islam hukukunda gönderme (atıf)

advertisement
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLAM HUKUKUNDA GÖNDERME (ATIF) TEORİSİ
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Yıldız DEMİR
TEZ DANIŞMANI: Doç. Dr. Talip TÜRCAN
ISPARTA, 2007
I
II
ÖZET
İSLAM HUKUKUNDA GÖNDERME (ATIF) TEORİSİ
Yıldız DEMİR
Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam
Bilimleri Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, 95, Haziran 2007
Danışman: Doç. Dr. Talip TÜRCAN
Bu çalışmanın amacı, Devletler Özel Hukukunun üç temel kısmından birini
oluşturan Kanunlar İhtilafı sisteminde göndermenin tanımlanmasıdır. Bu nedenle,
göndermenin unsurlarının neler olduğunun, hangi durumlarda ve ne şekilde
gerçekleştirildiğinin tespit edilmesi sureti ile İslam Hukukunda gönderme teorisinin
imkanı meselesi ele alınacaktır.
Gönderme, yabancı unsurlu olarak nitelendirilen hukukî ihtilaflarda söz
konusudur. Yabancı unsurlu ihtilaflarda, ihtilafa taraf olan hukuk sistemlerinden
hangisinin uygulanacağı, bağlama kurallarından hareketle tespit edilir. Bunun
neticesinde yetkili görülen yabancı hukuka gönderme yapılır. Yabancı unsurla
kastedilen, bir ülke devletine nispetle diğer ülke vatandaşlarının bir ihtilafa taraf
olması, ihtilaf konusu şeyin yabancı ülkede bulunması, ihtilafa neden hukukî eylemin
yahut sonuçlarının burada gerçekleşmesidir.
Gönderme kanunlar ihtilafı kuralları ile gerçekleştirilir. Göndermenin yetkili
yabancı hukukun kanunlar ihtilafı kurallarına yahut iç hukuk kurallarına yapılmasına
ya da yetkili hukukun başka bir hukuk sistemini yetkili görüp buraya gönderme
yapmasına bağlı olarak gönderme çeşitleri ortaya çıkmaktadır. İç hukuk kuralları ile
milletlerarası nitelikte gönderme gerçekleştirilemez.
Uygulanma alanını özel hukuk ihtilaflarının oluşturduğu gönderme, ihtilafa taraf
olan ülkeler arasındaki negatif yetki ihtilaflarına bağlı olarak ortaya çıkar.
İslam Hukukunda göndermenin varlığı, yabancı ülke hukukunun yetkili görülüp,
ihtilafın hallinin bu ülke hukukuna bırakılmasına bağlıdır. Gönderme neticesinde
yetkili yabancı hukuk, ihtilafın getirildiği mahkeme tarafından uygulanmaktadır.
Buna karşılık İslam mahkemesinde İslam Hukukundan başka bir hukukun
uygulanmayacağı ilkesi kabul edilmiştir.
Göndermenin amacı, ihtilafla en sıkı ilişki içerisinde olan hukukun tespit edilmesi
suretiyle, adâletin sağlanmasıdır. İslam Hukukuna göre, yabancı unsurlu olsun ya da
olmasın herhangi bir hukukî ihtilafa uygulanacak en adil hukuk İslam hukukudur.
Yapılan göndermenin kamu düzenine aykırı olması halinde yabancı hukukun
uygulanmasından vazgeçilir.
Anahtar Kelimeler: Devletler Özel Hukuku, İslam Devletler Özel Hukuku,
Kanunlar İhtilafı, Gönderme (Atıf) , Yabancı Unsur, Yetkili Hukuk, Adâlet
III
ABSTRACT
THE RENVOI THEORY IN THE ISLAMIC LAW
Yildiz DEMIR
Suleyman Demirel University, Institute of Social Sciences, Department of Basic
Islamic Sciences, Master Thesis, 95 pages, August 2007.
Supervising: Assoc. Prof. Dr. Talip TURCAN
The aim of this study is the description of renvoi, which is the one part of the
private international law, that is formed by three parts. It will be searched that what
are the elements of the renvoi, when and how it is used and the possibility of the
renvoi theory in the İslamic law.
Renvoi is used in conflict laws that is described foreign element conflict. At
the foreign element conflicts, connect rules are used in the choice of law rules to be
applied. Eventually the renvoi is referenced to authorized foreign law system. The
meaning of the foreign element is that other country’s countryman to be in favor of a
conflict in the country or something that is in the foreign country or a legal act or it’s
results are occured in a foreign country.
Renvoi is performed by conflict laws rules. Kinds of renvoi are formed
according to either referncing to the renvoi to the authorized foreign law’s conflict
laws rules or to domestic laws rules or in the condition in which authorized law
consider another law system as authorized and reference to there. International
quality renvoi is not occured with domestic law rules.
The renvoi, that’s practice area is formed by conflicts of private international
law, is brought out according to negative authority conflicts between the law systems
accord with the conflict.
The existence of the renvoi in the İslamic law connect with the choice of
foreign applicable law to solve the conflict. At the end of the renvoi , authorized
foreign law is applied by the law court where the conflict was brought in. In contrast
to this, the principle that is any another islamic law wont be applied in Islamic court,
is accepted.
The aim of the renvoi is providing of the justice by detecting the law which is
the deepest relationship with the conflict. According to Islamic law no matter if it
contains foreign element or not, the most equitable law to apply to any legal conflict
is Islamic law.
In a condition, in which the referenced renvoi contrary with the order puplic,
the application of foreign law is cancelled.
Keywords: Private International Law, İslamic Private International Law,
Conflict Laws, Renvoi, Foreign Element, Authorized Law, Justice.
IV
ÖNSÖZ
Sosyal bir varlık olan insanın gerek devletle, gerek diğer insanlarla olan
ilişkileri, hukuk kuralları tarafından düzenlenmektedir. Böylece insan, içinde
bulunduğu toplumda hukuken bir takım haklar elde ederken, bir kısım
sorumlulukların da altına girmektedir. Belirli bir ülke devletine tâbi olan kişinin, bu
ülke sınırları içerisindeki hukukî eylem ve ilişkileri, iç hukuk olarak adlandırılan ve
her ülkenin, öncelikle kendi tâbiiyetinde olan kimselere uygulanmak üzere koymuş
olduğu kurallara bağlıdır. Bu eylem ve ilişkilerin geçerliliği, bu kurallara uygunluğu
ölçüsündedir. İç hukuk kuralları, hukukî ihtilaflara doğrudan uygulanmak suretiyle
bu ihtilafları sonuca bağlayan ve buna aykırı davranılması halinde yaptırım unsuruna
sahip olan kurallardır. Bu kurallar, her ülkenin kendi hâkimiyet sınırları içerisinde
uygulanmakta olup, bu sınırlar dışında uygulanması düşünülemez. Buna karşılık
hukukî ilişkileri belirli bir ülke ile sınırlandırmak doğru olmaz. Zira insanlar, yabancı
olarak adlandırılan farklı hâkimiyet sınırları içerisinde ve/veya farklı tâbiiyette olan
kişilerle de ilişki yahut ihtilaf içerisinde olabilirler. Bu durum, söz konusu ilişki
yahut ihtilaflara uygulanmak üzere, iç hukuk kurallarından farklı olarak,
milletlerarası nitelikli hukuk kurallarının oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır.
Milletlerarası özel hukuk, vatandaşlık, yabancılar ve kanunlar ihtilafı olmak
üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Aralarında farklılıklar bulunmakla beraber, kesin
çizgilerle birbirinden ayıramadığımız bu üç alandan kanunlar ihtilafı, yabancı
unsurlu ilişkiler neticesinde meydana gelen özel hukuk ihtilaflarına hangi hukukun
uygulanması gerektiğini belirler. Bu amaçla, bağlama kurallarından hareketle yetkili
hukuk tespit edilir. Yetkili görülerek kendisine gönderme yapılan yabancı hukukun
uygulanması ile ihtilaf çözüme kavuşturulur. Kanunlar ihtilafı kurallarının görevi,
yetkili hukuku göstermek olup ihtilafın çözüme kavuşturulduğu yani iç hukuk
kurallarının uygulanması sırasında söz konusu edilemez. Yabancı unsurlu özel hukuk
ihtilaflarında yetkili hukukun tespiti meselesi, İslam hukuku açısından da önem
taşımaktadır. Bu sebeple çalışmamızda göndermenin, kanunlar ihtilafı sisteminde ne
anlama geldiği, bunu oluşturan unsurların neler olduğu ve hangi tür ihtilafların
göndermeye yol açtığının tespit edilmesi suretiyle İslam hukukunda göndermenin
imkanı meselesi ele alınmıştır.
V
Akademik bir araştırmanın öngörülen biçimde tamamlanabilmesi, öncelikle
araştırmanın sınırlarını belirleyen iyi bir planın varlığı ve bu plan çerçevesinde
sistematik bir çalışmanın gerçekleştirilmiş olmasına bağlıdır. Çalışmayı mantıksal bir
kurgu içerisinde ortaya koyabilecek bir planın yapılabilmesi ve araştırmanın
sistematik bir biçimde sürdürülebilmesi, gerek kaynaklara yönlendirmede ve gerekse
çalışmayla ilgili okumaların denetlenmesinde alan uzmanlarının katkılarıyla mümkün
olmaktadır. Bu sebeple, değerli yönlendirmeleriyle araştırmamıza katkıda bulunan
danışman hocam Doç. Dr. Talip TÜRCAN Bey başta olmak üzere, tüm hoca ve
arkadaşlarıma ve dualarının sıcaklığını daima yanımda hissettiğim sevgili aileme
teşekkürü bir borç bilirim.
VI
İÇİNDEKİLER
ÖZET ....................................................................................................................... I
ÖNSÖZ ..................................................................................................................III
KISALTMALAR................................................................................................. VIII
GİRİŞ .......................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................4
GÖNDERME (ATIF) TEORİSİ ve GÖNDERMENİN HUKUKÎ MAHİYETİ .........4
A.
GÖNDERME (ATIF) KAVRAMI .............................................................4
1.Göndermenin Tanımı ....................................................................................4
2.Gönderme Çeşitleri .......................................................................................6
3.Göndermenin Teorik Yönü ...........................................................................9
4. Göndermenin Unsurları..............................................................................10
4. a. Yabancılık Unsuru ...............................................................................10
4.a. a. Yabancı Unsur Olarak Kişi............................................................11
4. a. a. 1. Müste’men ...........................................................................12
4. a. a. 2. Ehl-i Harb.............................................................................16
4. a. a .3. Zimmî...................................................................................17
4. a. b. Yabancı Unsur Olarak Yer ...........................................................21
4. a. b. 1. Dârulharb .............................................................................23
4.a. b. 2. Dârulahd ...............................................................................24
4.
b. Yetkili Hukuk ..................................................................................25
4. c. Yetkili Mahkeme....................................................................................26
B. BAĞLAMA KURALLARI ve BAĞLAMA NOKTALARI............................27
1. Tabiiyet (Milli Hukuk)...............................................................................31
2. İkâmetgah ..................................................................................................32
3. Fiil ve Tasarrufun Yapıldığı Yer ................................................................33
4. Din.............................................................................................................33
İKİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................34
GÖNDERMEDE YETKİ PROBLEMİ VE GÖNDERMENİN SINIRI ...................34
A.
GÖNDERMEDE YETKİ PROBLEMİ ....................................................34
VII
1. Yetkili Mahkemenin Tespiti (Yargılama Yetkisi İhtilafları) .......................34
1. a. Hususî Yetki ........................................................................................35
1. b. Umumî Yetki.......................................................................................38
2. Yetkili Hukukun Tespiti (Yasama Yetkisi İhtilafları) ................................44
B. İSLAM HUKUKUNDAKİ ADÂLET ANLAYIŞI ile KANUNLAR İHTİLAFI
SİSTEMİNDEKİ ADÂLET ANLAYIŞININ KARŞILIKLI DURUMU .............51
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ................................................................................................55
GÖNDERMENİN UYGUALANMA ALANLARI ve GÖNDERMENİN SINIRI ..55
A. İSLAM KANUNLAR İHTİLAFI KURALLARI VE İÇ HUKUK İLİŞKİSİ ..55
1. Kanunlar İhtilafı Kurallarının İç Hukuk Kuralı Kabul Edilip Edilmeyeceği
Meselesi...................................................................................................55
2. İslam Hukukunda Kanunlar İhtilafı Kurallarının İç Hukuka Göre Konumu 58
B. İSLAM HUKUKUNDA GÖNDERMENİN İMKANI MESELESİ.................60
1. Nikah.........................................................................................................65
2. Mehir.........................................................................................................68
3. Nesep.........................................................................................................69
4. Nafaka .......................................................................................................70
5. Miras .........................................................................................................71
C. GÖNDERMENİN SINIRI ..............................................................................74
SONUÇ ..................................................................................................................77
BİBLİYOGRAFYA................................................................................................80
VIII
KISALTMALAR
AÜHFY
:Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları
b.
: Bin
Bs.
: Baskı
Bkz/bkz.
: Bakınız
By.
: Baskı yeri yok
c.
: Cilt
DHH
: Devletler Hususi Hukuku
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
EKEV
: Erzurum
Hz.
: Hazreti
İBÜY
: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
md.
: Madde
MK
: Medeni Kanun
MÜİFVY
: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
S.
:
Tahkik
: Tahkik
ö.
: Ölüm yılı
Ty.
: Tarih yok
vb.
: Ve benzeri
vd.
: Ve devamı
Yy.
:Yayınevi yok
Kültür ve Eğitim Vakfı
Sayı
1
GİRİŞ
Hukuk sisteminde kanunlar ihtilafı kuralları belirli ilişki ve ihtilaflara
doğrudan uygulanmayıp, bu ilişki veya ihtilafa taraf olan ülkelerden hangisinin
yetkili olduğunu göstermektedir.
Hukuk sisteminde belirli olay ya da ilişkilere doğrudan uygulanmayıp, bu
hukukî ilişki ya da ihtilafa bir noktadan bağlanan birden fazla hukuk sistemi
arasındaki ihtilafları konu alan kanunlar ihtilafı hukuku, ihtilafa uygulanacak olan
yabancı hukuku gösterir. Bu nedenle kanunlar htilafı kurallarına gösterici kurallar da
denilmektedir. Kanunlar ihtilafı kuralları, bağlama kurallarından hareketle, yetkili
gördüğü yabancı hukuka gönderme yapar. Yabancı hukuka gönderme yapılması
demek, söz konusu ihtilafa uygulanmak üzere bu hukuk sisteminde kabul edilen
kuralların alınması demektir.
Milletlerarası özel hukukta gönderme teorisi ilk defa Fransız yargıtayının
“Forgo Olayı” olarak adlandırılan kararı ile 17. yy’da ortaya çıkmıştır. Forgo olayı
kısaca şu şekildedir: Forgo, gayr-i meşru bir çocuk olup, annesine tâbi olarak
Bavyera vatandaşı olmuştur. Daha sonra Fransa’ya yerleşen Forgo, burada mirasçısız
olarak ölmüştür. Fransa kanunlarına göre mirasçısız ölen kimselerin mirasının
devlete kalacağı kabul edilmiştir. Ancak Forgo’nun anne tarafından civar hısımları
onun mirasını almak üzere Fransız mahkemesine başvurmuşlardır. Fransız kanunlar
ihtilafı kuralları yetkili hukuk olarak Forgo’nun milli hukuku olan Bavyera
hukukunu yetkili görmüştür. Bavyera kanunlar ihtilafı kuralları ise fiilî ikâmetgah
hukuku olan Fransız hukukunu göstermiştir. Fransız hâkim, kendi hukukuna yapılan
bu göndermeyi kabul ederek olayı Fransız devleti lehine sonuçlandırmıştır.
Gönderme 19. yy’da geliştirilerek kullanılmıştır.
Kanunlar ihtilafı kuralları, yetkili hukuku gösterdikten sonra ihtilafı
çözümleme işini iç hukuk kurallarına bırakır. Yabancı unsurlu ihtilaflara hangi ülke
hukukunun uygulanacağı meselesi İslam Hukuku açısından da önem taşımaktadır.
Zira İslam devletler hukukunda göndermenin imkanı, bu husustan hareketle tespit
edilmeye çalışılacaktır
2
Devletler Özel Hukukunun Kanunlar İhtilafı bölümünde yer alan gönderme
ile ilgili yaptığımız araştırmalarda, konunun müstakil olarak ele alınıp incelendiği
kitap ya da tez çalışmasına rastlamadık. Konuyla ilgili olarak Ayten Erol
Vahapoğlu’nun daha önce doktora tezi1 içerisinde bir bölüm bulunmaktadır.
Vahapoğlu daha sonra bu çalışmasını “İslam Devletler Özel Hukukunda Atıf Teorisi”
başlığıyla makale olarak yayınlamıştır.2 İslam hukuku kitaplarında konuya yeteri
kadar temas edilmediği için modern devletler özel hukuku kitaplarına sıkça müracaat
edilmiştir.
Araştırmamızda öncelikle göndermenin ne olduğu ve unsurlarını belirledik.
Daha sonra göndermenin içinde yer aldığı sistemi ve göndermenin uygulanma
alanını tespit ederek planımızı oluşturmaya çalıştık.
Çalışmamızın birinci bölümünde gönderme ile ne kastedildiği, göndermeyi
oluşturan unsurlar, göndermenin teorik yönü ve gönderme çeşitleri ele alınacaktır.
Göndermenin unsurları tespit edilirken, İslam Hukukunda zikredilen unsurlara
karşılık olarak gelecek hususlar tespit edilmeye çalışılacaktır. Göndermeye yön veren
bağlama kurallarının önemine temas edildikten sonra, ihtilafı yabancı hukuka
bağlayan bağlantı noktalarını belirleyerek İslam Hukukunda bağlama kurallarının ve
noktalarının olup olmadığına temas edilecektir.
İkinci bölümde göndermeye neden olan kanunlar arasındaki yetki ihtilafları
ele alınacaktır. Bu amaçla yasama yetkisi ihtilafları ile yargılama yetkisi ihtilaflarına
değinilerek, İslam Devletler Hukukunun konuya yaklaşımı incelenecektir. Kanunlar
İhtilafında hukukunda adâlet ile neyin kastedildiği, İslam Hukukunda bundan ne
anlaşıldığı konusuna değinilerek aralarındaki benzerlikler ve farklılıklar tespit
edilmeye çalışılacaktır.
İkinci bölümde Kanunlar İhtilafı kuralları ile iç hukuk kuralları arasındaki
ilişki üzerinde durulacak; aralarındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya konarak
İslam hukukunda kanunlar ihtilafı kurallarının bulunup bulunmadığı meselesi ele
alınacaktır.
1
2
Sonrasında
İslam
hukukunda
göndermenin
imkanı
meselesi
Vahapoğlu, Ayten (Erol), İslam Devletler Hususi Hukukunda Yabancı Unsurlu İhtilaflar (Şahıs,
Aile, Miras), (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 2004 .
Vahapoğlu, “İslam Devletler Özel Hukukunda Atıf Teorisi,” İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi,
s. 7, Konya 2006, (245-256).
3
tartışılacaktır.
Göndermeyi
sınırlandıran
hususlara
temas
edilerek
çalışma
tamamlanacaktır.
Çalışmamızda zaman zaman gönderme yerine “atıf, havale” vb. terimleri
kullandık. Bunlar aynı anlamı ifade eden terimler olup, devletler özel hukuku ile
modern çalışmalarda da kullanılmaktadır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
GÖNDERME (ATIF) TEORİSİ ve GÖNDERMENİN HUKUKÎ
MAHİYETİ
A. GÖNDERME (ATIF) KAVRAMI
1. Göndermenin Tanımı
Devletler özel hukukunda gönderme, yabancı unsurlu ihtilaflarda, ihtilafa
bağlanan devletlerden birinin, yine ihtilafa bağlı olan yabancı bir devlet hukukuna
yetki tanıması sonucu ortaya çıkan hukukî bir kurumdur. Ülkelerin farklı kanunlar
ihtilafı kuralları benimsemeleri, bu tür ihtilaflara hangi hukukun uygulanması
gerektiği ve bunun nasıl sağlanacağı sorununu da beraberinde getirmiştir. Zira iç
hukukta olduğu gibi, ülkelerin kendilerine gelen her ihtilafta kendilerini yetkili
görmesi söz konusu değildir. Diğer ülke hukukunun yetkili görülmesi durumunda
ihtilafın bu hukuka gönderilmesi, göndermenin konusunu oluşturmaktadır.
Gönderme, yabancı unsurlu ihtilafın getirildiği mahkemenin kanunlar ihtilafı
kurallarına göre yetkili görülen hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının,
ihtilafın
hallini başka bir hukuka havale etmesine denir.3 Göndermenin gerçekleşebilmesi
için bu ihtilafın kanunlar ihtilafından kaynaklanıyor olması gerekir; iç hukuk
ihtilaflarında kastedilen manada bir gönderme gerçekleşmez.
Yabancı unsurlu bir ihtilaf mahkemeye getirildiği zaman, öncelikle ilgili
mahkemenin bu davaya bakmaya yetkili olup olmadığının tespit edilmesi gerekir. Bu
yetki ve mahkemelerin bu yetkiyi hangi durumlarda kullanabilecekleri her ülkenin
kendi iç hukuk kuralları tarafından belirlenir.4 Örneğin taraflardan birinin Müslüman
diğerinin müste’men olduğu bir ihtilaf İslam mahkemesine getirilmiş olsun.
Taraflardan birinin Müslüman olduğu davalara ancak İslam mahkemesinin
3
4
Altuğ, Yılmaz, Devletler Özel Hukuku, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1995, 193; Çelikel, Aysel,
Milletlerarası Özel Hukuk, Beta Yayınları, İstanbul 2004, 102; Faruqi, Harith Suleiman, Faruqies
Law Dictionary, Mektebetu Lubnan, Beirut 1988, 600.
