Uploaded by User6739

MIMARLIK411

advertisement
4
1
1
Axiom Canopy & Neeva - Bickert Bakery © Nike Bourgeois
OCAK-ŞUBAT 2020
ARMSTRONG CEILING SOLUTIONS
ASMA TAVANLARI:
DENEYİM EKONOMİSİ ÇAĞINDA
HEP DAHA YÜKSEK BEKLENTİLER
GÜNDEM:
BOĞAZİÇİ’Nİ
“KANAL”LAŞTIRACAK
OLAN YASA TASLAĞI
HASANKEYF’TE
SONA YAKLAŞIRKEN
MİMARLIK VE
EĞİTİM KURULTAYI
KENTSEL
MEKÂN / YAPI
İLİŞKİSİNE FARKLI
BİR YAKLAŞIM:
YAPI KREDİ
KÜLTÜR SANAT
Deneyim Ekonomisi çağında bir mekan, artık sadece bir mekan
değil: Artık her ortam, özgürce paylaşılan derecelendirmelerden,
görüntülerden ve yorumlardan oluşan sanal bir boyuta karşılık
gelen gerçek bir yer olan deneyim ile eşanlamlı hale geliyor. Bu
değişim, mimarları ve tasarımcıları, son kullanıcılar için giderek
daha özel deneyimler üretmek adına sürekli olarak teşvik
etmekte, yapıcı rekabeti desteklemekte ve beklentileri giderek
arttırmaktadır.
BASİTİN
KARMAŞIKLIĞI:
AŞIKLI HÖYÜK HV+T
KORUMA YAPISI
YARIŞMA:
İTÜ İŞLETME
FAKÜLTESİ MİMARİ
PROJE YARIŞMASI
Akustik asma tavan çözümlerinin üretimi ve pazarlamasında
uzmanlaşmış şirket Armstrong Ceiling Solutions asma tavanları,
titiz bir tasarım ve dikkatli malzeme seçimi yapıldığı taktirde, ışığı
yayma, ortamdaki akustiği düzenleme, hava kalitesini iyileştirme
ve fazlasını yapabilme performansıyla, basit ve işlevsel bir alanı,
ilgi uyandırabilecek duyusal bir uyarıcıya dönüştürebilen, mekan
içerisindeki en önemli mimari elemanlardan birisidir.
Lbdi Communication
Via Giacomo Boni, 26 20144 Milano | Tel 02 43910069 | Fax 02 33007120 | e-mail: [email protected] | web: lbdi.it
ŞEHİRCİLİKTE
MODERN ARAYIŞLAR:
DUDOK İZMİR’DE
MALATYA AKÇADAĞ
KÖY ENSTİTÜSÜ
01
Asma tavanlar, benzer şekilde, ortamı keyifli hale getirmek için
iç mekanların görsel algısını güzelleştirmeye katkıda bulunur.
Asma tavan sistemleri hem tavanı gizlemeye hem de dinamik
ortamları biçimlendirmeye imkan tanıyarak, aynı zamanda sesi
doğru şekilde sönümleme veya yönlendirmeyi sağlar. Sınıflarda
ve oditoryumlarda oldukca elzem olan, sesin yönlendirilmesi
ve emilimi arasındaki akustik denge, öğretmenlerin sesinin
duyulmasını ve öğrencilerin gürültülerinin sönümlenmesini
saglayarak daha etkili eğitim ortamını garanti eder. Asma
tavanlar, iç mekanı daha konforlu hale getiren bir mimari eleman
olarak da kullanabilir. Örneğin, hastaneleri daha samimi ve
konuksever kılarken aynı zamanda mükemmel bir konsantrasyon
seviyesi de sağlayarak kalabalık iç mekanlarda dahi gürültüyü
azaltıp, hastane çalışanları için çalışmayı, hastalar için daha sakin
bir ortam yaratmayı mümkün hale getirir.
MENKULLEŞTİRİLEN
BİR KENTTEN
KALAN NOTLAR:
YUSUFELİ
9 771300 421208
Axiom Canopy - Loudons Restaurant © Simon Miles
Duyuların etki alanında, ışık çok önemlidir. Asma tavanda
ışık yansıması açısından üstün teknolojik performans garanti
eden mineral fiber panellerle gerçekleştirilmiş modüler asma
tavan tasarımları iç mekanlarda kilit bir rol oynamaktadır. Panel
yüzeyindeki saf beyaz renklendirme, genel bir huzur ve refah
duygusu uyandırarak, ortamda bulunan insanların verimliliğini
ve konsantrasyonunu arttırır, odaların içine doğru kalibre edilmiş
doğal ışık yayar.
I SSN 1300-4212
Axiom Profile & Perla Microlook - Weltbild Store © Nike Bourgeois
HARBİYE
ASKERÎ MÜZE
VE KÜLTÜR SİTESİ
1988’den başlayarak iki yılda bir gerçekleştirilen
sergi ve ödül programı, Türkiye’deki mimarlık
üretiminin ardındaki 30 yılı aşan varlığıyla köklü
bir kurumsal destek olmuştur. İnşaatın en temel
ekonomik faaliyet olduğu ve aşırı yapı üretiminin
gerçekleştiği ülkemizde TMMOB Mimarlar
Odası’nın verdiği ödüller ile mimarlığın aslında
kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme
ölçütlerine dayanarak, seçkin olanın sıradan
olandan ayrılabileceği kamuoyuna iletilmek
istenmektedir. Ödüllendirilen; mimarlık
tasarımının ardındaki emek, dünya standartlarına
ilişkin farkındalık, uygulamaya gösterilen özen,
çevreye duyarlılık, tarihsel sürekliliğe yönelik
dikkat, popülist eğilimlere karşı duran direnç ve
önemli ölçüde yaratıcı çabadır. Program; yeni
ürünlere verilen ödüllerle yalnız güncele ve
geleceğe yönelen bir boyutla yetinmemekte,
uzun bir birikimi değerlendiren yaşam boyu
başarı ödülü ve 2006’dan başlayarak aramızdan
ayrılmış olan ustaları anmamıza aracılık
eden anma programıyla ülkede mimarlık
kültürünün yerleşmesine yönelik değerli bir
katkı sağlamaktadır. Geçtiğimiz 16 dönemde
programa 2411 mimarlık ürünü katılmış, seçkin
nitelikleri nedeniyle 138 ürüne ve 50 kişi veya
kuruluşa çeşitli dallarda ödül sunulmuştur.
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri uluslararası
tanınırlığa da olanak sağlamaktadır. Türkiye
mimarlığını uluslararası ortamlarda temsil
etmek üzere önemli mimarlık ödül seçkilerine
aday gösterilecek mimarlar ve ürünler;
programımızda ödül alan mimarlar ve ödül
adayları arasından seçilmektedir. Program
kapsamında ödül alan eserler, Ağa Han Mimarlık
Ödülü ve Mies van der Rohe Çağdaş Mimarlık
Ödülleri gibi uluslararası programlarda doğal
ödül adayı olarak da belirlenebilmektedir.
Serginin ilk günü gerçekleştirilecek olan
törende, ödül alan ürünler ve sahipleri
tanıtılarak kendilerine plaket sunulmaktadır.
Ödüllerin maddi karşılığı bulunmamakla
beraber, yarışmaya katılan ve ayrıca jüri seçimi
ile belirlenen mimarların ürünleri ilk olarak
Ankara’da sergilenmekte ve bu sergi bir sonraki
ödül dönemine kadar oluşturulan program
çerçevesinde, yurt içinde ve dışında birçok
kente ve etkinliğe taşınmaktadır. Sergiye katılan
ürünlerin tümü Türkçe ve İngilizce olarak
hazırlanan Ulusal Mimarlık Ödülleri Kataloğu ile
ulusal ve uluslararası kamuoyuna tanıtılmaktadır.
Katılımcılara ücretsiz olarak gönderilen
katalog, UIA üyesi dünya ülkelerindeki meslek
örgütlerinin kitaplıklarına, yurt içi ve dışındaki
üniversite, araştırma merkezleri ve uzmanlık
kitaplıklarına ulaştırılarak çağdaş Türkiye
mimarlığının tanıtımına katkıda bulunmaktadır.
Ödül alan yapıların tescili için T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na başvuru yapılmakta ve süreç
müellif ile birlikte takip edilmektedir. Ayrıca ödül
alan yapılara, aldığı ödülün ve mimarının adının
yer aldığı bilgi plaketi çakılmaktadır.
Dallar
Takvim
Seçici Kurul
• MİMAR SİNAN BÜYÜK ÖDÜLÜ
• BAŞARI ÖDÜLLERİ
o YAPI DALI
• Yapı
• Yapı-Koruma
• Yapı-Çevre
(Kamusal Alan Tasarımı)
o MİMARİ PROJE DALI
• Proje
• Proje-Koruma
• Proje-Çevre
(Kamusal Alan Tasarımı)
o FİKİR SUNUMU DALI
o MİMARLIĞA KATKI DALI
28 Şubat 2020, Cuma, 18.00
Son Katılım Tarihi ve Saati
26-27 Mart 2020
Seçici Kurul Toplantısı
Zeynep Ahunbay
M. Zafer Akdemir
T. Elvan Altan
A. Sinan Timoçin
Alper Ünlü
10 Nisan 2020, Cuma,
Ödül Töreni, Cermodern, ANKARA
Düzenleme Komitesi
TMMOB MİMARLAR ODASI
XVII. ULUSAL MİMARLIK
SERGİSİ ve ÖDÜLLERİ, 2020
Petek Ceyhan, Melis Özge Gayretli,
Serhat Ulubay
T: +90 312 417 37 27 F: +90 312 418 03 61 E: [email protected]
A: TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Konur Sokak No: 4/2, Yenişehir, Ankara
Haydarpaşa Garı Kadıköy / İstanbul
Mimarlar: Otto Ritter ve Helmuth Cuno 1906-1908
#haydarpaşa #kadıköy #istanbul
#TehditAltındakiKültürMirası#Türkiye
Nitelikli mimarlık hizmetleri ile şekillenen sağlıklı ve
}
güvenli bir çevrede; insan onuruna yakışan, temel hak ve
özgürlüklere dair hiçbir ayrım ve kısıtlamanın yaşanmadığı
koşullarda; bağımsız, eşitlikçi ve özgürlükçü Cumhuriyet
ve demokrasi değerlerinin korunduğu ve yükseltildiği,
aydınlanma yolunda uygar bir gelecek dileğiyle
yeni yılınızı kutluyoruz.
~
www.mo.org.tr/ulusalsergi
2020
1988’den başlayarak iki yılda bir gerçekleştirilen
sergi ve ödül programı, Türkiye’deki mimarlık
üretiminin ardındaki 30 yılı aşan varlığıyla köklü
bir kurumsal destek olmuştur. İnşaatın en temel
ekonomik faaliyet olduğu ve aşırı yapı üretiminin
gerçekleştiği ülkemizde TMMOB Mimarlar
Odası’nın verdiği ödüller ile mimarlığın aslında
kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme
ölçütlerine dayanarak, seçkin olanın sıradan
olandan ayrılabileceği kamuoyuna iletilmek
istenmektedir. Ödüllendirilen; mimarlık
tasarımının ardındaki emek, dünya standartlarına
ilişkin farkındalık, uygulamaya gösterilen özen,
çevreye duyarlılık, tarihsel sürekliliğe yönelik
dikkat, popülist eğilimlere karşı duran direnç ve
önemli ölçüde yaratıcı çabadır. Program; yeni
ürünlere verilen ödüllerle yalnız güncele ve
geleceğe yönelen bir boyutla yetinmemekte,
uzun bir birikimi değerlendiren yaşam boyu
başarı ödülü ve 2006’dan başlayarak aramızdan
ayrılmış olan ustaları anmamıza aracılık
eden anma programıyla ülkede mimarlık
kültürünün yerleşmesine yönelik değerli bir
katkı sağlamaktadır. Geçtiğimiz 16 dönemde
programa 2411 mimarlık ürünü katılmış, seçkin
nitelikleri nedeniyle 138 ürüne ve 50 kişi veya
kuruluşa çeşitli dallarda ödül sunulmuştur.
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri uluslararası
tanınırlığa da olanak sağlamaktadır. Türkiye
mimarlığını uluslararası ortamlarda temsil
etmek üzere önemli mimarlık ödül seçkilerine
aday gösterilecek mimarlar ve ürünler;
programımızda ödül alan mimarlar ve ödül
adayları arasından seçilmektedir. Program
kapsamında ödül alan eserler, Ağa Han Mimarlık
Ödülü ve Mies van der Rohe Çağdaş Mimarlık
Ödülleri gibi uluslararası programlarda doğal
ödül adayı olarak da belirlenebilmektedir.
Serginin ilk günü gerçekleştirilecek olan
törende, ödül alan ürünler ve sahipleri
tanıtılarak kendilerine plaket sunulmaktadır.
Ödüllerin maddi karşılığı bulunmamakla
beraber, yarışmaya katılan ve ayrıca jüri seçimi
ile belirlenen mimarların ürünleri ilk olarak
Ankara’da sergilenmekte ve bu sergi bir sonraki
ödül dönemine kadar oluşturulan program
çerçevesinde, yurt içinde ve dışında birçok
kente ve etkinliğe taşınmaktadır. Sergiye katılan
ürünlerin tümü Türkçe ve İngilizce olarak
hazırlanan Ulusal Mimarlık Ödülleri Kataloğu ile
ulusal ve uluslararası kamuoyuna tanıtılmaktadır.
Katılımcılara ücretsiz olarak gönderilen
katalog, UIA üyesi dünya ülkelerindeki meslek
örgütlerinin kitaplıklarına, yurt içi ve dışındaki
üniversite, araştırma merkezleri ve uzmanlık
kitaplıklarına ulaştırılarak çağdaş Türkiye
mimarlığının tanıtımına katkıda bulunmaktadır.
Ödül alan yapıların tescili için T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na başvuru yapılmakta ve süreç
müellif ile birlikte takip edilmektedir. Ayrıca ödül
alan yapılara, aldığı ödülün ve mimarının adının
yer aldığı bilgi plaketi çakılmaktadır.
Dallar
Takvim
Seçici Kurul
• MİMAR SİNAN BÜYÜK ÖDÜLÜ
• BAŞARI ÖDÜLLERİ
o YAPI DALI
• Yapı
• Yapı-Koruma
• Yapı-Çevre
(Kamusal Alan Tasarımı)
o MİMARİ PROJE DALI
• Proje
• Proje-Koruma
• Proje-Çevre
(Kamusal Alan Tasarımı)
o FİKİR SUNUMU DALI
o MİMARLIĞA KATKI DALI
28 Şubat 2020, Cuma, 18.00
Son Katılım Tarihi ve Saati
26-27 Mart 2020
Seçici Kurul Toplantısı
Zeynep Ahunbay
M. Zafer Akdemir
T. Elvan Altan
A. Sinan Timoçin
Alper Ünlü
10 Nisan 2020, Cuma,
Ödül Töreni, Cermodern, ANKARA
Düzenleme Komitesi
TMMOB MİMARLAR ODASI
XVII. ULUSAL MİMARLIK
SERGİSİ ve ÖDÜLLERİ, 2020
Petek Ceyhan, Melis Özge Gayretli,
Serhat Ulubay
T: +90 312 417 37 27 F: +90 312 418 03 61 E: [email protected]
A: TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi Konur Sokak No: 4/2, Yenişehir, Ankara
Haydarpaşa Garı Kadıköy / İstanbul
Mimarlar: Otto Ritter ve Helmuth Cuno 1906-1908
#haydarpaşa #kadıköy #istanbul
#TehditAltındakiKültürMirası#Türkiye
Nitelikli mimarlık hizmetleri ile şekillenen sağlıklı ve
}
güvenli bir çevrede; insan onuruna yakışan, temel hak ve
özgürlüklere dair hiçbir ayrım ve kısıtlamanın yaşanmadığı
koşullarda; bağımsız, eşitlikçi ve özgürlükçü Cumhuriyet
ve demokrasi değerlerinin korunduğu ve yükseltildiği,
aydınlanma yolunda uygar bir gelecek dileğiyle
yeni yılınızı kutluyoruz.
~
www.mo.org.tr/ulusalsergi
2020
4
1
1
Axiom Canopy & Neeva - Bickert Bakery © Nike Bourgeois
OCAK-ŞUBAT 2020
ARMSTRONG CEILING SOLUTIONS
ASMA TAVANLARI:
DENEYİM EKONOMİSİ ÇAĞINDA
HEP DAHA YÜKSEK BEKLENTİLER
GÜNDEM:
BOĞAZİÇİ’Nİ
“KANAL”LAŞTIRACAK
OLAN YASA TASLAĞI
HASANKEYF’TE
SONA YAKLAŞIRKEN
MİMARLIK
EĞİTİM KURULTAYI
KENTSEL
MEKÂN / YAPI
İLİŞKİSİNE FARKLI
BİR YAKLAŞIM:
YAPI KREDİ
KÜLTÜR SANAT
Deneyim Ekonomisi çağında bir mekan, artık sadece bir mekan
değil: Artık her ortam, özgürce paylaşılan derecelendirmelerden,
görüntülerden ve yorumlardan oluşan sanal bir boyuta karşılık
gelen gerçek bir yer olan deneyim ile eşanlamlı hale geliyor. Bu
değişim, mimarları ve tasarımcıları, son kullanıcılar için giderek
daha özel deneyimler üretmek adına sürekli olarak teşvik
etmekte, yapıcı rekabeti desteklemekte ve beklentileri giderek
arttırmaktadır.
BASİTİN
KARMAŞIKLIĞI:
AŞIKLI HÖYÜK HV+T
KORUMA YAPISI
YARIŞMA:
İTÜ İŞLETME
FAKÜLTESİ MİMARİ
PROJE YARIŞMASI
Akustik asma tavan çözümlerinin üretimi ve pazarlamasında
uzmanlaşmış şirket Armstrong Ceiling Solutions asma tavanları,
titiz bir tasarım ve dikkatli malzeme seçimi yapıldığı taktirde, ışığı
yayma, ortamdaki akustiği düzenleme, hava kalitesini iyileştirme
ve fazlasını yapabilme performansıyla, basit ve işlevsel bir alanı,
ilgi uyandırabilecek duyusal bir uyarıcıya dönüştürebilen, mekan
içerisindeki en önemli mimari elemanlardan birisidir.
Lbdi Communication
Via Giacomo Boni, 26 20144 Milano | Tel 02 43910069 | Fax 02 33007120 | e-mail: [email protected] | web: lbdi.it
ŞEHİRCİLİKTE
MODERN ARAYIŞLAR:
DUDOK İZMİR’DE
MALATYA AKÇADAĞ
KÖY ENSTİTÜSÜ
01
Asma tavanlar, benzer şekilde, ortamı keyifli hale getirmek için
iç mekanların görsel algısını güzelleştirmeye katkıda bulunur.
Asma tavan sistemleri hem tavanı gizlemeye hem de dinamik
ortamları biçimlendirmeye imkan tanıyarak, aynı zamanda sesi
doğru şekilde sönümleme veya yönlendirmeyi sağlar. Sınıflarda
ve oditoryumlarda oldukca elzem olan, sesin yönlendirilmesi
ve emilimi arasındaki akustik denge, öğretmenlerin sesinin
duyulmasını ve öğrencilerin gürültülerinin sönümlenmesini
saglayarak daha etkili eğitim ortamını garanti eder. Asma
tavanlar, iç mekanı daha konforlu hale getiren bir mimari eleman
olarak da kullanabilir. Örneğin, hastaneleri daha samimi ve
konuksever kılarken aynı zamanda mükemmel bir konsantrasyon
seviyesi de sağlayarak kalabalık iç mekanlarda dahi gürültüyü
azaltıp, hastane çalışanları için çalışmayı, hastalar için daha sakin
bir ortam yaratmayı mümkün hale getirir.
MENKULLEŞTİRİLEN
BİR KENTTEN
KALAN NOTLAR:
YUSUFELİ
9 771300 421208
Axiom Canopy - Loudons Restaurant © Simon Miles
Duyuların etki alanında, ışık çok önemlidir. Asma tavanda
ışık yansıması açısından üstün teknolojik performans garanti
eden mineral fiber panellerle gerçekleştirilmiş modüler asma
tavan tasarımları iç mekanlarda kilit bir rol oynamaktadır. Panel
yüzeyindeki saf beyaz renklendirme, genel bir huzur ve refah
duygusu uyandırarak, ortamda bulunan insanların verimliliğini
ve konsantrasyonunu arttırır, odaların içine doğru kalibre edilmiş
doğal ışık yayar.
I SSN 1300-4212
Axiom Profile & Perla Microlook - Weltbild Store © Nike Bourgeois
HARBİYE
ASKERÎ MÜZE
VE KÜLTÜR SİTESİ
‹Ç‹NDEK‹LERL
2
4
İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY
MİMARLIK DÜNYASINDAN
MİMARLIK GÜNDEM
10
Boğaziçi’ni “Kanal”laştıracak Olan Yasa
Taslağı Üzerine! / Esin Köymen
GÜNCEL
12
Hasankeyf’te Sona Yaklaşırken: Korumada İnsan Odaklı Yaklaşımlar ve İnsan Hakkı Olarak Kültürel Miras /
Pınar Aykaç, Berçem Kaya
ETKİNLİK
18
Cumhuriyetin Kayıp Rüyasının İzinde
“Bir Şehir Kurmak” / Zafer Akay
MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI
22
Uzun İnce Bir Yoldayız / Deniz İncedayı
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ
26  Kentsel Mekân / Yapı İlişkisine Farklı Bir
Yaklaşım: Yapı Kredi Kültür Sanat /
Özen Eyüce

Basitin Karmaşıklığı: Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı / Nilüfer Baturayoğlu Yöney
YARIŞMALAR
36
İTÜ İşletme Fakültesi Mimari Proje Yarışması
GÜNCEL: Hasankeyf’te Sona Yaklaşırken: Korumada İnsan Odaklı Yaklaşımlar ve İnsan Hakkı
Olarak Kültürel Miras
TEHDİT ALTINDAKİ KÜLTÜR MİRASI
40
Ortaçağ Yapılarını Soysuzlaştırmak: Konya II. Kılıçarslan Köşkü / Zeynep Eres
ANMA PROGRAMI: NEZİH ELDEM
41
Nezih Eldem’in Bütüncül Mimarlığı: Harbiye
Askerî Müze ve Kültür Sitesi / Namık Erkal
KENTSEL PLANLAMA
48  Menkulleştirilen Bir Kentten Kalan Notlar:
Yusufeli / Ersin Türk, Aygün Erdoğan
 Şehircilikte Modern Arayışlar: W. M. Dudok
İzmir’de / Meltem Ö. Gürel
ÇEVRE DUYARLI MİMARLIK
60
Yeni Nesil Stadyum Tasarımlarına
Sürdürülebilirlik Çerçevesinden Bakmak /
Nazlı Arslan, Tan Kamil Gürer
CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI
65  Toplumsal Hafızada Yok Olan Kültürel ve
Mimari Miras: Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü / Emine Ekinci Dağtekin, Arif Özdemir
 Suadiye’de Bir Modern: Başoğlu Evi ve Korunması Üzerine Mülahazalar /
Mine Esmer, Hayriye İsmailoğlu
YAYINLAR
TEMA[S]
80
Gerçek Olabilirdi: Simulacro / Duygu Cihanger
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ: Basitin Karmaşıklığı: Aşıklı Höyük HV+T Koruma
Yapısı
Ribeiro
MiMARLIK 411 1
ENG­LISH SUM­MARY
MİMARLIK AGENDA
10 On The Draft Law Which Will Bring
About the “Canalization” of the
Bosphorus! / Esin Köymen
In May 2018, with the provisional addition
to Zoning Law no.3194 article.16,
development amnesty has been granted
to some parts of the Bosphorus Protected
Area. By evaluating the recent draft law on
the cancellation of the High Coordination
Board of the Bosphorus Reconstruction,
the writer suggests that it is not difficult
to predict how construction in the region
will increase rapidly, public areas will be
privatized, and property, including forest
areas, will change hands rapidly.
AGENDA
12 Coming to the End in Hasankeyf:
Human-Oriented Approaches in
Conservation and Cultural Heritage as
a Human Right / Pınar Aykaç, Berçem Kaya
In the near future, Hasankeyf - with its 12
thousand years of past - and the Tigris
Valley - which is home to many living
beings - will be flooded by the Ilısu Dam,
which is expected to operate for 50
years after having started to retain water
since last summer. The writers tackle the
process ensuing after the destruction of
the historical bazaar of Hasankeyf (in order
to ‘move’ the historical buildings to a new
settlement area designated by TOKİ) so as
to discuss the repercussions of the Ilısu
Dam project - the construction of which
was completed many times - on Hasankeyf
and the struggle to stop the project in
reference to cultural heritage rights.
EVENT
18 “Construction of a City” in the
Footsteps of the Lost Dream of the
Republic / Zafer Akay
The “Construction of a New City: Ankara
1923-1933” exhibition, which opened to
visitors between 13 November 2019 and
26 January 2020, closely examines the
history of Ankara’s construction in the
first decade of its establishment as the
2 Mİ­MAR­LIK 411
capital city of Turkey. The writer examines
the narrative of the exhibition -which
comprises many intertwined adventuresand explains how the exhibition reveals
many details of architecture and urban
culture that were previously unknown.
THE CONGRESS OF ARCHITECTURE
AND EDUCATION
22 We’re on a Long Narrow Road /
Deniz İncedayı
The topic of the 10th Congress of
Architecture and Education was defined as
“Architecture, Professional Development
and Education Policies”. During the
conference’s preparation procedures,
and in order to discuss issues related to
the topic, several workshops were put
together: Acceptance to the Profession
of Architecture, Continuous Professional
Development and Architectural Education
Policy in Turkey. The final results of
the workshops were discussed in the
Congress, which was held on December
13th 2019.
ARCHITECTURAL CRITICISM
26 A Different Approach to the
Relationship between Building and
Urban Space: Yapı Kredi Culture and
Art Center (YKKS) / Özen Eyüce
YKKS’ “structure stands at the point
where the Istiklal Street -which is one of
the historical axes of Istanbul, where the
adjunct structure order limits public and
urban space- becomes a square through
its enlarging”. The building received the
“Building Category” prize given by the
2018 National Architecture Awards, which
it won because “it creates a spatial and
visual continuity that establishes a synergy
between the urban space and the building
by bringing the dynamism of the street and
the building together with the transparent
façade presented to the square, the
exposed circulation element and the
spatial volume behind this façade and
the culture and art-oriented spaces which
expand across floors; the architectural
attitude that encourages the public use
of the structure and creates a social
attraction in a urban scale by reinterpreting
the square-façade as a gate to the city;
shifting ‘the urban’ and ‘the ground floor’
relationships to the third dimension
and approaching vertical pedestrian
movement in a way that it allows the
historical street to be experienced from
different angles and heights; representing
the search for a building which also creates
a vertical relationship with the urban as an
alternative to the cultural buildings which
open their spatial and functional program
up to the street densely on the ground
floor and by establishing a horizontal
relationship throughout the city.”
32 The Complexity of the Simple:
The Aşıklı Höyük HV+T Conservation
Structure / Nilüfer Baturayoğlu Yöney
The Aşıklı Höyük HV+T Conservation
Structure, a candidate for the “Building /
Conservation Category Award” at the 2018
National Architecture Awards, is intended
to procure the uttermost benefit by
intervening the least on the archeological
site. Evaluating a structure that doesn’t
prioritize dominating the field with its
presence, the writer draws attention to a
design that uses sustainable techniques
and is shaped with recyclable materials
when necessary.
COMPETITIONS
36 ITU Faculty of Business
Administration Architectural Project
Competition
The competition opened by the Rector’s
Office of Istanbul Technical University to
gather design projects for the faculty to
be built in lieu of the Faculty of Business
Administration
has
concluded.
The
competition -organized in the categories
of individual, national and single-stage
competitionaimed
at
highlighting
original, qualified and budget design
approaches together with the functional
and innovative solutions that can shed
light on today’s architecture; identifying
‹N­G‹­L‹Z­CE ÖZET
projects and creators who develop
a modern environment and design
approach; promoting fine arts; improving
related professions and sub-disciplines;
establishing ethical values; and providing
an environment which allows for the teams
to gain international competitiveness.
Within the scope of the competition,
204 projects were evaluated; 3 awards,
5 honorable mentions, and 4 purchase
awards were handed out.
CULTURAL HERITAGE IN DANGER
40 Degrading Medieval Structures:
Konya’s Mansion of Kılıçarslan II /
Zeynep Eres
In this chapter of Cultural Heritage in Danger,
a series which began in our 405th issue,
Zeynep Eres wrote a piece on Konya’s
Mansion of Kılıçarslan II.
COMMEMMORATION PROGRAMME:
NEZIH ELDEM
41 The Holistic Architecture of Nezih
Eldem: The Harbiye Military Museum
and Cultural Complex / Namık Erkal
The Military Museum of Harbiye is an
important example of Eldem’s holistic
architectural approach in terms of
museums and museology -that should
be remembered not only at the national
level but also in the international sphere.
Paying attention to the detailed, dramatic
and strict aspects of Nezih Eldem’s design
approach -which makes Erdem “a different
modernist”- the writer (who is one of the
musem’s advisors) notes that Eldem’s
modernism shows both his material
and detailed knowledge of the rational
academic architecture of the 1940s and
the experimental and critical architectural
exhilaration of the 1950s and 1960s.
URBAN PLANNING
48 Notes Left From A Displaced City:
Yusufeli / Ersin Türk, Aygün Erdoğan
With the completion of the Yusufeli Dam
and Hydroelectric Power Plant Project,
which was started in 2012 on Çoruh
River, the town center, some parts of
the villages, the agricultural lands and
historical buildings will be submerged by
the flood. The writers analyze Yusufeli,
where the urban and rural geography has
undergone a profound change, with the
aims of registering the spatial character of
the town center before it becomes flooded
in the next few years.
54 Modern Quests in Urbanism: W. M.
Dudok in İzmir / Meltem Ö. Gürel
As a newly established young Republic,
perhaps the first steps Turkey took in
the name of the modernization of cities
was to be procured comprehensive city
plans. In this context, although the projects
presented by W.M. Dudok after his visit to
Izmir were not undertaken, the manifold
drawings and documents he left behind
in the archives of the Dutch Institute of
Architecture open a window to a critical
period, contributing to our exploration of
intertwined modernization policies and
architectural culture.
ENVIRONMENTAL ARCHITECTURE
60 Looking at New Generation
Stadium Designs from a Framework of
Sustainability / Nazlı Arslan, Tan Kamil Gürer
It is not a new concept for stadiums,
which are hosting masses increasing in
numbers, to be handled with sustainable
approaches. The guidelines drafted by
organizations such as FIFA and UEFA prior
to football tournaments, apart from being
a guidance for stadium designs, also raise
awareness on the topic. The writers take a
close look at the guidelines drafted prior
to EURO 2020 all the while considering a
few recent stadium designs.
ARCHITECTURE OF THE REPUBLICAN
PERIOD
65 Cultural and Architectural
Heritage Lost in Social Memory: The
Akçadağ Village Institute in Malatya /
Emine Ekinci Dağtekin, Arif Özdemir
The Akçadağ Village Institute, designed
as a part of national architectural project
competition, is one of the few institute
buildings that have survived to the
present day with its unique program
and its application within geographical
boundaries. The writers, describing the
building as a social, cultural and spatial
refection of Turkey’s republican period,
draw attention to the importance of the
modernization project, which is gradually
disappearing in the social memory.
71 A Modern Example in Suadiye:
Notes on the Başoğlu House and
its Conservation / Mine Esmer, Hayriye
İsmailoğlu
In Suadiye, a district which was once
one of the “summer resorts” of Istanbul,
the remaining examples of the “villa in a
garden” typology are facing the threat of
destruction. One of these dwellings, which
the writers call Başoğlu House, awaits
for the necessary steps to be taken to
protect it before it falls a victim of urban
transformation.
CONTACT
80 It Could Have Been Real: Simulacro /
Duygu Cihanger Ribeiro
With the installation of Simulacro -meaning
a copy of a copy- architect Pedro Henrique
questions the “idle” or “no-place” qualities
of a randomly developed project area
around the river, which is located in Santa
Maria de Feira, Portugal. The fact that the
architect defines the name of the project
as “it could have been real” unearths
its hope for society to be able to claim
it after its interest in the public space and for this temporary and even volatile
space to end up being permanent. The
purpose of this hope is to help urban
residents to recognize and maintain this
disregarded space by using simple, small
but impressive design tools within the
discipline of architecture.
Mİ­MAR­LIK.411. January-February 2020
Eng­lish Sum­mary by Elif Kaymaz
Mİ­MAR­LIK 411 3
M‹­MAR­LIK DÜN­YA­SIN­DAN
ET­KİN­LİK­LER - AJAN­DA
‘‘MİMARLAR ODASI 65.YILINDA” ETKİNLİĞİ
GERÇEKLEŞTİRİLDİ
SERGİ
Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği ve bağlı tüm Odalar; meslek
mensuplarının ortak gereksinmelerini karşılamak, mesleki etkinlikleri kolaylaştırmak, mesleğin genel
yararlara uygun olarak gelişmesini
sağlamak, meslek mensuplarının
birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim
kılmak üzere meslek disiplinini ve
ahlakını korumak; meslek ve çıkarları ile ilgili işlerde, resmî makamlar
ve öteki kuruluşlar ile işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve önerilerde bulunmak üzere çalışmalarını
yürütmekle sorumludurlar. 1954
yılında 6235 Sayılı TMMOB Kanunu
ile kurulan Mimarlar Odası; kurulduğu tarihten bugüne çalışmalarını
ülke ve kamu yararı doğrultusunda
yürütmekte; kentlerin kimlikli, planlı
ve sağlıklı gelişmesi için emek harcamaktadır. 65 yıllık tarihinde; yapılı
çevrenin sağlıklı ve kamu yararını
gözeten politikalar çerçevesinde
üretilmesi, tarihsel, kültürel ve doğal değerlerin korunması, kent ve planlama politikalarının kamu yararına geliştirilmesi; nitelikli mesleki hizmetlerin kamusal politikaların her düzeyinde yer alması, güvenli ve sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşması Mimarlar Odası tarafından ülke adına sorumluluk olarak
benimsenmiştir. Kurulduğu tarihten bu yana çalışmalarını, ülke ve kamu yararına yürütmekte ve kentlerin kimlikli, planlı ve sağlıklı gelişmesi için emek harcamaya devam eden
Mimarlar Odası sağlıksız ve düzensiz kentleşmeye yol açacak şehircilik bilimine ve kamu
yararına aykırı olan plan ve uygulamalara karşı mücadelesini sürdürmektedir. 65. yılında,
kuruluşundan bugüne gerçekleştirdiği çalışmalar, deneyim ve birikimler çerçevesinde
geçmişini değerlendirerek geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak ve çalışmalara katkı
sağlamak amacıyla 20 Aralık 2019 Cuma günü, Ankara’da bulunan Genel Merkez binasında sergi ve panel / forumdan oluşan “Mimarlar Odası 65.Yılında” etkinliği gerçekleşmiştir.
www.mo.org.tr/et­kin­lik­ler
Bir Zamanlar Toroslar’da: Sagalassos
27 Kasım 2019 - 28 Mayıs 2020, İstanbul
SERGİ
Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın Ardında 180 Yıl
5 Aralık 2019 - 1 Mart 2020, İstanbul
SÖYLEŞİ
Sergi Dinamikleri ile Göbekli Tepe’ye Bir Bakış
17 Ocak 2019, İstanbul
SERGİ
Bauhaus Imagınısta: Uzaklarda. İstanbul
28 Ocak 2020 - 3 Nisan 2020, İstanbul
SERGİ
Mimar Nejat Ersin
18-29 Şubat 2020, Ankara
KONFERANS
Heritage İstanbul 2020 Restorasyon, Arkeoloji,
Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansı
18-20 Mart 2020, İstanbul
SEMPOZYUM
I. Ulusal Mimarlık ve Kent Araştırmaları
Sempozyumu
29-30 Nisan 2020, İstanbul
SEMPOZYUM
28. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar
Sempozyumu
7-8 Mayıs 2020, İstanbul
YARIŞMALAR /
ÖDÜLLER - AJANDA
www.mo.org.tr/et­kin­lik­ler
www.yarismo.org
Antalya Kepez Belediyesi Mimar Turgut
Cansever Uluslararası Mimarlık Ödülleri
Son Başvuru Tarihi: 20 Ocak 2020
“Eskimeyen Kerpiç, Yaşayan Mekân” Kerpici
Keşfet Fikir Yarışması
Son Başvuru Tarihi: 7 Şubat 2020
Olivelo İzmir Kent Çeperinde Ekolojik Ortak
Yaşam Alanı Fikir Projesi Yarışması
Son Başvuru Tarihi: 12 Şubat 2020
Emek, Barış ve Demokrasi Anıt Meydanı ve
Anma Yeri Uluslararası Fikir ve Tasarım Projesi
Yarışması
Son Başvuru Tarihi: 24 Şubat 2020
17. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri
Son Başvuru Tarihi: 28 Şubat 2020
Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Bizimköy Mimari Proje
Yarışması
Son Başvuru Tarihi: 3 Mart 2020
Torbalı Belediyesi Belediye Hizmet Binası,
Pazaryeri ve Otopark ile Yakın Çevresi Ulusal
Mimari Proje Yarışması
Son Başvuru Tarihi: 17 Mart 2020
4 MİMAR­LIK 411
MİMARLAR DERNEĞİ 1927’DEN MİMAR NEJAT ERSİN
SERGİSİ
Türkiye’de mimarların ilk bağımsız meslek örgütü olan Mimarlar Derneği 1927, 93. kuruluş yılını
Türkiye modern mimarlığının önde gelen isimlerinden Nejat Ersin’in (1924-2010) mesleki ve
kişisel arşivine dayanarak hazırlanan bir sergiyle kutluyor. “Mimar Nejat Ersin” sergisi, Ersin’in
elli yıla yaklaşan meslek hayatına ve meslek dışı
çok yönlü üretimlerine odaklanırken, yirminci
yüzyıl Türkiye mimarlığının, meslek örgütlülüğünün ve aynı zamanda dönemin sosyal ve
kültürel yaşamının da bir kesitini gözler önüne
seriyor. Mimarlar Derneği 1927’ye bağışlanan
mimarın projeleri, fotoğrafları, eskizleri, ödülleri,
kitaplığı, çizim ve fotoğraf gereçlerinden oluşan
arşiv de bu sergi aracılığıyla ilk kez kamuoyuyla paylaşılacak. Çeşitli zamanlarda Nejat Ersin
ile yapılan söyleşilerin kayıtlarıyla desteklenen
sergi izleyicilerini Ersin’in yaşamı ve yapıtları ile
buluşturacak; izleyeni “bir mimarın mirası” üzerinden Türkiye’nin ve Ankara’nın bir döneminin
mekânsal ve sosyal gelişimine tanık olmaya davet edecek. Sergi, 18-29 Şubat 2020 tarihleri
arasında Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde
görülebilir.
EMEK, BARIŞ VE DEMOKRASİ ANIT MEYDANI VE ANMA
YERİ ULUSLARARASI FİKİR VE TASARIM PROJESİ
YARIŞMASI İLAN EDİLDİ
DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve 10 Ekim-Der tarafından açılan Emek, Barış, Demokrasi Anıt Meydanı ve Anma Yeri
Uluslararası Fikir ve Tasarım Projesi Yarışması, 10 Ekim
Ankara Katliamının toplumsal düzlemde unutulmamasını
sağlamayı; hayatını kaybetmiş ve hayatta kalan bireylerin anısını onurlandırmayı; hafızayı mekânda ve gündelik yaşamda yeniden üretmeyi amaçlıyor. Ankara Gar
Meydanı’nın, kent bütününde algılanabilir bir kent meydanı olarak dönüşümünü olanaklı kılmak; emek, demokrasi ve barış meydanı olarak ortak kavrayışını sağlamak
ve kamuoyu nezdinde farkındalığını güçlendirmeye yönelik kapsayıcı bir kentsel mekân olarak dönüşümünün
önünü açmak; kültürel hafıza mekânı olarak 10 Ekim’e
ilişkin anı boyutunu mekânsal tasarımın ana unsuru olarak yorumlamak; Cumhuriyetin kuruluş döneminden itibaren kentsel kurgunun önemli bir bileşeni, kamusal ve toplumsal mekânı olan Gar Meydanı’nı geleceğe taşıyacak tasarımlar geliştirmek; meydanın
çevresi ile bütünleşik şekilde yeniden ele alınması ile kentsel imge değerini güçlendirmek
amacıyla açılan yarışmanın son teslim tarihi 24 Şubat 2020.
ANTALYA KEPEZ BELEDİYESİ MİMAR TURGUT CANSEVER
ULUSLARARASI MİMARLIK ÖDÜLLERİ
Antalya Kepez Belediyesi tarafından, Mimarlar Odası
Antalya Şubesi işbirliği ve koordinasyonu ile düzenlenen Turgut Cansever Uluslararası Mimarlık Ödülleri; Antalya bölgesiyle özdeş çalışmaları ile öne çıkan Turgut
Cansever’in anılması, şehircilik ve mimarlık anlayışının
tanıtılması, ulusal ve uluslararası ortamda yere duyarlı
ve nitelikli mimarlık ürünlerinin öne çıkartılması, mimarlık
ve çevre bilincinin gelişmesi, mimarlık ürünlerinin belgelenmesi, Türkiye ile uluslararası ortam arasında mimarlık
kültürüne yönelik iletişim ve tanıtımın geliştirilmesi ve güzel sanatların teşvik edilmesi amacı taşıyor. Ödül programı kapsamında, her yıl Şubat ayında ödüle başvuran
ve inşa edilmiş yapılardan oluşan bir mimarlık sergisi
düzenlenirken, jüri tarafından seçilen eserlere “Mimar
Turgut Cansever Mimarlık Ödülleri” veriliyor. Ödül töreni
ise, Turgut Cansever’in ölüm yıldönümüne denk gelen
22 Şubat haftasında gerçekleştirilecek. Turgut Cansever
Büyük Ödülü, Turgut Cansever Uluslararası Ödülü ve Turgut Cansever Yerel Ödülü başlıkları altında verilecek olan ödüllerin olduğu yarışmaya son başvuru tarihi ise 20 Ocak 2020.
TORBALI BELEDİYESİ
BELEDİYE HİZMET BİNASI,
PAZARYERİ VE OTOPARK
İLE YAKIN ÇEVRESİ
ULUSAL MİMARİ PROJE
YARIŞMASI İLAN EDİLDİ
Torbalı Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından düzenlenen Torbalı Belediyesi Belediye Hizmet Binası, Pazaryeri ve Otopark ile Yakın Çevresi Ulusal
Mimari Proje Yarışması; belirlenen alanda
güncel, işlevsel, gece ve gündüz sürekli kullanım alternatifleri yaratan, çevresiyle güçlü
ilişkiler geliştiren, kentsel yaşam kalitesine
katkı sağlayan; mimarlık, şehircilik, peyzaj
mimarlığı ve tüm mühendislik alanlarında
çağdaş ve ekonomik çözümler öneren disiplinler arası bir bakış açısıyla geliştirilen
projelerin elde edilmesini amaçlamaktadır. Torbalı ilçesinde yeni bir kent merkezi
oluşturulmasına yönelik; Torbalı Belediyesi Hizmet Binası ile birlikte kapalı otopark
gereksinimini karşılayacak, ayrıca haftanın
bir günü ilçe pazarının kurulacağı, haftanın
altı günü ise bir kent meydanı karakterine
sahip olacak mekânları içeren çok yönlü,
özgün ve işlevsel projelerin elde edilmesi
amaçlayan yarışmanın son teslim tarihi 17
Mart 2020.
ERENKÖY RUH VE SİNİR
HASTALIKLARI EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
BİZİMKÖY MİMARİ PROJE
YARIŞMASI
OLİVELO - İZMİR KENT ÇEPERİNDE EKOLOJİK ORTAK
YAŞAM ALANI FİKİR PROJESİ YARIŞMASI
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan Olivelo - İzmir Kent Çeperinde Ekolojik Ortak Yaşam Alanı Fikir Projesi Yarışması ile ekoloji öncelikli bir ortak yaşam alanı
için model oluşturabilme çekirdeği taşıyan fikir projelerinin elde edilmesi amaçlanıyor. Alanın peyzaj bütünlüğünün korunması; hassas ekosistemin varlığının öne çıkarılması; kent ve kır bağlamının tartışılması; ekolojiyi hem
bir teknik hem de içerik oluşturucu bir değer olarak ele
alarak yaratıcı ve yenilikçi çözümler üretilmesi; çağdaş
bir çevre ve mimari anlayışa sahip olunması ise yarışmanın temel hedefleri arasında gösteriliyor. Bu bağlamda,
belirlenen alanın kentle bütünleşmesine imkan verecek
mimari tasarım fikir projelerinin elde edilmesini hedefleyen yarışmanın son başvuru tarihi 12 Şubat 2020.
Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi sağlık yerleşkesinin
tasarımı için açılan Bizimköy Mimari Proje
Yarışması; ruh ve sinir hastalıklarının tedavi edildiği ortamlarda, nitelikli sağlık hizmeti
ve nitelikli mimarinin bir arada daha iyi sonuçlara ulaşılmasına nasıl katkı sağlayabileceğini sorgulayan, çevresel ve sosyal
duyarlılığa sahip tasarımları elde etmeyi hedefliyor. Hastane yerleşkesinin mevcut işlevini sürdürecek şekilde çağdaş, bütüncül
bir anlayışla tasarlanması ve alanın tüm potansiyellerinin değerlendirilerek mekânsal
kalitenin yükseltilmesinin hedeflendiği yarışmaya katılım için son tarih 3 Mart 2020.
Mİ­MAR­LIK 411 5
5. İSTANBUL TASARIM BİENALİ’NİN TEMASI AÇIKLANDI
İstanbul Kültür Sanat Vakfı
(İKSV) tarafından 26 Eylül - 8
Kasım 2020 tarihleri arasında
düzenlenecek 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Mariana Pestana, 10 Aralık’ta Salon
İKSV’de gerçekleştirilen basın
toplantısında bienalin başlığını
“Empatiye Dönüş: Birden Fazlası için Tasarım” olarak açıkladı. Tema, tasarımın birbirimizle
ilişki kurmamızı sağlayan araçlara, platformlara ve arayüzlere sahip olduğu fikrinden yola çıkarak tasarımı “bağlantılı olma” haline aracılık eden bir unsur olarak görmeyi sorguluyor. Empati sözcüğünün
geçmişten günümüze seyrine bakarak tasarım için hislerle, tesirlerle ve ilişkilerle ilgilenen yeni bir rol hayal etmeyi hedefliyor. Teknolojik hız ve çevre krizinin damgasını vurduğu bir dönemde 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin ilgi alanında, özen göstermeyi öne
çıkaran uygulamalar, bağlantı kurmaya dair ritüeller ve duygularımıza aracı olan nesneler yer alacak. Yeni animizm ve yerel bakış açısına dair bir merak içeren bienal; şeyler,
insanlar ve her ikisi arasındaki ilişkiyi düşünürken güneyin ve doğunun esin kaynaklarından yararlanıyor. Gün geçtikçe yekpareleşen küresel dünyada yerel bilgiye ve bölgesel
uygulamalara öncelik veriyor; her yaştan ve alandan profesyonel ve amatör katılımcıya
çağrı yapan bienalde, Mariana Pestana’nın küratör, Billie Muraben asistan küratör ve
editör yardımcısı, Sumitra Upham da programlar küratörü olarak görev alacak. Bienalin
sergi tasarımını İstanbul merkezli kolektif Future Anecdotes üstlenirken, grafik tasarım
Porto merkezli Studio Maria João Macedo imzasını taşıyacak.
BAUHAUS IMAGINISTA: UZAKLARDA. İSTANBUL
Bauhaus’un kuruluşundan bir yüzyıl sonra gerçekleştirilen bauhaus imaginista, yeni bir tasarım eğitimi ve üretiminin önünü açan fikirleri
Almanya’dan bütün dünyaya yayılan okula güncel bir yorumlama getiriyor. Dört bölümlü bir
serginin yanı sıra bir dizi yayın, panel ve sempozyumdan oluşan uluslararası araştırma projesi, SALT Beyoğlu’nda Uzaklarda (Moving Away)
bölümüyle sunuluyor. Bauhaus anlayışının farklı
siyasi ve kültürel bağlamlarda geçirdiği değişimlere odaklanan bu bölüme, bauhaus imaginista
incelemelerinin derlendiği “Toplu Araştırmalar” ile “Türkiye Tasarım Eğitiminden Örnekler” eşlik ediyor. Sergi bölümleri, Bauhaus’la ilişkili dört üretime dayanıyor: Karşılıklı Yazışmalar 1919’da yayımlanan Bauhaus Manifesto’yu, Alınan Dersler Paul Klee’nin
1927’den bir çizimini, Uzaklarda Marcel Breuer’in 1926’da yaptığı bir kolajı ve Hâlâ Yaşayan Ölü Kurt Schwerdtfeger’in 1922 tarihli Renk-Işık Oyunu Yansıması işini çıkış noktası
alıyor. Sergi boyunca, SALT Beyoğlu’nun ikinci katındaki “Türkiye Tasarım Eğitiminden
Örnekler” mekânında, İstanbul Teknik Üniversitesi, Devlet Tatbikî Güzel Sanatlar Yüksekokulu (bugün Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi), Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (bugün Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi) işlenmiş bir grup ders, herkesin katılımına açık atölyeler eşliğinde
değerlendirmeye açılacak. Bauhaus’un kuruluşunun 100. yılına özel hazırlanan program, 28 Ocak 2020 - 3 Nisan 2020 tarihleri arası ziyaret edilebilir.
HERİTAGE İSTANBUL 2020 RESTORASYON, ARKEOLOJİ,
MÜZECİLİK TEKNOLOJİLERİ FUARI ve KONFERANSI
“Geçmişe gelecek sağlamak” mottosu ile Türkiye’nin tarih ve sanat
varlığının korunması, saklanması ve gelecek yıllara aktarılmasına
yönelik çalışan kurum ve kuruluşlar ile sektörle ilgili tedarikçilerin
bir araya getirmeyi amaçlayan Heritage İstanbul Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansı, 18-20 Mart
2020 tarihleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda
gerçekleşecek. Yeni teknolojiler ve kültürel kaynaklara dünya
çapında ilgi ve ulaşımın artmasının, iletişim yolları ve tekniklerinin
zenginleşmesine olanak sağlanmasının hedeflendiği etkinliğe dair
detaylı bilgi için: expoheritage.com
6 MİMAR­LIK 411
BİR YOL ÖYKÜSÜ:
FOTOĞRAFIN ARDINDA
180 YIL
Küratörlüğünü Engin Özendes’in üstlendiği “Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın Ardında
180 Yıl” başlıklı sergi, 1839 yılında gerçekleşen ilk fotoğraf gezisinin izlediği rotayı
günümüz teknikleriyle yeniden keşfeden
10 fotoğraf sanatçısının farklı yorum ve
bakış açılarını bir araya getiriyor. Fransız
ressam Émile Jean Horace Vernet, diorama tekniğini bulan isimlerden ressam
Charles Marie Bouton ve Daguerreotypist
Frédéric Auguste Antoine Goupil-Fesquet, 1839 yılının Ekim ayında fotoğraf çekmek üzere Marsilya limanından yola çıkıp
Livorno, Malta, Siros, Paros, Naksos, Santorini, İskenderiye, Kahire, Süveyş, Gazze, Kudüs, Nablus, Nasıra, Akra, Sayda,
Deir El Qamar, Şam, Trablusşam, Beyrut,
Larnaka, Rodos, Kos, İzmir, Çanakkale
ve İstanbul gibi şehirlerden geçerler. Fotoğrafçı Coşkun Aral, Laleper Aytek, Ali
Borovalı, Murat Germen, Sinan Koçaslan,
Yusuf Sevinçli, Alp Sime, Lale Tara, Serkan Taycan ve Cem Turgay’ın, bilinen ilk
grup fotoğraf gezisinin 180. yılında, bu
yolculuğun duraklarına yaptıkları gezilerde çektikleri fotoğraflardan oluşan sergi,
5 Aralık 2019 - 1 Mart 2020 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde izlenebilir.
28. KENTSEL TASARIM VE
UYGULAMALAR
SEMPOZYUMU
28. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar
Sempozyumu, kuramsal ya da uygulama deneyimlerinden kazanılan birikimin
tartışmaya açılması hedefiyle 7-8 Mayıs
2020 tarihlerinde MSGSÜ’de yapılıyor
olacak. Sempozyumda; kentsel planlama
ve proje ilişkisi, kentsel tasarıma katılım,
kamusal politika aracı olarak kentsel tasarım, disiplinler arasında kentsel tasarım,
kentsel tasarımda aktörler, yeni yaklaşım
ve yöntemler başlıkları tartışılıyor olacak.
“Kentsel Tasarımda Süreci Tasarlamak”
teması etrafında gerçekleştirilecek olan
sempozyuma bildiri özetlerinin gönderimi için son tarih 17 Ocak 2020.
ARŞİVİN BELLEĞİ: MARCELL RESTLE’NİN ANADOLU
ARAŞTIRMALARI SERGİSİ ANAMED GALERİ’DE
“Arşivin Belleği: Marcell Restle’nin
Anadolu Araştırmaları” bir yandan
alanının önde gelen sanat tarihçisi
Marcell Restle’nin sistematik çalışma yöntemini mercek altına alırken, bir diğer yandan Anadolu’daki Geç Antik Çağ, Bizans, Selçuklu
ve Osmanlı dönemlerine ait kültürel varlıkları incelemeye yaşamını
adamış bu tutkulu araştırmacının
yıllar boyunca oluşturduğu kapsamlı arşivini gözler önüne seriyor. Marcell Restle’nin Viyana Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nün
arşivi olan DiFaB’a (Bizans Araştırmaları Dijital Arşivi) bağışladığı özel koleksiyonundan,
vefatından sonra üniversiteye taşınan belge ve malzemelerin büyük bir bölümü ilk kez
sergileniyor. Küratörlüğünü yine Viyana Üniversitesi’nden Lioba Theis, Su Sultan Akülker
ve Caroline Mang’ın yaptığı sergide ziyaretçiler ayrıca, 1956–2000 yılları arasında oluşturulmuş zengin arşivden, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sanatı ve mimarisi alanlarında yüzlerce fotoğraf ve yazılı belge, teknik ve fotogrametrik çizim, görüntü ve ses kayıtlarını da
inceleme fırsatı sunuluyor. Arşivin dört bölümde ele alındığı serginin ilk üç bölümünde
Restle’nin İstanbul, Anadolu ve Suriye’nin Havran bölgesinde yaptığı araştırmalar kronolojik olarak yer alırken, son bölümde arşivin kısa bir öyküsü teşhir ediliyor. Bilime adanmış
84 yıllık bir yaşamın derin izlerini taşıyan arşiv, Restle’nin kimliğine, bir çalışma gününü
nasıl geçirmiş olabileceğine, internetin dahi olmadığı bir dönemde çalışırken nasıl bir yol
izlediği ve araştırmalarında hangi metotları kullandığına dair bilgiler veriyor. Eş zamanlı
olarak aynı başlıkları taşıyan İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanan iki kitabın da okuyucuyla buluşacağı sergi 5 Nisan 2020 tarihine dek ANAMED Galeri’de görülebilir.
