T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI TRABZON-AKÇAABAT-DARICA EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ KUR’AN-I KERİM’DE VAHİY KAVRAMI III. DÖNEM BİTİRME TEZİ Hazırlayan: Recep EREN Danışman: Kadir DİNÇ TRABZON–2006 ÖNSÖZ Bizi ve her şeyi yaratan, bitmez tükenmez nimetleri içinde yaşatan Yüce Allah’a hamdü sena eder; sevgili peygamberimiz, dünya ve ahirette en büyük rehber ve önderimiz Hz. Muhammed (sav)'i ve kendisinden önce gelip geçmiş olan bütün peygamberleri ve İslâm davasına hizmet edenleri sevgi ve saygı ile selamlarım. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem (as)'den peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav)'e kadar isimlerini bildiğimiz ve bilmediğimiz birçok peygamber gelip geçmiştir. Allah’u Teala, bu peygamberlerin hepsine vahyetmiştir. Bu Peygamberler de Allah’tan aldıkları vahyi eksiksiz bir şekilde insanlara bildirmişlerdir. Allah’ın, insan ile iletişiminin alameti olan vahiy konusunu içeren bu çalışmayı yaparken başta Allah'ın Kelam'ı Kur'an-ı Kerim'e, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine, İslâm müfessirlerinin ve mütefekkirlerinin görüşlerine müracaat ettik. Bu çalışmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş de İnsanın yaratılış gayesini ve Akıl-Vahiy- İnsan ilişkisini izah ettik. Birinci Bölümde Vahiy kelimesinin lugavi ve ıstılahi manalarını verip, bu kelimenin Kur’an’da kullanılan müradiflerine işaret edip, Vahyin içeriği hakkında yani vahyin kaynağı, vahiy meleği, vahiyde peygamber, vahiyde gizlilik ve süratlilik, vahiy yollarının cin ve şeytanlardan temizlenmesi konularını ayetler ve hadisler ışığında açıkladık. İkinci Bölümde tarihi süreç içerisinde İlahi Dinlerde vahyin nasıl algılandığını izah ettik. Üçüncü Bölümde ise Kur’an da Vahiy konusunu ele alıp İlahi olup olmaması açısından açıklamaya çalıştık. Bu çalışmayı yaparken Eğitim Merkezinde İhtisas dönemimiz süresince bizlere maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Müdürümüz Sayın Zeki YAVUZYILMAZ Bey’e, bu çalışmaya danışmanlık yapıp yardım ve destekte bulunan Değerli Hocamız Kadir DİNÇ Bey'e, bilgi ve tecrübelerinden faydalandığımız Eğitim Merkezimizde görev yapan Kıymetli Hocalarımıza teşekkür ediyoruz. Yapmış olduğumuz bu çalışmanın hayırlara vesile olmasını temenni ederiz. Tevfik ve inayet ancak Allah'tandır. Trabzon–2006 Recep EREN III İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ............................................................................................................................ II İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... IV KISALTMALAR ............................................................................................................ VI GİRİŞ ............................................................................................................................... II BİRİNCİ BÖLÜM ............................................................................................................ 5 KELİME VE KAVRAM OLARAK VAHİY VE İÇERİĞİ ............................................. 5 A-VAHYİN TANIMI: ....................................................................................................... 5 1-Vahyin Lügat Anlamı: ........................................................................................... 5 2-Vahyin Istılahi Anlamı: ......................................................................................... 6 3-Vahiy Kelimesi İle Alakalı Bazı Kavramlar: ...................................................... 14 B-VAHYİN İÇERİĞİ:...................................................................................................... 17 1-Vahyin Kaynağı: .................................................................................................. 17 2-Vahiy Meleği: ...................................................................................................... 19 3-Resul-Nebi-Peygamber: ...................................................................................... 21 4-Vahiy’de Gizlilik: ................................................................................................ 24 5-Vahiy’de Süratlilik: ............................................................................................. 24 6-Vahiy Yolları’nın Cin Ve Şeytanlardan Temizlenmesi: ..................................... 26 İKİNCİ BÖLÜM............................................................................................................. 30 İLAHİ DİNLER DE VAHİY ANLAYIŞLARI .............................................................. 30 A-YAHUDİLİKTE VAHİY: ............................................................................................. 30 B-HIRİSTİYANLIKTA VAHİY:........................................................................................ 31 C-İSLAM’DA VAHİY: .................................................................................................... 34 1-Mutezile’ye Göre Vahiy: ..................................................................................... 35 2-Şia’ya Göre Vahiy: .............................................................................................. 37 3-İslam Filozoflarına Göre Vahiy: .......................................................................... 38 4-Ehli Sünnete Göre Vahiy: .................................................................................... 41 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ........................................................................................................ 43 KUR’AN-I KERİM’DE VAHİY KAVRAMI ................................................................ 43 I-İLAHİ OLMAYAN VAHİY:........................................................................................... 43 A-Zekeriyya (as)’ın Vahyi: ..................................................................................... 43 B-Şeytanların Vahyi: .............................................................................................. 44 C-Vahiy Almadan Vahiy Aldığını İddia Edenler: .................................................. 47 II-İLAHİ VAHİY: ........................................................................................................... 49 A-Genel Vahiy: ....................................................................................................... 49 1-Meleklere Olan Vahiy: .................................................................................... 49 2-Peygamberler Dışında Diğer İnsanlara Olan Vahiy: ....................................... 50 3-İnsanlar Dışında Diğer Canlı Varlıklara Olan Vahiy: ..................................... 54 4-Cansız Eşyaya Olan Vahiy: ............................................................................. 55 IV B-Özel Vahiy: ......................................................................................................... 57 1-Hz. Muhammed’den Önceki Peygamberlere Olan Vahiy: .............................. 57 2-Hz. Muhammed’e Gelen Vahiy:...................................................................... 60 a-Hz. Peygamber Ve Kur’an Vahyi: ............................................................... 60 b-Hz. Peygamber’e İlk Vahyin Gelişi: ........................................................... 62 c-Fetret-i Vahiy: .............................................................................................. 64 d-Vahyin Mahiyeti Ve Özellikleri: ................................................................. 67 e-Vahyin Geliş Şekilleri: ................................................................................ 70 1-Vasıtasız Vahiy:....................................................................................... 70 2-Vasıtalı Vahiy: ......................................................................................... 71 f-Vahiy Esnasında Resulullah’ın Durumu: ..................................................... 73 g-Hz. Peygamberin Vahiy Kâtipleri: .............................................................. 74 h-Vahyin Yazıldığı Malzemeler: .................................................................... 75 i-Kur’an Vahyi’nin Korunması ....................................................................... 76 1-Vahyin Yazılması: ................................................................................... 76 2-Vahyin Ezberlenmesi: ............................................................................. 77 3-Vahiy’de Arza (Kontrol): ........................................................................ 78 SONUÇ ........................................................................................................................... 79 KAYNAKÇA.................................................................................................................. 82 V KISALTMALAR a.e. : a.g. : a.g.d. : a.g.e. : a.s. : Ank. : AÜİF : b. : Bkz. : bsk. : c. : c.c. : çev. : DİA : DİB : Fak. : H. : Hz. : İA : İst. : Krş. : mad. : MEB : MÜİF : Neşr. : ra. : s. : sav. : ŞİA. : tahk : TDVY : terc. : Terc. Kurl.: ts. : Ünv. : v.b. : v.s. : vd. : yay : Aynı eser Adı geçen Adı geçen dergi Adı geçen eser Aleyhi-s Selam Ankara Ankara Ünv. İlahiyat Fak. bin, ibn Bakınız Baskı Cilt Celle Celalühü Çeviren, Tercüme eden Diyanet İslam Ansiklopedisi Diyanet İşleri Başkanlığı Fakültesi Hicri Hazreti İslam Ansiklopedisi İstanbul Karşılaştırınız Maddesi Milli Eğitim Bakanlığı Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Neşriyat Radiyallahu anh ve Radiyallahu anha Sayfa Sallellahu aleyhi vesellem Şamil İslam Ansiklopedisi Tahkik Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Tercüme eden Tercüme Kurulu Tarihsiz Üniversitesi ve benzeri Vesaire ve devamı yayınevi, yayınlar VI GİRİŞ İnsanı atılmış bir damla sudan yaratan,1 yeryüzüne onu halife olarak gönderip2 imtihana tabi tutan3 Yüce Allah, insanın yaratılış gayesinin ancak ve ancak kendisine kulluk olduğunu beyan etmiştir.4 Allah’u Teala, insanın kendisine ibadet etmesini isterken bu konuda insanı kendi kendine bırakmamıştır.5 İnsanın gerçeği bulması için çeşitli işaretler, çeşitli yollar göstermiştir. Bu yolların en başta geleni Allah’ın, insan ile iletişiminin alameti olan vahiydir. İnsan, bu vahyi aldıktan sonra Allah ile iletişime geçer ki böylece insanın Allah ile iletişiminin alameti olan ibadet başlar. Vahiy, asıldan vekile, Allah’tan insana, külli iradeden, cüz’i iradeye olan ilişkinin adıdır. Vahiy, dini insana, insanı dine aktarma biçimidir. Vahiy, bir insan için teneffüs ettiği hava gibidir. İbadete gelince, vahye karşı verilen en onurlu, en kaliteli bir cevaptır. İbadet, ilahi bir reçetedir. Öyle bir reçete ki, Allah-İnsan ilişkisini düzen ve intizama sokan ve Allahinsan ilişkisini sürekli sıcak tutan imkânlar zinciridir. İbadet, imtihana sokulan insanın, imtihanda başarılı olup, kul vasfını almada en kuvvetli bir takviyedir. İnsanın Vahiyle sorumlu tutulabilmesinin en önemli vasfı akıllı bir varlık olmasıdır. Hz Peygamberin en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim de insanlık dünyasına gelişi bakımından vahye, anlaşılması bakımından da akla dayanır ve bünyesinde akıl sözcüğünü fiil olarak kullanarak aklı çalıştırmanın önemini vurgular. Ancak bu akılcılık bilimsel verilere dayanmalı ve Kur'an'ın anlaşılmasına yardımcı bir yöntem olması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Kâinat’ın ve imanın sırlarının çözülmesi ancak aklın işletilmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “...Öyle ki (Allah) helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah Bkz. Kur’an-ı Kerim, Nahl: 16/4; Kehf: 18/37; Hac: 22/5; Müminun: 23/ 12–24; Secde: 32/8; Fatır: 35/11; Yasin: 36/77; Mü’min: 40/67; Necm: 53/46; Kıyame: 75/37; İnsan: 76/2; Mürselat: 77/20; Abese: 80/19; Tarık: 86/5–7. 2 Bkz. Bakara: 2/30; En’am: 6/165; A’raf: 7/69,74; Yunus: 10/14,73; Neml: 27/62; Fatır: 35/39; Sad: 38/26. 3 Bkz. Muhammed: 47/31; İnsan:76/2. 4 Bkz. Zariyat: 51/56–57; Cin: 72/16–17. 5 Bkz. Müminun: 23/115; Kıyame: 75/36. 1 hakkıyla işitendir, bilendir.”6 Bu ayette geçen “beyyine” kelimesi akıl ve idrakin işletilmesiyle elde edilen kanıt demektir. Taberiye göre bu ayetin manası “Allah’ın mahlûkatından ölen, Allah tarafından ispatlanan ve özrünü ortadan kaldıran bir delili görerek ölsün. Yine Allah’ın mahlûkatından yaşayan da, Allah tarafından ispatlanan ve gözüyle gördüğü ve bildiği bir delil üzerine yaşasın” şeklindedir.7 O halde, Kur’an’da sözü edilen iman akılla kucaklaşan bir imandır. Yukarda açıklamaya çalıştığımız ayetten de anlaşılıyor ki akla sırt dönen bir imanın Kur'an'dan onay alması mümkün degildir. Kur'an-ı Kerim, insanlık dünyasına gelişi bakımından vahye, anlaşılması bakımından da akla dayandığına göre, akıl ve vahiy el eledir. Ancak akıl en büyük hünerini, vahye teslim olması gereken yerde durmakla gösterir. Böylece insanın hem akıl hem de vahiyden yarar sağlaması mümkün olur. Kuran'da birçok ayet insanı düşünmeye, akıl etmeye çağırıyor. Peki, Allah'ın ayetleri karşısında aklın rolü nedir? Kuran'da yüzlerce ayet "...düşünmez misiniz?"8 "...akletmez misiniz?"9 "....fıkhetmez misiniz?"10 gibi ifadelerle son buluyor. Peki, insan aklının, dinlerin getirdiği vahiy karşısındaki değeri ne? Bu şekildeki ifadeler sadece Allah'ın varlığı, insanın sorumluluğu ve benzeri inanç konularıyla ilgili ayetlerde söz konusu edilmez, dini hükümleri içeren, hatta ibadetlerle ilgili ayetlerde de geçmektedir. Kuran, dinin bütün alanlarında muhataplarını düşünmeye davet etmektedir. Cehennem ehli olmaya müstahak olanlar ise akletmeyen kimselerdir. Kur’an, "kâinat kitabı" üzerinde düşünmeye çağırıyor: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah'ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgârların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda elbette aklını çalıştıran kimseler 6 Enfal: 8/42. Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Cami’ul-Beyan, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1999, c.VI, s.16–17. 8 Bkz. Bakara: 2/ 219,266; Al-i İmran:3/ 191; Maide:5/ 18; En’am: 6/ 50; A’raf: 7/ 176,184; Yunus: 10/24; Ra’d: 13/3; Nahl:16/ 11,44,69; Rum: 30/8,21; Sebe’:34/46; Zümer:39/42; Casiye: 45/13; Haşr: 59:21. 9 Bkz. Bakara: 2/ 44,73,75-76,164,170-171,242; Al-i İmran: 3/65,118; Maide: 5/ 58,103; En’am:6/32,126, 151; A’raf: 7/ 169; Enfal: 8/ 22; Yunus: 10/ 16,42,100; Hud: 11/ 51; Yusuf: 12 /2,109; Ra’d: 13/4; Nahl:16/ 12,67; Enbiya: 21/10,67; Hac:22/ 46; Mü’minün:23/ 80; Nur: 24/61; Furkan:25/44; Şuara: 26/28; Kasas:28/ 60; Ankebut:29/ 35,43,63; Rum:30/24,28; Yasin:36/ 62,68; Saffat:37/138; Zümer:39/43; Mü’min:40/ 67; Zuhruf:43/ 3; Casiye: 45/5; Hucurat:49/ 4; Hadid: 57/ 17; Haşr:59/ 14; Mülk:67/ 10. 10 Bkz. Nisa: 4/ 78; En’am:6/ 25,65,97–98; A’raf: 7/179; Enfal: 8 / 65; Tevbe: 9/81,87,122,127; Hud:11/91; İsra: 17/ 44,46; Kehf: 18 / 57,93Taha: 20/ 28; Fetih: 48 /15; Haşr: 59/ 13;Münfikun: 63/ 3,7. 7 2 Allah'ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır."11 Kuran ayrıca aklını kullanmayanın sorumlu olduğunu da haber veriyor: "Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir."12 Kişi, ancak gördüklerinin, duyduklarının ve o ana kadar aklını kullanarak muhakeme yoluyla vardığı sonuçların birikimleriyle aklını kullanır. Göz de, kalp de, kulak da bilgi edinmenin yollarıdır. O halde bir bilgi edinmenin peşine düşen kişi göz, kulak ve kalp nimetlerinin şükrünü yerine getirmemiş olur ve bu nedenle de sorumludur. İnsanın yaptıklarından sorumlu olmasının, akıl ve iradesinin varlığından ve bu iradeyi özgürce kullanabilmesinden kaynaklanmaktadır. Akıl yalnız başına Hakk'ı tam olarak yakalayamaz ama insana büyük ölçüde rehberlik eder. Çünkü akıl, karar verirken o güne kadarki deneyimlerinden yararlanır. Ayrıca kişi aklını kullanırken kimi duygularının etkisinde kalabilir. Bununla birlikte akıl, insana verilmiş en büyük nimettir. Nitekim vahyi de akılla anlarız. Ama vahiy, Allah katındandır, yanılma söz konusu değildir. İslam, vahye dayalı akıl dinidir. Elbette ki bu her önüne gelenin din adına fetva vermesini haklı göstermek için kullanılmamalıdır. Çünkü İslam akılla çelişmez, o halde “benim aklım bu işi böyle daha mantıklı buluyor" diyerek dini ulu orta yoruma tabi tutmak, akıl üstü bir olay olan vahyi akla mahkûm etmek demek olacağı için dinin yapısına, özüne ters olur bunun sonucunda da ortada din kalmaz. "Sözleri dinleyip karşılaştırarak, en güzeline uyanları müjdele! İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir ve işte akıl sahipleri onlardır."13 ayeti ilme ve bilgiye önem verilmesi ve "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır."14 ayeti ile de zanna, hayale uyulmanın yerilmesi, tebliğin en iyi biçimde gerçekleşmesinin vahyi aşmayan akıl ve ilim ile mümkün olduğunu belirtir. Kur'an-ı Kerim'i tebliğ etmenin ve bilgi aktarmanın başlangıcı, okumak, okumayı önermektir. Önce okuyarak, sonra da düşünerek gerçeğe ve doğruya ulaşmaz 11 Bakara: 2/164. İsra: 17/36. 13 Zümer: 39/18. 14 İsra: 17/36. 12 3 mıyız? “Kitabı okuyup duruyorsunuz; hala düşünmeyecek misiniz?”15 ayeti ile vurgulanan düşünmek, aklı işletmenin başlangıcıdır. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.”16 "..Ve Kur'anı ağır ağır, düşüne düşüne oku."17 15 Bakara: 2/ 44. Alak: 96/1–5. 17 Müzzemmil: 73/4. 16 4 BİRİNCİ BÖLÜM KELİME VE KAVRAM OLARAK VAHİY VE İÇERİĞİ Peygamberler tarafından tebliğ edilmeyen ve vahye dayanmayan hiçbir kitap "İlâhi Kitap" vasfını taşımaz. Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e vahiy yoluyla nazil olmuştur. Dolayısıyla vahiy kelimesinin Lügat ve Istılah manaları Kur’an-ı Kerim’i anlamada çok önemlidir. A-Vahyin Tanımı: 1-Vahyin Lügat Anlamı: Arapça bir kelime olan Vahiy, (V-H-Y) fiilinin mastarı olup, lügatte; gizli konuşmak, emretmek, ilham etmek, göstermek, süratli ve gizli telkinde bulunmak, ima ve işaret etmek, yazı ile bildirmek ve fısıldamak, esinlenmesini sağlamak, insanın içine doğmak, vb. gibi manalara gelir. Genel olarak "bir şeyi gizli ve hızlı bir şekilde bildirmek" şeklinde tarif edilmiştir.18 Vahyi “bildirim” diye tanımlamamızda mümkündür. Çünkü bu kelime, vahiy ile ilgili bütün kelimeleri kapsamaktadır. Zira bildirim, kimi zaman sözle, kimi zaman yazıyla, kimi zaman işaretle, kimi zamanda ilham yoluyla gerçekleşir.19 Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed İbn Manzur , Lisanûl Arab, Beyrut, Darul Mearif, 2000, c.XV, s.171–172; Ebu Tahir b. Yakub el-Firuzabadi, Kamusu’l Muhid, 7.baskı, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1999, s.1207; Ebu’l Kasım el-Huseyn Muhammed er-Rağıp el-İsfehani, el-Müfredat Elfazil Kur’an, 2.baskı, tahk: Safvan Adnan Davudi, Beyrut, Dar’u-ş Şamiyye, 1997, s.858–859; Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Ayni, Umdetul Kari Şerh’u Sahihi el-Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1998, c.I, s.3739; Tahir Ahmet ez-Zavi, Muhtarul Kamus, Libya-Tunus, Darul Arabiyyetü Lilkitab, 1975, s.651; İbn Zekeriyya, Mu’cemul Mekayıs, Beyrut, Darul Fikr, 1994, s.1085; İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan Ziyad, Hamid Abdulkadir, Muhammed Ali’un Neccar, Mu’cemul Vesıd, İst. Çağrı Yay.1992, s.1018-1019; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul, Beyan Yayınları,1990, s.22; Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, 16.bsk. İst. İnkılap Yay. 1997, s.329; Cengiz Yağcı, “Vahiy” mad. Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, Şamil yay. 2000, c.VIII, s.169-170.; Suat Yıldırım, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, 3.bsk., İstanbul, Ensar Neşriyat, 1989, s.19. 19 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara, Kitabiyat, 2001,s 54. 18 5 Vahiy kelimesinin, kökü itibariyle Arapçaya diğer Sami dillerinden geçmiş olduğu da rivayet edilmektedir.20 2-Vahyin Istılahi Anlamı: Vahyin, yukarıda verdiğimiz sözlük anlamlarıyla birlikte ıstılahi anlamı için de değişik tanımlar yapılmıştır. Zerkani vahyi şöyle tarif etmiştir: “Allah Teala’nın kullarına bildirmek istediği hidayet ve buyruklarını, onların arasından seçtiği peygamberlerine, insanların alışık olmadığı gizli ve süratli bir yolla bildirmesi demektir.”21 Suyuti’ye göre vahiy, “Allah’ın peygamberlerinden birine vahyettiği, onu kalbine iyice yerleştirdiği, peygamberlerin onu okuyup yazdığı Allah kelamı’dır.”22 Tahanevi‘ye göre vahiy, “Herhangi bir peygambere indirilmiş Allah kelamıdır.”23 Seyyid Şerif el-Cürcani’ye göre ise vahiy, “Bir manayı herhangi bir varlığa gizli ve süratli bir biçimde iletmektir.”24 Çağdaş Âlimler de, vahyin terim anlamı üzerinde durmuş ve onu çeşitli şekillerde tanımlamışlardır. Atay’a göre vahiy, “Allah’ın peygamber’e, insanlara tebliğ edilmek üzere gönderdiği bilgilerdir.”25 Atay, bu tarifi yaptıktan sonra vahyin imkaniyetini şöyle açıklıyor: Bir insana vahyetmek, vahiy göndermek insanı yaratmaktan çok daha basit bir şeydir. Aslında, insanın yaratılışı içinde ona özel ilham etmek, zihnine bir mana ve anlam koymak, insana yabancı olan bir şey olmadığına göre bunun biraz daha üstü ve özeli vahyin kendisi olur. Vahyin terim manasında şu Wensinck, A.J, “Vahiy” mad.(MEB) İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c.XIII, s.142–145. Muhammed Abdulazim ez-Zerkani, Menahlu’l-İrfan fi Ulumi’l Kur’an, 1.bsk., Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye,1988, c.I, s.64. 22 Celalettin es- Suyuti, el- İtkan fi Ulum’il Kur’an, 4.bsk., Beyrut, Dar’u İbn Kesir, 2000, c.I, s.138. 23 Muhammet b. Ali et-Tahanevi, Keşşafu İstilahati’l Funun, Beyrut, Dar’ul Kitabil İlmiyye, 1998, c.IV, s.383. 24 Seyyid Şerif Ali b. Muhammed el -Cürcani, Kitabu’t Ta’rifat, Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye, 1995, s.40. 25 Hüseyin Atay, İslam’ın İnanç Esasları, Ank. AÜİF Yay. 1992, s.179. 20 21 6 özellikler bulunur. Vahyin kimden kendisine geldiği, yani kaynağı kesin olarak peygamber tarafından bilinir. İkinci olarak vahiy kesin ve açık bir bilgi getirir. Kendisine vahiy gelen peygamber, bu bilginin kesin olarak Allah’tan geldiğini bilir ve gelen vahyi de açıkça ve kesin bir bilgi olarak kavrar. Görüldüğü gibi bu vahiy, Allah’ın insanlara verdiği önemin küçük bir sözlü bildirisinden başka bir şey değildir. Vahyin getirdiği bilginin taşıdığı en önemli özellik bütün insanlara eşit olarak hitap etmesidir. Bunda, hiç bir insanın, soyuna, sopuna, parasına, ilmine, rengine, boyuna, hacmine, erkek ve dişisine bakmadan hepsine aynı seviyede ve derecede seslenmesidir. Ancak, gelen bildiriye uyup uymamakta aralarında farklılıklar ve dereceler sonradan oluşmaktadır. Bu ise, insanın kendi iradesine ve niyetine aittir.26 İzutsu’ya göre Vahiy, her şeyden önce haberleşmedir. Bu haberleşmenin sözlü olması zaruri değildir. Yani haberleşme için kullanılan işaretlerin daima dil işaretleri olması gerekli değildir, ama dil işaretleri de kullanılabilir. Bu haberleşmede daima bir sırlılık, gizlilik ve özellik vardır. A ile B arasındaki konuşma tamamen özeldir. A kendisini açıkça B ye ama yalnız B ye tanıtır, başkası onu görmez. İkisi arasında mükemmel bir haberleşme vardır, ama bu haberleşme öyle bir yoldan yapılır ki haberleşmenin muhtevasını dışarıdakiler anlayamaz. Kısaca İzutsu vahyi, “Allah’ın iradesi’nin söz şeklindeki ifadesi”27 olarak tanımlamıştır. Süleyman Ateş’e göre Vahiy, süratli işaret demektir. Sürat anlamını içerdiğinden dolayı hızlı iş için denilir. Bu süratli işaret rumuz ve dokundurma şeklinde söz ile kelimesiz soyut ses ile el, kaş göz işaretiyle veya yazı ile olabilir.28 Mehmet Zeki Duman ise vahyin tanımını şu şekilde yapmıştır: “Vahiy, Allah’ın beşer ile iletişim kurması; özellikle insanlar arasından özenle seçilmiş, ruhi donanımla yüceltilmiş, vahye muhatap olabilecek seviyeye yükseltilmiş peygamberlere istek ve mesajlarını iletmesi/konuşması demektir.”29 26 Atay, a.g.e, s.181–182. Toshikiko İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, İst. Yeni Ufuklar Neşriyat, ts, s.196–202. 