Kuru, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Evrim Yayınları, İstanbul 1990, I, 1072/28; Nomer, Ergin,
Devletler Hususi Hukuku, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1978, 98.
5
bakabileceğiyle ilgili iç hukuk kaidesi5 gereğince İslam mahkemesi, taraflardan
birinin Müslüman diğerinin müste’men olduğu (yabancı unsurlu) ihtilafta yetkili
kabul edilmiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki “mahkemeler iç hukukta yetkili
oldukları hususlarda milletlerarası ihtilaflarda da yetkilidirler.”6 Aksi de geçerlidir.
İhtilafın getirildiği mahkemenin ya da yaygın kullanımıyla hâkimin
hukukunun yabancı bir hukuku yetkili görmesi atfın gerçekleşmesi için şarttır. Ancak
burada önemli olan bir diğer nokta, yabancı hukuk yetkili görülüp gönderme
yapılırken iç hukuk kurallarıyla mı yoksa kanunlar ihtilafı kurallarıyla mı gönderme
yapıldığı meselesidir. Bu meselenin daha iyi anlaşılması için iç hukuk kuralları ile
kanunlar ihtilafı kuralları arasındaki farkların tespit edilmesi yararlı olacaktır.
Kanunlar ihtilafı kuralları geçerliliğini, iç hukuk kuralları ile aynı kaynaktan
almakla beraber7 temel bazı noktalarda ayrılmaktadır. İç hukuk kuralları, hukukî
ilişkilerde doğrudan karar veren ve ihlali halinde yaptırım gücüne sahip olan kaideler
olup, uygulanma alanı devletin hâkimiyet sınırları içerisidir.
Kanunlar ihtilafı
kuralları ise genellikle gösterici8 niteliğe sahip, yaptırım unsurundan yoksun9 ve
uygulanma alanı yabancı unsurlu ilişkilerle sınırlandırılmış kurallardır.
Yabancı unsurlu bir ihtilafta kanunlar ihtilafı kuralları, gösterici özelliğine
uygun olarak yetkili kabul ettiği yabancı hukuku gösterecek; ancak bu ihtilafı iç
hukukta olduğu gibi kesin bir sonuca bağlayamayacaktır. Çünkü kanunlar ihtilafı
kurallarının böyle bir amacı yoktur. Kanunlar ihtilafı kuralları söz konusu hukukî
ihtilafların giderilmesi ile ilgili adımlardan birini, iç hukuk kurallarının
uygulanmasından önceki aşamayı teşkil etmektedir. Bunun aksi iç maddi hukuk
kurallarının daha önce uygulanmasıdır ki, bu durumda kanunlar ihtilafı kurallarının
varlığından bahsedilemez.
5
6
7
8
9
eş-Şafiî, Muhammed b. İdrîs, Mevsûatu’l-İmâmi’ş-Şâfiî el-Kitâbu’l-Umm, Tevsik ve Tahric: A.
Bedruddîn Hassûn, Dâr-u Kuteybe, Beyrut 1996, XIII, 340; İbn Kudâme, Ebû Muhammed
Abdullah b. Ahmed b. Muhammed, el-Muğnî, Mektebetu’r-Riyâdi’l-Hadîse, Riyâd 1981, VIII, 535;
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd, el-Muhallâ bi’l-Âsâr, Tahkik: Abdulgaffar
Süleyman el-Bendârî, Dâru’l-Fikr, Beyrut Ty., VIII, 520; eş-Şîrâzî, Ebû’l-İshâk, el-Muhezzeb fî
Fıkhi’l-İmami’ş-Şâfiî, Tahkik ve Talik: Muhammed ez-Zuhaylî, Dâru’l-Kalem, Beyrut 1996, V,
335.
Kuru, I, 1072/28.
Nomer, 14 ; Göğer, Erdoğan, Devletler Hususi Hukuku, A.Ü.H.F. Yayınları, Ankara 1975, 3.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 12; Nomer, 1.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk 12; Göğer, 8.
6
Gönderme,
kanunlar ihtilafı kuralları için geçerlidir. İç
hukuktaki
göndermeler milletlerarası nitelikte bir göndermeyi oluşturmaz. İslam hukukunda
mezhepler arasındaki gönderme bunun en tipik örneklerinden biridir. Aralarında
farklılıklar olsa da bunlar, İslam ülkesinde uygulanan iç hukukun birer parçasıdır.
Hâkimin hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarının yabancı hukukun iç hukuk
kurallarını yetkili görüp ihtilafı buraya havale etmesiyle de gönderme gerçekleşmez;
göndermenin gerçekleşmesi için, ihtilafın, yetkili hukukun kanunlar ihtilafı
kurallarına havale edilmesi gerekir.10 Göndermenin gerçekleşmeme nedenlerinden
birisi de hâkimin kendi iç hukuk kurallarını yetkili görmesidir.11 Öyleyse ilk aşamada
hâkimin hukukunun tavrının, göndermenin gerçekleşmesi için önemli olduğu ve her
kanunlar ihtilafı sisteminin yabancı ülke hukukunu yetkili görmesi ile göndermenin
gerçekleşmeyeceği söylenebilir. Hâkimin hukukundaki durumun aksine, yetkili
hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının, ihtilafın hallini, yabancı devletin iç hukuk
kurallarına göndermesi durumunda da gönderme gerçekleşir.12
Kanunlar ihtilafı kuralları, yabancı unsurlu ihtilaflarda doğrudan karar
verebilen kaideler değildir.13 Bunlar, milletlerarası özel hukuk sistemindeki
anlamıyla, adâletin sağlanması için, ihtilafın hallini, yetkili görülen hukuka
göndermektedir. İhtilaf, göndermenin yapıldığı iç hukuk kuralları tarafından
sonlandırılacaktır.
Kanunlar ihtilafı sisteminde genel olarak “gösterici” kurallar olmakla beraber
iç hukuktakine benzer şekilde, yabancı unsurlu ilişkiye doğrudan uygulanan kurallar
da mevcuttur. Bunlara “maddi milletlerarası özel hukuk kuralları” denmektedir.14 Bu
kurallar söz konusu olduğunda, hukukî ihtilafla ilgili olarak başka bir ülkenin hukuku
yetkili görülmeyeceği için gönderme de gerçekleşmez.
2. Gönderme Çeşitleri
Gönderme çeşitleri, yetkili görülen hukukun, ihtilafla ilgili benimsediği
kurallara göre şekillenmektedir. Gönderme her hukuk sisteminde kabul edilmiş
10
11
12
13
14
Göğer, 60.
Göğer, 60; Ökçün, A. Gündüz, Devletler Hususî Hukukunun Kaynakları ve Kamu Düzeni,
Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları, 2. Bs., Ankara 1997, 7.
Göğer, 63.
Nomer, 10.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 13; Tekinalp, Gülören, Milletlerarası Özel Hukuk Bağlama
Kuralları, Beta Basım, 8. Bs.,İstanbul 2004, 42-43; Ökçün, 3.
7
değildir. Öte yandan göndermeyi kabul eden ülkelerin, göndermenin her çeşidini
kabul ettikleri ve/veya yabancı unsurlu ihtilafların hepsine uyguladıkları da
söylenemez. Aşağıda görüleceği üzere gönderme çeşitlerinden bazıları istisnai örnek
kabîlinden olup, uygulanma alanları oldukça sınırlıdır.
Yetkili hukukun kanunlar ihtilafı kuralları, yetkili gördükleri yabancı hukuka
gönderme yapabilir. Bu gönderme yabancı hukukun iç hukuk kurallarına olabileceği
gibi kanunlar ihtilafı kurallarına de olabilir. Yetkili hukuk, ayrım yapmaksızın,
yabancı hukukun hem iç hukuk kurallarına hem de kanunlar ihtilafı kurallarına
olacak şekilde bir gönderme yapmışsa buna “genel gönderme” denir.15 Örneğin
yabancı unsurlu bir ihtilafta A devleti yetkili görülmüş olsun. A devletinin kanunlar
ihtilafı kuralları ise B devletini yetkili görmüş ve “ilgili konuda B devleti hukuku
yetkilidir” diyerek göndermenin kanunlar ihtilafına mı iç hukuka mı olduğunu
belirtmeden genel gönderme yapmıştır.
Genel göndermenin söz konusu olmadığı durumlarda yetkili hukukun, ya iç
hukuk kurallarına ya da kanunlar ihtilafı kurallarına gönderme yapması beklenir.
Buna göre gönderme çeşitlerini, iç hukuka ve kanunlar ihtilafı hukukuna yapılmasına
göre iki kısma ayırabiliriz.
Yetkili hukukun kanunlar ihtilafı kuralları kendi iç hukuk kurallarını ya da
hâkimin hukukunun iç hukukunu yetkili görüp buna gönderme yapabilir. Buna “iç
hukuk kurallarına bir dereceli atıf” ya da “iç hukuk kurallarına iade atıf” denilir.
Eğer yetkili hukuk iade atfı/bir dereceli atfı uygulamaz ve ihtilafa taraf olan bir
üçüncü ülkenin iç hukuk kurallarına göndermede bulunursa buna “devam eden atıf”
ya da “iç hukuk kurallarına iki dereceli atıf” denir. Şayet yetkili hukuk, hâkimin
hukukuna ya da üçüncü bir ülkenin kanunlar ihtilafı kurallarına gönderme yapmış
olsaydı bu durumda yukarıda zikredilen gönderme çeşitleri kanunlar ihtilafı kuralları
için geçerli olacaktı. İç hukuk kurallarına göndermede gerçekleşmemekle beraber,
yetkili görülen üçüncü ülkenin kanunlar ihtilafı kurallarına gönderme yapıldıktan
sonra, bu ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları da dördüncü bir ülkenin kanunlar ihtilafı
kurallarını o da başka bir ülkenin kanununu yetkili görebilir. 16
15
16
Nomer, 157; Tekinalp, 18.
Nomer, 157-158; Göğer, 63-66; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk 107.
8
Yaygın olarak kullanılan bu gönderme çeşitlerinden başka tam atıf ve farazi
atıf adı verilen göndermeler de mevcuttur. Bunlar yukarıdakilere nazaran daha sınırlı
bir alanda kullanılmaktadır
Tam gönderme, İngiliz kanunlar ihtilafı sisteminde kullanılmaktadır. Yabancı
unsurlu ihtilaflarda, İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları yabancı ülkenin kanunlar
ihtilafı kurallarını yetkili görür ve ona gönderme yapar. Yabancı ülke hukukuna
gönderme yapıldıktan sonra İngiliz hâkim, yetkili görülen hukukun hâkimi gibi
hareket eder. Buna göre yetkili hukuk göndermeyi kabul ediyorsa, İngiliz hâkim bu
hukuku inceler ve uygular; ancak atfı kabul etmiyorsa ya da iade-atıf yapıyorsa
İngiliz iç hukuk kurallarını uygular.17 Tam göndermede sadece iki ülke hukuku söz
konusudur. Bir üçüncü ülke hukukuna gönderme burada yer almaz.
Farazi göndermede yetkili hukuk, kendisine gönderme yapıldıktan sonra
göndermeye neden olan ihtilafı inceler. “Şayet bu ihtilaf usul hukukuna aitse, usul
hukukuna ilişkin ihtilafların hâkimin hukukuna tâbi olacağı ilkesinden dolayı, yetkili
hukuk hâkimin hukukuna atıf yapmış gibi kabul edilir.”18
Kanunlar ihtilafı sisteminde, kendisine gönderme yapılan ülkelerle ilgili bir
sayı sınırlaması yoktur. Gönderme zinciri, yabancı unsurlu ihtilafla ilişkili oldukları
takdirde ve kanunlar ihtilafı kurallarının kabul ettiği ilkeler çerçevesinde devam edip
gidebilir. Bu zincir, ilgili ülkelerden birinin kendi iç hukuk kurallarını yetkili
görmesi, yabancı ülkenin iç hukuk kurallarını yetkili görmesi (bu ülkenin kendisine
yapılan atfı kabul etmesiyle) ya da kendisine gönderme yapılan ülkenin bu
göndermeyi kabul etmemesi durumlarında kırılır. Gönderme zincirinin bu kadar
uzaması imkânsız değilse de çok sık rastlanılan bir durum da değildir.
Hukuku yetkili görülüp, kendisine göndermede bulunulan ülkelerin bu
ihtilafa bir noktadan bağlanması gerekir. Aksi halde bu hukukî ihtilafla ilgisi
olmayan bir hukuk yetkili görülmüş olacaktır ki, böyle bir durumda göndermeden
söz edilemez. Yabancı hukukun ihtilafa bağlanması ise çeşitli noktalardan olur: milli
17
18
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 103-105.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk 108. (Zamanaşımı gibi bir kısım hususlar usule ya da esasa
ilişkin olarak kabul edilmektedir. Zamanaşımı esasa ait kabul edildiğinde hüküm statüsünde
değerlendirilmektedir. Usul hukukuna dahil olan konuların ise hâkimin hukukuna tâbi olacağı
ilkesi benimsenmiştir.)
9
hukuk, ikametgâh, olayın gerçekleştiği yer, din vd. Bunlara daha sonra
değinilecektir.
3. Göndermenin Teorik Yönü
Göndermenin varlığı, kanunlar ihtilafının varlığına bağlıdır. Zira kanunlar
arasında ihtilaf olmaması, çeşitli hukuk sistemlerinin birbiriyle uyumlu ya da ortak
ilkeler benimsedikleri anlamına gelir ki buna bağlı olarak ihtilafın halledilmesinde
uzlaştırıcı19 bir rol üstlenen göndermeden söz edilemez. Öte yandan her kanunlar
ihtilafının olduğu yerde göndermenin mevcut olduğu da söylenemez.
İşte
göndermenin teorik yönünü, kanunlar ihtilafı sisteminde hangi tür ihtilafların
göndermeye yol açacağı konusu oluşturmaktadır.
Kanunlar ihtilafı sisteminde ihtilaflar, olumlu ve olumsuz yetki ihtilafları
olarak iki kısma ayrılmaktadır. Bu ihtilafların olumlu ve olumsuz olarak
nitelendirilmesinin nedeni, bir ülkenin, kendi hukukuna karşın yabancı ülkenin;
yabancı ülke hukukuna karşın kendi hukukunu yetkili görecek kurallar benimsemiş
olmalarıdır.
“Olumlu yetki ihtilafı, yabancı unsurlu ihtilafla ilgili olan devletlerin
Kanunlar İhtilafı kurallarının, ihtilafın giderilmesi için, kendi iç hukuk kurallarını
yetkili görmesidir.”20 Yetkili görülen yabancı bir hukuk olmaması, aynı zamanda
burada, göndermenin gerçekleşmeyeceğini de gösterir. Olumlu yetki ihtilaflarında,
ihtilafın
giderilmesi
amacıyla
ortak
kaideler
benimsenebilir
(milletlerarası
sözleşmelerde olduğu gibi) ya da göndermenin aksine, ihtilafa taraf olmayan üçüncü
bir ülkenin hukukuna başvurulabilir.
Olumsuz yetki ihtilafı, bir ülkenin kanunlar ihtilafı kurallarının yabancı
unsurlu bir ihtilafta, kendi iç hukuk kurallarına karşın, yabancı ülke hukukunu yetkili
görmesidir.21 Böylece ilgili devlet, ihtilafın halli için yabancı ülke hukukuna
gönderme yapacaktır. Örneğin A ülkesi vatandaşı olup B ülkesinde ikamet eden X’in
mirasıyla ilgili davada, A devleti kanunlar ihtilafı kuralları, mirasa ilişkin davalarda
şahsın milli hukukunun uygulanacağı (kendi iç hukuk kurallarının); B devleti ise son
ikametgâh hukukunun uygulanacağı esaslarını benimsemiş olsa, her iki hukuk
19
20
21
Göğer, 72.
Göğer, 71.
Göğer, 71.
10
sistemi de yetkili olarak kendi iç hukuk sistemlerini görmüş olacaktır; bu durumda
olumlu yetki ihtilafı gerçekleşir. Ancak B devleti, kendi hukukunu değil de A devleti
hukukunu yetkili görseydi olumsuz yetki ihtilafı meydana gelecekti ki bu aynı
zamanda B devletinin A devletinin kanunlarına gönderme yaptığı anlamını taşır.
Kanunlar ihtilafı kuralları, özel hukuk22 ihtilaflarında söz konusu olup, kamu
hukukuna23 ilişkin ihtilafları kapsamamaktadır.24 Buna bağlı olarak göndermenin,
özel hukuk ilişkileri ile sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.
4. Göndermenin Unsurları
4. a. Yabancılık Unsuru
Belirli bir kişiye, yere veya olaya özgü olmamayı ifade eden yabancılık,
devletler özel hukukunda özel bir anlama ve yere sahiptir. Devletler özel
hukukundaki anlamıyla yabancı unsur, ihtilafa taraf olan kişi, ihtilafa konu olay ya
da bu olayın sonuçlarının gerçekleştiği yerin, ihtilafın getirildiği mahkemeye nispetle
yabancı olması durumudur. Bir başka deyişle, diğer bir hukuk sistemine bağlı olan
kişilerin ya da olayların, bu hukuk sisteminden bağımsız, farklı bir hukuk sistemi
karşısındaki durumu, yabancı unsur olarak nitelendirilmektedir.25
“Yabancılık unsuruna milletlerarası unsur da denilmektedir”26. Aynı anda
birden fazla hukuk sisteminin dahil olduğu bir hukukî ihtilafta, her bir hukuk sistemi
diğerine göre yabancı olduğu gibi, bu yabancı hukuk sistemleri ile ilişki içerisinde
olan bir olay da bir diğer sisteme göre yabancı olarak kabul edilmektedir. Tanımda
da belirtildiği üzere gönderme, yabancı bir unsurdan dolayı, bunun daha sıkı ilişki
içerisinde olduğu bir hukuk sistemine havalesi ile gerçekleşir. Buna göre
göndermenin gerçekleşmesi için gerekli olan yabancı hukuk, yabancı unsurun
varlığına bağlıdır.
22
23
24
25
26
Özel Hukuk Medeni Hukuk (Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku, Borçlar
Hukuku), Ticaret ve Fikir Hukuku, Devletler Özel Hukukundan müteşekkildir.
Kamu Hukuku Anayasa Hukuku, İdare Hukuku, Ceza Hukuku, Yargılama Hukuku, Devletler
Hukuku, Devletler Kamu Hukuku, Malî Hukuk ve İş Hukuku, İcra İflas Hukukundan
müteşekkildir.
Göğer, 4; Nomer, 16.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 7.
Nomer, 5.
11
Yabancı unsuru en genel haliyle kişi ve yer açısından ele alacağız. Zira
yabancı bir ülke hukukuna göndermeye yön veren bağlama kuralları esas itibariyle
bu iki unsur etrafında şekillenmektedir.
4.a. a. Yabancı Unsur Olarak Kişi
Meydana gelen yabancı unsurlu ihtilaf kişiden kaynaklanıyorsa bu, o
kimsenin ihtilafın getirildiği mahkemenin ülkesine nispetle yabancı olduğunu
göstermektedir. Bir kimsenin herhangi bir ülkede yabancı olması, o ülkeye hukuken
bağlı olmadığı; bir başka deyişle söz konusu ülke vatandaşı olmadığı anlamına
gelmektedir. Bu nedenle kişi olarak yabancı unsuru, vatandaşlıktan hareketle tespit
etmeye çalışacağız.
Yabancı olma durumu, ülke vatandaşlığını iddiaya hak sahibi olma ve hukukî
statü gibi esaslardan hareketle belirlenmeye çalışılmıştır.27 Bir ülke vatandaşlığını
iddia edebilen kimse vatandaş olarak tanımlanırken, bunu iddia edemeyen kişi
yabancı olarak kabul edilmiştir. Hukukî statü esas alındığında ise kişi, kendisine söz
konusu ülke vatandaşlarından farklı bir hukukî durum tanınması halinde yabancı
olarak nitelendirilmektedir.28 Bu kişilerle ilgili farklı hukukî düzenlemelerin yapılmış
olması ya da bunların, ülke halkının sahip olduğu haklara nispetle sınırlı haklara
sahip olması bu durumla ilgilidir.
İslam hukukunda vatandaşlığın belirlenmesinde esas olarak hukukî statü
ilkesinin kabul edildiği söylenebilir. Bu ilke, hem Müslüman unsurların hem de gayri müslim unsurların vatandaş olarak kabul edilmesinde ortak bir noktayı teşkil
etmektedir. Her nerede olursa olsun bir kimse, Müslüman olmakla İslam ülkesi
vatandaşlığını kazanmış olur ve kendisine uygulanacak olan hukuk İslam hukukudur.
Benzer
şekilde,
İslam
ülkesi
vatandaşlığını
kabul
eden
zimmî,
muamelelerinde İslam hukukunun uygulanmasını kabul etmiş sayılmaktadır.
27
28
29
hukukî
29
Aybay, Rona, Yabancılar Hukuku, İ.B.Ü. Yayınları, 2. Bs., İstanbul 2007, 11; Çelikel, Aysel,
Yabancılar Hukuku, 5. Bs., Beta Basım, İstanbul 1990, 17.
Çelikel, Yabancılar Hukuku, 17; Aybay, 8.
es-Serahsî, Muhammed b. Ahmed, Kitâbu’l-Mebsût, Çağrı Yayınları, İstanbul 1983, X, 7; eş-Şafiî,
el-Umm, IX, 175; Sahnûn, b. Said et-Tenûhi, el-Mudevvenetu’l-Kubrâ, Dâru’l- Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1994, V, 194.
