 Şubat 2019’da üzücü fakat çok önemli bir karar verdi. Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Prof. Dr. Metin Ahunbay, Prof. Dr. Oluş Arık, gazeteci Özcan Yüksek ve avukat Murat Cano tarafından yapılan 2006 yılındaki başvuruda; Hasankeyf’in baraj altında kalmasının eğitim hakkı açısından şimdiki ve gelecek nesillerin kültürel miraslarına ulaşım hakkını ihlal ettiğini ileri sürer. AİHM, “kültürel mirası korumaya yönelik evrensel ve bireysel bir hakkın varlığına ilişkin” konsensüs veya eğilimin bulunmadığını belirtir ve konu bakımından yetkisizlik gerekçesiyle başvuruyu reddeder. Ancak AİHM aynı kararda kültürel mirasın korunması ve mirasa erişim sağlanmasındaki artan farkındalığın belirli bir uluslararası çerçeve oluşturmuş sayılabileceği ve davanın gelişmekte olan bir konunun alanına girebileceğini belirtir.1 Hasankeyf’le ilgili AİHM kararı, 2000’li yıllardan başlayarak özellikle uluslararası bağlamda tartışılan temel insan hakkı olarak “kültürel miras hakkı” kavramını ve bu kavramın kapsamı, olasılıkları ve kısıtları ile ilgili pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi.2 Bu yazı, yapımı daha önce defalarca Kaynak: Pınar Aykaç Berçem Kaya Şehir Plancısı, ODTÜ Şehir Bölge Planlama Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi durdurulan Ilısu Barajı projesinin Hasankeyf’e etkilerini ve bu projeyi durdurmaya yönelik mücadeleyi kültürel miras hakkı üzerinden tartışacaktır. 1. Yukarı Şehir’den Hasankeyf’e bakış, 2007 12 MİMARLIK 411 Zeynep Ahunbay, Metin Ahunbay, Oluş Arık, Özcan Yüksek ve Murat Cano’nun dava açmasına neden olan süreç, 2004’te İkinci Ilısu Konsorsiyumu’nun kurulmasıyla başlar. Avrupalı kredi kuruluşları, daha önce hazırlanan ÇED raporu ve YYEP’nın güncellenmesiyle birlikte, Dünya Bankası’nın altyapı projelerinde çevrenin ve insanların en az şekilde etkilenmesini amaçlayan çevresel ve sosyal prensiplerinin karşılanması gerekliliği şartını koşar. Ilısu projesinin kredi teminatı, 2007’de Devlet Su İşleri (DSİ) ve konsorsiyumun sosyal, kültürel, ekolojik ve uluslararası su hakları açısından 153 şartı yerine getirmesi koşuluyla kabul edilir.5 Bu gelişmelerle birlikte, Ilısu Barajı’na karşı mücadele, özellikle Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ve Doğa Derneği’nin çabalarıyla, projenin 153 şartı yerine getirmesinin sağlamaya yönelik olur. Ancak süreç Ilısu Barajı projesinin Türkiye ÇED yönetmeliğinden muaf tutulması ve baraj yapımındaki ısrar, baraj karşıtı kampanyanın uluslararası platformda devam etmesine neden olur. Bu süreçte Hasankeyf, tehlike altındaki yerlerden biri olarak Dünya Anıtlar Fonu 2008 denetleme listesinde yer alır. Yine aynı yıl, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, İkinci Ilısu Konsorsiyum’una kredi sağlayacak ülkeler olan Almanya, Avusturya ve İsviçre Ankara’daki büyükelçiliklerine proje nedeniyle yerlerinden edilenlerin Avrupa’ya iltica edeceklerini belirten 1.500 imzalı mektup bırakır. DSİ tarafından Hasankeyf’te halka açık toplantılar, görüş alışverişinden çok yaşayanları yeniden yerleşim ile ilgili bilgilendirmek için yapılır. Türkiye’nin 153 şartı yerine getirdiğini değerlendirmek için oluşturulan Ilısu Uzmanlar Komitesi, bu şartlardan yalnızca birkaç tanesinin yerine getirildiğine yönelik rapor yayınlar. Komite, baraj inşaatının ancak baraj kapağının yer alacağı Ilısu çevresindeki köylerdeki kamulaştırmaların ve yeniden yerleşimin bitirilmesinden sonra başlayabileceğini belirtir.8 Projenin yeniden yerleşim, ekoloji ve kültürel mirasın korunmasına yönelik uluslararası standartları yerine getirmemesi sonrasında kredi kuruluşları 2009’da anlaşmadan çekilir. Bu süreçte Ilısu’yu Durdurun Kampanyası’nın Berlin’de düzenlediği Ilısu Zirvesi, Hasankeyf’i Yaşatma Derneği ve Doğa Derneği etkili olur. Hasankeyflilerin ve STK’ların bu önemli kazanımı, proje için gerekli olan kredinin yerel bankalardan 2. Yeni Hasankeyf Yerleşimi, Arkeopark ve Ilısu Barajı Rezervuar Alanı, 2019 Kaynak: Pınar Aykaç Bu süreçte Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, baraj alanlarındaki kültür varlıklarının korunmasına yönelik 04.10.2006 tarihli 717 no.lu ilke kararı çıkarır. Bu karara göre, baraj yapılması planlanan alanlarda uzmanlardan oluşacak bir heyetin envanter ve belgeleme çalışması yapması, bu alanlarda arkeolojik sit alanları veya taşınmaz kültür varlıklarının bulunması durumunda ise DSİ tarafından bu alanların dışında başka yerlerin planlamasının yapılması önerilir. Baraj alanlarının başka yerde planlanmasının mümkün olmadığının DSİ tarafından tespit edilmesi sonrasında, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına yönelik uygulamayı belirlemek için bir Bilim Komisyonu oluşturulur. Bu komisyon, öncelikle kültür varlıklarının belgeleme ve kazı çalışmalarının yapılması için bir acil eylem planı hazırlar. Bu çalışmaların değerlendirilmesinden sonra kültür varlıklarının yerinde korunması, taşınması veya belgelenerek su altında bırakılmalarına yönelik önerileri koruma bölge kurullarına sunulduktan sonra karar verilmesi öngörülür. İlke kararında ayrıca koruma uygulamalarının baraj yapımıyla eş zamanlı ilerleyeceği de belirtilir. İlke kararında barajın başka yerlere yapılmasının mümkün olup olmadığına bağımsız bir uzmanlar grubunun değil de DSİ’nin karar veriyor olması ve koruma çalışmalarının baraj yapımıyla birlikte ilerleyeceğinin belirtilmesi, Hasankeyf’in geleceği için büyük tartışmalara neden olur.7 Kaynak: Berçem Kaya içinde STK’lar ÇED raporu ve YYEP’nın Dünya Bankası prensipleri, Dünya Barajlar Komisyonu’nun tavsiyeleri ve Birleşmiş Milletler’in “Kalkınma Temelli Tahliye ve Yer Değiştirme Hakkında İlkeler ve Esaslar”ı yerine getirmediğini raporlarla belgeler.6 3. Hasankeyf Eski Köprü ve arka planda Hasankeyf Yukarı Şehir, 2019 karşılanacağının açıklanmasıyla kısa sürer. 2010’da baraj inşaatı ve Hasankeyf’in 2 km kuzeyindeki Yeni Hasankeyf yerleşiminin inşaatına başlanır. Yine aynı yıl, Hasankeyf Kalesi’nden bir kayanın düşmesi nedeniyle bir kişinin hayatını kaybetmesi sonrasında Yukarı Şehir’de az da olsa kullanılan mağaralar tamamen boşaltılır.9 Hâlâ canlılığını koruyan Hasankeyf’teki gündelik yaşam, bu tarihten itibaren yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Gündelik yaşamın yerini ise giderek artan kurtarma kazıları ve koruma çalışmaları alır. Aşağı Şehir’deki Koç Camisi, Er-rızk Camisi, Süleyman Camisi, Kızlar Camisi, İmam Abdullah Zaviyesi, Yamaç Külliyesi ve Orta Kapı ile Dicle’nin karşı yakasındaki Zeynel Bey Külliyesi ve Artuklu Hamamı’nda kurtarma kazıları ve Bilim Komisyonu tarafından bir karar verilene kadar acil önlem ve koruma müdahaleleri başlar.10 Bu çalışmalar devam ederken, Koruma Yüksek Kurulu’nun 2006 ilke kararının iptaline yönelik Hasankeyfi Yaşatma Girişimi’nin açtığı davada yürütmeyi durdurma kararının alınmasından sonra 2009 yılında yeni bir ilke kararıyla baraj yapımının başka yerde yapılamayacağının Kültür ve Turizm Bakanlığı, öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluştan oluşacak bir komisyonca tespit edilmesi önerilir. Bu ilke kararında özellikle yatırımcı kuruluşun kültür varlıklarının korunmasına yönelik karar alacak olan komisyonda yer almasına karşı açılan davanın kazanılmasının ardından 2010 yılındaki ilke kararı komisyon üyelerini, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından uzmanlar ve öğretim üyeleri olarak değiştirir.11 MİMARLIK 411 13 Kaynak: Berçem Kaya Kaynak: Pınar Aykaç 4. Hasankeyf Yukarı Şehir’deki Küçük Saray, 2007 Kaynak: Berçem Kaya verilir. Yine aynı yıl, Koruma Yüksek Kurulu yeni bir ilke kararı çıkararak (10.04.2012, no.36), barajların tamamlanarak faaliyete geçmeden önce koruma bölge kurullarından onay alınması gerekliliğini de ortadan kaldırır. TMMOB Mimarlar Odası ve Peyzaj Mimarları Odası’nın başbakanlık genelgesinin ÇED raporu muafiyetine karşı açtığı dava sonucunda, Danıştay 14. Dairesi, Ilısu Barajı projesine ÇED zorunluluğu getirilmesi gerektiğine ve projenin yürütmesinin durdurulmasına kararı verir.13 Bu karardan sonra yeni bir ÇED Yönetmeliği çıkartılır ve Ilısu Barajı projesinin tekrar ÇED raporu muafiyeti sağlanır.14 Ilısu Barajı projesinin durdurulmasına yönelik bütün bu çabalara karşın, Orman ve Su İşleri Bakanı, projenin Hasankeyf’in korunmasını sağlayacağını ifade ederek, aşağıdaki açıklamaları yapar: “Aslında bu proje tarihi kurtarmaya yöneliktir… Tarihî eserler kurtarılacak. Taşınacakları taşıyacağız, taşınamayacakları su altında koruyup benzerini kültürel parkta yapacağız. Arkeolojik kazılarda çıkan eserler için muhteşem bir müze inşa edeceğiz. Bu müze hem kapalı, hem de açık olacak... Ilısu projesi Hasankeyf’in kurtarılması için bir fırsattır.”15 6. Hasankeyf Eski Çarşı, 2018 2009 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin, kültürel miras hakkını kültürel hayata katılım hakkının bir parçası olarak tanımasından sonra, Ilısu Barajı’nın Hasankeyf’e etkilerinin bir insan hakları ihlali olarak değerlendirilmesi gerektiği üzerinden karşı mücadele devam eder. Komite STK’ların taraf ülkelerin insan hakları yükümlülüklerini yerine getirmeleriyle ilgili rapor sunulmasına olanak verdiğinden, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi 2011 yılındaki komite oturumunda Ilısu Barajı projesini sunar. Komite, bu rapora dayanarak Türkiye hükümetini baraj projelerinde “insan-hakları temelli bir yaklaşımı” dikkate almaları gerekliliği çağrısında bulunur.12 Ancak bu çağrıya rağmen Ilısu projesinin belirlenen sürede tamamlanması için bir başbakanlık genelgesi (04.04.2012, no.2012/10) yayınlanarak, proje için gerekli bütün altyapı ve üstyapı inşaatlarının da ÇED yönetmeliğinden muaf tutulmasına karar 14 MİMARLIK 411 5. Er-rızk Camisi ve Eski Köprü, 2018 Ilısu projesinin Hasankeyf’e etkileri değerlendirildiğinde, Bakan’ın yukarıda bahsettiği gibi projenin güncel koruma yaklaşımlarıyla fazlaca çeliştiğini görebiliriz. Kültürel miras günümüzde fiziksel, çevresel ve sosyo-ekonomik olarak sürekli değişen ve dönüşen bir süreç olarak tanımlanabilir.16 Bu süreç, farklı ölçeklerde insan ve insan olmayan aktörlerin karmaşık ilişkileriyle oluşur.17 “İnsani Değer Olarak Miras ve Peyzaj” başlıklı Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Floransa Bildirgesi, bu karmaşık ilişkinin “kentsel ve kırsal peyzajlar arasında, kültürel, sosyo-ekonomik ve çevresel süreçlerle, aynı zamanda insan nüfusunun mutluluğuyla (well-being) ilgili” olduğunu belirtir. Bildirge ayrıca peyzajların kültür ve doğanın bütünleştiği, canlı türleri ve yaşam alanlarını da içeren birer “kültürel habitat” olduklarını vurgular.18 Bu bakış açısıyla, Ilısu Barajı ve rezervuar alanı, Hasankeyf ile birlikte Dicle Nehri ve çevresindeki 50 yerleşimin yüzyıllar içinde oluşmuş karmaşık ilişkiler ağını tamamen yok etmektedir. Yerleşim, topoğrafyayla uyumlu gelişen özgün makro-formunun yanı sıra, Bismil Ovası ve Dicle Vadisi ile kurduğu ekolojik koridor ile florası ve faunasıyla önemli bir biyolojik Yapı ve alanlar ile ilgili DSİ tarafından koruma yaklaşımı olarak değerlendirilen uygulamalar, ulusal ve uluslararası koruma ilkeleri açısından da oldukça tartışmalıdır. Önceleri taşınması öngörülen tarihî köprünün sonrasında taşlarla kaplanması ve Er-rızk Camisi’nin taşınması için tarihî Hasankeyf çarşısının yıkılması tartışmalı uygulamalardan yalnızca bazıları. (Resim 5-6) Mardinike Külliyesi gibi su altında kalacak yapıların dolgu malzemeleri ile kapatılması fiziksel koruma açısından kabul gören bir yöntem olsa da, bizim göremeyeceğimiz bir tarihte baraj suları çekilince bu yapı grubunda oluşacak tahribatları öngörmek çok zor değil. Aralık 2019 tarihine kadar, Hasankeyf Yeni Yerleşim Alanı’nda oluşturulan arkeoparka Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Hamamı’nın yalnızca soğukluk kısmı, İmam Abdullah Zaviyesi’nin türbesi ve minaresi, Eyyübi (Kızlar) Camisi, Sultan Süleyman Camisi’nin taç kapısı ve sökülen minaresi ile Hasankeyf Kalesi’nin Orta Kapısı taşındı. Er-rızk Camisi ise taşınma sürecinde. Zeynel Bey Türbesi çevresindeki peyzajla beraber bir bütünlük oluşturan bir külliyenin parçasıydı. Külliyeden yalnızca türbe taşınarak, külliyenin diğer yapılarını oluşturan duvar kalıntıları yerlerinde bırakıldı. Arkeopark alanında bu kalıntılar yeni taşlarla yeniden üretildi. Benzer bir şekilde Artuklu Hamamı’nın ılıklık, sıcaklık, su deposu ve külhan mekânlarının kalıntıları da Dicle Nehri kenarında bırakıldı. (Resim 7, 8) 7. Artuklu Hamamı ve Zeynel Bey Türbesi’nin doğal peyzaj içindeki özgün konumları, 2007 Kaynak: Berçem Kaya Avrupa Konseyi’nin 2005 yılında kabul ettiği “Kültürel Mirasın Toplum için Değeri” başlıklı Faro Sözleşmesi, “kültürel mirasa yönelik hakların”, kültürel yaşama katılma hakkının bir parçası olduğunu kabul eder.20 Eryazıcıoğlu ve Cengiz bu sözleşmeyle birlikte, koruma yaklaşımlarının amacının kültürel mirasın insanlardan bağımsız kendi başına korunmasından çok insanların ve toplumun daha geniş beklentilerini karşılama olması gerektiğinin anlaşıldığını vurgular.21 İnsan ve insan hakları odaklı olarak nitelendirilen bu yaklaşımlar, korunması gerekli yapı, alan veya ögeyi merkezine almaktan çok birey ve topluluklar için kültürel mirasın önemi ve potansiyeline odaklanır. Bahar Aykan, kültürel mirasla ilişkili birey ve toplulukların katılımına yer vermeyen politika ve uygulamaların artık yalnızca bir yönetim sorunu değil, aynı zamanda bir insan hakkı ihlali olduğunu değerlendiren yeni yaklaşımların ortaya çıktığını belirtir.22 Bu çerçevede, Ilısu projesi kapsamında yapılan koruma müdahalelerine Hasankeyf’te söz sahibi olduklarını dile getiren herkes, bölgede yaşayanlar, STK’lar, ulusal ve uluslarası pek çok uzmanın dahil edilmemesi bir kültürel miras hakkı ihlali olarak değerlendirilebilir. DSİ, baraj projesinde bölgede yaşayanların görüşlerini almamış ve proje sürecine katılımlarını sağlamak yerine yalnızca bilgilendirme toplantıları düzenlemiştir. Ayrıca projenin paydaş katılımını sağlayacak bir eylem planı olmamıştır. Kaynak: Pınar Aykaç çeşitlilik sunmaktadır.19 Ilısu Barajı’nın tarihî ve kültürel doku üzerinde yaratacağı tahribatın yanında, ciddi bir ekolojik tahribata da sebep olacağının altını çizmek gerekir. Avrupalı kredi kuruluşları için hazırlanan ÇED raporunun güncellenmemesi ve proje ile ilgili sosyal etki değerlendirme raporunun olmayışı, etkilerin ne boyutta olacağını bilmemizi engelliyor. 8. Hasankeyf Tarihî Köprüsü, Arkada Er-rızk Camisi ve Küçük Saray, 2018 ICOMOS Yeni Zelanda tarafından kabul edilen Kültürel Miras Değeri Taşıyan Yerlerin Korunması ile ilgili 2010’da yenilenen tüzük, kültürel miras alanlarının taşınmasının bir “koruma süreci” olmadığını belirtir.23 Arkeoparka taşınan yapılar, kültürel mirası bağlamından soyutlanmış fiziksel birer anıt olarak gören, artık terk edilmiş bir koruma yaklaşımını referans alıyor. Tarihî köprüyü anımsatacak daha küçük ölçekte yeni bir köprünün yapılması, topoğrafyayla bütünleşen Orta Kapı’nın uyumsuz bir topoğrafyaya yerleştirilmesi, alana teknelerle de ulaşılacak olması nedenleriyle, arkeoparkın kültürel, tarihî ve sosyal olarak bağlamsızlaştırılmış yapay bir eğlence parkı olma tehlikesi çok yüksek. Ekim 2019’da açılan Hasankeyf Müzesi’nde yerleşimin Prehistorik dönemden Osmanlı dönemine kadarki arkeolojik eserlerle birlikte, yerleşimin ve taşınan yapıların maketleri sergileniyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı’na göre müze, hem arkeolojik hem de etnografik özellikleriyle, “yörenin geçmişten günümüze her türlü kültürünü yansıtma özelliğine sahip”.24 Bu yaklaşım, Hasankeyf gibi yüzyıllardır yaşayan bir kültürel miras alanının artık geçmişte kalmış yaşantısının da müzeleştirilmesini öngörüyor. Tarih boyunca karşılaştığı istilalara ve yağmalara rağmen 12 bin yıldır yerleşim sürekliliği gösteren Hasankeyf’teki ilk nüfus kaybı, mağara yerleşkelerinin boşaltılması ve yaşayanların sit alanı üzerine MİMARLIK 411 15 Kaynak: Pınar Aykaç Kaynak: Berçem Kaya 9. Yukarı Hasankeyf ve Mağara Yerleşimleri, 2018 10. Hasankeyf yeni yerleşimi, 2019 inşa edilen sosyal konutlara taşınmasıyla başlar. Bu tarihten sonra nüfus üzerindeki ikinci ve en büyük tehdit, yerleşimin baraj suları altında kalması olmuştur. Hasankeyf uzun zamandır festivallerin yapıldığı, yerli ve yabancı birçok turistin ağırlandığı canlı döneminden uzak, kalenin tarihini birçok dilde anlatan çocuklarından mahrum bir şekilde sessizce sonunun yazılmasını bekliyor. 2010 yılında kaleden düşen kaya sebebiyle üst kale ve vadi boyunca kaleye doğru uzanan tarihî çarşı içerisindeki mağaralardaki işletmeler kapatılmış, Hasankeyf’i insansızlaştırma süreci başlamıştır. (Resim 9, 11) Özellikle 2005 yılından itibaren ulusal ve uluslararası düzeyde aralarında Almanya’dan WEED, Avusturya’dan ECAWatch, İsviçre’den Berne Declaration, Belçika’dan FERN ve Britanya’dan KHRP ve Corner House’un da yer aldığı birçok STK, baraj inşaatına karşı Hasankeyf’teki yaşantının sürmesi için girişimlerde bulunmuşlardır.25 Bu girişimler yerelde ve uluslararası düzeyde pek çok alanda ses getirmiş olsa da, yerleşimin bütünüyle korunması için yeterli olamamıştır. 2019 yılı itibariyle baraj inşaatı sebebiyle, yerel nüfusun yeni yerleşkeye taşınması ve tarihî çarşının tamamen yıkılmasıyla alan sosyal kodlarından büyük ölçüde arınmıştır. Yerel ve merkezî yönetimlerin buradaki rolü, salt ekonomik kalkınmayı hedefleyen kısa erimli projeler üretmek yerine; koruma bilinci ve farkındalığını sağlamanın yanında, yerleşme dinamikleri ile bütünleşik koruma uygulamalarının önünü açmak olmalıdır. Temel insan haklarından biri olan barınma hakkı ihlaline sebep olan bu tür uygulamalar, koruma pratiği için “neyi koruyoruz?” sorusuna verilecek cevabın ne kadar kritik bir anlam taşıdığını da göstermektedir. Bu çerçevede, ekonomik, sosyal ve ekolojik kalkınmanın sağlanabilmesinin yanında kültürel ögelerle birlikte somut olmayan kültürel miras ve yaşantının birlikte korunması büyük önem taşımaktadır. İNSAN HAKKI OLARAK KÜLTÜREL MİRASIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ 2016’da kabul edilen kanun tasarısıyla, Hasankeyf’in sular altında kalacağı ve Hasankeyf Belediyesi’nin hukuki varlığını yeni yerleşim yerinde sürdüreceği kanunlaşmış oldu.26 STK’lar ve aktivistler Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için çağrı 16 MİMARLIK 411 yaptılar.27 Aynı yıl, Europa Nostra Hasankeyf’i En Tehlikede Olan 7 Kültür Mirası Siti Listesi’ne aldı.28 Temmuz 2019’da kurulan Hasankeyf Koordinasyonu, Ilısu Baraj projesi bitmiş olsa da, barajın rezervuar alanında kalan Hasankeyf’te su tutulmaması için mücadelesini sürdürüyor.29 Kültürel mirasın korunmasındaki uluslararası sözleşmeler ve Dünya Miras Komitesi’nin yaptırım gücü, çoğunlukla uluslararası kamuoyu oluşturmakla sınırlı. Bu nedenle miras alanlarına yönelik uygulamalar, ulusal ve yerel ölçekteki koruma mevzuatları ve karar vericilere bağlıdır. Buna karşın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ulusal ve yerel ölçekte bağlayıcılığı vardır. Yazının başında söz ettiğimiz Zeynep Ahunbay, Metin Ahunbay, Oluş Arık, Özcan Yüksek ve Murat Cano’nun açtığı dava olumsuz sonuçlanmış olsa da, mahkemenin verdiği karar kültürel mirasın bir insan hakkı olarak sayılabileceğinin mevzuat açısından yakın zamanda mümkün olabileceğine dair bir olasılığı akıllara getiriyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu, insan hakkının bireysel, toplumsal ve bütün insanlık gibi farklı şekillerde yorumlanması sonucunda doğabilecek anlaşmazlıklar. Bahar Aykan, Ian Hodder’a referansla kültürel miras hakkının yalnızca bireylerin kendi miraslarına erişimi veya belli toplulukların kendi miraslarında söz sahibi olması gibi algılanmaması gerektiğini vurgulamaktadır.30 Kuramsal ve pratik çerçevede kültürel değer ve toplum yararını vurgulayan yaklaşımlar, kültürel mirasın korunmasının insan hakları temelli tartışılmasına olanak sağlayarak uluslararası sözleşmelerde yer almasının yolunu açmıştır. Bu bağlamda Faro Sözleşmesi, herkesin tek başına veya ortaklaşa olarak kültürel mirastan yararlanabilmesini kabul ederek, kültürel miras hakkı için daha kapsayıcı bir tanım yapmamıza yarayabilir.31 Kültürel mirastan yararlanma yalnızca bilgilenme veya kullanma olarak algılanmamalı, kültürel mirasın belki de baraj projelerinden daha fazla bir bölgenin veya bir ülkenin sürdürülebilir kalkınmasında sağlayacağı katkı olarak da düşünülmelidir. Böylelikle bir insan hakkı olarak kültürel miras; tarihî, sosyo-kültürel ve ekolojik açıdan büyük zararlara neden olacak büyüme odaklı kalkınma modellerinin yerine, insanların temel haklarına ulaşmalarına ve insan mutluluğuna katkı sağlayacak bir itici güç olabilir.32 [Erişim: 02.12.2019] 16. Harvey, David C., 2001, “Heritage Pasts and Heritage Presents: Temporality, Meaning And The Scope Of Heritage Studies”, International Journal of Heritage Studies, cilt:7, sayı:4, ss.319-338. 17. Okumuş, Gökhan; Bilgin Altınöz, Güliz, 2019, “Sürdürülebilir Koruma için Değişimi Anlamak ve Yönetmek: Karmaşık Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı Olarak Gölyazı (Apolyont) / Bursa Örneği”, Türkiye Kentsel Morfoloji Araştırma Ağı II. Kentsel Morfoloji Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul, ss.517-537. 18. “İnsani Değer Olarak Miras ve Peyzaj Hakkında Floransa Bildirgesi”, icomos.org.tr/Dosyalar/ ICOMOSTR_tr0034808001536912096.pdf [Erişim: 02.12.2019] 19. Doğa Derneği, 2015, “Hasankeyf Yok Olmasın”, dogadernegi.org/wp-content/uploads/2015/09/ Hasankeyf-Kitapcik.pdf [Erişim: 02.12.2019] 20. “Council of Europe Framework Convention on the Value of Cultural Heritage for Society”, coe.int/en/web/conventions/full-list/-/conventions/rms/0900001680083746 [Erişim: 02.12.2019] 21. Eryazıcıoğlu, Erdem; Cengiz, Hüseyin, 2018, “İnsan Hakları Odaklı Bir Kültürel Miras Sistemi için Değerlendirme Modeli”, Megaron, cilt:4, sayı:13, ss.636-650. 22. Aykan, Bahar, 2018, “Kültürel Miras Hakkı: Kültürel Mirasa İnsan Hakları Temelli Güncel Yaklaşımlar”, Alternatif Politika, cilt:10, sayı:2, ss.231-252. 23. “Charter for the Conservation of Places of Cultural Heritage Value”, icomos.org.nz/wp-content/ uploads/2016/08/NZ_Charter.pdf [Erişim: 02.12.2019] 24. “Batman’da Hasankeyf Müzesi Açıldı”, ntv.com.tr/sanat/batmanda-hasankeyf-muzesiacildi,BySGSS92VUOCDk16SNf3L [Erişim: 02.12.2019] 25. İMO Diyarbakır Şube, 2005, “Hasankeyf’i Kurtarma Çalışmaları”, Türkiye Mühendislik Haberleri, sayı:439-440, ss.24-27. 26. “Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, tbmm.gov.tr/ kanunlar/k6663.html [Erişim: 02.12.2019] 27. “Hasankeyf için Unesco’dan ‘Türkiye Adaylık Başvurusu Yapmadı’ Açıklaması”, haberler.com/ hasankeyf-icin-unesco-dan-turkiye-adaylik-8126842-haberi/ [Erişim: 02.12.2019] 28. “Basın Bildirimi”, europanostra.org/wp-content uploads/2017/06/20170629-PR-Hasankeyf-TurkeyTR.pdf [Erişim: 02.12.2019] 29. “İstanbul’da Hasankeyf Koordinasyonu Kuruldu”, hasankeyfgirisimi.net/?p=1031&lang=tr [Erişim: 02.12.2019] 30. Aykan, 2018, ss.231-252. 31. Council of Europe, 2005. 32. 2011 ICOMOS Paris Deklarasyonu, kültürel mirası sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir itici gücü olarak görür. Avrupa Komisyonu tarafından 2014’te kabul edilen “Avrupa için Kültürel Mirasa Bütünleşik Yaklaşıma Doğru Tebliği” ise kültürel mirasın ekonomik büyüme ve sosyal bütünleşmedeki öneminin azımsandığından yola çıkarak, kültürel mirasın sürdürülebilir kalkınmadaki potansiyelinin mevcut ekonomik ve sosyal etkilerinin ölçülebilmesiyle anlaşılabileceği ve böylece kültürel miras odaklı politikalar geliştirilebileceğini vurgular. Bkz. ICOMOS 2011, “The Paris Declaration On Heritage as a Driver ofDevelopment”, icomos.org/Paris2011/GA2011_Declaration_de_Paris_EN_20120109.pdf [Erişim: 02.12.2019]. Avrupa Komisyonu, 2014, “Towards an Integrated Approach to Cultural Heritage for Europe”, ec.europa.eu/assets/ eac/culture/library/publications/2014-heritage-communication_en.pdf [Erişim: 02.12.2019] Fotoğraflar: Murat Germen NOTLAR 1. “Ahunbay ve diğerleri / Türkiye”, istanbulbarosu.org.tr/files/aihm/201902aihm. pdf [Erişim: 02.12.2019] 2. Drazewska, Berenika, 2018, “Hasankeyf, the Ilisu Dam, and the Existence of ‘Common European Standards’ on Cultural Heritage Protection”, Santander Art and Culture Law Review, cilt:4, sayı:2, ss.89-120. Aykan, Bahar, 2018, “Saving Hasankeyf: Limits and Possibilities of International Human Rights Law”, International Journal of Cultural Property, cilt:25, sayı:1, ss.11-34. 3. Ahunbay, Zeynep, 2010, “Hasankeyf: İnsanlığın Doğal ve Kültürel Mirası ve Korunması”, Diyarch Mimarlık Bülteni, ss.34-43. 4. Hasankeyf Koordinasyonu, 2019, “Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi Eleştiri Raporu”, ss.10-12. hasankeyfgirisimi.net/?p=1210&lang=tr [Erişim: 02.12.2019] 5. Eberlein, Christine; Heike, Drillisch; Thomas, Wenidoppler; Ayboğa, Ercan, 2010, “The Ilisu Dam in Turkey and the Role of Export Credit Agencies and NGO Networks”, Water Alternatives, cilt:2, sayı:3, ss.291-312. 6. Eberlein; Heike; Wenidoppler; Ayboğa, 2010, ss.291-312. 7. Ahunbay, 2010, ss.34-43. 8. Eberlein; Heike; Wenidoppler; Ayboğa, 2010, ss.291-312. 9. Başkaya, Zafer; Türk, Emre, 2015, “Barajların Olası Çevresel ve SosyoEkonomik Etkilerinin Halkın Bakış Açısıyla Değerlendirilmesi: Ilısu Barajı ve Hasankeyf Örneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, cilt:8, sayı:40, ss.347-383. 10. Sevgi, Serap; Çetin, Murat; Yılmaz, Mesut, 2017, “Hasankeyf Zeynel Bey Türbesi’nin Koruma ve Kurtarma (Taşıma) Projesi”, Kargir Yapılarda Koruma ve Onarım Semineri IX Bildirileri, 5-6 Aralık 2017, İstanbul, ss.10-37. 11. Ahunbay, 2010, ss.34-43. 12. CounterCurrent - GegenStrömung, 2011, “Dam Construction in Turkey and its Impact on Economic, Cultural and Social Rights”, Submission to the UN Committee on Economic, Social and Cultural Rights for its 46th Session, 2 - 20 May 2011, tbinternet.ohchr.org/Treaties/CESCR/Shared%20Documents/ TUR/INT_CESCR_NGO_TUR_46_10201_E.pdf [Erişim: 02.12.2019] 13. “Danıştay, Çevre Kanunu ve Çed Yonetmeliğine Uygunluk Gorülmediği Gerekçesiyle Ilısu Baraj ve Hes Projesine Yürütmeyi Durdurma Kararı Verdi”, peyzajmimoda.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=5487&tipi=2 [Erişim: 02.12.2019] 14. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2013, “Yönetmelik”, resmigazete.gov.tr/ eskiler/2013/10/20131003-3.htm [Erişim: 02.12.2019] 15. “100 Milyon Dolarla Hasankeyf’teki Eserleri Kurtaracağız”, haberler. com/bakan-eroglu-100-milyon-dolarla-hasankeyf-teki-3900714-haberi/ 11. 2014 ve 2019 yıllarında Hasankeyf MİMARLIK 411 17 ETKİNLİK Cumhuriyetin Kayıp Rüyasının İzinde “Bir Şehir Kurmak” Zafer Akay 13 Kasım 2019-26 Ocak 2020 tarihleri arasında ziyaretçiyle buluşan Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergisi Ankara’nın başkent olarak kuruluşunun ilk on yılını yakından inceliyor. Yazar, iç içe pek çok serüvenden oluşan kurgusunu incelediği serginin Ankara’nın bu ilk dönemine ışık tutarak mimarlık ve kent kültürünün daha önce bilinmeyen pek çok ayrıntısını ortaya çıkardığını belirtiyor. Zafer Akay Mimar Ankara’nın 4 kez yıkılıp yeniden yapıldığı söylenir, tabii pek bilmediğimiz daha eski tarihleri saymazsak. Daha çok 19. yüzyılda oluşan moloz taş kamu yapıları ve hımış evlerden oluşan Osmanlı Ankara’sı; Cumhuriyetin ilk yıllarında planlı olarak oluşturulmaya başlanan “Yeni Şehir” ile birlikte yeniden yapılanan, önce “Milli Mimarlık”, 1930’lardan sonra “modern” kimlikli Ankara; II. Dünya Savaşı sonrasında esen asrileşme rüzgârıyla yeniden apartmanlaşan Ankara; son olarak da deprem öne sürülerek 1940’ların modern ya da demi-classic apartmanlarını metruk hale getirip yerine geçirilmekte olan plastik detaylı, ahşap görünümlü, yansıtıcı camlı güncel Ankara. Aslında, 19. yüzyılda oluşan ahşap taşıyıcılı konut dokusunun öncesinde düz damlı taş ve kerpiç evler bulunduğu düşünüldüğünde bu katmanlar artırılabilir. Oldukça belirgin izleri halen gözlenebilen Galatya Eyaleti merkezi, Roma Ankara’sı ve hatta Frig, Hatti Ankara’ları da hatırlanabilir. Elbette ki bu yıkım ve yeniden yapımların kent toprağı, planlama, arsa spekülasyonu konularına dayanan sosyolojik açıklamaları olmalı.1 Genel olarak Osmanlı’dan devam eden mirasyedi anlayışının, nasıl ki Teşvikiye’nin koskoca ahşap konaklarını tümüyle kül edip müteahhide verdiyse, bugün de Kızılay olarak adlandırdığımız Yenişehir adlı 1920’ler bahçekentini neredeyse iz kalmayacak biçimde ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Yangın sonucu yeniden yapımın kanıksandığı bir toplumda, genel olarak parsel bazında yeniden yapım yaygınken, büyük bahçeli, ayrık düzenli bahçekentlerin yıkım öyküleri daha şiddetli, hatta “travmatik” olabiliyor. Son zamanlarda sosyal medya üzerinden de büyük yaygınlaşma gösteren, müthiş bir foto kart ve efemera koleksiyonu merakına konu olan 1923-33 döneminin Ankara’sının öyküsü de bunların en önemlilerinden sayılmalı. Ellinci yılını kutlamakta olan Vehbi Koç Vakfı ve son yıllarda Ankara’nın mimarlık mirasına önemli katkılarda bulunan Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) sahipliği ve mimarlık ve kent arşivleri alanında birbirinden önemli akademik çalışmalara imza atmış olan Ali Cengizkan ve birlikte hazırladıkları sergi ve kitap projelerine yaratıcı yaklaşımıyla farklı bir dönem başlatan N. Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde, bu oldukça ilginç öyküyü konu alan, Cermodern’de düzenlenen olağanüstü güzellikteki sergi, Türkiye mimarlık ve kent kültürüne çok değerli bir katkı oluşturuyor. Ali ve Müge Cengizkan’ın giderek olgunlaşan sergi deneyimi, sergi tasarımını üstlenen FREA Mimarlık’ın ustalıklı detaylarıyla desteklenmiş. Sergideki içeriğin harika bir kitaba yansıtılarak kalıcılaştırılmış olması da her zaman elde edilemeyen çok önemli bir kazanım.2 (Resim 1) Başkent Ankara’nın bu ilk dönemine ışık tutarak mimarlık ve kent kültürünün daha önce bilinmeyen pek çok ayrıntısını ortaya çıkaran serginin, iç içe birçok serüvenden oluşan ilginç bir öyküsü var. Küratörlerin yöntem bölümünde altını çizdikleri gibi tümüyle özgün fotoğraflardan oluşan ve ne denli nadir olsa da sonuçta “çoğaltılmış” olan fotografik malzemeden oldukça farklı, “Ankara Şehremaneti Mektupçusu Tahsin Beyefendi’ye ithaf edilmiş” muhtemelen dönemin fotoğraf dükkanlarından biri tarafından hazırlanmış, oldukça özenli bir albüm, serginin ana kaynağını oluşturmuş. Albüm, tarihçi Ömer Türkoğlu tarafından keşfedilerek Ankara Enstitüsü Vakfı’na kazandırılmış. Bu ana kaynak dışında Ali Cengizkan’ın çeşitli Lörcher planı sonrası detaylandırmaları, Kemalettin Bey Anma Programı dolayısıyla ortaya çıkan, mimar Nihat Nigisberk’in plan ve fotoğraf arşivi, pek çok ilginç proje barındıran dönemin mühendis-mimar müteahhit- 1. Sergi afişi ve Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 kitabının kapak görseli 18 MİMARLIK 411 Fotoğraflar: Duygu Tüntaş 2. Sergiden kareler lerinden Mithat Aydın proje terekesi, sergiyi destekleyen diğer ilginç arşiv malzemesi olarak sayılabilir. Elbette bu özgün malzeme dışında birçok değerli fotoğraf ve belge arşivi de sergiye kaynak oluşturmuş.3 (Resim 2, 3) İstanbul’da neredeyse hiç olmayan “sosyal filateli” dünyası ve sosyal medyaya yoğun olarak yansıyan “Yenişehir nostaljisi”nin odağını oluşturan fıskiyeli havuzlar ve çevresindeki kuleli yapılar ve Memurin, Mebusan, Kanatlı, Verandalı gibi küratoryal adlandırmalar taşıyan, Cebeci yönünde giderek çoğalan çeşitlemelerin arkeolojisi serginin belki de en eğlenceli boyutu. Bu tipolojinin arkasındaki mimarların da artık ortaya çıkmaya başlamasının mimarlık tarihine çok önemli bir katkı olduğu söylenmeli. Bu tipolojiyi yaratan mimarlara ilişkin çok önemli bir bulgu, İstas- Fotoğraf: Müge Cengizkan Kitapta “Panoramalar” başlığı altında toplanan, sergiyi destekleyen önemli araştırma çalışmaları arasında, sergiye paralel konuşmalara da konu olan Günkut Akın’ın dönemin “Yeni Osmanlı” mimarlığının dört önemli aktörü Kemalettin Bey, Vedat Tek, Giulio Mongeri ve Arif Hikmet Koyunoğlu’nun karşılaştırıldığı makalesi, alanda son zamanlarda gerçekleşen önemli belgelemelerin bir değerlendirmesini de oluşturuyor. Genel olarak sergiye ve modellemeye kaynaklık eden altlıklar ve özellikle Lörcher planının uygulamalarını içeren Yener Baş’ın doktora tezinin yansıtıldığı “Yenişehir’in ilk sakinleri”ni konu alan makalesi de özellikle not edilebilir. Ali Cengizkan’ın dönemin prefabrikleri “Takma Evler” ve konut yapım süreçlerini ele aldığı iki başlıktan sonra ele aldığı, modellemelere olduğu kadar sergiye de maketlerle önemli katkı sağlayan “Yenişehir”i oluşturan konut birimlerinin tipolojisinin araştırmaların odağını oluşturduğunu söylemek mümkün. (Resim 8) Fotoğraf: Barek Sergiyi oluşturan bir başka önemli girişim de, küratörlerin “biraz delice” bir karar olarak tanımladıkları, dönem Ankara’sını mimari model olarak yeniden kurulması. 1928 tarihli Lörcher altlığını barındıran Jansen Planı’nın Yenişehir ayrıntısı üzerine kurulan bu yoğun ekip çalışması, sergiye birçok ilginç video, kitaba da “Varolmayan Kartpostallar” ile yansıtılmış. Sergiyi daha da heyecan verici hale getiren bu videolar kuşkusuz geleceğin mecrası olarak uzun süre internet veya başka alternatif ortamlarda Başkent Ankara’nın ilk yıllarının daha iyi tanınmasına hizmet edeceklerdir. (Resim 4-7) 3. Sergileme tekniklerinden detaylar yon Caddesi’nde başlayan Vakıf evlerinin bazılarının tasarımlarının Vedat Bey tarafından yapılmış olması. Kemalettin Bey’in başında olduğu Evkaf mimarları grubu içinde, oldukça erken bir tarihte ülkeyi terk ederek ABD’ye yerleşen “Kızıl Kemal” lakaplı mimar Mukbil Kemal Taş’ın tasarımcı rolünün imzalı çizimlerle ortaya çıkması önemli bir ayrıntı. Yapıtlarıyla çok az bilinen Alaatin Özaktaş ve Nihat Nigisberk ile ilgili de önemli belgeler de sergiye değerli katkılar oluşturuyor. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun bilinen bazı sivri külahlı villa tasarımlarından başka bu tipolojiye çeşitli müdahalelerle katkıda bulunmuş oluşu da ortaya çıkan ayrıntılardan. Ankara posta kartlarının vazgeçilmezi Uybadin Köşkü ve yakınındaki çok merak edilen 3 kuleli yapının, Mithatpaşa Caddesi civarındaki çeşitli Ziraat Bankası Lojmanları ile birlikte, bugün ayakta kalan az sayıdaki villanın bir başka örneği olan Bektimur Villası gibi Giulio Mongeri imzası taşıdığı ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bazı Avrupalı mimarların olası katkılarını akla getiren tipler de geleceğe dönük bir başka araştırma konusu oluşturabilir gibi duruyorlar. Benzer şekilde, serginin başta Adliye Vekaleti mimarı Tahsin MİMARLIK 411 19 Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi Sermet olmak üzere dönemin Ankara’sına katkıları olduğu bilinen Ali Rasim Cengiz, Burhanettin Tamcı, Halim Azun, Nazım Alpman gibi diğer genç Sanayi-i Nefise mezunu mimarlarının katkıları ile ilgili önemli bazı ipuçları ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi 4. Cemil Uybadin Konutu’ndan Atatürk Bulvarı ve Bakanlıklar, 1933. Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi 5. Adakale Sokaktaki Dr. Celal Evi’nden Ziraat Bankası Lojmanları, 1933. Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi 6. Cemil Uybadin Köşkü taraçasından Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ve Kızılay Genel Müdürlüğü, 1933. Kitaba “Kesitler” başlığıyla yansıyan tematik çerçevelerde yan yana getirilen, ağaçların henüz ortaya çıkmadığı dönemi anlatan arşiv kaynaklı fotoğraflar, doğrusu dönem Ankara’sının İngiliz gazeteci Grace Ellison’a “tek mevsim için inşa edilen yapı fuarlarını anımsatıyor” tanımını mükemmelen hak ettiğini gösteriyorlar. Öte yandan araya karışan, bir 10 yıl sonrasının Kızılay bahçesinin başrolde olduğu, Cumhuriyetin uygar yüzünü yansıtan mükemmel atkestaneli sokak ağaçlandırması görüntüleri ise nasıl bir cennetin kaybedilmiş olduğunun en güzel anımsatıcıları. Avusturyalı fotoğrafçı Othmar Pferschy’nin meşhur Fotoğrafla Türkiye albümü de kuşkusuz bu dönemin hemen sonrasının çok önemli bir tanığı. Dev çınarlarla süslü Kumrular Sokak, Kavaklıdere ve Maltepe’nin atkestaneli sokakları gibi bu dönemin bugüne kalmış izleri belki Ankara’yı halen güzel yapan özellikler. Kitaba “Enstantaneler: Şehrin Sakinleri” başlığıyla yansıtılan, dönemin önemli aktörleri üzerinden, kentin fotoğraf, belge, anılar ve başka yazılı kaynaklar ile anlatıldığı bölümün serginin ana gövdesini oluşturduğu söylenebilir. Bu anlatımların, dünyada da oldukça hareketli bir yeniden yapılanma dönemi olan, ABD’de Roaring 20’s, Bauhaus’u da ortaya çıkaran Weimar Almanya’sında “Altın 20’ler” olarak tanımlanan, otomobillerin, ilk sesli filmlerin ve garçon kesimli saçlı aktif kadınların ön planda olduğu 1923-33 döneminin, Ankara için de oldukça renkli ve hareketli bir dönem olduğunu çok güzel ortaya koyduğu söylenebilir. Başlangıçta, henüz devrim sözcüğünün telaffuz edilmediği, Cumhuriyetin emeklediği dönemde, batı etkisi ve esinlenmeciliğinin Osmanlı’dan çok da farklı olmadığı dikkat çekiyor. Nasıl ki 19. yüzyıl başında İstanbul’a gravürler yapmak için gelen Melling, Hatice Sultan tarafından bir sahil köşkü sipariş edilmesiyle birlikte İstanbul’da yapı yapan ilk Avrupalı mimar olduysa, Ankara’ya hastane kurmak için gelen bir sağlık grubunda yer alan, Avrupa’da bildiğimiz bir yapısı bulunmayan Theodor Jost da bozkırın ortasında ansızın ortaya çıkan, Ankara’nın ilk simgelerinden Sıhhiye Vekaleti’nin mimarı olmuş. Bağdat’ta Kral Faysal için saray yapmak için Türkiye üzerinden seyahat ederken, Milli Müdafaa Vekaleti’ni tasarlayarak, aşama aşama tüm devlet yapılarına imza atan Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’ın öyküsü de aslında çok farklı değil. Benzer bir öykü de Rus Sefareti’nin yapımı için İstanbul’a gelen mimar Gaspare Fossati’ye, İstanbul’a gelmişken Tanzimat paşaları tarafından birçok önemli kamu yapısının sipariş edilmesi. Ancak burada Cumhuriyet bir farklılık yaratmış görünüyor. Ankara’nın ilk planını yapması istenen haritacılık firması Heussler’de çalışan mimar Carl Lörcher, aynı yıl Ankara’daki Almanya Sefareti yapılarını da tasarlamakla görevlendiriliyor.4 Sergide yer alan bu çok önemli aktörler ve tanıklar arasında çok yakından tanıdıklarımız olduğu gibi bu sergi dolayısıyla tanınırlık kazananlar olduğunu 7. Bayındır Sokak ve Ziya Gökalp Caddesi kesişiminden Mimar Kemal İlkokulu’na bakış, 1933. 20 MİMARLIK 411 Fotoğraf: Müge Cengizkan 8. 3D yazıcı ile üretilen konut birimi tipolojileri Kaynak: Ankara Büyükşehir Belediyesi da söylemek mümkün. Yeni Şehir’in kurulmasında önemli rol üstlenen bir başka Viyanalı mimar ve Art Deco akımı temsilcisi Robert Oerley’in başta, yıkılması büyük üzüntü yaratan Kızılay binası olmak üzere kente birçok yapı kazandırmaktan başka, 1927’deki yarışmayı kazanan plancı Hermann Jansen’e önemli bir destek vermiş olduğunu öğreniyoruz. Örneğin, İstanbul kökenli bir Musevi aileden gelen, Kanada eğitimli inşaat mühendisi Jacques Nesim Aggiman karşımıza birçok elçilik yapısının yapımcısı olarak çıkıyor. Atatürk tarafından Jansen planının uygulamasının sorumluluğu verilmesi dolayısıyla dönemin valisi Tandoğan’ın yaklaşımları hakkında fikir edinmemizi sağlayan Falih Rıfkı Atay kuşkusuz dönemin en renkli aktörlerinden. Ankara’nın kuleli evlerinin “birer derebeyi şatosunu” andırdığını söyleyen ve dönemin kamu yapılarına biçim veren milli mimarlığını “Osmanlı devrinin medrese ve imarethane mimarisinin soysuzlaşmış bir devamı“ olarak yorumlayan, yakın dostu ve ütopik bir bölüm de içeren Ankara romanının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu da dönemin önemli bir kültür eleştirmeni olarak önemli bir rol oynamış. Dönemin bir başka kültür eleştirmeni olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid devri İstanbul’u ev ve köşkleri” olarak tanımladığı dönemin Ankara memurlarının evlerini bu sergideki fotoğrafların doğruladığı da pek söylenemeyeceğine göre, konuyu yazarın hayal gücünün genişliğine bağlamak en doğrusu. Belki de şu ev tipleri arasında Avrupalı mimarların önerdikleri, modernizmden çok ölçülü bir klasisizm taraftarı olan Tanpınar’ın tuhafına gidenlerdi. NOTLAR 1. Tankut, Gönül, 1993, Bir Başkentin İmarı Ankara 1929-1939, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul. 2. (ed.) Ali Cengizkan, N. Müge Cengizkan, 2019, Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-33, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları, Ankara. 3. Atila Cangır, Gökçe Günel, Uğur Kavas, Dr. Koray Özalp, Saadet Özen arşivleri. 4. Cengizkan, Ali, 2004, Ankara’nın İlk Planı: 1924-25 Lörcher Planı, Arkadaş Yayınları, Ankara. Kaynak: Nehir Melis Uzun 1927’deki imar planı yarışmasının diğer katılımcıları Josef Brix ve Leon Jaussely, Atatürk’ün manevi kızlarından en büyüğü Afet İnan, Kavaklıdere’deki tenis kortlarının oluşumuna öncülük eden Yüksek Ziraat Enstitüsü müdürü Mehmet Ali Bağana, aynı zamanda Ali Cengizkan’ın babası olan Gazi Terbiye Enstitüsü mezunu, 43 yıllık resim-iş öğretmeni Recep Cengizkan, Ankara’nın Dört Kadını romanını yazan oryantalist Claude Farrere, Yenişehir’in ilk binasını yaptırıp yerleşmiş olan dönemin Başbakanlık özel kalem müdürü Necmettin Sahir Sılan, meşhur kuleli evlerden biri olan Sarı Köşk’ü yaptırmış olan Abdülhalik Renda dönemin ilginç tanıkları olarak anılarına başvurulanlar arasında sayılabilir. Ankaralılardan büyük ilgi gördüğü bilinen, ama beklendiği gibi İstanbul’dan çok fazla ziyaretçi bulduğu kuşkulu olan bu çok özel sergi ile ilgili önemli bir soru İstanbul’a gidip gitmeyeceği. Henüz görememiş olan tüm Ankaralılara ve Ankara’ya yolu düşenlere bu güzel sergiye uğrayarak Cumhuriyetin pek erken döneminin rüya âlemine dalmaları hararetle önerilir. Hani şu Yakup Kadri’nin Ankara’sında, Semra hanımın tunç yüzlü Binbaşı Hakkı bey ile at üstünde gezdiği döneme… 9. Düzenli aralıklarla gerçekleştirilen sergi turları ve rehberli turlar MİMARLIK 411 21 MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI Uzun İnce Bir Yoldayız Deniz İncedayı 10. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın teması “Mimarlık, Mesleki Gelişim ve Eğitim Politikaları” olarak belirlenmiş; tema kapsamındaki konuların değerlendirilmesi amacıyla kurultay hazırlık sürecinde Mimarlık Mesleğe Kabul, Sürekli Mesleki Gelişim ve Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası Çalıştayları düzenlenmişti. Çalıştayların sonuç ürünlerinin tartışılmasının hedeflendiği Kurultay 13 Aralık 2019 tarihinde gerçekleşti. Prof. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın onuncusu 13 Aralık 2019’da Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Karaköy Binası’nda gerçekleştirildi. (Resim 1) Mimarlar Odası bu yıl Kurultayı farklı bir formatta değerlendirmeyi planlamıştı. Bildiğiniz gibi, önceki yıllarda Mimarlık ve Eğitim Kurultayı, uzun süren ortak çalışmaların, ilgili Danışma Kurulları değerlendirmelerinin ardından şekillenen programla tartışma platformunu oluşturuyordu. Bu yıl ise, farklı bir uygulamayı deneyimlemek ve programa yenilik katabilmek amacıyla Kurultay, öncesinde gerçekleştirilen çalıştay toplantıları temelinde örgütlendi. Mimarlar Odası’nın 2018-2020 çalışma döneminde oluşturulan komitelerinin (Mesleğe Kabul, Mimarlık Eğitimi Politikaları, Sürekli Mesleki Gelişim gibi) yürüttükleri çalışmalar Eylül 2019’da geniş katılımlı çalıştaylar düzenlenerek katkılara ve eleştirilere açılmıştı. Kurultay ise, uzmanlarla gerçekleştirilen söz konusu çalıştayların kazanımlarının paylaşılarak eleştiriye açılmasını, meslek alanına ait metinlerin geliştirilmesini, bu amaçla öngörülen adımların atılmasını hedefliyordu. Kurultay şemasında yapılan değişiklik, yeni bir enerji yaratma, sıklıkla dile getirilen tekrara düşme sorununa çözüm arama, somut öneriler yaratabilme düşüncesiyle gündeme gelmişti. 2019 yılında onuncusuna ulaşmış olan “Mimarlık ve Eğitim Kurultayı” adının korunması ise, içerikteki ve hedeflerdeki sürekliliği vurgulama çabası olarak açıklanabilir. Başlangıcından bugüne Mimarlık ve Eğitim Kurultayları, akademik dünyayla meslek odasının buluştuğu, değerli emek ve katkılarla sorunların ve süreçlerin tartışıldığı, farklı fikirlerin yeni ufuklar açtığı bir etkileşim zemini oldu. Ülkemizde sayıları çığ gibi büyüyen, içerikleri ise giderek boşalan mimarlık bölümlerinin temel sorunlarını, bunların meslekteki yansımalarını tartışarak çözüm önerileri üreten ve süreçlere eleştirel bakabilen bir platform kurdu. Ancak tüm bu özverili emeklere rağmen, uzun yıllara yayılan çabaların verimli sonuçlar sergilediğini, sorunlara çözümler ürettiğini söylemek zor. 10. Kurultayın oturumlarında da öncelikle ve sıklıkla bu gerçek dile getirildi. Ortak aklın yıllara yayılan bunca değerli birikimine karşın, “yolun başındaymışız meğer”. Sorunun temelinde ise, yönetimlerin, Yükseköğretim Kurulu’nun ve ilgili Bakanlıkların mimarlık eğitimiyle diyalog içerisine girmemeleri, önerilere ve çağrılara kapalı duruşları, bu alanda yeterince kaygı ve sorumluluk duymamaları gerçeği yatıyor. Ne yazık ki, akademik yaşamları boyunca, eğitimde kalite, çağdaşlaşma ve uluslararası ölçütler konusunda öncü olmuş, özveriyle çalışmış değerli akademisyenlerin fikirleri, işaret ettikleri önemli meslek ve eğitim süreci sorunları -ki bunlar mesleğin sınırlarını aşarak ülkenin önemli sorunlarına da temel oluşturuyorlar- yöneticiler tarafından öncelik kazanmıyor, ortak kararlılıkla işbirliği masasına oturulamıyor. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın 20 yıla varan geçmişinden bugüne yaşadığımız sorunlar katlanarak büyüdü. Ülke genelinde, özellikle mesleğimizi ilgilendiren çok boyutlu sorunlar, birbirlerine eklemlenerek ve kontrolsüz artışlarla farklı ve karmaşık problemleri doğurdu. Bir taraftan mesleğe kabul süreci sorunları ulusal ve uluslararası ölçekte yoğunlaşırken, diğer taraftan bölüm sayılarının artışı denetlenemedi, kontenjanlar boş kaldı, içerikler sorgulanır oldu. Öğrenci ve mezun sayıları katlanırken öğretim üyesi sıkıntısı nedeniyle bu konudaki kriterler yok sayıldı, üniversitelerimizi sadece sayısal olarak doldurmaya ve yorumlamaya başladık. Sayıları artırırken nitelik (k)ayıplarımızı görmezden geldik. Yönetimlerimiz öz eleştiriye açık olamadı, işbirliğine yanaşmadı ve 1. Kurultay afişi 22 MİMARLIK 411 sonuçta bugün geldiğimiz noktadan baktığımızda yıllardır tartışa geldiğimiz sorunları ve soruları tekrarlamak durumunda kalıyoruz: • Mimarlıkta ve eğitiminde uluslararası asgari ölçütleri karşılayabiliyor muyuz? • Mimarlık bölümleri baş döndürücü bir hızla artarken nitelikli ve yetkin mimarlar yetiştirebiliyor muyuz? • 4 yıllık eğitimin ardından koşulsuz imza yetkisi vererek topluma, kente, çevreye ve insana karşı ahlaklı davranıyor muyuz? • Teori ile pratik arasında gerekli köprüleri, ilişkileri kurabiliyor muyuz? • Ülke sorunlarına çözüm üretebiliyor muyuz? • Genç meslektaşlarımıza kaliteli iş olanakları sağla yabiliyor muyuz? Kurultayın açılış konuşmasında, Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, öncelikle meslek ve mesleki eğitim alanında yaşanan ve yoğunlaşan güncel sorunlara ve verilen mücadelenin önemine vurgu yaptı. (Resim 2) Sorunların genel olarak ülkenin yanlış eğitim ve mimarlık politikalarından kaynaklandığının ve mesleki alanda gerilemeye neden olunduğunun altını çizerken problemler karşısında yetkili yönetimlerin ivedilikle işbirliği içerisinde çözüm üretmelerinin ve eğitimde özerkleşmenin önemine değindi. MİMARLIK MESLEĞE KABUL İlk oturumun başlığı “Mimarlık Mesleğe Kabul” idi. Bildiğiniz gibi, ülkemizde 4 yıllık eğitimin ardından koşulsuz olarak meslek yetkisi kazanılması konusu (sorunu) uzun yıllardan bu yana meslek odasının gündeminde. Bu çerçevede, 2011 yılında kurulan Mimarlık Mesleğe Kabul Kurulu (MiMeKK) gerek konunun ulusal ölçekte yarattığı sorunlar, gerekse yabancı okul mezunlarının üyelik ve yetkileri konularında yaşananlar karşısında çözüm önerileri geliştirmeyi amaçlıyor. Mesleki imza yetkisinin, öncelikle adil, etik ve eşitlikçi biçimde denetlenerek verilmesi gereği açık. Amaç; tıp, hemşirelik, ebelik, diş hekimliği ve benzeri eğitim alanlarında olduğu gibi, mimarlık eğitiminde de Avrupa Birliği’nin 2005/36/EC sayılı yönergesi1 paralelinde, mesleki yetki belgesini uluslararası ölçütleri karşılar niteliğe kavuşturabilmek. Prof. Dr. Deniz İncedayı tarafından yönetilen 1. Oturumun ilk konuşmacısı Dr. Öğr. Üyesi Ece Postalcı, ülkemizdeki mesleğe kabul sistemini yurt dışı örnekleriyle karşılaştırdı. Avrupa Birliği ülkelerinden seçilen ACE, 2016, “Summary of ACE and ENACA Survey on Accreditation of Architecture Programmes within Europe – 2016”. Soruların listesi uzatılabilir. Diğer Kurultaylar gibi, 10. Kurultayın programı da, sorulara yanıt aramak, deneyimleri paylaşmak, sorunları duyurmak amacıyla şekillendirilmişti. Yukarıda da değinildiği gibi, Mimarlar Odası’nın 2018-2020 çalışma programı çerçevesinde gerçekleştirilen çalıştay süreçlerinin sonucunda program, 3 farklı oturum ve tartışmalara ayrılan “Değerlendirme ve Forum” bölümünden oluşuyordu. Oturumlar 3 farklı başlıkta düzenlenmiş olsa da, bu başlıklar kuşkusuz birbirleriyle bütünlük içerisindeydi. Mesleğe kabul süreci, mimarlık eğitimi politikaları ve sürekli mesleki gelişim uygulamaları birbirlerinin destekleyicileri, tamamlayıcıları olarak görülmelidir. 2. Açılış oturumundan 3. Farklı ülkelerdeki mimarlık eğitimi süresi ve mezuniyet sonrası zorunlu mesleki pratik sürelerini gösterir tablo ve bir ERASMUS+ araştırma projesinin çıktılarından olan 36 ülkeden alınan veriler paralelinde çarpıcı bilgiler paylaştı. Bu bilgiler ışığında görüldü ki, 4 yıllık eğitim sonrasında doğrudan imza yetkisi verilen bir uygulama diğer ülke örnekleri arasında bulunmuyor. Genellikle, eğitimin tamamlanması sonrasında 1 veya 2 yıllık akredite meslek pratiği süreci, sonrasında mesleki yetkinlik sınavı ve meslek odasına kayıt ve benzeri şartlar farklı biçimlerde uygulanıyor. Avrupa ülkeleri mimarlık okullarında genellikle uygulanan 3+2 yıllık eğitim programı dışında, 5 yıllık kesintisiz eğitim, 4+2 yıllık eğitim ve sonrasında 2 veya 3 yıla yayılan zorunlu meslek pratiği uygulamaları gerçekleştiriliyor. Yabancı ülkeler üzerine yapılan araştırmada, mesleki imza yetkisi alabilmenin, 8-10 yıla varan süreçlere kadar uzayabildiğini görüyoruz. (Resim 3) Araştırma verileri bir taraftan mesleğin taşıdığı çok yönlü sorumluluğu vurgularken diğer taraftan da ülkemizde uygulanan sistemin yaşam, çevre kaliteleri ve insan sağlığı açılarından taşıdığı sakıncaları gözler önüne seriyor. Şunu da vurgulamak gerekir ki, uluslararası standartlara (UIA, ACE vb. kurumların belgelerine) göre mesleki yetkinlik için gereken asgari ölçütler, teknik bilgi ve donanımların ötesinde, düşünsel zenginliği, entelektüel birikimi ve mesleğin sosyal sorumluluk kapasitesini de içeriyor. MİMARLIK 411 23 Yetkilendirme Eğitim Programları (Bilirkişilik, Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı, Temel Bina Akustiği gibi) ve Kişisel Gelişim Eğitimleri (ArchiCad, AutoCad, Revit gibi) hakkında içeriklerine ve sonuçlarına ait bilgiler paylaştı ve Sürekli Mesleki Gelişim çalışmalarının mesleki alandaki katkılarını ve artan talep konusunu katılımcılarla paylaştı. Bugün yaşanan hızlı gelişim ve iletişim çağında, bilgilerin sürekli güncellenerek mesleki yetkinliklerin desteklemesi sadece ülkemizde değil tüm dünyada mimarlığın gündeminde. Mimarlar Odası kapsamında değerli akademisyen uzmanların katkılarıyla yürütülen SMG programları da bu çerçevede değerlendirildiğinde, mimarlıkta çağdaş, değerli bir açılım oluşturuyor. 4. Değerlendirme ve Forum başlıklı oturumdan Oturumun ikinci konuşmasında, Y. Mühendis Mimar Bülent Ceylan, mesleğe kabul alanında yapılan çalışmaların tarihçesinden ve verilen emeklerden söz etti. Mesleğe kabul çalışmalarına ait sonuçların farklı platformlarda bugüne dek paylaşıldığını belirtti. Ancak, UIA, AB gibi kurumların uluslararası belgelerinde de konunun vurgulanmasına ve ülkelerde niteliklerin yükseltilmesine dair çalışmaların hız kazanmasına karşın, ülkemizde mesleki yetki çıtasının bu denli düşük tutulmasının önemli sakıncalarını anımsattı. Bunların başında, imza yetkisinin kötüye kullanılması, ticari amaçlara alet edilmesi geliyor. Bu çerçevede meslek yasası hazırlanmasının, mesleğe kabul kriterlerinin yasal mevzuata geçirilmesinin ve kurulun özerkleşmesinin aciliyetinin altını çizdi. Oturumun son konuşmacısı Prof. Dr. Ayşen Ciravoğlu ise bugüne kadar tüm Kurultay süreçlerinde emek veren, özveriyle çalışan tüm katılımcıları, akademisyenleri kutlayarak ve anarak başladı sözlerine. Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, ülkemizde mesleğe kabul ölçütlerinin geliştirilememiş olması dolayısıyla eğitime verilen ağır sorumluluğa vurgu yaptı. Teori ve uygulama alanı arasındaki yoğun ve karmaşık ilişkiye değinerek eğitim kalitesinin yükselmesinin mesleki alandaki olumlu yansımalarının ve niteliksel katkılarının önemine değindi. Ayrıca MiMeKK üyesi olarak, yabancı okul mezunları konusunda yaşanan çifte standart sorununu gündeme getirdi, hazırlanacak yönetmeliğin ulusal ve uluslararası bağlamda önemli bir çalışma olduğunu, Yükseköğrenim Kurumu ile paylaşılmasının gerektiğini bir kez daha vurguladı. Mesleğe kabul barajı oluşturulması açısından çalıştaylarda gündeme getirilen farklı yöntemlerin (sınav, meslek pratiği, kredi hesabı, MİAK akreditasyonu gibi) ortak değerlendirmelerde sorgulanmasını önerdi. SÜREKLİ MESLEKİ GELİŞİM (SMG) 2. Oturum, “Sürekli Mesleki Gelişim” başlığıyla yapıldı. Yöneticiliğini Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Zeytinci’nin yaptığı oturumda, ilk konuşmacı Dilşad Aktaş Canatay idi. Mimarlar Odası Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi (SMGM) Yürütme Kurulu üyeleri olarak İsmail Doğanyılmaz ile birlikte hazırladıkları sunuşta, 2004 yılında kurulan SMGM’nin kısa tarihçesinden söz ederek bugün meslek alanındaki hizmetleri özetledi. Çok sayıda 24 MİMARLIK 411 İkinci konuşmacı Doç. Dr. Emrah Acar ise, konuşmasında öncelikle “sürekli eğitim” ya da “yaşam boyu eğitim” kavramlarını açarak süreçlerin dinamikliğini vurguladı. Konuya stratejik, taktik ve operasyonel yönlerinin yanı sıra İTÜ Mühendislik ve Mimarlık Eğitimi Mükemmeliyet Merkezi çerçevesinde yürüttüğü çalışmalar perspektifinden bakarak bu alanın çağdaş yaklaşım ve yöntemlerle bugün geldiği noktayı ve yeni beklentileri özetledi. Ayrıca Dr. Fadime Yalçınkaya Çalışkan da, “yetişkin öğrenmeleri” üzerine birlikte yürüttükleri çalışmadan bir kesit sunarak tablolar ve sayısal değerlendirmelerle sürekli mesleki gelişim çerçevesine önemli bilgiler aktardı. Oturumun son konuşmacısı ise, Prof. Dr. Murat Günaydın idi. Konuşmasında, öncelikle SMG alanının kültürel niteliklerine değindi, “almaya odaklı” birey ile “olmaya odaklı” birey karşılaştırmasını yaparak SMG çalışmalarını, mimarların gerek mesleki gerekse entelektüel donanımlarını artırma olanakları olarak görmenin önemini vurguladı. Çalışmaların sistemli olarak belirlenen bir yol haritası paralelinde yürütülmesi amacıyla yetkili yönetimlerle işbirliğinin kaçınılmazlığına değindi. Mesleki sorumluluk taşıyan herkesin -örneğin, meslek odaları, akademisyenler, uygulamacılar gibi- bu konuda kararlı ve ısrarcı olmalarını önerdi. Ancak böylelikle işlerlik kazanacak bir yasal altyapıya kavuşulacağının, siyasi aktörler ile iletişimin bu bağlamda olmazsa olmaz olduğunun altını çizdi. TÜRKİYE MİMARLIK EĞİTİMİ POLİTİKASI Kurultayın son oturumu ise, Prof. Dr. Ayşen Ciravoğlu yöneticiliğinde, “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun ilk konuşmacısı Doç. Dr. İpek Akpınar, eğitimde yaşanan sorunlar ile ülke koşullarını bütün olarak değerlendirerek, eğitimdeki temel sorunların, mimarlık, kent ve çevre üzerindeki etkilerini örneklerle aktardı. Mimar adayının kültürel, toplumsal ve etik sorumlulukları ve donanımlarının öncelikli olması gereğine vurgu yaptı. İkinci konuşmacı Prof. Dr. Şebnem Hoşkara ise, meslek ortamına bileşenler ve ortaklar zemininden bakarak ve geçmişten bugüne ulusal ve uluslararası alandaki çalışmalardan (UIA, UNESCO, Oxford Üniversitesi eğitim konferansları, çalışma grupları vb.) söz ederek bunların sonuçlarından bir derleme sundu. Eğitim sürelerine ve mesleğe kabul ölçütlerine dair farklı kurumların yaklaşımlarına değinerek bunların “Türkiye Mimarlık Politikası” metni ile ulusal koşullar gözetilerek ancak uluslararası ölçütlere bağlı kalınarak ilişkilerinin kurulmasının önemini belirtti. 3. Oturumun son konuşmacısı, Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu ise, mimarlık eğitimindeki sorunların giderek yoğunlaşmasına dikkati çekti. Ülke ortamından kaynaklanan problemler, aşırı sayıdaki mimarlık bölümlerinin içerik, kadro ve kontenjan sorunları ile YÖK çerçevesinde fakülteler şemasındaki karmaşık yapı gibi başlıkların Mimarlık Fakültesi Dekanları Konseyi (MİDEKON) açısından da gündemin öncelikli konuları olduğunu belirtti. Bu alanlarda yapılan uzun soluklu, gönüllü çalışmaların kısa erimde somut sonuçlar doğurmasa da, uzun erimde önemli bir birikim sağladığına, ortak çabalarla ve kararlılıkla ele alındığında değişim potansiyelini taşıdığına vurgu yaptı. DEĞERLENDİRME VE FORUM Kurultayın “Değerlendirme ve Forum” başlıklı son bölümünde ise, öncelikle yapılan sunuşlar üç oturum yöneticisi tarafından kısaca özetlendi. Ardından platform tüm katılımcıların katkılarına açıldı. Yoğun geçen günün sonrasında geç saatlere kadar kalan katılımcılar, konuların meslek alanımız, gençlerin yetiştirilmesi sorumluluğu, meslek pratiğinin sağlıklı ve güvenilir işleyişine verdikleri önemi kanıtlar gibiydi. Mimarlık alanı ve eğitimi, Kurultaylar çerçevesinde de yaklaşık 20 yıldan bu yana tartışıldığı ve önerildiği gibi, önemli yasal düzenlemeleri ivedilikle gereksiniyor. Katılımcılardan gelen katkılar özellikle mimarlık eğitiminin ötesinde, ülke genelinde eğitim politikalarının sorgulanmasını gündeme getirdi. Temelde eleştirel, sorgulayıcı, yaratıcı bakışın yerine ilkokul hatta anaokulu aşamalarından başlayarak ezberci, düşünme yerine çoktan seçmeyi yeğleyen ve gençleri adaletsizce yarıştıran sistemin sürdürülmesi önemli bir kaygı olarak dile getirildi.2 Nitekim sağlıksız sistemin olumsuz sonuçları yükseköğretim alanında da netlikle karşımıza çıkıyor. SODEV’in 2019 araştırmasında3, “Sizce Türkiye’de öğrenciler dünya standartlarında bir eğitim alıyor mu?” sorusuna katılımcıların % 86,4 oranında “hayır” yanıtını vermiş olmaları bunu doğruluyor. Buna paralel olarak ülkenin beyin göçü sorunu da hızla büyüyor. 2018 yılında 136.740 genç TC vatandaşı daha iyi bir eğitim hedefiyle ülkeyi terk etmeyi tercih etmiş durumda. Forumda vurgulanan başlıklarda, mimarlık bölümlerinin denetimsiz artışı, asgari nitelikleri karşılayamayan program içerikleri, yetersiz kadrolarla eğitim, özellikle de meslek yetkisinin eğitim sonrasında hiçbir baraj olmadan elde edilmesi sorunları öne çıktı. Bu alanda yıllardır emek vermiş, değerli katılımcılar olarak Dr. Doğan Hasol ve Prof. Dr. Mehmet Şener Küçükdoğu’da aynı konularda yaşanan sorunların ağırlığına dikkat çektiler. (Resim 4) Zira bu sorun halkaları birikerek ve büyüyerek, önemli toplumsal, kültürel ve sosyal sorunların tetikleyicisi olmakta. Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi kriz de meslek insanlarının ve onlara katılan gençlerin işsizlik başta olmak üzere temel yaşamsal sorunlarına kaynak oluşturuyor. SONUÇ OLARAK 10. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı, geçmişten bugüne mimarlık ve eğitim konularında ülkemizde yapılan önemli çalışmaları, birikimleri, ortak aklı bir kez daha bir araya getirmesi açısından önemliydi. Birlikteliğimiz, paylaşımlarımız bize dayanışmanın değerini ve gücünü bir kez daha hatırlattı. Paylaşılan görüşlerin ve deneyimlerin, ortak kararlığımızla ve enerjimizle yönetim kademelerine ulaştırılabileceği konusundaki umutları besledi. Özellikle de, meslek odamızın kurulduğu 1954 yılında 736 olan üye sayısının, bugün yaklaşık 62.000’e ulaşması ve mimarlık bölümlerinin 150’ye yaklaşan sayısı bizleri bekleyen sorunların ve dolayısıyla sorumlulukların da ne denli katlandığını gösteriyor. Mimarlık eğitimi alanında, sorgulama, analiz / sentez, eleştirel düşünme yeteneklerinin geliştirilememesi sonuçta hepimizi ilgilendiren kentsel, küresel, kültürel ve ekonomik ölçekteki sorunların da habercisi oluyor. Kurultayın tüm katılımcıları, olumsuz gelişmelere karşın, ortak kararlılıkla, mesleğe toplum yararı perspektifinden bakan, çağdaş, evrensel ölçütlere sahip, çevresel, toplumsal, kültürel duyarlılıkları destekleyen mimarlık anlayışı konusunda acil bir çağrı ve yol haritası fikrinde birleştiler. Bu bağlamda, Kurultay buluşmalarının sorunları masaya yatırması, ortak bir iletişim platformu kurması, MİAK, MOBBİG, MİDEKON gibi kurumlarla işbirliği ve dayanışma içerisine girilmesi meslek alanımız ve ülkemiz açısından acil bir başlık olarak tanımlandı. Dünya bugün mimarlıkta farklı sorumlulukları konuşuyor. Sağlıklı, yaşanabilir, toplumsal ve kültürel anlamda sorumluluk üstlenen, etik değerlerle hareket eden mimarlık ve eğitim anlayışı, dinamik karakteriyle yeni yapılanmalara, reformlara gebe gibi duruyor. Geleceğe umutla bakma ilkesine sadık kalarak oluşturulacak Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası metni de bunca emeğin, özverili çalışmanın ürünü olarak meslek alanına ve eğitimine rehber olarak ışık tutabilir ve süreç içerisinde anlamlı gelişmeleri yaratabilir. Verimli toplantımızdan bizlere kalan umutla bitirelim, “konuşa konuşa başaracağız” diyelim… NOTLAR 1. 7 Eylül 2005 tarihli Avrupa Birliği Resmî Gazetesi. 2. OECD tarafından açıklanan PİSA sonuçlarına göre Türkiye, 37 ülke arasında 31’in sırada kalmaktadır. 3. SODEV, “Türkiye’de Eğitim: İmam Hatipleşme, Beklentiler ve Memnuniyet Araştırması Raporu”, Kasım 2019. MİMARLIK 411 25 MİMARLIK ELEŞTİRİSİ Kentsel Mekân / Yapı İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım: Yapı Kredi Kültür Sanat Özen Eyüce Prof. Dr., Mimar YKKS “İstanbul’un tarihî kentsel akslarından olan ve bitişik yapı düzeninin kentsel mekânı ve kamusal alanı bir yaya koridoru olarak sınırladığı İstiklal Caddesi’nin genişleyerek meydanlaştığı bir noktada yer alan yapı, meydana sunduğu şeffaf cephe, bu cephenin arkasında yer alan ekspoze sirkülasyon ögesi ve mekânsal hacim ve katlara yayılan kültür ve sanat odaklı mekânları ile; caddenin ve yapının dinamizmini buluşturarak, kentsel mekân ve yapı arasında sinerji oluşturan bir mekânsal ve görsel süreklilik yaratması; meydan cephesini kente açılan bir kapı olarak yorumlayarak yapının kamusal kullanımını özendiren ve kentsel ölçekte sosyal çekim oluşturan mimari tavrı; ‘kent’ ve ‘zemin kat’ ilişkisini genişleterek üçüncü boyuta taşıması ve düşey yaya hareketini tarihî caddenin farklı açılardan ve yükseltilerden deneyimlenmesine olanak verecek şekilde ele alması; kent genelinde, mekânsal ve işlevsel programını yoğunlukla zemin katta ve yatay ilişkiyle caddeye açan kültür yapılarına bir alternatif olarak, düşeyde de kentle ilişkilenen bir yapı arayışını temsil etmesi nedeniyle” 2018 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödülü”ne değer görüldü. Mimarlar Odası tarafından ilk kez 1988 yılında, Mimar Sinan’ın 400. ölüm yıldönümü anısına düzenlenen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, 30 yılı aşkın bir süredir devem eden varlığıyla Türkiye’deki mimarlık üretiminin ardındaki en köklü kurumsal destek olmaktadır. 2000’li yıllardan bu yana ekonomik gelişmenin lokomotifi olarak görülen inşaat sektörünün devlet politikalarıyla da desteklenen ve en temel ekonomik faaliyet alanı haline gelen aşırı yapı üretiminin ve ağırlıklı olarak toplu konutun gerçekleştirildiği ülkemizde, TMMOB Mimarlar Odası, bu ödüller aracılığıyla “mimarlığın aslında kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme ölçütlerine dayanarak seçkin olanın sıradan olandan ayrılabileceği” mesajını vermektedir. Aslında, ödüllendirilen “mimari tasarımın ardındaki emek, dünya standartlarına ilişkin farkındalık, uygulamaya gösterilen özen, çevreye duyarlılık, tarihsel sürekliliğe yönelik dikkat, popülist eğilimlere karşı duran direnç ve önemli ölçüde yaratıcı çabadır.”1 Kaynak: Teğet Mimarlık Yukarıda genel çerçevesi çizilen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri programının 2018’de düzenlenen XVI. döneminde Yapı Dalı Ödülü alanlardan biri de Teğet Mimarlık tarafından tasarımlanan Yapı Kredi Kültür Sanat (YKKS) olmuştur. (Resim 1) 1. Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Meydanı’na doğru ilerlerken karşılaşılan cephe 26 MİMARLIK 411 YKKS’nin yeni binası, kullanıma açıldığından bu yana pek çok farklı görüş ve eleştirinin konusu olmuş ve farklı platformlarda tartışmaların yapılmasına yol açmıştır. Mimarlık disiplini adına bir tartışma ortamının yaratılmasına neden olan bu yapı hakkında yapı tanıtım / eleştiri metni yazmam istendiğinde, kişisel ziyaretlerim ve düşüncelerimin ötesinde, YKKS’nin eski ve yeni tasarımını, konumunu, müelliflerini ve yapmak istediklerini anlamaya çalıştım. Eleştirileri değerlendirdim. Ancak, tarafsız bir gözle YKKS’yi eleştirirken “Eleştirmenin […] kendini bir otorite olarak görmenin getirdiği (aşırı) özgüvenle yargılayan, doğruları göstermeye çalışan, sürekli yanlışlayan, aleyhte olan ve değersizleştiren; evrensel ve normatif temellere dayandırma çabası içinde olan” tutumu içinde olmaktansa, Berin Gür’ün, Solà-Morales’den alıntıladığı gibi: “çoğulculuğun olduğu günümüz mimarlık pratiğinde eleştirinin derdi, yapıyı genel bir mimari dilin özel örneği yapan stilistik ögelerin nasıl kullanıldığı değil aksine, her bir yapı için onu var eden ve ona özgü olanı ‘keşfetmek’ olmalıdır” görüşünde olduğumu belirtmek isterim.2 YKKS hakkındaki analitik incelememi ise, yapının bağlamsal, mekânsal, yapısal özellikleri üzerinden yapmaya çalışacağım. YKKS VE BAĞLAM İstiklal Caddesi’nin Galatasaray Meydanı’na açıldığı köşe parsel üzerinde yer alan Yapı Kredi Kültür Fotoğraf: Ara Güler, Kaynak: Teğet Mimarlık Kaynak: Teğet Mimarlık 2. İstiklal Caddesi tipik kesiti 3. 1950’lerin sonundan bir kare, (sağda) Paul Schmitthenner’in yapısı İstanbul’un önemli kent mekânlarından biri olan İstiklal Caddesi, bir dönemin mimarlık yaklaşımlarına şahitlik eden nitelikli yapıların yer aldığı, Tünel ve Taksim Meydanı’nı birbirine bağlayan, adeta bir kanyon gibi dar kesitli, zemin düzleminde yoğun hareketliliğe sahip bir cadde olma özelliğindedir. Caddeyi çeviren yapılar ise, dar cepheli ve adeta tek boyutludur. Zemin katta arka sokaklara uzanan bina derinliklerinin zengin mekân kullanımına olanak sağlamasına karşın, üst kat kullanımları cadde ile ilişkilenmiyor ve bağı kopuyor, bu nedenle tüm hareketlilik zemin kata hapsoluyor. (Resim 2) İstiklal Caddesi’nin iki ucu arasında, caddenin genişleyerek bir meydana dönüştüğü tek yer ise Galatasaray Meydanı’dır. Adını güney doğusunda yer alan Galatasaray Lisesi’nden alan meydan, son yıllarda pek çok sosyo-politik eylemin gerçekleşmesi nedeniyle sürekli gündemde olan bir kentsel mekân olma özelliğini taşımaktadır. Galatasaray Meydanı’na bakan köşe parselde konumlanmış olan Yapı Kredi Kültür Sanat, Kazım Taşkent’in 1944 yılında açılış konuşmasında değindiği gibi, “ekonominin olduğu kadar kültür ve sanatın da bankası olarak kurulan” Yapı Kredi Bankası’nın aynı konumda yer alan üçüncü kültür merkezi yapısıdır. İlki, İstiklal Caddesi üzerindeki pek çok yapı gibi neo-klasik üslupta bir yapı iken, 1958 yılında onun yerine inşa edilen ikinci yapı, Alman mimar Paul Schmitthenner tarafından tasarlanmıştır. Döneminin modernist-rasyonalist yaklaşım özelliklerini taşıyan ve aynı ritimde tekrar eden pencere açıklıkları birbirinin aynı olan iki cephesiyle, bu ikinci yapı, 2014 yılında faaliyetlerine son verene dek Galatasaray Meydanı’nın köşesinde yaşamını sürdürmüştür. (Resim 3, 4) Paul Schmitthenner’in binasının yerini alacak üçüncü YKKS yapısının tasarım süreci ise 2011’de başlıyor. Bu dönem, İstanbul’un aşırı yapılaşma ve kentsel dönüşüm projeleri çerçevesinde giderek merkezden uzaklaşan yeni yaşam çevreleri nedeniyle İstiklal Caddesi’nin eski önceliğini kaybettiği bir döneme denk geliyor. Teğet Mimarlık müellifleri Mehmet Fotoğraf: Cemal Emden Sanat, 1992 yılından yenilenmek üzere kapandığı 2014 yılına değin, İstanbul’un pek çok önemli kültür ve sanat faaliyetine ev sahipliği yapmıştır. 