15 Ekim 2017, Sayı 2 1 Editör Bezelye Dergi İnci KADRİBEGİÇ 15 Ekim 2017, Sayı 2 İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Erdoğan Oğuzhan AKYILDIZ Dergi Sekreteri Çisem ŞILAR Yazı ve Araştırma Sorumlusu İrfan Baki Kılıç Yazı ve Araştırma Alara ERENEL Ayşe Aydanur KULAÇ Berkin BİLGİN Büşra ERGÜN Canan AYVAT Ece TELATAR Ezine Hüsna LEVENT Gökcem ERDURUR İpek Duygu TÜRKDEMİR Melisa GÜLER Nazlı ATASAYAN Sabahattin ERİŞEN Tuba ABACIOĞLU Röportaj Gizem GENÇAY Kapak Hakkında T hücreleri bir diğer ismiyle T lenfositleri enfeksiyonları tarayan ve hücresel zamanla farklılaşıp iki gruba ayrılırlar: 1. Katil T hücreleri, vücudumuzun içindeki hücrelerin yüzeylerindeki MHC (te- mel doku uygunluk bileşeni) molekülleri üzerinde bulunan peptid antijenlerini tarayarak İnternet ve Sosyal Medya Aslıhan AKALINLI Aykut KABALAY Ekin KÖNİ Nil LEVENT rında önemli roller alırlar.Şunlara yardımcı olmaktadır: • Yabancı istilacılar için hücre içi ortamı hazırlama Görsel Deniz ALTINBAŞ Yasemin ALYANAK • Viral veya bakteriyel olarak enfekte olmuş hücreleri doğrudan öldürmek • Kanser hücrelerini ortadan kaldırmak Çeviri Aslı KAYKAYOĞLU Zeynep Naz OĞRAŞAN • Mikropları toplayan veya antikor adı verilen anti-enfeksiyon moleküllerini ya- Dergi Temsilcisi ve İletişim Berkin BİLGİN • ISSN: 2587-0173 2. Yardımcı T hücreleri, bağışıklık tepkilerini düzenler ve bağışıklığın tüm kolla- pan diğer bağışıklık moleküllerini etkinleştirmek Daha önce karşılaştıkları mikrobu hatırlamak Ayrıca T hücreleri şu bağışıklık tepkilerinden de sorumludur: • Transplante edilmiş organın reddedilmesi • Bazı otoimmün hastalıklar (diyabet, romatoid artrit vb.) • Bazı alerjik reaksiyonlar Değerli Okuyucularımız, Ulusal ve uluslararası pek çok üniversitenin farklı bölümlerinde okuyan öğrenciler ile profesyonellerinin genetik bilimi paydasında buluştuğu Bezelye dergisininekibi olarak gerçekleştirmek istediklerimiz; bilim dünyasının göz bebeği genetik hakkında en doğru ve güncel bilgileri sizlere aktarmak, içinizdekimerak ve heyecan kıvılcımlarını sorgulayan, eleştiren, yeni fikirler ortaya çıkaran alev topları haline dönüştürmek ile farkındalık yaratmaktır. Bu ortak hedefler doğrultusunda her yeni sayıda alanının en iyilerinden olan konuk yazarlarımız ile kemik yazar kadrosunun 7’den 70’e herkesin okuyabileceği bir dil ile kaleme aldıkları yazılarını sizlerle ulaştırmanın heyecanını ve hâkli gururunu yaşıyoruz. başlar ve ismini aldığıtimüste (bir iç salgı bezi) olgunlaşır. Timüste çoğalan T hücreleri mikrop bulaşmış veya kanserleşmiş hücrelerin yok edilmesinden sorumludur. Yayının Adı Bezelye Popüler Genetik Bilimi Dergisi anormallikleri tarayan bir lökosit(beyaz kan hücresi) türüdür. Kemik iliğinde oluşmaya Grafik Tasarım Berk GÜRDAMAR Berkay DİZMAN Bu Sayıya Katkı Sunanlar Prof. Dr. O. Uğur SEZERMAN Prof. Dr. Tayfun UZBAY Yrd. Doç. Dr. Deniz YÜCEL Dr. Nogayhan SEYMEN Dr. Osman KARAKUŞ Dr. Serdar SAVAŞ Ferudun SERT Halil AKSU Hilal KALKAN Türker TOKTAY Editörden... Her yılın 25 Nisan tarihinde kutlanan Dünya DNA Günü’ne ithafen ilk sayısı 25 Nisan 2017’de yayımlanan Bezelye’nin ikinci sayısının sayfalarını çevirdikçe bilimin büyülü dünyasına bir adım daha yaklaşacaksınız. Bu sayıyla birlikte dünyanın en prestijli bilim ödülü kabul edilen Nobel’e bir köşe ayırıyor, bilimin multidisipliner çalışmalar neticesi olduğu gerçeğiyle ses getirecek konuları sizlerle buluşturmaya devam ediyoruz. Çalışmalarına son sürat başladığımız üçüncü sayımızdan itibaren sizleri yepyeni bir Bezelye bekliyor olacak.. The Organisation for Economic Co-Operation and Development (OECD)’nin –Geleceğin Bilim İnsanları Hangi Ülkeden Çıkacak?- başlıklı raporundaki öğrencilerininüniversitelerde STEM (science, technology, engineering, maths) bölümlerini tercih ettiği ülkeler listesinde (*)Türkiye’nin son sıralarda yer alması hepimizi derinden sarsmış olsa da; akılcı, bilimsel veri gerçeklerine inanan ve alanında öncülük eden Bezelye dergi ekibi olarak bilimsel çalışmaların önemini vurgulamaya, bilimi sevdirme ve yayma meşalesini taşımaya devam edeceğiz. Yaptıklarımız kadar değil hayal ettiklerimiz kadar olduğumuza inanıyorum.. Hayallerimizin peşinden çok çalışarak koşarken aramıza katılanların artması ile büyüyen dergi ekibimizle yol aldığımız bilimsel dergi patikasında yeni sayılarımızda buluşmak dileğiyle. May the science be with you! İnci KADRİBEGİÇ [email protected] Yayına Başlama Tarihi 25 Nisan 2017 Iletisim www.bezelyedergi.com [email protected] [email protected] 2 1 Bezelye Dergi 2 18 3 20 Kök Hücrelere Genel Bakış Sağlık ve Biyolojideki Problemlere Hesapsal Cözümler: Biyoenformatik Biliyor Muydunuz? 22 5 24 Kişiye Özel Tıp: GENTEST 6 Röportaj: Kistik Fibrozis 7 Hastalığı Değil Hastayı Tedavi Edelim 8 21. Yüzyıl Genetik Çağı Olacak 11 Sinirbilim: Nörogenetik ve Amyotrofil Lateral Skeroz (ALS) 14 Spor ve Bağımlılık 2 Genetik Cerrahi (DNA Ameliyatı) CRISPR-Cas9 Sistemi 4 Neden İmmünoloji Çalışıyoruz? 15 Ekim 2017, Sayı 2 Sıradışı Bir Kariyer, Bilime Adanmış Bir Ömür: Jane Goodall Kitap Yorumu: Yaşamın Sırrı DNA 25 Film Yorumu: GATTACA 26 Nobel Ödülü Nedir? 28 Demek Mezun Oldunuz, ya Sonra? (Amerika) 29 Etkinlikler 30 Kaynakça 3 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Sağlık ve Biyolojideki Problemlere Hesapsal Çözümler: Biyoenformatik Prof. Dr. O. Uğur SEZERMAN - Acıbadem Üniversitesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Ana Bilim Dalı Başkanı Nogayhan SEYMEN, PhD - Acıbadem Üniversitesi Biyoenformatik, tıp ve biyoloji bilimi alanlarındaki problemlere hesapsal yöntemlerle çözüm bulma bilimidir. Uygulamaları yapı ve dizi olarak iki temel dala ayrılır. Bu iki dal da kendi içlerinde DNA, RNA ve protein uygulamaları olmak üzere üçe ayrılır. Kök Hücrelere Genel Bakış Yrd. Doç. Dr. Deniz YÜCEL - Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji ABD Kök hücrelerbölünme ile kendi yedeğini oluşturarak kök hücre havuzunu yenileyebilen ve farklılaşma yönünde ilerleyebilecek yetkinliği olan tedarikçi hücrelerdir. Bu hücreler embriyonik ve fetal gelişim döneminde doku ve organları oluştururken erişkinlik döneminde doku yenilenmesi için gereklidirler. Kök hücreler vücudumuzda bulunduğu yer,evreve farklılaşma potansiyellerine göresınıflandırılırlar. Canlılarda en yetkin farklılaşma kapasitesi olan (totipotent) zigot iki gamet hücresinin birleşmesiyle oluşur. Zigot, birbirini takip edenhücre bölünmeleri sonucunda blastokisti oluşturur. Blastokistin iç hücre kitlesinde embriyonik kök hücreler bulunmaktadır. Bu hücreler embriyodaki üç germ tabakasına (ektoderm, mezoderm, endoderm) ve onlardan köken alacak olan doku ve organları oluşturan pek çok farklı hücre tipinefarklılaşma yetkinliğine (pluripotent) sahiptir. Gelişmekte olan organizmada ve erişkinde çeşitli organ ve dokularda gerektiğinde kendini yenileyebilen ve daha sınırlı sayıda hücre tipine farklılaşabilen (multipotent) yetişkin kök hücreleri bulunmaktadır. Bunlar arasında bağırsak epitel hücrelerini yenileyen bağırsak kök 4 hücreleri, deri epidermisini yenileyen deri kök hücreleri, kan hücrelerini oluşturan hematopoetik kök hücreleri, sinir ve glial hücreleri oluşturan sinir kök hücreleribulunmaktadır. Bunların dışında kas, karaciğer, pankreas, göz, burun, kulak gibi pek çok farklı dokuda da kök hücreler bulunmaktadır. 1970’li yıllarda Friedenstein ve ark. kemik iliğinde hematopoetik kök hücrelerin dışında stroma bölgesinde özellikle kemik, kıkırdak ve yağ hücrelerine farklılaşma yatkınlıkları yüksek olan bir grup kök hücre bulunduğunu göstermişlerdir. 1990’lı yıllardan bu yana kendi kopyasını oluşturabilen ve birden fazla hücre tipine farklılaşabilen (multipotent) buhücreler mezenkimal kök hücre olarak adlandırılmaktadır. Daha sonraki çalışmalar mezenkimal kök hücre özelliği taşıyan hücrelerin kemik iliği dışında pek çok farklı dokudan elde edilebileceğini göstermiştir. Bunlar arasında liposuction yöntemi ile elde edilen yağ dokusu, diş pulpası, endometrium, periferik kan, menstrüal kan gibi dokular bulunmaktadır. Ayrıca göbek kordon dokusu ve kanı, amniyon zarı, plasenta gibi embriyo dışı dokularda da mezenkimal kök hücreler bulunmaktadır. Fetüs kök hücreleri olarak da adlandırılan bu hücreler fetüse ve anneye yani canlının herhangi bir dokusuna zarar vermeden doğum sonrası kullanılmayan do- kulardan elde edildiği için son yıllarda kök hücre çalışmalarında yoğun olarak kullanılmaktadır. Rejeneratif tıp alanında bazı hastalıkların tedavisi ya da konjenital anomaliler, hastalıklar ve travma sonucuhasarlı olan dokuların yenilenmesi çalışmalarında özellikle hastanın kendi dokularından elde edilen mezenkimal kök hücreler tercih edilmektedir. Kök hücrelerin kullanım alanları arasında: bu hücrelerden yola çıkarak belirli hastalık modelleri oluşturmak, ilaç üretim alanındain vivo hayvan çalışmaları öncesinde bu hücreleri istenen hücre tipine farklılaştırarak/özelleştirerek in vitrohücre kültürü ortamında ilaç tarama ve toksikoloji çalışmaları yapmak, kişinin kendi kök hücrelerini kullanarak kişiye özgü ilaç tarama testleri yapmak ya da hastalıkların tedavisi ve hasarlı dokuların yenilenmesini hedefleyen rejeneratif çalışmalardabu hücreleri kullanmak yer almaktadır.Yürütülen çalışmalar kök hücrelerin kardiyovasküler hastalıklar, nörodejeneratifhastalıklar, diyabet, kanser, otoimmün hastalıklargibi pek çok farklı hastalığı tedavi etme potansiyeli taşıdığınıgöstermektedir. Bu kapsamda kök hücre çalışmaları bilimsel araştırma ve sağlık alanında önemli gelişmeler sağlamakta ve umut vaat etmektedir. Dizi uygulamalarında DNA parçalarını bir araya getirerek tüm insan genomunu oluşturma algoritmaları, karşılaştırma yöntemleriyle insersiyon, delesyon ve mutasyon bulma algoritmaları ve çoklu DNA dizilerini karşılaştırarak DNA profili ve motif bulma algoritmaları başta gelmektedir. Örneğin TOMTOM, verilen bir DNA motifinin veritabanlarında karşılaştırıp, sıralayarak en uygun organizmanın seçilmesini sağlayan bir yazılımdır(1). RNA çalışmalarında ise miktar ölçme teknikleri kullanılaraktranskriptom oluşturma ve ekspresyon analizi örnek olarak verilebilir. Hasta ve sağlıklı insandaki genlerin ifade miktarları karşılaştırılarak istatistiksel önemde farklılık gösteren genler belirlenebilir. RNA analizinin bir başka kullanım alanı ise mikro RNA’ların (miRNA) bulunması-örneğin makine öğrenmede kullanan miRLocatorprogramı (2)- ve uzun kodlanmayan (longnon-coding) RNA parçalarınıtahmin ederek, bu RNA dizilerinin gen regülasyonundaki rolünün bulunması gösterilebilir. Protein uygulamaları ise temel olarak ikili ve çoklu protein dizi eşleştirmeleri yolu ile fonksiyonel motifler bulma, evrensel korunmaları belirleme ve profil elde edecek algoritmalar üretmekbiyoenformatiğinprotein araştırmalarındaki kullanım alanlarına örnek olarak gösterilebilir. Yapı uygulamalarında da DNA’ya yönelik üç boyutlu yapıları inceleyerek ve bu yapıların proteinlerle olan etkileşimlerini göz önünde bulundurularak, TALEN(3), CRISPR (bakterilerde bulunan, kısa palindromik DNA parçalarına bağlanıp kesme yoluyla çalışan bir savunma mekanizması)(4) gibi DNA’yı düzenleme yöntemleri sayılabilir. Bu yöntemler, DNA’nın seçilen bölgelerine bağlanıp kes en bir enzim sayesinde gen düzenlemekte kullanılır. CRISPR çalışmalarına çok sayıda örnek verilebilecek olsa da yakın zamanda bitki genetiğinde bir örnek olarak domatesler ile yapılan çalışmada (5) daha verimli ve faydalı besinler için önemli bir adım atılmış oldu. RNA’larda da üç boyutlu yapı bulunarak, çeşitli fonksiyonlara olan etkisi araştırılabilir. RNA’ların 3 boyutlu yapısınıbilmek onların gen ifade miktarlarınıve regülasyonda oynadıkları rolü açıklamak için çok önemlidir. Özellikle firkete şeklinde kıvrım yapan RNA’la- rın firkete öncesi yer alan 21-23nükleotidlik dizileri bulunarak, gen ifadesini düzenlemede rol oynayan miRNA’lar (mikro RNA) keşfedilebilir. Protein yapısını elde etmek için X-raykristalografisi, nükleer manyetik rezonans (NMR) ve dairesel kroizm spektroskopisi (CD) gibi yöntemlerinin zor,yoğun, zaman alıcı ve çok masraflı olması nedeniyle iplikleme (threading) ve benzeterek (homology) modellemelerigibi hesapsal yöntemlerle elde edilmesi yapısal biyoenformatiğin en önemli uygulama alanlarından biridir. eFindSite(PPI) protein yapılarını kullanarak makine öğrenme ve evrimsel olarak belirli bir mesafede bulunan diğer proteinler aracılığıyla proteinlere bağlanabilecek muhtemel molekülleri bulan bir ipliklemeuygulamasıdır(6). Benzeterek modelleme yöntemleri artık o kadar ilerledi ki bu modeller(7)gibi yazılımlar da artık istatistiksel yöntemlerle otomatik olarak üç boyutlu protein yapılarını tahmin etmeye başladı. Bunun yanında, yerleştirme (docking) ve skorlama algoritmaları kullanılarak protein-protein veya protein-ligand etkileşimleri ortaya çıkarılabilir. Bu yöntemler ilaç ve aşı tasarımında sıklıkla kullanılmaktadır. Yukarıda belirtilen algoritmalar ilaç geliştirmeden, hastalığa sebep olan mutasyonların keşfine, miRNA bulmadan antikor tasarımına, hastalıklarla ilişkilendirilebilecek birçok sağlık uygulamasında kullanılan biyoenformatik yöntemlerine örnektir. Biyoenformatik, sağlık uygulamalarının yanı sıra bitki, hayvan ve çevre biyoteknolojisiningelişmesinde de pek çok problem için çözüm üretilmesine yardımcı olmuştur. 5 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Kişiye Özel Tıp: GENTEST Dr. Serdar SAVAŞ - Gentest Neden İmmünoloji Çalışıyoruz? Türker TOKTAY (MSc.) - Medsantek İmmünoloji ve Hücre Biyolojisi Ürün Sorumlusu Bu soruyu sorma nedenim akademik ya da akademik olmayan alanlarda bir biyolojik bilim olan immünolojinin (bağışıklık bilimi) ne kadar da çok alana yansıdığını ve başlığı İmmünoloji olsun ya da olmasın uluslararası araştırma camiasında neden bu kadar çok popüler bir çalışma alanı olduğunu ve hangi diğer araştırma alanları ile ilişkiiçerisinde olduğunu göstermektir.Bu multidisipliner ilişkiye çeşitli örnekler vermek mümkündür. Örneğin; bir viroloji araştımacısı HIV alanında çalışıyorsa aynı zamanda yardımcı T hücreleri (CD4+ T hücreleri) ve bu hücrelerin taşıdığı reseptörler konusunda da bilgisi olmalıdır (1). Bir başka yakın araştırma alanı hematolojidir, hematoloji uzmanı lösemi, lenfoma, myeloma gibi kan hastalıkları ile ilgili çalışırken aynı zamanda bu hastalıklardan etkilenerek nicel ve nitel olarak bozulan lökositlerin genel bağışıklık üzerine meydana getirdiği hasarı da inceler (2). Yine pek çok proteinin ya da özgün hücrenin tanımlanması, izole edilmesi tamamı immünolojinin ana prensiplerinden biri olan antijen-antikor birleşmesine dayalı olan immünoloji laboratuvar yöntemlerinin kullanılması gerekmektedir (3). Başta kanser olmak üzer pek çok hastalıkta immün sistem hücre ya da komponenentlerinin hedeflenmiş olarak tedavi amaçlı olarak kullanımı ;immünoterapi (bağışık sağaltım ) ile tedaviye yanıtta başarı sağlanabilmektedir. (4) İmmün sistem hücreleri kişiyi çeşitli hastalıklardan korurken aynı zamanda birçok hastalığınpatogeneziyle doğrudan ilişkilidir. Şimdi bunlara örnekler verelim. 