28 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, İst. Kuba Yayınları, 1997, c.XXII, s.65–66. 29 Mehmet Zeki Duman, Vahiy Gerçeği, Ankara, Fecr yay. 1997, s.79. 27 7 Başka bir tanıma göre Vahiy, “Allah’ın Nebi ve Resullerine irade ettiği bilgileri kelam, söz ve mana olarak bildirmesidir.”30 Bu tarifi yapan Âlimler vahyin unsurlarını şu şekilde ortaya koymaktadırlar: 1. Vahiy, ilim yönünden her şeyi kuşatan Allah tarafından bildirilir. Vahyin kaynağı Allah’tır. 2. Nebi, vahiy alırken, bütün duygu ve düşüncesiyle vahye yönelir. Maddi ve manevi bütün varlığını ve benliğini ilahi vahiy etrafında toplar. 3. Nebinin ilahi vahyin söz ve muhtevasına müdahalesi kesinlikle yoktur. 4. Peygamber vahyi Allah’tan aldığından asla şüphe etmez. 5. Vahiy, bütün peygamberler için Allah’tan bilgi ve haberleri alma vasıtasıdır. Onlar ve dolayısıyla insanlar için en yüksek seviyede bilgi kaynağı vahiydir.31 Nitekim Kur'ân-ı Kerim’de: "Ya vahiy ile ya bir perde arkasından yahut bir elçi gönderip de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça, Allah'ın hiçbir beşere kelâm söylemesi (vaki) olmamıştır. Şüphesiz ki O, çok yücedir, mutlak bir hüküm ve hikmet sahibidir"32 hükmü beyan buyrulmuştur. Cenâb-ı Allah'ın bir insanla ancak burada sayılan yollardan biriyle konuştuğu belirtilmekte, çok yüce ve engin hikmet sahibi olan Allah'ın kelâmının bir insanın hemcinsleriyle konuşması gibi tasavvur edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.33 Dikkat edilirse bu ayette34 Allah’u Teala, vahyin üç şekline işaret ediyor: a) Allah’u Teâla (cc)'nın doğrudan doğruya vahyetmesi. Buna vahyi gayr-i metlûv veya ilham denilir.35Söz konusu olan vahiy kelimesi bu ayette,36 Allah’ın Şerafettin Gölcük- Süleyman Toprak, Kelam, 4.bsk, Konya, Tekin Kitabevi, 1998, s.318. Gölcük- Toprak, a.g.e, s.318–319. 32 Şûra: 42/ 51. 33 Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, Ank. DİB Dini Yayınlar Dairesi, 2003, c.IV, s.653–655 34 Şûra: 42/ 51. 35 Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ank. Ankara Okulu Yay. 1997, s.275–303; Ebu Zekeriyya Yahya İbni Şeref İbni Muri en-Nevevi, Riyazu’s Salihin, Terc. Ve Şerhi, Yaşar Kandemir, İsmail Lütfi Çkan, Raşit Küçük, İst., Erkam yay., 1997, c.I, s.339. ; Kerimoğlu, a.g.e, s.329 36 Şûra: 42/ 51. 30 31 8 doğrudan doğruya, çok süratli ve gizli bir tarzda bilgi aktarması ve birden bire kalbe ilka etmesi anlamındadır.37 Meselâ: Resul-i Ekrem (sav)'in: "Rızkı tamamlanıncaya kadar hiç kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi. O halde Allah’u Teâla (cc)'ya karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol tutunuz."38 hadisi, bu vahye delildir. Bunun dışında, birçok misal vermek mümkündür. b) Bir perde arkasından duyulan sözler. Allah, kelâmını herhangi bir elçiyi vasıta kılmaksızın, peygambere doğrudan doğruya duyurur ki bu da vahiydir. Bunun delili, Hak Teâlâ'nın Hz. Musa (a.s)'ya vasıtasız olarak duyurduğu kelamına "vahiy" demiş olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, "Vahyolunana kulak ver, dinle" buyurmuştur.39 Meselâ: Hz. Musa (as)'ın Cebel-i Tur'da ağaç arkasından işittiği ilâhî nida gibi. Nitekim bu hâdise Kur'ân-ı Kerim de belirtilmiştir: "Artık Musa müddetini bitirince ailesiyle yola çıktı. Tur’un yanında bir ateş hissetti. Ailesine dedi ki: `Siz (burada) durun. Çünkü ben bir ateş gördüm. Olur ki size ondan haber yahut (ocak yakıp) ısınmanız için bir ateş parçası (ateş koru) getiririm.' Derken oraya gelince feyizli (ve mümtaz) bir yerdeki vâdinin sağ kıyısından, ağaçtan `Ya Musa!.. Muhakkak ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım!.. (Şimdi) Asanı yere bırak, diye nida olundu."40 Perde arkasından nida şeklindeki vahiy nadir olan vahiydir. c) Vahiy meleği olan Cebrail (as)'ın vasıtasıyla kelimeler halinde, peygambere ulaştırılan vahiy.41 Buna vahyi metlûv42 adı verilir. Kur'ân-ı Kerim, Resul-i Ekrem (sav)'e bu şekilde inzal buyrulmuştur. Bu son şıkla ilgili olarak bir hadisi şerifte Hz. Peygamber (sav), şöyle buyurmuştur: “Melek, bana vahyi, bazen çıngırak sesine benzer bir ses halinde getirir ki, bu en ağır olanıdır. Onun söylediğini belledikten sonra, o benden ayrılır. Melek bana Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Azim Dağıtım,1992, c.VII, s.35; Abdullah b. Ömer Ebu’l Berekat en-Nesefi, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil, Beyrut, Dar’ul Kitabil Arabî,1988, c.IV, s.111. 38 Muhammed b. İdris eş-Şafi’i, er-Risale, Beyrut, Dar’un Nefais, 1999, s.81, Hadis No:306. 39 Fahreddin Muhammed b. Ömer, Er-Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, terc. kurl: Sadık Kılıç, Lütfullah Cebeci, Suat Yıldırım, Cafer Sadık Doğru, Ank. Akçağ Yayınları, 1988, c.XIX, s.481–482 40 Kasas: 29–30. 41 Suphi es-Salih, Kur’an İlimleri, terc. M.Said Şimşek, İst. Esra yay. 1994, s.22; Suat Yıldırım, a.g.e, s.24–25. 42 Kırbaşoğlu, a.g.e, s.275–303; Kerimoğlu, a.g.e, s.330. 37 9 bazen de bir adam şeklinde görülür, benimle konuşur, bende söylediğini iyice bellerim.”43 Vahiy kelimesi, Kur'ân-ı Kerim’de hem lügat manasında, hem de ıstılâhî mahiyette kullanılmıştır. Bu inceliği kavrayamayan ve tahlil edemeyen bazı müsteşrikler, garip teoriler ortaya koymuşlardır. Şimdi meselenin kavranması için, bu nokta üzerinde duralım. Vahyin lügat manasında kullanıldığı ayetlerden bazıları şunlardır: 1. "Derken (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara sabah akşam Allah'ı tesbih etmeyi vahyetti."44 Buradaki vahiy kelimesi, ima ve işaret etmek manasınadır.45 "Sabah akşam tesbih edin diye işaret etti" buyruğundaki; "İşaret etti" kelimesini el-Kelbî, Katade ve İbn Münebbih: Onlara işaret etti, diye açıklamışlardır, elKutebî; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı yazdı, İkrime bir kitaba yazdı, diye açıklamıştır. Arapçada "vahiy" yazmak demektir.46 2. "Biz (sana yaptığımız gibi) her peygambere de, insan ve cin şeytanlarını böylece, düşman yaptık. Bunlar birbirlerini aldatmak maksadıyla, yaldızlı bir takım sözler ve vesveseler vahyederler. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyle ise onları düzmekte oldukları yalanlarıyla beraber (başbaşa) bırak"47 İnsan ve cin şeytanlarının yaptıkları vahyin manası; fısıldamak ve gizlice söylemektir. "Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler vahyeder." Bunlarla cin şeytanlarının insan şeytanlarına fısıldadığı sözleri kastetmektedir. Onların fısıldadıkları sözlere "vahiy" adının verilmesi gizlice oluşundan dolayıdır. En-Nehhâs der ki: İbn Abbas'tan zayıf bir isnatla, yüce Allah'ın: "Kimi kimine... fısıldarlar" buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: Cinlerden her biri ile bir şeytan ve İnsanlardan her biri ile Ebu Abdilllah Muhammed b. İsmail el Buhari, Sahihi Buhari, 2.bsk. İst. Çağrı yay. 1992, Bed’ul Vahy, 2; Ebu’l-Hüseyin Müslim b. El-Haccac, Sahihi Müslim, 2.bsk. İst. Çağrı yay.1992, Fedail,23; Ahmed Muhammed b. Hanbel, Müsned, 2.bsk. İst. Çağrı yay.1992,VI/158,163,257; Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevdete, Sünen-i Tirmizi, 2.bsk., İst. Çağrı yay.1992, Menakıb,7. 44 Meryem: 19/11. 45 Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, 5.bsk. İst., İşaret yay., 1999, c.II, s.608-609. 46 Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, trc. M.Beşir Eryarsoy, İst. Buruc Yay. 1997, c.XI, s.169–170. 47 En'am: 6/112. 43 10 bir şeytan vardır. Biri öteki ile karşılaştığında şöyle der: Ben, bu adamımı şu işle saptırdım. Sen de onun bir benzeriyle adamını saptır. Diğeri de ona benzer bir şey söyler. İşte onların birbirlerine vahyetmeleri budur. İkrime, ed-Dahhâk, es-Süddî ve elKelbî de böyle demişlerdir. En-Nehhâs der ki: Birinci görüşe (yani, cin şeytanlarının insan şeytanlarına vesvese verdiği şeklindeki açıklamaya) yüce Allah'ın şu buyruğu delil teşkil etmektedir: "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri İçin kendi dostlarına telkinde (vahiyde) bulunurlar."48 İşte bu buyruk, açıkladığımız bölümü beyan etmektedir.49 Sahih sünnetten Hz. Peygamber'in şu buyruğu da buna delâlet etmektedir: "Sizden kendisiyle birlikte cinden yandaşı (onu saptırmakla görevli şeytanı) beraber bulunmayan hiçbir kimse yoktur." Sen de mi Ey Allah'ın Resulü? diye sorulunca, o da şöyle buyurdu: "Ben dahi böyleyim. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardım etti, ben de onun şerrinden kurtulabiliyorum. O bakımdan bana hayırdan başka bir şey emretmiyor." 50 3. "Üzerlerine Allah'ın ismi anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu muhakkak ki bir fısktır. Bununla beraber şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için, kendi dostlarına (velilerine) mutlaka vahyederler. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz ki siz müşriklerden olursunuz."51 Buradaki vahiy kelimesi süratli ve gizli telkinde bulunmak, fısıldamak manasınadır. Allah’u Teâla (cc)'nın; peygamberlerin dışında, canlı-cansız bazı varlıklara vahyettiği de kat'i naslarla sabittir. Bu ayetlerde de (daha ziyade) kelime manaları ön plandadır. Şimdi bir kısmını gözden geçirelim. a) Cansız arza ve semaya hitaben meydana gelen vahiy: 48 En'am: 6/121 Kurtubi, a.g.e, c. VII, s.130–133. 50 Müslim, Münafikîn 69; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/ 257, 385, 397, 401, 460; Darimi, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahzi, Sünen-i Darimi, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, Rikak, 25. 51 En'am: 6/121. 49 11 "O gün (yeryüzü) bütün haberleri anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine (o vecih ile) vahyetmiştir."52 Buradaki vahiy kelimesi, emretti manasınadır. Onun bu haberleri vermesi, Yüce Allah'ın, bunu ona emretmesi ve üzerinde meydana gelen bütün olayları anlatma izni vermesi sebebiyledir. Bu durumda yer, asiden şikâyetçi olacak ve aleyhinde şahitlik edecektir. İtaatkâr’a da teşekkür edecek ve onu övecektir. Allah'ın her şeye gücü yeter.53 b) Canlılardan bal arısına vaki olan vahiy: "Rabbin bal arısına: `Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların senin için yapacakları) çardaklardan evler (kovanlar) edin. Sonra meyve ve çiçeklerin her birinden yeyin. Rabbinin (bal imalinde öğrettiği ve) kolaylıklar gösterdiği yaylım yollarına gidin' diye vahyetti. Onların karınlarından (ağızlarından) renkleri çeşitli şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. İşte bunda da tefekkür edecek bir zümre için elbette bir ayet (alâmet) vardır."54 Buradaki vahiy kelimesi, ilham manasınadır. Günümüzde buna sevki tabiî denilmektedir. Rabbin bal arısına vahyetti. Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan kendine evler edin. Burada vahiyden maksat, ilham ve yol göstermektir. Yani Allah arıya onun faydalarını ilham etti ve ona güzel altıgen evler yapma yolunu gösterdi. Arı üç yerde bu evlerde barınır: Dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptığı kovanlarda.55 c) Meleklere hitaben meydana gelen vahiy: "Hani Rabbin meleklere: ‘Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi, iman eden (o Mücahid)lere sebat ilham edin' diye vahyediyordu. `Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. (Ey mü'minler) hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların her parmağına!' (diyordu). Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah'a ve Resulü’ne karşı geldiler. Kim Allah'a ve Resulü’ne karşı gelirse, Allah'ın cezası cidden çetindir."56 Buradaki meleklere yapılan vahyin manası, emir vermektir. Allah’u Teâla (cc)'nın gaybî 52 Zilzal: 99/ 4–5. Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, terc. Sadrettin Gümüş, Nedim Yılmaz, İst. Ensar Neşriyat, 1995, c.VII, s.389–390. 54 Nahl: 16/68–69. 55 Sabuni, a.g.e, c.III, s. 326–327. 56 Enfal: 8/12–13. 53 12 yardımının ve ihsanının bilinmesi içindir. Meleklerden oluşan takviye gücüne Allah Teala bilgi ve talimat verirken Müslüman güçler için çok önemli olan bir manevî desteğini daha açıklamaktadır: "İnkâr edenlerin kalplerine korku salmak." Psikolojik savaşın önemli hedeflerinden biri düşmanı korkutmak, moralini bozmak ve gözünü yıldırmaktır. Allah, müminler lehine bunu da sağlamış olmaktadır.57 d) İnsanlardan Hz. Musa (as)'ın annesine hitaben vaki olan vahiy: "Musa'nın anasına: `Onu emzir. Ona ait bir tehlike gelince, kendisini denize (Nil nehrine) bırak, (bozulacağından) korkma, ayrılıktan kederlenme!.. Çünkü biz onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri yapacağız' diye vahyettik "58 Burada ise vahiy kelimesi; Kadı Beyzâvî'nin belirttiği gibi ilham ve sadık rüya karşılığı kullanılmıştır.59 Hz. Musa'nın (as) anasına vahyedildiği bildirilmektedir. Oysa vahiy ancak peygamberlere iner. Cumhura göre, kadından peygamber gönderilmemiştir. O halde ayette ifade edilen “vahiy” kelimesi, konulduğu manada değil, ona yakın bir manada kullanıldığı ortaya çıkıyor. Zira sözü edilen kelime Kur'ân'ın birçok yerinde asıl konulduğu hakiki manasında kullanıldığı gibi, ondan başka iki ayrı manada da kullanıldığını görüyoruz. Birincisi, insanların kalbine doğan önsezidir. İkincisi, hayvanların içgüdüsünü yönlendiren ilâhî sünnettir. Nitekim Nahl Suresi’nde bal arısına yapılan vahiy bu anlamdadır. Konumuzu oluşturan ayette Musa Peygamber'in anasına yapılan vahiy, önseziye delâlet eden ilham manasınadır.60 Dikkat edilirse; yukarıda zikrettiğimiz bütün ayetlerde, vahiy kelimesi lügat manasında kullanılmıştır. Istılâhî manada vahiy; Allah’u Teâla (cc) ile resulleri ve nebileri arasında cereyan eden bir hâdisedir. Resûl-i Ekrem (sav), vahiyle insanların karşısına çıkan ve hitap eden ilk şahsiyet değildir. İlâhi vahye mazhar olan bazı peygamberlerin isimleri Kur'ân-ı Kerim'de birçok vesilelerle zikredilmektedir. Meselâ: "Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a, Yakup’un torunlarına, İsa’ya, Eyyüb'e, Yunus'a, Kur’an Yolu, c.II s.529. Kasas: 28/7. 59 Naisruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi-l Beydavi, Tefsiru’l Beydavi (Envaru’t Tenzil ve Esraru’t Te’vil), 1.bsk. Beyrut, Dar’u-r Reşid, 2000, c.III, s.6. 60 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, İzmir, Anadolu Yayınları, 1989, c. IX, s.4528. 57 58 13 Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davut’a da Zebur'u verdik."61 Ayetinde, birçok peygamberin ismi zikredilmektedir. Daima kendisinin bir insan olduğunu ifade eden Resul-i Ekrem (sav) vahye muhatap olmadan önce, okuma-yazma bilmiyor ve "İman nedir? Kitap nedir?" gibi meselerle zihnini yormuyordu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "İşte biz sana da (ey Muhammed) böylece emrimizden bir ruh vahyettik. Hâlbuki (vahiyden evvel) kitap nedir? İman nedir? Sen bilmezdin. Fakat onu biz bir nur yaptık. Bununla kullarımızdan kimi dilersek ona hidayet veririz. Şüphesiz ki sen, doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun."62 Hükmü beyan buyrulmuştur. Vahyin manası hakkında sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; hesap gününü düşünen her mükellef, vahyin hem lügat, hem ıstılahî manasını iyi bilmelidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, vahye tâbi olmayan insan, heva ve hevesinin kurbanı olur, imtihanı kaybeder.63 3-Vahiy Kelimesi İle Alakalı Bazı Kavramlar: Vahiy kelimesinin Lügat ve Istılahi manasını verdikten sonra Kur’an-ı Kerim’de vahiy anlamında kullanılan bazı kavramların sadece isimlerini verip, vahiy anlamında kullanıldıkları yerlere işaret edeceğim. a- Kavl: Allah- İnsan ilişkisinde vahyi ifade etmek için kullanılan kelimelerden biri “Kavl” dir.64 Kavl lügat ta; “konuşmak, söylemek, haber vermek ve hitap etmek”65 anlamlarına gelir. Allah’u Teala Kur’an-ı Kerimde bu fiille meleklere66 ve peygamberlere67 hitap etmiştir. b-Nida: Kur’an-ı Kerim’de Allah-İnsan diyalogunu aktarmakta kullanılan fiillerden biri de “müfa’ale” kalıbındaki “münadat” kelimesidir.68 Nida kelimesi, Nisa: 4/162. Bu hususla ilgili diğer ayetler bkz: A'raf: 7/ 117,160; Taha:20/ 77. Şura: 42/ 52. 63 Kerimoğlu, a.g.e, s.329–333. 64 Abdulgaffar Aslan, Kur’an’da Vahiy, Ank, Ankara Okulu yayınları, 2000, s.49. 65 El-İsfehani, a.g.e, s.688; el-Cürcani, a.g.e, s.180. 66 Bkz. Bakara: 2/ 30,34; A’raf: 7/11; Hicr: 15/28; el İsra: 17/61; Kehf: 18/50; Sad: 38/61. 67 Bkz. Bakara:2/ 35,36,124,260; Al-i İmran:3/55,60; Maide: 5/110,115,116; Ena’m:6/50; A’raf:7/24,143,188.203; Tevbe: 9/43; Yunus:10/15; İsra: 17/60; Kehf: 18/110; Taha:20/68,117; Müzzemmil: 73/5. 68 Aslan, a.g.e, s.50. 61 62 14 “seslenmek, sesi yükseltmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak, ses vermek, ses” 69 vb. gibi manalara gelmektedir. Nida kelimesinin müştaklarının Kur’an’da vahiy anlamında kullanıldığına dair örnekler mevcuttur.70 c-İlka: Vahyin Allah katından insanlara ulaştırılmasını sağlayan bir kavramda “ilka”dır.71 İlka kelimesi “koymak, atmak, bir yere bırakmak, terk etmek, tevdi etmek, öne almak” vb. gibi manalara gelir.72 İlka kelimesi Kur’an’da vahiy anlamında kullanılmıştır.73 d-Kelam: Kur’an-ı Kerimde Allah’ın Peygamberlere hitabını ifade eden fiillerden biri de “konuşmak” manasına gelen “te’fil” babındaki “teklim” mastarıdır.74 Kelam kelimesinin Kur’an’da, “vahiy” anlamında kullanımı mevcuttur.75 e-Zikir: Kur’an-ı Kerim de İlahi vahye işaret eden bir kavram da “zikir” kelimesidir.76 Zikir kelimesi “bir şeyi telaffuz etme, bir şeyi unutmayıp hatırda tutma, hıfzetme, anma, yâd etme, kitap, namaz, dua, övgü, tesbih, şükür, kulluk, Kur’an okuma, açık söyleme, bildirme, anlatma” vb. gibi anlamlara gelir.77 Zikir kelimesinin Kur’an da, “vahiy” anlamında kullanımı mevcuttur.78 f-Rahmet: Vahyi ifade eden terimlerden birisi de “rahmet” kelimesidir.79 Rahmet kelimesi “acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, merhamet etmek, affetmek, yağmur,80 hayra ulaştıran irade81” manalarına gelir. g-Furkan: Kur’an da vahyi ifade eden kavramlardan birisi de Furkan kelimesidir.82 Furkan kelimesi “tefrik, temyiz, vahiy, delil83 ve hakkı batıldan ayırt 69 El-İsfehani, a.g.e, s.796. A’raf: 7/22; Meryem: 19/52; Taha: 20/ 11–12; Şu’ara: 26/ 10–11; Neml: 27/8; Kasas: 28/ 30,46; Saffat: 37/104; Nazi’at: 79/16–19. 71 Aslan, a.g.e, s.52. 72 El-İsfehani, a.g.e, s.745. 73 Müzemmil: 73/5; Mü’min: 40/15. 74 El-İsfehani, a.g.e, s.683; el-Cürcani, a.g.e, s.185; Aslan, a.g.e, s.53. 75 Nisa: 4/1614; A’raf: 7/143. 76 Aslan, a.g.e, s.53. 77 Süleyman Uludağ, “Zikr” mad. İA, MEB. c.XIII, s.561–564; el-İsfehani, a.g.e, s.328–329. 78 Bakara: 2/252; Al-i İmran: 3/58; Hicr: 15/16; Enbiya: 21/ 24,36,50; Furkan: 25/29; Yasin: 36/11,69; Saffat: 37/3: Kamer: 54/25: Mürselat: 77/5. 79 Aslan, a.g.e, s.55. 80 el-İsfehani, a.g.e, s.347. 81 Akif Köten, “Rahmet” mad. ŞİA. İst. 2000, c.VI, s.363. 70 15 etmek84 manalarına gelir. Kur’an’da iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, helal ile haramı kesin olarak ayıran anlamında Cebrail (as)’ın getirdiği vahye “Furkan” denilmektedir.85 h-Beyyine: Kur’an-ı Kerim’de ilahi vahyi ifade eden kelimelerden biri de “beyyine”’dir.86 Bu kelime “apaçık delil, hüccet, kesin belge”87 şeklinde tarif edilmektedir. Beyyine kelimesi Kur’an’da vahiy anlamında kullanılmıştır.88 i-Ruh: Allah-İnsan ilişkisinde bilgi aktarımını ifade eden kavramlardan biride “ruh” kelimesidir.89 Ruh kelimesi, vahiy anlamına gelmekte90 ve Kur’an’da bu anlamda kullanılmaktadır.91 Müfessirler bu ayetler de geçen ruh kelimesinin vahiy manasında olduğunu söylemişlerdir.92 j-İnzal-Tenzil: “İf’al” kalıbından olan “inzal” ve “tef’il” kalıbından olan “tenzil” de vahiy anlamına gelmektedir.93 Kur’an’da ki kullanımlarına baktığımız da “inzal”in94 ve “tenzil” in95 “vahiy” anlamında da kullanıldığına da şahit olmaktayız. k-Kitap: Kur’an’da ilahi vahye işaret eden kavramlardan biri de “kitap” kelimesidir.96 Vahyin “kitap” diye isimlendirilmesinde, yazılarak bir araya getirileceğine işaret vardır. Çünkü yazı, “harfleri bir araya getirmek ve lafızları yazıya dökmektir.”97 Kur’an-ı Kerim’de “Kitap” kelimesi çok farlı lügat anlamlarda kullanılmıştır. Kitap kelimesinin, Kur’an’da vahiy anlamın da kullanımı mevcuttur.98 82 Aslan, a.g.e, s.55. Wensinck, A.J, “Furkan” mad. İA, MEB, c.IV, s.699–700; el-İsfehani, a.g.e, s.632–634. 84 El-İsfehani, a.g.e, s.632–634; el-Cürcani, a.g.e, s.166. 85 Bakara: 2/ 53,185; Al-i İmran: 3/4; Enfal: 8/41; Enbiya: 21/48; Furkan: 25/1. 86 Aslan, a.g.e, s.57. 87 Bekir, Topaloğlu, “Beyyine” mad. DİA, İst.1992, c.IV, s.96; el-İsfehani, a.g.e, s.157–158. 88 Hud: 11/17; Muhammed: 47/14; Beyine: 98/4. 89 Aslan, a.g.e, s.58. 90 El-İsfehani, a.g.e, s.369–370; el-Cürcani, a.g.e, s.112–113. 91 Nahl: 16/2; el-Mü’min: 40/15; eş-Şura: 42/52. 92 Er-Razi, a.g.e, c.XIV, s.154–155. 93 El-İsfehani, a.g.e, s.799–800. 94 Al-i İmran:3/ 3,65; Tevbe: 9/ 124,127; Ankebut: 29/45; Duhan: 44/1–3; Muhammed: 47/20. 95 Bakara: 2/ 23,176; Al-i İmran: 3/3; Nisa: 4/136; Hicr:15/9; İsra: 17/106. 96 Aslan, a.g.e, s.62. 97 Es-Salih, a.g.e, s.15. 98 Bakara: 2/ 53,180; Nisa: 4/ 77,163, Maide: 5/45–46; En’am: 6/84–89,91; Meryem: 13/30; İsra: 17/2,55; Neml: 27/17; Mü’min: 40/53; Hadid: 57/26–27. 83 16 B-Vahyin İçeriği: 1-Vahyin Kaynağı: Vahyin kaynağı Allah’u Teala’dır.99 Kur’an-ı Kerim ise Allah’ın Hz. Muhammed’e Cebrail ile gönderdiği vahyin yazıldığı kitabıdır. Kur’an Allah ile insan arasında bir iletişim kitabıdır.100 Vahiy ise Allah’ın peygambere, insanlara tebliğ edilmek üzere gönderdiği bilgilerdir.101 Vahyin kaynağını tespit etmek bir anlamda onun mahiyeti hakkında da bize bir fikir verecektir. Ali Bulaç, Vahyi “Allah tarafından peygamberin kalbine ilka edilen bilgi” diye tarif ettikten sonra vahyin kaynağı hakkında şunları söylemektedir: Vahiy olayında peygamber dâhil hiçbir beşerin herhangi bir katkı, müdahale ve etkileşimde bulunmamış olmasıdır. Bu anlamda vahiy, tamamıyla ilahi saf bilgiyi temsil eder. Vahyi getiren Melek de, onu alan Peygamber de yalnızca birer aracıdırlar. Vahiy, duyumlanabilir dünya hakkında olduğu kadar, tarih, insanın enfüsi gerçekleri, varlık, kozmik düzen ve fizik ötesi âlem hakkında da bilgi ve haber verir. Buna inanan için vahiy, gerçekliğin bilgisini, yani Hakikat’i içerir ve temsil eder. En karakteristik özelliği, vahyin salt beşeri algı ve tecrübe ürünü söz, tasavvur, düşünce öngörü ve bilgi türü olmaması, aksine tamamen ilahi oluşudur.102 Konumuzla ilgili olarak Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Dereceleri yükselten, Arş'ın sahibi Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine iradesiyle ilgili vahyi indirir.”103 Fahrettin er-Razi, bu ayeti izah ederken vahyin beş temele dayandığını belirtir. 1-Vahyi Gönderen: Vahyi gönderen Allah’tır. Bundan dolayı o vahyi indirmeyi kendisine izafe eder. Bkz. A’raf: 7/ 43,53,59,65,73; Nahl: 16/9,36; Enbiya: 21/25,87; Ankebut: 29/16,17. Atay, a.g.e, s.31–32. 101 Atay, a.e, s.179. 102 Ali Bulaç, İslam Düşüncesinde Din-Felsefe Vahiy-Akıl İlişkisi, İst, İz yay. 1995, s.42–43. 103 Mü’min: 40/15. 99 100 17 2- Gönderme: Gönderme ve gönderilen şey vahyin kendisidir. 3-Vahyin Ulaşması: Vahyin Allah’tan peygamberlere ulaşması ancak melek vasıtasıyla olur. 4- Vahyin Gönderildiği Kimse: Bunlar da Peygamberlerdir. 