4. 2000’li yıllarda Yapı Kredi Bankası binası, şu an yeniden yapılan soldaki bina ile aynı cephe düzenine sahip yenilenmemiş ek bina Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar, bu dönemi şöyle tanımlıyor: “İstiklal Caddesi bir süredir kan kaybediyor. Caddenin ve ona açılan arka sokakların kültür sanat damarını besleyen kurumlar, kitabevleri, sinemalar farklı sebeplerle taşınıyor, kapanıyor. İstiklal Caddesi neredeyse tek tip bir kurumsal ticari faaliyetin arenası haline gelmiş durumda. Öte yandan, 20. yüzyıl başından günümüze direnerek kalabilmiş bu bölge, ‘kent parçası’ diyebileceğimiz büyüklükte kozmopolit bir doku olarak Türkiye’de tek. Bugünkü değişimi geçmişteki çöküş-yükseliş dizilerini akılda tutarak okuyunca iyi yapıların dokuduğu bu kentsel mekânın, yeniden içerik üretebilme potansiyelini koruduğunu söyleyebiliriz.”3 Michel Tawa, bir ürün ile konumu arasında farklı ilişkiler kurulabileceğinden bahseder. Bu ilişki türleri umursamaz (indifferent), estetik ve üretken (productive) olarak sıralanabilir.4 Umursamaz ilişkide ortam gerçek ya da sanal olarak silinir, metaforik olarak görmezden gelinir, yok kabul edilir ya da en azından nötr kalır. Her ikisi birbirinden etkilense de, yapı ve bağlamın karşılıklı yükümlülükleri yok denecek kadar azdır ve hatta yapı bağlamına rağmen vardır, üstelik herhangi bir yerde de konumlanabilir. Tawa’ya göre “bağlamsal umursamazlık tabula rasa motifi ile gerçekleşir”.5 Estetik ilişkide, konum, yapıyı belirli -biçimsel, simgesel ya da sembolik- kod ya da koşullar çerçevesinde, yerleştireceğimiz bir temsil fonksiyo- MİMARLIK 411 27 Kaynak: Teğet Mimarlık Fotoğraf: Ekin Özbiçer 5. Sokağı görsel olarak yapının içine alarak yapının algılanabilirliğini artıran yaklaşım Kaynak: Teğet Mimarlık 7. İstiklal Caddesi’nden ulaşılan yapının giriş portikosu Fotoğraf: Cemal Emden 6. Cam cephenin arkasında olsa da yapının dışı ile içinin arasında geçiş oluşturan hacim 8. Rampa / merdivenin bitiş noktasının İstiklal Caddesi’ne bağlandığı noktadaki kapalı cephe 28 MİMARLIK 411 nuna sahiptir. Bu durumda yapı ve konumu arasında öncekine göre daha fazla karşılıklı ilişki var olsa da, her ikisi ayrıcalıklarını ve farklılıklarını korur. Üçüncü ilişki türü olan üretken ilişkide ise, yapı ve konumu arasında daha önce var olmayan, süreçte gelişen ve birbirinden beslenen yeni bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Tawa, bir dördüncü ilişkinin daha olabileceğini, bu durumda yapı ve bağlamın çok daha köklü bir çözüm içinde bir bütünün parçaları olarak ele alınabileceğini ve artık tek bir kimlik yaratacaklarına değinir. YKKS için yapılan yeni tasarım için de müellifleri, tam da Tawa’nın dile getirdiği yapı ile bağlamı arasındaki en güçlü ilişkiyi kurmak üzerine yola çıktıklarını belirtiyorlar. İstiklal Caddesi’nin genişlediği tek noktada, Galatasaray Meydanı ile kurulacak ilişkinin, cadde üzerindeki hiçbir binanın sahip olamayacağı, farklı bir dinamik yaratacağı bir yaklaşım olacağını öngörüyorlar. Konumu gereği YKKS, daha Taksim’den Çiçek Pasajı’na doğru yaklaşırken fark edilen bir yapı. (Resim 5) Müelliflerin belirttiği gibi “Tüm kütlesiyle bir meydan binası bu. Meydan ve bina arasında bir diyalog gerçekleşiyor. Meydan binayı, bina meydanı kuruyor.”6 Ancak ne var ki, müelliflere göre konumu gereği belirli bir mesafeden algılanan mevcut yapı meydanla bir ilişki kuramıyor. Diğer bir deyişle, Tawa’nın 9. İstiklal Caddesi’ne paralel kesit Ancak ne var ki, Galatasaray Meydanı ile kurulmak istenen diyalog, görsel bir iletişimden öteye geçemiyor. Çünkü ara mekânda yer alan düşey sirkülasyonun başlangıç noktası meydandan başlamak yerine, eski binada olduğu gibi, İstiklal Caddesi cephesinde yer alan “portiko”dan başlıyor. (Resim 7) Diğer bir deyişle, meydanla ara kesitte yer alan, aslında bir merdiven olan “rampa”nın tasarımı, meydandan başlayacak bir hareketin sürekliliğini sağlayacak mekânsal karşılığını bulamıyor.(Resim 8) Müelliflerden biri olan Mehmet Kütükçüoğlu’nun bir konuşmasında değindiği Kaynak: Teğet Mimarlık MEKÂNSAL ORGANİZASYON YKKS’nin yeni binası, meydanla diyalog kavramından yola çıkarak Paul Schmitthenner’in 1958 yılına tarihlenen mevcut yapısının dönüşümü üzerinden tasarımlanan, aslında cephe ve kütlenin korunduğu bir çalışma. Bu nedenle, mevcut yapının İstiklal Caddesi ve meydana bakan yüzleri yapı kütlesinin sınırlayıcıları olarak kalmış ve köşe yapı olmasına karşın neo-klasik dönem yapıları gibi köşeyi farklılaştıran çözüm olasılığı kendiliğinden ortadan kalkmış. Mevcut yapının izleri korunmasına karşın, meydanla ilişki kurmadığı düşünülen Schmitthenner’in tasarımının meydana bakan yüzünün açılması sağlanarak, İstiklal Caddesi’nin zemine hapsolan deneyimi meydandan binaya aktarılmaya çalışılmış; bir başka deyişle bina meydanın devamı haline getirilmek istenmiş. Bu meydan-yapı ilişkisi, şeffaflaşan bir ara yüzün ardında, zeminden başlayan sirkülasyonun bina içinde yükseldiği, yeni bir “ara mekân” aracılığıyla kurulmaya çalışılıyor. (Resim 6) Kaynak: Teğet Mimarlık değindiği üretken (productive) ilişkinin var olmadığı sonucu çıkıyor. Dolayısıyla, tasarıma başlarken yeni yapılacak yapının Galatasaray Meydanı ile kuracağı ilişkinin en önemli karar olduğunu dile getiriyorlar. Öte yandan -koruma kararı olmasa da- tasarımcıların mevcut yapıya ilişkin düşünceleri “korumak / dönüştürmek” şeklinde özetlenebilir. Mevcut yapının dönüştürülerek tasarımlanması ile gerçekleşecek yeni binanın, Tawa’nın bahsettiği dördüncü ilişki biçimini kurarak diğer bir deyişle meydanla bütünleşerek, hem meydana hem de kente değer katacağını, böylece “YKKS’nin İstanbul kültür sanat haritasındaki odağı yeniden ve güçlü bir şekilde İstiklal Caddesi’ne kaydıracağını düşünüyoruz”.7 10. Zemin Kat Planı 12. İkinci Kat Planı 14. Dördüncü Kat Planı 11. Birinci Kat Planı 13. Üçüncü Kat Planı 15. Beşinci Kat Planı MİMARLIK 411 29 gibi, “bir ara, bu ara mekân’ın önündeki camı tamamen kaldırmayı bile düşündük, çünkü bu mekân aslında bir dış mekân […] ama güvenlik”8 demesi, onların da bu konuda bazı endişeler taşıdığını gösteriyor. Aslında, Galatasaray Meydanı’nın son yıllarda sahne olduğu olaylar ve halen meydanda yer alan bariyerler de, Tawa’nın değindiği gibi, yapı ve bağlamın bir bütün olduğu çözüme de pek olanak vermiyor. Fotoğraf: Özen Eyüce Fotoğraf: Cemal Emden Yeni YKKS binası, aslında mevcut kısıtlı alanında pek çok kullanıma birden cevap arayan bir program çerçevesinde tasarımlanmış. (Resim 9-15) Yapı Kredi Yayıncılık ofisleri, çocuk kitapları bölümü de olan kitabevi ve YKKS’nin temel fonksiyonu olan sergi / konferans salonu ile müze programı oluşturan birimler. Planimetrik olarak bakıldığında meydandan içeriye doğru gidildikçe özelleşen mekânlara zemin katta, İstiklal Caddesi’ne açılan bir portikodan ulaşılıyor. Yapının en üst katı ise tamamen ofis mekânlarına ayrılmış içe dönük bir çalışma mekânı. Zemin katta yer alan ve ikinci kata kadar uzanan kitabevi, rampa / merdiven ile ulaşılan ilk sergi katından da görülebiliyor. Bir başka deyişle, kitabevinin kendisi de sergilenebilir olma özelliğini taşıyor. (Resim 16) 16. Sergi mekânından bir cam ile ayrılan kitabevi Rampa / merdiven ikinci katta ana sergi salonuna ulaşıyor. Üçüncü katta yer alan sergi mekânının ulaşılabilirliği ise ancak ikinci kattaki sergi mekânından olabiliyor. Dolayısıyla ikinci ve üçüncü katta yer alan sergi mekânlarının ayrı ayrı kullanımı pek mümkün görünmüyor ya da iyi programlanmış organizasyonlar gerektiriyor. Rampa / merdiven bir sonraki katta müelliflerin “eyvan” ya da “loca” olarak adlandırdıkları toplantı / konferans salonunun giriş holünde bitiyor. (Resim 17) Ancak bir sergileme mekânı olabileceğine işaret edilen bu mekâna ulaştığınızda birden kendinizi kapalı kapıların ardında buluyorsunuz. Oysa yapıyı ilk ziyaretimde, fuayede yer alan Yapı Kredi Yayınları’nın kitapları ve özellikle hâlâ kütüphanemin en değerli kitapları olan Doğan Kardeş yayınlarının sergilendiği vitrinleri görmek beni çocukluğuma götürmüştü ve o kata kadar çıkmama değmişti. Sonraki kapalılığın bir işletme hatası olduğunu, birtakım düzenlemelerle kolayca çözülebilecek bir sorun olduğunu düşünmeden edemiyorum. Fotoğraf: Cemal Emden İstanbul’un önemli bir kent mekânı olan Galatasaray Meydanı’nı da sergilerken hem sergileyen hem de sergilenen bir mekân olan rampa / merdivenler ve cam cephe, daha önceki bir yazımda değindiğim cam cephelerin metaforik anlamını çağrıştırdı. Adolf Behne 1915 yılında Bruno Taut’un cam endüstrisi için tasarladığı mimari projelerine değinirken çevresine ışık yayan cam cephelerin “baştan çıkarıcı güzelliği”ne gönderme yapar ve cam için “saflık ve berraklık, parlayan hafiflik, kristalin keskinliği ve camda hayat bulan sonsuz canlılık-en az maddeli, en temel, en esnek malzeme” der.9 Benzer gerekçelerle, Coop Himmelb(l)au’dan mimar Wolf D. Prix Lyon Confluence Müzesi’nin tamamen cam ve çelik strüktür ile örtülmüş giriş mekânını tanımlarken “kristal” adını verdiği bu mekân için “müze ile şehri ve yakın çevresini kentsel bir forum olarak bir araya getiriyor ve dikey dolaşım alanı aracılığıyla giriş salonunu sergi mekânlarına bağlıyor.”10 diyerek tamamen şeffaf bir 17. Toplantı Salonu 30 MİMARLIK 411 giriş mekânının kendisinin de sergilenen ve etrafına ışık saçan bir yapı özelliğini taşıdığına değinir. Adeta, Bruno Taut’un Alpine Architecture kitabında öngördüğü, metaforik olarak etrafını aydınlatan kristal kuleler gibi. Müelliflerin farklı ortamlarda yaptıkları konuşmalarda, tasarımın eski yapının İstiklal Caddesi yüzeyinin korunarak dönüştürüldüğüne değiniliyor. Yeni yapı ile cadde yönünden ilk karşılaşmamda, benim dikkatimi çeken ise eski yapıda zeminden yukarıya doğru değişen 1. kat ve son kat seviyesindeki düşey pencerelerin de diğerleri gibi, kare geometriye oturtulmuş olmasıydı. Bu şekilde postmodern geometrik bir cephe yaklaşımı, Tünel’den meydana yaklaşırken önceki yapıdan daha farklı bir monotonluğa neden olmuş. (Resim 19) Sonuç olarak denilebilir ki, YKKS, son yıllarda gerçekleştirilen ve mimarlık adına söyleyeceği sözü olan bir yapı. Bu nedenle de Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde ödüle layık görülmüş bir yapı. Elbette kusurlar olabilir, kusurlar eleştirilebilir, bu eleştirilerin bir kısmı haklı da olabilir ancak iyi örneklerin takdir edilmesi yenilerine de cesaret verecektir. Burada en önemli konulardan birini söyleyerek bitirelim. Farklı ve kentlerin mekânsal zenginliğine değer katan düşüncelerin uygulama alanı bulmasına olanak sağlayan işverenleri de takdir etmek gerek. 18. Sokağı aydınlatan şeffaf cephe Fotoğraf: Cemal Emden YAPISAL ÖZELLİKLER YKKS’nin yeni yapısının bence en önemli başarısı ise, İstiklal Caddesi gibi çok yoğun ve hareketli bir cadde üzerinde yer alan, üstelik koruma kararı olmayan eski bir yapıyı dönüştürerek yeniden kazanmak. Dönüşüm sürecinin mevcut yapıyı koruyarak / güçlendirerek dönüşümü sağlamak söz konusu olduğunda yapım sürecinin temelden çatıya olmak yerine yukarıdan aşağıya ve sonra aşağıdan yukarıya doğru olması.11 Dolayısıyla yıkılacaklar ve yeniden yapılacaklar arasında dengelerin korunması. Bu süreçte eski yapı kütlesinin dolu / boş oranlarına dikkat ederek korudukları İstiklal Caddesi ve arkasındaki cepheler ana taşıyıcılar haline getirilirken, bu cephelere taşıtılan bir makas yapı kütlesinin en üst katında yer alan, içe dönük ofis mekânlarının da bulunduğu katı oluşturuyor. Daha sonra zeminden devam eden yapım süreci, en sonunda, mümkün olduğunca hafifletilmiş taşıyıcı elemanları ile meydana açılan pencerenin asılması ile tamamlanmış. Fotoğraf: Cemal Emden Dolayısıyla YKKS binası, mekânsal çözümlerinde yüklü bir programın üstesinden gelmeye çalışırken başlangıç mottosu olan “meydanla diyalog” metaforunu Kazım Taşkent’in değindiği kültür ve sanat kaynağı olma isteğini kamusal mekânla görsel iletişim kurarak çözümlemeyi hedefleyen ve oluşturulan cam cepheyle geceleri de kenti aydınlatan bir kültür yapısı olma özelliğini taşıyor. (Resim 18) 19. Tünel tarafından Galatasaray Meydanı’na doğru ilerlerken karşılaşılan cephe NOTLAR 1. Program hakkında detaylı bilgi için Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri programının web sitesi incelenebilir: URL1: http://mo.org.tr/ulusalsergi [Erişim: 15.12.2019] 2. Gür, Berin F., 2019, “Mimarlar, DİKKAT! Yoğun Eleştiri Alanı”, Manifold, URL2: https://manifold.press/mimarlar-dikkat-yogun-elestiri-alani [Erişim: 15.12.2019] 3. URL3: “Meydanla Diyalog”, www.teget.com/meydanladiyalog/ [Erişim: 15.12.2019] 4. Tawa, Michael, 2011, Agencies of The Frame: Tectonic Strategies in Cinema and Architecture, CSP, Cambridge, s.43. 5. Tawa, 2011, s.44. 6. URL3. 7. URL3. 8. URL4: “Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Yenilenen Binası” https://www. youtube.com/watch?v=Yuy8Z2JoUeA [Erişim: 15.12.2019] 9. Eyüce, Özen, 2016, “Allure Of The ‘Crystal’: Myths And Metaphors in Architectural Morphogenesis”, Archnet-IJAR: International Journal of Architectural Research, cilt:10, sayı:1, ss.131-142. 10. Eyüce, Özen, 2015, “Yer ile Gök Arakesitinde Bir ‘Kristal Kültür Bulutu’: Musée des Confluences”, Mimarlık, sayı: 282, ss.39-44. 11. URL4: “ISMD Bina Gezileri- Yapı Kredi Kültür Merkezi”, https://www. youtube.com/watch?v=raFGrO3oL7Y [Erişim: 15.12.2019] KÜNYE Proje Adı: Yapı Kredi Kültür Sanat Proje Yeri: Beyoğlu, İstanbul Proje Müellifi: Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar Proje Grubu: Onur Akın, Tuberk Altuntaş, Hande Ciğerli, Alev Dağlı, Gökçen Erkılıç, Avşar Karababa, Müge Kuzubaşıoğlu, Serhat Özkan, Pınar Sönmez, Nazlı Tümerdem, Mert Üçer, Mert Velipaşaoğlu, Yiğit Yalgın, Emrah Yergin Danışman(lar): Duyal Karagözoğlu (Akustik), Etik Mühendislik (Yangın) İşveren: Yapı Kredi Bankası Yapımcı: Ark İnşaat Statik: Ar-Çe Mühendislik Mekanik: Okutan Mühendislik Elektrik: Promer Mühendislik İç Mekân Tasarımı : Teğet Mimarlık Proje Tarihi: 2011 Yapım Tarihi: 2017 Toplam İnşaat Alanı: 5.000 m2 MİMARLIK 411 31 MİMARLIK ELEŞTİRİSİ Basitin Karmaşıklığı: Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı Nilüfer Baturayoğlu Yöney Doç. Dr., AGÜ Mimarlık Bölümü 2018 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı / Koruma Dalı Ödül Adayı” olan Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı, bulunduğu arkeolojik alana en asgari müdahaleyi yaparak azami faydayı sağlamayı amaçlıyor. Varlığıyla alanının tek hakimi olma kaygısı gütmeyen yapıyı değerlendiren yazar, sürdürülebilir tekniklerin kullanıldığı ve gerektiğinde geri dönüştürülebilir malzeme ile şekillenen tasarıma dikkat çekiyor. Kaynak: Atölye Mimarlık Aksaray’ın 25 km doğusunda, Melendiz Irmağı kıyısında yer alan Aşıklı Höyük’te, M.Ö. 9. ve 8. binyıllarda yaşayanlar, ilk tarım, evcilleştirme ve madencilik deneyimlerine ek olarak, Anadolu konut ve yerleşim geleneğinin ilk örneklerinden birini ortaya çıkarmıştır. Kazı ve yüzey araştırması çalışmaları kapsamında gerçekleştirilen bölgelemeye uygun olarak geliştirilen koruma ve sergileme projesi kapsamında, kerpiç yapılardan oluşan özellikli bir bölge üzerinde koruma yapısı inşa edilmesine karar verilmiştir. (Resim 1) HV+T Koruma Yapısı olarak adlandırılan yapı, bölgeyi açık hava koşullarından koruyan ve üzerini örttüğü alan içinde “doğal aydınlatma ve iklimlendirme” bakımından optimum çalışma ve sergileme / sunum koşullarını oluşturmayı amaçlayarak tasarlanmıştır.1 Atölye Mimarlık (Sinan Omacan ve Didem Teksöz) tarafından 2009-2012 yıllarında projelendirilen ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 11.05.2012 tarih ve 527 sayılı kararı ile revizyon projesi onaylanarak inşaatına izin verilen koruma yapısı, 2011-2014 yılları arasında tamamlanmıştır. Kaynak: Atölye Mimarlık 1. Aşıklı Höyük Koruma ve Sunum Planı 2. Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı Yerleşim Planı 32 MİMARLIK 411 Ülkemizdeki arkeolojik alanlarda sayıları son yıllarda hızla artan koruma yapıları, koruma bağlamında ele alındığında genellikle araştırma, koruma ve sunum bakımından işlevsel zorunluluktan kaynaklanan projeler olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda alanların ziyaretçiler tarafından algılanması ve yorumlanması üzerinde de büyük etkileri olduğu açıktır. Farklı ulusal ve uluslararası tüzük ve belgelerde defalarca tekrarlandığı üzere, arkeolojik kalıntıların korunması ve doğru algılanarak yorumlanması için en uygun yöntemin yerinde sunumlarının sağlanması olduğu konusunda uzmanlar hemfikirdir.2 Dolayısıyla Atölye Mimarlık tarafından tasarlanan Çatalhöyük (Konya; Güney Koruganı, Atölye Mimarlık: H. Sinan Omacan, Rıdvan Övünç, Ceren Balkır, Didem Teksöz, 2003; Kuzey (4040) Koruganı, Atölye Mimarlık: H. Sinan Omacan, Rıdvan Övünç, Didem Teksöz, 2008) ve Aşıklı’daki koruma yapılarında olduğu gibi yapının altındaki alanlarda yer alan özgün malzemenin dayanıksızlığı nedeniyle gerçekleştirilen kazı ve inceleme çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması temel gereksinimlerden birini oluşturabilir. Diğer yandan Karatepe (Osmaniye; Turgut Cansever ve Nail Çakırhan, 1961), Sagalassos (Burdur; Teresa Patricio, Semih Ercan, 1995), Ephesus (İzmir; Teras Evler II, Otto Haeuselmayer, 1997), Troia (Çanakkale; Björn Rimner, 2003), Bergama (İzmir; Yapı Z, Bachmann & Schwarting, 2004), Arslantepe (Malatya; Giuseppe Berucci, 2008-2011), Zeugma (Gaziantep; Atölye Mimarlık: Sinan Omacan, Rıdvan Övünç, Ayça Özmen, Ceren Övünç, Didem Teksöz, 2010) ve Göbeklitepe’de (Şanlıurfa; kleyer.koblitz.let- Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney Fotoğraf: Berk Kesim Fotoğraf: Berk Kesim 3. Batıdan görünüş 4. Güneyden görünüş 5. Doğudan görünüş Özellikle Pompei gibi alanlarda inşa edilmiş eski tarihli koruma yapılarında ve zaman zaman Bergama Yapı Z gibi daha yakın tarihli örneklerde görüldüğü gibi, temeli mevcut yapı sınırları üzerine yerleşen ve özgüne yakın malzemelerle biçimlendirilen, dolayısıyla zeminde kalıntıları yer alan yapının bir restitüsyonunu öneren örneklere rastlansa da, günümüzdeki çağdaş yaklaşım genel olarak toprak altındaki kalıntılara zarar vermeyecek ve yüzeydeki kalıntılara dokunmayacak geniş açıklıklı, az ayaklı, hafif olarak nitelendirilebilecek taşıyıcı sistemler ve malzemeler tasarlanarak inşa edilen koruma yapılarına odaklanmaktadır. Çağdaş malzeme ve teknolojilerden yararlanan bu yaklaşımlar, güncel koruma pratikleriyle olduğu kadar Venedik Tüzüğü (1964) ve Yeni Delhi Tüzüğü (1956) gibi halen geçerliliğini koruyan temel uluslararası ilkelerle de uyumludur.6 Ayrıca alttaki kalıntıları etkileyen iklimlendirme koşulları bakımından, Karatepe, Troia ve Göbeklitepe’de olduğu gibi bazı koruma yapılarının yan yüzeyleri olmadan, sadece üst örtüler olarak da inşa edildiği ya da Arslantepe’de olduğu gibi yan yüzeylerinin istendiğinde örtülebildiği durumlar vardır. Tüm yüzeyleri kapalı olanlarda da, iklimlendirme ve doğal ışık gereksinimleri, yan yüzey tasarımlarının istendiğinde kısmen açılabilir ve / veya geçirgen örtülerle yapılmasına neden olmaktadır.7 Atölye Mimarlık ekibinin gerçekleştirdiği, daha önceki Çatalhöyük ve Zeugma deneyimlerinden de yararlanan Aşıklı tasarımı yukarıdaki gereksinimlere doğru cevaplar verebilen bir yapıya dönüşmüştür. Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı’nın tasarımında, altındaki açmalarda büyüklük ve nitelik olarak ayrışmış olan ve HV ve T kodlarıyla tanımlanan yapı kalıntılarının mekânsal özelliklerini, özellikle sunulduğu plan düzleminde vurgulamak amaçlanmış. (Resim 2) Ayrıca bu açma ve yapılara ilişkin olarak dış hava koşullarından koruma, uygun aydınlatma ve iklimlendirme ortamında sunum sürekliliğinin sağlanması kadar, alanı her yıl sezon sonunda kış mevsimi için kapatmaya gerek kalmadan, çalışma ve araştırma sürekli- Kaynak: Atölye Mimarlık zel.freivogel.architekten, 2011-2018) olduğu gibi, kazısı tamamlanmış ancak dış hava koşullarından zarar görecek nitelikteki malzemenin sunum sürekliliğinin sağlanması da önem taşımaktadır.3 Zaman zaman birkaç yıllık çalışmalar için geçici olarak inşa edilen koruma yapılarının farklı birçok nedenle tercih edilen bir durum olmamasına rağmen sürekli hale geldiği de izlenmektedir.4 Bu nedenle, alan ve kalıntıların korunmasına ek olarak algı, yorum ve sunumunun sürekli ve nitelikli olması bakımından “kaldırılabilir ancak daha kalıcı biçimde tasarlanmış” koruma yapılarının daha uygun olduğunu söylemek mümkündür.5 6. Kuzeyden görünüş liğinin de sağlanması, yani yapıda araştırma dönemi için de çalışmaya uygun ortam koşullarının oluşturulması temel proje gereksinimleri arasında yer almış. Kültür mirası alanının sunumu ve yorumlanması bakımından ise, üst örtü ve altında korunan yapılar, höyük için tanımlanan genel gezi rotasının bir parçası olarak ele alınmış. Yapının höyük üzerine yerleşiminde mevcut topografyayla uyumuna özen gösterilmiş ve yapı eğimi izleyen kırılmalarla biçimlendirilerek höyüğün güneybatı yamacına konumlandırılmış. (Resim 3 ve 6) Mevcut giriş ve dolaşım rotası ile ele alındığında, yapı arkeolojik alan girişinden algılanmamakta, ayrıca doğu ve kuzeydoğudan bakıldığında höyüğün mevcut görünümünü değiştirmemektedir. Ancak höyüğü çevreleyen Melendiz Irmağı yatağına paralel patikayı takip ederek höyüğün diğer yüzüne ulaşıldığında görünür hale gelmektedir. Bu görünümde de yapının höyüğün mevcut morfolojisi ile uyumlu biçimi, mimarın deyimiyle “ayırt edilebilen fakat höyük alanı içinde baskın olmayan bir peyzaj elemanı” ortaya çıkarmaktadır.8 Yapının alana ve topografyaya uyumu kadar malzeme ve renk seçimleri de bu tasarım ilkesini destekler niteliktedir. (Resim 6) Yapının biçimlenişinde höyük üzerindeki iç avlulu HV binası ile kireç tabanlı T binasının plan özelliklerinin vurgulanması önem taşımış ve yapının üst örtüsündeki şeffaf kısımlar bu binaların üzerindeki doğal ışık seviyesini artıracak biçimde tasarlanmış. (Resim 2) Yapının içinde yaya dolaşımını sağlayan ahşap platform da yine HV ve T binalarının galerilerini çevreleyerek öne çıkaracak biçimde yerleştirilmiş. (Resim 7 - 9) İç mekândaki doğal ışık seviyesi ise seçilen biçim ve malzemeler sayesinde yapay aydınlatma gerektirmemekte, ne gölge ne fazla karanlık / aydınlık nokta yaratmaktadır. (Resim 10, 11) Ortaya çıkan iyi aydınlatıl- MİMARLIK 411 33 Kaynak: Atölye Mimarlık Kaynak: Atölye Mimarlık 8. C-C kesiti Kaynak: Atölye Mimarlık 9. Doğal havalandırma ve aydınlatma şeması mış ortam hem kazı ve koruma çalışmaları hem sunum için uygundur. Yapının tasarım özelliklerinin sunulan arkeolojik kalıntıların yorumunu destekleyecek ve yönlendirecek biçimde başarılı bir uygulamayla gerçekleştirildiği açıktır. Yapının taşıyıcı sistemi ve detayları, höyük üzerindeki kalıntılara herhangi bir zarar vermeden kolayca inşa edilebilecek ve öne çıkmadan işlevsel olacak biçimde tasarlanmış. Sunulacak yapıları çevreleyen betonarme temel kuşağı üzerinde ahşap taşıyıcı sistemle inşa edilen örtü, yapının iç kısmında iki farklı aks üzerinde yer alan betonarme pabuçlu ve daire kesimli dikmeler ile desteklenmektedir. (Resim 12) Üst örtü, alanın kuzeydoğu ve güneybatı uçları arasındaki topografik kot farkını yansıtacak biçimde eğimlidir. (Resim 8) Yaya dolaşımı için tasarlanan ahşap platformu taşıyan çelik ayaklar ise daha sık yerleştirilmiş olup, sağlam zemine basmaktadır ve geniş ayak kısımları gömülmüş. Bu platform da yapının doğu cephesinin orta kısmında yer alan giriş bağlantısının ardından eğimi takip ederek kuzeye doğru yükselen ve güneye doğru alçalan bir dolaşım düzeni yaratmaktadır. Betonarme temel kuşağı, höyüğün henüz incelenmemiş alt tabakalarına zarar vermemek için yüzeysel bir sistemle oluşturulmuş. Genel olarak yüzeysel kazılar ile yeri seçilmiş temel pabuçlarını bağlayan sürekli bir betonarme bağ kirişi ya da çerçeve olarak nitelendirilebilir. Temelin yüzeysel oluşu, yapının kaldırılması gerektiği durumda da, alt tabakalara zarar vermeden kısa zamanda sökülmesine olanak verecek niteliktedir. Diğer bir deyişle, yapının taşıyıcı sistemi gerektiğinde kolayca geri dönüştürülebilir ve ortadan kaldırılabilir bir tasarım olarak öne çıkmaktadır. Bu temel ve dolayısıyla yapının zemindeki izi, mevcut açmaların plan izini takip etmektedir. Höyükteki özgün kerpiç yapı kalıntılarından uzaklaştırılması gereken yağmur ve kar sularının tahliyesi için temel çerçevesi etrafına yüzeyde betonarme bir kanal yerleştirilmiş. (Resim 13) Yapının tahliye yönüne en yakın ve alçak köşesinde toplanan su, doğal eğimle höyük zeminine, buradan da höyüğü çevreleyen ırmağın kotuna taşınarak tahliye edilmektedir. Çadır biçimini anımsatan, su tahliyesi için eğimli düzenlenmiş üst örtü de, höyük üzerinde ağır iş makinası kullanmadan montaj kolaylığı ve yapının altındaki höyükte bulunan özgün malzemeye zarar vermemesi için kabul edilebilir ağırlıkta olması koşulları göz önüne alınarak ahşap taşıyıcılı olarak tasarlanmış. (Resim 10, 11) Eğimli üst örtü, hem yağmur ve kar suyu tahliyesine izin verecek hem de özellikle kış aylarında etkin 34 MİMARLIK 411 7. Plan olan sert rüzgarlar gibi yatay yüklere karşı direnci artıracak biçimde düşünülmüş. Ahşap taşıyıcı sistemin üzerine kaplanan malzemelerin seçiminde, içerideki aydınlık düzeyinin ayarlanması ve üst örtünün açık arazideki mikro ve makroiklimsel çevre koşullarına dayanıklılığının artırılması önem taşımış. Örtünün altında keskin gölge oluşmaması, doğrudan ışık gelen sınırlı kısımların arkeolojik kalıntılarının sunumu göz önüne alınarak ayarlanması ve hem devam edecek araştırmalar hem de sunum bakımından genel olarak dağılmış ve tutarlı, yapay aydınlatmaya gerek bırakmayan bir günışığı düzeyi elde edilmesi istenmiş. Seçilen kaplama malzemesi temel olarak iki bileşenden oluşmuş. Birincisi % 45 ışık geçirgenliğine sahip ve solmaya karşı dayanıklı polikarbonat ondüle paneller, ikincisi ise PVC esaslı membran mimari tekstil örtülerdir. Yapının cephelerini oluşturan dikey yüzeylerde ise, PVC hava ve ışık geçirgenliğine sahip delikli mimari tekstil örtüler ile yine polikarbonat ondüle paneller ile bazı kısımlarda çadır tipi PVC membranlar kullanılmış. (Resim 14, 15) Yaz aylarında oluşacak aşırı sıcaklık göz önüne alınarak çalışanlar ve ziyaretçilerin konforu açısından membranların alt bölgelerinde katlanarak açılabilen kısımlar tasarlanmış. (Resim 16) Sert ve geçirimsiz mimari yüzeyler ve kapı / pencere gibi mimari açıklıklar yerine mimari örtüler kullanılması, yapının erişilebilirliğini de artırmakta, arkeolojik alanda çalışma yapılmayan dönemlerde de, yapının altında sunulan kısım rahatça ziyaret edilebilmektedir. (Resim 17, 18) Sonuç olarak Atölye Mimarlık ekibinin daha önceki tasarımlarının deneyimiyle beslenen Aşıklı Höyük HV+T Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney Fotoğraf: Berk Kesim 10. Kuzeyden iç mekân görünüşü Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney Fotoğraf: Berk Kesim 14. Doğu cephesinden detay KÜNYE Proje Adı: Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı Proje Yeri: Gülağaç, Aksaray Proje Müellifi: H. Sinan Omacan, Didem Teksöz Proje Grubu: Feyza Daloğlu, Amina Patak Danışman(lar): Mihriban Özbaşaran, Güneş Duru İşveren: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Aşıklı Höyük Araştırma Projesi Başkanlığı Yapımcı: Kaya Orman Ürünleri Meridyen Ahşap Statik: Büro Statik Mühendislik İnşaat San. Ltd. Şti. Proje Tarihi: 2009-2016 Yapım Tarihi: 2011-2013 Toplam İnşaat Alanı: 475 m2 15. Güney cephesinden detay Fotoğraf: Berk Kesim Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney 17. Kuzey cephesinin iç görünüşü 13. Betonarme temel çerçevesi ve su tahliye kanalından detay Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney 12. Orta akslarda yer alan daire kesitli ahşap dikmelerden detay Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney NOTLAR 1. Özbaşaran, Mihriban; Duru, Güneş; Teksöz, Didem; Omacan, Sinan, 2010, “Yaşayan Geçmiş: Aşıklı Höyük”, TÜBA-KED, sayı:8/2010, ss.215-228. 2. The ICOMOS Charter for the Interpretation and Presentation of Cultural Heritage Sites, Quebec, Kanada, 04.10.2008. Egloff, Brian J., 2019, Archaeological Heritage Conservation and Management, Access Archaeology, ArchaeoPress, Oxford. 3. Ertosun, A. Işıl, 2012, Evaluation of Protective Structures in Archaeological Sites for In-Situ Conservation of Architectural Remains and Artifacts, ODTÜ FBE, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara. URL1. “Schutzdächer Göbekli Tepe Türkei” www.kklf.de/projekte.html?name_de=Schutzdächer-Göbekli-TepeTürkei [Erişim: 02.01.2019] 4. Ertosun, 2012. 5. Egloff, 2019. Yaka Çetin, N. Funda, 2013, Architectural Design Characteristics of Protective Structures at Archaeological Siteas and their Impact on Conservation of Remains, İYTE FBE, yayınlanmamış doktora tezi, İzmir. 6. Protective Shelters for Archaeological Sites, Proceedings of a Symposium (Herculaneum, İtalya, 23-27 September 2013), 2018, (ed.) Zaki Aslan, Sarah Court, Jeanne Marie Teutonico, Jane Thompson, The British School at Rome, Londra, 2018. 7. Yaka Çetin, 2013. Protective Shelters for Archaeological Sites, Proceedings of a Symposium, 2018. Kalfa, Başak, 2018, “Affiliation of Archaeological Sites and People: Case Studies on Interpretation and Presentation Approaches”, GRID, cilt:1, sayı:1, ss.24-50. 8. Özbaşaran; Duru; Teksöz; Omacan, 2010. Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney Koruma Yapısı, çevresine ve bulunduğu konuma duyarlı sürdürülebilir ve gerektiğinde sökülerek geri dönüştürülebilir bir tasarım olarak öne çıkmaktadır. Göbeklitepe Üst Örtüsü gibi pahalı ve yüksek bir mühendislik tasarımının aksine, basit ancak uygun çözümleri bir araya getiren yapı, bulunduğu konuma ve topografyaya güzel yerleşen, uyumlu ve işlevsel bir peyzaj ögesi olarak öne çıkmakta ve dikkat çekmektedir. Basit, kolay uygulanabilir, yerine uyumlu tüm tasarım ve uygulama çözümleri aslında karmaşık bir tasarımın gelişmiş ve rafine edilmiş biçimde bir araya gelişidir. 2018 yılında Koruma Dalı’nda Ulusal Mimarlık Ödülü yapı, önümüzdeki yıllarda uygulanacak benzer tasarımlar için örnek oluşturacak niteliktedir. 11. Güneydoğudan iç mekân görünüşü 18. Doğu cephesinden detaylar 19. Doğu cephesinde yer alan girişten açılabilir örtü detayı MİMARLIK 411 35 İTÜ İŞLETME FAKÜLTESİ MİMARİ PROJE YARIŞMASI İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü tarafından İTÜ İşletme Fakültesi yerine yapılacak fakültenin projelerinin elde edilmesi amacıyla açılan yarışma sonuçlandı. Serbest, ulusal ve tek kademeli olarak açılan yarışmada, ekonomik, özgün ve nitelikli tasarım yaklaşımlarının, günümüz mimarisine de ışık tutabilecek işlevsel ve yenilikçi çözümlerin öne çıkarılması hedeflendi. Yarışmada 204 proje değerlendirmeye alındı; 3 ödül, 5 mansiyon, 4 satınalma verildi. DANIŞMAN JÜRİ ÜYELERİ Mehmet Karaca (İTÜ Rektörü), Lütfihak Alpkan (İTÜ İşletme Fak. Dekanı), Murat Gül (İTÜ Mimarlık Fak. Dekanı), Sis Alkan (İTÜ Yapı İşleri ve Teknik Daire Bşk.), Ömer YILMAZ (Mimar) ASLİ JÜRİ ÜYELERİ JÜRİ BAŞKANI Melike Altınışık (Mimar), Hüseyin Bütüner (Mimar), Yasin Çağatay Seçkin (Mimar), Özcan Uygur (Mimar), Günkut Barka (İnşaat Mühendisi) YEDEK JÜRİ ÜYELERİ Sezer Bahtiyar (Mimar), Derya Ekim Öztepe (Mimar), Esra Ece Bayat (İnşaat Mühendisi) RAPORTÖRLER Denizhan Sarıhan (Mimar), Cansu Çekli (Peyzaj Mimarı) RAPORTÖR YARDIMCILARI Ali Bilgehan (Mimar), Ece Yurtaçan (Mimar), İlayda Büyükgaga (Mimar) 1. ÖDÜL EROL KALMAZ mimar, Kemal BAL mimar, Umut Nuri KARAER inşaat mühendisi Yardımcılar: Özgün Yücetürk, Ali Gürer, Demet Satı PROJE RAPORUNDAN Proje alanı Maçka Parkı, Teşvikiye çıkışı ve İTÜ YDY binasının girişinin bulunduğu +61-63 kotu ile Beşiktaş sahilinden Maçka’ya çıkan yolun bitiminde, yıkılması planlanan mevcut bina girişinin açıldığı +52-53 kotlarına sahiptir. Bu iki kot, mevcut İşletme Fakültesi Karakol binası önünden kat edilen dış çeper bir dolaşımla bağlanmaktadır. Proje, bu iki kotu kamusal bir aksa dönüştürerek üniversite kampüsünün iç çeperinden bağlamayı önermektedir. Fakültenin konferans, seminer, sergi gibi kamuya dönük işlevleri ile 7/24 yaşayabilecek kütüphane ve ortak çalışma işlevlerini bağımsız kılmak üzere, giriş avlusundan ikincil bir erişim önerilmiştir. Kamuya açık konferanslar, seminerler, gösterimler üniversite giriş ve programına yük getirmeksizin çözülmüş, böylece bu yöndeki girişimlerin desteklenmesinin mekânsal karşılığı üretilmiştir. Tarihî karakol binasının fakültenin belleğindeki değeri projenin diğer bir odağıdır. Proje Seba Caddesi’ne doğru apartmanlar dizisinin gabarilerine inerek sokak ölçeğini sürdürürken, tarihî karakol binasının kente bakan cephesini de denize doğru açık bırakır. 