içindekiler - TC DİB. Trabzon Dini Yüksek İhtisas Merkezi Müdürlüğü

advertisement
T.C.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
TRABZON-AKÇAABAT-DARICA
EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
KUR’AN-I KERİM’DE VAHİY KAVRAMI
III. DÖNEM
BİTİRME TEZİ
Hazırlayan:
Recep EREN
Danışman:
Kadir DİNÇ
TRABZON–2006
ÖNSÖZ
Bizi ve her şeyi yaratan, bitmez tükenmez nimetleri içinde yaşatan Yüce
Allah’a hamdü sena eder; sevgili peygamberimiz, dünya ve ahirette en büyük rehber ve
önderimiz Hz. Muhammed (sav)'i ve kendisinden önce gelip geçmiş olan bütün
peygamberleri ve İslâm davasına hizmet edenleri sevgi ve saygı ile selamlarım.
İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem (as)'den
peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav)'e kadar isimlerini bildiğimiz ve
bilmediğimiz birçok peygamber gelip geçmiştir. Allah’u Teala, bu peygamberlerin
hepsine vahyetmiştir. Bu Peygamberler de Allah’tan aldıkları vahyi eksiksiz bir şekilde
insanlara bildirmişlerdir. Allah’ın, insan ile iletişiminin alameti olan vahiy konusunu
içeren bu çalışmayı yaparken başta Allah'ın Kelam'ı Kur'an-ı Kerim'e, Peygamberimiz
(sav)'in hadislerine, İslâm müfessirlerinin ve mütefekkirlerinin görüşlerine müracaat
ettik.
Bu çalışmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş de İnsanın yaratılış
gayesini ve Akıl-Vahiy- İnsan ilişkisini izah ettik. Birinci Bölümde Vahiy kelimesinin
lugavi ve ıstılahi manalarını verip, bu kelimenin Kur’an’da kullanılan müradiflerine
işaret edip, Vahyin içeriği hakkında yani vahyin kaynağı, vahiy meleği, vahiyde
peygamber, vahiyde gizlilik ve süratlilik, vahiy yollarının cin ve şeytanlardan
temizlenmesi konularını ayetler ve hadisler ışığında açıkladık. İkinci Bölümde tarihi
süreç içerisinde İlahi Dinlerde vahyin nasıl algılandığını izah ettik. Üçüncü Bölümde ise
Kur’an da Vahiy konusunu ele alıp İlahi olup olmaması açısından açıklamaya çalıştık.
Bu çalışmayı yaparken Eğitim Merkezinde İhtisas dönemimiz süresince bizlere
maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Müdürümüz Sayın Zeki YAVUZYILMAZ
Bey’e, bu çalışmaya danışmanlık yapıp yardım ve destekte bulunan Değerli Hocamız
Kadir DİNÇ Bey'e, bilgi ve tecrübelerinden faydalandığımız Eğitim Merkezimizde
görev yapan Kıymetli Hocalarımıza teşekkür ediyoruz. Yapmış olduğumuz bu
çalışmanın hayırlara vesile olmasını temenni ederiz. Tevfik ve inayet ancak
Allah'tandır.
Trabzon–2006
Recep EREN
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................................ II
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... IV
KISALTMALAR ............................................................................................................ VI
GİRİŞ ............................................................................................................................... II
BİRİNCİ BÖLÜM ............................................................................................................ 5
KELİME VE KAVRAM OLARAK VAHİY VE İÇERİĞİ ............................................. 5
A-VAHYİN TANIMI: ....................................................................................................... 5
1-Vahyin Lügat Anlamı: ........................................................................................... 5
2-Vahyin Istılahi Anlamı: ......................................................................................... 6
3-Vahiy Kelimesi İle Alakalı Bazı Kavramlar: ...................................................... 14
B-VAHYİN İÇERİĞİ:...................................................................................................... 17
1-Vahyin Kaynağı: .................................................................................................. 17
2-Vahiy Meleği: ...................................................................................................... 19
3-Resul-Nebi-Peygamber: ...................................................................................... 21
4-Vahiy’de Gizlilik: ................................................................................................ 24
5-Vahiy’de Süratlilik: ............................................................................................. 24
6-Vahiy Yolları’nın Cin Ve Şeytanlardan Temizlenmesi: ..................................... 26
İKİNCİ BÖLÜM............................................................................................................. 30
İLAHİ DİNLER DE VAHİY ANLAYIŞLARI .............................................................. 30
A-YAHUDİLİKTE VAHİY: ............................................................................................. 30
B-HIRİSTİYANLIKTA VAHİY:........................................................................................ 31
C-İSLAM’DA VAHİY: .................................................................................................... 34
1-Mutezile’ye Göre Vahiy: ..................................................................................... 35
2-Şia’ya Göre Vahiy: .............................................................................................. 37
3-İslam Filozoflarına Göre Vahiy: .......................................................................... 38
4-Ehli Sünnete Göre Vahiy: .................................................................................... 41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ........................................................................................................ 43
KUR’AN-I KERİM’DE VAHİY KAVRAMI ................................................................ 43
I-İLAHİ OLMAYAN VAHİY:........................................................................................... 43
A-Zekeriyya (as)’ın Vahyi: ..................................................................................... 43
B-Şeytanların Vahyi: .............................................................................................. 44
C-Vahiy Almadan Vahiy Aldığını İddia Edenler: .................................................. 47
II-İLAHİ VAHİY: ........................................................................................................... 49
A-Genel Vahiy: ....................................................................................................... 49
1-Meleklere Olan Vahiy: .................................................................................... 49
2-Peygamberler Dışında Diğer İnsanlara Olan Vahiy: ....................................... 50
3-İnsanlar Dışında Diğer Canlı Varlıklara Olan Vahiy: ..................................... 54
4-Cansız Eşyaya Olan Vahiy: ............................................................................. 55
IV
B-Özel Vahiy: ......................................................................................................... 57
1-Hz. Muhammed’den Önceki Peygamberlere Olan Vahiy: .............................. 57
2-Hz. Muhammed’e Gelen Vahiy:...................................................................... 60
a-Hz. Peygamber Ve Kur’an Vahyi: ............................................................... 60
b-Hz. Peygamber’e İlk Vahyin Gelişi: ........................................................... 62
c-Fetret-i Vahiy: .............................................................................................. 64
d-Vahyin Mahiyeti Ve Özellikleri: ................................................................. 67
e-Vahyin Geliş Şekilleri: ................................................................................ 70
1-Vasıtasız Vahiy:....................................................................................... 70
2-Vasıtalı Vahiy: ......................................................................................... 71
f-Vahiy Esnasında Resulullah’ın Durumu: ..................................................... 73
g-Hz. Peygamberin Vahiy Kâtipleri: .............................................................. 74
h-Vahyin Yazıldığı Malzemeler: .................................................................... 75
i-Kur’an Vahyi’nin Korunması ....................................................................... 76
1-Vahyin Yazılması: ................................................................................... 76
2-Vahyin Ezberlenmesi: ............................................................................. 77
3-Vahiy’de Arza (Kontrol): ........................................................................ 78
SONUÇ ........................................................................................................................... 79
KAYNAKÇA.................................................................................................................. 82
V
KISALTMALAR
a.e.
:
a.g.
:
a.g.d.
:
a.g.e.
:
a.s.
:
Ank.
:
AÜİF
:
b.
:
Bkz.
:
bsk.
:
c.
:
c.c.
:
çev.
:
DİA
:
DİB
:
Fak.
:
H.
:
Hz.
:
İA
:
İst.
:
Krş.
:
mad.
:
MEB
:
MÜİF
:
Neşr.
:
ra.
:
s.
:
sav.
:
ŞİA.
:
tahk
:
TDVY
:
terc.
:
Terc. Kurl.:
ts.
:
Ünv.
:
v.b.
:
v.s.
:
vd.
:
yay
:
Aynı eser
Adı geçen
Adı geçen dergi
Adı geçen eser
Aleyhi-s Selam
Ankara
Ankara Ünv. İlahiyat Fak.
bin, ibn
Bakınız
Baskı
Cilt
Celle Celalühü
Çeviren, Tercüme eden
Diyanet İslam Ansiklopedisi
Diyanet İşleri Başkanlığı
Fakültesi
Hicri
Hazreti
İslam Ansiklopedisi
İstanbul
Karşılaştırınız
Maddesi
Milli Eğitim Bakanlığı
Marmara Ünv. İlahiyat Fak.
Neşriyat
Radiyallahu anh ve Radiyallahu anha
Sayfa
Sallellahu aleyhi vesellem
Şamil İslam Ansiklopedisi
Tahkik
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Tercüme eden
Tercüme Kurulu
Tarihsiz
Üniversitesi
ve benzeri
Vesaire
ve devamı
yayınevi, yayınlar
VI
GİRİŞ
İnsanı atılmış bir damla sudan yaratan,1 yeryüzüne onu halife olarak gönderip2
imtihana tabi tutan3 Yüce Allah, insanın yaratılış gayesinin ancak ve ancak kendisine
kulluk olduğunu beyan etmiştir.4 Allah’u Teala, insanın kendisine ibadet etmesini
isterken bu konuda insanı kendi kendine bırakmamıştır.5 İnsanın gerçeği bulması için
çeşitli işaretler, çeşitli yollar göstermiştir. Bu yolların en başta geleni Allah’ın, insan ile
iletişiminin alameti olan vahiydir. İnsan, bu vahyi aldıktan sonra Allah ile iletişime
geçer ki böylece insanın Allah ile iletişiminin alameti olan ibadet başlar. Vahiy, asıldan
vekile, Allah’tan insana, külli iradeden, cüz’i iradeye olan ilişkinin adıdır. Vahiy, dini
insana, insanı dine aktarma biçimidir. Vahiy, bir insan için teneffüs ettiği hava gibidir.
İbadete gelince, vahye karşı verilen en onurlu, en kaliteli bir cevaptır. İbadet, ilahi bir
reçetedir. Öyle bir reçete ki, Allah-İnsan ilişkisini düzen ve intizama sokan ve Allahinsan ilişkisini sürekli sıcak tutan imkânlar zinciridir. İbadet, imtihana sokulan insanın,
imtihanda başarılı olup, kul vasfını almada en kuvvetli bir takviyedir.
İnsanın Vahiyle sorumlu tutulabilmesinin en önemli vasfı akıllı bir varlık
olmasıdır. Hz Peygamberin en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim de insanlık
dünyasına gelişi bakımından vahye, anlaşılması bakımından da akla dayanır ve
bünyesinde akıl sözcüğünü fiil olarak kullanarak aklı çalıştırmanın önemini vurgular.
Ancak bu akılcılık bilimsel verilere dayanmalı ve Kur'an'ın anlaşılmasına yardımcı bir
yöntem olması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Kâinat’ın ve imanın sırlarının
çözülmesi ancak aklın işletilmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü Allah’u Teala şöyle
buyuruyor: “...Öyle ki (Allah) helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra)
helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah
Bkz. Kur’an-ı Kerim, Nahl: 16/4; Kehf: 18/37; Hac: 22/5; Müminun: 23/ 12–24; Secde: 32/8; Fatır:
35/11; Yasin: 36/77; Mü’min: 40/67; Necm: 53/46; Kıyame: 75/37; İnsan: 76/2; Mürselat: 77/20; Abese:
80/19; Tarık: 86/5–7.
2
Bkz. Bakara: 2/30; En’am: 6/165; A’raf: 7/69,74; Yunus: 10/14,73; Neml: 27/62; Fatır: 35/39; Sad:
38/26.
3
Bkz. Muhammed: 47/31; İnsan:76/2.
4
Bkz. Zariyat: 51/56–57; Cin: 72/16–17.
5
Bkz. Müminun: 23/115; Kıyame: 75/36.
1
hakkıyla işitendir, bilendir.”6 Bu ayette geçen “beyyine” kelimesi akıl ve idrakin
işletilmesiyle elde edilen kanıt demektir. Taberiye göre bu ayetin manası “Allah’ın
mahlûkatından ölen, Allah tarafından ispatlanan ve özrünü ortadan kaldıran bir delili
görerek ölsün. Yine Allah’ın mahlûkatından yaşayan da, Allah tarafından ispatlanan ve
gözüyle gördüğü ve bildiği bir delil üzerine yaşasın” şeklindedir.7 O halde, Kur’an’da
sözü edilen iman akılla kucaklaşan bir imandır. Yukarda açıklamaya çalıştığımız
ayetten de anlaşılıyor ki akla sırt dönen bir imanın Kur'an'dan onay alması mümkün
degildir. Kur'an-ı Kerim, insanlık dünyasına gelişi bakımından vahye, anlaşılması
bakımından da akla dayandığına göre, akıl ve vahiy el eledir. Ancak akıl en büyük
hünerini, vahye teslim olması gereken yerde durmakla gösterir. Böylece insanın hem
akıl hem de vahiyden yarar sağlaması mümkün olur.
Kuran'da birçok ayet insanı düşünmeye, akıl etmeye çağırıyor. Peki, Allah'ın
ayetleri karşısında aklın rolü nedir? Kuran'da yüzlerce ayet "...düşünmez misiniz?"8
"...akletmez misiniz?"9 "....fıkhetmez misiniz?"10 gibi ifadelerle son buluyor. Peki, insan
aklının, dinlerin getirdiği vahiy karşısındaki değeri ne? Bu şekildeki ifadeler sadece
Allah'ın varlığı, insanın sorumluluğu ve benzeri inanç konularıyla ilgili ayetlerde söz
konusu edilmez, dini hükümleri içeren, hatta ibadetlerle ilgili ayetlerde de geçmektedir.
Kuran, dinin bütün alanlarında muhataplarını düşünmeye davet etmektedir. Cehennem
ehli olmaya müstahak olanlar ise akletmeyen kimselerdir. Kur’an, "kâinat kitabı"
üzerinde düşünmeye çağırıyor: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin
süzülüşünde, Allah'ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve
yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgârların yönlerini değiştirip durmasında,
gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda elbette aklını çalıştıran kimseler
6
Enfal: 8/42.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Cami’ul-Beyan, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1999, c.VI, s.16–17.
8
Bkz. Bakara: 2/ 219,266; Al-i İmran:3/ 191; Maide:5/ 18; En’am: 6/ 50; A’raf: 7/ 176,184; Yunus:
10/24; Ra’d: 13/3; Nahl:16/ 11,44,69; Rum: 30/8,21; Sebe’:34/46; Zümer:39/42; Casiye: 45/13; Haşr:
59:21.
9
Bkz. Bakara: 2/ 44,73,75-76,164,170-171,242; Al-i İmran: 3/65,118; Maide: 5/ 58,103; En’am:6/32,126,
151; A’raf: 7/ 169; Enfal: 8/ 22; Yunus: 10/ 16,42,100; Hud: 11/ 51; Yusuf: 12 /2,109; Ra’d: 13/4;
Nahl:16/ 12,67; Enbiya: 21/10,67; Hac:22/ 46; Mü’minün:23/ 80; Nur: 24/61; Furkan:25/44; Şuara:
26/28; Kasas:28/ 60; Ankebut:29/ 35,43,63; Rum:30/24,28; Yasin:36/ 62,68; Saffat:37/138; Zümer:39/43;
Mü’min:40/ 67; Zuhruf:43/ 3; Casiye: 45/5; Hucurat:49/ 4; Hadid: 57/ 17; Haşr:59/ 14; Mülk:67/ 10.
10
Bkz. Nisa: 4/ 78; En’am:6/ 25,65,97–98; A’raf: 7/179; Enfal: 8 / 65; Tevbe: 9/81,87,122,127;
Hud:11/91; İsra: 17/ 44,46; Kehf: 18 / 57,93Taha: 20/ 28; Fetih: 48 /15; Haşr: 59/ 13;Münfikun: 63/ 3,7.
7
2
Allah'ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır."11 Kuran ayrıca aklını kullanmayanın
sorumlu olduğunu da haber veriyor: "Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz,
kalp gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir."12
Kişi, ancak gördüklerinin, duyduklarının ve o ana kadar aklını kullanarak
muhakeme yoluyla vardığı sonuçların birikimleriyle aklını kullanır. Göz de, kalp de,
kulak da bilgi edinmenin yollarıdır. O halde bir bilgi edinmenin peşine düşen kişi göz,
kulak ve kalp nimetlerinin şükrünü yerine getirmemiş olur ve bu nedenle de
sorumludur. İnsanın yaptıklarından sorumlu olmasının, akıl ve iradesinin varlığından ve
bu iradeyi özgürce kullanabilmesinden kaynaklanmaktadır. Akıl yalnız başına Hakk'ı
tam olarak yakalayamaz ama insana büyük ölçüde rehberlik eder. Çünkü akıl, karar
verirken o güne kadarki deneyimlerinden yararlanır. Ayrıca kişi aklını kullanırken kimi
duygularının etkisinde kalabilir. Bununla birlikte akıl, insana verilmiş en büyük
nimettir. Nitekim vahyi de akılla anlarız. Ama vahiy, Allah katındandır, yanılma söz
konusu değildir.
İslam, vahye dayalı akıl dinidir. Elbette ki bu her önüne gelenin din adına fetva
vermesini haklı göstermek için kullanılmamalıdır. Çünkü İslam akılla çelişmez, o halde
“benim aklım bu işi böyle daha mantıklı buluyor" diyerek dini ulu orta yoruma tabi
tutmak, akıl üstü bir olay olan vahyi akla mahkûm etmek demek olacağı için dinin
yapısına, özüne ters olur bunun sonucunda da ortada din kalmaz. "Sözleri dinleyip
karşılaştırarak, en güzeline uyanları müjdele! İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği
kimselerdir ve işte akıl sahipleri onlardır."13 ayeti ilme ve bilgiye önem verilmesi ve
"Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi
bundan sorumlu tutulacaktır."14 ayeti ile de zanna, hayale uyulmanın yerilmesi, tebliğin
en iyi biçimde gerçekleşmesinin vahyi aşmayan akıl ve ilim ile mümkün olduğunu
belirtir. Kur'an-ı Kerim'i tebliğ etmenin ve bilgi aktarmanın başlangıcı, okumak,
okumayı önermektir. Önce okuyarak, sonra da düşünerek gerçeğe ve doğruya ulaşmaz
11
Bakara: 2/164.
İsra: 17/36.
13
Zümer: 39/18.
14
İsra: 17/36.
12
3
mıyız? “Kitabı okuyup duruyorsunuz; hala düşünmeyecek misiniz?”15 ayeti ile
vurgulanan düşünmek, aklı işletmenin başlangıcıdır.
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana
bilmedikleri şeyi öğretti.”16
"..Ve Kur'anı ağır ağır, düşüne düşüne oku."17
15
Bakara: 2/ 44.
Alak: 96/1–5.
17
Müzzemmil: 73/4.
16
4
BİRİNCİ BÖLÜM
KELİME VE KAVRAM OLARAK VAHİY VE İÇERİĞİ
Peygamberler tarafından tebliğ edilmeyen ve vahye dayanmayan hiçbir kitap
"İlâhi Kitap" vasfını taşımaz. Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e
vahiy yoluyla nazil olmuştur. Dolayısıyla vahiy kelimesinin Lügat ve Istılah manaları
Kur’an-ı Kerim’i anlamada çok önemlidir.
A-Vahyin Tanımı:
1-Vahyin Lügat Anlamı:
Arapça bir kelime olan Vahiy, (V-H-Y) fiilinin mastarı olup, lügatte; gizli
konuşmak, emretmek, ilham etmek, göstermek, süratli ve gizli telkinde bulunmak, ima
ve işaret etmek, yazı ile bildirmek ve fısıldamak, esinlenmesini sağlamak, insanın içine
doğmak, vb. gibi manalara gelir. Genel olarak "bir şeyi gizli ve hızlı bir şekilde
bildirmek" şeklinde tarif edilmiştir.18 Vahyi “bildirim” diye tanımlamamızda
mümkündür. Çünkü bu kelime, vahiy ile ilgili bütün kelimeleri kapsamaktadır. Zira
bildirim, kimi zaman sözle, kimi zaman yazıyla, kimi zaman işaretle, kimi zamanda
ilham yoluyla gerçekleşir.19
Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed İbn Manzur , Lisanûl Arab, Beyrut, Darul Mearif, 2000, c.XV,
s.171–172; Ebu Tahir b. Yakub el-Firuzabadi, Kamusu’l Muhid, 7.baskı, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1999,
s.1207; Ebu’l Kasım el-Huseyn Muhammed er-Rağıp el-İsfehani, el-Müfredat Elfazil Kur’an, 2.baskı,
tahk: Safvan Adnan Davudi, Beyrut, Dar’u-ş Şamiyye, 1997, s.858–859; Bedruddin Ebu Muhammed
Mahmud b. Ahmed el-Ayni, Umdetul Kari Şerh’u Sahihi el-Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1998, c.I, s.3739; Tahir Ahmet ez-Zavi, Muhtarul Kamus, Libya-Tunus, Darul Arabiyyetü Lilkitab, 1975, s.651; İbn
Zekeriyya, Mu’cemul Mekayıs, Beyrut, Darul Fikr, 1994, s.1085; İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan Ziyad,
Hamid Abdulkadir, Muhammed Ali’un Neccar, Mu’cemul Vesıd, İst. Çağrı Yay.1992, s.1018-1019; Ali
Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul, Beyan Yayınları,1990, s.22; Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler
Kavramlar, 16.bsk. İst. İnkılap Yay. 1997, s.329; Cengiz Yağcı, “Vahiy” mad. Şamil İslam Ansiklopedisi,
İstanbul, Şamil yay. 2000, c.VIII, s.169-170.; Suat Yıldırım, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş,
3.bsk., İstanbul, Ensar Neşriyat, 1989, s.19.
19
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara, Kitabiyat, 2001,s 54.
18
5
Vahiy kelimesinin, kökü itibariyle Arapçaya diğer Sami dillerinden geçmiş
olduğu da rivayet edilmektedir.20
2-Vahyin Istılahi Anlamı:
Vahyin, yukarıda verdiğimiz sözlük anlamlarıyla birlikte ıstılahi anlamı için de
değişik tanımlar yapılmıştır.
Zerkani vahyi şöyle tarif etmiştir: “Allah Teala’nın kullarına bildirmek istediği
hidayet ve buyruklarını, onların arasından seçtiği peygamberlerine, insanların alışık
olmadığı gizli ve süratli bir yolla bildirmesi demektir.”21
Suyuti’ye göre vahiy, “Allah’ın peygamberlerinden birine vahyettiği, onu
kalbine iyice yerleştirdiği, peygamberlerin onu okuyup yazdığı Allah kelamı’dır.”22
Tahanevi‘ye göre vahiy, “Herhangi bir peygambere indirilmiş Allah
kelamıdır.”23
Seyyid Şerif el-Cürcani’ye göre ise vahiy, “Bir manayı herhangi bir varlığa
gizli ve süratli bir biçimde iletmektir.”24
Çağdaş Âlimler de, vahyin terim anlamı üzerinde durmuş ve onu çeşitli
şekillerde tanımlamışlardır. Atay’a göre vahiy, “Allah’ın peygamber’e, insanlara tebliğ
edilmek üzere gönderdiği bilgilerdir.”25 Atay, bu tarifi yaptıktan sonra vahyin
imkaniyetini şöyle açıklıyor: Bir insana vahyetmek, vahiy göndermek insanı
yaratmaktan çok daha basit bir şeydir. Aslında, insanın yaratılışı içinde ona özel ilham
etmek, zihnine bir mana ve anlam koymak, insana yabancı olan bir şey olmadığına göre
bunun biraz daha üstü ve özeli vahyin kendisi olur. Vahyin terim manasında şu
Wensinck, A.J, “Vahiy” mad.(MEB) İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c.XIII, s.142–145.
Muhammed Abdulazim ez-Zerkani, Menahlu’l-İrfan fi Ulumi’l Kur’an, 1.bsk., Beyrut, Dar’ul Kutubil
İlmiyye,1988, c.I, s.64.
22
Celalettin es- Suyuti, el- İtkan fi Ulum’il Kur’an, 4.bsk., Beyrut, Dar’u İbn Kesir, 2000, c.I, s.138.
23
Muhammet b. Ali et-Tahanevi, Keşşafu İstilahati’l Funun, Beyrut, Dar’ul Kitabil İlmiyye, 1998, c.IV,
s.383.
24
Seyyid Şerif Ali b. Muhammed el -Cürcani, Kitabu’t Ta’rifat, Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye, 1995,
s.40.
25
Hüseyin Atay, İslam’ın İnanç Esasları, Ank. AÜİF Yay. 1992, s.179.
20
21
6
özellikler bulunur. Vahyin kimden kendisine geldiği, yani kaynağı kesin olarak
peygamber tarafından bilinir. İkinci olarak vahiy kesin ve açık bir bilgi getirir.
Kendisine vahiy gelen peygamber, bu bilginin kesin olarak Allah’tan geldiğini bilir ve
gelen vahyi de açıkça ve kesin bir bilgi olarak kavrar. Görüldüğü gibi bu vahiy, Allah’ın
insanlara verdiği önemin küçük bir sözlü bildirisinden başka bir şey değildir. Vahyin
getirdiği bilginin taşıdığı en önemli özellik bütün insanlara eşit olarak hitap etmesidir.
Bunda, hiç bir insanın, soyuna, sopuna, parasına, ilmine, rengine, boyuna, hacmine,
erkek ve dişisine bakmadan hepsine aynı seviyede ve derecede seslenmesidir. Ancak,
gelen bildiriye uyup uymamakta aralarında farklılıklar ve dereceler sonradan
oluşmaktadır. Bu ise, insanın kendi iradesine ve niyetine aittir.26
İzutsu’ya göre Vahiy, her şeyden önce haberleşmedir. Bu haberleşmenin sözlü
olması zaruri değildir. Yani haberleşme için kullanılan işaretlerin daima dil işaretleri
olması gerekli değildir, ama dil işaretleri de kullanılabilir. Bu haberleşmede daima bir
sırlılık, gizlilik ve özellik vardır. A ile B arasındaki konuşma tamamen özeldir. A
kendisini açıkça B ye ama yalnız B ye tanıtır, başkası onu görmez. İkisi arasında
mükemmel bir haberleşme vardır, ama bu haberleşme öyle bir yoldan yapılır ki
haberleşmenin muhtevasını dışarıdakiler anlayamaz. Kısaca İzutsu vahyi, “Allah’ın
iradesi’nin söz şeklindeki ifadesi”27 olarak tanımlamıştır.
Süleyman Ateş’e göre Vahiy, süratli işaret demektir. Sürat anlamını
içerdiğinden dolayı hızlı iş için denilir. Bu süratli işaret rumuz ve dokundurma şeklinde
söz ile kelimesiz soyut ses ile el, kaş göz işaretiyle veya yazı ile olabilir.28
Mehmet Zeki Duman ise vahyin tanımını şu şekilde yapmıştır: “Vahiy,
Allah’ın beşer ile iletişim kurması; özellikle insanlar arasından özenle seçilmiş, ruhi
donanımla yüceltilmiş, vahye muhatap olabilecek seviyeye yükseltilmiş peygamberlere
istek ve mesajlarını iletmesi/konuşması demektir.”29
26
Atay, a.g.e, s.181–182.
Toshikiko İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, İst. Yeni Ufuklar Neşriyat, ts,
s.196–202.
28
Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, İst. Kuba Yayınları, 1997, c.XXII, s.65–66.
29
Mehmet Zeki Duman, Vahiy Gerçeği, Ankara, Fecr yay. 1997, s.79.
27
7
Başka bir tanıma göre Vahiy, “Allah’ın Nebi ve Resullerine irade ettiği
bilgileri kelam, söz ve mana olarak bildirmesidir.”30 Bu tarifi yapan Âlimler vahyin
unsurlarını şu şekilde ortaya koymaktadırlar:
1. Vahiy, ilim yönünden her şeyi kuşatan Allah tarafından bildirilir. Vahyin
kaynağı Allah’tır.
2. Nebi, vahiy alırken, bütün duygu ve düşüncesiyle vahye yönelir. Maddi ve
manevi bütün varlığını ve benliğini ilahi vahiy etrafında toplar.
3. Nebinin ilahi vahyin söz ve muhtevasına müdahalesi kesinlikle yoktur.
4. Peygamber vahyi Allah’tan aldığından asla şüphe etmez.
5. Vahiy, bütün peygamberler için Allah’tan bilgi ve haberleri alma vasıtasıdır.
Onlar ve dolayısıyla insanlar için en yüksek seviyede bilgi kaynağı vahiydir.31
Nitekim Kur'ân-ı Kerim’de: "Ya vahiy ile ya bir perde arkasından yahut bir
elçi gönderip de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça, Allah'ın hiçbir beşere
kelâm söylemesi (vaki) olmamıştır. Şüphesiz ki O, çok yücedir, mutlak bir hüküm ve
hikmet sahibidir"32 hükmü beyan buyrulmuştur. Cenâb-ı Allah'ın bir insanla ancak
burada sayılan yollardan biriyle konuştuğu belirtilmekte, çok yüce ve engin hikmet
sahibi olan Allah'ın kelâmının bir insanın hemcinsleriyle konuşması gibi tasavvur
edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.33 Dikkat edilirse bu ayette34 Allah’u Teala,
vahyin üç şekline işaret ediyor:
a) Allah’u Teâla (cc)'nın doğrudan doğruya vahyetmesi. Buna vahyi gayr-i
metlûv veya ilham denilir.35Söz konusu olan vahiy kelimesi bu ayette,36 Allah’ın
Şerafettin Gölcük- Süleyman Toprak, Kelam, 4.bsk, Konya, Tekin Kitabevi, 1998, s.318.
Gölcük- Toprak, a.g.e, s.318–319.
32
Şûra: 42/ 51.
33
Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, Ank. DİB
Dini Yayınlar Dairesi, 2003, c.IV, s.653–655
34
Şûra: 42/ 51.
35
Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ank. Ankara Okulu Yay. 1997, s.275–303;
Ebu Zekeriyya Yahya İbni Şeref İbni Muri en-Nevevi, Riyazu’s Salihin, Terc. Ve Şerhi, Yaşar Kandemir,
İsmail Lütfi Çkan, Raşit Küçük, İst., Erkam yay., 1997, c.I, s.339. ; Kerimoğlu, a.g.e, s.329
36
Şûra: 42/ 51.
