ETKİNLİK 2: ORTAÇAĞ’DA BATI’DA VE DOĞU’DA TOPRAK DÜZENİ Kaynak 1: Ortaçağ Avrupa’sında fief Kaynak 2: İslam devletlerinde katia Roma çökerken Kavimler Göçü ile Germen istilâları gerçekleşir. Germenler Roma topraklarında belli alanlara yerleşir, kabilesel yaşam alanları kurar, devleti sıfırdan oluştururlar. Halifeler arazilerinin işletilmesini sağlamak amacıyla, devletin mülklerinden bir kısmını özel kişilere bağışladı. “Katia” denilen bu arazi bağışları, özel mülke çok yakındır. Bağıştan yararlanan kişi, bu mülkü satabilir ve oğullarına miras bırakabilirdi. Katia sahiplerinden beklenen ise bu arazinin ekimini sağlamaktı. Ekmediği takdirde arazi geri alınırdı. Roma nakit paraya dayalı bir devletti: Para basardı ve bastığı para birimi bütün Akdeniz çevresinde geçerli olurdu.. Hemen her çeşit mal ve hizmet, para karşılığında sağlanırdı. Devlet, merkezî vergilendirme yoluyla parayı toplardı. Memurlara nakit maaş öderdi. Bu yönetim tarzı 4. yüzyıldan itibaren sürdürülemez, Roma zayıflarken Akdeniz ticaret yolları çöker. Bu aşamada Germen kavimleri devreye girer. 4 ve 5. yüzyıllarda Germen kavimleri, kabileden devlete sıçrayışlarını yaşarken “Roma devleti nasıl örgütlenmişti, öğrenelim” demeleri mümkün değildi. Çünkü geçerliği kalmamıştı: Dolaşımda para olmadığı için halktan vergi toplanamıyordu, pazarlar ve ticaret ise çökmüştü. Bu durumda krallar, toprak gelirlerini toplama hakkını dağıtarak (fief), halkı kendilerine sadık tutarlar. Toprak dağıttıklarına belli görev ve yükümlülükler vermezler. Ortaya çıkan sistemde zayıf krallar, buna karşı kralların karşısında yer alan hayli güçlü, irili ufaklı fief alarak gelişen senyörler vardır. Fiefler giderek irsi bir karakter kazanır. Bir kere verildikten sonra babadan oğula geçmeye başlar. Fief alıp verme işleri, büyük senyör ile alttaki arasında sözleşmeli bir karakter taşır. Bu Ortaçağ toplumuna, feodalite denmeye başlanır. Mülk, devlet memurlarının denetimine açıktı. Katia sahipleri köylüler üzerinde idari ve adli haklar kullanamazdı. Köylülerden rant alır ve devlete öşür vergisi öderdi. Rant ile öşür arasındaki fark, katia sahibinin geliriydi. Bir süre sonra kati'a sahipleri öşür vergilerini ödeyemez hale geldi. Sonunda, katia sahibinin, topladığı gelirlerle sadece kendisini ve maiyetini geçindirmesi, hazineye bir şey aktarmaması, hem mali idarenin temsilcisi (vergi toplayıcı), hem de siyasi idarenin temsilcisi (eyalet söz konusu ise vali) olması benimsendi. (Halil Berktay, Ders Notları özeti, Sabancı Üniversitesi) Kaynak 3: İslam devletlerinde ikta Halife, maaş karşılığı subaylara da devlet arazisinden katia verir. Fakat devlet arazisi sınırlı miktardadır. Çabuk tükenir. Bunun üzerine haraç ödemekle yükümlü kişilerin arazisinin vergisi askere ayrılır. Diyelim ki, iki köyün haraç vergisi bir subaya maaş olarak verildi. Bu vergiyi subay ya da adamları toplar. Köyde ufak ya da büyük mülk sahipleri bulunmaktadır. Bunlar eskisi gibi arazilerinin sahipleri olmaya devam edecektir. Ancak eskiden devlete ödedikleri vergiyi artık subaya vereceklerdir. Bu vergi toplama hakkına ikta denir. Subayların, köydeki arazi üzerinde mülkiyet hakları yoktur. Onlara köylerin kendisi değil, vergisi bırakılmıştır. Vergiyi (haraç) alan askerlerin, elde ettiği gelir üzerinden öşür vermeleri beklenir. Haraç vergisi ile öşür vergisi arasındaki fark, askerin geliridir. Fakat zamanla askeri kumandanların “aşar” (öşür) vergisini ödemedikleri görülür. Bu kimselere bağış yapılırken ödemeleri gereken aşar vergisinin de hesaba katılması ve onlardan başka bir şey istenmemesine karar verilir. Hükümetler ikta sahiplerinin bölgelerini sık sık değiştirirler. İkta sahipleri de, gelirlerinin yetersiz olduğu ya da düştüğü gerekçesiyle iktalarının değiştirilmesini isteyebilir. Cahen, Claude Osmanlı’dan Önce Anadolu’da Türkler, 1994, E Yayınları, s.55-56 Avcıoğlu, Doğan, Türklerin Tarihi, Dördüncü Kitap, Tekin Yayınevi, 1983, s. 1631-1640 ÇALIŞMA SORULARI (1) 1. Yukarıdaki metinlere göre Ortaçağ’da devletlerin ekonomik faaliyetleri yürütmede hangi sorunlarla karşılaştıkları söylenebilir? 