6 Tip 1 Diyabet, insülin salgılayan Beta hücrelerinin, oto antikorlar yardımıyla uyarılan hücreler tarafından oto-immün olarak yıkılması ile meydana gelen bir hastalıktır(5). Allerjik hastalıklar ise genellikle genetik açıdan duyarlı bireylerde normalde zararlı olmayan ya da az zararlı maddelere karşı toleransın kırılması sonucu bu maddelere (allerjen) karşı oluşan ve T hücrelerinin Th2 (Yardımcı T hücre 2) profilinde salgıladıkları IL-4 , IL5, IL-13 gibi sitokinlerin indüklemesiyle salgılanan IgEantikorlarınınımast hücreleri ile birleşmesi ve buna bağlı olarak vücutta yoğun enflamasyon, artan sekresyon ve bunları izleyen doku hasarından oluşur (6). Bir diğer örnek olarak Graftversushost hastalığında ise hücre, doku, organ naklinde, donörün lökositlerinin hastanın hücreleri ile reaksiyona girerek bu hücrelerin zarar görmesine neden olmasıdır(7). İmmünoloji özgün alt çalışma alanları ile göze çarpmaktadır. Kanser immünolojisi ya da tümör immünolojisi ise kansere karşı immün sistem hücrelerinin nasıl savaştığı ya da kanserli hücrelerin kendilerini immün sistemden nasıl gizlediğini inceler (8). Transplantasyon immünolojisi hücre, doku ve organlarının bir kişiden diğer kişiye ya da bir organizmadan diğer organizmaya nakli öncesi HLA (insan lökosit antijenleri) uyumuna bağlı olarak uygun donörün bulunması, sonrasında oluşan kabul ve red durumunu ve gerekli görüldüğü durumlarda bu dokuların immün yanıttan korunmaları için uygulanacak immünsüpresyon (bağışık baskılama) metodlarını inceler. İmmünogenetik ya da moleküler immünoloji HLA antijenlerini kodlayan genleri, immün yanıtı düzenleyen genleri, im- mün toleransı düzenleyen genleri ve immünyetmezliklere neden olan genetik mutasyonları inceler (10). Nöroimmunoloji ise Alzeihmer, Parkinson, Multiple skleroz gibi nörodejeneratif hastalıklarda immün sistemin verdiği yanıtları inceler (11). İmmünofarmakolojiimmün sistem ile ilişkili hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların etki mekanizmalarını ve immün sistem hücreleri üzerindeki etkilerini inceler (12). Gelişimsel İmmünoloji immün sistem hücrelerinin embriyolojik gelişim aşamalarından itibaren nasıl geliştiğini, kemik iliği ve timusta nasıl üretildiklerini hangi gelişim aşamalarını takip ettiklerini inceler (13). In-siliko immünoloji immün sistem hücrelerinin işlevini sağlayan reseptör molekül birleşimlerini, antijen antikor birleşimlerini bilgisayarlı modelleme ile taklit ederek potensiyel birleşmeleri çözmeye çalışır. (14).İmmünopatolojiimmün sistem kaynaklı hastalıkların oluşum nedenlerini araştırırır (15). Ekzersiz immünolojisi ise düzenli ekzersiz durumunda immün sistemin nasıl etkilendiğini inceleyen bir araştırma alanıdır. İmmünoloji birmultidisipliner bilim dalı olarak pek çok alanda araştırma ve uygulama olanağı sağlamaktadır. Bununla beraber hücresel, moleküler ya da matematiksel yöntemler kullanılarak daha pek çok araştırmanın konusu olmaya devam edecektir. Genetik özellikler ve yaşam tarzı değişiklikleri bireyleri birbirinden farklılaştırıyor. Tıpkı parmak izi gibi sadece kişiye özgü olan gen dizilimi sayesinde, bireylerin genetik özellikleri, hastalıklara yatkınlıkları ve besinlere verdiği cevaplar değişken olurken, bu bireylerin hastalıklardan korunmak için izlemesi gereken beslenme ve yaşam tarzının da farklı olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bilimdeki ilerleme ve insan genomu üzerine yapılan araştırmalar sonrası, bugün artık genellenmiş tıp ve besin önerileri geçerliliğini yitirdi. Artık genetik şifreleri çözümleyerek hastalık yatkınlıklarına henüz hiçbir bulgu olmadan tedbir almayı sağlayacak ve kişiselleştirilmiş tıp ve beslenme tavsiyelerini içeren bir model karşımızda duruyor. nem yaygın hastalıklar veya kompleks ve kronik hastalıklar olarak da nitelendirilir. Genlerimiz Hayatımızı Şekillendirir Genetik yatkınlıkların üzerine eklenen olumsuz yaşam tarzı faktörleri, hastalık eşiğine varmadan önce farklı bir eşiğe ulaşır. Bu eşiğe “ilk bulgu eşiği”denir. Klasik tıp anlayışı check-up sonuçlarına bakılarak bulgu eşiğini geçen bir durum var mı kontrol etmek, eğer varsa tanı koymak ve tedavi etmek üzerine kuruludur. Örneğin; Ahmet Bey check-up yaptırdığında doktoru bulgu eşiğini geçen bir durumla karşılaşırsa onu tedavi etmek için önlemler alır, bulgu eşiğini geçen bir durum yoksa hiçbir şeyiniz yok diyerek bireyi uğurlar. Fakat toplumumuzda şu senaryo da sıklıkla duyulur. Birçok hastalık için, genlerin hastalığa yakalanma riskini, artırdığı unutulmamalı. Bireylerin tıbbi öyküsü, yaşam tarzı ve yaşadığı çevre de hastalık riskinde önemli rol oynar. İnsanlar ancak belirli bir eşiği geçerse hasta olur. Bu eşiği üç farklı nedenle geçebiliriz: Bunlardan ilki genetik hastalıklardır. Bu hastalıklar genlerden gelir ve doğumdan itibaren bireyle birliktedir. Bunlar, Down Sendromu, Akdeniz Anemisi, Fenilketonüri, Kistik Fibroz ve benzeri hastalıklardır. Yani bozuk gen eşittir hastalık. Bunların ortaya çıkmasını engellemek için birey olarak yapabileceğimiz bir şey yoktur. Hastalıkların bir kısmı ise doğrudan çevresel etkenlerle ortaya çıkar. Buna en iyi örnek bulaşıcı hastalıklardır. Bu hastalıkları geçirmemizde genetik yapımızın rolü son derece kısıtlıdır/yoktur. Suçiçeği veya verem gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanmak bütünüyle çevre koşulları ve mikroorganizmalarla ilişkilidir. Bir de genetik yapımızda yatkınlıklarını taşıdığımız ama hastalığın ortaya çıkması için yaşam tarzı ve dış çevre ile ilgili faktörlerden olumsuz bir etkilenmenin de şart olduğu hastalıklar vardır. Günümüzde hastalık ve ölümlerin önemli bir kısmını oluşturan bu hastalıklar, ileri dö- 21. yüzyılda ölümlerin başlıca sebebi olan kompleks ve kronik hastalıkların başında kalp hastalıkları, kanserler, diyabet, osteoporoz, beyin-damar hastalıkları gelir. Bu hastalıklar hem genetik, hem yaşam tarzı, hem de yaşadığımız çevre ile ilgili faktörlerin bir araya gelmesiyle oluşur. İşte bu grupta eğer genetik yatkınlık bilinirse başta beslenme olmak üzere yaşam tarzı düzenlemeleri ile hastalıkların ortaya çıkması engellenebilir veya geciktirilebilir. Bunun için ileri teknolojik analizlerle basit ve anlaşılır bir şekilde hastalıklardan korunmak ve yaşam kalitesini yükseltmek mümkün. Erken Tanıdan da Erkeni: GENTEST —Duydun mu? Ahmet Bey kalp krizi geçirmiş. —Aaa! Sapasağlam adamdı. Daha yeni check-up yaptırmıştı. Hiçbir şeyi çıkmamıştı. Bu durumun nedeni kişinin “Benim nasılsa hiçbir şeyim yok.” diyerek hastalık yatkınlığı ile uyumsuz bir yaşama devam etmesi ve hastalık eşiğini geçmesidir. İşte bu noktada Gentest’in önemi ortaya çıkar. Ahmet Bey, hayatının erken aşamalarında Gentest yaptırmış olsaydı kalp krizi açısından yatkınlık oluşturan genetik özellikleri tespit edilecek ve önlem alınmış olacaktı. Gentest, kişilerin genlerini ve yaşam tarzlarını irdeleyerek onların ileride yakalanabileceği hastalıkları ortaya koyar ve önerdiği yaşam planıyla bu hastalıklara hiç yakalanmadan bir ömür geçirmeye olanak sağlar. Ahmet Bey özelinde gidersek; kendisine yapılacak analizde, sahip olduğu genetik yatkınlıklar tespit edilerek beslenme alışkanlıkları, tüketilen enerji, karbonhidrat (basit ve kompleks karbonhidratlar), protein, yağlar (doymuş, tekli doymamış, çoklu doymamış, trans yağlar), vitaminler, mineraller hesaplanır. Ayrıca yaşadığı ve çalıştığı ortamın genetik yatkınlıkları üzerinde olası etkilerine yönelik bilgiler ve fiziksel aktivite açısından nasıl bir yaşam sürdüğü, hastalık riskleri açısından önem taşıyan egzersiz türlerini ne düzeyde, ne yoğunlukta, ne sıklıkta yaptığı da bu analizlere eklenir. Ahmet Bey sigara kullanıyor ise sigara kullanma süresi, miktarı, kullandığı vitamin, mineral, diğer besin destekleri ve ilaçlar; geçirdiği hastalıklar ve aile öyküsü gibi bilgiler de tamamlandıktan sonra, kapsamlı biyoenformatik değerlendirmeler yapılır ve tamamen kendi genetik yapısına uygun bir diyet, egzersiz planı ve sigara kullanıyor ise sigarayı bırakma önerileri kendisine sunulur. Ahmet Bey’e önerilen günlük beslenmesi ile alamayacağı fakat bazı genetik yatkınlıklarından ötürü mutlaka kullanması gereken vitamin ve mineraller gereken dozlarda önerilir. Ayrıca bu yatkınlıkların yaşam tarzı ile birlikte ilk bulgu eşiğini aşma ihtimaline karşı hangi açılardan kontrol altında olması gerektiğine yönelik bir tıbbi takip program da sunulur. Çiçek türleri farklı miktarda suya ve ışığa ihtiyaç duyar. Çiçekler dahi böyle farklı iken tüm insanları “aynı” kabul etmek doğru bir yaklaşım değildir. Unutulmamalıdır ki her birey birbirinden farklıdır. Bu farkın temelinde de genetik yapı yatar. Dolayısıyla beslenme ve yaşam biçimi de bireye özel olmalıdır. GENTEST kişiye özel, kestirimci, koruyucu, kapsamlı, kanıta dayalı ve katılımcı olmasıyla koruyucu tıpta yeni bir çağ başlatmıştır. 7 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Hastalığı Değil Hastayı Tedavi Edelim Röportaj: Kistik Fibrozis Dr. Osman KARAKUŞ - Gazi Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji Ana Bilimdalı “İyi hekim hastalığı, daha iyi hekim hastayı tedavi eder.” Gizem GENÇAY - Acıbadem Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Kistikfibrozis beyaz ırkta en sık rastlanan genetik rahatsızlıktır ve otozomal çekinik olarak kalıtılır. Yaklaşık 2500-3000 yeni doğanda 1 sıkılıkla görülür. Kistikfibrozis 7. kromozomda 1480 aminoasit kodlayan 230 kb uzunluğunda 27 ekzon bulunduran bir gendir. Bu genin ürünü olan kistikfibrozistransmembran regülatör proteini (CFTR), temelde hücre membranında bulunan bir çeşit klor kanalını oluşturur. KF geninde oluşan mutasyonlar sonucunda hücre membranındaki su ve klor transportu etkilenir. Şu ana kadar yaklaşık 1000 farklı mutasyonu tespit edilen bu genetik rahatsızlıkta su ve klor transportunun etkilenmesiyle gastrointestinal sistemde, pankreasta, ter bezlerinde, akciğerlerde ve birçok ekzokrin dokuda salgı düzeni bozulur. Bunun sonucunda akciğerlerdekiviskoelastisite bozulur ve epitel örtünün fazla tuzlu olması nedeni ile bireyler enfeksiyonlara açık hale gelirler. Ayrıca su transportunda ki etkilenmeler solunum sisteminde mukus salgısının artmasına ve bronş obstrüksiyonuna bağlı solunum sistemi hastalıklarına yol açar. Hastalığın ilerleyen aşamalarında solunum yetmezliği, hipertansiyon ve sağ ventrikül yetmezliği gelişebilir. Kistikfibrozis birçok sistemi etkilediğinden değişik belirtileri olabilir. En önemli belirtileri yeni doğan döneminde öpülünce tuzlu tat alınması, sarılık, bol miktarda yağlı pis kokulu gaita, tekrarlayan solunum yolu rahatsızlıkları, balgam çıkartmadır. Bunlarla birlikte kesin tanı, klinik bulgularla 3 ayrı döneme ait terdeki klor konsantrasyonun ölçülmesi ile koyulur. Kistikfibrozis genetik bozukluğuna sahip bireylerde ter klor konsantrasyonu 100mg terde 60mEq/lt üzerindedir. Bazı hafif seyirli KF bireylerde bu değerler normal çıkabilir. Bu durumlarda teşhis için genetik testler ve analizler yapılmalıdır. Kistikfibrozisli bireylerin tedavisi farklı disiplinlerin işbirliğiyle çalışması ile mümkün olmaktadır. Göğüs hastalıkları, gastroenteroloji, beslenme, diyetisyen fizyoterapi ve mikrobiyoloji uzmanlarının bireyleri yakın bir şekilde incelemesi ve ortak çalışması vardır. Bu rahatsızlık 2000’li yılların başına kadar ölümcül bir çocuk hastalığı olarak bilinirken, sağlık, tıp ve genetik bilimlerinin gelişmesiyle artık yetişkinleri de kapsayan bir hastalık olarak tanınmaktadır. Hasta hakkında kısa bir bilgilendirme yapar mısınız ? Siz hastalığı nasıl fark ettiniz ? Ve tanısı nasıl kondu ? Kızım H.K. 14 Haziran 2015 tarihinde doğdu. Hastalık 45 günlük iken topuk kanından yapılan bir testle anlaşıldı. Şu an kistikfibrozis hastalığıyla birlikte yaşamını devam ettirmektedir.. En büyük sıkıntısı beslenme sorunlarından kaynaklı kilo kaybı ve zayıflığıdır. Kilo eksikliği olduğunun zaten farkındaydık. Hastanede yapılan bilirübin kontrolünden sonra sarılık teşhisi koyuldu ve çok zayıf olması nedeniyle 5 gün hastanede yatırıldı. Hastanede kaldığı süre boyunca birçok tahlil yapıldı. Topuk kanından yapılan bir testte bu hastalığın teşhisi koyuldu. Daha sonra Kocaeli Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildi. Burada gastroenteroloji ve göğüs hastalıkları kliniğinde kontrolleri yapıldı. İki gün içinde de tedavisine başlandı. Göğüs hastalıkları kliniğinde solunum ve tuz oranı testleri yapıldı, gastroenteroloji kliniğinde ise vitamin ve mineral testleri yapıldıktan sonra kızıma özel mamalar hazırlandı. Genelde aileler tuzlu ter ve pis kokulu,yağlı dışkı şikayetiyle doktora başvuruyorlar. Çocuğunuzda böyle şikayetler oldu mu ? Kızımı öptüğümüz zaman teninin tuzlu olduğunun ve idrarının normalin dışında kötü koktuğunun farkına varmıştık. Hatta yakın akrabalarımıza da bu konuyu söyledik ama hastalık hakkında bilgi sahibi biri olmadığından çok önemsemedik ve farkına varamadık. Beslenme konusunda herhangi bir sıkıntı yaşıyor musunuz ? Yaşadığı beslenme sorunu en büyük sıkıntısı, yaşıtları gibi yemek yiyemiyor. Küçük bir dilim muz yemesi bile kızım için çok iyi.Hatta bizi oldukça sevindiriyor. Her gün düzenli olarak vitamin ve mineral desteği alıyor. Ayrıca pankreas enzim replasman tedavisi için belirli miktarlarda kullandığı ilaçları var. Anne ve baba arasında akraba evliliği yada kardeş ölümü var mı ? Hayır. Eşimle aramızda herhangi bir akrabalık bağımız bulunmamaktadır. Hatta evlenmeden önce birbirimizi tanımıyorduk. Kızım daha önce bir kardeş ölümü yaşamadı. Solunum sıkıntısı yaşıyor mu ? Bugüne kadar hiçbir solunum rahatsızlığı yaşamadı. Buna rağmen günde 3 defa düzenli olarak solunum cihazına bağlanıyor ve yine düzenli olarak 4 adet solunum düzenleyici ilaç kullanıyor. Bu hastalığı daha önce duydunuz mu ? Bu hastalık hakkında ne benim ne eşimin ne de çevremde ki kişilerin herhangi bir bilgisi yoktu. Ancak kızımızda olduğunu öğrendikten sonra bilgilendik. Çevrenizde bu hastalığa sahip kişiler varmıydı ? Bu hastalığa sahip tanıdığım kimse yoktu. Hastane yapılan bir test sırasında bu hastalığa sahip birinin annesiyle tanıştım. Hastalığın seyrini, nasıl ilerlediğini, neler yaşadıklarını ve hastalık hakkında ki ilk bilgilerimi tanıştığım o kişiden öğrendim. Şuan çocuğunuza nasıl bir tedavi uygulanıyor ? Şu an uygulanan tedavisi düzenli olarak kullandığı vitamin, mineral, pankreas enzim replasman tedavisi ve solunum düzenleyici ilaçlar kullanması ve günde 3 kez solunum cihazına bağlanması şeklinde ilerliyor. Daha önce yurtdışından gelen bir ilaç kullanıyordu fakat bu ilacı maddi sıkıntılardan dolayı alamıyoruz. Bu ilacın yerine daha az etkili olsalar da bu ilaca denk ilaçlar kullanıyor. Günümüzde hastalıkların tedavi düzeyi ve iyileşme oranları beklenen seviyenin altındadır. Aynı hastalığa sahip bir grup insan belli ilaçlarla yeterli tedavi oranına ulaşabilirken, diğer bir grup yeterli düzeyde tedavi olamamakta ve hatta bazıları da tedaviye direnç gösterebilmektedir. Bu farklılığın en önemli sebeplerinden biri, bireylerin genetik açıdan birbirlerinden farklı olmasıdır. İnsan vücudu, aldığı yabancı maddeleri kendinden uzaklaştırmak için bir çok metabolizma mekanizmasına sahiptir. Bu, vücudun kendini koruması için geliştirdiği bir detoksifikasyon mekanizmasıdır. Çoğunluğunu sitokron P450 (CYP) enzimlerinin olduşturduğu bu mekanizmalar yabancı maddeleri suda çözünür hale getirmek suretiyle onları vücuttan idrar, ter, safra ile atılmasını sağlar. Aynı durum ilaçların vücuttan uzaklaştırılmasında da geçerlidir. Ancak genetik farklılıklardan dolayı bu mekanizmalar bazı insanlarda çok hızlı çalışırken (Ultrarapid metabolizers), bazı insanlarda da yavaş çalışır (Poor metabolizers). Bu da insanlar arasında ilaçlara verilen cevabın değişmesi anlamına gelmektedir. Bazı insanlarda bu enzimler çok hızlı çalıştığı için ilaçlar hızla uzaklaştırılır ve ilacın etkisi azalırken, bazı insanlarda da ilaç vücutta daha uzun süre ve yüksek dozlarda kalabilir ve toksik etkilere neden olabilir. Aynı zamanda bir takım ilaçlar aktif metabolizma ürünlerine sahip olduğu, yani ilacın metabolizma ürünleri asıl etkisi yapacak maddeler olduğu için, ilaçların hızla metabolize edildiği insanlarda bu ilaçların etkisi artmaktadır. Bu tedavi farklılıklarından dolayı tedavi yöntemleri oluşturulurken artık bireye özgü tedavi yöntemleri daha çok dikkate alınmakta ve farmakogenetiğin rolü git gide artmaktadır. Farmakogenetik Farmakogenetik terim olarak ilk 1950 yıllarında konuşulmaya başlanmıştır. 