SERGİ DİNAMİKLERİ İLE GÖBEKLİ TEPE’YE BİR BAKIŞ
Son yıllarda özellikle fotoğraf üretimiyle adını
duyuran ve 2007’den bu yana Göbekli Tepe ve
çevresinde çalışmalar yürüten Sinem Dişli’nin
“Oyuklar ve Höyükler: Göbekli Tepe’ye Bir Bakış” isimli sergisi Ara Güler Arşiv ve Araştırma
Merkezi ile Leica Galeri İstanbul’un destekleriyle
Yapı Kredi bomontiada’da yer alıyor. 16. İstanbul
Bienali’ne paralel düzenlenen serginin ana odağını Şanlıurfa’da yer alan ve bilinen en eski tapınak olan Göbekli Tepe Arkeolojik Alanı
oluşturuyor. 17 Ocak tarihinde düzenlenecek olan “Sergi Dinamikleri” söyleşisi ise Ara
Güler Müzesi ve Leica Gallery’de devam etmekte olan “Oyuklar ve Höyükler: Göbekli
Tepe’ye Bir Bakış” sergisini konu ediniyor. Çeşitli alanlardan konuşmacıların katılımıyla sergi süreçlerinin farklı katmanlarının irdeleneceği ve tartışmaya açılacağı söyleşide,
görsel sanatçı Sinem Dişli, sergi tasarımcısı mimar / iç mimar Mert Zafer Kara ile Ara
Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi Konservasyon Uzmanı Evren Kıvançer konuşmacı
olarak yer alırken söyleşinin moderatörlüğünü sergi tasarımcısı / mimar Dilara Tekin
Gezginti ve mimar Eda Özgener Semerci üstleniyor.
KÜLTÜR İÇİN ALAN 2020 DESTEK PROGRAMI
BAŞVURULARI İÇİN AÇIK ÇAĞRI
Kültür için Alan, proje bölgelerindeki yerel kültürel ortamı
ve sivil toplumu desteklemek amacıyla, ulusal ve uluslararası ağlar içinde sürdürülebilir yapılar oluşturmak için çaba
gösteren girişimleri üretime ve işbirliğine teşvik ediyor.
Goethe-Institut, Hollanda Büyükelçiliği, İstanbul İsveç Başkonsolosluğu ve Fransız Kültür Merkezi’nin öncülüğünde başlatılan proje, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ve
Anadolu Kültür’ün işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. 2020’de de
yine İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’teki çok yönlü kültürel
ortama katkı sağlayan, sürdürülebilir, katılımcı ve kapsayıcı proje başvurularını bekleyen
Kültür için Alan projesi hakkında detaylı bilgi ve başvuru formu için kulturicinalan.com
adresi ziyaret edilebilir.
I. ULUSAL MİMARLIK VE
KENT ARAŞTIRMALARI
SEMPOZYUMU
Mekân odaklı akademik çalışma alanlarından güncel yaklaşımlar içeren, disiplinler
arası bir tartışma zemini oluşturmayı hedefleyen 1. Ulusal Mimarlık ve Kent Araştırmaları Sempozyumu, 29-30 Nisan 2020
tarihlerinde Doğuş Üniversitesi Sanat ve
Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Mimarlık, iç mimarlık, peyzaj mimarlığı, kentsel tasarım,
şehir ve bölge planlama gibi ilgili tüm bilim
dallarında tez çalışmalarını sürdüren lisansüstü öğrencilerine açık olan sempozyum
hakkında detaylı bilgi edinmek için dogus.
edu.tr/umka2020 adresi ziyaret edilebilir.
ANİ’DE KORUMA PROJE VE
UYGULAMALARI, DOSTLUK
VE İŞ BİRLİKLERİ
ICOMOS 18 Nisan Anıtlar ve Sitler Günü
2020 için belirlenen “Ortak Mirasımız” teması çerçevesinde düzenlenen “Ani’de
Koruma Proje ve Uygulamaları, Dostluk
ve İş Birlikleri” konferansı, 2016 yılında
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmiş; şehircilik, mimarlık ve sanat açısından çeşitliliğinin bir arada görüldüğü çok
kültürlü bir İpek Yolu yerleşimi olan Ani’yi
konu ediniyor. Belirlenen temanın öncül
bir etkinliği olarak düzenlenen konferans,
İsmail Yavuz Özkaya’nın sunumu ile 25
Ocak 2020 günü İTÜ Taşkışla 109 no.lu
Nezih Eldem Konferans Salonu’nda gerçekleşiyor olacak.
Mİ­MAR­LIK 411 7
MİMARLAR ODASI İSTANBUL ŞUBESİ YAYINLARI’NIN İLK
KİTABI YENİ MİMARİ VE BAUHAUS ARTIK İNTERNETTE
Bauhaus’un kuruluşunun 100. yılı kapsamında, Mimarlar Odası Yayınları olarak 1967 yılında İstanbul Şubesi tarafından yayımlanan
Yeni Mimari ve Bauhaus kitabı tekrar gün
yüzüne çıkıyor. Özgönül Aksoy ve Erdem
Aksoy tarafından İngilizceden Türkçeye
çevrilen kitap, hem Bauhaus hakkındaki ilk
Türkçe kitap hem de kitabın farklı dillere yapılan erken ve nadir çevirilerinden biri olma
özelliğini taşıyor. Yeniden kamuoyu ile paylaşılan kitaba günümüzden bir not düşmek
adına T. Elvan Altan ve Sevil Enginsoy Ekinci
tarafından kaleme alınan sunuş yazısı ise şu
şekilde: “2019 yılı, Bauhaus’un Türkiye’de
ve Türkiye dışında yeniden hatırlandığı bir yıl
oldu. Hem bir eğitim kurumu olarak faaliyet
gösterdiği 1919 ve 1933 yılları arasında gelişen ve değişen mimarlık, tasarım ve sanat
eğitimi yaklaşımı hem de geniş bir coğrafyaya yayılan ve günümüze kadar uzanan etkisi çeşitli mecralarda yeniden tartışıldı.
TMMOB Mimarlar Odası da, Bauhaus’un
kuruluşunun 100. yıl dönümünde, Walter
Gropius’un yazdığı, Özgönül Aksoy ve Erdem Aksoy’un İngilizceden Türkçeye çevirdiği ve 1967 yılında İstanbul Şubesi’nin
yayımladığı Yeni Mimari ve Bauhaus kitabını elektronik ortamda paylaşıma açıyor. Yeni Mimari ve Bauhaus kitabının tarihi, Bauhaus’un kurucusu, ilk direktörü
ve Dessau’daki yapısının mimarı Walter
Gropius’un 1934 yılında eşi Ise Gropius ile
birlikte Almanya’dan ayrılıp İngiltere’de,
Londra’da yaşadığı kısa dönemde başlıyor.
Gropius’un Almanca yazdığı kitabın ilk taslağı P. Morton Shand tarafından The New Architecture and the Bauhaus başlığıyla İngilizceye çevriliyor ve 1935 yılında, Frank Pick’in
giriş yazısıyla ve László Moholy-Nagy’nın
kapak tasarımıyla Faber & Faber yayınevi
tarafından basılıyor.
Yeni Mimari ve Bauhaus ise 32 yıl sonra Türkiye’de hem Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Yayınları’nın ilk kitabı hem de Bauhaus hakkındaki ilk Türkçe kitap olarak yayımlanıyor. Böylece Bauhaus’un 1960’ların başından itibaren Türkiye’nin mimarlık ortamındaki
yerinin özellikle mimarlık eğitimi tartışmalarına koşut bir şekilde gelişmesine katkıda
bulunuyor. Burada kitabın çevirmenleri Özgönül Aksoy ve Erdem Aksoy’un değerli eğitimci kimliklerinden de bahsetmeliyiz. 1958 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun
olan Aksoylar, 1965 ve 1982/1983 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde
öğretim üyeliğinin yanı sıra Mimarlık Bölümü Başkanı, İnşaat ve Mimarlık Fakültesi Dekanı (Özgönül Aksoy) ve Rektör (Erdem Aksoy) olarak görev yapıyorlar.
Yeni Mimari ve Bauhaus’un önemi sadece bu özelliklerinden kaynaklanmıyor. Kitap,
okulun yönlendiricilerinden olduğu modern hareketin etkisinin hâlâ sürdüğü, ancak II.
Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaşan “Uluslararası Üslup”un tartışılmaya da başlandığı
bir dönemde Türkçeye çevriliyor. Böylece 1960’ların eleştirel ortamında yeniden canlanan Bauhaus ilgisinin Türkiye’deki yansımasını örnekliyor. Diğer yandan, kitabın İngilizceden başka dillere yapılan erken ve nadir çevirilerinden biri olma özelliğini taşıyor.
Dilini takip etmede bugün yer yer zorlansak da, mimarlık kuramının Türkçedeki gelişimine de tanıklık ediyor. Böyle bir tarihsel bağlam eşliğinde, Yeni Mimari ve Bauhaus’u
yeni bir formda ve ortamda yeniden okumanın, Bauhaus’u dönemin Türkiye mimarlık
ortamı ile de ilişkilendirerek değerlendirmek için imkân yaratacağını umuyoruz.” Yeni
Mimari ve Bauhaus başlıklı kitabın pdf.i, mo.org.tr/_docs/yeni_mimari_ve_bauhaus.pdf
adresi üzerinden görüntülenebilir / indirilebilir.
8 MİMAR­LIK 411
BİR ZAMANLAR
TOROSLAR’DA:
SAGALASSOS SERGİSİ
YAPI KREDİ MÜZESİ’NDE
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde
yer alan Sagalassos, Akdeniz’in en iyi korunmuş antik kentlerinden biri olarak biliniyor. Türkiye’de son yıllarda hazırlanan
en kapsamlı arkeoloji projesi olan Bir Zamanlar Toroslar’da: Sagalassos, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Belçika
KU Leuven Üniversitesi’nin desteklediği
Sagalassos Arkeolojik Araştırma Projesi işbirliğiyle hazırlandı. Yapı Kredi Kültür
Sanat’ın üç katına yayılan sergi, Torosların
güney yamacında kurulu Sagalassos antik kentini ve Pisidia Bölgesi’nin tarihini ziyaretçileriyle buluşturuyor. Binanın ilk katı,
1990 yılında başlayan ve disiplinler arası
bir araştırma projesi olan Sagalassos kazılarına, kazılarla birlikte Sagalassos ve
ait olduğu Pisidia bölgesinin coğrafyasına
ilişkin çok katmanlı bir sunuma sahip. İkinci katta tarihöncesi çağlar, Sagalassos’un
kuruluşuna tanıklık eden Bronz Çağı, Hellenistik Çağ, Roma Dönemi, Bizans Dönemi ve Selçuklu Dönemi eserleri kronolojik
bir konsept içinde sergileniyor. Ayrıca Sagalassos kazılarında açığa çıkarılan Yukarı Agora ve burada yapılan kazılarda
bulunan imparator, tanrı ve kahraman
heykellerinin en iyi örnekleri ziyaretçiye
sunuluyor. Üçüncü kat ise antik ekonomi,
yaşam kalitesi, beslenme alışkanlıkları ve
mutfak eşyaları, insanların ölümle nasıl
başa çıktıkları ve ölümün nitelikleri gibi
tematik bölümlerden oluşuyor. Burdur Arkeoloji Müzesi’nden getirilen 368 eserin
yer aldığı sergi, 28 Mayıs 2020 tarihine
dek Yapı Kredi Kültür Sanat’ta ziyaret edilebilecek.
ULUSAL MİMARLIK SERGİSİ ve ÖDÜLLERİ
PROGRAMI’NIN 17. DÖNEMİ GERÇEKLEŞİYOR!
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri Programı, Mimarlar Odası tarafından ilk kez 1988 yılında,
Mimar Sinan’ın 400. ölüm yıldönümü anısına düzenlendi. 1988’den başlayarak iki yılda bir
gerçekleştirilen bu program, Türkiye’deki mimarlık üretiminin ardındaki 30 yılı aşan varlığıyla
köklü bir kurumsal destek olmuştur. TMMOB Mimarlar Odası’nın verdiği ödüller ile mimarlığın
aslında kültürel bir etkinlik olduğu ve değerlendirme ölçütlerine dayanarak, seçkin olanın sıradan
olandan ayrılabileceği kamuoyuna iletilmek istenmektedir. Geçtiğimiz 16 dönemde programa
2411 mimarlık ürünü katılmış, seçkin nitelikleri nedeniyle 138 ürüne ve 50 kişi veya kuruluşa
çeşitli dallarda ödül sunulmuştur. Sergiye katılan ürünlerin tümü Ulusal Mimarlık Ödülleri
Kataloğu ile ulusal ve uluslararası kamuoyuna ulaştırılarak, çağdaş Türkiye mimarlığının tanıtımına
katkı sağlanmaktadır.
Türkiye mimarlığını uluslararası ortamlarda temsil etmek üzere önemli mimarlık ödül seçkilerine
aday gösterilecek mimarlar ve ürünler; programımızda ödül alan mimarlar ve ödül adayları
arasından seçilmektedir. Program kapsamında ödül alan eserler, Ağa Han Mimarlık Ödülü
ve Mies van der Rohe Çağdaş Mimarlık Ödülleri gibi uluslararası programlarda doğal ödül
adayı olarak da belirlenebilmektedir. Mimarlık eserinin kamusallığının artırılması, mimarın
hak ve sorumluluklarının tanınması ve mesleki pratiğin ayrıntılarının yaygınlaşması süreçleri
destekleniyor. Bu sene ödül programına katılımlar şu dallarda gerçekleştirilecektir:
MİMAR SİNAN BÜYÜK ÖDÜLÜ
BAŞARI ÖDÜLLERİ
YAPI DALI
• Yapı
• Yapı-Koruma
• Yapı-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı)
MİMARİ PROJE DALI
• Proje
• Proje-Koruma
• Proje-Çevre (Kamusal Alan Tasarımı)
FİKİR SUNUMU DALI
MİMARLIĞA KATKI DALI
2020 /XVII. SEÇİCİ KURULU
Zeynep
Ahunbay
M. Zafer
Akdemir
T. Elvan
Altan
A. Sinan
Timoçin
Alper
Ünlü
Sergi Programı
10-15 Nisan 2020_Cermodern, ANKARA
4-24 Mayıs 2020 Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi Sergi
Salonu, Karaköy, İSTANBUL
5-23 Ekim 2020_Mimarlar Odası İzmir
Mimarlık Merkezi, Alsancak, İZMİR
Düzenleme Komitesi:
Petek Ceyhan, Melis Özge Gayretli,
Serhat Ulubay
BİLGİ VE İLETİŞİM:
T. +90 312 417 37 27
F. +90 312 418 03 61
E. [email protected]
A. TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi
Konur Sokak No: 4/2, Yenişehir, ANKARA
Ayrıntılı bilgi için
www.mo.org.tr/ulusalsergi
Takvim:
Son Katılım Tarihi: 28 Şubat 2020 Cuma
Seçici Kurul Toplantısı: 26-27 Mart 2020
Ödül Töreni: 10 Nisan 2020, Cuma, Cermodern, ANKARA
2018 / XVI. ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ
Mimar Sinan
Büyük Ödülü
ŞEVKİ PEKİN
Anma Programı
2018-2020
NEZİH ELDEM
Mimarlığa Katkı Dalı
Başarı Ödülü
ALİ CENGİZKAN
Yapı / Çevre (Kamusal Alan Tasarımı) Dalı Ödülü
BOSTANLI YAYA KÖPRÜSÜ VE GÜN BATIMI TERASI,
Karşıyaka-İZMİR
EVREN BAŞBUĞ, İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
Mimarlığa Katkı Dalı
Başarı Ödülü
SİBEL BOZDOĞAN
Yapı / Koruma Dalı Ödülü
MÜZE SALON VE SÜİTLER,
Uçhisar-NEVŞEHİR
ASLI ÖZBAY
Mimarlığa Katkı
Jüri Özel Ödülü
VEKAM - Koç Üniversitesi
Vehbi Koç Ankara
Araştırmaları Uygulama ve
Araştırma Merkezi
Yapı Dalı Ödülü
DİYARBAKIR YENİŞEHİR BELEDİYESİ,
Yenişehir-DİYARBAKIR
SEMRA UYGUR, ÖZCAN UYGUR
Proje Dalı Ödülü
TURGUTREİS YAŞAM MERKEZİ,
Bodrum-MUĞLA
YAKUP ATIL BEÇİN
Yapı Dalı Ödülü
YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT
MERKEZİ, Beyoğlu-İSTANBUL
MEHMET KÜTÜKÇÜOĞLU,
ERTUĞ UÇAR
Proje Dalı Ödülü
SAMSUN ARKEOLOJİ MÜZESİ,
İlkadım-SAMSUN
ALİŞAN ÇIRAKOĞLU,
ILGIN AVCI
Yapı Dalı Ödülü
TEKNOPARK İSTANBUL YÖNETİM VE
AR-GE YAPISI, Pendik-İSTANBUL
NURBİN PAKER, HÜSEYİN KAHVECİOĞLU
Fikir Sunumu Dalı Ödülü
ZENOTOPİA, İSTANBUL
ÖMER YEŞİLDAL
Fikir Sunumu Dalı Ödülü
HATAY BÖLGESİ KENTSEL
TASARIM VE FİKİR PROJESİ,
Dörtyol-HATAY
ABDURRAHMAN ÇEKİM
Mİ­MAR­LIK 411 9
M‹MARLIK GÜNDEM
Esin Köymen,
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı
Boğaziçi’ni “Kanal”laştıracak Olan Yasa Taslağı Üzerine!
Boğaziçi alanında yerleşme ve yapılaşmanın planlanması, koordinasyonu, imar
uygulamalarının yapılması ve denetlenmesi için kurulmuş olan, Büyükşehir Belediyesi’ne
bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın üyesi olduğu Boğaziçi
İmar İdare Heyeti ile Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu ortadan kaldırılıyor.”
“Hazırlanan yasa taslağı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Boğaziçi Kanunu’ndaki
yetkileri, Cumhurbaşkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devrediliyor. Bu durum
yerel yönetimlerin yetki alanlarına yapılacak müdahale nedeniyle bir çeşit kayyım
uygulaması olarak anlaşılmaktadır.”
Kaynak: Batur, Afife (ed.), 2015, İstanbul Mimarlık Rehberi: Boğaziçi ve Asya Yakası, Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul, cilt:3.
“Mayıs 2018 tarihinde 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. madde ile Boğaziçi
Sit Alanının bazı kısımları imar affı kapsamına alınmıştı. Bu düzenlemeyle de bölgede
yapılaşmanın hızla artacağı, kamuya ait alanların özelleştirileceği, orman alanları da dahil
olmak üzere mülkiyetlerde hızla el değiştirmeler olacağını tahmin etmek zor değil.
1. İstanbul’un mimari varlığını bir bütün olarak kayıt altına alan İstanbul Mimarlık Rehberi, bugün geldiğimiz noktada tehdit altındaki mimarlık mirasımızı belgeler nitelikte.
10 MİMARLIK 411
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve
2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nda büyük çaplı değişiklikler öneren 28 maddelik yasa taslağı, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ile birlikte, Sarıyer, Beşiktaş,
Beykoz ve Üsküdar olmak üzere 4 ilçe belediyesini
de yakından ilgilendiriyor. Mevcut yasada Boğaziçi
alanı; ön görünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgesi olarak belirlenmiş iken taslak metine eklenen
siluet geçiş sahaları ile bu alanın genişletildiğini görüyoruz. Öte yandan, Boğaziçi alanında yerleşme ve
yapılaşmanın planlanması, koordinasyonu, imar uygulamalarının yapılması ve denetlenmesi için kurulmuş
olan, Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Boğaziçi İmar
Müdürlüğü, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın üyesi
olduğu Boğaziçi İmar İdare Heyeti ile Boğaziçi İmar
Yüksek Koordinasyon Kurulu ortadan kaldırılıyor. Bu
kurumların yerine, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na
bağlı, merkezi İstanbul’da olan, kamu tüzel kişiliğine
haiz özel bütçeli Boğaziçi Başkanlığı ve kanunda belirtilen konularda karar almak üzere, Avrupa ve Anadolu
yakasında iki ayrı Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma ve Düzenleme Kurulları öneriliyor. Boğaziçi
Başkanlığı’nın başkan ve yardımcıları ile Boğaziçi Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Düzenleme Kurullarının
üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor olacak.
Hazırlanan yasa taslağı ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin Boğaziçi Kanunu’ndaki yetkileri,
Cumhurbaşkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na
devrediliyor. Bu durum yerel yönetimlerin yetki alanlarına yapılacak müdahale nedeniyle bir çeşit kayyım
uygulaması olarak anlaşılmaktadır.
Boğaziçi Başkanlığı’nın görevleri arasında, Boğaziçi
kıyı, sahil şeridi ve öngörünüm bölgelerinde imar
planları hazırlamak, siluet geçiş sahalarına ilişkin ilgili
belediyelerce ve ilgililerince hazırlanan plan tekliflerine ilişkin kurul kararı alarak onaylanmak üzere
Bakanlığa sunmak geliyor. Yetki sınırları içinde ise;
parselasyon planları yapma, ilgili belediyelerce hazırlanan plan tekliflerini onaylama, ifraz tevhid işlemleri,
siluet kararları alma, kamulaştırma, yapı ruhsatı ve
yapı kullanma izni verme, kiralama, kaçak yapılarla
ilgili cezai işlem yapma, yıkma, para cezaları verme
ve tahsil etme gibi pek çok konu sıralanıyor.
Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve
Düzenleme Kurulları; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Tarım ve Orman
Bakanlığı tarafından teklif edilip Cumhurbaşkanlığı
tarafından atanacak olan toplam 11 üyeden oluşacak. Kurulun aldığı kararlar Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın onayından sonra yürürlüğe girecek.
Boğaziçi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve
Düzenleme Kurullarının görevleri arasında; imar planlarını ve imar planı değişikliklerini görüşerek Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’na sunmak, tespit ve teklif edilen
yapıların yıkımı, bilimsel araştırma raporları, siluet
modellemeleri, korunması gerekli kültür varlıklarının
tescili, özelliğini kaybetmiş yapıların tescilinin düşürülmesi konularında görüşme yaparak karar alınması
sayılıyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Boğaziçi alanına
ilişkin görevleri arasında ise; kıyı, sahil şeridi ve
öngörünüm bölgelerine ait planları ve plan değişik-
liklerini yaparak Cumhurbaşkanlığı’na sunmak, parselasyon planları yapmak ya da yaptırmak; Boğaziçi
alanı ve siluet geçiş sahalarını belirleyerek onaylanmak üzere Cumhurbaşkanlığı’na sunmak; Boğaziçi
kıyı, sahil şeridi, ve öngörünüm alanına ait Boğaziçi
Başkanlığı’nca hazırlanan imar uygulama programlarını incelemek ve onaylamak; kıyı, sahil şeridi ve
öngörünüm bölgelerinde park, çocuk parkı, rekreasyon alanı, yürüyüş ve bisiklet yolları, açık otopark ya
da yeraltı otoparkı yapmak gibi pek çok imar faaliyetleri sıralanıyor.
Teklif edilen düzenlemeler, 18.11.1983 tarihli Boğaziçi
Kanunu’nda köklü değişiklikler yaparken bölge ile
ilgili tüm kararların doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na
bağlanmasına yol açacaktır. Siluet geçiş sahaları
ile genişletilen ve doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na
bağlanan Boğaziçi alanında, bu genişleme nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve ilçe belediyelerinin de yetki alanları kısıtlanacaktır. İstanbul
Boğaziçi Alanı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih, 8172 sayılı
kararı ile doğal sit alanı olarak ilan edilmiş, 2960 sayılı
Boğaziçi Kanunu 22.11.1983 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Boğaziçi İmar Müdürlüğü ise yasanın 6. maddesi ile 11.01.1984 tarihinde kurulmuştur. Kanunun
amacı; Boğaziçi alanının kültürel ve tarihî değerlerini
ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak
imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir. Yeni
yasa taslağının amacı ise, yetkileri tek elde toplarken
alanın korunmasından ziyade yeni yapılaşmalara yol
açacak düzenlemeler içermek.
Mayıs 2018 tarihinde 3194 sayılı İmar Kanunu’na
eklenen geçici 16. madde ile Boğaziçi sit alanının bazı
kısımları imar affı kapsamına alınmıştı. Bu düzenlemeyle de bölgede yapılaşmanın hızla artacağı, kamuya ait alanların özelleştirileceği, orman alanları da
dahil olmak üzere mülkiyetlerde hızla el değiştirmeler
olacağını tahmin etmek zor değil.
Bugünlerde, tanker kazalarının azaltılması ve kanal
geçişlerinden elde edilecek gelirler üzerinden aklanmaya çalışılan; tüm ekolojik, kültürel, doğal eşikleri yok
edecek olan Kanal İstanbul projesinin mucitlerinin yapacağı düzenlemenin, doğal bir su yolu olan Boğaziçi’nin
korunmasına yönelik olması olası görünmüyor.
Yıllardır kentlerimizi ve kırsal alanlarımızı gayrimenkul
firmalarının talepleriyle şekillendiren iktidarın bu politikalarını, seçimle alamadığı yerel yönetimlerde kayyım
atamaları ya da yetki gasplarıyla sürdürmeye çalıştığını
görüyoruz. Özgün doğal ve kültürel değerleri barındırması nedeniyle sit alanı olan ve korunmasına yönelik olarak hakkında çıkartılmış bir yasası da bulunan
Boğaziçi’nin, yapılan düzenleme ile kent topraklarını
gelir getirici bir meta olarak gören bu anlayıştan nasibini
alacağı aşikardır. Özellikle İBB’ye bağlı olan Boğaziçi
İmar Müdürlüğü’nün ortadan kaldırılmasıyla bu müdürlüğün gelirleri de artık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na
aktarılmış olacak. Bu yasa taslağının Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne getirilmesi durumunda, milletvekillerinin bu taslağa karşı tavır geliştirmesi ve bu düzenlemenin çıkmaması için kamuoyu duyarlılığı geliştirilmesi
ortak sorumluluğumuzdur.
MİMARLIK 411 11
GÜNCEL
Hasankeyf’te Sona Yaklaşırken:
Korumada İnsan Odaklı Yaklaşımlar ve
İnsan Hakkı Olarak Kültürel Miras
Pınar Aykaç, Berçem Kaya
12 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf ile pek çok
canlıya ev sahipliği yapan Dicle Vadisi, yakın
gelecekte geçtiğimiz yazdan itibaren su tutmaya
başlayan ve 50 yıl ömrü olduğu öngörülen Ilısu
Barajı’nın suları altında kalıyor olacak. TOKİ
tarafından oluşturulan yeni yerleşim alanına
tarihî yapıların ‘taşınması’ için Hasankeyf’in
tarihî çarşısının da yıkımının gerçekleşmesi
üzerine süreci ele alan yazarlar, yapımı daha
önce defalarca durdurulan Ilısu Barajı projesinin
Hasankeyf’e etkilerini ve bu projeyi durdurmaya
yönelik mücadeleyi kültürel miras hakkı
üzerinden tartışıyor.
Pınar Aykaç
Dr. Öğr. Üyesi, ODTÜ
Mimarlık Bölümü
HASANKEYF KÜLTÜREL HABİTATI VE ILISU
BARAJI / HES PROJESİNİN BU HABİTATA
ETKİLERİ
Hasankeyf, Dicle Nehri ve kolları tarafından oluşturulan vadide yer alır. Kalenin bulunduğu Yukarı Şehir,
doğal kayalara oyulmuş mağaralar ve nehir kenarındaki Aşağı Şehir, Roma döneminden 1960’lara
kadar yerleşim sürekliliği gösterir. Bu süreklilik, ilk
olarak kaledeki mağaralarda yaşayanların 1967 yılında Aşağı Şehir üzerindeki sosyal konutlara taşınmasıyla kesintiye uğrar. Yine bu tarihlerden başlayarak,
Hasankeyf’in baraj suları altında kalacağı Ilısu Barajı
projesinin ön hazırlık çalışmalarıyla gündeme gelir.
Hasankeyf yerleşimi Gayrımenkul Eski Eserler ve
Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 1978 tarihli kararıyla arkeolojik sit alanı olarak, 22 tarihî anıt ise eski eser olarak
tescil edilir. 1981 yılında ise, Yukarı Şehir birinci derece, Aşağı Şehir ise ikinci derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenir.3 (Resim 1-4) Projenin 1996 yılında yapişlet-devret modeliyle ihaleye çıkmasının ardından
talep olmaması nedeniyle Birinci Ilısu Konsorsiyumu
kurulur. Baraj projesi, 1993 yılında çıkan Çevresel
Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nden yatırım programına daha önce alındığı gerekçesiyle
muaf tutulur. Konsorsiyum, finansman için Avrupalı
hükümetlere bağlı çalışan kredi kuruluşlarına başvurur. Bu kuruluşların kredi teminatı için uluslararası
standartlarda hazırlanacak ÇED raporu ile yeniden
yerleşim eylem planı (YYEP) talep etmesi nedeniyle
bu raporlar 2001 yılında kredi kuruluşlarına sunulur.
Ilısu Barajı karşıtı protestolar nedeniyle, Birinci Ilısı
Konsorsiyumu dağılır ve böylece proje finansman
sorunu nedeniyle durur.4
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Hasankeyf
için 21 Şubat 2019’da üzücü fakat çok önemli bir
karar verdi. Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Prof. Dr. Metin
Ahunbay, Prof. Dr. Oluş Arık, gazeteci Özcan Yüksek
ve avukat Murat Cano tarafından yapılan 2006 yılındaki başvuruda; Hasankeyf’in baraj altında kalmasının
eğitim hakkı açısından şimdiki ve gelecek nesillerin
kültürel miraslarına ulaşım hakkını ihlal ettiğini ileri
sürer. AİHM, “kültürel mirası korumaya yönelik evrensel ve bireysel bir hakkın varlığına ilişkin” konsensüs
veya eğilimin bulunmadığını belirtir ve konu bakımından yetkisizlik gerekçesiyle başvuruyu reddeder.
Ancak AİHM aynı kararda kültürel mirasın korunması
ve mirasa erişim sağlanmasındaki artan farkındalığın
belirli bir uluslararası çerçeve oluşturmuş sayılabileceği ve davanın gelişmekte olan bir konunun alanına
girebileceğini belirtir.1 Hasankeyf’le ilgili AİHM kararı, 2000’li yıllardan başlayarak özellikle uluslararası
bağlamda tartışılan temel insan hakkı olarak “kültürel
miras hakkı” kavramını ve bu kavramın kapsamı, olasılıkları ve kısıtları ile ilgili pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi.2 Bu yazı, yapımı daha önce defalarca
Kaynak: Pınar Aykaç
Berçem Kaya
Şehir Plancısı, ODTÜ
Şehir Bölge Planlama
Bölümü Yüksek
Lisans Öğrencisi
durdurulan Ilısu Barajı projesinin Hasankeyf’e etkilerini ve bu projeyi durdurmaya yönelik mücadeleyi
kültürel miras hakkı üzerinden tartışacaktır.
1. Yukarı Şehir’den Hasankeyf’e bakış, 2007
12 MİMARLIK 411
Zeynep Ahunbay, Metin Ahunbay, Oluş Arık, Özcan
Yüksek ve Murat Cano’nun dava açmasına neden
olan süreç, 2004’te İkinci Ilısu Konsorsiyumu’nun
kurulmasıyla başlar. Avrupalı kredi kuruluşları, daha
önce hazırlanan ÇED raporu ve YYEP’nın güncellenmesiyle birlikte, Dünya Bankası’nın altyapı projelerinde çevrenin ve insanların en az şekilde etkilenmesini
amaçlayan çevresel ve sosyal prensiplerinin karşılanması gerekliliği şartını koşar. Ilısu projesinin kredi
teminatı, 2007’de Devlet Su İşleri (DSİ) ve konsorsiyumun sosyal, kültürel, ekolojik ve uluslararası su hakları açısından 153 şartı yerine getirmesi koşuluyla kabul
edilir.5 Bu gelişmelerle birlikte, Ilısu Barajı’na karşı
mücadele, özellikle Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ve
Doğa Derneği’nin çabalarıyla, projenin 153 şartı yerine getirmesinin sağlamaya yönelik olur. Ancak süreç
Ilısu Barajı projesinin Türkiye ÇED yönetmeliğinden
muaf tutulması ve baraj yapımındaki ısrar, baraj karşıtı kampanyanın uluslararası platformda devam etmesine neden olur. Bu süreçte Hasankeyf, tehlike altındaki yerlerden biri olarak Dünya Anıtlar Fonu 2008
denetleme listesinde yer alır. Yine aynı yıl, Hasankeyf’i
Yaşatma Girişimi, İkinci Ilısu Konsorsiyum’una kredi
sağlayacak ülkeler olan Almanya, Avusturya ve
İsviçre Ankara’daki büyükelçiliklerine proje nedeniyle
yerlerinden edilenlerin Avrupa’ya iltica edeceklerini
belirten 1.500 imzalı mektup bırakır. DSİ tarafından
Hasankeyf’te halka açık toplantılar, görüş alışverişinden çok yaşayanları yeniden yerleşim ile ilgili bilgilendirmek için yapılır. Türkiye’nin 153 şartı yerine getirdiğini değerlendirmek için oluşturulan Ilısu Uzmanlar
Komitesi, bu şartlardan yalnızca birkaç tanesinin
yerine getirildiğine yönelik rapor yayınlar. Komite,
baraj inşaatının ancak baraj kapağının yer alacağı
Ilısu çevresindeki köylerdeki kamulaştırmaların ve
yeniden yerleşimin bitirilmesinden sonra başlayabileceğini belirtir.8 Projenin yeniden yerleşim, ekoloji
ve kültürel mirasın korunmasına yönelik uluslararası
standartları yerine getirmemesi sonrasında kredi
kuruluşları 2009’da anlaşmadan çekilir. Bu süreçte
Ilısu’yu Durdurun Kampanyası’nın Berlin’de düzenlediği Ilısu Zirvesi, Hasankeyf’i Yaşatma Derneği ve
Doğa Derneği etkili olur.
Hasankeyflilerin ve STK’ların bu önemli kazanımı,
proje için gerekli olan kredinin yerel bankalardan
2. Yeni Hasankeyf Yerleşimi, Arkeopark ve Ilısu Barajı Rezervuar Alanı, 2019
Kaynak: Pınar Aykaç
Bu süreçte Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu, baraj alanlarındaki kültür varlıklarının korunmasına yönelik 04.10.2006 tarihli 717 no.lu
ilke kararı çıkarır. Bu karara göre, baraj yapılması
planlanan alanlarda uzmanlardan oluşacak bir heyetin envanter ve belgeleme çalışması yapması, bu
alanlarda arkeolojik sit alanları veya taşınmaz kültür
varlıklarının bulunması durumunda ise DSİ tarafından
bu alanların dışında başka yerlerin planlamasının
yapılması önerilir. Baraj alanlarının başka yerde planlanmasının mümkün olmadığının DSİ tarafından tespit edilmesi sonrasında, taşınmaz kültür varlıklarının
korunmasına yönelik uygulamayı belirlemek için bir
Bilim Komisyonu oluşturulur. Bu komisyon, öncelikle
kültür varlıklarının belgeleme ve kazı çalışmalarının
yapılması için bir acil eylem planı hazırlar. Bu çalışmaların değerlendirilmesinden sonra kültür varlıklarının
yerinde korunması, taşınması veya belgelenerek su
altında bırakılmalarına yönelik önerileri koruma bölge
kurullarına sunulduktan sonra karar verilmesi öngörülür. İlke kararında ayrıca koruma uygulamalarının
baraj yapımıyla eş zamanlı ilerleyeceği de belirtilir.
İlke kararında barajın başka yerlere yapılmasının
mümkün olup olmadığına bağımsız bir uzmanlar
grubunun değil de DSİ’nin karar veriyor olması ve
koruma çalışmalarının baraj yapımıyla birlikte ilerleyeceğinin belirtilmesi, Hasankeyf’in geleceği için
büyük tartışmalara neden olur.7
Kaynak: Berçem Kaya
içinde STK’lar ÇED raporu ve YYEP’nın Dünya Bankası
prensipleri, Dünya Barajlar Komisyonu’nun tavsiyeleri ve Birleşmiş Milletler’in “Kalkınma Temelli Tahliye
ve Yer Değiştirme Hakkında İlkeler ve Esaslar”ı yerine getirmediğini raporlarla belgeler.6
3. Hasankeyf Eski Köprü ve arka planda Hasankeyf Yukarı Şehir, 2019
karşılanacağının açıklanmasıyla kısa sürer. 2010’da
baraj inşaatı ve Hasankeyf’in 2 km kuzeyindeki Yeni
Hasankeyf yerleşiminin inşaatına başlanır. Yine
aynı yıl, Hasankeyf Kalesi’nden bir kayanın düşmesi nedeniyle bir kişinin hayatını kaybetmesi sonrasında Yukarı Şehir’de az da olsa kullanılan mağaralar tamamen boşaltılır.9 Hâlâ canlılığını koruyan
Hasankeyf’teki gündelik yaşam, bu tarihten itibaren
yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Gündelik yaşamın
yerini ise giderek artan kurtarma kazıları ve koruma çalışmaları alır. Aşağı Şehir’deki Koç Camisi,
Er-rızk Camisi, Süleyman Camisi, Kızlar Camisi, İmam
Abdullah Zaviyesi, Yamaç Külliyesi ve Orta Kapı
ile Dicle’nin karşı yakasındaki Zeynel Bey Külliyesi
ve Artuklu Hamamı’nda kurtarma kazıları ve Bilim
Komisyonu tarafından bir karar verilene kadar acil
önlem ve koruma müdahaleleri başlar.10 Bu çalışmalar devam ederken, Koruma Yüksek Kurulu’nun 2006
ilke kararının iptaline yönelik Hasankeyfi Yaşatma
Girişimi’nin açtığı davada yürütmeyi durdurma kararının alınmasından sonra 2009 yılında yeni bir ilke kararıyla baraj yapımının başka yerde yapılamayacağının
Kültür ve Turizm Bakanlığı, öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluştan oluşacak bir komisyonca tespit edilmesi
önerilir. Bu ilke kararında özellikle yatırımcı kuruluşun
kültür varlıklarının korunmasına yönelik karar alacak
olan komisyonda yer almasına karşı açılan davanın
kazanılmasının ardından 2010 yılındaki ilke kararı
komisyon üyelerini, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından uzmanlar ve öğretim üyeleri olarak değiştirir.11
MİMARLIK 411 13
Kaynak: Berçem Kaya
Kaynak: Pınar Aykaç
4. Hasankeyf Yukarı Şehir’deki Küçük Saray, 2007
Kaynak: Berçem Kaya
verilir. Yine aynı yıl, Koruma Yüksek Kurulu yeni bir
ilke kararı çıkararak (10.04.2012, no.36), barajların
tamamlanarak faaliyete geçmeden önce koruma
bölge kurullarından onay alınması gerekliliğini de
ortadan kaldırır. TMMOB Mimarlar Odası ve Peyzaj
Mimarları Odası’nın başbakanlık genelgesinin ÇED
raporu muafiyetine karşı açtığı dava sonucunda,
Danıştay 14. Dairesi, Ilısu Barajı projesine ÇED zorunluluğu getirilmesi gerektiğine ve projenin yürütmesinin durdurulmasına kararı verir.13 Bu karardan sonra
yeni bir ÇED Yönetmeliği çıkartılır ve Ilısu Barajı projesinin tekrar ÇED raporu muafiyeti sağlanır.14 Ilısu
Barajı projesinin durdurulmasına yönelik bütün bu
çabalara karşın, Orman ve Su İşleri Bakanı, projenin
Hasankeyf’in korunmasını sağlayacağını ifade ederek, aşağıdaki açıklamaları yapar: “Aslında bu proje
tarihi kurtarmaya yöneliktir… Tarihî eserler kurtarılacak. Taşınacakları taşıyacağız, taşınamayacakları su
altında koruyup benzerini kültürel parkta yapacağız.
Arkeolojik kazılarda çıkan eserler için muhteşem bir
müze inşa edeceğiz. Bu müze hem kapalı, hem de
açık olacak... Ilısu projesi Hasankeyf’in kurtarılması
için bir fırsattır.”15
6. Hasankeyf Eski Çarşı, 2018
2009 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Komitesi’nin, kültürel miras hakkını kültürel hayata katılım hakkının bir parçası olarak tanımasından sonra, Ilısu Barajı’nın Hasankeyf’e etkilerinin
bir insan hakları ihlali olarak değerlendirilmesi gerektiği üzerinden karşı mücadele devam eder. Komite
STK’ların taraf ülkelerin insan hakları yükümlülüklerini
yerine getirmeleriyle ilgili rapor sunulmasına olanak
verdiğinden, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi 2011 yılındaki komite oturumunda Ilısu Barajı projesini sunar.
Komite, bu rapora dayanarak Türkiye hükümetini baraj
projelerinde “insan-hakları temelli bir yaklaşımı” dikkate
almaları gerekliliği çağrısında bulunur.12
Ancak bu çağrıya rağmen Ilısu projesinin belirlenen
sürede tamamlanması için bir başbakanlık genelgesi (04.04.2012, no.2012/10) yayınlanarak, proje
için gerekli bütün altyapı ve üstyapı inşaatlarının
da ÇED yönetmeliğinden muaf tutulmasına karar
14 MİMARLIK 411
5. Er-rızk Camisi ve Eski Köprü, 2018
Ilısu projesinin Hasankeyf’e etkileri değerlendirildiğinde, Bakan’ın yukarıda bahsettiği gibi projenin güncel
koruma yaklaşımlarıyla fazlaca çeliştiğini görebiliriz.
Kültürel miras günümüzde fiziksel, çevresel ve sosyo-ekonomik olarak sürekli değişen ve dönüşen bir
süreç olarak tanımlanabilir.16 Bu süreç, farklı ölçeklerde insan ve insan olmayan aktörlerin karmaşık
ilişkileriyle oluşur.17 “İnsani Değer Olarak Miras ve
Peyzaj” başlıklı Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi
(ICOMOS) Floransa Bildirgesi, bu karmaşık ilişkinin
“kentsel ve kırsal peyzajlar arasında, kültürel, sosyo-ekonomik ve çevresel süreçlerle, aynı zamanda insan nüfusunun mutluluğuyla (well-being) ilgili”
olduğunu belirtir. Bildirge ayrıca peyzajların kültür ve
doğanın bütünleştiği, canlı türleri ve yaşam alanlarını
da içeren birer “kültürel habitat” olduklarını vurgular.18 Bu bakış açısıyla, Ilısu Barajı ve rezervuar alanı,
Hasankeyf ile birlikte Dicle Nehri ve çevresindeki 50
yerleşimin yüzyıllar içinde oluşmuş karmaşık ilişkiler
ağını tamamen yok etmektedir. Yerleşim, topoğrafyayla uyumlu gelişen özgün makro-formunun yanı
sıra, Bismil Ovası ve Dicle Vadisi ile kurduğu ekolojik
koridor ile florası ve faunasıyla önemli bir biyolojik
Yapı ve alanlar ile ilgili DSİ tarafından koruma yaklaşımı olarak değerlendirilen uygulamalar, ulusal
ve uluslararası koruma ilkeleri açısından da oldukça tartışmalıdır. Önceleri taşınması öngörülen tarihî
köprünün sonrasında taşlarla kaplanması ve Er-rızk
Camisi’nin taşınması için tarihî Hasankeyf çarşısının
yıkılması tartışmalı uygulamalardan yalnızca bazıları. (Resim 5-6) Mardinike Külliyesi gibi su altında
kalacak yapıların dolgu malzemeleri ile kapatılması
fiziksel koruma açısından kabul gören bir yöntem
olsa da, bizim göremeyeceğimiz bir tarihte baraj
suları çekilince bu yapı grubunda oluşacak tahribatları öngörmek çok zor değil. Aralık 2019 tarihine
kadar, Hasankeyf Yeni Yerleşim Alanı’nda oluşturulan
arkeoparka Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Hamamı’nın
yalnızca soğukluk kısmı, İmam Abdullah Zaviyesi’nin
türbesi ve minaresi, Eyyübi (Kızlar) Camisi, Sultan
Süleyman Camisi’nin taç kapısı ve sökülen minaresi
ile Hasankeyf Kalesi’nin Orta Kapısı taşındı. Er-rızk
Camisi ise taşınma sürecinde. Zeynel Bey Türbesi
çevresindeki peyzajla beraber bir bütünlük oluşturan
bir külliyenin parçasıydı. Külliyeden yalnızca türbe
taşınarak, külliyenin diğer yapılarını oluşturan duvar
kalıntıları yerlerinde bırakıldı. Arkeopark alanında
bu kalıntılar yeni taşlarla yeniden üretildi. Benzer bir
şekilde Artuklu Hamamı’nın ılıklık, sıcaklık, su deposu
ve külhan mekânlarının kalıntıları da Dicle Nehri kenarında bırakıldı. (Resim 7, 8)
7. Artuklu Hamamı ve Zeynel Bey Türbesi’nin doğal peyzaj içindeki
özgün konumları, 2007
Kaynak: Berçem Kaya
Avrupa Konseyi’nin 2005 yılında kabul ettiği “Kültürel
Mirasın Toplum için Değeri” başlıklı Faro Sözleşmesi,
“kültürel mirasa yönelik hakların”, kültürel yaşama
katılma hakkının bir parçası olduğunu kabul eder.20
Eryazıcıoğlu ve Cengiz bu sözleşmeyle birlikte, koruma yaklaşımlarının amacının kültürel mirasın insanlardan bağımsız kendi başına korunmasından çok
insanların ve toplumun daha geniş beklentilerini karşılama olması gerektiğinin anlaşıldığını vurgular.21
İnsan ve insan hakları odaklı olarak nitelendirilen bu
yaklaşımlar, korunması gerekli yapı, alan veya ögeyi
merkezine almaktan çok birey ve topluluklar için kültürel mirasın önemi ve potansiyeline odaklanır. Bahar
Aykan, kültürel mirasla ilişkili birey ve toplulukların
katılımına yer vermeyen politika ve uygulamaların
artık yalnızca bir yönetim sorunu değil, aynı zamanda
bir insan hakkı ihlali olduğunu değerlendiren yeni
yaklaşımların ortaya çıktığını belirtir.22 Bu çerçevede,
Ilısu projesi kapsamında yapılan koruma müdahalelerine Hasankeyf’te söz sahibi olduklarını dile getiren
herkes, bölgede yaşayanlar, STK’lar, ulusal ve uluslarası pek çok uzmanın dahil edilmemesi bir kültürel
miras hakkı ihlali olarak değerlendirilebilir. DSİ, baraj
projesinde bölgede yaşayanların görüşlerini almamış
ve proje sürecine katılımlarını sağlamak yerine yalnızca bilgilendirme toplantıları düzenlemiştir. Ayrıca
projenin paydaş katılımını sağlayacak bir eylem planı
olmamıştır.
Kaynak: Pınar Aykaç
çeşitlilik sunmaktadır.19 Ilısu Barajı’nın tarihî ve kültürel
doku üzerinde yaratacağı tahribatın yanında, ciddi bir
ekolojik tahribata da sebep olacağının altını çizmek
gerekir. Avrupalı kredi kuruluşları için hazırlanan ÇED
raporunun güncellenmemesi ve proje ile ilgili sosyal
etki değerlendirme raporunun olmayışı, etkilerin ne
boyutta olacağını bilmemizi engelliyor.
8. Hasankeyf Tarihî Köprüsü, Arkada Er-rızk Camisi ve Küçük Saray, 2018
ICOMOS Yeni Zelanda tarafından kabul edilen
Kültürel Miras Değeri Taşıyan Yerlerin Korunması
ile ilgili 2010’da yenilenen tüzük, kültürel miras alanlarının taşınmasının bir “koruma süreci” olmadığını
belirtir.23 Arkeoparka taşınan yapılar, kültürel mirası
bağlamından soyutlanmış fiziksel birer anıt olarak
gören, artık terk edilmiş bir koruma yaklaşımını referans alıyor. Tarihî köprüyü anımsatacak daha küçük
ölçekte yeni bir köprünün yapılması, topoğrafyayla
bütünleşen Orta Kapı’nın uyumsuz bir topoğrafyaya
yerleştirilmesi, alana teknelerle de ulaşılacak olması nedenleriyle, arkeoparkın kültürel, tarihî ve sosyal olarak bağlamsızlaştırılmış yapay bir eğlence
parkı olma tehlikesi çok yüksek. Ekim 2019’da açılan
Hasankeyf Müzesi’nde yerleşimin Prehistorik dönemden Osmanlı dönemine kadarki arkeolojik eserlerle
birlikte, yerleşimin ve taşınan yapıların maketleri sergileniyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür
Yardımcısı’na göre müze, hem arkeolojik hem de
etnografik özellikleriyle, “yörenin geçmişten günümüze her türlü kültürünü yansıtma özelliğine sahip”.24 Bu
yaklaşım, Hasankeyf gibi yüzyıllardır yaşayan bir kültürel miras alanının artık geçmişte kalmış yaşantısının
da müzeleştirilmesini öngörüyor.
Tarih boyunca karşılaştığı istilalara ve yağmalara
rağmen 12 bin yıldır yerleşim sürekliliği gösteren
Hasankeyf’teki ilk nüfus kaybı, mağara yerleşkelerinin boşaltılması ve yaşayanların sit alanı üzerine
MİMARLIK 411 15
Kaynak: Pınar Aykaç
Kaynak: Berçem Kaya
9. Yukarı Hasankeyf ve Mağara Yerleşimleri, 2018
10. Hasankeyf yeni yerleşimi, 2019
inşa edilen sosyal konutlara taşınmasıyla başlar. Bu
tarihten sonra nüfus üzerindeki ikinci ve en büyük
tehdit, yerleşimin baraj suları altında kalması olmuştur. Hasankeyf uzun zamandır festivallerin yapıldığı,
yerli ve yabancı birçok turistin ağırlandığı canlı döneminden uzak, kalenin tarihini birçok dilde anlatan
çocuklarından mahrum bir şekilde sessizce sonunun
yazılmasını bekliyor. 2010 yılında kaleden düşen
kaya sebebiyle üst kale ve vadi boyunca kaleye
doğru uzanan tarihî çarşı içerisindeki mağaralardaki
işletmeler kapatılmış, Hasankeyf’i insansızlaştırma
süreci başlamıştır. (Resim 9, 11) Özellikle 2005 yılından itibaren ulusal ve uluslararası düzeyde aralarında Almanya’dan WEED, Avusturya’dan ECAWatch,
İsviçre’den Berne Declaration, Belçika’dan FERN ve
Britanya’dan KHRP ve Corner House’un da yer aldığı birçok STK, baraj inşaatına karşı Hasankeyf’teki
yaşantının sürmesi için girişimlerde bulunmuşlardır.25
Bu girişimler yerelde ve uluslararası düzeyde pek
çok alanda ses getirmiş olsa da, yerleşimin bütünüyle
korunması için yeterli olamamıştır. 2019 yılı itibariyle
baraj inşaatı sebebiyle, yerel nüfusun yeni yerleşkeye
taşınması ve tarihî çarşının tamamen yıkılmasıyla alan
sosyal kodlarından büyük ölçüde arınmıştır. Yerel ve
merkezî yönetimlerin buradaki rolü, salt ekonomik
kalkınmayı hedefleyen kısa erimli projeler üretmek
yerine; koruma bilinci ve farkındalığını sağlamanın
yanında, yerleşme dinamikleri ile bütünleşik koruma
uygulamalarının önünü açmak olmalıdır. Temel insan
haklarından biri olan barınma hakkı ihlaline sebep
olan bu tür uygulamalar, koruma pratiği için “neyi
koruyoruz?” sorusuna verilecek cevabın ne kadar
kritik bir anlam taşıdığını da göstermektedir. Bu çerçevede, ekonomik, sosyal ve ekolojik kalkınmanın
sağlanabilmesinin yanında kültürel ögelerle birlikte
somut olmayan kültürel miras ve yaşantının birlikte
korunması büyük önem taşımaktadır.
İNSAN HAKKI OLARAK KÜLTÜREL MİRASIN
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
2016’da kabul edilen kanun tasarısıyla, Hasankeyf’in
sular altında kalacağı ve Hasankeyf Belediyesi’nin
hukuki varlığını yeni yerleşim yerinde sürdüreceği
kanunlaşmış oldu.26 STK’lar ve aktivistler Hasankeyf’in
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması için çağrı
16 MİMARLIK 411
yaptılar.27 Aynı yıl, Europa Nostra Hasankeyf’i En
Tehlikede Olan 7 Kültür Mirası Siti Listesi’ne aldı.28
Temmuz 2019’da kurulan Hasankeyf Koordinasyonu,
Ilısu Baraj projesi bitmiş olsa da, barajın rezervuar
alanında kalan Hasankeyf’te su tutulmaması için
mücadelesini sürdürüyor.29 Kültürel mirasın korunmasındaki uluslararası sözleşmeler ve Dünya Miras
Komitesi’nin yaptırım gücü, çoğunlukla uluslararası kamuoyu oluşturmakla sınırlı. Bu nedenle miras
alanlarına yönelik uygulamalar, ulusal ve yerel ölçekteki koruma mevzuatları ve karar vericilere bağlıdır. Buna karşın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarının ulusal ve yerel ölçekte bağlayıcılığı vardır. Yazının başında söz ettiğimiz Zeynep Ahunbay,
Metin Ahunbay, Oluş Arık, Özcan Yüksek ve Murat
Cano’nun açtığı dava olumsuz sonuçlanmış olsa da,
mahkemenin verdiği karar kültürel mirasın bir insan
hakkı olarak sayılabileceğinin mevzuat açısından
yakın zamanda mümkün olabileceğine dair bir olasılığı akıllara getiriyor. Ancak burada dikkat edilmesi
gereken konu, insan hakkının bireysel, toplumsal
ve bütün insanlık gibi farklı şekillerde yorumlanması sonucunda doğabilecek anlaşmazlıklar. Bahar
Aykan, Ian Hodder’a referansla kültürel miras hakkının yalnızca bireylerin kendi miraslarına erişimi veya
belli toplulukların kendi miraslarında söz sahibi olması gibi algılanmaması gerektiğini vurgulamaktadır.30
Kuramsal ve pratik çerçevede kültürel değer ve toplum yararını vurgulayan yaklaşımlar, kültürel mirasın
korunmasının insan hakları temelli tartışılmasına olanak sağlayarak uluslararası sözleşmelerde yer almasının yolunu açmıştır. Bu bağlamda Faro Sözleşmesi,
herkesin tek başına veya ortaklaşa olarak kültürel
mirastan yararlanabilmesini kabul ederek, kültürel
miras hakkı için daha kapsayıcı bir tanım yapmamıza
yarayabilir.31 Kültürel mirastan yararlanma yalnızca
bilgilenme veya kullanma olarak algılanmamalı, kültürel mirasın belki de baraj projelerinden daha fazla
bir bölgenin veya bir ülkenin sürdürülebilir kalkınmasında sağlayacağı katkı olarak da düşünülmelidir.