36 M‹MARLIK 411 JÜRİ RAPORUNDAN Projenin, İTÜ Maçka Yerleşkesi’nin kent yaşamının merkezinde yer alan konumundan kaynaklanan potansiyellerini açığa çıkarma yaklaşımı övgüye değer bulunmuştur. Fakültenin konferans salonu ve kütüphane gibi işlevlerin hem kamu kullanımına dönük hem de bağımsız çalıştırılmak üzere çözümlenmesi projenin bu yaklaşımını güçlendirecek şekilde mekânlaşmış; projenin önemli bir odak noktasını oluşturmuştur. Süleyman Seba Caddesi’den başlayıp, Silahhane Binası boyunca devam eden kamusal aks ile Maçka Caddesi ile Maçka Talim Yeri ve Silahhane Sokakları arasındaki dolaşım/ bağlantı aksı, yeni yapının biçimlenişinde ve yaşayışında önemli girdiler olarak değerlendirilmiştir. Yeni kütlenin, Süleyman Seba Caddesi’nde alçalarak, hem kentsel yaşamı kavrayan, hem de Karakolhane Binası’nın perspektifini açan biçimlenişi ve sokak ölçeğiyle olan ilişkisi başarılı bulunmuştur. Yeni yapı içerisinde kurgulanan derslik – ofis ilişkisi, dolayısıyla öğrenci – öğretim üyesi diyaloğunu güçlendiren mekânsal kurgu, bu kurgunun hayata geçmesini kolaylaştıran teras ve avlular projenin başarılı yönleri olarak değerlendirilmiş ve 5-0 oybirliği ile 1. Ödüle seçilmiştir. M‹MARLIK 411 37 2. ÖDÜL: ALİŞAN ÇIRAKOĞLU mimar, ILGIN AVCI mimar, EFKAN SOLMAZ inşaat mühendisi Yardımcılar: Batuhan Kumru, Aslıhan Sücüllü, Berrin Karadağ 3. ÖDÜL ZEYNEP ALTINBAŞLI mimar, TUNA HAN KOÇ mimar, MEHMET ALİ YILMAZ inşaat mühendisi Yardımcılar: Baha Yurttaş, Ayşe Nur Çabuk, Rengin Jiyan Kolçak 1. MANSİYON: HATİCE BÜŞRA AL ÖZDİLEK mimar, OZAN ÖZDİLEK mimar, BİHTER ÖZTÜRK mimar, LEVENT İÇER inşaat mühendisi Yardımcılar: Sibel Öksüz, Burak Arifoğlu, Büşra Özen, İhsan Samet Özkekeli 2. MANSİYON: NEVZAT OĞUZ ÖZER mimar, YASEMEN SAY ÖZER mimar, ENES AKSU inşaat mühendisi Yardımcılar: Şafak Özgür Özkan, Ekin Cem Tümlek, Kürşad Şekercioğlu, Ahmet Boz, Beyza Yavuz 3. MANSİYON: SEDEN CİNASAL AVCI mimar, MERVE ÖZDUMAN mimar, ZAFER KINACI inşaat mühendisi Yardımcılar: Gamze Eker, Cansu Özübek, Ala Talep, Can Aktıntop, Yaşar Aydoğan 4. MANSİYON: 38 M‹MARLIK 411 REGAİP ADEM mimar, SERHAN AYDOĞDU inşaat mühendisi Yardımcı: Azmi Başar Topaloğlu 5. MANSİYON: ERDAL SORGUCU mimar, NİHAT EYCE mimar, ASLI ÖZBEK mimar, YÜKSEL KONKAN inşaat mühendisi SATINALMA: IŞIK GÜREL KESKİNLER mimar, YUSUF ATEŞ inşaat mühendisi Yardımcı: Necmettin Sancak SATINALMA: KEREM PİKER mimar, ARZU ERDEM mimar, MUSTAFA İSPİR GÜRBÜZ inşaat mühendisi Yardımcılar: Baran Aybars, Duygu Bingül Aydın, Gün Rodoplu, Zeynep Kaya SATINALMA: ARMAN AKDOĞAN mimar, ERİM GÜRDAL inşaat mühendisi Yardımcılar: Felix Madrazo, SATINALMA: METİN AYGÜN mimar, CAN EREN mimar, SERDAR GÖZLER inşaat mühendisi Beste Çeliksoy, Marta Maldonado Casas, Oğuz Can Yürek, Beyza Öztürk M‹MARLIK 411 39 TEHDİT ALTINDAKİ KÜLTÜR MİRASI Ortaçağ Yapılarını Soysuzlaştırmak: Konya II. Kılıçarslan Köşkü Zeynep Eres Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Kültürel Mirasın Korunması ve Geliştirilmesi Komitesi 3. Yeni koruma yapısının arkeolojik kalıntı ile ilişkisi, 2019 4. Kılıçarslan Köşkü üzerindeki koruma çatısı, 2012 5. Kılıçarslan Köşkü üzerindeki koruma çatısı ve arkada Alaeddin Camisi, 2012 Fotoğraflar: Zeynep Eres 2. Köşkün üzerine inşa edilmekte olan yeni yapı ve arkada Alaeddin Camisi, 2019 1. Köşkün üzerine inşa edilmekte olan yeni yapı, 2019 Son yıllarda özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait arkeolojik harabe niteliğindeki anıt yapıların “restorasyon” adı altında diriltilmesine yönelik büyük bir çaba gözlenmektedir. Özgün tarihî yapının taşıdığı bütün değerli izleri silen ve onu yeni inşa edilmiş bir taş bina durumuna indirgeyen bu yaklaşımın örneklerini Eski Van’dan Beçin Kalesi’ne pek çok yerde görmekteyiz. Bu bağlamda Konya II. Kılıçarslan Köşkü olarak anılan, Konya’nın merkezinde Alaeddin Tepesi’nin eteğinde yer alan Selçuklu dönemi duvar kalıntıları da, hüzünlü bir restorasyon öyküsünün merkezinde yer almaktadır. Konya’nın iç sur sisteminin bir parçası olan burç yapısının üst kesimindeki köşkün varlığı 19. yüzyıl gravür ve fotoğraflarında açık olarak görülür. Ancak uzun süre kullanım dışı kalan yapı, 20. yüzyıl başında üst katını yitirir ve yalnız sur hattındaki kerpiç beden duvarları ile köşkü taşıyan iki konsol varlığını sürdürür. Yok olma aşamasına gelmiş olan yapı, 1961-1962 yıllarında ODTÜ’lü öğretim üyelerinin katkısı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü mimarlarından İhsan Kıygı tarafından geliştirilen bir koruma çatısı ile açık hava koşullarına karşı koruma altına alınmıştır. Dönemin modernist mimarlığını temsil eden bu betonarme kabuk çatı, Karatepe-Aslantaş arkeolojik alanında Turgut Cansever tarafından tasarlanan koruma çatısının hemen ardından Türkiye’nin arkeolojik alanda ikinci koruma çatısı uygulaması olmuştur. Dönemi için öncü bir tasarım olan koruma çatısı, 20162017 yılında taşıyıcı sisteminin yıprandığı gerekçesiy- 40 MİMARLIK 411 le yıkılarak ortadan kaldırıldı ve köşkün çevresinde kazı çalışmalarına başlandı. Kılıçarslan Köşkü’nün yakın çevresinin kazıyla açığa çıkartılarak sergilenmesinin planlanması doğru bir yaklaşım olmakla birlikte, köşkün kendisinin çelik ve cam malzeme ile adeta diriltilmeye çalışılması son derece tartışmalı bir durum oluşturdu. Her şeyden önce Türkiye’nin hem ilk betonarme kabuk uygulamalarından biri hem de ikinci koruma çatısı olan yapının kültür varlığı değerinin göz önünde bulundurulması gerekirdi. Korumakta olduğu tarihî yapıdan farklılaşan mimarisi ile kendi dönemini yansıtarak onu koruyan çatının yerine önerilen ve halen uygulaması süren proje ise, bir arkeolojik varlığı korumaya yönelik kabul edilebilir bir müdahale yöntemi değildir. Koruma çatısı olarak inşa edilmekte olan yapı, Kılıçarslan Köşkü’nün günümüzde var olmayan üst kesimini çelik, cam ve beyaz renkli kaplama levhaları kullanarak son derece hantal bir tasarımla ayağa kaldırmaya çalışan sahte bir rekonstrüksiyon uygulamasıdır. Her ne kadar bu yeni yapının köşke zarar vermediği savlansa da sonuç; Kılıçarslan Köşkü olarak anılan ve günümüze bu boyutta ulaşabilmiş ender kerpiç yapılardan olan bu 12. yüzyıl Selçuklu yapı kalıntısının tüm özgün değerlerini silen, onu soysuzlaştıran bir müdahaledir. Dergimizin “Türkiye Tehdit Altındaki Kültür Mirası” köşesinde bu yanlış uygulamayı ele alırken, bir yandan da meslektaşlarımızın kendi çevrelerinde saptadıkları, bu tür arkeolojik nitelikteki Ortaçağ yapılarına yönelik zarar verici nitelikteki korumarestorasyon uygulamalarını kısa bir tanıtım yazısı ve fotoğrafıyla dergimize iletmesini rica ediyoruz. ANMA PROGRAMI: NEZİH ELDEM Nezih Eldem’in Bütüncül Mimarlığı: Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi Namık Erkal Harbiye Askerî Müzesi Nezih Eldem’in bütüncül mimarlık anlayışının sadece ulusal değil uluslararası düzeyde de anımsanması gereken önemli bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Müzenin danışmanları arasında yer alan yazar, “bir başka modernist” olarak tanımladığı Nezih Eldem’in tasarım anlayışının detaycı, dramatik ve kati yönüne dikkat çekerek, Eldem’in modernizminin hem 1940’ların rasyonel akademik mimarlığının malzeme ve detay bilgisine hem de 1950’ler ve 1960’ların deneysel ve eleştirel mimari heyecanına sahip olduğunu belirtiyor. Mimarlar Odası 2018-2020 Anma Programı kapsamında Nezih Eldem mimarlığını kavramak için Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi özel önemde bir eserdir.1 Eldem, 1967 yılında açılan çağrılı proje yarışmasında birinci olur ve 1991’e kadar yirmi beş yılını bu işin bütüncül tasarım anlayışıyla -eski bina korumadan, yeni ek yapılara, ışıklıklarından vitrinlerine, dolaşımından mizansenlerinetamamlanmasına vakfeder.2 Aynı yıllarda ders verdiği İTÜ Mimarlık Bölümü’nden çok sayıda öğrencisi, projenin detaylanmasını ve inşaatını okula yakın bir uygulama sahası olarak deneyimler. Müzeye birkaç kere gidenler dışında, Kültür Sitesi önemli sanat sergileri ve bazıları mimarlıkla ilgili olan pek çok önemli toplantının yeri olarak anılarda yer alır. Harbiye, işlevinin farkında olmayanlar için, Taksim Nişantaşı arasında sağ kaldırımda iki yüz elli metrelik bir durağanlığın ve kent merkezinden kopuşun getirdiği hızlanmış adımların mekânıdır. Aşağıdaki yazının ilk niyeti Nezih Eldem’in projesini ve yapısını tamamlanmasından sonra geçen süreyi gözeterek mimarlık tarihi bağlamında değerlendirmek, farklılığını ve özgünlüğünü vurgulamaktır. Öte yandan müze, zamanın getirdiği yıpranmayla yüz yüzedir. Şimdilerde kimi kısımları tamir ihtiyacı yüzünden ziyarete kapatılmıştır. Bu durumda yazının bir diğer niyeti ise müzenin zedelenmiş kurgusunu okunur kılmaktır.3 En sonunda gelinmesi gereken nokta ise, Eldem’in Harbiyesi’nin müze ve müzecilik açısından bütüncül mimarlık anlayışının sadece ulusal değil uluslararası düzeyde anımsanması gereken bir örneği olduğudur. Namık Erkal Prof. Dr. TED Üniversitesi Mimarlık Bölümü Kaynak: Library of Congress US, LOT 9513, no:16 Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi projesi en genel anlamda eski bir binanın yeni bir ek yapılarak dönüştürülmesi olarak tanımlanabilir, bir nevi restorasyon projesidir. Ancak bu kültür yapısı eski binaya müdahale açısından günümüzün akademik koruma kabullerini zorlar. Söz konusu zorluğu düşünmek yararlı olsa da, anakronik yorumlar projenin kendi bağlamını anlamaya yardımcı olmaz. Burada bağlam geç Osmanlı dönemi kamu yapılarının, özellikle askerî yapıların dönüşüm tarihidir. Geç Osmanlı anıtsal kamu yapıları 1920’lerde başlayan ve 1980’lere uzanan bir süreçte dış cepheleri tutularak yoğun bir yapısal dönüşüme tabi tutulurlar. Sultanahmet’teki Adalet Sarayı (eski Dar’ül Fünun) ve Akademi yangınları (eski İkiz Saraylar ve Meclis-i Mebusan) gibi deneyimler ahşap döşemeli kamusal yapılarda güvenliği sorgulanır hale getirir. Eski askerî binalarda özgün kargir duvarlara bağlı ahşap (kimi zaman Fransız kemeri) döşeme yapı sistemlerini betonarmeye dönüştürmek, kısmen de yeni işlevlerin ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla geniş çaplı değişiklikler yapılır.4 Taşkışla’nın Paul Bonatz ve Emin Onat tarafından üniversiteye dönüştürülmesi gibi ünlü mimarların işlerinin yanında, mimarı ve uygulayıcısı bilinmeyen çok sayıda örnek vardır.5 Bu örnekler uygulandıkları yılların mimarlık anlayışına göre de farklılık gösterir. 1950’lere kadar binaların kendi neo-klasik karakter ve kompozisyonel rasyonelleri içinde kalınarak akademik olarak mükemmelleştirilmesine çalışılır. İzleyen dönemde ise tarihî kamusal yapılar yeni işlevlerin gereklerine göre kendi özgün mimarileriyle çelişik biçimlerde dönüştürülür. Türkiye’de 1980’lere kadar geçerli olan, geç Osmanlı yapılarına geniş çaplı yapısal dönüşümü onaylayan restorasyon anlayışına değinmek, Nezih Eldem’in Harbiye projesindeki eski yapıya müdahalesini değerlendirmek için elzemdir. Aşağıda da aktarılacağı üzere, eski binaya yeni ek tasarlama konusunda çok belirgin bir stratejisi olan bu projenin çıkış noktası aslında kendi zamanına göre korumacıdır ve Harbiye binasının o günkü 1. Mekteb-i Harbiye giriş katı planı, 1891-93, Sultan Abdülhamid Albümleri’nde yer alan planın yeniden çizimi ve günümüz yazısıyla yer isimleri. MİMARLIK 411 41 Kaynak: Sultan Abdülhamid Albümleri, Library of Congress US, LOT 9513, no:12. (Fotoğraf: Studyo Phebus / Bagos Tarkulyan) 2. Harbiye ana kapısı haliyle sürdürülmesini amaçlamaktadır. Bu yaklaşımı anlamak için korunmaya çalışılan eski Harbiye Mektebi’nin yapısal tarihini Nezih Eldem’in karşılaştığı haliyle özetlemek yararlı olacaktır. Harbiye Mektebi, 1844-1893 yılları arasında dört ana inşaat aşaması ve çok sayıda tamir sonucunda ortaya çıkmış, kompozit bir yapıdır. 1844 yılında Tophane-i Amire Hastanesi olarak büyük avlu çevresinde tek katlı ve doğuda eğime doğru bodrumlu olacak şekilde inşaasına başlanır.6 1845 yılında Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’ye devredilerek iki dar ucuna birer küçük avlu ve dışa doğru u planlı girintiler oluşturacak şekilde kollar eklenerek büyütülür ve dönüştürülür. Aynı aşamada güney yönünde William James Smith tarafından büyük bir ahır ve manej projelendirilir. Mektep, Kırım Savaşı sırasında Fransızlara hastane olarak tahsis edilir, 1854’te bir yangın sonucu bodrum seviyesine kadar hasar görür. 1862-63 yıllarında temellerinden yeni baştan inşa edilirken orta büyük avlu köşeleri ve iki yan avlu çevresindeki yapı kolları birer kat yükseltilerek iki katlıya dönüştürülür. Avlu köşelerine yerleştirilen silindirik merdiven kovaları ile ulaşılan üst katlarda koğuşlar mevcuttur. 189193 yıllarında gelinen dördüncü ve son aşamada, Harbiye Mektebi’nin iki ucunda kalan tek katlı kısımlar da iki katlı hale getirilir ve yapı âdeta tek bir elden tasarlanmış gibi kitlesel olarak bütünleştirilir. Güney yönünde padişah ziyaretlerinde kullanılmak üzere Hümayun dairesi ve mezuniyet sınavı odası, kalan bütün ek kısımlara ise koğuşlar yerleştirilir. (Resim 1) Son aşamada kuzey ve güney cephelerine anıtsal bir ifade kazandırılmış olsa da, Harbiye Mektebi ana girişi, eskiden olduğu gibi Pangaltı Caddesi cephesinin ortasında konumlanır ve yapının farklı kısımlarına ulaşım buradan geçilen büyük avludandır. (Resim 2) Harbiye Mektebi’nin kuruluşunun 100. yılında ana girişe yeni bir saçak, üzerine de bir Atatürk 42 MİMARLIK 411 heykeli yerleştirilir. Aynı yıllarda mektebin Ankara’ya taşınmasından sonra komutanlık, astsubay okulu ve güney kısmında orduevi olarak kullanılmaya başlar. Harbiye’nin Henry Prost plan etütlerinde kısmen yıkılması gündeme gelir. İlk olarak Sergi ve Spor Sarayı’na giden yan yolun açılması için manej yapıları yıkılır.7 1959’da cadde genişletme projesi denilerek ana girişin ve Atatürk heykelinin bulunduğu dışa çıkıntı yapan kol ortadan kaldırılır. Harbiye avlusu bir kademe üzerinde caddeye açık hale gelir. (Resim 3) Askeriye Harbiye binasındaki yıkımı doğrudan kurumun geçmişine yapılmış art niyetli bir girişim olarak algılar.8 1940’larda savaş ihtimaline karşı Aya İrini ‘den Anadolu’ya ve sonrasında İstanbul Maçka Silahhanesi’ne getirilmiş olan Askerî Müze koleksiyonu, 1957’de Silahhane’nin İTÜ’ye devri dolayısıyla Harbiye’nin bünyesinde konumlanan Jimnastikhane’ye taşınır. Koleksiyonla beraber Harbiye Mektebi’nin müzeye dönüştürülmesi de gündeme gelir. 1960 darbesi sonrası Harbiye arazisi üzerindeki iradesini tekrar gösterme imkanı bulan askeriyenin inisiyatifiyle 1967 yılında iki ayrı yarışma açılır: Harbiye Askerî Müze ve eski manej arazisinde Harbiye Orduevi. Harbiye Mektebi ana girişinin bulunduğu orta kol kesilmiş, dışarıdan bütün gözükse de aslında seksen-yüz yirmi yıllık kompozit bir tarihî yapı olarak Türkiye’nin en eski müze koleksiyonunu içermek üzere dönüşümünü bekler haldedir. 1967 yarışması öncesinde Harbiye Mektebi’nin müzeye çevrilmesi konusunda İTÜ tarafından Nezih Eldem’in katılımıyla yazılan raporda yapının müzeye dönüştürülmeye uygun olmadığı, okul veya kültür merkezi olarak işlev alabileceği görüşü bildirilir. Eldem, menfi İTÜ raporuna karşın açılan yarışmaya katılır ve bunu sonraları “Müze olmaya hazır olmayan bu binanın hangi koşullarda müze olabileceğini görmek ve göstermek hem görevim, hem de hakkımdı. Katılmamazlık edemezdim” şeklinde açıklar.9 Eldem’in 1960’lara uygun müze olabilirlik koşullarında işlevin ve sergi senaryosunun belirleyiciliği vardır. Uygun mekânsal büyüklükler ve bunların eserlerin özelliklerine göre birbirine nesnel veya zaman dizinsel olarak ilişkilendirilmesi dışında ışık, iklimlendirme ve sunum koşullarını sağlamak önemlidir. Müze olmaya hazır olmayan binalar hangi koşullarda müze olur? Bu sözleri sadece modernist işlevselcilik çerçevesinden okumak eksik olur. Müze olmaya hazır olmayan bina ancak yaratıcı ve özgün tasarım yaklaşımları sayesinde müze olur. Nezih Eldem, eski bina ve yeni yapı arasındaki çelişkileri özgün mimari tasarım için bir ortam olarak değerlendirme yaklaşımı ile kendi döneminde öne çıkar. Birçok defa bu yüzleşmeye girer ama Harbiye Askerî Müze mimari yaklaşımının esas kanıtı olur.10 Nezih Eldem’in eski yapıları dönüştürdüğü müze mimarlığının özgünlüğünde belki de onun farklı bir modern mimarlığın ortaya çıktığı savaş sonrası İtalya’sını en verimli zamanında deneyimlemiş olmasının payını da not düşmek gerekir.11 Oldukça genelleyici bir kavram olan ve ana akım dışı, yerelde farklılaşan mimarlıkları kapsayan “başka modernizm”, 1950 ve 1960’larda İtalya’sı kadar aynı dönemin Türkiye mimarlığını de kapsar. Bu ortamın içinde Eldem akademik kimliği, İtalya geçmişi, stilistik kaygılardan uzak olması ve eski Kaynak: Metin; Tapan, Mete, 1973, 50 Yılın Türk Mimarisi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.402. 4. Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi giriş kat planı, Nezih Eldem yarışma çizimi Kaynak: SALT Araştırma, yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi Nezih Eldem Harbiye’de ana cadde tarafında 1959 yıkımının yarattığı boşluğu bir fırsat olarak değerlendirir. Kalan iki yan parçayı ve iki yuvarlak merdiven kovasını yıkarak boşluğu genişletmeyi önerir. Genişlemiş alanda kendi müze mimarlığı anlayışına uygun çeşitli mekânların, işlevlerin yer aldığı ideal koruma koşulları sağlayan bir ek yapı tasarlar ve iki uçta eski binaya bağlar. Askerî Müze koleksiyonun en nadide ve üstün koruma gerektiren otağ ve sancaklar bu kolda sergilenecek, etaplama olarak da ilk bu ek yapı inşa edilecektir. (Resim 4, 5) Eski Harbiye binasının kalan kısımlarında öncelikli koruma kararı avluların ve dış cephelerin sürdürülmesine odaklanır. Mekânların genel kurgu ve büyüklükleri belli bir yere kadar korunur. Avluların çevresinde oluşturulan eski simetrik dolaşım düzeni asimetrik hale getirilir ve içine kapsamlı dolaşım ve servis kovaları yerleştirilir. En büyük değişim güney yönünde orta avlu ve küçük iç avlu arasındaki kısımlar tamamen yıkılarak inşa edilen Mehter Salonu ve çevresidir. Buna karşın, Mehter Salonu’nun bitişik olduğu Kültür Sitesi kısmı belki de eski yapının mekânsallık ve kurgusunun en büyük oranda korunduğu kısımdır. Bu kısımda giriş simetri aksındaki eski merdiven yıkılır, sol köşede yenisi tasarlanır. Eldem Harbiye Mektebi’nin yıkılan kolunun yerine yeni bir yapı yaparken onun eski hâline orta büyük avlunun çizgisini tutarak referans verir. Avlu çizgisinden dışa doğru Otağ Salonu olan büyük kübik bir mekânı yerleştirir. Ek yapı projesinde orta avlu korunmuş olsa da, burası eskisi gibi Harbiye’nin ana giriş mekânı olarak kurgulanmaz. Eldem, cadde üzerindeki eski girişin özgün olmadığını, sonradan açılmış olduğunu 3. 1959 yıkımından sonra avlunun caddeye açılmış hali 5. Askerî Müze ve Kültür Sitesi birinci kat planı, Nezih Eldem Kaynak: Doğan; Sami, 1974, ss.28-31. Nezih Eldem’e göre eski bir yapının müzeye çevrilmesi söz konusu olduğunda iki farklı önceliğin -eski yapının korunması ve iyi bir müze binasının yapılması- uzlaştırılabilirliğinin tartılması gerekir. “Yoksa ya o bina ‘ölür’, ya da müze ‘sakat’ doğar”.13 Eldem Harbiye projesinden önce gerçekleştirdiği Eski Şark Eserleri Müzesi’nde halihazırda sergi mekânına dönüştürülmüş Alexandre Vallaury’nin Sanayi-i Nefise binasının cephesini tutarak içini müze ideallerine göre dönüştürür. Yeni müze dolaşımını adeta eski yapı zarf olacak şekilde içine koyar, sergi anlatısına ve tek tek nesnelere göre göre baştan tasarlar. Dış cephede de binaya yaklaşım değiştirilir, anıtsal merdiven yıkılır ve açık bodrum katından yeni bir giriş yapılır. Şark Eserleri’nde müze sakat doğmamış ama karşılığında eski yapının sakatlanmasında beis görülmemiştir.14 Nezih Eldem, Harbiye Mektebi’nin müze ve kültür sitesine dönüştürülmesine gelindiğinde Eski Şark Eserleri’nde yaptığından farklı bir tutum izleyecek ve eski yapının mekânsal kurgusunun ve dış cephesinin korunmasını daha fazla önemseyecektir. Harbiye Mektebi’nin anıt bina olarak toplumsal hafızadaki yeri, Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyetin kurucularının okuduğu bir askerî kurum olarak azımsanmayacak önemdedir. Koleksiyon ise Osmanlı İstanbulu’nun ilk müzesinden gelen, kimileri çok özel koşullarda korunabilecek çok farklı tipte ve büyüklükte tarihî savaş nesnelerini içerir. Kaynak: İBB Atatürk Kitaplığı, kartpostal arşivi. binada yeni tasarımlar konusunda yaklaşımlarıyla başka türlü bir modernisttir.12 6. Doğan Tekeli ve Sami Sisa’nın yarışmadaki ikincilik ödülü, Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi giriş kat planı. MİMARLIK 411 43 7. Harbiye Askerî Müze Cumhuriyet Caddesi’nden görünüş, Nezih Eldem yarışma projesi Kaynak: SALT Araştırma, yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi 11. Top Teşhir Salonu (görsel işitsel salon), Nezih Eldem perspektif çizimi Kaynak: Sözen; Mete, 1973, s.402. Kaynak: SALT Araştırma, yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi da içeren açık alandan, Kültür Sitesi girişi Taksim’e doğru eski Hümayun kapısındandır. 8. Harbiye Askerî Müze, Cumhuriyet Caddesi cephesi loca kapatılmadan önce, 1990’lar 9. Eski bina, güneydoğu tarafında eski koridor izlerine yapılmış iki katlı galeri 10. Işıklık, boşluk ve üçgen çıkma düşündüğünü söyler; ki yukarıda özetlendiği gibi bu konuda yanılmaktadır.15 Harbiye’nin cadde ve avludan başlayan kurgusu dönüştürülür. Girişler eski binanın karşılama imgesine sahip en uygun yüzlerine, iki uçtaki anıtsal cephelere alınır. Müze girişi kuzeyde Nişantaşı’na doğru eski Harbiye Yemekhane binasını 44 MİMARLIK 411 Cadde tarafında yeni ideal koşullar sunan kapsamlı bir müze ekinin, korunması gereken eski binanın mekânları üzerindeki dönüşüm ve yapılaşma baskısını hafifletmesi stratejisini daha iyi anlamak için, 1967 yarışmasında ikincilik ödülü alan Doğan Tekeli ve Sami Sisa’nın, Eldem’den farklı bir yaklaşımı olan önerilerine kısaca değinilebilir.16 (Resim 6) Tekeli ve Sisa cadde tarafındaki ek yapıyı alt katta tamamen boş olacak ve orta avluyu basamaklarla ana caddeye bağlayacak şekilde önerir, kolonlar üzerinde ikinci katta ise Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemine ayrılmış salonları yerleştirirler. Buna karşın, eski bina kısımlarında ve özellikle iki uçta var olan iç mekân ve avlu düzenini kapsamlı olarak (özellikle eski Hümayun dairesi tarafında) dönüştürmek durumunda kalırlar. Bir bakıma Tekeli ve Sisa, olumlu anlamda Harbiye Mektebi’nin yıkılmış kolunu hafif ve geçirgen bir şekilde inşa ederken, eski bina kısmında -Eldem’in Eski Şark Eserleri Müzesi’nde yaptığına benzer bir zarf ve mazruf ayrışmasıyla- iç mekânı dönüştürmeyi önerirler. Cadde tarafında eski Harbiye’nin anısı canlanırken, yıkımdan sonra kalan kısımların anısı silikleşecektir. Aslına bakılırsa, İTÜ raporunun karşı çıktığı gibi, bu yarışmada koruma ve müze mimarisi arasında kolay bir seçim yoktur. Eldem’in ana cadde tarafında müze yapılaşmasını yoğunlaştırma stratejisi belirli bir yere kadar başarılıyla işler. Eski binanın avlu ve iç mekân kurgusu korunurken onunla birleşik olarak koleksiyondan üreyen, mekânsal zenginliğe sahip bir müze eki konumlanır. Üstelik ikilik yaratmadan bütünleşmiş bir müze dolaşım şeması oluşturulur. İki uçta iki ayrı girişe rağmen serginin bir başlangıç ve sonla ifade bulan iki kata yayılmış bütün bir dolaşım senaryosu vardır. Buna karşın ek yapının yarı açık bodrumuna yerleştirilen sergi depo işlevlerinin dışardan servis almasında kimi zorluklar ortaya çıkar. Narin eserlerin korunması ve dolaylı gün ışığı kullanılması için müze mekânının kapalı bir yapıyı talep etmesi cadde tarafında iç ve dış arasında ilişkilerin kısıtlanmasına sebep olur. Ek yapının cephesi beton dikey taşıyıcı elemanlarının dışa vurulan ritmi ve iki büyük çıkma (belki de Harbiye eski kapısının anısıdırlar) dışında üst katta tamamen kapalı duvardır. İstisnası Eldem’in cephenin güneydoğu köşesine yakın bir noktada oluşturduğu avlu ve cadde arasındaki locadır. (Resim 7, 8) Locanın avlunun devamında top sergileri için kullanılmasını önerir (şimdiki durumda panellerle kapatılmıştır). Serginin ilk katında cadde ve avlu boyunca sürekli görsel ilişki sağlamak üzere dışardan ahşap kafesli, içerden storlu pencereler düzeni vardır. Ne var ki, bu yüzler doğu ve batıya baktığı için, kullanımda hep kapalılık durumu söz konusudur. Cephenin yarışmada önerilen rengi betonarme kirişler arasında gülkurusu / tuğla kırmızısıdır. Eldem eski Harbiye yapılarında da benzer bir rengi önermektedir. Bugün avlu tarafında bu renk görülürken cadde tarafı griye boyalı kirişler arasında beyazdır. Netice itibariyle Eldem’in koruma ve eski ile yeniyi ayırma yaklaşımı ana cadde tarafında şehirle iletişime kapalı uzun bir cephe şeklinde ortaya konur ve projenin olumsuz eleştirilen yanı olur. Cadde cephesi hakkında az sayıda olumlu düşünceler arasında Turgut Cansever’in müze binası olarak ancak yeteri kadar kapalı olmamasıyla eleştirilebileceğini söylemesi; Şevki Vanlı’nın kapalı kitlenin “şehirlilerin gözlerini dinlendirdiğini” düşündüğünü belirtmesi ve Uğur Tanyeli’nin “kentsel mekâna güçlü bir vurgu” olarak yorumlaması sayılabilir.17 Cadde cephesi, bir ek olsa da Eldem’in tasarımının getirdiği diğer kazanımlardan ve değerlerden bağımsız değildir. Kendi tasarım ilkeleri üzerinden incelendiğinde Eldem’in Harbiye’si sergi mekânı olarak içerden dışarı doğru tasarlanmış bir yapıdır. İçerisini değerlendirmek için askerî müzeler konusuna kısaca değinmek yerinde olur. Eldem, askerî tarihe dair soyut mizansenleri mimariyle kurar. Burada sergilenen nesneler veya sahnelenen gösteriler için kendi özgün bağlamlarının hissini kuran mekânlar tasarlar. Mimari mizansellerin en önemlileri Top Salonu, Otağ Salonu, Mehter Salonu ile orta avlu ve Anma Duvarı’dır. (Resim 11, 12) Top Salonu bir savaş hendeği ya da siperi, Otağ Salonu seferde Fotoğraf: Canan Osmanağaoğlu İlmen Askerî tarih ve nesnelerine odaklanmış müzeler -askerî müze, silah müzesi, savaş müzesi, anma müzelerimüzecilik açısından ayrı değerlendirilmesi gereken kurumlardır.18 Birçoğu eski askerî binalarda konumlanır; bina veya koleksiyonun eski çağlardan gelmesi, içinde bulunduğu devletin ve askeriyesinin bekasını temsil eder. Bu müzeler silahlar ve askerî teknoloji üzerine odaklandıklarında bilim tarihiyle ilgili materyalist çerçevelere göre kurgulanabilirler. Askerî kurumlar ve savaşlar tarihî üzerine odaklandırıldıklarında ise devleti meşrulaştıran, ortak milli kültüre dayalı temaları barındırırlar. Savaş ve zafer temalı sergilerde temsilciliğe kayma ve gerçeklikten uzaklaşma tehlikesi mevcuttur. İstanbul’da askerî müzelerin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tarihi aynı zamanda silah müzesinden askerî müzeye geçişin tarihini de barındırır. İmparatorluğun ilk müzesi olarak nitelendirilen Topkapı Aya İrini’nin tarihi belli koşullarda ziyarete açık saray silahhanesi olarak 18. yüzyıl başına uzanır.19 19. yüzyıl içinde Eski Silah Koleksiyonu ve 20. yüzyıl başında Osmanlı Askerî Müzesi’ne dönüşür. Cumhuriyet döneminde Askerî Müze adını alır. Farklı müzecilik tarihlerini bünyesinde barındıran kadim Askerî Müze koleksiyonunu sergileme konusunda Nezih Eldem’in yaklaşımı nedir?20 Müzenin koleksiyonun da şekillendirdiği üzere Osmanlı tarihinden Cumhuriyete uzanan zaman çizgisinde kompozit bir sergileme düzeni önerilir. Tasnif 19. yüzyıl başına kadar askerî nesneler ve silahlar, 19. yüzyıl ortasından sonra askerî olay ve şahsiyetlere göre yapılmıştır. Eldem, askerî müzelerde dramatik ve duygulara hitap eden temsillerin bir gereklilik olduğunun bilincindedir. Şark Eserleri Müzesi’nde görüldüğü gibi dramatik dolaşım şemaları kurgulamak ve sergi nesnelerini belli bir senaryoya göre yerleştirmek mimari yaklaşımıdır. Askerî Müze’de de yeni ekte ve eski binanın elverdiği kadarıyla üç boyutlu görsel ilişkiler oluşturur. Kimi eski koridorlar iki katlı boşluklara dönüştürülür. Üçgen çıkmalar iki katlı boşluklara uzanır. Merdivenler dolaşımın ötesinde deneyime ve görselliğe dayalı üç boyutlu mekânlardır. (Resim 9, 10) Asıl özgün olan ise dolaşım senaryosu üzerinde belli aralıklarla yerleştirilen askerî ve tarihî mizansenlerdir.21 12. Otağ Salonu 13. Mehter Salonu, avlu kapısı açıkken Padişah çadırının kurulduğu yeri, Anma Duvarı (ya da Şehitler Duvarı) bordo mermer hendeğiyle bir sur duvarının ya da kuşatmanın mizansenidir. Açık havada çalmak üzere oluşmuş Osmanlı askerî musikisinin mizanseni olarak Mehter Salonu vardır. Burası Otağ Salonu gibi bir iç-dış mekândır. Doğal ışık, küçük avlu tarafında pencerelerden, yüksek tavanda akustik panel ahşap kesitlerin arasından dramatik biçimde içeriye süzülür. En vurucu tasarım öğesi sahnenin arka duvarı, açıldığında avluyu içeri alan, içeriyi dışarı uzatan kayar cephe düzeneğidir. (Resim 13) Mehter alayı gösteri mekânına sağdaki rampalardan bir o yöne, bir bu yöne dönerek iner. Sahnede hilal düzeninde gösterilerine başlar, sonrasında sahne cephesi kayarak açılır ve orta avlu gözler önüne serilir. Mehter bu açıklıktan avlu içine geçer ve gösterilerine orada devam eder. Bu sırada müzeyi gezen seyirciler de avluya çıkarak gösteriyi izleyebilir. Otağ ve sancaklar kısmının üst katındaki ziyaretçiler dış cephe üzerindeki rampaları kullanabilir. Belki de Cumhuriyet Caddesi’nden geçenler de locanın açıklığından mehter alayını duyabilir. Mehterin müzenin içine bir ses ve gösteri öğesi olarak katılması fikri özgündür. Günümüzde sadece müze kapanma saatine yakın tek bir gösteri haline gelen mehter alayı ile sergiler arasındaki ilişki ne yazık ki zayıflamıştır. Halihazırda özgün dolaşım şeması zedelendiği için bir bakışta anlaması kolay olmayan müze dolaşım şemasını bir bütün tur olarak anımsatmak yerinde olur. Kalıcı sergi kuzeydeki ilk avlu çeperindeki mekânları birleştiren geniş açıklıklı hollerden başlar. İnce uzun doğu kolu boyunca avlu koridoruna paralel olarak birbirine açılan sergi salonları uzanır. Bu kolun ortasında Mustafa Kemal’in okuduğu sınıfın temsili vardır. Güneydeki küçük avlu çeperinde Mehter Salonu altına inşa edilmiş kademeli Top Salonu’na ulaşılır. Salonun sonunda Kültür Sitesi ve Müze MİMARLIK 411 45 14. Sancak Salonu üstündeki ışıklıklar 15. Galeriden Anı Duvarı 16. Işıklık ve vitrin arasında, aynı zamanda Mehter Salonunun holü olarak çalışan, merdivenlerle bağlanmış kademeli bir hole gelinir. Müze kafesi, cadde üzerindeki loca ve avluya bağlantı vardır. Mehter Salonu yapılırken orijinali yıkılmış olan Harbiye Hamamı rekonstrüksüyonu da burada yer alır. Merdivenlerden cadde tarafındaki 46 MİMARLIK 411 Ek Yapı’nın ilk sergi katına gelinir. Bu kat aslında cadde ve avlu arasında görsel olarak geçirgendir. Yüksek kottaki alçak tavanlı sergi salonunundan kademeli olarak inilerek Sancaklar Salonu’na oradan da Otağ Salonu tarafına geçilir. Otağ Salonu alt kotunda avluya bakan pencerelerle çevrelenmiş devasa kübik bir iç-dış mekândır. Kenarlarında sabit oturma yerleri tasarlanmıştır. Yeni kolun üst katına salon içindeki merdivenden çıkılır. Aşağıdaki sergilerle galeri şeklinde görsel ilişkileri olan üst kat yüksek tavan ışıklıklarıyla aydınlatılmış dış duvarları neredeyse tamamen sağır bir dizi holden oluşur. (Resim 14) Otağ Salonu tarafından güney koluna doğru basamaklar halinde yükselen ve daralan bu mekânlar ek yapının ölçeğini tekrar izi korunan eski binaya bağlar. Güney kolunda Mehter Salonunu çevreleyen ve Kültür Sitesi’yle kesişen sergi odalarından geçilerek doğu kolunun üst katına geçilir. Burada Osmanlı’nın son dönemine odaklanan bir dizi sergi odaları vardır. Kuzeyde eski yapı izleri içinde geniş sergi hollerinden Cumhuriyet dönemi salonlarına gelinir. Köşede eski yuvarlak merdivenlerin mermerden yapılmış heykelsi bir yorumu olan dikey dolaşımdan alt kata inilir. Avludaki pencerelerden Çadır Salonu’nun kitlesiyle arada topların sergilendiği avluya bakış vardır. Buradan sağa dönüldüğünde iki kat yüksekliğinde Anı Duvarı’nın kenarına gelinir. Farklı dillerde barışı kutsayan bu rölyef duvarı da tamamen Eldem’in tasarımıdır. (Resim 15) Müze bu mizansen ile başladığı yerde sonlanır. Eski Harbiye binasının strüktürel sisteminin ne şekilde dönüştürüldüğü başlı başına bir konudur. İlk katta kirişler betonarme nervür döşemelerle değiştirilir. Beton kirişlemeler sadece yapısal bir öğe değildir, aynı zamanda estetiktir. Geçiş yerleri ve kapı noktaları kare içinde çapraz kirişlerle vurgulanır (aynı desen yerde mermer döşemede de tekrarlanır). Kiriş kesitleri pencere kenarlarında da farklılaşır. Eski bina duvarlarının tamamen korunduğu yerlerde tavan kirişlerini taşıyan kolon dizileri yerleştirilmiştir. Nezih Eldem’in proje çizimlerinden anlaşıldığı kadarıyla birçok alanda duvarlar içine kolonlar yerleştirilirken bu yüzeyler briketle tamamen yenilenir. Askerî Müze’de eski bina elemanlarının birçoğu, kapılar gibi baştan yapılır. Üst katların ahşap kirişler altındaki özgün çatı yapısı, aşağıdaki sergi mekânlarını doğal ışıkla aydınlatmak üzere tavan ışıklıkları ile baştan tasarlanır. Geniş açıklıklı yerlerde çelik kafes, kimi dar yerlerde betonarme kirişler kullanılır. Işık tavanları sistemi ve tasarımı müzecilik tarihi açısından başlı başına kayda değerdir. (Resim 15) 19. yüzyıl müzelerinde ışık tavanlarının iç cephesi ön plana çıkmayacak şekilde düzdür. Modernist müzelerde dışa vurulan ışık tavanları vardır ama bir ışıklık manzumesi olarak Harbiye Askerî Müze’deki boyutta bir çeşitlenmeyi bulmak zordur.22 Bu tavanlar vitrinlerle bütünleştirilmek üzere ahşap kaplama yüzeyler halinde yapılır. Kimi kesitlerde ışıklık ve vitrin bağlantılıdır. Çadırların bulunduğu kolda ışıklıkların iç yüzeylerinde gerilmiş tekstil kullanılmıştır. Değinilmese olmaz bir diğer tasarım nesnesi de sancak vitrinleridir. 1970’lerin bilim kurgu filmlerine yakışır bu sergileme üniteleri, gününün müzecilik anlayışına göre yatık sergilenmesi gereken tekstil objeler olarak sancakların her iki yüzündeki desen ve işaretleri göstermek üzere aynalı bir düzenekle tasarlanmıştır. Asaduryan Matbaası, İstanbul, 1894 (1310). Askerî Hastane’nin planı 184445 Mühendishane Haritası’nda tek avlulu haliyle vardır. 1847’de açılışından sonraki hali 1851 Moltke Şehir Planı üzerinde bulunur. 1878-79 (1296) tarihli Askerî Müze ve Kültür Sitesi eskisi ve yenisiyle, korunan ve baştan yapılan kısımlarıyla Nezih Eldem’in tasarımıdır. Bu öyle boyutta bir dönüşümdür ki, eski Harbiye Mektebi de artık Eldem’in Harbiye’sidir. Eldem’in güçlü akademik mimar kimliğiyle sonuna kadar uygulama imkânı bulmuş 1960-70’lerin müzecilik anlayışını temsil eden bu yapı, Türkiye mimarlık tarihi açısından ender bütüncül mimarlık eserlerindendir. Bir başka modernist Nezih Eldem’in tasarım anlayışı detaycı, dramatik ve katidir. Onun modernizmi hem 1940’ların rasyonel akademik mimarlığının malzeme ve detay bilgisine, hem de 1950’ler ve 1960’ların deneysel ve eleştirel mimari heyecanına sahiptir. Mekteb-i Harbiye planında 1863 sonrası hâli çatı planı olarak çizilmiştir; bakınız, Koçak, Yaşar; Ademoğlu, Abdullah; Beşli, Atilla; Akçay, N. Yasemin; Eraslan, Zekiye, Sultan II. Abdülhamid Devri İstanbul Harita ve Planlarında İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Kültür A.