1960 yıllarında ise ilaç tedavisinin yanıtında ve yan etkilerin gözlemlenmesinde genetik farklılıkların etkisinin olabileceğinden bahsedilmeye başlanmıştır. CYP ilaç metabozile eden enzimlerini kodlayan genler üzerinde gösterilen mutasyonlar farmakokinetik ve farmakodinamik bir çok parametre ile ilişkileri gösterilmeye başlandı. Özellikle 1990’dan sonraki yıllarda çok sayıda genetik mutasyonları bulunması bu konuda sınıflandırma zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Bir komsiyon kurularak bunların sınıflandırılması bir standart haline getirilmiştir. (www.cypalleles.ki.se) Bunların yanında aynı zamanda faz 1 ve faz 2 ilaç reaksiyonlarından sorumlu enzimlerin mutasyonları da benzer etkilere neden olabilmektedir. Ama bunlar CYP enzimleri kadar sistematize edilememiştir. 2000’li yıllarda özellikle “İnsan genom projesi”nin devam etmesi farmakogenetiğe yeni bir bakış açısı kazandırmaya başladı ve farmakogenomi teriminin literatürdü yerini almasına yardımcı olmuştur. Şekil 1’de farmakogenetiğn tarihsel gelişimi yüzeysel olarak sunulmaktadır. Farmakogenetik çalışmalar 2000’li yıllara kadar çoğunlukla ilaçları metabolize eden enzimleri kodlayan genlerin mutasyonları ile sınırlı kaldı. Son 15-20 yılda ise ilaç yanıtında metabozilmanın yanında ilaçların dağılımından sorumlu olan taşıyıcı proteinlerin ve ilaç yanıtında önemli rolü olan reseptörlerin de polimorfizmlerinin gösterilmsi bu konunun bir kaç gen polimorfizmi ile açıklanamayacağı fikrini oluşturmaya başladı ve bu dönemden sonraki çalışamar birden fazla gen üzerine yoğunlaşmaya başladı. İnsan genom projesi ile milyondan fazla tek nükleotid polimorfizmi (SNP) gösterilmiş oldu. Bu polimorfizmlerin yaklaşık 10000 tanesinin de farmakogenomi ile ilişkili olabileceği tahmin edilmektedir. Son 10-15 yılda özellikle moleküler biyoloji metodlarının ve cihazlarının gelişmesi de farmakogenomik çalışmaların ve genom düzeyinde ilişkilendirme çalışmalarının (genome wide association studies - GWAS) yapılmasına olanak sağladı. Bu şekilde birkaç yüz bin polimorfizm çok hızlı bir şekilde birkaç günlük çalışma ile tespit edilebilir hale geldi. Yüksek verimli genotipleme yaklaşımları oluşturulan farklı panellerde çok sayıda mutasyon analizi mümkün olabildi. Kişiye Özgü Tedavi Son yıllarda farmakogenetik ve moleküler biyoloji yöntemlerinin gelişmesi ile birlikte kişiye özgü tedaviler üzerinde yapılan çalışmalar da artmıştır. Kişiye özgü tedavinin amacı, bireyler arasındaki genetik farklılıkların değerlendirilmesi ve belirli hasta gruplarının ihtiyaçlarına uygun tedavi yöntemlerinin geliştirilmesidir. Böylelikle özellikle kanser gibi tedavisi uzun ve zor olan hastalıklarda her hasta için ayrı bir tedavi protokolü oluşturulması ve bunun sonucunda gereksiz veya eksik tedaviden kaçınılması hedeflenmektedir. Kişiye özgü tedavi yöntemlerinin başarılı olması ve bunun sağlık sistemine adapte edilebilmesi çok faydalı olacaktır. Belli bireylerde etkili olmayan ilaçların kullanılmaması ve yan etkilerinin en az seviyede olacak şekilde tedavinin seçimi tedavi sürecinin kısalmasına, hastanın daha kaliteli yaşam standartlarına sahip olmasına, kişinin ve devletin ilaca harcadığı maliyetin azalmasını sağlayacaktır. Genetik testlerin maliyetinin azalması ile kişiye uygun ilaç tedavisinin uygulanabilmesi artacaktır. Gelecekte birçok genin aynı anda ve kısa sürede tarandığı sistemlere daha kolay ulaşılabilmesi ile kişiye özgü tedavi yöntemleri artacak ve sağlık alanında istenilen en az maliyet, en fazla hasta memnuniyeti, minimum yan etki ve maksimum fayda sağlanmış olacaktır. Hasta hakkında son gelişmeler neler ? Solunum ya da kas sıkıntısı yok. Tek sıkıntısı yaşıtlarına göre normalden daha az kiloya sahip olması. Bunun sebebi de beslenme sorunlarından kaynaklı. 8 Şekil 1: Farmakogenetiğin Tarihsel Gelişimi. (PCR: Polimeraz Zincir Reaksiyonu, TCA: Trisiklik Antidepresan İlaçlar, CYP: Sitokrom P450, GWAS: Genom Düzeyinde İlişkilendirme Çalışmaları) 9 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 21. Yüzyıl Genetik Çağı Olacak Halil AKSU - GelecekHane A.Ş. Kurucu, Baş Döndüren 20. yüzyılın ikinci yarısı bilişim ve iletişim çağı olarak yaşandı. 2. Dünya Savaşı’nda Almanların meşhur Enigma bilgisayarının şifresini çözerek, İngilizlerin savaşı kazanmasına önemli katkıda bulunan Alan Turing bir bilişim kahramanı oldu. Bilgisayarların gücü ve önemi anlaşılmıştı. Ondan sonra arkası çok hızlı gelişti. Yarı iletkenin icadı, mikroçipin icadı, Mainframe bilgisayarların yayılışı, Mikro Computer ve nitekim PersonalComputer, yani bilişimin kişiselleşmesi ile kitleselleşti ve tüketici pazarına açılmış oldu. Evlere önce oyun konsolları girdi, Atari başta olmak üzere. Sonra Commodore’nin C64 modeli dönemin en çok satılan bilgisayarı oldu. Diğer yandan IBM PC ve sonra da MS-DOS programlarının gelişmesi ile bilgisayar kullanımı biraz daha kolaylaştı. Hele Windows programı ile “her masa üstüne bir bilgisayar” vizyonu ile Bill Gates bilişim sektörüne damgasını vurdu. Kurumsal dünyada şirket içi ağlar kurulmaya başlandı, kurumsal programlar ve Lotus gibi efsaneler yaygınlaşmaya başladı. Bilişim uzmanları star haline gelmeye başladı. Programcılık sihirbazlığa yakın görülmekteydi (Bugün çocuklar bile program yazıyor, yazılacak programların çoğu açık kaynak olarak hazırda bekliyor.). 10 Diğer yandan mobil iletişimin önü açıldı, cep telefonları yaygınlaştı. DARPA’daki ve sonra da CERN’deki çalışmalar sayesinde küçük bir akademik ağ olarak düşünülen internet dünyanın her yerini sardı, sarmaya da devam etmektedir. İnternet ile her şey değişti. Bankalar e-şube açmaya başladılar. Mağazalar e-ticaret yapmaya başladılar. Webde aradığını bulmak için arama motorları türedi. Arkadaş bulmak için çöp çatan siteleri türedi. Sonra sosyal medya, video, oyun, mesajlaşma derken bugünlere geldik. Sanal gerçeklik, sanal dünyalar, sanal deneyimler, akıllı mobil cihazlar, navigasyon, ses tanıma, görüntü işleme, arttırılmış gerçeklik, 3 boyutlu yazıcılar ve tarayıcılar, nesnelerin interneti ve akıllı herhangi bir şey, büyük veri ve yapay zeka, derken akla gelebilecek her şeyin dijitali var, dijital olan her şeyin bir gerçeği var. Dünya dijitalleşti, dijital dünyalaştı. Alttaki grafikte sanayi devriminden bu yana 5 teknoloji ve ekonomik gelişim dalgasının nasıl cereyan ettiğini görmektesiniz. Buhar makinası, sonra tren yolları, sonra elektrik ve kimya devrimi, otomobil, seri üretim ve petrokimya sanayi derken bilişim ve iletişim çağına geldik. Bu dalgalara “Kondratiev Dalgaları” denilmektedir. 1920’li yıllarda önemli çalışmalar yapmış bir Rus matematikçiye ithafen adlandırılmıştır. Sonrasında Joseph Schumpeter çok kullanmıştır. Güncel zamanlarda CarlotaPerez isimli araştırmacı yeniden yorumlamıştır. Bu dalgaların süresi yaklaşık 60 – 70 yıl gibi. İlk yarısı “Kurulum Periyodu” olarak tanımlanır, ikinci yarısı ile kurulmuş olan temel teknolojiler üzerine “Yaygınlaştırma Periyodu” olarak adlandırılır. Genelde böyle bir dalganın ortasında vahim bazı olaylar olur, bu tür olaylar teknolojinin daha hızlı gelişmesini sağladığı, vahamet / savaş sonrası çok fazla yatırım yapıldığı ve yaygınlaştığı görülmektedir. Bilişim çağı için “Yaygınlaşma Periyoduna” 2000 yılı ile girilmiştir. İnsanlığın yarısı internete bağlı. Çoğu insanın cebinde cep telefonu var, büyük bir kısmında akıllı telefonlar var. Bundan sonra da gündemde daha şunlar var: akıllı şehirler, akıllı araçlar, akıllı evler, akıllı mağazalar, akıllı fabrikalar, akıllı yollar, akıllı her şey. Bilişim ve iletişim çağı bize daha 20 – 30 yıl boyunca farklı nimetler sunacak, ilginç olaylar yaşatacak, daha nice yeni alışkanlıklar kazandıracaktır. Bu kadar uzun bir girişten sonra, gelelim asıl konumuza: Genetik Çağı. problemleri siyaset ve hukuk düzeltmeye ve düzenlemeye çalışıyor. 6. Kondratiev Dalgası şüphesiz ki genetik ve biyoteknoloji, kısmen de nanoteknoloji alanındaki bilimsel patlamalar tarafından tetiklenecektir. Acaba annekarnındaki bebeklere müdahale edilecek mi? Kalıtsal hastalıklar tespit edilebilirse ve yeni gelişen CRISPR / Cas9 gibi yöntemlerle ayıklanabilirse buna müsaade edecek miyiz? Devlet mi karşılayacak, özel sektör mü üstlenecek? İzin veren veya vermeyen ülkeler olursa yasaklı ülkelerdeki vatandaşlar hamile anneleri ve çocuklarını diğer ülkelere mi götürecek, müdahale orada mı gerçekleşecek? 2003 yılında insanın gen şifresi çözüldü. 21. yüzyılın lider teknolojisi genetik tabanlı inovasyonlar olacaktır. Sadece insan geninin çözülmüş olması değil, tüm canlıların geni okunmaktadır. Bu şekilde hayvanların ve bitkilerin de geni okunabilmektedir, anlaşılmaktadır, hatta bugünlerde editlemeye yani tasarlayıp yeniden yazmaya dahi başladık. Böylece hastalıkların tespiti ve tedavisi, verimliliği ve ömrü artırıcı müdahaleler, hatta yeni türlerin icat edilmesi mümkün olacaktır. Gen dizileme teknolojilerinin ucuzlaması, yaygınlaşması, kalitesinin ve süratinin artması bu alanın çok hızlı gelişmesini sağlamaktadır. Biyoloji bilimi büyük oranda bilişim tabanlı bir bilgi analizi bilimine dönüştü. Bilgisayar başında hastalıklar anlaşılmakta, türler tespit edilmekte, yeni diziler icat edilmekte ve daha nice deneyler yapılmaktadır. Son on yıllardaki gelişmelere bakılırsa, önümüzdeki on yıllarda bunların alası yaşanacaktır. Eğer bu müdahale sadece bir hastalığı tedavi etmek veya bir eksikliği bertaraf etmek için değil de sağlıklı bir bebeğin istenilen üstün özelliklere kavuşması için yapılacaksa buna müsaade edecek miyiz? Nasıl yasaklayabiliriz ki? Kanunen yasak olan bu müdahale teknik olarak mümkünse, yer altındaki bazı laboratuvarlarda kesinlikle yapılacaktır. Daha güzel kız evlatları, daha zeki veya güçlü erkek evlatlar için her şeyini verecek veya çok büyük bedeller ödeyecek çok fazla insan bulunacaktır. Dünyaya gelen bir insanın acaba genine müdahale edilip edilmediği nasıl anlaşılacak? Acaba Gattacafilmindeki senaryo gerçekleşebilir mi? (1) Genetik biliminin ilerlemesi tıbbı baştan aşağı değiştirecektir. Genele hitap eden tıp dönemi tarih olacak, kişisel tıp dönemi başlayacak. Kişiye özel teşhisler, kişiye özel tedaviler, kişiye özel ilaçlar normal hale gelecek hatta gelmeye başladı bile. Bu durum tedavi, özellikle ilaç geliştirme ve yaygınlaştırma sürelerini azami düzeyde kısaltacaktır. Gılgamış’tan beri insan ölümsüzlüğü merak etmektedir, ona doğru azmetmektedir. Bugüne kadar ancak mitlere, efsanelere, romanlara ve bilim kurguya malzeme olmuştur. Ama genetik gelişmelerle ve rejeneratif tıbbın gelişmesi, canlıların doğal yenilenme mekanizmaların daha iyi anlaşılması ile umutlar arttı. Acaba ebedi gençlik, ebedi güzellik ve ebedi yaşam mümkün olacak mı? Her türlü bilimsel gelişmeyle ilginç toplumsal, ekonomik ve hukuki durumlar oluşuyor. Genelde teknoloji önden koşturuyor, sonra ekonomik kalkınma geliyor, toplum ayak uydurmaya çalışıyor. Bu adaptasyon sürecinde bazen yolunda gitmeyen şeyler oluyor. Olduktan sonra bu Axolotl hayvanı bir rejenerasyon uzmanı. Kertenkelelerden bilirsiniz. Bir tehlike anında, kuyruğu kopartabiliyor sonra yenisi çıkıyor. Axolotl ise vücudunun her organını her uzvunu yeniden geliştirebiliyor, yerine koyabiliyor. Düşünsenize, kolunuz kopsa aslında omuzunun ucundaki hücrenin çekirdeğindeki DNA’nın içinde, kolunuzun DNA’sı var. Niye birisi düğmesine basıp, yeniden bir kol üret komutunu vermesin. Önümüzdeki yıllarda karşınıza çıkarsa hiç şaşırmayın. (2) Gen bencildir. Hiç duydunuz mu? Richard Dawkins isimli tartışma yaratmaktan büyük keyif alan bilim insanının genetik üzerine yazdığı baş yapıt. Mutlaka okunmalıdır. (3) Yaşam bilimlerinin önemli başka bir alanı ise sentetik biyolojidir. Canlıların moleküler yapısı kimyasal olarak bilinmektedir. Artık canlıların moleküler biyolojik yapıları da çözümlenmiştir. Kimyasallardan ve genetik şifrenin insan tarafından tasarlanması ile mevcut canlılara müdahale edilebilmektedir. Aynı zamanda yeni canlılar, tümüyle insan tarafından tasarlanan yeni türler icat edilebilmektedir. Craig Venter Enstitüsü enerji sektörüne katkıda bulunmak için genetiği ile oynanmış bir alg türü geliştirmiştir. Deniz suyu içinde doğal yollardan fotosentez yapan yeşil alg, havadaki karbon dioksit ile beslenmekte ve çıktı olarak biyodizel üretmektedir. (4) Genetik ve tüm ilgili bilim dallarıbiyoteknoloji denilen uygulama alanları, sentetik biyoloji ve kişisel tıp alanındaki gelişmeler ile insan evrime hükmedecektir. Bu yetkinlik gıda üretiminde (bitkiler ve hayvanlar bakımından) devrim olacaktır. Aynı zamanda insan sağlığı bakımından da daha önce görülmemiş gelişmeler getirecektir. Eğer dikkatli olunmaz ise bu teknolojiler insanlığın sonunu getirebilecek kadar tehlikeli birer silaha dönüşebilir. Ancak aklıselim kazandığı sürece bu bilim ve teknolojiler bizi üst medeniyetlere taşıyacaktır. 