5- Vahyin Gönderme amacı: İnsanları bu maddi âlemden peygamberler aracılığı ile ruhi-manevi âleme yöneltmektir.104 Hemen belirtmeliyiz ki, vahyin muhtevasını oluşturan bilgilerin kaynağı meselesinde, İslami nazariye dışında gayr-i İslami nazariyeler de vardır. Bunların başında vahyin kaynağını akla dayandıran görüş gelir. Bu görüşün temeli, Stoa felsefesinde görülmektedir. Söz konusu felsefeye göre vahiy (din) Tanrı’nın bir açılımının değil, aklın ürünüdür. Çünkü akıl, doğa ile aynı anlama gelir. Doğa içinde de “evrensel akıl” egemendir; insanda doğanın bir parçası olduğuna göre, onun doğasının yapısı da akıldır. Dolayısıyla Stoalılarla onların yolunda yürüyenler, doğa ya da doğal ışık deyince hep aklı anlamışlardır. Görüşleri ana hatlarıyla şöyledir: Kurtuluş ve mutluluğa erişmek için yalnız akıl ve doğa yasası kâfidir. Onun içinde ne çok tanrılı dinlerin ne de kitap (vahiy) dinlerinin yasalarına ihtiyaç yoktur. Çünkü bütün dinler, doğal olan ve her insanda baştan beri bulunan tek bir dinin çocuklarıdır. Bu tabii dinin temel esasları da, tanrı’nın bir olduğuna, ahlak bilincine, özgürlüğe, ölümsüzlüğe ve öbür dünyada mutlaka bir misillemenin yapılacağına inanmaktadır. Görüldüğü gibi Stoa felsefesi savunucuları ve onun takipcileri, vahyin muhtevasında yer alan ve adına din denen doğruların akıl tarafından ortaya konulabileceğini söylemek suretiyle vahyin kaynağının Tanrı değil, akıl olduğunu ileri sürmüş olmaktadırlar. Çünkü onlara göre vahiy muhtevası içinde bulunan asıllar, doğal dinde mevcuttur ve bu dinin kaynağı da akıldır. Görüldüğü gibi bu da kaynağında tabiatüstü bir özelliği olan din kurumunu aklileştirmek, başka bir değişle mahiyetini inkâr etmek demektir.105 104 105 Er-Razi, a.g.e, c.XIX, s.267–268. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, İst. Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Yay. 1996, s. 45–46. 18 İslam inancı’na göre insanlığın ilk dini tevhid dinidir. Yani vahyin kaynağı ve söz konusu dinin kurucusu, Yüce Allah’tır.106 Allah, kâinatı ve insanı yaratmış, kitaplar ve peygamberler göndermiştir.107 İnsanlar bir erkek ve bir dişiden yaratılmıştır.108 Hz. Âdem’e her şeyin ismi öğretilmiş109 ve kendisi ilk peygamber olarak görevlendirilmiştir. Böylece Hz. Âdem de Allah‘tan aldığı vahiy ve ilham ile kendi devrindekileri irşad etmiştir. Sonra insanlar tevhid esaslarını unutup, Allah’tan başka şeylere, tabiat kuvvetlerine, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapınmaya ve bunları Allah’a ortak koşmaya yönelmişlerdir. Bundan dolayı da Yüce Yaratıcı, insanlar arasından seçtiği bazı zatları üstün vasıflarla donatıp elçi olarak göndermiş ve bu zatlar aracılığıyla insanları hak dine, doğru yola davet etmiştir. Böylece denilebilir ki, inanlık esasen başlangıçtan beri aynı inanç üzere idi, çünkü bütün peygamberler aynı itikadı esasları tebliğ ediyorlardı, sapmalar sonradan meydana gelmiş oldu.110 2-Vahiy Meleği: Melekler nurdan yaratılmış ruhani varlıklardır.111 Akıl ile iman onlarda en yüksek derecedir. Bu sebepledir ki melekler, her an bu üstün imanın gereğini yerine getirip asla isyan etmezler.112 Yaratılış özelliklerinden dolayı meleklerin bazısına çok büyük görevler verilmiştir. Önemli görevler yüklenen meleklerden biri de vahiy meleğidir.113 Allah’u Teala’nın “De ki: Onu, Mukaddes Ruh (Cebrail), iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.”114 Ayeti Cebrail’in, insanlığı nefis ve şeytan engelinden kurtaracak ilahi sistemi peygamberlere getirmekle görevli olduğunu bize haber vermektedir. Böylesine önemli bir vazife için dört büyük melekten birinin seçilmiş olması da, sadece davetin büyüklüğünü göstermekle kakmayıp aynı zamanda insanlığa verilen değere de işaret Bkz. A’raf: 7/ 43,53,59,65,73; Nahl: 16/9,36; Enbiya: 21/25,87; Ankebut: 29/16,17. Bkz. A’raf: 7/ 43,53. 108 Bkz. Hucurat: 49/13. 109 Bkz. El-Bakara: 2/31. 110 Günay Tümer - Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ank. Ocak yay.1993, s.209. 111 Bakara: 2/ 30,32,34,255; Al-i İmran: 3/39; Enam: 6/93;Ra’d: 13/11; Enbiya: 21/22,26. 112 Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, 29. bsk. Ank., DİB Yay. 1980,s.74; bkz. Enbiya: 21/2728. 113 Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, İst. Erkam yay.1995, s.279 vd. 114 Nahl: 16/102. 106 107 19 etmektedir.115 Anlaşılıyor ki Cebrail (as), ilahi vahyi meleklere ve peygamberlere ulaştıran vahiy meleğidir.116 Vahiy Meleği, Kur’an da “Cibril”117 şeklinde üç yerde zikredilmektedir. Ayrıca “Ruh”118, “Ruhu’l-Kudüs”119, “Ruhu’l-Emin”120 ve “Resul”121 gibi isimler kullanılır. Yine Kur’an’ın bildirdiğine göre Ruh, meleklerin en üstünü ve derece itibariyle Allah’a en yakın olanıdır.122 Söz konusu Ruh’un Cebrail olduğu Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir.123 Allah’u Teala, Hz. Muhammed’e vahiy getiren elçiyi, “Bu Kur’an arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.”124 Şeklinde altı kemal sıfatla övüyor. Bu ayetlerin tefsirini yapan Fahrettin erRazi şöyle diyor: Bil ki Allah Teâlâ burada Cebrail (a.s)'i şu altı sıfatla tavsif etmiştir. 1. Risalet: Onun bir resul (elçi) oluşudur. Onun, peygamberlere Allah'ın bir elçisi olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh o bir resul, bütün peygamberler de onun ümmetidir. İşte bu husus, Hak Teâlâ'nın "Allah melekleri, o Ruh’la birlikte, dilediği kullarına, emrinden dolayı indirir"125 ve "Onu senin kalbine Ruhu'l-Emin indirdi"126 ayetlerinden kastedilen husustur. 2. Kerem: Cebrail (a.s)'in "kerim" oluşudur. Hediyelerin en kıymetlisi olan, marifetullah, hidayet ve irşadı getirip vermesi, onun kerim (cömert ve şerefli) oluşundan dolayıdır. 3.Kuvvet: Onun "kuvvetli" oluşudur. Kimileri bu sıfatı, "şiddetli-çetin" manasına hamletmişlerdir. 115 Yeniçeri, a.g.e, s.272. Y. Şevki Yavuz, “Cebrail” mad. DİA, İst.1993, c.VII, s.202. 117 Bakara: 2/ 97–98; Tahrim: 66/4. 118 Nahl: 1672; Mü’min: 40715; Meryem:19/ 17–22; Enbiya: 21/91. 119 Bakara: 2/87; Maide:5/110; Nahl:16/102. 120 Şu’ara: 26/193. 121 Meryem: 19/ 17–19. 122 Tekvir: 81/ 19–21. 123 Bakara: 2/ 97–98. 124 Tekvir: 81/ 19–21; Hakka: 69/38–40. 125 :Nahl: 16/ 2. 126 Şu’ara: 26/ 193–194. 116 20 4. Çok Muteber: "Arşın sahibi nezdinde çok itibarlı" oluşudur. 5. Sözü Tutulan: "Orada kendisine itaat olunandır" ayetinin beyan ettiği husustur. Bil ki ayetteki “semme” "orada" kelimesi, "Arşın sahibi nezdinde" ifadesindeki, "nezdinde"ye bir işarettir. Buna göre mana, "Cebrail, Allah yanında, mukarreb melekler arasında, kendisine itaat olunan, mukarreb meleklerin emrine göre hareket edip, fikrine başvurdukları itibarlı bir melektir" şeklinde olur. 6. Emanet (Güvenilir): "emin" sıfatıdır. Bu, "Allah'ın vahyi ve risaleti (elçiliği) konusunda, hainlikten ve hatalardan koruyup muhafaza ettiği, güvenilir bir elçidir" demektir.127 O, aldığı emirde asla sınırı aşmaz, görevini gereği gibi yerine getirir.128 Cebrail, dünyada da ahirette de Allah ile mahlûkat arasında elçidir. O, meleklere ve peygamberlere ilahi vahyi tebliğ eder, bu sebeple de Allah’la vasıtasız konuştuğu Hz. Peygamber’in hadislerinde mevcuttur.129 3-Resul-Nebi-Peygamber: Resul, lügatte, gönderen kişinin teslim etme veya alma şeklinde verdiği elçilik vazifesini yerine getirendir. Istılahi olarak Resul, insanlara hükümleri tebliğ etmek üzere Allah'ın gönderdiği insanlardır. Kelbi ve Ferra şöyle dedi: Her Resul Nebi'dir. Bunun aksi düşünülemez. Resul kendisi Allah katından yeni bir din ve şeriat getiren kimsedir.130 Nebi ise; kendisi yeni bir şeriat getirmeyip daha önce gönderilmiş bir Resulün şeriatını tamamlayan kimsedir. Dolayısıyla Resul'den daha dar bir anlamı vardır. Nebi, kendisine melek ile vahiy gönderilen veya kalbine ilham edilen veya salih rüya ile uyarılan kimsedir. Çünkü resul, nebilik vahyinin üzerinde olan özel bir vahye mazhardır.131 Resul ve Nebi kavramları hakkında Muhammed Hamidullah şöyle diyor: “Biz, adeten kendisine kitap verilmemiş olana nebi, kendisine kitap verilmiş olana da 127 Er-Razi, a.g.e, c.XXII, s. 533–535. Elmalılı, a.g.e, c.IX, s.34. 129 Buhari, Tevhid,13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/267; III/230. 130 El-Cürcani, a.g.e, s.110. 131 El-Cürcani, a.g.e, s.239. 128 21 resul diyoruz.”132 Kadı Abdulcebbar’a göre, terim olarak “nebi” ve “resul” arasında fark yoktur. Dolayısıyla her resul nebidir, her nebi de resuldür. Ayrıca Abdulcebbar, bu görüşünü bu iki kelimenin aynı ayette133 kullanılmış olmasını ileri sürerek delillendirmektedir.134 Peygamber, haber getiren anlamındadır. Cenab-ı Allah'ın kullarına haber getirmek, dinini bildirmekle vazifelendirdiği kimseye, Allah elçisi, nebi, resul, yalvaç denir.135 Biz, bu tezimizde hem resul hem de nebi kavramını içine alan peygamber kelimesini kullanacağız. Peygamber, hassas ve yıkılmaz şahsiyetiyle sarsılmadan ve korkusuzca ilahi tebliği ilan ederek insanları, uyuşukluk ve düşük ahlaki gerilim durumundan çıkarıp Allah’ı Allah olarak, şeytanı da şeytan olarak açıkça görebilecekleri bir teyakkuz durumuna geçirmek için, uyandıran olağanüstü bir insandır.136 Allah’u Teala, insanların doğru yolu bulup kendisine kulluk edebilmeleri için onlara, gerekli olan ihtiyaçları yanında, rahmetinin bir sonucu olarak da peygamberler göndermiştir. Bilindiği gibi Peygamberler, özellikle ahlaki kriz dönemlerinde insanlığı kurtarmak amacıyla görevlendirilmişlerdir. Çünkü insanların en kaygan ve dolayısıyla kontrolü en zor olan yönleri, davranışlarının ahlaki yönüdür. İşte bu amaçla gönderilen peygamberler, ilahi tebliğe konu olan muhtevaları vahiy elçisinden almışlardır.137 İbn Haldun, vahiy aracılığı ile Allah’u Teala ile irtibatı olan Peygamberlerin, melek aracılığı ile Allah’tan vahiy alacak özellikte yaratılmış üstün vasıflı insanlar olduğunu ifade etmektedir. Bu konudaki görüşü şöyledir: ‘‘Peygamberler, Allah’ın elçileri olup, yaratan bunları kâmil bir surette yaratmıştır. Bunlar istedikleri zaman bir kere göz açıp kapayıncaya kadar kutsal âlemlere çıkar, beşeri hallerinden sıyrılarak melek halini alırlar. Bu ise, vahiy anında vuku bulur. Bunlar yaratılışlarıyla her türlü kötülükten ve günah sayılan işlerden uzak tabiatta olup, daima itaat ve ibadete gayret Muhammed Hamidullah, İslam Tarihine Giriş, Çev. Ruhi Özcan, İst. Beyan Yay. 1994, s.28. Hac: 22/52; A’raf: 7/94. 134 İlyas Çelebi, İslam İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdulcebbar, İst. Rağbet yay. 2002, s.315– 316. 135 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 1996, s. 902. 136 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Trc. Alparslan Açıkgenç, Ank, Ank. Okulu yay. 1993, s167. 137 Demirci, a.g.e, s.36. 132 133 22 sarf etmek ve her türlü hayırlı işlere rağbet etmekle, gayb’a gözlerini dikmiş bir halde bulunan insanlardır. Ve istedikleri zaman tanrısal fezaya dalarlar. Beşeriyetten melekliğe yükselirler, yukarı âlemlerden itikat, amel ve ahlaka dair bilgiler telakki ederler.’’138 Vermiş olduğumuz tariflerden anlaşıldığı gibi vahiy, aracı melekle peygamberler arasında meydana gelen tek taraflı bir iletişim tarzıdır. Bu iletişimde gerekli olan iki ortak nokta vardır. Birincisi, aynı işaret veya anlaşma sisteminin kullanılmasıdır. Başka bir ifade ile iletişimin gerçekleşebilmesi için onun, lisanî bir konuşma olması ve kullanılan dilin, her iki tarafın anlayabileceği ortak bir dil olması gerekmektedir.139 Hz. Adem(as)’dan Hz. Peygamber (sav)’e kadar geçen vahiy sürecine baktığımız zaman her peygambere kendi lisanıyla vahyedildiğine şahit olmaktayız. İkinci ortak nokta, vahiy esnasında konuşan ve dinleyen zatın aynı kategoriye mensup, aynı düzeyde varlıklar olmasıdır. Hâlbuki sözü edilen vahiy tarzında konuşanlar, birbirinden farklıdır. Yani burada melekle insanın konuşması söz konusudur. O halde bu tür bir vahyin gerçekleşmesi için bu iki varlık arasında nasıl olağanüstü bir durum meydana gelmelidir? Hemen belirtelim ki, bu hususun bazı İslam âlimleri tarafından çok iyi kavrandığı anlaşılmaktadır. Mesela, Suyuti’nin konuyla ilgili bir yorumu vardır: Vahiy, melekle insan arasında meydana gelen olağanüstü bir konuşmadır. İki taraf arasında bir çeşit eşitlik gerçekleşmedikçe, yani konuşan ile dinleyen arasında bir ilişki olmadıkça, karşılıklı bir kelime alış-veriş, öğretim ve öğrenim mümkün değildir. Bu durumda melekle insan arasında böyle olağanüstü bir ilişki nasıl kurulabilir? Bunun iki yolu vardır. Ya dinleyen konuşanın galip etkisiyle derin bir kişisel değişikliğe uğrar, ya da konuşan aşağı inip bir parça dinleyenin sıfatlarına bürünür. Hz. Muhammed (sav)’in vahiy alması her iki şekilde de vuku bulmuştur. Fakat bu iki halden birincisi daha zordur.140 İbn Haldun da peygamberlerin melekle münasebet kurmalarını, ancak kendilerinin melekleşmeleriyle mümkün görmektedir. Ona göre bunun yolu da, peygamberlere manevi bir kuvvetin gelip kendilerini etkilemesi ve tabiatlarını Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed İbn Haldun, Mukaddime, trc. Süleyman Uludağ, 2.bsk, İst. Dergâh Yay. 1988, c.I, 372–374; c.II, s.1180. 139 İzutsu, a.g.e, s.208. 140 Es-Suyuti, a.g.e, c.I, s.137. 138 23 değiştirmesiyle gerçekleşmektedir. Konuyla ilgili görüşü aynen şöyledir:‘‘Vahyin nuru, ortaya çıktığı vakit peygamberler yanlarında bulunanlardan büsbütün kaybolarak maneviyata yönelmiş olurlar ve dışardan bakıldığında uyku ve bayılma gibi bir hal meydana gelip, görenler onları uyuyor yahut bayılmış sanırlar. Hâlbuki o durumda bu hallerden hiçbirisi söz konusu değildir. Hakikatte kendileri horuldama halinde iseler de, ruhları tanrısal cezbeden ötürü yüce olan ruhlar ve meleklerle ruhani münasebet ve temaslarda bulunup, bunları müşahedeye dalmış oldukları için beşer anlayışının büsbütün dışında bir durumdadırlar. Bu cezbe anında peygamberler fısıldayarak söylenen sözleri işitir ve anlarlar.141 4-Vahiy’de Gizlilik: Peygamberlerin Allah’u Teala’dan almış oldukları vahyin en önemli vasfı, onu gizli bir şekilde almış olmalarıdır.142 Vahiy, Hz. Peygamber (sav)’e, yalnız tek başına kaldığı zamanlarda değil, ashabıyla yahut zevceleriyle birlikte bulunduğu anlarda da geliyordu.143 Resulullah’ın yanında bulunanlar Onda gördükleri bazı hallerden dolayı ona vahyin geldiğini anlıyorlar,144 fakat ne olup bittiğini fark edemiyorlardı. Çünkü vahiy meleğinin melek şekliyle ne görülmesi, ne de sesinin işitilmesi onlar için mümkün değildi.145 Öğle anlaşılıyor ki, vahyin, sözünü ettiğimiz bu “gizlilik vasfı”, vahiy tarihi boyunca hep devam ede gelmiştir. 5-Vahiy’de Süratlilik: Allah’u Teala ile İnsanoğlu arasındaki iletişim vasıtası olan Vahyin, anlaşılması zor olan unsurlarından biri de, peygamberlere ulaştırılmasındaki süratliliktir. Bekli de üçüncü şahıslardan gizlenmesinin asıl sebebi budur. Çünkü peygamberlerin dışında hiç bir insan, o süratte bir konuşmayı takip edecek olağanüstü bir tabiatta yaratılmış değildir. Gerçekten de normal bir okuyuşla tilaveti, birkaç saat sürebilecek İbn Haldun, a.g.e, c.I, s.372–374. El-İsfehani, a.g.e, s.858–859. 143 El-Buhari, Fedailu’l- Kur’an, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/150. 144 El-Buhari, Şehadet,15; Hac,17; Umre,10; Müslim, Salât, 53; Ahmet b. Hanbel, Müsned, I /238; V/190–191; VI/103,151. 145 El-Buhari, Fedailu’l- Kur’an, 1. 141 142 24 olan bir surenin, kısa bir zaman içerisinde Hz. Peygamber (sav)’e nakledildiğini düşünürsek, vahiy olayındaki intikal süresinin ne kadar kısa bir süre olduğunu kolayca anlayabiliriz.146 Bu hususla ilgili olarak İbn Haldun şöyle diyor: “(Peygamberlerin) Cebrail’den vahiy telakki etmeleri bir anda, bir kere göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir müddet içinde meydana gelir. Çünkü onların kalpleri daima gayb âlemine yönelmiştir. Tanrısal bilgiler onların kalplerine çarçabuk akseder. Bundan dolayı bu durum çabukluk (sürat) manasına gelen vahiy sözüyle ifade edilmiştir. Bunun sebebi şudur ki, peygamberlerin bilgileri bizimki gibi çalışıp çabalayarak öğrenilmiş, dercedilmiş ve belirli vakitlerin geçmesiyle elde edilmiş bilgiler değildir. Bu bilgiler, onlara bir defada telkin edilmiştir.”147 Hz. Peygamber (sav) vahyi alma hususunda acele edince, Allah’u Teala, Kur’an vahyini Hz. Peygamber’in kalbine süratli bir şekilde yerleştireceğini şöyle ifade ediyor: “(Resulüm ) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma, şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et, Sonra onu anlatmak da elbette bize aittir.”148 Hz. Peygamber, gelen vahyi hemen hafızasına yerleştirmek için tamamlanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Allah’u Teala bu ayetleri indirerek ona vahiy geldiğinde nasıl davranması gerektiğini öğretmiştir.149 Bu ayetlerde Yüce Allah üç şeyi kendi üzerine aldığını bildirmiştir: 1. Vahyi hafızalarda ve yazılı olarak toplayıp unutmamasını sağlamak.150 2. Vahyi Hz. Peygamber'in okumasını sağlamak. 3. Vahyi açıklamak. Ayrıca Kıyamet Suresi 19. ayette vahiy kendisine okunduğunda Hz. Peygamber'in susarak onu dinlemesi emredilmiş, o da böyle yapmıştır.151 Allah’u Teala "biz onu okuduğumuz zaman"152 buyurarak okuma fiilini kendisine isnat etmiştir; oysa başka ayetlerde onu vahiy meleğinin (Cebrail) Hz. Peygamber'in kalbine 146 Demirci, a.g.e, s.39. İbn Haldun, a.g.e, c.I, 372–374. 148 Kıyamet: 75/16–19. 149 Buharı, "Tefsir", 75,2. 150 A’lâ: 87/6. 151 Buhari, "Tefsir", 75; Müslim, “Salât”, 148. 152 Kıyamet: 75/18. 147 25 indirdiği bildirilmektedir.153 Bu ayetler arasında çelişki yoktur. İlâhî vahyin Cebrail aracılığı ile Hz. Peygamber'in zihnine yerleştirilmesi de bir okumadır.154 Amir eş-Şa'bî dedi ki: Peygamberin kendisine nazil olduğunda Kur'ân-ı Kerim’i tekrarlamakta acele etmesi, ona olan sevgisi ve diliyle onu okurken ondan aldığı lezzetti. Vahiy tamamlanıp, kalbinde toplanmadan bu şekildeki hareketi ona yasaklandı. Çünkü Kur'an'ın bir kısmı diğer kısmı ile irtibatlıdır. Denildiğine göre, Peygamber (sav)'e vahiy nazil oldu mu, unuturum korkusu ile vahyin nüzulü ile birlikte dilini de kıpırdatırdı. Bunun üzerine: "Sana onun vahyi tamamlanmadan önce Kur'ân'ı okumayı acele etme!"155; "Sana (Kur'ân'ı) okutacağız ve unutmayacaksın"156 buyrukları ile "dilini onunla kıpırdatma"157 buyrukları nazil oldu.158 6-Vahiy Yolları’nın Cin Ve Şeytanlardan Temizlenmesi: Allah’u Teala, Kur’an-ı Kerim’de, bazı cin ve şeytanların yüksek melekler meclisi anlamına gelen Mele-i ala’ya çıkarak kulak hırsızlığı yaparak bir takım haberleri çaldıklarını,159 bundan dolayı yıldızlar ve gezegenlerle süslenen en yakın göğün koruma altına alındığını beyan etmektedir.160 Bu koruma vahiy için de söz konusudur.161 Ancak vahiy yalnız semada değil arzda da korunmuştur. Semadaki koruma, aracı meleğin, vahyi kaynağından alma ve peygamberlere ulaştırıncaya kadar geçtiği yollar da, arzdaki korumada vahyin peygamberler tarafından okunması esnasında bahis konusudur.162 Allah’u Teala, peygamberlere göndermiş olduğu vahyin bir dış müdahaleye maruz kalmadan, orijinal şeklinin bozulmadan, kendilerine ulaşmasını sağlamak için, vahiy yollarını cin ve şeytanlardan temizlenmesine dair birtakım güçlerden bahsetmektedir. Vahiy yollarının korunmasıyla ilgili ayetler mealen şöyledir: Doğrusu Şuara: 26/193; Nahl: 16/102; Bakara: 2/97. Kur’an Yolu, c.V,s.434. 155 Taha: 20/114. 156 A'la: 87/6. 157 Kıyamet: 75/16. 158 Kurtubi, a.g.e, c.XVIII, s.231–233. 159 Saffat: 37/8. 160 Saffat: 37/6–7; Mülk: 67/5. 161 Cin: 72/8–9. 162 Demirci, a.g.e, s.41. 153 154 26 biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Hâlbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir yalın ateş (şihab) buluyor.163 Fahreddin er-Razi’ye göre ayetteki bu ifade, "Biz dinliyorduk, ama şu anda her ne zaman dinlemek istesek, şihablarla kovuluyor ve taşlanıyoruz." demektir.164 Mevdudi de bu ayetin tefsirin de şöyle diyor: Bu sebepten cinler, yeryüzünde ne büyük bir hadise meydana gelmiş ki haberleri korumak için çok sıkı denetim alınmış, bunun tahkikatı içerisindeydiler. "Şimdi artık gökyüzünden haber almaya bir fırsat bulamıyor, her yerden takip edilerek kovuluyoruz" diyorlardı.165 Elmalılı da bu ayetlerin tefsirini yaparken “şihabın” hakiki manasını verdikten sonra bu kelimenin mecaz manada anlaşılabileceği kanaatindedir. Şöyle ki: ŞÜHUB “şihâbın” çoğuludur. Şihâb, esasen ateş alevidir. Nitekim "Parlak bir ateş koru."166 Ayetinde de bu manada kullanılmıştır. Bundan, gökte yıldız kayar gibi kayan parıltılara da isim olmuştur. Mananın özeti şu oluyor: Biz iman ettik ki, "Allah kimseyi peygamber göndermeyecek, göndermez." zannı yanlış imiş, biz yüce bir şahsın peygamber gönderildiğini anladık. Çünkü biz göğü, o yüksek âlemi yokladık da onu şiddetli bekçiler, kuvvetli muhafız melekler ve atılmaya hazırlanmış ateş gibi alevler, korlarla doldurulmuş bulduk. Bilindiği gibi biz, o gökleri dinlemek, haber almak için bazı mevkilerde otururduk. Yani bazı yerlerde durup etrafı gözetler, gizli gök haberleri alır, onlarla halkı şaşırtırdık. Fakat şimdi "her kim dinlemek isterse onu gözaltında bulundurup gözleyen, yakmaya hazır bulunan bir ateş parçası, parlak bir alev bulunuyor. O Kur'an'ın ve onu okuyan zatın karşısında cin ve şeytan böyle eriyecek bir durumda kalıyor. İşte yüce Allah böyle birisini göndermiş ve âlemi böyle değiştirmiştir. Burada çoğunlukla “şihâbın” zahiri manasında ısrar ediliyorsa da biz bu ısrarda manayı maddeleştirmekten başka bir yarar görmüyoruz. Asıl maksat, peygamberlik nuru ve Kur'an ayetleri ile hakikat âleminde parlatılan ve batıl fikirlere karşı fırlatılan ateşi andırır uyarıları anlatmak olması daha yüksek bir mana olduğu kanaatindeyiz. Zira hava olaylarından olan o ateşlerin Peygamberimizin gönderilmesinden önce de olageldiği 163 Cin: 72/8–9. Er-Razi, a.g.e, c. XXII, s.180. 165 Ebu’l A’la el-Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, trc.kurl: Muhammetd Han Kayani, Yusuf Karaca, Nazife şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş; İst. İnsan yay. 1996, c.VI, s.487. 166 Neml: 27/7. 164 27 rivayetlerde de inkâr olunmuyor. Peygamberimizin gönderildiği sıralarda denildiği gibi fazla birçok ateş yağmurları olmuş ve bunlardan yıldız falcıları, kâhinler, şeytanlar korkup türlü manalar çıkarmaya çalışmış olsunlar. Fakat bu şekilde onlardan gök haberleri kesilmiş değil, aksine çoğaltılmış ve kulak hırsızlığına daha fazla meydan verilmiş demek olmaz mı? Oysa İbn Abbas Hazretlerinin söylediği ve bu ayetinde anlattığı mana, bu alevlerin, onlardan gök haberlerini kesmiş ve göğün kapılarını birer zabıta memuru olarak tutmuş doldurmuş olmalarıdır. Bu ise onların morallerini yıkıp yalanlarını, hafifliklerini ve taşkınlıklarını yakan hakikat alevlerini anlatıyor ki, onlar Muhammed (s.a.v)'in göğünden parıldayan ateşi andırır ayetler ve mucizelerdir ki, bunun karşısında insan ve cin şeytanlarının ödleri kopmuş, dilleri tutulmuştur.167 Görüldüğü gibi bu ayetler, Hz. Peygamber’e vahiy indirilirken gökyüzünün vurucu, delici şihablarla ve diğer sert bekçilerle doldurulduğunu, artık bundan böyle göklerden haber dinlemeye ve vahye müdahaleye kalkışan cinlere bu şihabların atıldığını bildirmektedir.. Şihabla aynı özelliği taşıyan bir başka yıldız da Tarık yıldızıdır. Bu yıldızı Kur’an’ın bizzat kendisi en- necmu’s-sakıb=delip geçen yıldız168 diye tarif etmektedir ki, onun niteliği de muhtemelen, otomatik olarak belirlenen hedefe isabet edip, onu saf dışı bırakmasıdır.169 Fahreddin er-Razi ve ondan daha önce ez-Zemahşeri bu yıldızın karanlıkları delip geçtiğini ve herhangi bir şeye isabet ettiğinde onun içine nüfuz ederek yaktığını belirtmektedirler.170 Allah’u Teala, yeryüzün de bulunan şeytanların da vahye müdahalede bulunduklarını ancak bunun da hemen sonuçsuz bırakıldığını haber vermektedir. Allah’u Teala, şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiç bir resul ve nebi görmedik ki o, bir temenni de bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah Elmalılı, a.g.e, c.VIII, s.378–379. Tarık: 86/1–3. 169 Yeniçeri, a.g.e, s.136 vd. 170 Ebu’l Kasım Carullah Mahmut b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşeri, Tefsir’ul Keşşaf, 3.bsk, Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye, 2003, c.IV, s.612–613; Er-Razi, a.g.e, c.XXIII, s.52. 