Böylelikle bir insan hakkı olarak kültürel miras; tarihî,
sosyo-kültürel ve ekolojik açıdan büyük zararlara
neden olacak büyüme odaklı kalkınma modellerinin
yerine, insanların temel haklarına ulaşmalarına ve
insan mutluluğuna katkı sağlayacak bir itici güç olabilir.32
[Erişim: 02.12.2019]
16. Harvey, David C., 2001, “Heritage Pasts and Heritage Presents: Temporality, Meaning And The
Scope Of Heritage Studies”, International Journal of Heritage Studies, cilt:7, sayı:4, ss.319-338.
17. Okumuş, Gökhan; Bilgin Altınöz, Güliz, 2019, “Sürdürülebilir Koruma için Değişimi Anlamak ve
Yönetmek: Karmaşık Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı Olarak Gölyazı (Apolyont) / Bursa Örneği”,
Türkiye Kentsel Morfoloji Araştırma Ağı II. Kentsel Morfoloji Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul,
ss.517-537.
18. “İnsani Değer Olarak Miras ve Peyzaj Hakkında Floransa Bildirgesi”, icomos.org.tr/Dosyalar/
ICOMOSTR_tr0034808001536912096.pdf [Erişim: 02.12.2019]
19. Doğa Derneği, 2015, “Hasankeyf Yok Olmasın”, dogadernegi.org/wp-content/uploads/2015/09/
Hasankeyf-Kitapcik.pdf [Erişim: 02.12.2019]
20. “Council of Europe Framework Convention on the Value of Cultural Heritage for Society”,
coe.int/en/web/conventions/full-list/-/conventions/rms/0900001680083746 [Erişim: 02.12.2019]
21. Eryazıcıoğlu, Erdem; Cengiz, Hüseyin, 2018, “İnsan Hakları Odaklı Bir Kültürel Miras Sistemi için
Değerlendirme Modeli”, Megaron, cilt:4, sayı:13, ss.636-650.
22. Aykan, Bahar, 2018, “Kültürel Miras Hakkı: Kültürel Mirasa İnsan Hakları Temelli Güncel
Yaklaşımlar”, Alternatif Politika, cilt:10, sayı:2, ss.231-252.
23. “Charter for the Conservation of Places of Cultural Heritage Value”, icomos.org.nz/wp-content/
uploads/2016/08/NZ_Charter.pdf [Erişim: 02.12.2019]
24. “Batman’da Hasankeyf Müzesi Açıldı”, ntv.com.tr/sanat/batmanda-hasankeyf-muzesiacildi,BySGSS92VUOCDk16SNf3L [Erişim: 02.12.2019]
25. İMO Diyarbakır Şube, 2005, “Hasankeyf’i Kurtarma Çalışmaları”, Türkiye Mühendislik Haberleri,
sayı:439-440, ss.24-27.
26. “Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, tbmm.gov.tr/
kanunlar/k6663.html [Erişim: 02.12.2019]
27. “Hasankeyf için Unesco’dan ‘Türkiye Adaylık Başvurusu Yapmadı’ Açıklaması”, haberler.com/
hasankeyf-icin-unesco-dan-turkiye-adaylik-8126842-haberi/ [Erişim: 02.12.2019]
28. “Basın Bildirimi”, europanostra.org/wp-content uploads/2017/06/20170629-PR-Hasankeyf-TurkeyTR.pdf [Erişim: 02.12.2019]
29. “İstanbul’da Hasankeyf Koordinasyonu Kuruldu”, hasankeyfgirisimi.net/?p=1031&lang=tr [Erişim:
02.12.2019]
30. Aykan, 2018, ss.231-252.
31. Council of Europe, 2005.
32. 2011 ICOMOS Paris Deklarasyonu, kültürel mirası sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir itici gücü
olarak görür. Avrupa Komisyonu tarafından 2014’te kabul edilen “Avrupa için Kültürel Mirasa Bütünleşik
Yaklaşıma Doğru Tebliği” ise kültürel mirasın ekonomik büyüme ve sosyal bütünleşmedeki öneminin
azımsandığından yola çıkarak, kültürel mirasın sürdürülebilir kalkınmadaki potansiyelinin mevcut
ekonomik ve sosyal etkilerinin ölçülebilmesiyle anlaşılabileceği ve böylece kültürel miras odaklı politikalar
geliştirilebileceğini vurgular. Bkz. ICOMOS 2011, “The Paris Declaration On Heritage as a Driver ofDevelopment”,
icomos.org/Paris2011/GA2011_Declaration_de_Paris_EN_20120109.pdf [Erişim: 02.12.2019]. Avrupa
Komisyonu, 2014, “Towards an Integrated Approach to Cultural Heritage for Europe”, ec.europa.eu/assets/
eac/culture/library/publications/2014-heritage-communication_en.pdf [Erişim: 02.12.2019]
Fotoğraflar: Murat Germen
NOTLAR
1. “Ahunbay ve diğerleri / Türkiye”, istanbulbarosu.org.tr/files/aihm/201902aihm.
pdf [Erişim: 02.12.2019]
2. Drazewska, Berenika, 2018, “Hasankeyf, the Ilisu Dam, and the Existence
of ‘Common European Standards’ on Cultural Heritage Protection”,
Santander Art and Culture Law Review, cilt:4, sayı:2, ss.89-120. Aykan,
Bahar, 2018, “Saving Hasankeyf: Limits and Possibilities of International
Human Rights Law”, International Journal of Cultural Property, cilt:25,
sayı:1, ss.11-34.
3. Ahunbay, Zeynep, 2010, “Hasankeyf: İnsanlığın Doğal ve Kültürel Mirası
ve Korunması”, Diyarch Mimarlık Bülteni, ss.34-43.
4. Hasankeyf Koordinasyonu, 2019, “Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı
Projesi Eleştiri Raporu”, ss.10-12. hasankeyfgirisimi.net/?p=1210&lang=tr
[Erişim: 02.12.2019]
5. Eberlein, Christine; Heike, Drillisch; Thomas, Wenidoppler; Ayboğa,
Ercan, 2010, “The Ilisu Dam in Turkey and the Role of Export Credit Agencies
and NGO Networks”, Water Alternatives, cilt:2, sayı:3, ss.291-312.
6. Eberlein; Heike; Wenidoppler; Ayboğa, 2010, ss.291-312.
7. Ahunbay, 2010, ss.34-43.
8. Eberlein; Heike; Wenidoppler; Ayboğa, 2010, ss.291-312.
9. Başkaya, Zafer; Türk, Emre, 2015, “Barajların Olası Çevresel ve SosyoEkonomik Etkilerinin Halkın Bakış Açısıyla Değerlendirilmesi: Ilısu Barajı ve
Hasankeyf Örneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, cilt:8, sayı:40,
ss.347-383.
10. Sevgi, Serap; Çetin, Murat; Yılmaz, Mesut, 2017, “Hasankeyf Zeynel Bey
Türbesi’nin Koruma ve Kurtarma (Taşıma) Projesi”, Kargir Yapılarda Koruma
ve Onarım Semineri IX Bildirileri, 5-6 Aralık 2017, İstanbul, ss.10-37.
11. Ahunbay, 2010, ss.34-43.
12. CounterCurrent - GegenStrömung, 2011, “Dam Construction in Turkey
and its Impact on Economic, Cultural and Social Rights”, Submission to the
UN Committee on Economic, Social and Cultural Rights for its 46th Session, 2
- 20 May 2011, tbinternet.ohchr.org/Treaties/CESCR/Shared%20Documents/
TUR/INT_CESCR_NGO_TUR_46_10201_E.pdf [Erişim: 02.12.2019]
13. “Danıştay, Çevre Kanunu ve Çed Yonetmeliğine Uygunluk Gorülmediği
Gerekçesiyle Ilısu Baraj ve Hes Projesine Yürütmeyi Durdurma Kararı
Verdi”, peyzajmimoda.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=5487&tipi=2
[Erişim: 02.12.2019]
14. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2013, “Yönetmelik”, resmigazete.gov.tr/
eskiler/2013/10/20131003-3.htm [Erişim: 02.12.2019]
15. “100 Milyon Dolarla Hasankeyf’teki Eserleri Kurtaracağız”, haberler.
com/bakan-eroglu-100-milyon-dolarla-hasankeyf-teki-3900714-haberi/
11. 2014 ve 2019 yıllarında Hasankeyf
MİMARLIK 411 17
ETKİNLİK
Cumhuriyetin Kayıp Rüyasının İzinde
“Bir Şehir Kurmak”
Zafer Akay
13 Kasım 2019-26 Ocak 2020 tarihleri arasında
ziyaretçiyle buluşan Bir Şehir Kurmak: Ankara
1923-1933 sergisi Ankara’nın başkent olarak
kuruluşunun ilk on yılını yakından inceliyor. Yazar,
iç içe pek çok serüvenden oluşan kurgusunu
incelediği serginin Ankara’nın bu ilk dönemine
ışık tutarak mimarlık ve kent kültürünün daha
önce bilinmeyen pek çok ayrıntısını ortaya
çıkardığını belirtiyor.
Zafer Akay
Mimar
Ankara’nın 4 kez yıkılıp yeniden yapıldığı söylenir, tabii pek bilmediğimiz daha eski tarihleri saymazsak.
Daha çok 19. yüzyılda oluşan moloz taş kamu yapıları
ve hımış evlerden oluşan Osmanlı Ankara’sı; Cumhuriyetin ilk yıllarında planlı olarak oluşturulmaya başlanan “Yeni Şehir” ile birlikte yeniden yapılanan, önce
“Milli Mimarlık”, 1930’lardan sonra “modern” kimlikli
Ankara; II. Dünya Savaşı sonrasında esen asrileşme
rüzgârıyla yeniden apartmanlaşan Ankara; son olarak da deprem öne sürülerek 1940’ların modern ya
da demi-classic apartmanlarını metruk hale getirip yerine geçirilmekte olan plastik detaylı, ahşap görünümlü, yansıtıcı camlı güncel Ankara. Aslında, 19. yüzyılda
oluşan ahşap taşıyıcılı konut dokusunun öncesinde
düz damlı taş ve kerpiç evler bulunduğu düşünüldüğünde bu katmanlar artırılabilir. Oldukça belirgin izleri halen gözlenebilen Galatya Eyaleti merkezi, Roma
Ankara’sı ve hatta Frig, Hatti Ankara’ları da hatırlanabilir.
Elbette ki bu yıkım ve yeniden yapımların kent toprağı, planlama, arsa spekülasyonu konularına dayanan sosyolojik açıklamaları olmalı.1 Genel olarak
Osmanlı’dan devam eden mirasyedi anlayışının, nasıl
ki Teşvikiye’nin koskoca ahşap konaklarını tümüyle
kül edip müteahhide verdiyse, bugün de Kızılay olarak adlandırdığımız Yenişehir adlı 1920’ler bahçekentini neredeyse iz kalmayacak biçimde ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Yangın sonucu yeniden yapımın
kanıksandığı bir toplumda, genel olarak parsel bazında yeniden yapım yaygınken, büyük bahçeli, ayrık
düzenli bahçekentlerin yıkım öyküleri daha şiddetli,
hatta “travmatik” olabiliyor. Son zamanlarda sosyal
medya üzerinden de büyük yaygınlaşma gösteren,
müthiş bir foto kart ve efemera koleksiyonu merakına konu olan 1923-33 döneminin Ankara’sının öyküsü
de bunların en önemlilerinden sayılmalı.
Ellinci yılını kutlamakta olan Vehbi Koç Vakfı ve son
yıllarda Ankara’nın mimarlık mirasına önemli katkılarda bulunan Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM)
sahipliği ve mimarlık ve kent arşivleri alanında birbirinden önemli akademik çalışmalara imza atmış olan
Ali Cengizkan ve birlikte hazırladıkları sergi ve kitap
projelerine yaratıcı yaklaşımıyla farklı bir dönem başlatan N. Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde, bu oldukça ilginç öyküyü konu alan, Cermodern’de düzenlenen olağanüstü güzellikteki sergi, Türkiye mimarlık
ve kent kültürüne çok değerli bir katkı oluşturuyor. Ali
ve Müge Cengizkan’ın giderek olgunlaşan sergi deneyimi, sergi tasarımını üstlenen FREA Mimarlık’ın ustalıklı
detaylarıyla desteklenmiş. Sergideki içeriğin harika bir
kitaba yansıtılarak kalıcılaştırılmış olması da her zaman
elde edilemeyen çok önemli bir kazanım.2 (Resim 1)
Başkent Ankara’nın bu ilk dönemine ışık tutarak mimarlık ve kent kültürünün daha önce bilinmeyen pek
çok ayrıntısını ortaya çıkaran serginin, iç içe birçok
serüvenden oluşan ilginç bir öyküsü var. Küratörlerin
yöntem bölümünde altını çizdikleri gibi tümüyle özgün fotoğraflardan oluşan ve ne denli nadir olsa da
sonuçta “çoğaltılmış” olan fotografik malzemeden
oldukça farklı, “Ankara Şehremaneti Mektupçusu
Tahsin Beyefendi’ye ithaf edilmiş” muhtemelen dönemin fotoğraf dükkanlarından biri tarafından hazırlanmış, oldukça özenli bir albüm, serginin ana kaynağını
oluşturmuş. Albüm, tarihçi Ömer Türkoğlu tarafından
keşfedilerek Ankara Enstitüsü Vakfı’na kazandırılmış.
Bu ana kaynak dışında Ali Cengizkan’ın çeşitli Lörcher planı sonrası detaylandırmaları, Kemalettin Bey
Anma Programı dolayısıyla ortaya çıkan, mimar Nihat
Nigisberk’in plan ve fotoğraf arşivi, pek çok ilginç proje barındıran dönemin mühendis-mimar müteahhit-
1. Sergi afişi ve Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 kitabının kapak görseli
18 MİMARLIK 411
Fotoğraflar: Duygu Tüntaş
2. Sergiden kareler
lerinden Mithat Aydın proje terekesi, sergiyi destekleyen diğer ilginç arşiv malzemesi olarak sayılabilir.
Elbette bu özgün malzeme dışında birçok değerli fotoğraf ve belge arşivi de sergiye kaynak oluşturmuş.3
(Resim 2, 3)
İstanbul’da neredeyse hiç olmayan “sosyal filateli”
dünyası ve sosyal medyaya yoğun olarak yansıyan
“Yenişehir nostaljisi”nin odağını oluşturan fıskiyeli
havuzlar ve çevresindeki kuleli yapılar ve Memurin,
Mebusan, Kanatlı, Verandalı gibi küratoryal adlandırmalar taşıyan, Cebeci yönünde giderek çoğalan
çeşitlemelerin arkeolojisi serginin belki de en eğlenceli boyutu. Bu tipolojinin arkasındaki mimarların da
artık ortaya çıkmaya başlamasının mimarlık tarihine
çok önemli bir katkı olduğu söylenmeli. Bu tipolojiyi
yaratan mimarlara ilişkin çok önemli bir bulgu, İstas-
Fotoğraf: Müge Cengizkan
Kitapta “Panoramalar” başlığı altında toplanan, sergiyi destekleyen önemli araştırma çalışmaları arasında,
sergiye paralel konuşmalara da konu olan Günkut
Akın’ın dönemin “Yeni Osmanlı” mimarlığının dört
önemli aktörü Kemalettin Bey, Vedat Tek, Giulio Mongeri ve Arif Hikmet Koyunoğlu’nun karşılaştırıldığı makalesi, alanda son zamanlarda gerçekleşen önemli
belgelemelerin bir değerlendirmesini de oluşturuyor.
Genel olarak sergiye ve modellemeye kaynaklık
eden altlıklar ve özellikle Lörcher planının uygulamalarını içeren Yener Baş’ın doktora tezinin yansıtıldığı
“Yenişehir’in ilk sakinleri”ni konu alan makalesi de
özellikle not edilebilir. Ali Cengizkan’ın dönemin prefabrikleri “Takma Evler” ve konut yapım süreçlerini
ele aldığı iki başlıktan sonra ele aldığı, modellemelere
olduğu kadar sergiye de maketlerle önemli katkı sağlayan “Yenişehir”i oluşturan konut birimlerinin tipolojisinin araştırmaların odağını oluşturduğunu söylemek
mümkün. (Resim 8)
Fotoğraf: Barek
Sergiyi oluşturan bir başka önemli girişim de, küratörlerin “biraz delice” bir karar olarak tanımladıkları, dönem Ankara’sını mimari model olarak yeniden kurulması. 1928 tarihli Lörcher altlığını barındıran Jansen
Planı’nın Yenişehir ayrıntısı üzerine kurulan bu yoğun
ekip çalışması, sergiye birçok ilginç video, kitaba da
“Varolmayan Kartpostallar” ile yansıtılmış. Sergiyi
daha da heyecan verici hale getiren bu videolar kuşkusuz geleceğin mecrası olarak uzun süre internet
veya başka alternatif ortamlarda Başkent Ankara’nın
ilk yıllarının daha iyi tanınmasına hizmet edeceklerdir.
(Resim 4-7)
3. Sergileme tekniklerinden detaylar
yon Caddesi’nde başlayan Vakıf evlerinin bazılarının
tasarımlarının Vedat Bey tarafından yapılmış olması.
Kemalettin Bey’in başında olduğu Evkaf mimarları grubu içinde, oldukça erken bir tarihte ülkeyi terk
ederek ABD’ye yerleşen “Kızıl Kemal” lakaplı mimar
Mukbil Kemal Taş’ın tasarımcı rolünün imzalı çizimlerle ortaya çıkması önemli bir ayrıntı. Yapıtlarıyla çok
az bilinen Alaatin Özaktaş ve Nihat Nigisberk ile ilgili
de önemli belgeler de sergiye değerli katkılar oluşturuyor. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun bilinen bazı sivri
külahlı villa tasarımlarından başka bu tipolojiye çeşitli
müdahalelerle katkıda bulunmuş oluşu da ortaya çıkan ayrıntılardan. Ankara posta kartlarının vazgeçilmezi Uybadin Köşkü ve yakınındaki çok merak edilen
3 kuleli yapının, Mithatpaşa Caddesi civarındaki çeşitli
Ziraat Bankası Lojmanları ile birlikte, bugün ayakta kalan az sayıdaki villanın bir başka örneği olan Bektimur
Villası gibi Giulio Mongeri imzası taşıdığı ortaya çıkmış
gibi görünüyor. Bazı Avrupalı mimarların olası katkılarını akla getiren tipler de geleceğe dönük bir başka
araştırma konusu oluşturabilir gibi duruyorlar. Benzer
şekilde, serginin başta Adliye Vekaleti mimarı Tahsin
MİMARLIK 411 19
Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi
Sermet olmak üzere dönemin Ankara’sına katkıları
olduğu bilinen Ali Rasim Cengiz, Burhanettin Tamcı,
Halim Azun, Nazım Alpman gibi diğer genç Sanayi-i
Nefise mezunu mimarlarının katkıları ile ilgili önemli
bazı ipuçları ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.
Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi
4. Cemil Uybadin Konutu’ndan Atatürk Bulvarı ve Bakanlıklar, 1933.
Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi
5. Adakale Sokaktaki Dr. Celal Evi’nden Ziraat Bankası Lojmanları, 1933.
Kaynak: Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 araştırma ekibi
6. Cemil Uybadin Köşkü taraçasından Gazi Mustafa Kemal Bulvarı ve Kızılay Genel Müdürlüğü, 1933.
Kitaba “Kesitler” başlığıyla yansıyan tematik çerçevelerde yan yana getirilen, ağaçların henüz ortaya
çıkmadığı dönemi anlatan arşiv kaynaklı fotoğraflar,
doğrusu dönem Ankara’sının İngiliz gazeteci Grace
Ellison’a “tek mevsim için inşa edilen yapı fuarlarını
anımsatıyor” tanımını mükemmelen hak ettiğini gösteriyorlar. Öte yandan araya karışan, bir 10 yıl sonrasının Kızılay bahçesinin başrolde olduğu, Cumhuriyetin
uygar yüzünü yansıtan mükemmel atkestaneli sokak
ağaçlandırması görüntüleri ise nasıl bir cennetin kaybedilmiş olduğunun en güzel anımsatıcıları. Avusturyalı fotoğrafçı Othmar Pferschy’nin meşhur Fotoğrafla Türkiye albümü de kuşkusuz bu dönemin hemen
sonrasının çok önemli bir tanığı. Dev çınarlarla süslü
Kumrular Sokak, Kavaklıdere ve Maltepe’nin atkestaneli sokakları gibi bu dönemin bugüne kalmış izleri
belki Ankara’yı halen güzel yapan özellikler. Kitaba
“Enstantaneler: Şehrin Sakinleri” başlığıyla yansıtılan,
dönemin önemli aktörleri üzerinden, kentin fotoğraf,
belge, anılar ve başka yazılı kaynaklar ile anlatıldığı
bölümün serginin ana gövdesini oluşturduğu söylenebilir. Bu anlatımların, dünyada da oldukça hareketli
bir yeniden yapılanma dönemi olan, ABD’de Roaring
20’s, Bauhaus’u da ortaya çıkaran Weimar Almanya’sında “Altın 20’ler” olarak tanımlanan, otomobillerin, ilk sesli filmlerin ve garçon kesimli saçlı aktif kadınların ön planda olduğu 1923-33 döneminin, Ankara
için de oldukça renkli ve hareketli bir dönem olduğunu çok güzel ortaya koyduğu söylenebilir.
Başlangıçta, henüz devrim sözcüğünün telaffuz edilmediği, Cumhuriyetin emeklediği dönemde, batı etkisi ve esinlenmeciliğinin Osmanlı’dan çok da farklı
olmadığı dikkat çekiyor. Nasıl ki 19. yüzyıl başında
İstanbul’a gravürler yapmak için gelen Melling, Hatice
Sultan tarafından bir sahil köşkü sipariş edilmesiyle
birlikte İstanbul’da yapı yapan ilk Avrupalı mimar olduysa, Ankara’ya hastane kurmak için gelen bir sağlık grubunda yer alan, Avrupa’da bildiğimiz bir yapısı
bulunmayan Theodor Jost da bozkırın ortasında ansızın ortaya çıkan, Ankara’nın ilk simgelerinden Sıhhiye
Vekaleti’nin mimarı olmuş. Bağdat’ta Kral Faysal için
saray yapmak için Türkiye üzerinden seyahat ederken, Milli Müdafaa Vekaleti’ni tasarlayarak, aşama
aşama tüm devlet yapılarına imza atan Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister’ın öyküsü de aslında çok
farklı değil. Benzer bir öykü de Rus Sefareti’nin yapımı için İstanbul’a gelen mimar Gaspare Fossati’ye,
İstanbul’a gelmişken Tanzimat paşaları tarafından
birçok önemli kamu yapısının sipariş edilmesi. Ancak
burada Cumhuriyet bir farklılık yaratmış görünüyor.
Ankara’nın ilk planını yapması istenen haritacılık firması Heussler’de çalışan mimar Carl Lörcher, aynı
yıl Ankara’daki Almanya Sefareti yapılarını da tasarlamakla görevlendiriliyor.4
Sergide yer alan bu çok önemli aktörler ve tanıklar arasında çok yakından tanıdıklarımız olduğu gibi
bu sergi dolayısıyla tanınırlık kazananlar olduğunu
7. Bayındır Sokak ve Ziya Gökalp Caddesi kesişiminden Mimar Kemal İlkokulu’na bakış, 1933.
20 MİMARLIK 411
Fotoğraf: Müge Cengizkan
8. 3D yazıcı ile üretilen konut birimi tipolojileri
Kaynak: Ankara Büyükşehir Belediyesi
da söylemek mümkün. Yeni Şehir’in kurulmasında
önemli rol üstlenen bir başka Viyanalı mimar ve Art
Deco akımı temsilcisi Robert Oerley’in başta, yıkılması büyük üzüntü yaratan Kızılay binası olmak üzere
kente birçok yapı kazandırmaktan başka, 1927’deki
yarışmayı kazanan plancı Hermann Jansen’e önemli bir destek vermiş olduğunu öğreniyoruz. Örneğin,
İstanbul kökenli bir Musevi aileden gelen, Kanada
eğitimli inşaat mühendisi Jacques Nesim Aggiman
karşımıza birçok elçilik yapısının yapımcısı olarak çıkıyor. Atatürk tarafından Jansen planının uygulamasının sorumluluğu verilmesi dolayısıyla dönemin valisi
Tandoğan’ın yaklaşımları hakkında fikir edinmemizi
sağlayan Falih Rıfkı Atay kuşkusuz dönemin en renkli aktörlerinden. Ankara’nın kuleli evlerinin “birer derebeyi şatosunu” andırdığını söyleyen ve dönemin
kamu yapılarına biçim veren milli mimarlığını “Osmanlı devrinin medrese ve imarethane mimarisinin
soysuzlaşmış bir devamı“ olarak yorumlayan, yakın
dostu ve ütopik bir bölüm de içeren Ankara romanının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu da dönemin
önemli bir kültür eleştirmeni olarak önemli bir rol oynamış. Dönemin bir başka kültür eleştirmeni olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera
ve Abdülhamid devri İstanbul’u ev ve köşkleri” olarak
tanımladığı dönemin Ankara memurlarının evlerini bu
sergideki fotoğrafların doğruladığı da pek söylenemeyeceğine göre, konuyu yazarın hayal gücünün genişliğine bağlamak en doğrusu. Belki de şu ev tipleri
arasında Avrupalı mimarların önerdikleri, modernizmden çok ölçülü bir klasisizm taraftarı olan Tanpınar’ın
tuhafına gidenlerdi.
NOTLAR
1. Tankut, Gönül, 1993, Bir Başkentin İmarı Ankara 1929-1939, Anahtar
Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
2. (ed.) Ali Cengizkan, N. Müge Cengizkan, 2019, Bir Şehir Kurmak: Ankara
1923-33, Koç Üniversitesi VEKAM Yayınları, Ankara.
3. Atila Cangır, Gökçe Günel, Uğur Kavas, Dr. Koray Özalp, Saadet Özen arşivleri.
4. Cengizkan, Ali, 2004, Ankara’nın İlk Planı: 1924-25 Lörcher Planı, Arkadaş
Yayınları, Ankara.
Kaynak: Nehir Melis Uzun
1927’deki imar planı yarışmasının diğer katılımcıları
Josef Brix ve Leon Jaussely, Atatürk’ün manevi kızlarından en büyüğü Afet İnan, Kavaklıdere’deki tenis
kortlarının oluşumuna öncülük eden Yüksek Ziraat
Enstitüsü müdürü Mehmet Ali Bağana, aynı zamanda
Ali Cengizkan’ın babası olan Gazi Terbiye Enstitüsü
mezunu, 43 yıllık resim-iş öğretmeni Recep Cengizkan, Ankara’nın Dört Kadını romanını yazan oryantalist Claude Farrere, Yenişehir’in ilk binasını yaptırıp
yerleşmiş olan dönemin Başbakanlık özel kalem müdürü Necmettin Sahir Sılan, meşhur kuleli evlerden
biri olan Sarı Köşk’ü yaptırmış olan Abdülhalik Renda
dönemin ilginç tanıkları olarak anılarına başvurulanlar
arasında sayılabilir. Ankaralılardan büyük ilgi gördüğü
bilinen, ama beklendiği gibi İstanbul’dan çok fazla ziyaretçi bulduğu kuşkulu olan bu çok özel sergi ile ilgili
önemli bir soru İstanbul’a gidip gitmeyeceği. Henüz
görememiş olan tüm Ankaralılara ve Ankara’ya yolu
düşenlere bu güzel sergiye uğrayarak Cumhuriyetin
pek erken döneminin rüya âlemine dalmaları hararetle önerilir. Hani şu Yakup Kadri’nin Ankara’sında,
Semra hanımın tunç yüzlü Binbaşı Hakkı bey ile at üstünde gezdiği döneme…
9. Düzenli aralıklarla gerçekleştirilen sergi turları ve rehberli turlar
MİMARLIK 411 21
MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI
Uzun İnce Bir Yoldayız
Deniz İncedayı
10. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın teması
“Mimarlık, Mesleki Gelişim ve Eğitim Politikaları”
olarak belirlenmiş; tema kapsamındaki konuların
değerlendirilmesi amacıyla kurultay hazırlık
sürecinde Mimarlık Mesleğe Kabul, Sürekli
Mesleki Gelişim ve Türkiye Mimarlık Eğitimi
Politikası Çalıştayları düzenlenmişti. Çalıştayların
sonuç ürünlerinin tartışılmasının hedeflendiği
Kurultay 13 Aralık 2019 tarihinde gerçekleşti.
Prof. Dr., MSGSÜ
Mimarlık Bölümü
Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın onuncusu 13 Aralık
2019’da Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi,
Karaköy Binası’nda gerçekleştirildi. (Resim 1)
Mimarlar Odası bu yıl Kurultayı farklı bir formatta
değerlendirmeyi planlamıştı. Bildiğiniz gibi, önceki
yıllarda Mimarlık ve Eğitim Kurultayı, uzun süren ortak
çalışmaların, ilgili Danışma Kurulları değerlendirmelerinin ardından şekillenen programla tartışma platformunu oluşturuyordu. Bu yıl ise, farklı bir uygulamayı
deneyimlemek ve programa yenilik katabilmek amacıyla Kurultay, öncesinde gerçekleştirilen çalıştay
toplantıları temelinde örgütlendi. Mimarlar Odası’nın
2018-2020 çalışma döneminde oluşturulan komitelerinin (Mesleğe Kabul, Mimarlık Eğitimi Politikaları,
Sürekli Mesleki Gelişim gibi) yürüttükleri çalışmalar
Eylül 2019’da geniş katılımlı çalıştaylar düzenlenerek katkılara ve eleştirilere açılmıştı. Kurultay ise,
uzmanlarla gerçekleştirilen söz konusu çalıştayların
kazanımlarının paylaşılarak eleştiriye açılmasını, meslek alanına ait metinlerin geliştirilmesini, bu amaçla
öngörülen adımların atılmasını hedefliyordu. Kurultay
şemasında yapılan değişiklik, yeni bir enerji yaratma,
sıklıkla dile getirilen tekrara düşme sorununa çözüm
arama, somut öneriler yaratabilme düşüncesiyle gündeme gelmişti. 2019 yılında onuncusuna ulaşmış olan
“Mimarlık ve Eğitim Kurultayı” adının korunması ise,
içerikteki ve hedeflerdeki sürekliliği vurgulama çabası olarak açıklanabilir.
Başlangıcından bugüne Mimarlık ve Eğitim Kurultayları,
akademik dünyayla meslek odasının buluştuğu, değerli
emek ve katkılarla sorunların ve süreçlerin tartışıldığı,
farklı fikirlerin yeni ufuklar açtığı bir etkileşim zemini
oldu. Ülkemizde sayıları çığ gibi büyüyen, içerikleri ise
giderek boşalan mimarlık bölümlerinin temel sorunlarını, bunların meslekteki yansımalarını tartışarak
çözüm önerileri üreten ve süreçlere eleştirel bakabilen bir platform kurdu.
Ancak tüm bu özverili emeklere rağmen, uzun yıllara
yayılan çabaların verimli sonuçlar sergilediğini, sorunlara çözümler ürettiğini söylemek zor. 10. Kurultayın
oturumlarında da öncelikle ve sıklıkla bu gerçek
dile getirildi. Ortak aklın yıllara yayılan bunca değerli birikimine karşın, “yolun başındaymışız meğer”.
Sorunun temelinde ise, yönetimlerin, Yükseköğretim
Kurulu’nun ve ilgili Bakanlıkların mimarlık eğitimiyle
diyalog içerisine girmemeleri, önerilere ve çağrılara kapalı duruşları, bu alanda yeterince kaygı ve
sorumluluk duymamaları gerçeği yatıyor. Ne yazık ki,
akademik yaşamları boyunca, eğitimde kalite, çağdaşlaşma ve uluslararası ölçütler konusunda öncü
olmuş, özveriyle çalışmış değerli akademisyenlerin
fikirleri, işaret ettikleri önemli meslek ve eğitim süreci
sorunları -ki bunlar mesleğin sınırlarını aşarak ülkenin
önemli sorunlarına da temel oluşturuyorlar- yöneticiler tarafından öncelik kazanmıyor, ortak kararlılıkla
işbirliği masasına oturulamıyor.
Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nın 20 yıla varan geçmişinden bugüne yaşadığımız sorunlar katlanarak
büyüdü. Ülke genelinde, özellikle mesleğimizi ilgilendiren çok boyutlu sorunlar, birbirlerine eklemlenerek
ve kontrolsüz artışlarla farklı ve karmaşık problemleri
doğurdu. Bir taraftan mesleğe kabul süreci sorunları
ulusal ve uluslararası ölçekte yoğunlaşırken, diğer
taraftan bölüm sayılarının artışı denetlenemedi, kontenjanlar boş kaldı, içerikler sorgulanır oldu. Öğrenci
ve mezun sayıları katlanırken öğretim üyesi sıkıntısı nedeniyle bu konudaki kriterler yok sayıldı, üniversitelerimizi sadece sayısal olarak doldurmaya
ve yorumlamaya başladık. Sayıları artırırken nitelik (k)ayıplarımızı görmezden geldik. Yönetimlerimiz
öz eleştiriye açık olamadı, işbirliğine yanaşmadı ve
1. Kurultay afişi
22 MİMARLIK 411
sonuçta bugün geldiğimiz noktadan baktığımızda
yıllardır tartışa geldiğimiz sorunları ve soruları tekrarlamak durumunda kalıyoruz:
• Mimarlıkta ve eğitiminde uluslararası asgari ölçütleri karşılayabiliyor muyuz?
• Mimarlık bölümleri baş döndürücü bir hızla artarken
nitelikli ve yetkin mimarlar yetiştirebiliyor muyuz?
• 4 yıllık eğitimin ardından koşulsuz imza yetkisi
vererek topluma, kente, çevreye ve insana karşı
ahlaklı davranıyor muyuz?
• Teori ile pratik arasında gerekli köprüleri, ilişkileri
kurabiliyor muyuz?
• Ülke sorunlarına çözüm üretebiliyor muyuz?
• Genç meslektaşlarımıza kaliteli iş olanakları sağla
yabiliyor muyuz?
Kurultayın açılış konuşmasında, Mimarlar Odası
Genel Başkanı Eyüp Muhcu, öncelikle meslek ve
mesleki eğitim alanında yaşanan ve yoğunlaşan
güncel sorunlara ve verilen mücadelenin önemine
vurgu yaptı. (Resim 2) Sorunların genel olarak ülkenin yanlış eğitim ve mimarlık politikalarından kaynaklandığının ve mesleki alanda gerilemeye neden
olunduğunun altını çizerken problemler karşısında
yetkili yönetimlerin ivedilikle işbirliği içerisinde çözüm
üretmelerinin ve eğitimde özerkleşmenin önemine
değindi.
MİMARLIK MESLEĞE KABUL
İlk oturumun başlığı “Mimarlık Mesleğe Kabul” idi.
Bildiğiniz gibi, ülkemizde 4 yıllık eğitimin ardından
koşulsuz olarak meslek yetkisi kazanılması konusu
(sorunu) uzun yıllardan bu yana meslek odasının
gündeminde. Bu çerçevede, 2011 yılında kurulan
Mimarlık Mesleğe Kabul Kurulu (MiMeKK) gerek
konunun ulusal ölçekte yarattığı sorunlar, gerekse
yabancı okul mezunlarının üyelik ve yetkileri konularında yaşananlar karşısında çözüm önerileri geliştirmeyi amaçlıyor. Mesleki imza yetkisinin, öncelikle
adil, etik ve eşitlikçi biçimde denetlenerek verilmesi
gereği açık. Amaç; tıp, hemşirelik, ebelik, diş hekimliği ve benzeri eğitim alanlarında olduğu gibi, mimarlık
eğitiminde de Avrupa Birliği’nin 2005/36/EC sayılı
yönergesi1 paralelinde, mesleki yetki belgesini uluslararası ölçütleri karşılar niteliğe kavuşturabilmek.
Prof. Dr. Deniz İncedayı tarafından yönetilen 1.
Oturumun ilk konuşmacısı Dr. Öğr. Üyesi Ece Postalcı,
ülkemizdeki mesleğe kabul sistemini yurt dışı örnekleriyle karşılaştırdı. Avrupa Birliği ülkelerinden seçilen
ACE, 2016, “Summary of ACE and ENACA Survey on Accreditation of Architecture Programmes within
Europe – 2016”.
Soruların listesi uzatılabilir. Diğer Kurultaylar gibi,
10. Kurultayın programı da, sorulara yanıt aramak,
deneyimleri paylaşmak, sorunları duyurmak amacıyla şekillendirilmişti. Yukarıda da değinildiği gibi,
Mimarlar Odası’nın 2018-2020 çalışma programı
çerçevesinde gerçekleştirilen çalıştay süreçlerinin
sonucunda program, 3 farklı oturum ve tartışmalara ayrılan “Değerlendirme ve Forum” bölümünden
oluşuyordu. Oturumlar 3 farklı başlıkta düzenlenmiş
olsa da, bu başlıklar kuşkusuz birbirleriyle bütünlük
içerisindeydi. Mesleğe kabul süreci, mimarlık eğitimi
politikaları ve sürekli mesleki gelişim uygulamaları
birbirlerinin destekleyicileri, tamamlayıcıları olarak
görülmelidir.
2. Açılış oturumundan
3. Farklı ülkelerdeki mimarlık eğitimi süresi ve mezuniyet sonrası zorunlu
mesleki pratik sürelerini gösterir tablo
ve bir ERASMUS+ araştırma projesinin çıktılarından
olan 36 ülkeden alınan veriler paralelinde çarpıcı
bilgiler paylaştı. Bu bilgiler ışığında görüldü ki, 4 yıllık
eğitim sonrasında doğrudan imza yetkisi verilen bir
uygulama diğer ülke örnekleri arasında bulunmuyor.
Genellikle, eğitimin tamamlanması sonrasında 1 veya
2 yıllık akredite meslek pratiği süreci, sonrasında
mesleki yetkinlik sınavı ve meslek odasına kayıt ve
benzeri şartlar farklı biçimlerde uygulanıyor. Avrupa
ülkeleri mimarlık okullarında genellikle uygulanan
3+2 yıllık eğitim programı dışında, 5 yıllık kesintisiz
eğitim, 4+2 yıllık eğitim ve sonrasında 2 veya 3 yıla
yayılan zorunlu meslek pratiği uygulamaları gerçekleştiriliyor. Yabancı ülkeler üzerine yapılan araştırmada, mesleki imza yetkisi alabilmenin, 8-10 yıla varan
süreçlere kadar uzayabildiğini görüyoruz. (Resim
3) Araştırma verileri bir taraftan mesleğin taşıdığı
çok yönlü sorumluluğu vurgularken diğer taraftan
da ülkemizde uygulanan sistemin yaşam, çevre kaliteleri ve insan sağlığı açılarından taşıdığı sakıncaları
gözler önüne seriyor. Şunu da vurgulamak gerekir
ki, uluslararası standartlara (UIA, ACE vb. kurumların belgelerine) göre mesleki yetkinlik için gereken
asgari ölçütler, teknik bilgi ve donanımların ötesinde,
düşünsel zenginliği, entelektüel birikimi ve mesleğin
sosyal sorumluluk kapasitesini de içeriyor.
MİMARLIK 411 23
Yetkilendirme Eğitim Programları (Bilirkişilik, Enerji
Kimlik Belgesi Uzmanlığı, Temel Bina Akustiği gibi) ve
Kişisel Gelişim Eğitimleri (ArchiCad, AutoCad, Revit
gibi) hakkında içeriklerine ve sonuçlarına ait bilgiler
paylaştı ve Sürekli Mesleki Gelişim çalışmalarının
mesleki alandaki katkılarını ve artan talep konusunu
katılımcılarla paylaştı. Bugün yaşanan hızlı gelişim ve
iletişim çağında, bilgilerin sürekli güncellenerek mesleki yetkinliklerin desteklemesi sadece ülkemizde
değil tüm dünyada mimarlığın gündeminde. Mimarlar
Odası kapsamında değerli akademisyen uzmanların
katkılarıyla yürütülen SMG programları da bu çerçevede değerlendirildiğinde, mimarlıkta çağdaş, değerli bir açılım oluşturuyor.
4. Değerlendirme ve Forum başlıklı oturumdan
Oturumun ikinci konuşmasında, Y. Mühendis Mimar
Bülent Ceylan, mesleğe kabul alanında yapılan çalışmaların tarihçesinden ve verilen emeklerden söz etti.
Mesleğe kabul çalışmalarına ait sonuçların farklı platformlarda bugüne dek paylaşıldığını belirtti. Ancak,
UIA, AB gibi kurumların uluslararası belgelerinde de
konunun vurgulanmasına ve ülkelerde niteliklerin
yükseltilmesine dair çalışmaların hız kazanmasına
karşın, ülkemizde mesleki yetki çıtasının bu denli
düşük tutulmasının önemli sakıncalarını anımsattı.
Bunların başında, imza yetkisinin kötüye kullanılması,
ticari amaçlara alet edilmesi geliyor. Bu çerçevede
meslek yasası hazırlanmasının, mesleğe kabul kriterlerinin yasal mevzuata geçirilmesinin ve kurulun
özerkleşmesinin aciliyetinin altını çizdi.
Oturumun son konuşmacısı Prof. Dr. Ayşen Ciravoğlu
ise bugüne kadar tüm Kurultay süreçlerinde emek
veren, özveriyle çalışan tüm katılımcıları, akademisyenleri kutlayarak ve anarak başladı sözlerine. Diğer
ülkelerle karşılaştırıldığında, ülkemizde mesleğe
kabul ölçütlerinin geliştirilememiş olması dolayısıyla
eğitime verilen ağır sorumluluğa vurgu yaptı. Teori ve
uygulama alanı arasındaki yoğun ve karmaşık ilişkiye
değinerek eğitim kalitesinin yükselmesinin mesleki
alandaki olumlu yansımalarının ve niteliksel katkılarının önemine değindi. Ayrıca MiMeKK üyesi olarak,
yabancı okul mezunları konusunda yaşanan çifte
standart sorununu gündeme getirdi, hazırlanacak
yönetmeliğin ulusal ve uluslararası bağlamda önemli
bir çalışma olduğunu, Yükseköğrenim Kurumu ile
paylaşılmasının gerektiğini bir kez daha vurguladı.
Mesleğe kabul barajı oluşturulması açısından çalıştaylarda gündeme getirilen farklı yöntemlerin (sınav,
meslek pratiği, kredi hesabı, MİAK akreditasyonu
gibi) ortak değerlendirmelerde sorgulanmasını önerdi.
SÜREKLİ MESLEKİ GELİŞİM (SMG)
2. Oturum, “Sürekli Mesleki Gelişim” başlığıyla yapıldı. Yöneticiliğini Mimarlar Odası Merkez Yönetim
Kurulu üyesi Cüneyt Zeytinci’nin yaptığı oturumda,
ilk konuşmacı Dilşad Aktaş Canatay idi. Mimarlar
Odası Sürekli Mesleki Gelişim Merkezi (SMGM)
Yürütme Kurulu üyeleri olarak İsmail Doğanyılmaz
ile birlikte hazırladıkları sunuşta, 2004 yılında kurulan SMGM’nin kısa tarihçesinden söz ederek bugün
meslek alanındaki hizmetleri özetledi. Çok sayıda
24 MİMARLIK 411
İkinci konuşmacı Doç. Dr. Emrah Acar ise, konuşmasında öncelikle “sürekli eğitim” ya da “yaşam boyu
eğitim” kavramlarını açarak süreçlerin dinamikliğini
vurguladı. Konuya stratejik, taktik ve operasyonel
yönlerinin yanı sıra İTÜ Mühendislik ve Mimarlık
Eğitimi Mükemmeliyet Merkezi çerçevesinde yürüttüğü çalışmalar perspektifinden bakarak bu alanın
çağdaş yaklaşım ve yöntemlerle bugün geldiği noktayı ve yeni beklentileri özetledi. Ayrıca Dr. Fadime
Yalçınkaya Çalışkan da, “yetişkin öğrenmeleri” üzerine birlikte yürüttükleri çalışmadan bir kesit sunarak
tablolar ve sayısal değerlendirmelerle sürekli mesleki
gelişim çerçevesine önemli bilgiler aktardı.
Oturumun son konuşmacısı ise, Prof. Dr. Murat
Günaydın idi. Konuşmasında, öncelikle SMG alanının
kültürel niteliklerine değindi, “almaya odaklı” birey
ile “olmaya odaklı” birey karşılaştırmasını yaparak
SMG çalışmalarını, mimarların gerek mesleki gerekse entelektüel donanımlarını artırma olanakları olarak
görmenin önemini vurguladı. Çalışmaların sistemli
olarak belirlenen bir yol haritası paralelinde yürütülmesi amacıyla yetkili yönetimlerle işbirliğinin kaçınılmazlığına değindi. Mesleki sorumluluk taşıyan herkesin -örneğin, meslek odaları, akademisyenler, uygulamacılar gibi- bu konuda kararlı ve ısrarcı olmalarını
önerdi. Ancak böylelikle işlerlik kazanacak bir yasal
altyapıya kavuşulacağının, siyasi aktörler ile iletişimin
bu bağlamda olmazsa olmaz olduğunun altını çizdi.
TÜRKİYE MİMARLIK EĞİTİMİ POLİTİKASI
Kurultayın son oturumu ise, Prof. Dr. Ayşen Ciravoğlu
yöneticiliğinde, “Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası”
başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun ilk konuşmacısı
Doç. Dr. İpek Akpınar, eğitimde yaşanan sorunlar
ile ülke koşullarını bütün olarak değerlendirerek,
eğitimdeki temel sorunların, mimarlık, kent ve çevre
üzerindeki etkilerini örneklerle aktardı. Mimar adayının kültürel, toplumsal ve etik sorumlulukları ve
donanımlarının öncelikli olması gereğine vurgu yaptı.
İkinci konuşmacı Prof. Dr. Şebnem Hoşkara ise,
meslek ortamına bileşenler ve ortaklar zemininden
bakarak ve geçmişten bugüne ulusal ve uluslararası alandaki çalışmalardan (UIA, UNESCO, Oxford
Üniversitesi eğitim konferansları, çalışma grupları
vb.) söz ederek bunların sonuçlarından bir derleme
sundu. Eğitim sürelerine ve mesleğe kabul ölçütlerine dair farklı kurumların yaklaşımlarına değinerek
bunların “Türkiye Mimarlık Politikası” metni ile ulusal
koşullar gözetilerek ancak uluslararası ölçütlere bağlı
kalınarak ilişkilerinin kurulmasının önemini belirtti.
3. Oturumun son konuşmacısı, Prof. Dr. Neslihan
Dostoğlu ise, mimarlık eğitimindeki sorunların giderek
yoğunlaşmasına dikkati çekti. Ülke ortamından kaynaklanan problemler, aşırı sayıdaki mimarlık bölümlerinin içerik, kadro ve kontenjan sorunları ile YÖK
çerçevesinde fakülteler şemasındaki karmaşık yapı
gibi başlıkların Mimarlık Fakültesi Dekanları Konseyi
(MİDEKON) açısından da gündemin öncelikli konuları
olduğunu belirtti. Bu alanlarda yapılan uzun soluklu,
gönüllü çalışmaların kısa erimde somut sonuçlar
doğurmasa da, uzun erimde önemli bir birikim sağladığına, ortak çabalarla ve kararlılıkla ele alındığında
değişim potansiyelini taşıdığına vurgu yaptı.
DEĞERLENDİRME VE FORUM
Kurultayın “Değerlendirme ve Forum” başlıklı son
bölümünde ise, öncelikle yapılan sunuşlar üç oturum
yöneticisi tarafından kısaca özetlendi. Ardından platform tüm katılımcıların katkılarına açıldı. Yoğun geçen
günün sonrasında geç saatlere kadar kalan katılımcılar, konuların meslek alanımız, gençlerin yetiştirilmesi
sorumluluğu, meslek pratiğinin sağlıklı ve güvenilir
işleyişine verdikleri önemi kanıtlar gibiydi. Mimarlık
alanı ve eğitimi, Kurultaylar çerçevesinde de yaklaşık
20 yıldan bu yana tartışıldığı ve önerildiği gibi, önemli
yasal düzenlemeleri ivedilikle gereksiniyor.
Katılımcılardan gelen katkılar özellikle mimarlık eğitiminin ötesinde, ülke genelinde eğitim politikalarının
sorgulanmasını gündeme getirdi. Temelde eleştirel,
sorgulayıcı, yaratıcı bakışın yerine ilkokul hatta anaokulu aşamalarından başlayarak ezberci, düşünme
yerine çoktan seçmeyi yeğleyen ve gençleri adaletsizce yarıştıran sistemin sürdürülmesi önemli bir
kaygı olarak dile getirildi.2 Nitekim sağlıksız sistemin
olumsuz sonuçları yükseköğretim alanında da netlikle karşımıza çıkıyor. SODEV’in 2019 araştırmasında3,
“Sizce Türkiye’de öğrenciler dünya standartlarında bir eğitim alıyor mu?” sorusuna katılımcıların %
86,4 oranında “hayır” yanıtını vermiş olmaları bunu
doğruluyor. Buna paralel olarak ülkenin beyin göçü
sorunu da hızla büyüyor. 2018 yılında 136.740 genç
TC vatandaşı daha iyi bir eğitim hedefiyle ülkeyi terk
etmeyi tercih etmiş durumda.
Forumda vurgulanan başlıklarda, mimarlık bölümlerinin denetimsiz artışı, asgari nitelikleri karşılayamayan
program içerikleri, yetersiz kadrolarla eğitim, özellikle de meslek yetkisinin eğitim sonrasında hiçbir
baraj olmadan elde edilmesi sorunları öne çıktı.
Bu alanda yıllardır emek vermiş, değerli katılımcılar
olarak Dr. Doğan Hasol ve Prof. Dr. Mehmet Şener
Küçükdoğu’da aynı konularda yaşanan sorunların
ağırlığına dikkat çektiler. (Resim 4) Zira bu sorun
halkaları birikerek ve büyüyerek, önemli toplumsal,
kültürel ve sosyal sorunların tetikleyicisi olmakta.
Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik, kültürel,
sosyal ve siyasi kriz de meslek insanlarının ve onlara
katılan gençlerin işsizlik başta olmak üzere temel
yaşamsal sorunlarına kaynak oluşturuyor.
SONUÇ OLARAK
10. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı, geçmişten bugüne mimarlık ve eğitim konularında ülkemizde yapılan önemli çalışmaları, birikimleri, ortak aklı bir
kez daha bir araya getirmesi açısından önemliydi.
Birlikteliğimiz, paylaşımlarımız bize dayanışmanın
değerini ve gücünü bir kez daha hatırlattı. Paylaşılan
görüşlerin ve deneyimlerin, ortak kararlığımızla ve
enerjimizle yönetim kademelerine ulaştırılabileceği
konusundaki umutları besledi. Özellikle de, meslek
odamızın kurulduğu 1954 yılında 736 olan üye sayısının, bugün yaklaşık 62.000’e ulaşması ve mimarlık
bölümlerinin 150’ye yaklaşan sayısı bizleri bekleyen
sorunların ve dolayısıyla sorumlulukların da ne denli
katlandığını gösteriyor. Mimarlık eğitimi alanında,
sorgulama, analiz / sentez, eleştirel düşünme yeteneklerinin geliştirilememesi sonuçta hepimizi ilgilendiren kentsel, küresel, kültürel ve ekonomik ölçekteki
sorunların da habercisi oluyor.
Kurultayın tüm katılımcıları, olumsuz gelişmelere karşın, ortak kararlılıkla, mesleğe toplum yararı perspektifinden bakan, çağdaş, evrensel ölçütlere sahip,
çevresel, toplumsal, kültürel duyarlılıkları destekleyen mimarlık anlayışı konusunda acil bir çağrı ve yol
haritası fikrinde birleştiler. Bu bağlamda, Kurultay
buluşmalarının sorunları masaya yatırması, ortak bir
iletişim platformu kurması, MİAK, MOBBİG, MİDEKON
gibi kurumlarla işbirliği ve dayanışma içerisine girilmesi meslek alanımız ve ülkemiz açısından acil bir
başlık olarak tanımlandı.
Dünya bugün mimarlıkta farklı sorumlulukları konuşuyor. Sağlıklı, yaşanabilir, toplumsal ve kültürel anlamda sorumluluk üstlenen, etik değerlerle hareket eden
mimarlık ve eğitim anlayışı, dinamik karakteriyle
yeni yapılanmalara, reformlara gebe gibi duruyor.
Geleceğe umutla bakma ilkesine sadık kalarak oluşturulacak Türkiye Mimarlık Eğitimi Politikası metni
de bunca emeğin, özverili çalışmanın ürünü olarak
meslek alanına ve eğitimine rehber olarak ışık tutabilir ve süreç içerisinde anlamlı gelişmeleri yaratabilir.
Verimli toplantımızdan bizlere kalan umutla bitirelim,
“konuşa konuşa başaracağız” diyelim…
NOTLAR
1. 7 Eylül 2005 tarihli Avrupa Birliği Resmî Gazetesi.
2. OECD tarafından açıklanan PİSA sonuçlarına göre Türkiye, 37 ülke arasında
31’in sırada kalmaktadır.
3. SODEV, “Türkiye’de Eğitim: İmam Hatipleşme, Beklentiler ve Memnuniyet
Araştırması Raporu”, Kasım 2019.