11 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Sinirbilim : Nörogenetik ve Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) Hilal KALKAN - ICGEB NÖRODEJENERATİF HASTALIKLAR Nörodejeneratif hastalıklar, belirli bir nöronal popülasyonun bozulması yada glial hücreler, destek hücreleri, bazı patojenik bulgulara bağlı olarak meydana gelen yapı ve işlev kaybı grubunu gösterir. Nörodejeneratif hastalıkların farklı klinik bulguları olsa bile, çoğunlukla ortak bir özellik, hem hücre içi hem de hücre dışı seviyede lokalize olan çözünmeyen protein agregalarının varlığı paylaşılır. Bir proteinin bir hastalığa neden olan zehirli hale geldiği mekanizmaları halen belirsizdir, ancak işlev kaybı veya toksik özelliklerin edinilmesi olmak üzere iki olasılık ortaya çıkar. NÖRODEJENERATİF HASTALIKLARIN KLİNİK BULGULARI Çoğunlukla ortak bir özellik ; Hem hücre içi hem de hücre dışı seviyede lokalize olan çözünmeyen protein agregalarının varlığının olmasıdır. Bir proteinin zarar mekanizmaları ; işlev kaybı ve toksik özellik göstermesi ile anlaşılabilir. Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) Nedir? Amyotrofik lateral skleroz (ALS), hızla ilerleyen, mevcut hiçbir tedavisi olmayan ve 200.000 kişide 1 kişiyi etkileyen ve ölümcül nörodejeneratif bir hastalıktır (Cleveland ve ark. 2001). Modern nörolojinin kurucusu Jean Martin Charcot tarafından ilk olarak tanımlanan (bazı yabancı kaynaklarda bu hastalığa Charcot hastalığı da denmektedir.) Lateral Skleroz, motor nöron dejenerasyonu sırasında ortaya çıkan anterior ve lateral kortikospinal traktın sertleşmesi ile ilgilidir. ALS, dünyadaki en yaygın nöromusküler hastalıklardan biridir. Tüm ırk ve etnik kökenlerden etkilenir. Genelde 40 ile 60 yaş arasındaki insanları hedef alır ancak aynı zamanda daha genç ve yaşlı insanlar da hastalığa yakalanabilir. İlk çalışmalar ALS’nin erkekleri kadınlardan daha sık etkilediğini vurgulamış olmasına rağmen, daha yeni çıkan bulgular cinsiyete eşit oranlar verdiğini göstermektedir (Worms 2001.). Sporadik ALS (SALS) vakaların %90-95’ini oluşturmakta ve ortalama yaş aralığı ise 55-65 yılları arasında seyretmektedir (Haverkamp ve ark. 1995). Ailevi ALS (FALS) ise toplam ALS vakalarının %5-10’unu oluşturur ve kalıtsal hastalık biçiminde semptomun başlangıcı belirgin olarak daha erken görünür. 12 13 Bezelye Dergi ALS hastalarında ileri düzeydeki işlev kaybının farkında olan hastalar endişeli ve depresif olsalar bile, bu yeteneklerin çoğu nispeten bozulmamıştır. Algılamada, bilişsel yetenekte, bellek ve kişilik çoğu zaman etkilenmez. Bununla birlikte bireylerin küçük bir yüzdesi için bellekte veya karar vermede bazı küçük sorunların oluşabileceği ve kanıtların Frontotemporal lob (FTLD) benzeri artan kognitif hastalık ve demans formunun varlığının vurgulandığı takdirde TDP-43’ün her iki hastalıkta olası patojen rolünün olduğu anlaşılabilir. ALS’nin Patojenik Mekanizması -Genetik ve çevresel faktörler, RNA metabolizmasındaki değişiklikler, Oksidatif stres, Glutamat eksitotoksisitesi, Mitokondriyal hasar, Aksonal transportun kusurları, Glial destek hücreleri, Otoimmün reaksiyon, Nörotrofik açığı, Viral enfeksiyonlar ALS’deki Motonöron Dejenerasyonu ; Sitoplazmik inklüzyonlar, Bunina cisimcikleri, Ubikuitin pozitifliği ve TDP-43’ün pozitifliği ile karakterizedir. Son zamanlarda, otozomal dominant ailesel hastalığa sahip bazı ALS hastalarının(FALS); Cu / Zn süperoksit dismutaz (SOD1) kodlayan gende nokta mutasyonları belirlenmiştir. SOD1 geni, süperoksit dismutazın sitoplazmik izoformunu kodlar ve antioksidan olarak işlev görür. Hidrojen peroksitteki oksijensiz radikalleri dönüştürür. Bu da onları serbest radikal birikiminden koruyan hücre tarafından yok edilebilir ancak DNA ve protein hasarına neden olabilir. Bununla birlikte, toksisite, antioksidan aktivitenin azalmasıyla ilgili değildir; ancak, endoplazmik retikulumda doğru katlanma eksik olarak tamamlanırsa mutasyona uğramış SOD1 yüzünden, motornöronlarda antioksidan birikir ve ölüme neden olur. Dahası, misfold proteinlerin varlığından kaynaklanan stres artışı, motornöronlardan nörotoksik bir sinyal göndererek mikroglia aktivasyonuna neden olur. Mikroglia, motor nöron stresini ve hücre yaralanmasını daha da arttıran ve motor nöron hasarı ve hücre ölümünün kendi kendine yayılım döngüsünü başlatan, anti-inflamatuar ve nöroprotektif bir durumdan pro-inflamatuar sitokinlere geçiş yapar. Bu mekanizmalar nörodejenerasyon gelişmesinde önemli rol oynamakla birlikte, hepsi ALS başlangıcının arkasındaki nedenlerde ikincil olaylardır. 15 Ekim 2017, Sayı 2 TDP-43, embriyonik gelişim sırasında yüksek seviyede bir ifade sunar; gelişmekte olan embriyonun nöroepitelyumunda ve sinir öncülerinde ağırlıklı olarak ifade edilir ve postnatal gelişme sırasında kademeli olarak protein düzeylerini düşürür (Sephton ve ark., 2010) TDP-43 Proteini TDP-43 proteini, hnRNP ailesine (heterogeneus) ait proteinlere benzer birincil yapıya sahip 414 amino asitten oluşur (Krecic ve Swanson, 1999) (Dreyfuss et all., 2002). TDP-43, dört işlevsel alan içerir: proteinin N-terminal yarısında artı bir nükleer export sinyali (NES) ve glisin açısından zengin bir bölge olan bir nükleer lokalizasyon sinyali (NLS) ve iki RNA tanıma motifi (RRM1 ve RRM2 (Buratti et Al., 2005). NEDEN TDP43-ALS- NÖRODEJENERATİF HASTALIK? Oldukça korunmuş ve yaygın olarak ifade edilen heterojen ribonükleoprotein TDP-43’teki patolojik değişiklikler son zamanlarda motor nöronları etkileyen geç başlangıçlı bir bozukluk olan amyotrofik lateral skleroz (ALS) dahil nörodejeneratif hastalıklarla ilişkilendirilmiştir. Frontotemporal lob tdejenerasyonu ve amyotrofik lateral sklerozda TDP-43’ün oldukça etkisi görülmüştür. TDP-43, RNA bağlanma motifleri içeren ve pre-mRNA ekleme, transkripsiyon, mRNA stabilitesi ve mRNA transferinde yer aldığı rapor edilen oldukça korunmuş ve her yerde eksprese edilen nükleer bir proteindir. Son zamanlarda TDP-43, Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS), ubikitleşmiş inklüzyonlar ile Frontotemporal Lob Dejenerasyonu ve Alzheimer hastalığı (AD) bulunan hastaların etkilenen beyin bölgelerinde gözlemlenen intraselüler inklüzyonlarının ana protein bileşeni olarak tanımlanmıştır. Bu indüktivlerin , beyinde TDP-43’ün hücre çekirdeğinde azalması ve sitoplazma boyunca çözünmeyen protein agregalarının anormal şekilde lokalize olduğu görülmüştür. Dahası, TDP-43’ün Cterminal kısmındaki missense mutasyonları, ALS’nin sporadik ve ailesel formlarının% 2-5’inde tanımlanmıştır ve TDP-43 protein fonksiyonu ile nörodejeneratif hastalıklar arasında sıkı bir korelasyonun mevcut olabileceğini belirtilmiştir. TDP-43’ün biyokimyasal ve yapısal özelliklerinin kapsamlı bir şekilde incelenmesine rağmen, in vivo fizyolojik rolü veya nöronal hastalıklara yol açabilecek olası patolojik mekanizmalar belirlenmemiştir. Bu nedenle potansiyel toksik etki büyük bir dikkatle incelenmiş ve gösterilmiştir. (Bu çalışmalar İsveç, İtalya, Amerika’da halen devam etmektedir.) Fig. Schematic of TDP-43 domain structure, amyotrophic lateral sclerosis (ALS)-associated mutations and C-terminal fragments. TDP43 protein contains a nuclear localization sequence (NLS), two RNA recognition motifs (RRMs), a nuclear export sequence (NES) and a glycinerich domain that harbors the majority of ALS-associated genetic mutations. More than 35 ALS mutations have been identified, with the majority of mutations found within the glycinerich region. Those mutations mentioned in the text are highlighted in the expanded view above. TDP-43 C-terminal truncated protein was identified within insoluble aggregates from FTLD-TDP brain tissue, and the precise fragment lengths identified are indicated. FTLDTDP: frontotemporal lobar degeneration (FTLD) linked to TDP-43 pathology. (http://www.cell.com/) TDP-43 TARDBP Geni TARDBP (TAR DNA Bağlayıcı Protein) geni, HIV-1 virüsünün TAR DNA elementini bağlayabilen yeni transkripsiyonel inaktivatörlerin araştırılması sırasında ilk olarak izole edilen 43 kDa’lık bir proteindir. TDP-43 olarak kodlanır (Ou ve ark., 1995). İnsan kromozomu p36.21’de bulunur, gen altı ekzondan oluşur, ekzon 1 kodlanmamıştır ve bu bilinmeyen bir fonksiyondur, ekzonlar 2-6 protein kodlamadır (Warraich ve ark., 2010). Memeli TDP geninin transkriptinin, ökaryotik TDP geninin işlevsel bir karmaşıklığa sahip olduğu fikrini destekleyen çeşitli mRNA’lar üretmek için alternatif ekleme işlemine tabi tutulduğu çalışmalar bulunur. TARDBP oldukça korunmuş bir gendir. İnsan, fare, Drosophila melanogaster ve Caenorhabditis elegans’da korunduğu görülmüştür. Dört takson arasındaki TDP-43 dizisi karşılaştırması, düşük dizi diverjansı ortaya koymaktadır ve TDP genlerinin bu organizmalarda temel işlevlerini yerine getirdiğini göstermektedir (Wang ve diğerleri, 2004) (Ayala ve diğerleri, 2005). Bu genin insanlarda ekspresyonu ile ilgili olarak, TDP-43 mRNA, pankreas, plasenta, akciğerler, böbrekler, yumurtalıklar ve testisler gibi farklı dokularda bulunabilir (Buratti ve ark., 2001). 14 SONUÇ OLARAK ; Öne sürülen farklı mekanizmalar değerlendirildiğinde ALS patofizyolojisinin çok karışık olmadığı anlaşılabilir fakat süreç sancılı ve yorucu olabilmektedir. FALS patofizyolojisi için öne sürülen bir çok kanıt, sporadik ALS için de geçerlidir. Şu anki veriler doğrultusunda bilinmesi gereken en önemli sonuç; tek bir mekanizmanın değil, birbirini etkileyen birden fazla mekanizmanın oluşturduğu bir döngünün varlığıdır. Buna bağlı olarak, izole bir motor nöron hasarlanmasından öte, onun komşuluğunu yapan mikroglial hücreler ve astrositlerin de işin içerisine girmesi gerekmektedir. Böylece döngüyü daha rahat anlayabiliriz ve yorumlayabiliriz. Bu bilgiler bize ALS tedavisinde şimdiye kadar yapılan çoğu çalışmanın başarısızlığının nedenini göstermektedir. Tek bir mekanizma üzerinden yürütülen tedavi girişimlerinin ve çalışmaların başarılı olması mümkün görünmemektedir, fakat diğer olası mekanizmaları da bloke edecek bir tedavi kompleksinin etkili olma şansı vardır. Ayrıca, klinik bulgular belirmeden çok önce başlayan nörodejeneratif süreci gösterebilen bir biyolojik belirleyicinin henüz tanımlanmamış olması bir başka dezavantajdır, çünkü tedaviye başlandığında kurtarılabilecek az sayıda ve yetersiz hücre bulunmaktadır. (marmaramedicaljournal.org/pdf/pdf_MMJ_447.pdf) 15 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Spor ve Bağımlılık Hamza Kulaksız3, Korkut Ulucan1,2, Tayfun Uzbay1 1 Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü 2 Marmara Üniversitesi, DHF, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Bölümü 3 Üsküdar Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Nörobilim Bölümü 1-Sporun Tanımı: Tarihin her döneminde insanın hayatı ile iç içe olan spor ve egzersizin, toplumsal hayattan çıkarılması olanaksızdır. Dünyanın her yerinde yüz binlerce insan, her gün, farklı branşlarda sportif faaliyetlere katılmaktadır. Sporun tanımı ile ilgili farklı görüşler bulunmasına rağmen, bunlar genelde birbirleriyle benzerlik gösterir. Benzerlik göstermesinin sebebi, sporun uzun bir tarihsel sürece sahip olmasıdır.(1) Prof. Dr. Kurthan Fişek’e göre sporun tanımını, “spor” kavramını, en kestirme sözlük anlamıyla, oyun, oyanlanma, eğlenme ve işten uzaklaşma olarak açıklamaktadır (2). Şekil-1: Bir Futbol Gravürü alma arzusu ve bazı davranış bozukluklarıyla karakterize bir beyin hastalığı olarak tanımlanmıştır (8). Madde bağımlılığı ile hem genetik hem de çevresel faktörler arasında doğrudan ilişki bulunmaktadır (9). Farmakolojik, fizyolojik, nörokimyasal ve davranışsal çalışmalar alkolizm ve diğer uyuşturucu maddelerin etkisiyle sorunların gelişiminde ödül sisteminin de önemli bir nörokimyasalı olan dopamin ve özellikle mezolimbik dopaminerjik İnsanların farklı branşlarda, fiziksel ve psikolojik olarak yolağın kilit bir rol oynadığı ortaya çıkmıştır (10). kendilerine uygun spor yapabilmeleri için, günümüzde spor Madde bağımlılığı ve spor arasında ilişkiyi belirlemeye genetiği çalışmaları yapılmaktadır. Aynı zamanda egzersizin hücresel yararları da günden güne daha da belirgenleşmeye yönelik günümüze kadar çok fazla çalışma yapılmamıştır. Alkol, nikotin, opium tarzı madde bağımlılıkları ile günümüze kadar bir başlamıştır. dolu çalışma yapılmasına rağmen spor ve sporcular üzerinde fazla bir çalışma bulunmamaktadır. Madde bağımlılığı ile günümüze 2-Sporda Genetiğin Önemi: kadar yapılan çalışmalar ise genellikle vücudumuzun bağımlılık ve Spor genetiği ile ilgili ilk önemli çalışmalar anjiotensin ödül mekanizmaları olarak kabul edilen dopaminerjik sistem dönüştürücü enzim (ACE) geni ile başlamıştır (4), kasların daha üzerinedir (11). hızlı kasılmasına neden olan alfa aktinin-3 (ACTN3) ile devam Yapılan çalışmalar madde bağımlılığı ile ilişkili vücudun etmiştir (5). Spor genetiği, sporcuların vücut kompozisyonlarının eğilimli olduğu spor dalına yatkınlığı, sporcuların sakatlanma ödül mekanizmasının genetik temelinde dopamin reseptörü 2 riskleri, genetik yapılarına göre beslenmelerine ve atletik geninin (DRD2) önemli bir yerinin olduğu gösterilmiştir. Yapılan performansına etki eden genetik varyantlar üzerine odaklanır (6). araştırmaların çoğunda, DRD2 eksikliği ile ödül mekanizması Bu saydığımız özelliklere etki ettiği düşünülen genetik duyarlılığında bir azalma olduğu belirtilmiştir. Ve buna ilaveten varyasyonları belirlenmesi, sporcu ve adaylarının doğru sporu madde bağımlılığının “ödül eksikliği sendromu” olabileceğini seçmeleri, daha verimli antrenman programları oluşturmalarına söyleyen verilerde son dönemde ki çalışmaların fazlalığına ve böylece kısa sürede anlamlı başarıların elde edilmesine olanak dayanarak artış gözlemlendiği belirtilmiştir (12,13). DRD2 ile haz sağlanır. Bundan dolayı, sporcuların genetik yapılarına uygun alma arasında da bir ilişki bulunmuş ve bu DRD2 A1 Alleli’nin egzersiz ve beslenme programları ile daha kısa sürede optimal ödül geni olarak adlandırılmasını sağlamıştır (14). Özellikle DRD2 başarı sağlanacağı şüphesizdir. Bu amaçla sporcu adayları ve geni sigara tüketimi ile nikotin bağımlılığına eşlik eden alkol sporcularda genetik yapının incelenmesi hem sporcu adaylara ve bağımlılığı ile ilişkilendirilmiştir (15). sporculara hem de spor kulüplerine önemli katkılar sağlayacaktır (7) İnsanlarda, fiziksel aktivite ve alkol arasındaki ilişki . ergen ve lisanslı sporcularda karşılaştırma çalışmaları ile çalışılmıştır. Bu çalışmalarda sporcu olanların sporcu olmayanlara 3-Bağımlılık ve Spor Arasındaki İlişki: göre daha ağır ve daha fazla alkol bağımlılığı gösterdikleri ifade Madde bağımlılığı, beyni etkileyen ilaca benzer bir edilmiştir (16-20). Fiziksel aktivite ve alkol tüketimi arasındaki ilişki maddenin keyif verici etkilerini hissetmek ve yokluğunda fizyolojik, nöral, kültürel ve/veya kişilik faktörlerin bir fonksiyonu kaynaklanan huzursuzluktan kaçınmak için, sürekli olarak madde olarak farklılık olabileceğini düşündürmektedir (21). Sporun başka bir tanımı ise “insanın mücadele azmini kullanarak kazanmak ve başarılı olmak için sistemli ve düzenli kurallar içerisinde yaptığı bedensel etkinliklerdir” (3). Sporun tanımını farklı yazar ve bilim insanlarına göre burada iyice çeşitleyebiliriz. Aynı zamanda spor terimi ile egzersiz terimi birçok kere birbirinin yerine kullanılmaktadır. 