Ş.) Yayınları, İstanbul, 2013. 1891-93 yılları sonrası görüntüleri plan ve görüntüleri bir albüm halinde Phebus Stüdyosu (Bagos Tarkulyan) tarafından Sultan Abdülhamid’e sunulmuştur. Bu albüme Library of Congress dijital arşivlerinden ulaşılabilir; LOT 9513. 7. Bilsel, F. Cânâ; Pinon, Pierre, 2010, İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması, İstanbul Araştırmaları Merkezi, İstanbul. Özler, Şener, Cumhuriyet Dönemi İstanbul Planlama Raporları, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul. 8. Tüfekçioğlu, Kemal, “Tarih Olan Bu Askerî Yapı Kurtarılmalı”, SALT Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği, Taha Toros arşivi. 9. Eldem, Nezih, 1991, “Kimse Bana Nereden Biliyorsun Diyemedi”, Arrademento Dekorasyon, sayı:27, ss.84-89. Osmanoğlu İlmen, 2008, s.47. Günümüz müzecilik anlayışı Eldem’inki gibi bütüncül müze tasarımlarını esnek olmamak ve değişime olanak vermemek açısından eleştirir. Zira en eski müzelerin bile değerli eserlerin zarfı olarak zamanı geldiğinde dönüştürülmesi gerekmektedir. Bütüncül mimarlık yaklaşımıyla tasarlanmış bir müzenin en büyük çelişkisi müdahaleye kapalılık sebebiyle kendi varlığını zorluğa düşürmesidir. Eski Harbiye’ye eklenen ve onu dönüştüren Nezih Eldem’in müzesi şimdi kendisi korunması gereken bir eski yapı vasfını kazanmıştır. Koleksiyonun ve müze mekânının korunmasını, Hoca’nın kendi sözleri hatırlanırsa, bir kez daha eski ve yeni arasındaki uzlaşma belirleyecektir. 10. Eldem, Askerî Müze tamamlandıktan sonra müze tasarım yaklaşımı üzerine Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe Esatcan Çoşkun tarafından 2019 yılında çekilmiştir. 13. Eldem, Nezih, 1992, “Müze ve Müze Mimarisi Üzerine”, Tasarım, sayı:30, NOTLAR 1. Eldem’in kendi yazdıkları dışında, Nezih Eldem mimarlığı üzerine en kapsamlı çalışma, Canan Osmanağaoğlu İlmen’in, Zeynep Kuban danışmanlığında yazdığı yüksek lisans tezidir: Osmanağaoğlu İlmen, Canan, 2008, Tasarımları ve Eğitimciliği Işığında Nezih Eldem’in Mimarlık Anlayışı, İTÜ FBE, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul. 2. Harbiye Askerî Müze çağrılı proje yarışması olarak düzenlenmiştir. Turgut Cansever, Doğan Tekeli- Sami Sisa’nın aralarında yer aldığı mimarlar katılmıştır. Jüri üyeleri: Urarit İzgi, Asım Mutlu, Arman Güran, Vahit Erhan, Doruk Pamir ve Bilgin Uygur’dan oluşmuştur. Haberler, 1967, “Askerî Müze Yarışması Kollegyumu”, Mimarlık, sayı:10, s.2. İnşaat iki ana aşamada gerçekleşir. Birinci aşamada (1972-78) yeni yapı ve mehter salonu, ikinci aşamada (1984-1991) eski binanın yenilenen kısımları inşa edilmiştir. 3. Okuduğunuz yazı halihazırda devam eden, mimarlık tarihi ve müzecilik konusunda danışman olarak ekibinde yer aldığım Harbiye Askerî Müze restorasyon projesi kapsamında yerinde ve belgeler üzerinde yaptığımız incelemelere dayanmaktadır. 4. Askerî yapılarda ahşap döşeme sisteminin korunması konusunda ayrıksı bir örnek Paris’te Fransız Genelkurmay Komutanlığı ve Askerî Müze olarak işlev gören Les Invalides’dir. 5. Çiftçi, Aynur, 2008, “19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Askerî Mimari ve İstanbul’da İnşa Edilen Askerî Yapılar”, İTÜ FBE, yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul, cilt:2. Çiftçi’nin envanterine göre günümüz İstanbul’unda özgün strüktür sistemi korunmuş bir karakol dışında hiçbir Osmanlı askerî yapı yoktur. Eski Harbiye Nezareti’nin İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmesinde Ekrem Hakkı Ayverdi bezemeli tavanları askıya alarak ahşap kirişlemeleri değiştirmiştir ve plan kurgusunu korumuştur. 6. Harbiye Mektebi’nin 1890’lara kadar olan tarihî Mehmed Esad Bey’in kitabında anlatılır; Mehmed Esad, Mir’ât-ı Mekteb-i Harbiye, Artin genel değerlendirme için bakınız, Osmanağaoğlu İlmen, 2008, ss.42-46. çeşitli yayınlarında da pratikte yaptığını anlatıma döker, bu yazılarının tam dökümü için bkz: Osmanağaoğlu İlmen, 2008, s.92. 11. 1952-53 yıllarında Milano’da Gio Ponti’nin yanında çalışmıştır. Gio Ponti döneminin en önemli ve sıradışı İtalyan mimarlarındandır. Yapıları dışında iç mekân, mobilya, eşya ve nesne tasarımları vardır. Ponti’nin Askerî Müze benzeri dönüştürme projeleri Padova Üniversitesi için yaptığı ek yapılardır, Liviano Binası (1938) ve Palazzo del Po (1940); Ponti, Lisa Licitra, 1990, Gio Ponti: The Complete Works (1923-1978), Thames and Hudson, Londra, ss.92-93, ss.116-117. 12. Sibel Bozdoğan ve Esra Akcan 1960’ların Türkiye modern mimarlığı için “revisionist” (tashihçi) akımlar kavramını kullanırlar, bu kapsamda Nezih Eldem’in mimarlığı ile ilgili bir değerlendirmeleri bulunmamaktadır: Akcan, Esra; Bozdoğan, Sibel, Turkey: Modern Architectures in History, 2012, Reaktion Books, Londra, ss.175-189. ss.108-113. 14. Eski Şark Eserleri Müzesi projesi 1964-74 yılları arasında gerçekleştirilmiştir, 15. Eldem, 1991, s.87. 16. Mimarlık tarihçisi Elvan Altan’a bu projenin belgelerini ve Tekeli’nin Askerî Müze ilgili görüşlerini sağladığı için teşekkür ederim. Tekeli, Doğan; Sisa, Sami, 1974, Projeler - Uygulamalar - Architectural Works 1954-1974, Apa Ofset, İstanbul, ss.28-31. 17. Yapının, özellikle cadde cephesi hakkında eleştriler için bakınız, Osmanağaoğlu İlmen, 2008, ss.51-52. 18. ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi)’un silah ve askerî tarih koleksiyon ve müzeleri konusunda özelleşmiş ICOMAM adıyla ayrı bir uluslararası komitesi vardır. 19. 18. yüzyıl öncesinde Aya İrini Topkapı Sarayı’nın Cebehane Anbarı olarak kullanılır. Aya İrini askerî tarihi için bakınız: Muhtar (Alus), Sermet, 1920 (1338), Topkapı Sarayı Hümayunı Meydanında Kain Müze-i Askeri-i Osmani Züevvarına Mahsus Rehber, Necm-i İstiklal Matbaası, İstanbul, cilt:2. Shaw, Wendy, 2004, Osmanlı Müzeciliği: Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin Görselleştirilmesi, İletişim Yayınları, İstanbul. 20. Aslında Nezih Eldem koleksiyon sergisini bir kez de depolandığı eski Harbiye Jimnastikhane binasını geçici olarak sergi binasına dönüştürdüğünde kurar. Bu geçici müzenin saçak yapısı da Eldem’in projesidir. 21. Nezih Eldem “mis-en scène” kelimesini kendi proje raporunda Mehter Salonu’nu anlatmak için kullanır, SALT Araştırma yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi. 22. Genel olarak doğal müze aydınlatması için, bakınız: Müller, Helmut F.O.; Schmitz, Hans Jürgen, “Lighting Design in Museums”, 2004, Museum Buildings: A Design Manual, (ed.) Paul von Naredi-Rainer, Birkhauser, Basel, ss.52-61. MİMARLIK 411 47 KENTSEL PLANLAMA Menkulleştirilen Bir Kentten Kalan Notlar: Yusufeli Ersin Türk, Aygün Erdoğan 2012’de Çoruh Nehri üzerinde inşaatına başlanan Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santrali projesinin tamamlanmasının ardından ilçe merkezinin tamamı ile köylerin, tarım alanlarının ve tarihî eserlerin bir bölümü sular altında kalıyor olacak. Kentsel ve kırsal coğrafyanın derin bir değişime uğradığı Yusufeli’ni inceleyen yazarlar, önümüzdeki birkaç yıl içinde yeni yerine taşınacak olan ilçe merkezinin mekânsal karakterini kayıt altına almayı amaçlıyor. YUSUFELİ İLÇESİ Artvin il sınırları içinde yer alan Yusufeli ilçesi, kuzeyde Artvin’in Merkez, Arhavi ve Murgul ilçelerine, güneyde Erzurum’un Tortum, Uzundere ve İspir ilçelerine, doğuda Erzurum’un Olur ve Oltu ilçelerine, batıda Rize’nin Çamlıhemşin ve Ardeşen ilçelerine komşudur. Artvin-İspir karayolu üzerinde yer alan ve denizden yüksekliği 560 m olan ilçe merkezinin Artvin il merkezine uzaklığı 80 km’dir. İlçe, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer almasına rağmen bölgesel ölçekteki ihtiyaçlarını genellikle Erzurum’dan karşılamaktadır. Ersin Türk Doç. Dr., KTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Aygün Erdoğan Doç. Dr., KTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü 1. Yusufeli İlçesinin konumu ve Çoruh Vadisi Önemli Doğa Alanı (ÖDA) 48 MİMARLIK 411 Yusufeli ilçesi coğrafi olarak oldukça dağlık ve engebeli bir topografyaya sahiptir. (Resim 2-4) Yerleşmeler çoğunlukla, vadi tabanlarındaki düzlükler ve hafif yamaçlı alanlara kurulmuştur. İklimi ziraat ve hayvancılık için elverişlidir. Ancak, ekilebilir alan ve düzlüklerin oldukça kıt ve yetersiz oluşu, yöre insanının çok zor ve ağır şartlarda geçimlerini temin etmelerine ve yaşamalarına neden olmaktadır. Sebze ve meyve dikilen tarım alanları büyük bir çaba ve emek harcanarak; taşlık alanlara duvarlar örülmek ve insan ya da hayvan gücü ile toprak taşımak suretiyle oluşturulmuş küçük yüzölçümlü alanlardır. Bu özelliğiyle yörede toprak, menkul ya da “taşınır mal”2 olarak görülmektedir. İlçede sanayi tesislerinin bulunmayışı, ekilebilir tarım alanlarının oldukça kısıtlı oluşu ve istihdam olanaklarının yok denecek kadar az oluşu, 1970’li yıllardan sonra Yusufeli halkının büyükşehirlere ve yurtdışına göç etmesine neden olmuştur. Günümüzde ilçede, memurların çalıştığı kamu kurumları, küçük ölçekli ve aile işletmeciliğine dayanan hizmetler sektöründe faaliyet gösteren işletmeler ve tarımsal faaliyetler istihdam sağlayan üç temel sektördür.3 Yusufeli ilçesinin de içinde yer aldığı Çoruh Vadisi, verimli topraklara ve zengin maden yataklarına sahip olduğundan, tarihte birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.4 Özellikle Gürcistan prenslerinin hüküm sürdüğü 9. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasında bölgede birçok kilise ve manastır inşa edilmiştir.5 Yusufeli’nde günümüze kadar gelen tarihi eserler; Dört Kilise (Othta Ecclesia) Manastırı ve Kalesi (Tekkale köyü), Parhal (Parhali) Manastırı (Altıparmak Köyü), İşhan (İşhani) Kaynak: Konum haritaları: BaşarSoft CBS altlık verileri ÖDA haritası: Kurt, Bahtiyar, 2006, “Çoruh Vadisi”, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları, (ed.) Güven Eken, Murat Bozdoğan, Süreyya İsfendiyaroğlu, Dicle Tuba Kılıç, Yıldıray Lise, Doğa Derneği, Ankara, cilt:6, ss.227. Yusufeli, kendine has mikroklimasıyla dünya ölçeğinde nesli tehlike altında olan birçok endemik canlı türünü içinde barındıran, zengin bir biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapan Çoruh Vadisi Önemli Doğa Alanı’nın yaklaşık orta noktasında bulunmaktadır. (Resim 1) Çok sayıda kaynak sularına ve bereketli topraklara sahip ilçede, muz ve turunçgiller hariç Anadolu’nun neredeyse tüm meyveleri (zeytin, incir, hurma, nar, limon vb.) yetişmektedir.1 Manastırı, Esbeki Manastırı, Kılıçkaya Cami ve Kalesi, Öğdem Cami ve Kalesi, Yaylalar Cami, Esendal Cami ve Kalesi, Bakırtepe Cami, İnanlı Cami, Demirkent Cami, Köprügören Kalesi I-II, Çevreli (Peterek) Köyü Kalesi, Konak Hamamı ve Yaylalar Köprüsü’dür.6 Yöre dışında yaşayan Yusufelililer, genelde yaz tatillerini ilçeye gelerek kendi köy, mezra veya yaylalarında geçirmektedir. İlçede yaz mevsiminde karakucak, boğa güreşi, gibi yayla şenlikleri de içeren sosyal etkinlikler Yusufeli kimliğinin sürdürülmesinde önemlidir.7 Bu çalışmaya temel oluşturan, farklı zamanlardaki alan gezileri sırasında; yerel halkın, kısıtlı iş imkânlarına ve sosyal donatılara erişim zorluklarına karşın yerleşimin yukarıda sıralanan doğal, kültürel, sosyo-ekonomik ve mekânsal nitelikleri itibariyle genel olarak Yusufeli’nde yaşamaktan memnun olduğu izlenimi edinilmiştir. YUSUFELİ BARAJ VE HES PROJESİ İLE YENİ YERLEŞİM ALANI 2. Yusufeli ilçe merkezi ve yer aldığı coğrafya Mülga Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından 1960’lı yıllarda “Çoruh Nehri Master Planı” çalışması başlatılmış ve 1982 yılında tamamlanmıştır. Bu plana göre Bayburt’tan başlayan ve Gürcistan sınırına kadar devam eden Çoruh ana nehri üzerinde entegre basamak şeklinde toplam 10 baraj ve HES projelendirilmiştir. Muratlı, Borçka, Deriner, Artvin ve Yusufeli Baraj ve HES projelerine ait “yapılabilirlik raporları” 1986 yılında, bunlara ait “kesin projeler” ise 1990 ve 1991 yıllarında tamamlanmıştır.8 Bu barajlardan Muratlı Barajı 2005, Borçka Barajı 2007, Deriner Barajı 2013 yılında işletmeye alınmıştır.9 Yusufeli ve Deriner baraj ve HES’leri fiziksel boyut ve üretim kapasitesi açısından Türkiye’de ve hatta dünyada ilk sıralarda yer almaktadır.10 Yusufeli baraj ve HES’i, tamamlandığında temelden 270 m yüksekliği ile çift eğrilikli beton kemer kategorisinde dünyanın üçüncü yüksek barajı olacaktır.11 İnşaatına 2012 yılında başlanan Yusufeli Baraj ve HES’i DSİ Genel Müdürlüğü’nce Çoruh Nehri ile onun en büyük kollarından olan Oltu Çayı birleşiminin 800 m kuzeydoğusunda, Yusufeli ilçe merkezinin 10 km doğusunda, Artvin il merkezinin yaklaşık 40 km güneybatısında projelendirilmiştir. Yakın bir gelecekte ilçe merkezinin tamamı ile köylerinin, tarım alanlarının ve tarihî eserlerinin bir kısmı baraj suları altında kalacaktır. Nüfusu giderek azalan Yusufeli ilçesinin, 2007 ve 2017 yıllarına ait toplam ve kent nüfusları sırasıyla; 22945 ile 6085 ve 20218 ile 7735’tir.12 2007 yılında hazırlanan bir rapora13 göre, bu yılın toplam nüfusunun % 30’u tamamen (ilçe merkezi ve 3 köyün toplam 23 mahallesi), % 40’ı ise (14 köyün 29 mahallesi) kısmen baraj ve HES’ten etkilenmektedir. (Resim 3) Baraj göleti ile vadi tabanındaki en verimli tarım toprakları sular altında kalmaktadır. Bu nedenle yörenin en önemli gelir kaynağını oluşturan seracılık, çeltik tarımı, sebze ve meyve üretimi büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.14 Çoruh Vadisi’ndeki tarihî eserlerin bir kısmı da gölet alanından etkilenmektedir. Tekkale Köyü’ndeki Dörtkilise Manastırı ve Kalesi tamamen su altında kalarak, Çevreli (Peterek) Köyü Kalesi ise, gölet içinde ada konumunda kalarak kısmen etkilenmektedir.15 3. Çoruh Vadisi Yusufeli kesimindeki köy yerleşimlerinden bazıları Geçmişte Artvin il merkezinden Yusufeli ilçe merkezine Çoruh Nehri’ne paralel, vadi tabanında dar bir yoldan ulaşılmaktaydı. Çoruh Nehri üzerinde birbirinin peşi sıra projelendirilen ve inşa edilen barajlar sonrasında eski karayolu baraj göletleri altında kalmıştır. Bugün il merkezinden ilçe merkezine toplamda yüz kadar tünel ve viyadükten geçilerek ulaşılmaktadır. 1879 yılında ilk ilçe teşkilatı kurulan Yusufeli, gelişmeye müsait arazinin kıt olması, ekonomik güçlükler, göç, ulaşım sorunları, idari sınırlardaki değişiklikler gibi nedenlerle beş kez yer değiştirmiştir.16 İlk olarak Kiskim adıyla, 1879 yılında Alanbaşı Köyü’nde kurulmuş olan ilçe (kaza) merkezinin adı 1912 yılında Yusufeli olarak değiştirilmiş ve 1950 yılında çıkarılan kanunla bugünkü yerine taşınmıştır.17 Mevcut ilçe merkezinin yer seçiminde; ulaşım kolaylığı, topoğrafik durum, su temini kolaylığı ve tarım toprakları belirleyici olmuştur.18 Yerleşimin farklı nedenlerle adeta menkul / taşınır bir varlık gibi sürekli yer MİMARLIK 411 49 (Alttaki görsel) Kaynak: “Yusufeli Barajı ve Yeni Yerleşim Yeri”, facebook.comYusufeliBaraji YeniYerlesimYeri/photos/rpp. 136880203128644/137040713112593/?type=3&theater [Erişim: 24.09.2017] projelendirme çalışmaları tamamlanmış, altyapı ve üstyapı inşaatlarına başlanmıştır. Ancak bu seferki yer değişikliğinde diğerlerinden farklı olarak, önceki yer değişikliklerinde mevcut olan bir köyün statüsü değiştirilerek ilçe merkezi olmuş, fakat bu sefer boş bir dağlık alan yeni yerleşim yeri olarak belirlenmiştir. (Resim 4) 4. Yusufeli yeni yerleşim yeri (yeşil çizgi 720 m’deki baraj maksimum su kotu ile yeni yerleşim yeri alt kot sınırını, sarı çizgi ise 720-950 m arasındaki yeni yerleşim yerinin maksimum üst kot sınırını göstermektedir) 5. Yusufeli yeni yerleşim yerinde inşaatlarına başlanan binalar Kaynak: DSİ 26. Bölge Müdürlüğü’nün 2017 tarihli ve “Yusufeli Barajı ve Yeni Yerleşim Yeri” başlıklı sosyal medya paylaşımı, facebook.com/DSI.26.Bolge.Mudurlugu/photos/a.957037237776779/957037314443438/?type=3&theater [Erişim: 24.09.2017] değiştirmesi, günümüzdeyse Yusufeli Barajı nedeniyle altıncı yer değişikliğini yaşayacak olması; kentin 140 yıllık tarihindeki tüm kuşakların ortak sorunu olagelmiştir. Bu son yer değişikliği için planlama ve 50 MİMARLIK 411 25 Nisan 2006 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Yusufeli ilçe merkezinin yeni yerleşim yerinin Yansıtıcılar ve Sakut Mevki olmasına ve bu alanın acele kamulaştırılmasına,19 2008 yılında çıkarılan 5753 sayılı Kanun ile de Yusufeli ilçe merkezinin bu mevkiye nakline karar verilmiştir.20 720-950 m kotları arasında, mevcut Yusufeli ilçe merkezinin 800 m güneybatısında konumlu Yusufeli yeni yerleşim yeri arazisinin tamamı kamu mülkiyetinde ve 354 ha büyüklüğündedir. Seçilen alan dağlık ve oldukça engebeli bir araziye sahiptir. İmar planlarına esas jeolojik-jeoteknik etüt raporuna göre; alanın tamamında “kaya düşmesi” ve “heyelan” risklerinden en az bir tanesi var olduğundan alan bütününde jeolojik-jeoteknik açıdan “yerleşime uygun” alan yoktur. Alanın 46 hektarı “önlem alınabilecek nitelikte kaya düşmesi sorunlu alanlar [Önlemli alan (ÖA-2.2)]”, 24 hektarı “önlem alınabilecek nitelikte heyelan ve kaya düşmesi (kompleks hareketler) sorunlu alanlar [Önlemli alanlar (ÖA-2.3)]” kapsamında değerlendirilerek, 70 hektarı önlemli yerleşime uygun alan olarak belirlenmiştir. Önlemli alanlar birbirinden kopuk üç bölgede toplanmaktadır.21 Eğim açısından yerleşime uygun kabul % 0-30 eğimli alan 26,9 hektar büyüklüğünde olup alanın sadece % 7,9’unu oluşturmaktadır. Yeni ilçe merkezinin; imar planları onaylanmış, teknik altyapı çalışmaları (arazi düzleştirme, yol, su vb.) belirli bir oranda tamamlanmış, bir bölgesinde konut ve sosyal donatı alanlarının inşası TOKİ tarafından ihale edilmiş ve inşaatlara başlanmıştır. (Resim 5) Türk ve Erkan’ın Yusufeli yeni ilçe merkezinin yer seçimi, planlama, projelendirme ve inşa sürecini eleştirel içerik analizine tabi tuttukları çalışmalarında belirttikleri üzere: “tespit ve bulgular, teknik işlerin uzman mesleklerden oluşan ekiplerce hazırlanmadığı; alternatif olma niteliğine sahip olmayan alanların alternatif olarak sunulduğu; alternatif belirleme ve eleme aşamalarının öznel değerlendirmelere ve yönlendirmelere dayandığı; uygun olmayan arazide hazırlanan imar planlarının planlama esas ve ilkelerini aşındırdığı; imalatların imar planlarından bağımsız yürütüldüğü; yerel halkın mevcut yaşam biçiminden farklı bir mekân kurgusu sunduğunu göstermektedir. Kritik aşamalardaki yanlışlar, planlamada risk ve felaket yazınında yer alan uyarıların somut karşılığı olarak, çıkarılması gereken derslere işaret etmektedir. Baraj veya başka nedenlerle zorunlu yeniden yerleştirmelerin gündemden düşmeyeceği göz önüne alındığında, yaşanmış/yaşanmakta olan yer seçim, planlama, uygulama deneyimlerinin eleştirel değerlendirmesinin zorunlu olduğu görülmektedir.”22 2014 yılı Eylül ayında Yusufeli kent merkezinde düzenlenen “Geleceğin İnşası Adına II. Yusufeli Sempozyumu”nda yeni yerleşim alanı hakkındaki tartışmalarda; yerel Kaynak: KTÜ ŞBP 4. Sınıf öğrencilerinin 2016-2017 güz dönemi bitirme tezi alan çalışmaları üzerinde yazarların revizyonu halkın, Yusufeli Barajı ve HES projesinin önemli ve gerekli bir yatırım olduğuna inandığı, uzun yıllardır yaşadıkları yerin baraj suları altında kalmasına gönüllerinin razı olmadığı ancak buna zorunlu olduklarının farkında oldukları ve ilçenin yeni yerleşim yerine taşınmasını kabullendikleri gözlenmiştir. Buna göre, Yusufelililer bu durumu bir fedakârlık olarak görmekte ve bunun karşılığında devletin de, kamulaştırma bedellerini yüksek tutması ve en kısa sürede ödemesini, örnek bir yeni ilçe merkezi inşa etmesini ve böylelikle mağduriyetlerinin giderilmesini beklemektedir. Diğer taraftan, kamulaştırma bedellerini alan bir kısım Yusufelililerin başka yere temelli göçeceği yönde endişeler de gündeme gelmiştir. YUSUFELİ KENTSEL YERLEŞİMİ MEKÂNSAL ÖZELLİKLERİ 6. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşimi arazi kullanımı Kaynak: KTÜ ŞBP 4. sınıf öğrencilerinin 2016-2017 güz dönemi bitirme tezi alan çalışmaları üzerinde yazarların revizyonu sonrası hesaplamalar Bu çalışma ile önümüzdeki birkaç yıl içinde baraj suları altında kalacak özgün bir coğrafyada yer alan ilçe merkezinin mekânsal karakterini kayıt altına almak amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, takip eden bölümlerde sırasıyla ilçe merkezinin mevcut mekânsal özellikleri ve yürürlükteki imar planı sayısal veriler de kullanılarak; arazi kullanımı, yapı kullanımı ve kat adetleri ve yürürlükteki imar planı başlıkları altında irdelenmektedir. Bu amaçla kullanılan temel mekânsal verilerin bir bölümü; Karadeniz Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü 4. sınıf öğrencilerinin 2016-2017 öğretim yılı güz döneminde bitirme tezleri için Yusufeli ilçe merkezini konu alan çalışmalarından elde edilmiştir. Öğrenciler alan çalışması kapsamında Yusufeli kent merkezinde yaptıkları tespit ve analizleri, sonradan haritalandırarak raporlamışlardır. Hazırlanan haritalardan arazi kullanımı ile bina kullanımı ve kat adedi haritaları yazarlar tarafından revize edilerek arazi kullanım tablosu güncellenmiş, ayrıca kentin yürürlükteki imar planı da coğrafi bilgi sistemi ortamına aktarılmıştır. Arazi Kullanımı Yusufeli kent merkezi, Çoruh Nehri ile Barhal Çayı’nın birleştiği noktada, çayın sağ ve sol sahilindeki düzlük ve hafif yamaçlık alanlara kurulmuştur. Bu çayın doğusunda ve batısında dağlar birdenbire yükseldiğinden kent, bu iki dağ arasında vadi tabanında kuzey-güney yönünde doğrusal şekilde genişlemiştir. (Resim 2-4) Başka deyişle, mevcut kentsel alan Barhal Çayı’na paralel sokaklar ve ızgara dokuda yapı adaları şeklinde gelişmiştir. Bu yapılanma biçimi hem konut yapı adalarında hem de ticaret akslarında gözlenmektedir. Kentin en önemli aksı, çaya paralel konumlu İnönü Caddesi olup ticari yapılar, idari tesisler ve kentsel sosyal altyapı alanları bu aks üzerinde yer almaktadır. Doğrusal makro-formdaki kentin kuzey ve güneyi arasındaki mesafe yaklaşık bir kilometre olup kent, yaya erişimini oldukça kolaylaştıran düze yakın bir topoğrafyaya sahiptir. Kentin çeper alanları kırsal nitelikli olup bu alanlarda bahçeler ve bu bahçeler içinde az katlı yapılar yer almaktadır. Mevcut yapıların büyük bir kısmı konut olarak kullanılmakla birlikte, bütünde karma kullanımların oluşu ve kolay erişebilirliği kentin temel özelliklerindendir. Merkezin güneydoğusundaki Ahalt ve güneybatısındaki Kazım Karabekir Mahalleleri ile Barhal Çayı’nın kuzey 7. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşimi arazi kullanımı alansal dağılımları kesiminin sağ ve sol sahillerindeki az eğimli alanlar bağ-bahçe olarak kullanılmaktadır. (Resim 5-9) 2016 yılı itibariyle kentte; 491 konut, 140 konut altı ticaret, 4 konut altı hizmet kullanımlı bina, 3 cami,1 yüksekokul, 4 lise, 2 ortaokul, 4 ilkokul, 2 anaokulu, 1 halk eğitim merkezi, 1 hastane, 1 küçük sanayi sitesi, 4 otel, 1 pansiyon ve 1 müze olduğu tespit edilmiştir. Kentte tarımsal ve kentsel kullanımlar iç içe olup, bağ-bahçe alanları arazi kullanımında büyük bir orana sahiptir. (Resim 6, 7) Yapı Kullanımı ve Kat Adetleri Aynı dönemde kentteki yapıların kat sayısının 1 ile 10 arasında değiştiği ve bunların % 29’unun 1 katlı, % 30’unun 2 katlı, % 18’inin 3 katlı, % 10’unun 4 katlı, % 5’inin 5 katlı, % 5’inin 6 katlı ve % 3’ünün ise 7 kat ve üzeri olduğu gözlenmiştir. Bu bağlamda, kentte az katlı yapıların (1-3 katlı) yaygın olduğu ve toplamda % 77’lik bir paya sahip oldukları söylenebilir. Görece çok katlı binalar kentin merkez aksını oluşturan İnönü Caddesi’nde yer almaktadır. (Resim 10-12) MİMARLIK 411 51 Kaynak: Ersin Türk kişisel arşivi 9. Barhal Çayı kuzey kesimi sağ ve sol sahilindeki yapılar ve bahçeler Kaynak: KTÜ ŞBP 4. Sınıf öğrencilerinin 2016-2017 güz dönemi bitirme tezi alan çalışmaları üzerinde yazarların revizyonu 8. Barhal Çayı kuzey kesimi kent içi köprü geçişi ve yakın çevresi 11. Kentin ana aksını oluşturan İnönü Caddesi’nden kış görünümü 10. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşimi yapı kullanımı ve kat adetleri Yürürlükteki İmar Planı Yusufeli ilçesi kentsel yerleşimine ait 2004 yılı onaylı yürürlükteki revizyon ve ilave imar planında; kentin ana aksını oluşturan İnönü Caddesi 17 m en kesitinde taşıt yolu ve bu yolun çevresindeki yapı adaları ticari ve idari tesisler, çayın sağ ve sol sahilinde yapılaşmamış alanlar park, çayın batı sahil kısmında 10 m genişliğinde taşıt yolu ve bu yolun çevresindeki yapı adalarının bir kısmı yol boyu ticari yapılar bulunmaktadır. Çay ile nehrin birleştiği noktada Küçük Sanayi Sitesi (KSS), KSS’nin güneydoğusunda Artvin-Yusufeli yolu üzerinde devlet hastanesi, Ahalt ve Kazım Karabekir Mahalleleri’nin Çoruh Vadisi kenarındaki jeolojik ve jeoteknik açıdan yerleşime uygun olmayan alanlar heyelan alanı, bu heyelan alanının art bölgesi ise ön bahçesiz, ayrık nizam, 3 katlı konut alanıdır. Kent merkezinin kuzeyindeki çayın sol sahili dere boyunca süreklilik göstermeyen ve derinliği artan / azalan bir biçimde kamu ve özel mülkiyette olan korunacak bahçe olarak planlanmıştır. (Resim 13) Planın en dikkat çeken kararlarından biri, nüfusta 52 MİMARLIK 411 12. Kentin ana aksını oluşturan İnönü Caddesi’nden yaz görünümü önemli bir artış olmamasına karşın kentin çeperlerinde ihtiyaçtan fazla yeni gelişme konut alanları önermesidir. Ayrıca yukarıda adı geçen iki mahalle ile çayın kuzey kesimindeki sağ ve sol sahildeki az eğimli alanlar günümüzde bağ-bahçe olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda, yürürlükteki uygulama imar planında Barhal Çayı kenarındaki doğal ve tarımsal alanların kısmen korunduğu, buna karşın Çoruh Vadisi kenarındaki tarımsal ve doğal alanların korunmadığı anlaşılmaktadır. Özetle, yürürlükteki imar planının da bu haliyle yöre ekonomisini, yaşam kültürünü ve çevreyi bütünüyle korumadığı söylenebilir. SONUÇ Çoruh Nehri ve Barhal Çayı kıyısında konumlu Yusufeli ilçe merkezi ve yakın çevresinin, yakın gelecekte baraj suları altında kalması ve yeni merkezin yapay bir gölet kenarında çorak ve baş edilemez eğimli bir alanda kurulacak olması, Yusufelililerde uzun bir süredir derin bir belirsizliğe ve huzursuz- Türk ve Erkan’ın23 da vurguladığı üzere yeniden yerleştirmenin hiçbir aşamasında yerleşimin korunması / devam ettirilmesi gereken değerlerine yönelik bir kaygı taşınmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, yeni yerleşimin kurulacağı bu alanda fiziksel düzenlemeler yapılsa da, alanın coğrafi ve iklimsel özellikleri itibariyle mevcut yerleşimin yukarda sıralanan değerlerinin yaşatılması mümkün görülmemektedir. Kaynak: Yusufeli Belediyesi’nden edinilen imar planının CBS ortamına aktarılması luğa neden olmuştur. Doğası, iklimi, tarımı, kültürü ile farklı bir kimliğe sahip Yusufeli ilçe merkezi ile vadi içindeki köyleri tarih olacaktır. Bu merkezin ve yakın çevresinin korunması ya da devam ettirilmesi gereken değerleri genel olarak aşağıdaki şekilde özetlenebilir: • Doğal ve tarımsal: Özgün coğrafyası ve mikroklimasında barındırdığı endemik türleri de içeren zengin biyolojik çeşitlilik, sahip olduğu su ve toprak kaynakları ile zengin tarımsal çeşitlilik ve üretim, • Kültürel: Birçok uygarlığa ev sahipliği yapması nedeniyle kale, kilise, manastır, hamam, cami, köprü gibi birçok tarihi eser ile özgün birçok şenliklerle sürdürülen Yusufelililik kimliği, • Sosyo-ekonomik: Küçük ölçekli (bağ-bahçe) tarımsal üretimi ve aile işletmelerini de barındıran hizmet sektörüyle çeşitlenen istihdam yapısı, • Mekânsal: Vadi tabanında düz ve hafif yamaçlı alanlarda kurulu, doğrusal makro-formlu, kolay ve yaygın yaya erişimli, merkezde çok ve az katlı binalar ile karma arazi kullanımlarıyla çeşitlenen, kent merkezinde genellikle çok katlı, çeperde az katlı, bağ-bahçe ve tarımsal kullanımların bir arada yer aldığı kentsel mekân. 13. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşiminin yürürlükteki revizyon ve ilave imar planı 10. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.9. 11. “Limak - Cengiz - Kolin ortak girişimi Yusufeli Barajı ve HES Projesi için imza attı”, limak.com.tr/basin/basin-bultenleri/basin-bultenleri-2012/ Yeni yerleşim yerine taşınma süreci başladığında, Yusufelililerin bir kısmı bu yeri kabullenerek yeni yerleşim yerine, bir kısmı ise kamulaştırma bedelleriyle başka bir yerlere göç edecektir. “Mekân bilimi” meslek alanında çalışmalarını sürdüren bizlere bu süreçte iki önemli görev düşmektedir. Birincisi, yukarıda genel olarak özetlenen mevcut yerleşimin kendine özgü değerlerinin, ilçe merkezi ve civar köyleri sular altında kalmadan ayrıntılı envanter çalışmaları yapılarak belgelenmesidir. İkincisi ise yeni Yusufeli yerleşim yerine taşınacaklara daha iyi yaşam koşulları sağlamaya ve uyum sürecinde yaşanacak olası travmaları azaltmaya yönelik her türlü mesleki desteği vermektir. limak-cengiz-kolin-ortak-girisimi-yusufeli-baraji-ve-hes-projesi-icin-imza- *Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe Bilal Top arşivine aittir. Olarak Belirlenen Alanın, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca Acele Kamu- NOTLAR 1. YYP Sonuç Raporu, 2001, “Yusufeli Barajı Yeniden Yerleşim Planı Sonuç Raporu”, Sahara Mühendislik Ltd. Şti, Ankara, ss.220-222. 2. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.79. 3. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.42. 4. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.10. 5. Küçükbaşol, Yusuf, 2015, “Çoruh Nehri ve Yusufeli Barajı: Toplumsal, Ekonomik ve Çevresel Etkileri Bakımından Bir Baraj İncelemesi”, Birey ve Toplum, cilt:5, sayı:10, ss.133-158. 6. YYP Sonuç Raporu, 2001, ss.14-30. 7. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.52. 8. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.9. 9. Küçükbaşol, 2015, s.134. laştırılması Hakkında Karar, Bakanlar Kurulu Karar Tarihi - no: 03.04.2006 atti- [Erişim: 15.5.2018] 12. 2007 ve 2017 TÜİK ADNKS Verileri, biruni.tuik.gov.tr / medas/?kn=95&locale=tr [Erişim:24.09.2018] 13. “Artvin İli Yusufeli İlçesinin Merkezinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu”, tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/ yil01/ss48.pdf [Erişim: 21.05.2018] 14. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.14. 15. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.30. 16. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.10. 17. Tıraş, Mehmet, 1995, “Yusufeli (Artvin) Kasabasında Yerleşme”, Doğu Coğrafya Dergisi, sayı:1, cilt:1, ss.396-412. 18. Tıraş, 1995, s.410. 19. Bakanlar Kurulu Kararı, 2006, Yusufeli Barajının Yapımı Dolayısıyla Su Altında Kalacak Olan Artvin İli, Yusufeli İlçe Merkezinin Yeni Yerleşim Yeri - 2006/10290, Resmî Gazete Tarihi: 25.04.2006, Resmî Gazete Sayısı: 26149. 20. 5753 “Artvin İli Yusufeli İlçesinin Merkezinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”, Resmî Gazete Tarihi: 24.04.2008, Resmî Gazete Sayısı: 26856. 21. Yüksel Proje, 2009, “Artvin İli, Yusufeli İlçesi Yeni Yerleşim Alanı Uygulama İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etüt Raporu (YJ-TIP-09-067-B)”, Ankara: TOKİ. 22. Türk, Ersin; Erkan, Gökhan Hüseyin, 2018, “Gömleğin Her Düğmesini Yanlış İliklemek: Artvin-Yusufeli Zorunlu Yeniden Yerleştirme Sürecinin Eleştirel İncelemesi”, Planlama Dergisi, sayı:28, cilt:2, ss:218-235, s.218. 23. Türk; Erkan, 2018. MİMARLIK 411 53 kentSEL PLANLAMA Şehircilikte Modern Arayışlar: W. M. Dudok İzmir’de Meltem Ö. Gürel Yeni kurulan genç bir Cumhuriyet olarak kentlerin modernleşmesi adına atılan adımların belki de ilki, kapsamlı kent planlarının elde edilmesi olmuş. Bu bağlamda İzmir’e davet edilen Dudok’un ürettiği projeler gerçekleşmese de, Hollanda Mimarlık Enstitüsü arşivine bıraktığı kapsamlı çizimler ve dokümanlar bir döneme pencere açarak iç içe geçen modernizasyon politikaları ve mimarlık kültürünü sorgulamamıza katkı sağlıyor. beynelmilel yarışmada jüri üyesi olarak gelmiştir.1 Bu önemli yarışma öncesinde dönemin mimarları Dudok’u ona uluslararası ününü getiren Hilversum Belediye Binası’nın (1924-1931), Arkitekt dergisinde yayımlanmasıyla tanımıştır.2 Yine Arkitekt, Dudok’un 1936 yılında Architecture d’Aujourd’hui dergisinde yayımlanan bir yazısının çevirisini “Zamanımızda Şehircilik ve Mimarî” başlığıyla 1937 yılında yayımlamıştır.3 Dudok 1949 yılında İstanbul Adliye Sarayı yarışmasında yine jüri üyesi olmak üzere ikinci kez Türkiye’ye gelir. Aynı yıl Arkitekt, Dudok’un 1939-1941 yılları arasında yapılan Utrecht Belediye Tiyatrosu’nu yayınlamıştır.4 Dudok’a duyulan ilgi 1953 yılında biri Ankara’da İşçi Sigortaları Kurumu, diğeri İzmir Belediyesi’nden gelen davetlerle kendini gösterir. Dönemin belediye başkanı Rauf Onursal, 6 Kasım 1953 tarihinde Dudok’a yazdığı davet mektubunda İzmir şehrinin modernizasyonu bağlamında uluslararası bir yarışma açmayı ve öncelikli olarak bir opera, bir şehir tiyatrosu ve bir belediye binası inşa etmeyi düşündüklerini yazar.5 1950’li yılların modernizasyon projeleri çerçevesinde Türkiye’ye gelen ünlü uzmanlar arasında çok bilinmeyen bir isim Willem Marinus Dudok (1884-1974)’dur. (Resim 1) Hollandalı ünlü mimar ve plancı İzmir’e 1954 yılında belediyenin daveti üzerine gelir. Amaç, kentin merkezine modern çözümler getirebilmektir. Bu amaç, dönemin Başbakanı Adnan Menderes liderliğinde Demokrat Parti modernizasyon politikaları ve bu politikaların uzantısı olarak gerçekleştirilen mimari ve kentsel projeler ve yıkımlarla örtüşür. Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. Dudok Türkiye’ye ilk kez 1938 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının tasarımı için 1937 yılında açılan Meltem Ö. Gürel Prof. Dr., Yaşar Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. Willem Marinus Dudok (1884-1974) 54 MİMARLIK 411 Onursal’ın daveti Dudok’un eline, işlerini tanıtmak amaçlı davetli olarak gittiği, Amerika Birleşik Devletleri’nde geçer. 