167 168 28 hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”171 Müfessirlerin çoğunluğu, bu ayette yer alan “temenni” kelimesinin “tilavet=okumak” manasına alınmasının daha isabetli olacağı kanaatindedirler.172 Buna göre söz konusu ayet, her peygamber kendisine gelen vahyi okuduğu zaman mutlaka şeytan o peygambere müdahalede bulunarak bir takım sözler atmaya kalkışmış, ancak Allah Teala şeytanın atmış olduğu düşünce ve sözleri iptal edip kendi vahyettiği ayetleri muhkemleştirmiştir, şeklinde yorumlanabilir. Bu da bize, yeryüzü şeytanlarının da vahye müdahale etmek istediklerini ama bunun da hiç bir zaman mümkün olmadığını göstermiş olmaktadır. Dolayısıyla semanın düzenini korumakla görevlendirilen şihab yıldızları ve rücum (ateş taneleri) sebebiyle, itaatten çıkmış bir takım cin ve şeytanların ne Mele-i Ala’dan kulak hırsızlığı yoluyla herhangi bir haber çalmaları ne de vahye müdahale ederek onu durdurmaya da kendi istekleri doğrultusunda değiştirmeleri mümkün değildir. Aynı şekilde yeryüzü şeytanlarının da, peygamberlerinin vahyi tebliğ etmeleri esnasın da onlara müdahalede bulunarak ilahi sözler arasına beşeri arzular katmaları imkân dâhilin de görünmemektedir.173 171 Hac: 22/52. İsmail İbn Kesir, Tefsir’u Kur’an’il Azim, tahk: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed Seyyid Reşad, Muhammed Fazl, Ali Ahmed, Hasan Abbas, 1.bask, Kahire, el-Farukul Hadise yay. 2000, c.XV, s.83–85; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İst. Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988, c.VI, s.38; etTaberi, a.g.e, X, s.248–249; İsmail Cerrahoğlu, "Garanik",mad. DİA, c. XIII, s.364; Kurtubi, a.g.e, c.XII, s.127. 173 Demirci, a.g.e, s.43–44. 172 29 İKİNCİ BÖLÜM İLAHİ DİNLER DE VAHİY ANLAYIŞLARI Vahiy inancı, tarih boyunca çeşitli dinlerde kendini göstermiş, ancak farklı şekillerde yorumlanmıştır.174 A-Yahudilikte Vahiy: Yaşayan ilahi dinlerin en eskisi Yahudiliktir. Geçmişi bir kaç bin yıl gerilere giden bu dinin başta gelen özelliklerinden biri, İsrail oğullarıyla Tanrı arasındaki ahde kutsal kitaplarında geniş yer ayrılmıştır. Bundan dolayı bu din, bir ahit dini olarak da bilinmektedir. Yahudilik, Babil sürgününden bu yana milli bir din haline getirilmiştir. Ancak bu din, tek Tanrı’ya, vahye dayanan kutsal kitaba ve peygambere yer vermesiyle milli dinlerden, millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de ilahi dinlerden farklı bir durumdadır.175 Yahudi ilahiyatında Tanrı zatını bildirmedikçe, insanların kendi güçleriyle O’nu bilmeleri imkânsızdır. Bu nedenle Tanrı vahiy kanalıyla kendini Yahudilere bildirmektedir. Özellikle Tanrı, kendi iradesiyle seçtiği peygamberlerle vahiy yoluyla iletişim kurmuştur. Eski ahit’te Tanrı’nın iletişim kurduğu peygamberler, sadece İsrail oğullarına gönderilen peygamberlerle sınırlı değildir.176 Kitab-ı Mukaddes’te Samuel’in, Tanrı’dan vahiy alışı şöyle anlatılır: “Ben peygamber değildim, peygamber oğlu da değildim; ancak ben sığır çobanı idim ve ceviz ağaçları tımar ederdim ve Rab beni sürünün arkasından aldı ve Rab Bana dedi: Git kavmin İsrail’e peygamberlik et ve şimdi rabbin sözünü dinle…”177 174 Aslan, a.g.e, s.28 vd. Tümer-Küçük, a.g.e, s.176. 176 Nurettin Turgay, Kur’an’da Vahiy Kavramı, Diyanet İlmi Dergi, c.XXXVII, sayı: 4, s.25; Aslan, a.g.e, s.12. 177 Kitab-ı Mukaddes, Amos, 7/14–16. 175 30 Yahudilikteki vahiy anlayışını ifade etmeden önce, onların peygamberlik anlayışından söz etmek gerekir. Yahudilik dinine göre peygamberler insanla, gizli, görünmez kudret arasında irtibat sağlayan, temsilcilik ve aracılık görevini üstlenen kişilerdir. Onlar sadece sözcüdürler, temasa geçtikleri üstün kudretin sözlerini insanlara naklederler. Üstün varlıkla temasa geçtiklerinde kendi varlıkları silinir, kendi benliklerinden uzaklaşır ve ilahi kudret ile dolarlar.178 Yahudi geleneğine göre vahyin kaynağı Rab Yahve, aracısı ise peygamberlerdir. muhatabı insanlar, Rab Yahve’nin emir ve isteklerini O’nun iradesi doğrultusun da İsrail oğullarına ileten peygamberlerin bilgi vasıtaları da vahiydir. Mesela Hz. Musa’ya nispet edilen bugünkü Tevrat, Babil esareti sonrasından başlamak üzere kelime, Rab Yahve tarafından Hz. Musa’ya vahyedilmiştir.179 Yahudiler, vahyin peygamberlere bazı yollarla geldiğine inanıyorlar. Bunlar; 1Teofani (aracısız vahiy, Tanrı ile direkt irtibat kurmaktır), 2-Tanrı’nın Tecellisi, 3-Rüya, 4-Tanrı’nın Kelamı, 5-İlahi Ruh’tur.180 B-Hıristiyanlıkta Vahiy: Hıristiyanların vahiy anlayışının temelinde Yeni Ahit vardır. Yeni Ahit’teki vahiy anlayışı ise Tanrı vahyi’nin tamamını kendisinde taşıyan İsa üzerinde düğümlenmektedir. Hıristiyanlığa göre tam ve mükemmel vahiy, kitapta değil, bir insanda gerçekleşir. Tanrı’nın insana söylemek istediğini hayatında ve şahsında en mükemmel şekilde anlatan, tanrı’yı ifşa eden Mesh İsa’dır. Tanrı’nın kurtarıcı kudretini vahyeden İsa’dır. Tanrı ebedi mesajını İsa’da birleştirmiş ve İsa’yı ölümden hayata geçirmiştir. Tanrı’nın vahyi, yüce ebedi, tarifi imkânsız, yalnız kendi kendini anlayan olarak görülmektedir.181 Ömer Faruk Harman, Yahudilikte Peygamberlik ve Peygamberler, İst.1988, s.2. Ömer Faruk Harman, “Ahd-i Atik” mad. DİA, c.I, s.494–500. 180 Demirci, a.g.a, s.127–128; Aslan, a.g.a, s.11–18. 181 Aslan, a.g.e, s.18. 178 179 31 Hıristiyanlar da Yahudiler gibi Tanrı’nın, insanlar arasından seçtiği peygamberlerini vahiy yoluyla bilgilendirdiğini kabul etmektedirler. Onlara göre İbrahim, İshak, Yakup ve Musa gibi peygamberler Tanrı’nın vahyine mazhar olmuşlardır. Tanrı onlara özel bir tarzda hitap etmiş ve bu sözü edilen peygamberler Tanrı’nın sözlerine sadece vahiy yoluyla muhatap olmuşlardır. Vahiy devam ettiği sürece bu peygamberlerin idrakleri yok olmuş, ancak Tanrı’nın iradesi onlara hâkim olmuştur. Vahye mazhar olan peygamberlerin vahye dayalı sözleri Allah’ın kelamı, vahye dayanmayan sözleri ise, kendi düşünce ve kanaatlerinin ürünüdür, Tanrı’nın sözü değildir.182 Mukaddes Kitapların bildirdiğine göre, herhangi bir peygamberin veya ilahi vahyin doğruluğu, normal olayların üstünde bir işaret’in (mucize’nin) ortaya çıkması ile ispat edilir. Dolayısıyla hem Kur’an’da hem de diğer kitaplar da, örnek olabilecek misaller mevcuttur.183 İslam Dini üzerinde birtakım çalışmaları olan Batılı araştırmacı Watt, İslam ile Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışını mukayese ederek şöyle demiştir: Müslümanlar Kur’an’ın vahyedildiğine inanırlar. Yine onlara göre Kur’an, bir melek tarafından Hz. Muhammed’e aktarılmış olan bir Allah kelamıdır. Kur’an Hz. Muhammed’in sözü ve onun bir ürünü değildir. Allah Kelamı olan Kur’an, tabiatüstü yollarla Hz. Muhammed’e nazil olup onun çağdaşlarına hitap etmektedir. Hz. Muhammed, ilahi tebliği insanlar iletmek için seçilmiş bir elçiden ibarettir. Birçok Hıristiyan da, yüzyıllarca İncil’in sözlerini tanrı Kelamı olarak kabul etmiş ve Müslümanlarınkine benzer bir görüşe sahip olmuşlardır. Onlara göre, Kutsal Kitaplardaki sözler, bu kitapların yazarlarına bir melek aracılığı ile gelmiş değildir. Tanrı onlara o şekilde ilham vermiştir ki, onların yazdıkları onun sözlerinden ibaret olmuştur. Son yıllarda Hıristiyan düşünce hayatında görülen akımlardan birine göre, vahiy Tanrı’nın bir faaliyetidir.184 182 Demirci, a.g.e, s.129. William Montgomery Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, çev. Mehmet Said Aydın, Ank. Hülbe yay. 1982, s.89. 184 Watt, a.e, s.23 vd. 183 32 Watt’ın bu açıklamalarından anlaşıldığı gibi, Müslümanlarla Hıristiyanların vahiy anlayışı arasında bazı farklar vardır. Her iki taraf vahyin varlığında anlaşmakla beraber, Müslümanlar onun bir melek vasıtasıyla gönderilen Allah Kelamı olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların ise böyle bir düşünceleri yoktur; onlara göre vahiy bir ilhamdan ibarettir.185 Hikmet Tanyu da İslam’daki vahiy anlayışı ile Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışının farkını şöyle ortaya koyuyor: Hıristiyanlığın vahiy ve ilham anlayışı, İslam’ın vahiy anlayışından farklıdır. İslam’a göre vahyin aracısı olan peygamberin görevi, Allah’tan aldığı vahiy muhtevasına hiç bir şey ilave etmeden ve ondan herhangi bir şey eksiltmeden olduğu gibi nakletmektir. Hıristiyanlıkta ise kutsal kitap yazarı sadece nakletmemekte, kullanılan dil ve üslup, metnin kompozisyonu ve çeşitli kaynaklarla tamamlanması gibi hususlarda da aktif bir rol de üstlenmektedir186. Peygamberlerin vahiy alma esnasında görme ya da işitme ile ilgili veya her ikisiyle birlikte veya bunlardan hiçbiri olmaksızın gerçekleşen bir tasavvur ve idrak formundan söz etmek mümkündür. Yani peygamber ya bir söz iştir ya bir rüya görür veya bunlardan her ikisi meydana gelir yahut da basit bir şekilde bilincinde sözler bulur. Tasavvur formu ihtimal ki, kısmen yaratılışa bağlıdır ve tabii bizzat peygamber için oldukça önemlidir. Bu, ona kendisinin Tanrı’dan gerçekten vahiy aldığı konusunda kesin bir kanaat veren faktörlerden bir tanesidir; dolayısıyla eğer peygamberin, vahiyle aldığı mesajları büyük bir muhalefet karşısında tebliğ etmesi gerekiyorsa, sağlam bir kanaat edinmesi onun için zaruridir. Şunu da belirtelim ki, tanım ve tasvirlerdeki deyimlerin çoğunun sembolik ve çağrıştırıcı özellikte olduğunun kabul edilmesi gerektiğine göre, bir peygamberin çok çeşitli şekillerde vahiy alabilmesi olgusu bir problem teşkil etmez.187 Konumuzla ilgili olarak üzerinde durulması gereken mesele, Hz. İsa’nın nasıl vahiy aldığı meselesidir. Bilindiği gibi Hıristiyanlık, vahiy ve kutsal kitaba dayanan özde tek Tanrı’lı olmakla beraber, daha sonra teslise (üçlemeye ) gidilmiş ilahi kaynaklı 185 Turgay, a.g.d, s.26. Hikmet Tanyu, “Ahd-i Cedid” mad. DİA., c.I, s.506. 187 William Montgomery Watt, Günümüzde İslam ve Hıritiyanlık, terc. Turan Koç, İstanbul:1991, s.97–98. 186 33 bir dindir.188 Sözü edilen bu inanç sistemi, Baba, Oğul ve kutsal Ruh gibi üç unsurdan meydana gelmektedir.189 Hıristiyanlık inancın da üç Tanrı’dan biri sayılan İsa için söz konusu edilen vahiy hadisesi diğer ilahi dinlerde görülmeyen bir çerçeve içerisinde izah edilmektedir. Hıristiyanlık geleneğine göre vahiy, Hz. İsa’nın varlığından ayrı değildir. Yani onun aldığı vahiyle kendi varlığı bir bütünlük arz etmektedir. Başka bir değişle Hz İsa’nın vücudu ve hayatı bütünüyle vahiydir. O, bizatihi Tanrı’nın kelamıdır ve daima Onunla beraberdir. Daha doğrusu vahiy, Hz. İsa’nın hayatının her anını kapsamakta, adeta onun maddi varlığı tamamıyla vahiyden ibaret görülmektedir. Bundan dolayı denilebilir ki, Hıristiyanlığa göre Hz. İsa’nın mucizeleri, vaazları, doğumu, ölümü, yeniden dirilerek semaya yükselişi, ayinleri ve kutsal yazmalarının hepsi birer vahiydir ve bütün bu vahiyler, Kutsal Ruh’un, Hz. İsa’nın bedenine girmesiyle meydana gelmiştir. Çünkü Kutsal Ruh olmadan O’nun Tanrı olması mümkün değildir. Bu yüzdendir ki, Kutsal Ruh’un, Hz. İsa’nın bedenine girmesi, onu ilahlaştırdığı gibi, aynı zamanda onun varlığını da tamamen vahiy haline getirmiştir. Böylece Hz. İsa’nın varlığı bizzat vahiy olmuştur.190 Hıristiyanlık inancı’na göre başta peygamberler olmak üzere Havariler, onların talebeleri, azizler ve papaların da vahiy aldıklarına inanılmaktadır. Hz. İsa’ya gelince onun da belli bir vahye mazhar olduğu söylenebilir, ancak Baba Allah, onun bedenine girip, kendisiyle birleştiğinden, o da tanrılaşmış ve bunun sonucu olarak da kendi kendine vahyeden durumuna gelmiştir. Bu yüzden Hıristiyanlar vahiy konusunda Hz. İsa’yı, vahye mazhar olan diğer insanlardan ayrı konumda kabul etmişler.191 C-İslam’da Vahiy: Peygamberler, insanlar arsından seçilmiş mümtaz şahsiyetlerdir. İnsanlar ile Melekler arasında en iyi vasıta peygamberlerdir. Peygamberler, bu yönleri ile yani nefislerinin ve cevherlerinin temizliği ile meleklere, birer beşer olmalarından dolayı da 188 Tümer- Küçük, a.g.a, s.232. Tümer -Küçük, a.e, s.232. 190 Demirci, a.g.e, s.130–131. 191 Demirci, a.g.e, s.131. 189 34 insanlara uygun düştüklerinden, melek ile insanlar arasında en iyi aracılık görevi yapmaktadırlar. Peygamberler Allah’u Teâla’dan vahiy almak suretiyle bu görevlerini yerine getirirler. Çünkü onlar ne söylemişlerse vahye dayalı olarak söylemişlerdir. Din ile felsefe arasında bir uzlaşma zemini bulma çabasına giren İslam filozoflarının, vahiy konusundaki görüşlerini izah etmeden önce İslam Tarihi sürecinde hicri II. asırdan itibaren oluşmaya başlayan Mezheplerin görüşlerini izah etmek gerekir. 1-Mutezile’ye Göre Vahiy: Mutezile Mezhebi, Emeviler döneminde ortaya çıkmış, ama Abbasiler döneminde, uzunca bir dönem, İslam düşüncesini etkilemiştir.192 Mutezile’ye göre Allah, daha önce yaşamış olan insanlara nasıl peygamberler göndermişse Hz. Muhammed’i de vakti gelince peygamber olarak seçip göndermiş ve bu yolla insanlara mesajını iletmiştir. Söz konusu mesajı da peygamberler ya vahiy elçisi vasıtasıyla ya ilham yoluyla ya da perde arkasından Yüce Allah ile bizatihi görüşmek suretiyle almışlardır.193 Zemahşeri’nin bu izahından anlaşıldığı gibi Mutezile mezhebi’nin vahiy anlayışı, Ehl-i Sünnet Mezhebinde olduğu gibidir. Fakat vahye duyulan ihtiyaç ve Kur’an vahyinin mahlukiyeti meselelerinde Ehl-i Sünnet mezhebinden farklı düşünmektedir.194 Kelam ilminin temelini atan Mu’tezile, İslami fırkalar içerisinde akla en geniş yetki veren itikadi bir mezheptir.195 Mu’tezile, akla çok büyük bir yetki vermesinden dolayı, vahiy ve şeriat olmasa bile aklın, her şeyin iyiliğini ve kötülüğünü, güzelliğini ve çirkinliğini anlayabilecek güçte olduğunu ileri sürmektir. Mutezileye göre İsra Suresi 15. ayette geçen “resul” kelimesi “akıl” manasındadır.196 Fahreddin Er Razi de ayetin yorumlarımdan birisinin de bu şekilde olduğunu şöyle ifade ediyor: Akıl, insanlara, Allah tarafından gönderilmiş olan bir nevi elçidir. Hem de öyle bir elçi ki, şayet o Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, çev. Sıbğatullah Kaya, İst. şura yay. ts, s.135. Zemahşeri, a.g.e, c.IV, s.226. 194 Demirci, a.g.e, s.133. 195 Gölcük-Toprak, a.g.e, s.241. 196 Zemahşeri, a.g.e, c.II, s.628. 192 193 35 olmasaydı, Hiçbir peygamberin risaleti yerleşemezdi. O halde akıl, temel resuldür. Binaenaleyh, ayetin manası, "Biz, akıl elçisini, resulünü göndermedikçe, azâb edici değiliz"197 şeklinde olur.198 Çünkü bu mezhebe göre vahiy, bir şeyin güzel ve çirkin olmasının sebebi değildir. O ancak aklen güzel olanın güzelliğini, çirkin olanın da çirkinliğini ortaya koymaktadır.199 Şehristani Mu’tezile’nin bu husustaki görüşünü şu cümlelerle beyan etmektedir: İnsan, kendisine herhangi bir vahiy gelmeden de mükellefiyetini idrak edebilecek akli kudrete sahiptir. Allah’ı bilmenin ve nimete şükretmenin usulü peygamber gönderilmeden önce de vaciptir. Aynı şekilde husun’u yapmak ve Kubuh’tan sakınmak ta vaciptir. Bu yüzden Allah Teala’nın insanlara peygamberler göndererek onların sorumlu olduklarını ve imtihana çekildiklerini bildirmesi, (kendi üzerine vacip olmayıp) ilahi lütfunun bir eseridir. Çünkü Allah, “ helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı)”200 buyurmaktadır.201 Mu’tezile mezhebini bu görüşünde tutarlı kabul etmek mümkün değildir. Çünkü akıl sınırlıdır ve sınırını aştığı zamanda yolunu şaşırmakta ve tökezlemektedir. Dolayısıyla böylesine önemli bir meselede akıl, her zaman doğruları gösteren şaşmaz bir kriter (ölçü ) olamaz. O halde akla üstesinden gelemeyeceği bir yükü yüklememek gerekir. Nitekim Yaratıcı Kudret bu sebepten dolayı ona, teklife esas olan hususların muhtevasını öğrenme ve mahiyetini idrak etme vazifesini vermiştir, vahyedilmeyen esasları bulup çıkarmasını değil.202 Vahiy konusunda Mu’tezile’nin Ehl-i sünnet’ten ayrıldığı diğer husus, Kur’an Vahyi’nin mahlukiyeti meselesidir. Mu’tezile kelamcıları, Allah Teala’nın kelam sıfatını mahlûk ve muhdes (yaratılmış) olarak telakki ederek, bu sıfatın bir tezahürü olan İsra: 17/15. Er-Râzi, a.g.e., c.XIV, s.426-428. 199 Demirci, a.g.e, ss133. 200 Enfal: 8/42. 201 Ebu’l Feth Muhammed Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş- Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, tahk: Emir Ali, Ali Hasan. 7.bsk. Beyrut, Dar’ul Marife, 1998, c.I, s.58. 202 Demirci, a.g.e, ss134. 197 198 36 Kur’an vahyinin (dolayısıyla bütün vahiylerin) de mahlûk olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre kelam sıfatının bir yansıması olan sözler, ses ve harflerden oluşmakta ve bir mekanizmadan çıkmaktadır. Dolayısıyla bu da kelamın mahlûk olması demektir. Kelam mahlûk olunca, Kur’an vahyinin de mahlûk ve muhdes olması gerekir. Fakat Allah’ın kelamını yarattığı mahal, kendi zatı değildir; yani bu kelam O’nun zatından sudur etmez. Aksi halde Allah’ın zatı da mahlûk ve muhdes olan kelama mahal olurdu ki, bu da Allah’ın zatının mahlûk olduğu sonucunu ortaya çıkarırdı.203 2-Şia’ya Göre Vahiy: Şia, Hz Peygamber (sav)’in vefatından sonra Hz. Ali ve onun Ehl-i beytini halifelik (imamet) için en layık kişi olarak gören ve onu nass ve tayinle “meşru” halife kabul eden; ondan sonraki halifelerin de onun soyundan gelmesi gerektiğine inanan toplulukların müşterek adıdır.204 Şia, imamet anlayışı ile diğer mezheplerden ayrılmaktadır. Şia, birçok gurubu içerisinde barındırmaktadır. Şia’nın Vahiy anlayışını ortaya koyarken bu guruplardan İmamiyye Şiasının görüşüne müracaat edeceğiz. Çünkü Şia içerisin de en çok taraftarı olan İmamiyye (Caferiyye) gurubudur.205 İmamiyye Şiası’na göre İmamet, vahiy kurumunun bir devamı niteliğindedir. Peygamberleri göndermek nasıl bir lütuf ise, Peygamberden sonra, onun yerine imam naspetmek de lütuftur ve vücudu zati ile Allah’u Teala’ya vaciptir. Dolayısıyla Şiiİmamiyye’nin Vahiy anlayışını anlamak İmamet inancını anlamaya bağlıdır. İmamiyye Şiası’na göre İman, usul-u dinden olan İmamete inanmakla tamamlanabilir. İmamiyye, Nübüvvetin nasıl Allah’tan bir lütuf olduğuna inanırsa, her asırda Peygamberin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların hidayet ve irşatlarını üstlenmiş bir İmam’ın mevcudiyetine de inanmaktadır.206 İmamın, ümmetin en faziletlisi, en bilgini, soy-sop ve ahlak bakımından en üstün kişisi olması gerekir. Ayrıca İmamlar şeriatı koruyan onun hükümlerini halk arasında icra eden kişiler olduklarından, onların da peygamberler gibi, masum olmaları 203 Demirci, a.g.e, s.134–135. Ethem Ruhi Fığlalı, İmamiyye Şiası, İstanbul, Selçuk yay. 1984, s.205; Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, 8.bsk. Ank. Selçuk yay., 1996, s.118. 205 Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.140–143. 206 Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.209; Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.160. 204 37 ve ismet sıfatı konusunda peygamberlerle imamlar arsında herhangi bir farkın bulunmaması gerekir. Bu yüzden onlar ister büyük ister küçük olsun hiç günah işlemezler. Kendilerine emrettiği hususlarda asla Allah’a karşı gelmezler ve emredilen şeyleri eksiksiz yaparlar. İmamların buyrukları Allah’ın buyrukları; yasakları da Allah’ın yasakları gibidir.207 İmamiyye’nin vahiy hususundaki görüşü genel itibariyle Ehl-i Sünnet gibidir.208 Fakat Mutezile’nin söylediği gibi Kur’an’ın mahlûk olduğunu209 ve imamların da masum olup ilham210 aldığını mucize bile gösterebileceklerini211 söyleyerek Ehl-i sünnetten ayrılırlar.212 İmamiyye, ilhama mazhar olan kişileri “Muhaddes” kavramıyla ifade ederek, İmameti Nübüvvetten farklı bir müessese olarak telakki etmek istese de, yaptıkları izahlara bakıldığında fonksiyon itibariyle bu iki kurum arasında pek fazla farklılık gözükmemektedir. Anlaşılıyor ki, adına ne denirse densin imamlar için bilgi edinme yolu olarak gösterilen ilham vahiyden başka bir şey değildir ve İmamet de esasen Nübüvvet’in değişik isimle devamı niteliğinde görülen bir kurumdan ibarettir.213 3-İslam Filozoflarına Göre Vahiy: Vahyin imkân ve niteliği ile ilgili yorum yapanlar genellikle İslam Filozoflarıdır. Bu da onların meseleye bakış açılarından yani vahyi, akli bir temele oturtmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.214 Genel olarak İslam Filozoflarına göre vahiy, beşeri nefsi natıkanın Felek aklı ve nefsi ile temas etmesinden ibarettir. Başka bir ifade ile nefsi natıkanın nüfuzu, felekiye ile manevi teması sayesinde orada nakledilmiş olan hadiselerin suretlerine agâh 207 Demirci, a.g.e, s.136–137. Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.205. 209 Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.155. 210 İmamiyyede, İlham’ın açıklaması Vahiy gibidir. 211 Demirci, a.g.e, s.139. 212 Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.161. 213 Demirci, a.g.e, s.138. 214 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, 8.bsk. İzmir, İİF. Vakfı Yay. 1999, s.3. 208 38 olması, bu suretlerin nefsi natıkaya bir aynadaki suretlerin, karşı bir aynaya yansıması gibi görüntü vermesidir.215 Tabiatıyla İslam Filozoflarının tamamının Vahiy hakkındaki görüşlerini bu kısa çalışmamıza sığdırmamız mümkün değildir. Fakat konunun anlaşılmasına yeteceğine inandığımız İslam Filozoflarının bir kaçının vahiy hakkındaki görüşleriyle yetineceğiz Bunlar arasında Ebu Yakup el-Kindi, peygamberlerin vahiy yoluyla bilgilendirildiklerini kabul ederek, bu tür bilgilerin felsefi bilgilerden daha üstün olduğunu savunur.216 Çünkü ona göre, felsefe akıl yürütmeye dayalıdır; vahiy ise İlahi kaynaklı olduğundan ondan daha kesin, sağlam ve daha inandırıcıdır. Dolayısıyla bu da ilahiyatın felsefeden daha yüksek bir mevki işgal ettiğini, dinin ilahi, felsefenin beşeri kaynaklı olduğunu, yani felsefenin akıl, dinin itaat ve kabul yolunu benimsediğini ve nihayet peygamberlerin doğrudan vahiy yoluyla, filozofların ise akıl yürütme ve mantık gayretleriyle bilgi sahibi olduklarını gösterir.217 Kindi’ye göre Herhangi bir çabaya, araştırma ve incelemeye, mantık ve matematik gibi bir takım araç ve çarelere başvurmaksızın elde edilen ve sadece peygamberlere özgü olan dini ya da vahyi bilgiler de kesin olarak gerçekliği ifade etmektedirler. Bu konuda en küçük bir kuşkuya dahi yer yoktur. Zira bu bilgi Allah’ın desteği, ilhamı ve vahyi ile gerçekleşmektedir. Kindi’ye göre Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiklerinin hepsi aklın verileriyle ya da felsefi bilgi ile mutabık ve uzlaşır nitelikte olup ancak akıldan yoksun olanlar ya da cehaletle yoğrulanlar bu gerçeği inkâr edebilir. Bununla birlikte dinin gelmiş olduğu dilin inceliklerine vakıf olmak ve gerektiğinde te’vile başvurmak bu gerçeği görenler için bir zorunluluktur. Aksi halde dinin gerçeğini tam olarak kavramak mümkün olmayacaktır. Felsefe ile dinin her ikisinin de hakikati ifade ettiğini açık ve net bir biçimde ortaya koyan Kindi, yine de vahyi bilgiyi veciz, açık-seçik, kapsamlı ve kestirme olma bakımından akli bilgiden üstün tutmaktadır. Hatta böyle bir bilgiyi bu niteliklerde ortaya koymak insan gücünün Ahmet Hamdi Akseki, İslam, Neşre Haz: Hasan Tahsin Feyizli, Ank. Nur yay. 1981, s.147; Mehmet Erdoğan, Vahiy Akıl Dengesi Açısından Sünnet, İst. MÜİF Vakfı Yay. 2001, s.15. 216 Ömer Mahir Alper, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy-Felsefe-Din İlişkisi, İst., Ayışığı Kitapları,2000, s.61-62. 217 Macit Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan, 2.bsk. İst. İklim yay. 1992, s.87. 215 39 çok üzerindedir ve beşer kudretinin bunun bir benzerini ortaya koyması dahi imkânsızdır.218 Türk-İslam dünyasında kendilerine “Ansiklopedistler” denilen “İhvan-ı Safa” vahyi, “Allah tarafından seçkin kullara verilmiş bilgiler diye” tarif ederek bu bilgilerin sadece peygamberlere verildiğini söylerler. “İlham”’ı ise diğer seçkin kullara tahsis ederler. İnsanın aklının veya duyularının erişemediği bir takım yüce meseleler vardır. Bu durumda İnsan, Tanrı’nın sözcüsü olan Peygamberlere uyması gerekir. Ve nasıl Peygamberler, meleklerin talimatına teslim oluyorlarsa, o da onların öğretisine öylece teslim olmalıdır.219 İbn Sina’ya göre vahiy, insan aklı ile faal akıl arasındaki perdelerin tamamıyla kalkması sonucu insan aklına nüfuz eden feyizden ibarettir.220 İbn Sina’ya göre, akılla en seçkin bir varlık olan insan, aklın sürekli faal olduğu mertebede nübüvvete layık olur. Aklı Faal olarak en zirvede olan İnsan, peygamberin kendisidir. Öyleyse en mükemmel insan peygamberdir. O sahip olduğu bu akıl sayesinde, Allah’ın kelamını işitir ve meleklerini müşahede eder. Müşahede ettiklerini de biçimlere dönüştürür. Melek, ona sesini işittirir ve o da bu işittiği sesin Allah ve Melek tarafından olduğunu fark eder. Peygamberden başka bir canlı bu sesi işitmez.221 Peygamberler zihin berraklığı, hayal mükemmelliği ve dıştaki maddeleri kendine itaat ve hizmet ettirme gibi şartları yerine getirdikten sonra, kendinden başka hiç kimsede bulunmayan sezgi gücü ve kutsal kuvvetler vasıtasıyla Faal Akılla temasa geçer ve bu güç sayesinde hakikatleri kavrarlar. İşte vahiy, bu kutsal kuvvetlerin bazı insanlara bahşedilmesinden ibarettir. Burada Melekler ise, yüksek hakikatlerle temasta bulunan varlıklardır ve görevleri de ilahi haberleri peygamberlere iletmektir.222 Farabi’ye göre vahiy, İslami bilgilerin dayandığı temel unsur olmakla birlikte felsefi bir hakikat tarzıdır. Farabi’nin vahiy anlayışı diğer İslam Filozoflarından oldukça farklıdır. Farabi’ye göre hikmet bilgisinin kaynağı ile vahiy bilgisinin kaynağı birdir, o 218 Ömer Mahir Alper, a.g.e., s.71. Macit Fahri, a.e, s.159–160; Aslan, a.g.e, s.33; Demirci, a.g.e, s.141. 