16 Tütün ürünlerinde, özellikle içeriğinde bir uyarıcı olan nikotin, fiziksel performans ile çeşitli vücut fonksiyonlarını etkilemektedir (22). Nikotin ve ana metabolitleri yapılan çalışmalarda sporcular arasında yüksek oranda nikotin tüketimi ile kanıtlanmıştır (23). Bununla birlikte, sporcularda nikotin kullanımının yaygınlığını gösteren pilot çalışmalar yapılmıştır (24). Yapılan bir başka çalışmada takım sporları ile uğraşan sporcuların çevresel faktörlerden daha fazla etkilendiklerini ve tütün ürünlerine daha yatkın olduklarını bildirmişlerdir (25). Tütün ve spor ilişkisine en güncel örneklerden biri geçtiğimiz günlerde akciğer kanseri nedeni ile hayatını kaybeden Hollandalı ünlü futbolcu Johan Cruyff ’tur. Cruyff son derece yetenekli bir futbolcu olmasının yanı sıra iyi bir sigara içicisiydi. DRD2 TaqA1 alleli ile sporcu başarısı, bağımlılığı ve başarılı sporcularda ki dağılımlarının belirlenmesine yönelik çalışmaların önemli olacağını düşünmekteyiz. Özellikle sporcularda başarılı olma psikolojisi ve sonrasında ortaya çıkabilecek olan hem spor bağımlılığı, hem diğer psikolojik sorunlar, hem de madde bağımlılığına yönelik genetik yatkınlıkların belirlenmesi ileride başarılı sporcuların tespitine yönelik genetik panellerin oluşmasında da önemli bilgiler sağlayacaktır. A1 aleli ile dürtüsellik ve bağımlılığa eğilim arasında bir ilişki varsa birçok riskli grup yanında sporcularda da bunun önceden saptanması önemli olabilir. Bakanlığı’nın Türk Gıda Kodeksinin 2006/47 nolu enerji içecekleri tebliği ile kafein miktarının 150 mg/L’den fazla olmaması, içeriğin etiketinde belirtilmesi, alkolle karıştırılmaması, 18 yaş altı ve çocuklarda, yaşlılar, diabetikler, yüksek tansiyonu olanlar, gebe ve emzikli kadınlar, metabolik hastalığı olanlar, böbrek yetmezliği olanlar ile kafeine hassas kişiler tarafından kullanılmaması, ağır egzersiz sırasında ve sonrasında alınmaması şeklinde uyarılar olmak koşulu ile ülkemizdeki marketlerde de kolaylıkla ulaşılabilen bir üründür. Bu ürünler özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde pazarlanmaya başlandığı 1997 yılından itibaren dünyada yaygın şekilde tüketilmeye başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde enerji içecekleri pazarı 2002 yılında yaklaşık olarak 100 milyon Amerikan Doları iken, bu rakam 2004 yılında 250 milyon dolara ulaşmış, 2006 yılında ise 600 milyon doları geçmiştir. Ürünlerin ortak özelliği yüksek oranda kafein (80-141 mg/her kutu veya şişede) ile birlikte taurin gibi anksiyolitik etkileri olan aminoasit yapısında bazı ilave maddeleri içermesidir. Anksiyolitik etkisi ile sedatif hipnotiklerdekine benzer şekilde kaygı ve gerginliği azaltması yüksek dozda kafeinin stimülan etkileri ile birleştiğinde sürekli olarak kullanımını ya da başka bir ifade ile kötüye kullanımını teşvik edici de olabilir (9). Avustralya’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de zehir kontrol merkezlerine enerji içecekleri ile ilişkili başvurularda artışlar söz konusudur. Bunların bazıları kafein zehirlenmesi belirtileri sergilemektedirBunların bazılarında ciddi kalp problemlerinin yanısıra halüsinasyon, psikotik ataklar ve epilepsi nöbetleri gözlenmiştir (26). Amerika Birleşik Devletleri’nde sadece 2007 yılında 5448 adet kafein aşırı dozuna bağlı zehirlenme olgusu kaydedilmiştir. Bunların çoğu 19 yaşın altındadır. Ayrıca enerji içeceklerinin sağlıklı yaşama olumlu yönde herhangi bir katkı sağlamadığı, kronik olarak enerji içeceği tüketenlerde epilepsi, kalp-damar problemleri ve çeşitli davranış bozuklukları ortaya çıktığı rapor edilmektedir (27). Bu nedenle başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bazı ülkeler bunların özellikle çocuklara ve gençlere satışı konusunda kısıtlamalar getirmeye ve önlemler almaya başlamışlardır. Enerji içecekleri ile ilişkili dikkate alınması gereken diğer bir husus alkollü içeceklerle birlikte (hatta alkollü içkilere karıştırılarak) kullanımlarının özellikle gençler arasında yaygın olması ve bu tür kullanımların daha ciddi sağlık sorunlarına yol açmasıdır. Spor ve sporcu sağlığı ile ilişkili olarak bağımlılık düzleminde karşımıza çıkan bir başka sorun da enerji içecekleri Ülkemizde özellikle spor esnasında veya sonrasında meselesidir. Bunlar ilk olarak 1960’larda Avrupa ve Asya’da gençlerde görülen ani ölüm olgularında artışlar gözlenmektedir. görülmeye başlamıştır. Türkiye’de de Gıda Tarım ve Hayvancılık Spor yapan veya dans partisi gibi bazı eğlencelerde yüksek 17 Bezelye Dergi performans sergilemek isteyen gençlerin enerji içeceklerini rahatça kullandıkları iyi bilinmektedir. Bu içeceklere herhangi bir markette rahatça ulaşma olanağının bulunması, gerek televizyonda gerekse yazılı medyada bu ürünlerin rahatlıkla reklamlarının yapılması kullanımlarını daha çok teşvik etmekte ve zarar riskini artırmaktadır (9). Öte yandan, bu ürünler içerdikleri yüksek kafein ve bazı başka katkılarla gerçekten de uyanıklığı, konsantrasyonu ve performansı artırabilirler. Hatta bazı yatkın kişilerde normal kullanılan miktarlarında bile öforik ve manik bir duygu durumu oluşturabilirler. Bu durumun amfetamin ve kokain gibi stimülanlarla gözlenen aktivite artışından amaç bakımından hiçbir farkı yoktur. Kokain ve amfetamin kullanıcısının amacı ne ise bunları kullananların da amacı odur. Yani, daha uyanık, zinde ve aktif olmak ve çabuk yorulmamak. Amaç sporda performansı artırmak ise bunların kullanımı “doping”dir. Bir yandan spor müsabakalarında grip ilaçlarının içindeki stimülan özellikteki efedrin gibi ürünlere doping kuralları uygulanırken, öte yanda spor ile enerji içeceklerinin bir araya gelmesi ve sporun enerji içecekleri tüketimini artırmak için bir araç olarak kullanılması ironik bir yanılsamaya ve bilinçsizliğe işaret etmektedir. Her ne kadar profesyonel sporcularda ve lisanslı yarışmalarda belli bir miktarı aşan kafein doping kabul edilse de özellikle amatör olarak veya hobi şeklinde spor yapanlarda denetimin gevşek olması veya hiç bulunmaması hayatı tehdit eden ciddi sorunlara yol açabilir. Egzersiz amaçlı koşu yapanların, tenis oynayanların, halı saha futbol maçı yapanların sıklıkla enerji içecekleri kullandığı izlenmektedir. Ülkemizde özellikle futbol karşılaşmalarında stadyumlarda gözlenen şiddet herkesin tepkisini çekmekte, bunun yanlışlığı gerek medya gerekse yetkililer tarafından sık sık gündeme gelmektedir. Ancak hiç kimse taraftarların serbestçe kullandığı enerji içeceklerini dikkate almamaktadır. Holiganizm boyutlarına varan taraftar tepkilerinin ve sporda şiddetin altında madde kullanımı da vardır. Holiganizm özellikle alkollü içkiler ve uyarıcı kullanımı ile birlikte şiddete dayalı sportif bir illegal alt kültürdür. Stadyumlarda ve sportif faaliyetlerde alkollü içki satılması ve dağıtılması yasaklanmıştır ve bununla ilişkili olumlu 18 15 Ekim 2017, Sayı 2 yönde bir toplumsal bilinç oluşturulmaya çalışılmaktadır. Konunun enerji içecekleri bağlamında da ele alınması gerekir. Gençleri madde kullanımından uzak tutmamıza yardımcı olan en önemli ve yararlı faaliyet alanı olan spora bağımlılık yaptığı bilimsel verilerle kanıtlanmış kafeinin adı her ne olursa olsun, şu veya bu şekilde bulaştırılması gerekir. Son olarak, egzersiz veya sporun kendisinin de bir bağımlılığa dönüşebileceğinden de söz etmek isteriz. Sürekli fiziksel aktivitenin beden sağlığının yanı sıra ruh sağlığı üzerine olumlu etkileri de söz konusudur. Düzenli spor yapma depresyonu ve anksiyeteyi azaltır, uykuyu düzenler, rahatlama sağlar, kendine güveni artırır. Bu oldukça doğrudur; ancak bazı kişilerde zamanının çoğunu fiziksel aktivite yaparak geçirmeye aşırı istekli olma, bazı engellere rağmen kontrol edilemeyecek düzeyde aşırı egzersiz yapma ile karakterize egzersiz veya spor yapma bağımlılığı da ortaya çıkmaktadır (28). Egzersiz bağımlılığı yeme bağımlılığı, alışveriş bağımlığı, kumar bağımlılığı ve internet bağımlılığı başlıkları altında toplanan madde dışı diğer bağımlılık türleri arasında değerlendirilebilir. Bununla beraber DSM’de yer alan bağımlılık tanımları arasında henüz yer almamaktadır. Bağımlılık tanımı yelpazesi genişledikçe bu konunun da dikkate alınması gereken bağımlılıklar arasında değerlendirilebileceğini düşünebiliriz. 19 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Genetik Cerrahi (DNA Ameliyatı) Virüs saldırılarından kurtulan bakteriler, saldıranın DNA parçalarını kendi DNA’larına ekleyerek saldırganın sonraki saldırılarına karşı savunma sistemi geliştirirler.Hücre içine giren her yeni virüsün DNA parçaları CRISPR dizilimi içine kaydedilir. Böylece saldırganın kopyası çıkarılarak kendi DNA’larında adeta arananlar listesini çıkartmış olurlar.Böylece bakteriler kendisinden sonraki nesillere bu saldırganlardan korunmak için genetik bilgilerini aktarmış olurlar. CRISPR-Cas9 Sistemi Ferudun SERT - Üsküdar Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik (Farmakogenetik) Yüksek Lisans, - Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Genetik bilim dünyası genetik hastalıkları tanımlıyor ve çaresiz birçok hastalığa çare olmuş yada olacaksa bunu G. Mendel ve bezelyelerine borçludur. Genetik çalışmalar teknolojinin ilerlemesi ile birlikte birçok bilim dalına göre daha fazla hız kazanmıştır. Bu bilimsel çalışmaların maliyetlerinin çok yüksek olması da insan hayatı üzerinde önem arz eden çalışmaların yaygınlaşmasına engel olmuştur. Bu durum birçok genetikçinin elini kolunu bağlamış ve bu dala gönül vermiş insanların da hak ettikleri yere gelmelerinde büyük sorun olmuştur. Biyoloji ile uğraşan bilim insanlarının aklındaher daim DNA’nın hedeflenen bir bölgesinde etkili, kusursuz, hızlı değişiklikler yapabilmek ve böyle bir teknolojiyi geliştirirken maliyetin çok düşük olması hayalleri vardı. Bu hususta ilk atılım (gen düzenleme teknolojisi) 1991 yılında iki bilim adamı tarafından dünyaya duyuruldu. ZincFingerNükleaz teknolojisi adı verilen bu teknoloji sınırlı ve pahalıydı. Üstelik DNA’nın bazı bölgelerinde de sonuç vermiyordu.(N.P.Pavletich ve Carl O.Pabo). 2009’da TALEN (Transcription Activator-Like Effector Nucleases) adı verilen gen düzenleme sistemi geliştirildi. Bu sistem de pahalı ve zahmetli olması nedeni ile sınırlı kaldı. Aslında bu önemli gelişmenin ilk basamağı 2005 yılında CRISPR [Clustered Regularly Interspaced Palindromic (düzenli aralıklarla bölünmüş palindromik tekrar kümeleri)] denen bu dizinlerin görevlerinin kısmen keşfedilmesi ile başlar.Bu teknoloji,bakterilerin virüslere karşı savunmasıya da genomik savaşları sayesinde, genlerimizdeki arızaların giderilmesinde ve kalıtsal hastalıkların hızlı ve çok ucuz maliyetle tedavi edilmesinin yolunu açmıştır.Genetikle uğraşan gençlerimize degelecekte inanılmaz bir araştırma sahası açmıştır. Denemek isteyeceğiniz binlerce deney artık karşınızda. Bu sisteme kimileri gen düzenleme,kimileri DNA’nın tamiri,kimileri DNA’nın ameliyatı demeleri isabetli bir ifade olmakla beraber bana kalırsa artık canlılarda genetik cerrahi bölümü açıldı bile.Bu durumda genetikle uğraşan gençlerimiz geleceğin genetik cerrahları olma adaylarıdır. Aslında saldırganlarda boş durmazlar.CRISPR/Cas sisteminden kurtulmak için kendilerini de mutasyona uğratarak bu sistemden kurtulmaya çalışırlar. 2012 yılına gelindiğinde genetik alanında çok önemli bir gelişme oldu ve bu gelişme tüm dünyanın dikkatini çekti. AmerikalıJenniferDoudna, FransızEmmanuelleCharpentier ve takım arkadaşları CRISPR/ Cas9hedefli gen düzenleme tekniğini dünyaya sundular. Bir anda tüm bilim dünyasının takdirini topladılar. Bu hususta 2000 üzerinde makale basıldı.Bu teknik sayesinde Jennifer Doudnave EmmanuelleCharpentier Times dergisinin dünyanın 100 etkili insan listesine girdi.Science 2015 yılında, yılın buluşu olarak kapak yaptı. 20 Bakteri, içine giren saldırganı ikinci gelişinde önceden tanır ve ikinci gelişte Cas adı verilenbir enzim topluluğu ile saldırganı parçalayıp yok eder.İşin ilginç yanı, bakterilerde bu savunma sisteminin yeni yeni anlaşılıyor olmasıdır.DNA’daki tekrar eden dizinlerin arasındaki bölümler dikkatle incelendiğinde durum daha da garipleşiyor; çünkü bu DNA parçaları bazı virüslerin DNA’sıyla birebir eşleşiyor. İşte işin sırrının çözülmesi bu aşamadan sonra başlıyor. DNA’lardaki eşleşme ile bakterilerin o virüslere karşı dirençli olduğunun fark edilmesi ilePandora’nın Kutusunun kapağı açılmıştır. CRISPR/Cas9 sistemini 2 maddede özetlersek; Bakteri, virüs tarafından enfekte olduğunda yani DNA’sını konakçıya bıraktığında Cas proteinleri virüsün DNA’sına yapışır ve yaklaşık 30 baz çifti uzunluğundaki bir parçayı keser. Kesilen bu parça tekrar kümelerinin olduğu yere getirilir ve bu tekrar dizinlerin arasına yerleştirilir.Bu yeni DNA parçası, RNA’ya çevrilir ve çeşitli Cas proteinlerine bağlanarak ribonükleoprotein (RNP) kompleks molekülü oluşur.Bakteri daha sonra aynı virüs tarafından enfekte olduğunda, hücrede hazır bulunan RNP kompleksi virüsün DNA’sıyla aynı diziye sahip olduğu için virüsü tanır ve koruma sistemi devreye girerek virüsün DNA’sını parçalar. 1-Düzgün çalışmayan ya da hastalıklara neden olan genlerin işlevini durdurmak 2-Organizmaya yeni özellikler kazandıracak genler eklemek Buraya kadar bakteri kendi yaşamını kurtarıyor. Bize faydası ne?dediğimizde,işte bu aşamada CRISPR/Cas9 sisteminin işlevinin canlılar açısından önemi ortaya çıkar. Bu çalıştaylarda özetle CRISPR/Cas9 Dizaynı: Ülkemizde, uygulamalı ilk CRISPR/Cas9 çalıştayı Üsküdar Üniversitesinde yapılmıştır. Bulunduğum üniversitede Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen bilim insanlarıyla birlikte şahsımda invitro ortamda,nano düzeyde DNA ameliyatı yapılması işlemine iştirak ettim. Bu bilim dalına gönül vermiş olanların bu tür çalıştaylara katılarak pratiklerini geliştirmelerini tavsiye ederim. 1-Ne yapılacağına karar verilmesi (Nakavt mı?DışarıdanDNA eklemesi gibi) 2-Hedef DNA’nın seçilmesi 3-Hedef DNA için gRNA dizaynı ve sentezi 4-DNA eklenmesi olacaksa eklenilmek istenen DNA’nın sentezi (ssDNA veya dsDNA) 5-gRNA’nın plazmite aktarımı, doğrulanması ve çoğaltılması (Bu stratejiye göre değişir.) 