28 Kasım 1953 tarihinde Chicago’dan Onursal’a gönderdiği bir mektupla daveti memnuniyetle kabul eder.6 Dudok, şehir mimarı olarak çalışmakta olduğu Hilversum Belediyesi’ne iki hafta için İzmir’e gideceğini bildirir ve izin alır. Uluslararası ününe rağmen Hollanda dışında çok az proje yapmış olan Dudok için İzmir’den gelen teklif arkasında uluslararası mimari bir yapıt bırakma fırsatı yaratmıştır. Bu yıllarda ses getiren birçok modern mimari ve kentsel tasarım projelerine imza atmış mimar ve plancılar için farklı coğrafyalar modern mimarlık tarihine damgalarını vurma imkanı teşkil etmiştir. Örneğin, ünlü mimar Le Corbusier’nin gerçekleştirdiği çok kapsamlı bir kentsel tasarım projesi olan Chandigarh projesi, ünlü tasarımcının fikirlerinin yeşerdiği Fransa topraklarından uzaklarda hayat bulmuştur.7 Le Corbusier 1948 yılında İzmir Belediyesi davetlisi olarak İzmir’i de ziyaret etmiş ve kent için bir proje tasarlamıştır. Bu ziyaretten beş yıl sonra, Dudok, İzmir’e 10 Şubat 1954’de varır ve 24 Şubat’ta ayrılır. Şehirde kaldığı iki hafta içerisinde dönemin Belediye İmar Müdürü Rıza Aşkan, Belediye mimarı Harbi Hotan ve şehircilik danışmanı Prof. Kemal Ahmet Arû gibi kentin gelişmesinde söz sahibi olan önemli isimlerle beraber çalışır. (Resim 2) Dudok’tan Saat Kulesi’nin bulunduğu meydanı kapsayacak şekilde Konak sahil bandı için geliştirilen öneriler hakkında görüşleri alınır ve Belediye Sarayı ile İzmir Şehir Tiyatrosu’nu tasarlaması istenir. Konak Meydanı İzmir’de modernizasyonun simgesi olmuş kamusal bir kent alanıdır. Dudok’un bu alan için yaptığı öneriler bu bağlamda değerlendirilmelidir. 1950’LERDE MEYDANI MODERNLEŞTİRME ÖNERİLERİ VE DUDOK VİZYONU 20. yüzyılın ortasında, şehrin merkezini ve ulaşımı modernleştirme isteğiyle, Konak Meydanı ve kıyı şeridi için, aralarında uluslararası üne sahip “usta modernist” mimarlar Le Corbusier, W. M. Dudok ve Richard Neutra’nın da bulunduğu uzman mimar ve plancıların görüşü alınmıştır. Le Corbusier 1948 yılında şehri ziyareti sonucunda ürettiği kentsel tasarım projesi kapsamında Konak ve çevresinde yeşil doku içinde çok katlı bloklar önerir. Bu öneri ünlü mimarın yıllardır üzerinde düşünegeldiği fikirlerin ve CIAM (Congres Kaynak: Kişisel arşiv. Kaynak: 1954, Beyaz Kitap, İzmir Belediyesi Yayınları, İzmir. 3. İzmir Belediyesi kıyı şeridi çalışması Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. Bu bağlamda, modernizasyonun odağında kamusal bir merkez olarak Konak Meydanı, 1900’lerin ilk yarısında, ortasında Saat Kulesi, batısında İzmir Körfezi, doğusunda Hükümet Konağı, kuzeyinde depo binaları ve güneyinde Sarı Kışla ile çerçevelenmiş tanımlı bir meydan niteliği taşır. Meydanın bu niteliği modernizasyon politikaları kapsamında belediyenin 1955 yılında Sarı Kışla’yı yıkmasına kadar devam eder. Bugün tarihî resimlerde nostaljiyle baktığımız Sarı Kışla, o dönemin modern kent anlayışı ve arzusuyla, eski, hijyenik olmayan, işlevini yitirmiş, sürekli tamir gerektiren ve alanı tıkayan bir öge olarak çağdaş bir kente yakışmadığı inancıyla yıkılmıştır. 2. Dudok, Belediye İmar Müdürü Rıza Aşkan, Belediye mimarı Harbi Hotan ve şehircilik danışmanı Prof. Kemal Ahmet Arû, İzmir, Şubat 1954 4. Dudok’un Belediye Sarayı için İzmir’de yaptığı 15 Şubat 1954 tarihli eskiz Kaynak: 1956, Arkitekt, sayı: 02(284), ss.59. KONAK MEYDANI’NIN OLUŞUMU Meydanın güney tarafındaki sınırı 1827-1829 yılında inşa edilen Sarı Kışla (Kışla-i Hümayun) ile tanımlanmıştır. Kışla Osmanlı devletinin askeri modernizasyonu kapsamında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla oluşturulan yeni ordu düzeni için yapılmış ve Osmanlı Batılılaşma hareketlerinin bir göstergesi olarak merkezî ve görülebilir bir noktada konumlandırılmıştır. Kışlanın kütlesi ile meydana getirilen tanım 1854 ile 1856 yılları arasında İtalyan mühendis Luigi Storari’nin hazırladığı kent haritasında görülür.8 Meydanın sınırları 1867 yılında meydana ismini veren Katipzade Konağı’nın yıkılarak yerine Hükümet Konağı’nın (1872) inşa edilmesiyle daha tanımlı hale gelir.9 Resmî hizmet binaları 19. yüzyılın başlarında Osmanlı devletinin modernizasyon sürecinin bir parçası olarak ve devletin gücünü topluma iletmek üzere kent merkezlerinde yerlerini almaya başlamıştır. Neo-klasik stilde yapılan İzmir Hükümet Konağı, meydanın yönetsel kimliğinin yanı sıra Batılı kimliğini de vurgular. Binanın hemen kenarında, meydan kamusal bir mekân olarak şekillenmeden önce, 18. yüzyılda yapılmış küçük bir cami olan Yalı Camisi yer alır. Batılılaşma hareketleri kapsamında, meydanın ortasına caminin varlığını geri planda bırakan Saat Kulesi’nin inşasıyla meydanın simgesel önemi artmıştır. Biçimsel olarak oryantalist bir yaklaşımı örnekleyen kule, II. Abdulhamid’in tahta çıkışının 25. yılı kutlamaları kapsamında çağdaş bir sembol olarak yapılmış ve 1 Eylül 1901’de törenle açılmıştır. 19. yüzyılda başlayarak raylı ve toplu ulaşımın gündelik hayatın bir parçası olmasıyla birlikte, saat kuleleri istasyon yapılarında veya onların yakınlarında yer almışlardır. Konak Meydanı’nda saatin görsel ve işitsel varlığı, 19. yüzyılın sonlarına doğru tramvay ve vapur gibi ulaşım hatlarının bağlandığı meydana yeni bir düzen getirmiştir. Bu düzen hayatın günde beş vakit okunan ezana göre düzenlendiği bir coğrafyada modernleşmeyi işaretleyen yeni bir katmanı oluşturmuştur. 5. Birincilik ödülü alan Doğan Tekeli, Tekin Aydın ve Sami Sisa’nın Konak Sitesi projesi Internationaux d’Architecture Moderne) planlama kavramlarının bir yansımasıdır.10 Kentte geçirdiği beş gün içerisinde Le Corbusier, Dudok’un da yapacağı gibi, o dönem belediyede mimar olarak çalışan Rıza Aşkan, Harbi Hotan ve Alp Türksoy gibi isimlerle çalışmıştır. Le Corbusier’nin 1949 yılında teslim ettiği MİMARLIK 411 55 Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. 6. Dudok’un İzmir Belediyesi Tiyatrosu için Hollanda’da yaptığı çizimler (perspektif, zemin ve giriş kat planları, görünüşler), 1954 kentsel tasarım önerisinin uygulanabilir bulunmaması üzerine, 1951’de “İzmir Şehri İmar Plânı Milletlerarası Proje Müsabakası” düzenlenir. Yarışmanın şartnamesi Sarı Kışla’nın kaldırılmasını ister.11 Yarışmada birincilik alan Prof. Kemal Ahmet Arû, Gündüz Özdeş ve Emin Canpolat takımının projesi Konak Meydanı’nı ulaşım merkezi olmanın yanı sıra yönetim, ticaret ve kültür niteliklerinin toplandığı iş ve ticaret merkezi olarak irdeler. Le Corbusier’nin önerisiyle uyumlu olarak, plan kıyı şeridinde yeşil alanlar, kültür yapıları ve çok katlı bloklar önerir. Arû ve ekibinin nazım plan önerisi 1953 yılında yürürlüğe girse de, 1952 tarihli jüri raporunda belirtildiği üzere, “Konak meydanında bazı bina kitlelerinin denize muvazi olarak yerleştirilmesi imbat rüzgârına mani olacağı cihetle doğru görülmemiş[tir].”12 Konak Meydanı ve çevresi için ayrı bir yarışma açma kararı verilir. Ziyareti esnasında Dudok’un meydan ve kıyı şeridinin gelişmesi hakkında görüşleri alınır. Dudok’un proje kapsamındaki çalışmaları 1954 yılında İzmir Belediye’sinin yayını olan Beyaz Kitap’ta yayımlandığı gibi yerel gazetelerde de yer almıştır.13 Hollanda Mimarlık Enstitüsü (NAI) arşivinden bize ulaşan ve belediyenin Beyaz Kitap’ında yayımlanmış olan 1954 tarihli kıyı şeridi önerisi önceki projelerde 56 MİMARLIK 411 olduğu gibi Konak’ın ulaşımdaki önemli rolünü vurgular. Konak, Alsancak ile Güzelyalı’yı birleştiren kilit noktadır. Aynı zamanda Konak Meydanı körfez vapurlarının çalıştığı vapur iskelesinin mekânıdır. Planda meydanın ortasından geçen yeşil bir bulvarla İkinci Kordon’un Mithat Paşa Caddesi’ne bağlandığı görülür. Bu akıştan ve ona eklemlenen trafik ağından motorlu taşıt ulaşımının artan önemini izlemek mümkündür. Bu önemin II. Dünya Savaşı sonrasındaki uluslararası gelişmelerin ve Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen teknik ve finansal yardımın etkisiyle şekillenen dönemin politikaları ve tasarım yaklaşımlarıyla uyumlu olduğunu söylenebilir. 14 Öneri, önceki projelerde olduğu gibi, Sarı Kışla’yı kaldırır ve benzer bir şekilde kıyı şeridine aralarında yeşil alanlar tanımlanmış çok katlı bloklar yerleştirir; aynı zamanda bir sinema, Adalet Sarayı, İzmir Şehir Tiyatrosu ve Belediye Sarayı içerir. (Resim 3) Dudok’un Belediye Sarayı için yaptığı tasarım, Konak Meydanı’nı U biçimi oluşturacak şekilde bina kütleleriyle çerçeveleyerek meydana yeni bir tanım getirir. Birbiriyle ortogonal ilişkisi olan bu kütlelerden meydanın batısında, deniz tarafında olanı, ince, uzun ve çok katlıdır. Dudok 15 Şubat 1954 tarihli eskizlerinde, bu binayı pilotiler üzerinde yükseltilmiş sekiz katlı büyük bir blok olarak tasarlar. (Resim 4) Meydanın güneyinde, Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/ DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. Kaynak: (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam 7. Dudok’un İzmir Belediyesi Tiyatrosu için yaptığı alternatif tasarım 39.528 m3’lük bu kütleye eklemlenen ve işlevsel olarak Belediye Sarayı’nın devamı olan yapı 13,5 metre yüksekliğinde olan 30.712 m3’lük bir hacimdir. Meydanın kuzeyini sınırlayan 6 metre yüksekliğindeki ince uzun yapı Belediye Sarayı’nın deniz kenarında bulunan çok katlı kısmına bağlanır. Pilotiler üzerinde kaldırılmış 26 metrelik Belediye Sarayı bloğu insan ölçeğinde denizle meydanın ilişkisini koparmamakla beraber caddeden deniz görünüşünü keser. Ayrıca, sıcak yaz aylarında denizden eserek iç kısımları serinleten imbat rüzgârını kısmen keseceği düşüncesiyle bu öneriye çok sıcak bakılmamış olabileceğini tahmin etmek mümkündür. Binanın modernist estetiği çarpıcıdır. Kariyeri boyunca Dudok tek bir akımla tanımlanmamış modernizimden, ekspresyonizm ve gelenekselliğe kadar geniş bir yelpazede kendine has bir yaklaşım sergilemiştir.15 İzmir için ürettiği proje Dudok’un işlerinin Hollanda mimarisinden çok uluslararası niteliğini vurgulaması bakımından kayda değer. Dudok’u yerel mimarlardan ayıran bu uluslararası nitelik onu daha geniş bir uluslararası platformda tanınır kılmış ve 1955 yılında Amerikan Mimarlar Enstitüsü (AIA) tarafından verilen “Gold Medal”ın sahibi yapmıştır. birincilik ödülü alan Doğan Tekeli, Tekin Aydın ve Sami Sisa’nın tasarımları da dahil olmak üzere ödüle layık görülen önerilerde bu yaklaşımın izleri bulunur. (Resim 5) Farklı olan en önemli yaklaşım meydanın deniz cephesinin açıklığıdır. Jüri raporunun belirttiği gibi beklenti deniz görünüşünün kapanmaması ve “mevcut imkânlar nispetinde gerideki trafik yolundan da temin edilmiş olması”dır.18 Bu şart Konak Meydanı kapsamında Dudok’un Belediye Sarayı için yaptığı önerinin kabul görmediğine işaret eder. İZMİR ŞEHİR TİYATROSU PROJESİ, 1954 Dudok’un tasarladığı tiyatro kompleksi Konak kıyı şeridinin kıvrıldığı noktada denizle yol arasında ve denizin hemen kenarında konumlandırılmıştır. (Resim 3) Opera ve tiyatro işlevini içerecek şekilde düşünülen anıtsal yapı, içerisinde birçok mekânı barındırır. Bunların arasında 12.000 kişilik bir tiyatro salonu, 300 kişilik bir konser salonu, bir gazino, restoran, kafe, çocuk tiyatrosu ve servis mekânları bulunur. Bina için Dudok ilkini 15 Şubat tarihinde ürettiği birden fazla öneri getirir. Bu tasarımlar, tek kütle yerine kütle parçacıklarından oluşan kompozisyonları, bunların biçimsel ilişkisi, boşluk ve doluluk ritmi, pencere düzeni ve yerleşim planı itibariyle ünlü mimarın 19391941 yılları arasında yaptığı ve 1949 yılında Arkitekt dergisinde basılan Utrecht Belediye Tiyatrosu’nu andırır. Dudok’un kesitlerde yaptığı akustik çalışmalar yine Utrecht tiyatrosu için yaptığı kesit çalışmasına benzer. Dudok Hollanda’ya döner dönmez anıtsal yapı için çalışmalarına başlamış ve kendi ifadesiyle, heyecanla bir avan proje ve bir alternatif plan hazırlamıştır. Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/ DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. Dudok’un Konak Meydanı için geliştirdiği öneri gerçekleşmemekle beraber onu izleyen tasarımlarda izlerini bırakır.16 1955 yılında düzenlenen “İzmir - Konak ve Civarının Şehircilik Bakımından Tanzimi Müsabakası”nda ikincilik ödülü alan Güngör Kaftancı’nın belirttiği gibi bu yarışmada “K. A. Arû ve Dudok’un etüdleri esas” alınır.17 Akıl birliğiyle oluşturulan modernist yaklaşım esas teşkil etmesi için yarışmacılarla paylaşılır. Yarışmada 8. Dudok’un Aşkan’a 31 Mart’ta yazdığı mektup 9. İzmir Belediyesi Tiyatrosu için üretilen kubbeli tasarım, 1954 MİMARLIK 411 57 Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam. 10. İzmir Belediyesi Tiyatrosu için yapılan bir kesit ve akustik çalışması, 1954 11. Dudok’un İzmir Şehir Tiyatrosu için 15 Şubat tarihinde İzmir’de yaptığı eskizler 1/200 ölçeğinde yapılan avan proje, İzmir’de üretilen ilk öneriden farklı olarak, ana binanın batıda, deniz tarafındaki kütlesini kısmen kolonlar üzerine kaldırarak altından geçişe imkan vermez. Bu kısım yüksek pencere ve dikmelerden oluşan bir cephe ile yere kadar iner ve yüksek bir mekânı çerçeveler. (Resim 6) Büyük bir üst örtüden oluşan ana giriş yol tarafındaki doğu cephesinin bir kenarından verilmiştir ve bu cephe boyunca uzanan büyük bir vestiyer holüne akar. 300 kişilik konser salonu üst katta, bu yüksek tavanlı holün üzerinde yer alır. Büyük tiyatro salonu ise ortada, vestiyer holünün batısında yer alır ve holün sonunda bulunan anıtsal nitelikteki merdivenler ile birinci kattan ulaşılır. Zemin katında bulunan çocuk tiyatrosuna yan cepheden ölçeği küçültülmüş ayrı bir girişle ulaşılır. Bu girişin bulunduğu güney cephesinin deniz kenarındaki kısmına takılan iki katlı ince uzun kütle, alt katta ofisleri, üst katta ise bir restoran, kafe ve bunların servis alanlarını barındırır. Batı cephesinde bu mekânların önüne her iki katta da sıra sütunlu açık koridorlar yerleştirilmiştir. Sıra sütunlar ana kütlenin bu cephedeki yüksek pencere ve dikmeleriyle ritmik bir bütünlük oluşturur. İki katlı kütlenin restoran ve kafenin bulunduğu üst katından bağlandığı yüksek pencereli mekân bir gazinodur. Sahnenin arkasına denk gelen bu yüksek pencereli mekân denize nazır olarak düşünülmüştür. 58 MİMARLIK 411 Alternatif tasarımda, Dudok doğu cephesindeki girişi yan taraftan ortaya alarak daha simetrik bir düzen kurgulamıştır. (Resim 7) Bu düzeni Aşkan’a 31 Mart’ta yazdığı mektupta Hollanda’da yaptığı çalışmalar esnasında, sahne düzenlemesiyle ilgili bir uzmana danışmasının neticesi olarak aktarır. (Resim 8) Bu simetrik düzeni baz alan projenin bir versiyonu kubbelerle geliştirilmiştir. Dudok üzerine olan çalışmaları ile bilinen Herman van Bergeijk’e göre bu versiyon Dudok’un asistanı olan R. M. H. Magnée eliyle üretilmiştir. Bu kubbeli tasarım yaklaşık yarım asır önce Saat Kulesi’nde de gözlemlediğimiz bir oryantalist yaklaşıma işaret eder. (Resim 9, 10) Gerek Dudok’un çizgisinden, gerekse modern şehir arayışı içinde bocalayan İzmir’deki takımın isteklerinden uzak olan tasarım bu yaklaşımı itibariyle çok çarpıcıdır. Ayrıca, hem Dudok’un bina için yaptığı 15 Şubat tarihli ilk perspektif eskizlerinde hem de Mart ayında Hollanda’da ürettiği detaylı perspektif eskizlerinde hakim olan modern tasarım dilinden farklıdır. (Resim 6, 11) Dudok, belediye ile projeyi 1954 yılının Ağustos ayında bitirmek üzere anlaşmıştır. Aşkan’a Mart ayında yazdığı mektupta kontratının eline hâlâ geçmediğini belirtir ve ücretini talep eder. Ancak, Dudok ne Aşkan’dan ne de 16 Nisan’da mektup yazdığı Onursal’dan bir cevap alamaz. Beklediği sözleşme ve ödemesi eline geçmez. 2 Mayıs 1954’de genel seçimlerin yapılmasıyla Belediye Başkanı Rauf Onursal milletvekili seçilmiş ve İzmir’den Ankara’ya taşınmıştır. Yerine gelen yeni Belediye Başkanı Selahattin Akçiçek projeyi askıya alır ve maddi destek eksikliği ile beraber, proje gerçekleştirilmez. Dudok’un projesine büyük destek veren arkadaşı İzmir Valisi Muzaffer Göksenin Bağdat’a büyükelçi olarak tayin edilmesiyle Dudok projeden ümidini keser. Onursal’a 23 Ağustos 1954 tarihinde yazdığı mektupta Dudok’a verilen sözlerin, projeye duyduğu heyecanın ve emeklerinin karşılığını alamamanın yol açtığı hayal kırıklığını, kırgınlığı ve kızgınlığı çok net bir şekilde okunur.19 Kuşkusuz hayal kırıklığı sadece Dudok için geçerli değildir. İzmir hayalini kurduğu kültür yapısına kavuşamadığı gibi Dudok gibi uluslararası üne sahip bir mimarın eserini kazanma fırsatını da kaçırmıştır. SONUÇ Konak Meydanı ve kıyı şeridi için düşünülen projelerin hiçbiri uygulanmamış ve Sarı Kışla’nın 1955 yılında yıkılmasıyla ortaya çıkan büyük boşluk yıllarca tanımsız bir şekilde kalmıştır. Bu boş alan bir dönem ise dolmuş, minibüs ve otobüs indirme bindirme yeri olarak iş görmüştür. Dönemin İmar Müdürü olan Rıza Aşkan bütün projeleri sahibi gibi benimsemiş ve müelliflik konusunda tartışmaya açık olsa da, ortak bir akıl oluşturmayı hedeflemiştir.20 2000’lerin başına kadar kimliğini kaybetmiş ve yeni bir kimlik arayışı içinde bir alan olarak kalan Konak Meydanı’nın geçirdiği bütün bu yıkımlar ve müdahaleler, dönemin baskın değerleri ve inançları bağlamında, bürokratlardan tasarımcılara, söz sahibi olan bütün aktörlerin dünya görüşlerini nesnelleştirme eğilimlerinin yansımasıdır. Ancak, bu eğilim kentin ve kentlinin belleğinde kopukluğa yol açarak, kentin kimliğini yaralamış ve aidiyet hissini zedelemiştir. Dudok’un projeleri, gerçekleşememiş olsa ve İzmir macerası hüsranla son bulsa da, ürettiği tasarımlar, çizimleri ve mektupları kentin kamusal Bu araştırma projesini mümkün kılan Eray Ergeç ve Wolter Braamhorst’a yardım ve destekleri için çok teşekkür ederim. NOTLAR 1. 1938, “Kamutay Musabakası Programı Hulâsası”, Arkitekt, sayı: 04(88), ss.99132. 2. Dudok, Willem Marinus, 1931, “Hilversum Belediye Binası”, Arkitekt, sayı:11-12, ss.375-377. 3. Dudok, Willem Marinus, 1937, “Zamanımızda Şehircilik ve Mimarî”, Arkitekt, sayı:01(73), ss.16-17. Yazı, “Dudok’un, Belçika Mimarları XV. Ulusal Kongresi münasebetiyle verdiği bir konferanstan” alınmıştır. 4. Dudok, Willem Marinus, 1949, “‘Utrecht’ Belediye Tiyatrosu”, Arkitekt, sayı:03-04(207-208), ss. 81-84,91. 5. Onursal’dan Dudok’a 6 Kasım 1953 tarihli mektup. 6. Dudok’tan Onursal’a 28 Kasım 1953 tarihli mektup. 7. Le Corbusier’nin İzmir’e daveti ilk kez Dr. Behçet Uz’un belediye başkanlığı döneminde belediye mühendisi Cahit Çeçen’in ünlü mimarı 1938 yılında Paris’te ziyaretiyle gündeme gelmiştir. Uz’la yapılan yazışmalar sonucunda 1939’da anlaşmaya varılmış, ancak II. Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle Le Corbusier şehrin nazım planı çalışmalarını yapabilmek için 1948 yılının Ekim ayında İzmir’e gelebilmiştir. Bkz, “Bize kendi mimarimiz tavsiye ediliyor”, Yeni Asır, 9 Ekim 1948. “Le Corbusier Şehircilik hakkındaki görüşlerini Şehir Meclisine izah etti”, Yeni Asır, 8 Ekim 1948. “Le Corbusier’e ödenek Belediye Meclisinde”, Yeni Asır, 12 Ekim 1948. “Haydar Aryalın Sözleri”, Yeni Asır, 2 Ekim 1948. “Şehir Planı çalışmaları devam ediyor,” Yeni Asır, 7 Ekim 1948. “Şehircilik uzmanı Korbüziye geldi”, Yeni Asır, 5 Ekim 1948. “İzmir’in İmar Planı,” Yeni Asır, 6 Ekim 1948. “İzmirin imarı, nazım plan hazırlanıyor”, Yeni Asır, 13 Ekim 1948.2, 4, 6–9, 12, 13 Ekim 1948, Yeni Asır. 2003, “Le Corbusier’nin Türkiye Mektuplaşmalarından Bir Seçki”, (çev.) Orçun Türkay, Sanat Dünyamız, sayı: 86-87, ss.141-149. 8. Atay, Çınar, 1998, Osmanlı’dan Cumhuriyete İzmir Planları, Ajans-Türk Bas., Ankara. Storari’nin İzmir’deki işleri için bkz. Berkant, Cenk, 2017, “İtalyan Mühendis Luigi Storari (1821‐1894) ve ‘Tarihsel Notlarla İzmir Rehberi’”, Çeşm‐i Cihan: Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları E‐Dergisi, cilt: 4, sayı: 2, ss.2-13. 9. Konak ve hemen yanında bulunan ve Adliye Binası olarak kullanılan tarihî yapı 1970 yılında yanmıştır. Hükümet Konağı daha sonra aslına benzer bir şekilde tekrar inşa edilmiştir. 10. CIAM planlama kavramları için bkz, Mumford, Eric, 2000, The CIAM Discourse on Urbanism, 1928-1960, MIT Press, Cambridge, Mass. Kaynak: Kişisel arşiv merkezinin değişim ve dönüşüm sürecinde bir katmanı aralamamıza imkan sağlar. II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ve yerel mimarlık kültürü çerçevesinde, bu katman bize “modern” olarak algılanan bir yaşama alanı yaratma çabasını anlatır. Bu çaba bağlamında, 1950’lerde Başbakan Adnan Menderes’in liderliğini yaptığı liberal ekonomik yaklaşımların, “küçük Amerika” yaratma misyonunun, modernizasyon politikalarının, yıkımların ve kentsel tasarım projelerinin kapsamını ve sonuçlarını ortaya koyar. (Resim 12) Bu sonuçlardan önemli biri tarihî Sarı Kışla ve etrafındaki tarihî binaların modern bir kente yakışmadığı inancıyla yıkılmasıyla kent belleğinden önemli bir parçanın silinmesidir. Yerine önerilen çok katlı bloklar, bunların aralarına yerleştirilen yeşil alanlar, motorlu taşıtların rahatça akması için öngörülen yollar ve park yerleri ise dönemin modern şehircilik ilkeleriyle uyumlu bir kent yaratma arzusunu gösterir. 12. Başbakan Adnan Menderes Rıza Aşkan ve ekibiyle 11. 1952, “İzmir Şehri İmar Plânı Milletlerarası Proje Müsabakası Şartnamesi (1 Mayıs 1951 – 1 Aralık 1951)”, Arkitekt, sayı: 05-08(249-250-251-252), ss.144-146. 12. 1952, Arkitekt, ss.119-138. 13. 1954, Beyaz Kitap, İzmir Belediyesi Yayınları, İzmir. “İzmirde Opera Binası”, Yeni Asır, 11 Şubat 1954, s.1. “Hollandalı Mimar Dün İzmire geldi”, Yeni Asır, 11 Şubat 1954, s. 2. “Hollandalı Yüksek Mimar Düdok İzmir Şehir Planı hakkında izahat alıyor”, Yeni Asır, 12 Şubat 1954, s.1. “Hollandalı Mimarın Tetkikleri”, Yeni Asır, 12 Şubat 1954, s.2. “İzmir tam bir Avrupa şehri manzarasına sahip olacak”, Yeni Asır, 18 Şubat 1954, s.1, 4. “Hollandalı mütehassısın tetkikleri devam ediyor” ,Demokrat İzmir, 18 Şubat 1954, s.2. “Şehircilik uzmanı geldi”, Ege Ekspress. “Mütehassıs Mr. Düdok ve İzmirin imar planı”, Ege Ekspress. 14. Gürel, Meltem Ö. (ed.), 2016, Mid-Century Modernism in Turkey: Architecture Across Cultures in the 1950s and 1960s, Routledge, New York, Londra, s.38. 15. Dudok hakkında kapsamlı bir çalışma için bkz., Van Bergeijk, Herman, 2001, W. M. Dudok, 010 Publishers, Rotterdam. Ayrıca, bkz. Barnstone, Deborah A., 2015, “Willem Marinus Dudok: the lyrical music of architecture”, The Journal of Architecture, cilt: 20, sayı: 2, ss.169-192. 16. Bu çalışmalar arasında Aşkan ve Hotan’ın tasarladığı İzmir Şehir Tiyatrosu Projesini sayabiliriz, bkz, Aşkan, Rıza; Hotan, Harbi, 1955, “İzmir Şehir Tiyatrosu Projesi”, Arkitekt, sayı: 01(279), ss.17-20. 17. Kaftancı, Güngör, 2000, “Kentimizin Geçmişinde Planlama Çalışmalarının Yeri ve Önemi”, İzmir Kent Kültürü Dergisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri A.Ş., sayı:02. Alıntı için bkz, Aşkan, Arslan Alp, 2011, “1922-1960 Yılları Arasında, İzmir’deki Mimarlık ve Kentsel Planlama Bağlamında Rıza Aşkan”, İTÜ FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, ss. 220. Yarışma için bkz, 1956, “İzmir Konak Sitesi Proje Müsabakası”, Arkitekt, sayı: 02 (284), ss. 57-65, 73. 18. 1956, Arkitekt, ss. 57. 19 Dudok’tan Onursal’a 23 Ağustos 1954 tarihli mektup. 20. Bkz. Gürel, Meltem Ö., 2010, “İzmir’de Moderni Nesnelleştirmek: Bir Dönem, Üç Mekân ve Rıza AŞKAN”, Mimarlık, sayı: 354. Tekeli, Doğan, 2015, Mimarlık - Zor Sanat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss. 98. MİMARLIK 411 59 ÇEVREYE DUYARLI MİMARLIK Yeni Nesil Stadyum Tasarımlarına Sürdürülebilirlik Çerçevesinden Bakmak Nazlı Arslan, Tan Kamil Gürer Gün geçtikçe kapasitesi artarak daha geniş kitlelere ev sahipliği yapan stadyumların, sürdürülebilir yaklaşımlarla ele alınmaya başlanması çok yeni bir kavram değil. FIFA ve UEFA gibi kuruluşların düzenlenecek olan futbol turnuvaları öncesinde hazırladığı rehberler, stadyum tasarımlarına yön vermenin yanı sıra konu hakkında farkındalığı da artırıyor. Yazarlar, EURO 2020 öncesinde hazırlanan bu rehberlere ve son zamanlarda tasarlanan birkaç stadyum tasarımına yakından bakıyor. maktadır.1 Spor kulüplerinin de birer saygınlık ürünü olarak kabul ettikleri stadyumların inşa faaliyetlerinde artış yaşanması, bu yapıların çevre dostu çözümler ile üretilme zorunluluğunu bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.2 (Resim 1, 2) Son dönemlerde düzenlenen futbol turnuvalarında da sürdürülebilirlik kavramı çok anlamlı olarak ön plana çıkmaktadır. Bu turnuvalarda stadyum binalarının sürdürülebilirlik ilkelerinin sağlamasının yanı sıra turnuvanın da sosyal ve ekonomik olarak sürdürülebilirlik kapsamında gerçekleşmesi amaçlanmaktadır. Düzenlenecek olan turnuvaların sürdürülebilirliği, özelde turnuva öncesinde hazırlanan çeşitli rapor ve yönergelerle sağlanırken, genel bağlamda da stadyumların tasarımı, inşası ve yönetimi alanlarında Dünya Futbol Birliği’nin ortaya koyduğu “yeşil gol” kavramı ekseninde (tercih edilebilecek LEED3 gibi sertifika programlarının da yardımıyla) düşünülmektedir. Stadyum tasarımlarını belirgin bir şekilde yönlendiren spor dalı günümüzde futboldur. Arkasına aldığı kitlelerin desteğiyle futbol, 21. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ekonomik anlamda büyük bir endüstriye dönüşmenin yanı sıra toplum içerisinde yeni sosyal ilişkiler ağının örgütlenmesine de önayak olmuştur. Bu spor dalının teatral mekânı olan stadyumlar da bu süreçte önemli fiziksel ve sosyal değişimler geçirmiştir. Nazlı Arslan Arş. Gör., YTÜ Mimarlık Bölümü Stadyumlarda karşımıza çıkan fiziksel değişimin bir nedeni seyircilerin daha iyi şartlarda spor aktivitesini izlemesine yönelikken, bir diğer nedeni ise ortaya çıkan iklim krizi bağlamında sürdürülebilirlik ilkelerine göre tasarlanması ve inşa edilmesi gerekliliğinin ortaya çıkmasıdır. Bu sebeple günümüzde sürdürülebilir tasarım bağlamında yeniden değerlendirilen stadyum yapıları için kent ve/veya bulunduğu bölgede oluşacak olan gürültü, çevre kirliliği, trafik, taraftar taşkınlıkları ve benzeri negatif çevresel etkilere karşı da önlemler alınması konularında çalışmalar yapıl- Kaynak: FIFA Football Stadiums, 2011. Tan Kamil Gürer Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü ULUSLARARASI FUTBOL BİRLİKLERİ VE “YEŞİL GOL” 2006 FIFA Dünya Kupası ile başlayan “yeşil gol” hareketi yıllar içinde gelişerek sürdürülebilir turnuva ve stadyum tasarımı için önemli bir kritere dönüşmüştür. Bu uygulama son ürününü ise EURO 2016’da vermiştir. İnşa faaliyetlerinden turnuva yönetimine kadar sürdürülebilirlik ilkelerini uygulamaya yönelik geliştirilen yeşil gol hareketi birçok uluslararası futbol turnuvasının kavramsal yaklaşımını ifade etmektedir. Bu fikrin ilk kez futbol otoriteleri tarafından resmî olarak raporlanmış hali 2006 Almanya Dünya Kupası ile karşımıza çıkmaktadır. Tablo 1’de görüldüğü üzere, 2004 yılında hazırlanan “FIFA Dünya Kupası Almanya 2006 Yeşil Gol Raporu” (FIFA World Cup Germany 2006 Green Goal) ile sürdürülebilir stadyum tasarımlarına dair belirli tavsiye ve gereklilikler belirtilmiş ve bu doğrultuda sürdürülebilir bir yapılaşma hedeflenerek 2006 Dünya Kupası’na hazırlanılmıştır. Öyle ki bu, sonrakiyıllarda sürdürülebilir stadyumlara yönelik yayınlanan yönergelere temel oluşturmuştur.4 (Tablo 1) Resim 1. Stadyumların olumsuz çevresel etkilerini azaltmaya yönelik muhtemel ses ve ışıklandırma çözümleri. 60 MİMARLIK 411 Yeşil gol turnuva sürecinde, önce ve sonrasında çevresel etkileri azaltmak için uygulanacak program ve yaklaşımlar hakkında bilgi vermektedir. 2006 raporuna göre su, atık, enerji ve ulaşım başlıkları altında negatif çevresel etkileri azaltmaya yönelik hedefler ve ulaşılacak olası sonuçlar belirlenmiştir. Fakat 2006 yeşil gol raporu daha çok noktasal müdahale ve turnuva yönetimine dair konulara değinmiştir. Bu nedenle 2007 yılında yayınlanan FIFA yönergesine ilk kez yeşil gol başlığı eklenmiş ve sürdürülebilir stadyumlara dair çeşitli tasarım önerileri su, enerji, atık ve ulaşım başlıkları altında değinilmiştir..5 2011 yılında FIFA yönergesinin 5. sürümü yayınlanmıştır. Bu yönergenin öncekinden farkı, yeşil gol başlığı altında ilk kez sertifika sistemlerinin ve sertifika gerekliliklerinin incelenmesi olmuştur. Özellikle LEED örneği üzerinden gidilen bu yönerge, stadyumların sürdürülebilir ilkeler ışığında değerlendirilmesini sistematik hale getirmesi sebebiyle oldukça önemlidir.9 Aynı yıl Avrupa Futbol Birliği (UEFA) de kendi yönergesine “Sürdürülebilir Stadyum Konseptleri” alt başlığını eklemiştir. Yönergede bu başlık altında diğerlerinden farklı olarak yapı malzemeleri de inceleme kapsamına alınmıştır.10 2012 Avrupa ve 2014 Dünya Kupası için hazırlanan raporlarda da paralel konular ele alınmıştır.11 Gerçekleşen en son turnuvalar olması nedeniyle Fransa EURO 2016 ve Rusya FIFA 2018 şampiyonaları yeşil gol hareketine dair yayınlanan son raporları işaret etmektedir. Bu doğrultuda Fransa için yayınlanan sürdürülebilirlik yıllık raporu sürdürülebilir stadyum yapıları ve turnuva hedeflerini gösteren güncel bir rehber niteliğindedir.12 Rusya için yayınlanan “Rusya Sürdürülebilir Stadyumlar Birinci ve İkinci Teknik Raporu” önceki yıllarda yayınlanan rapor ve yönergelerde yer alan tavsiye ve kararları bünyesinde barındırmakta ve bunun yanı sıra BREEAM standartlarını da ele almakta ve bu yönde bir hareket planı önermektedir. Bu iki rapora göre, biyoçeşitliliğin korunması, akıllı inşa süreci, çevre dostu malzeme kullanımı ve çevre yönetim sistemlerinin uygulanması dünya kupası için inşa edilen stadyum projelerinin tamamlayıcı parçalarıdır.13 (Tablo 2) SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK EKSENİNDE FRANSA EURO 2016 Tüm kıta organizasyonları incelendiğinde, takım ve futbol kalitesinin yüksek, popüler sporcu sayısının fazla olduğu UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası, FIFA Dünya Kupası’ndan sonra, ekonomik getirisi en yüksek ve en yoğun izleyici potansiyeline sahip olan turnuva olarak karşımıza çıkmaktadır. Dört yılda bir düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası 2016 yılında Fransa’da gerçekleşmiştir. Yirmi dört takımın yer aldığı turnuvada maçlar belirli alt ve üst yapı kriterlerini yerine getiren şehirlerde oynanmıştır. Kaynak: http://inhabitat.com/brasilia-remodeled-national-stadium-will-be-a-solar showcasefor-the-2014-world-cup/brasilia-national-stadium-cross-section/ 2008 yılında gerçekleşen Avrupa Futbol Şampiyonası için hazırlanan “EURO 2008 Sürdürülebilirlik Raporu” (EURO 2008 Sustainability Report) önceki raporlar gibi ana başlıklar üzerinde yoğunlaşmış ve turnuva stadyumlarına yönelik kullanılan sürdürülebilir çözümleri ele almıştır.6 (Resim 3, 4) 2010 yılına gelindiğinde ise Güney Afrika Dünya Kupası özelinde iki ayrı rapor yayınlanarak yeşil gol hareketinin kapsamı daha da genişletilmiştir. Buna göre, su, enerji, ulaşım ve atık başlıklarına ek olarak biyo-çeşitlilik, ölçme ve raporlama, çevre yönetimi, turizm, yeşil gol ve iklim gibi başlıklar da sürdürülebilirlik kapsamına alınmıştır.7 Turnuvalara yönelik hazırlanan bu raporlarda çevrenin sürdürülebilirliğinin yanı sıra sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik üzerinde de durulmuştur. Bu bağlamda, turizm başlığında turnuva sürecinde ağırlanacak turistlerin ekonomik ve sosyal yaşantıya sağladıkları katkıya işaret edilmektedir.8 Resim 2. 2014 Dünya Kupasında kullanılan Brasilia National Stadyumu’nda sürdürülebilir çözümler Tablo 1. 2006 FIFA Dünya Kupası “Green Goal” raporunda yer alan başlıklar ve uygulama esasları. Kaynak: Green Goal, 2004. Şehirlerin hem turizm hem de mimari altyapısı dikkate alındığında turnuvanın yürütüldüğü kentler Paris, Bordeaux, Lens, Lille, Lyon, Marsilya, Nice, St. Denis, St. Etienne, Toulouse olarak belirlenmiştir. Bu kentlerin belirlenmesinde en büyük etken müsabakaların önem derecesine bağlı olarak uygun kapasiteli stadyumların varlığıdır. Turnuva öncesi yayınlanan EURO 2016 Komisyonu Seguin Raporu’nda14 Fransa’da bulunan stadyumların kapasite, işlev ve konfor açısından yetersiz olduğu sonucuna varılmış, bu doğrultuda eski stadyumların revize edilmesi, yeni stadyumlarında günün koşullarına uygun inşa edilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak turnuva kapsamında kullanılan on stadyumdan dördü yeni inşa edilmiş, geriye kalan altı stadyum turnuva ve günün koşulları temel alınarak revize edilmiştir.15 EURO 2016’dan önce, turnuvanın çevresel, ekonomik ve sosyal etkilerini değerlendirmek ve turnuva öncesi, sonrası ve süresince izlenecek yol haritası niteliğindeki “EURO 2016 Bir Yıllık Hareket Planı” raporu turnuvaya dair sürdürülebilirlik ana temasını yansıtan bir rapor olarak yeşil gol hareketi içerisinde önemli bir yere sahiptir. UEFA EURO 2016 raporunda turnuvanın sürdürülebilirlik bağlamında beş ana öncelik şu şekilde belirlenmiştir:16 MİMARLIK 411 61 İsviçre’de Yeşil Elektrik Kaynakları Kaynak: UEFA 2016 Avrupa Şampiyonası Etkinlik Sonrası Raporu’ndan yararlanılarak Nazlı Arslan tarafından üretilmiştir. 58’800 kWh 24% Kaynak: https://www.stadt-zuerich.ch Tablo 2. Sürdürülebilir turnuvaya dair belirlenen ilkeler Resim 3. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda kullanılan Zürih Letzigrund Stadyumu ve 2500 m2’lik fotovoltaik panel kullanımı (1925 tarihinde hizmete giren stadyum, 2008 Avrupa Şampiyonası kapsamında konfor standartlarını sağlayabilmek adına yıkılıp yerinde tekrar inşa edilmiş ve 2007 yılında açılışı yapılmıştır.) 1. Erişilebilirliğe saygı, 2. Sağlığa saygı, 3. Çeşitliliğe saygı, 4. Taraftar kültürüne saygı, 5. Çevreye saygı (toplu taşıma, atık yönetimi, enerji ve su optimizasyonu, servis ve ürün kaynakları) Bu beş ana öncelik içerisinde yapısal faaliyetlerin ve insan hareketlerinin çevreye verdiği zararı minimuma indirmek adına toplu taşıma, enerji ve su optimizasyonu, atık yönetimi ve kaynakların akılcı kullanımı önem 62 MİMARLIK 411 22’900 kWh 10% TaraftarAlanlarında Kullanılan 62’500 kWh 10% 32’600 kWh 5% 158’900 kWh 66% Su Enejisi 546’000 kWh 85% Güneş Enerjisi Rüzgar Resim 4. 