220 Erdoğan, a.g.e, s.15. 221 Aslan, a.g.e, s.35. 222 Demirci, a.g.e, s.143. 219 40 da Faal Akıldır.223 Bu sebeple hem peygamberler, hem de filozoflar vahye mazhar olarak aynı kaynaktan bilgi alırlar. Faal Akıl’la irtibat kurabilme imkânı filozof ve peygamberlerindir. Zira tanrı, ancak onun vasıtasıyla insana hakikati bildirir. Tanrı’dan Faal Akla gelen vahiy, insana gelen vahyin aynısıdır. Dolayısıyla İnsan faal akılla irtibat kurunca hem peygamber hem de filozof olabilir. Buda İnsan açısından ulaşılabilecek en son mükemmelliktir.224 Farabi, peygamberlik makamını insanlık makamının en kâmili ve mutluğun en üstün derecesinin yer aldığı bir mertebe olarak görmektedir. Peygamberin filozofa göre olan üstün tarafı onun faal akıldan gelen bilgileri mükemmel bir biçimde sembolize edebilecek yetkin bir mütehayyile gücüne sahip bulunmasından kaynaklanmaktadır.225 İslam Filozoflarının konuyla ilgili görüşlerinden anlaşılmaktadır ki Farabi hariç diğer Filozoflar, peygamberleri Allah’ın seçtiğini ve belli bir olgunluktan sonra onları vahye muhatap kıldığını kabul etmektedirler. Ancak Farabi, peygamberliğin kesbi olduğunu iddia ederek, nefsini temizleyen ve belli bir mükemmelliğe erişen her insanın vahiy alabileceğini ileri sürmektedir. Çünkü ona göre hikmet bilgisi ile vahiy bilgisi aynı kaynaktan gelmektedir. Bu sebeple peygamberler gibi hikmet bilgisini elde etme durumuna gelen filozoflar da vahiy alma imkânına sahiptirler.226 4-Ehli Sünnete Göre Vahiy: Ehl-i sünnete göre bilgi kaynakları; akıl, duyular ve doğru haberdir. Ehl-i Sünnet, vahiy olgusunu doğru haber içerisinde mütalaa etmektedir. Onlara göre vahiy, objektif ve kesin bilgi ifade eder ve yalnız peygamberlere mahsustur. Çünkü o, Allah Teala’nın ezeli olan kelam sıfatının neticesidir. Vahiy gelmeden önce aklın fonksiyonu, Allah’ın varlığını idrak etmekten ibarettir. Ehl-i Sünnet âlimlerine göre hak dinin kaynağı vahiydir. Vahiy de, nakli olmakla beraber akla da hitab etmektedir. Ancak İnsan aklı, Allah bildirmeden önce yalnız başına vahyin sahasına giren hususların tamamını, idrak edecek kapasiteye sahip Faal Akıl, ilahi bir mahiyet arz eden, her şeye bir suret veren ruhani bir cevher olup, akli nazariyi kuvveden fiile çıkarır ve onu kemale eriştirir. 224 Demirci, a.g.e, s.142. 225 Ömer Mahir Alper, a.g.e., s.124. 226 Demirci, a.g.e, s.143. 223 41 değildir. Yani vahye mutlak anlamda ihtiyaç söz konusudur. Bu hususta Ehl-i Sünnet’in Eşariyye ve Maturidiyye kolları arasında ittifak olmakla birlikte, kendisine teklif ulaşmayan kimsenin aklen idrak edebileceği hususlar konusunda görüş birliği yoktur. Eşariyye ekolüne göre akıl, yalnız ilahi hitapları anlamada fonksiyon icra eden bir alet olduğu için vahiy gelmeden o, Allah’ın varlığını ve dinin esaslarını anlayacak durumda değildir. Maturidiyye’ye göre ise akıl, Allah’ın varlığını ve mükemmelliğini kendisine tebliğ ulaştırılmadan önce de idrak edebilir, ancak dini ve şer’i ilimleri öğrenmek için mutlaka vahye ihtiyaç duymaktadır. Ehl-i Sünnet âlimlerine göre Kur’an vahyi ezelidir. Çünkü Kur’an, Allah’ın ezeli olan Kelam sıfatının bir tecellisidir. Ancak onu okuyanların dillerindeki ses, ezberleyenlerin zihinlerindeki zihni tasavvurlar ve Mushaflardaki yazı mahlûk’tur.227 227 A’liyyul Kari, Şerhu’l Emali, İst. Fazilet Neşr. ts. s.8. 42 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KUR’AN-I KERİM’DE VAHİY KAVRAMI Kur’an-ı Kerim de bulunan vahiyle ilgili ayetlere baktığımızda anlaşılan şudur ki, oda İlahi olup olmaması açısından Vahiy, iki kısımdır. Allah’ın iradesine dayanan vahiy çeşidine “İlahi Vahiy”, bunun dışındaki yani Allah’ın iradesine dayanmayan (insanların ve şeytanların iradesine dayanan) vahiy çeşidine de “İlahi Olmayan Vahiy” denir.228 I-İlahi Olmayan Vahiy: Vahiy kelimesi Kur’an’da çoğunlukla Allah’a isnat edilmiştir, azda olsa vahiy kelimesi Kur’an’ın bazı yerlerinde Allah’ın dışındakilere isnat edilmiştir. Bu yerlerde vahiy kelimesi hakiki anlamında değil, mecazi anlamda kullanılmıştır. Vahiy kelimesinin Allah’ın dışındakilere isnadı tespit edebildiğimiz kadarıyla üç yerdedir. A-Zekeriyya (as)’ın Vahyi: Hz. Zekeriyya (as)’a nispet edilen vahiy kelimesinin geçtiği yer Kur’an’da şöyle zikredilir: “Derken (Zekeriya) mihraptan kavminin karşısına çıktı ve onlara sabah akşam Allah'ı tesbih etmeyi vahyetti."229 Buradaki vahiy kelimesi, ima ve işaret etmek manasınadır.230 "Sabah akşam tesbih edin diye işaret etti" buyruğundaki; " vahyetti " kelimesini el-Kelbî, Katade ve İbn Münebbih: Onlara işaret etti, diye açıklamışlardır. El-Kutebî; ima etti; Mücahid, yerin üzerinde yazı yazdı, İkrime bir kitaba yazdı, diye açıklamıştır. Arapçada "vahiy" yazmak demektir.231 Es-Sabuni Hz. Zekeriyya ile ilgili olan bu vahiy kelimesinin “işaret etti” manasında olduğuna Al-i İmran suresinde geçen şu ayeti de delil getirmektedir:232 “Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah Akseki, İslam, s.132; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 11.bsk. Ank. TDVY. 1997, s.37. Meryem: 19/11. 230 Ez-Zemahşeri, a.g.e, c.III, s.7; et-Taberi, a.g.e, c.IX, s.67–68; İbn Kesir, a.g.e, c.IX, S.219; Muhammed Esed, a.g.e, c.II, s.608–609; Er-Razi, a.g.e, c.XV, s.296–297; Kur’an Yolu, c.III, s.506–507. 231 Kurtubi, a.g.e, c.XI, s.169–170. 232 Es-Sabuni, a.g.e, c.III, s.481. 228 229 43 buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”233 Müfessirlerin bu açıklamalarından anlaşılıyor ki ayette geçen vahiy kelimesi lügat manasına uygun olmakla birlikte değişik şekillerde yorumlanmıştır. Fakat Zekeriyya (as) kavmine hangi şekilde meramını iletmiş olursa olsun kavminin tamamı onun ne demek istediğini anlamıştır. Yukarda görüşlerini ifade ettiğimiz Müfessirlerin çoğu bu ayetteki “vahyetti” kelimesini “işaret etti” şeklinde anlamışlardır. B-Şeytanların Vahyi: Kur’an-ı Kerim’de şeytana nispet edilen vahiy kelimesi şeytan’ın vesvesesi anlamındadır. Vesvese, gizli bir sesle, fısıltı ile kötü düşünce aşılamak, bir işe, eyleme yönelmektir.234 Kur’an-ı Kerim’de, bir takım kötülükleri İnsanoğluna güzel gösteren şeytan’ın vesvesesi, vahiy kelimesi ile de ifade edilmektedir. Bu ayetlerden birisi şöyledir: “Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar(vahyederler). Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.”235 İnsan ve cin şeytanlarının yaptıkları vahyin manası; fısıldamak ve gizlice söylemektir. 236 "Onlardan kimi kimine aldatmak için yaldızlı birtakım sözler vahyeder." Bunlarla cin şeytanlarının insan şeytanlarına fısıldadığı sözleri kastetmektedir. Onların fısıldadıkları sözlere "vahiy" adının verilmesi gizlice oluşundan dolayıdır. En-Nehhâs der ki: İbn Abbas'tan zayıf bir isnatla, yüce Allah'ın: "Kimi kimine... fısıldarlar" buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: Cinlerden her biri ile bir şeytan ve İnsanlardan her biri ile bir şeytan vardır. Biri öteki ile karşılaştığında şöyle der: Ben, bu adamımı şu işle saptırdım. Sen de onun bir benzeriyle adamını saptır. Diğeri de ona benzer bir şey söyler. İşte onların birbirlerine vahyetmeleri budur. İkrime, ed-Dahhâk, es-Süddî ve elKelbî de böyle demişlerdir. En-Nehhâs der ki: Birinci görüşe (yani, cin şeytanlarının insan şeytanlarına vesvese verdiği şeklindeki açıklamaya) yüce Allah'ın şu buyruğu Al-i İmran: 3/41. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.XIX, s.440–441. 235 El-Enam: 6/112. 236 Ez-Zemahşeri, a.g.e, c.II, s.56; et-Taberi, a.g.e, c.V, s.8–9; İbn Kesir, a.g.e, c.VI, s.138–143. 233 234 44 delil teşkil etmektedir: "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri İçin kendi dostlarına telkinde (vahiyde) bulunurlar."237 İşte bu buyruk, açıkladığımız bölümü beyan etmektedir.238 Elmalılı, Enam Suresinin 112. ayetin de geçen vahiy kelimesinin tefsirinde şöyle demektedir: Peygamberlere düşman olan ve bir kısmı görünen, bir kısmı görünmeyen bu insan ve cin şeytanları “birbirlerine gurur için, aldatmak için söz yaldızı (içi bozuk, dışı süslü aldatıcı sözler) vahyederler”. Yani vahyeder gibi süratli bir ima ve işaretle öyle yalancı, yaldızlı sözler telkin ederler ki, bunların sadece dışındaki süsüne bakanlar aldanırlar, şeytanlıklarına hayran olurlar. Yani genel manada vahiy, biri hak vahiy, biri batıl vahiy olmak üzere iki çeşittir. Ve bunun ikisini de içine alan en umumî manasıyla vahiy, "süratli bir işaret ile söz" demektir. Gerçek vahiy, hak vahiy ve ilâhî zorlama olmakla beraber, süratli bir îmâ ve işaretle gizli şekilde verilen batıl telkinlere de mecazî olarak vahiy denilir. Şeytanlıkla olanlar da vahiy veya ilhamı hep bu mecazî mânâda kullanarak falan ve falandan şeytanlık icra ederler, ilham almış derler. Ve işte şeytanların bu şeytanlığı, peygamberlere düşmanlık ve gerçek vahiye rekabet için birbirlerine dayanmaktaki ve aynı zamanda gurur ile aldatıcı, yaldızlı sözler uydurup telkin etmekteki süratlerini anlatmak için bu âyetteki îmâ, bu mecazî anlamda söylenmiş ve fakat "gurur için yaldızlı söz" karîne-i mânia (engelleyici karîne)sı konularak doğru fiil gafletten ve kötü anlamadan korunmuştur.239 Vehbe Zuhayli de Enam suresi 112. ayetin de geçen vahiy kelimesinin tefsirinde şöyle demektedir: "fısıldarlar" yani şeytan o sözleri vesvese yoluyla telkin eder. Burada sözü geçen fısıldamak (vahiy), gizlice işaret etmek gibi hızlıca ve gizli bir şekilde bildirmek demektir.240 Bayraktar Bayraklı da bu ayette geçen “vahiy” kelimesi hakkında şunları söylemektedir: Bu kelime “veha” fiilinden türemiştir. "Sürat etmek, ilham etmek, işaret etmek, birine elçi göndermek, gizlice söz söylemek" manalarına gelen bu kelime, kitapla beraber kullanılınca, "yazı yazmak; bağırmak"; nefisle beraber kullanılınca, "kalbe korku düşmesi, emretmek, ölünün arkasından ağlamak"; isim 237 En'am: 6/121. Kurtubi, a.g.e, c. VII, s.130–133. 239 Elmalılı, a.g.e, c.III, S.500–501. 240 Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Beyrut, Dar’ul Fikril Muasır, 1998, c. VIII, s.9. 238 45 kalıbında, "söz, ses, yazı, ilham, Allah tarafından ilham olunan" anlamına gelmektedir. Buradaki manası, "çabucak bir şeyi söylemek, ima etmektir.”241 Sahih sünnetten Hz. Peygamber'in şu buyruğu da buna delâlet etmektedir: "Sizden kendisiyle birlikte cinden yandaşı (onu saptırmakla görevli şeytanı) beraber bulunmayan hiçbir kimse yoktur." Sen de mi Ey Allah'ın Resulü? Diye sorulunca, o da şöyle buyurdu: "Ben dahi böyleyim. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardım etti, ben de onun şerrinden kurtulabiliyorum. O bakımdan bana hayırdan başka bir şey emretmiyor." 242 Yine Allah’u Teala, süratli ve hızlı bir şekilde kalbe atılması ve kalpte meydana gelmesinden dolayı şeytan’ın vesvesesini vahiy olarak isimlendirmektedir. Şöyle ki: “Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.243 "Gerçekten şeytanlar sizinle mücadele etmesi İçin kendi dostlarına vahiyde bulunurlar" buyruğu, vesvese verirler; onların kalplerine batıl yollarla mücadele etmeyi telkin ederler, demektir.244 Ebu Davut, İbn Abbas'ın yüce Allah'ın: "Gerçekten şeytanlar... kendi dostlarına vahiyde bulunurlar" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Allah'ın kestiğini yemiyorsunuz da sizin kendinizin kestiklerini yiyorsunuz diyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah: "Üzerinde Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin" buyruğunu indirdi.245 Bu ayetteki vahiy kelimesi de şeytanların, müşriklerin kalplerine “vesvese” de bulundukları tarzında yorumlanmıştır.246 Şeytan’ın peygamberlere ilka da bulunması ise mümkün değildir.247 Şeytanlar ve Cinler, İnsanların kalplerine vesvesede bulunabilirler. Onların vesvese yolunun nefislere girme ve kalbe vesvese vermeleri şeklinde olması Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İst. Bayraklı Yay. 2001, c.VI, s. 476– 481. 242 Müslim, Münafikîn 69; Darimi, Rikak 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/ 257, 385, 397, 401, 460. 243 El-En’am: 6/121. 244 Cerrahoğlu, Tetsir Usulü, s.37. 245 Kurtubi, a.g.e, c.VII, s.146. 246 Ez-Zemahşeri, a.g.e, c.II, s.58–59; et-Taberi, a.g.e, c.V, s.28; Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsiri, c.III, s.230. 247 Bkz. Şu’ara: 26/192–194, 220–223. 241 46 muhtemeldir.248 Şeytanlar, yalancılara, günahkârlara, iftiracılara vesvese verirler. Allah’ın emirlerinden yüz çevirenler de şeytanların vesvesesine kapılırlar.249 Şeytan’ın vesveseleri sonucu kalbe gelen her türlü vesveseden Allah’a sığınmak gerekir.250 C-Vahiy Almadan Vahiy Aldığını İddia Edenler: Kendisine vahyedilmediği halde kendisine vahiy geldiğini söyleyenler, kendi kendine din uyduranlar, yalan yere peygamberlik iddia edenler, kendisine vahyedildiğini ve Hz. Muhammed’e hiçbir şey vahyolunmadığını öne sürenler, Allah’a ve Peygamber’e rekabet etmeye kalkışanlar, Allah’a karşı ilimsiz olarak yalan uyduranlar ve özellikle vahiy iddiasıyla iftirada bulunanlar, Allaha ilgisi caiz ve layık olmayan bir şey isnat etmektedirler.251 Allah’u Teala, vahiy almadan vahiy aldıklarını iddia edenleri Kur’an-ı Kerim’de zalim olarak vasıflandırıyor: “Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen!”252 alçaklık azabı ile "Allah'a karşı yalan uydurandan” maksat, Allah'ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu ayet, müşriklerin "Kur'an Muhammed'in uydurmasıdır"253 şeklindeki İftiralarına karşı bir cevaptır. Zira Allah'a ait olmayan sözleri O'na isnat etmek, Allah'a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir. Bazı müfessirlere göre bu ayetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur'an'dakine benzer ayetler ortaya koyabileceklerini 248 Aslan, a.g.e, s.184. Bkz. Şu’ara: 26/221–222. 250 Bkz. Nas: 114/1–6. 251 Aslan, a.g.e, s.185. 252 En’am: 6/93. 253 Bkz. Furkan: 25/4; Hakka: 69/44–46. 249 47 ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu ayetin Medine'de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar. Ayrıca söylendiğine göre yine Medine'de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Şerh, Allah'ın indirdiklerine benzer ayetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmış254 ve şöyle demiş: "Bana vahyolundu, ona hiçbir şey vahyolunmadı" demiş, kendine vahiy iddia etmiş ve Peygamber'e vahyi inkâr etmiştir. Yalanın iki büyük çeşidini toplamış, yoğa var, vara yok diye kat kat büyük bir yalan söylemiş demek olur. Ve o kimseden ki, Allah'ın indirdiği ayetler gibi ben de indireceğim, demiştir. Allah ile rekabete, Kur'ân'ın benzerini yazmaya, Peygamber'le boy ölçüşmeye kalkışmıştı. Nitekim Tâif'li Nadr b. Haris ve yardakları, "Eğer istesek bunun (Kur'ân'ın) aynısını biz de söyleriz"255 demişler, "Ekin ekenlere, ekmek yapanlara, pişiriş pişirenlere, lokma edenlere kasem olsun" diye saçmalar söylemişlerdir. Ve işte şu zikrolunan misaller bu ayetin nüzulüne sebep olmuşlardır ki, bunların bazısı Mekke'de, bazısı Medine'de vaki olmuş bulunduğundan bu ayetin de Mekke olaylarına da işaret ederek Medine'de indiği rivayet edilmiştir.256 Allah’tan vahiy aldım diye yalan uyduran, kendi uydurduğu yalanları Allah’ın sözü diye ileri süren, ya da vahiy almadığı halde kendisine vahiy geldiğini söyleyenler iftiracı ve yalancıdırlar. Bundan dolayı bu tür iftiralara sahip zalimlere çok çetin bir azap müjdelemek gerekir.257 Bu durum, şeytanların vesvese ve fısıldamalarına kulak verenler için tabii bir olaydır. Ayetlerden ve Müfessirlerin açıklamalarından anlaşılıyor ki bu tür iddia sahipleri ya kendi hırs ve egolarına kapılarak Allah’a yalan ve iftirada bulunmaktadırlar ya da bir ruh hastasıdırlar. Bu ihtimallerden başka üçüncü bir ihtimal bile söz konusu değildir.258 Kur’an Yolu, c.II, s.350; Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsiri, c.III, s. 201–202. Enfâl: 8/31. 256 Elmalılı, a.g.e, c.III, s.464–465. 257 En’am: 6/93. 258 Aslan, a.g.e, s.189. 254 255 48 II-İlahi Vahiy: İlahi Vahiy de Genel Vahiy ve Özel Vahiy diye iki kısma ayrılır. Genel Vahiy: “Allah’ın kâinatta yarattığı varlıklara hareket tarzlarını bildirmesidir.” Bu çeşit vahiy, varlıkların, yaratılış gaye ve düzenini algılamaları ve ona göre uyum sergilemeleridir. Bu yaratıkların fıtrat zorunluluğudur. Özel Vahiy ise “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.”259 Kur’an’da bildirildiğine göre özel vahiy, ya ilham (iç aydınlanması) ya perde arkasından veya elçi vasıtası ile gerçekleşir. Allah’ın insanlarla konuşması diye yorumladığımız bu vahyin çeşitlerini, kelimelerle tam olarak tasvir etmek mümkün değildir. Zira bunların gerçek keyfiyetini, ancak bu çeşit vahiylerle bizzat muhatap olup yaşayanlar bilir. Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir.260 Vahyin Allah tarafından peygamberlere iletilmesi, tek taraflıdır. Peygamberlerin bunda iradeleri yoktur. Bu açıklamadan sonra İlahi Vahyin kısımları olan Genel Vahiy ve Özel Vahyin Kur’an’da ki kullanımlarıyla izahına geçelim. A-Genel Vahiy: 1-Meleklere Olan Vahiy: Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de Cebrail’e ve diğer meleklere de vahyettiğini haber veriyor. Allah’u Teala’nın Cebrail’e vahyettiği ile ilgili ayet şöyledir:“Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.”261 Bu şekilde Allah Teâlâ, kuluna verdiği vahyi verdi. Burada kelimesindeki zamirin Allah'a râci olduğunda ihtilâf yoktur. Müthiş kuvvetlerin sahibinden maksat Allah olduğuna göre, burada da vahyedenin o olduğu açıktır. Diğer tefsir şekillerinde de ifadenin akışından Allah'ın isminin zikredildiği kabul edilmektedir. Şu halde burada başlıca iki mana üzerinde durulabilir. Birisi. İşte Cebrail ona böyle yaklaştı da, Allah Teâlâ'nın elçisi Muhammed (s.a.v)'e gönderdiği her vahyi getirdi, ona vahyetti ve öğretti. Başlangıçta hakiki suretiyle görünerek getirdikleri şeylerin Allah'ın vahyi olduğunu öğretti ve belirli zaman aralıklarıyla tebliğ etti. Diğer mana da şöyledir: İşte Allah'ın has kulu olan arkadaşınız Muhammed (s.a.v), İstiva 259 Ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.64. Nurettin Turgay, a.g.d, s.35. 261 Necm: 53/10. 260 49 ettikten sonra O, Rabbine öyle yaklaştı ki, bütün vasıtalar kaldırıldı ve Allah Ona doğrudan doğruya verdiği vahyi verdi. Yani Miraç’ta her ne vahyetti ise Cibril'in dahi herhangi bir aracılığı olmaksızın vahyetti.262 Kur’an’da Allah’u Teala’nın diğer meleklere olan vahyi şöyledir: “Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına! diye vahyediyordu. Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.”263 Bu ayette geçen vahiy kelimesinin anlamı Allah’ın vahiy olarak meleklere ilka ettiği emrini meleklerin acilen yerine getirmeleridir. Elmalılı bu ayeti şöyle tefsir ediyor: İşte o vakit, ey Muhammed! Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, yani yardımım ve inayetim, imdadım ve muvaffakiyetim sizinle beraberdir. Şu halde, ey meleklerim, iman edenleri tespit ediniz, ayaklarını kaydırmayıp, dimdik ayakta kalmalarını sağlayınız. Yakında Ben kâfir olanların kalplerine korku salacağım, o zaman hemen boyunlarının üstüne vurunuz ve onların parmaklarına kadar her taraflarına vurunuz.264 Kur’an’da Allah’u Teala’nın meleklerle söyleşmesinden bahseden ayetlerde mevcuttur. Yalnız bu ayetler vahiy kelimesinin müteradifleriyle kullanılmıştır.265 Allah dilediği kuluyla konuşur. Bu konuşmadan ruhani varlıklar olan melekler de nasibini almıştır. Ancak meleklere olan vahiy peygamberlere olan vahiyden farklıdır. Peygamberlere olan vahiy, hakiki vahiy olurken meleklere olan bu vahiy mecazidir.266 2-Peygamberler Dışında Diğer İnsanlara Olan Vahiy: Vahiy kelimesinin anlamlarını verirken birçok manaya geldiğini söylemiştik. Peygamberler dışında diğer insanlara olan vahiy, peygamberlere olan vahiyden farklıdır. Peygamberler dışında diğer insanlara olan vahiy, “ilham etmek” ve “ilka etmek” Elmalılı, a.g.e, c.VII, s.295. Enfal: 8/12–13. 264 Elmalılı, a.g.e, c.IV, s.209. 265 Bkz. Bakara: 2/ 30,34; A’raf: 7/11; İsra:17/61; Kehf: 18/50; Taha: 20/16; Hicr: 15/28; Sad: 38/71–72. 266 Aslan, a.g.e, s.178. 262 263 50 anlamlarına gelir. Allah’u Teala, İnsanlardan Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerine267 ve Hz. Musa’nın (a.s.) annesine hitaben, Hz. Meryem’e de Cebrail’i göndermek suretiyle vahiyde bulunmuştur. Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerine yapılan vahiy Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Hani havarîlere, "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham (vahiy) etmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (Müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.”268 Burada geçen vahiy kelimesinin manası ima etmek, emretmek,269 kalplerine süratli bir şekilde atmak270 ve kalbe ilka etmek271 anlamlarına gelmektedir. Kurtubi de bu ayette geçen vahiy kelimesinin ima etmek anlamında olduğunu söylemektedir. Yani “Ben, onlara ilham etmiş ve kalplerine böyle bir manayı bırakmıştım” anlamındadır.272 Hz. Musa’nın annesine yapılan vahiy de Kur’an’da şöyle geçer: “Musa'nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik (vahyettik).”273 Ayetteki "vahiy" kelimesi ya "Rabbin arıya vahyetti."274 ayetinde olduğu gibi "ilham" manasında ya da rüyada gelen vahiy manasında kullanılmıştır.275 Müfessirler, bu vahyin peygamberlik vahyi değil, ilham veya rüya demek olduğunu söylüyorlar. Demek ki ilham, kelâmcıların dediği gibi genel için ilim sebeplerinden olmamakla beraber, sahibi için ameli gerektirecek bir kuvvet olabilir.276 Musa'nın annesine ilham ederek kalbine, onu emzirme fikrini attık. İbn Abbas "Bu, ilham şeklinde bir vahiydir" der. Mukâtil de: "Bunu ona Cebrail bildirdi" demiştir. Kurtubi şöyle der:" Mukatil'in sözüne göre bu olay, ilham değil, bildirme şeklinde bir vahiydir. Tefsircilerin tümü, Musa'nın (a.s.) annesinin peygamber olmadığı fikrinde birleşmişlerdir. Ona meleğin gönderilmesi, meşhur hadiste anlatılan kel, alaca hastası ve kör ile konuşması gibidir.277 Peygamberlik Havari: Hz.İsa’ya uyan, incile inanan, onun talebeleri ve yardımcıları olanlara verilen isimdir. Maide: 5/111. 269 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.134. 270 Taberi, a.g.e, c.V, s.173; İbn Kesir, a.g.e., c.V, s.412-413. 271 Yıldırım, a.g.e, c.IV, s.1828–1829. 272 Kurtubi, a.g.e, c.6, s.497–498. 273 Kasas: 28/7. 274 Nahl: 16/68. 275 Zuhayli, a.g.e, c.XX, s.61–62. 276 Elmalılı, a.g.e, c.VI, s.175. 277 Bkz. Buhari, Enbiya, 50; Müslim, Zühd, 10. 