6-Doğru klonun seçimi için stratejiye karar verilmesi 7-Transfeksiyon stratejisine karar verilmesi 8-CRISPR/Cas9’un başarılı olduğu hücrenin seçimi Genetik alanında çalışan bilim insanları CRISPR/Cas9 ‘un heyecanını yaşayadursunlar; yeni bir gelişme işlerini daha da kolaylaştıracaktır.Yakın bir gelecekte insan genlerinde değişiklik yapmak kaçınılmaz olacaktır. Bu sistem pek çok etik tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Bazı kısıtlamalara rağmen birçok ülkede insan embriyosunda çalışmalar yapan bilim insanları bulunmaktadır. Bilimsel çalışmalar olumlu kullanıldığında her daim çözüm üretirler. CRISPR/Cas9 sistemi nedir? Tabiatta her canlı türünü devam ettirmek ister. Bir canlı saldırıya uğradığında saldırgana karşı savunmaya geçer. Bu saldırılardan korunma ilk canlı olarak kabul ettiğimiz bakteri ve arkealara kadar gider.Basit canlı türü dediğimizbu canlılarda kendilerini korumaya yönelik, basit kelimesinin aksine mükemmel bir genomik koruma sistemi vardır.Milyonlarca yıldır bakteriler kendi genomlarını,bakteriyofaj olarak isimlendirilen virüslerin veya plazmitlerin saldırılarından korumuşlardır. Hedeflenen genlerin inaktif hale gelmesi,DNA’nın modifiye edilmesi,DNA’nın içindeki bozuk parçayı çıkartmak yada yenisini yerleştirmek canlılar aleminde çok büyük değişikliklere yol açacaktır. Görünüşte basit ve kolay gözüken bu sistem gelecekte çok büyük etkiler ortaya çıkartacaktır. Temennimiz canlılar alemine zarar verecek durumların çıkmamasıdır.Bilindiği gibi geçmişte atomun parçalanma buluşu insanlık için çok iyi şeylere ışık tutacak denilmişken atom bombası yaşadığımız dünyada beklenmedik maddi ve manevi zararlar vermiştir. Cas9’un hedef DNA’lar üzerinde rastgele değil de crRNA’lar (rehber RNA) sayesinde nokta atışı yerlere bağlanabilmesi. Bir virüs DNA’sını hedef almak yerinebir gen dizilimini kullanarak rehber RNA üretirsek bu sayede Cas9 bizim hedeflediğimiz gene bağlanacaktır. Cas9’un aktif kısmındaki bir mutasyonla DNA’yı kesemez hale getirdiğimizde ise elimizde DNA üzerine boncuk dizer gibi bloklar yerleştirebileceğimiz bir sistemimiz olur. RNA polimerazen basit şekliyle, DNA sarmalının tek şeridi üzerinde kayarak ilerler ve RNA sentezler. crRNA sayesinde de DNA üzerinde istediğimiz yere yerleştirdiğimiz inaktif Cas9’lar,yol keser gibi hareket ederler ve RNA polimerazın DNA üzerinde kaymasını engellerler.Böylece hedef alınan gen için RNA sentezlenememiş olur ve gen inaktif olur. Kanada’da bir grup bilim insanı DeepGenomics isimli bir proje başlattılar.Bu projedeki bilgisayar programı, üstünde oynama yapılacak genin sebep olacağı değişiklikleri tahmin edebilecek. CRISPR/Cas9 hedefli genom düzenleme teknolojisi insanların kas distrofisi,körlük, orak hücreli anemi,pıhtılaşma hastalığı, ilik kanseri,HIV ve burada belirtilmeyen birçok genetik hastalığa çare olma potansiyeli taşır. Bu teknik fareleri veya belirli genetik farklılıklar barındıran diğer hayvanları üretmek için geleneksel genetik manipülasyonlara nazaran çok daha hızlı ve kolay bir yol sunmaktadır.Özellikle insan hücrelerinde etkili ve güvenli olması için halen geliştirilmeye ihtiyacı vardır. Sonuç olarak genetik bilimine gönül vermiş gençler, gelecekte bizi CRISPR/Cas9 gibi bekleyen birçok sürprize hazır olun. 21 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Biliyor Muydunuz? Adli tıpçılar sivrisineklerin karınlarındaki insan kanına ait DNA’nın eşleştirilmesi ve bu yolla kimin ısırıldığını belirlemek üzerine çalışmaya devam ediyorlar. Bu teknik polisin suç mahallinde bulunanları belirlemesine deyardımcı olabilir. Bunu gerçekleştirebilmek için cevaplanması gereken sorulardan birisi sivrisineklerin insan kanını sindirmesinin ve DNA’nın tespit edilemez hale gelmesinin ne kadar sürdüğü idi.Japonya’daki Nagoya Üniversitesi’nden adli tıpçı bilim insanları 15 Haziran’da PLOS’ta yayınladıkları araştırmaları ile bu soruya cevap verdiler. DNA Eşlenmesi Kaliforniya Üniversitesi bilimcileri tek bir DNA molekülünün nasıl kendini eşlediğini yakından gösteren bir kayıt yaptı. Yaşamın bu en temel bileşeninin geçirdiği bu sürecin, sanılandan çok daha fazla rastgelelik içerdiği görüldü. DNA Eşlenmesi Nedir? Çift sarmallı DNA, birbirine dolanmış durumda iki genetik malzeme iplikçiğinden oluşur. Helikaz adı verilen enzimin bu iplikçikleri ayırır ardından Primaz adı verilen başka bir enzim, iplikçiklerin her birine bir “primer” takarak devam eder. Daha sonra DNA Polimeraz enzimi bu primerlere tutunur ve ipliklerdeki bazların karşına uygun bazlar yerleştirerek, her birinden birer çift sarmal oluşturur. Çift sarmallar, birbirlerine ters yönlü yerleşen iki eş iplikten oluştuğu için bunlardan birine “öncü iplik” denir. Diğerine ise “gecikmeli iplik” adı verilir. Bilimciler uzun süredir öncüiplikve gecikmeli ipliklerdeki DNA polimerazların, eşlenme süreci boyunca bir şekilde birbirleri ile koordineli olduklarını varsayıyorlardı. İki iplikçiğin eşlenme süresi hemen hemen eşit oluyor. Fakat işin ilginç yanı, süreç boyunca birbirlerinden bağımsız şekilde davranan iplikler, şaşırtıcı durma ve devam etmeler yapabiliyor. Bazen gecikmeli iplik sentezlemeyi bırakıyor ama öncü iplik büyümeye devam ediyor. Bazen deipliklerden biri normal hızının 10 katı hızda eşleme yapmaya başlıyor ve görünüşe bakılırsa bunu yapmasının herhangi bir nedeni de yok. Bu durumda, genetik eşlenmenin mutasyonlar olmadan nasıl gerçekleştiği konusunda en baştan düşünmemiz gerekecek. “Bu gerçek bir paradigma kayması (doğru sanılanları değiştirici durum) ve ders kitaplarında yazanların çoğunu sarsıyor” diyor,ekip üyelerinden StephenKowalczykowski. Kowalczykowski, yaptıkları çalışmalar sonucunda, eşlenme sırasında iki DNA iplikçiği arasında koordinasyon olmadığını ortaya koyduklarını belirtiyor. Ayrıca bu koordinasyon yokluğundan dolayı, DNA çift sarmalında bir “güvenlik düğmesi” olması gerektiği anlaşıldı; devreye girdiğinde helikazın daha fazla açma yapmasını durdurup, polimerazın yetişmesini bekliyor. Üç Partnerinin Genlerini Eşit Biçimde Kullanarak Üreyen Semender Bilindiği üzere kleptogenez üreme biçiminde dişi, erkeğin genlerini alıp yalnızca bir kısmını tutar ve gerisini kullanmaz. Yani bu üreme biçimi erkek donörlerden genetik materyal hırsızlığı olarak da tanımlanabilir. Konumuzda bahsi geçen canlı çok eşli dişi semender, genetik devamlılığı için şubasit genetik formülü kullanır: Birden fazla erkek ile birlikte olarak, her partnerinin genetik materyalinden eşit parçalar kullanarak yavrusu için genomik başarı şansını artırmak. Iowa Üniversitesi biyologları tarafından gerçekleştirilen araştırmada, sadece dişi yavrular üreten Ambystoma semenderinin genetik analizi yapıldı. Ambystoma laterale, Ambystoma texanum ve Ambystoma tigrinum adları ile bilinen üç ayrı semender türünden farklı erkek bireyler ile çiftleşen dişinin yavrusunda üç türden de dağılım olarak eşit oranda genetik profil izine rastlandı. Araştırmacılardan Iowa Üniversitesi biyologlarından Maurine Neiman’a göre evrimsel olarak başarılı olmuş bireylerin gen ekspresyonu seviyesi ve kualifikasyonları(yeterlik, nitelik) büyük benzerlik göstermektedir. Genome Biology and Evolution‘da yayımlanan araştırmaya göre, bu denge belirli bir hibrid soyunun sürekli bir başarıya sahip olması için gerekli bir parametre olabilir. Sivrisineklerin Emdikleri Kandan DNA Tespiti leri yapıldı. Araştırmacılar 7 gönüllüden sivrisineklerin kendilerini ısırmalarına izin vermelerini istediler ve iki farklı sivrisinek türünü kanı sindirmesi için belirli sürelerboyunca beklettiler. (0, 1, 2, 3, 4, 6, 8, 12, 18, 24, 36, 48, veya 72 saat) Ardından insan DNA’sı izole edildi, PCR tekniğiyle belirli DNA parçaları çoğaltılarak miktarları ölçüldü ve genotip analiz- Ekip böylece sivrisineklerde beslendikten sonra hangi sürelerde ne kadar DNA kaldığını ve gönüllülerden önceden alınmış tekil kan örnekleri sayesinde de DNA’ların kime ait olduklarını tespit etmiş oldu. İki güne (48 saat) kadar olan sürelerde DNA’lar elde edilebilir ve kimlik belirlenebilirken yaklaşık üç günden (72 saat) sonra sineklerin kanı tamamen sindirdiği ortayakoyuldu. Metotlarını geliştirmeleri ve daha fazla veriyle daha kesin sayısallaştırmalar yapmaları gerektiğini düşünen ekip lideri ToshimichiYamamoto çalışmalarının suç mahallinde inceleme yapanlara yardım etmesi ve davalarda ek bir kanıt olarak kullanılabilmesini umuyor. Aziz Sancar; Sigara Nobel ödüllü bilim adamı Prof. Dr. Aziz Sancar önderliğinde UNC Tıp Fakültesi’nden bir ekip sigaranın sebep olduğu genetik hasarları ortaya çıkardı.Sigara içmenin DNA hasarına, akciğer kanserine ve daha birçok organın deformasyonuna yol açtığı onlarca yıldır bilinen gerçeklerdi fakat ilk kez Prof. Dr. Aziz Sancar ve UNC Tıp Fakültesi Biyokimya ve Biyofizik dalından Prof. Sarah Graham Kenan, bu kanserojen maddenin DNA hasarını genomda yüksek çözünürlükte haritalamak için bir yöntem geliştirdi. The National Academy Of Sciences’ın Bildiriler Kitabı’nda yayınlanan çalışmada, Sancar ve ekibi sigara dumanında yüksek oranda bulunan kimyasal kanserojen benzo [a] pirenin (BaP) neden olduğu tüm hasarları haritalamak için kullandılar. BaP Nedir ? Benzo [a] piren; basit, sağlam, karbon açısından zengin bir hidrokarbon ve polisiklik aromatik hidrokarbonlar ailesinin bir üyesidir. Tütün bitkileri gibi yanan organik bileşiklerin bir yan ürünüdür. Normalde toksik bir hidrokarbon, kişiye solunum yolu ile veya yemek yiyerek ulaştığında kandaki enzimler tarafından daha küçük, daha güvenli moleküllere parçalanırlar. BaP için de bu durum geçerlidir ancak koruyucu reaksiyonlar aynı zamanda benzo [α] piren diolepoksit (BPDE) adı verilen bir bileşik üretir. BPDE, DNA ile kimyasal reaksiyona girerek guanin bazı ile çok sıkı bir bağ oluşturur. Bu bağ genlerin artık uygun proteinleri üretemediği ve DNA’nın hücre bölünmesi sırasında düzgün şekilde kopyalanamayacağı anlamına gelir. Bu süreç mutasyon temelli hastalıklarla sonuçlanabilir. Tedavi İçin Çalışmalar Sürüyor Ohio Üniversitesi’ndenH. Lisle Gibbs önderliğinde, laboratuvar örnekleri alınarak yaklaşık 3.000 genin analizi sonucu “triploid” yani üç farklı genoma sahip olan dişinin genetik analizi yapıldı. Analizlere göre totalde %72’lik bir gen topluluğunun üç farklı semender türünün erkeğinden geldiği bulundu. Diğer bir deyişle tüm dişi semenderler yaklaşık olarak her bir semender türünden eşit oranda geni bünyesinde bulunduruyor. Aziz Sancar, 2015 yılında Nobel ödülü aldığı çalışmasında ortaya koymuştu. Nükleotid eksizyon tamiri olarak bilinen bu mekanizma, DNA’nın hasarlı kısımlarını çıkarıp, özel proteinler ile tamir edilmesini içeriyor. Aziz Sancar: “Bu yeni yöntem, nükleotid eksizyon tamiri ile ilgili her türlü DNA hasarına uygulanabilir.” Sancar, Li ve meslektaşları şimdi diğer çevresel toksinler ile ilişkili DNA hasar onarımını haritaya koymak için yeni tekniği kullanıyor. Peki tüm bu genler hangi mekanizmalar ile seçilerek başarılı bir hibrid bireyi meydana getiriyor ve bu genler neye göre seçiliyor? Son Olarak, UNC Lineberger Kapsamlı Kanser Merkezi’nin üyesi olan Sancar, “Bu, ABD’de kanser ölümlerinin yaklaşık% 30’unu oluşturan bir kanserojen ve biz artık genom üzerinde neden olduğu hasarın geniş bir haritasına sahibiz.” dedi. 22 23 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Sıradışı Bir Kariyer, Bilime Adanmış Bir Ömür: Jane Goodall Sabahattin ERİŞEN - Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Bir Merak Filizleniyor… Vahşi Doğada Geçen Yıllar 3 Nisan 1934’te İngiltere’de orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jane Goodall, çocukluk yaşlarından itibaren doğa olaylarına duyduğu ilgiyi belli ediyordu. Henüz 4,5 yaşındayken yumurtanın tavuktan çıkışını gözlemlemek için bir kümeste saatlerce beklemiş ve sonunda amacına ulaşmıştı. Bu gözlemleme yeteneği ve olağanüstü sabrı kendisinin elde ettiği başarıların en büyük kaynağı olacaktı. Jane her zaman vahşi hayvanlarla yaşamayı ve onlarla ilgili yazılar yazmayı hayal ediyordu. 14 Haziran 1960’ta Gombe Stream Şempanze Rezervine geldi. O dönem Tanzanya İngiliz sömürgesiydi ve İngilizlerin inisiyatifi üzerine annesiyle beraber gelmişti. Jane’in muazzam sabrı onun yıllar içinde şempanzeler hakkında çok önemli sonuçlar elde etmesini sağlayacaktı. İlk haftası oldukça zorlu geçti. Şempanzeler ona karşı oldukça çekingen ve korkak davranıyorlardı. Hal böyle olunca Jane dürbünüyle birlikte bir tepeye çıktı ve hayvanları oradan izlemeye başladı. Bu süreçte gözlemleriyle ulaştığı ilk yanlış bilinen olgu “şempanzelerin vejetaryen olduğu”ydu. Jane, David Greybeard adını verdiği bir şempanzenin bir çalı domuzunu yediğini ve yemeğini bir dişi ile paylaştığını gördü. Daha sonra pek çok kez onların da avlandığına tanık oldu.Ancak bu Jane’inen ilginç tecrübesi değildi, yine şempanze David’in termitleri yuvasından çıkarmak amacıyla bir çubuk kullandığını ve bu çubuğu yapraklarından ayırma suretiyle özel olarak biçimlendirmesi hayret vericiydi. Dönüm Noktası ve Bir Maceranın Başlangıcı 18 yaşında liseden mezun olduktan sonra lisans eğitimi almak yerine Afrika’ya gidebilmek için garsonluk ve sekreterlik gibi işlerde para biriktirmeye başladı. 1957 yılında hayatının dönüm noktası olacak işe adımını attı. 2 Nisan 1957’deMombasa(Kenya) limanına varan Jane, birkaç hafta içinde ünlü arkeolog ve paleontologLouis Leakey ile buluştu. Jane, Louis’nin asistanı olarak çalışacak, Louis ise Jane’e kılavuzluk ve hocalık yapacaktı. Louis ve eşi Mary insana ait pek çok fosil bulmuştu ve o güne kadar bilinenin aksine insanlığınilk atalarının Asya’da değil Afrika’da ortaya çıkmış olabileceğini düşünüyorlardı. Bu düşüncelerin ışığında insan atalarının davranışlarını incelemek isteyen Louis bazı yönleri ile insana yakın sayılabilecek goril, şempanze ve orangutanların incelenmesini elzem görüyordu. Asistanının enerjisinden, genel kültüründen ve hayvanlara olan ilgisinden etkilenen ünlü bilim adamı bu görevi Jane’e verdi ve onu Tanzanya’da bir göl kıyısına gözlem yapmak üzere görevlendirdi. O dönemin bilim çevrelerinin tepkilerine aksineLouis’e göre doğa bilimleri eğitimi almamış bu kız bu iş için uygundu. Ona göre özel bir eğitim almadığından, gözlemlerini önyargısız yapabilecek ve görmesi gerektiğini düşündüğünü değil sadece gördüklerini tarif edecekti. 24 JaneGoodall bu tecrübeyi katıldığı bir etkinlikte şöyle aktarıyor: ‘’Ben 1960’ta ilk kez Gombe’deyken çok canlı hatırlıyorum-Sanki dün gibi, ilk zamanlar bitki örtüsünden geçerken şempanzelerin bazıları bana alışmış olsa da çoğu hala benden kaçıyordu. Beyaz karınca yığınının üzerinde kambur duran büyük, karanlık bir şey gördüm ve ona dürbünümle baktım. O, neyse ki David Greybeard adını verdiğim bir yetişkin erkekti- ve bu arada o zamanlar bilim bana şempanzelere isim vermemem gerektiğini söylüyordu. Hepsinin numaraları olmalıydı, bu daha bilimseldi. Her neyse, gördüm ki David küçük çimen parçaları koparıp onları yeraltındaki yuvalarından beyaz karıncalar avlamak için kullanıyordu. Ve sadece bu da değil bazen yaprakla kaplı bir dal alıp yaprakları soyuyordu. Belirli bir amaca uygun hale getirmek için bir nesneyi değiştirmek, alet yapmanın başlangıcı. Bunun bu kadar heyecan verici ve bu kadar büyük bir atılım olmasının sebebi, o zamanlar sadece ve sadece insanların alet yapıp kullandıklarının düşünülmesiydi. Ben okuldayken, biz insanoğlu, alet yapanlar olarak tanımlanıyorduk. Bu yüzden Louis Leakey, akıl hocam, bu haberi duyduğunda “Şimdi ya insanoğlunu ya aleti yeniden tanımlamalı ya da şempanzeleri insan kabul etmeliyiz.” dedi. Biliyoruz ki yalnızca Gombe’de şempanzeler farklı nesneleri farklı amaçlar için 9 farklı şekilde kullanıyorlar.’’ Bilim Dünyası Jane ile Tanışıyor Jane’in çalışmaları Louis’i oldukça etkilemişti. Bu çalışmaların yayımlanabilmesi ve bilimsel platformlarda kabul görebilmesi için Jane’in doktora sahibi olması gerekiyordu. Louis’in yardımıyla Cambridge Üniversitesi’nde bir etoloji doktorası ayarlandı. Jane lisans eğitimi almadan doktora sahibi olan 8’inci öğrenciydi. Jane bugün çeşitli üniversitelerden aldığı 20’ye yakın fahri doktora sahibidir. Jane, Banana Club adını verdiği bir beslenme metodu buldu. Bu sayede şempanzelere daha çok yaklaşabiliyor ve onları daha yakından gözlemleyebiliyordu. Başlarda şempanzelerin nazik olduğunu düşünse de gözlemlerinden sonra onların da insanlar gibi vahşileştiğini, kavga edebildiğini fark etti. Bununla birlikte çıkardıkları 20’den fazla sesle bir dilleri olduğu sonucuna ulaştı. Jane Goodall Enstitüsü Jane Goodall 55 yıl boyunca Gombe’de araştırma yaptı fakat yaptıkları bunlarla sınırlı kalmadı. Çalışmalarını kurumsal hale getirebilmek için geçtiğimiz günlerde 40. yaş gününü kutlayan JaneGoodall Enstitüsü (JGI)’nü kurdu. 1991’de bölge halkının da kalkınması için Roots&Shoots adında anaokulundan üniversiteye uzanan bir program başlattı. Yaptıklarıyla tüm dünyada en saygın kadın figürlerden biri oldu ve en prestijli kurum ve kuruluşlardan sayısız ödül aldı, birçok filme ve kitaba konu oldu. Aynı zamanda 2002’den bu yana Birleşmiş Milletler Barış Elçisiunvanını taşır. Son yıllarda da tüm dünyada çalışmalarını aktarmak için konferans konferans gezen ve herkesi şempanzeleri koruma yolunda bilinçlendirmek için çabalayan bu değerli bilim insanına katkılarından dolayı minnet ve saygılarımızı sunuyoruz. 25 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Kitap Yorumu: Yaşamın Sırrı DNA “İnsanlık sahip olduğu genetik malzemeyi ilk defa 2000 yılında çözerek tanrının dili dediği kendi kodunu okumayı başardı.” İlk cümlesi ile beni kendine bağlayan ve okuduğum her cümlede heyecanımı daha da artıran Yaşamın Sırrı DNA, bilime ilgi duyan herkesin okumasını şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap. Ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanlarından Dr. Bahri Karaçay tarafından 2010 yılında kaleme alınmış olan eser, son derece sade ve herkese hitap edecek bir dille yazılmış. Kitabın içeriği, başlığını haklı çıkartacak cinsten. Öyle ki kitapla birlikte adına DNA dediğimiz bu mucizevi molekülün, ilk insandan bu yana anlamaya ve içinde var olmaya çalıştığımız yaşam denizinin her parçasını nasıl oluşturduğunu, kısacası yaşamın sırrının DNA’nın içine nasıl kodlandığını öğreniyoruz. Kitap on dört bölümden oluşuyor. Her bölüm DNA ile ilgili başka bir gerçeğe, dolayısıyla hayatın başka bir alanına ışık tutuyor. Kitap, insanlığın kökeninden ölümsüzlüğe, Mendel’in kalıtım yasalarından genetik hastalıkların çözümüne kadar hayatın birbirinden son derece uzak noktalarında bulunan ama aslında bir bütün olarak DNA’mızın içinde var olan birçok konuyu detaylı bir şekilde bizlere aktarıyor. İnsanlığın kökeninin Afrika’da yaşayan bir insan topluluğundangeldiğini, çeşitli sebeplerle dünyanın dört bir yanına dağılan bu grup sayesinde dünyanın bugünki nüfusuna ulaşmış olduğunu öğrenmemizi sağlayan genetik bilimi bizi hayatın başlangıcına da; transgenik ürünler, kök hücreler ve gen tedavileri ile hayal edebileceğimizin ötesinde bir geleceğe de götürebiliyor. Kitabı okurken milyonlarca yıl öncesinden geleceğe uzun ve keyifli bir yolculuk yapıyorsunuz aslında. Size bu uzun ve inanılmaz yolculuğu yaptıran tek şey ise DNA’nın ta kendisi. İnsan Genom Projesi’nin tamamlanması diğer canlıların da genetik yapılarının anlaşılmasına öncü olurken, insanlık aslında şunun da farkına varıyor: Bu dünya üzerinde var olan hiçbir şey birbirinden bağımsız değil. Virüslerden insanlara, bakterilerden hayvanlara kadar bütün canlılar DNA’nın çatısı altında toplanıyor. İnsanlar için geliştirilecek olan bir tedavinin, dışarıdan bakıldığında insan türüyleherhangi bir alakası olabileceğini aklımızın ucundan dahi geçirmeyeceğimiz ancak genetik olarak bize çok benzeyen farklı hayvanlar üzerinde denendikten sonra insanlara uygulanabilmesi, bu uygulamayı yaparken bakterilerin ve virüslerin kullanılması, sahip olduğumuz farklılıklarla beraber nasıl da bir bütün olduğumuzu gözler önüne seriyor. Kitap, bu bütünlüğü akıcı ve güzel bir kurgu ile bize anlatıyor. Yaşamın Sırrı DNA’yı okurken geçmişten bugüne bilim insanlarının çalışma idealizmine ve azmine, ufacık bir geni anlayabilmek adına yıllarca harcadıkları çabaya ve sonunda bu çabanın meyvelerini aldıklarında yaşadıkları mutluluğa şahit oldum. Genetik bilimine dair öğrendiklerimin yanı sıra, bir moleküler biyoloji ve genetik bölümü öğrencisi olarak bilim insanı olmak adına daha ilk adımlarımı attığım bu uzun ve meşakkatli yolda yürümenin ne kadar anlamlı olduğunu da keşfettim. Benimle aynı yolda yürüyen herkesin bu bilince ulaşması adına Yaşamın Sırrı DNA’yı okumanın güzel bir başlangıç olacağını düşünüyorum. Ancak şunu da eklemem gerekiyor ki bilim sadece onunla uğraşanlara özgü değildir, evrenseldir ve dünya üzerindeki herkese, her şeye aittir. Herkesin bilimle tanışması idealini taşıyan biri olarak bu tanışmayı Yaşamın Sırrı DNA ile yapabileceğiniz kanaatindeyim. Şimdiden keyifli okumalar. Film Yorumu: GATTACA ‘’Kader için bir gen yoktur.’’ Yönetmenliğini Andrew M. Nicol’un yaptığı 1997 yapımı,başrollerinde Ethan Hawke (Vincent) ve JudeLaw’ın (Jerome) oynadığı, NASA tarafından en iyi bilim kurgu filmi seçilen eserdir. Filme ismini veren kuruluş GATTACA binasıdır ve ismi DNA zincirini oluşturan dört nükleotid bazı olan Guanin (G), Adenin(A), Timin (T) ve Sitozin (C) bileşiklerinin baş harflerinden oluşmaktadır. Gen ırkçılığı filmin ana teması olmak ile birlikte “ mükemmelliyetçiliğin “ insanlar arasında yarattığı sınıf farkını da gözlemlemekteyiz. Film türü bilim kurgu olmasına rağmen yakın gelecekte oluşacak DNA ayrımcılığının da gerçekleşme ihtimaline de değinir. Filmin vizyona girdiği yılın İnsan Genom Projesi’nin oldukça konuşulduğu yıllara denk gelmesi de diğer bir dikkat çeken konu olmuştur. Filmde, laboratuvar ortamında kusursuz üreme hücrelerinin seçildiği bir dönemde, doğal koşullarda üstelik aşk çocuğu olarak dünyaya gelen Vincent ve onun hayali için yaptıkları anlatılmaktadır. Doğal yollarla dünyaya gelen Vincent ilerleyen teknolojinin, kan örneği ileyapılan hastalık ve yaşam süresi belirleme testlerin de kalp rahatsızlığı ile doğduğu anlaşılmış ve yaşamı için sadece 30.2 yıl biçilmiştir. Genetik kusurları olması nedeniyle toplumun alt tabakası olan bir “geçersiz”dir ve bu tabakaya ait görüldüğü için en büyük hayali olan uzay yolculuğuna doğduğu koşullarda çıkamayacaktır. Vincent’ın genetik kusurlu olarak doğmasından sonra ailesi, kardeşi için yumurta seçerek genetiği kusursuz bir çocuk dünyaya getirir. Vincent’ın babası için kardeşi Anton en iyi çocuğu olarak görülür ve Vincent kardeşi Antonile hep rekabet içine sokulur. Kardeşinin üstünlüklerinin altında sürekli ezilen Vincent onunla denizde “cesaret yarışı” yapmaktadır. Yarışı kazanan her zaman kardeşi olur. Bir gün Vincent kardeşini bu yarışta yener ve kazandığı bu yarış onun için bir umut olur. Hayallerinin peşinden gitmek için evi terk eder. Vincent, GATTACA binasına hizmetli (hademe, temizlikçi) olarak işe başlar. Genetik kusurları olmasına rağmen hayalini gerçekleştirmek için kendi şansını yaratmaya karar verir. Yasal olmayan yollardan genetik olarak kusursuz yani bir “geçerli” olan Jerome’un kimliğine bürünür ve GATTACA’ya çalışan olarak girer. GATTACA’ya kabul için Jerome’un kan, idrar ve saç örneklerini kullanan Vincent kendine yeni bir kimlik edinir. Birinci sınıf navigatör olarak görevine başlayan Vincent, işinde çok başarılı olur ve prestiji yüksek bir gen ürünü olarak Titan’a gönderilmek için seçilen kişilerden biri olmaya hak kazanır. Ancak görevine gitmesine 1 hafta kala GATTACA’nın yöneticilerinden biri vahşice öldürülür. Olay yerinde bulunan tek bir kirpik ile işler Vincent için sarpasarmıştır. Tek bir suçlu vardır, bu kişi bir “geçersiz” dir. Vincent, bu olay ile birlikte yıllar sonra karşılaştığı kardeşiyle tekrardan bir yarış yapar ve kardeşi bunu nasıl başardığını sorduğunda ona: Geri dönmek için hiç güç bırakmadım, diyerek yaptığı onca çabanın asıl kararlılığını ve yıkılmayan umudunu biz izleyenlere gösterir. Sitoteknolog Tuba ABACIOĞLU - Acıbadem Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Ece TELATAR - Acıbadem Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik 26 27 1888 yılında gazetede yanlışlıkla ölüm haberinin yayınlanması sonucu, haberi gazeteden okurken, öldükten sonra patlayıcı bir madde yapmış olmakla anılmanın hoşuna gitmediğini fark eden Nobel daha güzel hatırlanmak adına bir fikir buldu ve o fikri vasiyet olarak yazdı. Bıraktığı vasiyette tüm mirasını bugün hepimizin adını bildiği dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Nobel Ödülünün verilmeye başlanması ve bunun her yıl devamlılığının sağlanması için kullanılmasını istemişti. Tıp, fizik, kimya, edebiyat ve barış alanları olmak üzere 5 dalda verilen Nobel ödüllerinin ilki 1901 yılında sahiplerini bulmuştur. Ödüller Alfred Nobel’in ölüm tarihi olan 10 Aralık tarihinde sahiplerine verilmektedir. Nobel’in vasiyetinde havyanlarda da bağışıklık sağladığını ispatladığı için Emil Adolf von Behring’e, edebiyat alanında Sully Prudhomme isimli Fransız bir şaire, barış alanındaki ilk Nobel Kızılhaç Teşkilatının kurucusu Henry Dunant ve Uluslararası Barış Birliği kurucusu Frederick Passy’ye, ilk Nobel ekonomi ödülü ise ‘ekonomik süreçlerin analizi için dinamik modeller geliştirip uygaladıkları’ için Jan Tinbergen ve Ragnar Frisch’e 1969 yılında verilmiştir. LIVE YOUNGER LIVE LONGER 2009 elden verilmektedir. Kazanan her kişiye sahnede konuşma hakkı verilirken istemedikleri takdirde konuşma yapmamaları da mümkündür. İlk Nobel ödülü sahipleri ise fizik alanında x-ışını keşfinden dolayı Alman Wilhelm Conrad Röntgen’e, kimya alanında çözeltiler hakkında yaptığı çalışmaları için Jacobus H. Van’tHoff ’a, tıp alanında difteriye karşı aşılanmış hayvanlardan alınan kan sermunun başka Ödül kazandığı halde yaşarken ödülünü alamayan isimler de olmuştur. Adolf Hitler Almanyasında hükümetin karşı olması yüzünden 3 isim ödülünü alamamış, aynı zamanda Sovyetler Birliğinin baskısı sonucu Boris Pasternak dünyaca ünlü romanı Doktor Jivago ile hak ettiği Nobel ödülünü alamamıştır. Öte yandan Nobel ödülüne layık görüldüğü halde hayatı boyunca bir kuruma bağlı olmadığını göstermek adına hiçbir ödül kabul etmeyen Jean Paul Santre, Nobel’i de reddetmiştir. 1973 yılında Vietnam’ın içinde bulunduğu durum nedeniyle Lê Ðức Thọ da Nobel Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Nobel ödülünün en genç yaştaki sahibi ise 17 yaşındaki Malala Yusufzay’dır; eğitim ve kadın hakları aktivistliği sayesinde 2014 Nobel Barış Ödülünü almıştır. Nobel Ödülü’nün en yaşlı sahibi ise 90 yaşındaki Leonid Hurwicz’dir;ödülünü ekonomi dalında almıştır. Çarpıcı olarak günümüze kadar Nobel Ödülünü üç kişi hapisteyken kazanmıştır.2015 verileri itibariyle Nobel Ödülü kazanan toplam 870 kişiden 48’i ise kadındır. A bulunmamasına rağmen 1969’dan itibaren ekonomi alanında da ödül verilmeye başlanmışsa da o tarihten sonra başka bir alan daha eklenmeyeceği bildirilmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın gerçekleştiği yıllar dışında günümüze kadar her yıl aralıksız olarak ödül verilmeye devam edilmektedir. Nobel Barış haricindeki ödüller İsveç’in başkenti olan Stockholm’de, barış alanındaki nobel ise Norveç’in başkenti olan Oslo’da B Yüzyıllar boyunca insanlığa çeşitli alanlarda hizmet edecek ve insanların hayatlarını değiştirip, güzelleştirecek bir sürü buluşlar ve icatlar yapıldı. Bunlar kimi zaman somut bir madde ya da bir denklem olurken bazı zamanlarda sadece savunulan birer fikirdi. 1800’lerde yenilik katan başarılı ve önde gelen bilim insanlarından biri ise Alfred Nobel’di. 1833 yılında Stockholm, İsveç’te doğan Nobel 63 yıllık hayatı süresince çeşitli icatlar yaptı. Amaçlarından biri nitrogliserini patlayıcı madde olarak kullanmaktı. Çalışmaları sırasında bir laboratuvar patlatmış olsa da sonrasında calışmalarına aynı şekilde devam edip kendine yeni bir yer kurdu. 1864 yılında çalışmaları sonuç verdi ve dinamit barutunu buldu. Bununla yetinmeyerek 1877 yılında daha sonradan ‘balistit’ adını vereceği yeni bir çeşit barut tasarladı. Çalışmalarını İtalya’da sürdürmeye devam ederken ardında bir vasiyet bırakarak 1896 yılında öldü. ERE SCIE N C E Gökcem ERDURUR - Acıbadem Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik INNIG EW Z I 15 Ekim 2017,TSayı 2 E PR M LO Nobel Ödülü Nedir? D ON NOBE E S L Bezelye Dergi TA-65MD® 250 Ünite, 90 kapsül 250 ünite TA-65® içerir. İhtiyaca ve yașa göre 1-4 kapsül alınabilir. Yașlanma etkilerine karşı, günlük önerilen dozlarda uzun dönemli kullanımı güvenlidir. telomer.com.tr 28 [email protected] 0 216 250 61 29 61 0 530 384 02 32 Bezelye Dergi 15 Ekim 2017, Sayı 2 Demek Mezun Oldunuz, ya Sonra? (Amerika) İpek Duygu TÜRKDEMİR - Acıbadem Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Son dönemde Dünya’da en revaçta olan bilimsel bölümlerden birisi de Moleküler Biyoloji ve Genetik. Ülkemizde yurt dışında eğitim deyince belkide ilk akla gelen ülke A.B.D. Fakat Amerika’da kaliteli eğitim almak kolay değil. Her şeyden önce doğru bir üniversite tercihi çok önemli. Amerika da iki farklı üniversite tipi var; Eyalet üniversiteleri ve Devlet üniversiteleri. Genellikle devlet üniversiteleleri daha uygun fiyatlı ve daha fazla bölüm ,alan, içeriyor. Amerika daki üniversitelerden 2 farklı derece alınabilir. Bu dereceler Phd(Doktora) ve Masterdır. 