2008 Dünya Kupası’nda İsviçre’de kullanılan enerji kaynaklarının yüzdelere dağılımı arz etmektedir. Bu bağlamda turnuva kapsamında toplu taşıma, ulaşım sırasında açığa çıkan sera gazı emisyonunun azaltılmasına yardımcı olmakla birlikte, kullanılan araçların niteliği ve yakıt tüketimi de dikkate alınacak unsurlar arasındadır. Bu bağlamda EURO 2016 Fransa için stadyumlara toplu taşıma imkânları geliştirilmiş ve 150.000 ek koltuk ile taşıma kapasiteleri artırılmıştır. Seyircilerin turnuva süresince üretmiş oldukları atıkların geri dönüştürülmesi ve ayrıştırılması bir diğer çevreci çözüm olarak gösterilmektedir. Bu anlamda her bir seyirci başına düşen atık miktarı hesaplanarak atık ayrıştırma olanaklarına sahip stadyum sayılarının arttırılması ve geri dönüşüm oranının yükseltilmesi atık yönetiminin iskeletini oluşturmaktadır. Enerji ve su optimizasyonunu sağlamak adına her maç için harcanan enerji ve su miktarları hesaplanarak akıllı ve çevreci sistemler üretilmektedir. Fotovoltaik panel kullanımı susuz sıhhi tesisatlar, yağmur suyu toplama sistemleri, gri su kullanımı çevreci sistemlere örnek gösterilebilir. Şampiyona için kullanılan stadyumlarda yağmur suyu toplama sistemleri ile sahanın sulanması ve sıhhi tesisat ihtiyaçları karşılanmış, elektrik üretimi içinse güneş ve rüzgâr enerjisinin kullanımına öncelik verilmiştir.17 EURO 2016’da atık yönetimi sürdürülebilir turnuva bağlamında öncelikli konu olarak ele alınmıştır. Atık yönetimi için 3R kuralı belirlenmiş ve bu yönde çalışmalar devam etmiştir. “Reduce, Reuse, Recycle” yani “azaltma, yeniden kullanma ve geri dönüştürme” olarak belirlenen üç ana başlık atık yönetiminin sistematik hale gelmesine olanak sağlamıştır. Buna göre, %50 geri dönüşüm, 0 atık ve toplum bilincinin güçlenmesi amaçlanmıştır. Tekrar kullanılabilir kaplar, dematerilizasyon, daha az paketleme, farkındalık kampanyaları ve akılcı kaynak kullanımı, kaynak kullanımının azaltılması ilkesinin temel taşlarını oluşturmaktadır. Yeniden kullanılabilir malzemeler, geri dönüştürülebilir malzeme kullanımı ve akıllı paketleme sistemleri de atık yönetiminin en önemli unsurları olarak belirlenmiştir. Bu ilkeler kapsamında EURO 2016 Fransa’da, atıkların % 38’i (1542 ton) dönüştürülmüş ve 10 ton yemek çeşitli sivil toplum kuruluşlarına bağışlanmıştır.18 Diğer tüm spor organizasyonlarında olduğu gibi Avrupa Futbol Şampiyonası Fransa’da şehir ve kulüplerin gelişimine katkı sağlamıştır. Sürdürülebilir bir tur- Kaynak: UEFA EURO 2008, 2008. Stadyumlarda Kullanılan Yakın zamanda gerçekleşen uluslararası turnuva olması sebebiyle Fransa EURO 2016 turnuva öncesi hedefleri ve sonuçları açısından sürdürülebilir turnuva bağlamında örnek teşkil etmektedir. Hem “EURO 2016 Bir Yıllık Hareket Planı” hem de “EURO 2016 Etkinlik Sonrası Raporu” sürdürülebilir turnuva çerçevesinde stadyum tasarımı, planlaması, uygulama ve sonuç süreçlerinin başarısını göstermektedir. Bu bağlamda sürdürülebilir bir planlamanın gereklilikleri EURO 2016 Fransa özelinde incelenecek olursa; 1. Sürdürülebilir bir turnuva ve stadyum; herkesin erişimine ve sağlığına saygı duyan çeşitli tasarım ve yönetim planlarını içermelidir. Bu bağlamda, EURO 2016 bünyesinde engelli seyirciler için 1.685 adet özel alan ve 1.111 kolay ulaşılabilir koltuk tasarlanmış, 10 stadyum sigara içilmeyen dumansız hava sahası ilan edilmiştir.21 2. Sürdürülebilir stadyumlar toplu taşıma olanakları çerçevesinde kolay ulaşılabilir olmalıdır. Bu bağlamda sürdürülebilir bir turnuva ulaşım ağlarının çeşitliliği ve toplu ulaşım imkânları ile havaya salınan gazın indirgenmesi ilkesini benimsemelidir.22 Kaynak: metalocus.es/en/news/new-stadium-bordeaux-herzog-de-meuron Kaynak: UEFA EURO 2016 France, 2016. SONUÇ Bir spor dalı olarak futbol son yıllarda sahip olduğu potansiyel izleyici kitlesi sayesinde stadyum tasarımları üzerinde oldukça etkin olmasına rağmen, stadyumların ve kullanıcıların çevreye olan etkileri olumsuz nitelikte olabilmektedir. Bu nedenle, artık kentin genelini ilgilendiren stadyum yapılarının sürdürülebilir ve ekolojik ilkeler doğrultusunda tasarlanması ve üretilmesi yeni nesil stadyumlar için oldukça önemlidir. Günümüzde sürdürülebilirlik kavramının stadyumlar özelinde, sadece yapı ölçeğinde değil, turnuva bazında da değerlendirildiği görülmektedir. Uluslararası turnuvaların kullanıcı yoğunluğu, maç programları ve yapısal faaliyetleri nedeniyle kentlere getirmiş olduğu olumsuzlukları aşmak için çevresel sürdürülebilirliğin yanı sıra ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik de turnuvaların hedefleri arasına girmiştir. (Resim 6) Resim 5. Bordeaux Stadyumu ve çatısı güneş panellerinden oluşan otopark alanları ERİŞİLEBİLİRLİK Enerji Güneş Enerjisi Rüzgar Enerjisi Doğal Havalandırma Doğal Aydınlatma Yalıtım SAĞLIK Su ÇEVRE YÖNETİMİ Ulaşım Yağmur Suyu Toplama Suyun Yeniden Kullanımı Toplu Taşıma Enerji Dostu Araçlar ÇEŞİTLİLİK / ANTİ IRKÇILIK Atık Malzeme Geri Dönüşüm Atıkların Ayrıştırılması Yerel Malzeme Resim 6. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda kullanılan stadyumlarda sürdürülebilir çözümler Kaynak: Uluslararası yönergelerden yararlanılarak Nazlı Arslan tarafından üretilmiştir. nuva hedefinde olan Fransa inşa edilen bazı tesislerin diğer spor organizasyonları ve kültürel aktiviteler için de kullanılabilir olmasına özen göstermiştir. 51 maça ev sahipliği yapan on stadyumdan dördü (Bordeaux, Lille, Lyon, Nice) yeniden inşa edilmiş, diğer stadyumlar (Lens, Marsilya, Paris, St. Étienne, Toulouse ve St. Denis) yenilenerek turnuva için hazır hale getirilmiştir.19 Turnuva özelinde inşa edilen ve yenileme çalışmaları yapılan stadyumlar incelendiğinde birçok çevreci çözümün üretildiği gözlemlenmektedir. Tablo 3’te de görüldüğü üzere, Nice’te bulunan stadyumda enerji tüketimini en aza indirmek için gün ışığı kullanımına ve doğal havalandırmaya yönelik sistemler genişletilmiş, Marsilya’daki Véledrome Stadyumu’nda güneş panelleri ve mikro rüzgâr türbinleri kullanılmıştır. Ayrıca bitkiler için atık suyun yeniden kullanımı ve ısı yenileme sistemi mevcuttur. Güneş enerjisi sistemlerinin kullanımı çoğu stadyumda mevcuttur. Yedi stadyumda yağmur toplama sistemi, on stadyumda enerji yönetim sistemi tasarlanmıştır. Tüm stadyumlar için toplu taşıma imkânı mevcut olup, özellikle Bordeaux’da bulunan stadyuma tren ağı ile doğrudan ulaşım mümkündür.20 (Tablo 3) Tablo 3. Yıllara ve turnuvalara göre “Yeşil Gol” kriterlerinin gelişimi ve örnek stadyumların özellikleri 3. Sürdürülebilir bir turnuva çevreye saygılı olmalı ve oluşabilecek negatif çevresel etkilerin en aza indirgenebilmesi adına çeşitli önlemler alınmalıdır. Yenilenebilir enerji kullanımı, suyun yeniden kullanımı, atıkların geri dönüşümü ve yerel malzeme kullanımı bu anlamda anahtar kelimeleri işaret etmektedir. Bu ilkeler kapsamında, elektrik ulusal şebekelerden sağlanmış ve jeneratör kullanımı azaldığı için 30.000 lt yakıttan tasarruf edilmiştir. 3 stadyum (Bordeaux, Saint Etienne, Toulouse) sertifikalı yenilenebilir enerji satın alarak ihtiyacını karşılamıştır. Yeni inşa edilen stadyumlar, fotovoltaik sistemler gibi yenilenebilir enerji sistemleri ile entegre tasarlanmışlardır. Bordeaux stadyumu 7.000 araçlık bir park alanı 60.000 fotovoltaik panel ile oluşturulmuş yarı açık bir örtü ile kapatılmıştır. Sergi alanı ile ortak kullanılan bu alan Fransa’nın en büyük MİMARLIK 411 63 güneş tarlalarından biridir. St. Etienne stadyumunda atıklardan enerji elde edilmesi yönünde bir strateji belirlenmiştir. Buna göre stadyum ve çevresinde kullanılan atık yağlar toplanmış, stadyum ışıklandırması için ihtiyaç duyulan enerji, bu yağların dönüştürülmesiyle oluşan biyodizelden karşılanmıştır.23 (Resim 5) 4. Sürdürülebilir bir turnuva çevresel bağlamın yanı sıra sosyal anlamda da farklı çözüm ve yönetim politikalarını içermelidir. Lyon Stadyumu sosyal sürdürülebilirlik bağlamında önemli bir rol almış ve Lyon’un doğu yakasında bulunan banliyölerdeki gençlere iş imkanı sağlamıştır.24 Tüm bu ilke ve uygulamalar neticesinde 2016 EURO sürdürülebilir etkinlik yönetimini işaret eden ISO20121 sertifikasını almaya hak kazanmıştır.25 Bu da sporda sürdürülebilirliğin mekânsal düzenlemenin yanı sıra uzun vadeli yönetim politikalarını yani sosyal sürdürülebilirliği de işaret ettiğini göstermektedir. Stadyumlar bu yönetim politikasının en popüler ve en önemli aktörü olarak ana iskeleti oluşturmaktadır. Stadyumlarla başlayıp futbol turnuvalarının sürdürülebilirliğine kadar olan ve kısaca “yeşil gol” olarak adlandırılan hareket yıllar içerisinde gelişerek devam etmektedir. 2006 yılında başlayan yeşil gol hareketi günümüzde en kapsamlı haliyle tüm tasarımcı ve yöneticilere yol göstermektedir. Sürdürülebilir bir stadyuma ve turnuvaya yönelik belirlenen kriterler her geçen gün gelişmekte, her bir turnuva bir sonraki için örnek oluşturmaktadır. Bu doğrultuda enerji ve su sarfiyatını azaltmaya yönelik oluşturulan aktif sürdürülebilir stadyum uygulamalarından LEED sertifikalı stadyumlara hatta sürdürülebilir bir etkinlik yönetimi ekseninde ISO20121 belgeli uluslararası futbol turnuvalarına kadar yeşil futbol bağlamında sürekli ve tutarlı bir gelişimin sergilendiği gözlemlenmektedir. Ülkemizde ise iki binli yıllarda başlayan stadyum inşa hareketliliği günümüzde hız kazanarak devam etmektedir. Yeni inşa edilen ve uluslararası turnuvalara hizmet edebilecek stadyumların hemen hemen hepsi göreli olarak Dünya ve Avrupa Futbol Birliklerinin gereksinimleri doğrultusunda tasarlanmaktadır. Avrupa ve Dünya Futbol Şampiyonalarına adaylık başvurusu yapan bir ülke olarak önceki turnuvaların sürdürülebilirlik ve turnuva yönetimi deneyimlerinden 64 MİMARLIK 411 faydalanmak durumundayız. Kuşkusuz kısmi eksiklerine rağmen ülkemizde yeni inşa edilen stadyumlarda yeşil gol ilkelerine olabildiğince uyulmakta, LEED ve BREEAM gibi sertifika sistemleri ile de iş birliği yapılmaktadır. Yeni stadyumlarımızda fotovoltaik sistemlerle elektrik üretimi, yağmur ve temel suyunun yeniden kullanımı, atık yönetimi ve ulaşım planlamasında önemli adımlar atılmasına rağmen, sosyal sürdürülebilirlik konusunda yeterli farkındalık oluşmamıştır.26 Bu bağlamda önümüzdeki futbol şampiyonalarına ev sahipliği yapmak adına, stadyumlar özelinde çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasının yanı sıra turnuva yönetimi anlamında da ülke ekonomisine ve istihdamına katkı yapmak öncelikli hedefler arasında yer almalıdır. Çünkü çevresel sürdürülebilirliğin yanı sıra ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğin sağlandığı turnuvalar ülkeye pozitif değerler katabildiği oranda başarıya ulaşabilmektedir. NOTLAR 1. Stadyumların çevre üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler uluslararası bu yönergede maddeler halinde özetlenmiş ve bu bağlamda üretilebilecek çözümler hakkında bilgi verilmiştir: FIFA Football Stadiums: Technical Recommendations and Requirements, 2011, 5th Edition, Zürih. 2. Arslan, Nazlı; Gürer, Tan Kamil, 2015, “Technical Recommendations and Requirements for Designing Sustainable Stadiums: Green Goal”, 2nd International Sustainable Buildings Symposium Bildiri Kitapçığı, 28-30 Mayıs 2015, Ankara, ss.239-247. 3. LEED sertifika sisteminin puanlandırma sistemi şu altı ana başlık altında düzenlenmiştir: Alan Seçimi, Suyun Etkin Kullanımı, Enerji ve Atmosfer, Malzeme ve Hammadde, İç Mekân Kalitesi ve İnovasyon. Bkz. FIFA Football Stadiums, 2011, s.38. 4. Green Goal: Legacy Report, FIFA World Cup Germany 2006, 2004, FIFA, Frankfurt. 5. FIFA Football Stadiums, 2011. 6. UEFA EURO 2008: Sustainability Report, 2008, BMLFUW- ARE- FOENFOSPO, İsviçre. 7. 2010 FIFA World Cup Host City Cape Town: Green Goal Progress Report, 2009, City of Cape Town-Provincial Government of the Western Cape-Sustainable Energy Africa, Cape Town. 8. FIFA World Cup South Africa 2010 Report, 2012, UNEP, Nairobi. 9. FIFA Football Stadiums, 2011. 10. “Sustainable Stadium Concepts”, UEFA Guide to Quality Stadiums, 2011, UEFA, Nyon, ss.90-101. 11. UEFA EURO 2012: Social Responsibility Report, 2013, UEFA, Nyon. FIFA World Cup Brasil Sustainability Report, 2014, FIFA, Zürih. 12. UEFA EURO 2016 France: Social Responsibility & Sustainability Oneyear-to-go Report, 2015, UEFA, Nyon. 13. FIFA World Cup Russia 2018: First Technical Report on More Sustainable Stadiums, 2016, FIFA, Zürih. FIFA World Cup Russia 2018: Second Technical Report on More Sustainable Stadiums, 2016, FIFA, Zürih. 14. “Grands stades - Rapport de la Commission Euro 2016” https://www. ladocumentationfrancaise.fr/var/storage/rapports-publics/084000725.pdf [Erişim: 15.08.2019] 15. UEFA EURO 2016 France, 2015, s.28. 16. UEFA EURO 2016 France, 2015. CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI Toplumsal Hafızada Yok Olan Kültürel ve Mimari Miras: Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü Emine Ekinci Dağtekin, Arif Özdemir Köy enstitüleri, Cumhuriyetin halkçı ve devrimci ilkelerinin eğitim yoluyla Anadolu’da yayılmasını amaçlayan bir projenin ürünüdür. Kirby, köye götürülen bu projeyi “Cumhuriyetin ilerleme fikrini köye ulaştırmak yerine, köyün kendi varlığında Cumhuriyetin fikriyle paralel oluşumları keşfetmek”1 olarak açıklar. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç tarafından geliştirilen ve uygulanan köy enstitüleri projesi, 17 Nisan 1940 tarihinde yürürlüğe girdi.2 Türkiye’nin hem eğitsel hem de kültürel birikimi açısından önemli yere sahip olan köy enstitüleri3 Anadolu coğrafyasının 21 farklı noktasında, köy okullarına öğretmen yetiştirmekle kalmadı; doğa ile bilimi, sanat ile kültürü bir arada ele alan eğitim yöntemiyle yeni bir yaşam biçimi oluşturdu.4 Enstitülerin müfredatı kapsamında verilen kültür-sanat dersleriyle sinema ve tiyatro köye girdi, tarım eğitimi ile toprak verimli hale getirildi, öğretilenler ile köylü üretici konumuna geçti, köy kendi kendine yetebilen bir yaşam alanına dönüştü. 1946’da çok partili siyasal hayata geçiş ile enstitülere karşı çıkanların sesleri yükselince 1954 tarihinde köy enstitüleri kapatıldı. 2000 yılında ülkedeki tüm enstitülerin kültürel miras olarak tescillenerek korunmaları için önemli adımlar atıldı ancak tescil ile sınırlı kalan koruma yaklaşımı, Erzurum Pulur Köy Enstitüsü5 gibi yapıların süreç içinde yok olmalarını engelleyecek bilince dönüştürülemedi. (sağ ) Kaynak: Demir, 2016, s.567. (sol) Kaynak: Tonguç Vakfı Arşivi) Akçadağ Köy Enstitüsü, Malatya ve çevre illerdeki köy çocuklarına eğitim vermek amacı ile 1940 yılında kurul- Ulusal mimari proje yarışması ile tasarlanan Akçadağ Köy Enstitüsü, özgün programı ve coğrafi sınırlılıklar içinde biçimlenen uygulaması ile günümüze ulaşan az sayıdaki enstitü binalarından biri olma özelliği taşıyor. Türkiye Cumhuriyet tarihinin sosyal, kültürel ve mekânsal bir yansıması olarak değerlendirdiği yapıyı inceleyen yazarlar, toplumsal bellekte giderek yok olan modernleşme projesinin önemine dikkat çekiyor. du. Yarışma şartnamesinde belirtilen okul, işlik, ahır, lojman gibi binaların büyük bir kısmı 1940-1946 yılında inşa edilmiştir. Bu dönemde beş sınıf için derslik, atölye, kütüphane mekânları bulunan ayrı ayrı binalar yapılmıştır. 1954 yılında enstitülerin ilköğretmen okuluna dönüşmesi ile enstitü dönemi eğitimine benzer eğitim verildiğinden ahır ve tarımsal ürün depoları dışında diğer binalar özgün biçimde kullanılmıştır. 1965 yılında tüm sınıflar aynı çatı altında toplanarak yeni okul binası ve idari bina, 1975 yılında cami ve spor salonu, 1978 yılında yeni pansiyon binası inşa edilmiştir. Enstitü yerleşkesinde 1965 yılında yapılan ilköğretim binası 1974 yılında Akçadağ Öğretmen Lisesi, 1990 yılından 2015 yılına kadar ise Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi olarak kullanımı devam etmiştir. Günümüzde terk edilen yerleşkede enstitü dönemine ait okul binaları, atölye, ahır, kümes ve tahıl depoları gibi yeni eğitim sistemi içinde yer almayan binalar terk edilerek doğa ve insan tahribatına maruz bırakılmıştır. Emine Ekinci Dağtekin Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Mimarlık Bölümü Arif Özdemir Mimar 1. Hamidiye Kışlası, 1940. MİMARLIK 411 65 Kaynak: Malatya Valiliği Arşivi Kaynak: Malatya Valiliği Arşivi Kaynak: Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi Arşivi Kaynak: Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi Arşivi 2. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde etkinlik ve tören, 1942. 3. Okulun kuruluş yıldönümünden bir fotoğraf, 17 Nisan 1950. 4. Tören ve müsabaka, 1965. AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ’NÜN KURULUŞU olmadığı, kırmızı, çatlak toprakların üstüne çadırların kurulması ile başlar. Sessiz ve ıssız bozkırı kazma, kürek ve çekiç sesleri doldurur.10 Bir yandan enstitünün gereksinimi olan binalar yapılırken, diğer taraftan içme ve sulama suyu kanalları döşenir. Yapılanların tümü çadırları sıvalı, boyalı, ışıklı odalara dönüştüren öğrenci, öğretmen ve eğitimcilerin ülkesinin devrimlerine olan inancının ifadesidir. (Resim 2-4) Malatya iline bağlı olan Akçadağ, tarihte Arga adı ile bilinen Ermeni, Süryani6, Sünni ve Alevi Kürt aşiretlerinin yaşadığı yerleşim yeridir.7 1891 yılında Akçadağ merkezde yapılan Hamidiye Kışlası, 1938 yılında Eğitmen Kursu, 1940 yılında ise Akçadağ Köy Enstitüsü olarak işlevlendirilmiştir.8 (Resim 1) Ancak, Hamidiye Kışlası eğitime ve enstitülerin kuruluş amacına uygun olmadığından, Akçadağ İlçesi sınırları içerisinde, Malatya-Adana demiryolunun 30. kilometresinde yer alan 3160 dönümlük arazi enstitü alanı olarak tahsis edilmiştir.9 MİMARİ PROJE YARIŞMA SÜRECİ Köy enstitüleri, kentlerin dışında demiryolu ve kara yollarına yakın, köylerin geçiş güzergahlarında köylünün kullanmadığı hazine arazisi ya da devlet tarafından kamulaştırılmış geniş bir bölgede, gelecekte üretim merkezi olarak bölgedeki büyük toprak sahiplerinin etkisini kırma amacıyla kurulmuştur. 1940-1943 yılları arası 21 adet Köy Enstitüsü’nden 15’inin projesi “yeni bir köy, yeni bir yaşam biçimi oluşturma”11 ilkesi dahilinde ulusal mimarlık yarışması ile elde edilmiştir.12 6. Akçadağ Köy Enstitüsü mekânsal değişimi 66 MİMARLIK 411 Kaynak: Köy Enstitüleri I-II, s.58. Kaynak: Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi Arşivi Akçadağ’da Enstitü için ilk çalışma 1941 yılının yaz mevsiminde, tek bir ağacın ve bir damla suyun 5. Akçadağ Köy Enstitüsü maketi Yarışma şartnameleri; “yer görme zorunluluğu, varsa mevcut yapıların korunması, fonksiyonel plana sahip olması, yerel malzeme ve yapım tekniğinin kullanımı, mimarlık, şehircilik, idari, iktisadi bakımlardan amaca elverişli olması, yapılacak mekânların belirlenmesi, mimar için kalacak yer temini, tasarımın maksimum oranda uygulanması, jürinin katılımcı olmayan mimarlar tarafından oluşturulması”13 gibi mesleki bilgi, beceri ve etiğe önem veren bir yaklaşım taşır. Akçadağ Köy Enstitüsü yarışmaya çıkış sırasına göre, ilk yarışma dizisinde yer alır. Proje yarışması 10 Ağustos 1940 tarihinde ve 57 yapıtın katılımıyla sağlanmıştır. Yarışmada, birincilik ödülünü Ahsen Yapanar, ikincilik ödülünü Bekir İhsan Ünal, üçüncülük ödülünü Orhan Safa, Adnan Kuruyazıcı ve Behçet Ünsal, dördüncülük ödülünü Seyfi Arkan almıştır.14 MEKÂNSAL GELİŞİM Enstitü yerleşkesi için yapılan yarışma projeleri ülke şartları, iklim ve ulaşım güçlüklerinden dolayı uygulamada değişiklik göstermektedir.17 Bu durum Akçadağ Köy Enstitüsü’nde yerleşim ve yapı grupları arasında da görünür. (Resim 5, 6) Akçadağ Köy Enstitüsü yarışmasında birincilik kazanan eserin vaziyet planı maketine göre enstitü yerleşkesi, tren istasyonun güneyinde yer alır. Kara yolu tren yoluna dik olarak enstitü yapılarının arasından geçer. Enstitü alanı L formunda, orta alan tarım alanı olacak şekilde, birbirini dik kesen 9. Akçadağ Köy Enstitüsü ilk lojman binalarından günümüze ulaşanlar (sol) Kaynak: Tonguç Vakfı Arşivi.(sağ) Kaynak: Akçadağ Öğretmen Lisesi Arşivi Yerel ve bölgesel kaynaklı anlayış ve tartışmanın yansıdığı proje yarışmaları, genç mimarların fikirlerini ortaya koydukları, yerinde gözlem ve incelemelerle yöre halkı ile ilişki kurdukları bir alan olmuştur.15 Bu durum Akçadağ Köy Enstitüsü mimari proje yarışması sonuç raporunda, “ülke gerçekleriyle temas eden, sosyal yaşantının gizli kalmış yönlerini kavramış, halkın özgün yaşantısından izler barındıran düşünceler ile mimar ‘bize ait’ sanat eserleri yaratmıştır”16 şeklinde açığa çıkar. 7. Akçadağ Köy Enstitüsü ilk binaları, 1941. 8. Akçadağ İlköğretmen Okulu dönemine ait 1954-1970 arası yapılan yapıların yerleşimi yaya yolları içinde, düzgün çizgilerin hakim olduğu eşit aralıklı binalardan oluşmaktadır. (Resim 6) Akçadağ Köy Ensitüsü’nün günümüzdeki yerleşkesi incelendiğinde yarışma projesinde birincilik alan eserin geliştirilerek uygulandığı görülür. Yerleşkedeki ilk 11. Hamam 12. Revir 10. Akçadağ Köy Enstitüsü okul binası, lojman ve planları 13. Marangozhane MİMARLIK 411 67 14. Ahır 15. Eski idari bina ve planı 17. Fırın ve planı 18. Tek lojman binalar yarışma projesinin maketinde var olan yolun batısında bulunan iki okul binası ve yolun doğusunda yer alan üç adet öğretmen lojmanıdır. (Resim 7-9) İlk inşa edilen okul yapısı yok olmasına rağmen temel izleri belirgin olarak izlenebilmektedir. Lojman grubu ise artan sayılarıyla günümüze kadar ulaşabilen yapılardır. (Resim 5-8) Yerleşim, duvarlarla çevreden soyutlanmayan, Tonguç’un öğrenciyi merkeze aldığı etkinlik alanı18 ve enstitü içinden geçirilen yol ile köylünün sosyal yaşama dahil olduğu, akışkan açık ve şeffaf özelliklere sahiptir. Dış bağlantı yolunun enstitünün içinden geçmesi, yolu bir akışın ötesinde köylüler ile teması sağlayan mekâna dönüştürür. Yarışma projesinin değerlendirme raporunda söz konusu yola ve dokuya atıfla, “ıssız ve sessiz bu yerde halkın hazırda bekleyen iradesini harekete geçiren aksiyon”19 vurgusu, projenin mimarı Ahsen Yapanar’ın Malatya Ovası’nın nüanslarını ortaya çıkarmasına bağlanır. Bu çalışma, “bozkırın sırtına uzatılan yolun demiryolunu şoseye bağlayışı, bu yolun etrafına serpiştirilen binalarla kayısı bahçelerinin itinalı yerleşimi adeta birbirini kucaklar”20 şeklinde ortaya konulmuştur. Enstitü’de yol, yeşil alan ve binalar iç içe geçen örgü kurgusu ile birbirini bütünlemektedir. Bu örüntüler arasında yer alan 200 metre uzunluğundaki arnavut taşlı Sevgi Yolu bu kurgunun en duygusal ve etkileyici bağıdır. (Resim 16) Akçadağ Köy Enstitüsü’nde, enstitülerin mimari programında belirlenen inşaat, ziraat ve kültür dersleri için yapılan okul, öğretmen evleri, yemekhane, hamam, ahır, kümes ve pansiyon gibi farklı binaların oluşturduğu “kümeler”21, her yıl yeni gelen öğrenciler tarafından etaplar halinde inşa edilmiştir. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde ilk dönem yapıları küçük ölçekli az katlı, taş ve ahşap ağırlıklı yerel malzeme ile inşa tekniği kolay yapılabilen türdendir. Yapılar dik açılı formda, düz ve sade cephelerde simetrik biçimleme 68 MİMARLIK 411 16. Sevgi Yolu hakimdir. Çatılar ahşap kontrüksiyon ile kırma ve beşik çatıdır. Enstitü alanı içinde 1965’li yıllara kadar eklenen yapıların yığma yapım tekniği ile yapılmaya devam ettiği, bu tarihten sonra daha büyük ve çok katlı betonarme yapıların yapıldığı, özgün yapıların bir kısmının yok olduğu okul arşivinde ve kadastro müdürlüğünde elde edilen haritalardan da gözlenebilmektedir. (Resim 6) Enstitünün kurulduğu dönemden günümüze faklı içeriklere sahip okul yapıları şeklinde kullanılması alanda fiziksel değişimlere neden olmuştur. Süreç içinde enstitü binalarının bir kısmı işlevsiz kaldığından yıkılmış, korunanlar dönemin eğitim sistemi içinde yeniden işlevlendirilmiş veya ihtiyaçlara göre yeni binalar yapılmıştır. Yerleşkede bulunan yapıların eğitim sistemine paralel olarak plan ve malzemedeki değişikliklerine göre üç farklı dönemde yapıldıkları tespit edilmiştir. (Resim 6) Birinci dönem Köy Enstitüsü’nün kurulduğu 1940-1954 yıllarıdır. Bu dönem Tekben’in verdiği bilgiler ile desteklenmiştir.22 Buna göre aynı forma sahip beş okul binası ve lojmanları (Resim 10), hamam (Resim 11), revir binası (Resim 12), marangozhane (Resim 13), ahır (Resim 14), eski idare binası (Resim 15), mutfak - fırın (Resim 17), motopomp, jeneratör binası, yolun doğusunda yer alan tek katlı lojmanlar (Resim 18-20) ve havuz birinci dönemde yapılmıştır. İkinci dönem, enstitünün kapanmasından sonra yerleşkenin ilköğretmen okulu olarak işlevlendirildiği 1954-1974 yılları olarak belirlenmiştir. Bu dönemde eğitim, başlangıçta enstitü dönemi ile benzer müfredat ve uygulamalar ile devam ettiğinden yapılara müdahale edilmemiş ancak 1965 yılından sonra betonarme malzemenin kullanıldığı idare ve derslik gibi yeni binalar eklenmiştir. (Resim 22, 23) Ayrıca, alana eklenen lojmanlar birinci dönemden farklı olarak apartman şeklinde iki katlı, dört daire tiplerine dönüşmüştür. (Resim 21) Enstitü alanının liseye dönüştüğü üçüncü dönem olarak tanımlanan 1970-2015 yılları 20. İkiz lojman ve planı 21. İki katlı lojman ve planı 22. İdari bina 19. İlk yapılan tek katlı öğretmen evi planı arasında ise çok katlı, geniş açıklıklı betonarme bina yapımı devam etmiştir. Bu dönemde 1975 yılında cami ve spor salonu, 1978 yılında yeni pansiyon binası yapılmıştır. (Resim 24, 25) SONUÇ Köy enstitüleri, Cumhuriyetin ilkelerini Anadolu kırsalına taşıyan, evrensel bir bireyin sahip olduğu adalet, eşitlik, dostluk, kardeşlik gibi demokratik ve hümanist değerleri barındıran bir projenin ürünüdür. Dönemin sosyal ve ekonomik yapısı içerisinde yarışmalar ile projelerin elde edilmesi, açık, kapalı mekânlar, meydan, lojman, okul ve sosyal alan ilişkileri ile oluşan yerleşimler, kadın mimarların yarışma ve uygulama sürecinde yer almasıyla enstitüler, yeni kurulan ülkenin ilerici, devrimci ve yenilikçi yüzünü oluşturur. Enstitüler, sosyo-ekonomik ve politik bir altyapıda anı niteliği taşıyarak süreklilik, özgünlük, yöresellik gibi mimari ve kültürel değerler barındırması nedeniyle korunması önem arz eder.23 Akçadağ Köy Enstitüsü ulusal mimari proje yarışması ile kurgulanan, enstitü programı ve coğrafi sınırlılıklar içinde biçimlenen bir uygulama ile günümüze ulaşan az sayıdaki enstitü binalarından biridir. Akçadağ’da mekânı kuran ana eksen yoldur. Issız ve sesiz Malat- MİMARLIK 411 69 23. 1965 yılında yapılan okul binası ve planı 24. Spor salonu 25. Pansiyon binası ya ovasına kurulan Enstitü, kara ve demir yolu ile bağlanarak yakın çevredeki yerleşimler için odak noktasına dönüşüp, ovanın canlanmasını sağlamıştır. Yol, ağaçlık alan ve enstitü alanı ile oluşan küme kurgusu zamanla eklenen yapılara rağmen belirgindir. Okul binaları, öğrencilerin ders işlediği, okuma, tartışma, resim, müzik gibi etkinlikleri yapabildikleri farklı boyutlardaki sınıf mekânları ve sorumlu öğretmenlerin ikamet ettiği konut ile her bina kendi içinde alt kümeleri oluşturur. Yöresel malzemenin ve tekniğin kullanıldığı yapılar, dönemin kısıtlı imkanları içinde öğretmen ve öğrencilerin birlikte yaptığı özgün nitelikler taşır. Türkiye Cumhuriyet tarihinin sosyal, kültürel ve mekânsal bir yansıması olan Akçadağ Köy Enstitüsü’nün, mimari ve kültürel değerleri ile korunup işlevlendirilerek geleceğe aktarılması, toplumsal hafızada giderek yok olan Anadolu’nun modernleşme projesinin yeniden yer edinmesine katkı sunacaktır. *Fotoğraflar aksi belirtilmediği takdirde yazarlara aittir. 70 MİMARLIK 411 NOTLAR 1. Kirby, 2000, s.29. 2. Köy Enstitüleri Kanunu 429 üyesi bulunan meclisten 278 kabul oyu ile geçmiştir. Oylamada ret oyu çıkmazken, 3 oy boş kullanılmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: TBMM Zabıt Cerideleri, 1940, ss.99-102. 3. Çorakbaş; Sümertaş, 2014, s.81. 4. Tanilli, 2003, s.153. 5. Çorakbaş; Yeşiltepe, 2014, s.164. 6. Demir, 2016, s.233. 7. Hicri 1312 (Miladi 1894-95) senesine ait Mamurat-ül Aziz Salnamesi. Hazır, 2006, s.72. 8. Cengiz, 1993, s.8. 9. Şahhüseyinoğlu, 2005, ss.20-21. 10. Tekben, 2003, s.143. 11. “Akçadağ Köy Enstitüsü Projesi Münasebetiyle - “Türk Mimarları Yarınki Nesillere Eserler Hazırlıyorlar”, Ulus Gazetesi, 1940, s.4. Keskin, 2012, s.122. 12. Türkoğlu, 1997, s.174. 13. Tonguç, 1997, s.442. 14. Keskin, 2012, s.114. 15. Baysal, 2012, s.142. 16. Belge 1, tarihsiz, s.2. 17. Ilgaz,1999, ss.328. 18. Baysal, 2012, s.139. 19. Belge 1, s.2. 20. Belge 1, s.2. 21. Baysal, 2006, s.128. 22. Tekben, 2005, s.102. 23. Çakıcı, 2013, ss.70-71. KAYNAKÇA • Belge 1, İmzasız ve tarihsiz, “Malatya Akçadağ Köy Enstitüleri Projeleri”, İsmail Hakkı Tonguç Vakfı Arşivi, ss.1-4. • Baysal, Ebru, 2006, “Erken Cumhuriyet Döneminde Köy Mekânına Bakış ve Köy Enstitülerinde Mekânsal Deneyimler”, GÜ FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara. • Baysal, Ebru, 2012, “Köy Enstitülerinde Mekân Kurgusu ve Mimari Yapılanma”, Düşünen Tohum Konuşan Toprak Cumhuriyet’in Köy Enstitüleri 1940-1954, (ed.) Ekrem Işın, Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul, ss.136-158. • Cengiz, M. Ali, 1993, Akçadağ Köy Enstitüsü, Yeni Malatya Ofset Tesisleri Yayını, Malatya. • Çakıcı, Sermin; Kıvılcım Çorakbaş, Figen, 2013, “Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsü Yerleşkesinin Tarihçesi ve Değerleri”, Mimarlık, sayı:369, ss.66-69. • Kıvılcım Çorakbaş, Figen; Sümertaş, F. Melike, 2014, “Çifteler Köy Ensititüsü Yerleşkelerinin Mekansal Süreklilik ve Dönüşümleri”, Mimarlık, sayı:380, ss.78-82. • Kıvılcım Çorakbaş, Figen; Yeşiltepe, D. Ayşe, 2014, “Köy Enstitüleri Yerleşkelerinde Eğitim Sistemi Değişikliklerinin Mekânsal Yansımaları: Erzurum Pulur Köy Enstitüsü Yerleşkesi”, MSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı:10-11, ss.149-165. • 2003, Köy Enstitüleri I-II, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Ankara. • Demir, Süleyman, 2016, Akçadağ Tarihi ve Kültürü, DH Basın Yayın Matbaacılık, Ankara. • Hazır, Gülhan, 2006, “Akçadağ Öğretmen Okulları”, NÜ SBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Niğde. • Ilgaz, Deniz, 1999, Köy Enstitüleri 75 Yılda Eğitim, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. • Keskin, Yıldız, 2012, “Köy Enstitüleri İçin Açılan Mimari Proje Yarışması ve Sonrası”, Düşünen Tohum Konuşan Toprak Cumhuriyet’in Köy Enstitüleri 1940-1954, (ed.) Ekrem Işın, Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul, ss.112-133. • Kirby, Fay, 2000, Türkiye’de Köy Enstitüleri, (haz.) Engin Tonguç, Güldikeni Yayınları, Ankara. • Tekben, Şerif, 2003, Köy Enstitüleri I-II, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Ankara. • Şahhüseyinoğlu, Nedim, 2005, Akçadağ Köy Enstitüsü ve Şerif Tekben, Karatepe Yayıncılık, Ankara. • Tanilli, Server, 2003, Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz, Adam Yayınları, İstanbul. • Tekben, Şerif, 2005, Canlandırılacak Köy Yolunda, KEÇEV Yayınları, Ankara. • Tonguç, Engin, 2007, Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç (Yaşamı, Öğretisi, Eylemi), Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Yayınları, İzmir. • Türkoğlu, Pakize, 1997, Tonguç ve Enstitüleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. • TBMM Zabıt Ceridesi, 1940, dönem: 6, yasama yılı:2, 41. birleşim, c.10, TBMM Matbaası, Ankara, ss.99-102. CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI Suadiye’de Bir Modern: Başoğlu Evi ve Korunması Üzerine Mülahazalar Mine Esmer, Hayriye İsmailoğlu 19. yüzyılın son çeyreğinde, Anadolu Demiryolu’nun bir parçası olarak Suadiye İstasyonu’nun yapılmasıyla ilk yerleşimlerin başladığı Suadiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında şehrin sayfiye bölgesine, II. Dünya Savaşı sonrasında artan kentleşme sonucunda da daimi konut alanına evrilmiştir. Nüfus yoğunluğuna paralel olarak artan yapılaşma ve kat yükseklikleri, sayfiye bölgelerinde kalan bahçe içindeki köşk ve evleri birer birer yok etmiştir. Bu süreçte, modern mimarlık örneği bir yapı olan Başoğlu Evi, 1930’ların sonundan günümüze kadar Suadiye Bağdat Caddesi’ndeki varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Bu yazı kapsamında sözkonusu yapı, yakın çevresi, yapısal özellikleri ve modern bir mimarlık mirası olarak korunmasına yönelik tavsiyelerle birlikte incelenecektir. SUADİYE SEMTİNİN DEĞİŞİM SÜRECİ İstanbul’un Kadıköy ilçesinde bulunan Suadiye semtini Marmara Denizi güneyden doğal olarak sınırlarken, semtin karadan komşularını Bostancı, Erenköy ve Kozyatağı mahalleleri oluşturur. Suadiye Mahallesi’ni ortadan ikiye bölen Bağdat Caddesi üzerinde ilk yerleşimler, 1873’te Anadolu Demiryolu’nun Haydarpaşa’dan İzmit’e ulaşması sonrası başlar.1 Suadiye semt istasyonu ise 1888’de bu hatta eklenmiştir.2 1908’de bir muhtarlık kurulan Suadiye’de, semtin ismi II. Abdülhamit’in maliye nazırı Reşad Paşa’nın genç yaşta ölen kızı Suat Hanım adına 1907’de yaptırdığı Suadiye Camisi’nden gelmektedir.3 20. yüzyılın başında, demiryolu yakınlarında bahçe içinde köşklerin bulunduğu Suadiye, Cumhuriyet döneminin ilk yılları ile birlikte şehrin sayfiye bölgesine dönüşür. Bağdat Caddesi’nin iki tarafındaki araziler, 1935’ten sonra küçük parsellere bölünmüş ve genişçe bahçeler içinde genellikle iki katlı küçük villalar inşa edilmiştir.4 Bahçe içindeki bu villaların çoğu, Başoğlu Evi’nde de görüldüğü üzere, kübik bir forma sahiptir.5 (Resim 1, 2) Ancak, II. Dünya Savaşı sonrasında görülen hızlı kentleşme,6 İstanbul’da nüfusun 1945-1960 yılları arasında iki katına çıkmasına7 ve ortaya çıkan konut sorununun apartmanlaşma ile çözülmesine yol açmıştır.8 Ulaşım ve haberleşme hızla artınca, üst ve orta sınıflar kent merkezinden taşınıp Suadiye gibi şehrin sayfiyelerine yerleşmeye, buralarda daimi konut alanları oluşturmaya başlamışlardır.9 Suadiye’nin sayfiye özelliğinin 1960’ların sonuna kadar kısmen de olsa devam ettiği bilinmektedir. Orhan Pamuk’un otobiyografik özellik taşıyan İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabında, yazarın 1960’ların sonuna denk gelen lise çağlarında hâlâ “Suadiye ve Erenköy’e yazlığa giden bir kesimden” bahsedilir.10 1970’lere gelindiğinde, Suadiye’de öncelikle Bağdat Caddesi üzerin- Bir zamanlar İstanbul’un “sayfiye”lerinden olan Suadiye’de, “bahçe içinde yer alan villa” tipolojisinin sayılı kalan örnekleri yıkım tehdidiyle karşı karşıya. Bu konutlardan biri olan ve yazarların Başoğlu Evi olarak adlandırdıkları yapı, hem terk edilmiş hem de tescilsiz olması nedeniyle kentsel dönüşüme kurban gitmeden önce korunması için gerekli adımların atılmasını bekliyor. deki iki katlı müstakil yapılar beş katlı apartmanlara dönüşmeye başlamış; daha sonra Bağdat Caddesi ile sahil arasında daha da yüksek apartmanlar inşa edilmiştir.11 Böylece mahalledeki gabari ve kütlesel boyut farklılaşmış; Suadiye’nin denizle olan fiziksel ilişkisi de, dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın yürüttüğü imar çalışmaları ile sahil şeridinin 1984 - 1987 yılları arasında doldurulmasıyla kesilmiştir. Suadiye semti için, sahil yolunun açılmasından sonraki en büyük fiziksel değişim, 1999 Marmara Depremi sonrası gerçekleşen kentsel dönüşümdür. İnsan odaklı olması ve kamusal fayda sağlaması gereken kentsel dönüşüm giderek amacından uzaklaşmış; hem mal sahipleri hem de müteahhit firmalar için sadece para kazanmaya odaklı hale gelmiştir.12 Kadıköy ilçesini büyük ölçekli bir şantiye alanına çeviren söz konusu dönüşüm, Bağdat Caddesi üzerinde tescilsiz durumda bulunan Başoğlu Evi için de büyük tehdit oluşturmaktadır. Mine Esmer Dr. Öğr. Üyesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık Bölümü Hayriye İsmailoğlu Arş. Gör., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık Bölümü XXXX 1. Başoğlu Evi güneybatı cephesi, 2016. MİMARLIK 411 71 Kaynak: Hava fotoğrafı üzerinden yazarlar tarafından hazırlanmıştır. 