30
31
8
doğrudan doğruya, çok süratli ve gizli bir tarzda bilgi aktarması ve birden bire kalbe
ilka etmesi anlamındadır.37 Meselâ: Resul-i Ekrem (sav)'in: "Rızkı tamamlanıncaya
kadar hiç kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi. O halde Allah’u Teâla (cc)'ya karşı
gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol tutunuz."38 hadisi, bu vahye
delildir. Bunun dışında, birçok misal vermek mümkündür.
b) Bir perde arkasından duyulan sözler. Allah, kelâmını herhangi bir elçiyi
vasıta kılmaksızın, peygambere doğrudan doğruya duyurur ki bu da vahiydir. Bunun
delili, Hak Teâlâ'nın Hz. Musa (a.s)'ya vasıtasız olarak duyurduğu kelamına "vahiy"
demiş olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, "Vahyolunana kulak ver, dinle" buyurmuştur.39
Meselâ: Hz. Musa (as)'ın Cebel-i Tur'da ağaç arkasından işittiği ilâhî nida gibi. Nitekim
bu hâdise Kur'ân-ı Kerim de belirtilmiştir: "Artık Musa müddetini bitirince ailesiyle
yola çıktı. Tur’un yanında bir ateş hissetti. Ailesine dedi ki: `Siz (burada) durun. Çünkü
ben bir ateş gördüm. Olur ki size ondan haber yahut (ocak yakıp) ısınmanız için bir ateş
parçası (ateş koru) getiririm.' Derken oraya gelince feyizli (ve mümtaz) bir yerdeki
vâdinin sağ kıyısından, ağaçtan `Ya Musa!.. Muhakkak ben âlemlerin Rabbi olan
Allah'ım!.. (Şimdi) Asanı yere bırak, diye nida olundu."40 Perde arkasından nida
şeklindeki vahiy nadir olan vahiydir.
c) Vahiy meleği olan Cebrail (as)'ın vasıtasıyla kelimeler halinde, peygambere
ulaştırılan vahiy.41 Buna vahyi metlûv42 adı verilir. Kur'ân-ı Kerim, Resul-i Ekrem
(sav)'e bu şekilde inzal buyrulmuştur.
Bu son şıkla ilgili olarak bir hadisi şerifte Hz. Peygamber (sav), şöyle
buyurmuştur: “Melek, bana vahyi, bazen çıngırak sesine benzer bir ses halinde getirir
ki, bu en ağır olanıdır. Onun söylediğini belledikten sonra, o benden ayrılır. Melek bana
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Azim Dağıtım,1992, c.VII, s.35;
Abdullah b. Ömer Ebu’l Berekat en-Nesefi, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil, Beyrut, Dar’ul Kitabil
Arabî,1988, c.IV, s.111.
38
Muhammed b. İdris eş-Şafi’i, er-Risale, Beyrut, Dar’un Nefais, 1999, s.81, Hadis No:306.
39
Fahreddin Muhammed b. Ömer, Er-Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, terc. kurl: Sadık Kılıç,
Lütfullah Cebeci, Suat Yıldırım, Cafer Sadık Doğru, Ank. Akçağ Yayınları, 1988, c.XIX, s.481–482
40
Kasas: 29–30.
41
Suphi es-Salih, Kur’an İlimleri, terc. M.Said Şimşek, İst. Esra yay. 1994, s.22;
Suat Yıldırım, a.g.e, s.24–25.
42
Kırbaşoğlu, a.g.e, s.275–303; Kerimoğlu, a.g.e, s.330.
37
9
bazen de bir adam şeklinde görülür, benimle konuşur, bende söylediğini iyice
bellerim.”43
Vahiy kelimesi, Kur'ân-ı Kerim’de hem lügat manasında, hem de ıstılâhî
mahiyette kullanılmıştır. Bu inceliği kavrayamayan ve tahlil edemeyen bazı
müsteşrikler, garip teoriler ortaya koymuşlardır. Şimdi meselenin kavranması için, bu
nokta üzerinde duralım.
Vahyin lügat manasında kullanıldığı ayetlerden bazıları şunlardır:
1. "Derken (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara sabah
akşam Allah'ı tesbih etmeyi vahyetti."44 Buradaki vahiy kelimesi, ima ve işaret etmek
manasınadır.45 "Sabah akşam tesbih edin diye işaret etti" buyruğundaki; "İşaret etti"
kelimesini el-Kelbî, Katade ve İbn Münebbih: Onlara işaret etti, diye açıklamışlardır, elKutebî; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı yazdı, İkrime bir kitaba yazdı, diye
açıklamıştır. Arapçada "vahiy" yazmak demektir.46
2. "Biz (sana yaptığımız gibi) her peygambere de, insan ve cin şeytanlarını
böylece, düşman yaptık. Bunlar birbirlerini aldatmak maksadıyla, yaldızlı bir takım
sözler ve vesveseler vahyederler. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyle ise
onları düzmekte oldukları yalanlarıyla beraber (başbaşa) bırak"47 İnsan ve cin
şeytanlarının yaptıkları vahyin manası; fısıldamak ve gizlice söylemektir. "Onlardan
kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler vahyeder." Bunlarla cin şeytanlarının
insan şeytanlarına fısıldadığı sözleri kastetmektedir. Onların fısıldadıkları sözlere
"vahiy" adının verilmesi gizlice oluşundan dolayıdır. En-Nehhâs der ki: İbn Abbas'tan
zayıf bir isnatla, yüce Allah'ın: "Kimi kimine... fısıldarlar" buyruğu hakkında şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Cinlerden her biri ile bir şeytan ve İnsanlardan her biri ile
Ebu Abdilllah Muhammed b. İsmail el Buhari, Sahihi Buhari, 2.bsk. İst. Çağrı yay. 1992, Bed’ul Vahy,
2; Ebu’l-Hüseyin Müslim b. El-Haccac, Sahihi Müslim, 2.bsk. İst. Çağrı yay.1992, Fedail,23; Ahmed
Muhammed b. Hanbel, Müsned, 2.bsk. İst. Çağrı yay.1992,VI/158,163,257; Ebu İsa Muhammed b. İsa b.
Sevdete, Sünen-i Tirmizi, 2.bsk., İst. Çağrı yay.1992, Menakıb,7.
44
Meryem: 19/11.
45
Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, 5.bsk. İst., İşaret yay., 1999, c.II,
s.608-609.
46
Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, trc. M.Beşir Eryarsoy,
İst. Buruc Yay. 1997, c.XI, s.169–170.
47
En'am: 6/112.
43
10
bir şeytan vardır. Biri öteki ile karşılaştığında şöyle der: Ben, bu adamımı şu işle
saptırdım. Sen de onun bir benzeriyle adamını saptır. Diğeri de ona benzer bir şey
söyler. İşte onların birbirlerine vahyetmeleri budur. İkrime, ed-Dahhâk, es-Süddî ve elKelbî de böyle demişlerdir. En-Nehhâs der ki: Birinci görüşe (yani, cin şeytanlarının
insan şeytanlarına vesvese verdiği şeklindeki açıklamaya) yüce Allah'ın şu buyruğu
delil teşkil etmektedir: "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri İçin kendi dostlarına telkinde (vahiyde) bulunurlar."48 İşte bu buyruk, açıkladığımız bölümü beyan
etmektedir.49
Sahih sünnetten Hz. Peygamber'in şu buyruğu da buna delâlet etmektedir:
"Sizden kendisiyle birlikte cinden yandaşı (onu saptırmakla görevli şeytanı) beraber
bulunmayan hiçbir kimse yoktur." Sen de mi Ey Allah'ın Resulü? diye sorulunca, o da
şöyle buyurdu: "Ben dahi böyleyim. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardım etti,
ben de onun şerrinden kurtulabiliyorum. O bakımdan bana hayırdan başka bir şey
emretmiyor." 50
3. "Üzerlerine Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu muhakkak ki
bir fısktır. Bununla beraber şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için, kendi dostlarına
(velilerine) mutlaka vahyederler. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz
müşriklerden olursunuz."51 Buradaki vahiy kelimesi süratli ve gizli telkinde bulunmak,
fısıldamak manasınadır.
Allah’u Teâla (cc)'nın; peygamberlerin dışında, canlı-cansız bazı varlıklara
vahyettiği de kat'i naslarla sabittir. Bu ayetlerde de (daha ziyade) kelime manaları ön
plandadır. Şimdi bir kısmını gözden geçirelim.
a) Cansız arza ve semaya hitaben meydana gelen vahiy:
48
En'am: 6/121
Kurtubi, a.g.e, c. VII, s.130–133.
50
Müslim, Münafikîn 69; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/ 257, 385, 397, 401, 460; Darimi, Ebu Muhammed
Abdullah Abdurrahzi, Sünen-i Darimi, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, Rikak, 25.
51
En'am: 6/121.
49
11
"O gün (yeryüzü) bütün haberleri anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine
(o vecih ile) vahyetmiştir."52 Buradaki vahiy kelimesi, emretti manasınadır. Onun bu
haberleri vermesi, Yüce Allah'ın, bunu ona emretmesi ve üzerinde meydana gelen bütün
olayları anlatma izni vermesi sebebiyledir. Bu durumda yer, asiden şikâyetçi olacak ve
aleyhinde şahitlik edecektir. İtaatkâr’a da teşekkür edecek ve onu övecektir. Allah'ın her
şeye gücü yeter.53
b) Canlılardan bal arısına vaki olan vahiy:
"Rabbin bal arısına: `Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların senin için
yapacakları) çardaklardan evler (kovanlar) edin. Sonra meyve ve çiçeklerin her
birinden yeyin. Rabbinin (bal imalinde öğrettiği ve) kolaylıklar gösterdiği yaylım
yollarına gidin' diye vahyetti. Onların karınlarından (ağızlarından) renkleri çeşitli
şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. İşte bunda da tefekkür edecek bir
zümre için elbette bir ayet (alâmet) vardır."54 Buradaki vahiy kelimesi, ilham
manasınadır. Günümüzde buna sevki tabiî denilmektedir. Rabbin bal arısına vahyetti.
Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan kendine evler edin. Burada
vahiyden maksat, ilham ve yol göstermektir. Yani Allah arıya onun faydalarını ilham
etti ve ona güzel altıgen evler yapma yolunu gösterdi. Arı üç yerde bu evlerde barınır:
Dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptığı kovanlarda.55
c) Meleklere hitaben meydana gelen vahiy:
"Hani Rabbin meleklere: ‘Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi, iman eden
(o Mücahid)lere sebat ilham edin' diye vahyediyordu. `Ben kâfirlerin yüreklerine korku
salacağım. (Ey mü'minler) hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların her
parmağına!' (diyordu). Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah'a ve Resulü’ne karşı
geldiler. Kim Allah'a ve Resulü’ne karşı gelirse, Allah'ın cezası cidden çetindir."56
Buradaki meleklere yapılan vahyin manası, emir vermektir. Allah’u Teâla (cc)'nın gaybî
52
Zilzal: 99/ 4–5.
Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, terc. Sadrettin Gümüş, Nedim Yılmaz, İst. Ensar Neşriyat,
1995, c.VII, s.389–390.
54
Nahl: 16/68–69.
55
Sabuni, a.g.e, c.III, s. 326–327.
56
Enfal: 8/12–13.
53
12
yardımının ve ihsanının bilinmesi içindir. Meleklerden oluşan takviye gücüne Allah
Teala bilgi ve talimat verirken Müslüman güçler için çok önemli olan bir manevî
desteğini daha açıklamaktadır: "İnkâr edenlerin kalplerine korku salmak." Psikolojik
savaşın önemli hedeflerinden biri düşmanı korkutmak, moralini bozmak ve gözünü
yıldırmaktır. Allah, müminler lehine bunu da sağlamış olmaktadır.57
d) İnsanlardan Hz. Musa (as)'ın annesine hitaben vaki olan vahiy:
"Musa'nın anasına: `Onu emzir. Ona ait bir tehlike gelince, kendisini denize
(Nil nehrine) bırak, (bozulacağından) korkma, ayrılıktan kederlenme!.. Çünkü biz onu
yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri yapacağız' diye vahyettik
"58 Burada ise vahiy kelimesi; Kadı Beyzâvî'nin belirttiği gibi ilham ve sadık rüya
karşılığı kullanılmıştır.59 Hz. Musa'nın (as) anasına vahyedildiği bildirilmektedir. Oysa
vahiy ancak peygamberlere iner. Cumhura göre, kadından peygamber gönderilmemiştir.
O halde ayette ifade edilen “vahiy” kelimesi, konulduğu manada değil, ona yakın bir
manada kullanıldığı ortaya çıkıyor. Zira sözü edilen kelime Kur'ân'ın birçok yerinde asıl
konulduğu hakiki manasında kullanıldığı gibi, ondan başka iki ayrı manada da
kullanıldığını görüyoruz. Birincisi, insanların kalbine doğan önsezidir. İkincisi, hayvanların içgüdüsünü yönlendiren ilâhî sünnettir. Nitekim Nahl Suresi’nde bal arısına
yapılan vahiy bu anlamdadır. Konumuzu oluşturan ayette Musa Peygamber'in anasına
yapılan vahiy, önseziye delâlet eden ilham manasınadır.60
Dikkat edilirse; yukarıda zikrettiğimiz bütün ayetlerde, vahiy kelimesi lügat
manasında kullanılmıştır. Istılâhî manada vahiy; Allah’u Teâla (cc) ile resulleri ve
nebileri arasında cereyan eden bir hâdisedir. Resûl-i Ekrem (sav), vahiyle insanların
karşısına çıkan ve hitap eden ilk şahsiyet değildir. İlâhi vahye mazhar olan bazı
peygamberlerin isimleri Kur'ân-ı Kerim'de birçok vesilelerle zikredilmektedir. Meselâ:
"Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.
İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a, Yakup’un torunlarına, İsa’ya, Eyyüb'e, Yunus'a,
Kur’an Yolu, c.II s.529.
Kasas: 28/7.
59
Naisruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi-l Beydavi, Tefsiru’l Beydavi (Envaru’t
Tenzil ve Esraru’t Te’vil), 1.bsk. Beyrut, Dar’u-r Reşid, 2000, c.III, s.6.
60
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, İzmir, Anadolu Yayınları, 1989, c. IX, s.4528.
57
58
13
Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davut’a da Zebur'u verdik."61 Ayetinde, birçok
peygamberin ismi zikredilmektedir.
Daima kendisinin bir insan olduğunu ifade eden Resul-i Ekrem (sav) vahye
muhatap olmadan önce, okuma-yazma bilmiyor ve "İman nedir? Kitap nedir?" gibi
meselerle zihnini yormuyordu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "İşte biz sana da (ey
Muhammed) böylece emrimizden bir ruh vahyettik. Hâlbuki (vahiyden evvel) kitap
nedir? İman nedir? Sen bilmezdin. Fakat onu biz bir nur yaptık. Bununla kullarımızdan
kimi dilersek ona hidayet veririz. Şüphesiz ki sen, doğru bir yolun rehberliğini
yapıyorsun."62 Hükmü beyan buyrulmuştur. Vahyin manası hakkında sonuç olarak şunu
söyleyebiliriz; hesap gününü düşünen her mükellef, vahyin hem lügat, hem ıstılahî
manasını iyi bilmelidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, vahye tâbi olmayan insan, heva ve
hevesinin kurbanı olur, imtihanı kaybeder.63
3-Vahiy Kelimesi İle Alakalı Bazı Kavramlar:
Vahiy kelimesinin Lügat ve Istılahi manasını verdikten sonra Kur’an-ı
Kerim’de vahiy anlamında kullanılan bazı kavramların sadece isimlerini verip, vahiy
anlamında kullanıldıkları yerlere işaret edeceğim.
a- Kavl: Allah- İnsan ilişkisinde vahyi ifade etmek için kullanılan kelimelerden
biri “Kavl” dir.64 Kavl lügat ta; “konuşmak, söylemek, haber vermek ve hitap etmek”65
anlamlarına gelir. Allah’u Teala Kur’an-ı Kerimde bu fiille meleklere66 ve
peygamberlere67 hitap etmiştir.
b-Nida: Kur’an-ı Kerim’de Allah-İnsan diyalogunu aktarmakta kullanılan
fiillerden biri de “müfa’ale” kalıbındaki “münadat” kelimesidir.68 Nida kelimesi,
Nisa: 4/162. Bu hususla ilgili diğer ayetler bkz: A'raf: 7/ 117,160; Taha:20/ 77.
Şura: 42/ 52.
63
Kerimoğlu, a.g.e, s.329–333.
64
Abdulgaffar Aslan, Kur’an’da Vahiy, Ank, Ankara Okulu yayınları, 2000, s.49.
65
El-İsfehani, a.g.e, s.688; el-Cürcani, a.g.e, s.180.
66
Bkz. Bakara: 2/ 30,34; A’raf: 7/11; Hicr: 15/28; el İsra: 17/61; Kehf: 18/50; Sad: 38/61.
67
Bkz. Bakara:2/ 35,36,124,260; Al-i İmran:3/55,60; Maide: 5/110,115,116; Ena’m:6/50;
A’raf:7/24,143,188.203; Tevbe: 9/43; Yunus:10/15; İsra: 17/60; Kehf: 18/110; Taha:20/68,117;
Müzzemmil: 73/5.
68
Aslan, a.g.e, s.50.
61
62
14
“seslenmek, sesi yükseltmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak, ses vermek, ses” 69 vb.
gibi manalara gelmektedir. Nida kelimesinin müştaklarının Kur’an’da vahiy anlamında
kullanıldığına dair örnekler mevcuttur.70
c-İlka: Vahyin Allah katından insanlara ulaştırılmasını sağlayan bir kavramda
“ilka”dır.71 İlka kelimesi “koymak, atmak, bir yere bırakmak, terk etmek, tevdi etmek,
öne almak” vb. gibi manalara gelir.72 İlka kelimesi Kur’an’da vahiy anlamında
kullanılmıştır.73
d-Kelam: Kur’an-ı Kerimde Allah’ın Peygamberlere hitabını ifade eden
fiillerden biri de “konuşmak” manasına gelen “te’fil” babındaki “teklim” mastarıdır.74
Kelam kelimesinin Kur’an’da, “vahiy” anlamında kullanımı mevcuttur.75
e-Zikir: Kur’an-ı Kerim de İlahi vahye işaret eden bir kavram da “zikir”
kelimesidir.76 Zikir kelimesi “bir şeyi telaffuz etme, bir şeyi unutmayıp hatırda tutma,
hıfzetme, anma, yâd etme, kitap, namaz, dua, övgü, tesbih, şükür, kulluk, Kur’an
okuma, açık söyleme, bildirme, anlatma” vb. gibi anlamlara gelir.77 Zikir kelimesinin
Kur’an da, “vahiy” anlamında kullanımı mevcuttur.78
f-Rahmet: Vahyi ifade eden terimlerden birisi de “rahmet” kelimesidir.79
Rahmet kelimesi “acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, merhamet etmek, affetmek,
yağmur,80 hayra ulaştıran irade81” manalarına gelir.
g-Furkan: Kur’an da vahyi ifade eden kavramlardan birisi de Furkan
kelimesidir.82 Furkan kelimesi “tefrik, temyiz, vahiy, delil83 ve hakkı batıldan ayırt
69
El-İsfehani, a.g.e, s.796.
A’raf: 7/22; Meryem: 19/52; Taha: 20/ 11–12; Şu’ara: 26/ 10–11; Neml: 27/8; Kasas: 28/ 30,46; Saffat:
37/104; Nazi’at: 79/16–19.
71
Aslan, a.g.e, s.52.
72
El-İsfehani, a.g.e, s.745.
73
Müzemmil: 73/5; Mü’min: 40/15.
74
El-İsfehani, a.g.e, s.683; el-Cürcani, a.g.e, s.185; Aslan, a.g.e, s.53.
75
Nisa: 4/1614; A’raf: 7/143.
76
Aslan, a.g.e, s.53.
77
Süleyman Uludağ, “Zikr” mad. İA, MEB. c.XIII, s.561–564; el-İsfehani, a.g.e, s.328–329.
78
Bakara: 2/252; Al-i İmran: 3/58; Hicr: 15/16; Enbiya: 21/ 24,36,50; Furkan: 25/29; Yasin: 36/11,69;
Saffat: 37/3: Kamer: 54/25: Mürselat: 77/5.
79
Aslan, a.g.e, s.55.
80
el-İsfehani, a.g.e, s.347.
81
Akif Köten, “Rahmet” mad. ŞİA. İst. 2000, c.VI, s.363.
70
15
etmek84 manalarına gelir. Kur’an’da iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, helal ile haramı
kesin olarak ayıran anlamında Cebrail (as)’ın getirdiği vahye “Furkan” denilmektedir.85
h-Beyyine: Kur’an-ı Kerim’de ilahi vahyi ifade eden kelimelerden biri de
“beyyine”’dir.86 Bu kelime “apaçık delil, hüccet, kesin belge”87 şeklinde tarif
edilmektedir. Beyyine kelimesi Kur’an’da vahiy anlamında kullanılmıştır.88
i-Ruh: Allah-İnsan ilişkisinde bilgi aktarımını ifade eden kavramlardan biride
“ruh” kelimesidir.89 Ruh kelimesi, vahiy anlamına gelmekte90 ve Kur’an’da bu anlamda
kullanılmaktadır.91 Müfessirler bu ayetler de geçen ruh kelimesinin vahiy manasında
olduğunu söylemişlerdir.92
j-İnzal-Tenzil: “İf’al” kalıbından olan “inzal” ve “tef’il” kalıbından olan
“tenzil” de vahiy anlamına gelmektedir.93 Kur’an’da ki kullanımlarına baktığımız da
“inzal”in94 ve “tenzil” in95 “vahiy” anlamında da kullanıldığına da şahit olmaktayız.
k-Kitap: Kur’an’da ilahi vahye işaret eden kavramlardan biri de “kitap”
kelimesidir.96
Vahyin
“kitap”
diye
isimlendirilmesinde,
yazılarak
bir
araya
getirileceğine işaret vardır. Çünkü yazı, “harfleri bir araya getirmek ve lafızları yazıya
dökmektir.”97 Kur’an-ı Kerim’de
“Kitap” kelimesi çok farlı lügat anlamlarda
kullanılmıştır. Kitap kelimesinin, Kur’an’da vahiy anlamın da kullanımı mevcuttur.98
82
Aslan, a.g.e, s.55.
Wensinck, A.J, “Furkan” mad. İA, MEB, c.IV, s.699–700; el-İsfehani, a.g.e, s.632–634.
84
El-İsfehani, a.g.e, s.632–634; el-Cürcani, a.g.e, s.166.
85
Bakara: 2/ 53,185; Al-i İmran: 3/4; Enfal: 8/41; Enbiya: 21/48; Furkan: 25/1.
86
Aslan, a.g.e, s.57.
87
Bekir, Topaloğlu, “Beyyine” mad. DİA, İst.1992, c.IV, s.96; el-İsfehani, a.g.e, s.157–158.
88
Hud: 11/17; Muhammed: 47/14; Beyine: 98/4.
89
Aslan, a.g.e, s.58.
90
El-İsfehani, a.g.e, s.369–370; el-Cürcani, a.g.e, s.112–113.
91
Nahl: 16/2; el-Mü’min: 40/15; eş-Şura: 42/52.
92
Er-Razi, a.g.e, c.XIV, s.154–155.
93
El-İsfehani, a.g.e, s.799–800.
94
Al-i İmran:3/ 3,65; Tevbe: 9/ 124,127; Ankebut: 29/45; Duhan: 44/1–3; Muhammed: 47/20.
95
Bakara: 2/ 23,176; Al-i İmran: 3/3; Nisa: 4/136; Hicr:15/9; İsra: 17/106.
96
Aslan, a.g.e, s.62.
97
Es-Salih, a.g.e, s.15.
98
Bakara: 2/ 53,180; Nisa: 4/ 77,163, Maide: 5/45–46; En’am: 6/84–89,91; Meryem: 13/30; İsra: 17/2,55;
Neml: 27/17; Mü’min: 40/53; Hadid: 57/26–27.
83
16
B-Vahyin İçeriği:
1-Vahyin Kaynağı:
Vahyin kaynağı Allah’u Teala’dır.99 Kur’an-ı Kerim ise Allah’ın Hz.
Muhammed’e Cebrail ile gönderdiği vahyin yazıldığı kitabıdır. Kur’an Allah ile insan
arasında bir iletişim kitabıdır.100 Vahiy ise Allah’ın peygambere, insanlara tebliğ
edilmek üzere gönderdiği bilgilerdir.101 Vahyin kaynağını tespit etmek bir anlamda
onun mahiyeti hakkında da bize bir fikir verecektir.
Ali Bulaç, Vahyi “Allah tarafından peygamberin kalbine ilka edilen bilgi” diye
tarif ettikten sonra vahyin kaynağı hakkında şunları söylemektedir: Vahiy olayında
peygamber dâhil hiçbir beşerin herhangi bir katkı, müdahale ve etkileşimde bulunmamış
olmasıdır. Bu anlamda vahiy, tamamıyla ilahi saf bilgiyi temsil eder. Vahyi getiren
Melek de, onu alan Peygamber de yalnızca birer aracıdırlar. Vahiy, duyumlanabilir
dünya hakkında olduğu kadar, tarih, insanın enfüsi gerçekleri, varlık, kozmik düzen ve
fizik ötesi âlem hakkında da bilgi ve haber verir. Buna inanan için vahiy, gerçekliğin
bilgisini, yani Hakikat’i içerir ve temsil eder. En karakteristik özelliği, vahyin salt beşeri
algı ve tecrübe ürünü söz, tasavvur, düşünce öngörü ve bilgi türü olmaması, aksine
tamamen ilahi oluşudur.102
Konumuzla ilgili olarak Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Dereceleri yükselten,
Arş'ın sahibi Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine iradesiyle
ilgili vahyi indirir.”103 Fahrettin er-Razi, bu ayeti izah ederken vahyin beş temele
dayandığını belirtir.
1-Vahyi Gönderen: Vahyi gönderen Allah’tır. Bundan dolayı o vahyi indirmeyi
kendisine izafe eder.
Bkz. A’raf: 7/ 43,53,59,65,73; Nahl: 16/9,36; Enbiya: 21/25,87; Ankebut: 29/16,17.
Atay, a.g.e, s.31–32.
101
Atay, a.e, s.179.
102
Ali Bulaç, İslam Düşüncesinde Din-Felsefe Vahiy-Akıl İlişkisi, İst, İz yay. 1995, s.42–43.
103
Mü’min: 40/15.
99
100
17
2- Gönderme: Gönderme ve gönderilen şey vahyin kendisidir.
3-Vahyin Ulaşması: Vahyin Allah’tan peygamberlere ulaşması ancak melek
vasıtasıyla olur.
4- Vahyin Gönderildiği Kimse: Bunlar da Peygamberlerdir.
5- Vahyin Gönderme amacı: İnsanları bu maddi âlemden peygamberler
aracılığı ile ruhi-manevi âleme yöneltmektir.104
Hemen belirtmeliyiz ki, vahyin muhtevasını oluşturan bilgilerin kaynağı
meselesinde, İslami nazariye dışında gayr-i İslami nazariyeler de vardır. Bunların
başında vahyin kaynağını akla dayandıran görüş gelir. Bu görüşün temeli, Stoa
felsefesinde görülmektedir. Söz konusu felsefeye göre vahiy (din) Tanrı’nın bir
açılımının değil, aklın ürünüdür. Çünkü akıl, doğa ile aynı anlama gelir. Doğa içinde de
“evrensel akıl” egemendir; insanda doğanın bir parçası olduğuna göre, onun doğasının
yapısı da akıldır. Dolayısıyla Stoalılarla onların yolunda yürüyenler, doğa ya da doğal
ışık deyince hep aklı anlamışlardır. Görüşleri ana hatlarıyla şöyledir:
Kurtuluş ve
mutluluğa erişmek için yalnız akıl ve doğa yasası kâfidir. Onun içinde ne çok tanrılı
dinlerin ne de kitap (vahiy) dinlerinin yasalarına ihtiyaç yoktur. Çünkü bütün dinler,
doğal olan ve her insanda baştan beri bulunan tek bir dinin çocuklarıdır. Bu tabii dinin
temel esasları da, tanrı’nın bir olduğuna, ahlak bilincine, özgürlüğe, ölümsüzlüğe ve
öbür dünyada mutlaka bir misillemenin yapılacağına inanmaktadır.
Görüldüğü gibi Stoa felsefesi savunucuları ve onun takipcileri, vahyin
muhtevasında yer alan ve adına din denen doğruların akıl tarafından ortaya
konulabileceğini söylemek suretiyle vahyin kaynağının Tanrı değil, akıl olduğunu ileri
sürmüş olmaktadırlar. Çünkü onlara göre vahiy muhtevası içinde bulunan asıllar, doğal
dinde mevcuttur ve bu dinin kaynağı da akıldır. Görüldüğü gibi bu da kaynağında
tabiatüstü bir özelliği olan din kurumunu aklileştirmek, başka bir değişle mahiyetini
inkâr etmek demektir.105
104
105
Er-Razi, a.g.e, c.XIX, s.267–268.
Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, İst. Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Yay. 1996, s. 45–46.
18
İslam inancı’na göre insanlığın ilk dini tevhid dinidir. Yani vahyin kaynağı ve
söz konusu dinin kurucusu, Yüce Allah’tır.106 Allah, kâinatı ve insanı yaratmış, kitaplar
ve peygamberler göndermiştir.107 İnsanlar bir erkek ve bir dişiden yaratılmıştır.108 Hz.
Âdem’e
her
şeyin
ismi
öğretilmiş109
ve
kendisi
ilk
peygamber
olarak
görevlendirilmiştir. Böylece Hz. Âdem de Allah‘tan aldığı vahiy ve ilham ile kendi
devrindekileri irşad etmiştir. Sonra insanlar tevhid esaslarını unutup, Allah’tan başka
şeylere, tabiat kuvvetlerine, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapınmaya ve bunları
Allah’a ortak koşmaya yönelmişlerdir.