267 268 51 olmaksızın, meleklerin insanlarla konuşması bu kabildendir. Melekler İmran b. Husayn'a selam verdiler ama o bir peygamber değildi." Ona "Firavun'dan gelecek bir kötülükten korkarsan, onu bir sandığa koy ve denize yani Nil nehrine at. O helak olur diye korkma, ayrılığına da üzülme, Şüphesiz biz, onu sana geri vereceğiz ve onun vasıtasıyla İsrail oğullarını kurtarmak için onu peygamber kılıp o azgın Firavun'a göndereceğiz" dedik.278 Konuyla ilgili olarak başka bir ayette Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik: Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.”279 Ebu Hayyân şöyle der: "onu atsın." Bu, haber manasına emirdir. Vurgulu olması için, emir kipiyle gelmiştir. Çünkü emir, fiillerin en kesini ve yapılması en gerekli olanıdır."280 Fahrettin er-Razi, Âlimlerin bu ayette geçen "vahiy" ile ne murat edildiği hususunda ki görüşlerini şöyle izah ediyor: 1) Bununla, Hz. Musa (a.s)'nın annesinin gördüğü bir rüya kastedilmiştir. Bu rüyanın yorumu Hz. Musa (a.s)'nın tabuta konulup, denize (Nil’e) bırakılması ve Allah Teala'nın onu tekrar annesine kavuşturması şeklinde idi. 2) Bununla, Hz. Musa (a.s)'nın annesinin kalbine bir anda düşen kesin bir karar kastedilmiştir. Binaenaleyh içine düştüğü bir durum hususunda düşünen herkes için, o şeyden kurtulmaya en uygun fikir ortaya çıkar işte akla gele o fikre de "vahiy" denir. 3) Bununla "ilham" kastedilmiştir. Fakat ilhamdan bahsettiğimizde, bununla "akla gelen, kalbe galip olan şey" manasını kastederiz. Binaenaleyh bu da tıpkı ikinci izah gibi olmuş olur. ' Bu üç izaha, şu şekilde itiraz edilmiştir: "Denize atmak da, onu helak etmek (öldürmek) gibi bir şeydir. Binaenaleyh bu durum, Firavun'dan görülmeye alışılmış olan 278 Es-Sabuni, a.g.e, c.IV, s.412. Taha: 20/38–39. 280 Es-Sabuni, a.g.e, c.IV, s.22. 279 52 o öldürme işinin korkusuna denk bir korkudur. Dolayısıyla, bunların ikincisinden korunmak için birincisini yapmak nasıl caiz olabilir? Buna şu şekilde cevap verilir: Belki de Hz. Musa (a.s)'ın annesi, araştırma neticesinde rüyasının doğruluğunu anlamıştır. Böylece de çocuğunun Firavun'un eline düşmesinden ise, denize bırakmasının kurtulmasına nispeten imkân vereceğini zannı gâlible anlamış olur. 4) Belki de bu husus o zaman mevcut olan, Şuayb (a.s) ve benzeri bir peygambere vahyedilmişti. Daha sonra o peygamber bunu Hz. Musa (a.s)' nın annesine, ya sözlü olarak (bizzat), ya haber göndererek bildirmiştir. Buna da şu şekilde itiraz edilmiştir. Eğer bu durum böyle olsaydı, Hz. Musa (a.s)'ın annesinin içine düştüğü o çeşit korkular, ona gelmezdi. Bu itiraza da şöyle cevap verilebilir: Böylesi bir korku, insanlık gereğidir. Nitekim Hz. Musa (a.s) da, Kendisine bizzat Cenâb-ı Hak, Firavuna gitmesini emretmesine rağmen, Firavun’dan korkmuştu. 5) Belki, de Hz. İbrahim (a.s), Hz. İshak (a.s), Hz. Yakup (a.s) gibi, daha önceki peygamberler bunun böyle olacağını haber vermişlerdi. Bu haber de o kadına ulaşmıştı. 6) Belki de Cenâb-ı Hak, tıpkı Hz. Meryem'e, "O (Cebrail), (Meryem'in) kendisine hilkati tam bir insan şeklinde görünmüştü"281 ayetinde de belirttiği gibi, Cebrail'i göndermesi şeklinde, peygamberlik söz konusu olmaksızın, Hz. Musa (a.s)'ın annesine de bir melek göndermiştir. Ayetteki, "Annene vahyedilmesi gerekli olan şeyi vahyettik" demektir. Bunun vahyedilmesi gerekli olmuştur. Çünkü hâdise çok büyük ve önemlidir. Bu hususta doğru ve faydalı olanı bilmek ancak vahiy ile mümkündür. Binaenaleyh bu vahiy gereklidir.282 281 282 Meryem: 19/17. Er-Razi, a.g.e, c. XV, s.504–505. 53 Hz Musa’nın annesine olan vahiy, onu peygamber yapacak bir vahiy olmayıp, karşılaşacağı zorluklarla ilgili bir müjdeleme ve haber verme hüviyetini taşıyan bir vahiydir.283 3-İnsanlar Dışında Diğer Canlı Varlıklara Olan Vahiy: İnsanların dışındaki canlı varlıklara da vahyin geldiği Kur’an’da zikredilen bir husustur. Bunun örneği de bal arısıdır. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti(vahyetti). Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.”284 "İlham etti" şeklinde çevirdiğimiz “evhâ” filinin türetildiği vahiy kavramı, burada "canlının kendisine yararlı olanları alması, zararlılardan sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah Teala'nın onda yaratması" anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır. Psikolojide buna içgüdü denmektedir.285 Günümüzde buna sevki tabiî denilmektedir. Rabbin bal arısına vahyetti. Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan kendine evler edin. Burada vahiyden maksat, ilham ve yol göstermektir. Yani Allah arıya onun faydalarını ilham etti ve ona güzel altıgen evler yapma yolunu gösterdi. Arı üç yerde bu evlerde barınır: Dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptığı kovanlarda.286 Konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak Akseki’nin yorumu şöyledir: Allah tarafından arılara vaki olan vahiy, Peygamberlere vuku bulan vahiy şekli değildir. Fakat şurasını da unutmamak gerekir ki: İlham, ne ilmi ne de ameli bir vacibiyet ve mecburiyet ifade eder. Hâlbuki “Rabbin bal arışına vahyetti ki...” mealinde olan yetin ifade ettiği manalar, ameli zaruret ifade eden hususi bir fıtrattır. Denebilir ki: Arının sanatı, nübüvvet ifade eden bir vahiy olmamakla beraber zaruri ve şaşmaz bir hüküm ifade etmesi bakımından ona benzemekte ve vahiy denilen ruh halinin kuvvet ve isabetini tasavvur etmek ve düşünebilmek cihetinden ilhamdan daha kuvvetli bir Elmalılı, a.g.e, c.VI, s.175. Nahl: 16/68–69. 285 Kur’an Yolu, c.III, s.368–370. 286 Es-Sabuni, a.g.e, c.III, s. 326–327. 283 284 54 misaldir. Bununla ifade olunuyor ki; Allah Teala tarafından arıya petek ve bal yapmak ruh ve sanatı, şaşmaz bir vücub ve isabetle verildiği gibi Peygambere gelen vahiy de öyledir; o da zaruri, yakini ve içten bir ilimdir, başka türlü olma ihtimali yoktur. Buna işaret içindir ki, ayeti kerimede “Rabbin” buyrulmuştur. Binaenaleyh, arıya “Allah arıya vahyetti” demek, ona “hiç şaşmayan bir ruh ve fıtrat verdi ve görünür bir vasıta olmaksızın gizli bir surette tedbir ederek ona muntazam petek yapmak ve bal toplamak duygu ve sanatını tam bir katiyetle talim etti, belletti” demektir.287 4-Cansız Eşyaya Olan Vahiy: Kur’an-ı Kerim’de Allah’u Teala’nın cansız olan yere ve göğe de vahyettiğine dair ayetler mevcuttur. Allah’ın yere olan vahyi Kur’an’da şöyle zikredilir: “"O gün (yeryüzü) bütün haberleri anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine (o vecih ile) vahyetmiştir."288 Buradaki vahiy kelimesine müfessirler farklı manalar vermişlerdir. Bunlardan bir kısmı: ona emretti,289 ona bildirdi, ona vahyetti,290 ona dedi,291 ona ilham etti292 ve ona süratle emir ve telkin etti şeklindedir. Ardından yerin bu haberleri vermesi, Yüce Allah'ın, bunu ona emretmesi ve üzerinde meydana gelen bütün olayları anlatma izni vermesi sebebiyledir. Bu durumda yer, asiden şikâyetçi olacak ve aleyhinde şahitlik edecektir. İtaatkâr’a da teşekkür edecek ve onu övecektir. Allah'ın her şeye gücü yeter.293 Yere vahyedilmesi ve yerin olanları anlatması ayetleri dört şekilde yorumlanmıştır: a) Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste “kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir.”294 Akseki, İslam, s.133. Zilzal: 99/ 4–5. 289 Kurtubi, a.g.e, c.XIX, s.268–271; Taberi, a.g.e, c.XV, s.338–341; İbn Kesir, a.g.e, c.XIV, s.428–429. 290 Taberi, a.g.e, c.XV, s.338–341. 291 Kurtubi, a.g.e, c.XIX, s.268–271. 292 Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsir, c.XI, s.50–51. 293 Es-Sabuni, a.g.e, c.VII, s.389–390. 294 Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid İbn Mace, Süneni İbn Mace, 2.bsk İst. Çağrı yay. 1992, "Zühd"31. 287 288 55 b) O gün Allah'ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları her şeyi açığa çıkarır.295 c) Yer, o büyük sarsıntıyla âdeta dünyanın son bulduğunu ve âhiretin geldiğini haber verir. Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır. Ayetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu gerçeği göz önüne alarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamasıdır.296 d) Zemahşeri’ye göre yerin haber vermesi hakikat olmayıp mecazdır. Bundan maksat da, Allah’ın yerde lisan ile söyleyen biri yerine geçecek bir takım haller yaratacağıdır.297 Bu manaya göre Allah’ın yere vahyetmesi “kün feyekün”298 emri gibi tekvini olur.299 Allah’ın göğe olan vahyi Kur’an’da şöyle zikredilir: “Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, aziz, âlim Allah'ın takdiridir.”300 "Yedi gök" deyiminin evrendeki birçok kozmik sisteme delâlet ettiği düşünülebilir.301 "Her göğe işlevini ilham etti" cümlesi, kozmik sistemlerin Allah'ın iradesiyle kurulup işlediğine işaret eder. Her göğe görevinin vahyedilmesi, meleklerin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin, yaratılmak suretiyle her birine işlerinin bildirilmesidir.302 Razi’ye göre göklere olan vahiyden maksat Allah’ın onlara emrini ve teklifini yöneltmesidir. Onlar da Allah’ın bu emrine itaat etmişlerdir. Dolayısıyla Allah’ın bu teklifi onlara has kılınmıştır.303 295 Er-Razi, a.g.e, c.XXIII, s.335–336. Kur’an Yolu, c.V, s.616. 297 Zemahşeri, a.g.e, c.IV, s.775–778. 298 Yasin: 36/82. 299 Akseki, İslam, s.132. 300 Fussilet: 41/12. 301 Esed, a.g.e, c.III, s.973. 302 Kur’an Yolu, c.IV, s.599–600. 303 Er-Razi, a.g.e, c.XIX, s.363–365. 296 56 Elmalılıya göre “Her gökte ona ait emri de vahyetti” ayetinin manası; Her "sema"nın meleklerine orada cereyan edecek işlerin emrini de telkin buyurdu ki bu da "tamamlama" cümlesindendir.304 Bu ayetlerin tefsirlerinden anlaşılmaktadır ki Allah’ın göğe vahyetmesinin manası, gökleri tedbir ve onlara gereken ve uygun olan şeylerin emredilmesi, bildirilmesidir. Kanaatimizce bu ayetin tefsirinde Elmalılıdan ziyade Razi’ nin yorumu daha uygundur. Çünkü Elmalılının yorumuna göre, göğe hitaben yapılan vahiy, meleklere hitaben yapılan vahiyden305 farksızdır. Üstelik bu manada kullanılan vahyin mecaz olduğu açıktır. Çünkü Allah’ın tabiata koyduğu “ilahi kanun” “vahiy” olarak ifade edilmektedir.306 B-Özel Vahiy: Özel Vahiy “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.”307 Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir.308 Özel Vahyi de Hz. Muhammed (sav)’den önceki peygamberlere olan vahiy ve Hz. Muhammed’e olan vahiy diye iki başlıkta inceleyeceğiz. 1-Hz. Muhammed’den Önceki Peygamberlere Olan Vahiy: Allah’u Teala insanoğlunu yeryüzüne imtihan için göndermiştir. İnsanın yaratılışının gayesi de Allah’a kulluktur. Bu kulluğun en güzel şekilde yerine getirilmesi ise ancak peygamberlerle mümkündür. İnsanı yaratan Allah onu başıboş bırakmamıştır. İnsanlığın atası Hz. Âdem’dir309 ve peygamberlikte onunla başlamıştır.310 İlk peygamber Hz Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Vahiyle muhatap olan peygamberlerin sayısı konusunda Kur’an’da Elmalılı, a.g.e, c.VI, s.549–550. Enfal: 8/12–13. 306 Aslan, a.g.e, s.179. 307 Ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.64. 308 Nurettin Turgay, a.g.d, s.35. 309 Ebu’l Fidai İsmail b. Kesir, Kısasu’l Enbiya, 1.bsk. Beyrut, Dar’u İbn Kesir, 1992, s.12–15. 310 Afif Abdulfettah Tabbara, Kur'an'da Peygamberler ve Peygamberimiz, Terc. Ali Rıza Temel, Yahya Alkın, İstanbul, 1982, s.34–35. 304 305 57 herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.311 Fakat Hz. Peygamber bir hadislerin de peygamberlerin sayısının 124 bin olduğunu bunlardan 315’inin resul olduğunu haber vermektedir.312 Bu peygamberlerden vahiyle muhatap olan ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdemdir.313 Kur’an’da ismi geçen ve kendilerine Allah’u Teala’nın vahyettiği peygamberlerin sayısı 25 tanedir. Bunlar; Âdem,314 İdris,315 Nuh,316 Hud,317 Salih,318 Lut,319 İbrahim,320 İsmail,321 İshak,322 Yakup,323 Yusuf,324 Şuayb,325 Harun,326 Musa,327 Davut,328 Süleyman,329 Eyyüb,330 Zülkifl,331 Yunus,332 İlyas,333 Elyasa,334 Zekeriya,335 Yahya,336 İsa337 ve Hz. Muhammed’338dir. Kur’an, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere gönderilen vahyin bütün çeşitlerini ihtiva etmektedir. Çünkü vahyin kaynağı birdir, o da Allah’tır, birbirini doğrulamayan ve birbirleriyle çelişen vahiyler, haber ve bilgiler göndermesi mümkün değildir. Yahudilerin Hz. Peygamber’den, gökten bir kitap indirmesini istemelerinden İlmihal, Hayrettin Karaman, Ali Bardakoğlu, Yunus Apaydın, İst. DİVANTAŞ, 1998, c.I, s.110. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/226. 313 M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ank. TDV yay.1995, c.I, s.55. 314 Bkz.Taha: 20/115. 315 Bkz. Enbiya: 21/85; Meryem: 19/56–57. 316 Bkz. Nisa: 4/63; En’am: 6/84; Hadid: 57/26. 317 Bkz. A’raf: 7/65; Hud:11/50; Mü’minun: 23/32; Şu’ara:26/125; Ahkaf:46/21. 318 Bkz. A’raf: 7/73; Hud:11/61; Şu’ara:26/143; Neml: 27/45. 319 Bkz. En’am: 6/86; A’raf: 7/80; Enbiya: 21/74; Şu’ara:26/162; Neml: 27/54; Saffat: 37/133. 320 Bkz. Bakara: 2/ 124,130; Nisa:4/!63; Nahl:16/121–122; Enbiya:21/51; Sad:45/47; Hadid:57/26. 321 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/86; Meryem:19/54; Enbiya:21/86; Sad:38/48. 322 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Sad: 38/45–47. 323 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Sad: 38/45–47. 324 Bkz. En’am:6/84; Yusuf: 12/4–6,21–22. 325 Bkz. A’raf: 7/85; Hud:11/84; Şua’ra: 26/176–191; Ankebut: 29/36. 326 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Saffat: 37/114. 327 Bkz. En’am:6/84; Meryem:19/51; Saffat: 37/114. 328 Bkz. Bakara:2/251; En’am:6/84; Enbiya: 21/78–79; Neml. 27/15; Sebe: 34/10; Sad: 38/20. 329 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84; Enbiya: 21/78; Neml. 27/15; Sad: 38/40. 330 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/84. 331 Bkz. Enbiya:21/86; Sad:38/48. 332 Bkz. Nisa:4/163; En’am:6/86; Saffat:37/139; Kalem:68/50. 333 Bkz. En’am:6/85; Saffat:37/123–132. 334 Bkz. En’am: 6/86; Sad:38/48. 335 Bkz. En’am:6/85. 336 Bkz. En’am:6/85. 337 Bkz. Nisa: 4/ 163,171; Maide:5/75; En’am: 6/85; Hadid:57/27. 338 Bkz. Bakara: 27252; Al-i İmran:3/144; Nisa: 4/79–80,174; En’am:6/50; A’raf: 7/158; rad: 13/30; Kehf:18/110; Furkan:25/51–52; Sebe:34/28;Yasin:36/2–3; Duhan:44/7; Fetih: 48/29; Cum’a:62/3. 311 312 58 dolayı Allah, daha önceki peygamberlere de emir ve yasaklarını bir kitap indirerek değil, vahiy yoluyla bildirmiştir.339 Anlaşılıyor ki Genel manasıyla vahiy, Peygamberlere mahsus değildir. Bununla beraber Peygamberlere mahsus olan vahiy şekli de vardır ki o da Özel vahiydir. Allah’u Teala’dan Peygamberlere vahiy vaki olduğu, Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Allah, Kur’an’da Peygamberlere vahiy vaki olduğunu şöyle beyan etmektedir: “Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyüb’e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davut’a da Zebur’u verdik. Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu. (Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”340 Özel manasıyla Peygamberlere olan vahiy, vahyi nübüvvet, diğer beşeri ilimlerin ‘üstünde özel bir keyfiyet ile kat’i bir zaruretle hak ve yakini bir ilim telkin eden hakkın tecellisinin özel bir ismidir. Din’de “vahiy” denildiği zaman da bu mana kastedilir ki, Allah’ın, peygamberlere dini bilgilere dair bildirmek istediği şeyleri gizlice ilka etmesi demektir. Kur’an’da bu manada tenzil ile tedbir olmuştur. Vahyin diğer kısımları hem Peygamberlerde hem de başkalarında bulunabilir. Fakat tam manasıyla Peygamberlik, hususi bir vahiy ile başlar ve tecrübe ile taayyün eder. 341 Konuyla ilgili şu ayet mealleri Allah-Vahiy-Peygamber ilişkisini daha iyi bir şekilde ortaya koyacaktır: “ Ey Muhammed! Şüphesiz sana da senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur.”342; “Aziz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.”343; “Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını Er-Razi, a.g.e, c.VIII, s.415–416; Zemahşeri, a.g.e, c.I, s.578; Ateş, Çağdaş Kur’an Tefsiri, c.II, s.412–413. 340 Nisa: 4/163–165. 341 Akseki, İslam, s.134. 342 Zümer: 39/65. 343 Şura: 42/3. 339 59 peygamber olarak göndermedik.”344 ;“ Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.”345; “Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”346; “Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: "Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım.”347; “Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini (semavi kitapları) doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah, kullarının (her halinden) haberdardır, görendir.”348 Bu ayetlerin tamamında vahiy kelimesi ilahi ve hakiki anlamda kullanılmıştır. Yine bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberlere gelen vahiy Kur’an’da zikredilen diğer vahiy çeşitlerinden çok farklıdır. Allah’u Teala bütün peygamberlere kanun halini almış bir vahiy ile vahyetmiştir. Allah’u Teala bu vahiy ile seçkin insanlar grubuna peygamberlik görevini vermiştir. Şüphesiz Peygamberlik, Allah’ın rahmeti olan vahiyle gerçekleşir. Allah da bu vahyi dilediği insanlara vermiştir. 2-Hz. Muhammed’e Gelen Vahiy: a-Hz. Peygamber Ve Kur’an Vahyi: Allah’ın son kitabı Kur’an-ı Kerim, Resulullah’a vahiy yoluyla gelmiştir.349 İslam vahye dayalı bir dindir. O, insan aklının, insan hevasının ortaya koyduğu bir şey değildir. Diğer bütün batıl inanç ve ideolojiler insanlar tarafından üretilmiştir. Ancak ilahi din olan İslam vahiy yoluyla insanlara Allah tarafından bildirilmiştir.350 Kur’an-ı Kerim’de vahyin esas muhatabı Hz. Muhammed (sav)’dır.351 Hz. Muhammed (sav)’in vahiy alması, kendi istek ve iradesiyle meydana gelmemiştir. Peygamberlik kesbi değil, vehbidir.352 Yüce Allah mesajlarını, meleklerin en üstünü olan Cebrail (a.s.) vasıtasıyla ona gönderdi.353 O, vahyi kabul etmede irade sahibi değildi. Allah’ın gönderdiği 344 Enbiya:21/7. Yusuf: 12/109. 346 Nahl: 16/43. 347 Enbiya:21/25. 348 Fatır: 35/31. 349 Cürcani, a.g.e, s.175. 350 Ünal, a.g.e, s.531 vd. 351 Ra’d: 13/30; Sebe: 34/50. 352 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, 5.bsk. İst. İrfan yay. 1993, c.I, s.28–30. 353 Fazlur Rahman, a.g.e, s.147 vd. 345 60 hükümleri alıyor ve insanlara olduğu gibi aktarıyordu.354 Bu olay onun tefekkür ve düşüncesinin mahsulü olan bir şey değildir. Eğer vahiy bu şekilde Allah’tan olmasaydı, peygamberlerin kendi duygu ve düşüncelerine göre bir din kurmaları söz konusu olabilirdi. Vahyin Allah’tan olması, bunu önlemektedir. Buna göre peygamberler, kendi bilgi ve düşünceleri ile bir din ortaya koyamazlar. Onlar da, Yüce Allah tarafından kendilerine vahiy edilen şeylere uymak mecburiyetindedirler. Kendilerine vahiy edilen şeyleri olduğu gibi insanlara okumaları ve öğretmeleri Allah’ın emridir. Allah tarafından kendilerine vahiy edilen bilgiler, hiç kimse tarafından değiştirilemez. Hz. Muhammed (sav)’e kendi kafasından bir ayet hazırlayıp ortaya koyması teklif edilince, kendisinin bunu yapamayacağını, Allah’ın kendisine vahiy ettiği şeylere tabi olduğunu ifade ettiği Kuranda haber verilmektedir: “Onlara istedikleri bir ayeti getirmezsen, şöyle derler: Sen o ayeti hazırlayıp toplasaydın ya!... De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahiy olunana uyarım.”355 Kuranda, bu konuda bilgi veren daha pek çok ayet vardır.356 Yüce Allah tarafından peygamberlere gönderilen ve onların vasıtasıyla insanlara intikal eden bu vahiy olayı, bir eğitim meselesidir. Vahiyle ilgili ayetlerde, peygamberlerin hangi şartlarda nasıl davranacakları, çeşitli olaylar karşısında nasıl tavır takınacakları kendilerine öğretilmektedir. Böylece kendilerine eğitim usullerinin ve dayandığı temellerin neler olduğu haber verilmektedir. Allah şöyle buyuruyor: “(Vahyi sende bırakan) Rabbin rahmetinden başka(sı değildir). Şüphesiz O’nun lütfu senin üzerinde çok büyüktür.”357 Yüce Allah, tarih boyunca yaşamış olan tüm topluluklara Kendi Katından bir lütuf, rahmet ve müjde olarak, elçiler göndermiştir. Bu mübarek elçilerin bir bölümü Allah’ın izni ile büyük mucizeler göstermişlerdir. Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)’i de kendi katından birçok mucizeyle desteklemiştir. Bu mucizelerden en büyüğü ise hiç şüphesiz Kuran-ı Kerim’in Peygamberimiz (sav)’in kalbine vahyedilmesidir. İzutsu, a.g.e, s.224–226. A’raf: 7/203. 356 En’am: 6/50; Kehf:18/27; Ahzab:33/2; Sebe:34/50; Şura:42/51. 357 İsra: 17/ 87. 354 355 61 Peygamber Efendimiz (sav) Allah’ın, "... Ancak o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur ..."358 ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber olarak gönderilen, Allah’ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah’a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı mübarek bir insandır. Allah’ın, "Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ’oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız"359 ayetiyle de bildirdiği gibi Peygamberimiz (sav)’e çok büyük bir sorumluluk vermiştir. b-Hz. Peygamber’e İlk Vahyin Gelişi: Hz. Muhammed (sav) 38 yaşına girince gaipten bazı sesler duymaya ve bazı taraflarda ışıklar görmeye başladı. Bazen de kendisine “Ya Muhammed!” diye sesleniliyordu. Hz. Peygamber, bu garip seslerin ve parlayıp geçen ışıkların ne demek olduğunu henüz tam manasıyla bilmiyordu. Bununla beraber, bu hadiselerin manasız ve ve boşu boşuna cereyan etmediklerini anlıyordu.360 Hz. Peygamber, 39 yaşında iken “Sadık Rüyalar” devri başladı. Peygamberimiz (sav)’in kalbine vahiy bırakılmadan önce kendisinin gördüğü ve aynı şekilde gerçekleşen rüyalar, Peygamberimiz (sav)’in Allah Katından seçilmişliğinin önemli delillerinden biridir. Gündüzün meydana gelecek olayların Hz. Peygamber’e, uyku ile uyanıklık arasında bir durum içerisinde gösterilmesini Hz. Ayşe (ra) şöyle anlatıyor: “Peygamber (s.a.v.)'e ilk olarak vahiy, uykuda, sadık rüya şeklinde geldi. Gördüğü rüyalar sabah aydınlığı gibi zuhur edip gerçekleşirdi.”361 Hz. Peygamber (sav) 40 yaşlarına geldiğinde sık sık Mekke’ye 12 kilometre uzaklıkta bulunan "Nur" dağındaki "Hira" mağarasına gider, tek başına kalırdı. Hira mağarasında yalnızlığa (uzlete) çekilişinin üçüncü yılının Ramazan ayında, Yüce Allah Hz. Muhammed (sav)’e peygamberlik ihsan etti.362 Cebrail, Allah’ın izniyle, Peygamberimiz (sav)’e göründü ve ona Kuran-ı Kerim’in bazı ayetlerini bildirdi. İlk vahyin günü, Miladi 10 Ağustos 610 tarihine rasgelen, 21 Ramazan Pazartesi gecesi 358 Ahzab: 33/ 40. Müzzemmil: 73/ 5. 360 Salih Suruç, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, 3.bsk. İst. Yeni Asya Neşr. 1991, s.185. 361 Buhari, Bed'ü'l-Vahy 3, c.I, s.3; Enbiya 21, c.IV, s.124; Tefsir-i Alak 1, c.VI, s.87–88; Müslim, İman 252, c.I, s.139–143. 362 İbn Kayyım el-Cevziyye, Zadu’l Mead, Çev. Şükrü Özen, İst. İklim yay. 1988, c.I, s.81; Tabbara, a.g.e, s.431–433. 359 62 olarak bildirilmektedir.363 Sahîheyn'de gelen bir diğer rivayette şöyle demiştir: “Vahiy Hz. Peygamber’e o kırk yaşında iken indirildi. Bundan sonra onüç yıl kaldı. Sonra hicretle emrolundu. O da Medine'ye hicret etti. Orada on yıl kaldı. Sonra vefat etti.”364 Yüce Allah, Cebrail aracılığı ile Hz. Peygambere İslam dinini vahyetmiştir. Hiç şüphesiz bu, Allah’ın çok büyük bir lütfudur. Hz. Peygamber (sav) de derin imanı, Allah korkusu, takvası, üstün ahlakıyla buna layık ve ehil, mübarek bir insandır.365 Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Eğer Allah dileseydi onu (Kur’an-ı), size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?”366; “(Vahyi sende bırakan) Rabbin rahmetinden başka(sı değildir). Şüphesiz O’nun lütfu senin üzerinde çok büyüktür.”367; “Kitabın sana (kalbine vahiy ile) bırakılacağını umut etmezdin; (bu,) Rabbinden ancak bir rahmettir.”368 Yüce Allah’ın “ (Habibim!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”369 Ayetinin muhatabı olan Hz. Peygamber’e ilk vahyin gelişini yine Hz Ayşe (ra)’ın rivayet ettiği hadisten öğreniyoruz: "Resulullah (sav)’e vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, ibadette bulunurdu. Bu maksatla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice (ra)’ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında vahiy gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip: "Oku!" dedi. Hz. Peygamber, "Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. Hz. Peygamber hâdisenin gerisini şöyle anlatır: "Ben okuma bilmiyorum" deyince melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: "Oku!" dedi. Ben tekrar: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatim 363 Suruç, a.g.e, c.I, s.187–190. Buhari, Megazi 85, c.V, s.144–145; Fezailu'l-Kur'an 1, c.VI, s.96–97; Müslim, Fezail, 117, 121, c.II, s.1726–1727; Tirmizi, Menakıb 3652, 3653, c.V, s.144–145. 