3. Başoğlu Evi vaziyet planı numaralı parsel üzerinde yer alır. (Resim 1-3) Halen malikleri olan Başoğlu ailesi tarafından yaptırıldığı için, yapı bu isimle adlandırılmıştır. 2. Başoğlu Evi güney görünüş 4. Başoğlu Evi doğu görünüş 5. Yapının birinci kat balkonu BAŞOĞLU EVİ Bu yazıya konu olan Başoğlu Evi, 1930’ların sonunda inşa edilmiş, bahçe içinde, iki katlı ve müstakil bir yapıdır. Bağdat Caddesi’ni dik kesen Akın ve Kazım Özalp Sokakları arasındaki 347 adada, 845 m2’lik 3 72 MİMARLIK 411 Tekil mimar-müşteri ilişkisinin bir örneğini oluşturan Başoğlu Evi, erken Cumhuriyet dönemi modern üslubunun Bağdat Caddesi üzerindeki özel bir örneğidir. (Resim 3-5) Tapudaki ilk geldisi 12 Kasım 1940 olarak görülen yapının bu tarihin hemen öncesinde Fehmi Başoğlu tarafından inşa ettirildiği düşünülmektedir. Kadıköy Belediyesi’ndeki dosyası ile tapu kayıtlarında mimarına ve özgün projelerine rastlanmayan yapının, sadece 1959’da yola terkinin tapuya işlendiği tespit edilmiştir. İlk sahibi Fehmi Başoğlu’nun vefatı sonrasında yapı, bugün hayatta olmayan çocukları Nuran Başoğlu Bakırcı, Mustafa Adnan Başoğlu ve Yalçın Başoğlu’na miras olarak intikal etmiştir. Mustafa Adnan Başoğlu’nun, 1930 doğumlu olduğu, 1939 yılında 493 öğrenci numarası ile Galatasaray Lisesi’ne girdiği ve 1950 yılında mezun olduğu bilinmektedir. Mustafa Adnan Bey, Galatasay Lisesi’nin ardından, University of California - Berkeley’de inşaat mühendisliği, daha sonra ise University of Southern California’da yüksek lisans yaparak yüksek inşaat mühendisi ünvanı almıştır. 2016 yılında hayatını kaybetmiş olan Mustafa Adnan Bey’in eşi Sevgi Başoğlu hayattadır. Mustafa Adnan Başoğlu’nun eğitimi ile ilgili olarak ulaşılabilen bu kısıtlı bilgi bize ailenin maddi durumu, sosyo-ekonomik düzeyi, yaşam biçimi hakkında bir fikir vermektedir. Ne yazık ki yapı ile ilgili olarak aile ile görüşme sağlanamamıştır. Maliklerin ölümünden sonra, 2018 yılı itibariyle henüz yapının tapu kaydında el değiştirmemiş olduğu görülmüştür. Bağdat Caddesi’nin apartmanlaşması ve zemin katların çoğunlukla ticari işlevlerle kullanılmaya başlanmasının ardından, aile tarafından artık konut olarak tercih edilmeyen evin, 1980’lerde kiraya verildiği bilinmektedir. Yapı, 1990’ların ortasından itibaren boş kalmıştır. 2000’li yıllara ait belediye dosyasında, metruk olarak nitelendirilen binanın çevre için tehdit oluşturduğu ve sahipleri tarafından önlem alınması gerektiği ile ilgili kayıtlar mevcuttur. Yapının Mimari Özellikleri Başoğlu Evi’ne Bağdat Caddesi üzerindeki bahçesinden, iki farklı biçimde ulaşılmaktadır. (Resim 6) Birinci giriş batıdaki yaya girişidir; bu girişten yapının cadde Kaynak: Yazarlar tarafından sahada alınan kroki ve ölçüler ile hazırlanmıştır. Kaynak: Yazarlar tarafından sahada alınan kroki ve ölçüler ile hazırlanmıştır. 7. Başoğlu Evi zemin kat planı rölövesi Kaynak: Arkitekt, sayı:1932-04 (16), s.101. 6. Başoğlu Evi yakın çevresine ait vaziyet planı 9. Maçka’da İzzet Bey Evi, holden salon ve yemek odası. Resim 8 ve 9’daki her iki yapıda da iç mekân kurgusu ve pencere boyutları - biçimlerinin benzerliği dikkat çekicidir. seviyesinden yarım kat yukarıda düzenlenmiş bahçesine basamaklarla ulaşılır. İkinci giriş ise araçlar içindir; caddeden parselin arka köşesinde bulunan garaja kadar verilen hafif bir eğimle tanzim edilmiştir. Evin ana girişi de, Bağdat Caddesi’ne yönelmiş olan güneybatı cephesindedir. Basamaklarla çıkılan zemin kat terası, güneybatı cephesi boyunca uzanır; batı ucunda bir geri çekilme ile giriş sahanlığını da oluşturur. (Resim 7) Yapının cephe ve plan kurgusunda kübik formun mekânsal yansımaları görünmektedir. Zemin kat, birinci kat ve kısmi bir bodrum kattan ibaret olan yapı, yaklaşık kare bir tabana oturur ve birinci kattaki eğrisel balkon dışında rasyonel bir kompozisyona sahiptir. Zemin katta mutfak, kiler, merdiven holü ve banyodan oluşan servis birimleri kuzeydoğu ile kuzeybatı cephelerde ana kütleden dışarı taşar. Pencere bölünmeleri ve boyutları kendisiyle çağdaş yapılarla benzerlik göstermektedir. Yapıda kullanılan geniş balkonlar, sürekli pencere denizlikleri, düşey vurgulu birimlere sahip pencere doğramalar ve bu birimlerin tekrarlanarak kullanılması ile mutfağın bahçeyle doğrudan ilişkisi gibi unsurlar yapıldığı dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. (Resim 10 ve 18) 8. Başoğlu Evi’nde kemerle bölünmüş salon Zemin katta, ana giriş kapısından ulaşılan giriş bölümü ve devamındaki hol, bu kattaki tüm mekânlar ile merdiveni ilişkilendirir. Salon, üç ayrı kapıyla girilen, L-planlı tek bir mekândır; kemerli bölmelerle yemek, oturma ve çalışma olmak üzere üç işleve ayrılmıştır. Her kapı bu işlevlerden birine açılır. (Resim 7-9) Kiler, merdiven ve merdiven kolu altındaki banyo kuzeydoğu yönüne konumlandırılmıştır. Modern yapıda ayrı mutfak ve kiler gibi kültürel önceliklerin benimsenmiş olması dikkat çekicidir. Yüksek bir pencere aracılığıyla sahanlıktan doğal ışık alan ahşap bir merdivenle zemin ve birinci katlar birbirine bağlanır. (Resim 10-12) MİMARLIK 411 73 Kaynak: Yazarlar tarafından sahada alınan kroki ve ölçüler ile hazırlanmıştır. Yapıda dar saçaklı, mürekkep kırma çatı kullanılmış; çatı örtü malzemesi olarak marsilya tipi kiremit tercih edilmiştir. 1937-38 yıllarında, daha önceleri sıklıkla tercih edilen saçaksız, teras çatıların yerine geniş olmayan saçak ve kırma çatı kullanımına başlandığı bilinmektedir.2 Bu tercihte, savaş yıllarına rastlayan binanın yapım döneminde teras çatı için gereken yalıtım malzemelerinin pahalı ve temininin zahmetli olması da rol oynamış olabilir. Yapıyla aynı zamanda tasarlanmış olan garaj ve atölyeler bahçenin arka kısmında, kuzeydoğudaki bahçe duvarının önünde sıralı biçimde bulunurlar. (Resim 13, 14) Bahçede yaya güzergahındaki kotlar basamaklarla çözülmüştür. Yapıdaki Hasarlar ve Koruma Sorunları 10. Başaoğlu Evi birinci ve bodrum kat planı rölöveleri Birinci katta, merdiven holü, dört yatak odası, banyo ve kapalı bir teras ile çevrili kat holden ahşap bir bölme ile ayrılır. (Resim 11, 12) Birinci katın güneybatı cephesi boyunca uzanan balkon, dönem yapılarının tipik örneklerinde olduğu üzere kuzeybatı ucunda eğrisel bir plana sahiptir. (Resim 10) 1933-38 yılları arası görülen, köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen planlarda, yuvarlak kısımlara en çok girişlerde, balkon ve teraslar ile merdiven hollerinde rastlanmaktadır. Bu yapıda görülen sürekli balkon veya geniş veranda; konutlarda genelllikle cephe boyunca en çok tercih edilen dönemsel iki özelliktir.1 Yapının kısmi bodrumuna kilerden inilmektedir. Bodrum katta bulunan her iki oda da güneydoğu cephesine açılan ikişer pencere ile aydınlanır. (Resim 13) Doğal ışık alabilen bodrum oldukça basık bir mekândır ve tavan yüksekliği 150 cm’dir. Yapının tüm duvarları yığma teknikte, harman tuğlası ile örülmüştür; döşemeler ise betonarme plaktır. T) 49 cm, zemin ve Bodrum kat duvar kalınlığı ( birinci katlarda ise duvarlar (2T) 39 cm kalınlığındadır. Bodrum duvarları sıvalıdır; zemin şap olarak bırakılmıştır. Yapının bodrum katındaki kalorifer tesisatı dönemin teknolojisini göstermesi açısından ilginçtir. Mutfak, banyo, teras, balkon gibi su ile teması olan zeminlerde karo mozaik, diğer tüm mekânlarda balık sırtı ahşap parke kullanılmıştır. Mutfak ve banyo duvarları, belli bir yüksekliğe kadar seramik kaplı, geri kalan duvar yüzeyleri ile tavan sıva üzeri boyadır. 11. Birinci kat ve merdiven hollerini ayıran ahşap doğrama 74 MİMARLIK 411 12. Birinci kat holü Yaklaşık olarak 1990’ların ortasından beri işlevsiz kalan yapıdaki hasarlar oldukça fazla ve çeşitlidir. Terk edilmişlik ve bakımsızlıktan kaynaklanan hasarların yanısıra yapıda hırsızlık sonucu ciddi kayıplar olmuş; tüm metal aksam (kalorifer petekleri ve boruları, merdiven küpeştesi, banyo küveti) çalınmıştır. Birinci kat balkonunun metal korkuluğu da kuzeybatı cephede saplandığı yerden sökülmeye çalışılmış, ancak ya çok göz önünde olduğu için ya da paslı olduğundan ucu duvardan çıkarıldıktan sonra bulunduğu şekliyle bırakılmıştır. Hem hırsızlığı önlemek hem de belediyeye yapılan şikâyetler üzerine, mal sahibi tarafından kapı ve pencereler gazbeton bloklarla ördürülmüştür. Çatıda kuzeybatıda bir delik oluşmuş, ayrıca mahya hattı çeşitli yerlerde bozulmuştur. Tüm bu hasarlar yapının suya karşı dayanıksız olmasına neden olmuştur. Ayrıca yapının çoğu camı kırık olduğu için, zorlu hava koşullarına karşı savunmasız hale gelmiştir. Zemin katın ahşap döşemeleri kısmen daha iyi durumda olsa da üst kat ahşap döşemelerinin neredeyse tümü ve merdivenin son basamağı, kırık camlardan ve çatıdan giren su nedeniyle çürümüştür. (Resim 15, 16) Duvarlarda ve tavanda nemden kaynaklanan lekelerle yosun oluşumu gözlenmektedir. YAPININ KORUNMASI İÇİN ÖNERİLER Türkiye’de modern dönemi tanımlayan yapıların kültür mirasının bir parçası olarak değerlendirilmesi, 2000’li yıllarda başlayan bir süreçte, uzmanlardan oluşan kısıtlı bir çevrede tartışılmaya başlanmıştır. Modern miras konusunda Türkiye, henüz koruma sürecinin ilk aşaması olan “farkına varma” ve “kaygı duyma” dönemini yaşamaktadır. 3 DOCOMOMO Türkiye Çalışma Grubu’nun 2002 yılında kurulmasının ardından, 2003 yılında erken Cumhuriyet dönemi olarak adlandırılan ve Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’lere uzanan süreçte modernist yaklaşımlarla inşa edilen yapıların gerek tescil edilmesi gerek kamuoyunda mimari miras olarak kabul görmesi konusunda görüş birliği sağlanmıştır.4 Ancak, fiziksel özellikleri ile alışılagelmiş mimari miras imgesini, “eski eser” görüntüsünü, dolayısıyla kimliğini yansıtmadığı için modern mirasın korunmasının gerekliliği konusunda yeterli kamuoyu bilinci henüz oluşmamıştır. Bu yüzden çoğu dönem yapısı da yıkılmaları önünde herhangi bir engel bulunmadan tescilsiz durumdadır. SONUÇ Bugün Türkiye’de 1930’ların mimari mirasının son derece üzücü bir durumda bulunduğu, dönem yapılarının çoğunun yıkılmış; yıkılmayanların da ya tanınmayacak hale gelmiş ya da post-modern inşaat patlaması içinde unutulup gitmiş olduğu bilinmektedir.5 Ancak Başoğlu Evi aynı dönem yapılar ile karşılaştırıldığında, plan şeması, cephe düzeni, malzeme ve mimari elemanlar açısından inşa edildiği dönemin pek çok özelliğini barındırdığı görülür. (Resim 17-19) Simenarmenin, yeni mimarinin ilkelerine ve estetiğine biçim veren çok önemli bir rol oynadığı 1930’lardaki villalara Maçka’da Mimar Saim’in İzzet Bey Evi, Adana’da Mimar Semih Rüstem’in kendi 15. Yapıdan merdiven görünümü Kaynak: Hayriye İsmailoğlu, Şubat 2018. 347 ada / 3 parseldeki erken Cumhuriyet dönemi yapısı olan Başoğlu Evi de ne yazık ki tescilli değildir. Günümüze gelebilmiş olması büyük şans olan yapının yıkılması önünde kanuni bir engel yoktur. Eğer içinde bulunduğu atıl durum devam ederse, bir süre sonra bu koşullarda malzeme kaybı ile strüktürel bozulma göstereceği açıktır. Bağdat Caddesi üzerinde bahçe içinde başka müstakil yapılar da mevcuttur. Örneğin, Suadiye’de, Bağdat Caddesi’nde no: 432-434’de 3 katlı, Ethemefendi Caddesi’nde no:2’de 2 katlı birer yapı bulunur. Ancak bu az sayıdaki yapıların hiçbiri, Başoğlu Evi’nin mimari niteliklerine sahip değildir ve görmüş oldukları çeşitli müdahaleler sonucu yapıldıkları dönemin özelliklerini çoğunlukla kaybetmişlerdir. Başoğlu Evi’nin yapıldığı döneme ait nitelikli ve özgün mimari karakterini henüz yitirmemiş bir örnek olarak tescil edilmesi ve herhangi bir şirket, banka gibi bir kurum tarafından satın alınarak ya da maliki olan ailenin katkısıyla -arsasının sağlayacağı ranttan feragat edilerek- prestij binası niteliğinde, özgün biçimiyle restore edilmesi umulmaktadır. Kentsel bellekteki süreklilik ve farklı bir dönemin temsil edilebilmesi adına bu önerinin gerçekleştirilmesi değerli olacaktır. 13. Bodrum kattan görünüş, betonarme döşeme kalıp izleri ve döneminin teknolojisi ile metal aksam 14. Garaj ve atölye olarak kullanıldığı düşünülen ek yapılar 16. Kilerin arka cephedeki giriş kapısı, gazbeton bloklarla güvenlik nedeniyle örülmüştür. MİMARLIK 411 75 18. Birinci kat balkonu, sökülmüş olan metal parmaklıklar Kaynak: URL1, dergi.mo.org.tr/detail.php?id=2&sayi_id=211 [Erişim: 19.07.2019] 17. Birinci kat balkonundan detay 20. Arkitekt dergisinin 1930’lu yıllarda çıkan sayılarında belgelenmiş dönem özelliklerini yansıtan örnekler. evi, Bebek’te Mimar Erip Erbilen’in, Suadiye’de ve Kadıköy’de Mimar Zeki Selah (Sayar)’ın Dr. Sani Yaver için tasarladığı evler örnek olarak gösterilebilir. Bu yapılar, duvarları harman tuğlası, döşemeleri betonarme inşa edilen ve yukarda bahsi geçen diğer karakteristik dönem özelliklerini yansıtan örnekler arasındadır. (Resim 20) Sözkonusu yapıların çoğu, 1950’ler ve 1960’larda yüksek apartmanlara yer açmak için yıktırılmıştır.6 Arkitekt dergisinde çok daha nitelikli örneklerini gördüğümüz ama çoğu günümüze ulaşamayan bir grup dönem yapısının temsilcisi olarak Başoğlu Evi, bazı açılardan oldukça mütevazı özellikler barındırsa da, tekilliğinden ötürü “ikonik” olarak dahi tanımlanabilir. Gerek bahçesindeki dökme mozaik merdivenleri, garaj ve atölye gibi müştemilatı gerekse kendi bünyesindeki ahşap doğramalar, karo mozaik döşemeler, metal korkuluklar gibi pek çok elemanın korunarak yapının inşa edildiği dönemden günümüze değişmeden gelebilmiş cephe, plan düzeni, kat yüksekliği, 76 MİMARLIK 411 19. Güneydoğu cepheden detaylar örtü biçimi gibi nitelikleri, yapının önemini artırmaktadır. Bu yazıyla amaçlanan, fiziksel özellikleri ile alışılagelmiş “eski eser” görüntüsünü -dolayısıyla kimliğini- yansıtmadığı için korunmasının gerekliliği konusunda yeterli kamuoyu bilinci oluşmamış ve tescilsiz durumda bulunan bu yapıya yönelik düşünmeye davet etmektir. Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe Mine Esmer tarafından 2018 yılında çekilmiştir. NOTLAR 1. Kösebay Erkan, Yonca; Ahunbay, Zeynep, 2008, “Anadolu Demiryolu Mirası ve Korunması”, İTÜ Dergisi/a, cilt:7, sayı:2, s.16. 2. Sabuniş Dölen, Şehnaz, 1995, “Suadiye”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, cilt:7, s.49. 3. Sabuniş Dölen, 1995, s.49. 4. Yazıcıoğlu, Zeynep, 2001, 1950-70’lerde İstanbul’da Konut Mimarisi: Bağdat Caddesi Örneği, İTÜ FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, s.49. 5. Bozdoğan, Sibel, 2008, Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, s.247. 6. Tekeli, İlhan, 1998, “Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi’nde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.12. 7. Yazıcıoğlu, 2001, s.30. 8. Tekeli, 1998, s.14. 9. Kıray, Mübeccel Belik, 1998, “Azgelişmiş Ülkelerde Metropolitenleşme Süreçleri”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, s.104. 10. Pamuk, Orhan, 2003, İstanbul Hatıralar ve Şehir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s.290. 11. Sabuniş Dölen, 1995, s.50. 12. Şahin, Dilara, 2016, Kentsel Dönüşüm Sürecinde Meşrulaştırma ve Bağdat Caddesi’nin Yeniden İnşa Süreci, İstanbul Kültür Üniversitesi FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, s.64. 13. Bozdoğan, 2008, s.227. 14. Batur, Afife, 1998, “1925-1950 Döneminde Türkiye Mimarlığı”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, s.228. 15. Omay Polat, Elvan Ebru; Can, Cengiz, 2008, “Modern Mimarlık Mirası Kavramı: Tanım ve Kapsam”, Megaron, cilt:3, sayı:2, s.183. 16. Omay Polat; Can, 2008, s.184. Cumhuriyet dönemi mimarlığı konusundaki temel kaynaklardan olan Arkitekt’in, bu yazı için 19311945 yılları arasındaki sayıları taranmış, Başoğlu Evi ile ilgili bir bilgi bulunamamıştır. 17. Bozdoğan, 2008, s.325. 18. Bozdoğan, 2008, s.250. YAYINLAR (ed.) Bülend Tuna, Kasım 2019, (yay. haz.) Fatma Öcal Al, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul, Türkçe, 203 sayfa. (ed.) Ali Cengizkan, N. Müge Cengizkan, Kasım 2019, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları, Ankara, Türkçe, 484 sayfa. MİMARLAR ODASI TARİHİNDEN PORTRELER: NUR AKIN Mimarlık meslek ortamına farklı yönleriyle katkı yapmış, iz bırakmış meslek büyüklerimizle sürdürülen yayın çalışmaları kapsamında, Işıl Çokuğraş ve Ceylan İrem Gençer’in 9-11 Şubat 2018 tarihlerinde Nur Akın ile gerçekleştirdikleri söyleşiden yola çıkarak hazırlanan Mimarlar Odası Tarihinden Portreler: Nur Akın isimli kitap, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Nur Akın, her zaman yakınımızda hissettiğimiz, birlikte çalışma yürütmekten onur duyduğumuz, varlığıyla ortamımızı zenginleştiren değerli bir meslek büyüğümüz. Bu kapsamlı söyleşide dile getirdiklerini, sadece bir akademisyenin portresi olarak değil, ülkemizdeki mimarlık eğitiminden meslek ortamına, koruma kültürü alanındaki çabalara kadar bunca yıllık yaşanmışlığın, zengin bir üretkenliğin dökümü olarak da algılayabiliriz.” BİR ŞEHİR KURMAK: ANKARA 1923-1933 Ankara’nın başkent olarak kuruluşunun ilk on yılındaki yapılaşma, modernleşme ve Yenişehir’in kurulum tarihine yakından bakan Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 adlı araştırma sergisi ile eşzamanlı olarak hazırlanan kitap, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Ali Cengizkan ve N. Müge Cengizkan’ın editörlüğü ile hazırlanan çalışmanın araştırma zemini, Ankara’nın çok bilinen ve hızla dönüştüğü için sonradan bilgisi üretilemeyen Yenişehir’in ortaya çıkışı ve eski şehir ile birlikte yaşaması açısından ele alınmaktadır. 1923-1933 arasındaki ilk on yıla odaklanan kitap, kent ve park kültürünün oluşması, kamusal hizmetlerin modernleşmesi, anma kültürünün yaratılması, ulus kültürünün kimliğe kavuşturulması ve kentin sosyal yaşamının modernleşmesi temalarıyla açısından ele almakta ve ‘moderne beş kala’ barınma kültürüne bakmaktadır. […] Kitapta döneme ilişkin bildik Ankara görselleri yerine, birinci el, özgün ve ‘Varolmayan Kartpostallar’ adını verdiği yeni üretilen görseller kullanılmakta; ilkesel olarak eski/ yeni karşılaştırmaları başta olmak üzere, nostalji üreten yöntemler yerine dönemi anlamak/anlayabilmek için empati araç ve ortamları kurulmaktadır. Bilinmektedir ki, nostalji yabancılaşmayı yaratır, yabancılaşma ise romantik kaçışa ve sorumsuzluğa yol açar.” Reha Günay, Ocak 2020, YEM Yayın, İstanbul, Türkçe, 200 sayfa. Çiğdem Varol, Aydan Sat, Bahar Yenigül, Aslı Gürel Üçer, Kasım 2019, (ed.) Alev Ayaokur, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları, Ankara, Türkçe, 265 sayfa. İSTANBUL ADALARININ YAŞAYAN AHŞAP KONUTLARI Geçtiğimiz yıllarda yayımlanan İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları adlı kitabında İstanbul’un yitip giden ahşap konut dokusunu konu edinen Reha Günay, İstanbul Adalarının Yaşayan Ahşap Konutları adlı kitabında ise yapılaşmaya, nüfus artışına ve tüm duyarsızlığımıza rağmen yaşamayı sürdüren Adalar’daki yapılardan kendi çekmiş olduğu siyah beyaz fotoğrafları ile kapsamlı bir seçki sunuyor. Kitabın tanıtım metni şu şekilde: “İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları kitabını hazırlarken Ada konutlarını da katmayı düşünüyordum ancak hem çok önemli bir konut grubu olmaları hem de hâlâ yaşamaya devam etmelerinden dolayı onlara yer vermemiştim. […] Adalar bugün 19. yüzyıl Avrupa mimarlığının çeşitli üsluplarını yansıtan bir açıkhava müzesi gibidir. Hemen yakınındaki binlerce yıllık İstanbul ise artık geleneksel ahşap konut dokusunu tümüyle kaybetmiş; eski kârgir toplum yapılarını zar zor korurken tarihsel çevresini ise yitirmiştir. Buna karşılık Adalar’ın şimdiki zamanda oldukça korunmuş bir şekilde karşımızda durması sanki bir mucizedir. Bu mucizeyi yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak, kültürümüze gelecekte olağanüstü katkılar sağlayacaktır.” BAŞKENT’İN MEYDANI KIZILAY’IN DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ Ankara-Kızılay’ın sosyo-mekânsal tarihinin belgelenmesine katkı sağlaması amacıyla hazırlanan kitap, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni şu şekilde: “Kitapta ‘Kızılay Meydanı Başkent Ankara için her zaman önemli bir odak mıydı? Zamanla nasıl değişti ve dönüştü? Başkentin imgesi olma özelliğini kaybetti mi?’ soruları, cevaplarını bulmaya çalışmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşu ve Ankara’nın başkent ilan edilmesinden günümüze kadar geçen süreçte Ankara’nın merkezi olarak tanımlanan Kızılay Meydanı ve yakın çevresinin değişen sosyo-mekânsal yapısı, Ankara ve Kızılay için önemli değişimlere neden olan toplumsal, ekonomik ve siyasi dönüm noktalarına referans verilerek değerlendirilmektedir. […] Çalışmanın özgünlüğü, Kızılay’ın sosyo-mekânsal yapısı ve dönüşüm sürecini, konuyla ilgili yazın ve görselleri, belleğe dayalı anlatıları içeren sözlü tarih çalışması ile birlikte ele alarak ortaya koymasıdır.” MİMARLIK 411 77 YAYINLAR Étienne-Louis Boullée, Aralık 2019, (çev.) Alp Tümertekin, Janus Yayıncılık, İstanbul, Türkçe, 171 sayfa. Ahmet Alkan, Aralık 2019, YEM Yayın, İstanbul, Türkçe, 232 sayfa. MİMARLIK: SANAT ÜZERİNE DENEME Étienne-Louis Boullée’nin kaleme aldığı Mimarlık - Sanat Üzerine Deneme başlıklı kitap, Alp Tümertekin tarafından Türkçeye kazandırıldı. Kitabın tanıtım metni şu şekilde: “Étienne-Louis Boullée’nin (1728-1799) çalışmaları 18. yüzyıl sonunda ideoloji alanında yaşanan büyük alt-üst oluşlar bağlamında yer alır. Locke ve Condillac’ın yazılarıyla duyumcu felsefe tarafından biçimlendirilen, Montesquieu, Rousseau ve Voltaire tarafından olgunlaştırılan Boullée, sanatın eğitici erdemler taşıdığına inanır. Boullée iki yönden ‘devrimci mimar’ sayılabilir: Çağının mimarlığını eleştirir, cüretkar ve ilerici çözümler önerir, ama bir yandan da Devrim’in talep ettiği toplumsal ilerlemeyi sağlayacak kurumları somutlaştırmak ister. L’Hôtel Alexandre (Paris) ve günümüzde Le Palais de l’Élysée olarak kullanılan L’Hôtel d’Evreux dışında hiçbir eseri günümüze ulaşmamıştır.” ANILARLA SON 50 YILIN MİMARLIK VE PLANLAMA PRATİĞİ Ahmet Alkan’ın Anılarla Son 50 Yılın Mimarlık Ve Planlama Pratiği adlı kitabı YEM Yayın’dan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Bunların bilinmesi, tartışılması ve önlenmesi, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için olmazsa olmazlardan ilki ya da bizim onlara karşı görevimizdir... Kamu yönetimini doğrudan ilgilendiren, ahlak ve etik değerleri çerçevesine girmekle beraber, ancak etkin bir ‘hukuk devleti’ normlarında tartışılıp çözülebilecek yaşanmışlıkların önemli bir bölümünün muhataplarının hayatta olması, çoğunluğu iki kişi arasında geçen olayların belgelendirilmesinin imkânsızlığı, ortaya önemli hukuki sorunları çıkarabilecekti. […] İki kişi arasında geçen ve muhakkak anlatmam gerektiğine inandığım az sayıda olayda ise, gerçek isimleri kullanmamaya ve mümkün mertebe olayyer-zaman analizinden de isimleri tespite imkân vermeyecek, masum (!) ya da zorunlu çarpıtmalara giderek, genç kuşakların karşılaşabilecekleri kimi örnekleri de yazmayı konumumun bana yüklediği bir sorumluluk olarak görüp kabul ettim. Umarım benden sonra gelen değerli meslektaşlarıma ve bütün insanlara, bedelleri oldukça ağır ödenmiş bu deneyimlerin küçük de olsa olumlu katkıları olur. Bu benim için hayatıma anlam katacak en büyük bahtiyarlık vesilesi olacaktır.” 78 MİMARLIK 411 (ed.) Rasim Akpınar, Kamil Taşcı, Volkan İdris Sarı, Aralık 2019, Nobel Akademik Yayıncılık, İstanbul, Türkçe, 648 sayfa. (ed.) Lioba Theis, Su Sultan Akülker, Caroline Mang, Haziran 2019, (çev.) Yiğit Adam, ANAMED Yayınları, İstanbul, Türkçe, 192 sayfa. ŞEHİR VE ŞEHİR YÖNETİMİ Mimarlık, şehir ve bölge planlama, siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat gibi disiplinleri bünyesinde barındıran Şehir ve Şehir Yönetimi kitabı Nobel Akademik Yayıncılık’tan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Şehir, içinde barındırdığı insan sayısı, sosyo-ekonomik işlevleri ve idari kapasitesi ile sürekli yenilenen canlı bir organizmadır. Kalkınmanın zemini olarak görülen şehirler merkezî idareler tarafından uygun bir planlama ölçeği olarak düşünülmektedir. Bununla birlikte salgın hastalıklar, afet, göç, kriminal suçlar, kente karşı işlenen suçlar, iklim değişiklikleri, kentsel yoksulluk gibi çok katmanlı ve teknik birtakım sorunlarla da yüz yüze kalan şehirleri yönetmek ziyadesiyle zorlaşmaktadır. Bugün ülkemizde kentleşme oranının yüzde 92 seviyesinde olduğunu göz önüne aldığımızda şehir ve şehir yönetimi konusunun önemli bir politika alanı olduğunu söyleyebiliriz. […] Eserin şehir ve şehir yönetimi konusunda fikir yoranların, akademisyenlerin, öğrencilerimizin, politika yapıcıların bu konularda ortaya koyacaklarına mütevazı bir katkı sunmasını ümit ediyoruz.” ARŞİVİN BELLEĞİ: MARCELL RESTLE’NİN ANADOLU ARAŞTIRMALARI Yiğit Adam’ın Türkçeye kazandırdığı Arşivin Belleği: Marcell Restle’nin Anadolu Araştırmaları ANAMED Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “1932’de Almanya’nın güneyindeki Bad Waldsee adında küçük bir şehirde dünyaya gelen Restle, Tübingen ve Münih üniversitelerinde sanat tarihi, Bizans araştırmaları ve Hıristiyanlık tarihi alanlarında eğitim aldı. Bir yıl öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi’nde Almanya ve Türkiye kökenli hocalardan aldığı dersler, Restle’nin önünde yeni ufuklar açtı. [...] Arşivin Belleği, bir yandan Restle’nin bir çalışma gününü nasıl geçirmiş olabileceğine, zamanını nasıl sistematik biçimde planladığına, internetin dahi olmadığı bir dönemde çalışırken kullandığı metotlara dair bilgiler verirken bir yandan da birçoğu artık yalnızca belleklerde kalan kültür varlıklarının kentsel yapı içerisindeki durumlarını retrospektif bir bakış açısıyla sunmayı hedefliyor. Yayının İngilizce versiyonu ise Türkçe versiyonu ile eş zamanlı olarak Archival Memories: Marcell Restle’s Research in Anatolia and Beyond ismiyle yayımlandı..” YAYINLAR (ed.) Bülend Tuna, Aralık 2019, (yay. haz.) Fatma Öcal Al, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul, Türkçe, 274 sayfa. Feride Çiçekoğlu, Mart 2019, Metis Yayınları, İstanbul, Türkçe,192 sayfa. MİMARLAR ODASI TARİHİNDEN PORTRELER: ÇELENGÜVEN BİRKAN “Mimarlar Odası Tarihinden Portreler” dizisi kapsamında gerçekleştirilen sözlü tarih görüşmelerinde meslektaşlarımızın yaşamlarından aktarabildiklerinin, belgeler ve görsellerle birlikte derlendiği serinin son kitabı, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Her yaşam geleceğe ışık tutan ve onu besleyen deneyler bütünüdür, öğretidir. Birkanların yaşam öyküsü; mimarlık eğitimi ile edindiğimiz değerleri sahiplenmenin-bilimsel çalışmanın, meslek ortamında ahlaklı olmanın, eğitimimize olanak sağlayan halkımızla bütünleşmenin, yaşadığımız ve müdahale ettiğimiz çevremize karşı duyarlılığın, ortaklaşmanın, dayanışmanın, paylaşmanın öyküsüdür. Bu yoğunluğu özveriyle, sabırla ve tevazu ile yaşadılar. Düşünceleriyle, davranışlarıyla, yazdıklarıyla ve çalışkanlıklarıyla iz bıraktılar, örnek oldular.” İSYANKAR ŞEHİR Vesikalı Şehir ve Şehrin İtirazı kitaplarının ardından, onlarla tematik süreklilik içinde yazılmış olan ve “Zamanın ruhu ile dişil özneliğin ilişkisini nasıl anlayabiliriz? Kadınların kendi hikâyelerinin kahramanı olmaları, üzerlerindeki tüm baskıya rağmen ‘şehre çıkmaları’, Gezi direnişi sonrasında yapılan bazı filmlere nasıl yansıdı, neyi değiştirdi? Ya da şehre çıkmak çözüm olmadığında, kadınlar şehrin içinde, hanelerde sıkışıp kaldıklarında durumlarını nasıl sorguluyorlar? Kadınların mahrem-isyanıyla erkeklik krizini nasıl bir arada düşünebiliriz?” gibi sorulara cevap arayan kitap, Metis Yayın’dan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Önceki iki kitap gibi İsyankâr Şehir de filmlere dışarıdan bakan metinlerle, İstanbul mekânlarına dair benim kendi hikâyelerimi iç içe örerek ilerliyor... Bir filmin senaryosunu yazarken mekânı ve zamanı, ya da çekim esnasında kameranın yerini değiştirince değişen bakış açısını hatırlatıyor bu bana. Aynı karakterlerin farklı yüzleri, yan yana ama birbirine değmeden akıp giden hayatlardan geriye kalan bambaşka hikâyeler. Sonunda kendime de bu üçlemeyi bitirebilecek başka bir gözle bakabildiğim bir ömürlük yolculuk.” Antoine Picon, Ocak 2020, (çev.) Alp Tümertekin, Janus Yayıncılık, İstanbul, Türkçe, 112 sayfa. Ira Katznelson, Kasım 2019, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Türkçe, 352 sayfa. MİMARLIĞIN MADDİLİĞİ Antoine Picon’ın Mimarlığın Maddiliği başlıklı kitabı Alp Tümertekin tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Mimarlık maddeyi dile getirmek için madde üzerinde çalışır. Madde dilsizdir, inatçılığını kırmak mimarlığın işidir. Maddiliğin yorumlanması Vitruvius’dan bu yana çok değişti. Bu çalışmasında Antoine Picon maddilikten kalkarak yeni bir mimarlık tarihi yazmaya hazırlanıyor. Mimarlık son derece maddi bir sanattır. Ahşap, tuğla, taş, beton ya da çelik kütleleri üzerinde çalışır. Mimarlık nerede yer alır? Mimarlık maddenin yanında yer alır, ama dile varacak yolun üstünde anlatımının yanında da yer alır, doldurulması imkânsız bir mesafe vardır mimarlıkla anlatım arasında, mimarlık anlatımdan ayrıdır.” MARKSİZM VE KENT Ira Katznelson’un kaleme aldığı Marksizm ve Kent, Ceren Göğüş’ün çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “ Marksizm ve kent konusunun geleceğe yönelik bir potansiyeli var. Kentler her zaman uygarlıkların yoğunlaşma noktaları olmuşlardır. Yoğunlukları bozulduğunda bunu açığa vurmaya da başlarlar. Kentlere, evrende noktalar, sınırlı formları olan yerler ve insanların eylemleri için mahaller olarak odaklanırsak, bu çıkış noktasını kullanarak tarihin anahtar yönlerini ve alternatif sosyal kuramların yeterliliklerini aydınlatabiliriz. Marksizm’in Batı kentlerinin gelişimini açıklamakta nasıl yardımcı olabileceğinin; kent ve kentsel mekânı analitik çerçevesinin içine nasıl dahil edeceğinin üzerine giderek Marksizm’in analitik kapasitesinin değerlendirilmesine de katkı sağlayabiliriz. Bu kitap Marx’ın başlıca analitik projelerinin kentsel mekân boyutunun dahiliyeti ile geliştirilebileceğini ve böylece, kent araştırmaları ve kentleri anlayışımızın bazı konu başlıklarının Marksizm’in devreye girişi ile aydınlatılabileceğini göstermeyi amaçlıyor. Aynı zamanda, Marksizm ve kentin karşılaşması Marksist kuramın merkezinde yer alan bazı meselelerin de açığa çıkarılmasına yardımcı olacaktır.” MİMARLIK 411 79 TEMA[S] Gerçek Olabilirdi: Simulacro Duygu Cihanger Ribeiro Fotoğraflar: Ivo Tavares Studio Dr. Öğretim Üyesi, TED Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Simulacro yerleştirmesi adını “kopyanın kopyası” anlamına gelen Latince kökeninden alıyor. Mimar Pedro Henrique, Portekiz’in Santa Maria de Feira kentinde yer alan kentin en eski yapı adalarını saran nehrin etrafında tesadüfi gelişmiş proje alanına bir “atıl” ya da “yok-mekân” niteliklerini yakıştırıyor ve bu sorunu Simulacro yerleştirmesiyle irdelemek istiyor. Aslında nehir ve yarattığı mekân, yaşayan ve hep orada olan varlıklar. Bu sebeple de sürekli devinim, değişim içindeler ve varlar. Projenin kaygısı ve özellikle de uygulanma biçimi mekânın kamusal değerine dikkat çekmek adına oldukça ölçülü ve ayakları yere basan bir yaklaşıma sahip. Simulacro yerleştirmesi kentlilere gözlem ve temaşa imkânı veren bir “asılma” ve “takılma” alanı yaratıyor. Her gün yanından geçilen ancak pek de kullanılmayan bir mekâna yaşam verme çabası olarak sarıya boyalı metal bir yapıyla desteklenen bir yük ağı Caster Nehri’nin yaklaşık kırk iki metrekarelik bandında bir duraklama ve merak noktası oluşturuyor. Nehrin iki yakasında da pek aktif olmayan sokak ve yeşil alanın ortasına asılan proje, batısındaki sokağa basit ama duyarlı bir tasarıma sahip üç basamaklı bir merdivenle bağlanıyor. İnsanlar alışmadıkları bu yapıyı anlamak adına merdiven çevresinde durup, projeyi anlamaya çalıştıklarında ise mekâna geçici bir düğüm atılıyor. Her ne kadar basit malzemelerle yapılmış küçük bir mekân olsa da, bu sadelik üzerinde sayısız etkinliğe izin veriyor Simulacro. Yanından geçenlerin aklını çelmeyi başarırsa, üzerindeki yük ağı sayesinde onlara sudaki yansımalar ve sayısız bakış açısı sunan alanında oturma, dinlenme, uzanma, nehri ve çevresini gözlemleme ve düşünme imkânları sağlıyor. Baudrillard tarafından “bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm” olarak açıklanan “simulakrum” kavramı, mimarın kentin olmayan mekânlarından birine dikkat çekmek için kamusal mekâna yaptığı geçici müdahalenin felsefesini de açıklıyor. Mimarın projenin adını “gerçek olabilirdi” olarak tanımlıyor olması, toplumun bu kamusal mekâna ilgisi arttıktan sonra sahip çıkabilmelerine ve böylece geçici, hatta uçucu bu mekânın kalıcılık kazanacağına dair bir umudu taşıyor. Bu umut, mimarlık disiplini içinde basit, küçük ölçekli ancak etkileyici tasarım araçları kullanarak kent sakinlerinin bu göz ardı edilmiş mekânı fark edip sahip çıkmalarını hedefliyor. 80 MİMARLIK 411