Bundan dolayı da Yüce Yaratıcı, insanlar
arasından seçtiği bazı zatları üstün vasıflarla donatıp elçi olarak göndermiş ve bu zatlar
aracılığıyla insanları hak dine, doğru yola davet etmiştir. Böylece denilebilir ki, inanlık
esasen başlangıçtan beri aynı inanç üzere idi, çünkü bütün peygamberler aynı itikadı
esasları tebliğ ediyorlardı, sapmalar sonradan meydana gelmiş oldu.110
2-Vahiy Meleği:
Melekler nurdan yaratılmış ruhani varlıklardır.111 Akıl ile iman onlarda en
yüksek derecedir. Bu sebepledir ki melekler, her an bu üstün imanın gereğini yerine
getirip asla isyan etmezler.112
Yaratılış özelliklerinden dolayı meleklerin bazısına çok büyük görevler
verilmiştir. Önemli görevler yüklenen meleklerden biri de vahiy meleğidir.113 Allah’u
Teala’nın “De ki: Onu, Mukaddes Ruh (Cebrail), iman edenlere sebat vermek,
Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak
olarak indirdi.”114 Ayeti Cebrail’in, insanlığı nefis ve şeytan engelinden kurtaracak ilahi
sistemi peygamberlere getirmekle görevli olduğunu bize haber vermektedir. Böylesine
önemli bir vazife için dört büyük melekten birinin seçilmiş olması da, sadece davetin
büyüklüğünü göstermekle kakmayıp aynı zamanda insanlığa verilen değere de işaret
Bkz. A’raf: 7/ 43,53,59,65,73; Nahl: 16/9,36; Enbiya: 21/25,87; Ankebut: 29/16,17.
Bkz. A’raf: 7/ 43,53.
108
Bkz. Hucurat: 49/13.
109
Bkz. El-Bakara: 2/31.
110
Günay Tümer - Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ank. Ocak yay.1993, s.209.
111
Bakara: 2/ 30,32,34,255; Al-i İmran: 3/39; Enam: 6/93;Ra’d: 13/11; Enbiya: 21/22,26.
112
Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, 29. bsk. Ank., DİB Yay. 1980,s.74; bkz. Enbiya: 21/2728.
113
Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, İst. Erkam yay.1995, s.279 vd.
114
Nahl: 16/102.
106
107
19
etmektedir.115 Anlaşılıyor ki Cebrail (as), ilahi vahyi meleklere ve peygamberlere
ulaştıran vahiy meleğidir.116
Vahiy Meleği, Kur’an da “Cibril”117 şeklinde üç yerde zikredilmektedir.
Ayrıca “Ruh”118, “Ruhu’l-Kudüs”119, “Ruhu’l-Emin”120 ve “Resul”121 gibi isimler
kullanılır. Yine Kur’an’ın bildirdiğine göre Ruh,
meleklerin en üstünü ve derece
itibariyle Allah’a en yakın olanıdır.122 Söz konusu Ruh’un Cebrail olduğu Kur’an-ı
Kerim’de belirtilmiştir.123
Allah’u Teala, Hz. Muhammed’e vahiy getiren elçiyi, “Bu Kur’an arşın sahibi
katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği
sözdür.”124 Şeklinde altı kemal sıfatla övüyor. Bu ayetlerin tefsirini yapan Fahrettin erRazi şöyle diyor: Bil ki Allah Teâlâ burada Cebrail (a.s)'i şu altı sıfatla tavsif etmiştir.
1. Risalet: Onun bir resul (elçi) oluşudur. Onun, peygamberlere Allah'ın bir
elçisi olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh o bir resul, bütün peygamberler de onun
ümmetidir. İşte bu husus, Hak Teâlâ'nın "Allah melekleri, o Ruh’la birlikte, dilediği
kullarına, emrinden dolayı indirir"125 ve "Onu senin kalbine Ruhu'l-Emin indirdi"126
ayetlerinden kastedilen husustur.
2. Kerem: Cebrail (a.s)'in "kerim" oluşudur. Hediyelerin en kıymetlisi olan,
marifetullah, hidayet ve irşadı getirip vermesi, onun kerim (cömert ve şerefli) oluşundan
dolayıdır.
3.Kuvvet: Onun "kuvvetli" oluşudur. Kimileri bu sıfatı, "şiddetli-çetin"
manasına hamletmişlerdir.
115
Yeniçeri, a.g.e, s.272.
Y. Şevki Yavuz, “Cebrail” mad. DİA, İst.1993, c.VII, s.202.
117
Bakara: 2/ 97–98; Tahrim: 66/4.
118
Nahl: 1672; Mü’min: 40715; Meryem:19/ 17–22; Enbiya: 21/91.
119
Bakara: 2/87; Maide:5/110; Nahl:16/102.
120
Şu’ara: 26/193.
121
Meryem: 19/ 17–19.
122
Tekvir: 81/ 19–21.
123
Bakara: 2/ 97–98.
124
Tekvir: 81/ 19–21; Hakka: 69/38–40.
125
:Nahl: 16/ 2.
126
Şu’ara: 26/ 193–194.
116
20
4. Çok Muteber: "Arşın sahibi nezdinde çok itibarlı" oluşudur.
5.
Sözü Tutulan: "Orada kendisine itaat olunandır" ayetinin beyan ettiği
husustur. Bil ki ayetteki “semme” "orada" kelimesi, "Arşın sahibi nezdinde"
ifadesindeki, "nezdinde"ye bir işarettir. Buna göre mana, "Cebrail, Allah yanında,
mukarreb melekler arasında, kendisine itaat olunan, mukarreb meleklerin emrine göre
hareket edip, fikrine başvurdukları itibarlı bir melektir" şeklinde olur.
6. Emanet (Güvenilir): "emin" sıfatıdır. Bu, "Allah'ın vahyi ve risaleti (elçiliği)
konusunda, hainlikten ve hatalardan koruyup muhafaza ettiği, güvenilir bir elçidir"
demektir.127 O, aldığı emirde asla sınırı aşmaz, görevini gereği gibi yerine getirir.128
Cebrail, dünyada da ahirette de Allah ile mahlûkat arasında elçidir. O,
meleklere ve peygamberlere ilahi vahyi tebliğ eder, bu sebeple de Allah’la vasıtasız
konuştuğu Hz. Peygamber’in hadislerinde mevcuttur.129
3-Resul-Nebi-Peygamber:
Resul, lügatte, gönderen kişinin teslim etme veya alma şeklinde verdiği elçilik
vazifesini yerine getirendir. Istılahi olarak Resul, insanlara hükümleri tebliğ etmek
üzere Allah'ın gönderdiği insanlardır. Kelbi ve Ferra şöyle dedi: Her Resul Nebi'dir.
Bunun aksi düşünülemez. Resul kendisi Allah katından yeni bir din ve şeriat getiren
kimsedir.130
Nebi ise; kendisi yeni bir şeriat getirmeyip daha önce gönderilmiş bir Resulün
şeriatını tamamlayan kimsedir. Dolayısıyla Resul'den daha dar bir anlamı vardır. Nebi,
kendisine melek ile vahiy gönderilen veya kalbine ilham edilen veya salih rüya ile
uyarılan kimsedir. Çünkü resul, nebilik vahyinin üzerinde olan özel bir vahye
mazhardır.131 Resul ve Nebi kavramları hakkında Muhammed Hamidullah şöyle diyor:
“Biz, adeten kendisine kitap verilmemiş olana nebi, kendisine kitap verilmiş olana da
127
Er-Razi, a.g.e, c.XXII, s. 533–535.
Elmalılı, a.g.e, c.IX, s.34.
129
Buhari, Tevhid,13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/267; III/230.
130
El-Cürcani, a.g.e, s.110.
131
El-Cürcani, a.g.e, s.239.
128
21
resul diyoruz.”132 Kadı Abdulcebbar’a göre, terim olarak “nebi” ve “resul” arasında fark
yoktur. Dolayısıyla her resul nebidir, her nebi de resuldür. Ayrıca Abdulcebbar, bu
görüşünü bu iki kelimenin aynı ayette133 kullanılmış olmasını ileri sürerek
delillendirmektedir.134
Peygamber, haber getiren anlamındadır. Cenab-ı Allah'ın kullarına haber
getirmek, dinini bildirmekle vazifelendirdiği kimseye, Allah elçisi, nebi, resul, yalvaç
denir.135 Biz, bu tezimizde hem resul hem de nebi kavramını içine alan peygamber
kelimesini kullanacağız.
Peygamber, hassas ve yıkılmaz şahsiyetiyle sarsılmadan ve korkusuzca ilahi
tebliği ilan ederek insanları, uyuşukluk ve düşük ahlaki gerilim durumundan çıkarıp
Allah’ı Allah olarak, şeytanı da şeytan olarak açıkça görebilecekleri bir teyakkuz
durumuna geçirmek için, uyandıran olağanüstü bir insandır.136
Allah’u Teala, insanların doğru yolu bulup kendisine kulluk edebilmeleri için
onlara, gerekli olan ihtiyaçları yanında, rahmetinin bir sonucu olarak da peygamberler
göndermiştir. Bilindiği gibi Peygamberler, özellikle ahlaki kriz dönemlerinde insanlığı
kurtarmak amacıyla görevlendirilmişlerdir. Çünkü insanların en kaygan ve dolayısıyla
kontrolü en zor olan yönleri, davranışlarının ahlaki yönüdür. İşte bu amaçla gönderilen
peygamberler, ilahi tebliğe konu olan muhtevaları vahiy elçisinden almışlardır.137
İbn Haldun, vahiy aracılığı ile Allah’u Teala ile irtibatı olan Peygamberlerin,
melek aracılığı ile Allah’tan vahiy alacak özellikte yaratılmış üstün vasıflı insanlar
olduğunu ifade etmektedir. Bu konudaki görüşü şöyledir: ‘‘Peygamberler, Allah’ın
elçileri olup, yaratan bunları kâmil bir surette yaratmıştır. Bunlar istedikleri zaman bir
kere göz açıp kapayıncaya kadar kutsal âlemlere çıkar, beşeri hallerinden sıyrılarak
melek halini alırlar. Bu ise, vahiy anında vuku bulur. Bunlar yaratılışlarıyla her türlü
kötülükten ve günah sayılan işlerden uzak tabiatta olup, daima itaat ve ibadete gayret
Muhammed Hamidullah, İslam Tarihine Giriş, Çev. Ruhi Özcan, İst. Beyan Yay. 1994, s.28.
Hac: 22/52; A’raf: 7/94.
134
İlyas Çelebi, İslam İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdulcebbar, İst. Rağbet yay. 2002, s.315–
316.
135
D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 1996, s. 902.
136
Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Trc. Alparslan Açıkgenç, Ank, Ank. Okulu yay. 1993, s167.
137
Demirci, a.g.e, s.36.
132
133
22
sarf etmek ve her türlü hayırlı işlere rağbet etmekle, gayb’a gözlerini dikmiş bir halde
bulunan insanlardır. Ve istedikleri zaman tanrısal fezaya dalarlar. Beşeriyetten
melekliğe yükselirler, yukarı âlemlerden itikat, amel ve ahlaka dair bilgiler telakki
ederler.’’138
Vermiş olduğumuz tariflerden anlaşıldığı gibi vahiy, aracı melekle
peygamberler arasında meydana gelen tek taraflı bir iletişim tarzıdır. Bu iletişimde
gerekli olan iki ortak nokta vardır. Birincisi, aynı işaret veya anlaşma sisteminin
kullanılmasıdır. Başka bir ifade ile iletişimin gerçekleşebilmesi için onun, lisanî bir
konuşma olması ve kullanılan dilin, her iki tarafın anlayabileceği ortak bir dil olması
gerekmektedir.139 Hz. Adem(as)’dan Hz. Peygamber (sav)’e kadar geçen vahiy sürecine
baktığımız zaman her peygambere kendi lisanıyla vahyedildiğine şahit olmaktayız.
İkinci ortak nokta, vahiy esnasında konuşan ve dinleyen zatın aynı kategoriye mensup,
aynı düzeyde varlıklar olmasıdır. Hâlbuki sözü edilen vahiy tarzında konuşanlar,
birbirinden farklıdır. Yani burada melekle insanın konuşması söz konusudur. O halde bu
tür bir vahyin gerçekleşmesi için bu iki varlık arasında nasıl olağanüstü bir durum
meydana gelmelidir? Hemen belirtelim ki, bu hususun bazı İslam âlimleri tarafından
çok iyi kavrandığı anlaşılmaktadır. Mesela, Suyuti’nin konuyla ilgili bir yorumu vardır:
Vahiy, melekle insan arasında meydana gelen olağanüstü bir konuşmadır. İki taraf
arasında bir çeşit eşitlik gerçekleşmedikçe, yani konuşan ile dinleyen arasında bir ilişki
olmadıkça, karşılıklı bir kelime alış-veriş, öğretim ve öğrenim mümkün değildir. Bu
durumda melekle insan arasında böyle olağanüstü bir ilişki nasıl kurulabilir? Bunun iki
yolu vardır. Ya dinleyen konuşanın galip etkisiyle derin bir kişisel değişikliğe uğrar,
ya da konuşan aşağı inip bir parça dinleyenin sıfatlarına bürünür. Hz. Muhammed
(sav)’in vahiy alması her iki şekilde de vuku bulmuştur. Fakat bu iki halden birincisi
daha zordur.140
İbn Haldun da peygamberlerin melekle münasebet kurmalarını, ancak
kendilerinin melekleşmeleriyle mümkün görmektedir. Ona göre bunun yolu da,
peygamberlere manevi bir kuvvetin gelip kendilerini etkilemesi ve tabiatlarını
Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed İbn Haldun, Mukaddime, trc. Süleyman Uludağ, 2.bsk, İst.
Dergâh Yay. 1988, c.I, 372–374; c.II, s.1180.
139
İzutsu, a.g.e, s.208.
140
Es-Suyuti, a.g.e, c.I, s.137.
138
23
değiştirmesiyle gerçekleşmektedir. Konuyla ilgili görüşü aynen şöyledir:‘‘Vahyin nuru,
ortaya çıktığı vakit peygamberler yanlarında bulunanlardan büsbütün kaybolarak
maneviyata yönelmiş olurlar ve dışardan bakıldığında uyku ve bayılma gibi bir hal
meydana gelip, görenler onları uyuyor yahut bayılmış sanırlar. Hâlbuki o durumda bu
hallerden hiçbirisi söz konusu değildir. Hakikatte kendileri horuldama halinde iseler de,
ruhları tanrısal cezbeden ötürü yüce olan ruhlar ve meleklerle ruhani münasebet ve
temaslarda bulunup,
bunları müşahedeye dalmış oldukları için beşer anlayışının
büsbütün dışında bir durumdadırlar.
Bu cezbe anında peygamberler fısıldayarak
söylenen sözleri işitir ve anlarlar.141
4-Vahiy’de Gizlilik:
Peygamberlerin Allah’u Teala’dan almış oldukları vahyin en önemli vasfı, onu
gizli bir şekilde almış olmalarıdır.142
Vahiy, Hz. Peygamber (sav)’e, yalnız tek başına kaldığı zamanlarda değil,
ashabıyla yahut zevceleriyle birlikte bulunduğu anlarda da geliyordu.143 Resulullah’ın
yanında bulunanlar Onda gördükleri bazı hallerden dolayı ona vahyin geldiğini
anlıyorlar,144 fakat ne olup bittiğini fark edemiyorlardı. Çünkü vahiy meleğinin melek
şekliyle ne görülmesi, ne de sesinin işitilmesi onlar için mümkün değildi.145 Öğle
anlaşılıyor ki, vahyin, sözünü ettiğimiz bu “gizlilik vasfı”, vahiy tarihi boyunca hep
devam ede gelmiştir.
5-Vahiy’de Süratlilik:
Allah’u Teala ile İnsanoğlu arasındaki iletişim vasıtası olan Vahyin,
anlaşılması zor olan unsurlarından biri de, peygamberlere ulaştırılmasındaki süratliliktir.
Bekli de üçüncü şahıslardan gizlenmesinin asıl sebebi budur. Çünkü peygamberlerin
dışında hiç bir insan, o süratte bir konuşmayı takip edecek olağanüstü bir tabiatta
yaratılmış değildir. Gerçekten de normal bir okuyuşla tilaveti, birkaç saat sürebilecek
İbn Haldun, a.g.e, c.I, s.372–374.
El-İsfehani, a.g.e, s.858–859.
143
El-Buhari, Fedailu’l- Kur’an, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/150.
144
El-Buhari, Şehadet,15; Hac,17; Umre,10; Müslim, Salât, 53; Ahmet b. Hanbel, Müsned, I /238;
V/190–191; VI/103,151.
145
El-Buhari, Fedailu’l- Kur’an, 1.
141
142
24
olan bir surenin, kısa bir zaman içerisinde Hz. Peygamber (sav)’e nakledildiğini
düşünürsek, vahiy olayındaki intikal süresinin ne kadar kısa bir süre olduğunu kolayca
anlayabiliriz.146 Bu hususla ilgili olarak İbn Haldun şöyle diyor: “(Peygamberlerin)
Cebrail’den vahiy telakki etmeleri bir anda, bir kere göz açıp kapayıncaya kadar geçen
bir müddet içinde meydana gelir. Çünkü onların kalpleri daima gayb âlemine
yönelmiştir. Tanrısal bilgiler onların kalplerine çarçabuk akseder. Bundan dolayı bu
durum çabukluk (sürat) manasına gelen vahiy sözüyle ifade edilmiştir. Bunun sebebi
şudur ki, peygamberlerin bilgileri bizimki gibi çalışıp çabalayarak öğrenilmiş,
dercedilmiş ve belirli vakitlerin geçmesiyle elde edilmiş bilgiler değildir. Bu bilgiler,
onlara bir defada telkin edilmiştir.”147
Hz. Peygamber (sav) vahyi alma hususunda acele edince, Allah’u Teala,
Kur’an vahyini Hz. Peygamber’in kalbine süratli bir şekilde yerleştireceğini şöyle ifade
ediyor: “(Resulüm ) onu (vahyi)
çarçabuk almak için dilini kımıldatma,
şüphesiz
onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde biz onu
okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et, Sonra onu anlatmak da elbette bize
aittir.”148 Hz. Peygamber, gelen vahyi hemen hafızasına yerleştirmek için tamamlanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Allah’u Teala bu ayetleri indirerek ona
vahiy geldiğinde nasıl davranması gerektiğini öğretmiştir.149 Bu ayetlerde Yüce Allah
üç şeyi kendi üzerine aldığını bildirmiştir:
1. Vahyi hafızalarda ve yazılı olarak toplayıp unutmamasını sağlamak.150
2. Vahyi Hz. Peygamber'in okumasını sağlamak.
3. Vahyi açıklamak. Ayrıca Kıyamet Suresi 19. ayette vahiy kendisine okunduğunda Hz. Peygamber'in susarak onu dinlemesi emredilmiş, o da böyle yapmıştır.151
Allah’u Teala "biz onu okuduğumuz zaman"152 buyurarak okuma fiilini kendisine isnat
etmiştir; oysa başka ayetlerde onu vahiy meleğinin (Cebrail) Hz. Peygamber'in kalbine
146
Demirci, a.g.e, s.39.
İbn Haldun, a.g.e, c.I, 372–374.
148
Kıyamet: 75/16–19.
149
Buharı, "Tefsir", 75,2.
150
A’lâ: 87/6.
151
Buhari, "Tefsir", 75; Müslim, “Salât”, 148.
152
Kıyamet: 75/18.
147
25
indirdiği bildirilmektedir.153 Bu ayetler arasında çelişki yoktur. İlâhî vahyin Cebrail
aracılığı ile Hz. Peygamber'in zihnine yerleştirilmesi de bir okumadır.154
Amir eş-Şa'bî dedi ki: Peygamberin kendisine nazil olduğunda Kur'ân-ı
Kerim’i tekrarlamakta acele etmesi, ona olan sevgisi ve diliyle onu okurken ondan aldığı lezzetti. Vahiy tamamlanıp, kalbinde toplanmadan bu şekildeki hareketi ona
yasaklandı. Çünkü Kur'an'ın bir kısmı diğer kısmı ile irtibatlıdır. Denildiğine göre,
Peygamber (sav)'e vahiy nazil oldu mu, unuturum korkusu ile vahyin nüzulü ile birlikte
dilini de kıpırdatırdı. Bunun üzerine: "Sana onun vahyi tamamlanmadan önce Kur'ân'ı
okumayı acele etme!"155; "Sana (Kur'ân'ı) okutacağız ve unutmayacaksın"156 buyrukları
ile "dilini onunla kıpırdatma"157 buyrukları nazil oldu.158
6-Vahiy Yolları’nın Cin Ve Şeytanlardan Temizlenmesi:
Allah’u Teala, Kur’an-ı Kerim’de, bazı cin ve şeytanların yüksek melekler
meclisi anlamına gelen Mele-i ala’ya çıkarak kulak hırsızlığı yaparak bir takım haberleri
çaldıklarını,159
bundan dolayı yıldızlar ve gezegenlerle süslenen en yakın göğün
koruma altına alındığını beyan etmektedir.160
Bu koruma vahiy için de söz
konusudur.161 Ancak vahiy yalnız semada değil arzda da korunmuştur. Semadaki
koruma, aracı meleğin, vahyi kaynağından alma ve peygamberlere ulaştırıncaya kadar
geçtiği yollar da,
arzdaki korumada vahyin peygamberler tarafından okunması
esnasında bahis konusudur.162
Allah’u Teala, peygamberlere göndermiş olduğu vahyin bir dış müdahaleye
maruz kalmadan, orijinal şeklinin bozulmadan, kendilerine ulaşmasını sağlamak için,
vahiy yollarını cin ve şeytanlardan temizlenmesine dair birtakım güçlerden
bahsetmektedir. Vahiy yollarının korunmasıyla ilgili ayetler mealen şöyledir: Doğrusu
Şuara: 26/193; Nahl: 16/102; Bakara: 2/97.
Kur’an Yolu, c.V,s.434.
155
Taha: 20/114.
156
A'la: 87/6.
157
Kıyamet: 75/16.
158
Kurtubi, a.g.e, c.XVIII, s.231–233.
159
Saffat: 37/8.
160
Saffat: 37/6–7; Mülk: 67/5.
161
Cin: 72/8–9.
162
Demirci, a.g.e, s.41.
153
154
26
biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş
bulduk. Hâlbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için
oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini
gözetleyen bir yalın ateş (şihab) buluyor.163 Fahreddin er-Razi’ye göre ayetteki bu
ifade, "Biz dinliyorduk, ama şu anda her ne zaman dinlemek istesek, şihablarla
kovuluyor ve taşlanıyoruz." demektir.164 Mevdudi de bu ayetin tefsirin de şöyle diyor:
Bu sebepten cinler, yeryüzünde ne büyük bir hadise meydana gelmiş ki haberleri
korumak için çok sıkı denetim alınmış, bunun tahkikatı içerisindeydiler. "Şimdi artık
gökyüzünden haber almaya bir fırsat bulamıyor, her yerden takip edilerek kovuluyoruz"
diyorlardı.165 Elmalılı da bu ayetlerin tefsirini yaparken “şihabın” hakiki manasını
verdikten sonra bu kelimenin mecaz manada anlaşılabileceği kanaatindedir. Şöyle ki:
ŞÜHUB “şihâbın” çoğuludur. Şihâb, esasen ateş alevidir. Nitekim "Parlak bir ateş
koru."166 Ayetinde de bu manada kullanılmıştır. Bundan, gökte yıldız kayar gibi kayan
parıltılara da isim olmuştur. Mananın özeti şu oluyor: Biz iman ettik ki, "Allah kimseyi
peygamber göndermeyecek, göndermez." zannı yanlış imiş, biz yüce bir şahsın
peygamber gönderildiğini anladık. Çünkü biz göğü, o yüksek âlemi yokladık da onu
şiddetli bekçiler, kuvvetli muhafız melekler ve atılmaya hazırlanmış ateş gibi alevler,
korlarla doldurulmuş bulduk. Bilindiği gibi biz, o gökleri dinlemek, haber almak için
bazı mevkilerde otururduk. Yani bazı yerlerde durup etrafı gözetler, gizli gök haberleri
alır, onlarla halkı şaşırtırdık. Fakat şimdi "her kim dinlemek isterse onu gözaltında
bulundurup gözleyen, yakmaya hazır bulunan bir ateş parçası, parlak bir alev
bulunuyor. O Kur'an'ın ve onu okuyan zatın karşısında cin ve şeytan böyle eriyecek bir
durumda kalıyor. İşte yüce Allah böyle birisini göndermiş ve âlemi böyle değiştirmiştir.
Burada çoğunlukla “şihâbın” zahiri manasında ısrar ediliyorsa da biz bu ısrarda manayı
maddeleştirmekten başka bir yarar görmüyoruz. Asıl maksat, peygamberlik nuru ve
Kur'an ayetleri ile hakikat âleminde parlatılan ve batıl fikirlere karşı fırlatılan ateşi
andırır uyarıları anlatmak olması daha yüksek bir mana olduğu kanaatindeyiz. Zira hava
olaylarından olan o ateşlerin Peygamberimizin gönderilmesinden önce de olageldiği
163
Cin: 72/8–9.
Er-Razi, a.g.e, c. XXII, s.180.
165
Ebu’l A’la el-Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, trc.kurl: Muhammetd Han Kayani, Yusuf Karaca, Nazife
şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş; İst. İnsan yay. 1996, c.VI, s.487.
166
Neml: 27/7.
164
27
rivayetlerde de inkâr olunmuyor. Peygamberimizin gönderildiği sıralarda denildiği gibi
fazla birçok ateş yağmurları olmuş ve bunlardan yıldız falcıları, kâhinler, şeytanlar
korkup türlü manalar çıkarmaya çalışmış olsunlar. Fakat bu şekilde onlardan gök
haberleri kesilmiş değil, aksine çoğaltılmış ve kulak hırsızlığına daha fazla meydan
verilmiş demek olmaz mı? Oysa İbn Abbas Hazretlerinin söylediği ve bu ayetinde
anlattığı mana, bu alevlerin, onlardan gök haberlerini kesmiş ve göğün kapılarını birer
zabıta memuru olarak tutmuş doldurmuş olmalarıdır. Bu ise onların morallerini yıkıp
yalanlarını, hafifliklerini ve taşkınlıklarını yakan hakikat alevlerini anlatıyor ki, onlar
Muhammed (s.a.v)'in göğünden parıldayan ateşi andırır ayetler ve mucizelerdir ki,
bunun karşısında insan ve cin şeytanlarının ödleri kopmuş, dilleri tutulmuştur.167
Görüldüğü gibi bu ayetler, Hz. Peygamber’e vahiy indirilirken gökyüzünün
vurucu, delici şihablarla ve diğer sert bekçilerle doldurulduğunu, artık bundan böyle
göklerden haber
dinlemeye ve vahye müdahaleye kalkışan cinlere bu şihabların
atıldığını bildirmektedir..
Şihabla aynı özelliği taşıyan bir başka yıldız da Tarık yıldızıdır. Bu yıldızı
Kur’an’ın bizzat kendisi en- necmu’s-sakıb=delip geçen yıldız168 diye tarif etmektedir
ki, onun niteliği de muhtemelen, otomatik olarak belirlenen hedefe isabet edip, onu saf
dışı bırakmasıdır.169 Fahreddin er-Razi ve ondan daha önce ez-Zemahşeri bu yıldızın
karanlıkları delip geçtiğini ve herhangi bir şeye isabet ettiğinde onun içine nüfuz ederek
yaktığını belirtmektedirler.170
Allah’u Teala, yeryüzün de bulunan şeytanların da vahye müdahalede
bulunduklarını ancak bunun da hemen sonuçsuz bırakıldığını haber vermektedir.
Allah’u Teala, şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiç bir resul ve
nebi görmedik ki o, bir temenni de bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşeri
arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra
Allah, kendi ayetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah
Elmalılı, a.g.e, c.VIII, s.378–379.
Tarık: 86/1–3.
169
Yeniçeri, a.g.e, s.136 vd.
170
Ebu’l Kasım Carullah Mahmut b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşeri, Tefsir’ul Keşşaf, 3.bsk, Beyrut,
Dar’ul Kutubil İlmiyye, 2003, c.IV, s.612–613; Er-Razi, a.g.e, c.XXIII, s.52.
167
168
28
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”171 Müfessirlerin çoğunluğu, bu ayette
yer alan “temenni” kelimesinin “tilavet=okumak” manasına alınmasının daha isabetli
olacağı kanaatindedirler.172 Buna göre söz konusu ayet, her peygamber kendisine gelen
vahyi okuduğu zaman mutlaka şeytan o peygambere müdahalede bulunarak bir takım
sözler atmaya kalkışmış, ancak Allah Teala şeytanın atmış olduğu düşünce ve sözleri
iptal edip kendi vahyettiği ayetleri muhkemleştirmiştir, şeklinde yorumlanabilir. Bu da
bize, yeryüzü şeytanlarının da vahye müdahale etmek istediklerini ama bunun da hiç bir
zaman mümkün olmadığını göstermiş olmaktadır. Dolayısıyla semanın düzenini
korumakla görevlendirilen şihab yıldızları ve rücum (ateş taneleri) sebebiyle, itaatten
çıkmış bir takım cin ve şeytanların ne Mele-i Ala’dan kulak hırsızlığı yoluyla herhangi
bir haber çalmaları ne de vahye müdahale ederek onu durdurmaya da kendi istekleri
doğrultusunda değiştirmeleri mümkün değildir. Aynı şekilde yeryüzü şeytanlarının da,
peygamberlerinin vahyi tebliğ etmeleri esnasın da onlara müdahalede bulunarak ilahi
sözler arasına beşeri arzular katmaları imkân dâhilin de görünmemektedir.173
171
Hac: 22/52.
İsmail İbn Kesir, Tefsir’u Kur’an’il Azim, tahk: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed Seyyid
Reşad, Muhammed Fazl, Ali Ahmed, Hasan Abbas, 1.bask, Kahire, el-Farukul Hadise yay. 2000, c.XV,
s.83–85; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İst. Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988, c.VI, s.38; etTaberi, a.g.e, X, s.248–249; İsmail Cerrahoğlu, "Garanik",mad. DİA, c. XIII, s.364; Kurtubi, a.g.e, c.XII,
s.127.