2. Fief nedir? Avrupa’da krallar neden fief dağıtıyor? 3. Fief ve katia kim tarafından, kimlere veriliyor? Fief alanların yükümlülükleri neler? 4. Fief ile katia arasında benzerlik ve farklar nelerdir? 5. İkta, subaylara hangi amaçla veriliyor? Karşılığında ne bekleniyor? 6. İkta alanın, köylüler karşısında hak ve yükümlülükleri var mı? 7. Katia ve iktanın farkı nedir? 8. Devlet neden ikta sahiplerinin yerlerini değiştirmektedir? Amacı nedir? Ya da neden çekiniyorlar? ETKİNLİK 4: SELÇUKLU’DA TOPRAK DÜZENİ Kaynak 1: Selçuklu’da ikta Kaynak 2: Nizamülmük’ün kaleminden ikta Selçuklular ikta geleneğini İslam devletlerinden miras aldı. Ancak Selçuklu ailesinden olan prenslere eyalet iktaları vermekten bir ölçüde kaçındılar. İktaları uç bölgelerinde ve belli yerlerle sınırlı tutmaya çalıştılar. İkta sistemi Nizamülmülk döneminde bütün ülkeye yayıldı. Kaynaklarda 46 bin atlıdan kurulu olduğu iddia edilen daimi orduya, maaş yerine bir takım yerlerin vergi geliri (ikta) verildi. Bir atlı askere (sipahiye) bırakılan ikta, tek bir bölgede değil, birbirinden uzak yerlerde olabilirdi. Sipahi için önemli olan arazinin belli bir yerde toplanması değil, eline geçecek gelirdi. Bununla beraber merkezde değil, ikta edilen arazide oturan ve çağrılınca sefere gelen çok sayıda sipahinin varlığı da görülür. Bu tip iktalar, zamanla hukuken olmasa da, uygulamada babadan oğla geçen bir nitelik kazandı. -Mülk sultanındır. Makrizi, bir sipahinin ağzından şöyle yazar: “İktalar bizim mülklerimizdir, babadan oğla kalır. Biz o uğurda canımızı feda ederiz.” -Her iki ya da üç yılda bir ikta sahipleri değiştirilmelidir ki, kuvvet bulmasınlar, memuriyetlerine yerleşmesinler. -Vergi borcunu ödeyen köylünün (reaya) taşınır ve taşınmaz mallarına, çoluk çocuğuna ikta sahibinin el uzatması yasaktır. -Reayanın sultan sarayına gelip şikayette bulunma hakkı engellenemez. Aykırı davranan mukta’nın (ikta sahibinin) eli kesilmeli, iktası geri alınmalı, azarlanmalı. -Tarımın gerilediği yörelerde, ikta sahipleri hakkında halkın ne düşündüğünü gizlice öğrenmek üzere denetçiler yollanmalı, reaya fakir ve avare olmaktan kurtarılmalı. (Avcıoğlu, Doğan, Türklerin Tarihi, Dördüncü Kitap, Tekin Yayınevi, 1983, s. 1637-1639) Sultan Muhammed, askeri yaz aylarında Bağdat’a, halife üzerine yürümeye zorlayınca, asker gitmez. Tarihçi El-Bundari bu durumu, “Asker, ürün yetiştiği zaman evlerinden ve iktalarından ayrılmak istemez” diye açıklar. Sefer sonbahara kalır. Ebu’l-Ferec: “Savaşmazsanız her şey geri alınır. Savaşmayan asker reaya’dır,”* demektedir. * Reaya: Vergi veren halk, tebaa Kaynak 3: Melikşah’ın adaleti Melikşah, Irak’taki ikta’sından fazladan vergi alan komutanı Humar Tegin’i, arazi sahiplerinin şikayeti üzerine cezalandırır, ikta’sını geri alır. “Avare” olmak, ezilen köylünün tarlasını bırakıp kaçmasıdır. Kaçma, köylünün pasif direniş biçimidir. Köylü kaçınca, arazi ekilemediğinden gelir düşer. Bu nedenle, “tahammül edilebilir koşullar sağlanarak” köylünün geri dönmesine çalışılır. (Avcıoğlu, Doğan, Türklerin Tarihi, Dördüncü Kitap, Tekin Yayınevi, 1983, s. 1640) ÇALIŞMA SORULARI (2) 1. Selçuklular, neden hanedan prenslerine ikta vermek istemiyorlar? Çekinceleri ne olabilir? Selçuklular toprak düzenlerini oluştururken hangi tecrübelerden yararlanmış olabilirler? 2. Selçuklular, subaylara ikta vererek hangi (ekonomik, siyasi, sosyal) sorunları çözüyorlar? 3. Selçuklularda ikta uygulaması nasıl bir evrim geçiriyor? Başlarda nasıl uygulandı? Sonrasında neden ve nasıl değişti? 4. Kaynak 5 ve 6’ya göre Melikşah ile Nizamülmülk, devlet, ikta sahibi ve reayaya hangi hak ve yükümlülükleri veriyor? İkta sisteminin bu üç ayağından hangisini güçlendirmeye çalışıyor? 5. Selçuklu sistemi Avrupa’daki gibi feodal midir? Düşüncenizi gerekçeleriyle açıklayınız.