MİMARLIK 411 25
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ
Kentsel Mekân / Yapı İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım:
Yapı Kredi Kültür Sanat
Özen Eyüce
Prof. Dr., Mimar
YKKS “İstanbul’un tarihî kentsel akslarından
olan ve bitişik yapı düzeninin kentsel mekânı ve
kamusal alanı bir yaya koridoru olarak sınırladığı
İstiklal Caddesi’nin genişleyerek meydanlaştığı
bir noktada yer alan yapı, meydana sunduğu
şeffaf cephe, bu cephenin arkasında yer
alan ekspoze sirkülasyon ögesi ve mekânsal
hacim ve katlara yayılan kültür ve sanat odaklı
mekânları ile; caddenin ve yapının dinamizmini
buluşturarak, kentsel mekân ve yapı arasında
sinerji oluşturan bir mekânsal ve görsel süreklilik
yaratması; meydan cephesini kente açılan bir
kapı olarak yorumlayarak yapının kamusal
kullanımını özendiren ve kentsel ölçekte sosyal
çekim oluşturan mimari tavrı; ‘kent’ ve ‘zemin
kat’ ilişkisini genişleterek üçüncü boyuta taşıması
ve düşey yaya hareketini tarihî caddenin farklı
açılardan ve yükseltilerden deneyimlenmesine
olanak verecek şekilde ele alması; kent
genelinde, mekânsal ve işlevsel programını
yoğunlukla zemin katta ve yatay ilişkiyle caddeye
açan kültür yapılarına bir alternatif olarak,
düşeyde de kentle ilişkilenen bir yapı arayışını
temsil etmesi nedeniyle” 2018 Ulusal Mimarlık
Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödülü”ne değer görüldü.
Mimarlar Odası tarafından ilk kez 1988 yılında, Mimar
Sinan’ın 400. ölüm yıldönümü anısına düzenlenen
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, 30 yılı aşkın bir
süredir devem eden varlığıyla Türkiye’deki mimarlık
üretiminin ardındaki en köklü kurumsal destek olmaktadır. 2000’li yıllardan bu yana ekonomik gelişmenin
lokomotifi olarak görülen inşaat sektörünün devlet
politikalarıyla da desteklenen ve en temel ekonomik
faaliyet alanı haline gelen aşırı yapı üretiminin ve ağırlıklı olarak toplu konutun gerçekleştirildiği ülkemizde, TMMOB Mimarlar Odası, bu ödüller aracılığıyla
“mimarlığın aslında kültürel bir etkinlik olduğu ve
değerlendirme ölçütlerine dayanarak seçkin olanın
sıradan olandan ayrılabileceği” mesajını vermektedir.
Aslında, ödüllendirilen “mimari tasarımın ardındaki
emek, dünya standartlarına ilişkin farkındalık, uygulamaya gösterilen özen, çevreye duyarlılık, tarihsel
sürekliliğe yönelik dikkat, popülist eğilimlere karşı
duran direnç ve önemli ölçüde yaratıcı çabadır.”1
Kaynak: Teğet Mimarlık
Yukarıda genel çerçevesi çizilen Ulusal Mimarlık
Sergisi ve Ödülleri programının 2018’de düzenlenen
XVI. döneminde Yapı Dalı Ödülü alanlardan biri de
Teğet Mimarlık tarafından tasarımlanan Yapı Kredi
Kültür Sanat (YKKS) olmuştur. (Resim 1)
1. Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Meydanı’na doğru ilerlerken karşılaşılan cephe
26 MİMARLIK 411
YKKS’nin yeni binası, kullanıma açıldığından bu yana
pek çok farklı görüş ve eleştirinin konusu olmuş
ve farklı platformlarda tartışmaların yapılmasına yol
açmıştır. Mimarlık disiplini adına bir tartışma ortamının yaratılmasına neden olan bu yapı hakkında yapı
tanıtım / eleştiri metni yazmam istendiğinde, kişisel
ziyaretlerim ve düşüncelerimin ötesinde, YKKS’nin
eski ve yeni tasarımını, konumunu, müelliflerini ve
yapmak istediklerini anlamaya çalıştım. Eleştirileri
değerlendirdim. Ancak, tarafsız bir gözle YKKS’yi
eleştirirken “Eleştirmenin […] kendini bir otorite olarak
görmenin getirdiği (aşırı) özgüvenle yargılayan, doğruları göstermeye çalışan, sürekli yanlışlayan, aleyhte
olan ve değersizleştiren; evrensel ve normatif temellere dayandırma çabası içinde olan” tutumu içinde
olmaktansa, Berin Gür’ün, Solà-Morales’den alıntıladığı gibi: “çoğulculuğun olduğu günümüz mimarlık
pratiğinde eleştirinin derdi, yapıyı genel bir mimari
dilin özel örneği yapan stilistik ögelerin nasıl kullanıldığı değil aksine, her bir yapı için onu var eden ve ona
özgü olanı ‘keşfetmek’ olmalıdır” görüşünde olduğumu belirtmek isterim.2 YKKS hakkındaki analitik
incelememi ise, yapının bağlamsal, mekânsal, yapısal
özellikleri üzerinden yapmaya çalışacağım.
YKKS VE BAĞLAM
İstiklal Caddesi’nin Galatasaray Meydanı’na açıldığı köşe parsel üzerinde yer alan Yapı Kredi Kültür
Fotoğraf: Ara Güler, Kaynak: Teğet Mimarlık
Kaynak: Teğet Mimarlık
2. İstiklal Caddesi tipik kesiti
3. 1950’lerin sonundan bir kare, (sağda) Paul Schmitthenner’in yapısı
İstanbul’un önemli kent mekânlarından biri olan
İstiklal Caddesi, bir dönemin mimarlık yaklaşımlarına şahitlik eden nitelikli yapıların yer aldığı, Tünel ve
Taksim Meydanı’nı birbirine bağlayan, adeta bir kanyon gibi dar kesitli, zemin düzleminde yoğun hareketliliğe sahip bir cadde olma özelliğindedir. Caddeyi
çeviren yapılar ise, dar cepheli ve adeta tek boyutludur. Zemin katta arka sokaklara uzanan bina derinliklerinin zengin mekân kullanımına olanak sağlamasına
karşın, üst kat kullanımları cadde ile ilişkilenmiyor ve
bağı kopuyor, bu nedenle tüm hareketlilik zemin kata
hapsoluyor. (Resim 2)
İstiklal Caddesi’nin iki ucu arasında, caddenin
genişleyerek bir meydana dönüştüğü tek yer ise
Galatasaray Meydanı’dır. Adını güney doğusunda
yer alan Galatasaray Lisesi’nden alan meydan, son
yıllarda pek çok sosyo-politik eylemin gerçekleşmesi
nedeniyle sürekli gündemde olan bir kentsel mekân
olma özelliğini taşımaktadır. Galatasaray Meydanı’na
bakan köşe parselde konumlanmış olan Yapı Kredi
Kültür Sanat, Kazım Taşkent’in 1944 yılında açılış
konuşmasında değindiği gibi, “ekonominin olduğu
kadar kültür ve sanatın da bankası olarak kurulan”
Yapı Kredi Bankası’nın aynı konumda yer alan üçüncü kültür merkezi yapısıdır. İlki, İstiklal Caddesi üzerindeki pek çok yapı gibi neo-klasik üslupta bir yapı
iken, 1958 yılında onun yerine inşa edilen ikinci yapı,
Alman mimar Paul Schmitthenner tarafından tasarlanmıştır. Döneminin modernist-rasyonalist yaklaşım
özelliklerini taşıyan ve aynı ritimde tekrar eden pencere açıklıkları birbirinin aynı olan iki cephesiyle, bu
ikinci yapı, 2014 yılında faaliyetlerine son verene dek
Galatasaray Meydanı’nın köşesinde yaşamını sürdürmüştür. (Resim 3, 4)
Paul Schmitthenner’in binasının yerini alacak üçüncü
YKKS yapısının tasarım süreci ise 2011’de başlıyor.
Bu dönem, İstanbul’un aşırı yapılaşma ve kentsel
dönüşüm projeleri çerçevesinde giderek merkezden
uzaklaşan yeni yaşam çevreleri nedeniyle İstiklal
Caddesi’nin eski önceliğini kaybettiği bir döneme
denk geliyor. Teğet Mimarlık müellifleri Mehmet
Fotoğraf: Cemal Emden
Sanat, 1992 yılından yenilenmek üzere kapandığı
2014 yılına değin, İstanbul’un pek çok önemli kültür
ve sanat faaliyetine ev sahipliği yapmıştır.
4. 2000’li yıllarda Yapı Kredi Bankası binası, şu an yeniden yapılan soldaki bina ile aynı cephe
düzenine sahip yenilenmemiş ek bina
Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar, bu dönemi şöyle tanımlıyor: “İstiklal Caddesi bir süredir kan kaybediyor.
Caddenin ve ona açılan arka sokakların kültür sanat
damarını besleyen kurumlar, kitabevleri, sinemalar
farklı sebeplerle taşınıyor, kapanıyor. İstiklal Caddesi
neredeyse tek tip bir kurumsal ticari faaliyetin arenası haline gelmiş durumda. Öte yandan, 20. yüzyıl
başından günümüze direnerek kalabilmiş bu bölge,
‘kent parçası’ diyebileceğimiz büyüklükte kozmopolit
bir doku olarak Türkiye’de tek. Bugünkü değişimi
geçmişteki çöküş-yükseliş dizilerini akılda tutarak
okuyunca iyi yapıların dokuduğu bu kentsel mekânın,
yeniden içerik üretebilme potansiyelini koruduğunu
söyleyebiliriz.”3
Michel Tawa, bir ürün ile konumu arasında farklı
ilişkiler kurulabileceğinden bahseder. Bu ilişki türleri
umursamaz (indifferent), estetik ve üretken (productive) olarak sıralanabilir.4 Umursamaz ilişkide ortam
gerçek ya da sanal olarak silinir, metaforik olarak
görmezden gelinir, yok kabul edilir ya da en azından
nötr kalır. Her ikisi birbirinden etkilense de, yapı ve
bağlamın karşılıklı yükümlülükleri yok denecek kadar
azdır ve hatta yapı bağlamına rağmen vardır, üstelik
herhangi bir yerde de konumlanabilir. Tawa’ya göre
“bağlamsal umursamazlık tabula rasa motifi ile gerçekleşir”.5 Estetik ilişkide, konum, yapıyı belirli -biçimsel, simgesel ya da sembolik- kod ya da koşullar
çerçevesinde, yerleştireceğimiz bir temsil fonksiyo-
MİMARLIK 411 27
Kaynak: Teğet Mimarlık
Fotoğraf: Ekin Özbiçer
5. Sokağı görsel olarak yapının içine alarak yapının algılanabilirliğini
artıran yaklaşım
Kaynak: Teğet Mimarlık
7. İstiklal Caddesi’nden ulaşılan yapının giriş portikosu
Fotoğraf: Cemal Emden
6. Cam cephenin arkasında olsa da yapının dışı ile içinin arasında geçiş oluşturan hacim
8. Rampa / merdivenin bitiş noktasının İstiklal Caddesi’ne bağlandığı noktadaki kapalı cephe
28 MİMARLIK 411
nuna sahiptir. Bu durumda yapı ve konumu arasında
öncekine göre daha fazla karşılıklı ilişki var olsa da,
her ikisi ayrıcalıklarını ve farklılıklarını korur. Üçüncü
ilişki türü olan üretken ilişkide ise, yapı ve konumu
arasında daha önce var olmayan, süreçte gelişen ve
birbirinden beslenen yeni bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Tawa, bir dördüncü ilişkinin daha olabileceğini,
bu durumda yapı ve bağlamın çok daha köklü bir
çözüm içinde bir bütünün parçaları olarak ele alınabileceğini ve artık tek bir kimlik yaratacaklarına değinir.
YKKS için yapılan yeni tasarım için de müellifleri, tam
da Tawa’nın dile getirdiği yapı ile bağlamı arasındaki
en güçlü ilişkiyi kurmak üzerine yola çıktıklarını belirtiyorlar. İstiklal Caddesi’nin genişlediği tek noktada,
Galatasaray Meydanı ile kurulacak ilişkinin, cadde
üzerindeki hiçbir binanın sahip olamayacağı, farklı
bir dinamik yaratacağı bir yaklaşım olacağını öngörüyorlar. Konumu gereği YKKS, daha Taksim’den
Çiçek Pasajı’na doğru yaklaşırken fark edilen bir yapı.
(Resim 5) Müelliflerin belirttiği gibi “Tüm kütlesiyle
bir meydan binası bu. Meydan ve bina arasında bir
diyalog gerçekleşiyor. Meydan binayı, bina meydanı
kuruyor.”6
Ancak ne var ki, müelliflere göre konumu gereği
belirli bir mesafeden algılanan mevcut yapı meydanla bir ilişki kuramıyor. Diğer bir deyişle, Tawa’nın
9. İstiklal Caddesi’ne paralel kesit
Ancak ne var ki, Galatasaray Meydanı ile kurulmak
istenen diyalog, görsel bir iletişimden öteye geçemiyor. Çünkü ara mekânda yer alan düşey sirkülasyonun başlangıç noktası meydandan başlamak yerine,
eski binada olduğu gibi, İstiklal Caddesi cephesinde
yer alan “portiko”dan başlıyor. (Resim 7) Diğer bir
deyişle, meydanla ara kesitte yer alan, aslında bir merdiven olan “rampa”nın tasarımı, meydandan başlayacak bir hareketin sürekliliğini sağlayacak mekânsal
karşılığını bulamıyor.(Resim 8) Müelliflerden biri olan
Mehmet Kütükçüoğlu’nun bir konuşmasında değindiği
Kaynak: Teğet Mimarlık
MEKÂNSAL ORGANİZASYON
YKKS’nin yeni binası, meydanla diyalog kavramından
yola çıkarak Paul Schmitthenner’in 1958 yılına tarihlenen mevcut yapısının dönüşümü üzerinden tasarımlanan, aslında cephe ve kütlenin korunduğu bir çalışma.
Bu nedenle, mevcut yapının İstiklal Caddesi ve meydana bakan yüzleri yapı kütlesinin sınırlayıcıları olarak
kalmış ve köşe yapı olmasına karşın neo-klasik dönem
yapıları gibi köşeyi farklılaştıran çözüm olasılığı kendiliğinden ortadan kalkmış. Mevcut yapının izleri korunmasına karşın, meydanla ilişki kurmadığı düşünülen
Schmitthenner’in tasarımının meydana bakan yüzünün
açılması sağlanarak, İstiklal Caddesi’nin zemine hapsolan deneyimi meydandan binaya aktarılmaya çalışılmış;
bir başka deyişle bina meydanın devamı haline getirilmek istenmiş. Bu meydan-yapı ilişkisi, şeffaflaşan bir
ara yüzün ardında, zeminden başlayan sirkülasyonun
bina içinde yükseldiği, yeni bir “ara mekân” aracılığıyla
kurulmaya çalışılıyor. (Resim 6)
Kaynak: Teğet Mimarlık
değindiği üretken (productive) ilişkinin var olmadığı
sonucu çıkıyor. Dolayısıyla, tasarıma başlarken yeni
yapılacak yapının Galatasaray Meydanı ile kuracağı
ilişkinin en önemli karar olduğunu dile getiriyorlar.
Öte yandan -koruma kararı olmasa da- tasarımcıların mevcut yapıya ilişkin düşünceleri “korumak /
dönüştürmek” şeklinde özetlenebilir. Mevcut yapının
dönüştürülerek tasarımlanması ile gerçekleşecek
yeni binanın, Tawa’nın bahsettiği dördüncü ilişki biçimini kurarak diğer bir deyişle meydanla bütünleşerek, hem meydana hem de kente değer katacağını,
böylece “YKKS’nin İstanbul kültür sanat haritasındaki
odağı yeniden ve güçlü bir şekilde İstiklal Caddesi’ne
kaydıracağını düşünüyoruz”.7
10. Zemin Kat Planı
12. İkinci Kat Planı
14. Dördüncü Kat Planı
11. Birinci Kat Planı
13. Üçüncü Kat Planı
15. Beşinci Kat Planı
MİMARLIK 411 29
gibi, “bir ara, bu ara mekân’ın önündeki camı tamamen
kaldırmayı bile düşündük, çünkü bu mekân aslında bir
dış mekân […] ama güvenlik”8 demesi, onların da bu
konuda bazı endişeler taşıdığını gösteriyor. Aslında,
Galatasaray Meydanı’nın son yıllarda sahne olduğu
olaylar ve halen meydanda yer alan bariyerler de,
Tawa’nın değindiği gibi, yapı ve bağlamın bir bütün
olduğu çözüme de pek olanak vermiyor.
Fotoğraf: Özen Eyüce
Fotoğraf: Cemal Emden
Yeni YKKS binası, aslında mevcut kısıtlı alanında pek
çok kullanıma birden cevap arayan bir program çerçevesinde tasarımlanmış. (Resim 9-15) Yapı Kredi
Yayıncılık ofisleri, çocuk kitapları bölümü de olan
kitabevi ve YKKS’nin temel fonksiyonu olan sergi
/ konferans salonu ile müze programı oluşturan
birimler. Planimetrik olarak bakıldığında meydandan
içeriye doğru gidildikçe özelleşen mekânlara zemin
katta, İstiklal Caddesi’ne açılan bir portikodan ulaşılıyor. Yapının en üst katı ise tamamen ofis mekânlarına
ayrılmış içe dönük bir çalışma mekânı. Zemin katta
yer alan ve ikinci kata kadar uzanan kitabevi, rampa
/ merdiven ile ulaşılan ilk sergi katından da görülebiliyor. Bir başka deyişle, kitabevinin kendisi de sergilenebilir olma özelliğini taşıyor. (Resim 16)
16. Sergi mekânından bir cam ile ayrılan kitabevi
Rampa / merdiven ikinci katta ana sergi salonuna
ulaşıyor. Üçüncü katta yer alan sergi mekânının ulaşılabilirliği ise ancak ikinci kattaki sergi mekânından
olabiliyor. Dolayısıyla ikinci ve üçüncü katta yer alan
sergi mekânlarının ayrı ayrı kullanımı pek mümkün
görünmüyor ya da iyi programlanmış organizasyonlar gerektiriyor. Rampa / merdiven bir sonraki katta
müelliflerin “eyvan” ya da “loca” olarak adlandırdıkları
toplantı / konferans salonunun giriş holünde bitiyor.
(Resim 17) Ancak bir sergileme mekânı olabileceğine işaret edilen bu mekâna ulaştığınızda birden
kendinizi kapalı kapıların ardında buluyorsunuz. Oysa
yapıyı ilk ziyaretimde, fuayede yer alan Yapı Kredi
Yayınları’nın kitapları ve özellikle hâlâ kütüphanemin
en değerli kitapları olan Doğan Kardeş yayınlarının sergilendiği vitrinleri görmek beni çocukluğuma
götürmüştü ve o kata kadar çıkmama değmişti.
Sonraki kapalılığın bir işletme hatası olduğunu, birtakım düzenlemelerle kolayca çözülebilecek bir sorun
olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Fotoğraf: Cemal Emden
İstanbul’un önemli bir kent mekânı olan Galatasaray
Meydanı’nı da sergilerken hem sergileyen hem de
sergilenen bir mekân olan rampa / merdivenler ve
cam cephe, daha önceki bir yazımda değindiğim
cam cephelerin metaforik anlamını çağrıştırdı. Adolf
Behne 1915 yılında Bruno Taut’un cam endüstrisi
için tasarladığı mimari projelerine değinirken çevresine ışık yayan cam cephelerin “baştan çıkarıcı
güzelliği”ne gönderme yapar ve cam için “saflık
ve berraklık, parlayan hafiflik, kristalin keskinliği ve
camda hayat bulan sonsuz canlılık-en az maddeli, en
temel, en esnek malzeme” der.9 Benzer gerekçelerle, Coop Himmelb(l)au’dan mimar Wolf D. Prix Lyon
Confluence Müzesi’nin tamamen cam ve çelik strüktür ile örtülmüş giriş mekânını tanımlarken “kristal”
adını verdiği bu mekân için “müze ile şehri ve yakın
çevresini kentsel bir forum olarak bir araya getiriyor
ve dikey dolaşım alanı aracılığıyla giriş salonunu sergi
mekânlarına bağlıyor.”10 diyerek tamamen şeffaf bir
17. Toplantı Salonu
30 MİMARLIK 411
giriş mekânının kendisinin de sergilenen ve etrafına
ışık saçan bir yapı özelliğini taşıdığına değinir. Adeta,
Bruno Taut’un Alpine Architecture kitabında öngördüğü, metaforik olarak etrafını aydınlatan kristal kuleler gibi.
Müelliflerin farklı ortamlarda yaptıkları konuşmalarda, tasarımın eski yapının İstiklal Caddesi yüzeyinin
korunarak dönüştürüldüğüne değiniliyor. Yeni yapı
ile cadde yönünden ilk karşılaşmamda, benim dikkatimi çeken ise eski yapıda zeminden yukarıya
doğru değişen 1. kat ve son kat seviyesindeki düşey
pencerelerin de diğerleri gibi, kare geometriye oturtulmuş olmasıydı. Bu şekilde postmodern geometrik
bir cephe yaklaşımı, Tünel’den meydana yaklaşırken
önceki yapıdan daha farklı bir monotonluğa neden
olmuş. (Resim 19)
Sonuç olarak denilebilir ki, YKKS, son yıllarda gerçekleştirilen ve mimarlık adına söyleyeceği sözü olan
bir yapı. Bu nedenle de Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde
ödüle layık görülmüş bir yapı. Elbette kusurlar olabilir,
kusurlar eleştirilebilir, bu eleştirilerin bir kısmı haklı da
olabilir ancak iyi örneklerin takdir edilmesi yenilerine
de cesaret verecektir.
Burada en önemli konulardan birini söyleyerek bitirelim. Farklı ve kentlerin mekânsal zenginliğine değer
katan düşüncelerin uygulama alanı bulmasına olanak
sağlayan işverenleri de takdir etmek gerek.
18. Sokağı aydınlatan şeffaf cephe
Fotoğraf: Cemal Emden
YAPISAL ÖZELLİKLER
YKKS’nin yeni yapısının bence en önemli başarısı ise,
İstiklal Caddesi gibi çok yoğun ve hareketli bir cadde
üzerinde yer alan, üstelik koruma kararı olmayan eski
bir yapıyı dönüştürerek yeniden kazanmak. Dönüşüm
sürecinin mevcut yapıyı koruyarak / güçlendirerek
dönüşümü sağlamak söz konusu olduğunda yapım
sürecinin temelden çatıya olmak yerine yukarıdan
aşağıya ve sonra aşağıdan yukarıya doğru olması.11
Dolayısıyla yıkılacaklar ve yeniden yapılacaklar arasında dengelerin korunması. Bu süreçte eski yapı
kütlesinin dolu / boş oranlarına dikkat ederek korudukları İstiklal Caddesi ve arkasındaki cepheler ana
taşıyıcılar haline getirilirken, bu cephelere taşıtılan
bir makas yapı kütlesinin en üst katında yer alan, içe
dönük ofis mekânlarının da bulunduğu katı oluşturuyor. Daha sonra zeminden devam eden yapım süreci,
en sonunda, mümkün olduğunca hafifletilmiş taşıyıcı
elemanları ile meydana açılan pencerenin asılması ile
tamamlanmış.
Fotoğraf: Cemal Emden
Dolayısıyla YKKS binası, mekânsal çözümlerinde
yüklü bir programın üstesinden gelmeye çalışırken
başlangıç mottosu olan “meydanla diyalog” metaforunu Kazım Taşkent’in değindiği kültür ve sanat kaynağı olma isteğini kamusal mekânla görsel iletişim
kurarak çözümlemeyi hedefleyen ve oluşturulan cam
cepheyle geceleri de kenti aydınlatan bir kültür yapısı
olma özelliğini taşıyor. (Resim 18)
19. Tünel tarafından Galatasaray Meydanı’na doğru ilerlerken karşılaşılan
cephe
NOTLAR
1. Program hakkında detaylı bilgi için Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri
programının web sitesi incelenebilir: URL1: http://mo.org.tr/ulusalsergi
[Erişim: 15.12.2019]
2. Gür, Berin F., 2019, “Mimarlar, DİKKAT! Yoğun Eleştiri Alanı”, Manifold,
URL2: https://manifold.press/mimarlar-dikkat-yogun-elestiri-alani [Erişim:
15.12.2019]
3. URL3: “Meydanla Diyalog”, www.teget.com/meydanladiyalog/ [Erişim:
15.12.2019]
4. Tawa, Michael, 2011, Agencies of The Frame: Tectonic Strategies in
Cinema and Architecture, CSP, Cambridge, s.43.
5. Tawa, 2011, s.44.
6. URL3.
7. URL3.
8. URL4: “Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Yenilenen Binası” https://www.
youtube.com/watch?v=Yuy8Z2JoUeA [Erişim: 15.12.2019]
9. Eyüce, Özen, 2016, “Allure Of The ‘Crystal’: Myths And Metaphors in
Architectural Morphogenesis”, Archnet-IJAR: International Journal of
Architectural Research, cilt:10, sayı:1, ss.131-142.
10. Eyüce, Özen, 2015, “Yer ile Gök Arakesitinde Bir ‘Kristal Kültür Bulutu’:
Musée des Confluences”, Mimarlık, sayı: 282, ss.39-44.
11. URL4: “ISMD Bina Gezileri- Yapı Kredi Kültür Merkezi”, https://www.
youtube.com/watch?v=raFGrO3oL7Y [Erişim: 15.12.2019]
KÜNYE
Proje Adı:
Yapı Kredi Kültür
Sanat
Proje Yeri:
Beyoğlu, İstanbul
Proje Müellifi:
Mehmet
Kütükçüoğlu,
Ertuğ Uçar
Proje Grubu:
Onur Akın, Tuberk
Altuntaş, Hande
Ciğerli, Alev
Dağlı, Gökçen
Erkılıç, Avşar
Karababa, Müge
Kuzubaşıoğlu,
Serhat Özkan,
Pınar Sönmez,
Nazlı Tümerdem,
Mert Üçer, Mert
Velipaşaoğlu, Yiğit
Yalgın, Emrah
Yergin
Danışman(lar):
Duyal
Karagözoğlu
(Akustik), Etik
Mühendislik
(Yangın)
İşveren: Yapı
Kredi Bankası
Yapımcı:
Ark İnşaat
Statik: Ar-Çe
Mühendislik
Mekanik: Okutan
Mühendislik
Elektrik: Promer
Mühendislik
İç Mekân
Tasarımı : Teğet
Mimarlık
Proje Tarihi:
2011
Yapım Tarihi:
2017
Toplam İnşaat
Alanı: 5.000 m2
MİMARLIK 411 31
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ
Basitin Karmaşıklığı:
Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı
Nilüfer Baturayoğlu Yöney
Doç. Dr., AGÜ Mimarlık Bölümü
2018 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı /
Koruma Dalı Ödül Adayı” olan Aşıklı Höyük HV+T
Koruma Yapısı, bulunduğu arkeolojik alana
en asgari müdahaleyi yaparak azami faydayı
sağlamayı amaçlıyor. Varlığıyla alanının tek hakimi
olma kaygısı gütmeyen yapıyı değerlendiren
yazar, sürdürülebilir tekniklerin kullanıldığı ve
gerektiğinde geri dönüştürülebilir malzeme ile
şekillenen tasarıma dikkat çekiyor.
Kaynak: Atölye Mimarlık
Aksaray’ın 25 km doğusunda, Melendiz Irmağı kıyısında yer alan Aşıklı Höyük’te, M.Ö. 9. ve 8. binyıllarda yaşayanlar, ilk tarım, evcilleştirme ve madencilik
deneyimlerine ek olarak, Anadolu konut ve yerleşim
geleneğinin ilk örneklerinden birini ortaya çıkarmıştır. Kazı ve yüzey araştırması çalışmaları kapsamında
gerçekleştirilen bölgelemeye uygun olarak geliştirilen koruma ve sergileme projesi kapsamında, kerpiç
yapılardan oluşan özellikli bir bölge üzerinde koruma
yapısı inşa edilmesine karar verilmiştir. (Resim 1)
HV+T Koruma Yapısı olarak adlandırılan yapı, bölgeyi açık hava koşullarından koruyan ve üzerini örttüğü alan içinde “doğal aydınlatma ve iklimlendirme”
bakımından optimum çalışma ve sergileme / sunum
koşullarını oluşturmayı amaçlayarak tasarlanmıştır.1
Atölye Mimarlık (Sinan Omacan ve Didem Teksöz) tarafından 2009-2012 yıllarında projelendirilen ve Kültür
ve Turizm Bakanlığı Konya Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun 11.05.2012 tarih ve 527 sayılı kararı
ile revizyon projesi onaylanarak inşaatına izin verilen
koruma yapısı, 2011-2014 yılları arasında tamamlanmıştır.
Kaynak: Atölye Mimarlık
1. Aşıklı Höyük Koruma ve Sunum Planı
2. Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı Yerleşim Planı
32 MİMARLIK 411
Ülkemizdeki arkeolojik alanlarda sayıları son yıllarda
hızla artan koruma yapıları, koruma bağlamında ele
alındığında genellikle araştırma, koruma ve sunum
bakımından işlevsel zorunluluktan kaynaklanan projeler olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda alanların
ziyaretçiler tarafından algılanması ve yorumlanması
üzerinde de büyük etkileri olduğu açıktır. Farklı ulusal
ve uluslararası tüzük ve belgelerde defalarca tekrarlandığı üzere, arkeolojik kalıntıların korunması ve doğru algılanarak yorumlanması için en uygun yöntemin
yerinde sunumlarının sağlanması olduğu konusunda uzmanlar hemfikirdir.2 Dolayısıyla Atölye Mimarlık tarafından tasarlanan Çatalhöyük (Konya; Güney
Koruganı, Atölye Mimarlık: H. Sinan Omacan, Rıdvan
Övünç, Ceren Balkır, Didem Teksöz, 2003; Kuzey
(4040) Koruganı, Atölye Mimarlık: H. Sinan Omacan,
Rıdvan Övünç, Didem Teksöz, 2008) ve Aşıklı’daki
koruma yapılarında olduğu gibi yapının altındaki alanlarda yer alan özgün malzemenin dayanıksızlığı nedeniyle gerçekleştirilen kazı ve inceleme çalışmalarının
sürekliliğinin sağlanması temel gereksinimlerden birini oluşturabilir. Diğer yandan Karatepe (Osmaniye;
Turgut Cansever ve Nail Çakırhan, 1961), Sagalassos
(Burdur; Teresa Patricio, Semih Ercan, 1995), Ephesus (İzmir; Teras Evler II, Otto Haeuselmayer, 1997),
Troia (Çanakkale; Björn Rimner, 2003), Bergama (İzmir; Yapı Z, Bachmann & Schwarting, 2004), Arslantepe (Malatya; Giuseppe Berucci, 2008-2011), Zeugma
(Gaziantep; Atölye Mimarlık: Sinan Omacan, Rıdvan
Övünç, Ayça Özmen, Ceren Övünç, Didem Teksöz,
2010) ve Göbeklitepe’de (Şanlıurfa; kleyer.koblitz.let-
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
Fotoğraf: Berk Kesim
Fotoğraf: Berk Kesim
3. Batıdan görünüş
4. Güneyden görünüş
5. Doğudan görünüş
Özellikle Pompei gibi alanlarda inşa edilmiş eski tarihli koruma yapılarında ve zaman zaman Bergama Yapı
Z gibi daha yakın tarihli örneklerde görüldüğü gibi,
temeli mevcut yapı sınırları üzerine yerleşen ve özgüne yakın malzemelerle biçimlendirilen, dolayısıyla
zeminde kalıntıları yer alan yapının bir restitüsyonunu
öneren örneklere rastlansa da, günümüzdeki çağdaş
yaklaşım genel olarak toprak altındaki kalıntılara zarar
vermeyecek ve yüzeydeki kalıntılara dokunmayacak
geniş açıklıklı, az ayaklı, hafif olarak nitelendirilebilecek taşıyıcı sistemler ve malzemeler tasarlanarak
inşa edilen koruma yapılarına odaklanmaktadır. Çağdaş malzeme ve teknolojilerden yararlanan bu yaklaşımlar, güncel koruma pratikleriyle olduğu kadar
Venedik Tüzüğü (1964) ve Yeni Delhi Tüzüğü (1956)
gibi halen geçerliliğini koruyan temel uluslararası ilkelerle de uyumludur.6 Ayrıca alttaki kalıntıları etkileyen
iklimlendirme koşulları bakımından, Karatepe, Troia
ve Göbeklitepe’de olduğu gibi bazı koruma yapılarının yan yüzeyleri olmadan, sadece üst örtüler olarak
da inşa edildiği ya da Arslantepe’de olduğu gibi yan
yüzeylerinin istendiğinde örtülebildiği durumlar vardır. Tüm yüzeyleri kapalı olanlarda da, iklimlendirme
ve doğal ışık gereksinimleri, yan yüzey tasarımlarının
istendiğinde kısmen açılabilir ve / veya geçirgen örtülerle yapılmasına neden olmaktadır.7 Atölye Mimarlık
ekibinin gerçekleştirdiği, daha önceki Çatalhöyük ve
Zeugma deneyimlerinden de yararlanan Aşıklı tasarımı yukarıdaki gereksinimlere doğru cevaplar verebilen bir yapıya dönüşmüştür.
Aşıklı Höyük HV+T Koruma Yapısı’nın tasarımında, altındaki açmalarda büyüklük ve nitelik olarak ayrışmış
olan ve HV ve T kodlarıyla tanımlanan yapı kalıntılarının mekânsal özelliklerini, özellikle sunulduğu plan
düzleminde vurgulamak amaçlanmış. (Resim 2) Ayrıca bu açma ve yapılara ilişkin olarak dış hava koşullarından koruma, uygun aydınlatma ve iklimlendirme
ortamında sunum sürekliliğinin sağlanması kadar,
alanı her yıl sezon sonunda kış mevsimi için kapatmaya gerek kalmadan, çalışma ve araştırma sürekli-
Kaynak: Atölye Mimarlık
zel.freivogel.architekten, 2011-2018) olduğu gibi, kazısı tamamlanmış ancak dış hava koşullarından zarar
görecek nitelikteki malzemenin sunum sürekliliğinin
sağlanması da önem taşımaktadır.3 Zaman zaman
birkaç yıllık çalışmalar için geçici olarak inşa edilen
koruma yapılarının farklı birçok nedenle tercih edilen
bir durum olmamasına rağmen sürekli hale geldiği de
izlenmektedir.4 Bu nedenle, alan ve kalıntıların korunmasına ek olarak algı, yorum ve sunumunun sürekli ve nitelikli olması bakımından “kaldırılabilir ancak
daha kalıcı biçimde tasarlanmış” koruma yapılarının
daha uygun olduğunu söylemek mümkündür.5
6. Kuzeyden görünüş
liğinin de sağlanması, yani yapıda araştırma dönemi için de çalışmaya
uygun ortam koşullarının oluşturulması temel proje gereksinimleri arasında yer almış. Kültür mirası alanının sunumu ve yorumlanması bakımından ise, üst örtü ve altında korunan yapılar, höyük için tanımlanan
genel gezi rotasının bir parçası olarak ele alınmış.
Yapının höyük üzerine yerleşiminde mevcut topografyayla uyumuna
özen gösterilmiş ve yapı eğimi izleyen kırılmalarla biçimlendirilerek höyüğün güneybatı yamacına konumlandırılmış. (Resim 3 ve 6) Mevcut
giriş ve dolaşım rotası ile ele alındığında, yapı arkeolojik alan girişinden
algılanmamakta, ayrıca doğu ve kuzeydoğudan bakıldığında höyüğün
mevcut görünümünü değiştirmemektedir. Ancak höyüğü çevreleyen
Melendiz Irmağı yatağına paralel patikayı takip ederek höyüğün diğer
yüzüne ulaşıldığında görünür hale gelmektedir. Bu görünümde de yapının höyüğün mevcut morfolojisi ile uyumlu biçimi, mimarın deyimiyle “ayırt edilebilen fakat höyük alanı içinde baskın olmayan bir peyzaj
elemanı” ortaya çıkarmaktadır.8 Yapının alana ve topografyaya uyumu
kadar malzeme ve renk seçimleri de bu tasarım ilkesini destekler niteliktedir. (Resim 6)
Yapının biçimlenişinde höyük üzerindeki iç avlulu HV binası ile kireç tabanlı T binasının plan özelliklerinin vurgulanması önem taşımış ve yapının üst örtüsündeki şeffaf kısımlar bu binaların üzerindeki doğal ışık
seviyesini artıracak biçimde tasarlanmış. (Resim 2) Yapının içinde yaya
dolaşımını sağlayan ahşap platform da yine HV ve T binalarının galerilerini çevreleyerek öne çıkaracak biçimde yerleştirilmiş. (Resim 7 - 9)
İç mekândaki doğal ışık seviyesi ise seçilen biçim ve malzemeler sayesinde yapay aydınlatma gerektirmemekte, ne gölge ne fazla karanlık /
aydınlık nokta yaratmaktadır. (Resim 10, 11) Ortaya çıkan iyi aydınlatıl-
MİMARLIK 411 33
Kaynak: Atölye Mimarlık
Kaynak: Atölye Mimarlık
8. C-C kesiti
Kaynak: Atölye Mimarlık
9. Doğal havalandırma ve aydınlatma şeması
mış ortam hem kazı ve koruma çalışmaları hem sunum için uygundur.
Yapının tasarım özelliklerinin sunulan arkeolojik kalıntıların yorumunu
destekleyecek ve yönlendirecek biçimde başarılı bir uygulamayla gerçekleştirildiği açıktır.
Yapının taşıyıcı sistemi ve detayları, höyük üzerindeki kalıntılara herhangi bir zarar vermeden kolayca inşa edilebilecek ve öne çıkmadan
işlevsel olacak biçimde tasarlanmış. Sunulacak yapıları çevreleyen betonarme temel kuşağı üzerinde ahşap taşıyıcı sistemle inşa edilen örtü,
yapının iç kısmında iki farklı aks üzerinde yer alan betonarme pabuçlu
ve daire kesimli dikmeler ile desteklenmektedir. (Resim 12) Üst örtü,
alanın kuzeydoğu ve güneybatı uçları arasındaki topografik kot farkını
yansıtacak biçimde eğimlidir. (Resim 8) Yaya dolaşımı için tasarlanan
ahşap platformu taşıyan çelik ayaklar ise daha sık yerleştirilmiş olup,
sağlam zemine basmaktadır ve geniş ayak kısımları gömülmüş. Bu platform da yapının doğu cephesinin orta kısmında yer alan giriş bağlantısının ardından eğimi takip ederek kuzeye doğru yükselen ve güneye
doğru alçalan bir dolaşım düzeni yaratmaktadır.
Betonarme temel kuşağı, höyüğün henüz incelenmemiş alt tabakalarına
zarar vermemek için yüzeysel bir sistemle oluşturulmuş. Genel olarak
yüzeysel kazılar ile yeri seçilmiş temel pabuçlarını bağlayan sürekli bir
betonarme bağ kirişi ya da çerçeve olarak nitelendirilebilir. Temelin yüzeysel oluşu, yapının kaldırılması gerektiği durumda da, alt tabakalara
zarar vermeden kısa zamanda sökülmesine olanak verecek niteliktedir.
Diğer bir deyişle, yapının taşıyıcı sistemi gerektiğinde kolayca geri dönüştürülebilir ve ortadan kaldırılabilir bir tasarım olarak öne çıkmaktadır.
Bu temel ve dolayısıyla yapının zemindeki izi, mevcut açmaların plan izini takip etmektedir. Höyükteki özgün kerpiç yapı kalıntılarından uzaklaştırılması gereken yağmur ve kar sularının tahliyesi için temel çerçevesi
etrafına yüzeyde betonarme bir kanal yerleştirilmiş. (Resim 13) Yapının
tahliye yönüne en yakın ve alçak köşesinde toplanan su, doğal eğimle
höyük zeminine, buradan da höyüğü çevreleyen ırmağın kotuna taşınarak tahliye edilmektedir.
Çadır biçimini anımsatan, su tahliyesi için eğimli düzenlenmiş üst örtü
de, höyük üzerinde ağır iş makinası kullanmadan montaj kolaylığı ve
yapının altındaki höyükte bulunan özgün malzemeye zarar vermemesi
için kabul edilebilir ağırlıkta olması koşulları göz önüne alınarak ahşap
taşıyıcılı olarak tasarlanmış. (Resim 10, 11) Eğimli üst örtü, hem yağmur
ve kar suyu tahliyesine izin verecek hem de özellikle kış aylarında etkin
34 MİMARLIK 411
7. Plan
olan sert rüzgarlar gibi yatay yüklere karşı direnci artıracak biçimde düşünülmüş.
Ahşap taşıyıcı sistemin üzerine kaplanan malzemelerin seçiminde, içerideki aydınlık düzeyinin ayarlanması ve üst örtünün açık arazideki mikro ve makroiklimsel çevre koşullarına dayanıklılığının artırılması
önem taşımış. Örtünün altında keskin gölge oluşmaması, doğrudan ışık gelen sınırlı kısımların arkeolojik
kalıntılarının sunumu göz önüne alınarak ayarlanması
ve hem devam edecek araştırmalar hem de sunum
bakımından genel olarak dağılmış ve tutarlı, yapay
aydınlatmaya gerek bırakmayan bir günışığı düzeyi
elde edilmesi istenmiş. Seçilen kaplama malzemesi
temel olarak iki bileşenden oluşmuş. Birincisi % 45
ışık geçirgenliğine sahip ve solmaya karşı dayanıklı
polikarbonat ondüle paneller, ikincisi ise PVC esaslı
membran mimari tekstil örtülerdir. Yapının cephelerini oluşturan dikey yüzeylerde ise, PVC hava ve ışık
geçirgenliğine sahip delikli mimari tekstil örtüler ile
yine polikarbonat ondüle paneller ile bazı kısımlarda
çadır tipi PVC membranlar kullanılmış. (Resim 14,
15) Yaz aylarında oluşacak aşırı sıcaklık göz önüne
alınarak çalışanlar ve ziyaretçilerin konforu açısından
membranların alt bölgelerinde katlanarak açılabilen
kısımlar tasarlanmış. (Resim 16) Sert ve geçirimsiz
mimari yüzeyler ve kapı / pencere gibi mimari açıklıklar yerine mimari örtüler kullanılması, yapının erişilebilirliğini de artırmakta, arkeolojik alanda çalışma
yapılmayan dönemlerde de, yapının altında sunulan
kısım rahatça ziyaret edilebilmektedir. (Resim 17, 18)
Sonuç olarak Atölye Mimarlık ekibinin daha önceki tasarımlarının deneyimiyle beslenen Aşıklı Höyük HV+T
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
Fotoğraf: Berk Kesim
10. Kuzeyden iç mekân görünüşü
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
Fotoğraf: Berk Kesim
14. Doğu cephesinden detay
KÜNYE
Proje Adı: Aşıklı
Höyük HV+T
Koruma Yapısı
Proje Yeri:
Gülağaç, Aksaray
Proje Müellifi:
H. Sinan Omacan,
Didem Teksöz
Proje Grubu:
Feyza Daloğlu,
Amina Patak
Danışman(lar):
Mihriban
Özbaşaran,
Güneş Duru
İşveren: T.C.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Aşıklı
Höyük Araştırma
Projesi Başkanlığı
Yapımcı: Kaya
Orman Ürünleri
Meridyen Ahşap
Statik: Büro
Statik Mühendislik
İnşaat San. Ltd. Şti.
Proje Tarihi:
2009-2016
Yapım Tarihi:
2011-2013
Toplam İnşaat
Alanı: 475 m2
15. Güney cephesinden detay
Fotoğraf: Berk Kesim
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
17. Kuzey cephesinin iç görünüşü
13. Betonarme temel çerçevesi ve
su tahliye kanalından detay
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
12. Orta akslarda yer alan daire
kesitli ahşap dikmelerden detay
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
NOTLAR
1. Özbaşaran, Mihriban; Duru, Güneş; Teksöz, Didem; Omacan, Sinan, 2010,
“Yaşayan Geçmiş: Aşıklı Höyük”, TÜBA-KED, sayı:8/2010, ss.215-228.
2. The ICOMOS Charter for the Interpretation and Presentation of
Cultural Heritage Sites, Quebec, Kanada, 04.10.2008. Egloff, Brian J., 2019,
Archaeological Heritage Conservation and Management, Access Archaeology,
ArchaeoPress, Oxford.
3. Ertosun, A. Işıl, 2012, Evaluation of Protective Structures in Archaeological
Sites for In-Situ Conservation of Architectural Remains and Artifacts, ODTÜ FBE,
yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara. URL1. “Schutzdächer Göbekli Tepe
Türkei” www.kklf.de/projekte.html?name_de=Schutzdächer-Göbekli-TepeTürkei [Erişim: 02.01.2019]
4. Ertosun, 2012.
5. Egloff, 2019. Yaka Çetin, N. Funda, 2013, Architectural Design Characteristics
of Protective Structures at Archaeological Siteas and their Impact on Conservation
of Remains, İYTE FBE, yayınlanmamış doktora tezi, İzmir.
6. Protective Shelters for Archaeological Sites, Proceedings of a Symposium
(Herculaneum, İtalya, 23-27 September 2013), 2018, (ed.) Zaki Aslan, Sarah
Court, Jeanne Marie Teutonico, Jane Thompson, The British School at Rome,
Londra, 2018.
7. Yaka Çetin, 2013. Protective Shelters for Archaeological Sites, Proceedings
of a Symposium, 2018. Kalfa, Başak, 2018, “Affiliation of Archaeological Sites
and People: Case Studies on Interpretation and Presentation Approaches”,
GRID, cilt:1, sayı:1, ss.24-50.
8. Özbaşaran; Duru; Teksöz; Omacan, 2010.
Fotoğraf: Nilüfer Baturayoğlu Yöney
Koruma Yapısı, çevresine ve bulunduğu konuma
duyarlı sürdürülebilir ve gerektiğinde sökülerek geri
dönüştürülebilir bir tasarım olarak öne çıkmaktadır.
Göbeklitepe Üst Örtüsü gibi pahalı ve yüksek bir mühendislik tasarımının aksine, basit ancak uygun çözümleri bir araya getiren yapı, bulunduğu konuma ve
topografyaya güzel yerleşen, uyumlu ve işlevsel bir
peyzaj ögesi olarak öne çıkmakta ve dikkat çekmektedir. Basit, kolay uygulanabilir, yerine uyumlu tüm
tasarım ve uygulama çözümleri aslında karmaşık bir
tasarımın gelişmiş ve rafine edilmiş biçimde bir araya
gelişidir. 2018 yılında Koruma Dalı’nda Ulusal Mimarlık Ödülü yapı, önümüzdeki yıllarda uygulanacak benzer tasarımlar için örnek oluşturacak niteliktedir.
11. Güneydoğudan iç mekân görünüşü
18. Doğu cephesinden detaylar
19. Doğu cephesinde yer alan girişten açılabilir örtü detayı
MİMARLIK 411 35
İTÜ İŞLETME FAKÜLTESİ
MİMARİ PROJE YARIŞMASI
İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü tarafından İTÜ İşletme Fakültesi yerine yapılacak fakültenin projelerinin elde edilmesi amacıyla açılan
yarışma sonuçlandı. Serbest, ulusal ve tek kademeli olarak açılan yarışmada, ekonomik, özgün ve nitelikli tasarım yaklaşımlarının, günümüz
mimarisine de ışık tutabilecek işlevsel ve yenilikçi çözümlerin öne çıkarılması hedeflendi. Yarışmada 204 proje değerlendirmeye alındı; 3
ödül, 5 mansiyon, 4 satınalma verildi.
DANIŞMAN JÜRİ ÜYELERİ
Mehmet Karaca (İTÜ Rektörü), Lütfihak Alpkan (İTÜ İşletme Fak. Dekanı),
Murat Gül (İTÜ Mimarlık Fak. Dekanı), Sis Alkan (İTÜ Yapı İşleri ve Teknik Daire Bşk.), Ömer YILMAZ (Mimar)
ASLİ JÜRİ ÜYELERİ
JÜRİ BAŞKANI
Melike Altınışık (Mimar), Hüseyin Bütüner (Mimar), Yasin Çağatay Seçkin (Mimar),
Özcan Uygur (Mimar), Günkut Barka (İnşaat Mühendisi)
YEDEK JÜRİ ÜYELERİ
Sezer Bahtiyar (Mimar), Derya Ekim Öztepe (Mimar), Esra Ece Bayat (İnşaat Mühendisi)
RAPORTÖRLER
Denizhan Sarıhan (Mimar), Cansu Çekli (Peyzaj Mimarı)
RAPORTÖR YARDIMCILARI
Ali Bilgehan (Mimar), Ece Yurtaçan (Mimar), İlayda Büyükgaga (Mimar)
1. ÖDÜL
EROL KALMAZ mimar, Kemal BAL mimar, Umut Nuri KARAER inşaat mühendisi
Yardımcılar: Özgün Yücetürk, Ali Gürer, Demet Satı
PROJE RAPORUNDAN
Proje alanı Maçka Parkı, Teşvikiye çıkışı ve İTÜ YDY binasının girişinin bulunduğu +61-63 kotu ile Beşiktaş sahilinden Maçka’ya çıkan
yolun bitiminde, yıkılması planlanan mevcut bina girişinin açıldığı +52-53 kotlarına sahiptir. Bu iki kot, mevcut İşletme Fakültesi Karakol
binası önünden kat edilen dış çeper bir dolaşımla bağlanmaktadır. Proje, bu iki kotu kamusal bir aksa dönüştürerek üniversite kampüsünün iç çeperinden bağlamayı önermektedir. Fakültenin konferans, seminer, sergi gibi kamuya dönük işlevleri ile 7/24 yaşayabilecek
kütüphane ve ortak çalışma işlevlerini bağımsız kılmak üzere, giriş avlusundan ikincil bir erişim önerilmiştir. Kamuya açık konferanslar,
seminerler, gösterimler üniversite giriş ve programına yük getirmeksizin çözülmüş, böylece bu yöndeki girişimlerin desteklenmesinin
mekânsal karşılığı üretilmiştir. Tarihî karakol binasının fakültenin belleğindeki değeri projenin diğer bir odağıdır. Proje Seba Caddesi’ne
doğru apartmanlar dizisinin gabarilerine inerek sokak ölçeğini sürdürürken, tarihî karakol binasının kente bakan cephesini de denize
doğru açık bırakır.
36 M‹MARLIK 411
JÜRİ RAPORUNDAN
Projenin, İTÜ Maçka Yerleşkesi’nin kent yaşamının merkezinde yer alan konumundan kaynaklanan potansiyellerini açığa çıkarma yaklaşımı övgüye değer bulunmuştur. Fakültenin konferans salonu ve kütüphane gibi işlevlerin hem kamu kullanımına dönük hem de bağımsız çalıştırılmak üzere çözümlenmesi projenin bu yaklaşımını güçlendirecek şekilde mekânlaşmış; projenin önemli bir odak noktasını
oluşturmuştur. Süleyman Seba Caddesi’den başlayıp, Silahhane Binası boyunca devam eden kamusal aks ile Maçka Caddesi ile Maçka
Talim Yeri ve Silahhane Sokakları arasındaki dolaşım/ bağlantı aksı, yeni yapının biçimlenişinde ve yaşayışında önemli girdiler olarak
değerlendirilmiştir. Yeni kütlenin, Süleyman Seba Caddesi’nde alçalarak, hem kentsel yaşamı kavrayan, hem de Karakolhane Binası’nın
perspektifini açan biçimlenişi ve sokak ölçeğiyle olan ilişkisi başarılı bulunmuştur. Yeni yapı içerisinde kurgulanan derslik – ofis ilişkisi,
dolayısıyla öğrenci – öğretim üyesi diyaloğunu güçlendiren mekânsal kurgu, bu kurgunun hayata geçmesini kolaylaştıran teras ve avlular projenin başarılı yönleri olarak değerlendirilmiş ve 5-0 oybirliği ile 1. Ödüle seçilmiştir.
M‹MARLIK 411 37
2. ÖDÜL: ALİŞAN ÇIRAKOĞLU mimar,
ILGIN AVCI mimar, EFKAN SOLMAZ inşaat mühendisi
Yardımcılar: Batuhan Kumru, Aslıhan Sücüllü,
Berrin Karadağ
3. ÖDÜL ZEYNEP ALTINBAŞLI mimar,
TUNA HAN KOÇ mimar, MEHMET ALİ YILMAZ inşaat
mühendisi Yardımcılar: Baha Yurttaş, Ayşe Nur Çabuk,
Rengin Jiyan Kolçak
1. MANSİYON:
HATİCE BÜŞRA AL ÖZDİLEK mimar,
OZAN ÖZDİLEK mimar, BİHTER ÖZTÜRK mimar,
LEVENT İÇER inşaat mühendisi Yardımcılar: Sibel Öksüz,
Burak Arifoğlu, Büşra Özen, İhsan Samet Özkekeli
2. MANSİYON: NEVZAT OĞUZ ÖZER mimar,
YASEMEN SAY ÖZER mimar, ENES AKSU inşaat
mühendisi Yardımcılar: Şafak Özgür Özkan, Ekin Cem
Tümlek, Kürşad Şekercioğlu, Ahmet Boz, Beyza Yavuz
3. MANSİYON: SEDEN CİNASAL AVCI mimar,
MERVE ÖZDUMAN mimar, ZAFER KINACI inşaat
mühendisi Yardımcılar: Gamze Eker, Cansu Özübek, Ala
Talep, Can Aktıntop, Yaşar Aydoğan
4. MANSİYON:
38 M‹MARLIK 411
REGAİP ADEM mimar, SERHAN
AYDOĞDU inşaat mühendisi Yardımcı: Azmi Başar
Topaloğlu
5. MANSİYON: ERDAL SORGUCU mimar, NİHAT
EYCE mimar, ASLI ÖZBEK mimar, YÜKSEL KONKAN
inşaat mühendisi
SATINALMA: IŞIK GÜREL KESKİNLER mimar,
YUSUF ATEŞ inşaat mühendisi Yardımcı: Necmettin Sancak
SATINALMA:
KEREM PİKER mimar, ARZU ERDEM
mimar, MUSTAFA İSPİR GÜRBÜZ inşaat mühendisi
Yardımcılar: Baran Aybars, Duygu Bingül Aydın, Gün Rodoplu,
Zeynep Kaya
SATINALMA:
ARMAN AKDOĞAN mimar, ERİM
GÜRDAL inşaat mühendisi Yardımcılar: Felix Madrazo,
SATINALMA:
METİN AYGÜN mimar, CAN EREN mimar,
SERDAR GÖZLER inşaat mühendisi
Beste Çeliksoy, Marta Maldonado Casas, Oğuz Can Yürek, Beyza
Öztürk
M‹MARLIK 411 39
TEHDİT ALTINDAKİ KÜLTÜR MİRASI
Ortaçağ Yapılarını Soysuzlaştırmak:
Konya II. Kılıçarslan Köşkü
Zeynep Eres
Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Kültürel Mirasın Korunması ve Geliştirilmesi Komitesi
3. Yeni koruma yapısının arkeolojik kalıntı ile ilişkisi,
2019
4. Kılıçarslan Köşkü üzerindeki koruma çatısı, 2012
5. Kılıçarslan Köşkü üzerindeki koruma çatısı ve arkada
Alaeddin Camisi, 2012
Fotoğraflar: Zeynep Eres
2. Köşkün üzerine inşa edilmekte olan yeni yapı ve
arkada Alaeddin Camisi, 2019
1. Köşkün üzerine inşa edilmekte olan yeni yapı, 2019
Son yıllarda özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemine
ait arkeolojik harabe niteliğindeki anıt yapıların “restorasyon” adı altında diriltilmesine yönelik büyük bir çaba
gözlenmektedir. Özgün tarihî yapının taşıdığı bütün
değerli izleri silen ve onu yeni inşa edilmiş bir taş bina
durumuna indirgeyen bu yaklaşımın örneklerini Eski
Van’dan Beçin Kalesi’ne pek çok yerde görmekteyiz.