12
İslam hukukunda, vatandaşlığın tespiti noktasında, hukukî statünün yanı sıra,
din de belirleyici bir unsur olarak kabul edilmiştir. Ancak dinin vatandaşlık için
belirleyici olması durumu, esas itibariyle, Müslümanlara nispetledir. Bu anlayış,
hangi ülke tâbiiyetinde olurlarsa olsunlar, Müslümanların İslam ülkesi vatandaşı
olduğu yönündeki klasik görüşün bir neticesidir.30 Ancak, İslam ülkesinin gayr-i
müslim unsurları da göz önünde bulundurulduğunda, bu ilkenin genel bir vatandaşlık
tespiti yapmakta yetersiz kaldığı görülecektir. Esasen gayr-i müslimler vatandaşlığa
kabul edilirken, bu kimselerin dinlerinin de zikredilmesi ve bazı durumlarda
vatandaşlığa mani bir hal olarak görülmesi, din unsurunun bunlar için de etkili
olduğu izlenimini vermektedir.31 Bununla beraber dinî inançlar arasında bir ayrım
yapılmaksızın, bir bütün olarak bunların İslam ülkesi vatandaşı olarak kabul
edilecekleri yönündeki görüşlerin mevcudiyeti ve yapılan ayrımın, aynı inanca sahip
olanlardan bir kısmına vatandaşlık hakkı verirken belirli bir bölgede yaşayanlar için
verilmemesi; zimmet bahsinde de görüleceği üzere dinleri ne olursa olsun, gayr-i
müslimlerin vatandaşlığa kabulünde getirilen İslam ahkâmını kabul etme şartı nihaî
noktada dine değil; hukukî statüye dayalı bir ayrımın işlevsel olacağı yönündeki
kanaatleri kuvvetlendirmektedir.
4. a. a. 1. Müste’men
Yabancı bir ülkeye izinle giren yabancı anlamına gelen müste’men, gerek
İslam ülkesine giren dârulharb vatandaşları gerek harp ülkesine giden İslam ülkesi
vatandaşları için kullanılan bir terimdir. Müste’menler, eman adı verilen ve hukukî
30
31
Zuhaylî, Vehbe, Alakâtu’d- Devliyye fi’l-İslam, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut 1981, 121.
İslam Hukukçuları, Ehl-i kitap, Mecusi ve Arap olmayan putperestlerin vatandaş olarak kabul
edilmeleri ve mürted ile Kureyşli gayr-i müslimlerin kabul edilmemeleri hususunda ittifak
halindedirler. Kureyşli gayr-i müslimlerin zimmî olarak kabul edilmemeleri hususunda iki rivayet
vardır. Bunlardan ilki, bulundukları yerin kutsiyetinden dolayı, gayr-i müslimler için küçüklük ve
aşağılık ifade eden cizye alınmaz. İkincisi ise, cizye ayetinden önce, Mekke’nin fethi günü
bunların hepsinin Müslüman olmalarından dolayı, mürtedlerden başka burada gayr-i müslim
bulunmamasıdır. Ebu Hanife, İmam eş-Şafiî, İbn Habib ve Malikî İbn Vehbe ve bir rivayette
Ahmed b. Hanbel müşrik Araplardan cizye alınmayacağı esasını kabul etmişlerdir. Mâlikî ve
Hanbelî mezheplerindeki genel kabul gören görüşe göre, gayr-i müslimler arasında fark yoktur.
Bunların hepsinden cizye alınır. Mürtedden cizye alınmayacağı hususunda da ittifak vardır. Zira
bu kimsenin kabul edilmiş bir dini yoktur. Bkz. Sahnûn, V, 198, 199; İbn Kayyim el-Cevziyye,
Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Bekir , Ahkâmu Ehl-i’z-Zimme, Tahkik: Subhî es-Sâlih, Dâru’lİlm li’l-Melâyin, Beyrut 1994, I, 6-7; İbn Hazm, V, 417-418; el-Kâsânî, Alâuddîn Ebû Bekr b.
Mes’ûd , Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, Tahkîk ve Ta’lîk: Ali Muhammed Muavvıd ve Adil
Ahmed Abdulmevcûd, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut 1997, VII, 111; İbn Âbidîn, Muhammed
Emin b. Ömer, Reddu'l- Muhtar ale'd Durri'l-Muhtâr, Dâru İhyâi't Turâsi'l Arabî, Beyrut 1987, III,
268-269.
13
himaye ifade eden bir anlaşma ile yabancı ülkeye girerler ki bunun günümüzde
vizeye benzer bir uygulama olduğu söylenebilir.
Ülkeye giriş yapan yabancıyla devlet arasında yapılan eman akdi, karşılıklı
olarak hakların doğumuna sebep olur. Bu antlaşmayla ülke devletinin, yabancının
can ve mal güvenliğini sağlamaya, hürriyetlerinin kısıtlanarak hak kaybına
uğramasına mani olacağına32; yabancının da ülkede huzursuzluk çıkarıp devlete
(siyasi otoriteye) karşı gelmeyeceğine, kamu düzenini ihlal etmeyeceğine dair
teminat verdiği kabul edilir. Bu husus Medine Vesikası m. 40’da da ifadesini
bulmuştur: “himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir
ne de (kendisi) cürüm ika eder.” Buna göre himaye eden ile edilen arasında can ve
mal güvenliği açısından bir fark bulunmayacaktır. Bu maddenin dâr anlamıyla
zimmîleri, geniş anlamıyla da İslam ülkesi ile arasında anlaşma bulunan (müste’men
ve ehl-i ahdi da kapsayacak şekilde) kimseleri ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Uluslararası bir nitelik taşıyan bu husus, 05.02.1970 tarihli Uluslararası Adâlet
Divanında da görüşülmüş, yabancı ile ilgili ülke devleti arasında karşılıklı olarak
sorumlulukların bulunduğu vurgulanmıştır.33 Şunu belirtmek gerekir ki yabancının
haklarını kullanmasının kısıtlanamaması, söz konusu ülke devletinin bu kimseye
tanıdığı haklar açısındandır. Zira her ülke, vatandaşlarından farklı olarak, yabancılara
daha sınırlı haklar tanımaktadır ve yabancının, yaptığı akit ile buna razı olduğu kabul
edilir. İslam ülkesine giren yabancıların ülkede rahatça dolaşabilmelerine karşın
Harem bölgesine girememeleri; yahut sınırlı bir müddet için girmeleri; ticaret
amacıyla gelmiş olan bir yabancıya bu hususta izin verilmiş olmasına karşın silah vb.
eşyayı İslam ülkesi dışına çıkarmasına izin verilmemesi34 gibi durumlar, yabancının
haklarının sınırlandırılmasının örnekleridir. Fakat burada getirilen sınırlamalarda
kamu menfaatinin gözetildiğinin belirtilmesi gerekir.
Müste’menlerin ülkede bulunmaları yerel hukuka uygun olan yabancılar35
kısmında mütalaa edilmeleri gerekir. Bu durum, gerek ülkeye giriş sırasında ve gerek
32
33
34
35
Özel, Ahmed, İslam Hukukunda Ülke Kavramı Dârulislam Dârulharb, İz Yayıncılık, İstanbul
1998, 226-227.
“Bir devlet ülkesine gerçek ya da tüzel kişiliğe sahip yabancı ya da yabancı yatırımları kabul ettiği
anda, onları yasaların güvencesi altına ve onlara karşı davranışları açısından belli yükümlülükler
yüklemek zorundadır.” Aybay, 44.
İbn Şâs, Celaluddin Abdullah b. Necm, Ikdu’l-Cevahiri’s-Semine fi Mezhebi Alemi’l-Medine,
Tahkik: Muhammed Ebu’l-Ecfan, Abdulhâfız Mansur, Dâru’l-Garbi’l-İslam, Beyrut 1995, I, 487.
Aybay, 33.
14
ülkede bulunduğu süre zarfında, yabancıyla ilgili olarak belirlenen şartlara
uygunluğu ifade eder. Bir kimse yabancı ülkeye girerken, bu ülkenin yetkili organları
tarafından kendisine giriş izni verilmiş olması gerekir. En alt seviyesinden en üst
seviyesine kadar her Müslümanın verdiği emanın geçerli olduğu36
hadisinden
hareket eden İmam Mâlik (ö.179), İmam Muhammed (ö.189), İmam eş-Şafiî (ö.204)
ve İmam Ahmed (ö.241) köle dahi olsa mükellef her Müslümanın eman
verebileceğini söylerken37 Ebu Hanife (ö. 150) ve Ebu Yusuf (ö.183) kölenin eman
vermesini savaşçı olması şartına bağlamışlardır. Buna göre İslam ülkesine giren
yabancı, ülkede geçerli olan uygulamaya uygun olarak izin almak suretiyle İslam
ülkesine girecektir. Müste’menlerin ülkede ne kadar kalacakları, farklı kabullerle
birlikte, bir süreye bağlanmıştır. Malikî ve Şafiîler, eman verilirken bir süre tayin
edilmemesi halinde bunun en fazla dört ay olabileceğini söylemişdir. Sürenin tayin
edilmiş olması halinde de bunun bir yıldan fazla olamayacağını savunan Şafiîlerin bu
görüşü, aynı zamanda Hanefî, İmamiyye ve Zeydiyye mezheplerinde de kabul edilen
görüştür.38 Hanbelîler ise bunun on yıldan daha fazla olamayacağını söylemişlerdir.39
Kesin olan nokta ise bir kimsenin müste’men olarak daimi surette İslam ülkesinde
ikamet edemeyeceğidir.
Gerek yabancının ülkeye girişi için izin verilirken izni kimin vereceği, gerek
bu iznin ne kadar bir süre için verileceği ile ilgili ihtilaflarda40, ülkelerin, ülke
devletinin kurumsal yapılarındaki değişim ve gelişimlerle birlikte diğer ülke
devletleri ile olan ilişkilerin etkisi olmuştur. Emanı köleler dahi verebiliyorken bunun
belirli bir kurumun yetki ve onayına bırakılması, emanın süresinde değişikliklerin
meydana gelmesi yukarıda saymış olduğumuz nedenlerden dolayıdır. Bütün bunlar
göz önünde bulundurulduğunda Fahruddin er-Râzî’nin emanının süresinin- ki biz
bunu biraz daha genişleterek emanı verenleri de bütününün içine alıyoruz- örfe göre
36
37
38
39
40
Zeydan, Abdulkerim, Ahkâmu’z-Zimmiyyîn ve’l-Muste’minîn fi Dâri’l-İslam, Muessesetu’r-Risale,
Bağdad 1982, 47.
eş-Şirbînî, Muhammed b. Muhammed el-Hatîb, Muğni’l-Muhtâc ilâ Ma’rifeti Maânî Elfâzı’lMinhâc, Tahkik ve Talik: Ali Muhammed Muavvıd ve Adil Ahmed Abdulmevcûd, Dâru’lKutubi’l-Ilmiyye, Beyrut 1994, VI, 51.
eş-Şirbinî, VI, 53.
el-Merdâvî ,Ebu’l-Hasan Alâuddîn Ali b. Süleyman b. Ahmed, el-İnsâf fî Ma'rifeti'r-Râcih mine'lHilâf alâ Mezhebi'l-İmam Ahmed b. Hanbel, Tahkik: Muhammed Hamid Fıkî, 2. Bs., Dâru İhyai'tTurâsi'l-Arabi, Beyrut 1980, IV, 203.
Yaman, Ahmet, İslam Hukukunda Uluslararası İlişkiler, Fecr Yayınevi, Ankara 1998, 264-266.
15
belirleneceği yönündeki görüşünün41 vakıayı yansıtması açısından önemli olduğunu
söylememiz gerekir.
Yabancıların ülkede bulunmalarının yerel hukuka uygun olmalarına karşılık,
bunun yerel hukuka aykırı olduğu haller de mevcuttur. Genel itibariyle yabancıların
ülkeye giriş istekleri , giriş amaçlarına uygun bir sürenin tayin edilmesi ve kendisine
yetki tanınmış bir organ tarafından izin verilmesi suretiyle gerçekleşir ki İslam
hukukuna göre bu izin ya sınırdaki tampon bölgede yahut İslam ülkesi sınırları
içerisinde verilmelidir. Yabancının yerel hukuka aykırı olarak ülkede bulunması
durumu da bunlardan birinin yahut birkaçının terki durumunda söz konusu olur.
İslam hukukuna göre, yabancının ülkeye giriş izninin sadece Müslümanlar
tarafından verilebileceğini daha önce belirtmiştik. Bu nedenle İslam ülkesi vatandaşı
olmalarına karşın, zimmîlere eman verme yetkisi tanınmamıştır.42 Bunun siyasal
haklarda,
zimmîlere
getirilen
bir
takım
kısıtlamalardan
kaynaklandığını
söyleyebiliriz. Zira zimmîler, her ne kadar İslam ülkesi vatandaşı dahi olsalar, kendi
dindaşlarını koruma ve kollama hususunda daha rahat davranabilecekleri için
(maslahata binaen) bunların verdikleri eman geçersiz sayılmıştır. Bununla beraber,
Müslüman olup, dârulharbe müste’men olarak giden kimsenin emanının da geçersiz
olduğu Şafiî ve Hanbelî hukukçular dışındaki Cumhur tarafından kabul edilmekle
birlikte, ikrah altında bulunan Müslümanın verdiği emanın geçersiz olduğu
hususunda alimler arasında ihtilaf bulunmamaktadır.43
Belirli bir süre için ülkede bulunan yabancı, bu süre sonunda ülkeden çıkması
ya da cizye vererek İslam ülkesi vatandaşı olması noktalarında uyarılır. Böylece
müste’men, yetkisiz kişiler tarafından verilmiş emanla veya ülkede bulunacağı
sürenin dolmasına karşın cizye ödemeyerek ülkede kalmaya devam ediyorsa, bu
durum yabancının yerel hukuka aykırı olarak ülkede bulunmasını ifade eder.44
41
Zuhaylî, Vehbe, “Eman”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları İstanbul 1995, XI, 81; İnalcık, Halil,
“İmtiyâzât”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, XXII, 246.
42
Hanefîler, Müslümanlarla birlikte savaşa katılan gayr-i müslimleri bundan istisna etmişlerdir. Bkz:
el-Kâsânî, VII,106.
43
eş-Şirbînî, VI, 52 .
44
el-İmrânî, Ebu’l-Hüseyin Yahya b. Ebi’l-Hayr b. Sâlim, el-Beyân fî Mezhebi’l-İmam eş-Şafiî,
Dâru’l-Minhâc, Beyrut 2000, XII, 286; İbn Âbidîn, III, 249.
16
Müste’menin yerel hukuka uygun olarak ülkede bulunması, hukukî himaye
yönünden önem taşımaktadır. Zira eman almadan ya da geçerli sayılmayan bir
emanla ülkeye girmiş bir yabancının ne canı, ne de malı için hukukî himaye söz
konusu değildir. Buna göre yabancı, herhangi bir ihtilaftan dolayı İslam
mahkemesine başvurma hakkına sahip değildir. Başvursa dahi bu kimsenin davasına
bakılmaz.45
İslam ülkesiyle belirli bir süre için yapılan ateşkes antlaşması sonucu elde
edilen genel eman neticesinde dokunulmazlık hakkı elde eden ve esasen harbî olan
ehl-i ahd, bu antlaşmayla müste’menin sahip olduğu haklara sahip olur. Şu farkla ki
bu kimselerin, İslam ülkesine girerken ayrıca eman almaları gerekmemektedir. Ehl-i
ahdın İslam ülkesinde bulunduğu sürece kendisine dokunulmayacağı garanti
edilmekle beraber, zimmet akdinde olduğu gibi bir korumanın olmayacağını da kabul
edenler olmuştur.46
4. a. a. 2. Ehl-i Harb
Ehl-i Harb, kanunlar ihtilafı sisteminde kişi olarak yabancı unsur arasında yer
almaktadır. Tâbiiyet veya eman gibi bir nedenle İslam ülkesinde bulunmayan ve
İslam ülkesi ile yapılmış bir muâhede antlaşmasına taraf olmayan kimseleri ifade
etmek için ehl-i harb terimi kullanılmaktadır. 47,
Müste’men ve zimmîlerden farklı olarak harbîler, İslam ülkesi hâkimiyeti
altında olmadıkları ve kendilerine İslam hukuku uygulanmadığı için, İslam hukuku
açısından herhangi bir hak ya da sorumluluğun sahibi değillerdir. Bu bağlamda İslam
hukuku açısından bu kimselerin ve mallarının korunması söz konusu olmadığı gibi,
bunların hukuken bir saygınlığı da bulunmamaktadır. Eman almaksızın İslam
ülkesine giren harbînin gerek malı gerekse canı ile ilgili hususlarda kabul edilen
ilkeler bunu göstermektedir.48 Örneğin İslam ülkesinde malı telef edilen bir harbî
müste’menin malı tazmin ettirilirken, müste’men olmayan harbî için malının tazmin
45
46
47
48
es-Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, Câmiatu’d-Duveli’l-Arabiyye, Kahire 1971, IV, 1486.
en-Nevevî, IX, 154.
Fidan, Yusuf, İslamda Yabancılar ve Azınlıklar Hukuku, Ensar Yayınları, Konya 2005, 9; Ebû
Etle, Hadice Ahmed, el-İslam ve’l-Alâkâtu’d-Devliyye fî’s-Silm ve’l- Harb, Dâru’l-Maârif, Kahire
1983, 144.
el-Mâverdî, Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed Habîb, el-Hâvî’l-Kebîr fî Fıkhi Mezhebi İmami’şŞafiî,Tahkik ve Talik: Ali Muhammed Muavvıd, Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 1999, XIV,
17
ettirilmesi bir tarafa, dava açma hakkı dahi söz konusu değildir.49 Bu olayın dâru’lharpte ya da dâru’l-islamda, İslam ülkesi vatandaşı müste’menler ile harbîler
arasında ya da harbîler ile harbîler arasında gerçekleşsin, bu kimseler, İslam hukuku
açısından herhangi bir hakkın sahibi olarak kabul edilmezler.
Harbî, eman yahut muahede akdi olmaksızın İslam ülkesinde bulunduğu süre
içerisinde, gerek İslam ülkesinde gerek harp ülkesinde uğradığı zarardan dolayı İslam
mahkemesine dava açma hakkına sahip değildir. Dava hakkına sahip olabilmesi için,
İslam ülkesi vatandaşlığını kabul ya da eman alma gibi şekil şartlar belirlenmiştir.50
Gerek müste’menler ve gerek muahhidler, gerçekte harbî olmalarına karşın, bunların
hukukî tasarruflarının sonuç doğurması söz konusu şartları taşımaları nedeniyledir.
4. a. a .3. Zimmî
Her ülkenin vatandaşlıkla ilgili usul ve şekil şartları o ülkenin kendi iç hukuk
sistemi tarafından belirlenir. Burada herhangi bir ülke hukukunun etkisi söz konusu
edilemez. Vatandaşlığın Kanunlar İhtilafı sistemi içerisinde söz konusu edilmesi ise,
bu kişilerin daha önce hangi ülkenin hukuk sistemine bağlı oldukları ve/veya hangi
ülkenin vatandaşlığından ayrıldıklarına ilişkin ihtilafların gelmesi halindedir. Bunun
pratiğe yansıması, bir ülke vatandaşlığını kazanan kimsenin (müktesep vatandaşlık),
daha önce tâbiiyetinde olduğu ülkenin kendisine tanımış olduğu haktan kaynaklanan
bir ihtilafta, ilk tâbiiyetin nazarı dikkate alınması noktasındadır.
İslam ülkesinin vatandaşlarını Müslümanlar ve zimmîler oluşturmaktadırlar.
Zimmî, zimmet akdi yapmak suretiyle İslam ülkesi vatandaşlığını kabul eden gayr-i
müslim kimselere denilmektedir. Zimmet ise borçlar altına girip, borcun getirdiği
yükümlülükleri kabul etmek demektir.51 Böylece akti yapan kişi ile ilgili devlet
arasında karşılıklı olarak haklar doğmuş olur.52 Yapılan akitle beraber kişi, İslam
ülkesini vatan edinmek, İslam hukukunu kabul etmek yönünde irade beyanında
49
50
51
52
es-Serahsî, Şerhu Siyeri’l-Kebir, V, 1203; İbn Nuceym, Zeynuddîn b. İbrahim b. Muhammed, elBahru’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dakâik, (İbn Âbidîn Muhammed b. Ömer ed-Dımaşkî'nin "
Minhatu'l-Hâlık ale'l Bahri'r-Râik " adlı haşiyesi ile birlikte) Dâru’l- Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut
1997, V.
el-Kâsânî, VII,130.
ez-Zerka, Mustafa Ahmed, el-Fıkhu'l-İslâmî fî Sevbihi'l-Cedid: Medhal ila Nazariyyeti’-l İltizam
fî’l-Fıkhi’l-İslâmî, Dâru’l-Fikr, Yy., Ty., III, 183; Köse, Murtaza, “İslam Hukuku ve Modern
Hukuka Göre Tüzel Kişilik”, EKEV Dergisi, Mayıs 1998, Yıl:2, Sayı:2, 228.
İbn Şâs, I, 491.