173
Demirci, a.g.e, s.43–44.
172
29
İKİNCİ BÖLÜM
İLAHİ DİNLER DE VAHİY ANLAYIŞLARI
Vahiy inancı, tarih boyunca çeşitli dinlerde kendini göstermiş, ancak farklı
şekillerde yorumlanmıştır.174
A-Yahudilikte Vahiy:
Yaşayan ilahi dinlerin en eskisi Yahudiliktir. Geçmişi bir kaç bin yıl gerilere
giden bu dinin başta gelen özelliklerinden biri, İsrail oğullarıyla Tanrı arasındaki ahde
kutsal kitaplarında geniş yer ayrılmıştır. Bundan dolayı bu din, bir ahit dini olarak da
bilinmektedir.
Yahudilik, Babil sürgününden bu yana milli bir din haline getirilmiştir. Ancak
bu din, tek Tanrı’ya, vahye dayanan kutsal kitaba ve peygambere yer vermesiyle milli
dinlerden, millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de ilahi dinlerden farklı bir
durumdadır.175
Yahudi ilahiyatında Tanrı zatını bildirmedikçe, insanların kendi güçleriyle
O’nu bilmeleri imkânsızdır. Bu nedenle Tanrı vahiy kanalıyla kendini Yahudilere
bildirmektedir. Özellikle Tanrı, kendi iradesiyle seçtiği peygamberlerle vahiy yoluyla
iletişim kurmuştur. Eski ahit’te Tanrı’nın iletişim kurduğu peygamberler, sadece İsrail
oğullarına gönderilen peygamberlerle sınırlı değildir.176
Kitab-ı Mukaddes’te Samuel’in, Tanrı’dan vahiy alışı şöyle anlatılır: “Ben
peygamber değildim, peygamber oğlu da değildim; ancak ben sığır çobanı idim ve ceviz
ağaçları tımar ederdim ve Rab beni sürünün arkasından aldı ve Rab Bana dedi: Git
kavmin İsrail’e peygamberlik et ve şimdi rabbin sözünü dinle…”177
174
Aslan, a.g.e, s.28 vd.
Tümer-Küçük, a.g.e, s.176.
176
Nurettin Turgay, Kur’an’da Vahiy Kavramı, Diyanet İlmi Dergi, c.XXXVII, sayı: 4, s.25; Aslan,
a.g.e, s.12.
177
Kitab-ı Mukaddes, Amos, 7/14–16.
175
30
Yahudilikteki vahiy anlayışını ifade etmeden önce, onların peygamberlik
anlayışından söz etmek gerekir.
Yahudilik dinine göre peygamberler insanla, gizli, görünmez kudret arasında
irtibat sağlayan, temsilcilik ve aracılık görevini üstlenen kişilerdir. Onlar sadece
sözcüdürler, temasa geçtikleri üstün kudretin sözlerini insanlara naklederler. Üstün
varlıkla temasa geçtiklerinde kendi varlıkları silinir, kendi benliklerinden uzaklaşır ve
ilahi kudret ile dolarlar.178
Yahudi geleneğine göre vahyin kaynağı Rab Yahve,
aracısı ise peygamberlerdir.
muhatabı insanlar,
Rab Yahve’nin emir ve isteklerini O’nun iradesi
doğrultusun da İsrail oğullarına ileten peygamberlerin bilgi vasıtaları da vahiydir.
Mesela Hz. Musa’ya nispet edilen bugünkü Tevrat, Babil esareti sonrasından başlamak
üzere kelime, Rab Yahve tarafından Hz. Musa’ya vahyedilmiştir.179
Yahudiler, vahyin peygamberlere bazı yollarla geldiğine inanıyorlar. Bunlar; 1Teofani (aracısız vahiy, Tanrı ile direkt irtibat kurmaktır), 2-Tanrı’nın Tecellisi, 3-Rüya,
4-Tanrı’nın Kelamı, 5-İlahi Ruh’tur.180
B-Hıristiyanlıkta Vahiy:
Hıristiyanların vahiy anlayışının temelinde Yeni Ahit vardır. Yeni Ahit’teki
vahiy anlayışı ise Tanrı vahyi’nin tamamını kendisinde taşıyan İsa üzerinde
düğümlenmektedir. Hıristiyanlığa göre tam ve mükemmel vahiy, kitapta değil, bir
insanda gerçekleşir. Tanrı’nın insana söylemek istediğini hayatında ve şahsında en
mükemmel şekilde anlatan, tanrı’yı ifşa eden Mesh İsa’dır. Tanrı’nın kurtarıcı kudretini
vahyeden İsa’dır. Tanrı ebedi mesajını İsa’da birleştirmiş ve İsa’yı ölümden hayata
geçirmiştir. Tanrı’nın vahyi, yüce ebedi, tarifi imkânsız, yalnız kendi kendini anlayan
olarak görülmektedir.181
Ömer Faruk Harman, Yahudilikte Peygamberlik ve Peygamberler, İst.1988, s.2.
Ömer Faruk Harman, “Ahd-i Atik” mad. DİA, c.I, s.494–500.
180
Demirci, a.g.a, s.127–128; Aslan, a.g.a, s.11–18.
181
Aslan, a.g.e, s.18.
178
179
31
Hıristiyanlar da Yahudiler gibi Tanrı’nın, insanlar arasından seçtiği
peygamberlerini vahiy yoluyla bilgilendirdiğini kabul etmektedirler. Onlara göre
İbrahim, İshak, Yakup ve Musa gibi peygamberler Tanrı’nın vahyine mazhar
olmuşlardır. Tanrı onlara özel bir tarzda hitap etmiş ve bu sözü edilen peygamberler
Tanrı’nın sözlerine sadece vahiy yoluyla muhatap olmuşlardır. Vahiy devam ettiği
sürece bu peygamberlerin idrakleri yok olmuş, ancak Tanrı’nın iradesi onlara hâkim
olmuştur. Vahye mazhar olan peygamberlerin vahye dayalı sözleri Allah’ın kelamı,
vahye dayanmayan sözleri ise, kendi düşünce ve kanaatlerinin ürünüdür, Tanrı’nın sözü
değildir.182
Mukaddes Kitapların bildirdiğine göre, herhangi bir peygamberin veya ilahi
vahyin doğruluğu, normal olayların üstünde bir işaret’in (mucize’nin) ortaya çıkması ile
ispat edilir. Dolayısıyla hem Kur’an’da hem de diğer kitaplar da, örnek olabilecek
misaller mevcuttur.183
İslam Dini üzerinde birtakım çalışmaları olan Batılı araştırmacı Watt, İslam ile
Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışını mukayese ederek şöyle demiştir: Müslümanlar
Kur’an’ın vahyedildiğine inanırlar. Yine onlara göre Kur’an, bir melek tarafından Hz.
Muhammed’e aktarılmış olan bir Allah kelamıdır. Kur’an Hz. Muhammed’in sözü ve
onun bir ürünü değildir. Allah Kelamı olan Kur’an, tabiatüstü yollarla Hz.
Muhammed’e nazil olup onun çağdaşlarına hitap etmektedir. Hz. Muhammed, ilahi
tebliği insanlar iletmek için seçilmiş bir elçiden ibarettir.
Birçok Hıristiyan da, yüzyıllarca İncil’in sözlerini tanrı Kelamı olarak kabul
etmiş ve Müslümanlarınkine benzer bir görüşe sahip olmuşlardır. Onlara göre, Kutsal
Kitaplardaki sözler, bu kitapların yazarlarına bir melek aracılığı ile gelmiş değildir.
Tanrı onlara o şekilde ilham vermiştir ki, onların yazdıkları onun sözlerinden ibaret
olmuştur. Son yıllarda Hıristiyan düşünce hayatında görülen akımlardan birine göre,
vahiy Tanrı’nın bir faaliyetidir.184
182
Demirci, a.g.e, s.129.
William Montgomery Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, çev. Mehmet Said Aydın, Ank. Hülbe yay.
1982, s.89.
184
Watt, a.e, s.23 vd.
183
32
Watt’ın bu açıklamalarından anlaşıldığı gibi, Müslümanlarla Hıristiyanların
vahiy anlayışı arasında bazı farklar vardır. Her iki taraf vahyin varlığında anlaşmakla
beraber, Müslümanlar onun bir melek vasıtasıyla gönderilen Allah Kelamı olduğunu
kabul ederler. Hıristiyanların ise böyle bir düşünceleri yoktur; onlara göre vahiy bir
ilhamdan ibarettir.185
Hikmet Tanyu da İslam’daki vahiy anlayışı ile Hıristiyanlıktaki vahiy
anlayışının farkını şöyle ortaya koyuyor: Hıristiyanlığın vahiy ve ilham anlayışı,
İslam’ın vahiy anlayışından farklıdır. İslam’a göre vahyin aracısı olan peygamberin
görevi, Allah’tan aldığı vahiy muhtevasına hiç bir şey ilave etmeden ve ondan herhangi
bir şey eksiltmeden olduğu gibi nakletmektir. Hıristiyanlıkta ise kutsal kitap yazarı
sadece nakletmemekte, kullanılan dil ve üslup, metnin kompozisyonu ve çeşitli
kaynaklarla tamamlanması gibi hususlarda da aktif bir rol de üstlenmektedir186.
Peygamberlerin vahiy alma esnasında görme ya da işitme ile ilgili veya her
ikisiyle birlikte veya bunlardan hiçbiri olmaksızın gerçekleşen bir tasavvur ve idrak
formundan söz etmek mümkündür. Yani peygamber ya bir söz iştir ya bir rüya görür
veya bunlardan her ikisi meydana gelir yahut da basit bir şekilde bilincinde sözler bulur.
Tasavvur formu ihtimal ki, kısmen yaratılışa bağlıdır ve tabii bizzat peygamber için
oldukça önemlidir. Bu, ona kendisinin Tanrı’dan gerçekten vahiy aldığı konusunda
kesin bir kanaat veren faktörlerden bir tanesidir; dolayısıyla eğer peygamberin, vahiyle
aldığı mesajları büyük bir muhalefet karşısında tebliğ etmesi gerekiyorsa, sağlam bir
kanaat edinmesi onun için zaruridir. Şunu da belirtelim ki, tanım ve tasvirlerdeki
deyimlerin çoğunun sembolik ve çağrıştırıcı özellikte olduğunun kabul edilmesi
gerektiğine göre, bir peygamberin çok çeşitli şekillerde vahiy alabilmesi olgusu bir
problem teşkil etmez.187
Konumuzla ilgili olarak üzerinde durulması gereken mesele, Hz. İsa’nın nasıl
vahiy aldığı meselesidir. Bilindiği gibi Hıristiyanlık, vahiy ve kutsal kitaba dayanan
özde tek Tanrı’lı olmakla beraber, daha sonra teslise (üçlemeye ) gidilmiş ilahi kaynaklı
185
Turgay, a.g.d, s.26.
Hikmet Tanyu, “Ahd-i Cedid” mad. DİA., c.I, s.506.
187
William Montgomery Watt, Günümüzde İslam ve Hıritiyanlık, terc. Turan Koç, İstanbul:1991,
s.97–98.
186
33
bir dindir.188 Sözü edilen bu inanç sistemi, Baba, Oğul ve kutsal Ruh gibi üç unsurdan
meydana gelmektedir.189
Hıristiyanlık inancın da üç Tanrı’dan biri sayılan İsa için söz konusu edilen
vahiy hadisesi diğer ilahi dinlerde görülmeyen bir çerçeve içerisinde izah edilmektedir.
Hıristiyanlık geleneğine göre vahiy, Hz. İsa’nın varlığından ayrı değildir. Yani onun
aldığı vahiyle kendi varlığı bir bütünlük arz etmektedir. Başka bir değişle Hz İsa’nın
vücudu ve hayatı bütünüyle vahiydir. O, bizatihi Tanrı’nın kelamıdır ve daima Onunla
beraberdir. Daha doğrusu vahiy, Hz. İsa’nın hayatının her anını kapsamakta, adeta onun
maddi varlığı tamamıyla vahiyden ibaret görülmektedir. Bundan dolayı denilebilir ki,
Hıristiyanlığa göre Hz. İsa’nın mucizeleri, vaazları, doğumu, ölümü, yeniden dirilerek
semaya yükselişi, ayinleri ve kutsal yazmalarının hepsi birer vahiydir ve bütün bu
vahiyler, Kutsal Ruh’un, Hz. İsa’nın bedenine girmesiyle meydana gelmiştir. Çünkü
Kutsal Ruh olmadan O’nun Tanrı olması mümkün değildir. Bu yüzdendir ki, Kutsal
Ruh’un, Hz. İsa’nın bedenine girmesi, onu ilahlaştırdığı gibi, aynı zamanda onun
varlığını da tamamen vahiy haline getirmiştir. Böylece Hz. İsa’nın varlığı bizzat vahiy
olmuştur.190
Hıristiyanlık inancı’na göre başta peygamberler olmak üzere Havariler, onların
talebeleri, azizler ve papaların da vahiy aldıklarına inanılmaktadır. Hz. İsa’ya gelince
onun da belli bir vahye mazhar olduğu söylenebilir, ancak Baba Allah, onun bedenine
girip, kendisiyle birleştiğinden, o da tanrılaşmış ve bunun sonucu olarak da kendi
kendine vahyeden durumuna gelmiştir. Bu yüzden Hıristiyanlar vahiy konusunda Hz.
İsa’yı, vahye mazhar olan diğer insanlardan ayrı konumda kabul etmişler.191
C-İslam’da Vahiy:
Peygamberler, insanlar arsından seçilmiş mümtaz şahsiyetlerdir. İnsanlar ile
Melekler arasında en iyi vasıta peygamberlerdir. Peygamberler, bu yönleri ile yani
nefislerinin ve cevherlerinin temizliği ile meleklere, birer beşer olmalarından dolayı da
188
Tümer- Küçük, a.g.a, s.232.
Tümer -Küçük, a.e, s.232.
190
Demirci, a.g.e, s.130–131.
191
Demirci, a.g.e, s.131.
189
34
insanlara uygun düştüklerinden, melek ile insanlar arasında en iyi aracılık görevi
yapmaktadırlar. Peygamberler Allah’u Teâla’dan vahiy almak suretiyle bu görevlerini
yerine getirirler. Çünkü onlar ne söylemişlerse vahye dayalı olarak söylemişlerdir. Din
ile felsefe arasında bir uzlaşma zemini bulma çabasına giren İslam filozoflarının, vahiy
konusundaki görüşlerini izah etmeden önce İslam Tarihi sürecinde hicri II. asırdan
itibaren oluşmaya başlayan Mezheplerin görüşlerini izah etmek gerekir.
1-Mutezile’ye Göre Vahiy:
Mutezile Mezhebi, Emeviler döneminde ortaya çıkmış, ama Abbasiler
döneminde, uzunca bir dönem, İslam düşüncesini etkilemiştir.192
Mutezile’ye göre Allah, daha önce yaşamış olan insanlara nasıl peygamberler
göndermişse Hz. Muhammed’i de vakti gelince peygamber olarak seçip göndermiş ve
bu yolla insanlara mesajını iletmiştir. Söz konusu mesajı da peygamberler ya vahiy
elçisi vasıtasıyla ya ilham yoluyla ya da perde arkasından Yüce Allah ile bizatihi
görüşmek suretiyle almışlardır.193
Zemahşeri’nin bu izahından anlaşıldığı gibi Mutezile mezhebi’nin vahiy
anlayışı, Ehl-i Sünnet Mezhebinde olduğu gibidir. Fakat vahye duyulan ihtiyaç ve
Kur’an vahyinin mahlukiyeti meselelerinde Ehl-i Sünnet mezhebinden farklı
düşünmektedir.194
Kelam ilminin temelini atan Mu’tezile, İslami fırkalar içerisinde akla en geniş
yetki veren itikadi bir mezheptir.195 Mu’tezile, akla çok büyük bir yetki vermesinden
dolayı, vahiy ve şeriat olmasa bile aklın, her şeyin iyiliğini ve kötülüğünü, güzelliğini
ve çirkinliğini anlayabilecek güçte olduğunu ileri sürmektir. Mutezileye göre İsra Suresi
15. ayette geçen “resul” kelimesi “akıl” manasındadır.196 Fahreddin Er Razi de ayetin
yorumlarımdan birisinin de bu şekilde olduğunu şöyle ifade ediyor: Akıl, insanlara,
Allah tarafından gönderilmiş olan bir nevi elçidir. Hem de öyle bir elçi ki, şayet o
Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, çev. Sıbğatullah Kaya, İst. şura yay. ts, s.135.
Zemahşeri, a.g.e, c.IV, s.226.
194
Demirci, a.g.e, s.133.
195
Gölcük-Toprak, a.g.e, s.241.
196
Zemahşeri, a.g.e, c.II, s.628.
192
193
35
olmasaydı, Hiçbir peygamberin risaleti yerleşemezdi. O halde akıl, temel resuldür.
Binaenaleyh, ayetin manası, "Biz, akıl elçisini, resulünü göndermedikçe, azâb edici
değiliz"197 şeklinde olur.198
Çünkü bu mezhebe göre vahiy, bir şeyin güzel ve çirkin olmasının sebebi
değildir. O ancak aklen güzel olanın güzelliğini, çirkin olanın da çirkinliğini ortaya
koymaktadır.199
Şehristani Mu’tezile’nin bu husustaki görüşünü şu cümlelerle beyan
etmektedir: İnsan, kendisine herhangi bir vahiy gelmeden de mükellefiyetini idrak
edebilecek akli kudrete sahiptir. Allah’ı bilmenin ve nimete şükretmenin usulü
peygamber gönderilmeden önce de vaciptir. Aynı şekilde husun’u yapmak ve
Kubuh’tan sakınmak ta vaciptir. Bu yüzden Allah Teala’nın insanlara peygamberler
göndererek onların sorumlu olduklarını ve imtihana çekildiklerini bildirmesi, (kendi
üzerine vacip olmayıp) ilahi lütfunun bir eseridir. Çünkü Allah, “ helâk olanın açık bir
delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması
için (böyle yaptı)”200 buyurmaktadır.201
Mu’tezile mezhebini bu görüşünde tutarlı kabul etmek mümkün değildir.
Çünkü akıl sınırlıdır ve sınırını aştığı zamanda yolunu şaşırmakta ve tökezlemektedir.
Dolayısıyla böylesine önemli bir meselede akıl, her zaman doğruları gösteren şaşmaz
bir kriter (ölçü ) olamaz. O halde akla üstesinden gelemeyeceği bir yükü yüklememek
gerekir. Nitekim Yaratıcı Kudret bu sebepten dolayı ona, teklife esas olan hususların
muhtevasını öğrenme ve mahiyetini idrak etme vazifesini vermiştir, vahyedilmeyen
esasları bulup çıkarmasını değil.202
Vahiy konusunda Mu’tezile’nin Ehl-i sünnet’ten ayrıldığı diğer husus, Kur’an
Vahyi’nin mahlukiyeti meselesidir. Mu’tezile kelamcıları, Allah Teala’nın kelam
sıfatını mahlûk ve muhdes (yaratılmış) olarak telakki ederek, bu sıfatın bir tezahürü olan
İsra: 17/15.
Er-Râzi, a.g.e., c.XIV, s.426-428.
199
Demirci, a.g.e, ss133.
200
Enfal: 8/42.
201
Ebu’l Feth Muhammed Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş- Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, tahk: Emir
Ali, Ali Hasan. 7.bsk. Beyrut, Dar’ul Marife, 1998, c.I, s.58.
202
Demirci, a.g.e, ss134.
197
198
36
Kur’an vahyinin (dolayısıyla bütün vahiylerin) de mahlûk olduğunu iddia etmişlerdir.
Onlara göre kelam sıfatının bir yansıması olan sözler, ses ve harflerden oluşmakta ve bir
mekanizmadan çıkmaktadır. Dolayısıyla bu da kelamın mahlûk olması demektir. Kelam
mahlûk olunca, Kur’an vahyinin de mahlûk ve muhdes olması gerekir. Fakat Allah’ın
kelamını yarattığı mahal, kendi zatı değildir; yani bu kelam O’nun zatından sudur
etmez. Aksi halde Allah’ın zatı da mahlûk ve muhdes olan kelama mahal olurdu ki, bu
da Allah’ın zatının mahlûk olduğu sonucunu ortaya çıkarırdı.203
2-Şia’ya Göre Vahiy:
Şia, Hz Peygamber (sav)’in vefatından sonra Hz. Ali ve onun Ehl-i beytini
halifelik (imamet) için en layık kişi olarak gören ve onu nass ve tayinle “meşru” halife
kabul eden; ondan sonraki halifelerin de onun soyundan gelmesi gerektiğine inanan
toplulukların müşterek adıdır.204 Şia, imamet anlayışı ile diğer mezheplerden
ayrılmaktadır. Şia, birçok gurubu içerisinde barındırmaktadır. Şia’nın Vahiy anlayışını
ortaya koyarken bu guruplardan İmamiyye Şiasının görüşüne müracaat edeceğiz. Çünkü
Şia içerisin de en çok taraftarı olan İmamiyye (Caferiyye) gurubudur.205
İmamiyye Şiası’na göre İmamet, vahiy kurumunun bir devamı niteliğindedir.
Peygamberleri göndermek nasıl bir lütuf ise, Peygamberden sonra, onun yerine imam
naspetmek de lütuftur ve vücudu zati ile Allah’u Teala’ya vaciptir. Dolayısıyla Şiiİmamiyye’nin Vahiy anlayışını anlamak İmamet inancını anlamaya bağlıdır. İmamiyye
Şiası’na göre İman, usul-u dinden olan İmamete inanmakla tamamlanabilir. İmamiyye,
Nübüvvetin nasıl Allah’tan bir lütuf olduğuna inanırsa, her asırda Peygamberin
vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların hidayet ve irşatlarını üstlenmiş bir İmam’ın
mevcudiyetine de inanmaktadır.206
İmamın, ümmetin en faziletlisi, en bilgini, soy-sop ve ahlak bakımından en
üstün kişisi olması gerekir. Ayrıca İmamlar şeriatı koruyan onun hükümlerini halk
arasında icra eden kişiler olduklarından, onların da peygamberler gibi, masum olmaları
203
Demirci, a.g.e, s.134–135.
Ethem Ruhi Fığlalı, İmamiyye Şiası, İstanbul, Selçuk yay. 1984, s.205; Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam
Mezhepleri, 8.bsk. Ank. Selçuk yay., 1996, s.118.
205
Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.140–143.
206
Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.209; Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.160.
204
37
ve ismet sıfatı konusunda peygamberlerle imamlar arsında herhangi bir farkın
bulunmaması gerekir. Bu yüzden onlar ister büyük ister küçük olsun hiç günah
işlemezler. Kendilerine emrettiği hususlarda asla Allah’a karşı gelmezler ve emredilen
şeyleri eksiksiz yaparlar. İmamların buyrukları Allah’ın buyrukları; yasakları da
Allah’ın yasakları gibidir.207
İmamiyye’nin vahiy hususundaki görüşü genel itibariyle Ehl-i Sünnet
gibidir.208 Fakat Mutezile’nin söylediği gibi Kur’an’ın mahlûk olduğunu209 ve
imamların da masum olup ilham210 aldığını mucize bile gösterebileceklerini211
söyleyerek Ehl-i sünnetten ayrılırlar.212 İmamiyye, ilhama mazhar olan kişileri
“Muhaddes” kavramıyla ifade ederek, İmameti Nübüvvetten farklı bir müessese olarak
telakki etmek istese de, yaptıkları izahlara bakıldığında fonksiyon itibariyle bu iki
kurum arasında pek fazla farklılık gözükmemektedir. Anlaşılıyor ki, adına ne denirse
densin imamlar için bilgi edinme yolu olarak gösterilen ilham vahiyden başka bir şey
değildir ve İmamet de esasen Nübüvvet’in değişik isimle devamı niteliğinde görülen bir
kurumdan ibarettir.213
3-İslam Filozoflarına Göre Vahiy:
Vahyin imkân ve niteliği ile ilgili yorum yapanlar genellikle İslam
Filozoflarıdır. Bu da onların meseleye bakış açılarından yani vahyi, akli bir temele
oturtmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.214
Genel olarak İslam Filozoflarına göre vahiy, beşeri nefsi natıkanın Felek aklı
ve nefsi ile temas etmesinden ibarettir. Başka bir ifade ile nefsi natıkanın nüfuzu,
felekiye ile manevi teması sayesinde orada nakledilmiş olan hadiselerin suretlerine agâh
207
Demirci, a.g.e, s.136–137.
Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.205.
209
Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.155.
210
İmamiyyede, İlham’ın açıklaması Vahiy gibidir.
211
Demirci, a.g.e, s.139.
212
Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.161.
213
Demirci, a.g.e, s.138.
214
Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, 8.bsk. İzmir, İİF. Vakfı Yay. 1999, s.3.
208
38
olması, bu suretlerin nefsi natıkaya bir aynadaki suretlerin, karşı bir aynaya yansıması
gibi görüntü vermesidir.215
Tabiatıyla İslam Filozoflarının tamamının Vahiy hakkındaki görüşlerini bu kısa
çalışmamıza sığdırmamız mümkün değildir. Fakat konunun anlaşılmasına yeteceğine
inandığımız İslam Filozoflarının bir kaçının vahiy hakkındaki görüşleriyle yetineceğiz
Bunlar arasında Ebu Yakup el-Kindi, peygamberlerin vahiy yoluyla
bilgilendirildiklerini kabul ederek, bu tür bilgilerin felsefi bilgilerden daha üstün
olduğunu savunur.216 Çünkü ona göre, felsefe akıl yürütmeye dayalıdır; vahiy ise İlahi
kaynaklı olduğundan ondan daha kesin, sağlam ve daha inandırıcıdır. Dolayısıyla bu da
ilahiyatın felsefeden daha yüksek bir mevki işgal ettiğini, dinin ilahi, felsefenin beşeri
kaynaklı olduğunu, yani felsefenin akıl, dinin itaat ve kabul yolunu benimsediğini ve
nihayet peygamberlerin doğrudan vahiy yoluyla, filozofların ise akıl yürütme ve mantık
gayretleriyle bilgi sahibi olduklarını gösterir.217
Kindi’ye göre Herhangi bir çabaya, araştırma ve incelemeye, mantık ve
matematik gibi bir takım araç ve çarelere başvurmaksızın elde edilen ve sadece
peygamberlere özgü olan dini ya da vahyi bilgiler de kesin olarak gerçekliği ifade
etmektedirler. Bu konuda en küçük bir kuşkuya dahi yer yoktur. Zira bu bilgi Allah’ın
desteği, ilhamı ve vahyi ile gerçekleşmektedir. Kindi’ye göre Hz. Peygamber’in
Allah’tan getirdiklerinin hepsi aklın verileriyle ya da felsefi bilgi ile mutabık ve uzlaşır
nitelikte olup ancak akıldan yoksun olanlar ya da cehaletle yoğrulanlar bu gerçeği inkâr
edebilir. Bununla birlikte dinin gelmiş olduğu dilin inceliklerine vakıf olmak ve
gerektiğinde te’vile başvurmak bu gerçeği görenler için bir zorunluluktur. Aksi halde
dinin gerçeğini tam olarak kavramak mümkün olmayacaktır. Felsefe ile dinin her
ikisinin de hakikati ifade ettiğini açık ve net bir biçimde ortaya koyan Kindi, yine de
vahyi bilgiyi veciz, açık-seçik, kapsamlı ve kestirme olma bakımından akli bilgiden
üstün tutmaktadır. Hatta böyle bir bilgiyi bu niteliklerde ortaya koymak insan gücünün
Ahmet Hamdi Akseki, İslam, Neşre Haz: Hasan Tahsin Feyizli, Ank. Nur yay. 1981, s.147; Mehmet
Erdoğan, Vahiy Akıl Dengesi Açısından Sünnet, İst. MÜİF Vakfı Yay. 2001, s.15.
216
Ömer Mahir Alper, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy-Felsefe-Din İlişkisi, İst., Ayışığı Kitapları,2000,
s.61-62.
217
Macit Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan, 2.bsk. İst. İklim yay. 1992, s.87.
215
39
çok üzerindedir ve beşer kudretinin bunun bir benzerini ortaya koyması dahi
imkânsızdır.218
Türk-İslam dünyasında kendilerine “Ansiklopedistler” denilen “İhvan-ı Safa”
vahyi, “Allah tarafından seçkin kullara verilmiş bilgiler diye” tarif ederek bu bilgilerin
sadece peygamberlere verildiğini söylerler. “İlham”’ı ise diğer seçkin kullara tahsis
ederler. İnsanın aklının veya duyularının erişemediği bir takım yüce meseleler vardır.
Bu durumda İnsan, Tanrı’nın sözcüsü olan Peygamberlere uyması gerekir. Ve nasıl
Peygamberler, meleklerin talimatına teslim oluyorlarsa, o da onların öğretisine öylece
teslim olmalıdır.219
İbn Sina’ya göre vahiy, insan aklı ile faal akıl arasındaki perdelerin tamamıyla
kalkması sonucu insan aklına nüfuz eden feyizden ibarettir.220 İbn Sina’ya göre, akılla
en seçkin bir varlık olan insan, aklın sürekli faal olduğu mertebede nübüvvete layık
olur. Aklı Faal olarak en zirvede olan İnsan, peygamberin kendisidir. Öyleyse en
mükemmel insan peygamberdir. O sahip olduğu bu akıl sayesinde, Allah’ın kelamını
işitir ve meleklerini müşahede eder. Müşahede ettiklerini de biçimlere dönüştürür.