Bu bağlamda Konya II. Kılıçarslan Köşkü olarak anılan,
Konya’nın merkezinde Alaeddin Tepesi’nin eteğinde
yer alan Selçuklu dönemi duvar kalıntıları da, hüzünlü
bir restorasyon öyküsünün merkezinde yer almaktadır.
Konya’nın iç sur sisteminin bir parçası olan burç yapısının üst kesimindeki köşkün varlığı 19. yüzyıl gravür ve
fotoğraflarında açık olarak görülür. Ancak uzun süre
kullanım dışı kalan yapı, 20. yüzyıl başında üst katını yitirir
ve yalnız sur hattındaki kerpiç beden duvarları ile köşkü
taşıyan iki konsol varlığını sürdürür. Yok olma aşamasına gelmiş olan yapı, 1961-1962 yıllarında ODTÜ’lü öğretim üyelerinin katkısı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü mimarlarından İhsan Kıygı tarafından geliştirilen bir koruma çatısı
ile açık hava koşullarına karşı koruma altına alınmıştır.
Dönemin modernist mimarlığını temsil eden bu betonarme kabuk çatı, Karatepe-Aslantaş arkeolojik alanında Turgut Cansever tarafından tasarlanan koruma
çatısının hemen ardından Türkiye’nin arkeolojik alanda
ikinci koruma çatısı uygulaması olmuştur.
Dönemi için öncü bir tasarım olan koruma çatısı, 20162017 yılında taşıyıcı sisteminin yıprandığı gerekçesiy-
40 MİMARLIK 411
le yıkılarak ortadan kaldırıldı ve köşkün çevresinde
kazı çalışmalarına başlandı. Kılıçarslan Köşkü’nün yakın
çevresinin kazıyla açığa çıkartılarak sergilenmesinin
planlanması doğru bir yaklaşım olmakla birlikte, köşkün
kendisinin çelik ve cam malzeme ile adeta diriltilmeye
çalışılması son derece tartışmalı bir durum oluşturdu.
Her şeyden önce Türkiye’nin hem ilk betonarme kabuk
uygulamalarından biri hem de ikinci koruma çatısı olan
yapının kültür varlığı değerinin göz önünde bulundurulması gerekirdi. Korumakta olduğu tarihî yapıdan farklılaşan mimarisi ile kendi dönemini yansıtarak onu koruyan çatının yerine önerilen ve halen uygulaması süren
proje ise, bir arkeolojik varlığı korumaya yönelik kabul
edilebilir bir müdahale yöntemi değildir. Koruma çatısı
olarak inşa edilmekte olan yapı, Kılıçarslan Köşkü’nün
günümüzde var olmayan üst kesimini çelik, cam ve
beyaz renkli kaplama levhaları kullanarak son derece
hantal bir tasarımla ayağa kaldırmaya çalışan sahte
bir rekonstrüksiyon uygulamasıdır. Her ne kadar bu
yeni yapının köşke zarar vermediği savlansa da sonuç;
Kılıçarslan Köşkü olarak anılan ve günümüze bu boyutta
ulaşabilmiş ender kerpiç yapılardan olan bu 12. yüzyıl
Selçuklu yapı kalıntısının tüm özgün değerlerini silen,
onu soysuzlaştıran bir müdahaledir. Dergimizin “Türkiye
Tehdit Altındaki Kültür Mirası” köşesinde bu yanlış uygulamayı ele alırken, bir yandan da meslektaşlarımızın kendi
çevrelerinde saptadıkları, bu tür arkeolojik nitelikteki
Ortaçağ yapılarına yönelik zarar verici nitelikteki korumarestorasyon uygulamalarını kısa bir tanıtım yazısı ve fotoğrafıyla dergimize iletmesini rica ediyoruz.
ANMA PROGRAMI: NEZİH ELDEM
Nezih Eldem’in Bütüncül Mimarlığı:
Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi
Namık Erkal
Harbiye Askerî Müzesi Nezih Eldem’in
bütüncül mimarlık anlayışının sadece ulusal
değil uluslararası düzeyde de anımsanması
gereken önemli bir örneği olarak karşımıza
çıkıyor. Müzenin danışmanları arasında yer
alan yazar, “bir başka modernist” olarak
tanımladığı Nezih Eldem’in tasarım anlayışının
detaycı, dramatik ve kati yönüne dikkat çekerek,
Eldem’in modernizminin hem 1940’ların rasyonel
akademik mimarlığının malzeme ve detay
bilgisine hem de 1950’ler ve 1960’ların deneysel
ve eleştirel mimari heyecanına sahip olduğunu
belirtiyor.
Mimarlar
Odası
2018-2020
Anma
Programı
kapsamında Nezih Eldem mimarlığını kavramak
için Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi özel
önemde bir eserdir.1 Eldem, 1967 yılında açılan
çağrılı proje yarışmasında birinci olur ve 1991’e
kadar yirmi beş yılını bu işin bütüncül tasarım
anlayışıyla -eski bina korumadan, yeni ek yapılara,
ışıklıklarından vitrinlerine, dolaşımından mizansenlerinetamamlanmasına vakfeder.2 Aynı yıllarda ders verdiği
İTÜ Mimarlık Bölümü’nden çok sayıda öğrencisi,
projenin detaylanmasını ve inşaatını okula yakın
bir uygulama sahası olarak deneyimler. Müzeye
birkaç kere gidenler dışında, Kültür Sitesi önemli
sanat sergileri ve bazıları mimarlıkla ilgili olan pek
çok önemli toplantının yeri olarak anılarda yer alır.
Harbiye, işlevinin farkında olmayanlar için, Taksim Nişantaşı arasında sağ kaldırımda iki yüz elli metrelik
bir durağanlığın ve kent merkezinden kopuşun
getirdiği hızlanmış adımların mekânıdır. Aşağıdaki
yazının ilk niyeti Nezih Eldem’in projesini ve yapısını
tamamlanmasından sonra geçen süreyi gözeterek
mimarlık tarihi bağlamında değerlendirmek, farklılığını
ve özgünlüğünü vurgulamaktır. Öte yandan müze,
zamanın getirdiği yıpranmayla yüz yüzedir. Şimdilerde
kimi kısımları tamir ihtiyacı yüzünden ziyarete
kapatılmıştır. Bu durumda yazının bir diğer niyeti ise
müzenin zedelenmiş kurgusunu okunur kılmaktır.3
En sonunda gelinmesi gereken nokta ise, Eldem’in
Harbiyesi’nin müze ve müzecilik açısından bütüncül
mimarlık anlayışının sadece ulusal değil uluslararası
düzeyde anımsanması gereken bir örneği olduğudur.
Namık Erkal
Prof. Dr.
TED Üniversitesi
Mimarlık Bölümü
Kaynak: Library of Congress US, LOT 9513, no:16
Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi projesi en
genel anlamda eski bir binanın yeni bir ek yapılarak
dönüştürülmesi
olarak
tanımlanabilir,
bir
nevi
restorasyon projesidir. Ancak bu kültür yapısı eski
binaya müdahale açısından günümüzün akademik
koruma kabullerini zorlar. Söz konusu zorluğu
düşünmek yararlı olsa da, anakronik yorumlar projenin
kendi bağlamını anlamaya yardımcı olmaz. Burada
bağlam geç Osmanlı dönemi kamu yapılarının, özellikle
askerî yapıların dönüşüm tarihidir. Geç Osmanlı anıtsal
kamu yapıları 1920’lerde başlayan ve 1980’lere uzanan
bir süreçte dış cepheleri tutularak yoğun bir yapısal
dönüşüme tabi tutulurlar. Sultanahmet’teki Adalet
Sarayı (eski Dar’ül Fünun) ve Akademi yangınları (eski
İkiz Saraylar ve Meclis-i Mebusan) gibi deneyimler
ahşap
döşemeli
kamusal
yapılarda
güvenliği
sorgulanır hale getirir. Eski askerî binalarda özgün
kargir duvarlara bağlı ahşap (kimi zaman Fransız
kemeri) döşeme yapı sistemlerini betonarmeye
dönüştürmek, kısmen de yeni işlevlerin ihtiyaçlarına
cevap vermek amacıyla geniş çaplı değişiklikler yapılır.4
Taşkışla’nın Paul Bonatz ve Emin Onat tarafından
üniversiteye dönüştürülmesi gibi ünlü mimarların
işlerinin yanında, mimarı ve uygulayıcısı bilinmeyen
çok sayıda örnek vardır.5 Bu örnekler uygulandıkları
yılların mimarlık anlayışına göre de farklılık gösterir.
1950’lere kadar binaların kendi neo-klasik karakter
ve kompozisyonel rasyonelleri içinde kalınarak
akademik olarak mükemmelleştirilmesine çalışılır.
İzleyen dönemde ise tarihî kamusal yapılar yeni
işlevlerin gereklerine göre kendi özgün mimarileriyle
çelişik biçimlerde dönüştürülür. Türkiye’de 1980’lere
kadar geçerli olan, geç Osmanlı yapılarına geniş çaplı
yapısal dönüşümü onaylayan restorasyon anlayışına
değinmek, Nezih Eldem’in Harbiye projesindeki eski
yapıya müdahalesini değerlendirmek için elzemdir.
Aşağıda da aktarılacağı üzere, eski binaya yeni ek
tasarlama konusunda çok belirgin bir stratejisi olan
bu projenin çıkış noktası aslında kendi zamanına
göre korumacıdır ve Harbiye binasının o günkü
1. Mekteb-i Harbiye giriş katı planı, 1891-93, Sultan Abdülhamid Albümleri’nde yer alan planın yeniden çizimi ve
günümüz yazısıyla yer isimleri.
MİMARLIK 411 41
Kaynak: Sultan Abdülhamid Albümleri, Library of Congress US, LOT 9513, no:12. (Fotoğraf: Studyo Phebus / Bagos Tarkulyan)
2. Harbiye ana kapısı
haliyle sürdürülmesini amaçlamaktadır. Bu yaklaşımı
anlamak için korunmaya çalışılan eski Harbiye
Mektebi’nin yapısal tarihini Nezih Eldem’in karşılaştığı
haliyle özetlemek yararlı olacaktır.
Harbiye Mektebi, 1844-1893 yılları arasında dört ana
inşaat aşaması ve çok sayıda tamir sonucunda ortaya
çıkmış, kompozit bir yapıdır. 1844 yılında Tophane-i
Amire Hastanesi olarak büyük avlu çevresinde
tek katlı ve doğuda eğime doğru bodrumlu olacak
şekilde inşaasına başlanır.6 1845 yılında Mekteb-i
Harbiye-i Şahâne’ye devredilerek iki dar ucuna birer
küçük avlu ve dışa doğru u planlı girintiler oluşturacak
şekilde kollar eklenerek büyütülür ve dönüştürülür.
Aynı aşamada güney yönünde William James Smith
tarafından büyük bir ahır ve manej projelendirilir.
Mektep, Kırım Savaşı sırasında Fransızlara hastane
olarak tahsis edilir, 1854’te bir yangın sonucu bodrum
seviyesine kadar hasar görür. 1862-63 yıllarında
temellerinden yeni baştan inşa edilirken orta büyük
avlu köşeleri ve iki yan avlu çevresindeki yapı kolları
birer kat yükseltilerek iki katlıya dönüştürülür. Avlu
köşelerine yerleştirilen silindirik merdiven kovaları
ile ulaşılan üst katlarda koğuşlar mevcuttur. 189193 yıllarında gelinen dördüncü ve son aşamada,
Harbiye Mektebi’nin iki ucunda kalan tek katlı kısımlar
da iki katlı hale getirilir ve yapı âdeta tek bir elden
tasarlanmış gibi kitlesel olarak bütünleştirilir. Güney
yönünde padişah ziyaretlerinde kullanılmak üzere
Hümayun dairesi ve mezuniyet sınavı odası, kalan
bütün ek kısımlara ise koğuşlar yerleştirilir. (Resim
1) Son aşamada kuzey ve güney cephelerine anıtsal
bir ifade kazandırılmış olsa da, Harbiye Mektebi
ana girişi, eskiden olduğu gibi Pangaltı Caddesi
cephesinin ortasında konumlanır ve yapının farklı
kısımlarına ulaşım buradan geçilen büyük avludandır.
(Resim 2) Harbiye Mektebi’nin kuruluşunun 100.
yılında ana girişe yeni bir saçak, üzerine de bir Atatürk
42 MİMARLIK 411
heykeli yerleştirilir. Aynı yıllarda mektebin Ankara’ya
taşınmasından sonra komutanlık, astsubay okulu ve
güney kısmında orduevi olarak kullanılmaya başlar.
Harbiye’nin Henry Prost plan etütlerinde kısmen
yıkılması gündeme gelir. İlk olarak Sergi ve Spor
Sarayı’na giden yan yolun açılması için manej yapıları
yıkılır.7 1959’da cadde genişletme projesi denilerek
ana girişin ve Atatürk heykelinin bulunduğu dışa
çıkıntı yapan kol ortadan kaldırılır. Harbiye avlusu bir
kademe üzerinde caddeye açık hale gelir. (Resim
3) Askeriye Harbiye binasındaki yıkımı doğrudan
kurumun geçmişine yapılmış art niyetli bir girişim
olarak algılar.8 1940’larda savaş ihtimaline karşı
Aya İrini ‘den Anadolu’ya ve sonrasında İstanbul
Maçka Silahhanesi’ne getirilmiş olan Askerî Müze
koleksiyonu, 1957’de Silahhane’nin İTÜ’ye devri
dolayısıyla Harbiye’nin bünyesinde konumlanan
Jimnastikhane’ye taşınır. Koleksiyonla beraber
Harbiye Mektebi’nin müzeye dönüştürülmesi de
gündeme gelir. 1960 darbesi sonrası Harbiye arazisi
üzerindeki iradesini tekrar gösterme imkanı bulan
askeriyenin inisiyatifiyle 1967 yılında iki ayrı yarışma
açılır: Harbiye Askerî Müze ve eski manej arazisinde
Harbiye Orduevi. Harbiye Mektebi ana girişinin
bulunduğu orta kol kesilmiş, dışarıdan bütün gözükse
de aslında seksen-yüz yirmi yıllık kompozit bir tarihî
yapı olarak Türkiye’nin en eski müze koleksiyonunu
içermek üzere dönüşümünü bekler haldedir.
1967 yarışması öncesinde Harbiye Mektebi’nin
müzeye çevrilmesi konusunda İTÜ tarafından Nezih
Eldem’in katılımıyla yazılan raporda yapının müzeye
dönüştürülmeye uygun olmadığı, okul veya kültür
merkezi olarak işlev alabileceği görüşü bildirilir. Eldem,
menfi İTÜ raporuna karşın açılan yarışmaya katılır
ve bunu sonraları “Müze olmaya hazır olmayan bu
binanın hangi koşullarda müze olabileceğini görmek
ve göstermek hem görevim, hem de hakkımdı.
Katılmamazlık
edemezdim”
şeklinde
açıklar.9
Eldem’in 1960’lara uygun müze olabilirlik koşullarında
işlevin ve sergi senaryosunun belirleyiciliği vardır.
Uygun mekânsal büyüklükler ve bunların eserlerin
özelliklerine göre birbirine nesnel veya zaman dizinsel
olarak ilişkilendirilmesi dışında ışık, iklimlendirme ve
sunum koşullarını sağlamak önemlidir. Müze olmaya
hazır olmayan binalar hangi koşullarda müze olur? Bu
sözleri sadece modernist işlevselcilik çerçevesinden
okumak eksik olur. Müze olmaya hazır olmayan
bina ancak yaratıcı ve özgün tasarım yaklaşımları
sayesinde müze olur. Nezih Eldem, eski bina ve yeni
yapı arasındaki çelişkileri özgün mimari tasarım için
bir ortam olarak değerlendirme yaklaşımı ile kendi
döneminde öne çıkar. Birçok defa bu yüzleşmeye
girer ama Harbiye Askerî Müze mimari yaklaşımının
esas kanıtı olur.10 Nezih Eldem’in eski yapıları
dönüştürdüğü müze mimarlığının özgünlüğünde
belki de onun farklı bir modern mimarlığın ortaya
çıktığı savaş sonrası İtalya’sını en verimli zamanında
deneyimlemiş olmasının payını da not düşmek
gerekir.11 Oldukça genelleyici bir kavram olan ve ana
akım dışı, yerelde farklılaşan mimarlıkları kapsayan
“başka modernizm”, 1950 ve 1960’larda İtalya’sı
kadar aynı dönemin Türkiye mimarlığını de kapsar.
Bu ortamın içinde Eldem akademik kimliği, İtalya
geçmişi, stilistik kaygılardan uzak olması ve eski
Kaynak: Metin; Tapan, Mete, 1973, 50 Yılın Türk Mimarisi, İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, s.402.
4. Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi giriş kat planı, Nezih Eldem yarışma çizimi
Kaynak: SALT Araştırma, yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi
Nezih Eldem Harbiye’de ana cadde tarafında
1959 yıkımının yarattığı boşluğu bir fırsat olarak
değerlendirir. Kalan iki yan parçayı ve iki yuvarlak
merdiven kovasını yıkarak boşluğu genişletmeyi
önerir. Genişlemiş alanda kendi müze mimarlığı
anlayışına uygun çeşitli mekânların, işlevlerin yer
aldığı ideal koruma koşulları sağlayan bir ek yapı
tasarlar ve iki uçta eski binaya bağlar. Askerî Müze
koleksiyonun en nadide ve üstün koruma gerektiren
otağ ve sancaklar bu kolda sergilenecek, etaplama
olarak da ilk bu ek yapı inşa edilecektir. (Resim
4, 5) Eski Harbiye binasının kalan kısımlarında
öncelikli koruma kararı avluların ve dış cephelerin
sürdürülmesine odaklanır. Mekânların genel kurgu
ve büyüklükleri belli bir yere kadar korunur. Avluların
çevresinde oluşturulan eski simetrik dolaşım düzeni
asimetrik hale getirilir ve içine kapsamlı dolaşım ve
servis kovaları yerleştirilir. En büyük değişim güney
yönünde orta avlu ve küçük iç avlu arasındaki kısımlar
tamamen yıkılarak inşa edilen Mehter Salonu ve
çevresidir. Buna karşın, Mehter Salonu’nun bitişik
olduğu Kültür Sitesi kısmı belki de eski yapının
mekânsallık ve kurgusunun en büyük oranda
korunduğu kısımdır. Bu kısımda giriş simetri aksındaki
eski merdiven yıkılır, sol köşede yenisi tasarlanır.
Eldem Harbiye Mektebi’nin yıkılan kolunun yerine yeni
bir yapı yaparken onun eski hâline orta büyük avlunun
çizgisini tutarak referans verir. Avlu çizgisinden dışa
doğru Otağ Salonu olan büyük kübik bir mekânı
yerleştirir. Ek yapı projesinde orta avlu korunmuş olsa
da, burası eskisi gibi Harbiye’nin ana giriş mekânı
olarak kurgulanmaz. Eldem, cadde üzerindeki eski
girişin özgün olmadığını, sonradan açılmış olduğunu
3. 1959 yıkımından sonra avlunun caddeye açılmış hali
5. Askerî Müze ve Kültür Sitesi birinci kat planı, Nezih Eldem
Kaynak: Doğan; Sami, 1974, ss.28-31.
Nezih Eldem’e göre eski bir yapının müzeye
çevrilmesi söz konusu olduğunda iki farklı önceliğin
-eski yapının korunması ve iyi bir müze binasının
yapılması- uzlaştırılabilirliğinin tartılması gerekir.
“Yoksa ya o bina ‘ölür’, ya da müze ‘sakat’ doğar”.13
Eldem Harbiye projesinden önce gerçekleştirdiği Eski
Şark Eserleri Müzesi’nde halihazırda sergi mekânına
dönüştürülmüş Alexandre Vallaury’nin Sanayi-i Nefise
binasının cephesini tutarak içini müze ideallerine göre
dönüştürür. Yeni müze dolaşımını adeta eski yapı zarf
olacak şekilde içine koyar, sergi anlatısına ve tek tek
nesnelere göre göre baştan tasarlar. Dış cephede
de binaya yaklaşım değiştirilir, anıtsal merdiven yıkılır
ve açık bodrum katından yeni bir giriş yapılır. Şark
Eserleri’nde müze sakat doğmamış ama karşılığında
eski yapının sakatlanmasında beis görülmemiştir.14
Nezih Eldem, Harbiye Mektebi’nin müze ve kültür
sitesine dönüştürülmesine gelindiğinde Eski Şark
Eserleri’nde yaptığından farklı bir tutum izleyecek ve
eski yapının mekânsal kurgusunun ve dış cephesinin
korunmasını daha fazla önemseyecektir. Harbiye
Mektebi’nin anıt bina olarak toplumsal hafızadaki
yeri, Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyetin kurucularının
okuduğu bir askerî kurum olarak azımsanmayacak
önemdedir. Koleksiyon ise Osmanlı İstanbulu’nun
ilk müzesinden gelen, kimileri çok özel koşullarda
korunabilecek çok farklı tipte ve büyüklükte tarihî
savaş nesnelerini içerir.
Kaynak: İBB Atatürk Kitaplığı, kartpostal arşivi.
binada yeni tasarımlar konusunda yaklaşımlarıyla
başka türlü bir modernisttir.12
6. Doğan Tekeli ve Sami Sisa’nın yarışmadaki ikincilik ödülü,
Harbiye Askerî Müze ve Kültür Sitesi giriş kat planı.
MİMARLIK 411 43
7. Harbiye Askerî Müze Cumhuriyet
Caddesi’nden görünüş, Nezih Eldem
yarışma projesi
Kaynak: SALT Araştırma, yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi
11. Top Teşhir Salonu (görsel işitsel salon), Nezih Eldem
perspektif çizimi
Kaynak: Sözen; Mete, 1973, s.402.
Kaynak: SALT Araştırma, yayınlanmamış Nezih Eldem arşivi
da içeren açık alandan, Kültür Sitesi girişi Taksim’e
doğru eski Hümayun kapısındandır.
8. Harbiye Askerî Müze, Cumhuriyet Caddesi cephesi loca kapatılmadan önce, 1990’lar
9. Eski bina, güneydoğu tarafında eski koridor
izlerine yapılmış iki katlı galeri
10. Işıklık, boşluk ve üçgen çıkma
düşündüğünü söyler; ki yukarıda özetlendiği gibi
bu konuda yanılmaktadır.15 Harbiye’nin cadde ve
avludan başlayan kurgusu dönüştürülür. Girişler eski
binanın karşılama imgesine sahip en uygun yüzlerine,
iki uçtaki anıtsal cephelere alınır. Müze girişi kuzeyde
Nişantaşı’na doğru eski Harbiye Yemekhane binasını
44 MİMARLIK 411
Cadde tarafında yeni ideal koşullar sunan kapsamlı
bir müze ekinin, korunması gereken eski binanın
mekânları üzerindeki dönüşüm ve yapılaşma baskısını
hafifletmesi stratejisini daha iyi anlamak için, 1967
yarışmasında ikincilik ödülü alan Doğan Tekeli ve
Sami Sisa’nın, Eldem’den farklı bir yaklaşımı olan
önerilerine kısaca değinilebilir.16 (Resim 6) Tekeli ve
Sisa cadde tarafındaki ek yapıyı alt katta tamamen
boş olacak ve orta avluyu basamaklarla ana caddeye
bağlayacak şekilde önerir, kolonlar üzerinde ikinci
katta ise Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemine
ayrılmış salonları yerleştirirler. Buna karşın, eski bina
kısımlarında ve özellikle iki uçta var olan iç mekân
ve avlu düzenini kapsamlı olarak (özellikle eski
Hümayun dairesi tarafında) dönüştürmek durumunda
kalırlar. Bir bakıma Tekeli ve Sisa, olumlu anlamda
Harbiye Mektebi’nin yıkılmış kolunu hafif ve geçirgen
bir şekilde inşa ederken, eski bina kısmında -Eldem’in
Eski Şark Eserleri Müzesi’nde yaptığına benzer bir
zarf ve mazruf ayrışmasıyla- iç mekânı dönüştürmeyi
önerirler. Cadde tarafında eski Harbiye’nin anısı
canlanırken, yıkımdan sonra kalan kısımların anısı
silikleşecektir. Aslına bakılırsa, İTÜ raporunun karşı
çıktığı gibi, bu yarışmada koruma ve müze mimarisi
arasında kolay bir seçim yoktur.
Eldem’in ana cadde tarafında müze yapılaşmasını
yoğunlaştırma stratejisi belirli bir yere kadar
başarılıyla işler. Eski binanın avlu ve iç mekân kurgusu
korunurken onunla birleşik olarak koleksiyondan
üreyen, mekânsal zenginliğe sahip bir müze eki
konumlanır. Üstelik ikilik yaratmadan bütünleşmiş
bir müze dolaşım şeması oluşturulur. İki uçta iki ayrı
girişe rağmen serginin bir başlangıç ve sonla ifade
bulan iki kata yayılmış bütün bir dolaşım senaryosu
vardır. Buna karşın ek yapının yarı açık bodrumuna
yerleştirilen sergi depo işlevlerinin dışardan servis
almasında kimi zorluklar ortaya çıkar. Narin eserlerin
korunması ve dolaylı gün ışığı kullanılması için müze
mekânının kapalı bir yapıyı talep etmesi cadde
tarafında iç ve dış arasında ilişkilerin kısıtlanmasına
sebep olur. Ek yapının cephesi beton dikey taşıyıcı
elemanlarının dışa vurulan ritmi ve iki büyük çıkma
(belki de Harbiye eski kapısının anısıdırlar) dışında
üst katta tamamen kapalı duvardır. İstisnası Eldem’in
cephenin güneydoğu köşesine yakın bir noktada
oluşturduğu avlu ve cadde arasındaki locadır. (Resim
7, 8) Locanın avlunun devamında top sergileri için
kullanılmasını önerir (şimdiki durumda panellerle
kapatılmıştır). Serginin ilk katında cadde ve avlu
boyunca sürekli görsel ilişki sağlamak üzere dışardan
ahşap kafesli, içerden storlu pencereler düzeni
vardır. Ne var ki, bu yüzler doğu ve batıya baktığı
için, kullanımda hep kapalılık durumu söz konusudur.
Cephenin yarışmada önerilen rengi betonarme kirişler
arasında gülkurusu / tuğla kırmızısıdır. Eldem eski
Harbiye yapılarında da benzer bir rengi önermektedir.
Bugün avlu tarafında bu renk görülürken cadde
tarafı griye boyalı kirişler arasında beyazdır. Netice
itibariyle Eldem’in koruma ve eski ile yeniyi ayırma
yaklaşımı ana cadde tarafında şehirle iletişime kapalı
uzun bir cephe şeklinde ortaya konur ve projenin
olumsuz eleştirilen yanı olur. Cadde cephesi hakkında
az sayıda olumlu düşünceler arasında Turgut
Cansever’in müze binası olarak ancak yeteri kadar
kapalı olmamasıyla eleştirilebileceğini söylemesi;
Şevki Vanlı’nın kapalı kitlenin “şehirlilerin gözlerini
dinlendirdiğini” düşündüğünü belirtmesi ve Uğur
Tanyeli’nin “kentsel mekâna güçlü bir vurgu” olarak
yorumlaması sayılabilir.17 Cadde cephesi, bir ek olsa
da Eldem’in tasarımının getirdiği diğer kazanımlardan
ve değerlerden bağımsız değildir. Kendi tasarım
ilkeleri üzerinden incelendiğinde Eldem’in Harbiye’si
sergi mekânı olarak içerden dışarı doğru tasarlanmış
bir yapıdır. İçerisini değerlendirmek için askerî
müzeler konusuna kısaca değinmek yerinde olur.
Eldem, askerî tarihe dair soyut mizansenleri mimariyle
kurar. Burada sergilenen nesneler veya sahnelenen
gösteriler için kendi özgün bağlamlarının hissini kuran
mekânlar tasarlar. Mimari mizansellerin en önemlileri
Top Salonu, Otağ Salonu, Mehter Salonu ile orta avlu
ve Anma Duvarı’dır. (Resim 11, 12) Top Salonu bir
savaş hendeği ya da siperi, Otağ Salonu seferde
Fotoğraf: Canan Osmanağaoğlu İlmen
Askerî tarih ve nesnelerine odaklanmış müzeler -askerî
müze, silah müzesi, savaş müzesi, anma müzelerimüzecilik açısından ayrı değerlendirilmesi gereken
kurumlardır.18 Birçoğu eski askerî binalarda konumlanır;
bina veya koleksiyonun eski çağlardan gelmesi, içinde
bulunduğu devletin ve askeriyesinin bekasını temsil
eder. Bu müzeler silahlar ve askerî teknoloji üzerine
odaklandıklarında bilim tarihiyle ilgili materyalist
çerçevelere göre kurgulanabilirler. Askerî kurumlar
ve savaşlar tarihî üzerine odaklandırıldıklarında ise
devleti meşrulaştıran, ortak milli kültüre dayalı temaları
barındırırlar. Savaş ve zafer temalı sergilerde temsilciliğe
kayma ve gerçeklikten uzaklaşma tehlikesi mevcuttur.
İstanbul’da askerî müzelerin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
tarihi aynı zamanda silah müzesinden askerî müzeye
geçişin tarihini de barındırır. İmparatorluğun ilk müzesi
olarak nitelendirilen Topkapı Aya İrini’nin tarihi belli
koşullarda ziyarete açık saray silahhanesi olarak
18. yüzyıl başına uzanır.19 19. yüzyıl içinde Eski Silah
Koleksiyonu ve 20. yüzyıl başında Osmanlı Askerî
Müzesi’ne dönüşür. Cumhuriyet döneminde Askerî
Müze adını alır. Farklı müzecilik tarihlerini bünyesinde
barındıran kadim Askerî Müze koleksiyonunu sergileme
konusunda Nezih Eldem’in yaklaşımı nedir?20 Müzenin
koleksiyonun da şekillendirdiği üzere Osmanlı tarihinden
Cumhuriyete uzanan zaman çizgisinde kompozit bir
sergileme düzeni önerilir. Tasnif 19. yüzyıl başına kadar
askerî nesneler ve silahlar, 19. yüzyıl ortasından sonra
askerî olay ve şahsiyetlere göre yapılmıştır. Eldem,
askerî müzelerde dramatik ve duygulara hitap eden
temsillerin bir gereklilik olduğunun bilincindedir. Şark
Eserleri Müzesi’nde görüldüğü gibi dramatik dolaşım
şemaları kurgulamak ve sergi nesnelerini belli bir
senaryoya göre yerleştirmek mimari yaklaşımıdır. Askerî
Müze’de de yeni ekte ve eski binanın elverdiği kadarıyla
üç boyutlu görsel ilişkiler oluşturur. Kimi eski koridorlar
iki katlı boşluklara dönüştürülür. Üçgen çıkmalar iki
katlı boşluklara uzanır. Merdivenler dolaşımın ötesinde
deneyime ve görselliğe dayalı üç boyutlu mekânlardır.
(Resim 9, 10) Asıl özgün olan ise dolaşım senaryosu
üzerinde belli aralıklarla yerleştirilen askerî ve tarihî
mizansenlerdir.21
12. Otağ Salonu
13. Mehter Salonu, avlu kapısı açıkken
Padişah çadırının kurulduğu yeri, Anma Duvarı (ya
da Şehitler Duvarı) bordo mermer hendeğiyle bir sur
duvarının ya da kuşatmanın mizansenidir. Açık havada
çalmak üzere oluşmuş Osmanlı askerî musikisinin
mizanseni olarak Mehter Salonu vardır. Burası Otağ
Salonu gibi bir iç-dış mekândır. Doğal ışık, küçük avlu
tarafında pencerelerden, yüksek tavanda akustik
panel ahşap kesitlerin arasından dramatik biçimde
içeriye süzülür. En vurucu tasarım öğesi sahnenin
arka duvarı, açıldığında avluyu içeri alan, içeriyi
dışarı uzatan kayar cephe düzeneğidir. (Resim 13)
Mehter alayı gösteri mekânına sağdaki rampalardan
bir o yöne, bir bu yöne dönerek iner. Sahnede hilal
düzeninde gösterilerine başlar, sonrasında sahne
cephesi kayarak açılır ve orta avlu gözler önüne serilir.
Mehter bu açıklıktan avlu içine geçer ve gösterilerine
orada devam eder. Bu sırada müzeyi gezen seyirciler
de avluya çıkarak gösteriyi izleyebilir. Otağ ve
sancaklar kısmının üst katındaki ziyaretçiler dış cephe
üzerindeki rampaları kullanabilir. Belki de Cumhuriyet
Caddesi’nden geçenler de locanın açıklığından
mehter alayını duyabilir. Mehterin müzenin içine bir
ses ve gösteri öğesi olarak katılması fikri özgündür.
Günümüzde sadece müze kapanma saatine yakın
tek bir gösteri haline gelen mehter alayı ile sergiler
arasındaki ilişki ne yazık ki zayıflamıştır.
Halihazırda özgün dolaşım şeması zedelendiği için
bir bakışta anlaması kolay olmayan müze dolaşım
şemasını bir bütün tur olarak anımsatmak yerinde
olur. Kalıcı sergi kuzeydeki ilk avlu çeperindeki
mekânları birleştiren geniş açıklıklı hollerden başlar.
İnce uzun doğu kolu boyunca avlu koridoruna paralel
olarak birbirine açılan sergi salonları uzanır. Bu kolun
ortasında Mustafa Kemal’in okuduğu sınıfın temsili
vardır. Güneydeki küçük avlu çeperinde Mehter
Salonu altına inşa edilmiş kademeli Top Salonu’na
ulaşılır. Salonun sonunda Kültür Sitesi ve Müze
MİMARLIK 411 45
14. Sancak Salonu üstündeki ışıklıklar
15. Galeriden Anı Duvarı
16. Işıklık ve vitrin
arasında, aynı zamanda Mehter Salonunun holü olarak
çalışan, merdivenlerle bağlanmış kademeli bir hole
gelinir. Müze kafesi, cadde üzerindeki loca ve avluya
bağlantı vardır. Mehter Salonu yapılırken orijinali
yıkılmış olan Harbiye Hamamı rekonstrüksüyonu da
burada yer alır. Merdivenlerden cadde tarafındaki
46 MİMARLIK 411
Ek Yapı’nın ilk sergi katına gelinir. Bu kat aslında cadde
ve avlu arasında görsel olarak geçirgendir. Yüksek
kottaki alçak tavanlı sergi salonunundan kademeli
olarak inilerek Sancaklar Salonu’na oradan da Otağ
Salonu tarafına geçilir. Otağ Salonu alt kotunda avluya
bakan pencerelerle çevrelenmiş devasa kübik bir
iç-dış mekândır. Kenarlarında sabit oturma yerleri
tasarlanmıştır. Yeni kolun üst katına salon içindeki
merdivenden çıkılır. Aşağıdaki sergilerle galeri şeklinde
görsel ilişkileri olan üst kat yüksek tavan ışıklıklarıyla
aydınlatılmış dış duvarları neredeyse tamamen sağır
bir dizi holden oluşur. (Resim 14) Otağ Salonu
tarafından güney koluna doğru basamaklar halinde
yükselen ve daralan bu mekânlar ek yapının ölçeğini
tekrar izi korunan eski binaya bağlar. Güney kolunda
Mehter Salonunu çevreleyen ve Kültür Sitesi’yle kesişen
sergi odalarından geçilerek doğu kolunun üst katına
geçilir. Burada Osmanlı’nın son dönemine odaklanan
bir dizi sergi odaları vardır. Kuzeyde eski yapı izleri
içinde geniş sergi hollerinden Cumhuriyet dönemi
salonlarına gelinir. Köşede eski yuvarlak merdivenlerin
mermerden yapılmış heykelsi bir yorumu olan dikey
dolaşımdan alt kata inilir. Avludaki pencerelerden
Çadır Salonu’nun kitlesiyle arada topların sergilendiği
avluya bakış vardır. Buradan sağa dönüldüğünde iki
kat yüksekliğinde Anı Duvarı’nın kenarına gelinir. Farklı
dillerde barışı kutsayan bu rölyef duvarı da tamamen
Eldem’in tasarımıdır. (Resim 15) Müze bu mizansen ile
başladığı yerde sonlanır.
Eski Harbiye binasının strüktürel sisteminin ne
şekilde dönüştürüldüğü başlı başına bir konudur.
İlk katta kirişler betonarme nervür döşemelerle
değiştirilir. Beton kirişlemeler sadece yapısal bir
öğe değildir, aynı zamanda estetiktir. Geçiş yerleri
ve kapı noktaları kare içinde çapraz kirişlerle
vurgulanır (aynı desen yerde mermer döşemede de
tekrarlanır). Kiriş kesitleri pencere kenarlarında da
farklılaşır. Eski bina duvarlarının tamamen korunduğu
yerlerde tavan kirişlerini taşıyan kolon dizileri
yerleştirilmiştir. Nezih Eldem’in proje çizimlerinden
anlaşıldığı kadarıyla birçok alanda duvarlar içine
kolonlar yerleştirilirken bu yüzeyler briketle tamamen
yenilenir. Askerî Müze’de eski bina elemanlarının
birçoğu, kapılar gibi baştan yapılır. Üst katların ahşap
kirişler altındaki özgün çatı yapısı, aşağıdaki sergi
mekânlarını doğal ışıkla aydınlatmak üzere tavan
ışıklıkları ile baştan tasarlanır. Geniş açıklıklı yerlerde
çelik kafes, kimi dar yerlerde betonarme kirişler
kullanılır. Işık tavanları sistemi ve tasarımı müzecilik
tarihi açısından başlı başına kayda değerdir. (Resim
15) 19. yüzyıl müzelerinde ışık tavanlarının iç cephesi
ön plana çıkmayacak şekilde düzdür. Modernist
müzelerde dışa vurulan ışık tavanları vardır ama bir
ışıklık manzumesi olarak Harbiye Askerî Müze’deki
boyutta bir çeşitlenmeyi bulmak zordur.22 Bu tavanlar
vitrinlerle bütünleştirilmek üzere ahşap kaplama
yüzeyler halinde yapılır. Kimi kesitlerde ışıklık ve vitrin
bağlantılıdır. Çadırların bulunduğu kolda ışıklıkların
iç yüzeylerinde gerilmiş tekstil kullanılmıştır.
Değinilmese olmaz bir diğer tasarım nesnesi de
sancak vitrinleridir. 1970’lerin bilim kurgu filmlerine
yakışır bu sergileme üniteleri, gününün müzecilik
anlayışına göre yatık sergilenmesi gereken tekstil
objeler olarak sancakların her iki yüzündeki desen
ve işaretleri göstermek üzere aynalı bir düzenekle
tasarlanmıştır.
Asaduryan Matbaası, İstanbul, 1894 (1310). Askerî Hastane’nin planı 184445 Mühendishane Haritası’nda tek avlulu haliyle vardır. 1847’de açılışından
sonraki hali 1851 Moltke Şehir Planı üzerinde bulunur. 1878-79 (1296) tarihli
Askerî Müze ve Kültür Sitesi eskisi ve yenisiyle,
korunan ve baştan yapılan kısımlarıyla Nezih Eldem’in
tasarımıdır. Bu öyle boyutta bir dönüşümdür ki, eski
Harbiye Mektebi de artık Eldem’in Harbiye’sidir.
Eldem’in güçlü akademik mimar kimliğiyle sonuna
kadar uygulama imkânı bulmuş 1960-70’lerin müzecilik
anlayışını temsil eden bu yapı, Türkiye mimarlık tarihi
açısından ender bütüncül mimarlık eserlerindendir.
Bir başka modernist Nezih Eldem’in tasarım anlayışı
detaycı, dramatik ve katidir. Onun modernizmi hem
1940’ların rasyonel akademik mimarlığının malzeme ve
detay bilgisine, hem de 1950’ler ve 1960’ların deneysel
ve eleştirel mimari heyecanına sahiptir.
Mekteb-i Harbiye planında 1863 sonrası hâli çatı planı olarak çizilmiştir;
bakınız, Koçak, Yaşar; Ademoğlu, Abdullah; Beşli, Atilla; Akçay, N. Yasemin;
Eraslan, Zekiye, Sultan II. Abdülhamid Devri İstanbul Harita ve Planlarında
İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Kültür A.Ş.) Yayınları, İstanbul, 2013.
1891-93 yılları sonrası görüntüleri plan ve görüntüleri bir albüm halinde Phebus
Stüdyosu (Bagos Tarkulyan) tarafından Sultan Abdülhamid’e sunulmuştur. Bu
albüme Library of Congress dijital arşivlerinden ulaşılabilir; LOT 9513.
7. Bilsel, F. Cânâ; Pinon, Pierre, 2010, İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in
Modern Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması, İstanbul Araştırmaları
Merkezi, İstanbul. Özler, Şener, Cumhuriyet Dönemi İstanbul Planlama
Raporları, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul.
8. Tüfekçioğlu, Kemal, “Tarih Olan Bu Askerî Yapı Kurtarılmalı”, SALT Kişisel
Arşivlerde İstanbul Belleği, Taha Toros arşivi.
9. Eldem, Nezih, 1991, “Kimse Bana Nereden Biliyorsun Diyemedi”,
Arrademento Dekorasyon, sayı:27, ss.84-89. Osmanoğlu İlmen, 2008, s.47.
Günümüz müzecilik anlayışı Eldem’inki gibi bütüncül
müze tasarımlarını esnek olmamak ve değişime
olanak vermemek açısından eleştirir. Zira en eski
müzelerin bile değerli eserlerin zarfı olarak zamanı
geldiğinde dönüştürülmesi gerekmektedir. Bütüncül
mimarlık yaklaşımıyla tasarlanmış bir müzenin en büyük
çelişkisi müdahaleye kapalılık sebebiyle kendi varlığını
zorluğa düşürmesidir. Eski Harbiye’ye eklenen ve
onu dönüştüren Nezih Eldem’in müzesi şimdi kendisi
korunması gereken bir eski yapı vasfını kazanmıştır.
Koleksiyonun ve müze mekânının korunmasını, Hoca’nın
kendi sözleri hatırlanırsa, bir kez daha eski ve yeni
arasındaki uzlaşma belirleyecektir.
10. Eldem, Askerî Müze tamamlandıktan sonra müze tasarım yaklaşımı üzerine
Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe Esatcan Çoşkun tarafından 2019 yılında çekilmiştir.
13. Eldem, Nezih, 1992, “Müze ve Müze Mimarisi Üzerine”, Tasarım, sayı:30,
NOTLAR
1. Eldem’in kendi yazdıkları dışında, Nezih Eldem mimarlığı üzerine en kapsamlı
çalışma, Canan Osmanağaoğlu İlmen’in, Zeynep Kuban danışmanlığında
yazdığı yüksek lisans tezidir: Osmanağaoğlu İlmen, Canan, 2008, Tasarımları ve
Eğitimciliği Işığında Nezih Eldem’in Mimarlık Anlayışı, İTÜ FBE, yayınlanmamış
yüksek lisans tezi, İstanbul.
2. Harbiye Askerî Müze çağrılı proje yarışması olarak düzenlenmiştir. Turgut
Cansever, Doğan Tekeli- Sami Sisa’nın aralarında yer aldığı mimarlar katılmıştır.
Jüri üyeleri: Urarit İzgi, Asım Mutlu, Arman Güran, Vahit Erhan, Doruk Pamir
ve Bilgin Uygur’dan oluşmuştur. Haberler, 1967, “Askerî Müze Yarışması
Kollegyumu”, Mimarlık, sayı:10, s.2. İnşaat iki ana aşamada gerçekleşir. Birinci
aşamada (1972-78) yeni yapı ve mehter salonu, ikinci aşamada (1984-1991)
eski binanın yenilenen kısımları inşa edilmiştir.
3. Okuduğunuz yazı halihazırda devam eden, mimarlık tarihi ve müzecilik
konusunda danışman olarak ekibinde yer aldığım Harbiye Askerî Müze
restorasyon projesi kapsamında yerinde ve belgeler üzerinde yaptığımız
incelemelere dayanmaktadır.
4. Askerî yapılarda ahşap döşeme sisteminin korunması konusunda ayrıksı bir
örnek Paris’te Fransız Genelkurmay Komutanlığı ve Askerî Müze olarak işlev
gören Les Invalides’dir.
5. Çiftçi, Aynur, 2008, “19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Askerî Mimari ve
İstanbul’da İnşa Edilen Askerî Yapılar”, İTÜ FBE, yayımlanmamış doktora tezi,
İstanbul, cilt:2. Çiftçi’nin envanterine göre günümüz İstanbul’unda özgün
strüktür sistemi korunmuş bir karakol dışında hiçbir Osmanlı askerî yapı yoktur.
Eski Harbiye Nezareti’nin İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmesinde Ekrem
Hakkı Ayverdi bezemeli tavanları askıya alarak ahşap kirişlemeleri değiştirmiştir
ve plan kurgusunu korumuştur.
6. Harbiye Mektebi’nin 1890’lara kadar olan tarihî Mehmed Esad Bey’in
kitabında anlatılır; Mehmed Esad, Mir’ât-ı Mekteb-i Harbiye, Artin
genel değerlendirme için bakınız, Osmanağaoğlu İlmen, 2008, ss.42-46.

çeşitli yayınlarında da pratikte yaptığını anlatıma döker, bu yazılarının tam
dökümü için bkz: Osmanağaoğlu İlmen, 2008, s.92.
11. 1952-53 yıllarında Milano’da Gio Ponti’nin yanında çalışmıştır. Gio Ponti
döneminin en önemli ve sıradışı İtalyan mimarlarındandır. Yapıları dışında iç
mekân, mobilya, eşya ve nesne tasarımları vardır. Ponti’nin Askerî Müze benzeri
dönüştürme projeleri Padova Üniversitesi için yaptığı ek yapılardır, Liviano Binası
(1938) ve Palazzo del Po (1940); Ponti, Lisa Licitra, 1990, Gio Ponti: The Complete
Works (1923-1978), Thames and Hudson, Londra, ss.92-93, ss.116-117.
12. Sibel Bozdoğan ve Esra Akcan 1960’ların Türkiye modern mimarlığı için
“revisionist” (tashihçi) akımlar kavramını kullanırlar, bu kapsamda Nezih
Eldem’in mimarlığı ile ilgili bir değerlendirmeleri bulunmamaktadır: Akcan,
Esra; Bozdoğan, Sibel, Turkey: Modern Architectures in History, 2012,
Reaktion Books, Londra, ss.175-189.
ss.108-113.
14. Eski Şark Eserleri Müzesi projesi 1964-74 yılları arasında gerçekleştirilmiştir,
15. Eldem, 1991, s.87.
16. Mimarlık tarihçisi Elvan Altan’a bu projenin belgelerini ve Tekeli’nin Askerî
Müze ilgili görüşlerini sağladığı için teşekkür ederim. Tekeli, Doğan; Sisa, Sami,
1974, Projeler - Uygulamalar - Architectural Works 1954-1974, Apa Ofset,
İstanbul, ss.28-31.
17. Yapının, özellikle cadde cephesi hakkında eleştriler için bakınız,
Osmanağaoğlu İlmen, 2008, ss.51-52.
18. ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi)’un silah ve askerî tarih koleksiyon ve
müzeleri konusunda özelleşmiş ICOMAM adıyla ayrı bir uluslararası komitesi
vardır.
19. 18. yüzyıl öncesinde Aya İrini Topkapı Sarayı’nın Cebehane Anbarı
olarak kullanılır. Aya İrini askerî tarihi için bakınız: Muhtar (Alus), Sermet,
1920 (1338), Topkapı Sarayı Hümayunı Meydanında Kain Müze-i Askeri-i
Osmani Züevvarına Mahsus Rehber, Necm-i İstiklal Matbaası, İstanbul, cilt:2.
Shaw, Wendy, 2004, Osmanlı Müzeciliği: Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin
Görselleştirilmesi, İletişim Yayınları, İstanbul.
20. Aslında Nezih Eldem koleksiyon sergisini bir kez de depolandığı eski
Harbiye Jimnastikhane binasını geçici olarak sergi binasına dönüştürdüğünde
kurar. Bu geçici müzenin saçak yapısı da Eldem’in projesidir.
21. Nezih Eldem “mis-en scène” kelimesini kendi proje raporunda Mehter
Salonu’nu anlatmak için kullanır, SALT Araştırma yayınlanmamış Nezih Eldem
arşivi.
22. Genel olarak doğal müze aydınlatması için, bakınız: Müller, Helmut F.O.;
Schmitz, Hans Jürgen, “Lighting Design in Museums”, 2004, Museum Buildings:
A Design Manual, (ed.) Paul von Naredi-Rainer, Birkhauser, Basel, ss.52-61.
MİMARLIK 411 47
KENTSEL PLANLAMA
Menkulleştirilen Bir Kentten Kalan Notlar:
Yusufeli
Ersin Türk, Aygün Erdoğan
2012’de Çoruh Nehri üzerinde inşaatına
başlanan Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santrali
projesinin tamamlanmasının ardından ilçe
merkezinin tamamı ile köylerin, tarım alanlarının
ve tarihî eserlerin bir bölümü sular altında
kalıyor olacak. Kentsel ve kırsal coğrafyanın
derin bir değişime uğradığı Yusufeli’ni inceleyen
yazarlar, önümüzdeki birkaç yıl içinde yeni
yerine taşınacak olan ilçe merkezinin mekânsal
karakterini kayıt altına almayı amaçlıyor.
YUSUFELİ İLÇESİ
Artvin il sınırları içinde yer alan Yusufeli ilçesi, kuzeyde Artvin’in Merkez, Arhavi ve Murgul ilçelerine,
güneyde Erzurum’un Tortum, Uzundere ve İspir
ilçelerine, doğuda Erzurum’un Olur ve Oltu ilçelerine,
batıda Rize’nin Çamlıhemşin ve Ardeşen ilçelerine
komşudur. Artvin-İspir karayolu üzerinde yer alan
ve denizden yüksekliği 560 m olan ilçe merkezinin
Artvin il merkezine uzaklığı 80 km’dir. İlçe, Doğu
Karadeniz Bölgesi’nde yer almasına rağmen bölgesel ölçekteki ihtiyaçlarını genellikle Erzurum’dan
karşılamaktadır.
Ersin Türk
Doç. Dr., KTÜ Şehir
ve Bölge Planlama
Bölümü
Aygün Erdoğan
Doç. Dr., KTÜ Şehir
ve Bölge Planlama
Bölümü
1. Yusufeli İlçesinin konumu ve Çoruh Vadisi Önemli Doğa Alanı (ÖDA)
48 MİMARLIK 411
Yusufeli ilçesi coğrafi olarak oldukça dağlık ve
engebeli bir topografyaya sahiptir. (Resim 2-4)
Yerleşmeler çoğunlukla, vadi tabanlarındaki düzlükler ve hafif yamaçlı alanlara kurulmuştur. İklimi
ziraat ve hayvancılık için elverişlidir. Ancak, ekilebilir
alan ve düzlüklerin oldukça kıt ve yetersiz oluşu,
yöre insanının çok zor ve ağır şartlarda geçimlerini
temin etmelerine ve yaşamalarına neden olmaktadır.
Sebze ve meyve dikilen tarım alanları büyük bir çaba
ve emek harcanarak; taşlık alanlara duvarlar örülmek ve insan ya da hayvan gücü ile toprak taşımak
suretiyle oluşturulmuş küçük yüzölçümlü alanlardır.
Bu özelliğiyle yörede toprak, menkul ya da “taşınır
mal”2 olarak görülmektedir. İlçede sanayi tesislerinin
bulunmayışı, ekilebilir tarım alanlarının oldukça kısıtlı
oluşu ve istihdam olanaklarının yok denecek kadar
az oluşu, 1970’li yıllardan sonra Yusufeli halkının
büyükşehirlere ve yurtdışına göç etmesine neden
olmuştur. Günümüzde ilçede, memurların çalıştığı
kamu kurumları, küçük ölçekli ve aile işletmeciliğine dayanan hizmetler sektöründe faaliyet gösteren
işletmeler ve tarımsal faaliyetler istihdam sağlayan üç
temel sektördür.3
Yusufeli ilçesinin de içinde yer aldığı Çoruh Vadisi,
verimli topraklara ve zengin maden yataklarına sahip
olduğundan, tarihte birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.4 Özellikle Gürcistan prenslerinin hüküm sürdüğü 9. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasında bölgede birçok
kilise ve manastır inşa edilmiştir.5 Yusufeli’nde günümüze kadar gelen tarihi eserler; Dört Kilise (Othta
Ecclesia) Manastırı ve Kalesi (Tekkale köyü), Parhal
(Parhali) Manastırı (Altıparmak Köyü), İşhan (İşhani)
Kaynak: Konum haritaları: BaşarSoft CBS altlık verileri
ÖDA haritası: Kurt, Bahtiyar, 2006, “Çoruh Vadisi”, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları, (ed.)
Güven Eken, Murat Bozdoğan, Süreyya İsfendiyaroğlu, Dicle Tuba Kılıç, Yıldıray Lise, Doğa
Derneği, Ankara, cilt:6, ss.227.