18
bulunarak, vatandaşı olduğu ülke devletinin kendisine yüklediği hak ve
sorumlulukları kabul etmiş olur. Buna karşılık devlet, vatandaşının can ve mal
güvenliği, din ve vicdan hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetlerini teminat altına
alır.53 Böylece İslam ülkesinin aslî vatandaşı olarak nitelendireceğimiz Müslümanlar
ile zimmîler arasında birkaç istisna hariç- hukuken bir fark kalmaz.54
Yabancı bir kimsenin İslam ülkesi vatandaşlığına kabulünde bir takım şekil
şartlar aranmıştır. Bunlardan ilki, zimmet akdi yapmadan önce, bu akdin kimlerle
yapılacağı hususundadır. Zimmet akdi, cizye adı verilen ve gayr-i müslimlerden
alınan bir vergi ile gerçekleştirilir. Bu nedenle kimlerden cizye alınacağının tespiti,
aynı zamanda kimlerle zimmet akdi yapılabileceğini göstermektedir. Hanefîlerin ve
Şafiîlerin yaptığı istisna da göz önünde bulundurularak, genel kanaatin, hemen bütün
gayr-i müslimlerle zimmet akdi yapılabileceği yönünde olduğu söylenebilir.55
Zimmet akdi için zikredilen ikinci şart, akdi yapan kimsenin hür ve akıl- baliğ
olmasıdır. Akdi yapan kimsenin kadın ya da erkek olması arasında esas itibariyle
fark yoktur. Bunun tek istisnası cizye hususundadır. Zira cizye bâliğ hür erkekler için
yükümlülük ifade etmekle beraber, kadınların ve çocukların cizye verme
yükümlülüklerinin olmadığı hususunda İslam hukukçularının ittifakı vardır.56 Bunun
yanı sıra erkeklerin de cizyeden muaf tutuldukları durumlar mevcuttur. Ebu Yusuf
İbn Kudâme, Kurtubî, İbn Hümam, ez-Zerkeşî, Merdavî kadın ve çocuğun yanı sıra
cizyeyi ödeyemeyecek kadar hasta ve yaşlı kimseler ile mecnundan ve kendisine
kiliseye adamış din adamlarının da bundan muaf tutulduklarını söylemişlerdir.57
Erkeğe tâbi olarak kadın ve küçük çocuklar da zimmet akdinin kapsamına dahil
edilirler.58
Gayr-i müslimlerin İslam vatandaşlığına girmeleri iki şekilde gerçekleşir:
Kendi istekleri ya da devlet başkanının teklifi ile. gayr-i müslimler ferdi olarak ya da
53
Sahnûn, V, 194; eş- Şirbinî, VI, 75.
el-Cevziyye, I, 4; el-Mâverdî, el-Hâvî’l-Kebîr, XIV, 298; Qadri, Anwar, Islamic Jurisprudence in
the Modern World, Taj Company, Delhi, 1986, 285.
55
el-Cevziyye, I, 6; İbn Nuceym, V, 186-187; İbn Âbidîn, III, 268-269.
56
el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen b. Muhammed, el-Ahkâmu’s-Sûltaniyye ve’l-Velâyâtu’d-Dîniyye,
Matbaatu Mustafa, Mısır 1973, 144; el-Merdavî, el-İnsaf,, IV, 222; eş-Şirbinî, VI, 64.
57
Ebu Yusuf, Kitabu’l-Harac ,Çev:İsmail Karakaya,Akçağ Yayınları, Ankara 1982, 285; el-Kâsânî,
VII, 111; el-Bûsî, Abdullah b. Mubarek b.Abdullah, İcmaâtu İbn Abdi’l-Berr fi’l-İbadât, Dâru
Tayyibe, Riyad, 1999, II, 1047.
58
el-Merdâvî, IV, 222.
54
19
grup olarak ya da daha geniş bir katılımla bölge halkı olarak zimmet akdi
yapabilirler. Bu akdi gerçekleştirmede tek yetkili organ olarak kabul edilen Devlet
başkanı ya da devletin görevlendirmiş olduğu yetkili birim, müste’men olarak ülkeye
girmiş ve burada bir yıla yakın süredir ya da bir yıldır ikamet etmekte olan yabancıya
zimmî olmayı teklif eder. Böylece bir yıl dolduğu halde İslam ülkesinde bulunmaya
devam eden müste’men zimmî statüsüne geçmiş olur. 59
Zimmet akdi yaparak İslam ülkesi vatandaşlığını kabul eden bu kimseler,
İslam ülkesinin azınlık statüsündeki vatandaşları olarak da nitelendirilmişlerdir60.
Zira zimmîler, farklı inançları ve kültürleri bakımından ülkenin çoğunluğunu
oluşturan Müslüman vatandaşlardan ayrılmaktadırlar. Ancak sınırlı siyasî hakların
yanı sıra sosyal haklardan da yararlanan zimmîler, hak ve sorumluluk açısından
Müslümanlarla eşit kabul edilmiş ve bu durum “Bizim lehimize olan onların da
lehine, aleyhimize olan onların da aleyhinedir.”61 sözüyle ilkeleştirilmiştir. Bununla
beraber, aynı ülkenin tâbiiyetinde olmaları nedeniyle hukukî muamelelerinde de
aralarında fark gözetilmemiştir.62 Bunun tek istisnası, onların dinî inançlarıyla
doğrudan ilişkili hukukî meselelerde kendi hukuklarının göz önünde bulundurulması
ile ilgilidir.63 es-Serahsî’nin (ö. 483) “Ehl-i Harp ile zimmet akdi yapmanın maksadı
mal (cizye ödemek) değil, muamelatla ilgili meselelerde İslam ahkâmını
kabullenmeleridir”
64
şeklindeki açıklaması İslam hukukçularının ortak görüşünü
özetlemektedir. Buna göre zimmîlerin dinleriyle ilgili ihtilaflarında kendi hukukları
yetkili kabul edilmiştir. ed-Debusî’nin (ö. 430)zimmetin din hakkında değil dâr
hakkında halef olması ve dünya ahkâmında aynı hükümlere tâbi olunması ile
kastettiği de budur.65 Muamelata dair mevzularda din unsuru ikinci plana itilerek bir
bütün olarak vatandaşlık unsuru ön plana çıkarılmıştır.
59
60
61
62
63
64
65
Türcan, Talip, İslam Hukukunda Vatandaşlık (Basılmamış yüksek lisans tezi), Ankara 1995, 114115.
Qadri, 285.
Sahnûn, V, 196; el-Cevziyye, 4; el-Kâsânî, VII, 111.
el-Merdâvî, IV, 232.
el-Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye ve’l-Velâyâtu’d-Dîniyye, Matbaatu Mustafa, Mısır 1973. 145146.
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, V, 2016.
ed-Debûsî, Ebu Zeyd Abdullah b. Ömer, Kitabu’n-Nikah mine’l-Esrâr, Tahkik:. Nayif b. Nafi'
Ömerî, Dâru’l-Menar, Kahire 1993, 272.
20
Gayr-i müslimlerin muamelata dair ihtilaflarına İslam hukuku hükümlerinin
uygulanacağı söylenmiş66; ancak muamelat olarak zikredilen alana nelerin dahil
edildiği meselesi kapalı kalmıştır. Buna neden, İslam hukukçularının muamelatın
kapsamı ile ilgili olarak farklı görüşlere sahip olmalarıdır.
Kişi olarak yabancı unsur içerisinde İslam ülkesi vatandaşı olan zimmîlerin
zikredilmesinin temelde iki nedeni vardır. Bunlardan ilki, bir yanıyla İslam ülkesine
bağlı olan zimmîlere kazaî yetki vermek suretiyle, inançları ile ilgili konularda kendi
hukuklarını uygulama imkanı tanınmış olmasıdır. Ancak dinleriyle ilgili kabul edilen
meselelerin esas itibariyle hangi hukuk sisteminden (İslam hukuku-zimmîlerin kendi
dinî hukukları/yabancı hukuk) kaynaklandığı hususu tartışmalıdır. Bir ülke
devletinin, vatandaşlarına uygulanan kuralları, o ülkenin iç hukuk kurallarından
başkası değildir. Bununla beraber, İslam ülkesi vatandaşı olmalarına karşın
zimmîlerle ilgili bir kısım meselelerde kendi dinî hukuklarından söz edilmesi, bu
kuralların iç hukukun bir parçası olarak kabul edilip edilmeyeceği sorununu da
beraberinde getirecektir. Zira bu, iç hukuka dahil edilmediği takdirde, yabancı bir
hukuk olarak kabul edilecektir. Zimmîlerle ilgili olan ikinci nokta ise, İslam ülkesine
giren müste’menler/ yabancılar arasında meydana gelen hukukî ihtilaflarda zimmîler
için kabul edilen esasların bunlar hakkında da geçerli kabul edilmesi hususundadır.67
Böylece müste’minlerin İslam mahkemesine getirdikleri hukukî ihtilafta hâkim, o
hususta zimmîlere uygulanacak hüküm neyse onu uygular.68
Sonuç olarak İslam ülkesinin gayr- i Müslim vatandaşı olarak kabul edilen
zimmîler ile Müslümanlar arasında tâbiiyetten kaynaklanan haklardan yararlanmada
eşitlik esası kabul edilmiştir. Zimmîlerin, muamelatın kapsamına dahil olan
hususlarda Müslümanlarla aynı hükümlere; dinleri ile ilgili hususlarda ise kendi dinî
hukuklarına tâbi olacakları kabul edilmiştir. Bu hususun tespiti, İslam ülkesindeki
66
67
68
el-Hallâl, Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed, Ahkâmu Ehli’l-Milel mine’l-Câmii’ li Mesâili’l-İmam
Ahmed b. Hanbel, Tahkik: Seyyid Kisrevî Hasan, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2003; esSerahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, V, 1820.
ed-Debûsî, 273.
Genel olarak müste’menlerin zimmîlerle aynı hükümlere tâbi olacakları kabul edilmekle beraber,
zina haddinin uygulanması ile ilgili tartışmalarda olduğu gibi, farklı hükümlere tâbi tutuldukları
durumlar da mevcuttur. Eş-Şafiî, el-Umm, XV, 314.
21
diğer gayr-i müslim yabancılara hangi hukukun uygulanacağını göstermesi açısından
önemlidir.69
4. a. b. Yabancı Unsur Olarak Yer
Yabancı unsur olarak yer, ihtilafın kendisinin ya da sonuçlarının yabancı bir
ülkede gerçekleşmesi durumlarında söz konusu edilir. Buna göre bir ülke
mahkemesine getirilen hukukî ihtilafın yalnızca yabancı bir kimse tarafından değil,
aynı zamanda söz konusu ülke vatandaşı tarafından da yabancı bir ülkede
gerçekleştirilmiş olması, bu ihtilafın yabancı unsurlu olarak nitelendirilmesine neden
olmaktadır.70
Yer olarak yabancı unsurlu davalarda gönderme, hukukî olayın yabancı bir
ülkede gerçekleşmesi, olayın sonuçlarının burada gerçekleşmesi, ihtilafın taraflarının
ikameten burada bulunmaları, ihtilaf konusunun taşınmazlarla ilgili olması vb.
durumlarda söz konusu edilmektedir.
Bir ülke devletine nispetle bir yerin yabancı olarak nitelendirilmesine neden,
söz konusu ülke devletinin hâkimiyet alanının o ülkenin –siyasî- sınırları ile
belirlenmiş olmasından dolayıdır.71 Böylece bir devletin hâkimiyeti dışında kalan
yerler o ülkeye göre yabancı, burada gerçekleşen ihtilaflar da yer olarak yabancı
unsurlu ihtilaflardır.
Bir ülkenin diğerine nispetle yabancı kabul edilmesinde ölçü olarak
hâkimiyetin esas alınmasının nedeni, her ülke hukukunun kendi sınırları içerisinde
uygulanıyor olmasından ötürüdür. Bu durum İslam hukuku açısından da geçerlidir.
İslam hukukunda ülkeler en temelde dârulislam ve dârulharb olarak ikili bir
tasnife tâbi tutulmuştur. İslam hukukunun uygulanıyor olması ve olmaması durumu
bu ayrımın gerekçesini oluşturmaktadır. Ancak bütünü meydana getiren bu
unsurlardan her ikisi için de kendi içlerinde ayrışmalar söz konusudur. Bu nedenle iki
ülke farklılığının her zaman yukarıda belirtilen şekilde olmadığı aşikardır. Bu iki
veya daha fazla ülkeler arasındaki farklılık gerek İslam ülkeleri gerek harp ülkeleri
için geçerlidir. Şu farkla ki, İslam ülkeleri arasındaki farklılıklara rağmen bu ayrılığın
69
70
71
İbn Âbidîn, III, 249.
Tekinalp, 14.
Türcan, Talip, Devletin Egemenlik Unsuru ve Egemenlikten Kaynaklanan Yetkileri, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2001, 54.
22
yüzeysel olduğunu; hükmî değil hakikî ülke farklılığından ileriye gitmediğini72
söyleyebiliriz. Zira İslam ülkeleri netice itibariyle İslam hukukunun uygulandığı yer
(Dâru’l-Ahkâm) olmaları nedeniyle bir birliktelik arzetmektedirler.73
Ülkeler arasındaki farklılığın, mülkî yönetimlerinin, hukuk sistemlerinin,
askeri güçlerinin farklı olması, söz konusu devletler arasında dayanışma ve
yardımlaşmanın, velayetin olmaması gibi nedenlere dayandığı kabul edilmiştir. İslam
ülkeleri arasındaki farklılık ise yönetimlerinin ve hâkimlerinin farklı olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle İslam ülkeleri arasında mutlak manada bir ihtilaf söz
konusu değildir. Çünkü ismet ve velayet, Müslüman ülkeler arasında daimi olarak
mevcuttur.74 Yine aynı sebeplerin yokluğu ise daimi surette dârulislam ile
dârulharbin iki farklı ülke olarak nitelendirilmesinin sebebidir.
Ülke farklılığı aynı zamanda hukuk sistemlerinin farklılığı anlamına
gelmektedir. Bu durum her bir ülkenin diğerine nispetle yabancı olarak kabul
edilmesine neden olmaktadır. Bunun istisnası, daha önce de belirtildiği gibi İslam
ülkeleri açısındandır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında uygulamalarına sık
rastlanıldığı şekliyle, farklı bir tâbiiyette olan bir kimse ecnebi Müslüman75 olarak
nitelendirilmekte, ancak bu yabancılık anlayışına rağmen kendisine, hem tâbiiyetinde
olduğu hem de hâlihazırda bulunduğu ülkede geçerli olan İslam hukuku hükümleri
uygulanmaktadır. Bunun Kanunlar İhtilafı sistemi açısından önemi her ne kadar
yabancı bir unsur bulunsa dahi, aynı kanunların tatbik edildiği alanlarda kanunların
çatışmayacağıdır. Bu nedenle de İslam ülkeleri arasında göndermenin varlığından
söz etmek, birinci dereceden mümkün değildir. Çünkü göndermenin yapılacağı
hukuk nizamı yabancı bir hukuk nizamı olarak nitelendirilemez.
Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, göndermede yer olarak yabancı
unsuru, gerçek manada yabancı olarak nitelendirebileceğimiz harp ülkelerinden
hareketle tespit etmeye çalışacağız. Şunu belirtmemiz gerekir ki harp ülkeleri
kategorize edilirken, bunların İslam ülkesiyle olan ilişkileri göz önünde
72
es-Serahsî, el-Mebsût, XXX, 33.
Fetânî, İsmail Latîfî, İhtilâfu’d-Dâreyn ve Eseruhu fî Ahkâmi’l- Munekehât ve’l-Muamelât, I-II,
Dâru’s-Selam, Kahire, 1990, 83.
74
es-Serahsî, el-Mebsût, XXX, 33.
73
23
bulundurulmuştur. Aksi halde yabancı olmak itibariyle İslam ülkesi açısından bunlar
arasında fark yoktur.
4. a. b. 1. Dârulharb
İslam ülkesinin hâkimiyeti dışında kalan yerlerin tümünü kapsayacak şekilde
geniş bir kullanıma sahip olan dârulharb, burada daha sınırlı bir alanı ifade
etmektedir. Yer olarak yabancı unsur belirlenirken, bunların arasındaki ilişkinin
sulhane olup olmaması dikkate alınmıştır. Esas itibariyle aralarında fark olmayan bu
devletlerin,
İslam
ülkesi
ile
yapmış
oldukları
ve
milletlerarası
olarak
nitelendirebileceğimiz antlaşmaların, antlaşmanın her iki tarafı arasında farklı hukukî
uygulamalara sebep olmasından dolayı, ayrı ayrı değerlendirilmesi daha uygun
görülmüştür.
Dârulharp, dârulislamın aksine, İslam ahkâmının değil, küfür ahkâmının
uygulandığı yer olarak tarif edilmiştir. Burada Müslümanlar için, İslam devletinde
olduğu gibi herhangi bir koruma söz konusu edilemez. Zira dârulharb,
Müslümanların siyasi hâkimiyeti dışındadır.76
Bir ülke başlangıçta harp ülkesi olabileceği gibi daha sonra da harp ülkesi
haline gelebilir. Bu hususta ittifak halinde olan İslam hukukçuları, bir beldenin(İslam
beldesinin) hangi durumlarda harp ülkesi haline geleceği hususunda ise farklı
görüşler sergilemişlerdir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, bir yerde İslam hukuku
hükümleri uygulanmaya devam ettiği sürece buraya harp ülkesi denmemeye
çalışılmıştır.77 Şafiîlere göre bir beldede, harbîlerin hakimiyeti nedeni ile İslam
hukukunun uygulanamaz hale gelmesi, bu yerin harp ülkesi olarak kabul edilmesi
için yeterli değildir. Burası ancak Müslümanların buradan hicret etmeleri halinde
harp ülkesi olacaktır.
Dikkat edilecek olursa harp ülkesi tanımlanırken, genel olarak burada İslam
hükümlerinin uygulanmıyor olmasından söz edilmiştir. Bunun nedeni, İslam
76
77
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, I, 251; el-Mebsût, X, 114; el-Merdâvî, IV, 121; Zuhayli, 105;
Özel, 103; Türcan, İslam Hukukunda Vatandaşlık, 9-10.
el-Kâsânî, VII, 130; Fetânî, 59-65.
24
hukukunun uygulanabilmesi için gerekli olan yetkinin burada mevcut olmamasından
dolayıdır.78
Harp ülkesinde, gerek İslam ülkesi vatandaşları arasında gerekse bunlarla
yabancılar arasında gerçekleşen hukukî ilişki ve ihtilafların İslam mahkemesine
getirilmesi halinde, öncelikle bu hususta dava açılıp açılmayacağı, daha sonra da
yabancı ülkede meydana gelen ihtilafta hangi ülke hukukunun uygulanacağı
tartışılmıştır. Detayları daha sonra görüleceği üzere, tarafların İslam ülkesi
vatandaşları olmaları hali ile yabancı olmaları hali birbirinden ayrılmış; İslam ülkesi
vatandaşlarının hukukî ihtilaflarına bakılacağı kabul edilmiştir. Yabancıların kendi
aralarında, yabancı ülkede gerçekleşen ihtilaflarına bakılmayacağı; ancak taraflardan
birinin ya da her ikisinin İslam ülkesi vatandaşı olması halinde, belirli şartların
gerçekleşmesine bağlı olarak bu ihtilafa bakılacağı genel kabul görmüştür.
4.a. b. 2. Dârulahd
Bir harp ülkesi ile İslam ülkesi arasında, belirli bir süre için ateşkes ilan
edilmesi sonucu burası dârulahd haline gelir. Devlet başkanından başka bir kimsenin
yetkili tanınmadığı ve Müslümanların maslahatı şartlarına bağlı olarak yabancı ülke
ile yapılan antlaşma neticesinde bu ismi alan Dârulahd ile kastedilen, esasen harp
ülkesi olmasına karşın, yapılan antlaşma gereğince ve süresince, her iki taraf
açısından karşılıklı olarak güven ortamının sağlandığı yerdir.79
Yapılan ahid ile bu yer İslam ülkesi haline gelmeyeceği gibi, burada İslam
hukuku hükümleri de uygulanmayacaktır. Zira bu antlaşma, tarafların sahip oldukları
hakları korumak suretiyle, herhangi bir iç müdahale olmaması esası üzerine
kurulmuştur.80 Ancak bu ülke vatandaşları arasındaki ihtilafların İslam mahkemesine
getirilmesi halinde, ihtilaflarına bakılabilecektir. Dârulahd’da meydana gelen
ihtilafların İslam mahkemesinde ele alınıp alınmayacağı hususunda genel kanaatin
ihtilafın İslam mahkemesine kabul edileceği yönünde olduğunu söylememiz gerekir.
78
79
80
Damîriyye, Osman Cuma, Usûlu’l-Alakâti’d-Devliyye fî Fıkhi’l-İmam Muhammed b. Hasan eşŞeybânî, Dâru’l- Mealî, Ürdün 1999, I, 345.
el-Huraşî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Ali , Şerhu Muhtasari Sîdî Halîl, Dâr-u Sâdr,
Beyrut Ty., III, 150-151; Zuhaylî, 107-108.
Özel, 144.
25
Dâru’l-ahdin esas itibari ile bir harp ülkesi olmasına karşın, yapılan antlaşma
nedeniyle burada bir kısım hukukî münasebetlerde, harp ülkesine nazaran farklı
uygulamaların olduğu görülmektedir. Gerek İslam ülkesi vatandaşları bu ülkeye
girerken gerek ehl-i ahd İslam ülkesine girerken, bu kimselerin can ve mallarının
koruma altında olduğu kabul edilir. Bunun için ayrıca bir eman akdi yapılmasına
gerek kalmamaktadır.81
Dâru’l-ahdle ilgili olarak İslam hukukunda iki anlayış vardır. Bunlardan ilki
yapılan bu antlaşma neticesinde haraç ve cizye alınması sonucu ortaya çıkar ki bu
ülke dâru’z-zimme anlamında sulh ya da ahd ülkesi olarak zikredilmektir ve buranın
İslam ülkesi olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki görüşler ağır basmaktadır.82
Bizim yabancı ülke olarak zikrettiğimiz ahd ülkesi ise, cizye veya haraç alınmaksızın
İslam
ülkesi
ile
antlaşma
yapan
ülkedir
ki
İslam
ahkâmının
burada
uygulanamayacağını söylememizin nedeni de budur.
4. b. Yetkili Hukuk
Bir ya da daha fazla yabancı ülkenin taraf olduğu hukukî ihtilaflarda, ihtilafa
uygulanacak olan hukuk, yetkili hukuk olarak kabul edilmektedir. Yetkili hukuk
tespit edilmeye çalışılırken bunun, ihtilafla en sıkı ilişki içerisinde olan hukuk sistemi
olması göz önünde bulundurulur. İhtilafın getirildiği mahkeme bu şekilde hareket
etmek suretiyle, Kanunlar İhtilafı kurallarının göstermiş olduğu hukuku yetkili kabul
eder ve bu ülke hukukuna gönderme yapar. Yetkili hukukun tespitinde, bağlama
kuralları etkin bir role sahiptir. Zira hâkim, hukukî ilişki ve ihtilaflara hangi hukukun
uygulanacağını bu kaidelerden hareketle tespit edecektir.