2016 verilerine göre Moleküler Biyoloji ve Genetik mezunlarının Amerika’da en çok tercih ettiği üniversite Princeton Üniversitesi.Princeton ın master ve doktora öğrencilerinin %40 ı başka ülkelerden gelmektedir. Princeton da MBG mezunları için mezuniyet sonrası pek çok program var ve içlerinden en popüler olanı Neuroscience;MBG için diğer programlardan bazıları ise Quantitative and Computational Biology,Molecular Biology,Ecology and Evolutionary Biology gibi 42 tane lisans üstü programı var. Neuroscience programınıikili lisans olarak alabilirsiniz. İkili lisansı Neuroscience ile birlikte; araştırma yapacağınız konu ile ilgili veya Neuroscience programına yakın programlarla beraber alabilirsiniz fakat sadece bazı programlarda geçerli bir uygulama. İkili lisans yapabilmekiçin başvurduğunuz programın yöneticisinin ve diğer programın yöneticisinin onayı gerekiyor. Sadece tek bir programa başvurmak için gerekli olanlar ise:TOEFL veya IELTS sınavlarından istenilen düzeyde bir puan almakayrıca ana dili İngilizce olmayan öğrencilerden pek çok ünlü üniversite(MIT,Harvard,Stanford)bu testler dışında EET Test denilen kendilerinin yaptığı bir İngilizce Gelişim Testine girmenizi istiyor.Bunun yanında GRE Genel Testi denilen problem çözme yeteneğinizi ölçmek amacıyla mezun öğrencilere yapılan bir teste de girmenizi öneriyor ve mezuniyet öncesi okuduğunuz son semesterın notları, transcriptiniz ve referanslarınız başvuru için gerekli olan diğer belgeler. Başvuru ücreti denilen 60$ ile 100$ arası değişen her başvuruda ödemeniz gereken iadesiz bir ücret var. Amerika’daki pek çok üniversite gibi Princeton’da başvuruda özellikle ortalama istemiyor. Lakin eğitim ücreti herkes için uygun olmayabilir 1 senelik eğitim ücreti 48,940$ (Amerika’da ortalama eğitim ücreti ise 36,500$) ve tahmini 1 senelik yaşama ücreti de 30,300$. Aziz Sancar’ın da çalıştığı North Carolina gibi bazı üniversiteler internetten başvuru imkanı sağlıyor. 30 Tanınmış Amerikan üniversiteleri master Phd ve bunlar gibi diğer mezuniyet sonrası eğitimler için burs vermiyorlar. Fakat Amerika’da öğrenciler için pek çok burs imkanı var:bunlardan en popüler olanı Amerikan Hükümeti tarafından uluslararası öğrencilere verilen “Fulbright Yabancı Öğrenci Bursları” Türkiye’nin de dahil de dahil olduğu 155 ülkeden 4.000 e yakın öğrenciye veriliyor. Türkiye’de bu burslardan 3 tanesi bilimsel eğitime veriliyor bunlar :Doktora bursu,sadece 2 sene veriliyor bütün masrafları karşılayan bir burs; Yüksek lisans bursu ve “Prof. Dr. Aziz Sancar Onuruna Biyokimya ve Biyofizik Alanlarında Fulbright Türkiye Özel Bursu”dur. Kadınlar için yaklaşık 90 yıldır AAUW Uluslararası bursları vardır.Bu bursa başvuru yapmak için mezun olmanız ve eğitim sonunda ülkenize dönmeniz yeterlidir. Sivil toplum kuruluşlarının bursları var örneğin Rotary barış bursları bu burslardan yararlanmak için Rotary Barış Merkezlerlerinin olduğu bir üniversite de Master yapmanız gerekiyor mesela Kuzey Carolina Üniversitesi. Herhangi bir bursu alamıyorsanız da üniversitelerde öğrenci-asistanlık yapabilir veya özel ders verebilirsiniz. Amerikada da okumak için belki de en önemli şeylerden biri vize. Amerika da her hangi bir eğitimsel faaliyet için alınması gereken vize türleri F-1 ve M-1 ve ,değişim programları için, J dir. Fakat başvuru yapmadan önce Amerika Türk vatandaşlarından bu vize türleri için ücret istemez. Amerika’da eğitim gördüğünüzü belgeleyebildiğiniz sürece bu vize türlerini uzatabilirsiniz. Öğrenci vizeleri diye de geçen bu vizelere Amerikan konsolokluğunun internet sitesi üzerinden başvuru ypabiliyorsunuz. Harcamalarınız için en uygun yaşanacak yerler orta batı veya Amerika’nın Güneyi. Doktora ve veya Master yaptıktan sonra iş imkanları da Amerika’da diğer ülkelere göre daha fazla ve bu alanlardan bazıları; Sağlık alanı,kriminoloji,farmokoloji, ziraat vb pek çok dalda iş bulabilirsiniz.Ve bu iş imkanları gün geçtikçe artıyor. İstatistiklere göre işe alımlarda Moleküler Biyoloji mezunlarının yeri %21 arttı(2008-2018)Bu iş alanlarından en çok büyüyen ve rabet göreni ise biyoteknoloji ; Biyoteknoloji alanı yılda%4,8 büyüme oranı ile Amerika’da en fazla büyüyen alan. Biyoteknoloji alanı şu ana kadar 200 den fazla terapi ve aşı 400 den fazla ilaç geliştirdi ve bu ilaçları geliştirenlerin %70 i Moleküler Biyoloji mezunu insanlar. Etkinlikler TÜRKİYE’DEKİ ETKİNLİKLER TARİH YER VI. Ulusal Moleküler Biyoloji Ve Biyoteknoloji Kongresi 05-07 Ekim 2017 Çukurova Üniversitesi, Adana 6 Ekim 2017 Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çorum 15.Ulusal Tıbbi Biyoloji ve Genetik Kongresi 26-29 Ekim 2017 Liberty Hotels Lykia World Resort,Ölüdeniz,Fethiye IWBG’17 International Workshop on Biology,Molecular Biology,Genetics and Bioinformatics 28-29 Ekim 2017 Titanic Business Bayrampaşa,Fatih,İstanbul 4. Ulusal Klinik Mikrobiyoloji Kongresi 8-12 Kasım 2017 Rıxos Sungate Kongre Merkezi, Antalya YURTDIŞINDAKİ ETKİNLİKLER TARİH YER Summer School on RNA-protein interactions RNA Structure and Biology 2-6 Ekim 2017 Brno,Çek Cumhuriyeti 15-19 Ekim 2017 Pok Fu Lam,Hong Kong,Çin 3rd Annual Single Cell Analysis USA Congress 23-24 Ekim 2017 Boston,ABD CIRA International Symposium 6-8 Kasım Kyoto,Japonya NGS Workshop 2017 Nordic — NGS Data Analysis Workshop 7 Kasım 2017 Lund,İsveç Clinical NGS Data Analysis Workshop 14 Kasım 2017 Brüksel,Belçika 3rd Zing Bacterial Cell Biology Conference 2017 14-17 Kasım 2017 Tampa,Florida,ABD Annual Congress On Cell Science, Stem Cell Biology And Therapeutics 16-17 Kasım 2017 Atlanta,ABD 15th Rocky Mountain Bioinformatics Conference 7-9 Aralık 2017 Snowmass Vİllage,ABD Nobel Ödülleri 9 Aralık Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarında Akılcı Test Seçimi-Akılcı Laboratuvar Kullanımı Keystone Symposia: Regenerative Biology and Applications – Cell Differentiation, Tissue Organization and Biomedical Engineering 31 Kaynakça Kapak Resmi 1. https://tinyurl.com/ybqa5dew Kapak Hakkında 1. 2. 3. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmedhealth/PMHT0022044/ https://courses.washington.edu/conj/immune/tcells.htm http://www.tcells.org/beginners/tcells/ Editör Yazısı 1. http://statlinks.oecdcode.org/962017041p1t009.xlsx Sağlık Ve Biyolojideki Problemlere Hesapsal Çözümler: Biyoenformatik 2. Shobhit Gupta, JA Stamatoyannopolous, Timothy Bailey and William Stafford Noble, “Quantifying similarity between motifs”, Genome Biology, 8(2):R24, 2007. 3. Cui, H., Zhai, J., & Ma, C. (2015). miRLocator: Machine Learning-Based Prediction of Mature MicroRNAs within Plant Pre-miRNA Sequences. PLoS ONE, 10(11), e0142753. 4. Liu L, Fan XD. (2014) CRISPR-Cas system: a powerful tool for genome engineering. Plant Mol Biol 85: 209–218. 5. Joung JK, Sander JD. (2013) TALENs: a widely applicable technology for targeted genome editing. Nat Rev Mol Cell Biol 14: 49–55. 6. Brooks, C., Nekrasov, V., Lippman, Z. B., & Van Eck, J. (2014). Efficient Gene Editing in Tomato in the First Generation Using the Clustered Regularly Interspaced Short Palindromic Repeats/CRISPR-Associated9 System. Plant Physiology, 166(3), 1292–1297. 7. Maheshwari, S., Brylinski, M. (2015) Prediction of protein-protein interaction sites from weakly homologous template structures using meta-threading and machine learning. J Mol Recognit.,28(1);35.48. 8. Meier, A., & Söding, J. (2015). Automatic Prediction of Protein 3D Structures by Probabilistic Multi-template Homology Modeling. PLoS Computational Biology, 11(10), e1004343. http://doi.org/10.1371/journal.pcbi.1004343. Neden İmmünoloji Çalışıyoruz? 1. Deruaz M., Tager A.M., Humanized mouse models of latent HIV infection , Current Opinion of Virology , 2017, 25:97–104 . 2. Kim P.S., Lee P.P., Levy D., Dynamics and Potential Impact of the Immune Response to Chronic Myelogenous Leukemia PLoS Computational Biology, June 2008, Issue 4:1-17 3. Roitt I.M. at all , Roitt’s Essential Immunology Thirteenth Edition; Immunological methods and applications, Online Chapter. 4. Khalil D.N. et al The future of cancer treatment: immunomodulation, CARs and combination immunotherapy, Nature Reviews Clinical Oncology 13, 273–290 (2016) 5. Gilespie K.M., Type 1 diabetes: pathogenesis and prevention: Canadian Medical Association Journal, July 2016-18; 166-170. 6. Abbas A.K. et al. Basic Immunology: Functions And Disorders Of The Immune System, Fifth Edition Elsevier 2016, 231-246. 7. McDonald P.A.K., et al; Chronic graft-versus-host disease: biological insights from preclinical and clinical studies, Blood Journal 2017 129: 13-21 8. Paluchka A.K., Coussens L.M., The Basis of Oncoimmunology: Cell 164, March 10, 2016; 1233-1247 9. Chinen J., Buckley H.R., Transplantation immunology: Solid Organ and bone marrow; J Allergy Clin Immunol. 2010 February ; 125(2 Suppl 2): S324– S335 Kistik Fibrozis 1. Sted • 2003 • cilt 12 • sayı 4 • 133 kistik fibrozis 2. Özge AYDEMİR’a,Nural KİPER’a Dünyada ve Ülkemizde Kistik Fibrozis Hastalığı Hastalığı Değil Hastayı Tedavi Edelim 1. Nevzat Yüksel; Psikofarmakoloji - Psikiyatri Açısından Farmakogenetik; sf:606-625 2. Necla Benlier; Bireye Özgü Tedavi, Farmakogenetik; Bilim ve Bilim Adamı-04.08.2014 3. Müzeyyen İzmirli; Individual Therapy and Cancer; Tıp Araştırmaları Dergisi; 2013: 11(Ek 1/Onkoloji): 5-8 7 4. O’Donnell PH, Dolan ME. Cancer pharmacoethnicity: ethnic differences in susceptibility to the effects of chemotherapy. Clin Cancer Res. 2009;15(15):4806-14. 21. Yüzyıl Genetik Çağı Olacak 1. 2. http://www.imdb.com/title/tt0119177/ https://www.syntheticgenomics.com/algal-biofuel/ Spor ve Bağımlılık 1. Dever, A. 2010. “Spor Sosyolojisi: Tarihsel ve Güncel Boyutlarıyla Spor ve Toplum.”, e- book, s:21. 2. Fişek, K. 1985. “Yüz Soruda Türkiye Spor Tarihi.”, Gerçek Yayınevi, İstanbul. 3. Yalçın, H. F. 1994. “Beden Eğitimi Öğretmeni El Kitabı.” Gazi Eğitim Fakültesi, Ankara. 15 Ekim 2017, Sayı 2 4. Montgomery ve diğ.1998. “Human Gene For Pysical Performance”, Nature 393;221-222. 5. Ulucan, K. Topal, E. S. Aksulu, B. K. Yaman, B. Çiftçi, İ. C. Bıyıklı, T. (2015). “Atletik Performans, Genetik ve Gen Dopingi.”, İKSST Dergisi, 7(2):58-62. 6. Ulucan, K. (2016). “Spor Genetiği Açısından Türk Sporcuların ACTN3 R577X Polimorfizm Literatür Özeti.”, Clin Exp Health Sci, 6: 44-47. 7. Ulucan, K. Çam, N. Sercan, C. Akbaş, B. Uyumaz, F. Yalçın, S. (2015). “Genç Basketbolcularda Anjiotensin Dönüştürücü Enzim (ACE I/D) ve Alfa- Aktinin-3 (ACTN3 R577X) Gen Polimorfizimlerinin Belirlenmesi İçin Pilot Bir Çalışma. Hacettpe Spor Bilimleri Dergisi, 26(2): 44-50. 8. Uzbay, İ. T., Yüksel, N. (2003) “Madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı.”, Psikofarmakoloji, Yüksel, N. (Ed.), Yenilenmiş 2. Baskı, s. 485-520, Çizgi Tıp Kitabevi, Ankara. 9. Uzbay, İ. T. (2015). “ Madde Bağımlılığı- Tüm Boyutlarıyla Bağımlılık ve Bağımlılık Yapan Maddeler”, 1. Baskı, İstanbul Tıp Yayıncılık, İstanbul. 10. Noble, E. P. (1996). “ Alcoholism and the dopaminergic system: a review. Addiction Biology.”, 1: 333–348. 11. Ulucan, K. Yalcin, S. Akbas, B. Uyumaz, F. Konuk, M. (2014). “Analysis of Solute Carrier Family 6 Member 4 Gene promoter polymorphism in young Turkish basketball players.” JNBS, 1(2): 37-40. 12. Bowirrat, A., Oscar-Berman, M. (2005). “Relationship between dopaminergic neurotransmission, alcoholism, and reward defi ciency syndrome.”, Am J Med Genet, 132B: 29-37. 13. Uzbay, İ. T. (2006). “Madde bağımlılığı ve dopaminerjik sistem.”, Türkiye Klinikleri, Dahili Tıp Bilimleri Psikiyatri ( Alkol ve Madde Bağımlılığı Özel Sayısı), 1(47): 65-72. 14. Noble, E. P., (2003). “ D2 dopamine receptor gene in psychiatric and neurologic disorders and its phenotypes: a review.”, American Journal of Medical Genetics, Part B (Neuropsychiatric Genetics), 116B: 103–125. 15. Gelernter, J., Liu, X., Hesselbrock, V., Page, G. P., Goddard, A., Zhang, H. (2004). “Results of a genomewide linkage scan: support for chromosomes 9 and 11 loci increasing risk for cigarette smoking.”, American Journal of Medical Genetics, Part B/ 128B: 94–101. 16. Nattiv, A.,Puffer, J. C. (1991). “Lifestyles and health risks of collegiate athletes.”, The Journal of Family Practice, 33: 585- 590. 17. Wechsler, H., Dowdall, G. W., Davenport, A., Rimm, E. B. (1995). “A gender-specific measure of binge drinking among college students.”, American Journal of Public Health, 85: 982- 985. 18. Kokotailo, P. K., Henry, B. C., Koscik, R. E., Fleming, M. F., Landry, G. L. (1996). “Substance use and other health risk behaviors in collegiate athletes.”, Clinical Journal of Sport Medicine: Official Journal of Canadian Academy of Sport Medicine, 6: 183- 189. 19. Leichliter, J. S., Meilman, P. W., Presley, C. A., Cashin, J. R. (1998). “Alcohol use and related consequences among students with varying levels of involvement in college athletics.”, Journal of American College Health, 46: 257- 262. 20. Dunn, M. S., Wang, M. Q. (2003). “Effects of physical activity on substance use among college students.”, American Journal of Health Studies, 18: 126- 132. 21. Lisha, N. E., Martens, M., Leventhal, A. M. (2011). “Age and gender as moderators of the relationship between physical activity and alcohol use.”, Addictive Behaviors, 36: 933- 936. 22. Chague, F. Guenancia, C. Gudjoncik, A. Moreau, D. Cottin, Y. Zeller, M. (2015). “Smokeless tobacco, sport and the heart.”, Arch. Cardiovasc. Dis. 108: 75–83. 23. J. Morente-Sanchez, T. Zandonai, M. Mateo-March, D. Sanabria, C.Sanchez-Munoz, C. Chiamulera, M. Zabala Diaz. (2015). “Acute effect of Snus onphysical performance and perceived cognitive load on amateur footballers,”, Scand. J. Med. Sci. Sports, 25: e423 –431. 24. Marclay, F., Grata, E., Perrenoud, L., Saugy, M. (2011). “A one-year monitoring of nicotineuse in sport: frontier between potential performance enhancement and addiction issues.”, Forensic Sci. Int. 213: 73- 84. 25. Audrain-McGovern, J. Rodriguez, D. Wileyto, E. P. Schmitz, K. H. Shields, P. G. (2006). Effect of team sport participation on genetic predisposition to adolescent smoking progression.”, Arch Gen Psychiatry Apr; 63(4):433-41. 26. Gunja, N., Brown, J.A. (2012) Energy drinks: health risk and toxicity. Med J Aust 196:46-49. 27. Seifert, S.M., Schaechter, J.L., Hershorin, E.R., Lipshultz, S.E. (2011) Health effects of energy drinks on children, adolescents, and young adults. Pediatrics 127: 511-528. 28. Vardar, E., Vardar, S.A., Toksöz, İ. (2012) Egzersiz bağımlılığı ve psikopatolojik özelliklerinin değerlendirilmesi. Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi 25:51-57. Biliyor Muydunuz? 1. www.biyologlar.com Nobel ödülü nedir? 1. https://www.nobelprize.org/ 2. https://www.youtube.com/watch?v=gsACn9AUrw4 3. http://evrimagaci.org/search-article/tr?s=nobel%20%C3%B6d%C3%BCl%C3%BC Demek Mezun Oldunuz ya Sonra? 1. http://fulbright.org.tr/ 2. https://www.topuniversities.com/student-info/scholarship-advice/international-scholarships-study-us 3. https://gradschool.princeton.edu/node/4371 4. http://gradadmissions.mit.edu/applications/international-applicants/ 5. https://www.asbmb.org/uploadedFiles/ProfessionalDevelopment/Professional_Development/ASBMB_2011CareerText_Web_Final.pdf Johann Gregor Mendel 33 Çizim: Deniz ALTINBAŞ Bezelye Dergi 34