365 Seyyid Ebu’l Ala Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmed Asrar, 3.bsk. İst. Pınar yay. 1992, c.I, s.97. 366 Yunus:10/ 16. 367 İsra: 17/ 87. 368 Kasas: 28/ 86. 369 Sebe’: 34/28. 364 63 kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti"370 dedi. Hz. Peygamber bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir korku vardı. Hatice'nin yanına geldi ve: "Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükûnete erince) Hz. Hatice (ra)'ya, başından geçenleri anlattı ve: "Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice de: "Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında halka yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice, Hz. Peygamberi alıp Varaka İbnu Nevfel’e götürdü. Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri âma olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: "Ey amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!" dedi. Varaka Hz. Peygamber’e, "Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber gördüklerini anlattı. Varaka da O'na: "Bu gördüğün melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Hz. Peygamber: "Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka: " O da “evet, senin gibi yeni şeylerle gelen hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın, şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana yardım ederim” diye cevap verdi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (Kesildi).”371 c-Fetret-i Vahiy: Fetret, bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflamasıdır. Hz. Peygamber’e nispetle Fetret-i Vahiy “Kur’an’ın Hz. Peygamber’e indirilişi esnasında 370 Alak:96/ 1–5. Buhari, Bed'ü'l-Vahy, 3, c.I, s.3; Enbiya 21, c.IV, s.124; Tefsir-i Alak, 1, c.VI, s.87–88; Müslim, İman 252, c.I, s.139–143. 371 64 vahyin kesintiye uğradığı zaman dilimidir.372 Bununla beraber Peygamber Efendimiz ile Hz. İsa arasındaki zamanın kastedildiği görüşü daha çok yaygındır.373 İlk vahiy ile ikinci vahiy arasında geçen "fetret-i vahiy" süresinin ne kadar devam ettiğine dair rivayetler 15 gün ile 3 yıl arasında değişmektedir. 374 Olayların seyrine göre, 1–2 aydan daha çok olmaması gerekir. 2–3 yıl gibi uzun süre olduğunu söyleyenler, "gizli davet" süresi ile "fetret-i vahyi” ayıramamış olmalıdırlar.375 Elmalılı, Vahyin gecikmesinin sebebi hakkında birkaç rivayet olduğunu ifade etmektedir: “Tefsircilerden bir kısmı Kehf Suresinin iniş sebebinde geçtiği üzere Ashabı kehften, Zülkarneynden ve Ruhtan sorulan sorulara karşı, ‘yarın haber veririm” deyip de istisna yapmamış, “inşallah” dememiş olması idi demişler.376 Bir de denilmiş ki: Hz. Osman (ra) Peygamber Efendimiz (sav)’e bir üzüm veya hurma salkımı takdim etmişti. Bir dilenci geldi, Resulullah (sav) salkımı ona verdi. Sonra Hz. Osman bu salkımı ondan bir dirheme satın aldı, yine Efendimize takdim etti. Dilenci yine geldi, yine verdi. Üçüncüsünde şaka yollu: ‘Sen dilenci misin, yoksa tüccar mısın? Ey filan!” buyurdu. Bunun üzerine vahiy günlerce gecikti.”377 Vahyin kesintiye uğratılmasında ki gayeler de şöyle zikredilir: a) Allah Resulü ilk vahiy karşısında fazla telaş duymuş ve ruhu adeta vahyin ağırlığıyla sarsılmıştır. Bu durumda ruhunun biraz sükûn bulması ve daha sonra gelecek vahye hazırlanması için bu hadise vuku bulmuştur. b) Ruh-u Ahmet’in (sav) ıstırap ve elemlere dayanmaya şimdiden alıştırılması. c) Vahye, daha fazla iştiyak duymasını temin etmek.378 Metin Yurdagür, “Fetret” mad. DİA, İst. 1995, c.XII, s.475. İsmail Lütfü Çakan- Dursunali Türkmen, “Fetretu’l Vahiy” mad. ŞİA. İst, Şamil yay. 1999, c.III, s.350. 374 Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdil –Latifiz Zebidi, Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, trc: Ahmed Naim, İst. DİB Yay. 1991, c.I, s.13. 375 Tahir Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul, Işık Basımevi, 1946, s.27–28; Suruç, a.g.e, c.I, s.194. 376 Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Ayni, Şerhu Müsnedi Ebi Hanife, Beyrut, Daru’l Kutubil İlmiyye, 1984, s.561. 377 Elmalılı, a.g.e, c.IX, s.266; c.V, s.336. 378 Suruç, a.g.e, c.I, s.194. 372 373 65 Böylece Cebrail’in bir süre vahiy getirmemesi Hz. Peygamberde üzüntü meydana getirmiştir. Bu durum ona ağır geldi.379 Hz. Peygamber gerek mağarada, gerek mağara dışında hep bir bekleyiş halindeydi. Vahyin Kesildiği dönemde Hz. Peygamber suskun kalmayı ve insanlardan uzaklaşmayı tercih ediyor; bazen ümitsizliğe düşüyordu. Vahyin kesintiye uğraması sırasında Hz. Peygamberin durumunu ortaya koyan bir rivayette Şöyle denilmektedir: “Vahye ara verildi, epey zaman gelmedi. Peygamber (sav), bu duruma pek üzüldü. Dağların zirvelerinden kendisini atmak için defalarca tırmandı, fakat her seferinde Cibril ona görünüp şöyle diyerek uyardı: ‘Ey Muhammed! Sen gerçek bir peygambersin!’ Ondan sonra içi biraz yatışıp, rahatlardı. Yine vahye böyle ara verilince o maksatla dağın zirvesine çıkardı, fakat Cibril yine kendisine görünüp aynı uyarıda bulunurdu.”380 Abdullah İbnu Selam (ra), Vahyin kesiklik döneminde Hz. Peygamberin vahye olan özlemini şöyle anlatıyor: "Resulullah (sav), oturup konuştuğu zaman, (vahiy bekleyerek veya mele-i Ala’ya iştiyak duyarak) çok sık nazarını semaya çevirirdi."381 Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Cibril (as) Resulullah (sav)'a vahiy getirmede gecikmişti. Müşrikler: "Muhammed'e artık veda edildi (ebediyen terk edildi)" dediler. Bunun üzerine (Duha suresi) nazil oldu."382 Ve Allah ferman buyurdu: “Andolsun kuşluk vaktine. Ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.”383 Resulullah (sav)'ın Kur'an-ı Kerimi kendiliğinden söylemediğini ispat eden ve O'nu daha sonraki yıllarda yapacağı çetin mücadelelere ruhen hazırlayan fetret-i vahiy, Müddesir suresinin ilk beş ayetinin nüzulü ile sona ermiştir.384 Fetret-i vahyin sona ermesini bizzat Resulullah (sav) şöyle anlatmıştır: “Ben bir gün yürürken birden gökten El-Ayni, Şerhu Müsnedi Ebi Hanife, s.560–561. Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, trc: Naim Erdoğan, İst. İz yay. 1996, c.III, s.253; Buhari, Tefsiri A’lak, 96,1, c.VI, s.87–89; Ta’bir, 1, c.VIII, s.67–68. 381 Ebu Davud Süleyman b. El-Eş’as, Sünen-i Ebi Davud, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, Edeb, 18/ 4837, c.V, s.171. 382 Buhari, Tefsir, Duha, 93/2, c.VI, s.86; Fedailu'l-Kur'ân, 1, c.VI, s.96–97; Müslim, Cihad, 114, c.II, s.1421–1422; Tirmizi, Tefsir, Duha, 93/3345, c.V, s.442. 383 Duha: 93/1–3. 384 Suyuti, Celalettin, Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimiz (sav) el-Hasaisü’l-Kübra, çev: Naim Erdoğan, İstanbul, İz Yay. 2003, s.242. 379 380 66 bir ses işittim, bunun üzerine başımı yukarı kaldırdım. Bir de baktım ki, bana Hira’da gelen melek, yerle gök arasında bir kürsüde oturuyor. Bunun üzerine çok korktum. Hemen eve döndüm. Ev halkına: ‘Beni örtün, beni örtün’ dedim. Sonra Allah şu ayetini indirdi: “Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da uyar’. Rabbini yücelt. Giydiklerini temiz tut. Kötü şeyleri terke devam et.”385 Daha sonra vahiy, hiç kesilmeden devam etti.”386 Bu bekleyiş devresinin sona ermesiyle Hz. Peygamber mutluluk duydu. Hüzünlü bekleyiş büyük bir sevince dönüştü. d-Vahyin Mahiyeti Ve Özellikleri: Mahiyeti peygamberler dışında hiçbir insan tarafından kavranması mümkün olmayan Vahiy, Allah ile peygamberleri arasında gerçekleşen iletişim vasıtasıdır. Ayrıntılarıyla tarifini vermiş olduğumuz vahyin mahiyetini ancak Allah’ın ve peygamberinin bilebileceği bir gerçektir.387 Nasıl geliyor? Nasıl işitiliyor? Bunları yalnız Allah ve Resulü bilir. Diğer insanların onu anlatmaya kalkışması ve olduğu gibi anlatabileceğini zannetmesi, körlerin renklerden bahsetmesi gibidir.388 Allah’ın dışında, insan olarak onları ancak bu tecrübeyi yaşayan peygamberler bilebilir. Bu itibarla bu konuda bizzat Allah Teala’nın vahiy tecrübesini bilfiil yaşamış olan peygamberlerin söylediklerine dayanmak, vahiy inancımızı da bu sağlam esaslar üzerine kurmak gerekir. Aslında vahyin hakikatini ancak Allah bilir. Peygamber vahyin belki mahiyeti hakkında bir nebze bilgi sahihidir. Çünkü vahiy peygamber için şahsi ve derun’i bir tecrübedir. Vahyin muhatabı, alıcısı peygamberdir. Onun anlamı peygamberin şahsında şekillenir ve oradan insanlığa yayılır. Peygamberin dışındakiler vahyin ancak tezahürlerine vakıf olabilirler, fakat vahyin hakikatini ancak Allah bilir, mahiyetini ise peygamber anlar.389 Kur’an’da vahyin mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yoktur. Vahyin mahiyeti Allah ile Peygamberleri arasında nübüvvetin bir sırrı olarak 385 Müddesir, 74/1–5. Buhari, Tefsir, Müddesir, 74/2, c.VI, s.74; Müslim, İman 255, c.I, s.143. 387 İlmihal, DİVANTAŞ, c.I, s.112. 388 Akseki, İslam, s.155. 389 Gölcük-Toprak, a.g.e, s.319. 386 67 kalmıştır.390 Fakat Kur’an, vahyin kaynağının peygamber ve herhangi bir insanın dışında bizzat Allah olduğunu ifade etmektedir.391 Kur’an Vahyinin indirilişi hakkında Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.”392; “Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.”393 Suyuti, İtkan adlı eserinde vahyin (Kur’an’ın) levh-i mahfuzdan indirilişinin keyfiyeti hakkında ki ihtilafları şöyle zikreder: a-En doğru ve en meşhur olan görüş; Allah’ın, Kur’anı, Kadir gecesinde toptan, tek bir defada dünya semasına indirmesi ve ardından Hz Peygamberin bi’set’ten sonra Mekke de kalma sürendeki ihtilaftan dolayı ya 20 ya 23 veya 25 yılda ihtiyaca binaen parça parça indirdiği görüşüdür. Hâkim’in Müstedrekin de Bu hususla ilgili rivayetler mevcuttur.394 b-Allah her yıl indirilmesini dilediği miktarı her yılın Ramazanın ya 20 ya 23 veya 25’nde Kadir gecesinde dünya semasına toptan indirir. Bundan sonra ihtiyaca binaen senenin tamamında vahiy gelir. c-Allah, vahyi indirmeye Kadir gecesinde başlamış sonra çeşitli vakitlerde ihtiyaca binaen vahyi indirmiştir.395 İbn Hacer bu üç görüşten ilkinin daha doğru ve daha güvenilir olduğunu söylemiştir.396 Yine Suyuti, Vahyin keyfiyeti hakkındaki ihtilafları şöyle anlatıyor: 1- Kıraat açık olarak vahyedilmiştir. 390 Aslan, a.g.e, s.217. Bkz. Tekvir: 85/ 19–21. 392 Bakara: 2/ 185. 393 Kadir: 97/1. 394 Abdullah Muhammed b. Abdullah Hakim en-Neysaburi, El-Müstedrek A’la-s Sahihayn, Beyrut, Dar’ul Mearif, 1998, c.II, s.594–595. 395 Suyuti, el-İtkan, c.I, 129–131; Bedruddin Muhammed b. Abdullah ez-Zerkeşi, El-Burhan fi Ulumil Kur’an, Beyrut, Dar’ul Fikr, 2001, c.I, s.289; ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.49. 396 Ahmed b. Ali İbn Hacer el Askalani, Fethul Bari bi Şerhi Sahihi Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 2000, Kitabı Fezailil Kur’an, Babu Keyfe Nuzulul Vahy, c.X, s.3–4. 391 68 2-Allah (cc), Kelamını semada Cebrail’e vahyetti ve ona okumayı öğretti. Sonra Cebrail semadan onu alıp yeryüzüne inerek vahiy getirdi. Bu şekilde ki vahyin gelişinde de iki durum söz konusudur: a-Peygamber, insan suretinden melek suretine geçerek vahyi öylece almıştır. b-Melek, insan suretine geçerek vahyi getirmiş, peygamber de vahyi alıncaya kadar melek o şekilde kalmaya devam etmiştir.397 Tayyibi bu hususta şöyle diyor: Belki de Kur’an’ın, Peygambere nazil olması Meleğin vahyi Allah’tan ruhani bir alışla alıp Onu Peygambere çabucak ilka etmesi şeklindedir. Veya Melek, Levh-İ Mahfuzdan vahyi ezberleyip onu peygambere getirmesi şeklindedir. Bazı Âlimler de vahyin peygambere indirilişi hususunda üç görüş olduğunu ifade ederler. 1-Vahiy, lafız ve manadır. Cebrail, Levh-i mahfuzdan Kur’an-ı ezberledi ve onu peygambere indirdi. 2-Cebrail, özel manaları indirir. Peygamber de bu manaları bilir ve Arapçaya çevirir. Onu okuyan Allah’u Teala’nın “Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resulüm!) Onu Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, Apaçık Arapça bir dille Rûhu’l-emin (Cebrail) indirdi”398 bu ayetleri sebebiyle vahyi alır. 3-Cebrail’e bu manalar verilir, o da bu lafızları Arapçaya çevirir. Sema ehli onu Arap diliyle okur ve bu şekliyle Cebrail vahyi indirir.399 Vahyin özellikleri: Vahiy, ilhamdan farklı olarak şu özelliklere sahiptir400: a-Sadece peygamberlere gelir, 397 Suyuti, el-İtkan, c.I, s.138–139. Şuara:26/92–95. 399 Suyuti, el-İtkan, c.I, s.138–139; ez-Zerkeşi, a.g.e, s.290–294; ez-Zerkani, a.g.e, c.I, s.45–48. 400 Gölcük-Toprak, a.g.e, s.321–322; Akseki, İslam, s.135,143,147,152. 398 69 b-Peygamber, kalbinde veya şuurunda bir takım kelimelerin varlığından haberdar olur ve bunlar kesin ve açık bilgi mahiyetindedir, c-Bunların Allah’tan olduğu ve kendi düşüncesinin ürünü olmadığı peygamberce kesin olarak bilinir, d- Vahiy süratli ve gizli bir şekilde gelir, e- Peygamber, vahye her istediği zaman ulaşamaz, f-Evrensel ve bağlayıcı özelliği ile sosyal gerçekleri de içinde taşımasının bir sonucu olan tarihsellik/yerellik boyutu arasında bir denge arz eder, g-Evrensellik boyutunda dokunulmazlığı ve değiştirilemezliği söz konusudur.401 Bu değişmezlik, yorum esnekliği ile dengelenir.402 e-Vahyin Geliş Şekilleri: Kur’an’ın bildirdiğine göre Allah, insanlarla üç şekilde konuşmaktadır: “Kendisiyle Allah’ın konuşması bir beşer için olacak değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi başka.” 403 İşte Peygamberlere gelen vahiyler, genel anlamda bu ayette belirtilen şekillerde olmuştur. Hadislerden çıkarılan bilgilere göre Resulullah’a vahyin geliş şekil ve tarzları vasıtasız ve vasıtalı olmak üzere şu şekildedir: 1-Vasıtasız Vahiy: a- Uykuda görülen ve görüldüğü gibi apaçık çıkan rüya şeklindedir. Vahyin ilk geliş şekli olup, Resulullah’ın uyku halinde gördüğü ve sabah aydınlığı gibi apaçık Akseki, İslam, s.130; Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, s.35. Erdoğan, a.g.e, s.14. 403 Şura: 42/51. 401 402 70 gerçekleşen rüyalarıdır.404 Hz. Ayşe’nin (ra): “Resulullah hiç bir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi çıkmasın.”405 sözleri vahyin bu çeşidine işaret etmektedir. b- Resulullah uyanık iken doğrudan doğruya veya perde arkasından Allah’ın kelamını duyması şeklindeki vahiy.406 Bu tür vahye Resulullah, Mi’rac gecesinde mazhar olmuştur. Namazın farz olması ve Bakara suresinin son üç ayeti vasıtasız olarak bu şekilde vahyedilmiştir.407 c- Vahyedilecek kelamın, melek görünmeksizin, uyanık halde bulunan Resulullah’ın kalbine ilka olunmasıdır. Bu bir ilham değil, vahiydir. Şu hadis bu tür vahye işaret etmektedir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ruhu’l-Kudüs, kalbime hiçbir nefse rızkını tüketmeden ölmeyecek, diye üfledi. O halde Allah’tan korkun, rızkı güzel arayın.”408 Ruhu'l-Kudüs, Cebrail'dir. Cebrail’in göründüğü hakkında bir delil yoktur. Hadisten de, meleğin görünmeden vahyi ilka ettiği anlaşılmaktadır.409 2-Vasıtalı Vahiy: a-Meleğin görünmeden çıngırak veya zil sesiyle Peygamber (sav)'e vahiy getirmesidir. Vahyin en ağır şekli budur.410 Hz. Peygamber (sav), bu esnada, önce zil sesine benzer bir ses duyardı. Beşerî özelliklerinden soyutlanıp melekiyet âlemine yükseltilmesi keyfiyeti bu vahyin şekli için söz konusudur. Dolayısıyla Hz. Peygamberin söz konusu olan tarzda vahiy alırken geçirmiş olduğu şiddetli ıstırapların, yalnız ruhsal değil aynı zamanda fiziki ağırlığın ve sarsılışların da bundan kaynaklandığı söylenebilir.411 Hz. Peygamber bu sesi duyunca hareketsiz kalırdı. Bu ses kesilince açılır, kafasına yerleşen ilâhî sözlerin manasını da anlamaya başlardı. Bu, Hz. peygamberin beşerî sıfatlarının, meleklik sıfatlarına değişmesi ve kendisinin meleksel Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.48; Tecrid-i Sarih, c.Is.3; Akseki, İslam, s.140. Buhari, Bed'ü'l-Vahy 3, c.I, s.3; Enbiya 21, c.IV, s.124; Tefsir-i Alak 1,c.VI, s.87–88; Müslim, İman 252, c.I, s.139–143. 406 Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142–143; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.49; Tecrid-i Sarih, c.I, s.6; Akseki, İslam, s.142. 407 Buhari, Bed’ul-Vahy, 1 /1–5; Müslim, Fezail, 23/86–89. 408 Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142. 409 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 48; Tecrid-i Sarih, c.I, s.3; Akseki, İslam, s.141. 410 Suyuti, el-İtkan, c.I, s. 141–142; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.49; Tecrid-i Sarih, c.I, s.4; Akseki, İslam, s.142. 411 Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c.II, s.413. 404 405 71 bir niteliğe bürünüp meleğin sesini duyması şeklindedir.412 Vahyin bu şekli tehdit ve vaat ihtiva eden ayetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Resulullah (sav) şöyle anlatıyor: "Bazen çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır."413 Başka bir rivayette de Resulullah şöyle buyuruyor: “Bir zil sesi işitiyorum sonra o esnada susuyorum. Bana her defasında vahiy geldiğinde nefsimin kabzedileceğini zannediyorum.”414 Böyle bir vahyin geliş anında Peygamber (sav) titrer, terler ve rahatsız olurdu. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Resulullah (sav)'in ayetleri zabtetmekte zorluk çektiği dudaklarını kımıldattığı zikredilmektedir. Cenab-ı Allah, Peygamberine "Vahyi çabucak almak için dilini kıpırdatma, onu toplamak ve kıraatini sabit kılmak bize aittir. Öyle ise biz, Kur'ân-ı okuduk mu, sen onun okunuşunu takip et."415 uyarısında bulunmuştur. Bu ayetin nazil olmasından sonra Resulullah Cebrail'i dinler, onun gidişinden sonra onun gibi okurdu.416 b-Meleğin asli suretinde görünerek Allah'ın emrini Peygamber (sav)'e getirmesi ve okumasıdır. Cebrail, bu şekliyle iki kez vahiy getirmiştir. Birincisi nübüvvetin başlangıcında olmuştur. Peygamber (sav) baygınlık geçirmiştir. İkincisi ise miraç olayının gerçekleşmesinde olmuştur. Bu olaya delil olarak “Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü”417 ayeti zikredilebilir. Artık Resulullah, böyle şeylere alışık olduğu için bu defa önceki gibi sarsılmamıştı.418 c-Cebrail’in insan şeklinde görünerek getirmiş olduğu vahiy: Bu tür vahiy, Resulullah’a en kolay geleni idi.419 Çoğu zaman Cebrail sahabeden Hz. Dıhye’nin suretinde görünerek gelirdi. Resulullah şöyle buyurdu: “Bazen bana delikanlı suretinde gelirdi.”420 Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.XXII, s.66–70. Buhari, Bed’ul-Vahiy: 1/2, c.I, s.2–3; Müslim, Kitabu’l Fedail, 23, c.II, s.1817; Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en- Nesai, Sünen-i Nesai, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, c.II, s.146–147. 414 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/22. 415 Kıyame: 75/16–18. 416 Buhari, Bed’ul-Vahiy, 1/4, c.I, s.4. 417 Necm: 53/13. 418 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.49; Tecrid-i Sarih, c.I, s.6; Akseki, İslam, s.142. 419 Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142; Tecrid-i Sarih, c.I, s.3; Akseki, İslam, s.141. 420 Buhari, Bed'ü'l-Vahy 3, c.I, s.3; Nesai, Sünen, c.II, s.146–147. 412 413 72 d-Cebrail’in, Resulullah uykuda iken getirdiği vahiy.421 Müslim’in Sahih’inde Enes’ten rivayet edilen hadiste geçtiği üzere Kevser suresi bu şekilde nazil olmuştur.422 f-Vahiy Esnasında Resulullah’ın Durumu: Allah Hz. Muhammed (sav)’e gece kalkıp vahiy için hazırlık yapmasını buyurmuş, vahyin ne kadar ağır bir söz olduğunu haber vermiştir: “ Ey örtüsüne bürünen, Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısını ya da ondan biraz eksilt. Veya o yarının üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ’oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız.423 Yüce Allah’ın hitabı ile karı karşıya gelmek insan için rahat ve kolay bir iş değildir. İnsan özelliklerini taşıyarak melekten gelen vahyi almak oldukça güç bir iştir. İslam Âlimleri, Hz. Muhammed (sav)’in Kuran vahyini, beşeriyetten melekiyete yükseltilerek tamamen metafizik bir ortamda aldığını zikrederler.424 Vahiy esnasında Resulullah’ta bir tür korku ve heyecan meydana geldiği, bazen da buhranlı anlar geçirdiği gözlenmiştir. Söz konusu belirtilerle ilgili hadislerin bize verdiği bilgiler ışığında vahiy esnasında Hz Peygamber de şu hallerin gözlenmiş olduğunu öğrenmekteyiz: “Vahiy esnasında heyecan ve dehşetten dolayı adeta kendinden geçmiş ve en soğuk günlerde bile terlemiş,425 uykusu gelmiş,426 gözlerini belli bir noktaya dikmiş, vücudu kaskatı kesilmiş,427 yüzünün yanında arı uğultusu gibi bir ses duyulmuş,428 benzi ya sararmış, ya kızarmış ya da kül rengini almış,429 vücudu ağırlaşmış,430 üzerine sekine inmiş,431 başını çarşaf ile örtmeye çalışmış ve vahiy hali bitinceye kadar kimseyle konuşmamış,432 nefes alırken horultuya benzer bir ses Suyuti, el-İtkan, c.I, s.142; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 50. Müslim, Salât,14/53; Elmalılı, a.g.e, c.IX, s.508. 423 Müzzemmil: 73/1–5 424 Ez-Zerkeşi, a.g.e., c.I, s.290; Suyuti, a.g.e., c.I, s.137; İbn Haldun, a.g.e., c.I, 372-374; c.II, s.1180. 425 Buhari, Bedül Vahiy, 2; Şehadet, 15; Tirmizi, Menakıb, 7; Malik b. Enes, Muvatta, 2.bsk., İst. Çağrı yay. 1992, Kuran, 7. 426 Müslim, Salât, 14/53. 427 Buhüri, Tefsir’ul Kur’an, 75/2; Tevhid, 3; Şehadet, 15. 428 Buhari, Rikak 7; Rudani, a.g.e, c.III, s.254. 429 Buhari, Hacc, 17; Umre, 10. 430 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/184, 190. 431 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/184, 190–191. 432 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.50. 421 422 73 çıkarmış433’tır. Özellikle zil sesi şeklinde gelen vahiy, Resulullah’a çok ağır gelirdi. Yüce Allah şöyle buyuruyor:“Gerçekten biz sana ağır bir söz bırakıyoruz.”434 Vahyin manevi ağırlığı büyüktü. Eğer deve üzerinde iken vahiy gelmişse, deve buna tahammül edemezdi. Vahyin manevi ağırlığından deve çöker, Resulullah inmek zorunda kalırdı.435 Bir defasında Resulullah’ın dizi Zeyd b. Sabit’in dizi üzerinde iken vahiy gelmiş, Zeyd büyük bir ağırlık hissetmiş, bu ağırlık altında ayağı kırılacak gibi olmuştu.436 Resulullah (s.a.v.) gelen vahyi hemen anlamak ve unutmamak için vahiy esnasında ayetleri tekrarlamak isterdi. Onun bu endişelerini Yüce Allah şöylece gidermişti: “Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel Kur’an’ı acele etme.”437 “Onu aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma. Onu toplamak ve sana okutmak şüphesiz bize düşer. Sana onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak bize aittir.”438 “Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.”439 Vahiy sırasında Resulullah’ta meydana gelen durumu o dönemde Kureyşliler istismar ederek onu kâhin,440 sihirbaz ve mecnun441 olarak nitelemişler, daha sonra birçok Avrupalı müsteşrik de onda sara hastalığının olduğu zannına kapılmışlardır. Bütün bu sözde değerlendirmeler, onun manevi cephesini anlayamamaktan ileri gelmektedir.442 g-Hz. Peygamberin Vahiy Kâtipleri: Hz. Muhammed (sav) peygamberlik görevinin ilk günlerinden itibaren vahiy kâtipleri edinmişti. Hz. Peygamber okuma –yazma bilmediğinden, risaletinin başlangıcından vefatına kadar yazı bilen birçok sahabe, peygambere gelen vahiyleri Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/ 238; Buhari: Bed’ul-Vahy, 1/2–4; Müslim, Kitab-ı Fezail, 23. Müzzemmil: 73/4. 435 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/176. 436 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/184, 190–191. 437 Taha: 20/114. 438 Kıyamet: 75/16–19. 439 A’la: 87/6. 440 Hakka: 69/41–43. 441 Saffat: 37/36. 442 Suat Yıldırım, Kur’an İlimlerine Giriş, s.30–31; Mehmet Soysaldı, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsiri, Ank. Fecr yay. 2001, s.75–76. 