İhtilafa uygulanacak olan yabancı hukuk tespit edildikten ve bu ülke
hukukuna gönderme yapıldıktan sonra hâkim, yetkili görülen hukukun gerek iç
hukuk gerek Kanunlar İhtilafı kurallarını inceler. Bunun neticesinde yetkili görülen
bu hukuk sisteminde, söz konusu ihtilafa uygulanacak hüküm ne ise onu uygular83.
Eğer bu hukuk sistemi yabancı bir hukuk sistemini yetkili görüyor ve buna
81
82
83
En-Nevâvî, Abdulhâluk, el-Alakâtu’d-Duveliyye ve’n-Nuzûmu’l-Kadâiyye fi’ş-Şeriâti’l-İslamiyye,
Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1974, 76.
Damîriyye, I, 346-347; en-Natîfî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ömer, Kitâbu Cumeli’lAhkâm, Hamadullah Seyyidcan Seyyidî, Mektebetu Nizar, Mustafa el-Baz , Riyad 1997, 37-41;
Zuhayli, 108.
Nomer, 207-208; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 156- 157.
26
göndermede bulunuyorsa, hâkim bu durumu da dikkate alacak ve gerekiyorsa bu
hukuku da inceleyerek ihtilafı çözüme kavuşturmaya çalışacaktır. Ancak bu yabancı
hukuk uygulanırken, bu sistemin yapmış olduğu göndermelerden hangilerinin
uygulamada dikkate alınacağı hususu da önem taşımaktadır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi, her Kanunlar İhtilafı sisteminin, göndermenin her çeşidini kabul
etmesi beklenemez. Buna göre, yetkili yabancı hukuku tatbik eden hâkimin
hukukunda, göndermenin hangi çeşitleri kabul ediliyorsa, bu doğrultuda yetkili
hukukun yetkili gördüğü üçüncü bir ülke hukukuna gönderme yapması kabul yahut
reddedilir. Bu durum göndermenin, Kanunlar İhtilafı kurallarına yapılması halinde
ortaya çıkar. Yetkili hukukun maddi iç hukuk kuralları uygulandığı takdirde ihtilaf
çözümlenmiş olacak, başka bir hukuka yetki tanıma söz konusu olmayacaktır.
İslam hukukunda yetkili olan hukuk ile yetkili olan mahkemenin birlikteliği
esastır. Zira İslam mahkemesinde İslam hukukunun uygulanacağı, diğer bir deyişle
yabancı hukukun burada tatbik edilmeyeceği kabul edilmiştir. Bu nedenle, kendisine
yabancı unsurlu ihtilafın getirildiği İslam mahkemesi, yetkili hukuk olarak kendi
hukukunu görecek, bunu yine kendi mahkemesi tarafından tatbik edecektir. Çünkü
yabancı unsurlu ihtilaflarda, ihtilafa taraf olan hukuk sistemlerinden yetkili olan
hukukun araştırılmasının nedeni, bunun ihtilafa uygulanacak olan en âdil hukuk
olduğu anlayışı dolayısıyladır. İslam hukukunda ise, ister yabancı olsun ister yerli,
İslam mahkemesine getirilen her ihtilafa uygulanacak en âdil hukukun İslam hukuku
olduğu kabul edilmiştir.84
4. c. Yetkili Mahkeme
Herhangi bir ihtilafın kendisine getirildiği mahkemenin, bu ihtilafa bakmaya
yetkili olduğunu kabul etmesi neticesinde, bu mahkeme “yetkili mahkeme” olarak
kabul edilir. Mahkemeye getirilen ihtilafın yerli olması halinde iç hukuk kurallarını
uygulamak açısından yetkili; yabancı unsurlu ihtilaflar söz konusu olduğunda
Kanunlar İhtilafı kurallarını uygulamak hususunda yetkili olarak kabul edilen bu
mahkemeler, her iki durumda da ihtilafa bakma yetkilerini kendi iç hukuk
sistemlerinden almaktadırlar.85
84
85
eş-Şafiî, Muhammed b. İdrîs, Ahkâmu’l-Kur’an, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1980, II, 73; elCassâs, Ebu Bekr Ahmed er-Razî, Ahkâmu’l-Kur’an, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1993, II, 66.
Kuru, 1072/28.
27
Her ülke devleti, kendi mahkemelerinin yetkisini kendileri belirlemektedir.
Bu nedenle herhangi bir ihtilafın getirildiği mahkemenin, ihtilafla ilgili olarak
yabancı ülke mahkemesini yetkili görmesi, yabancı hukuk sisteminin bu kararı
tanıyıp tanımamasına bağlı olarak bir anlam ifade edecektir ki bu durumda yine
yabancı hukuk kendi yetkisini kendisi belirleyecektir. Bu durumun ülkelerin
hâkimiyet anlayışı ile ilgili olduğu söylenebilir.
Göndermede yetkili mahkeme problemi, göndermenin başlangıcında ve
sonucunda ortaya çıkmaktadır. Göndermeyi yapacak ülke mahkemesi, ihtilaf
kendisine geldiğinde, kendisini yetkili görüyorsa, yabancı hukukun tatbik edilmesi
aşamasında da bu yetkisi devam edecektir. İslam hukukunda da bu durum, yukarıda
izah edildiği şekilde olup, yetki ihtilafları ile ilgili kısımda daha detaylı olarak ele
alınacaktır.
B. BAĞLAMA KURALLARI ve BAĞLAMA NOKTALARI
Milletlerarası özel hukuk sisteminde, yabancı unsurlu ilişkiler söz konusu
olduğunda, bu ilişkiye hangi hukuk sisteminin uygulanacağı, bağlama kurallarından
hareketle tespit edilmektedir.86 Her ülke devleti, hukukî ilişki ve ihtilaflarla ilgili
bağlama kurallarını kendisi belirler. Bu nedenle, milletlerarası antlaşmalar vb.
dışındaki durumlar hariç, ülkelerin ortak bağlama kurallarına sahip oldukları
düşünülemez. Ülkelerin farklı bağlama kuralları belirlemiş olmaları, bu hukuk
sistemleri arasında pozitif ya da negatif nitelikli ihtilafların çıkmasına neden
olmaktadır. Negatif yetki ihtilaflarının göndermenin gerçekleşmesini sağladığını
daha önce belirtmiştik.
Her kanunlar ihtilafı kuralının bir bağlama konusuna ve bağlantı noktasına
sahip olduğu kabul edilir.87 Zira iç hukukta olduğu gibi tek bir hukuk düzeninin söz
konusu olmadığı bu sistemde, yetkili hukukun uygulanabilmesi bunun tespit
edilebilmesine bağlıdır. Bu tespit, gösterici kurallar olarak da adlandırılan kanunlar
ihtilafı kurallarının hukukî ilişki ve ihtilafla ilgili olarak, bağlama konusu ve buna
86
87
Tekinalp, 20; Nomer, 116; Göğer, 50-51.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 57.
28
bağlı olarak bağlama noktasından hareketle oluşturduğu bağlama kuralları ile
yapılmaktadır.
Her ülkenin kanunlar ihtilafı sistemi kendi bağlama kuralını kendisi tespit
eder. Bağlama konusu ve bağlama noktası tespit edilirken öncelikle hukukî ilişki
ve/veya ihtilafın kendisine dayandığı bağlamanın konusunu oluşturan unsurun, söz
konusu hukuk sisteminde hangi alana dahil edildiğinin tespit edilmesi gerekir ki buna
bağlama konusunun tefsiri veya vasıflandırma adı verilmektedir88. Vasıflandırma,
davanın kendisine geldiği ülkenin iç hukuk sistemine uygun olarak yapılabileceği
gibi, Kanunlar İhtilafı sisteminde bununla ilgili farklı bir alan düzenlemesi mevcut
ise buna uygun olarak da yapılabilir.89
Bir
hukukî
mevzunun,
hukukun
hangi
alanına
ilişkin
olduğu
belirlendikten/vasıflandırılma yapıldıktan sonra bağlama konusunun ve sonrasında
bağlama noktasının tespit edilmesi gerekir. Kanunlar İhtilafı sisteminde herhangi bir
hukukî ihtilafla, bu ilişkiye uygulanacak olan hukuk sistemi arasındaki ilişki bağlama
kurallarından hareketle belirlenir. Hukukî olayla yetkili görülen hukuk arasında
köprü ise bağlantı noktalarından hareketle oluşturulur.
Bağlama
kuralları
oluşturulurken
bir
kısım
hususlar
göz
önünde
bulundurulur. Bunlar, hukukî ilişki ya da ihtilafın hangi durumda hangi hukuk nizamı
ile daha sıkı ilişki içerisinde olduğunun tespit edilmesi suretiyle adâletin ve
menfaatin teminini mümkün kılmaktır.90 Bu amaçla taraf menfaati, işlem menfaati,
düzen menfaati vb. gibi bir kısım menfaatler söz konusu edilmiştir.
Milli hukuk ve/veya ikâmetgah hukuku, kişinin en sıkı bağlı olduğu hukuk
olmaları açısından, taraf menfaatini oluşturmaktadır. Örneğin ahval-i şahsiye(Medeni
Hukuk) ile ilgili mevzulara milli hukuk uygulanırken taraf menfaati dikkati
alınmıştır. İşlem menfaati, tarafların gerçekleştirdikleri hukukî muamelelerine
uygulanmak için tatbiki en kolay ve en güvenilir hukuk sisteminin uygulanması ile
gerçekleştirilmektedir.91 Bunun da genellikle işlemin yapıldığı yer hukukunun, şeyin
bulunduğu yer hukukunun ya da milli hukukun (özellikle tabiiyetlerinin aynı olması
88
89
90
91
Nomer, 108; Göğer, 81.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 75-76.
Tekinalp, 20.
Nomer, 19; Tekinalp, 59.
29
durumunda) uygulanması ile sağlanacağı kabul edilmiştir. Gayrimenkullere ilişkin
bir davada, gayrimenkulün bulunduğu yer hukukunun uygulanması işlem menfaatini
oluşturacaktır.92 Düzen menfaati, bir hukuk sistemini oluşturan kurallar arasında
uyumun olması ile gerçekleşir. Hukukî muamelelere iç hukuk kurallarının
uygulanması, düzen menfaati açısından en ideal olandır. Ancak yabancı hukuk
sistemlerinin uygulanmasını gerektiren hallerin mevcudiyeti, her zaman buna imkan
vermemektedir. Bu durumda hukukî ilişki veya ihtilafa yabancı hukuk uygulanırken,
bunun, söz konusu hukuk düzenine aykırı olmaması dikkate alınır.
Hukukî ilişki ve olaylar genellikle tabiiyet (milli hukuk), ikametgâh, fiil ve
tasarrufun yapıldığı yer, haksız fiilin gerçekleştirildiği yer ve şeyin bulunduğu yer
gibi çeşitli noktalardan yetkili görülen hukuka bağlanmaktadır. Örneğin bir kadının
yabancı bir ülkede, kocası aleyhine nafaka davası açtığını ve bu ülkede nafakanın
borçlar hukuku konuları içerisinde ele alındığını kabul edelim. Bu durumda nafaka
ile ilgili vasıflandırma borçlar hukukuna uygun olarak yapılmış olacaktır. Burada
bağlama konusunu borçlar hukuku ve bağlantı noktasını “Borçlar Hukuku
davalarına, kişilerin milli hukuku uygulanır” (şeklinde bir bağlama kurallı olduğu
varsayıldığında) kuralı gereğince milli hukuk (tabiiyet) oluşturmaktadır.
Gönderme yapılacak yetkili hukuk, bağlama kurallarından hareketle
belirlenir. Buna göre bağlama kuralı, tatbik edilecek hukuk olarak hem yabancı
hukuku hem de davanın getirildiği ülke hukukunu gösterebilir. Ancak ilk aşamada
göndermenin gerçekleşebilmesi için, ihtilafın getirildiği mahkemenin bağlama
kurallarının, ihtilafı yabancı hukuk nizamına bağlaması gerekir. Daha sonra yetkili
mahkemenin kendi hukukuna bağlaması göndermeye engel değildir (iç hukuka bir
dereceli gönderme).
Kanunlar ihtilafı kuralları, tek taraflı, iki taraflı ve çok taraflı olmak üzere
çeşitli kısımlara ayrılmıştır. Herhangi bir hukuk sisteminde “sadece kendi hukuk
sisteminin ne zaman tatbik edileceğini söyleyen kurallara tek taraflı (eksik) kanunlar
ihtilafı kuralları”93 denilmektedir. Bununla beraber, sadece yabancı hukuk sistemin
uygulanacağı durumları bildiren kurallar da mevcuttur ve bu kurallar da tek taraflı
92
93
Nomer, 19; Tekinalp, 21,24.
Göğer, 103.
30
kanunlar ihtilafı kuralları olarak değerlendirilmektedir.94 İki veya çok taraflı kanunlar
ihtilafı kuralları, hukukî ilişki ve ihtilaflarla ilgili olarak, kendi hukukunu gösterdiği
gibi yabancı bir hukuk sistemini de gösterebilir. İki taraflı kanunlar ihtilafı
kurallarının uygulanmasına, İngiliz Kanunlar İhtilafı Hukukunda rastlanılmaktadır.95
Bir hukuk sisteminde, kanunlar ihtilafı kurallarının tek taraflı (eksik) olması,
bağlama kurallarının da tek taraflı olacağını gösterir.96 Yabancı unsurlu ihtilaflarda,
tek taraflı bağlama kurallarının sadece yabancı ülke hukukunun yetkili olduğunu
bildirdiği alanlarda gönderme gerçekleştiği halde, bağlama kurallarının sadece kendi
iç hukuk sistemini yetkili gördüğü alanlarda göndermeden söz edilemez.
Göndermeyi kabul eden sistemler içerisinde, göndermeye yön veren kurallar
olarak da nitelendirilen bağlama kuralları, İslam devletler hukukunda da söz konusu
edilebilmektedir. Ancak, bu hukuk sistemin kabul etmiş olduğu esaslar nedeniyle, bu
bağlama kurallarının göndermeye yol açmayacağını belirtmemiz gerekir. Çünkü
İslam Devletler Özel Hukuku kurallarının genel niteliği, kendi hukuk sistemini
gösteren tek taraflı (eksik) kanunlar ihtilafı kurallarına; dolayısıyla tek taraflı
bağlama kurallarına sahip olmasıdır. Bu durum, İslam mahkemesinde İslam
hukukundan başka hukukun uygulanamayacağı anlayışının bir sonucudur.
Göndermede, yabancı unsurlu ihtilafın getirildiği mahkemenin bağlama
kurallarına göre, tespit edilen yetkili yabancı hukuk, ihtilafın getirildiği mahkemenin
hâkimi tarafından, yabancı hukukun incelenip ilgili hükümlerinin tespit edilmesinden
sonra bizzat uygulanacaktır. İslam hukukunda ise bağlama kurallarının, kendi hukuk
sistemini yetkili görmemesi halinde ihtilafa bakılmayacak ve ihtilafın halli, gerçek
manada (davanın görüleceği ve sonuca bağlanacağı anlamında) yabancı mahkemeye
bırakılacaktır. Bir başka deyişle İslam mahkemesi davaya bakmak için kendisini
yetkili görmeyecektir. Davanın İslam mahkemesine kabul edilmesi ise bu ilişki ya da
ihtilafa İslam iç hukuk kurallarının uygulanması anlamını taşımaktadır. Bu durumda
94
95
96
Göğer, 103.
İngiliz Kanunlar İhtilafı sistemi için, yabancı unsurlu bir ihtilafta sadece kendi hukuk sistemi ve
yetkili gördüğü yabancı hukuk sistemi vardır. Buna göre yetkili görüp gönderme yaptığı hukukun,
ihtilafı başka bir ülke hukukuna göndermesi dikkate alınmaz; bu hukuk sistemi uygulanır. Bu
hukuk sisteminin göndermeyi kabul etmemesi halinde ise İngiliz hukuk sistemi kendisini yetkili
görüp, bunu uygulayacaktır. Bu sistemde üçüncü bir ülke hukuku söz konusu değildir.
Tekinalp, 16.
31
ise ne gerçek manada ne de kanunlar ihtilafı sistemindeki anlamıyla bir gönderme
söz konusu olacaktır.
Kanunlar ihtilafı sisteminde, ülkelerin hemen hemen aynı bağlama
noktalarından hareketle bağlama kurallarını belirlediklerini söyleyebiliriz. Ancak, her
hukuk sisteminin bir bağlama noktasından anladığı şey aynı değildir. Bu nedenle
bağlama noktalarının içeriğinin, bu noktaları esas alan hukuk sistemleri tarafından
belirleneceği söylenebilir. Örneğin İslam hukuk sistemindeki ikâmetgah anlayışı ile
Türk hukuk sistemindeki ikâmetgah anlayışı arasından fark vardır.
1. Tabiiyet (Milli Hukuk)
Tabiiyet, belirli bir ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmayı ifade etmektedir.
Kişilerin tabiiyetinde oldukları bu ülke hukuku, bu kimselere nispetle milli hukuk
olarak isimlendirilmektedir. Milli hukuk, özellikle ahkam-ı şahsiye ile ilgili
konularda, bağlama noktası olarak kabul edilmiştir. 97
İslam hukukunda, milli hukukun yabancı unsurlu ilişkilere etkisi özellikle
Hanefî hukukçular tarafından kabul edilmiştir.98 Zira Hanefîlerin hükmî ülke
farklılığı ile kastettiği, milli hukuklar arasındaki farklılıkdır. Milli hukukun bir
bağlama noktası olarak kullanılması ise, daha ziyade İslam ülkesi vatandaşları
açısındandır. Örneğin bir İslam ülkesi vatandaşının yabancı ülkede ehliyetine ilişkin
bir ihtilafla ile ilgili olarak; Müslümanın yabancı ülkede de olsa İslam hukuku ile
sorumlu olduğu99 şeklindeki iç hukuk kuralı gereğince, millî hukuk olan İslam
hukuku yetkili olacaktır.
Ancak 1330 tarihli Muvakkat Kanun ile, Türkiye’de (Osmanlı Devletinde)
bulunan yabancıların ehliyete, aile hukukuna ve menkul mallarla ilgili vasiyet ve
terekeye ilişkin ihtilaflarında milli hukuklarının yetkili olduğu kabul edilmiştir.100
97
98
99
100
Çelikel, 59.
es-Serahsî, el-Mebsût, XXX, 33; ez-Zeylaî, Fahreddin Osman b. Ali, Tebyînu’l-Hakâik Şerhu
Kenzi’d-Dakâik, Dâru’l- Marife, Beyrut 1313, VII, 240.
İmam el-Evzaî, 302; İbn Kudâme, VIII, 217.
Nomer, 273.
32
2. İkâmetgah
Vatandaşlık şartı aranmadan, yerleşmek kast ve niyetiyle101 bir ülkede
bulunmaya ikâmet denilmektedir. Bu tanıma göre ikâmetgah ile bir kimsenin
vatandaşlık bağı olmadan uzun süredir kaldığı yer ifade edilmektedir. İkâmetgahın
bağlama noktası olarak kabul edilmesinde hâkimin bu hukuku daha iyi bilmesi,
vatansızlık, mültecilik hallerinde uygulanacak hukukun tespit edilmesinin zorluğu ve
uzun süredir bir ülkede oturan kimselerin menfaatleri açısından ikâmetgah
hukukunun, bu kimselerin millî hukuklarına nazaran hukukî ilişki ve ihtilafları ile
daha sıkı ilişki içerisinde olmaları102 gibi nedenler etkili olmuştur.
İslam hukukunda ikâmetgahın hukukî muamelelere etkisi Şâfiî hukukçular
başta olmak üzere Hânefî hukukçular tarafından da kabul edilmiştir. Bir bağlama
noktası olarak ikâmetgahın söz konusu olması ise, daha ziyade ülkede bulunana
müste’menler açısındandır. Örneğin bir Hıristiyan müste’menin bir Müslüman lehine
yapmış olduğu vasiyet ile ilgili ihtilaf İslam mahkemesine getirildiği takdirde, hâkim,
İslam hukukunu uygulayacaktır. Zira
yabancıların İslam mahkemesine açtıkları
davada yetkili hukuk ikâmetgah hukukları olan İslam hukukudur.103 Burada
bağlanma konusunu vasiyet, bağlanma noktasını ise ikâmetgah oluşturmaktadır. Yine
aynı şekilde, İslam ülkesinde bulunan yabancıların İslam mahkemesine evlenme ve
boşanma ile ilgili olarak getirdikleri ihtilaflarında, yetkili hukukun, ikâmetgah
hukukları olan İslam hukuku olduğu kabul edilmiştir.104
İslam hukukunda bir kimsenin, İslam ülkesi vatandaşı olmadan uzun bir süre
için burada ikamet etmesi düşünülemez. Çünkü yabancı kimsenin, İslam devleti
tarafından belirlenen sürenin tamamlanması neticesinde ülkeden çıkması beklenir.
Süre bittiği halde ülkede bulunmaya devam etmesi halinde ise ya ülkeden çıkarılır ya
da cizye vermek suretiyle İslam ülkesi vatandaşı olması sağlanır. Yine zimmet akdi
olmadan yabancıların İslam ülkesine yerleşmeleri düşünülemez.
101
102
103
104
Yılmaz, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Yetkin Yayıncılık, 5. Bs., Ankara 1996, 370.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk,
el-Hallâl, 275; el-Kâsânî, VII, 340.
el-Hallâl, 202,203; ed-Debûsî, 274.