Melek, ona sesini işittirir ve o da bu işittiği sesin Allah ve Melek tarafından olduğunu
fark eder. Peygamberden başka bir canlı bu sesi işitmez.221 Peygamberler zihin
berraklığı, hayal mükemmelliği ve dıştaki maddeleri kendine itaat ve hizmet ettirme
gibi şartları yerine getirdikten sonra, kendinden başka hiç kimsede bulunmayan sezgi
gücü ve kutsal kuvvetler vasıtasıyla Faal Akılla temasa geçer ve bu güç sayesinde
hakikatleri kavrarlar. İşte vahiy, bu kutsal kuvvetlerin bazı insanlara bahşedilmesinden
ibarettir. Burada Melekler ise, yüksek hakikatlerle temasta bulunan varlıklardır ve
görevleri de ilahi haberleri peygamberlere iletmektir.222
Farabi’ye göre vahiy, İslami bilgilerin dayandığı temel unsur olmakla birlikte
felsefi bir hakikat tarzıdır. Farabi’nin vahiy anlayışı diğer İslam Filozoflarından oldukça
farklıdır. Farabi’ye göre hikmet bilgisinin kaynağı ile vahiy bilgisinin kaynağı birdir, o
218
Ömer Mahir Alper, a.g.e., s.71.
Macit Fahri, a.e, s.159–160; Aslan, a.g.e, s.33; Demirci, a.g.e, s.141.
220
Erdoğan, a.g.e, s.15.
221
Aslan, a.g.e, s.35.
222
Demirci, a.g.e, s.143.
219
40
da Faal Akıldır.223 Bu sebeple hem peygamberler, hem de filozoflar vahye mazhar
olarak aynı kaynaktan bilgi alırlar. Faal Akıl’la irtibat kurabilme imkânı filozof ve
peygamberlerindir. Zira tanrı, ancak onun vasıtasıyla insana hakikati bildirir. Tanrı’dan
Faal Akla gelen vahiy, insana gelen vahyin aynısıdır. Dolayısıyla İnsan faal akılla irtibat
kurunca hem peygamber hem de filozof olabilir. Buda İnsan açısından ulaşılabilecek en
son mükemmelliktir.224 Farabi, peygamberlik makamını insanlık makamının en kâmili
ve mutluğun en üstün derecesinin yer aldığı bir mertebe olarak görmektedir.
Peygamberin filozofa göre olan üstün tarafı onun faal akıldan gelen bilgileri mükemmel
bir biçimde sembolize edebilecek yetkin bir mütehayyile gücüne sahip bulunmasından
kaynaklanmaktadır.225
İslam Filozoflarının konuyla ilgili görüşlerinden anlaşılmaktadır ki Farabi hariç
diğer Filozoflar, peygamberleri Allah’ın seçtiğini ve belli bir olgunluktan sonra onları
vahye muhatap kıldığını kabul etmektedirler. Ancak Farabi, peygamberliğin kesbi
olduğunu iddia ederek, nefsini temizleyen ve belli bir mükemmelliğe erişen her insanın
vahiy alabileceğini ileri sürmektedir. Çünkü ona göre hikmet bilgisi ile vahiy bilgisi
aynı kaynaktan gelmektedir. Bu sebeple peygamberler gibi hikmet bilgisini elde etme
durumuna gelen filozoflar da vahiy alma imkânına sahiptirler.226
4-Ehli Sünnete Göre Vahiy:
Ehl-i sünnete göre bilgi kaynakları; akıl, duyular ve doğru haberdir. Ehl-i
Sünnet, vahiy olgusunu doğru haber içerisinde mütalaa etmektedir. Onlara göre vahiy,
objektif ve kesin bilgi ifade eder ve yalnız peygamberlere mahsustur. Çünkü o, Allah
Teala’nın ezeli olan kelam sıfatının neticesidir. Vahiy gelmeden önce aklın fonksiyonu,
Allah’ın varlığını idrak etmekten ibarettir.
Ehl-i Sünnet âlimlerine göre hak dinin kaynağı vahiydir. Vahiy de, nakli
olmakla beraber akla da hitab etmektedir. Ancak İnsan aklı, Allah bildirmeden önce
yalnız başına vahyin sahasına giren hususların tamamını, idrak edecek kapasiteye sahip
Faal Akıl, ilahi bir mahiyet arz eden, her şeye bir suret veren ruhani bir cevher olup, akli nazariyi
kuvveden fiile çıkarır ve onu kemale eriştirir.
224
Demirci, a.g.e, s.142.
225
Ömer Mahir Alper, a.g.e., s.124.
226
Demirci, a.g.e, s.143.
223
41
değildir. Yani vahye mutlak anlamda ihtiyaç söz konusudur. Bu hususta Ehl-i Sünnet’in
Eşariyye ve Maturidiyye kolları arasında ittifak olmakla birlikte, kendisine teklif
ulaşmayan kimsenin aklen idrak edebileceği hususlar konusunda görüş birliği yoktur.
Eşariyye ekolüne göre akıl, yalnız ilahi hitapları anlamada fonksiyon icra eden bir alet
olduğu için vahiy gelmeden o, Allah’ın varlığını ve dinin esaslarını anlayacak durumda
değildir. Maturidiyye’ye göre ise akıl, Allah’ın varlığını ve mükemmelliğini kendisine
tebliğ ulaştırılmadan önce de idrak edebilir, ancak dini ve şer’i ilimleri öğrenmek için
mutlaka vahye ihtiyaç duymaktadır. Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur’an vahyi ezelidir.
Çünkü Kur’an, Allah’ın ezeli olan Kelam sıfatının bir tecellisidir. Ancak onu
okuyanların dillerindeki ses, ezberleyenlerin zihinlerindeki zihni tasavvurlar ve
Mushaflardaki yazı mahlûk’tur.227
227
A’liyyul Kari, Şerhu’l Emali, İst. Fazilet Neşr. ts. s.8.
42
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KUR’AN-I KERİM’DE VAHİY KAVRAMI
Kur’an-ı Kerim de bulunan vahiyle ilgili ayetlere baktığımızda anlaşılan şudur
ki, oda İlahi olup olmaması açısından Vahiy, iki kısımdır. Allah’ın iradesine dayanan
vahiy çeşidine “İlahi Vahiy”, bunun dışındaki yani Allah’ın iradesine dayanmayan
(insanların ve şeytanların iradesine dayanan) vahiy çeşidine de “İlahi Olmayan Vahiy”
denir.228
I-İlahi Olmayan Vahiy:
Vahiy kelimesi Kur’an’da çoğunlukla Allah’a isnat edilmiştir, azda olsa vahiy
kelimesi Kur’an’ın bazı yerlerinde Allah’ın dışındakilere isnat edilmiştir. Bu yerlerde
vahiy kelimesi hakiki anlamında değil, mecazi anlamda kullanılmıştır. Vahiy
kelimesinin Allah’ın dışındakilere isnadı tespit edebildiğimiz kadarıyla üç yerdedir.
A-Zekeriyya (as)’ın Vahyi:
Hz. Zekeriyya (as)’a nispet edilen vahiy kelimesinin geçtiği yer Kur’an’da
şöyle zikredilir: “Derken (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara sabah
akşam Allah'ı tesbih etmeyi vahyetti."229 Buradaki vahiy kelimesi, ima ve işaret etmek
manasınadır.230 "Sabah akşam tesbih edin diye işaret etti" buyruğundaki; " vahyetti "
kelimesini el-Kelbî, Katade ve İbn Münebbih: Onlara işaret etti, diye açıklamışlardır.
El-Kutebî; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı yazdı, İkrime bir kitaba yazdı, diye
açıklamıştır. Arapçada "vahiy" yazmak demektir.231
Es-Sabuni Hz. Zekeriyya ile ilgili olan bu vahiy kelimesinin “işaret etti”
manasında olduğuna Al-i İmran suresinde geçen şu ayeti de delil getirmektedir:232
“Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah
Akseki, İslam, s.132; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 11.bsk. Ank. TDVY. 1997, s.37.
Meryem: 19/11.
230
Ez-Zemahşeri, a.g.e, c.III, s.7; et-Taberi, a.g.e, c.IX, s.67–68; İbn Kesir, a.g.e, c.IX, S.219;
Muhammed Esed, a.g.e, c.II, s.608–609; Er-Razi, a.g.e, c.XV, s.296–297; Kur’an Yolu, c.III, s.506–507.
231
Kurtubi, a.g.e, c.XI, s.169–170.
232
Es-Sabuni, a.g.e, c.III, s.481.
228
229
43
buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir.
Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”233 Müfessirlerin bu açıklamalarından
anlaşılıyor ki ayette geçen vahiy kelimesi lügat manasına uygun olmakla birlikte değişik
şekillerde yorumlanmıştır. Fakat Zekeriyya (as) kavmine hangi şekilde meramını iletmiş
olursa olsun kavminin tamamı onun ne demek istediğini anlamıştır. Yukarda görüşlerini
ifade ettiğimiz Müfessirlerin çoğu bu ayetteki “vahyetti” kelimesini “işaret etti”
şeklinde anlamışlardır.
B-Şeytanların Vahyi:
Kur’an-ı Kerim’de şeytana nispet edilen vahiy kelimesi şeytan’ın vesvesesi
anlamındadır. Vesvese, gizli bir sesle, fısıltı ile kötü düşünce aşılamak, bir işe, eyleme
yönelmektir.234
Kur’an-ı Kerim’de, bir takım kötülükleri İnsanoğluna güzel gösteren şeytan’ın
vesvesesi, vahiy kelimesi ile de ifade edilmektedir. Bu ayetlerden birisi şöyledir:
“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar),
aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar(vahyederler). Rabbin dileseydi onu
da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.”235 İnsan ve cin
şeytanlarının yaptıkları vahyin manası; fısıldamak ve gizlice söylemektir. 236 "Onlardan
kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler vahyeder." Bunlarla cin şeytanlarının
insan şeytanlarına fısıldadığı sözleri kastetmektedir. Onların fısıldadıkları sözlere
"vahiy" adının verilmesi gizlice oluşundan dolayıdır. En-Nehhâs der ki: İbn Abbas'tan
zayıf bir isnatla, yüce Allah'ın: "Kimi kimine... fısıldarlar" buyruğu hakkında şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Cinlerden her biri ile bir şeytan ve İnsanlardan her biri ile
bir şeytan vardır. Biri öteki ile karşılaştığında şöyle der: Ben, bu adamımı şu işle
saptırdım. Sen de onun bir benzeriyle adamını saptır. Diğeri de ona benzer bir şey
söyler. İşte onların birbirlerine vahyetmeleri budur. İkrime, ed-Dahhâk, es-Süddî ve elKelbî de böyle demişlerdir. En-Nehhâs der ki: Birinci görüşe (yani, cin şeytanlarının
insan şeytanlarına vesvese verdiği şeklindeki açıklamaya) yüce Allah'ın şu buyruğu
Al-i İmran: 3/41.
Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.XIX, s.440–441.
235
El-Enam: 6/112.
236
Ez-Zemahşeri, a.g.e, c.II, s.56; et-Taberi, a.g.e, c.V, s.8–9; İbn Kesir, a.g.e, c.VI, s.138–143.
233
234
44
delil teşkil etmektedir: "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri İçin kendi dostlarına telkinde (vahiyde) bulunurlar."237 İşte bu buyruk, açıkladığımız bölümü beyan
etmektedir.238 Elmalılı, Enam Suresinin 112. ayetin de geçen vahiy kelimesinin
tefsirinde şöyle demektedir: Peygamberlere düşman olan ve bir kısmı görünen, bir kısmı
görünmeyen bu insan ve cin şeytanları “birbirlerine gurur için, aldatmak için söz
yaldızı (içi bozuk, dışı süslü aldatıcı sözler) vahyederler”. Yani vahyeder gibi süratli bir
ima ve işaretle öyle yalancı, yaldızlı sözler telkin ederler ki, bunların sadece dışındaki
süsüne bakanlar aldanırlar, şeytanlıklarına hayran olurlar. Yani genel manada vahiy, biri
hak vahiy, biri batıl vahiy olmak üzere iki çeşittir. Ve bunun ikisini de içine alan en
umumî manasıyla vahiy, "süratli bir işaret ile söz" demektir. Gerçek vahiy, hak vahiy ve
ilâhî zorlama olmakla beraber, süratli bir îmâ ve işaretle gizli şekilde verilen batıl
telkinlere de mecazî olarak vahiy denilir. Şeytanlıkla olanlar da vahiy veya ilhamı hep
bu mecazî mânâda kullanarak falan ve falandan şeytanlık icra ederler, ilham almış
derler. Ve işte şeytanların bu şeytanlığı, peygamberlere düşmanlık ve gerçek vahiye
rekabet için birbirlerine dayanmaktaki ve aynı zamanda gurur ile aldatıcı, yaldızlı sözler
uydurup telkin etmekteki süratlerini anlatmak için bu âyetteki îmâ, bu mecazî anlamda
söylenmiş ve fakat "gurur için yaldızlı söz" karîne-i mânia (engelleyici karîne)sı
konularak doğru fiil gafletten ve kötü anlamadan korunmuştur.239
Vehbe Zuhayli de Enam suresi 112. ayetin de geçen vahiy kelimesinin
tefsirinde şöyle demektedir: "fısıldarlar" yani şeytan o sözleri vesvese yoluyla telkin
eder. Burada sözü geçen fısıldamak (vahiy), gizlice işaret etmek gibi hızlıca ve gizli bir
şekilde bildirmek demektir.240 Bayraktar Bayraklı da bu ayette geçen “vahiy” kelimesi
hakkında şunları söylemektedir: Bu kelime “veha” fiilinden türemiştir. "Sürat etmek, ilham etmek, işaret etmek, birine elçi göndermek, gizlice söz söylemek" manalarına gelen
bu kelime, kitapla beraber kullanılınca, "yazı yazmak; bağırmak"; nefisle beraber
kullanılınca, "kalbe korku düşmesi, emretmek, ölünün arkasından ağlamak"; isim
237
En'am: 6/121.
Kurtubi, a.g.e, c. VII, s.130–133.
239
Elmalılı, a.g.e, c.III, S.500–501.
240
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Beyrut, Dar’ul Fikril Muasır, 1998, c. VIII, s.9.
238
45
kalıbında, "söz, ses, yazı, ilham, Allah tarafından ilham olunan" anlamına gelmektedir.
Buradaki manası, "çabucak bir şeyi söylemek, ima etmektir.”241
Sahih sünnetten Hz. Peygamber'in şu buyruğu da buna delâlet etmektedir:
"Sizden kendisiyle birlikte cinden yandaşı (onu saptırmakla görevli şeytanı) beraber
bulunmayan hiçbir kimse yoktur." Sen de mi Ey Allah'ın Resulü? Diye sorulunca, o da
şöyle buyurdu: "Ben dahi böyleyim. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardım etti,
ben de onun şerrinden kurtulabiliyorum. O bakımdan bana hayırdan başka bir şey
emretmiyor." 242
Yine Allah’u Teala, süratli ve hızlı bir şekilde kalbe atılması ve kalpte
meydana gelmesinden dolayı şeytan’ın vesvesesini vahiy olarak isimlendirmektedir.
Şöyle ki: “Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu
büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde
bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.243
"Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmesi İçin kendi dostlarına vahiyde bulunurlar"
buyruğu, vesvese verirler; onların kalplerine batıl yollarla mücadele etmeyi telkin
ederler, demektir.244 Ebu Davut, İbn Abbas'ın yüce Allah'ın: "Gerçekten şeytanlar...
kendi dostlarına vahiyde bulunurlar" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet
etmektedir: Allah'ın kestiğini yemiyorsunuz da sizin kendinizin kestiklerini yiyorsunuz
diyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah: "Üzerinde Allah'ın adı anılmayanlardan
yemeyin" buyruğunu indirdi.245 Bu ayetteki vahiy kelimesi de şeytanların, müşriklerin
kalplerine
“vesvese”
de
bulundukları
tarzında
yorumlanmıştır.246
Şeytan’ın
peygamberlere ilka da bulunması ise mümkün değildir.247
Şeytanlar ve Cinler, İnsanların kalplerine vesvesede bulunabilirler. Onların
vesvese yolunun nefislere girme ve kalbe vesvese vermeleri şeklinde olması
Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İst. Bayraklı Yay. 2001, c.VI, s. 476–
481.
242
Müslim, Münafikîn 69; Darimi, Rikak 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/ 257, 385, 397, 401, 460.
243
El-En’am: 6/121.
244
Cerrahoğlu, Tetsir Usulü, s.37.
245
Kurtubi, a.g.e, c.VII, s.146.
246
Ez-Zemahşeri, a.g.e, c.II, s.58–59; et-Taberi, a.g.e, c.V, s.28; Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsiri, c.III, s.230.
247
Bkz. Şu’ara: 26/192–194, 220–223.
241
46
muhtemeldir.248 Şeytanlar, yalancılara, günahkârlara, iftiracılara vesvese verirler.
Allah’ın emirlerinden yüz çevirenler de şeytanların vesvesesine kapılırlar.249 Şeytan’ın
vesveseleri sonucu kalbe gelen her türlü vesveseden Allah’a sığınmak gerekir.250
C-Vahiy Almadan Vahiy Aldığını İddia Edenler:
Kendisine vahyedilmediği halde kendisine vahiy geldiğini söyleyenler, kendi
kendine din
uyduranlar,
yalan
yere peygamberlik iddia edenler, kendisine
vahyedildiğini ve Hz. Muhammed’e hiçbir şey vahyolunmadığını öne sürenler, Allah’a
ve Peygamber’e rekabet etmeye kalkışanlar, Allah’a karşı ilimsiz olarak yalan
uyduranlar ve özellikle vahiy iddiasıyla iftirada bulunanlar, Allaha ilgisi caiz ve layık
olmayan bir şey isnat etmektedirler.251
Allah’u Teala, vahiy almadan vahiy aldıklarını iddia edenleri Kur’an-ı
Kerim’de zalim olarak vasıflandırıyor: “Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine
hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın
indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler,
ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi
canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine
karşı
kibirlilik
taslamış
olmanızdan
ötürü,
bugün
cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen!”252
alçaklık
azabı
ile
"Allah'a karşı yalan
uydurandan” maksat, Allah'ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir
veya bu ayet, müşriklerin "Kur'an Muhammed'in uydurmasıdır"253 şeklindeki İftiralarına
karşı bir cevaptır. Zira Allah'a ait olmayan sözleri O'na isnat etmek, Allah'a karşı bir
iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan
münezzehtir.
Bazı müfessirlere göre bu ayetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy
geldiğini yahut kendilerinin de Kur'an'dakine benzer ayetler ortaya koyabileceklerini
248
Aslan, a.g.e, s.184.
Bkz. Şu’ara: 26/221–222.
250
Bkz. Nas: 114/1–6.
251
Aslan, a.g.e, s.185.
252
En’am: 6/93.
253
Bkz. Furkan: 25/4; Hakka: 69/44–46.
249
47
ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu ayetin Medine'de indiğini göstermektedir.
Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı
peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar. Ayrıca söylendiğine göre yine Medine'de,
eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Şerh, Allah'ın indirdiklerine benzer
ayetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmış254 ve şöyle demiş:
"Bana vahyolundu, ona hiçbir şey vahyolunmadı" demiş, kendine vahiy iddia etmiş ve
Peygamber'e vahyi inkâr etmiştir. Yalanın iki büyük çeşidini toplamış, yoğa var, vara
yok diye kat kat büyük bir yalan söylemiş demek olur. Ve o kimseden ki, Allah'ın
indirdiği ayetler gibi ben de indireceğim, demiştir. Allah ile rekabete, Kur'ân'ın
benzerini yazmaya, Peygamber'le boy ölçüşmeye kalkışmıştı. Nitekim Tâif'li Nadr b.
Haris ve yardakları, "Eğer istesek bunun (Kur'ân'ın) aynısını biz de söyleriz"255
demişler, "Ekin ekenlere, ekmek yapanlara, pişiriş pişirenlere, lokma edenlere kasem
olsun" diye saçmalar söylemişlerdir. Ve işte şu zikrolunan misaller bu ayetin nüzulüne
sebep olmuşlardır ki, bunların bazısı Mekke'de, bazısı Medine'de vaki olmuş
bulunduğundan bu ayetin de Mekke olaylarına da işaret ederek Medine'de indiği rivayet
edilmiştir.256
Allah’tan vahiy aldım diye yalan uyduran, kendi uydurduğu yalanları Allah’ın
sözü diye ileri süren, ya da vahiy almadığı halde kendisine vahiy geldiğini söyleyenler
iftiracı ve yalancıdırlar. Bundan dolayı bu tür iftiralara sahip zalimlere çok çetin bir
azap müjdelemek gerekir.257 Bu durum, şeytanların vesvese ve fısıldamalarına kulak
verenler için tabii bir olaydır. Ayetlerden ve Müfessirlerin açıklamalarından anlaşılıyor
ki bu tür iddia sahipleri ya kendi hırs ve egolarına kapılarak Allah’a yalan ve iftirada
bulunmaktadırlar ya da bir ruh hastasıdırlar. Bu ihtimallerden başka üçüncü bir ihtimal
bile söz konusu değildir.258
Kur’an Yolu, c.II, s.350; Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsiri, c.III, s. 201–202.
Enfâl: 8/31.
256
Elmalılı, a.g.e, c.III, s.464–465.
257
En’am: 6/93.
258
Aslan, a.g.e, s.189.
254
255
48
II-İlahi Vahiy:
İlahi Vahiy de Genel Vahiy ve Özel Vahiy diye iki kısma ayrılır. Genel Vahiy:
“Allah’ın kâinatta yarattığı varlıklara hareket tarzlarını bildirmesidir.” Bu çeşit vahiy,
varlıkların, yaratılış gaye ve düzenini algılamaları ve ona göre uyum sergilemeleridir.
Bu yaratıkların fıtrat zorunluluğudur. Özel Vahiy ise “Allah’ın mesajlarını kullarına
insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler
vasıtasıyla bildirmesidir.”259 Kur’an’da bildirildiğine göre özel vahiy, ya ilham (iç
aydınlanması) ya perde arkasından veya elçi vasıtası ile gerçekleşir. Allah’ın insanlarla
konuşması diye yorumladığımız bu vahyin çeşitlerini, kelimelerle tam olarak tasvir
etmek mümkün değildir. Zira bunların gerçek keyfiyetini, ancak bu çeşit vahiylerle
bizzat muhatap olup yaşayanlar bilir. Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine
nasip etmiştir.260 Vahyin Allah tarafından peygamberlere iletilmesi, tek taraflıdır.
Peygamberlerin bunda iradeleri yoktur. Bu açıklamadan sonra İlahi Vahyin kısımları
olan Genel Vahiy ve Özel Vahyin Kur’an’da ki kullanımlarıyla izahına geçelim.
A-Genel Vahiy:
1-Meleklere Olan Vahiy:
Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de Cebrail’e ve diğer meleklere de vahyettiğini
haber veriyor. Allah’u Teala’nın Cebrail’e vahyettiği ile ilgili ayet şöyledir:“Bunun
üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.”261 Bu şekilde Allah Teâlâ, kuluna verdiği vahyi
verdi. Burada kelimesindeki zamirin Allah'a râci olduğunda ihtilâf yoktur. Müthiş
kuvvetlerin sahibinden maksat Allah olduğuna göre, burada da vahyedenin o olduğu
açıktır. Diğer tefsir şekillerinde de ifadenin akışından Allah'ın isminin zikredildiği kabul
edilmektedir. Şu halde burada başlıca iki mana üzerinde durulabilir. Birisi. İşte Cebrail
ona böyle yaklaştı da, Allah Teâlâ'nın elçisi Muhammed (s.a.v)'e gönderdiği her vahyi
getirdi, ona vahyetti ve öğretti. Başlangıçta hakiki suretiyle görünerek getirdikleri
şeylerin Allah'ın vahyi olduğunu öğretti ve belirli zaman aralıklarıyla tebliğ etti. Diğer
mana da şöyledir: İşte Allah'ın has kulu olan arkadaşınız Muhammed (s.a.v), İstiva
259
Ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.64.
Nurettin Turgay, a.g.d, s.35.
261
Necm: 53/10.
260
49
ettikten sonra O, Rabbine öyle yaklaştı ki, bütün vasıtalar kaldırıldı ve Allah Ona
doğrudan doğruya verdiği vahyi verdi. Yani Miraç’ta her ne vahyetti ise Cibril'in dahi
herhangi bir aracılığı olmaksızın vahyetti.262
Kur’an’da Allah’u Teala’nın diğer meleklere olan vahyi şöyledir: “Hani
Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun;
Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün
parmaklarına! diye vahyediyordu. Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne karşı
gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı
şiddetli olandır.”263 Bu ayette geçen vahiy kelimesinin anlamı Allah’ın vahiy olarak
meleklere ilka ettiği emrini meleklerin acilen yerine getirmeleridir. Elmalılı bu ayeti
şöyle tefsir ediyor: İşte o vakit, ey Muhammed! Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu:
Ben sizinle beraberim, yani yardımım ve inayetim, imdadım ve muvaffakiyetim sizinle
beraberdir. Şu halde, ey meleklerim, iman edenleri tespit ediniz, ayaklarını
kaydırmayıp, dimdik ayakta kalmalarını sağlayınız. Yakında Ben kâfir olanların
kalplerine korku salacağım, o zaman hemen boyunlarının üstüne vurunuz ve onların
parmaklarına kadar her taraflarına vurunuz.264
Kur’an’da Allah’u Teala’nın meleklerle söyleşmesinden bahseden ayetlerde
mevcuttur. Yalnız bu ayetler vahiy kelimesinin müteradifleriyle kullanılmıştır.265
Allah dilediği kuluyla konuşur. Bu konuşmadan ruhani varlıklar olan melekler
de nasibini almıştır. Ancak meleklere olan vahiy peygamberlere olan vahiyden farklıdır.
Peygamberlere olan vahiy, hakiki vahiy olurken meleklere olan bu vahiy mecazidir.266
2-Peygamberler Dışında Diğer İnsanlara Olan Vahiy:
Vahiy kelimesinin anlamlarını verirken birçok manaya geldiğini söylemiştik.
Peygamberler dışında diğer insanlara olan vahiy, peygamberlere olan vahiyden farklıdır.
Peygamberler dışında diğer insanlara olan vahiy, “ilham etmek” ve “ilka etmek”
Elmalılı, a.g.e, c.VII, s.295.
Enfal: 8/12–13.
264
Elmalılı, a.g.e, c.IV, s.209.
265
Bkz. Bakara: 2/ 30,34; A’raf: 7/11; İsra:17/61; Kehf: 18/50; Taha: 20/16; Hicr: 15/28; Sad: 38/71–72.
266
Aslan, a.g.e, s.178.
262
263
50
anlamlarına gelir. Allah’u Teala, İnsanlardan Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerine267 ve Hz.
Musa’nın (a.s.) annesine hitaben, Hz. Meryem’e de Cebrail’i göndermek suretiyle
vahiyde bulunmuştur. Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerine yapılan vahiy Kur’an’da şöyle
ifade edilir: “Hani havarîlere, "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham (vahiy)
etmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (Müslümanlar)
olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.”268 Burada geçen vahiy kelimesinin manası
ima etmek, emretmek,269 kalplerine süratli bir şekilde atmak270 ve kalbe ilka etmek271
anlamlarına gelmektedir. Kurtubi de bu ayette geçen vahiy kelimesinin ima etmek
anlamında olduğunu söylemektedir. Yani “Ben, onlara ilham etmiş ve kalplerine böyle
bir manayı bırakmıştım” anlamındadır.272
Hz. Musa’nın annesine yapılan vahiy de Kur’an’da şöyle geçer: “Musa'nın
anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil
nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu
peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik (vahyettik).”273 Ayetteki "vahiy"
kelimesi ya "Rabbin arıya vahyetti."274 ayetinde olduğu gibi "ilham" manasında ya da
rüyada gelen vahiy manasında kullanılmıştır.275 Müfessirler, bu vahyin peygamberlik
vahyi değil, ilham veya rüya demek olduğunu söylüyorlar. Demek ki ilham,
kelâmcıların dediği gibi genel için ilim sebeplerinden olmamakla beraber, sahibi için
ameli gerektirecek bir kuvvet olabilir.276 Musa'nın annesine ilham ederek kalbine, onu
emzirme fikrini attık. İbn Abbas "Bu, ilham şeklinde bir vahiydir" der. Mukâtil de:
"Bunu ona Cebrail bildirdi" demiştir. Kurtubi şöyle der:" Mukatil'in sözüne göre bu
olay, ilham değil, bildirme şeklinde bir vahiydir. Tefsircilerin tümü, Musa'nın (a.s.)
annesinin peygamber olmadığı fikrinde birleşmişlerdir. Ona meleğin gönderilmesi,
meşhur hadiste anlatılan kel, alaca hastası ve kör ile konuşması gibidir.277 Peygamberlik
Havari: Hz.İsa’ya uyan, incile inanan, onun talebeleri ve yardımcıları olanlara verilen isimdir.
Maide: 5/111.
269
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.134.
270
Taberi, a.g.e, c.V, s.173; İbn Kesir, a.g.e., c.V, s.412-413.
271
Yıldırım, a.g.e, c.IV, s.1828–1829.
272
Kurtubi, a.g.e, c.6, s.497–498.
273
Kasas: 28/7.
274
Nahl: 16/68.
275
Zuhayli, a.g.e, c.XX, s.61–62.
276
Elmalılı, a.g.e, c.VI, s.175.
277
Bkz. Buhari, Enbiya, 50; Müslim, Zühd, 10.
267
268
51
olmaksızın, meleklerin insanlarla konuşması bu kabildendir. Melekler İmran b.
Husayn'a selam verdiler ama o bir peygamber değildi." Ona "Firavun'dan gelecek bir
kötülükten korkarsan, onu bir sandığa koy ve denize yani Nil nehrine at. O helak olur
diye korkma, ayrılığına da üzülme, Şüphesiz biz, onu sana geri vereceğiz ve onun
vasıtasıyla İsrail oğullarını kurtarmak için onu peygamber kılıp o azgın Firavun'a
göndereceğiz" dedik.278
Konuyla ilgili olarak başka bir ayette Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
“Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik: Musa'yı sandığa koy; sonra
onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı
olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana
kendimden sevgi verdim.”279 Ebu Hayyân şöyle der: "onu atsın." Bu, haber manasına
emirdir. Vurgulu olması için, emir kipiyle gelmiştir. Çünkü emir, fiillerin en kesini ve
yapılması en gerekli olanıdır."280
Fahrettin er-Razi, Âlimlerin bu ayette geçen "vahiy" ile ne murat edildiği
hususunda ki görüşlerini şöyle izah ediyor:
1) Bununla, Hz. Musa (a.s)'nın annesinin gördüğü bir rüya kastedilmiştir. Bu
rüyanın yorumu Hz. Musa (a.s)'nın tabuta konulup, denize (Nil’e) bırakılması ve Allah
Teala'nın onu tekrar annesine kavuşturması şeklinde idi.