Yusufeli, kendine has mikroklimasıyla dünya ölçeğinde nesli tehlike altında olan birçok endemik canlı
türünü içinde barındıran, zengin bir biyoçeşitliliğe ev
sahipliği yapan Çoruh Vadisi Önemli Doğa Alanı’nın
yaklaşık orta noktasında bulunmaktadır. (Resim 1)
Çok sayıda kaynak sularına ve bereketli topraklara
sahip ilçede, muz ve turunçgiller hariç Anadolu’nun
neredeyse tüm meyveleri (zeytin, incir, hurma, nar,
limon vb.) yetişmektedir.1
Manastırı, Esbeki Manastırı, Kılıçkaya Cami ve Kalesi,
Öğdem Cami ve Kalesi, Yaylalar Cami, Esendal Cami
ve Kalesi, Bakırtepe Cami, İnanlı Cami, Demirkent
Cami, Köprügören Kalesi I-II, Çevreli (Peterek) Köyü
Kalesi, Konak Hamamı ve Yaylalar Köprüsü’dür.6
Yöre dışında yaşayan Yusufelililer, genelde yaz tatillerini ilçeye gelerek kendi köy, mezra veya yaylalarında
geçirmektedir. İlçede yaz mevsiminde karakucak,
boğa güreşi, gibi yayla şenlikleri de içeren sosyal
etkinlikler Yusufeli kimliğinin sürdürülmesinde önemlidir.7 Bu çalışmaya temel oluşturan, farklı zamanlardaki alan gezileri sırasında; yerel halkın, kısıtlı iş
imkânlarına ve sosyal donatılara erişim zorluklarına
karşın yerleşimin yukarıda sıralanan doğal, kültürel, sosyo-ekonomik ve mekânsal nitelikleri itibariyle
genel olarak Yusufeli’nde yaşamaktan memnun olduğu izlenimi edinilmiştir.
YUSUFELİ BARAJ VE HES PROJESİ İLE YENİ
YERLEŞİM ALANI
2. Yusufeli ilçe merkezi ve yer aldığı coğrafya
Mülga Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından 1960’lı
yıllarda “Çoruh Nehri Master Planı” çalışması başlatılmış ve 1982 yılında tamamlanmıştır. Bu plana göre
Bayburt’tan başlayan ve Gürcistan sınırına kadar
devam eden Çoruh ana nehri üzerinde entegre
basamak şeklinde toplam 10 baraj ve HES projelendirilmiştir. Muratlı, Borçka, Deriner, Artvin ve Yusufeli
Baraj ve HES projelerine ait “yapılabilirlik raporları”
1986 yılında, bunlara ait “kesin projeler” ise 1990
ve 1991 yıllarında tamamlanmıştır.8 Bu barajlardan
Muratlı Barajı 2005, Borçka Barajı 2007, Deriner
Barajı 2013 yılında işletmeye alınmıştır.9 Yusufeli ve
Deriner baraj ve HES’leri fiziksel boyut ve üretim
kapasitesi açısından Türkiye’de ve hatta dünyada
ilk sıralarda yer almaktadır.10 Yusufeli baraj ve HES’i,
tamamlandığında temelden 270 m yüksekliği ile çift
eğrilikli beton kemer kategorisinde dünyanın üçüncü
yüksek barajı olacaktır.11
İnşaatına 2012 yılında başlanan Yusufeli Baraj ve
HES’i DSİ Genel Müdürlüğü’nce Çoruh Nehri ile onun
en büyük kollarından olan Oltu Çayı birleşiminin
800 m kuzeydoğusunda, Yusufeli ilçe merkezinin 10
km doğusunda, Artvin il merkezinin yaklaşık 40 km
güneybatısında projelendirilmiştir. Yakın bir gelecekte ilçe merkezinin tamamı ile köylerinin, tarım alanlarının ve tarihî eserlerinin bir kısmı baraj suları altında
kalacaktır. Nüfusu giderek azalan Yusufeli ilçesinin,
2007 ve 2017 yıllarına ait toplam ve kent nüfusları
sırasıyla; 22945 ile 6085 ve 20218 ile 7735’tir.12 2007
yılında hazırlanan bir rapora13 göre, bu yılın toplam nüfusunun % 30’u tamamen (ilçe merkezi ve 3
köyün toplam 23 mahallesi), % 40’ı ise (14 köyün 29
mahallesi) kısmen baraj ve HES’ten etkilenmektedir.
(Resim 3) Baraj göleti ile vadi tabanındaki en verimli
tarım toprakları sular altında kalmaktadır. Bu nedenle
yörenin en önemli gelir kaynağını oluşturan seracılık,
çeltik tarımı, sebze ve meyve üretimi büyük ölçüde
ortadan kalkacaktır.14 Çoruh Vadisi’ndeki tarihî eserlerin bir kısmı da gölet alanından etkilenmektedir.
Tekkale Köyü’ndeki Dörtkilise Manastırı ve Kalesi
tamamen su altında kalarak, Çevreli (Peterek) Köyü
Kalesi ise, gölet içinde ada konumunda kalarak kısmen etkilenmektedir.15
3. Çoruh Vadisi Yusufeli kesimindeki köy yerleşimlerinden bazıları
Geçmişte Artvin il merkezinden Yusufeli ilçe merkezine Çoruh Nehri’ne paralel, vadi tabanında dar bir yoldan ulaşılmaktaydı. Çoruh Nehri üzerinde birbirinin
peşi sıra projelendirilen ve inşa edilen barajlar sonrasında eski karayolu baraj göletleri altında kalmıştır.
Bugün il merkezinden ilçe merkezine toplamda yüz
kadar tünel ve viyadükten geçilerek ulaşılmaktadır.
1879 yılında ilk ilçe teşkilatı kurulan Yusufeli, gelişmeye müsait arazinin kıt olması, ekonomik güçlükler, göç, ulaşım sorunları, idari sınırlardaki değişiklikler gibi nedenlerle beş kez yer değiştirmiştir.16 İlk
olarak Kiskim adıyla, 1879 yılında Alanbaşı Köyü’nde
kurulmuş olan ilçe (kaza) merkezinin adı 1912 yılında Yusufeli olarak değiştirilmiş ve 1950 yılında çıkarılan kanunla bugünkü yerine taşınmıştır.17 Mevcut
ilçe merkezinin yer seçiminde; ulaşım kolaylığı,
topoğrafik durum, su temini kolaylığı ve tarım toprakları belirleyici olmuştur.18 Yerleşimin farklı nedenlerle adeta menkul / taşınır bir varlık gibi sürekli yer
MİMARLIK 411 49
(Alttaki görsel) Kaynak: “Yusufeli Barajı ve Yeni Yerleşim Yeri”, facebook.comYusufeliBaraji
YeniYerlesimYeri/photos/rpp. 136880203128644/137040713112593/?type=3&theater
[Erişim: 24.09.2017]
projelendirme çalışmaları tamamlanmış, altyapı ve
üstyapı inşaatlarına başlanmıştır. Ancak bu seferki
yer değişikliğinde diğerlerinden farklı olarak, önceki
yer değişikliklerinde mevcut olan bir köyün statüsü
değiştirilerek ilçe merkezi olmuş, fakat bu sefer boş
bir dağlık alan yeni yerleşim yeri olarak belirlenmiştir. (Resim 4)
4. Yusufeli yeni yerleşim yeri (yeşil çizgi 720 m’deki baraj maksimum su kotu ile yeni yerleşim yeri
alt kot sınırını, sarı çizgi ise 720-950 m arasındaki yeni yerleşim yerinin maksimum üst kot sınırını
göstermektedir)
5. Yusufeli yeni yerleşim yerinde inşaatlarına başlanan binalar
Kaynak: DSİ 26. Bölge Müdürlüğü’nün 2017 tarihli ve “Yusufeli Barajı ve Yeni Yerleşim Yeri” başlıklı sosyal medya paylaşımı,
facebook.com/DSI.26.Bolge.Mudurlugu/photos/a.957037237776779/957037314443438/?type=3&theater [Erişim: 24.09.2017]
değiştirmesi, günümüzdeyse Yusufeli Barajı nedeniyle altıncı yer değişikliğini yaşayacak olması; kentin 140 yıllık tarihindeki tüm kuşakların ortak sorunu
olagelmiştir. Bu son yer değişikliği için planlama ve
50 MİMARLIK 411
25 Nisan 2006 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile
Yusufeli ilçe merkezinin yeni yerleşim yerinin
Yansıtıcılar ve Sakut Mevki olmasına ve bu alanın
acele kamulaştırılmasına,19 2008 yılında çıkarılan
5753 sayılı Kanun ile de Yusufeli ilçe merkezinin bu
mevkiye nakline karar verilmiştir.20 720-950 m kotları arasında, mevcut Yusufeli ilçe merkezinin 800
m güneybatısında konumlu Yusufeli yeni yerleşim
yeri arazisinin tamamı kamu mülkiyetinde ve 354
ha büyüklüğündedir. Seçilen alan dağlık ve oldukça
engebeli bir araziye sahiptir. İmar planlarına esas
jeolojik-jeoteknik etüt raporuna göre; alanın tamamında “kaya düşmesi” ve “heyelan” risklerinden en
az bir tanesi var olduğundan alan bütününde jeolojik-jeoteknik açıdan “yerleşime uygun” alan yoktur.
Alanın 46 hektarı “önlem alınabilecek nitelikte kaya
düşmesi sorunlu alanlar [Önlemli alan (ÖA-2.2)]”,
24 hektarı “önlem alınabilecek nitelikte heyelan ve
kaya düşmesi (kompleks hareketler) sorunlu alanlar [Önlemli alanlar (ÖA-2.3)]” kapsamında değerlendirilerek, 70 hektarı önlemli yerleşime uygun
alan olarak belirlenmiştir. Önlemli alanlar birbirinden
kopuk üç bölgede toplanmaktadır.21 Eğim açısından yerleşime uygun kabul % 0-30 eğimli alan 26,9
hektar büyüklüğünde olup alanın sadece % 7,9’unu
oluşturmaktadır. Yeni ilçe merkezinin; imar planları
onaylanmış, teknik altyapı çalışmaları (arazi düzleştirme, yol, su vb.) belirli bir oranda tamamlanmış, bir
bölgesinde konut ve sosyal donatı alanlarının inşası
TOKİ tarafından ihale edilmiş ve inşaatlara başlanmıştır. (Resim 5)
Türk ve Erkan’ın Yusufeli yeni ilçe merkezinin yer
seçimi, planlama, projelendirme ve inşa sürecini
eleştirel içerik analizine tabi tuttukları çalışmalarında
belirttikleri üzere: “tespit ve bulgular, teknik işlerin
uzman mesleklerden oluşan ekiplerce hazırlanmadığı; alternatif olma niteliğine sahip olmayan alanların alternatif olarak sunulduğu; alternatif belirleme
ve eleme aşamalarının öznel değerlendirmelere ve
yönlendirmelere dayandığı; uygun olmayan arazide
hazırlanan imar planlarının planlama esas ve ilkelerini
aşındırdığı; imalatların imar planlarından bağımsız
yürütüldüğü; yerel halkın mevcut yaşam biçiminden
farklı bir mekân kurgusu sunduğunu göstermektedir. Kritik aşamalardaki yanlışlar, planlamada risk ve
felaket yazınında yer alan uyarıların somut karşılığı
olarak, çıkarılması gereken derslere işaret etmektedir. Baraj veya başka nedenlerle zorunlu yeniden yerleştirmelerin gündemden düşmeyeceği göz önüne
alındığında, yaşanmış/yaşanmakta olan yer seçim,
planlama, uygulama deneyimlerinin eleştirel değerlendirmesinin zorunlu olduğu görülmektedir.”22
2014 yılı Eylül ayında Yusufeli kent merkezinde düzenlenen “Geleceğin İnşası Adına II. Yusufeli Sempozyumu”nda
yeni yerleşim alanı hakkındaki tartışmalarda; yerel
Kaynak: KTÜ ŞBP 4. Sınıf öğrencilerinin 2016-2017 güz dönemi bitirme tezi alan çalışmaları üzerinde
yazarların revizyonu
halkın, Yusufeli Barajı ve HES projesinin önemli ve
gerekli bir yatırım olduğuna inandığı, uzun yıllardır
yaşadıkları yerin baraj suları altında kalmasına gönüllerinin razı olmadığı ancak buna zorunlu olduklarının
farkında oldukları ve ilçenin yeni yerleşim yerine
taşınmasını kabullendikleri gözlenmiştir. Buna göre,
Yusufelililer bu durumu bir fedakârlık olarak görmekte ve bunun karşılığında devletin de, kamulaştırma
bedellerini yüksek tutması ve en kısa sürede ödemesini, örnek bir yeni ilçe merkezi inşa etmesini ve böylelikle mağduriyetlerinin giderilmesini beklemektedir.
Diğer taraftan, kamulaştırma bedellerini alan bir kısım
Yusufelililerin başka yere temelli göçeceği yönde
endişeler de gündeme gelmiştir.
YUSUFELİ KENTSEL YERLEŞİMİ MEKÂNSAL
ÖZELLİKLERİ
6. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşimi arazi kullanımı
Kaynak: KTÜ ŞBP 4. sınıf öğrencilerinin 2016-2017 güz dönemi bitirme tezi alan çalışmaları
üzerinde yazarların revizyonu sonrası hesaplamalar
Bu çalışma ile önümüzdeki birkaç yıl içinde baraj suları altında kalacak özgün bir coğrafyada yer alan ilçe
merkezinin mekânsal karakterini kayıt altına almak
amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, takip eden bölümlerde sırasıyla ilçe merkezinin mevcut mekânsal
özellikleri ve yürürlükteki imar planı sayısal veriler de
kullanılarak; arazi kullanımı, yapı kullanımı ve kat adetleri ve yürürlükteki imar planı başlıkları altında irdelenmektedir. Bu amaçla kullanılan temel mekânsal verilerin bir bölümü; Karadeniz Teknik Üniversitesi Şehir
ve Bölge Planlama Bölümü 4. sınıf öğrencilerinin
2016-2017 öğretim yılı güz döneminde bitirme tezleri
için Yusufeli ilçe merkezini konu alan çalışmalarından
elde edilmiştir. Öğrenciler alan çalışması kapsamında Yusufeli kent merkezinde yaptıkları tespit ve
analizleri, sonradan haritalandırarak raporlamışlardır.
Hazırlanan haritalardan arazi kullanımı ile bina kullanımı ve kat adedi haritaları yazarlar tarafından revize
edilerek arazi kullanım tablosu güncellenmiş, ayrıca
kentin yürürlükteki imar planı da coğrafi bilgi sistemi
ortamına aktarılmıştır.
Arazi Kullanımı
Yusufeli kent merkezi, Çoruh Nehri ile Barhal Çayı’nın
birleştiği noktada, çayın sağ ve sol sahilindeki düzlük
ve hafif yamaçlık alanlara kurulmuştur. Bu çayın doğusunda ve batısında dağlar birdenbire yükseldiğinden
kent, bu iki dağ arasında vadi tabanında kuzey-güney
yönünde doğrusal şekilde genişlemiştir. (Resim 2-4)
Başka deyişle, mevcut kentsel alan Barhal Çayı’na
paralel sokaklar ve ızgara dokuda yapı adaları şeklinde gelişmiştir. Bu yapılanma biçimi hem konut yapı
adalarında hem de ticaret akslarında gözlenmektedir.
Kentin en önemli aksı, çaya paralel konumlu İnönü
Caddesi olup ticari yapılar, idari tesisler ve kentsel
sosyal altyapı alanları bu aks üzerinde yer almaktadır.
Doğrusal makro-formdaki kentin kuzey ve güneyi
arasındaki mesafe yaklaşık bir kilometre olup kent,
yaya erişimini oldukça kolaylaştıran düze yakın bir
topoğrafyaya sahiptir. Kentin çeper alanları kırsal
nitelikli olup bu alanlarda bahçeler ve bu bahçeler
içinde az katlı yapılar yer almaktadır.
Mevcut yapıların büyük bir kısmı konut olarak kullanılmakla birlikte, bütünde karma kullanımların oluşu ve
kolay erişebilirliği kentin temel özelliklerindendir. Merkezin güneydoğusundaki Ahalt ve güneybatısındaki
Kazım Karabekir Mahalleleri ile Barhal Çayı’nın kuzey
7. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşimi arazi kullanımı alansal dağılımları
kesiminin sağ ve sol sahillerindeki az eğimli alanlar
bağ-bahçe olarak kullanılmaktadır. (Resim 5-9)
2016 yılı itibariyle kentte; 491 konut, 140 konut altı ticaret, 4 konut altı hizmet kullanımlı bina, 3 cami,1 yüksekokul, 4 lise, 2 ortaokul, 4 ilkokul, 2 anaokulu, 1 halk eğitim merkezi, 1 hastane, 1 küçük sanayi sitesi, 4 otel,
1 pansiyon ve 1 müze olduğu tespit edilmiştir. Kentte
tarımsal ve kentsel kullanımlar iç içe olup, bağ-bahçe
alanları arazi kullanımında büyük bir orana sahiptir.
(Resim 6, 7)
Yapı Kullanımı ve Kat Adetleri
Aynı dönemde kentteki yapıların kat sayısının 1 ile
10 arasında değiştiği ve bunların % 29’unun 1 katlı,
% 30’unun 2 katlı, % 18’inin 3 katlı, % 10’unun 4 katlı,
% 5’inin 5 katlı, % 5’inin 6 katlı ve % 3’ünün ise 7 kat
ve üzeri olduğu gözlenmiştir. Bu bağlamda, kentte az
katlı yapıların (1-3 katlı) yaygın olduğu ve toplamda
% 77’lik bir paya sahip oldukları söylenebilir. Görece
çok katlı binalar kentin merkez aksını oluşturan İnönü
Caddesi’nde yer almaktadır. (Resim 10-12)
MİMARLIK 411 51
Kaynak: Ersin Türk kişisel arşivi
9. Barhal Çayı kuzey kesimi sağ ve sol sahilindeki yapılar ve bahçeler
Kaynak: KTÜ ŞBP 4. Sınıf öğrencilerinin 2016-2017 güz dönemi bitirme tezi alan çalışmaları üzerinde yazarların
revizyonu
8. Barhal Çayı kuzey kesimi kent içi köprü geçişi ve yakın çevresi
11. Kentin ana aksını oluşturan İnönü Caddesi’nden kış görünümü
10. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşimi yapı kullanımı ve kat adetleri
Yürürlükteki İmar Planı
Yusufeli ilçesi kentsel yerleşimine ait 2004 yılı onaylı
yürürlükteki revizyon ve ilave imar planında; kentin
ana aksını oluşturan İnönü Caddesi 17 m en kesitinde
taşıt yolu ve bu yolun çevresindeki yapı adaları ticari
ve idari tesisler, çayın sağ ve sol sahilinde yapılaşmamış alanlar park, çayın batı sahil kısmında 10 m
genişliğinde taşıt yolu ve bu yolun çevresindeki yapı
adalarının bir kısmı yol boyu ticari yapılar bulunmaktadır. Çay ile nehrin birleştiği noktada Küçük Sanayi
Sitesi (KSS), KSS’nin güneydoğusunda Artvin-Yusufeli yolu üzerinde devlet hastanesi, Ahalt ve Kazım
Karabekir Mahalleleri’nin Çoruh Vadisi kenarındaki
jeolojik ve jeoteknik açıdan yerleşime uygun olmayan
alanlar heyelan alanı, bu heyelan alanının art bölgesi
ise ön bahçesiz, ayrık nizam, 3 katlı konut alanıdır.
Kent merkezinin kuzeyindeki çayın sol sahili dere
boyunca süreklilik göstermeyen ve derinliği artan
/ azalan bir biçimde kamu ve özel mülkiyette olan
korunacak bahçe olarak planlanmıştır. (Resim 13)
Planın en dikkat çeken kararlarından biri, nüfusta
52 MİMARLIK 411
12. Kentin ana aksını oluşturan İnönü Caddesi’nden yaz görünümü
önemli bir artış olmamasına karşın kentin çeperlerinde ihtiyaçtan fazla yeni gelişme konut alanları
önermesidir. Ayrıca yukarıda adı geçen iki mahalle
ile çayın kuzey kesimindeki sağ ve sol sahildeki az
eğimli alanlar günümüzde bağ-bahçe olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda, yürürlükteki uygulama imar
planında Barhal Çayı kenarındaki doğal ve tarımsal
alanların kısmen korunduğu, buna karşın Çoruh Vadisi kenarındaki tarımsal ve doğal alanların korunmadığı anlaşılmaktadır. Özetle, yürürlükteki imar planının
da bu haliyle yöre ekonomisini, yaşam kültürünü ve
çevreyi bütünüyle korumadığı söylenebilir.
SONUÇ
Çoruh Nehri ve Barhal Çayı kıyısında konumlu
Yusufeli ilçe merkezi ve yakın çevresinin, yakın gelecekte baraj suları altında kalması ve yeni merkezin
yapay bir gölet kenarında çorak ve baş edilemez
eğimli bir alanda kurulacak olması, Yusufelililerde
uzun bir süredir derin bir belirsizliğe ve huzursuz-
Türk ve Erkan’ın23 da vurguladığı üzere yeniden yerleştirmenin hiçbir aşamasında yerleşimin korunması
/ devam ettirilmesi gereken değerlerine yönelik bir
kaygı taşınmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, yeni
yerleşimin kurulacağı bu alanda fiziksel düzenlemeler yapılsa da, alanın coğrafi ve iklimsel özellikleri
itibariyle mevcut yerleşimin yukarda sıralanan değerlerinin yaşatılması mümkün görülmemektedir.
Kaynak: Yusufeli Belediyesi’nden edinilen imar planının CBS ortamına aktarılması
luğa neden olmuştur. Doğası, iklimi, tarımı, kültürü
ile farklı bir kimliğe sahip Yusufeli ilçe merkezi ile
vadi içindeki köyleri tarih olacaktır. Bu merkezin ve
yakın çevresinin korunması ya da devam ettirilmesi
gereken değerleri genel olarak aşağıdaki şekilde
özetlenebilir:
• Doğal ve tarımsal: Özgün coğrafyası ve mikroklimasında barındırdığı endemik türleri de içeren
zengin biyolojik çeşitlilik, sahip olduğu su ve
toprak kaynakları ile zengin tarımsal çeşitlilik ve
üretim,
• Kültürel: Birçok uygarlığa ev sahipliği yapması
nedeniyle kale, kilise, manastır, hamam, cami,
köprü gibi birçok tarihi eser ile özgün birçok
şenliklerle sürdürülen Yusufelililik kimliği,
• Sosyo-ekonomik: Küçük ölçekli (bağ-bahçe)
tarımsal üretimi ve aile işletmelerini de barındıran
hizmet sektörüyle çeşitlenen istihdam yapısı,
• Mekânsal: Vadi tabanında düz ve hafif yamaçlı
alanlarda kurulu, doğrusal makro-formlu, kolay
ve yaygın yaya erişimli, merkezde çok ve az katlı
binalar ile karma arazi kullanımlarıyla çeşitlenen,
kent merkezinde genellikle çok katlı, çeperde az
katlı, bağ-bahçe ve tarımsal kullanımların bir arada
yer aldığı kentsel mekân.
13. Yusufeli İlçesi kentsel yerleşiminin yürürlükteki revizyon ve ilave imar
planı
10. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.9.
11. “Limak - Cengiz - Kolin ortak girişimi Yusufeli Barajı ve HES Projesi
için imza attı”, limak.com.tr/basin/basin-bultenleri/basin-bultenleri-2012/
Yeni yerleşim yerine taşınma süreci başladığında,
Yusufelililerin bir kısmı bu yeri kabullenerek yeni
yerleşim yerine, bir kısmı ise kamulaştırma bedelleriyle başka bir yerlere göç edecektir. “Mekân bilimi”
meslek alanında çalışmalarını sürdüren bizlere bu
süreçte iki önemli görev düşmektedir. Birincisi, yukarıda genel olarak özetlenen mevcut yerleşimin kendine özgü değerlerinin, ilçe merkezi ve civar köyleri
sular altında kalmadan ayrıntılı envanter çalışmaları
yapılarak belgelenmesidir. İkincisi ise yeni Yusufeli
yerleşim yerine taşınacaklara daha iyi yaşam koşulları sağlamaya ve uyum sürecinde yaşanacak olası
travmaları azaltmaya yönelik her türlü mesleki desteği vermektir.
limak-cengiz-kolin-ortak-girisimi-yusufeli-baraji-ve-hes-projesi-icin-imza-
*Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe Bilal Top arşivine aittir.
Olarak Belirlenen Alanın, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca Acele Kamu-
NOTLAR
1. YYP Sonuç Raporu, 2001, “Yusufeli Barajı Yeniden Yerleşim Planı Sonuç
Raporu”, Sahara Mühendislik Ltd. Şti, Ankara, ss.220-222.
2. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.79.
3. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.42.
4. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.10.
5. Küçükbaşol, Yusuf, 2015, “Çoruh Nehri ve Yusufeli Barajı: Toplumsal,
Ekonomik ve Çevresel Etkileri Bakımından Bir Baraj İncelemesi”, Birey ve
Toplum, cilt:5, sayı:10, ss.133-158.
6. YYP Sonuç Raporu, 2001, ss.14-30.
7. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.52.
8. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.9.
9. Küçükbaşol, 2015, s.134.
laştırılması Hakkında Karar, Bakanlar Kurulu Karar Tarihi - no: 03.04.2006
atti- [Erişim: 15.5.2018]
12. 2007 ve 2017 TÜİK ADNKS Verileri, biruni.tuik.gov.tr /
medas/?kn=95&locale=tr [Erişim:24.09.2018]
13. “Artvin İli Yusufeli İlçesinin Merkezinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu”, tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/
yil01/ss48.pdf [Erişim: 21.05.2018]
14. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.14.
15. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.30.
16. YYP Sonuç Raporu, 2001, s.10.
17. Tıraş, Mehmet, 1995, “Yusufeli (Artvin) Kasabasında Yerleşme”, Doğu
Coğrafya Dergisi, sayı:1, cilt:1, ss.396-412.
18. Tıraş, 1995, s.410.
19. Bakanlar Kurulu Kararı, 2006, Yusufeli Barajının Yapımı Dolayısıyla Su
Altında Kalacak Olan Artvin İli, Yusufeli İlçe Merkezinin Yeni Yerleşim Yeri
- 2006/10290, Resmî Gazete Tarihi: 25.04.2006, Resmî Gazete Sayısı:
26149.
20. 5753 “Artvin İli Yusufeli İlçesinin Merkezinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun”, Resmî Gazete Tarihi: 24.04.2008, Resmî Gazete Sayısı: 26856.
21. Yüksel Proje, 2009, “Artvin İli, Yusufeli İlçesi Yeni Yerleşim Alanı Uygulama İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etüt Raporu (YJ-TIP-09-067-B)”,
Ankara: TOKİ.
22. Türk, Ersin; Erkan, Gökhan Hüseyin, 2018, “Gömleğin Her Düğmesini
Yanlış İliklemek: Artvin-Yusufeli Zorunlu Yeniden Yerleştirme Sürecinin
Eleştirel İncelemesi”, Planlama Dergisi, sayı:28, cilt:2, ss:218-235, s.218.
23. Türk; Erkan, 2018.
MİMARLIK 411 53
kentSEL PLANLAMA
Şehircilikte Modern Arayışlar:
W. M. Dudok İzmir’de
Meltem Ö. Gürel
Yeni kurulan genç bir Cumhuriyet olarak kentlerin
modernleşmesi adına atılan adımların belki de ilki,
kapsamlı kent planlarının elde edilmesi olmuş. Bu
bağlamda İzmir’e davet edilen Dudok’un ürettiği
projeler gerçekleşmese de, Hollanda Mimarlık
Enstitüsü arşivine bıraktığı kapsamlı çizimler ve
dokümanlar bir döneme pencere açarak iç içe
geçen modernizasyon politikaları ve mimarlık
kültürünü sorgulamamıza katkı sağlıyor.
beynelmilel yarışmada jüri üyesi olarak gelmiştir.1
Bu önemli yarışma öncesinde dönemin mimarları
Dudok’u ona uluslararası ününü getiren Hilversum
Belediye Binası’nın (1924-1931), Arkitekt dergisinde
yayımlanmasıyla tanımıştır.2 Yine Arkitekt, Dudok’un
1936 yılında Architecture d’Aujourd’hui dergisinde
yayımlanan bir yazısının çevirisini “Zamanımızda Şehircilik
ve Mimarî” başlığıyla 1937 yılında yayımlamıştır.3 Dudok
1949 yılında İstanbul Adliye Sarayı yarışmasında
yine jüri üyesi olmak üzere ikinci kez Türkiye’ye gelir.
Aynı yıl Arkitekt, Dudok’un 1939-1941 yılları arasında
yapılan Utrecht Belediye Tiyatrosu’nu yayınlamıştır.4
Dudok’a duyulan ilgi 1953 yılında biri Ankara’da İşçi
Sigortaları Kurumu, diğeri İzmir Belediyesi’nden gelen
davetlerle kendini gösterir. Dönemin belediye başkanı
Rauf Onursal, 6 Kasım 1953 tarihinde Dudok’a yazdığı
davet mektubunda İzmir şehrinin modernizasyonu
bağlamında uluslararası bir yarışma açmayı ve öncelikli
olarak bir opera, bir şehir tiyatrosu ve bir belediye binası
inşa etmeyi düşündüklerini yazar.5
1950’li yılların modernizasyon projeleri çerçevesinde
Türkiye’ye gelen ünlü uzmanlar arasında çok bilinmeyen
bir isim Willem Marinus Dudok (1884-1974)’dur. (Resim
1) Hollandalı ünlü mimar ve plancı İzmir’e 1954 yılında
belediyenin daveti üzerine gelir. Amaç, kentin merkezine
modern çözümler getirebilmektir. Bu amaç, dönemin
Başbakanı Adnan Menderes liderliğinde Demokrat Parti
modernizasyon politikaları ve bu politikaların uzantısı
olarak gerçekleştirilen mimari ve kentsel projeler ve
yıkımlarla örtüşür.
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam.
Dudok Türkiye’ye ilk kez 1938 yılında Türkiye Büyük
Millet Meclisi binasının tasarımı için 1937 yılında açılan
Meltem Ö. Gürel
Prof. Dr., Yaşar
Üniversitesi Mimarlık
Bölümü
1. Willem Marinus Dudok (1884-1974)
54 MİMARLIK 411
Onursal’ın daveti Dudok’un eline, işlerini tanıtmak amaçlı
davetli olarak gittiği, Amerika Birleşik Devletleri’nde
geçer. 28 Kasım 1953 tarihinde Chicago’dan Onursal’a
gönderdiği bir mektupla daveti memnuniyetle kabul
eder.6 Dudok, şehir mimarı olarak çalışmakta olduğu
Hilversum Belediyesi’ne iki hafta için İzmir’e gideceğini
bildirir ve izin alır. Uluslararası ününe rağmen Hollanda
dışında çok az proje yapmış olan Dudok için İzmir’den
gelen teklif arkasında uluslararası mimari bir yapıt
bırakma fırsatı yaratmıştır. Bu yıllarda ses getiren
birçok modern mimari ve kentsel tasarım projelerine
imza atmış mimar ve plancılar için farklı coğrafyalar
modern mimarlık tarihine damgalarını vurma imkanı
teşkil etmiştir. Örneğin, ünlü mimar Le Corbusier’nin
gerçekleştirdiği çok kapsamlı bir kentsel tasarım projesi
olan Chandigarh projesi, ünlü tasarımcının fikirlerinin
yeşerdiği Fransa topraklarından uzaklarda hayat
bulmuştur.7 Le Corbusier 1948 yılında İzmir Belediyesi
davetlisi olarak İzmir’i de ziyaret etmiş ve kent için bir
proje tasarlamıştır. Bu ziyaretten beş yıl sonra, Dudok,
İzmir’e 10 Şubat 1954’de varır ve 24 Şubat’ta ayrılır.
Şehirde kaldığı iki hafta içerisinde dönemin Belediye
İmar Müdürü Rıza Aşkan, Belediye mimarı Harbi Hotan
ve şehircilik danışmanı Prof. Kemal Ahmet Arû gibi kentin
gelişmesinde söz sahibi olan önemli isimlerle beraber
çalışır. (Resim 2) Dudok’tan Saat Kulesi’nin bulunduğu
meydanı kapsayacak şekilde Konak sahil bandı için
geliştirilen öneriler hakkında görüşleri alınır ve Belediye
Sarayı ile İzmir Şehir Tiyatrosu’nu tasarlaması istenir.
Konak Meydanı İzmir’de modernizasyonun simgesi
olmuş kamusal bir kent alanıdır. Dudok’un bu alan için
yaptığı öneriler bu bağlamda değerlendirilmelidir.
1950’LERDE MEYDANI MODERNLEŞTİRME
ÖNERİLERİ VE DUDOK VİZYONU
20. yüzyılın ortasında, şehrin merkezini ve ulaşımı
modernleştirme isteğiyle, Konak Meydanı ve kıyı
şeridi için, aralarında uluslararası üne sahip “usta
modernist” mimarlar Le Corbusier, W. M. Dudok ve
Richard Neutra’nın da bulunduğu uzman mimar ve
plancıların görüşü alınmıştır. Le Corbusier 1948 yılında
şehri ziyareti sonucunda ürettiği kentsel tasarım projesi
kapsamında Konak ve çevresinde yeşil doku içinde
çok katlı bloklar önerir. Bu öneri ünlü mimarın yıllardır
üzerinde düşünegeldiği fikirlerin ve CIAM (Congres
Kaynak: Kişisel arşiv.
Kaynak: 1954, Beyaz Kitap, İzmir Belediyesi Yayınları, İzmir.
3. İzmir Belediyesi kıyı şeridi çalışması
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M.
Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe
Instituut, Rotterdam.
Bu bağlamda, modernizasyonun odağında kamusal
bir merkez olarak Konak Meydanı, 1900’lerin ilk
yarısında, ortasında Saat Kulesi, batısında İzmir
Körfezi, doğusunda Hükümet Konağı, kuzeyinde depo
binaları ve güneyinde Sarı Kışla ile çerçevelenmiş
tanımlı bir meydan niteliği taşır. Meydanın bu niteliği
modernizasyon politikaları kapsamında belediyenin
1955 yılında Sarı Kışla’yı yıkmasına kadar devam eder.
Bugün tarihî resimlerde nostaljiyle baktığımız Sarı
Kışla, o dönemin modern kent anlayışı ve arzusuyla,
eski, hijyenik olmayan, işlevini yitirmiş, sürekli tamir
gerektiren ve alanı tıkayan bir öge olarak çağdaş bir
kente yakışmadığı inancıyla yıkılmıştır.
2. Dudok, Belediye İmar Müdürü Rıza Aşkan, Belediye mimarı Harbi
Hotan ve şehircilik danışmanı Prof. Kemal Ahmet Arû, İzmir, Şubat 1954
4. Dudok’un Belediye Sarayı için İzmir’de yaptığı 15 Şubat 1954 tarihli eskiz
Kaynak: 1956, Arkitekt, sayı: 02(284), ss.59.
KONAK MEYDANI’NIN OLUŞUMU
Meydanın güney tarafındaki sınırı 1827-1829 yılında inşa
edilen Sarı Kışla (Kışla-i Hümayun) ile tanımlanmıştır.
Kışla Osmanlı devletinin askeri modernizasyonu
kapsamında
Yeniçeri
Ocağı’nın
kaldırılmasıyla
oluşturulan yeni ordu düzeni için yapılmış ve Osmanlı
Batılılaşma hareketlerinin bir göstergesi olarak merkezî
ve görülebilir bir noktada konumlandırılmıştır. Kışlanın
kütlesi ile meydana getirilen tanım 1854 ile 1856 yılları
arasında İtalyan mühendis Luigi Storari’nin hazırladığı
kent haritasında görülür.8 Meydanın sınırları 1867
yılında meydana ismini veren Katipzade Konağı’nın
yıkılarak yerine Hükümet Konağı’nın (1872) inşa
edilmesiyle daha tanımlı hale gelir.9 Resmî hizmet binaları
19. yüzyılın başlarında Osmanlı devletinin modernizasyon
sürecinin bir parçası olarak ve devletin gücünü
topluma iletmek üzere kent merkezlerinde yerlerini
almaya başlamıştır. Neo-klasik stilde yapılan İzmir
Hükümet Konağı, meydanın yönetsel kimliğinin yanı
sıra Batılı kimliğini de vurgular. Binanın hemen kenarında,
meydan kamusal bir mekân olarak şekillenmeden önce,
18. yüzyılda yapılmış küçük bir cami olan Yalı Camisi
yer alır. Batılılaşma hareketleri kapsamında, meydanın
ortasına caminin varlığını geri planda bırakan Saat
Kulesi’nin inşasıyla meydanın simgesel önemi artmıştır.
Biçimsel olarak oryantalist bir yaklaşımı örnekleyen
kule, II. Abdulhamid’in tahta çıkışının 25. yılı kutlamaları
kapsamında çağdaş bir sembol olarak yapılmış ve 1 Eylül
1901’de törenle açılmıştır. 19. yüzyılda başlayarak raylı ve
toplu ulaşımın gündelik hayatın bir parçası olmasıyla
birlikte, saat kuleleri istasyon yapılarında veya onların
yakınlarında yer almışlardır. Konak Meydanı’nda saatin
görsel ve işitsel varlığı, 19. yüzyılın sonlarına doğru
tramvay ve vapur gibi ulaşım hatlarının bağlandığı
meydana yeni bir düzen getirmiştir. Bu düzen hayatın
günde beş vakit okunan ezana göre düzenlendiği bir
coğrafyada modernleşmeyi işaretleyen yeni bir katmanı
oluşturmuştur.
5. Birincilik ödülü alan Doğan Tekeli, Tekin Aydın ve Sami Sisa’nın Konak
Sitesi projesi
Internationaux d’Architecture Moderne) planlama
kavramlarının bir yansımasıdır.10 Kentte geçirdiği beş
gün içerisinde Le Corbusier, Dudok’un da yapacağı
gibi, o dönem belediyede mimar olarak çalışan Rıza
Aşkan, Harbi Hotan ve Alp Türksoy gibi isimlerle
çalışmıştır. Le Corbusier’nin 1949 yılında teslim ettiği
MİMARLIK 411 55
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34,
195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam.
6. Dudok’un İzmir Belediyesi Tiyatrosu için Hollanda’da yaptığı çizimler (perspektif, zemin ve giriş kat planları, görünüşler), 1954
kentsel tasarım önerisinin uygulanabilir bulunmaması
üzerine, 1951’de “İzmir Şehri İmar Plânı Milletlerarası
Proje Müsabakası” düzenlenir. Yarışmanın şartnamesi
Sarı Kışla’nın kaldırılmasını ister.11
Yarışmada birincilik alan Prof. Kemal Ahmet Arû,
Gündüz Özdeş ve Emin Canpolat takımının projesi
Konak Meydanı’nı ulaşım merkezi olmanın yanı sıra
yönetim, ticaret ve kültür niteliklerinin toplandığı iş
ve ticaret merkezi olarak irdeler. Le Corbusier’nin
önerisiyle uyumlu olarak, plan kıyı şeridinde yeşil
alanlar, kültür yapıları ve çok katlı bloklar önerir. Arû
ve ekibinin nazım plan önerisi 1953 yılında yürürlüğe
girse de, 1952 tarihli jüri raporunda belirtildiği üzere,
“Konak meydanında bazı bina kitlelerinin denize
muvazi olarak yerleştirilmesi imbat rüzgârına mani
olacağı cihetle doğru görülmemiş[tir].”12 Konak
Meydanı ve çevresi için ayrı bir yarışma açma kararı
verilir. Ziyareti esnasında Dudok’un meydan ve kıyı
şeridinin gelişmesi hakkında görüşleri alınır. Dudok’un
proje kapsamındaki çalışmaları 1954 yılında İzmir
Belediye’sinin yayını olan Beyaz Kitap’ta yayımlandığı
gibi yerel gazetelerde de yer almıştır.13
Hollanda Mimarlık Enstitüsü (NAI) arşivinden bize
ulaşan ve belediyenin Beyaz Kitap’ında yayımlanmış
olan 1954 tarihli kıyı şeridi önerisi önceki projelerde
56 MİMARLIK 411
olduğu gibi Konak’ın ulaşımdaki önemli rolünü
vurgular. Konak, Alsancak ile Güzelyalı’yı birleştiren
kilit noktadır. Aynı zamanda Konak Meydanı körfez
vapurlarının çalıştığı vapur iskelesinin mekânıdır.
Planda meydanın ortasından geçen yeşil bir
bulvarla İkinci Kordon’un Mithat Paşa Caddesi’ne
bağlandığı görülür. Bu akıştan ve ona eklemlenen
trafik ağından motorlu taşıt ulaşımının artan önemini
izlemek mümkündür. Bu önemin II. Dünya Savaşı
sonrasındaki uluslararası gelişmelerin ve Amerika
Birleşik Devletleri’nden gelen teknik ve finansal yardımın
etkisiyle şekillenen dönemin politikaları ve tasarım
yaklaşımlarıyla uyumlu olduğunu söylenebilir. 14 Öneri,
önceki projelerde olduğu gibi, Sarı Kışla’yı kaldırır ve
benzer bir şekilde kıyı şeridine aralarında yeşil alanlar
tanımlanmış çok katlı bloklar yerleştirir; aynı zamanda
bir sinema, Adalet Sarayı, İzmir Şehir Tiyatrosu ve
Belediye Sarayı içerir. (Resim 3)
Dudok’un Belediye Sarayı için yaptığı tasarım,
Konak Meydanı’nı U biçimi oluşturacak şekilde bina
kütleleriyle çerçeveleyerek meydana yeni bir tanım
getirir. Birbiriyle ortogonal ilişkisi olan bu kütlelerden
meydanın batısında, deniz tarafında olanı, ince, uzun ve
çok katlıdır. Dudok 15 Şubat 1954 tarihli eskizlerinde, bu
binayı pilotiler üzerinde yükseltilmiş sekiz katlı büyük bir
blok olarak tasarlar. (Resim 4) Meydanın güneyinde,
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/
DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam.
Kaynak: (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO 195K.34, 195M.101, Het
Nieuwe Instituut, Rotterdam
7. Dudok’un İzmir Belediyesi Tiyatrosu için yaptığı alternatif tasarım
39.528 m3’lük bu kütleye eklemlenen ve işlevsel olarak
Belediye Sarayı’nın devamı olan yapı 13,5 metre
yüksekliğinde olan 30.712 m3’lük bir hacimdir. Meydanın
kuzeyini sınırlayan 6 metre yüksekliğindeki ince uzun
yapı Belediye Sarayı’nın deniz kenarında bulunan çok
katlı kısmına bağlanır. Pilotiler üzerinde kaldırılmış 26
metrelik Belediye Sarayı bloğu insan ölçeğinde denizle
meydanın ilişkisini koparmamakla beraber caddeden
deniz görünüşünü keser. Ayrıca, sıcak yaz aylarında
denizden eserek iç kısımları serinleten imbat rüzgârını
kısmen keseceği düşüncesiyle bu öneriye çok sıcak
bakılmamış olabileceğini tahmin etmek mümkündür.
Binanın modernist estetiği çarpıcıdır. Kariyeri boyunca
Dudok tek bir akımla tanımlanmamış modernizimden,
ekspresyonizm ve gelenekselliğe kadar geniş bir
yelpazede kendine has bir yaklaşım sergilemiştir.15
İzmir için ürettiği proje Dudok’un işlerinin Hollanda
mimarisinden çok uluslararası niteliğini vurgulaması
bakımından kayda değer. Dudok’u yerel mimarlardan
ayıran bu uluslararası nitelik onu daha geniş bir
uluslararası platformda tanınır kılmış ve 1955 yılında
Amerikan Mimarlar Enstitüsü (AIA) tarafından verilen
“Gold Medal”ın sahibi yapmıştır.
birincilik ödülü alan Doğan Tekeli, Tekin Aydın ve
Sami Sisa’nın tasarımları da dahil olmak üzere ödüle
layık görülen önerilerde bu yaklaşımın izleri bulunur.
(Resim 5) Farklı olan en önemli yaklaşım meydanın
deniz cephesinin açıklığıdır. Jüri raporunun belirttiği
gibi beklenti deniz görünüşünün kapanmaması ve
“mevcut imkânlar nispetinde gerideki trafik yolundan
da temin edilmiş olması”dır.18 Bu şart Konak Meydanı
kapsamında Dudok’un Belediye Sarayı için yaptığı
önerinin kabul görmediğine işaret eder.
İZMİR ŞEHİR TİYATROSU PROJESİ, 1954
Dudok’un tasarladığı tiyatro kompleksi Konak kıyı
şeridinin kıvrıldığı noktada denizle yol arasında ve
denizin hemen kenarında konumlandırılmıştır. (Resim
3) Opera ve tiyatro işlevini içerecek şekilde düşünülen
anıtsal yapı, içerisinde birçok mekânı barındırır.
Bunların arasında 12.000 kişilik bir tiyatro salonu, 300
kişilik bir konser salonu, bir gazino, restoran, kafe,
çocuk tiyatrosu ve servis mekânları bulunur. Bina
için Dudok ilkini 15 Şubat tarihinde ürettiği birden
fazla öneri getirir. Bu tasarımlar, tek kütle yerine kütle
parçacıklarından oluşan kompozisyonları, bunların
biçimsel ilişkisi, boşluk ve doluluk ritmi, pencere
düzeni ve yerleşim planı itibariyle ünlü mimarın 19391941 yılları arasında yaptığı ve 1949 yılında Arkitekt
dergisinde basılan Utrecht Belediye Tiyatrosu’nu
andırır. Dudok’un kesitlerde yaptığı akustik çalışmalar
yine Utrecht tiyatrosu için yaptığı kesit çalışmasına
benzer. Dudok Hollanda’ya döner dönmez anıtsal
yapı için çalışmalarına başlamış ve kendi ifadesiyle,
heyecanla bir avan proje ve bir alternatif plan
hazırlamıştır.
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/
DUDO 195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam.
Dudok’un Konak Meydanı için geliştirdiği öneri
gerçekleşmemekle beraber onu izleyen tasarımlarda
izlerini bırakır.16 1955 yılında düzenlenen “İzmir - Konak ve
Civarının Şehircilik Bakımından Tanzimi Müsabakası”nda
ikincilik ödülü alan Güngör Kaftancı’nın belirttiği gibi bu
yarışmada “K. A. Arû ve Dudok’un etüdleri esas” alınır.17
Akıl birliğiyle oluşturulan modernist yaklaşım esas
teşkil etmesi için yarışmacılarla paylaşılır. Yarışmada
8. Dudok’un Aşkan’a 31 Mart’ta
yazdığı mektup
9. İzmir Belediyesi Tiyatrosu için üretilen kubbeli tasarım, 1954
MİMARLIK 411 57
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO
195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam.
Kaynak: Stadsschouwburg Izmir Turkije (ontwerp W.M. Dudok), NAi/DUDO
195K.34, 195M.101, Het Nieuwe Instituut, Rotterdam.
10. İzmir Belediyesi Tiyatrosu için yapılan bir kesit ve akustik çalışması, 1954
11. Dudok’un İzmir Şehir Tiyatrosu için 15 Şubat tarihinde İzmir’de yaptığı eskizler
1/200 ölçeğinde yapılan avan proje, İzmir’de üretilen
ilk öneriden farklı olarak, ana binanın batıda, deniz
tarafındaki kütlesini kısmen kolonlar üzerine kaldırarak
altından geçişe imkan vermez. Bu kısım yüksek pencere
ve dikmelerden oluşan bir cephe ile yere kadar iner ve
yüksek bir mekânı çerçeveler. (Resim 6) Büyük bir üst
örtüden oluşan ana giriş yol tarafındaki doğu cephesinin
bir kenarından verilmiştir ve bu cephe boyunca uzanan
büyük bir vestiyer holüne akar. 300 kişilik konser
salonu üst katta, bu yüksek tavanlı holün üzerinde yer
alır. Büyük tiyatro salonu ise ortada, vestiyer holünün
batısında yer alır ve holün sonunda bulunan anıtsal
nitelikteki merdivenler ile birinci kattan ulaşılır. Zemin
katında bulunan çocuk tiyatrosuna yan cepheden ölçeği
küçültülmüş ayrı bir girişle ulaşılır. Bu girişin bulunduğu
güney cephesinin deniz kenarındaki kısmına takılan iki
katlı ince uzun kütle, alt katta ofisleri, üst katta ise bir
restoran, kafe ve bunların servis alanlarını barındırır. Batı
cephesinde bu mekânların önüne her iki katta da sıra
sütunlu açık koridorlar yerleştirilmiştir. Sıra sütunlar ana
kütlenin bu cephedeki yüksek pencere ve dikmeleriyle
ritmik bir bütünlük oluşturur. İki katlı kütlenin restoran
ve kafenin bulunduğu üst katından bağlandığı yüksek
pencereli mekân bir gazinodur. Sahnenin arkasına
denk gelen bu yüksek pencereli mekân denize nazır
olarak düşünülmüştür.
58 MİMARLIK 411
Alternatif tasarımda, Dudok doğu cephesindeki
girişi yan taraftan ortaya alarak daha simetrik bir
düzen kurgulamıştır. (Resim 7) Bu düzeni Aşkan’a
31 Mart’ta yazdığı mektupta Hollanda’da yaptığı
çalışmalar esnasında, sahne düzenlemesiyle ilgili
bir uzmana danışmasının neticesi olarak aktarır.
(Resim 8) Bu simetrik düzeni baz alan projenin bir
versiyonu kubbelerle geliştirilmiştir. Dudok üzerine
olan çalışmaları ile bilinen Herman van Bergeijk’e göre
bu versiyon Dudok’un asistanı olan R. M. H. Magnée
eliyle üretilmiştir. Bu kubbeli tasarım yaklaşık yarım asır
önce Saat Kulesi’nde de gözlemlediğimiz bir oryantalist
yaklaşıma işaret eder. (Resim 9, 10) Gerek Dudok’un
çizgisinden, gerekse modern şehir arayışı içinde
bocalayan İzmir’deki takımın isteklerinden uzak olan
tasarım bu yaklaşımı itibariyle çok çarpıcıdır. Ayrıca, hem
Dudok’un bina için yaptığı 15 Şubat tarihli ilk perspektif
eskizlerinde hem de Mart ayında Hollanda’da ürettiği
detaylı perspektif eskizlerinde hakim olan modern
tasarım dilinden farklıdır. (Resim 6, 11)
Dudok, belediye ile projeyi 1954 yılının Ağustos ayında
bitirmek üzere anlaşmıştır. Aşkan’a Mart ayında yazdığı
mektupta kontratının eline hâlâ geçmediğini belirtir ve
ücretini talep eder. Ancak, Dudok ne Aşkan’dan ne
de 16 Nisan’da mektup yazdığı Onursal’dan bir cevap
alamaz. Beklediği sözleşme ve ödemesi eline geçmez.
2 Mayıs 1954’de genel seçimlerin yapılmasıyla Belediye
Başkanı Rauf Onursal milletvekili seçilmiş ve İzmir’den
Ankara’ya taşınmıştır. Yerine gelen yeni Belediye
Başkanı Selahattin Akçiçek projeyi askıya alır ve maddi
destek eksikliği ile beraber, proje gerçekleştirilmez.
Dudok’un projesine büyük destek veren arkadaşı
İzmir Valisi Muzaffer Göksenin Bağdat’a büyükelçi
olarak tayin edilmesiyle Dudok projeden ümidini keser.
Onursal’a 23 Ağustos 1954 tarihinde yazdığı mektupta
Dudok’a verilen sözlerin, projeye duyduğu heyecanın
ve emeklerinin karşılığını alamamanın yol açtığı hayal
kırıklığını, kırgınlığı ve kızgınlığı çok net bir şekilde
okunur.19 Kuşkusuz hayal kırıklığı sadece Dudok için
geçerli değildir. İzmir hayalini kurduğu kültür yapısına
kavuşamadığı gibi Dudok gibi uluslararası üne sahip bir
mimarın eserini kazanma fırsatını da kaçırmıştır.
SONUÇ
Konak Meydanı ve kıyı şeridi için düşünülen projelerin
hiçbiri uygulanmamış ve Sarı Kışla’nın 1955 yılında
yıkılmasıyla ortaya çıkan büyük boşluk yıllarca tanımsız
bir şekilde kalmıştır. Bu boş alan bir dönem ise dolmuş,
minibüs ve otobüs indirme bindirme yeri olarak iş
görmüştür. Dönemin İmar Müdürü olan Rıza Aşkan
bütün projeleri sahibi gibi benimsemiş ve müelliflik
konusunda tartışmaya açık olsa da, ortak bir akıl
oluşturmayı hedeflemiştir.20 2000’lerin başına kadar
kimliğini kaybetmiş ve yeni bir kimlik arayışı içinde bir
alan olarak kalan Konak Meydanı’nın geçirdiği bütün
bu yıkımlar ve müdahaleler, dönemin baskın değerleri
ve inançları bağlamında, bürokratlardan tasarımcılara,
söz sahibi olan bütün aktörlerin dünya görüşlerini
nesnelleştirme eğilimlerinin yansımasıdır. Ancak, bu
eğilim kentin ve kentlinin belleğinde kopukluğa yol
açarak, kentin kimliğini yaralamış ve aidiyet hissini
zedelemiştir. Dudok’un projeleri, gerçekleşememiş
olsa ve İzmir macerası hüsranla son bulsa da, ürettiği
tasarımlar, çizimleri ve mektupları kentin kamusal
Bu araştırma projesini mümkün kılan Eray Ergeç ve
Wolter Braamhorst’a yardım ve destekleri için çok
teşekkür ederim.

NOTLAR
1. 1938, “Kamutay Musabakası Programı Hulâsası”, Arkitekt, sayı: 04(88), ss.99132.
2. Dudok, Willem Marinus, 1931, “Hilversum Belediye Binası”, Arkitekt,
sayı:11-12, ss.375-377.
3. Dudok, Willem Marinus, 1937, “Zamanımızda Şehircilik ve Mimarî”,
Arkitekt, sayı:01(73), ss.16-17. Yazı, “Dudok’un, Belçika Mimarları XV. Ulusal
Kongresi münasebetiyle verdiği bir konferanstan” alınmıştır.
4. Dudok, Willem Marinus, 1949, “‘Utrecht’ Belediye Tiyatrosu”, Arkitekt,
sayı:03-04(207-208), ss. 81-84,91.