33
3. Fiil ve Tasarrufun Yapıldığı Yer
Fiil ve tasarrufun yapıldığı yer hukuku, hukukî ilişki ve ihtilafa
uygulanmasının daha kolay olması ve tarafların bu yer hukukunu başka bir ülkeye
nazaran daha iyi bilmeleri durumları göz önünde bulundurularak bağlama noktası
olarak kabul edilmiştir.105
İslam ülkesinde, iki müste’men arasında borçla ilgili ihtilafın İslam
mahkemesine getirilmesi halinde, gayr-i müslimlerin malî muamelelerle ilgili
meselelerde İslam hukukuna tâbi olacakları iç hukuk kuralı gereğince, fiilin
gerçekleştiği yer hukuku olan İslam hukuku uygulanacaktır.106
4. Din
Bağlama noktalarıyla ilgili yapılan klasik tasniflerde yer almamakla beraber
din, bağlama noktası olarak zikredilmiştir. 107 İslam hukukunda din, yabancı unsurlu
ilişkilere etki etmektedir. Ancak dinin Müslümanlarla ilgili yabancı unsurlu
ihtilaflarda bağlama noktası olarak kabul edilebilmesi, daha ziyade bunların yabancı
ülkede bulunmaları halinde olur
Daha sonra da temas edileceği üzere, İslam kanunlar ihtilafı kuralları, iç
hukuktan hareketle tespit edilmektedir. Tespit edilen bu kurallar pozitif nitelikli olup,
yetkili hukuk olarak yalnızca İslam hukukunu görmektedirler. Ancak Muvakkat
kanun örneğinde de görüldüğü üzere, değişen siyasî şartlara bağlı olarak, ülkelerin
hukuk anlayışlarında da değişiklikler meydana gelmiştir.
105
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 62.
el-Cassâs, II, 611-612.
107
Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, İz Yayıncılık, 3. Bs., İstanbul 2003, III, 367;
Cin, Halil; Akgündüz, Ahmet, Türk – İslam Hukuk Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul 1990, II, 354.
106
34
İKİNCİ BÖLÜM
GÖNDERMEDE YETKİ PROBLEMİ VE GÖNDERMENİN SINIRI
A. GÖNDERMEDE YETKİ PROBLEMİ
1. Yetkili Mahkemenin Tespiti (Yargılama Yetkisi İhtilafları)
Yargılama yetkisi ile bir ülke mahkemesinin, kendisine getirilen hukukî ilişki
ya da ihtilafa bakıp, bunu sonuca bağlama yetkisine sahip olması kastedilmektedir.
Yargılama yetkisi ihtilafı ile de ihtilafın kendisine getirildiği mahkeme ile ihtilafa
taraf diğer ülkelerin mahkemeleri arasında meydana gelen pozitif ya da negatif
nitelikli ihtilaflar anlatılmak istenmektedir.108
Yargılama yetkisi ihtilafları esas olarak iki yönden ele alınır. Bunlardan ilki iç
hukuk açısından, diğeri ise milletlerarası ilişkiler bakımındandır. Yargılama yetkisi
ile ilgili olarak iç hukuk ve milletlerarası hukuk arasında hem benzerlik hem de
farklılıklar mevcuttur. Doktrinde Kanunlar İhtilafı kuralları oluşturulmamış olan
ülkelerin, yabancı unsurlu ihtilaflarda, iç hukuktan hareketle, milletlerarası kaide
oluşturulabileceği kabul edilmiştir. Benzer şekilde, yetki ihtilaflarında da umumî
yetki kuralları belirlememiş olan ülkeler, söz konusu durumlarda, hususî yetki
kurallarını, umumî yetki kuralları şeklinde uygulama yoluna giderler.109
Bir ülkenin yargılama yetkisi, o ülkenin kendi iç hukuk kuralları tarafından
belirlenmektedir. Buna göre ülke devleti, herhangi bir yabancı unsurlu davada kendi
yetkisini ya da yetkisizliğini kendisi belirler.110 Ancak yabancı ülke mahkemesinin
yargılama yetki ya da yetkisizliğine karar vermesi söz konusu edilemez.
111
Çünkü
yargılama yetkisi, bir hâkimiyet meselesi olarak kabul edilmiştir ki bu durumda
yabancı bir mahkemenin yargılama yetkisine müdahale, o ülke devletinin
hakimiyetine müdahale anlamına gelmektedir. Ayrıca, bir ülkenin yabancı unsurlu
108
109
110
111
Seviğ, Muammer Raşit, Devletler Hususi Hukuk, Bozkurt Basımevi, İstanbul 1943, II, 91.
Seviğ, II, 93.
Seviğ, II, 91; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 317.
Seviğ, II, 95; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 331.
35
bir davada kendisini yetkisiz görmesi de yine bu hakimiyet anlayışının neticesidir.
Örneğin Dârulharbte meydana gelen ihtilafla ilgili davada, burada –siyasî ve hukukî
– hâkimiyetinin olmamasından dolayı İslam mahkemesi kendisini yetkisiz kabul
etmiştir.112 İslam mahkemesi kendi yetkisizliğini ise kendi iç hukuk kurallarına
istinaden belirlemiştir. Böylece İslam mahkemesi yetkisiz olduğu alanı açıklayarak
kendisinin; yetkili olduğu alanları belirterek de yabancı ülke mahkemesinin
yargılama yetkisinin uygulanma alanını sınırlandırmış olur. Bir mahkemenin, hukukî
bir ihtilafta kendisini yetkili görmeyip yabancı ülke mahkemesini yetkili görmesi,
davaya bakma konusunda bu ülkenin yetkili görüleceği anlamına gelmez. Zira, “ her
devlet kendi yetkisini kendisi tayin edecektir.”113
Yargılama yetkisini yalnızca medenî (hukukî) ilişkilerle sınırlandırmak yanlış
olur. Çünkü ülkenin yargılama yetkisi sadece hukukî değil, aynı zamanda adlî (cezaî)
meseleler için de söz konusu edilmektedir. İslam hukukunda da yabancı unsurlu
ihtilafın hukuk ya da ceza davası olması tefrik edilmeden, bir bütün olarak ele
alınmıştır. Zira İslam ülkesindeki bir yabancının herhangi bir borç ilişkisinden
kaynaklanan hukuk davasında İslam mahkemesi kendisini yetkili gördüğü gibi, bu
yabancının malının çalınması, ya da bir başkasının malını çalması ile ilgili ceza
davası İslam mahkemesine getirildiğinde mahkeme yine kendisini yetkili görecektir.
Yargılama yetkisi ihtilaflarının hem iç hukukta hem de milletlerarası hukukta
söz konusu olduğunu söylemiştik. Bu iki alan arasındaki farka işaret etmek üzere
yetki, hususî ve umumî olmak üzere iki kısımda değerlendirmeye tâbi tutulmuştur.
1. a. Hususî Yetki
Hususî yetki ile kastedilen, iç hukuku ilgilendiren herhangi bir ihtilaf
meydana geldiği zaman, davaya bakmaya ülke dahilindeki mahkemelerden
112
113
Hanefîler, dârulharbte meydana gelen ihtilaflarda İslam hukukunun tatbik edilememesini, burada
devlet başkanının yetkisinin olmamasına dayandırmaktadır. İmam Mâlik, İmam eş-Şafiî, Ebu
Sevr’in de içinde bulunduğu cumhura göre ise burada İslam ahkamının uygulanamamasının
nedeni, dârulharbte hadlerin uygulanması meselesinde olduğu gibi, bunu uygulayacak yetkili
kişinin bulunmamasından dolayıdır. Şayet İslam hukukunu uygulayacak kimse var ise, bu hüküm
uygulanır. Çünkü dârulislam ile dârulharb arasında, İslam ahkâmının uygulanması açısından bir
fark bulunmamaktadır. Bkz. es-Serahsî, Şerhu Siyeri’l-Kebir, V, 1851; İmam el-Evzaî, Kitabu
Siyeri’l-Evzaî (Kitabu’l-Umm’un XV. Cildinde), 302; İbn Kudâme, VIII, 217; İbn Nuceym, V,
169.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 331.
36
hangisinin yetkili olduğunun tespit edilmesidir.114 Mahkemeler arasındaki ihtilaf, söz
konusu davanın konusundan hareketle tespit edilebileceği gibi ülke dahilinde
herhangi bir yerdeki mahkemenin yetkili kabul edilmesi halinde de gerçekleşebilir.
Bu yetki söz konusu ülkenin Hukuk Muhakemeleri Usulüne göre belirlenir.115
Örneğin A kentinde ikâmet eden X şahsının mirası ile ilgili açılan davada, ikamet
ettiği şehrin asliye hukuk mahkemesinin yetkili kabul edilmesinde hem yer olarak
hem de konu olarak hangi mahkemelerin yetkili olduğu tespit edilmiştir ki esasında
bunlar iç hukuk tarafından düzenlenmiştir. Ancak yetkinin yalnızca yer ile ilgili
ihtilaflarda mevzubahis olduğu kabul edilirse, bu takdirde ülkedeki idarî bölgelere
dayalı olarak meydana gelen ihtilaflarda söz konusu edilebileceği söylenebilir.116
İslam hukukçuları tarafından dava konusu ve dava yeri esaslarına göre yetkili
mahkemenin tespiti için bir takım kurallar konmuştur. Buna göre İslam ülkesinde
belirli bölgelere tayin edilen hâkimler, ancak buradaki davalara bakabilecektir.117
Konulara göre taksime örnek, Hz. Ömer(RA)’in, Ebu’d-Derda’yı savaşa gönderirken
onu askerî kâdı olarak tayin ederek; ordu içerisinde ihtilaf çıkması halinde, onu bu
davalara bakması için görevlendirmesidir.118
İmam eş-Şafiî, her hâkimin yargı yerinin farklı olduğuna dikkat çektikten
sonra, bunların bulundukları yerle ilgili ihtilaflarda, yetkili mahkeme olarak bu yer
mahkemelerini kabul etmiştir.119 Hâkim kendisine yetki verildiği takdirde,
bulunduğu bölgede, kendisine gelen davaların hepsine bakabilecektir.120
İhtilafa konu davanın zimmîlerin kendi aralarında olması durumunda, bunlar
kendi davalarına kendi mahkemelerinde bakabileceklerdir. Bir başka deyişle İslam
mahkemesi davada gayr-i müslimlerin mahkemesini yetkili görerek davanın hallini
buraya bırakacaktır. Ancak bu göndermenin, Kanunlar İhtilafı sistemindeki
anlamıyla bir gönderme olmadığını belirtmek gerekir. Zira İslam mahkemesinin
114
Seviğ, II, 95.
Seviğ, II, 96.
116
CMK ve İlgili Mevzuat, Seçkin Yayıncılık, İstanbul, m. 12.; Kuru, Baki; Arslan, Ramazan, Medenî
Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1992, 130.
117
el-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye ,73.
118
Atar, Fahreddin, İslam Adliye Teşkilatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1979, 160.
119
eş-Şafîi, el-Umm, VII, 12.
120
el-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultaniyye, 73; İbn Nuceym, Zeynelâbidîn b. İbrahim, el-Eşbâh ve’nNezâir, Mektebetu’l-Asrıyye, Beyrut 2003, 265; İbn Ferhûn, Şemsuddin Ebî Abdullah
Muhammed, Tabsıratu’l-Hukkâm fî Usûli’l-Akdiyye ve Menâhicu’l-Ahkâm, Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 1995, I, 16.
115
37
davayı göndermiş olduğu mahkemenin İslam ülkesi devletinden bağımsız olduğunu,
kendi yetkisini kendisinin belirlediğini söyleyemeyiz. Çünkü mahkemenin bu yetkisi,
İslam hukuku tarafından verilmiştir ve bunu bir iç hukuk uygulaması olarak kabul
etmek daha doğru olacaktır.121 Söz konusu mahkemelerin İslam ülkesinin sınırları
içerisinde olduğu, gerek mahkemeye başkanlık edenlerin gerekse ihtilafın taraflarının
İslam ülkesi vatandaşları oldukları göz önünde bulundurulduğunda, uygulamanın
gayr-i müslimlerin dinî inanç ve hürriyetleri açısından ele alınıp, bunun İslam ülkesi
devleti tarafından, belirli bir grup vatandaşına uygulanmak üzere belirlediği kurallar
olarak görmek daha doğru olacaktır. el-Adevî’nin İslamın Müslümanlar hakkındaki
hükmü ve İslamın gayr-i müslimler hakkındaki hükmü sözünde122 de esas itibariyle
gayr-i müslimlere uygulanacak olan hukukun İslam hukukundan kaynaklandığına
işaret edilmektedir. Zira iç hukuka ilişkin meselelerde hukukî ilişkinin iç hukuka;
yabancı unsurlu ilişkilerde ise bu ilişkinin geçerliliğinin yetkili hukuka tâbi olması
beklenir. Bu nedenle, zimmîlerle ilgili hukukî ilişki ve ihtilaflar, ister iç hukukun bir
parçası olarak, ister yabancı bir hukuk olarak kabul edilsinler, her iki durumda da
yetkili hukuk olması bakımından İslam hukukuna tâbidirler.
Öte yandan gayr-i müslimlerin vermiş oldukları hükümlerin kesin bağlayıcı
olmadığı ve bu hükümlerin Müslüman mahkemelerinde tenfiz edilemeyeceği
vurgulanmıştır.123 Buna neden ise, söz konusu mahkemelerin mutlak bir yargı mercii
olarak kabul edilmeyip, gayr-i müslim vatandaşlar arasındaki anlaşmazlığın
çözümlenmesi noktasında bunlara bir nevi başkanlık/hakemlik edecek bir yapı olarak
kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca zimmîlerin birbirlerine şahit olmaları
noktasından hareket edenler, velayetin olmaması nedeniyle bir zimmînin diğer bir
zimmî hakkındaki beyanının geçerli olmayacağını kabul etmişlerdir.
Milletlerarası bir ihtilaf söz konusu olduğunda hususî yetki, umumî yetkinin
belirlenmesinden sonra devreye girecek ve ihtilafla ilgili olarak iç hukukta
belirlenmiş olan kurallar yine iç hukuk tarafından belirlenmiş olan mahkemede
görülecektir.124
121
122
123
124
Türcan, Talip, İslam Hukuk Biliminde Hukuk Normu Kavramsal Analiz ve Geçerlilik Sorunu,
Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2003, 189.
el-Adevî, (Huraşî muhtasarı ile birlikte), III, 229.
el-Mâverdî, 65.
Seviğ, II, 92.
38
Netice itibariyle hususi yetki ihtilaflarının, ülke genelinde görev ve yetkileri
yer ve konu itibariyle belirlenmiş olan millî mahkemeler arasında meydana gelen
yetki ihtilaflarından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Zimmî vatandaşlara dinleri ile
ilgili mevzularda kendi dinî hukuk hükümlerine uymaları hususunda tanınan
muhayyerlik, bunların hukukî ihtilaflarını ister Müslüman mahkemelerine, isterlerse
yetkisini İslam hukukundan alan gayr-i müslim mahkemelere götürmelerine imkan
vermiştir. Yalnızca zimmîlerin davalarının görüldüğü bu mahkemeleri malî hukuk
ihtilaflarına, aile hukuku ihtilaflarına bakan mahkemelerde olduğu gibi belirli bir
konuya bakmak üzere yetkilendirilmiş bir mahkeme gibi kabul etmek de
mümkündür.
1. b. Umumî Yetki
Umumî yetki ile kastedilen, yabancı unsurlu bir ihtilafta, davanın
görülebilmesi için, ihtilafa taraf olan ülkelerden hangisinin daha yetkili olduğunun
tespit edilmesidir.125
Kanunlar İhtilafı sisteminde, yabancı unsurlu ihtilafın getirildiği mahkemenin
bu hususta kendisini yetkili görmesi halinde davaya kendisi bakar ve bundan dolayı
göndermenin varlığından söz edilemez. Çünkü mahkeme, söz konusu ihtilafta
kendisini yetkisiz görüp yabancı ülke hukukunu ve dolayısıyla yabancı mahkemeyi
yetkili görüp davayı bu mahkemeye göndermemiştir.126
Yargılama yetkisi ihtilaflarında, yabancı unsurlu ihtilafın çözümlenmesinde
nasıl hareket edileceğine dair sistem sorunu mevcuttur.127 Bu da davanın getirildiği
mahkemenin hâkiminin, hangi tür davalarda kendisini yetkili hangisinde yetkisiz
gördüğü ile ilgilidir. Her hukuk sisteminin milletlerarası ilişkilerde kendisinin hangi
konularda yetkili, hangi konularda yetkisiz olduğuna dair kaideler belirlemesi
gerekir. Ancak bunun mümkün olmadığı ya da herhangi bir alanda bununla ilgili
düzenleme yapılmadığı takdirde hâkim, “hususî salahiyetten hareketle umumî yetkiye
dair kuralları belirlemeye çalışacaktır.”128
125
Seviğ, II, 92.
Buradaki gönderme, “atıf” anlamındaki gönderme değildir.
127
Göğer , 330.
128
Seviğ, II, 93.
126
39
Umumî yetkinin söz konusu olduğu hallerde, hâkimin nasıl hareket edeceği,
hangi sistemi takip edeceğinin tartışılıyor olması, yine her hukuk sisteminin konuya
farklı bir şekilde ele almış olmaları, umumî ihtilafın çıkmasına neden olmuştur. En
genel haliyle mahkemenin hangi davalarda yetkili kabul edileceği yetkili olunan
konuların tek tek tespiti, hâkimin her davaya bakmaya kendisini yetkili görmesi ve
bağlama noktalarının tespiti129 açılarından ele alınmıştır.
Konuların tek tek tespit edildiği hallerde mahkemenin yetkisi, tespit edilen
konularla sınırlandırılmıştır. Yabancı unsurlu ihtilafın tespit edilen hususların
dışındaki bir nedenden kaynaklanması durumunda hâkim, kendi mahkemesinin
yetkisizliğine hükmedecektir. Bu mahkemenin yetkisizliği ise, diğer bir mahkemenin
yetkisini gerektirmektedir.
Mahkemenin getirilen her davada, herhangi bir sınırlama olmaksızın
kendisini yetkili görmesi, belirli bir çerçevede mümkündür. Bu çerçeve ise yer ve
olay unsurlarından hareketle belirlenebilir. Buna göre, bir ülke devletinin sınırları
içerisinde meydana gelen her türlü yabancı unsurlu ihtilafta mahkemenin yetkili
olduğu kabul edilebilir. Ancak burada çerçeve ülke sınırları ile çizilmiştir. Yahut
belirli bir alanın dışında kalan konuların hepsinde mahkemenin yetkili kabul
edildiğini farz ettiğimizde, bu yetkinin istisna edilen konu ile sınırlı olduğu
görülecektir.130 Böylece herhangi bir mahkemenin yetki alanının çok geniş
olabileceği; ancak buna bir takım kısıtlamalar getirilebileceği görülmektedir. İslam
hukukunda da bu sistemin kabul edildiğini söyleyebiliriz. Çünkü İslam mahkemesine
getirilen her ihtilafta, bu mahkeme yetkili görülmüş ve bu ülke hukuku
uygulanmıştır.131
Yabancı unsurlu ihtilafa uygulanması en âdil olan hukukun tespiti amacıyla
belirlenmiş olan bağlama noktalarından hareketle, mahkemenin yargılama yetkisi
alanı da belirlenmeye çalışılmıştır. Böylece herhangi bir yabancı unsurlu ihtilafla
ilgili olarak kabul edilen bağlama noktalarının aynı anda hem yetkili hukukun hem
de mahkemenin yargılama yetkisinin belirlenmesine etki ettiğini söyleyebiliriz.
129
Göğer, 330.
Göğer, 330.
131
El-Hallâl, 122,123,124 ; İbn Kudâme, VIII, 535;
Şeriati’l-İslamiyye, Muessesetu’r-Risale, Beyrut
Muste’minin, 596-598.
130
Zeydan, Abdulkerim, Nizâmu’l-Kadâ fî’ş2002, 213; Ahkâmu’z-Zimmiyyin ve’l-
40
İslam hukukunda kişi olarak yabancı unsurlu davalarda İslam mahkemesinin
yetkisi Maide suresi 5/42-49. ayetlerinden hareketle; yer olarak yabancı unsurlu
davalar ise İslam devletinin yabancı ülkede velayet yetkisinin olup olmamasından
hareketle tespit edilmeye çalışılmıştır.
İslam mahkemesi, esas itibariyle yabancı yahut yerli kimselerin ülke
dahilinde meydana gelen her türlü hukukî ihtilaflarında kazaî yetkiye sahiptir.132
Bununla beraber, ihtilafa taraf olanlar arasında Müslüman bir kimsenin bulunması
halinde davaya bakmak hususunda mutlak yetkili kabul edilirken133, söz konusu
zimmîler ve müste’minler olunca, hâkimin davaya bakıp bakmamak hususunda
serbest olduğu savunulmuştur. “ …Sana geldiklerinde ister aralarında hüküm ver,
ister onlardan yüz çevir(onları kendi hallerine bırak).Eğer onları kendi hallerine
bırakırsan sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama eğer bir hüküm verirsen, onlar
arasında adâletle karar ver…”134 ayeti buna delil olarak gösterilmiştir. Ancak İbn
Abbas(ö.68/687), Mücahid(ö.103/ 721), İkrime (ö.105/723)’den gelen rivayette bu
ayetin daha sonra indiği belirtilen “…ve Sana ey Peygamber, hakikatı ortaya koyan
bu ilahî kelamı, geçmiş vahiylerden bu güne kalanı tasdik edici ve içinde hangi
doğruların bulunduğunu belirleyici olarak indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın
indirdiklerine uygun olarak hüküm ver ve sana gelmiş olan hakikati terk ederek
onların heva ve heveslerine uyma.”135 ayeti ile nesh edildiği söylenmiştir.136 Neshi
kabul edenler, Müslüman hâkimin, gayr-i müslimlerin davalarına bakmakta
muhayyerliğinin kalktığını ve hâkimin kendisine gelen gayr-i müslimlerin davalarına
bakması gerektiğini söylemişlerdir. Muhayyerliğin neshedildiğine delil olarak
gösterilen ayetlerden biri de “…Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
kafirlerin ta kendileridir” ayetidir. Buna göre gayr-i müslimlerin İslam mahkemesine
getirdikleri davalara bakmamak, Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek, O’na karşı
gelmek olarak kabul edilmiştir.