2) Bununla, Hz. Musa (a.s)'nın annesinin kalbine bir anda düşen kesin bir karar
kastedilmiştir. Binaenaleyh içine düştüğü bir durum hususunda düşünen herkes için, o
şeyden kurtulmaya en uygun fikir ortaya çıkar işte akla gele o fikre de "vahiy" denir.
3) Bununla "ilham" kastedilmiştir. Fakat ilhamdan bahsettiğimizde, bununla
"akla gelen, kalbe galip olan şey" manasını kastederiz. Binaenaleyh bu da tıpkı ikinci
izah gibi olmuş olur.
'
Bu üç izaha, şu şekilde itiraz edilmiştir: "Denize atmak da, onu helak etmek
(öldürmek) gibi bir şeydir. Binaenaleyh bu durum, Firavun'dan görülmeye alışılmış olan
278
Es-Sabuni, a.g.e, c.IV, s.412.
Taha: 20/38–39.
280
Es-Sabuni, a.g.e, c.IV, s.22.
279
52
o öldürme işinin korkusuna denk bir korkudur. Dolayısıyla, bunların ikincisinden
korunmak için birincisini yapmak nasıl caiz olabilir?
Buna şu şekilde cevap verilir: Belki de Hz. Musa (a.s)'ın annesi, araştırma
neticesinde rüyasının doğruluğunu anlamıştır. Böylece de çocuğunun Firavun'un eline
düşmesinden ise, denize bırakmasının kurtulmasına nispeten imkân vereceğini zannı
gâlible anlamış olur.
4) Belki de bu husus o zaman mevcut olan, Şuayb (a.s) ve benzeri bir
peygambere vahyedilmişti. Daha sonra o peygamber bunu Hz. Musa (a.s)' nın annesine,
ya sözlü olarak (bizzat), ya haber göndererek bildirmiştir.
Buna da şu şekilde itiraz edilmiştir. Eğer bu durum böyle olsaydı, Hz. Musa
(a.s)'ın annesinin içine düştüğü o çeşit korkular, ona gelmezdi.
Bu itiraza da şöyle cevap verilebilir: Böylesi bir korku, insanlık gereğidir.
Nitekim Hz. Musa (a.s) da, Kendisine bizzat Cenâb-ı Hak, Firavuna gitmesini
emretmesine rağmen, Firavun’dan korkmuştu.
5) Belki, de Hz. İbrahim (a.s), Hz. İshak (a.s), Hz. Yakup (a.s) gibi, daha
önceki peygamberler bunun böyle olacağını haber vermişlerdi. Bu haber de o kadına
ulaşmıştı.
6) Belki de Cenâb-ı Hak, tıpkı Hz. Meryem'e, "O (Cebrail), (Meryem'in)
kendisine hilkati tam bir insan şeklinde görünmüştü"281 ayetinde de belirttiği gibi,
Cebrail'i göndermesi şeklinde, peygamberlik söz konusu olmaksızın, Hz. Musa (a.s)'ın
annesine de bir melek göndermiştir. Ayetteki, "Annene vahyedilmesi gerekli olan şeyi
vahyettik" demektir. Bunun vahyedilmesi gerekli olmuştur. Çünkü hâdise çok büyük ve
önemlidir. Bu hususta doğru ve faydalı olanı bilmek ancak vahiy ile mümkündür.
Binaenaleyh bu vahiy gereklidir.282
281
282
Meryem: 19/17.
Er-Razi, a.g.e, c. XV, s.504–505.
53
Hz Musa’nın annesine olan vahiy, onu peygamber yapacak bir vahiy olmayıp,
karşılaşacağı zorluklarla ilgili bir müjdeleme ve haber verme hüviyetini taşıyan bir
vahiydir.283
3-İnsanlar Dışında Diğer Canlı Varlıklara Olan Vahiy:
İnsanların dışındaki canlı varlıklara da vahyin geldiği Kur’an’da zikredilen bir
husustur. Bunun örneği de bal arısıdır. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Rabbin bal
arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler
(kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı
yaylım yollarına gir, diye ilham etti(vahyetti). Onların karınlarından renkleri çeşitli bir
şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim
için büyük bir ibret vardır.”284
"İlham etti" şeklinde çevirdiğimiz “evhâ” filinin
türetildiği vahiy kavramı, burada "canlının kendisine yararlı olanları alması,
zararlılardan sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah Teala'nın onda yaratması" anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır.
Psikolojide buna içgüdü denmektedir.285 Günümüzde buna sevki tabiî denilmektedir.
Rabbin bal arısına vahyetti. Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan
kendine evler edin. Burada vahiyden maksat, ilham ve yol göstermektir. Yani Allah
arıya onun faydalarını ilham etti ve ona güzel altıgen evler yapma yolunu gösterdi. Arı
üç yerde bu evlerde barınır: Dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptığı kovanlarda.286
Konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak Akseki’nin yorumu şöyledir:
Allah tarafından arılara vaki olan vahiy, Peygamberlere vuku bulan vahiy şekli değildir.
Fakat şurasını da unutmamak gerekir ki: İlham, ne ilmi ne de ameli bir vacibiyet ve
mecburiyet ifade eder. Hâlbuki “Rabbin bal arışına vahyetti ki...” mealinde olan yetin
ifade ettiği manalar, ameli zaruret ifade eden hususi bir fıtrattır. Denebilir ki: Arının
sanatı, nübüvvet ifade eden bir vahiy olmamakla beraber zaruri ve şaşmaz bir hüküm
ifade etmesi bakımından ona benzemekte ve vahiy denilen ruh halinin kuvvet ve
isabetini tasavvur etmek ve düşünebilmek cihetinden ilhamdan daha kuvvetli bir
Elmalılı, a.g.e, c.VI, s.175.
Nahl: 16/68–69.
285
Kur’an Yolu, c.III, s.368–370.
286
Es-Sabuni, a.g.e, c.III, s. 326–327.
283
284
54
misaldir. Bununla ifade olunuyor ki; Allah Teala tarafından arıya petek ve bal yapmak
ruh ve sanatı, şaşmaz bir vücub ve isabetle verildiği gibi Peygambere gelen vahiy de
öyledir; o da zaruri, yakini ve içten bir ilimdir, başka türlü olma ihtimali yoktur. Buna
işaret içindir ki, ayeti kerimede “Rabbin” buyrulmuştur. Binaenaleyh, arıya “Allah arıya
vahyetti” demek, ona “hiç şaşmayan bir ruh ve fıtrat verdi ve görünür bir vasıta
olmaksızın gizli bir surette tedbir ederek ona muntazam petek yapmak ve bal toplamak
duygu ve sanatını tam bir katiyetle talim etti, belletti” demektir.287
4-Cansız Eşyaya Olan Vahiy:
Kur’an-ı Kerim’de Allah’u Teala’nın cansız olan yere ve göğe de vahyettiğine
dair ayetler mevcuttur.
Allah’ın yere olan vahyi Kur’an’da şöyle zikredilir: “"O gün (yeryüzü) bütün
haberleri anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine (o vecih ile) vahyetmiştir."288 Buradaki
vahiy kelimesine müfessirler farklı manalar vermişlerdir. Bunlardan bir kısmı: ona
emretti,289 ona bildirdi, ona vahyetti,290 ona dedi,291 ona ilham etti292 ve ona süratle
emir ve telkin etti şeklindedir. Ardından yerin bu haberleri vermesi, Yüce Allah'ın, bunu
ona emretmesi ve üzerinde meydana gelen bütün olayları anlatma izni vermesi
sebebiyledir. Bu durumda yer, asiden şikâyetçi olacak ve aleyhinde şahitlik edecektir.
İtaatkâr’a da teşekkür edecek ve onu övecektir. Allah'ın her şeye gücü yeter.293
Yere vahyedilmesi ve yerin olanları anlatması ayetleri dört şekilde
yorumlanmıştır:
a) Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup
bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste “kıyamet gününde
arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir.”294
Akseki, İslam, s.133.
Zilzal: 99/ 4–5.
289
Kurtubi, a.g.e, c.XIX, s.268–271; Taberi, a.g.e, c.XV, s.338–341; İbn Kesir, a.g.e, c.XIV, s.428–429.
290
Taberi, a.g.e, c.XV, s.338–341.
291
Kurtubi, a.g.e, c.XIX, s.268–271.
292
Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsir, c.XI, s.50–51.
293
Es-Sabuni, a.g.e, c.VII, s.389–390.
294
Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid İbn Mace, Süneni İbn Mace, 2.bsk İst. Çağrı yay. 1992, "Zühd"31.
287
288
55
b) O gün Allah'ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp
dökercesine insanların orada yaptıkları her şeyi açığa çıkarır.295
c) Yer, o büyük sarsıntıyla âdeta dünyanın son bulduğunu ve âhiretin geldiğini
haber verir. Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil,
dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık
orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır. Ayetin bunu anlatmaktan maksadı
ise insanların bu gerçeği göz önüne alarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler
söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamasıdır.296
d) Zemahşeri’ye göre yerin haber vermesi hakikat olmayıp mecazdır. Bundan
maksat da, Allah’ın yerde lisan ile söyleyen biri yerine geçecek bir takım haller
yaratacağıdır.297 Bu manaya göre Allah’ın yere vahyetmesi “kün feyekün”298 emri gibi
tekvini olur.299
Allah’ın göğe olan vahyi Kur’an’da şöyle zikredilir: “Böylece onları, iki günde
yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle
donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, aziz, âlim Allah'ın takdiridir.”300 "Yedi gök"
deyiminin evrendeki birçok kozmik sisteme delâlet ettiği düşünülebilir.301 "Her göğe
işlevini ilham etti" cümlesi, kozmik sistemlerin Allah'ın iradesiyle kurulup işlediğine
işaret eder. Her göğe görevinin vahyedilmesi, meleklerin, yıldızların ve diğer gök
cisimlerinin, yaratılmak suretiyle her birine işlerinin bildirilmesidir.302
Razi’ye göre göklere olan vahiyden maksat Allah’ın onlara emrini ve teklifini
yöneltmesidir. Onlar da Allah’ın bu emrine itaat etmişlerdir. Dolayısıyla Allah’ın bu
teklifi onlara has kılınmıştır.303
295
Er-Razi, a.g.e, c.XXIII, s.335–336.
Kur’an Yolu, c.V, s.616.
297
Zemahşeri, a.g.e, c.IV, s.775–778.
298
Yasin: 36/82.
299
Akseki, İslam, s.132.
300
Fussilet: 41/12.
301
Esed, a.g.e, c.III, s.973.
302
Kur’an Yolu, c.IV, s.599–600.
303
Er-Razi, a.g.e, c.XIX, s.363–365.
296
56
Elmalılıya göre “Her gökte ona ait emri de vahyetti” ayetinin manası; Her
"sema"nın meleklerine orada cereyan edecek işlerin emrini de telkin buyurdu ki bu da
"tamamlama" cümlesindendir.304
Bu ayetlerin tefsirlerinden anlaşılmaktadır ki Allah’ın göğe vahyetmesinin
manası, gökleri tedbir ve onlara gereken ve uygun olan şeylerin emredilmesi,
bildirilmesidir. Kanaatimizce bu ayetin tefsirinde Elmalılıdan ziyade Razi’ nin yorumu
daha uygundur. Çünkü Elmalılının yorumuna göre, göğe hitaben yapılan vahiy,
meleklere hitaben yapılan vahiyden305 farksızdır. Üstelik bu manada kullanılan vahyin
mecaz olduğu açıktır. Çünkü Allah’ın tabiata koyduğu “ilahi kanun” “vahiy” olarak
ifade edilmektedir.306
B-Özel Vahiy:
Özel Vahiy “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda
gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.”307 Allah,
bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir.308 Özel Vahyi de Hz.
Muhammed (sav)’den önceki peygamberlere olan vahiy ve Hz. Muhammed’e olan
vahiy diye iki başlıkta inceleyeceğiz.
1-Hz. Muhammed’den Önceki Peygamberlere Olan Vahiy:
Allah’u Teala insanoğlunu yeryüzüne imtihan için göndermiştir. İnsanın
yaratılışının gayesi de Allah’a kulluktur. Bu kulluğun en güzel şekilde yerine getirilmesi
ise ancak peygamberlerle mümkündür. İnsanı yaratan Allah onu başıboş bırakmamıştır.
İnsanlığın atası Hz. Âdem’dir309 ve peygamberlikte onunla başlamıştır.310 İlk
peygamber Hz Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber
gelip geçmiştir. Vahiyle muhatap olan peygamberlerin sayısı konusunda Kur’an’da
Elmalılı, a.g.e, c.VI, s.549–550.
Enfal: 8/12–13.
306
Aslan, a.g.e, s.179.
307
Ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.64.
308
Nurettin Turgay, a.g.d, s.35.
309
Ebu’l Fidai İsmail b. Kesir, Kısasu’l Enbiya, 1.bsk. Beyrut, Dar’u İbn Kesir, 1992, s.12–15.
310
Afif Abdulfettah Tabbara, Kur'an'da Peygamberler ve Peygamberimiz, Terc. Ali Rıza Temel, Yahya
Alkın, İstanbul, 1982, s.34–35.
304
305
57
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.311 Fakat Hz. Peygamber bir hadislerin de
peygamberlerin sayısının 124 bin olduğunu bunlardan 315’inin resul olduğunu haber
vermektedir.312 Bu peygamberlerden vahiyle muhatap olan ilk insan ve ilk peygamber
Hz. Âdemdir.313
Kur’an’da
ismi
geçen
ve
kendilerine
Allah’u
Teala’nın
vahyettiği
peygamberlerin sayısı 25 tanedir. Bunlar; Âdem,314 İdris,315 Nuh,316 Hud,317 Salih,318
Lut,319 İbrahim,320 İsmail,321 İshak,322 Yakup,323 Yusuf,324 Şuayb,325 Harun,326 Musa,327
Davut,328 Süleyman,329 Eyyüb,330 Zülkifl,331 Yunus,332 İlyas,333 Elyasa,334 Zekeriya,335
Yahya,336 İsa337 ve Hz. Muhammed’338dir.
Kur’an, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere gönderilen vahyin bütün
çeşitlerini ihtiva etmektedir. Çünkü vahyin kaynağı birdir, o da Allah’tır, birbirini
doğrulamayan ve birbirleriyle çelişen vahiyler, haber ve bilgiler göndermesi mümkün
değildir. Yahudilerin Hz. Peygamber’den, gökten bir kitap indirmesini istemelerinden
İlmihal, Hayrettin Karaman, Ali Bardakoğlu, Yunus Apaydın, İst. DİVANTAŞ, 1998, c.I, s.110.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/226.
313
M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ank. TDV yay.1995, c.I, s.55.
314
Bkz.Taha: 20/115.
315
Bkz. Enbiya: 21/85; Meryem: 19/56–57.
316
Bkz. Nisa: 4/63; En’am: 6/84; Hadid: 57/26.
317
Bkz. A’raf: 7/65; Hud:11/50; Mü’minun: 23/32; Şu’ara:26/125; Ahkaf:46/21.
318
Bkz. A’raf: 7/73; Hud:11/61; Şu’ara:26/143; Neml: 27/45.
319
Bkz. En’am: 6/86; A’raf: 7/80; Enbiya: 21/74; Şu’ara:26/162; Neml: 27/54; Saffat: 37/133.
320
Bkz. Bakara: 2/ 124,130; Nisa:4/!63; Nahl:16/121–122; Enbiya:21/51; Sad:45/47; Hadid:57/26.
321
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/86; Meryem:19/54; Enbiya:21/86; Sad:38/48.
322
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Sad: 38/45–47.
323
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Sad: 38/45–47.
324
Bkz. En’am:6/84; Yusuf: 12/4–6,21–22.
325
Bkz. A’raf: 7/85; Hud:11/84; Şua’ra: 26/176–191; Ankebut: 29/36.
326
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Saffat: 37/114.
327
Bkz. En’am:6/84; Meryem:19/51; Saffat: 37/114.
328
Bkz. Bakara:2/251; En’am:6/84; Enbiya: 21/78–79; Neml. 27/15; Sebe: 34/10; Sad: 38/20.
329
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Enbiya: 21/78; Neml. 27/15; Sad: 38/40.
330
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84.
331
Bkz. Enbiya:21/86; Sad:38/48.
332
Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/86; Saffat:37/139; Kalem:68/50.
333
Bkz. En’am:6/85; Saffat:37/123–132.
334
Bkz. En’am: 6/86; Sad:38/48.
335
Bkz. En’am:6/85.
336
Bkz. En’am:6/85.
337
Bkz. Nisa: 4/ 163,171; Maide:5/75; En’am: 6/85; Hadid:57/27.
338
Bkz. Bakara: 27252; Al-i İmran:3/144; Nisa: 4/79–80,174; En’am:6/50; A’raf: 7/158; rad: 13/30;
Kehf:18/110; Furkan:25/51–52; Sebe:34/28;Yasin:36/2–3; Duhan:44/7; Fetih: 48/29; Cum’a:62/3.
311
312
58
dolayı Allah, daha önceki peygamberlere de emir ve yasaklarını bir kitap indirerek
değil, vahiy yoluyla bildirmiştir.339
Anlaşılıyor ki Genel manasıyla vahiy, Peygamberlere mahsus değildir.
Bununla beraber Peygamberlere mahsus olan vahiy şekli de vardır ki o da Özel
vahiydir. Allah’u Teala’dan Peygamberlere vahiy vaki olduğu, Kur’an-ı Kerim’de
mevcuttur. Allah, Kur’an’da Peygamberlere vahiy vaki olduğunu şöyle beyan
etmektedir: “Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da
vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a, esbâta (torunlara), İsa'ya,
Eyyüb’e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davut’a da Zebur’u verdik. Bir
kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah
Musa ile gerçekten konuştu. (Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak
peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir
bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”340
Özel manasıyla Peygamberlere olan vahiy, vahyi nübüvvet, diğer beşeri
ilimlerin ‘üstünde özel bir keyfiyet ile kat’i bir zaruretle hak ve yakini bir ilim telkin
eden hakkın tecellisinin özel bir ismidir. Din’de “vahiy” denildiği zaman da bu mana
kastedilir ki, Allah’ın, peygamberlere dini bilgilere dair bildirmek istediği şeyleri gizlice
ilka etmesi demektir. Kur’an’da bu manada tenzil ile tedbir olmuştur. Vahyin diğer
kısımları hem Peygamberlerde hem de başkalarında bulunabilir. Fakat tam manasıyla
Peygamberlik, hususi bir vahiy ile başlar ve tecrübe ile taayyün eder. 341 Konuyla ilgili
şu ayet mealleri Allah-Vahiy-Peygamber ilişkisini daha iyi bir şekilde ortaya
koyacaktır:
“ Ey Muhammed! Şüphesiz sana da senden önceki peygamberlere de
vahyolunmuştur.”342; “Aziz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle
vahyeder.”343; “Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını
Er-Razi, a.g.e, c.VIII, s.415–416; Zemahşeri, a.g.e, c.I, s.578; Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsiri, c.II,
s.412–413.
340
Nisa: 4/163–165.
341
Akseki, İslam, s.134.
342
Zümer: 39/65.
343
Şura: 42/3.
339
59
peygamber olarak göndermedik.”344 ;“ Senden önce de, şehirler halkından kendilerine
vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.”345; “Senden önce de,
kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer
bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”346; “Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona:
"Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım.”347;
“Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini (semavi kitapları) doğrulayıcı olarak
gelen gerçektir. Allah, kullarının (her halinden) haberdardır, görendir.”348
Bu ayetlerin tamamında vahiy kelimesi ilahi ve hakiki anlamda kullanılmıştır.
Yine bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberlere gelen vahiy Kur’an’da zikredilen
diğer vahiy çeşitlerinden çok farklıdır. Allah’u Teala bütün peygamberlere kanun halini
almış bir vahiy ile vahyetmiştir. Allah’u Teala bu vahiy ile seçkin insanlar grubuna
peygamberlik görevini vermiştir. Şüphesiz Peygamberlik, Allah’ın rahmeti olan vahiyle
gerçekleşir. Allah da bu vahyi dilediği insanlara vermiştir.
2-Hz. Muhammed’e Gelen Vahiy:
a-Hz. Peygamber Ve Kur’an Vahyi:
Allah’ın son kitabı Kur’an-ı Kerim, Resulullah’a vahiy yoluyla gelmiştir.349
İslam vahye dayalı bir dindir. O, insan aklının, insan hevasının ortaya koyduğu bir şey
değildir. Diğer bütün batıl inanç ve ideolojiler insanlar tarafından üretilmiştir. Ancak
ilahi din olan İslam vahiy yoluyla insanlara Allah tarafından bildirilmiştir.350 Kur’an-ı
Kerim’de vahyin esas muhatabı Hz. Muhammed (sav)’dır.351 Hz. Muhammed (sav)’in
vahiy alması, kendi istek ve iradesiyle meydana gelmemiştir. Peygamberlik kesbi değil,
vehbidir.352 Yüce Allah mesajlarını, meleklerin en üstünü olan Cebrail (a.s.) vasıtasıyla
ona gönderdi.353 O, vahyi kabul etmede irade sahibi değildi. Allah’ın gönderdiği
344
Enbiya:21/7.
Yusuf: 12/109.
346
Nahl: 16/43.
347
Enbiya:21/25.
348
Fatır: 35/31.
349
Cürcani, a.g.e, s.175.
350
Ünal, a.g.e, s.531 vd.
351
Ra’d: 13/30; Sebe: 34/50.
352
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, 5.bsk. İst. İrfan yay. 1993, c.I, s.28–30.
353
Fazlur Rahman, a.g.e, s.147 vd.
345
60
hükümleri alıyor ve insanlara olduğu gibi aktarıyordu.354 Bu olay onun tefekkür ve
düşüncesinin mahsulü olan bir şey değildir. Eğer vahiy bu şekilde Allah’tan olmasaydı,
peygamberlerin kendi duygu ve düşüncelerine göre bir din kurmaları söz konusu
olabilirdi. Vahyin Allah’tan olması, bunu önlemektedir. Buna göre peygamberler, kendi
bilgi ve düşünceleri ile bir din ortaya koyamazlar. Onlar da, Yüce Allah tarafından
kendilerine vahiy edilen şeylere uymak mecburiyetindedirler. Kendilerine vahiy edilen
şeyleri olduğu gibi insanlara okumaları ve öğretmeleri Allah’ın emridir. Allah
tarafından kendilerine vahiy edilen bilgiler, hiç kimse tarafından değiştirilemez. Hz.
Muhammed (sav)’e kendi kafasından bir ayet hazırlayıp ortaya koyması teklif edilince,
kendisinin bunu yapamayacağını, Allah’ın kendisine vahiy ettiği şeylere tabi olduğunu
ifade ettiği Kuranda haber verilmektedir: “Onlara istedikleri bir ayeti getirmezsen, şöyle
derler: Sen o ayeti hazırlayıp toplasaydın ya!... De ki: Ben ancak Rabbim tarafından
bana vahiy olunana uyarım.”355 Kuranda, bu konuda bilgi veren daha pek çok ayet
vardır.356
Yüce Allah tarafından peygamberlere gönderilen ve onların vasıtasıyla
insanlara intikal eden bu vahiy olayı, bir eğitim meselesidir. Vahiyle ilgili ayetlerde,
peygamberlerin hangi şartlarda nasıl davranacakları, çeşitli olaylar karşısında nasıl tavır
takınacakları kendilerine öğretilmektedir. Böylece kendilerine eğitim usullerinin ve
dayandığı temellerin neler olduğu haber verilmektedir.
Allah şöyle buyuruyor: “(Vahyi sende bırakan) Rabbin rahmetinden başka(sı
değildir). Şüphesiz O’nun lütfu senin üzerinde çok büyüktür.”357
Yüce Allah, tarih boyunca yaşamış olan tüm topluluklara Kendi Katından bir
lütuf, rahmet ve müjde olarak, elçiler göndermiştir. Bu mübarek elçilerin bir bölümü
Allah’ın izni ile büyük mucizeler göstermişlerdir. Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)’i de
kendi katından birçok mucizeyle desteklemiştir. Bu mucizelerden en büyüğü ise hiç
şüphesiz Kuran-ı Kerim’in Peygamberimiz (sav)’in kalbine vahyedilmesidir.
İzutsu, a.g.e, s.224–226.
A’raf: 7/203.
356
En’am: 6/50; Kehf:18/27; Ahzab:33/2; Sebe:34/50; Şura:42/51.
357
İsra: 17/ 87.
354
355
61
Peygamber Efendimiz (sav) Allah’ın, "... Ancak o, Allah’ın Resulü ve
peygamberlerin sonuncusudur ..."358 ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber
olarak gönderilen, Allah’ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah’a
olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı mübarek bir insandır. Allah’ın, "Gerçek şu ki,
Biz senin üzerine ’oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız"359 ayetiyle de bildirdiği
gibi Peygamberimiz (sav)’e çok büyük bir sorumluluk vermiştir.
b-Hz. Peygamber’e İlk Vahyin Gelişi:
Hz. Muhammed (sav) 38 yaşına girince gaipten bazı sesler duymaya ve bazı
taraflarda ışıklar görmeye başladı. Bazen de kendisine “Ya Muhammed!” diye
sesleniliyordu. Hz. Peygamber, bu garip seslerin ve parlayıp geçen ışıkların ne demek
olduğunu henüz tam manasıyla bilmiyordu. Bununla beraber, bu hadiselerin manasız ve
ve boşu boşuna cereyan etmediklerini anlıyordu.360
Hz.
Peygamber,
39
yaşında
iken
“Sadık
Rüyalar”
devri
başladı.
Peygamberimiz (sav)’in kalbine vahiy bırakılmadan önce kendisinin gördüğü ve aynı
şekilde gerçekleşen rüyalar, Peygamberimiz (sav)’in Allah Katından seçilmişliğinin
önemli delillerinden biridir. Gündüzün meydana gelecek olayların Hz. Peygamber’e,
uyku ile uyanıklık arasında bir durum içerisinde gösterilmesini Hz. Ayşe (ra) şöyle
anlatıyor: “Peygamber (s.a.v.)'e ilk olarak vahiy, uykuda, sadık rüya şeklinde geldi.
Gördüğü rüyalar sabah aydınlığı gibi zuhur edip gerçekleşirdi.”361
Hz. Peygamber (sav) 40 yaşlarına geldiğinde sık sık Mekke’ye 12 kilometre
uzaklıkta bulunan "Nur" dağındaki "Hira" mağarasına gider, tek başına kalırdı. Hira
mağarasında yalnızlığa (uzlete) çekilişinin üçüncü yılının Ramazan ayında, Yüce Allah
Hz. Muhammed (sav)’e peygamberlik ihsan etti.362 Cebrail, Allah’ın izniyle,
Peygamberimiz (sav)’e göründü ve ona Kuran-ı Kerim’in bazı ayetlerini bildirdi. İlk
vahyin günü, Miladi 10 Ağustos 610 tarihine rasgelen, 21 Ramazan Pazartesi gecesi
358
Ahzab: 33/ 40.
Müzzemmil: 73/ 5.
360
Salih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, 3.bsk. İst. Yeni Asya Neşr. 1991, s.185.
361
Buhari, Bed'ü'l-Vahy 3, c.I, s.3; Enbiya 21, c.IV, s.124; Tefsir-i Alak 1, c.VI, s.87–88; Müslim, İman
252, c.I, s.139–143.
362
İbn Kayyım el-Cevziyye, Zadu’l Mead, Çev. Şükrü Özen, İst. İklim yay. 1988, c.I, s.81; Tabbara,
a.g.e, s.431–433.
359
62
olarak bildirilmektedir.363 Sahîheyn'de gelen bir diğer rivayette şöyle demiştir: “Vahiy
Hz. Peygamber’e o kırk yaşında iken indirildi. Bundan sonra onüç yıl kaldı. Sonra
hicretle emrolundu. O da Medine'ye hicret etti. Orada on yıl kaldı. Sonra vefat etti.”364
Yüce Allah, Cebrail aracılığı ile Hz. Peygambere İslam dinini vahyetmiştir.
Hiç şüphesiz bu, Allah’ın çok büyük bir lütfudur. Hz. Peygamber (sav) de derin imanı,
Allah korkusu, takvası, üstün ahlakıyla buna layık ve ehil, mübarek bir insandır.365
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Eğer Allah dileseydi onu (Kur’an-ı), size
okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde
durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?”366; “(Vahyi sende bırakan) Rabbin
rahmetinden başka(sı değildir). Şüphesiz O’nun lütfu senin üzerinde çok büyüktür.”367;
“Kitabın sana (kalbine vahiy ile) bırakılacağını umut etmezdin; (bu,) Rabbinden ancak
bir rahmettir.”368
Yüce Allah’ın “ (Habibim!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve
uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”369 Ayetinin muhatabı
olan Hz. Peygamber’e ilk vahyin gelişini yine Hz Ayşe (ra)’ın rivayet ettiği hadisten
öğreniyoruz: "Resulullah (sav)’e vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih
rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu
esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin
birkaç gece tek başına kalıp, ibadette bulunurdu. Bu maksatla yanına azık alıyor, azığı
tükenince Hz. Hatice (ra)’ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu
hal, kendisine Hira mağarasında vahiy gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek
gelip: "Oku!" dedi. Hz. Peygamber, "Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. Hz.
Peygamber hâdisenin gerisini şöyle anlatır: "Ben okuma bilmiyorum" deyince melek
beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: "Oku!" dedi.
Ben tekrar: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatim
363
Suruç, a.g.e, c.I, s.187–190.