5. Onursal’dan Dudok’a 6 Kasım 1953 tarihli mektup.
6. Dudok’tan Onursal’a 28 Kasım 1953 tarihli mektup.
7. Le Corbusier’nin İzmir’e daveti ilk kez Dr. Behçet Uz’un belediye başkanlığı
döneminde belediye mühendisi Cahit Çeçen’in ünlü mimarı 1938 yılında
Paris’te ziyaretiyle gündeme gelmiştir. Uz’la yapılan yazışmalar sonucunda
1939’da anlaşmaya varılmış, ancak II. Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle Le
Corbusier şehrin nazım planı çalışmalarını yapabilmek için 1948 yılının Ekim
ayında İzmir’e gelebilmiştir. Bkz, “Bize kendi mimarimiz tavsiye ediliyor”,
Yeni Asır, 9 Ekim 1948. “Le Corbusier Şehircilik hakkındaki görüşlerini Şehir
Meclisine izah etti”, Yeni Asır, 8 Ekim 1948. “Le Corbusier’e ödenek Belediye
Meclisinde”, Yeni Asır, 12 Ekim 1948. “Haydar Aryalın Sözleri”, Yeni Asır, 2
Ekim 1948. “Şehir Planı çalışmaları devam ediyor,” Yeni Asır, 7 Ekim 1948.
“Şehircilik uzmanı Korbüziye geldi”, Yeni Asır, 5 Ekim 1948. “İzmir’in İmar
Planı,” Yeni Asır, 6 Ekim 1948. “İzmirin imarı, nazım plan hazırlanıyor”,
Yeni Asır, 13 Ekim 1948.2, 4, 6–9, 12, 13 Ekim 1948, Yeni Asır. 2003, “Le
Corbusier’nin Türkiye Mektuplaşmalarından Bir Seçki”, (çev.) Orçun Türkay,
Sanat Dünyamız, sayı: 86-87, ss.141-149.
8. Atay, Çınar, 1998, Osmanlı’dan Cumhuriyete İzmir Planları, Ajans-Türk
Bas., Ankara. Storari’nin İzmir’deki işleri için bkz. Berkant, Cenk, 2017, “İtalyan
Mühendis Luigi Storari (1821‐1894) ve ‘Tarihsel Notlarla İzmir Rehberi’”, Çeşm‐i
Cihan: Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları E‐Dergisi, cilt: 4, sayı: 2, ss.2-13.
9. Konak ve hemen yanında bulunan ve Adliye Binası olarak kullanılan tarihî
yapı 1970 yılında yanmıştır. Hükümet Konağı daha sonra aslına benzer bir
şekilde tekrar inşa edilmiştir.
10. CIAM planlama kavramları için bkz, Mumford, Eric, 2000, The CIAM
Discourse on Urbanism, 1928-1960, MIT Press, Cambridge, Mass.
Kaynak: Kişisel arşiv
merkezinin değişim ve dönüşüm sürecinde bir katmanı
aralamamıza imkan sağlar. II. Dünya Savaşı sonrasında
uluslararası ve yerel mimarlık kültürü çerçevesinde,
bu katman bize “modern” olarak algılanan bir yaşama
alanı yaratma çabasını anlatır. Bu çaba bağlamında,
1950’lerde Başbakan Adnan Menderes’in liderliğini
yaptığı liberal ekonomik yaklaşımların, “küçük Amerika”
yaratma misyonunun, modernizasyon politikalarının,
yıkımların ve kentsel tasarım projelerinin kapsamını ve
sonuçlarını ortaya koyar. (Resim 12) Bu sonuçlardan
önemli biri tarihî Sarı Kışla ve etrafındaki tarihî binaların
modern bir kente yakışmadığı inancıyla yıkılmasıyla
kent belleğinden önemli bir parçanın silinmesidir. Yerine
önerilen çok katlı bloklar, bunların aralarına yerleştirilen
yeşil alanlar, motorlu taşıtların rahatça akması için
öngörülen yollar ve park yerleri ise dönemin modern
şehircilik ilkeleriyle uyumlu bir kent yaratma arzusunu
gösterir.
12. Başbakan Adnan Menderes Rıza Aşkan ve ekibiyle
11. 1952, “İzmir Şehri İmar Plânı Milletlerarası Proje Müsabakası Şartnamesi (1
Mayıs 1951 – 1 Aralık 1951)”, Arkitekt, sayı: 05-08(249-250-251-252), ss.144-146.
12. 1952, Arkitekt, ss.119-138.
13. 1954, Beyaz Kitap, İzmir Belediyesi Yayınları, İzmir. “İzmirde Opera Binası”,
Yeni Asır, 11 Şubat 1954, s.1. “Hollandalı Mimar Dün İzmire geldi”, Yeni Asır,
11 Şubat 1954, s. 2. “Hollandalı Yüksek Mimar Düdok İzmir Şehir Planı hakkında
izahat alıyor”, Yeni Asır, 12 Şubat 1954, s.1. “Hollandalı Mimarın Tetkikleri”, Yeni
Asır, 12 Şubat 1954, s.2. “İzmir tam bir Avrupa şehri manzarasına sahip olacak”,
Yeni Asır, 18 Şubat 1954, s.1, 4. “Hollandalı mütehassısın tetkikleri devam ediyor”
,Demokrat İzmir, 18 Şubat 1954, s.2. “Şehircilik uzmanı geldi”, Ege Ekspress.
“Mütehassıs Mr. Düdok ve İzmirin imar planı”, Ege Ekspress.
14. Gürel, Meltem Ö. (ed.), 2016, Mid-Century Modernism in Turkey:
Architecture Across Cultures in the 1950s and 1960s, Routledge, New York,
Londra, s.38.
15. Dudok hakkında kapsamlı bir çalışma için bkz., Van Bergeijk, Herman, 2001,
W. M. Dudok, 010 Publishers, Rotterdam. Ayrıca, bkz. Barnstone, Deborah A.,
2015, “Willem Marinus Dudok: the lyrical music of architecture”, The Journal of
Architecture, cilt: 20, sayı: 2, ss.169-192.
16. Bu çalışmalar arasında Aşkan ve Hotan’ın tasarladığı İzmir Şehir Tiyatrosu
Projesini sayabiliriz, bkz, Aşkan, Rıza; Hotan, Harbi, 1955, “İzmir Şehir Tiyatrosu
Projesi”, Arkitekt, sayı: 01(279), ss.17-20.
17. Kaftancı, Güngör, 2000, “Kentimizin Geçmişinde Planlama Çalışmalarının
Yeri ve Önemi”, İzmir Kent Kültürü Dergisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi
Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri A.Ş., sayı:02. Alıntı için bkz, Aşkan, Arslan Alp,
2011, “1922-1960 Yılları Arasında, İzmir’deki Mimarlık ve Kentsel Planlama
Bağlamında Rıza Aşkan”, İTÜ FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul,
ss. 220. Yarışma için bkz, 1956, “İzmir Konak Sitesi Proje Müsabakası”, Arkitekt,
sayı: 02 (284), ss. 57-65, 73.
18. 1956, Arkitekt, ss. 57.
19 Dudok’tan Onursal’a 23 Ağustos 1954 tarihli mektup.
20. Bkz. Gürel, Meltem Ö., 2010, “İzmir’de Moderni Nesnelleştirmek: Bir
Dönem, Üç Mekân ve Rıza AŞKAN”, Mimarlık, sayı: 354. Tekeli, Doğan, 2015,
Mimarlık - Zor Sanat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss. 98.
MİMARLIK 411 59
ÇEVREYE DUYARLI MİMARLIK
Yeni Nesil Stadyum Tasarımlarına
Sürdürülebilirlik Çerçevesinden Bakmak
Nazlı Arslan, Tan Kamil Gürer
Gün geçtikçe kapasitesi artarak daha geniş
kitlelere ev sahipliği yapan stadyumların,
sürdürülebilir yaklaşımlarla ele alınmaya
başlanması çok yeni bir kavram değil. FIFA ve
UEFA gibi kuruluşların düzenlenecek olan futbol
turnuvaları öncesinde hazırladığı rehberler,
stadyum tasarımlarına yön vermenin yanı sıra
konu hakkında farkındalığı da artırıyor. Yazarlar,
EURO 2020 öncesinde hazırlanan bu rehberlere
ve son zamanlarda tasarlanan birkaç stadyum
tasarımına yakından bakıyor.
maktadır.1 Spor kulüplerinin de birer saygınlık ürünü
olarak kabul ettikleri stadyumların inşa faaliyetlerinde
artış yaşanması, bu yapıların çevre dostu çözümler ile
üretilme zorunluluğunu bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.2 (Resim 1, 2)
Son dönemlerde düzenlenen futbol turnuvalarında da
sürdürülebilirlik kavramı çok anlamlı olarak ön plana
çıkmaktadır. Bu turnuvalarda stadyum binalarının sürdürülebilirlik ilkelerinin sağlamasının yanı sıra turnuvanın da sosyal ve ekonomik olarak sürdürülebilirlik
kapsamında gerçekleşmesi amaçlanmaktadır. Düzenlenecek olan turnuvaların sürdürülebilirliği, özelde
turnuva öncesinde hazırlanan çeşitli rapor ve yönergelerle sağlanırken, genel bağlamda da stadyumların
tasarımı, inşası ve yönetimi alanlarında Dünya Futbol
Birliği’nin ortaya koyduğu “yeşil gol” kavramı ekseninde (tercih edilebilecek LEED3 gibi sertifika programlarının da yardımıyla) düşünülmektedir.
Stadyum tasarımlarını belirgin bir şekilde yönlendiren
spor dalı günümüzde futboldur. Arkasına aldığı kitlelerin desteğiyle futbol, 21. yüzyılın son çeyreğinden
itibaren ekonomik anlamda büyük bir endüstriye dönüşmenin yanı sıra toplum içerisinde yeni sosyal ilişkiler ağının örgütlenmesine de önayak olmuştur. Bu
spor dalının teatral mekânı olan stadyumlar da bu süreçte önemli fiziksel ve sosyal değişimler geçirmiştir.
Nazlı Arslan
Arş. Gör., YTÜ
Mimarlık Bölümü
Stadyumlarda karşımıza çıkan fiziksel değişimin bir
nedeni seyircilerin daha iyi şartlarda spor aktivitesini izlemesine yönelikken, bir diğer nedeni ise ortaya
çıkan iklim krizi bağlamında sürdürülebilirlik ilkelerine göre tasarlanması ve inşa edilmesi gerekliliğinin
ortaya çıkmasıdır. Bu sebeple günümüzde sürdürülebilir tasarım bağlamında yeniden değerlendirilen
stadyum yapıları için kent ve/veya bulunduğu bölgede oluşacak olan gürültü, çevre kirliliği, trafik, taraftar
taşkınlıkları ve benzeri negatif çevresel etkilere karşı
da önlemler alınması konularında çalışmalar yapıl-
Kaynak: FIFA Football Stadiums, 2011.
Tan Kamil Gürer
Doç. Dr., İTÜ Mimarlık
Bölümü
ULUSLARARASI FUTBOL BİRLİKLERİ VE
“YEŞİL GOL”
2006 FIFA Dünya Kupası ile başlayan “yeşil gol” hareketi yıllar içinde gelişerek sürdürülebilir turnuva ve
stadyum tasarımı için önemli bir kritere dönüşmüştür.
Bu uygulama son ürününü ise EURO 2016’da vermiştir. İnşa faaliyetlerinden turnuva yönetimine kadar sürdürülebilirlik ilkelerini uygulamaya yönelik geliştirilen
yeşil gol hareketi birçok uluslararası futbol turnuvasının kavramsal yaklaşımını ifade etmektedir. Bu fikrin
ilk kez futbol otoriteleri tarafından resmî olarak raporlanmış hali 2006 Almanya Dünya Kupası ile karşımıza
çıkmaktadır. Tablo 1’de görüldüğü üzere, 2004 yılında hazırlanan “FIFA Dünya Kupası Almanya 2006 Yeşil Gol Raporu” (FIFA World Cup Germany 2006 Green Goal) ile sürdürülebilir stadyum tasarımlarına dair
belirli tavsiye ve gereklilikler belirtilmiş ve bu doğrultuda sürdürülebilir bir yapılaşma hedeflenerek 2006
Dünya Kupası’na hazırlanılmıştır. Öyle ki bu, sonrakiyıllarda sürdürülebilir stadyumlara yönelik yayınlanan
yönergelere temel oluşturmuştur.4 (Tablo 1)
Resim 1. Stadyumların olumsuz çevresel etkilerini azaltmaya yönelik
muhtemel ses ve ışıklandırma çözümleri.
60 MİMARLIK 411
Yeşil gol turnuva sürecinde, önce ve sonrasında çevresel etkileri azaltmak için uygulanacak program ve
yaklaşımlar hakkında bilgi vermektedir. 2006 raporuna göre su, atık, enerji ve ulaşım başlıkları altında
negatif çevresel etkileri azaltmaya yönelik hedefler
ve ulaşılacak olası sonuçlar belirlenmiştir. Fakat 2006
yeşil gol raporu daha çok noktasal müdahale ve turnuva yönetimine dair konulara değinmiştir. Bu nedenle 2007 yılında yayınlanan FIFA yönergesine ilk kez
yeşil gol başlığı eklenmiş ve sürdürülebilir stadyumlara dair çeşitli tasarım önerileri su, enerji, atık ve ulaşım
başlıkları altında değinilmiştir..5
2011 yılında FIFA yönergesinin 5. sürümü yayınlanmıştır. Bu yönergenin öncekinden farkı, yeşil gol başlığı altında ilk kez sertifika sistemlerinin ve sertifika
gerekliliklerinin incelenmesi olmuştur. Özellikle LEED
örneği üzerinden gidilen bu yönerge, stadyumların
sürdürülebilir ilkeler ışığında değerlendirilmesini sistematik hale getirmesi sebebiyle oldukça önemlidir.9
Aynı yıl Avrupa Futbol Birliği (UEFA) de kendi yönergesine “Sürdürülebilir Stadyum Konseptleri” alt başlığını eklemiştir. Yönergede bu başlık altında diğerlerinden farklı olarak yapı malzemeleri de inceleme
kapsamına alınmıştır.10 2012 Avrupa ve 2014 Dünya
Kupası için hazırlanan raporlarda da paralel konular
ele alınmıştır.11
Gerçekleşen en son turnuvalar olması nedeniyle
Fransa EURO 2016 ve Rusya FIFA 2018 şampiyonaları yeşil gol hareketine dair yayınlanan son raporları işaret etmektedir. Bu doğrultuda Fransa için yayınlanan sürdürülebilirlik yıllık raporu sürdürülebilir
stadyum yapıları ve turnuva hedeflerini gösteren güncel bir rehber niteliğindedir.12 Rusya için yayınlanan
“Rusya Sürdürülebilir Stadyumlar Birinci ve İkinci Teknik Raporu” önceki yıllarda yayınlanan rapor ve yönergelerde yer alan tavsiye ve kararları bünyesinde
barındırmakta ve bunun yanı sıra BREEAM standartlarını da ele almakta ve bu yönde bir hareket planı önermektedir. Bu iki rapora göre, biyoçeşitliliğin korunması, akıllı inşa süreci, çevre dostu malzeme kullanımı ve
çevre yönetim sistemlerinin uygulanması dünya kupası için inşa edilen stadyum projelerinin tamamlayıcı
parçalarıdır.13 (Tablo 2)
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK EKSENİNDE FRANSA
EURO 2016
Tüm kıta organizasyonları incelendiğinde, takım ve
futbol kalitesinin yüksek, popüler sporcu sayısının
fazla olduğu UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası, FIFA
Dünya Kupası’ndan sonra, ekonomik getirisi en yüksek ve en yoğun izleyici potansiyeline sahip olan turnuva olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dört yılda bir düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası 2016 yılında Fransa’da gerçekleşmiştir. Yirmi dört
takımın yer aldığı turnuvada maçlar belirli alt ve üst
yapı kriterlerini yerine getiren şehirlerde oynanmıştır.
Kaynak: http://inhabitat.com/brasilia-remodeled-national-stadium-will-be-a-solar showcasefor-the-2014-world-cup/brasilia-national-stadium-cross-section/
2008 yılında gerçekleşen Avrupa Futbol Şampiyonası için hazırlanan “EURO 2008 Sürdürülebilirlik
Raporu” (EURO 2008 Sustainability Report) önceki
raporlar gibi ana başlıklar üzerinde yoğunlaşmış ve
turnuva stadyumlarına yönelik kullanılan sürdürülebilir çözümleri ele almıştır.6 (Resim 3, 4) 2010 yılına
gelindiğinde ise Güney Afrika Dünya Kupası özelinde
iki ayrı rapor yayınlanarak yeşil gol hareketinin kapsamı daha da genişletilmiştir. Buna göre, su, enerji, ulaşım ve atık başlıklarına ek olarak biyo-çeşitlilik,
ölçme ve raporlama, çevre yönetimi, turizm, yeşil gol
ve iklim gibi başlıklar da sürdürülebilirlik kapsamına
alınmıştır.7 Turnuvalara yönelik hazırlanan bu raporlarda çevrenin sürdürülebilirliğinin yanı sıra sosyal ve
ekonomik sürdürülebilirlik üzerinde de durulmuştur.
Bu bağlamda, turizm başlığında turnuva sürecinde
ağırlanacak turistlerin ekonomik ve sosyal yaşantıya
sağladıkları katkıya işaret edilmektedir.8
Resim 2. 2014 Dünya Kupasında kullanılan Brasilia National Stadyumu’nda
sürdürülebilir çözümler
Tablo 1. 2006 FIFA Dünya Kupası “Green Goal” raporunda yer alan başlıklar ve uygulama esasları.
Kaynak: Green Goal, 2004.
Şehirlerin hem turizm hem de mimari altyapısı dikkate alındığında turnuvanın yürütüldüğü kentler Paris,
Bordeaux, Lens, Lille, Lyon, Marsilya, Nice, St. Denis,
St. Etienne, Toulouse olarak belirlenmiştir. Bu kentlerin belirlenmesinde en büyük etken müsabakaların
önem derecesine bağlı olarak uygun kapasiteli stadyumların varlığıdır. Turnuva öncesi yayınlanan EURO
2016 Komisyonu Seguin Raporu’nda14 Fransa’da bulunan stadyumların kapasite, işlev ve konfor açısından yetersiz olduğu sonucuna varılmış, bu doğrultuda
eski stadyumların revize edilmesi, yeni stadyumlarında günün koşullarına uygun inşa edilmesi gerekliliği
ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak turnuva kapsamında
kullanılan on stadyumdan dördü yeni inşa edilmiş,
geriye kalan altı stadyum turnuva ve günün koşulları
temel alınarak revize edilmiştir.15
EURO 2016’dan önce, turnuvanın çevresel, ekonomik
ve sosyal etkilerini değerlendirmek ve turnuva öncesi, sonrası ve süresince izlenecek yol haritası niteliğindeki “EURO 2016 Bir Yıllık Hareket Planı” raporu
turnuvaya dair sürdürülebilirlik ana temasını yansıtan
bir rapor olarak yeşil gol hareketi içerisinde önemli
bir yere sahiptir. UEFA EURO 2016 raporunda turnuvanın sürdürülebilirlik bağlamında beş ana öncelik şu
şekilde belirlenmiştir:16
MİMARLIK 411 61
İsviçre’de Yeşil Elektrik Kaynakları
Kaynak: UEFA 2016 Avrupa Şampiyonası Etkinlik Sonrası Raporu’ndan yararlanılarak Nazlı Arslan tarafından üretilmiştir.
58’800 kWh
24%
Kaynak: https://www.stadt-zuerich.ch
Tablo 2. Sürdürülebilir turnuvaya dair belirlenen ilkeler
Resim 3. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda kullanılan Zürih Letzigrund Stadyumu ve 2500
m2’lik fotovoltaik panel kullanımı (1925 tarihinde hizmete giren stadyum, 2008 Avrupa Şampiyonası
kapsamında konfor standartlarını sağlayabilmek adına yıkılıp yerinde tekrar inşa edilmiş ve 2007
yılında açılışı yapılmıştır.)
1. Erişilebilirliğe saygı,
2. Sağlığa saygı,
3. Çeşitliliğe saygı,
4. Taraftar kültürüne saygı,
5. Çevreye saygı (toplu taşıma, atık yönetimi, enerji ve
su optimizasyonu, servis ve ürün kaynakları)
Bu beş ana öncelik içerisinde yapısal faaliyetlerin ve
insan hareketlerinin çevreye verdiği zararı minimuma
indirmek adına toplu taşıma, enerji ve su optimizasyonu, atık yönetimi ve kaynakların akılcı kullanımı önem
62 MİMARLIK 411
22’900 kWh
10%
TaraftarAlanlarında Kullanılan
62’500 kWh
10%
32’600 kWh
5%
158’900 kWh
66%
Su Enejisi
546’000 kWh
85%
Güneş Enerjisi
Rüzgar
Resim 4. 2008 Dünya Kupası’nda İsviçre’de kullanılan enerji kaynaklarının
yüzdelere dağılımı
arz etmektedir. Bu bağlamda turnuva kapsamında
toplu taşıma, ulaşım sırasında açığa çıkan sera gazı
emisyonunun azaltılmasına yardımcı olmakla birlikte,
kullanılan araçların niteliği ve yakıt tüketimi de dikkate alınacak unsurlar arasındadır. Bu bağlamda EURO
2016 Fransa için stadyumlara toplu taşıma imkânları
geliştirilmiş ve 150.000 ek koltuk ile taşıma kapasiteleri artırılmıştır. Seyircilerin turnuva süresince üretmiş
oldukları atıkların geri dönüştürülmesi ve ayrıştırılması bir diğer çevreci çözüm olarak gösterilmektedir.
Bu anlamda her bir seyirci başına düşen atık miktarı
hesaplanarak atık ayrıştırma olanaklarına sahip stadyum sayılarının arttırılması ve geri dönüşüm oranının
yükseltilmesi atık yönetiminin iskeletini oluşturmaktadır. Enerji ve su optimizasyonunu sağlamak adına
her maç için harcanan enerji ve su miktarları hesaplanarak akıllı ve çevreci sistemler üretilmektedir. Fotovoltaik panel kullanımı susuz sıhhi tesisatlar, yağmur
suyu toplama sistemleri, gri su kullanımı çevreci sistemlere örnek gösterilebilir. Şampiyona için kullanılan stadyumlarda yağmur suyu toplama sistemleri ile
sahanın sulanması ve sıhhi tesisat ihtiyaçları karşılanmış, elektrik üretimi içinse güneş ve rüzgâr enerjisinin
kullanımına öncelik verilmiştir.17
EURO 2016’da atık yönetimi sürdürülebilir turnuva
bağlamında öncelikli konu olarak ele alınmıştır. Atık
yönetimi için 3R kuralı belirlenmiş ve bu yönde çalışmalar devam etmiştir. “Reduce, Reuse, Recycle” yani
“azaltma, yeniden kullanma ve geri dönüştürme” olarak belirlenen üç ana başlık atık yönetiminin sistematik hale gelmesine olanak sağlamıştır. Buna göre, %50
geri dönüşüm, 0 atık ve toplum bilincinin güçlenmesi
amaçlanmıştır. Tekrar kullanılabilir kaplar, dematerilizasyon, daha az paketleme, farkındalık kampanyaları
ve akılcı kaynak kullanımı, kaynak kullanımının azaltılması ilkesinin temel taşlarını oluşturmaktadır. Yeniden
kullanılabilir malzemeler, geri dönüştürülebilir malzeme kullanımı ve akıllı paketleme sistemleri de atık yönetiminin en önemli unsurları olarak belirlenmiştir. Bu
ilkeler kapsamında EURO 2016 Fransa’da, atıkların
% 38’i (1542 ton) dönüştürülmüş ve 10 ton yemek çeşitli sivil toplum kuruluşlarına bağışlanmıştır.18
Diğer tüm spor organizasyonlarında olduğu gibi Avrupa Futbol Şampiyonası Fransa’da şehir ve kulüplerin gelişimine katkı sağlamıştır. Sürdürülebilir bir tur-
Kaynak: UEFA EURO 2008, 2008.
Stadyumlarda Kullanılan
Yakın zamanda gerçekleşen uluslararası turnuva olması sebebiyle Fransa EURO 2016 turnuva öncesi
hedefleri ve sonuçları açısından sürdürülebilir turnuva bağlamında örnek teşkil etmektedir. Hem “EURO
2016 Bir Yıllık Hareket Planı” hem de “EURO 2016
Etkinlik Sonrası Raporu” sürdürülebilir turnuva çerçevesinde stadyum tasarımı, planlaması, uygulama
ve sonuç süreçlerinin başarısını göstermektedir. Bu
bağlamda sürdürülebilir bir planlamanın gereklilikleri
EURO 2016 Fransa özelinde incelenecek olursa;
1. Sürdürülebilir bir turnuva ve stadyum; herkesin erişimine ve sağlığına saygı duyan çeşitli tasarım ve yönetim planlarını içermelidir. Bu bağlamda, EURO 2016
bünyesinde engelli seyirciler için 1.685 adet özel alan
ve 1.111 kolay ulaşılabilir koltuk tasarlanmış, 10 stadyum sigara içilmeyen dumansız hava sahası ilan edilmiştir.21
2. Sürdürülebilir stadyumlar toplu taşıma olanakları
çerçevesinde kolay ulaşılabilir olmalıdır. Bu bağlamda sürdürülebilir bir turnuva ulaşım ağlarının çeşitliliği
ve toplu ulaşım imkânları ile havaya salınan gazın indirgenmesi ilkesini benimsemelidir.22
Kaynak: metalocus.es/en/news/new-stadium-bordeaux-herzog-de-meuron
Kaynak: UEFA EURO 2016 France, 2016.
SONUÇ
Bir spor dalı olarak futbol son yıllarda sahip olduğu
potansiyel izleyici kitlesi sayesinde stadyum tasarımları üzerinde oldukça etkin olmasına rağmen, stadyumların ve kullanıcıların çevreye olan etkileri olumsuz nitelikte olabilmektedir. Bu nedenle, artık kentin
genelini ilgilendiren stadyum yapılarının sürdürülebilir
ve ekolojik ilkeler doğrultusunda tasarlanması ve üretilmesi yeni nesil stadyumlar için oldukça önemlidir.
Günümüzde sürdürülebilirlik kavramının stadyumlar
özelinde, sadece yapı ölçeğinde değil, turnuva bazında da değerlendirildiği görülmektedir. Uluslararası
turnuvaların kullanıcı yoğunluğu, maç programları ve
yapısal faaliyetleri nedeniyle kentlere getirmiş olduğu
olumsuzlukları aşmak için çevresel sürdürülebilirliğin
yanı sıra ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik de turnuvaların hedefleri arasına girmiştir. (Resim 6)
Resim 5. Bordeaux Stadyumu ve çatısı güneş panellerinden oluşan otopark
alanları
ERİŞİLEBİLİRLİK
Enerji
Güneş Enerjisi
Rüzgar Enerjisi
Doğal Havalandırma
Doğal Aydınlatma
Yalıtım
SAĞLIK
Su
ÇEVRE YÖNETİMİ
Ulaşım
Yağmur Suyu Toplama
Suyun Yeniden Kullanımı
Toplu Taşıma
Enerji Dostu Araçlar
ÇEŞİTLİLİK / ANTİ IRKÇILIK
Atık
Malzeme
Geri Dönüşüm
Atıkların Ayrıştırılması
Yerel Malzeme
Resim 6. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda kullanılan stadyumlarda sürdürülebilir çözümler
Kaynak: Uluslararası yönergelerden yararlanılarak Nazlı Arslan tarafından üretilmiştir.
nuva hedefinde olan Fransa inşa edilen bazı tesislerin
diğer spor organizasyonları ve kültürel aktiviteler için
de kullanılabilir olmasına özen göstermiştir. 51 maça
ev sahipliği yapan on stadyumdan dördü (Bordeaux,
Lille, Lyon, Nice) yeniden inşa edilmiş, diğer stadyumlar (Lens, Marsilya, Paris, St. Étienne, Toulouse ve St.
Denis) yenilenerek turnuva için hazır hale getirilmiştir.19
Turnuva özelinde inşa edilen ve yenileme çalışmaları yapılan stadyumlar incelendiğinde birçok çevreci
çözümün üretildiği gözlemlenmektedir. Tablo 3’te de
görüldüğü üzere, Nice’te bulunan stadyumda enerji
tüketimini en aza indirmek için gün ışığı kullanımına
ve doğal havalandırmaya yönelik sistemler genişletilmiş, Marsilya’daki Véledrome Stadyumu’nda güneş
panelleri ve mikro rüzgâr türbinleri kullanılmıştır. Ayrıca bitkiler için atık suyun yeniden kullanımı ve ısı yenileme sistemi mevcuttur. Güneş enerjisi sistemlerinin
kullanımı çoğu stadyumda mevcuttur. Yedi stadyumda yağmur toplama sistemi, on stadyumda enerji yönetim sistemi tasarlanmıştır. Tüm stadyumlar için toplu taşıma imkânı mevcut olup, özellikle Bordeaux’da
bulunan stadyuma tren ağı ile doğrudan ulaşım mümkündür.20 (Tablo 3)
Tablo 3. Yıllara ve turnuvalara göre “Yeşil Gol” kriterlerinin gelişimi ve örnek stadyumların özellikleri
3. Sürdürülebilir bir turnuva çevreye saygılı olmalı ve
oluşabilecek negatif çevresel etkilerin en aza indirgenebilmesi adına çeşitli önlemler alınmalıdır. Yenilenebilir enerji kullanımı, suyun yeniden kullanımı, atıkların
geri dönüşümü ve yerel malzeme kullanımı bu anlamda anahtar kelimeleri işaret etmektedir. Bu ilkeler
kapsamında, elektrik ulusal şebekelerden sağlanmış
ve jeneratör kullanımı azaldığı için 30.000 lt yakıttan
tasarruf edilmiştir. 3 stadyum (Bordeaux, Saint Etienne, Toulouse) sertifikalı yenilenebilir enerji satın alarak
ihtiyacını karşılamıştır. Yeni inşa edilen stadyumlar,
fotovoltaik sistemler gibi yenilenebilir enerji sistemleri ile entegre tasarlanmışlardır. Bordeaux stadyumu
7.000 araçlık bir park alanı 60.000 fotovoltaik panel ile
oluşturulmuş yarı açık bir örtü ile kapatılmıştır. Sergi
alanı ile ortak kullanılan bu alan Fransa’nın en büyük
MİMARLIK 411 63
güneş tarlalarından biridir. St. Etienne stadyumunda
atıklardan enerji elde edilmesi yönünde bir strateji belirlenmiştir. Buna göre stadyum ve çevresinde kullanılan atık yağlar toplanmış, stadyum ışıklandırması için
ihtiyaç duyulan enerji, bu yağların dönüştürülmesiyle
oluşan biyodizelden karşılanmıştır.23 (Resim 5)
4. Sürdürülebilir bir turnuva çevresel bağlamın yanı
sıra sosyal anlamda da farklı çözüm ve yönetim politikalarını içermelidir. Lyon Stadyumu sosyal sürdürülebilirlik bağlamında önemli bir rol almış ve Lyon’un
doğu yakasında bulunan banliyölerdeki gençlere iş
imkanı sağlamıştır.24
Tüm bu ilke ve uygulamalar neticesinde 2016 EURO
sürdürülebilir etkinlik yönetimini işaret eden ISO20121
sertifikasını almaya hak kazanmıştır.25 Bu da sporda
sürdürülebilirliğin mekânsal düzenlemenin yanı sıra
uzun vadeli yönetim politikalarını yani sosyal sürdürülebilirliği de işaret ettiğini göstermektedir. Stadyumlar
bu yönetim politikasının en popüler ve en önemli aktörü olarak ana iskeleti oluşturmaktadır.
Stadyumlarla başlayıp futbol turnuvalarının sürdürülebilirliğine kadar olan ve kısaca “yeşil gol” olarak
adlandırılan hareket yıllar içerisinde gelişerek devam
etmektedir. 2006 yılında başlayan yeşil gol hareketi
günümüzde en kapsamlı haliyle tüm tasarımcı ve yöneticilere yol göstermektedir. Sürdürülebilir bir stadyuma ve turnuvaya yönelik belirlenen kriterler her geçen gün gelişmekte, her bir turnuva bir sonraki için
örnek oluşturmaktadır. Bu doğrultuda enerji ve su
sarfiyatını azaltmaya yönelik oluşturulan aktif sürdürülebilir stadyum uygulamalarından LEED sertifikalı
stadyumlara hatta sürdürülebilir bir etkinlik yönetimi
ekseninde ISO20121 belgeli uluslararası futbol turnuvalarına kadar yeşil futbol bağlamında sürekli ve tutarlı bir gelişimin sergilendiği gözlemlenmektedir.
Ülkemizde ise iki binli yıllarda başlayan stadyum
inşa hareketliliği günümüzde hız kazanarak devam
etmektedir. Yeni inşa edilen ve uluslararası turnuvalara hizmet edebilecek stadyumların hemen hemen
hepsi göreli olarak Dünya ve Avrupa Futbol Birliklerinin gereksinimleri doğrultusunda tasarlanmaktadır.
Avrupa ve Dünya Futbol Şampiyonalarına adaylık
başvurusu yapan bir ülke olarak önceki turnuvaların
sürdürülebilirlik ve turnuva yönetimi deneyimlerinden
64 MİMARLIK 411
faydalanmak durumundayız. Kuşkusuz kısmi eksiklerine rağmen ülkemizde yeni inşa edilen stadyumlarda
yeşil gol ilkelerine olabildiğince uyulmakta, LEED ve
BREEAM gibi sertifika sistemleri ile de iş birliği yapılmaktadır. Yeni stadyumlarımızda fotovoltaik sistemlerle elektrik üretimi, yağmur ve temel suyunun yeniden kullanımı, atık yönetimi ve ulaşım planlamasında
önemli adımlar atılmasına rağmen, sosyal sürdürülebilirlik konusunda yeterli farkındalık oluşmamıştır.26
Bu bağlamda önümüzdeki futbol şampiyonalarına ev
sahipliği yapmak adına, stadyumlar özelinde çevresel
sürdürülebilirliğin sağlanmasının yanı sıra turnuva yönetimi anlamında da ülke ekonomisine ve istihdamına
katkı yapmak öncelikli hedefler arasında yer almalıdır.
Çünkü çevresel sürdürülebilirliğin yanı sıra ekonomik
ve sosyal sürdürülebilirliğin sağlandığı turnuvalar ülkeye pozitif değerler katabildiği oranda başarıya ulaşabilmektedir.
NOTLAR
1. Stadyumların çevre üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler uluslararası
bu yönergede maddeler halinde özetlenmiş ve bu bağlamda üretilebilecek
çözümler hakkında bilgi verilmiştir: FIFA Football Stadiums: Technical
Recommendations and Requirements, 2011, 5th Edition, Zürih.
2. Arslan, Nazlı; Gürer, Tan Kamil, 2015, “Technical Recommendations
and Requirements for Designing Sustainable Stadiums: Green Goal”, 2nd
International Sustainable Buildings Symposium Bildiri Kitapçığı, 28-30
Mayıs 2015, Ankara, ss.239-247.
3. LEED sertifika sisteminin puanlandırma sistemi şu altı ana başlık altında
düzenlenmiştir: Alan Seçimi, Suyun Etkin Kullanımı, Enerji ve Atmosfer,
Malzeme ve Hammadde, İç Mekân Kalitesi ve İnovasyon. Bkz. FIFA Football
Stadiums, 2011, s.38.
4. Green Goal: Legacy Report, FIFA World Cup Germany 2006, 2004, FIFA,
Frankfurt.
5. FIFA Football Stadiums, 2011.
6. UEFA EURO 2008: Sustainability Report, 2008, BMLFUW- ARE- FOENFOSPO, İsviçre.
7. 2010 FIFA World Cup Host City Cape Town: Green Goal Progress
Report, 2009, City of Cape Town-Provincial Government of the Western
Cape-Sustainable Energy Africa, Cape Town.
8. FIFA World Cup South Africa 2010 Report, 2012, UNEP, Nairobi.
9. FIFA Football Stadiums, 2011.
10. “Sustainable Stadium Concepts”, UEFA Guide to Quality Stadiums,
2011, UEFA, Nyon, ss.90-101.
11. UEFA EURO 2012: Social Responsibility Report, 2013, UEFA, Nyon.
FIFA World Cup Brasil Sustainability Report, 2014, FIFA, Zürih.
12. UEFA EURO 2016 France: Social Responsibility & Sustainability Oneyear-to-go Report, 2015, UEFA, Nyon.
13. FIFA World Cup Russia 2018: First Technical Report on More
Sustainable Stadiums, 2016, FIFA, Zürih. FIFA World Cup Russia 2018:
Second Technical Report on More Sustainable Stadiums, 2016, FIFA, Zürih.
14. “Grands stades - Rapport de la Commission Euro 2016” https://www.
ladocumentationfrancaise.fr/var/storage/rapports-publics/084000725.pdf
[Erişim: 15.08.2019]
15. UEFA EURO 2016 France, 2015, s.28.
16. UEFA EURO 2016 France, 2015.
CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI
Toplumsal Hafızada Yok Olan
Kültürel ve Mimari Miras:
Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü
Emine Ekinci Dağtekin, Arif Özdemir
Köy enstitüleri, Cumhuriyetin halkçı ve devrimci ilkelerinin eğitim yoluyla Anadolu’da yayılmasını amaçlayan bir projenin ürünüdür. Kirby, köye götürülen bu
projeyi “Cumhuriyetin ilerleme fikrini köye ulaştırmak
yerine, köyün kendi varlığında Cumhuriyetin fikriyle
paralel oluşumları keşfetmek”1 olarak açıklar.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim
Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç tarafından geliştirilen ve uygulanan köy enstitüleri projesi, 17 Nisan
1940 tarihinde yürürlüğe girdi.2 Türkiye’nin hem eğitsel hem de kültürel birikimi açısından önemli yere
sahip olan köy enstitüleri3 Anadolu coğrafyasının
21 farklı noktasında, köy okullarına öğretmen yetiştirmekle kalmadı; doğa ile bilimi, sanat ile kültürü
bir arada ele alan eğitim yöntemiyle yeni bir yaşam
biçimi oluşturdu.4 Enstitülerin müfredatı kapsamında verilen kültür-sanat dersleriyle sinema ve tiyatro
köye girdi, tarım eğitimi ile toprak verimli hale getirildi, öğretilenler ile köylü üretici konumuna geçti, köy
kendi kendine yetebilen bir yaşam alanına dönüştü.
1946’da çok partili siyasal hayata geçiş ile enstitülere
karşı çıkanların sesleri yükselince 1954 tarihinde köy
enstitüleri kapatıldı. 2000 yılında ülkedeki tüm enstitülerin kültürel miras olarak tescillenerek korunmaları
için önemli adımlar atıldı ancak tescil ile sınırlı kalan
koruma yaklaşımı, Erzurum Pulur Köy Enstitüsü5 gibi
yapıların süreç içinde yok olmalarını engelleyecek bilince dönüştürülemedi.
(sağ ) Kaynak: Demir, 2016, s.567. (sol) Kaynak: Tonguç Vakfı Arşivi)
Akçadağ Köy Enstitüsü, Malatya ve çevre illerdeki köy
çocuklarına eğitim vermek amacı ile 1940 yılında kurul-
Ulusal mimari proje yarışması ile tasarlanan
Akçadağ Köy Enstitüsü, özgün programı ve
coğrafi sınırlılıklar içinde biçimlenen uygulaması
ile günümüze ulaşan az sayıdaki enstitü
binalarından biri olma özelliği taşıyor. Türkiye
Cumhuriyet tarihinin sosyal, kültürel ve mekânsal
bir yansıması olarak değerlendirdiği yapıyı
inceleyen yazarlar, toplumsal bellekte giderek
yok olan modernleşme projesinin önemine dikkat
çekiyor.
du. Yarışma şartnamesinde belirtilen okul, işlik, ahır,
lojman gibi binaların büyük bir kısmı 1940-1946 yılında inşa edilmiştir. Bu dönemde beş sınıf için derslik,
atölye, kütüphane mekânları bulunan ayrı ayrı binalar
yapılmıştır. 1954 yılında enstitülerin ilköğretmen okuluna dönüşmesi ile enstitü dönemi eğitimine benzer eğitim verildiğinden ahır ve tarımsal ürün depoları dışında
diğer binalar özgün biçimde kullanılmıştır. 1965 yılında
tüm sınıflar aynı çatı altında toplanarak yeni okul binası
ve idari bina, 1975 yılında cami ve spor salonu, 1978
yılında yeni pansiyon binası inşa edilmiştir. Enstitü yerleşkesinde 1965 yılında yapılan ilköğretim binası 1974
yılında Akçadağ Öğretmen Lisesi, 1990 yılından 2015
yılına kadar ise Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi
olarak kullanımı devam etmiştir. Günümüzde terk
edilen yerleşkede enstitü dönemine ait okul binaları,
atölye, ahır, kümes ve tahıl depoları gibi yeni eğitim
sistemi içinde yer almayan binalar terk edilerek doğa
ve insan tahribatına maruz bırakılmıştır.
Emine Ekinci Dağtekin
Doç. Dr.,
Dicle Üniversitesi
Mimarlık Bölümü
Arif Özdemir
Mimar
1. Hamidiye Kışlası, 1940.
MİMARLIK 411 65
Kaynak: Malatya Valiliği Arşivi
Kaynak: Malatya Valiliği Arşivi
Kaynak: Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi Arşivi
Kaynak: Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi Arşivi
2. Akçadağ Köy Enstitüsü’nde etkinlik ve tören, 1942.
3. Okulun kuruluş yıldönümünden bir fotoğraf, 17 Nisan 1950.
4. Tören ve müsabaka, 1965.
AKÇADAĞ KÖY ENSTİTÜSÜ’NÜN
KURULUŞU
olmadığı, kırmızı, çatlak toprakların üstüne çadırların
kurulması ile başlar. Sessiz ve ıssız bozkırı kazma,
kürek ve çekiç sesleri doldurur.10 Bir yandan enstitünün gereksinimi olan binalar yapılırken, diğer taraftan
içme ve sulama suyu kanalları döşenir. Yapılanların
tümü çadırları sıvalı, boyalı, ışıklı odalara dönüştüren
öğrenci, öğretmen ve eğitimcilerin ülkesinin devrimlerine olan inancının ifadesidir. (Resim 2-4)
Malatya iline bağlı olan Akçadağ, tarihte Arga adı ile
bilinen Ermeni, Süryani6, Sünni ve Alevi Kürt aşiretlerinin yaşadığı yerleşim yeridir.7 1891 yılında Akçadağ
merkezde yapılan Hamidiye Kışlası, 1938 yılında Eğitmen Kursu, 1940 yılında ise Akçadağ Köy Enstitüsü
olarak işlevlendirilmiştir.8 (Resim 1) Ancak, Hamidiye
Kışlası eğitime ve enstitülerin kuruluş amacına uygun olmadığından, Akçadağ İlçesi sınırları içerisinde,
Malatya-Adana demiryolunun 30. kilometresinde yer
alan 3160 dönümlük arazi enstitü alanı olarak tahsis
edilmiştir.9
MİMARİ PROJE YARIŞMA SÜRECİ
Köy enstitüleri, kentlerin dışında demiryolu ve kara yollarına yakın, köylerin geçiş güzergahlarında köylünün
kullanmadığı hazine arazisi ya da devlet tarafından kamulaştırılmış geniş bir bölgede, gelecekte üretim merkezi olarak bölgedeki büyük toprak sahiplerinin etkisini kırma amacıyla kurulmuştur. 1940-1943 yılları arası
21 adet Köy Enstitüsü’nden 15’inin projesi “yeni bir
köy, yeni bir yaşam biçimi oluşturma”11 ilkesi dahilinde
ulusal mimarlık yarışması ile elde edilmiştir.12
6. Akçadağ Köy Enstitüsü mekânsal değişimi
66 MİMARLIK 411
Kaynak: Köy Enstitüleri I-II, s.58.
Kaynak: Akçadağ Anadolu Öğretmen Lisesi Arşivi
Akçadağ’da Enstitü için ilk çalışma 1941 yılının yaz
mevsiminde, tek bir ağacın ve bir damla suyun
5. Akçadağ Köy Enstitüsü maketi
Yarışma şartnameleri; “yer görme zorunluluğu, varsa
mevcut yapıların korunması, fonksiyonel plana sahip
olması, yerel malzeme ve yapım tekniğinin kullanımı,
mimarlık, şehircilik, idari, iktisadi bakımlardan amaca elverişli olması, yapılacak mekânların belirlenmesi, mimar
için kalacak yer temini, tasarımın maksimum oranda uygulanması, jürinin katılımcı olmayan mimarlar tarafından
oluşturulması”13 gibi mesleki bilgi, beceri ve etiğe önem
veren bir yaklaşım taşır. Akçadağ Köy Enstitüsü yarışmaya çıkış sırasına göre, ilk yarışma dizisinde yer alır.
Proje yarışması 10 Ağustos 1940 tarihinde ve 57 yapıtın katılımıyla sağlanmıştır. Yarışmada, birincilik ödülünü
Ahsen Yapanar, ikincilik ödülünü Bekir İhsan Ünal, üçüncülük ödülünü Orhan Safa, Adnan Kuruyazıcı ve Behçet
Ünsal, dördüncülük ödülünü Seyfi Arkan almıştır.14
MEKÂNSAL GELİŞİM
Enstitü yerleşkesi için yapılan yarışma projeleri ülke
şartları, iklim ve ulaşım güçlüklerinden dolayı uygulamada değişiklik göstermektedir.17 Bu durum Akçadağ
Köy Enstitüsü’nde yerleşim ve yapı grupları arasında
da görünür. (Resim 5, 6) Akçadağ Köy Enstitüsü yarışmasında birincilik kazanan eserin vaziyet planı maketine göre enstitü yerleşkesi, tren istasyonun güneyinde yer alır. Kara yolu tren yoluna dik olarak enstitü
yapılarının arasından geçer. Enstitü alanı L formunda,
orta alan tarım alanı olacak şekilde, birbirini dik kesen
9. Akçadağ Köy Enstitüsü ilk lojman binalarından günümüze ulaşanlar
(sol) Kaynak: Tonguç Vakfı Arşivi.(sağ) Kaynak: Akçadağ Öğretmen
Lisesi Arşivi
Yerel ve bölgesel kaynaklı anlayış ve tartışmanın yansıdığı proje yarışmaları, genç mimarların fikirlerini
ortaya koydukları, yerinde gözlem ve incelemelerle
yöre halkı ile ilişki kurdukları bir alan olmuştur.15 Bu
durum Akçadağ Köy Enstitüsü mimari proje yarışması sonuç raporunda, “ülke gerçekleriyle temas eden,
sosyal yaşantının gizli kalmış yönlerini kavramış, halkın özgün yaşantısından izler barındıran düşünceler
ile mimar ‘bize ait’ sanat eserleri yaratmıştır”16 şeklinde açığa çıkar.
7. Akçadağ Köy Enstitüsü ilk binaları, 1941.
8. Akçadağ İlköğretmen Okulu dönemine ait 1954-1970 arası yapılan
yapıların yerleşimi
yaya yolları içinde, düzgün çizgilerin hakim olduğu
eşit aralıklı binalardan oluşmaktadır. (Resim 6)
Akçadağ Köy Ensitüsü’nün günümüzdeki yerleşkesi
incelendiğinde yarışma projesinde birincilik alan eserin geliştirilerek uygulandığı görülür. Yerleşkedeki ilk
11. Hamam
12. Revir
10. Akçadağ Köy Enstitüsü okul binası, lojman ve planları
13. Marangozhane
MİMARLIK 411 67
14. Ahır
15. Eski idari bina ve planı
17. Fırın ve planı
18. Tek lojman
binalar yarışma projesinin maketinde var olan yolun
batısında bulunan iki okul binası ve yolun doğusunda
yer alan üç adet öğretmen lojmanıdır. (Resim 7-9) İlk
inşa edilen okul yapısı yok olmasına rağmen temel
izleri belirgin olarak izlenebilmektedir. Lojman grubu
ise artan sayılarıyla günümüze kadar ulaşabilen yapılardır. (Resim 5-8)
Yerleşim, duvarlarla çevreden soyutlanmayan,
Tonguç’un öğrenciyi merkeze aldığı etkinlik alanı18
ve enstitü içinden geçirilen yol ile köylünün sosyal
yaşama dahil olduğu, akışkan açık ve şeffaf özelliklere sahiptir. Dış bağlantı yolunun enstitünün içinden
geçmesi, yolu bir akışın ötesinde köylüler ile teması
sağlayan mekâna dönüştürür. Yarışma projesinin
değerlendirme raporunda söz konusu yola ve dokuya atıfla, “ıssız ve sessiz bu yerde halkın hazırda
bekleyen iradesini harekete geçiren aksiyon”19 vurgusu, projenin mimarı Ahsen Yapanar’ın Malatya
Ovası’nın nüanslarını ortaya çıkarmasına bağlanır. Bu
çalışma, “bozkırın sırtına uzatılan yolun demiryolunu
şoseye bağlayışı, bu yolun etrafına serpiştirilen binalarla kayısı bahçelerinin itinalı yerleşimi adeta birbirini
kucaklar”20 şeklinde ortaya konulmuştur. Enstitü’de
yol, yeşil alan ve binalar iç içe geçen örgü kurgusu
ile birbirini bütünlemektedir. Bu örüntüler arasında
yer alan 200 metre uzunluğundaki arnavut taşlı Sevgi
Yolu bu kurgunun en duygusal ve etkileyici bağıdır.
(Resim 16)
Akçadağ Köy Enstitüsü’nde, enstitülerin mimari programında belirlenen inşaat, ziraat ve kültür dersleri için
yapılan okul, öğretmen evleri, yemekhane, hamam,
ahır, kümes ve pansiyon gibi farklı binaların oluşturduğu “kümeler”21, her yıl yeni gelen öğrenciler
tarafından etaplar halinde inşa edilmiştir. Akçadağ
Köy Enstitüsü’nde ilk dönem yapıları küçük ölçekli
az katlı, taş ve ahşap ağırlıklı yerel malzeme ile inşa
tekniği kolay yapılabilen türdendir. Yapılar dik açılı
formda, düz ve sade cephelerde simetrik biçimleme
68 MİMARLIK 411
16. Sevgi Yolu
hakimdir. Çatılar ahşap kontrüksiyon ile kırma ve
beşik çatıdır. Enstitü alanı içinde 1965’li yıllara kadar
eklenen yapıların yığma yapım tekniği ile yapılmaya
devam ettiği, bu tarihten sonra daha büyük ve çok
katlı betonarme yapıların yapıldığı, özgün yapıların
bir kısmının yok olduğu okul arşivinde ve kadastro
müdürlüğünde elde edilen haritalardan da gözlenebilmektedir. (Resim 6)
Enstitünün kurulduğu dönemden günümüze faklı içeriklere sahip okul yapıları şeklinde kullanılması alanda
fiziksel değişimlere neden olmuştur. Süreç içinde enstitü binalarının bir kısmı işlevsiz kaldığından yıkılmış,
korunanlar dönemin eğitim sistemi içinde yeniden
işlevlendirilmiş veya ihtiyaçlara göre yeni binalar yapılmıştır. Yerleşkede bulunan yapıların eğitim sistemine
paralel olarak plan ve malzemedeki değişikliklerine
göre üç farklı dönemde yapıldıkları tespit edilmiştir.
(Resim 6) Birinci dönem Köy Enstitüsü’nün kurulduğu
1940-1954 yıllarıdır. Bu dönem Tekben’in verdiği bilgiler ile desteklenmiştir.22 Buna göre aynı forma sahip
beş okul binası ve lojmanları (Resim 10), hamam
(Resim 11), revir binası (Resim 12), marangozhane
(Resim 13), ahır (Resim 14), eski idare binası (Resim
15), mutfak - fırın (Resim 17), motopomp, jeneratör
binası, yolun doğusunda yer alan tek katlı lojmanlar
(Resim 18-20) ve havuz birinci dönemde yapılmıştır.
İkinci dönem, enstitünün kapanmasından sonra yerleşkenin ilköğretmen okulu olarak işlevlendirildiği
1954-1974 yılları olarak belirlenmiştir. Bu dönemde
eğitim, başlangıçta enstitü dönemi ile benzer müfredat ve uygulamalar ile devam ettiğinden yapılara
müdahale edilmemiş ancak 1965 yılından sonra betonarme malzemenin kullanıldığı idare ve derslik gibi
yeni binalar eklenmiştir. (Resim 22, 23) Ayrıca, alana eklenen lojmanlar birinci dönemden farklı olarak
apartman şeklinde iki katlı, dört daire tiplerine dönüşmüştür. (Resim 21) Enstitü alanının liseye dönüştüğü
üçüncü dönem olarak tanımlanan 1970-2015 yılları
20. İkiz lojman ve planı
21. İki katlı lojman ve planı
22. İdari bina
19. İlk yapılan tek katlı öğretmen evi planı
arasında ise çok katlı, geniş açıklıklı betonarme bina
yapımı devam etmiştir. Bu dönemde 1975 yılında
cami ve spor salonu, 1978 yılında yeni pansiyon binası yapılmıştır. (Resim 24, 25)
SONUÇ
Köy enstitüleri, Cumhuriyetin ilkelerini Anadolu kırsalına taşıyan, evrensel bir bireyin sahip olduğu adalet,
eşitlik, dostluk, kardeşlik gibi demokratik ve hümanist
değerleri barındıran bir projenin ürünüdür. Dönemin
sosyal ve ekonomik yapısı içerisinde yarışmalar ile
projelerin elde edilmesi, açık, kapalı mekânlar, meydan, lojman, okul ve sosyal alan ilişkileri ile oluşan
yerleşimler, kadın mimarların yarışma ve uygulama
sürecinde yer almasıyla enstitüler, yeni kurulan ülkenin ilerici, devrimci ve yenilikçi yüzünü oluşturur.
Enstitüler, sosyo-ekonomik ve politik bir altyapıda anı
niteliği taşıyarak süreklilik, özgünlük, yöresellik gibi
mimari ve kültürel değerler barındırması nedeniyle
korunması önem arz eder.23
Akçadağ Köy Enstitüsü ulusal mimari proje yarışması
ile kurgulanan, enstitü programı ve coğrafi sınırlılıklar
içinde biçimlenen bir uygulama ile günümüze ulaşan
az sayıdaki enstitü binalarından biridir. Akçadağ’da
mekânı kuran ana eksen yoldur. Issız ve sesiz Malat-
MİMARLIK 411 69
23. 1965 yılında yapılan okul binası ve planı
24. Spor salonu
25. Pansiyon binası
ya ovasına kurulan Enstitü, kara ve demir yolu ile bağlanarak yakın çevredeki yerleşimler için odak noktasına dönüşüp, ovanın canlanmasını sağlamıştır. Yol,
ağaçlık alan ve enstitü alanı ile oluşan küme kurgusu
zamanla eklenen yapılara rağmen belirgindir. Okul
binaları, öğrencilerin ders işlediği, okuma, tartışma,
resim, müzik gibi etkinlikleri yapabildikleri farklı boyutlardaki sınıf mekânları ve sorumlu öğretmenlerin
ikamet ettiği konut ile her bina kendi içinde alt kümeleri
oluşturur. Yöresel malzemenin ve tekniğin kullanıldığı
yapılar, dönemin kısıtlı imkanları içinde öğretmen ve
öğrencilerin birlikte yaptığı özgün nitelikler taşır. Türkiye Cumhuriyet tarihinin sosyal, kültürel ve mekânsal
bir yansıması olan Akçadağ Köy Enstitüsü’nün, mimari ve kültürel değerleri ile korunup işlevlendirilerek
geleceğe aktarılması, toplumsal hafızada giderek yok
olan Anadolu’nun modernleşme projesinin yeniden
yer edinmesine katkı sunacaktır.