132
133
134
135
136
İbn Hazm, VIII, 520; Bostancı, Ahmet, Kamu Hukuku Açısından Hz. Peygamber’in Gayr-i
Müslimlerle İlişkileri, Rağbet Yayınları, İstanbul 2001, 202.
el-Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultaniyye, 65.
Kur’ân-ı Kerim, Maide 5/48, Tercüme: Muhammed Esed, İşaret Yayınları, İstanbul 2002; İbn
Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah, Ahkâmu’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut
1988, 126.
Kur’ân-ı Kerim, Maide 5/48.
el- Cassâs, II, 612; el-Kurtubî, Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân,
Dâru’l-Kutubi’l-Arabiyye, Kâhire 1967, 185.
41
Ayetlerin neshedilmediğini savunan Şâ’bî (ö.105/723), Atâ (ö.115/733),
Katâde (ö.117/735), Ebu Sevr (ö.240/854) bunları uzlaştırma yoluna gitmişler,
muhayyerlik bildiren Maide 5/42. ayetin, cizye vererek İslam ülkesi devletinin
hâkimiyeti altına girmeyen kimseler hakkında olduğunu; kendilerinden cizye alınıp
İslam hakimiyeti altına girdikten sonra da aralarında hüküm verilmesi gerektiğini
bildiren ayetin geldiğini ve böylece her iki ayetin de hükmünün devam ettiğini
söylemişlerdir.
137
Buna göre İslam ülkesi vatandaşı olan zimmîlerin davalarına,
Müslümanların davalarında olduğu gibi, bakılması bir zorunluluk olarak karşımıza
çıkarken, İslam ülkesinde yabancı unsuru oluşturan müste’men ve ehl-i ahd’ın
davalarına bakmakta hâkime muhayyerlik tanınmıştır.
Hanefî mezhebine göre, nikah dışında kalan hukukî ihtilaflarda, gayr-i
müslimlere de İslam hukuku kuralları uygulanacaktır. İhtilafa taraf olan kimselerden
yalnızca birinin başvurusu, ihtilafa konu davanın İslam mahkemesinde görülmesi
için yeterli görülmüştür. Maide 5/42. ayetin aynı surenin 48. ayetiyle neshedildiğini
kabul eden Hanefîlere göre, hâkimin gayr-i müslimler arasında hüküm vermesi
gerekmektedir.138
Nikahı muamelatın kapsamı dışında kabul eden Hanefîler, bunun gayr-i
müslimlerin inançları ile ilgili konular arasında değerlendirmişlerdir. Bu nedenle dinî
inançla ilgili bölüm içerisinde değerlendirilen nikahla ilgili bir ihtilafın İslam
mahkemesine getirilmesi halinde, hâkimin davaya bakıp bakmayacağı hususunda
Ebu
Hanife(ö.150)
ile
öğrencileri
Ebu
Yusuf
(ö.182/798),
İmam
Muhammed(ö.189/805) ve İmam Züfer (ö.158/775) arasında ihtilaf meydana
gelmiştir. Ebu Hanife, nikahla ilgili ihtilafın İslam mahkemesine getirilirken ihtilafın
her iki tarafının da rızasını aramaktadır.139 Diğerleri ise, bunlardan yalnızca birisinin
İslam mahkemesine başvurmasının davaya bakılması için yeterli olduğunu kabul
etmişlerdir.140
Malikî mezhebine göre ihtilafın her iki tarafının da gayr-i müslim olduğu ve
aralarındaki uyuşmazlığın İslam hukukuna göre çözümlenmesini istemeleri halinde
137
el-Kurtubî, V, 188; Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik A.Ş.,
İstanbul Ty, III, 247.
138
Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyin ve’l-Müste’menin, 572.
139
el-Cassâs, II, 611.
140
el-Cassâs, II, 612.
42
hâkim, aralarında hüküm verip vermemek hususunda muhayyerdir. Burada davaya
bakılabilmesi için tarafların rızası ön şart olarak aranmıştır. Ancak dava konusu şey
zulüm ise her durumda bu kimselerin davasına bakılacaktır. İhtilafın taraflarından
birinin Müslüman olması halinde ise İslam mahkemesinin davaya bakmasının
zorunluluk ifade ettiğini belirtmişlerdir. 141
İmam eş-Şafiî (ö.204/820), hâkimin muhayyer olması durumunu, davanın
taraflarından hareketle belirlemiştir. Ona göre söz konusu ayetler arasında nâsihmensuh ilişkisi yoktur; bunlar farklı durumları ifade eden ayetlerdir.142 Davanın
taraflarından birinin Müslüman olması halinde diğerinin zimmî ya da müste’men
olsa fark etmez, dava İslam mahkemesinde görülecektir. Dava konusu şeyin nikah
yahut başka bir şey olması, taraflardan birinin ya da her ikisinin dava açması ve
Müslümanın, davalı ya da davacı olması fark etmez, hâkimin her iki taraftan da
haksızlığı gidermesi gerekir. Müste’menlerin aralarındaki ihtilafı, her iki tarafın da
rızasıyla İslam mahkemesine getirmesi halinde, hâkim için muhayyerlik söz
konusudur. Ancak eş-Şafiî, bu durumda davaya bakmamayı tercih etmiştir. Dava
taraflarının aynı inanca sahip iki zimmî olması durumu ile ilgili olarak iki görüş
kabul edilmiştir. Bunlardan ilkine göre, muhayyerlik ayetinin zimmîler hakkında da
geçerli olduğu yönündedir. Mezhepte genel kabul gören ikinci görüşe göre ise,
aralarında hüküm vermeyi bildiren ayet zorunluluk ifade ettiği için bu kimselerin
davalarına bakılması gerekmektedir. Zira zimmîler İslam ahkâmı ile sorumlu
tutulmuşlardır.143
Muhayyerlik ayetinin, İslam ülkesinde kısa bir süre için bulunacak olan
müste’menler ve muâhidler144 hakkında geçerli olduğu, bunların cizye ödemedikleri
için zimmîlerden faklı olarak İslam ahkâmıyla sorumlu olmadıkları kabul edilmiştir.
İhtilafın bu kimseler arasında gerçekleşmesi halinde her iki tarafın da rızasıyla dava
İslam mahkemesine getirildiği takdirde, hâkim bunların davalarına bakacaktır. Ancak
hâkimin vereceği karara razı olmazlarsa bu durumda hâkim için davaya bakıp
bakmamak hususunda muhayyerlik vardır.
141
145
Eğer söz konusu ihtilaf bir zimmî ile
eş-Şâs, I, 492.
eş-Şafiî, el-Umm, XIII, 340-341.
143
el-İmrânî,, XII, 283-284 .
144
eş-Şîrâzî, V, 334;El-İmranî, XII, 284; eş-Şirbînî, III, 195.
145
eş-Şirazî, V, 334.
142
43
muâhid arasında gerçekleşirse, hâkimin bu davaya bakması gerekmektedir.146 İki
muâhid, davalarını İslam mahkemesine getirecek olsalar, hâkim aralarında hüküm
verip vermeme hususunda muhayyerdir.147
Şafiîler, İslam mahkemesine getirilen davaları Allah hakkını ve kul hakkını
ilgilendiren davalar olarak ikiye ayırmışlardır. Bunun neticesinde, kul hakkı ile ilgili
davalarda, Allah hakkından farklı olarak, hak kaybı olacağı için hâkimin bu davalara
bakmasını zorunlu/vacip görmüşlerdir.148
Ahmed b. Hanbel (ö. 241), Yahudî ve Hıristiyanlar, İslam mahkemesine
geldikleri takdirde kendilerine hadleri ve diğer başka ne gerekiyorsa onun
uygulanacağını söylemiştir. Ancak ihtilaflarını buraya getirmedikleri takdirde
hâkimin bunlara bir şey uygulaması gerekmez. Hâkim, gayr-i müslimlerin
ihtilaflarına bakıp bakmamak hususunda muhayyerdir. Taraflardan biri verilen
hükmü kabul etmezse, hâkim hükme uyması hususunda bu kişiyi zorlayabilir.149
Hanbelîler’e göre, ehl-i zimmete nispetle, davalılardan birinin davayı
hâkime
götürmesi ve hasmı olan zimmîye karşı kendi hakkını araması, davaya bakmak için
yeterli bir sebeptir.150
Yahudilere Hıristiyanlara, Mecusilere her hususta İslam ehlinin hükmüyle
hüküm verilir. Hoşlansalar da hoşlanmasalar da; bize gelseler de gelmeseler de.
Prensip olarak onları kendi hükümlerine, kendi hâkimlerine göndermek helal
değildir.”151 anlayışının hakim olduğu Zahiriye mezhebine göre, muhayyerlik
ayetinin nesh edilmiş olmasından dolayı, ister vatandaş olsun ister yabancı, İslam
mahkemesine getirilen her davada,
her iki tarafın rızasını aramadan Müslüman
hâkimin davaya bakması vaciptir.152
el-Kuşeyrî, muhayyerlik bildiren ayetin ehl-i muvadaa (ehl-i ahd) hakkında
olduğunu ve Rasulullah (sav)’in Medine’ye gittiğinde burada bulunan Yahudiler ile
146
eş-Şirazî, V, 335.
el-İmranî, , XII, 283.
148
eş-Şirazî, V, 335.
149
el-Hallâl, 122-123.
150
İbn Kudâme, VIII, 535.
151
İbn Hazm, VIII, 520.
152
Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyin ve’l-Muste’minin, 571.
147
44
anlaşma yaptığını ve fakat bu kimselerin zimmî olmadığını, dolayısıyla bu kimselerin
davalarına bakılması hakkında herhangi bir zorunluluğun olmadığını söylemiştir.153
Yer bakımından yabancı unsurlu ihtilaflarda İslam mahkemelerinin yetkisi,
devletin siyasî hâkimiyet alanına göre belirlenmiştir.154 Ancak bu durumun, yabancı
kişilerle ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Zira yabancı bir ülkede bulunan
Müslüman ve zimmîlerin kendi aralarında vuku bulan hukukî ihtilaflar, daha sonra
İslam mahkemesine getirildiği takdirde, mahkeme bu davaya bakmaya yetkili
görülmüştür. Benzer nitelikte ancak tarafların yabancı oldukları ihtilaflar İslam
mahkemesine getirildiğinde, hâkimin davayı ele alıp, hüküm veremeyeceği kabul
edilmiştir.155Şunu belirtmek gerekir ki İslam ülkesi vatandaşları nerede olurlarsa
olsunlar, İslam hukuku hükümleri ile sorumlu olmaya devam ederler; dârulislamla
dârulharbte yaptıkları muameleler arasında fark yoktur.156 Yabancı kişinin
dârulharbte meydana gelen bir ihtilaftan dolayı İslam mahkemesinde dava
açabilmesi, bu kimsenin Müslüman ya da zimmî olmayı kabul etmesine bağlıdır. 157
Bir başka deyişle yabancı ülkede meydana gelen ihtilaf nedeni İslam mahkemesinde
dava açılabilmesi için, yabancının İslam ülkesi vatandaşı olmayı kabul etmesi
gerekmektedir.
2. Yetkili Hukukun Tespiti (Yasama Yetkisi İhtilafları)
Yabancı unsurlu ihtilaflarda, ihtilafa bir noktadan bağlanan ülkelerden
hangisinin hukukunun uygulanacağı meselesi yasama yetkisi ihtilaflarının doğmasına
neden olmuştur.158 Yasama Yetkisi ihtilaflarının temel nedeni, aynı hukukî mevzu ile
ilgili olarak farklı bağlama kurallarının kabul edilmiş olmasıdır. Böylece ortaya
çıkacak negatif yetki ihtilafının neticesinde yetkili görülen yabancı hukuka gönderme
yapılacaktır.
İslam hukukunda kabul edilen genel görüşe göre, İslam ülkesinde gerçekleşen
ve İslam mahkemesine getirilen her davada yetkili olan hukuk İslam hukukudur.159
153
154
155
156
157
158
159
el-Kurtubî, V,184.
Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, 197.
es-Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, V,1829.
es-Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, V, 1887; el-Evzâi, 302; İbn Kudâme, VIII, 217.
es-Serahsî, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, V, 1887.
Altuğ, 184.
eş-Şafiî, Ahkâmu’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l- İlmiye, Beyrut 1980, II, 73;el-Cassâs, II, 609;
Kurtubî, VI, 186; İbn Hazm, VIII, 528.
45
Ülkenin gayr-i müslim vatandaşları, dinleri farklı olsa dahi tâbiiyetlerinin aynı
olması nedeni ile Müslümanlarla aynı hükümlere tâbi tutulmuşlardır. Ancak bunun
istisnası, “onları inançları ile ilgili mevzuda dinlerine terk edin” kuralıdır. Bu kural
ile ülkedeki gayr-i Müslimlere inançları ile ilgili meselelerde uygulanacak olan
hukuk, kendi dinî hukukları olacaktır. Burada ihtilafın tarafının İslam ülkesi
vatandaşı olmasına karşın yapılan istisna ile bunların kendi dinî hukuklarının yetkili
görülmesi, yabancı bir hukuk nizamına yetki verilmiş izlenimi verse de bunun bizzat
İslam hukukunun, belirli bir grup vatandaşa has olarak koymuş olduğu iç hukuk
kuralları şeklinde algılanması daha doğru olacaktır.160 Zira bu kural, gayr-i
müslimlere tanınmış olan din ve vicdan hürriyetinin, pozitif düzeyde ifadesini
bulmasından ibarettir. Öte yandan muamelatla ilgili kısımda Müslümanlarla aynı
hükümlere tâbi tutulacakları kabul edilmekle birlikte, içki ve domuzun satışında
olduğu gibi, bir takım muamelelerde bu kimselerin dinî hukuklarının dikkate alındığı
görülmektedir. Gayr-i müslimlerin dinî hususlardaki ihtilafları İslam mahkemesine
getirildiğinde, uygulanacak olan hukuk İslam hukukudur. Ancak, yapılan
muamelenin geçerliliği hususunda, ön mesele olarak, bu kimselerin dinî hukukları
dikkate alınmıştır. Yoksa ihtilafa uygulanacak hukuk olarak gayr-i müslimlerin
hukuklarının kabul edildiği söylenemez. Örneğin iki müste’men arasında, konusunu
içkinin oluşturduğu borçla ilgili ihtilafta hâkim, İslam hukukunda, söz konusu
durumla ilgili hangi hüküm uygulanıyorsa, ihtilafa onu tatbik eder. Söz konusu ihtilaf
Müslümanların arasında vuku bulsaydı, İslam hukukunda içkinin mal olarak kabul
edilmemesinden dolayı, herhangi bir hukukî sonuca bağlanmazdı. Oysa içkinin bu
kimselerin dinlerinde mütekavvim mal olarak kabul edilmesi, burada İslam
hukukunun mütekavvim mallarla ilgili hükmünün uygulanmasına neden olmuştur.
Bir iç hukuk sistemi olan İslam hukukunun161 milletlerarası nitelikli ilişki ve
ihtilaflarla karşılaşması kaçınılmazdır. Ebu Yusuf’un (ö. 182), “Şeriatte asıl olan
bunun bütün insanlar için uygulanmasıdır; ancak dârulharbte velayetin olmaması
nedeniyle uygulanamaz. Dârulislamda ise uygulanması gerekir.” sözleri olması
gereken ve olanın ortaya konulması açısından önem taşımaktadır. Zira bu sözlerle
İslam hukukunun uygulandığı yerden başka bir yere, yabancı bir ülkeye işaret
160
161
Aydın, Mehmet Akif, İslam ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, 233.
Zeydan, Nizâmu'l-Kadâ fi'ş-Şerîati'l-İslâmiyye, 213 .
46
edilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi bir iç hukuk sistemi olan İslam
hukukunun, yabancı unsurlu ilişki ve ihtilaflar söz konusu olduğunda, iç hukuk
kurallarından farklı olarak milletlerarası nitelikli kurallar belirlemesi gerekmektedir.
Bu nedenle İslam hukukunda milletlerarası hukuk kuralları, iç hukuktan hareketle
oluşturulmaya çalışılmıştır. Çünkü yabancı unsurlu ihtilaflarda yetkili hukukun
belirlenmesi, ancak milletlerarası hukuk kuralları ile gerçekleştirilebilir.
İslam mahkemelerine getirilen davalarda İslam hukukunun uygulanmasının
temel dayanağı “…eğer aralarında hükmedersen, adâletle hükmet”162, “Kim Allah’ın
indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”163, ve “Aralarında
Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların hevalarına uyup sana gelenin dışına çıkma”164
ayetleridir.
Hanefîler, zimmîlerin alış-veriş, miras vb. akitlerde Müslümanlar gibi İslam
ahkâmıyla sorumlu olduklarını; içki ve domuz gibi, onlar açısından mütekavvim
olarak kabul edilen mallarla ilgili durumlarda ise bunlar için geçerli istisnalar
olduğunu söylemişlerdir. Zimmîler muamelatla ilgili mevzuda Müslümanlarla eşit
olarak kabul edilmişlerdir.
165
Nikahları ile ilgili mevzuda Ebu Hanife (ö.150),
davaya uygulanacak olan İslam ahkâmının her iki eş tarafından kabul edilmesi şartını
aramaktadır. Ancak Ebu Yusuf(ö.183) ve İmam Muhammed (ö.188) taraflardan
birinin rızasının yeterli olacağını bildirmişlerdir.166
Mahkemeye getirilen bir ihtilafın o mahkeme tarafından görülebilmesi için
söz konusu mahkemenin bu konuyla ilgili hukukî düzenlemelerinin olması
gerekmektedir. Örneğin Müslümanlar açısından şahitsiz ve iddet müddeti içerisinde
evlilik herhangi bir sonuç doğurmaz. Çünkü İslam hukuku açısından geçerli olmayan
bu husus mahkemeye getirildiğinde nikah yok hükmünde kabul edilecektir. Ancak
söz konusu gayr-i müslimler olunca, kendi inanç sistemlerinde geçerli olan bu
nikahları, İslam hukukunda da tanınmış ve evlilikle ilgili ihtilafları İslam
mahkemesine getirildiği zaman, Müslümanların aksine, davalarına bakılmış ancak bu
kimselere, genel kaideden dolayı, İslam hukuku hükümleri uygulanmıştır.
162
163
164
165
166
Maide 5/42.
Maide 5/44.
Maide 5/48.
el-Cassâs , II, 611; ed-Debûsî, 272-274.
el-Cassâs, II, 611-612.
47
İmam eş-Şafiî (ö.204), “…aralarında hükmedersen, adâletle hükmet”
ayetinde adâletle hükmetmekten kastın, Allahu Teala’nın Hz.Peygamber(sav)’e
indirdiği hüküm olduğunu söylemiştir.167 Muâhidler, hadlerle ilgili bir mevzuda
İslam mahkemesine geldiklerinde, Rasulullah(sav)’in bu kimselere hadleri uygulamış
olmasından dolayı, kendilerine İslam hukukunun uygulanacaktır.168
Hanbelîler de gayr-i müslimlerin inaçları ile ilgili kısımlar hariç bu kimselere
İslam ahkâmının uygulanacağını savunmuşlardır.169 Buna göre İslam ülkesinin
yabancı unsurlarına, muamelat ile ilgili meselelerde Müslümanlarla eşit olarak
muamele edilecektir.
İmam Malik, Müslüman ve Hıristiyan arasında meydana gelen her türlü
ihtilafa İslam ahkâmının uygulanacağını söylemiştir.170 Mali muamelat ile ilgili
olarak Müslümanlar için geçerli olan hususlar, gayr-i müslimler için de geçerli
olacaktır. Bu kimseler, aralarında meydana gelen ihtilaftan dolayı İslam
mahkemesine başvuracak olsalar ve daha sonra –miras meselesinde olduğu gibiİslam hukukunun getirdiği çözüme karşı çıkacak olsalar, bunlara kendi hukuklarını
uygulayacak olan dinlerinde ehil kimselere gönderileceklerdir.171
Burada zikredilen durumlar, hukukî ihtilafın İslam ülkesinde gerçekleşmesi
ve davanın İslam mahkemesine getirilmesi durumları ile ilgili olup, mezhepler bu
hususta hemen hemen benzer görüşler zikretmişlerdir. Ancak ihtilafın İslam ülkesi
dışında ve gerek Müslümanların kendi aralarında, gerek bulundukları ülke ya da
üçüncü bir yabancı ülke vatandaşları arasında gerçekleşmesi durumlarında ise, İslam
hukukunun uygulanıp uygulanmayacağı ve davanın bu yabancı ülkede açılması
halinde ihtilafın tarafının ya da taraflarından birinin yahut her ikisinin Müslüman
olmaları halinde yabancı ülke mahkemesinin kararının tanınıp tanınmaması meselesi
ortaya çıkacaktır.
İmam Muhammed, harp ülkesinde velayetin olmaması nedeni ile İslam
hukukunun uygulanamayacağını172; burada hakimiyet kime ait ise onun kurallarının
167
168
169
170
171
172
eş-Şafiî,, Ahkâmu’l-Kur’an, II, 73.
eş-Şafiî, Ahkâmu’l-Kur’an, II,79.
el-Hallâl, 203, 205.
Sahnûn, II, 598.
Sahnûn, II, 598.
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, V, 1890.