Buhari, Megazi 85, c.V, s.144–145; Fezailu'l-Kur'an 1, c.VI, s.96–97; Müslim, Fezail, 117, 121, c.II,
s.1726–1727; Tirmizi, Menakıb 3652, 3653, c.V, s.144–145.
365
Seyyid Ebu’l Ala Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev.
Ahmed Asrar, 3.bsk. İst. Pınar yay. 1992, c.I, s.97.
366
Yunus:10/ 16.
367
İsra: 17/ 87.
368
Kasas: 28/ 86.
369
Sebe’: 34/28.
364
63
kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma
bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatim kesilinceye kadar sıktı.
Sonra bıraktı ve: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti"370
dedi. Hz.
Peygamber bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir korku vardı. Hatice'nin
yanına geldi ve: "Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar
öyle kaldı. (Sükûnete erince) Hz. Hatice (ra)'ya, başından geçenleri anlattı ve: "Nefsim
hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice de: "Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen
rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini
göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak
yolunda zuhur eden hadiseler karşısında halka yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice,
Hz. Peygamberi alıp Varaka İbnu Nevfel’e götürdü. Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının
oğlu idi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma
bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri âma olmuş
yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: "Ey amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne
söylüyor!" dedi. Varaka Hz. Peygamber’e, "Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?"
diye sordu. Hz. Peygamber gördüklerini anlattı. Varaka da O'na: "Bu gördüğün
melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım
etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Hz.
Peygamber: "Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka: " O da
“evet, senin gibi yeni şeylerle gelen hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın,
şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana yardım ederim” diye cevap verdi. Ancak
çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (Kesildi).”371
c-Fetret-i Vahiy:
Fetret, bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflamasıdır. Hz.
Peygamber’e nispetle Fetret-i Vahiy “Kur’an’ın Hz. Peygamber’e indirilişi esnasında
370
Alak:96/ 1–5.
Buhari, Bed'ü'l-Vahy, 3, c.I, s.3; Enbiya 21, c.IV, s.124; Tefsir-i Alak, 1, c.VI, s.87–88; Müslim,
İman 252, c.I, s.139–143.
371
64
vahyin kesintiye uğradığı zaman dilimidir.372 Bununla beraber Peygamber Efendimiz ile
Hz. İsa arasındaki zamanın kastedildiği görüşü daha çok yaygındır.373
İlk vahiy ile ikinci vahiy arasında geçen "fetret-i vahiy" süresinin ne kadar
devam ettiğine dair rivayetler 15 gün ile 3 yıl arasında değişmektedir. 374 Olayların
seyrine göre, 1–2 aydan daha çok olmaması gerekir. 2–3 yıl gibi uzun süre olduğunu
söyleyenler, "gizli davet" süresi ile "fetret-i vahyi” ayıramamış olmalıdırlar.375
Elmalılı, Vahyin gecikmesinin sebebi hakkında birkaç rivayet olduğunu ifade
etmektedir: “Tefsircilerden bir kısmı Kehf Suresinin iniş sebebinde geçtiği üzere Ashabı
kehften, Zülkarneynden ve Ruhtan sorulan sorulara karşı, ‘yarın haber veririm” deyip de
istisna yapmamış, “inşallah” dememiş olması idi demişler.376 Bir de denilmiş ki: Hz.
Osman (ra) Peygamber Efendimiz (sav)’e bir üzüm veya hurma salkımı takdim etmişti.
Bir dilenci geldi, Resulullah (sav) salkımı ona verdi. Sonra Hz. Osman bu salkımı
ondan bir dirheme satın aldı, yine Efendimize takdim etti. Dilenci yine geldi, yine verdi.
Üçüncüsünde şaka yollu: ‘Sen dilenci misin, yoksa tüccar mısın? Ey filan!” buyurdu.
Bunun üzerine vahiy günlerce gecikti.”377
Vahyin kesintiye uğratılmasında ki gayeler de şöyle zikredilir: a) Allah Resulü
ilk vahiy karşısında fazla telaş duymuş ve ruhu adeta vahyin ağırlığıyla sarsılmıştır. Bu
durumda ruhunun biraz sükûn bulması ve daha sonra gelecek vahye hazırlanması için
bu hadise vuku bulmuştur. b) Ruh-u Ahmet’in (sav) ıstırap ve elemlere dayanmaya
şimdiden alıştırılması. c) Vahye, daha fazla iştiyak duymasını temin etmek.378
Metin Yurdagür, “Fetret” mad. DİA, İst. 1995, c.XII, s.475.
İsmail Lütfü Çakan- Dursunali Türkmen, “Fetretu’l Vahiy” mad. ŞİA. İst, Şamil yay. 1999, c.III,
s.350.
374
Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdil –Latifiz Zebidi, Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih
Tercemesi, trc: Ahmed Naim, İst. DİB Yay. 1991, c.I, s.13.
375
Tahir Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul, Işık Basımevi, 1946, s.27–28; Suruç, a.g.e, c.I,
s.194.
376
Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Ayni, Şerhu Müsnedi Ebi Hanife, Beyrut, Daru’l
Kutubil İlmiyye, 1984, s.561.
377
Elmalılı, a.g.e, c.IX, s.266; c.V, s.336.
378
Suruç, a.g.e, c.I, s.194.
372
373
65
Böylece Cebrail’in bir süre vahiy getirmemesi Hz. Peygamberde üzüntü
meydana getirmiştir. Bu durum ona ağır geldi.379 Hz. Peygamber gerek mağarada, gerek
mağara dışında hep bir bekleyiş halindeydi. Vahyin Kesildiği dönemde Hz. Peygamber
suskun kalmayı ve insanlardan uzaklaşmayı tercih ediyor; bazen ümitsizliğe düşüyordu.
Vahyin kesintiye uğraması sırasında Hz. Peygamberin durumunu ortaya koyan
bir rivayette Şöyle denilmektedir: “Vahye ara verildi, epey zaman gelmedi. Peygamber
(sav), bu duruma pek üzüldü. Dağların zirvelerinden kendisini atmak için defalarca
tırmandı, fakat her seferinde Cibril ona görünüp şöyle diyerek uyardı: ‘Ey Muhammed!
Sen gerçek bir peygambersin!’ Ondan sonra içi biraz yatışıp, rahatlardı. Yine vahye
böyle ara verilince o maksatla dağın zirvesine çıkardı, fakat Cibril yine kendisine
görünüp aynı uyarıda bulunurdu.”380
Abdullah İbnu Selam (ra), Vahyin kesiklik döneminde Hz. Peygamberin vahye
olan özlemini şöyle anlatıyor: "Resulullah (sav), oturup konuştuğu zaman, (vahiy
bekleyerek veya mele-i Ala’ya iştiyak duyarak) çok sık nazarını semaya çevirirdi."381
Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Cibril (as) Resulullah (sav)'a vahiy getirmede
gecikmişti. Müşrikler: "Muhammed'e artık veda edildi (ebediyen terk edildi)" dediler.
Bunun üzerine (Duha suresi) nazil oldu."382 Ve Allah ferman buyurdu: “Andolsun
kuşluk vaktine. Ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana
darılmadı.”383
Resulullah (sav)'ın Kur'an-ı Kerimi kendiliğinden söylemediğini ispat eden ve
O'nu daha sonraki yıllarda yapacağı çetin mücadelelere ruhen hazırlayan fetret-i vahiy,
Müddesir suresinin ilk beş ayetinin nüzulü ile sona ermiştir.384 Fetret-i vahyin sona
ermesini bizzat Resulullah (sav) şöyle anlatmıştır: “Ben bir gün yürürken birden gökten
El-Ayni, Şerhu Müsnedi Ebi Hanife, s.560–561.
Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, trc: Naim Erdoğan, İst. İz
yay. 1996, c.III, s.253; Buhari, Tefsiri A’lak, 96,1, c.VI, s.87–89; Ta’bir, 1, c.VIII, s.67–68.
381
Ebu Davud Süleyman b. El-Eş’as, Sünen-i Ebi Davud, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, Edeb, 18/
4837, c.V, s.171.
382
Buhari, Tefsir, Duha, 93/2, c.VI, s.86; Fedailu'l-Kur'ân, 1, c.VI, s.96–97; Müslim, Cihad, 114, c.II,
s.1421–1422; Tirmizi, Tefsir, Duha, 93/3345, c.V, s.442.
383
Duha: 93/1–3.
384
Suyuti, Celalettin, Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimiz (sav) el-Hasaisü’l-Kübra, çev:
Naim Erdoğan, İstanbul, İz Yay. 2003, s.242.
379
380
66
bir ses işittim, bunun üzerine başımı yukarı kaldırdım. Bir de baktım ki, bana Hira’da
gelen melek, yerle gök arasında bir kürsüde oturuyor. Bunun üzerine çok korktum.
Hemen eve döndüm. Ev halkına: ‘Beni örtün, beni örtün’ dedim. Sonra Allah şu ayetini
indirdi: “Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da uyar’. Rabbini yücelt. Giydiklerini
temiz tut. Kötü şeyleri terke devam et.”385 Daha sonra vahiy, hiç kesilmeden devam
etti.”386
Bu bekleyiş devresinin sona ermesiyle Hz. Peygamber mutluluk duydu.
Hüzünlü bekleyiş büyük bir sevince dönüştü.
d-Vahyin Mahiyeti Ve Özellikleri:
Mahiyeti peygamberler dışında hiçbir insan tarafından kavranması mümkün
olmayan Vahiy, Allah ile peygamberleri arasında gerçekleşen iletişim vasıtasıdır.
Ayrıntılarıyla tarifini vermiş olduğumuz vahyin mahiyetini ancak Allah’ın ve
peygamberinin bilebileceği bir gerçektir.387 Nasıl geliyor? Nasıl işitiliyor? Bunları
yalnız Allah ve Resulü bilir. Diğer insanların onu anlatmaya kalkışması ve olduğu gibi
anlatabileceğini zannetmesi, körlerin renklerden bahsetmesi gibidir.388 Allah’ın dışında,
insan olarak onları ancak bu tecrübeyi yaşayan peygamberler bilebilir. Bu itibarla bu
konuda bizzat Allah Teala’nın vahiy tecrübesini bilfiil yaşamış olan peygamberlerin
söylediklerine dayanmak, vahiy inancımızı da bu sağlam esaslar üzerine kurmak
gerekir.
Aslında vahyin hakikatini ancak Allah bilir. Peygamber vahyin belki mahiyeti
hakkında bir nebze bilgi sahihidir. Çünkü vahiy peygamber için şahsi ve derun’i bir
tecrübedir. Vahyin muhatabı, alıcısı peygamberdir. Onun anlamı peygamberin şahsında
şekillenir ve oradan insanlığa yayılır. Peygamberin dışındakiler vahyin ancak
tezahürlerine vakıf olabilirler, fakat vahyin hakikatini ancak Allah bilir, mahiyetini ise
peygamber anlar.389 Kur’an’da vahyin mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yoktur.
Vahyin mahiyeti Allah ile Peygamberleri arasında nübüvvetin bir sırrı olarak
385
Müddesir, 74/1–5.
Buhari, Tefsir, Müddesir, 74/2, c.VI, s.74; Müslim, İman 255, c.I, s.143.
387
İlmihal, DİVANTAŞ, c.I, s.112.
388
Akseki, İslam, s.155.
389
Gölcük-Toprak, a.g.e, s.319.
386
67
kalmıştır.390 Fakat Kur’an, vahyin kaynağının peygamber ve herhangi bir insanın
dışında bizzat Allah olduğunu ifade etmektedir.391
Kur’an Vahyinin indirilişi hakkında Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı,
insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak
Kur'an'ın indirildiği aydır.”392; “Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.”393
Suyuti, İtkan adlı eserinde vahyin (Kur’an’ın) levh-i mahfuzdan indirilişinin
keyfiyeti hakkında ki ihtilafları şöyle zikreder:
a-En doğru ve en meşhur olan görüş; Allah’ın, Kur’anı, Kadir gecesinde
toptan, tek bir defada dünya semasına indirmesi ve ardından Hz Peygamberin bi’set’ten
sonra Mekke de kalma sürendeki ihtilaftan dolayı ya 20 ya 23 veya 25 yılda ihtiyaca
binaen parça parça indirdiği görüşüdür. Hâkim’in Müstedrekin de Bu hususla ilgili
rivayetler mevcuttur.394
b-Allah her yıl indirilmesini dilediği miktarı her yılın Ramazanın ya 20 ya 23
veya 25’nde Kadir gecesinde dünya semasına toptan indirir. Bundan sonra ihtiyaca
binaen senenin tamamında vahiy gelir.
c-Allah, vahyi indirmeye Kadir gecesinde başlamış sonra çeşitli vakitlerde
ihtiyaca binaen vahyi indirmiştir.395
İbn Hacer bu üç görüşten ilkinin daha doğru ve daha güvenilir olduğunu
söylemiştir.396
Yine Suyuti, Vahyin keyfiyeti hakkındaki ihtilafları şöyle anlatıyor:
1- Kıraat açık olarak vahyedilmiştir.
390
Aslan, a.g.e, s.217.
Bkz. Tekvir: 85/ 19–21.
392
Bakara: 2/ 185.
393
Kadir: 97/1.
394
Abdullah Muhammed b. Abdullah Hakim en-Neysaburi, El-Müstedrek A’la-s Sahihayn, Beyrut,
Dar’ul Mearif, 1998, c.II, s.594–595.
395
Suyuti, el-İtkan, c.I, 129–131; Bedruddin Muhammed b. Abdullah ez-Zerkeşi, El-Burhan fi Ulumil
Kur’an, Beyrut, Dar’ul Fikr, 2001, c.I, s.289; ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.49.
396
Ahmed b. Ali İbn Hacer el Askalani, Fethul Bari bi Şerhi Sahihi Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 2000,
Kitabı Fezailil Kur’an, Babu Keyfe Nuzulul Vahy, c.X, s.3–4.
391
68
2-Allah (cc), Kelamını semada Cebrail’e vahyetti ve ona okumayı öğretti.
Sonra Cebrail semadan onu alıp yeryüzüne inerek vahiy getirdi. Bu şekilde ki vahyin
gelişinde de iki durum söz konusudur:
a-Peygamber, insan suretinden melek suretine geçerek vahyi öylece almıştır.
b-Melek, insan suretine geçerek vahyi getirmiş, peygamber de vahyi alıncaya
kadar melek o şekilde kalmaya devam etmiştir.397
Tayyibi bu hususta şöyle diyor: Belki de Kur’an’ın, Peygambere nazil olması
Meleğin vahyi Allah’tan ruhani bir alışla alıp Onu Peygambere çabucak ilka etmesi
şeklindedir. Veya Melek, Levh-İ Mahfuzdan vahyi ezberleyip onu peygambere
getirmesi şeklindedir.
Bazı Âlimler de vahyin peygambere indirilişi hususunda üç görüş olduğunu
ifade ederler.
1-Vahiy, lafız ve manadır. Cebrail, Levh-i mahfuzdan Kur’an-ı ezberledi ve
onu peygambere indirdi.
2-Cebrail, özel manaları indirir. Peygamber de bu manaları bilir ve Arapçaya
çevirir. Onu okuyan Allah’u Teala’nın “Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin
indirmesidir. (Resulüm!) Onu Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, Apaçık Arapça
bir dille Rûhu’l-emin (Cebrail) indirdi”398 bu ayetleri sebebiyle vahyi alır.
3-Cebrail’e bu manalar verilir, o da bu lafızları Arapçaya çevirir. Sema ehli
onu Arap diliyle okur ve bu şekliyle Cebrail vahyi indirir.399
Vahyin özellikleri:
Vahiy, ilhamdan farklı olarak şu özelliklere sahiptir400:
a-Sadece peygamberlere gelir,
397
Suyuti, el-İtkan, c.I, s.138–139.
Şuara:26/92–95.
399
Suyuti, el-İtkan, c.I, s.138–139; ez-Zerkeşi, a.g.e, s.290–294; ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.45–48.
400
Gölcük-Toprak, a.g.e, s.321–322; Akseki, İslam, s.135,143,147,152.
398
69
b-Peygamber, kalbinde veya şuurunda bir takım kelimelerin varlığından
haberdar olur ve bunlar kesin ve açık bilgi mahiyetindedir,
c-Bunların Allah’tan olduğu ve kendi düşüncesinin ürünü olmadığı
peygamberce kesin olarak bilinir,
d- Vahiy süratli ve gizli bir şekilde gelir,
e- Peygamber, vahye her istediği zaman ulaşamaz,
f-Evrensel ve bağlayıcı özelliği ile sosyal gerçekleri de içinde taşımasının bir
sonucu olan tarihsellik/yerellik boyutu arasında bir denge arz eder,
g-Evrensellik
boyutunda
dokunulmazlığı
ve
değiştirilemezliği
söz
konusudur.401 Bu değişmezlik, yorum esnekliği ile dengelenir.402
e-Vahyin Geliş Şekilleri:
Kur’an’ın bildirdiğine göre Allah, insanlarla üç şekilde konuşmaktadır:
“Kendisiyle Allah’ın konuşması bir beşer için olacak değildir; ancak bir vahiy ile ya da
perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi başka.” 403
İşte Peygamberlere gelen vahiyler, genel anlamda bu ayette belirtilen şekillerde
olmuştur. Hadislerden çıkarılan bilgilere göre Resulullah’a vahyin geliş şekil ve tarzları
vasıtasız ve vasıtalı olmak üzere şu şekildedir:
1-Vasıtasız Vahiy:
a- Uykuda görülen ve görüldüğü gibi apaçık çıkan rüya şeklindedir. Vahyin ilk
geliş şekli olup, Resulullah’ın uyku halinde gördüğü ve sabah aydınlığı gibi apaçık
Akseki, İslam, s.130; Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s.35.
Erdoğan, a.g.e, s.14.
403
Şura: 42/51.
401
402
70
gerçekleşen rüyalarıdır.404 Hz. Ayşe’nin (ra): “Resulullah hiç bir rüya görmezdi ki sabah
aydınlığı gibi çıkmasın.”405 sözleri vahyin bu çeşidine işaret etmektedir.
b- Resulullah uyanık iken doğrudan doğruya veya perde arkasından Allah’ın
kelamını duyması şeklindeki vahiy.406 Bu tür vahye Resulullah, Mi’rac gecesinde
mazhar olmuştur. Namazın farz olması ve Bakara suresinin son üç ayeti vasıtasız olarak
bu şekilde vahyedilmiştir.407
c- Vahyedilecek kelamın, melek görünmeksizin, uyanık halde bulunan
Resulullah’ın kalbine ilka olunmasıdır. Bu bir ilham değil, vahiydir. Şu hadis bu tür
vahye işaret etmektedir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ruhu’l-Kudüs, kalbime hiçbir
nefse rızkını tüketmeden ölmeyecek, diye üfledi. O halde Allah’tan korkun, rızkı güzel
arayın.”408 Ruhu'l-Kudüs, Cebrail'dir. Cebrail’in göründüğü hakkında bir delil yoktur.
Hadisten de, meleğin görünmeden vahyi ilka ettiği anlaşılmaktadır.409
2-Vasıtalı Vahiy:
a-Meleğin görünmeden çıngırak veya zil sesiyle Peygamber (sav)'e vahiy
getirmesidir. Vahyin en ağır şekli budur.410 Hz. Peygamber (sav), bu esnada, önce zil
sesine benzer bir ses duyardı. Beşerî özelliklerinden soyutlanıp melekiyet âlemine
yükseltilmesi keyfiyeti bu vahyin şekli için söz konusudur. Dolayısıyla Hz.
Peygamberin söz konusu olan tarzda vahiy alırken geçirmiş olduğu şiddetli ıstırapların,
yalnız ruhsal değil aynı zamanda fiziki ağırlığın ve sarsılışların da bundan
kaynaklandığı söylenebilir.411 Hz. Peygamber bu sesi duyunca hareketsiz kalırdı. Bu ses
kesilince açılır, kafasına yerleşen ilâhî sözlerin manasını da anlamaya başlardı. Bu, Hz.
peygamberin beşerî sıfatlarının, meleklik sıfatlarına değişmesi ve kendisinin meleksel
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.48; Tecrid-i Sarih, c.Is.3; Akseki, İslam, s.140.
Buhari, Bed'ü'l-Vahy 3, c.I, s.3; Enbiya 21, c.IV, s.124; Tefsir-i Alak 1,c.VI, s.87–88; Müslim, İman
252, c.I, s.139–143.
406
Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142–143; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.49; Tecrid-i Sarih, c.I, s.6; Akseki, İslam,
s.142.
407
Buhari, Bed’ul-Vahy, 1 /1–5; Müslim, Fezail, 23/86–89.
408
Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142.
409
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 48; Tecrid-i Sarih, c.I, s.3; Akseki, İslam, s.141.
410
Suyuti, el-İtkan, c.I, s. 141–142; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.49; Tecrid-i Sarih, c.I, s.4; Akseki, İslam,
s.142.
411
Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c.II, s.413.
404
405
71
bir niteliğe bürünüp meleğin sesini duyması şeklindedir.412 Vahyin bu şekli tehdit ve
vaat ihtiva eden ayetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Resulullah (sav) şöyle anlatıyor:
"Bazen çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır."413 Başka
bir rivayette de Resulullah şöyle buyuruyor: “Bir zil sesi işitiyorum sonra o esnada
susuyorum.
Bana
her
defasında
vahiy
geldiğinde
nefsimin
kabzedileceğini
zannediyorum.”414 Böyle bir vahyin geliş anında Peygamber (sav) titrer, terler ve
rahatsız olurdu. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Resulullah (sav)'in ayetleri
zabtetmekte zorluk çektiği dudaklarını kımıldattığı zikredilmektedir. Cenab-ı Allah,
Peygamberine "Vahyi çabucak almak için dilini kıpırdatma, onu toplamak ve kıraatini
sabit kılmak bize aittir. Öyle ise biz, Kur'ân-ı okuduk mu, sen onun okunuşunu takip
et."415 uyarısında bulunmuştur. Bu ayetin nazil olmasından sonra Resulullah Cebrail'i
dinler, onun gidişinden sonra onun gibi okurdu.416
b-Meleğin asli suretinde görünerek Allah'ın emrini Peygamber (sav)'e
getirmesi ve okumasıdır. Cebrail, bu şekliyle iki kez vahiy getirmiştir. Birincisi
nübüvvetin başlangıcında olmuştur. Peygamber (sav) baygınlık geçirmiştir. İkincisi ise
miraç olayının gerçekleşmesinde olmuştur. Bu olaya delil olarak “Andolsun onu,
önceden bir defa daha görmüştü”417 ayeti zikredilebilir. Artık Resulullah, böyle şeylere
alışık olduğu için bu defa önceki gibi sarsılmamıştı.418
c-Cebrail’in insan şeklinde görünerek getirmiş olduğu vahiy: Bu tür vahiy,
Resulullah’a en kolay geleni idi.419 Çoğu zaman Cebrail sahabeden Hz. Dıhye’nin
suretinde görünerek gelirdi. Resulullah şöyle buyurdu: “Bazen bana delikanlı suretinde
gelirdi.”420
Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.XXII, s.66–70.
Buhari, Bed’ul-Vahiy: 1/2, c.I, s.2–3; Müslim, Kitabu’l Fedail, 23, c.II, s.1817; Ebu Abdurrahman
Ahmed b. Şuayb en- Nesai, Sünen-i Nesai, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, c.II, s.146–147.
414
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/22.
415
Kıyame: 75/16–18.
416
Buhari, Bed’ul-Vahiy, 1/4, c.I, s.4.
417
Necm: 53/13.
418
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.49; Tecrid-i Sarih, c.I, s.6; Akseki, İslam, s.142.
419
Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142; Tecrid-i Sarih, c.I, s.3; Akseki, İslam, s.141.
420
Buhari, Bed'ü'l-Vahy 3, c.I, s.3; Nesai, Sünen, c.II, s.146–147.
412
413
72
d-Cebrail’in, Resulullah uykuda iken getirdiği vahiy.421 Müslim’in Sahih’inde
Enes’ten rivayet edilen hadiste geçtiği üzere Kevser suresi bu şekilde nazil olmuştur.422
f-Vahiy Esnasında Resulullah’ın Durumu:
Allah Hz. Muhammed (sav)’e gece kalkıp vahiy için hazırlık yapmasını
buyurmuş, vahyin ne kadar ağır bir söz olduğunu haber vermiştir: “ Ey örtüsüne
bürünen, Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısını ya da
ondan biraz eksilt. Veya o yarının üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde
(tertil üzere) oku. Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ’oldukça ağır’ bir söz (vahiy)
bırakacağız.423
Yüce Allah’ın hitabı ile karı karşıya gelmek insan için rahat ve kolay bir iş
değildir. İnsan özelliklerini taşıyarak melekten gelen vahyi almak oldukça güç bir iştir.
İslam Âlimleri, Hz. Muhammed (sav)’in Kuran vahyini, beşeriyetten melekiyete
yükseltilerek tamamen metafizik bir ortamda aldığını zikrederler.424 Vahiy esnasında
Resulullah’ta bir tür korku ve heyecan meydana geldiği, bazen da buhranlı anlar
geçirdiği gözlenmiştir. Söz konusu belirtilerle ilgili hadislerin bize verdiği bilgiler
ışığında vahiy esnasında Hz Peygamber de şu hallerin gözlenmiş olduğunu
öğrenmekteyiz: “Vahiy esnasında heyecan ve dehşetten dolayı adeta kendinden geçmiş
ve en soğuk günlerde bile terlemiş,425 uykusu gelmiş,426 gözlerini belli bir noktaya
dikmiş, vücudu kaskatı kesilmiş,427 yüzünün yanında arı uğultusu gibi bir ses
duyulmuş,428 benzi ya sararmış, ya kızarmış ya da kül rengini almış,429 vücudu
ağırlaşmış,430 üzerine sekine inmiş,431 başını çarşaf ile örtmeye çalışmış ve vahiy hali
bitinceye kadar kimseyle konuşmamış,432 nefes alırken horultuya benzer bir ses
Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 50.
Müslim, Salât,14/53; Elmalılı, a.g.e, c.IX, s.508.
423
Müzzemmil: 73/1–5
424
Ez-Zerkeşi, a.g.e., c.I, s.290; Suyuti, a.g.e., c.I, s.137; İbn Haldun, a.g.e., c.I, 372-374; c.II, s.1180.
425
Buhari, Bedül Vahiy, 2; Şehadet, 15; Tirmizi, Menakıb, 7; Malik b. Enes, Muvatta, 2.bsk., İst. Çağrı
yay. 1992, Kuran, 7.
426
Müslim, Salât, 14/53.
427
Buhüri, Tefsir’ul Kur’an, 75/2; Tevhid, 3; Şehadet, 15.
428
Buhari, Rikak 7; Rudani, a.g.e, c.III, s.254.
429
Buhari, Hacc, 17; Umre, 10.
430
Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/184, 190.
431
Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/184, 190–191.
432
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.50.
421
422
73
çıkarmış433’tır. Özellikle zil sesi şeklinde gelen vahiy, Resulullah’a çok ağır gelirdi.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:“Gerçekten biz sana ağır bir söz bırakıyoruz.”434
Vahyin manevi ağırlığı büyüktü. Eğer deve üzerinde iken vahiy gelmişse, deve
buna tahammül edemezdi. Vahyin manevi ağırlığından deve çöker, Resulullah inmek
zorunda kalırdı.435 Bir defasında Resulullah’ın dizi Zeyd b. Sabit’in dizi üzerinde iken
vahiy gelmiş, Zeyd büyük bir ağırlık hissetmiş, bu ağırlık altında ayağı kırılacak gibi
olmuştu.436
Resulullah (s.a.v.) gelen vahyi hemen anlamak ve unutmamak için vahiy
esnasında ayetleri tekrarlamak isterdi. Onun bu endişelerini Yüce Allah şöylece
gidermişti: “Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel Kur’an’ı acele etme.”437
“Onu aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma. Onu toplamak ve sana
okutmak şüphesiz bize düşer. Sana onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu izle. Sonra
onu açıklamak bize aittir.”438 “Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.”439
Vahiy sırasında Resulullah’ta meydana gelen durumu o dönemde Kureyşliler
istismar ederek onu kâhin,440 sihirbaz ve mecnun441 olarak nitelemişler, daha sonra
birçok Avrupalı müsteşrik de onda sara hastalığının olduğu zannına kapılmışlardır.
Bütün bu sözde değerlendirmeler, onun manevi cephesini anlayamamaktan ileri
gelmektedir.442
g-Hz. Peygamberin Vahiy Kâtipleri:
Hz. Muhammed (sav) peygamberlik görevinin ilk günlerinden itibaren vahiy
kâtipleri edinmişti. Hz. Peygamber okuma –yazma bilmediğinden, risaletinin
başlangıcından vefatına kadar yazı bilen birçok sahabe, peygambere gelen vahiyleri
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/ 238; Buhari: Bed’ul-Vahy, 1/2–4; Müslim, Kitab-ı Fezail, 23.
Müzzemmil: 73/4.
435
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/176.
436
Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/184, 190–191.
437
Taha: 20/114.
438
Kıyamet: 75/16–19.
439
A’la: 87/6.
440
Hakka: 69/41–43.
441
Saffat: 37/36.
442
Suat Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s.30–31; Mehmet Soysaldı, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve
Tefsiri, Ank. Fecr yay. 2001, s.75–76.
433
434
74
yazmışlardır. Bunların adedi 40’a kadar varır. İbn Hacer, Mekke’de ilk vahiy kâtibinin
Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi Sarh olduğunu söyler. Bu şahıs irtidad edip sonradan yine
Müslüman olmuştur.443
Medine’de ise ilk vahiy kâtibi Ubeyy İbn Ka’b idi. Ondan sonra da devamlı
olarak Zeyd İbn Sabit vahiy kâtipliği yapmıştır.444 Hz. Peygamberin vahiy kâtipleri
şunlardır: “Ali b. Ebi Talib, Osman b. Affan, Amr İbnü’l-As, Muaviye, Şurahbil İbn
Hasene, Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi Sarh, Muğire b. Şu’be, Muaz b. Cebel, Zeyd b Sabit,
Hanzala b. Rebi’, Ubeyy b. Ka’b, Cüheym b. Salt, Hüseyin Nemeri, Ebu Bekir, Ömer
İbnu’l-Hattab, Zübeyr b Avvam, Amir Fuheyre, Eban b. Said, Abdullah b. Erkam, Sabit
b. Kays, Abdullah b.Zeyd, Halid b. Veli’d, Ala b. Hadremi, Abdullah b. Ravaha,
Huzeyfe b. Yeman, Muhammed b. Mesleıne...”445
Hz. Peygamber, Allah’tan aldığı Kur’an Vahyini, kâtiplerine yazdırmakla
beraber o ana kadar nazil olan kısımlarını Cebrail’e arz ediyordu. Bir hadiste “Hz.