*Fotoğraflar aksi belirtilmediği takdirde yazarlara aittir.
70 MİMARLIK 411
NOTLAR
1. Kirby, 2000, s.29.
2. Köy Enstitüleri Kanunu 429 üyesi bulunan meclisten 278 kabul oyu ile
geçmiştir. Oylamada ret oyu çıkmazken, 3 oy boş kullanılmıştır. Bu konuda
daha geniş bilgi için bkz: TBMM Zabıt Cerideleri, 1940, ss.99-102.
3. Çorakbaş; Sümertaş, 2014, s.81.
4. Tanilli, 2003, s.153.
5. Çorakbaş; Yeşiltepe, 2014, s.164.
6. Demir, 2016, s.233.
7. Hicri 1312 (Miladi 1894-95) senesine ait Mamurat-ül Aziz Salnamesi.
Hazır, 2006, s.72.
8. Cengiz, 1993, s.8.
9. Şahhüseyinoğlu, 2005, ss.20-21.
10. Tekben, 2003, s.143.
11. “Akçadağ Köy Enstitüsü Projesi Münasebetiyle - “Türk Mimarları Yarınki
Nesillere Eserler Hazırlıyorlar”, Ulus Gazetesi, 1940, s.4. Keskin, 2012, s.122.
12. Türkoğlu, 1997, s.174.
13. Tonguç, 1997, s.442.
14. Keskin, 2012, s.114.
15. Baysal, 2012, s.142.
16. Belge 1, tarihsiz, s.2.
17. Ilgaz,1999, ss.328.
18. Baysal, 2012, s.139.
19. Belge 1, s.2.
20. Belge 1, s.2.
21. Baysal, 2006, s.128.
22. Tekben, 2005, s.102.
23. Çakıcı, 2013, ss.70-71.
KAYNAKÇA
• Belge 1, İmzasız ve tarihsiz, “Malatya Akçadağ Köy Enstitüleri Projeleri”,
İsmail Hakkı Tonguç Vakfı Arşivi, ss.1-4.
• Baysal, Ebru, 2006, “Erken Cumhuriyet Döneminde Köy Mekânına Bakış
ve Köy Enstitülerinde Mekânsal Deneyimler”, GÜ FBE, yayımlanmamış
yüksek lisans tezi, Ankara.
• Baysal, Ebru, 2012, “Köy Enstitülerinde Mekân Kurgusu ve Mimari
Yapılanma”, Düşünen Tohum Konuşan Toprak Cumhuriyet’in Köy
Enstitüleri 1940-1954, (ed.) Ekrem Işın, Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul,
ss.136-158.
• Cengiz, M. Ali, 1993, Akçadağ Köy Enstitüsü, Yeni Malatya Ofset Tesisleri
Yayını, Malatya.
• Çakıcı, Sermin; Kıvılcım Çorakbaş, Figen, 2013, “Hasanoğlan Köy
Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsü Yerleşkesinin Tarihçesi ve Değerleri”,
Mimarlık, sayı:369, ss.66-69.
• Kıvılcım Çorakbaş, Figen; Sümertaş, F. Melike, 2014, “Çifteler Köy
Ensititüsü Yerleşkelerinin Mekansal Süreklilik ve Dönüşümleri”, Mimarlık,
sayı:380, ss.78-82.
• Kıvılcım Çorakbaş, Figen; Yeşiltepe, D. Ayşe, 2014, “Köy Enstitüleri
Yerleşkelerinde Eğitim Sistemi Değişikliklerinin Mekânsal Yansımaları:
Erzurum Pulur Köy Enstitüsü Yerleşkesi”, MSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, sayı:10-11, ss.149-165.
• 2003, Köy Enstitüleri I-II, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları,
Ankara.
• Demir, Süleyman, 2016, Akçadağ Tarihi ve Kültürü, DH Basın Yayın
Matbaacılık, Ankara.
• Hazır, Gülhan, 2006, “Akçadağ Öğretmen Okulları”, NÜ SBE, yayımlanmamış
yüksek lisans tezi, Niğde.
• Ilgaz, Deniz, 1999, Köy Enstitüleri 75 Yılda Eğitim, Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul.
• Keskin, Yıldız, 2012, “Köy Enstitüleri İçin Açılan Mimari Proje Yarışması ve
Sonrası”, Düşünen Tohum Konuşan Toprak Cumhuriyet’in Köy Enstitüleri
1940-1954, (ed.) Ekrem Işın, Suna ve İnan Kıraç Vakfı, İstanbul, ss.112-133.
• Kirby, Fay, 2000, Türkiye’de Köy Enstitüleri, (haz.) Engin Tonguç,
Güldikeni Yayınları, Ankara.
• Tekben, Şerif, 2003, Köy Enstitüleri I-II, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim
Vakfı Yayınları, Ankara.
• Şahhüseyinoğlu, Nedim, 2005, Akçadağ Köy Enstitüsü ve Şerif Tekben,
Karatepe Yayıncılık, Ankara.
• Tanilli, Server, 2003, Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz, Adam Yayınları,
İstanbul.
• Tekben, Şerif, 2005, Canlandırılacak Köy Yolunda, KEÇEV Yayınları, Ankara.
• Tonguç, Engin, 2007, Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç
(Yaşamı, Öğretisi, Eylemi), Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Yayınları, İzmir.
• Türkoğlu, Pakize, 1997, Tonguç ve Enstitüleri, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul.
• TBMM Zabıt Ceridesi, 1940, dönem: 6, yasama yılı:2, 41. birleşim, c.10,
TBMM Matbaası, Ankara, ss.99-102.
CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI
Suadiye’de Bir Modern: Başoğlu Evi ve
Korunması Üzerine Mülahazalar
Mine Esmer, Hayriye İsmailoğlu
19. yüzyılın son çeyreğinde, Anadolu Demiryolu’nun
bir parçası olarak Suadiye İstasyonu’nun yapılmasıyla ilk yerleşimlerin başladığı Suadiye, Cumhuriyet’in
ilk yıllarında şehrin sayfiye bölgesine, II. Dünya Savaşı
sonrasında artan kentleşme sonucunda da daimi
konut alanına evrilmiştir. Nüfus yoğunluğuna paralel
olarak artan yapılaşma ve kat yükseklikleri, sayfiye
bölgelerinde kalan bahçe içindeki köşk ve evleri
birer birer yok etmiştir. Bu süreçte, modern mimarlık
örneği bir yapı olan Başoğlu Evi, 1930’ların sonundan günümüze kadar Suadiye Bağdat Caddesi’ndeki
varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Bu yazı kapsamında sözkonusu yapı, yakın çevresi, yapısal özellikleri
ve modern bir mimarlık mirası olarak korunmasına
yönelik tavsiyelerle birlikte incelenecektir.
SUADİYE SEMTİNİN DEĞİŞİM SÜRECİ
İstanbul’un Kadıköy ilçesinde bulunan Suadiye semtini Marmara Denizi güneyden doğal olarak sınırlarken, semtin karadan komşularını Bostancı, Erenköy ve
Kozyatağı mahalleleri oluşturur. Suadiye Mahallesi’ni
ortadan ikiye bölen Bağdat Caddesi üzerinde ilk yerleşimler, 1873’te Anadolu Demiryolu’nun Haydarpaşa’dan
İzmit’e ulaşması sonrası başlar.1 Suadiye semt istasyonu ise 1888’de bu hatta eklenmiştir.2 1908’de bir muhtarlık kurulan Suadiye’de, semtin ismi II. Abdülhamit’in
maliye nazırı Reşad Paşa’nın genç yaşta ölen kızı Suat
Hanım adına 1907’de yaptırdığı Suadiye Camisi’nden
gelmektedir.3
20. yüzyılın başında, demiryolu yakınlarında bahçe içinde
köşklerin bulunduğu Suadiye, Cumhuriyet döneminin ilk
yılları ile birlikte şehrin sayfiye bölgesine dönüşür. Bağdat
Caddesi’nin iki tarafındaki araziler, 1935’ten sonra küçük
parsellere bölünmüş ve genişçe bahçeler içinde genellikle iki katlı küçük villalar inşa edilmiştir.4 Bahçe içindeki
bu villaların çoğu, Başoğlu Evi’nde de görüldüğü üzere,
kübik bir forma sahiptir.5 (Resim 1, 2)
Ancak, II. Dünya Savaşı sonrasında görülen hızlı kentleşme,6 İstanbul’da nüfusun 1945-1960 yılları arasında
iki katına çıkmasına7 ve ortaya çıkan konut sorununun
apartmanlaşma ile çözülmesine yol açmıştır.8 Ulaşım
ve haberleşme hızla artınca, üst ve orta sınıflar kent
merkezinden taşınıp Suadiye gibi şehrin sayfiyelerine
yerleşmeye, buralarda daimi konut alanları oluşturmaya
başlamışlardır.9 Suadiye’nin sayfiye özelliğinin 1960’ların
sonuna kadar kısmen de olsa devam ettiği bilinmektedir.
Orhan Pamuk’un otobiyografik özellik taşıyan İstanbul
Hatıralar ve Şehir kitabında, yazarın 1960’ların sonuna
denk gelen lise çağlarında hâlâ “Suadiye ve Erenköy’e
yazlığa giden bir kesimden” bahsedilir.10 1970’lere gelindiğinde, Suadiye’de öncelikle Bağdat Caddesi üzerin-
Bir zamanlar İstanbul’un “sayfiye”lerinden
olan Suadiye’de, “bahçe içinde yer alan villa”
tipolojisinin sayılı kalan örnekleri yıkım tehdidiyle
karşı karşıya. Bu konutlardan biri olan ve yazarların
Başoğlu Evi olarak adlandırdıkları yapı, hem terk
edilmiş hem de tescilsiz olması nedeniyle kentsel
dönüşüme kurban gitmeden önce korunması için
gerekli adımların atılmasını bekliyor.
deki iki katlı müstakil yapılar beş katlı apartmanlara
dönüşmeye başlamış; daha sonra Bağdat Caddesi ile
sahil arasında daha da yüksek apartmanlar inşa edilmiştir.11 Böylece mahalledeki gabari ve kütlesel boyut
farklılaşmış; Suadiye’nin denizle olan fiziksel ilişkisi de,
dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın yürüttüğü
imar çalışmaları ile sahil şeridinin 1984 - 1987 yılları arasında doldurulmasıyla kesilmiştir.
Suadiye semti için, sahil yolunun açılmasından sonraki en
büyük fiziksel değişim, 1999 Marmara Depremi sonrası
gerçekleşen kentsel dönüşümdür. İnsan odaklı olması
ve kamusal fayda sağlaması gereken kentsel dönüşüm
giderek amacından uzaklaşmış; hem mal sahipleri hem
de müteahhit firmalar için sadece para kazanmaya
odaklı hale gelmiştir.12 Kadıköy ilçesini büyük ölçekli bir
şantiye alanına çeviren söz konusu dönüşüm, Bağdat
Caddesi üzerinde tescilsiz durumda bulunan Başoğlu
Evi için de büyük tehdit oluşturmaktadır.
Mine Esmer
Dr. Öğr. Üyesi, Fatih
Sultan Mehmet Vakıf
Üniversitesi Mimarlık
Bölümü
Hayriye İsmailoğlu
Arş. Gör., Fatih
Sultan Mehmet Vakıf
Üniversitesi Mimarlık
Bölümü
XXXX
1. Başoğlu Evi güneybatı cephesi, 2016.
MİMARLIK 411 71
Kaynak: Hava fotoğrafı üzerinden yazarlar tarafından hazırlanmıştır.
3. Başoğlu Evi vaziyet planı
numaralı parsel üzerinde yer alır. (Resim 1-3) Halen
malikleri olan Başoğlu ailesi tarafından yaptırıldığı
için, yapı bu isimle adlandırılmıştır.
2. Başoğlu Evi güney görünüş
4. Başoğlu Evi doğu görünüş
5. Yapının birinci kat balkonu
BAŞOĞLU EVİ
Bu yazıya konu olan Başoğlu Evi, 1930’ların sonunda
inşa edilmiş, bahçe içinde, iki katlı ve müstakil bir
yapıdır. Bağdat Caddesi’ni dik kesen Akın ve Kazım
Özalp Sokakları arasındaki 347 adada, 845 m2’lik 3
72 MİMARLIK 411
Tekil mimar-müşteri ilişkisinin bir örneğini oluşturan
Başoğlu Evi, erken Cumhuriyet dönemi modern üslubunun Bağdat Caddesi üzerindeki özel bir örneğidir. (Resim 3-5) Tapudaki ilk geldisi 12 Kasım 1940
olarak görülen yapının bu tarihin hemen öncesinde
Fehmi Başoğlu tarafından inşa ettirildiği düşünülmektedir. Kadıköy Belediyesi’ndeki dosyası ile tapu kayıtlarında mimarına ve özgün projelerine rastlanmayan
yapının, sadece 1959’da yola terkinin tapuya işlendiği
tespit edilmiştir.
İlk sahibi Fehmi Başoğlu’nun vefatı sonrasında yapı,
bugün hayatta olmayan çocukları Nuran Başoğlu Bakırcı,
Mustafa Adnan Başoğlu ve Yalçın Başoğlu’na miras olarak intikal etmiştir. Mustafa Adnan Başoğlu’nun, 1930
doğumlu olduğu, 1939 yılında 493 öğrenci numarası
ile Galatasaray Lisesi’ne girdiği ve 1950 yılında mezun
olduğu bilinmektedir. Mustafa Adnan Bey, Galatasay
Lisesi’nin ardından, University of California - Berkeley’de
inşaat mühendisliği, daha sonra ise University of
Southern California’da yüksek lisans yaparak yüksek
inşaat mühendisi ünvanı almıştır. 2016 yılında hayatını kaybetmiş olan Mustafa Adnan Bey’in eşi Sevgi
Başoğlu hayattadır.
Mustafa Adnan Başoğlu’nun eğitimi ile ilgili olarak
ulaşılabilen bu kısıtlı bilgi bize ailenin maddi durumu, sosyo-ekonomik düzeyi, yaşam biçimi hakkında
bir fikir vermektedir. Ne yazık ki yapı ile ilgili olarak
aile ile görüşme sağlanamamıştır. Maliklerin ölümünden sonra, 2018 yılı itibariyle henüz yapının
tapu kaydında el değiştirmemiş olduğu görülmüştür.
Bağdat Caddesi’nin apartmanlaşması ve zemin katların çoğunlukla ticari işlevlerle kullanılmaya başlanmasının ardından, aile tarafından artık konut olarak
tercih edilmeyen evin, 1980’lerde kiraya verildiği
bilinmektedir. Yapı, 1990’ların ortasından itibaren
boş kalmıştır. 2000’li yıllara ait belediye dosyasında,
metruk olarak nitelendirilen binanın çevre için tehdit
oluşturduğu ve sahipleri tarafından önlem alınması
gerektiği ile ilgili kayıtlar mevcuttur.
Yapının Mimari Özellikleri
Başoğlu Evi’ne Bağdat Caddesi üzerindeki bahçesinden, iki farklı biçimde ulaşılmaktadır. (Resim 6) Birinci
giriş batıdaki yaya girişidir; bu girişten yapının cadde
Kaynak: Yazarlar tarafından sahada alınan kroki ve ölçüler ile hazırlanmıştır.
Kaynak: Yazarlar tarafından sahada alınan kroki ve ölçüler ile hazırlanmıştır.
7. Başoğlu Evi zemin kat planı rölövesi
Kaynak: Arkitekt, sayı:1932-04 (16), s.101.
6. Başoğlu Evi yakın çevresine ait vaziyet planı
9. Maçka’da İzzet Bey Evi, holden salon ve yemek odası. Resim 8 ve 9’daki
her iki yapıda da iç mekân kurgusu ve pencere boyutları - biçimlerinin
benzerliği dikkat çekicidir.
seviyesinden yarım kat yukarıda düzenlenmiş bahçesine basamaklarla ulaşılır. İkinci giriş ise araçlar
içindir; caddeden parselin arka köşesinde bulunan
garaja kadar verilen hafif bir eğimle tanzim edilmiştir.
Evin ana girişi de, Bağdat Caddesi’ne yönelmiş olan
güneybatı cephesindedir. Basamaklarla çıkılan zemin
kat terası, güneybatı cephesi boyunca uzanır; batı
ucunda bir geri çekilme ile giriş sahanlığını da oluşturur. (Resim 7)
Yapının cephe ve plan kurgusunda kübik formun
mekânsal yansımaları görünmektedir. Zemin kat,
birinci kat ve kısmi bir bodrum kattan ibaret olan yapı,
yaklaşık kare bir tabana oturur ve birinci kattaki eğrisel balkon dışında rasyonel bir kompozisyona sahiptir. Zemin katta mutfak, kiler, merdiven holü ve banyodan oluşan servis birimleri kuzeydoğu ile kuzeybatı cephelerde ana kütleden dışarı taşar. Pencere
bölünmeleri ve boyutları kendisiyle çağdaş yapılarla
benzerlik göstermektedir. Yapıda kullanılan geniş
balkonlar, sürekli pencere denizlikleri, düşey vurgulu
birimlere sahip pencere doğramalar ve bu birimlerin
tekrarlanarak kullanılması ile mutfağın bahçeyle doğrudan ilişkisi gibi unsurlar yapıldığı dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. (Resim 10 ve 18)
8. Başoğlu Evi’nde kemerle bölünmüş salon
Zemin katta, ana giriş kapısından ulaşılan giriş bölümü ve devamındaki hol, bu kattaki tüm mekânlar ile
merdiveni ilişkilendirir. Salon, üç ayrı kapıyla girilen,
L-planlı tek bir mekândır; kemerli bölmelerle yemek,
oturma ve çalışma olmak üzere üç işleve ayrılmıştır.
Her kapı bu işlevlerden birine açılır. (Resim 7-9) Kiler,
merdiven ve merdiven kolu altındaki banyo kuzeydoğu yönüne konumlandırılmıştır. Modern yapıda ayrı
mutfak ve kiler gibi kültürel önceliklerin benimsenmiş
olması dikkat çekicidir. Yüksek bir pencere aracılığıyla sahanlıktan doğal ışık alan ahşap bir merdivenle zemin ve birinci katlar birbirine bağlanır. (Resim
10-12)
MİMARLIK 411 73
Kaynak: Yazarlar tarafından sahada alınan kroki ve ölçüler ile hazırlanmıştır.
Yapıda dar saçaklı, mürekkep kırma çatı kullanılmış; çatı örtü malzemesi olarak marsilya tipi kiremit
tercih edilmiştir. 1937-38 yıllarında, daha önceleri
sıklıkla tercih edilen saçaksız, teras çatıların yerine geniş olmayan saçak ve kırma çatı kullanımına
başlandığı bilinmektedir.2 Bu tercihte, savaş yıllarına
rastlayan binanın yapım döneminde teras çatı için
gereken yalıtım malzemelerinin pahalı ve temininin
zahmetli olması da rol oynamış olabilir. Yapıyla aynı
zamanda tasarlanmış olan garaj ve atölyeler bahçenin arka kısmında, kuzeydoğudaki bahçe duvarının
önünde sıralı biçimde bulunurlar. (Resim 13, 14)
Bahçede yaya güzergahındaki kotlar basamaklarla
çözülmüştür.
Yapıdaki Hasarlar ve Koruma Sorunları
10. Başaoğlu Evi birinci ve bodrum kat planı rölöveleri
Birinci katta, merdiven holü, dört yatak odası, banyo ve
kapalı bir teras ile çevrili kat holden ahşap bir bölme
ile ayrılır. (Resim 11, 12) Birinci katın güneybatı cephesi boyunca uzanan balkon, dönem yapılarının tipik
örneklerinde olduğu üzere kuzeybatı ucunda eğrisel
bir plana sahiptir. (Resim 10) 1933-38 yılları arası
görülen, köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen planlarda,
yuvarlak kısımlara en çok girişlerde, balkon ve teraslar ile merdiven hollerinde rastlanmaktadır. Bu yapıda
görülen sürekli balkon veya geniş veranda; konutlarda
genelllikle cephe boyunca en çok tercih edilen dönemsel iki özelliktir.1 Yapının kısmi bodrumuna kilerden inilmektedir. Bodrum katta bulunan her iki oda da güneydoğu cephesine açılan ikişer pencere ile aydınlanır.
(Resim 13) Doğal ışık alabilen bodrum oldukça basık
bir mekândır ve tavan yüksekliği 150 cm’dir.
Yapının tüm duvarları yığma teknikte, harman tuğlası ile örülmüştür; döşemeler ise betonarme plaktır.
T) 49 cm, zemin ve
Bodrum kat duvar kalınlığı (
birinci katlarda ise duvarlar (2T) 39 cm kalınlığındadır. Bodrum duvarları sıvalıdır; zemin şap olarak bırakılmıştır. Yapının bodrum katındaki kalorifer
tesisatı dönemin teknolojisini göstermesi açısından
ilginçtir. Mutfak, banyo, teras, balkon gibi su ile
teması olan zeminlerde karo mozaik, diğer tüm
mekânlarda balık sırtı ahşap parke kullanılmıştır.
Mutfak ve banyo duvarları, belli bir yüksekliğe kadar
seramik kaplı, geri kalan duvar yüzeyleri ile tavan
sıva üzeri boyadır.
11. Birinci kat ve merdiven
hollerini ayıran ahşap doğrama
74 MİMARLIK 411
12. Birinci kat holü
Yaklaşık olarak 1990’ların ortasından beri işlevsiz
kalan yapıdaki hasarlar oldukça fazla ve çeşitlidir.
Terk edilmişlik ve bakımsızlıktan kaynaklanan hasarların yanısıra yapıda hırsızlık sonucu ciddi kayıplar
olmuş; tüm metal aksam (kalorifer petekleri ve boruları, merdiven küpeştesi, banyo küveti) çalınmıştır.
Birinci kat balkonunun metal korkuluğu da kuzeybatı
cephede saplandığı yerden sökülmeye çalışılmış,
ancak ya çok göz önünde olduğu için ya da paslı
olduğundan ucu duvardan çıkarıldıktan sonra bulunduğu şekliyle bırakılmıştır. Hem hırsızlığı önlemek
hem de belediyeye yapılan şikâyetler üzerine, mal
sahibi tarafından kapı ve pencereler gazbeton bloklarla ördürülmüştür. Çatıda kuzeybatıda bir delik oluşmuş, ayrıca mahya hattı çeşitli yerlerde bozulmuştur.
Tüm bu hasarlar yapının suya karşı dayanıksız olmasına neden olmuştur. Ayrıca yapının çoğu camı kırık
olduğu için, zorlu hava koşullarına karşı savunmasız
hale gelmiştir. Zemin katın ahşap döşemeleri kısmen
daha iyi durumda olsa da üst kat ahşap döşemelerinin neredeyse tümü ve merdivenin son basamağı, kırık camlardan ve çatıdan giren su nedeniyle
çürümüştür. (Resim 15, 16) Duvarlarda ve tavanda
nemden kaynaklanan lekelerle yosun oluşumu gözlenmektedir.
YAPININ KORUNMASI İÇİN ÖNERİLER
Türkiye’de modern dönemi tanımlayan yapıların kültür mirasının bir parçası olarak değerlendirilmesi,
2000’li yıllarda başlayan bir süreçte, uzmanlardan
oluşan kısıtlı bir çevrede tartışılmaya başlanmıştır.
Modern miras konusunda Türkiye, henüz koruma
sürecinin ilk aşaması olan “farkına varma” ve “kaygı
duyma” dönemini yaşamaktadır. 3 DOCOMOMO
Türkiye Çalışma Grubu’nun 2002 yılında kurulmasının ardından, 2003 yılında erken Cumhuriyet
dönemi olarak adlandırılan ve Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’lere uzanan süreçte modernist yaklaşımlarla inşa edilen yapıların gerek tescil edilmesi
gerek kamuoyunda mimari miras olarak kabul görmesi konusunda görüş birliği sağlanmıştır.4 Ancak,
fiziksel özellikleri ile alışılagelmiş mimari miras
imgesini, “eski eser” görüntüsünü, dolayısıyla kimliğini yansıtmadığı için modern mirasın korunmasının
gerekliliği konusunda yeterli kamuoyu bilinci henüz
oluşmamıştır. Bu yüzden çoğu dönem yapısı da
yıkılmaları önünde herhangi bir engel bulunmadan
tescilsiz durumdadır.
SONUÇ
Bugün Türkiye’de 1930’ların mimari mirasının son
derece üzücü bir durumda bulunduğu, dönem yapılarının çoğunun yıkılmış; yıkılmayanların da ya tanınmayacak hale gelmiş ya da post-modern inşaat
patlaması içinde unutulup gitmiş olduğu bilinmektedir.5 Ancak Başoğlu Evi aynı dönem yapılar ile karşılaştırıldığında, plan şeması, cephe düzeni, malzeme
ve mimari elemanlar açısından inşa edildiği dönemin pek çok özelliğini barındırdığı görülür. (Resim
17-19) Simenarmenin, yeni mimarinin ilkelerine ve
estetiğine biçim veren çok önemli bir rol oynadığı
1930’lardaki villalara Maçka’da Mimar Saim’in İzzet
Bey Evi, Adana’da Mimar Semih Rüstem’in kendi
15. Yapıdan merdiven görünümü
Kaynak: Hayriye İsmailoğlu, Şubat 2018.
347 ada / 3 parseldeki erken Cumhuriyet dönemi
yapısı olan Başoğlu Evi de ne yazık ki tescilli değildir.
Günümüze gelebilmiş olması büyük şans olan yapının yıkılması önünde kanuni bir engel yoktur. Eğer
içinde bulunduğu atıl durum devam ederse, bir süre
sonra bu koşullarda malzeme kaybı ile strüktürel
bozulma göstereceği açıktır. Bağdat Caddesi üzerinde bahçe içinde başka müstakil yapılar da mevcuttur. Örneğin, Suadiye’de, Bağdat Caddesi’nde no:
432-434’de 3 katlı, Ethemefendi Caddesi’nde no:2’de
2 katlı birer yapı bulunur. Ancak bu az sayıdaki yapıların hiçbiri, Başoğlu Evi’nin mimari niteliklerine sahip
değildir ve görmüş oldukları çeşitli müdahaleler
sonucu yapıldıkları dönemin özelliklerini çoğunlukla
kaybetmişlerdir. Başoğlu Evi’nin yapıldığı döneme ait
nitelikli ve özgün mimari karakterini henüz yitirmemiş bir örnek olarak tescil edilmesi ve herhangi bir
şirket, banka gibi bir kurum tarafından satın alınarak
ya da maliki olan ailenin katkısıyla -arsasının sağlayacağı ranttan feragat edilerek- prestij binası niteliğinde, özgün biçimiyle restore edilmesi umulmaktadır.
Kentsel bellekteki süreklilik ve farklı bir dönemin
temsil edilebilmesi adına bu önerinin gerçekleştirilmesi değerli olacaktır.
13. Bodrum kattan görünüş, betonarme döşeme kalıp izleri ve döneminin
teknolojisi ile metal aksam
14. Garaj ve atölye olarak kullanıldığı düşünülen ek yapılar
16. Kilerin arka cephedeki giriş kapısı, gazbeton bloklarla
güvenlik nedeniyle örülmüştür.
MİMARLIK 411 75
18. Birinci kat balkonu, sökülmüş olan metal parmaklıklar
Kaynak: URL1, dergi.mo.org.tr/detail.php?id=2&sayi_id=211 [Erişim: 19.07.2019]
17. Birinci kat balkonundan detay
20. Arkitekt dergisinin 1930’lu yıllarda çıkan sayılarında belgelenmiş dönem özelliklerini yansıtan
örnekler.
evi, Bebek’te Mimar Erip Erbilen’in, Suadiye’de ve
Kadıköy’de Mimar Zeki Selah (Sayar)’ın Dr. Sani
Yaver için tasarladığı evler örnek olarak gösterilebilir. Bu yapılar, duvarları harman tuğlası, döşemeleri
betonarme inşa edilen ve yukarda bahsi geçen diğer
karakteristik dönem özelliklerini yansıtan örnekler
arasındadır. (Resim 20) Sözkonusu yapıların çoğu,
1950’ler ve 1960’larda yüksek apartmanlara yer
açmak için yıktırılmıştır.6
Arkitekt dergisinde çok daha nitelikli örneklerini gördüğümüz ama çoğu günümüze ulaşamayan bir grup
dönem yapısının temsilcisi olarak Başoğlu Evi, bazı
açılardan oldukça mütevazı özellikler barındırsa da,
tekilliğinden ötürü “ikonik” olarak dahi tanımlanabilir.
Gerek bahçesindeki dökme mozaik merdivenleri,
garaj ve atölye gibi müştemilatı gerekse kendi bünyesindeki ahşap doğramalar, karo mozaik döşemeler,
metal korkuluklar gibi pek çok elemanın korunarak
yapının inşa edildiği dönemden günümüze değişmeden gelebilmiş cephe, plan düzeni, kat yüksekliği,
76 MİMARLIK 411
19. Güneydoğu cepheden detaylar
örtü biçimi gibi nitelikleri, yapının önemini artırmaktadır. Bu yazıyla amaçlanan, fiziksel özellikleri ile
alışılagelmiş “eski eser” görüntüsünü -dolayısıyla
kimliğini- yansıtmadığı için korunmasının gerekliliği
konusunda yeterli kamuoyu bilinci oluşmamış ve
tescilsiz durumda bulunan bu yapıya yönelik düşünmeye davet etmektir.

Fotoğraflar aksi belirtilmedikçe Mine Esmer tarafından 2018
yılında çekilmiştir.
NOTLAR
1. Kösebay Erkan, Yonca; Ahunbay, Zeynep, 2008, “Anadolu Demiryolu
Mirası ve Korunması”, İTÜ Dergisi/a, cilt:7, sayı:2, s.16.
2. Sabuniş Dölen, Şehnaz, 1995, “Suadiye”, Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, cilt:7, s.49.
3. Sabuniş Dölen, 1995, s.49.
4. Yazıcıoğlu, Zeynep, 2001, 1950-70’lerde İstanbul’da Konut Mimarisi:
Bağdat Caddesi Örneği, İTÜ FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul,
s.49.
5. Bozdoğan, Sibel, 2008, Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet
Türkiyesi’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, s.247.
6. Tekeli, İlhan, 1998, “Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi’nde Kentsel Gelişme
ve Kent Planlaması”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, s.12.
7. Yazıcıoğlu, 2001, s.30.
8. Tekeli, 1998, s.14.
9. Kıray, Mübeccel Belik, 1998, “Azgelişmiş Ülkelerde Metropolitenleşme
Süreçleri”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul, s.104.
10. Pamuk, Orhan, 2003, İstanbul Hatıralar ve Şehir, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, s.290.
11. Sabuniş Dölen, 1995, s.50.
12. Şahin, Dilara, 2016, Kentsel Dönüşüm Sürecinde Meşrulaştırma ve
Bağdat Caddesi’nin Yeniden İnşa Süreci, İstanbul Kültür Üniversitesi FBE,
yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, s.64.
13. Bozdoğan, 2008, s.227.
14. Batur, Afife, 1998, “1925-1950 Döneminde Türkiye Mimarlığı”, 75 Yılda
Değişen Kent ve Mimarlık, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, s.228.
15. Omay Polat, Elvan Ebru; Can, Cengiz, 2008, “Modern Mimarlık Mirası
Kavramı: Tanım ve Kapsam”, Megaron, cilt:3, sayı:2, s.183.
16. Omay Polat; Can, 2008, s.184. Cumhuriyet dönemi mimarlığı
konusundaki temel kaynaklardan olan Arkitekt’in, bu yazı için 19311945 yılları arasındaki sayıları taranmış, Başoğlu Evi ile ilgili bir bilgi
bulunamamıştır.
17. Bozdoğan, 2008, s.325.
18. Bozdoğan, 2008, s.250.
YAYINLAR
(ed.) Bülend Tuna, Kasım 2019, (yay.
haz.) Fatma Öcal Al, Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları,
İstanbul, Türkçe, 203 sayfa.
(ed.) Ali Cengizkan, N. Müge
Cengizkan, Kasım 2019, Koç Üniversitesi
VEKAM Yayınları, Ankara, Türkçe, 484
sayfa.
MİMARLAR ODASI TARİHİNDEN PORTRELER: NUR AKIN
Mimarlık meslek ortamına farklı yönleriyle katkı yapmış, iz bırakmış meslek büyüklerimizle sürdürülen yayın çalışmaları kapsamında, Işıl Çokuğraş ve Ceylan İrem Gençer’in 9-11 Şubat
2018 tarihlerinde Nur Akın ile gerçekleştirdikleri söyleşiden
yola çıkarak hazırlanan Mimarlar Odası Tarihinden Portreler:
Nur Akın isimli kitap, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Nur
Akın, her zaman yakınımızda hissettiğimiz, birlikte çalışma
yürütmekten onur duyduğumuz, varlığıyla ortamımızı zenginleştiren değerli bir meslek büyüğümüz. Bu kapsamlı söyleşide dile
getirdiklerini, sadece bir akademisyenin portresi olarak değil,
ülkemizdeki mimarlık eğitiminden meslek ortamına, koruma
kültürü alanındaki çabalara kadar bunca yıllık yaşanmışlığın,
zengin bir üretkenliğin dökümü olarak da algılayabiliriz.”
BİR ŞEHİR KURMAK: ANKARA 1923-1933
Ankara’nın başkent olarak kuruluşunun ilk on yılındaki yapılaşma,
modernleşme ve Yenişehir’in kurulum tarihine yakından bakan
Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 adlı araştırma sergisi ile
eşzamanlı olarak hazırlanan kitap, Koç Üniversitesi VEKAM
Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Ali
Cengizkan ve N. Müge Cengizkan’ın editörlüğü ile hazırlanan
çalışmanın araştırma zemini, Ankara’nın çok bilinen ve hızla
dönüştüğü için sonradan bilgisi üretilemeyen Yenişehir’in ortaya
çıkışı ve eski şehir ile birlikte yaşaması açısından ele alınmaktadır.
1923-1933 arasındaki ilk on yıla odaklanan kitap, kent ve park
kültürünün oluşması, kamusal hizmetlerin modernleşmesi, anma
kültürünün yaratılması, ulus kültürünün kimliğe kavuşturulması
ve kentin sosyal yaşamının modernleşmesi temalarıyla
açısından ele almakta ve ‘moderne beş kala’ barınma kültürüne
bakmaktadır. […] Kitapta döneme ilişkin bildik Ankara görselleri
yerine, birinci el, özgün ve ‘Varolmayan Kartpostallar’ adını
verdiği yeni üretilen görseller kullanılmakta; ilkesel olarak eski/
yeni karşılaştırmaları başta olmak üzere, nostalji üreten yöntemler
yerine dönemi anlamak/anlayabilmek için empati araç ve
ortamları kurulmaktadır. Bilinmektedir ki, nostalji yabancılaşmayı
yaratır, yabancılaşma ise romantik kaçışa ve sorumsuzluğa yol
açar.”
Reha Günay, Ocak 2020, YEM Yayın,
İstanbul, Türkçe, 200 sayfa.
Çiğdem Varol, Aydan Sat, Bahar
Yenigül, Aslı Gürel Üçer, Kasım 2019,
(ed.) Alev Ayaokur, Koç Üniversitesi
VEKAM Yayınları, Ankara, Türkçe, 265
sayfa.
İSTANBUL ADALARININ YAŞAYAN AHŞAP KONUTLARI
Geçtiğimiz yıllarda yayımlanan İstanbul’un Kaybolan Ahşap
Konutları adlı kitabında İstanbul’un yitip giden ahşap konut
dokusunu konu edinen Reha Günay, İstanbul Adalarının
Yaşayan Ahşap Konutları adlı kitabında ise yapılaşmaya, nüfus
artışına ve tüm duyarsızlığımıza rağmen yaşamayı sürdüren
Adalar’daki yapılardan kendi çekmiş olduğu siyah beyaz fotoğrafları ile kapsamlı bir seçki sunuyor. Kitabın tanıtım metni şu
şekilde: “İstanbul’un Kaybolan Ahşap Konutları kitabını hazırlarken Ada konutlarını da katmayı düşünüyordum ancak hem çok
önemli bir konut grubu olmaları hem de hâlâ yaşamaya devam
etmelerinden dolayı onlara yer vermemiştim. […] Adalar bugün
19. yüzyıl Avrupa mimarlığının çeşitli üsluplarını yansıtan bir açıkhava müzesi gibidir. Hemen yakınındaki binlerce yıllık İstanbul
ise artık geleneksel ahşap konut dokusunu tümüyle kaybetmiş;
eski kârgir toplum yapılarını zar zor korurken tarihsel çevresini
ise yitirmiştir. Buna karşılık Adalar’ın şimdiki zamanda oldukça
korunmuş bir şekilde karşımızda durması sanki bir mucizedir.
Bu mucizeyi yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak, kültürümüze gelecekte olağanüstü katkılar sağlayacaktır.”
BAŞKENT’İN MEYDANI KIZILAY’IN DÖNÜŞÜM ÖYKÜSÜ
Ankara-Kızılay’ın sosyo-mekânsal tarihinin belgelenmesine
katkı sağlaması amacıyla hazırlanan kitap, Koç Üniversitesi
VEKAM Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni şu şekilde:
“Kitapta ‘Kızılay Meydanı Başkent Ankara için her zaman önemli
bir odak mıydı? Zamanla nasıl değişti ve dönüştü? Başkentin
imgesi olma özelliğini kaybetti mi?’ soruları, cevaplarını bulmaya çalışmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşu ve Ankara’nın başkent
ilan edilmesinden günümüze kadar geçen süreçte Ankara’nın
merkezi olarak tanımlanan Kızılay Meydanı ve yakın çevresinin değişen sosyo-mekânsal yapısı, Ankara ve Kızılay için
önemli değişimlere neden olan toplumsal, ekonomik ve siyasi
dönüm noktalarına referans verilerek değerlendirilmektedir.
[…] Çalışmanın özgünlüğü, Kızılay’ın sosyo-mekânsal yapısı
ve dönüşüm sürecini, konuyla ilgili yazın ve görselleri, belleğe
dayalı anlatıları içeren sözlü tarih çalışması ile birlikte ele alarak
ortaya koymasıdır.”
MİMARLIK 411 77
YAYINLAR
Étienne-Louis Boullée, Aralık 2019,
(çev.) Alp Tümertekin, Janus Yayıncılık,
İstanbul, Türkçe, 171 sayfa.
Ahmet Alkan, Aralık 2019, YEM Yayın,
İstanbul, Türkçe, 232 sayfa.
MİMARLIK: SANAT ÜZERİNE DENEME
Étienne-Louis Boullée’nin kaleme aldığı Mimarlık - Sanat Üzerine
Deneme başlıklı kitap, Alp Tümertekin tarafından Türkçeye
kazandırıldı. Kitabın tanıtım metni şu şekilde: “Étienne-Louis
Boullée’nin (1728-1799) çalışmaları 18. yüzyıl sonunda ideoloji
alanında yaşanan büyük alt-üst oluşlar bağlamında yer alır.
Locke ve Condillac’ın yazılarıyla duyumcu felsefe tarafından
biçimlendirilen, Montesquieu, Rousseau ve Voltaire tarafından olgunlaştırılan Boullée, sanatın eğitici erdemler taşıdığına
inanır. Boullée iki yönden ‘devrimci mimar’ sayılabilir: Çağının
mimarlığını eleştirir, cüretkar ve ilerici çözümler önerir, ama bir
yandan da Devrim’in talep ettiği toplumsal ilerlemeyi sağlayacak kurumları somutlaştırmak ister. L’Hôtel Alexandre (Paris)
ve günümüzde Le Palais de l’Élysée olarak kullanılan L’Hôtel
d’Evreux dışında hiçbir eseri günümüze ulaşmamıştır.”
ANILARLA SON 50 YILIN MİMARLIK VE PLANLAMA PRATİĞİ
Ahmet Alkan’ın Anılarla Son 50 Yılın Mimarlık Ve Planlama
Pratiği adlı kitabı YEM Yayın’dan çıktı. Kitabın tanıtım metni
ise şu şekilde: “Bunların bilinmesi, tartışılması ve önlenmesi,
ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için olmazsa olmazlardan
ilki ya da bizim onlara karşı görevimizdir... Kamu yönetimini
doğrudan ilgilendiren, ahlak ve etik değerleri çerçevesine
girmekle beraber, ancak etkin bir ‘hukuk devleti’ normlarında
tartışılıp çözülebilecek yaşanmışlıkların önemli bir bölümünün
muhataplarının hayatta olması, çoğunluğu iki kişi arasında
geçen olayların belgelendirilmesinin imkânsızlığı, ortaya önemli
hukuki sorunları çıkarabilecekti. […] İki kişi arasında geçen ve
muhakkak anlatmam gerektiğine inandığım az sayıda olayda
ise, gerçek isimleri kullanmamaya ve mümkün mertebe olayyer-zaman analizinden de isimleri tespite imkân vermeyecek,
masum (!) ya da zorunlu çarpıtmalara giderek, genç kuşakların
karşılaşabilecekleri kimi örnekleri de yazmayı konumumun bana
yüklediği bir sorumluluk olarak görüp kabul ettim. Umarım
benden sonra gelen değerli meslektaşlarıma ve bütün insanlara,
bedelleri oldukça ağır ödenmiş bu deneyimlerin küçük de olsa
olumlu katkıları olur. Bu benim için hayatıma anlam katacak en
büyük bahtiyarlık vesilesi olacaktır.”
78 MİMARLIK 411
(ed.) Rasim Akpınar, Kamil Taşcı,
Volkan İdris Sarı, Aralık 2019, Nobel
Akademik Yayıncılık, İstanbul, Türkçe,
648 sayfa.
(ed.) Lioba Theis, Su Sultan Akülker,
Caroline Mang, Haziran 2019, (çev.)
Yiğit Adam, ANAMED Yayınları,
İstanbul, Türkçe, 192 sayfa.
ŞEHİR VE ŞEHİR YÖNETİMİ
Mimarlık, şehir ve bölge planlama, siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat gibi disiplinleri bünyesinde barındıran Şehir ve Şehir
Yönetimi kitabı Nobel Akademik Yayıncılık’tan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Şehir, içinde barındırdığı insan sayısı,
sosyo-ekonomik işlevleri ve idari kapasitesi ile sürekli yenilenen canlı bir organizmadır. Kalkınmanın zemini olarak görülen
şehirler merkezî idareler tarafından uygun bir planlama ölçeği
olarak düşünülmektedir. Bununla birlikte salgın hastalıklar, afet,
göç, kriminal suçlar, kente karşı işlenen suçlar, iklim değişiklikleri, kentsel yoksulluk gibi çok katmanlı ve teknik birtakım
sorunlarla da yüz yüze kalan şehirleri yönetmek ziyadesiyle
zorlaşmaktadır. Bugün ülkemizde kentleşme oranının yüzde
92 seviyesinde olduğunu göz önüne aldığımızda şehir ve şehir
yönetimi konusunun önemli bir politika alanı olduğunu söyleyebiliriz. […] Eserin şehir ve şehir yönetimi konusunda fikir yoranların, akademisyenlerin, öğrencilerimizin, politika yapıcıların bu
konularda ortaya koyacaklarına mütevazı bir katkı sunmasını
ümit ediyoruz.”
ARŞİVİN BELLEĞİ: MARCELL RESTLE’NİN ANADOLU
ARAŞTIRMALARI
Yiğit Adam’ın Türkçeye kazandırdığı Arşivin Belleği: Marcell
Restle’nin Anadolu Araştırmaları ANAMED Yayınları’ndan çıktı.
Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “1932’de Almanya’nın güneyindeki Bad Waldsee adında küçük bir şehirde dünyaya gelen
Restle, Tübingen ve Münih üniversitelerinde sanat tarihi, Bizans
araştırmaları ve Hıristiyanlık tarihi alanlarında eğitim aldı. Bir yıl
öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi’nde Almanya ve Türkiye
kökenli hocalardan aldığı dersler, Restle’nin önünde yeni ufuklar açtı. [...] Arşivin Belleği, bir yandan Restle’nin bir çalışma
gününü nasıl geçirmiş olabileceğine, zamanını nasıl sistematik
biçimde planladığına, internetin dahi olmadığı bir dönemde
çalışırken kullandığı metotlara dair bilgiler verirken bir yandan
da birçoğu artık yalnızca belleklerde kalan kültür varlıklarının
kentsel yapı içerisindeki durumlarını retrospektif bir bakış açısıyla sunmayı hedefliyor. Yayının İngilizce versiyonu ise Türkçe
versiyonu ile eş zamanlı olarak Archival Memories: Marcell
Restle’s Research in Anatolia and Beyond ismiyle yayımlandı..”
YAYINLAR
(ed.) Bülend Tuna, Aralık 2019, (yay.
haz.) Fatma Öcal Al, Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları,
İstanbul, Türkçe, 274 sayfa.
Feride Çiçekoğlu, Mart 2019, Metis
Yayınları, İstanbul, Türkçe,192 sayfa.
MİMARLAR ODASI TARİHİNDEN PORTRELER: ÇELENGÜVEN BİRKAN
“Mimarlar Odası Tarihinden Portreler” dizisi kapsamında gerçekleştirilen sözlü tarih görüşmelerinde meslektaşlarımızın
yaşamlarından aktarabildiklerinin, belgeler ve görsellerle birlikte derlendiği serinin son kitabı, Mimarlar Odası İstanbul
Büyükkent Şubesi Yayınları’ndan çıktı. Kitabın tanıtım metni
ise şu şekilde: “Her yaşam geleceğe ışık tutan ve onu besleyen deneyler bütünüdür, öğretidir. Birkanların yaşam öyküsü;
mimarlık eğitimi ile edindiğimiz değerleri sahiplenmenin-bilimsel çalışmanın, meslek ortamında ahlaklı olmanın, eğitimimize
olanak sağlayan halkımızla bütünleşmenin, yaşadığımız ve
müdahale ettiğimiz çevremize karşı duyarlılığın, ortaklaşmanın,
dayanışmanın, paylaşmanın öyküsüdür. Bu yoğunluğu özveriyle, sabırla ve tevazu ile yaşadılar. Düşünceleriyle, davranışlarıyla, yazdıklarıyla ve çalışkanlıklarıyla iz bıraktılar, örnek oldular.”
İSYANKAR ŞEHİR
Vesikalı Şehir ve Şehrin İtirazı kitaplarının ardından, onlarla
tematik süreklilik içinde yazılmış olan ve “Zamanın ruhu ile
dişil özneliğin ilişkisini nasıl anlayabiliriz? Kadınların kendi
hikâyelerinin kahramanı olmaları, üzerlerindeki tüm baskıya
rağmen ‘şehre çıkmaları’, Gezi direnişi sonrasında yapılan
bazı filmlere nasıl yansıdı, neyi değiştirdi? Ya da şehre çıkmak
çözüm olmadığında, kadınlar şehrin içinde, hanelerde sıkışıp
kaldıklarında durumlarını nasıl sorguluyorlar? Kadınların mahrem-isyanıyla erkeklik krizini nasıl bir arada düşünebiliriz?” gibi
sorulara cevap arayan kitap, Metis Yayın’dan çıktı. Kitabın tanıtım metni ise şu şekilde: “Önceki iki kitap gibi İsyankâr Şehir de
filmlere dışarıdan bakan metinlerle, İstanbul mekânlarına dair
benim kendi hikâyelerimi iç içe örerek ilerliyor... Bir filmin senaryosunu yazarken mekânı ve zamanı, ya da çekim esnasında
kameranın yerini değiştirince değişen bakış açısını hatırlatıyor
bu bana. Aynı karakterlerin farklı yüzleri, yan yana ama birbirine değmeden akıp giden hayatlardan geriye kalan bambaşka
hikâyeler. Sonunda kendime de bu üçlemeyi bitirebilecek
başka bir gözle bakabildiğim bir ömürlük yolculuk.”
Antoine Picon, Ocak 2020, (çev.) Alp
Tümertekin, Janus Yayıncılık, İstanbul,
Türkçe, 112 sayfa.
Ira Katznelson, Kasım 2019, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, Türkçe, 352 sayfa.
MİMARLIĞIN MADDİLİĞİ
Antoine Picon’ın Mimarlığın Maddiliği başlıklı kitabı Alp
Tümertekin tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kitabın tanıtım
metni ise şu şekilde: “Mimarlık maddeyi dile getirmek için
madde üzerinde çalışır. Madde dilsizdir, inatçılığını kırmak
mimarlığın işidir. Maddiliğin yorumlanması Vitruvius’dan bu
yana çok değişti. Bu çalışmasında Antoine Picon maddilikten
kalkarak yeni bir mimarlık tarihi yazmaya hazırlanıyor. Mimarlık
son derece maddi bir sanattır. Ahşap, tuğla, taş, beton ya
da çelik kütleleri üzerinde çalışır. Mimarlık nerede yer alır?
Mimarlık maddenin yanında yer alır, ama dile varacak yolun
üstünde anlatımının yanında da yer alır, doldurulması imkânsız
bir mesafe vardır mimarlıkla anlatım arasında, mimarlık anlatımdan ayrıdır.”
MARKSİZM VE KENT
Ira Katznelson’un kaleme aldığı Marksizm ve Kent, Ceren
Göğüş’ün çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Kitabın tanıtım metni
ise şu şekilde: “ Marksizm ve kent konusunun geleceğe yönelik
bir potansiyeli var. Kentler her zaman uygarlıkların yoğunlaşma noktaları olmuşlardır. Yoğunlukları bozulduğunda bunu
açığa vurmaya da başlarlar. Kentlere, evrende noktalar, sınırlı
formları olan yerler ve insanların eylemleri için mahaller olarak
odaklanırsak, bu çıkış noktasını kullanarak tarihin anahtar yönlerini ve alternatif sosyal kuramların yeterliliklerini aydınlatabiliriz.
Marksizm’in Batı kentlerinin gelişimini açıklamakta nasıl yardımcı olabileceğinin; kent ve kentsel mekânı analitik çerçevesinin
içine nasıl dahil edeceğinin üzerine giderek Marksizm’in analitik
kapasitesinin değerlendirilmesine de katkı sağlayabiliriz. Bu
kitap Marx’ın başlıca analitik projelerinin kentsel mekân boyutunun dahiliyeti ile geliştirilebileceğini ve böylece, kent araştırmaları ve kentleri anlayışımızın bazı konu başlıklarının Marksizm’in
devreye girişi ile aydınlatılabileceğini göstermeyi amaçlıyor.
Aynı zamanda, Marksizm ve kentin karşılaşması Marksist kuramın merkezinde yer alan bazı meselelerin de açığa çıkarılmasına yardımcı olacaktır.”
MİMARLIK 411 79
TEMA[S]
Gerçek Olabilirdi: Simulacro
Duygu Cihanger Ribeiro
Fotoğraflar: Ivo Tavares Studio
Dr. Öğretim Üyesi, TED Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Simulacro yerleştirmesi adını “kopyanın kopyası” anlamına gelen Latince kökeninden alıyor. Mimar Pedro Henrique,
Portekiz’in Santa Maria de Feira kentinde yer alan kentin en eski yapı adalarını saran nehrin etrafında tesadüfi gelişmiş proje alanına bir “atıl” ya da “yok-mekân” niteliklerini yakıştırıyor ve bu sorunu Simulacro yerleştirmesiyle irdelemek istiyor. Aslında nehir ve yarattığı mekân, yaşayan ve hep orada olan varlıklar. Bu sebeple de sürekli devinim,
değişim içindeler ve varlar. Projenin kaygısı ve özellikle de uygulanma biçimi mekânın kamusal değerine dikkat
çekmek adına oldukça ölçülü ve ayakları yere basan bir yaklaşıma sahip.
Simulacro yerleştirmesi kentlilere gözlem ve temaşa imkânı veren bir “asılma” ve “takılma” alanı yaratıyor. Her
gün yanından geçilen ancak pek de kullanılmayan bir mekâna yaşam verme çabası olarak sarıya boyalı metal bir
yapıyla desteklenen bir yük ağı Caster Nehri’nin yaklaşık kırk iki metrekarelik bandında bir duraklama ve merak
noktası oluşturuyor. Nehrin iki yakasında da pek aktif olmayan sokak ve yeşil alanın ortasına asılan proje, batısındaki
sokağa basit ama duyarlı bir tasarıma sahip üç basamaklı bir merdivenle bağlanıyor. İnsanlar alışmadıkları bu yapıyı
anlamak adına merdiven çevresinde durup, projeyi anlamaya çalıştıklarında ise mekâna geçici bir düğüm atılıyor.
Her ne kadar basit malzemelerle yapılmış küçük bir mekân olsa da, bu sadelik üzerinde sayısız etkinliğe izin veriyor
Simulacro. Yanından geçenlerin aklını çelmeyi başarırsa, üzerindeki yük ağı sayesinde onlara sudaki yansımalar ve
sayısız bakış açısı sunan alanında oturma, dinlenme, uzanma, nehri ve çevresini gözlemleme ve düşünme imkânları
sağlıyor.
Baudrillard tarafından “bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm” olarak açıklanan “simulakrum” kavramı,
mimarın kentin olmayan mekânlarından birine dikkat çekmek için kamusal mekâna yaptığı geçici müdahalenin felsefesini de açıklıyor. Mimarın projenin adını “gerçek olabilirdi” olarak tanımlıyor olması, toplumun bu kamusal mekâna
ilgisi arttıktan sonra sahip çıkabilmelerine ve böylece geçici, hatta uçucu bu mekânın kalıcılık kazanacağına dair bir
umudu taşıyor. Bu umut, mimarlık disiplini içinde basit, küçük ölçekli ancak etkileyici tasarım araçları kullanarak kent
sakinlerinin bu göz ardı edilmiş mekânı fark edip sahip çıkmalarını hedefliyor.
80 MİMARLIK 411
Download