433 434 74 yazmışlardır. Bunların adedi 40’a kadar varır. İbn Hacer, Mekke’de ilk vahiy kâtibinin Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi Sarh olduğunu söyler. Bu şahıs irtidad edip sonradan yine Müslüman olmuştur.443 Medine’de ise ilk vahiy kâtibi Ubeyy İbn Ka’b idi. Ondan sonra da devamlı olarak Zeyd İbn Sabit vahiy kâtipliği yapmıştır.444 Hz. Peygamberin vahiy kâtipleri şunlardır: “Ali b. Ebi Talib, Osman b. Affan, Amr İbnü’l-As, Muaviye, Şurahbil İbn Hasene, Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi Sarh, Muğire b. Şu’be, Muaz b. Cebel, Zeyd b Sabit, Hanzala b. Rebi’, Ubeyy b. Ka’b, Cüheym b. Salt, Hüseyin Nemeri, Ebu Bekir, Ömer İbnu’l-Hattab, Zübeyr b Avvam, Amir Fuheyre, Eban b. Said, Abdullah b. Erkam, Sabit b. Kays, Abdullah b.Zeyd, Halid b. Veli’d, Ala b. Hadremi, Abdullah b. Ravaha, Huzeyfe b. Yeman, Muhammed b. Mesleıne...”445 Hz. Peygamber, Allah’tan aldığı Kur’an Vahyini, kâtiplerine yazdırmakla beraber o ana kadar nazil olan kısımlarını Cebrail’e arz ediyordu. Bir hadiste “Hz. Peygamber Ramazan gecelerinde Kur’an’ı Cebrail’e arz ederdi.” 446 Başka bir hadiste ise, “Cebrail her sene Peygamberle karşılıklı olarak Kur’an’ı birbirlerine arz ederler, son senesinde ise bu arz işi iki defa vaki olmuştur.”447 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, Kur’an-ı Kerim sadece kâtiplerin yazmasıyla kalmıyor, yazmada veya hıfzda bir noksanlık olmaması için her sene Cebrail tarafından tekrar edilerek kontrol edilmiş oluyordu.448 h-Vahyin Yazıldığı Malzemeler: Vahiy nazil oldukça Resulullah bunları alışılmış olan bir takım malzemeleri kullanarak yazdırırdı. Hz. Peygamber zamanında genellikle yazı için şu malzemeler İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.27. İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.27. 445 Cerrahoğlu, Tefsir Usülü, s.53; İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.27. 446 Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 5; Savm, 7; Müslim, Fadail, 50; Nesai, Sıyam, 2; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/ 288. 447 Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 7; Müslim, Fedailu’s-Sahahe, 99; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/ 325. 448 Cerrahoğlu, a.e, s.53–54. 443 444 75 kullanılırdı: Hurma dalları, ince beyaz taşlar, kürek kemikleri, işlenmemiş ince deri parçaları, bez parçaları, yazı yazmaya elverişli tahta, çanak ve çömlek parçaları.449 Kur'ân'da bu hususta şöyle bir işaret vardır: "Tur dağına ve işlenmiş ince deri üzerine yazılmış kitaba yemin ederim"450 Zeyd b. Sabit de: "biz Kur'ân'ı. Resulullah (s.a.s)'ın yanında bez parçaları üzerine yazdık"451 demiştir. i-Kur’an Vahyi’nin Korunması Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde vahyin korunmasıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” 452 Bu ayetten anlaşıldığı gibi vahyin korunmasını Yüce Allah bizzat kendi üzerine almıştır. Ancak, Resulullah da Kur’an-ı bütün insanlara tebliğle vazifeli olduğundan beşer bir peygamber olarak vahyin korunmasıyla ilgili kendi üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir. Hz. Peygamber ve vahyin ilk muhatabı olan topluluğun vasfı, ümmilik olup ve yazı aletleri fazla bulunmadığından, Vahiy mahsulü olan Kur’an daha ziyade hafızalara emanet edilmekle beraber yazı ile de kaydetme işi üzerinde de titizlikle durulmuştur. Anlaşılıyor ki Hz. Peygamber vahyin başlangıcından sonuna kadar yazı, ezber ve arza metotlarıyla vahyi koruma hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir. 1-Vahyin Yazılması: Hz. Peygamber vahyin geleceği anı önceden hissediyor ve bir kâtip çağırtarak vahyi yazdırıyordu. Mekke döneminde bu hizmeti daha çok Abdullah b. Sad b. Ebî Sarh (ra) veriyordu.453 Medine hayatında önce Ubeyy b. Kab sonra da Zeyd b. Sabit (ra) devreye girdi. Zeyd, bu işte el-Kâtib unvanını alacak kadar çok hizmet verdi ise de onun bulunmadığı durumlarda başkaları da vahiy yazma hizmeti vermiştir.454 Hz. Peygamber Risalet hayatının en sıkıntılı safhası olan hicret esnasında bile kâtiplik yapacak biriyle 449 Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/185. Tur: 52/1–3. 451 Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/185. 452 Hicr: 15/9. 453 İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.26-27. 454 İbn Hacer el-Askalani, a.g.e., c.X, s.26-27. 450 76 (Hz. Ebu Bekir) beraber olmayı ve yanında yazı malzemesi bulundurmayı ihmal etmemişti. Askerî seferlerinde, hatta askerlere verdiği istirahat anında bile kâtibiyle beraber oluyordu.455 Zeyd b. Sabit’in (ra) şu açıklaması bir vahiy yazdırma hâdisesinin nasıl cereyan ettiğini gösterir: “Ben, Resulullah (sav) için vahiy yazardım. Ona vahiy indiği zaman üzerine şiddetli bir terleme gelirdi, sonra vahiy hâli geçince, O imlâ ettirir ben de, beraberimde getirdiğim kemik veya başka bir parça üzerine yazardım. Bu işten çıktığım zaman, (Vahiy esnasında üzerime çöken) Kur’an’ın ağırlığından ayaklarımın ezildiğini, artık bir daha yürüyemeyeceğimi zannederdim. Yazma işi bitince bana: “Oku!” derdi. Ben de okurdum, bir hata varsa düzeltirdi. Sonra ben bunu halka götürdüm”456 Bu rivayetten anlaşılan şu ki yazılan ilk nüsha Resulullah (sav)’in yanında, hususi bir arşivde saklanmıyor, bundan, başka yazılı nüshalar çoğaltılmak ve ezberlenmek üzere, Zeyd b. Sabiti beraberinde götürüyordu. Bu durumdan hatıra gelebilecek: “Resulullah’ın gıyabında yapılacak bu çoğaltma sırasında bazı hataların araya girebileceği…” gibi menfi ihtimalleri, “ezber” ve “kontrol” sistemlerinin bertaraf edeceğini göreceğiz. Ve yine göreceğiz ki, Zeyd İbn Sabit (ra) vahiy konusunda çok hassas ve bizzat Hz. Ebu Bekir’in beyanıyla son derece güvenilir birisidir. 2-Vahyin Ezberlenmesi: Kur’an’ın vahiy kâtiplerince yazılan bu ilk nüshalarından çoğaltılıp ezberlendiği anlaşılmaktadır. Ve Kur’an surelerini, Ashabın zaman geçirmeden ezberlemesi söz konusudur. Çünkü vahiyler günde en az beş kere kılınan namazlarda okunuyordu. Ancak herkesin her gelen vahyi ezberlediği söylenemez. Bununla birlikte, birçoklarının her gelen vahyi ezberlediği, çeşitli tariklerden gelen rivayetlerle sabittir 455 Ahmed b.Hanbel, Müsned, V/33. Buhari, Tefsirul Kur’an, 9; Kitabul Fezailul Kur’an, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned: V/184, 190–191; Ez-Zerkeşi, a.g.e., c.I, s.296. 456 77 3-Vahiy’de Arza (Kontrol): Hz. Peygamber, yazma ve ezberleme sırasında, kasıtsız olarak bir kısım hataların yapılabileceğinin şuurundadır. Nasıl olmasın ki, insanın bir şey yazarken farkında olmadan bazı ilave ve atlamalar şeklinde hatalar yaptığı gibi, çok iyi ezberlediği bir şeyi, zamanla unutabileceği veya elinde olmayan ilaveler, eksiltmeler ve hatta kelimelerde değiştirmeler yapabileceği de inkâr edilemeyen beşeri bir zaaftır. Şu halde vahyin asliyetini korumada en çıkarlı yol, ne ezbere ne de yazıya fazla güvenmeyip, yazıyı ezberle, ezberi de yazıyla kontrol etmektir. İşte Resulullah (sav)in buna başvurduğunu görmekteyiz: Kur’an tarihinde arza denen hâdisenin maksadı budur. Her Ramazanda, o Ramazana kadar gelen bütün Kur’ân vahiylerini Resulullah önce Hz. Cebrail’e mukabele ettikten457 sonra, Mescid-i Nebevîde halkın huzurunda okuyarak, herkesin, ellerindeki yazılı nüshaları ve ezberlerini kontrolden ve tashihten geçirmelerine imkân vermiştir. Ve bu kontrol (arza) hadisesi Resulullah (sav)’in hayatının son yılında iki kere yapılmıştır ki buna arza-i ahire denir.458 Arza-i ahire, Kur’an-ı Kerimin asliyeti üzere kitaplaşmasında ve dolayısıyla bütünlüğünün korunmasında son derece önemli bir hadisedir. Çünkü bir kısım rivayetler, Hz. Ebu Bekir’in hilâfeti sırasında, Kur’an’ın cem edilmesi çalışmalarında, arza-i ahirde kontrolden geçen iki yazılı nüshanın esas alındığını göstermektedir. Gerçekten Kur'ân-ı Kerim inince vahiy kâtipleri tarafından yazılmış ve Hz. Peygamber'in işaretiyle ayetler surelerdeki yerlerine konmuştur. Hz. Peygamber'in vefatından altı ay sonra, dağınık halde bulunan Mushaf sayfaları bir araya toplanıp bir cilt haline getirilmiş ve üçüncü halife Hz. Osman zamanında da yeniden derlenip çoğaltılarak başlıca eyalet merkezlerine gönderilmiştir.459 Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 1/5; Savm, 7; Müslim, Fadail, 50; Nesai, Sıyam, 2; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/288. 458 Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 7; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 99; Ahmed b.Hanbel, Müsned, I/ 325. 459 Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, c.XXII, s.99–103. 457 78 SONUÇ Vahiy, kelime olarak gizli konuşmak, ilham etmek, telkinde bulunmak, fısıldamak ve benzeri anlamlara gelir. Vahyin kelime manası dikkate alındığında Kur’an’daki kullanımına göre iki kısım olduğunu görmekteyiz. Bunlardan biri Allah’ın dışındakiler nisbet edilen İlahi Olmayan Vahiydir ki oda Hz. Zekeriyya’nın Vahyi ve Şeytanların Vahyidir. Bunun vahiy olarak isimlendirilmesi hakiki değil mecazidir. İkincisi ise Allah’a nisbet edilen İlahi Vahiydir. Bunu “Yüce Allah’ın bütün varlıklara, yaratılış düzenine uygun hareket tarzlarını bildirme yolu ve insanlarla konuşması şeklinde tanımlayabiliriz.” Kur’an-ı Kerim’de Allah’a nisbet edilen, sadece peygamberlere yapılan vahiy değildir. O’nun vahyi canlı cansız diğer mahlûkatı da ilgilendirir. Çünkü O, bütün varlıklara yaratılış düzenine uygun hareket tarzlarını vahiy ve ilham edip bildirmiştir. Dolayısıyla Kur’an; meleklere, havarilere, Hz. Musa’nın annesine, bal arısına, göğe ve yere olan farklı şekillerdeki vahyi, Allah’a nisbet etmektedir. İlahi Vahiy de Genel Vahiy ve Özel Vahiy diye iki kısma ayrılır. Genel Vahiy: “Allah’ın kâinatta yarattığı varlıklara hareket tarzlarını bildirmesidir.” Bu çeşit vahiy, varlıkların, yaratılış gaye ve düzenini algılamaları ve ona göre uyum sergilemeleridir. Bu yaratıkların fıtrat zorunluluğudur. Özel Vahiy ise “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.” Kur’an’da bildirildiğine göre özel vahiy, ya ilham (iç aydınlanması) ya perde arkasından veya elçi vasıtası ile gerçekleşir. Allah’ın insanlarla konuşması diye yorumladığımız bu vahyin çeşitlerini, kelimelerle tam olarak tasvir etmek mümkün değildir. Zira bunların gerçek keyfiyetini, ancak bu çeşit vahiylerle bizzat muhatap olup yaşayanlar bilir. Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir. Vahyin Allah tarafından peygamberlere iletilmesi, tek taraflıdır. Peygamberlerin bunda iradeleri yoktur. Allah, seçtiği her peygambere, vahyi kendi dili ile lafız ve mana olarak göndermektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın dili Arapçadır. Kur’an’ın Arapça olarak 79 indirildiği, birçok ayette haber verilmektedir. Ayrıca çeşitli ayetlerden, Kur’an’ın hem lafız ve hem mana olarak Allah tarafından gönderildiği anlaşılmaktadır. Bu iki vahiy, sonuçları açısından zorunlu ve bağlayıcı olmakla beraber muhteva ve amaç açısından farklılık göstermektedir. Ancak İslam kültüründe vahiy denilince hep vahyin özel kısmı, yani peygamberlere yapılan vahiy akla gelir. Bu anlamda vahiy terim olarak, Allah Teala’nın insanlara bildirmek istediği emir, yasak ve haberleri vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda gizli ve süratli bir yolla peygamberlerine iletmesi demektir. Peygamberlere gönderilen vahyin amacı, insanın, yaratıcısıyla irtibat ve diyalog kurmasını sağlayarak, dünya ve ahirette mutluluğa erişmesini temin etmektir. Bu sebepledir ki, insanlık tarihi boyunca bütün peygamberler vahye mazhar olarak bu irtibat ve diyalogun yolunu göstermişlerdir. Vahiy anlayışı, insanlıkla beraber başlamış ve günümüze kadar değişik İnanç sahipleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Vardığımız önemli sonuçlardan biri de, Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Âdem ile başlayan vahiy müessesesinin, Hz. Muhammed’in peygamberliğinde ve önderliğinde en olgun, en son halini almış olmasıdır. Artık bundan sonra her kim Nübüvvet, Risalet ve Peygamberlik iddia eder, peygamber olduğunu söylerse, bu iddiasında yalancıdır, o aynı zamanda, Allah’a yalan ve iftirada bulunmaktadır. Kur’an’ın vahiy mahsulü olduğunda şüphe yoktur. Kur’an Vahyinin kaynağı Allah’u Teala’dır. Bu husus Kur’an’da defalarca dile getirilmektedir. Genel anlamda ilahi vahye konu olan hususların bir özelliği de, Kur’an öncesi vahiylerin süreli ve mahalli, Kur’an vahyinin ise, evrensel bir yapıda olmasıdır. Bütün zaman ve mekânların kutsal kitabı olan Kur’an için evrensellik esasen bir zorunluluktur. Kur’an-ı Kerim, bütün zamanlara, mekânlara ve kavimlere hitab eder. Zaman ve mekânla sınırlı olmamak Kur’ani vahyin özelliklerindendir. Zira onun vahyi evrensel bir nitelik arz etmektedir. Ayrıca Kur’an, Allah’ın indirdiği tüm kitap ve sayfaların kapsadığı vahiylerin esasını kapsamaktadır. Kur’an’ın beyanına göre bu mukaddes kitap, ilk indiği gündeki aslını muhafaza etmektedir. İlahi kitaplarda bulunması gereken bütün vasıflara da haiz tek kitaptır. Çünkü o, vahyin son halkasını oluşturmaktadır. 80 Ancak ifade edelim ki, Kur’an vahyinin söz konusu evrensel yapısı, koyduğu prensiplerin zaman aşımı ile mükemmelliğe ulaşması sayesinde değil, daha başlangıçta mükemmel bir tarzda indirilmesiyledir. Kur’an vahyinin bu evrensel dokusunda en önemli gerçek, onun değişmeyen özüne rağmen farklı ortamlara göre farklı şekiller almasını temin eden esneklik özelliğidir. Kur’an’a göre vahiy, Allah’ın kelamıdır. Kur’an, Allah tarafından gönderilmiş, Allah’ın bir tür konuşması ve hitabı olduğundan “Kelamullah” ile müşterek bir lafızdır. Kur’an denilince Kelamullah, Kelamullah denilince Kur’an anlaşılır. Allah mütekellim, emredici, yasaklayıcı ve haber vericidir. Allah, peygamberlerine olan kelamını vahiy olarak isimlendirmiştir. Kur’an, O’nun vahyinin ve kelamının bir tezahürüdür; aynı zamanda Hz. Peygamberin nübüvvet ve risaletine delildir. “Allah insanlarla ancak vahiy suretiyle, perde arkasından yahut bir elçi göndermekle konuşur; izniyle dilediğine dilediğini vahyeder”460 “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”461 460 461 Şura: 42/51. Ahzab: 33/40. 81 KAYNAKÇA A’Lİ’YYUL KARİ, Şerhu’l Emali, İstanbul: Fazilet Neşr. ts. AKSEKİ, Ahmet Hamdi, İslam Dini, 29.bsk. Ankara: DİB. Yay. 1980. _______ İslam, Neşre Haz: Hasan Tahsin Feyizli, Ankara: Nur yay. 1981. ALPER, Ömer Mahir, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy-Felsefe-Din İlişkisi, İstanbul: Ayışığı Kitapları,2000. ASLAN, Abdulgaffar, Kur’an’da Vahiy, Ankara: Ankara Okulu yayınları, 2000. ATAY, Hüseyin, İslam’ın İnanç Esasları, Ankara: AÜİF Yay. 1992. ATEŞ, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, İstanbul: Kuba Yayınları, 1997, I-XXX. _______Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988, I-XII. AYDIN, Mehmet Said, Din Felsefesi, 8.bsk. İzmir, İİF. Vakfı Yay. 1999. AYNİ, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetul Kari Şerh’u Sahihi el-Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 1998, I-XVI. ______ Şerhu Müsnedi Ebi Hanife, Beyrut: Daru’l Kutubil İlmiyye, 1984. BAYRAKLI, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul: Bayraklı Yay. 2001. BEYDAVİ, Naisruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi, Tefsiru’l Beydavi (Envaru’t Tenzil ve Esraru’t Te’vil), 1.bsk. Beyrut, Dar’u-r Reşid, 2000, I-III. BUHARİ, Ebu Abdilllah Muhammed b. İsmail, Sahihi Buhari, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-VI. BULAÇ, Ali, İslam Düşüncesinde Din-Felsefe Vahiy-Akıl ilşkisi, İstanbul: İz yay. 1995. CERRAHOĞLU, İsmail, "Garanik" mad. DİA. ______Tefsir Usulü, 11.bsk. Ankara: TDVY. 1997. CEVZİYYE, İbn Kayyım, Zadu’l Mead, Çev. Şükrü Özen, İst. İklim yay. 1988, I-VI. CÜRCANİ, Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif, Kitabu’t Ta’rifat, Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye, 1995. 82 ÇAKAN, İsmail Lütfü - Dursunali Türkmen, Fetretu’l Vahiy” mad. İA. İst, Şamil yay. 1999. ÇELEBİ, İlyas, İslam İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdulcebbar, İst. Rağbet yay. 2002. DARİMİ, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahzi, Sünen-i Darimi, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-II. DEMİRCİ, Muhsin, Vahiy Gerçeği, İstanbul: MÜİF Yay. 1996. DOĞAN, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: 1996. DUMAN, Mehmet Zeki, Vahiy Gerçeği, 1.bsk. Ankara: Fecr yay.1997. EBU DAVUD, Süleyman b. El-Eş’as, Sünen-i Ebi Davud, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-VI. EBU ZEHRA, Muhammed, Mezhepler Tarihi, çev. Sıbğatullah Kaya, İstanbul: Şura yay. trsz. EBU ZEYD, Nasr Hamid, İlahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara: Kitabiyat, 2001. ERDOĞAN, Mehmet, Vahiy Akıl Dengesi Açısından Sünnet, İstanbul: MÜİF Vakfı Yay. 2001. ESED, Muhammed, Kur’an Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, 5.bs. İstanbul: İşaret yay. 1999, I-III. FAHRİ, Macit, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan, 2.bsk. İstanbul: İklim yay. 1992. FAZLUR RAHMAN, Ana Konularıyla Kur’an, Trc. Alparslan Açıkgenç, Ankara: Ank. Okulu yay.1993. FIĞLALI, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, 8.bsk. Ankara: Selçuk yay. 1996. _______ İmamiyye Şiası, İstanbul, Selçuk yay. 1984 FİRUZABADİ, Ebu Tahir b. Yakub, Kamusu’l Muhid, 7.bsk. Beyrut: Dar’ul Fikr, 1999. GÖLCÜK, Şerafettin, Toprak, Süleyman, Kelam, 4.bsk, Konya: Tekin Kitabevi, 1998. HAKİM EN-NEYSABURİ, Abdullah Muhammed b. Abdullah, El-Müstedrek A’la-s Sahihayn, Beyrut, Dar’ul Mearif, 1998, I-VI. 83 HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, 5.bsk. İstanbul: İrfan yay. 1993, I-II. ______ İslam Tarihine Giriş, Çev. Ruhi Özcan, İstanbul: Beyan Yay. 1994. HANBEL, Ahmed Muhammed b, Müsned, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay.1992, I-VI. HARMAN, Ömer Faruk, “Ahd-i Atik” mad. DİA. _______Yahudilikte Peygamberlik ve Peygamberler, İstanbul:1988. İBN HACER EL ASKALANİ, Ahmed b. Ali, Fethul Bari bi Şerhi Sahihi Buhari, Beyrut, Dar’ul Fikr, 2000, I-XV. İBN HALDUN, Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, trc. Süleyman Uludağ, 2.bsk. İstanbul: Dergâh yay. 1998, I-II. İBN KESİR, Ebu’l Fidai İsmail, Kısasu’l Enbiya, 1.bsk. Beyrut, Dar’u İbn Kesir, 1992. ______Tefsir’u Kur’an’il Azim, tahk: Mustafa Seyyid Muhammed, Muhammed Seyyid Reşad, Muhammed Fazl, Ali Ahmed, Hasan Abbas, 1.bask. Kahire: elFarukul Hadise yay. 2000, I-XV. İBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Süneni İbn Mace, 2.bsk. İst. Çağrı yay. 1992, I-II. İBN MANZUR, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanû'l Arab, Beyrut: Darul Mearif, 2000, I-XVIII. İBN ZEKERİYYA, Mucem’ul Mekayıs, Beyrut: Darul Fikr, 1994. İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan Ziyad, Hamid Abdulkadir, Muhammed Ali’un Neccar, Mu’cemul Vesıd, İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-II. İSFEHANİ, Ebu’l Kasım el-Huseyn Muhammed er-Rağıp, el-Müfredat Elfazil Kur’an, tahk: Safvan Adnan Davudi, 2.bs. Beyrut: Dar’u Şamiyye, 1997. İZUTSU, Toshikiko, Kur’anda Allah ve İnsan, terc. Süleyman Ateş, İst. Yeni Ufuklar Neşriyat, ts. KARAMAN, Hayrettin-BARDAKOĞLU, Ali-APAYDIN, Yunus, İlmihal, İst. DİVANTAŞ, 1998, I-II. KARAMAN, Hayrettin-ÇAĞRICI, Mustafa-DÖNMEZ, İbrahim Kafi-GÜMÜŞ, Sadrettin, Kur’an Yolu, Ankara: DİB Dini Yayınlar Dairesi, 2003, I-V. KERİMOĞLU, Yusuf, Kelimeler Kavramlar, 16.bsk. İstanbul: İnkılap yay. 1997. KIRBAŞOĞLU, Mehmet Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara: Ank. Okulu Yay., 1997. 84 Kitab-ı Mukaddes. KÖKSAL, M.Asım, Peygamberler Tarihi, Ankara: TDV yay.1995, I-II. KÖTEN, Akif, “Rahmet” mad. ŞİA. İstanbul: 2000. Kur’an-ı Kerim. KURTUBİ, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, terc: M.Beşir, Eryarsoy, İstanbul: Buruc Yayınları, 1997, I-XIX. MALİK B. ENES, Muvatta, 2.bsk., İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-II. MEVDUDİ, Ebu’l A’la, Tefhimu’l Kur’an, trc.kurl: Muhammetd Han Kayani, Yusuf Karaca, Nazife şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş, İstanbul: İnsan yay. 1996, I-VII. ______Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmed Asrar, 3.bsk. İstanbul: Pınar yay. 1992, I-III. MÜSLİM B. EL-HACCAC, Ebu’l-Hüseyin, Sahihi Müslim, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay.1992, I-III. NESAİ, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen-i Nesai, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay. 1992, I-VII. NESEFİ, Abdullah b. Ömer Ebu’l Berekat, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil, Beyrut: Dar’ul Kitabil Arabî, 1988, I-IV. NEVEVİ, Ebu Zekeriyya Yahya İbni Şeref İbni Muri, Riyazu’s Salihin, Terc. Ve Şerhi, Yaşar Kandemir, İsmail Lütfi Çakan, Raşit Küçük, İstanbul: Erkam yay. 1997, I-VIII. OLGUN, Tahir, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul: Işık Basımevi, 1946. RAZİ, Fahreddin Muhammed b. Ömer; Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, trc. kurl: Sadık Kılıç, Lütfullah Cebeci, Suat Yıldırım, Cafer Sadık Doğru, Ankara: Akçağ Yayınları, 1988, I-XXIII. RUDANİ, Muhammed b. Muhammed b. Süleyman, Büyük Hadis Külliyatı, trc: Naim Erdoğan, İstanbul: İz yay. 1996, I-V. SABUNİ, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, terc. Sadrettin Gümüş, Dr. Nedim Yılmaz, İstanbul: Ensar Neşriyat,1995, I-VII. SALİH, Suphi, Kur’an İlimleri, Çev. M.said Şimşek, İstanbul: Esra yay. 1994. SOYSALDI, Mehmet, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsiri, Ankara: Fecr yay. 2001. 85 SURUÇ, Salih, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, 3.bsk. İstanbul: Yeni Asya Neşr. 1991. SUYUTİ, Celalettin, el- İtkan fi Ulum’il Kur’an, 4.bask. Beyrut: Dar’u İbn Kesir, 2000, I-II. ______Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimi (sav)el-Hasaisü’l-Kübra, çev. Naim Erdoğan, İstanbul: İz Yay. 2003. ŞAFİ’İ, Muhammed b. İdris, er-Risale, Beyrut, Dar’un Nefais, 1999. ŞEHRİSTANİ, Ebu’l Feth Muhammed Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed, el-Milel ve’nNihal, tahk: Emir Ali, Ali Hasan. 7.bsk. Beyrut, Dar’ul Marife, 1998, I-II. TABBARA, Afif Abdulfettah, Kur'an'da Peygamberler ve Peygamberimiz, Terc. Ali Rıza Temel, Yahya Alkın,İstanbul 1982. TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Cami’ul-Beyan, Beyrut: Dar’ul Fikr, 1999, I-XV. TAHANEVİ, Muhammet b. Ali, Keşşafu İstilahati’l Funun, Beyrut: Dar’ul Kitabil İlmiyyeti, 1998, I-IV. TANYU, Hikmet, “Ahd-i Cedid” mad. DİA. TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevdete, Sünen-i Tirmizi, 2.bsk. İstanbul: Çağrı yay.1992, I-V. TOPALOĞLU, Bekir, “Beyyine” mad. DİA. TURGAY, Nurettin, Kur’an’da Vahiy Kavramı, Diyanet İlmi Dergi, c.XXXVII, (Ekim-Kasım-Aralık 2001) sayı:4. TÜMER, Günay- KÜÇÜK, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara: Ocak yay. 1993. ULUDAĞ, Süleyman, “Zikir” mad. İA, (MEB), İstanbul:1993, I-XIII. ÜNAL, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul: Beyan Yayınları, 1990. VEHBE ZUHAYLİ, et-Tefsirü’l-Münir, XXVIII. Beyrut, Dar’ul Fikril Muasır, 1998, I- WATT, William Montgomery, Günümüzde İslam ve Hıritiyanlık, terc. Turan Koç, İstanbul:1991. ______ Modern Dünyada İslam Vahyi, çev. Mehmet Said Aydın, Ankara: Hülbe yay. 1982. WENSİNCK, A.J, “Furkan” mad. İA. (MEB) İstanbul: 1993, I-XIII. 86 ______“Vahiy” mad. İA. (MEB), İstanbul: 1993, I-XIII. YAĞCI, Cengi, “Vahiy” mad. ŞİA, İstanbul: Şamil yay., 2000, I-VIII. YAVUZ, Y. Şevki, “Cebrail” mad. DİA, İst.1993. YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Azim Dağıtım 1992, I-X. YENİÇERİ, Celal, Uzay Ayetleri Tefsiri, İstanbul: Erkam yay. 1995. YILDIRIM, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, İzmir: Anadolu Yayınları, 1989, I-XIII. YILDIRIM, Suat, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, 3.bsk. İstanbul: Ensar Neşriyat, 1989. YURDAGÜR, Metin, “Fetret” mad. DİA. İstanbul: 1995. ZAVİ, Tahir Ahmet, Muhtarul Kamus, Libya-Tunus: Darul Arabiyyetü Lilkitab 1975. ZEBİDİ, Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdil –Latif, Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, trc: Ahmed Naim, İst. DİB Yay. 1991, I-XII. ZEMAHŞERİ, Ebu’l Kasım Carullah Mahmut b. Ömer b. Muhammed, Tefsiru’l Keşşaf, 3.bsk. Beyrut, Dar’ul Kutubil İlmiyye, 2003, I-IV. ZERKANİ, Muhammed Abdulazim, Menahillu’l-İrfan fi Ulumi’l Kur’an, 1.bsk. Beyrut: Dar’ul Kutubil İlmiyye, 1988, I-II. ZERKEŞİ, Bedruddin Muhammed b. Abdullah, El-Burhan fi Ulumil Kur’an, Beyrut, Dar’ul Fikr, 2001, I-IV. 87