Peygamber Ramazan gecelerinde Kur’an’ı Cebrail’e arz ederdi.” 446 Başka bir hadiste
ise, “Cebrail her sene Peygamberle karşılıklı olarak Kur’an’ı birbirlerine arz ederler, son
senesinde ise bu arz işi iki defa vaki olmuştur.”447 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre,
Kur’an-ı Kerim sadece kâtiplerin yazmasıyla kalmıyor, yazmada veya hıfzda bir
noksanlık olmaması için her sene Cebrail tarafından tekrar edilerek kontrol edilmiş
oluyordu.448
h-Vahyin Yazıldığı Malzemeler:
Vahiy nazil oldukça Resulullah bunları alışılmış olan bir takım malzemeleri
kullanarak yazdırırdı. Hz. Peygamber zamanında genellikle yazı için şu malzemeler
İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.27.
İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.27.
445
Cerrahoğlu, Tefsir Usülü, s.53; İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.27.
446
Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 5; Savm, 7; Müslim, Fadail, 50; Nesai, Sıyam, 2; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/
288.
447
Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 7; Müslim, Fedailu’s-Sahahe, 99; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/ 325.
448
Cerrahoğlu, a.e, s.53–54.
443
444
75
kullanılırdı: Hurma dalları, ince beyaz taşlar, kürek kemikleri, işlenmemiş ince deri
parçaları, bez parçaları, yazı yazmaya elverişli tahta, çanak ve çömlek parçaları.449
Kur'ân'da bu hususta şöyle bir işaret vardır: "Tur dağına ve işlenmiş ince deri
üzerine yazılmış kitaba yemin ederim"450 Zeyd b. Sabit de: "biz Kur'ân'ı. Resulullah
(s.a.s)'ın yanında bez parçaları üzerine yazdık"451 demiştir.
i-Kur’an Vahyi’nin Korunması
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde vahyin korunmasıyla ilgili olarak şöyle
buyuruyor: “Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”
452
Bu
ayetten anlaşıldığı gibi vahyin korunmasını Yüce Allah bizzat kendi üzerine almıştır.
Ancak, Resulullah da Kur’an-ı bütün insanlara tebliğle vazifeli olduğundan beşer bir
peygamber olarak vahyin korunmasıyla ilgili kendi üzerine düşen görevi hakkıyla
yerine getirmiştir.
Hz. Peygamber ve vahyin ilk muhatabı olan topluluğun vasfı, ümmilik olup ve
yazı aletleri fazla bulunmadığından, Vahiy mahsulü olan Kur’an daha ziyade hafızalara
emanet edilmekle beraber yazı ile de kaydetme işi üzerinde de titizlikle durulmuştur.
Anlaşılıyor ki Hz. Peygamber vahyin başlangıcından sonuna kadar yazı, ezber ve arza
metotlarıyla vahyi koruma hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.
1-Vahyin Yazılması:
Hz. Peygamber vahyin geleceği anı önceden hissediyor ve bir kâtip çağırtarak
vahyi yazdırıyordu. Mekke döneminde bu hizmeti daha çok Abdullah b. Sad b. Ebî Sarh
(ra) veriyordu.453 Medine hayatında önce Ubeyy b. Kab sonra da Zeyd b. Sabit (ra)
devreye girdi. Zeyd, bu işte el-Kâtib unvanını alacak kadar çok hizmet verdi ise de onun
bulunmadığı durumlarda başkaları da vahiy yazma hizmeti vermiştir.454 Hz. Peygamber
Risalet hayatının en sıkıntılı safhası olan hicret esnasında bile kâtiplik yapacak biriyle
449
Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/185.
Tur: 52/1–3.
451
Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/185.
452
Hicr: 15/9.
453
İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.26-27.
454
İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.26-27.
450
76
(Hz. Ebu Bekir) beraber olmayı ve yanında yazı malzemesi bulundurmayı ihmal
etmemişti. Askerî seferlerinde, hatta askerlere verdiği istirahat anında bile kâtibiyle
beraber oluyordu.455
Zeyd b. Sabit’in (ra) şu açıklaması bir vahiy yazdırma hâdisesinin nasıl cereyan
ettiğini gösterir: “Ben, Resulullah (sav) için vahiy yazardım. Ona vahiy indiği zaman
üzerine şiddetli bir terleme gelirdi, sonra vahiy hâli geçince, O imlâ ettirir ben de,
beraberimde getirdiğim kemik veya başka bir parça üzerine yazardım. Bu işten çıktığım
zaman, (Vahiy esnasında üzerime çöken) Kur’an’ın ağırlığından ayaklarımın ezildiğini,
artık bir daha yürüyemeyeceğimi zannederdim. Yazma işi bitince bana: “Oku!” derdi.
Ben de okurdum, bir hata varsa düzeltirdi. Sonra ben bunu halka götürdüm”456
Bu rivayetten anlaşılan şu ki yazılan ilk nüsha Resulullah (sav)’in yanında,
hususi bir arşivde saklanmıyor, bundan, başka yazılı nüshalar çoğaltılmak ve
ezberlenmek üzere, Zeyd b. Sabiti beraberinde götürüyordu.
Bu durumdan hatıra gelebilecek: “Resulullah’ın gıyabında yapılacak bu
çoğaltma sırasında bazı hataların araya girebileceği…” gibi menfi ihtimalleri, “ezber”
ve “kontrol” sistemlerinin bertaraf edeceğini göreceğiz. Ve yine göreceğiz ki, Zeyd İbn
Sabit (ra) vahiy konusunda çok hassas ve bizzat Hz. Ebu Bekir’in beyanıyla son derece
güvenilir birisidir.
2-Vahyin Ezberlenmesi:
Kur’an’ın vahiy kâtiplerince yazılan bu ilk nüshalarından çoğaltılıp
ezberlendiği anlaşılmaktadır. Ve Kur’an surelerini, Ashabın zaman geçirmeden
ezberlemesi söz konusudur. Çünkü vahiyler günde en az beş kere kılınan namazlarda
okunuyordu. Ancak herkesin her gelen vahyi ezberlediği söylenemez. Bununla birlikte,
birçoklarının her gelen vahyi ezberlediği, çeşitli tariklerden gelen rivayetlerle sabittir
455
Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/33.
Buhari, Tefsirul Kur’an, 9; Kitabul Fezailul Kur’an, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned: V/184, 190–191;
Ez-Zerkeşi, a.g.e., c.I, s.296.
456
77
3-Vahiy’de Arza (Kontrol):
Hz. Peygamber, yazma ve ezberleme sırasında, kasıtsız olarak bir kısım
hataların yapılabileceğinin şuurundadır. Nasıl olmasın ki, insanın bir şey yazarken
farkında olmadan bazı ilave ve atlamalar şeklinde hatalar yaptığı gibi, çok iyi
ezberlediği bir şeyi, zamanla unutabileceği veya elinde olmayan ilaveler, eksiltmeler ve
hatta kelimelerde değiştirmeler yapabileceği de inkâr edilemeyen beşeri bir zaaftır.
Şu halde vahyin asliyetini korumada en çıkarlı yol, ne ezbere ne de yazıya fazla
güvenmeyip, yazıyı ezberle, ezberi de yazıyla kontrol etmektir. İşte Resulullah (sav)in
buna başvurduğunu görmekteyiz: Kur’an tarihinde arza denen hâdisenin maksadı budur.
Her Ramazanda, o Ramazana kadar gelen bütün Kur’ân vahiylerini Resulullah önce Hz.
Cebrail’e mukabele ettikten457 sonra, Mescid-i Nebevîde halkın huzurunda okuyarak,
herkesin, ellerindeki yazılı nüshaları ve ezberlerini kontrolden ve tashihten
geçirmelerine imkân vermiştir. Ve bu kontrol (arza) hadisesi Resulullah (sav)’in
hayatının son yılında iki kere yapılmıştır ki buna arza-i ahire denir.458
Arza-i ahire, Kur’an-ı Kerimin asliyeti üzere kitaplaşmasında ve dolayısıyla
bütünlüğünün korunmasında son derece önemli bir hadisedir. Çünkü bir kısım
rivayetler, Hz. Ebu Bekir’in hilâfeti sırasında, Kur’an’ın cem edilmesi çalışmalarında,
arza-i ahirde kontrolden geçen iki yazılı nüshanın esas alındığını göstermektedir.
Gerçekten Kur'ân-ı Kerim inince vahiy kâtipleri tarafından yazılmış ve Hz.
Peygamber'in işaretiyle ayetler surelerdeki yerlerine konmuştur. Hz. Peygamber'in
vefatından altı ay sonra, dağınık halde bulunan Mushaf sayfaları bir araya toplanıp bir
cilt haline getirilmiş ve üçüncü halife Hz. Osman zamanında da yeniden derlenip
çoğaltılarak başlıca eyalet merkezlerine gönderilmiştir.459
Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 1/5; Savm, 7; Müslim, Fadail, 50; Nesai, Sıyam, 2; Ahmed b.Hanbel, Müsned,
I/288.
458
Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 7; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 99; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/ 325.
459
Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.XXII, s.99–103.
457
78
SONUÇ
Vahiy, kelime olarak gizli konuşmak, ilham etmek, telkinde bulunmak,
fısıldamak ve benzeri anlamlara gelir. Vahyin kelime manası dikkate alındığında
Kur’an’daki kullanımına göre iki kısım olduğunu görmekteyiz.
Bunlardan biri Allah’ın dışındakiler nisbet edilen İlahi Olmayan Vahiydir ki
oda Hz. Zekeriyya’nın Vahyi ve Şeytanların Vahyidir. Bunun vahiy olarak
isimlendirilmesi hakiki değil mecazidir.
İkincisi ise Allah’a nisbet edilen İlahi Vahiydir. Bunu “Yüce Allah’ın bütün
varlıklara, yaratılış düzenine uygun hareket tarzlarını bildirme yolu ve insanlarla
konuşması şeklinde tanımlayabiliriz.” Kur’an-ı Kerim’de Allah’a nisbet edilen, sadece
peygamberlere yapılan vahiy değildir. O’nun vahyi canlı cansız diğer mahlûkatı da
ilgilendirir. Çünkü O, bütün varlıklara yaratılış düzenine uygun hareket tarzlarını vahiy
ve ilham edip bildirmiştir. Dolayısıyla Kur’an; meleklere, havarilere, Hz. Musa’nın
annesine, bal arısına, göğe ve yere olan farklı şekillerdeki vahyi, Allah’a nisbet
etmektedir. İlahi Vahiy de Genel Vahiy ve Özel Vahiy diye iki kısma ayrılır.
Genel Vahiy: “Allah’ın kâinatta yarattığı varlıklara hareket tarzlarını
bildirmesidir.” Bu çeşit vahiy, varlıkların, yaratılış gaye ve düzenini algılamaları ve ona
göre uyum sergilemeleridir. Bu yaratıkların fıtrat zorunluluğudur.
Özel Vahiy ise “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir
tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.”
Kur’an’da bildirildiğine göre özel vahiy, ya ilham (iç aydınlanması) ya perde
arkasından veya elçi vasıtası ile gerçekleşir. Allah’ın insanlarla konuşması diye
yorumladığımız bu vahyin çeşitlerini, kelimelerle tam olarak tasvir etmek mümkün
değildir. Zira bunların gerçek keyfiyetini, ancak bu çeşit vahiylerle bizzat muhatap olup
yaşayanlar bilir. Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir. Vahyin
Allah tarafından peygamberlere iletilmesi, tek taraflıdır. Peygamberlerin bunda iradeleri
yoktur. Allah, seçtiği her peygambere, vahyi kendi dili ile lafız ve mana olarak
göndermektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın dili Arapçadır. Kur’an’ın Arapça olarak
79
indirildiği, birçok ayette haber verilmektedir. Ayrıca çeşitli ayetlerden, Kur’an’ın hem
lafız ve hem mana olarak Allah tarafından gönderildiği anlaşılmaktadır.
Bu iki vahiy, sonuçları açısından zorunlu ve bağlayıcı olmakla beraber
muhteva ve amaç açısından farklılık göstermektedir. Ancak İslam kültüründe vahiy
denilince hep vahyin özel kısmı, yani peygamberlere yapılan vahiy akla gelir. Bu
anlamda vahiy terim olarak, Allah Teala’nın insanlara bildirmek istediği emir, yasak ve
haberleri vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda gizli ve süratli bir yolla peygamberlerine
iletmesi demektir. Peygamberlere gönderilen vahyin amacı, insanın, yaratıcısıyla irtibat
ve diyalog kurmasını sağlayarak, dünya ve ahirette mutluluğa erişmesini temin etmektir.
Bu sebepledir ki, insanlık tarihi boyunca bütün peygamberler vahye mazhar olarak bu
irtibat ve diyalogun yolunu göstermişlerdir.
Vahiy anlayışı, insanlıkla beraber başlamış ve günümüze kadar değişik İnanç
sahipleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Vardığımız önemli sonuçlardan
biri de, Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Âdem ile başlayan vahiy müessesesinin, Hz.
Muhammed’in peygamberliğinde ve önderliğinde en olgun, en son halini almış
olmasıdır. Artık bundan sonra her kim Nübüvvet, Risalet ve Peygamberlik iddia eder,
peygamber olduğunu söylerse, bu iddiasında yalancıdır, o aynı zamanda, Allah’a yalan
ve iftirada bulunmaktadır.
Kur’an’ın vahiy mahsulü olduğunda şüphe yoktur. Kur’an Vahyinin kaynağı
Allah’u Teala’dır. Bu husus Kur’an’da defalarca dile getirilmektedir.
Genel anlamda ilahi vahye konu olan hususların bir özelliği de, Kur’an öncesi
vahiylerin süreli ve mahalli, Kur’an vahyinin ise, evrensel bir yapıda olmasıdır. Bütün
zaman ve mekânların kutsal kitabı olan Kur’an için evrensellik esasen bir zorunluluktur.
Kur’an-ı Kerim, bütün zamanlara, mekânlara ve kavimlere hitab eder. Zaman ve
mekânla sınırlı olmamak Kur’ani vahyin özelliklerindendir. Zira onun vahyi evrensel
bir nitelik arz etmektedir. Ayrıca Kur’an, Allah’ın indirdiği tüm kitap ve sayfaların
kapsadığı vahiylerin esasını kapsamaktadır. Kur’an’ın beyanına göre bu mukaddes
kitap, ilk indiği gündeki aslını muhafaza etmektedir. İlahi kitaplarda bulunması gereken
bütün vasıflara da haiz tek kitaptır. Çünkü o, vahyin son halkasını oluşturmaktadır.
80
Ancak ifade edelim ki, Kur’an vahyinin söz konusu evrensel yapısı, koyduğu
prensiplerin zaman aşımı ile mükemmelliğe ulaşması sayesinde değil, daha başlangıçta
mükemmel bir tarzda indirilmesiyledir. Kur’an vahyinin bu evrensel dokusunda en
önemli gerçek, onun değişmeyen özüne rağmen farklı ortamlara göre farklı şekiller
almasını temin eden esneklik özelliğidir.
Kur’an’a göre vahiy, Allah’ın kelamıdır. Kur’an, Allah tarafından gönderilmiş,
Allah’ın bir tür konuşması ve hitabı olduğundan “Kelamullah” ile müşterek bir lafızdır.
Kur’an denilince Kelamullah, Kelamullah denilince Kur’an anlaşılır. Allah mütekellim,
emredici, yasaklayıcı ve haber vericidir.
Allah, peygamberlerine olan kelamını vahiy olarak isimlendirmiştir. Kur’an,
O’nun vahyinin ve kelamının bir tezahürüdür; aynı zamanda Hz. Peygamberin nübüvvet
ve risaletine delildir.
“Allah insanlarla ancak vahiy suretiyle, perde arkasından yahut bir elçi
göndermekle konuşur; izniyle dilediğine dilediğini vahyeder”460
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın
Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”461
460
461
Şura: 42/51.
Ahzab: 33/40.
81
KAYNAKÇA
A’Lİ’YYUL KARİ, Şerhu’l Emali, İstanbul: Fazilet Neşr. ts.
AKSEKİ, Ahmet Hamdi, İslam Dini, 29.bsk. Ankara: DİB. Yay. 1980.
_______ İslam, Neşre Haz: Hasan Tahsin Feyizli, Ankara: Nur yay. 1981.
ALPER, Ömer Mahir, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy-Felsefe-Din İlişkisi, İstanbul:
Ayışığı Kitapları,2000.
ASLAN, Abdulgaffar, Kur’an’da Vahiy, Ankara: Ankara Okulu yayınları, 2000.
ATAY, Hüseyin, İslam’ın İnanç Esasları, Ankara: AÜİF Yay. 1992.
ATEŞ, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, İstanbul: Kuba Yayınları, 1997, I-XXX.
_______Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988, I-XII.
AYDIN, Mehmet Said, Din Felsefesi, 8.bsk. İzmir, İİF. Vakfı Yay. 1999.
AYNİ, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetul Kari Şerh’u Sahihi
el-Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1998, I-XVI.
______ Şerhu Müsnedi Ebi Hanife, Beyrut: Daru’l Kutubil İlmiyye, 1984.
BAYRAKLI, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul:
Bayraklı Yay. 2001.
BEYDAVİ, Naisruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi, Tefsiru’l
Beydavi (Envaru’t Tenzil ve Esraru’t Te’vil), 1.bsk. Beyrut, Dar’u-r Reşid,
2000, I-III.
BUHARİ, Ebu Abdilllah Muhammed b. İsmail, Sahihi Buhari, 2.bsk. İstanbul: Çağrı
yay. 1992, I-VI.
BULAÇ, Ali, İslam Düşüncesinde Din-Felsefe Vahiy-Akıl ilşkisi, İstanbul: İz yay.
1995.
CERRAHOĞLU, İsmail, "Garanik" mad. DİA.
______Tefsir Usulü, 11.bsk. Ankara: TDVY. 1997.
CEVZİYYE, İbn Kayyım, Zadu’l Mead, Çev. Şükrü Özen, İst. İklim yay. 1988, I-VI.
CÜRCANİ, Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif, Kitabu’t Ta’rifat, Beyrut, Dar’ul
Kutubil İlmiyye, 1995.
82
ÇAKAN, İsmail Lütfü - Dursunali Türkmen, Fetretu’l Vahiy” mad. İA. İst, Şamil yay.
1999.
ÇELEBİ, İlyas, İslam İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdulcebbar, İst. Rağbet
yay. 2002.
DARİMİ, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahzi, Sünen-i Darimi, 2.bsk. İstanbul:
Çağrı yay. 1992, I-II.
DEMİRCİ, Muhsin, Vahiy Gerçeği, İstanbul: MÜİF Yay. 1996.
DOĞAN, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: 1996.
DUMAN, Mehmet Zeki, Vahiy Gerçeği, 1.bsk. Ankara: Fecr yay.1997.
EBU DAVUD, Süleyman b. El-Eş’as, Sünen-i Ebi Davud, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay.
1992, I-VI.
EBU ZEHRA, Muhammed, Mezhepler Tarihi, çev. Sıbğatullah Kaya, İstanbul: Şura
yay. trsz.
EBU ZEYD, Nasr Hamid, İlahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara:
Kitabiyat, 2001.
ERDOĞAN, Mehmet, Vahiy Akıl Dengesi Açısından Sünnet, İstanbul: MÜİF Vakfı
Yay. 2001.
ESED, Muhammed, Kur’an Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, 5.bs. İstanbul:
İşaret yay. 1999, I-III.
FAHRİ, Macit, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan, 2.bsk. İstanbul: İklim yay.
1992.
FAZLUR RAHMAN, Ana Konularıyla Kur’an, Trc. Alparslan Açıkgenç, Ankara:
Ank. Okulu yay.1993.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, 8.bsk. Ankara: Selçuk
yay. 1996.
_______ İmamiyye Şiası, İstanbul, Selçuk yay. 1984
FİRUZABADİ, Ebu Tahir b. Yakub, Kamusu’l Muhid, 7.bsk. Beyrut: Dar’ul Fikr,
1999.
GÖLCÜK, Şerafettin, Toprak, Süleyman, Kelam, 4.bsk, Konya: Tekin Kitabevi, 1998.
HAKİM EN-NEYSABURİ, Abdullah Muhammed b. Abdullah, El-Müstedrek A’la-s
Sahihayn, Beyrut, Dar’ul Mearif, 1998, I-VI.
83
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, 5.bsk. İstanbul:
İrfan yay. 1993, I-II.
______ İslam Tarihine Giriş, Çev. Ruhi Özcan, İstanbul: Beyan Yay. 1994.
HANBEL, Ahmed Muhammed b, Müsned, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay.1992, I-VI.
HARMAN, Ömer Faruk, “Ahd-i Atik” mad. DİA.
_______Yahudilikte Peygamberlik ve Peygamberler, İstanbul:1988.
İBN HACER EL ASKALANİ, Ahmed b. Ali, Fethul Bari bi Şerhi Sahihi Buhari,
Beyrut, Dar’ul Fikr, 2000, I-XV.
İBN HALDUN, Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, trc. Süleyman
Uludağ, 2.bsk. İstanbul: Dergâh yay. 1998, I-II.
İBN KESİR, Ebu’l Fidai İsmail, Kısasu’l Enbiya, 1.bsk. Beyrut, Dar’u İbn Kesir, 1992.
______Tefsir’u Kur’an’il Azim, tahk: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed
Seyyid Reşad, Muhammed Fazl, Ali Ahmed, Hasan Abbas, 1.bask. Kahire: elFarukul Hadise yay. 2000, I-XV.
İBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Süneni İbn Mace, 2.bsk. İst. Çağrı
yay. 1992, I-II.
İBN MANZUR, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanû'l Arab, Beyrut: Darul
Mearif, 2000, I-XVIII.
İBN ZEKERİYYA, Mucem’ul Mekayıs, Beyrut: Darul Fikr, 1994.
İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan Ziyad, Hamid Abdulkadir, Muhammed Ali’un Neccar,
Mu’cemul Vesıd, İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-II.
İSFEHANİ, Ebu’l Kasım el-Huseyn Muhammed er-Rağıp, el-Müfredat Elfazil
Kur’an, tahk: Safvan Adnan Davudi, 2.bs. Beyrut: Dar’u Şamiyye, 1997.
İZUTSU, Toshikiko, Kur’anda Allah ve İnsan, terc. Süleyman Ateş, İst. Yeni Ufuklar
Neşriyat, ts.
KARAMAN, Hayrettin-BARDAKOĞLU, Ali-APAYDIN, Yunus, İlmihal, İst.
DİVANTAŞ, 1998, I-II.
KARAMAN, Hayrettin-ÇAĞRICI,
Mustafa-DÖNMEZ, İbrahim Kafi-GÜMÜŞ,
Sadrettin, Kur’an Yolu, Ankara: DİB Dini Yayınlar Dairesi, 2003, I-V.
KERİMOĞLU, Yusuf, Kelimeler Kavramlar, 16.bsk. İstanbul: İnkılap yay. 1997.
KIRBAŞOĞLU, Mehmet Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara: Ank. Okulu
Yay., 1997.
84
Kitab-ı Mukaddes.
KÖKSAL, M.Asım, Peygamberler Tarihi, Ankara: TDV yay.1995, I-II.
KÖTEN, Akif, “Rahmet” mad. ŞİA. İstanbul: 2000.
Kur’an-ı Kerim.
KURTUBİ, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, terc:
M.Beşir, Eryarsoy, İstanbul: Buruc Yayınları, 1997, I-XIX.
MALİK B. ENES, Muvatta, 2.bsk., İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-II.
MEVDUDİ, Ebu’l A’la, Tefhimu’l Kur’an, trc.kurl: Muhammetd Han Kayani, Yusuf
Karaca, Nazife şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş, İstanbul: İnsan
yay. 1996, I-VII.
______Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmed
Asrar, 3.bsk. İstanbul: Pınar yay. 1992, I-III.
MÜSLİM B. EL-HACCAC, Ebu’l-Hüseyin, Sahihi Müslim, 2.bsk. İstanbul: Çağrı
yay.1992, I-III.
NESAİ, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen-i Nesai, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay.
1992, I-VII.
NESEFİ, Abdullah b. Ömer Ebu’l Berekat, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil,
Beyrut: Dar’ul Kitabil Arabî, 1988, I-IV.
NEVEVİ, Ebu Zekeriyya Yahya İbni Şeref İbni Muri, Riyazu’s Salihin, Terc. Ve Şerhi,
Yaşar Kandemir, İsmail Lütfi Çakan, Raşit Küçük, İstanbul: Erkam yay. 1997,
I-VIII.
OLGUN, Tahir, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul: Işık Basımevi, 1946.
RAZİ, Fahreddin Muhammed b. Ömer; Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, trc. kurl:
Sadık Kılıç, Lütfullah Cebeci, Suat Yıldırım, Cafer Sadık Doğru, Ankara:
Akçağ Yayınları, 1988, I-XXIII.
RUDANİ, Muhammed b. Muhammed b. Süleyman, Büyük Hadis Külliyatı, trc: Naim
Erdoğan, İstanbul: İz yay. 1996, I-V.
SABUNİ, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, terc. Sadrettin Gümüş, Dr. Nedim
Yılmaz, İstanbul: Ensar Neşriyat,1995, I-VII.
SALİH, Suphi, Kur’an İlimleri, Çev. M.said Şimşek, İstanbul: Esra yay. 1994.
SOYSALDI, Mehmet, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsiri, Ankara: Fecr yay.
2001.
85
SURUÇ, Salih, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, 3.bsk. İstanbul: Yeni
Asya Neşr. 1991.
SUYUTİ, Celalettin, el- İtkan fi Ulum’il Kur’an, 4.bask. Beyrut: Dar’u İbn Kesir,
2000, I-II.
______Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimi (sav)el-Hasaisü’l-Kübra, çev. Naim
Erdoğan, İstanbul: İz Yay. 2003.
ŞAFİ’İ, Muhammed b. İdris, er-Risale, Beyrut, Dar’un Nefais, 1999.
ŞEHRİSTANİ, Ebu’l Feth Muhammed Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed, el-Milel ve’nNihal, tahk: Emir Ali, Ali Hasan. 7.bsk. Beyrut, Dar’ul Marife, 1998, I-II.
TABBARA, Afif Abdulfettah, Kur'an'da Peygamberler ve Peygamberimiz, Terc.
Ali Rıza Temel, Yahya Alkın,İstanbul 1982.
TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Cami’ul-Beyan, Beyrut: Dar’ul Fikr, 1999,
I-XV.
TAHANEVİ, Muhammet b. Ali, Keşşafu İstilahati’l Funun, Beyrut: Dar’ul Kitabil
İlmiyyeti, 1998, I-IV.
TANYU, Hikmet, “Ahd-i Cedid” mad. DİA.
TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevdete, Sünen-i Tirmizi, 2.bsk. İstanbul:
Çağrı yay.1992, I-V.
TOPALOĞLU, Bekir, “Beyyine” mad. DİA.
TURGAY, Nurettin, Kur’an’da Vahiy Kavramı, Diyanet İlmi Dergi, c.XXXVII,
(Ekim-Kasım-Aralık 2001) sayı:4.
TÜMER, Günay- KÜÇÜK, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara: Ocak yay. 1993.
ULUDAĞ, Süleyman, “Zikir” mad. İA, (MEB), İstanbul:1993, I-XIII.
ÜNAL, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul: Beyan Yayınları, 1990.
VEHBE ZUHAYLİ, et-Tefsirü’l-Münir,
XXVIII.
Beyrut, Dar’ul Fikril Muasır, 1998, I-
WATT, William Montgomery, Günümüzde İslam ve Hıritiyanlık, terc. Turan Koç,
İstanbul:1991.
______ Modern Dünyada İslam Vahyi, çev. Mehmet Said Aydın, Ankara: Hülbe yay.
1982.
WENSİNCK, A.J, “Furkan” mad. İA. (MEB) İstanbul: 1993, I-XIII.
86
______“Vahiy” mad. İA. (MEB), İstanbul: 1993, I-XIII.
YAĞCI, Cengi, “Vahiy” mad. ŞİA, İstanbul: Şamil yay., 2000, I-VIII.
YAVUZ, Y. Şevki, “Cebrail” mad. DİA, İst.1993.
YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Azim Dağıtım
1992, I-X.
YENİÇERİ, Celal, Uzay Ayetleri Tefsiri, İstanbul: Erkam yay. 1995.
YILDIRIM, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, İzmir: Anadolu Yayınları,
1989, I-XIII.
YILDIRIM, Suat, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, 3.bsk. İstanbul: Ensar
Neşriyat, 1989.
YURDAGÜR, Metin, “Fetret” mad. DİA. İstanbul: 1995.
ZAVİ, Tahir Ahmet, Muhtarul Kamus, Libya-Tunus: Darul Arabiyyetü Lilkitab 1975.
ZEBİDİ, Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdil –Latif, Sahihi Buhari Muhtasarı
Tecridi Sarih Tercemesi, trc: Ahmed Naim, İst. DİB Yay. 1991, I-XII.
ZEMAHŞERİ, Ebu’l Kasım Carullah Mahmut b. Ömer b. Muhammed, Tefsiru’l
Keşşaf, 3.bsk. Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye, 2003, I-IV.
ZERKANİ, Muhammed Abdulazim, Menahillu’l-İrfan fi Ulumi’l Kur’an, 1.bsk.
Beyrut: Dar’ul Kutubil İlmiyye, 1988, I-II.
ZERKEŞİ, Bedruddin Muhammed b. Abdullah, El-Burhan fi Ulumil Kur’an, Beyrut,
Dar’ul Fikr, 2001, I-IV.
87
Download