48
geçerli olacağını söylemiştir. Bu ülke mahkemesine başvuranların birinin yahut her
ikisinin Müslüman olması fark etmez. Hâkimin verdiği hüküm, bunlar İslam ülkesine
geldikleri zaman da geçerliliğini korumaktadır.173 Velev ki davanın görülmesi için
tekrar İslam mahkemesine başvurulmasın. Bir ihtilaf İslam mahkemesine
getirildiğinde ise, ihtilaf konusu olan şey, davaya bakılıp bakılmayacağının,
dolayısıyla İslam ahkâmının uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi yönünden
önem taşımaktadır. Örneğin harp ülkesinde yapılan bir akitle ilgili ihtilaf İslam
mahkemesine getirildiğinde, akdin burada tamamlanmış olup olmaması önem
taşımaktadır. 174
Yabancı
ülkede
velayetin
olmaması
nedeni
ile
İslam
ahkâmının
uygulanamayacağı görüşü özellikle Hânefi mezhebinde öne çıkmaktadır. Buna göre
bir Müslüman İslam ülkesinde yaptığı zaman had cezasını gerektirecek (örn. Zina,
içki içme, dirhemin dirhemle satışı vs.) bir fiili harp ülkesinde gerçekleştirecek olsa
bundan dolayı kendisine herhangi bir müeyyide uygulanmaz.175 Müslüman nerede
olursa olsun İslam ahkâmı ile sorumlu olacağını kabul edenlere göre ise, İslam
ülkesinde meydana gelen ihtilaflarda geçerli olan hüküm ne ise, harp ülkesinde de
aynı hükümler geçerli olacaktır.176
Mali muamelatla ilgili ihtilaflarda, ihtilaf konusu şeyin yabancı ülkede ve
yine yabancılar tarafından işlenmiş olup, bununla ilgili olarak İslam mahkemesine
dava açılması halinde, bu kimselerin İslam ülkesi vatandaşı olmamaları nedeni ile
davalarına bakılmayacağı Hanefî mezhebinde kabul edilmiştir. Bununla birlikte bu
kimselerin
İslam
ülkesi
vatandaşlığını
kabul
etmeleri
halinde
davalarına
bakılacaktır177. Şafiî ve Hanbelîlere göre ise, böyle bir ihtilafın gelmesi halinde
davalarına bakılır ve muamelata dair meselelerde İslam ahkâmına tâbi olunacağı
kaidesi gereğince kendilerine İslam hukuku hükümleri uygulanır.178
Sonuç olarak ihtilafın tarafı kim olursa olsun, İslam ülkesinde meydana gelen
hukukî ihtilafların İslam mahkemesine getirilmesi halinde, asıl olan İslam
173
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, IV, 1743, 1744.
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l Kebîr, V,1888.
175
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebîr,, II, 225; IV, 1486; Atar, 227-228.
176
ed-Damiriyye, I, 357; İbn Nuceym, V, 169.
177
es-Serahsî, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, IV, 1486, 1487; V, 1883.
178
Cin, Hukuk Tarihi, II, 361.
174
49
hukukunun uygulanmasıdır. İhtilafın bir ya da daha fazla sayıdaki yabancıya ait
olması halinde bu kimselerin ihtilaflarını kendi mahkemelerine götürmelerine imkan
tanınmış; İslam mahkemesine başvurmaları halinde İslam hukukundan başkasının
uygulanmayacağı belirtilmiştir. İhtilafın yabancı ülkede gerçekleşmesi halinde
velayetin olmaması nedeni ile İslam hukukunun burada bizzat tatbik edilemediği;
bunun ancak ihtilafın İslam mahkemesine getirilmesi durumunda mümkün olduğu
görülmektedir ki ihtilafın taraflarını İslam ülkesi vatandaşlarının oluşturması halinde,
davaya bakılacağı hususunda ittifak halinde olan İslam hukukçuları, tarafların
yabancı olması halinde ise farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Yabancı unsurlu bir ihtilaf neticesinde ihtilafa taraf olan ülkelerden
hangisinin yetkili olduğu meselesi yasama yetkisi ihtilaflarının doğmasına neden
olmaktadır. İhtilafa uygulanmak üzere yetkili hukukun tespit edilmesinden sonra,
ihtilafın getirildiği mahkemenin bu hukuku uygulaması beklenir. Çünkü yetkili
görülen hukuka gönderme yapılması demek, ihtilafla ilgili olarak söz konusu hukuk
sisteminde belirlenmiş olan kuralın tespit edilip, ihtilafa uygulanması demektir. Bu
nedenle gönderme yapılıyorken bir ülke hukukunun yetkili olması, bu hukuk
sisteminin yargı sisteminin de yetkili olmasını gerektirmez. İslam hukukunda ise,
hem yasama yetkisi hem de yargılama yetkisi birlikteliği söz konusudur. Buna göre
yetkili hukuk İslam hukuku ise, yetkili mahkeme de İslam mahkemesidir. Buna
karşılık yetkili hukukun yabancı bir hukuk olması halinde, İslam mahkemesi yetkili
değildir.
İslam ülkesinde hem İslam hem de gayr-i müslim mahkemelerinin bulunması
ne yasama ne de yargılama yetkisi ihtilafının oluşmasına neden olur. Çünkü gayr-i
müslim mahkemeler, bu yetkilerini bizzat İslam hukukunun kendisinden almıştır.
Kanaatimizce hâkime muhayyerlik tanıyan ayet (neshedilmediği düşünülürse) bu
yetkinin kaynağını oluşturmaktadır. Zira bir devletin vatandaşlarının bir kısmı
arasında meydana gelen ihtilaflarda anlaşmazlığı ya da haksızlığı giderirken,
alternatifi olmadan, diğer bir kısmının hâkimin takdir yetkisine bırakılarak adâletten
mahrum bırakılması düşünülemez. Müslümanlar için tek yetkili mahkeme ve yetkili
hukuk İslam hukuku olmakla beraber, gerek zimmîler gerek müste’menler her iki
mahkemeye de başvurma hakkına sahiptirler ve ihtilafı hangi mahkemeye götürmüş
iseler o mahkemede uygulanacak olan kuralları da kabul etmiş olurlar.
50
Daha önce de belirtildiği gibi, İslam mahkemesinin kendisini yetkili
görmediği alanda, yabancı hukuku yetkili gördüğünü kabul edebiliriz. Ancak bu
yetkili görme, kendisine gelen ihtilafın bu hukuk sistemine gönderilmesi sureti ile
çözümlenmesi anlamını taşımamaktadır. Çünkü İslam mahkemesinin kendisini
yetkisiz görmesi, ihtilafa uygulanacak olan hukukun İslam hukuku olmayacağı ve
dolayısıyla yabancı bir hukuk sisteminin yetkili olacağı anlamını taşımaktadır.
Gönderme teorisinde ise hâkim, yetkili gördüğü yabancı hukuk sistemini araştırır,
konuyla ilgili kuralları tespit ederek uygular. Oysa İslam hukukçuları adâletle
hükmetme, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedenlerin kâfir olduklarını
bildiren ayetlerden hareketle, İslam mahkemesinde İslam hukukundan başka bir
hukukun uygulanmayacağını kabul etmişlerdir.
Burada zikredilenlere rağmen, İslam mahkemesinin bizzat yabancı hukuku
uyguladığına dair bir örneğin olduğu zikredilmiştir ki bu, Hz. Peygamber (SAV)’in
iki Yahudiyi recmetmesi meselesidir.179 İslam hukukçuları arasında tartışmalara yol
açan bu meselede görüşler, Hz.Peygamber’in bu kimselere Yahudî hukukunu
uyguladığı ve İslam hukukunu uyguladığı yönünde ikiye ayrılmaktadır.
Söz konusu ihtilaf kendisine getirildiğinde Hz. Peygamber’in, zina suçunun
Tevrat’taki hükmünü sorması ve bunun neticesinde recm cezasını uygulamış olması
Hz. Peygamber (SAV)’in Yahudi hukukunu uygulaması olarak kabul edilmiş180;
buradan hareketle yabancılara kendi hukuklarının uygulandığı söylenmiştir. Bunun
aksini savunanlar ise, Hz Peygamber’in Yahudilere kendi kitaplarında recmin
olduğunu, Yahudilerin ise kendi kitaplarında olanı inkar ettiklerini göstermek
amacıyla Tevrat’a müracaat ettiğini181; ancak buradaki hükmü değil, bizzat İslam
hukukundaki hükmü uyguladığını ve İslam hukukunda bir had cezası olarak recmin
uygulanıyor olmasının da bunun bir göstergesi olduğunu söylemişlerdir.
Şekil açısından bakıldığında, göndermeye örnek teşkil edebilecek olan bu
olayda, gerek adâletle hükmetmeyi emreden ayetler, gerek Hz. Peygamber’in Yahudî
hukuku ile hükmettiğini söyleyenlerin dahi gayr-i müslimlere İslam hukukundan
179
Müslim, Hudud, 26; Tirmizî, Hudud, 10.
Kurtubî, IV, 187;Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, İrfan Yayınları, İstanbul 2003, 614;
Karaman, III, 360.
181
el-Âmidî, Seyfuddîn Ebi’l-Hasan Ali b. Ebi Ali b. Muhammed, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, ZabtHaşiye: İbrahim Ucûz, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2005, IV, 381.
180
51
başka bir hukukun uygulanamayacağını söylemeleri ve belki de konumuz açısından
en önemli noktalardan birisi olan, göndermenin alanı ile ilgili olarak, göndermenin
özel hukuk ilişkileri ile sınırlandırılmış olup, genel kanaatin ceza hukukuna ilişkin
konularda atfın uygulanamayacağı yönünde olması, burada göndermenin olmadığı
yönündeki kanaatimizi güçlendirmektedir.
B. İSLAM HUKUKUNDAKİ ADÂLET ANLAYIŞI ile KANUNLAR
İHTİLAFI
SİSTEMİNDEKİ
ADÂLET
ANLAYIŞININ
KARŞILIKLI
DURUMU
Adâlet, insan hayatının hemen her evresinde söz konusu olan ve belki de bu
nedenle üzerinde ortaklaşa yapılamayan bir kavramdır.
Adâlet farklı amaçları ifade etmek üzere çeşitli kısımlara ayrılmıştır. Söz
konusu kişiler olduğunda adâlet, sübjektif ve objektif olmak üzere iki kısma
ayrılmıştır. Sübjektif adâlet ile kastedilen, kişinin bireyler ve olaylar karşısındaki
adîlane tutumudur. Burada kişiyi adâletli davranmaya zorlayan bir dış etken
bulunmamaktadır;
içseldir.
Objektif
adâlet
hukukun
bireyler
arasında
gerçekleştirmesi gereken adâlettir.182 Objektif adâlette bireyin kendi adâlet
anlayışına dayanan değil, bireyden bağımsız, bireyüstü bir anlayış vardır.183
Hukukî değer olarak ise adâlet, kanunî adâlet ve kanun üstü/ kanun öncesi
adâlet olarak iki kısma ayrılmıştır. Kanunî değer olarak adâlet, hukukî işlemlerin
gerçekleştirilmesi aşamasında bunların hukuka uygun olarak gerçekleştirilmesi ile
ortaya çıkan adâlettir.184 Hukukî düzeni temin etmeye çalışır. Kanun üstü adâlet ile
hukukun idesi kastedilmektedir.
Hukukun idesi (nihaî gayesi) adâletin sağlanmasıdır.185 Adâletin ne olduğuna
dair ortak bir tanım bulunmamakla beraber, ulaşılması gereken en yüksek değer,
düzen olarak kabul edilmiştir.186 Adâlet, olanının değil olması gerekenin alanına
182
183
184
185
186
Aral, Vecdi, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1979, 36-37
Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, 36.
Çeçen, Anıl, Adâlet Kavramı, Gündoğan Yayınları, 2. Bs., Ankara 1993, 32.
Çeçen, 33; Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, 37; İbrahimhakkıoğlu, Uğur, Adâlet Reformu ve
Adli Mevzuat, Sevinç Matbaası, Ankara 1987, 11.
Çeçen, 76-78.
52
dahildir.187 Bu nedenle hukuk kurallarının âdilliği söz konusu olduğunda “olanla
olması gereken arasındaki uyumdan”188
bahsedilmektedir. Böylece bir hukuk
kuralının ideal olana yaklaşması adâlete yaklaşması anlamına gelecektir. İdealin ne
olduğunu her kanun koyucunun kendisi belirlemektedir. Bir ülkede âdil olarak kabul
edilen bir hükmün/kuralın, başka bir yerde âdalete aykırı olarak görülmesinin nedeni
budur. Öyleyse her hukuk sisteminin ulaşmaya çalıştığı adâletin, kendi kriterlerine
uygun olan adâlet olduğu söylenebilir. Adâlet fikrinin oluşumunda, içinde bulunulan
çevrenin, kültürün, inancın etkileri görülmektedir.189 Hukuk sistemlerinin adâlet
tanımları arasındaki farklılığın altında da bu gerçek yatmaktadır. Esasen bütün
menfaatlerin üzerinde, üst bir menfaati, gayeyi ifade eden adâlet, bunu
tanımlayanların fikrî yapılarına göre şekillenmiştir.
Hukuk kurallarının âdilliğinin olanla olması gereken arasındaki uyuma bağlı
olarak belirlendiği; olması gereken ile olan arasındaki mesafenin açılmasının bu
kuralın âdil olmadığı anlamına geldiği kabul edilmiştir.190Ancak bir hukuk kuralının
âdil olmaması, onun geçersiz olduğu anlamına gelmemektedir.
İç hukukun ve kanunlar ihtilafı sisteminin adâlet anlayışı arasında farklılık
vardır. Bütünün iki farklı parçasını temsil eden bu alanlarda da nihaî gaye adâletin
sağlanmasıdır.
Ancak adâletten ne anlaşılması gerektiği ve bunun nasıl
gerçekleştirileceği hususunda farklı uygulamalara sahiptirler. Daha önce de
belirttiğimiz gibi iç hukuk kuralları, hukukî ihtilaflara doğrudan uygulanabilen
kaidelerdir. İç hukuk sisteminde adâlet (kanunî adâlet), ihtilaf konusu şeye milli
kanunun doğru olarak uygulanması ile gerçekleşir. Burada ihtilafa uygulanacak
hukukun muhtevası önem taşımaktadır.191 Muhtevanın doğru olarak tespiti, doğru
hükmün verilmesini sağlayacaktır.
. Kanunlar ihtilafı kurallarının gösterici niteliğine uygun olarak bu sistem
içerisinde adâletin, yabancı unsurlu bir ihtilafta, yabancı hukuk düzenlerinden
ihtilafla en sıkı ilişki içerisinde olanın tespiti ile sağlanacağı kabul edilmiştir.192
187
188
189
190
191
192
Aral, Vecdi, Toplum ve Adâletli Yaşam, Filiz Kitabevi, İstanbul 1988, 161-162; Hukuk ve Hukuk
Bilimi Üzerine, 31; Çeçen, 33.
Gözler, Kemal, Hukuka Giriş, Ekin Yayınları, Bursa, 1998, 71.
Aral, 32; Çeçen, 71.
Gözler, 71; Çeçen, 71; Hafızoğulları, Zeki, Ceza Normu, US-A Yayınları, Ankara 1996, 36.
Nomer, 17; Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, 37.
Tekinalp, 20.
53
Burada uygulanacak olan hukukun muhtevası değil; kendisi önem taşımaktadır.
Doğru hukukun tespit edilmesi aynı zamanda âdil olan hukukun tespiti anlamına
gelmektedir.193 Kanunlar İhtilafı sisteminde ihtilaf nedeni olay ya da kişi unsurları
dikkate alınarak ve ülkeler arasında eşitliğin olduğu kabul edilerek, ihtilafa
uygulanacak kural tespit edilmeye çalışılacaktır. Eşitliğin göz ardı edilerek hâkimin
kendi hukukunu ya da taraflardan birinin özel durumunu dikkate alarak bu kimsenin
hukukunu uygulaması, milletlerarası hukukun adâlet anlayışına aykırı kabul
edilmiştir.194 İhtilafın getirildiği mahkemenin hâkiminin ihtilafa taraf olan hukuk
sistemlerine eşit olarak yaklaşması adâletin tesisi için şart olarak kabul edilmiştir.
İhtilafa bu şekilde yaklaştıktan sonra, hâkimin hukukunun, belirlenmiş olan objektif
kurallara195 göre, yetkili olmasının adâlete aykırı olduğu düşünülemez. Burada
objektif kurallardan kastedilen bağlama kurallarıdır.
İç Hukuk sistemindeki adâlet, Kanunlar ihtilafı sistemindeki adâletten sonra
gelmektedir. Yabancı unsurlu bir ihtilaf mahkemeye geldiği zaman, ihtilafa taraf olan
ülkelerin eşit olduğu kabul edilerek ve konuyla ilgili objektif kurallardan hareketle
yetkili yabancı hukukun tespiti ile kanunlar ihtilafı hukukundaki anlamıyla adâlet
gerçekleştirilmiş olur. Bundan sonraki aşamayı, yetkili yabancı hukukun iç hukuk
kurallarının uygulanması oluşturacaktır. Bu hukukun muhtevasının incelenmesi
neticesinde, hukukî ihtilafa uygulanacak olan kuralın doğru olarak tespit edilip
uygulanması iç hukuk adâletinin gerçekleştirilmesini sağlayacaktır.
“İslam Hukukunda her bir normun hüküm (düzenleme) unsuru ilahî iradeye
dayanmaktadır.”
196
İslam Hukuku kurallarının âdilliği de bunların ilahî iradeye
uygunluğuna göre belirlenmektedir.197
Her devletin iç hukuk mevzularında kendi hukukunu âdil olarak görüp hukukî
ilişki ve ihtilaflara bunu uygulaması olağandır. Ancak İslam Hukukunda yalnızca iç
hukuk meselelerinde değil, yabancı unsurlu ilişki ve ihtilaflarda da en âdil hukuk
olarak görülmüş ve ihtilafa uygulanması gereken hukukun, İslam Hukuku olduğunu
kabul edilmiştir. İslam hukukçuları “sana geldiklerinde aralarında adâletle
193
194
195
196
197
Aral, Toplum ve Adâletli Yaşam, 196.
Nomer, 18; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 30.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 30.
Türcan, İslam Hukuk Biliminde Hukuk Normu, 186.
Türcan, İslam Hukuk Biliminde Hukuk Normu,186.
54
hükmet”, “…Allah’ın indirdiği ile hükmet”198 ayetlerinden hareketle adâletle
hükmetmeden kastedilenin İslam Hukuku olduğunu kabul etmişlerdir.199
Birden fazla yabancı ülke hukukunun söz konusu olduğu bir ihtilafta, bu
hukuk sistemleri arasındaki eşitlik yok sayılarak, hâkimin hukuku olan İslam Hukuku
kendisini yetkili görmektedir. İslam Hukukunda bu durum adâlet; bunun aksi adâlete
aykırı hal olarak kabul edilmektedir. Ancak yukarıda da açıkladığımız üzere,
devletler hususî hukukunda adâlet, ihtilafa taraf ülkeler arasındaki eşitliğin kabulü ve
objektif kurallara dayanarak yetkili hukukun tespit edilmesine bağlıdır. Bu hususlar
dikkate
alınmadığında
ise
devletler
özel
hukukundaki
anlamıyla
âdalet
gerçekleşmeyecektir.
Sonuç olarak yetkili hukuka işaret etmesi açısından İslam hukukundaki adâlet
anlayışı kanunlar ihtilafı sistemindeki adâlet anlayışına uygundur. Yabancı unsurlu
her türlü ihtilafta kendisini yetkili gören İslam hukuku, ihtilafa uygulanacak en âdil
hukukun kendi hukuku olduğunu kabul etmektedir. Gönderme, ihtilafla en sıkı ilişki
içerisinde olan hukuka, adâletin tesisi amacıyla yapılmaktadır. Burada ise, hâkim
kendi hukukunu yetkili görmekte ve ihtilafa kendi iç hukuk kurallarını
uygulamaktadır. Bu durumda ise yetkili görülen yabancı bir hukuk olmayacağı için,
gönderme de söz konusu olamayacaktır.
198
199
Mâide 5/49.
eş-Şafiî, el-Umm, XIII, 343; Ahkâmu’l- Kur’an, II, 79; el-Cassâs, II, 610; el-Kurtubî, VI, 186.
55
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÖNDERMENİN UYGUALANMA ALANLARI ve GÖNDERMENİN
SINIRI
A. İSLAM KANUNLAR İHTİLAFI KURALLARI VE İÇ HUKUK
İLİŞKİSİ
1. Kanunlar İhtilafı Kurallarının İç Hukuk Kuralı Kabul Edilip
Edilmeyeceği Meselesi
İnsan davranışlarını konu edinen hukuk kuralları, bu konuyla ilgili emredici,
yasaklayıcı veya izin verici kurallar koymakta buna karşılık bu kurallara uyulmaması
halinde nasıl bir yaptırım uygulayacağını göstermektedir. Hukukun konusunu insan
davranışları
oluşturmakla
beraber,
insanların
her
davranışı
buna
dahil
200
edilmemektedir.
Hukuk kurallarının belirli bir yerde ve belirli bir zamanda uygulanıyor
olması, onun pozitif nitelikli olduğunu göstermektedir. Pozitif nitelikli bu kuralların
bireyleri belirli bir davranışı yapmaya yahut yapmamaya sevketmesi, bu kuralların
etkililiğini göstermektedir.201 Konuların ele alınmasındaki işlevsellik açısından
pozitif hukuk, kamu hukuku ve özel hukuk olarak iki kısma ayrılmıştır.
Belirli bir ülkenin hakimiyet sınırları içerisinde, bu ülke vatandaşlarına
uygulanmakta olan maddî hukuk kurallarına iç hukuk kuralları denilmektedir. Bu
kuralların uygulanma alanı, ülkenin hâkimiyet sınırları içerisidir. Ülke sınırları
içerisindeki her türlü hukukî olay ve ihtilafla ilgili düzenlemeler, iç hukuk kuralları
tarafından gerçekleştirilerek hukuken emredilen, izin verilen yahut yasaklanan
hususlar tespit edilip ve uygulanması sağlanır. Buna aykırı davranışların olması
halinde ise müeyyide uygular.
200
201
Gözler, Kemal, Hukuka Giriş, Ekin Yayınları, Bursa 1998, 69; Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi
Üzerine, 58-59.
Gözler, 71; Bilge, Necip, Hukuk Başlangıcı, Turhan Kitabevi, 6. Bs., Ankara 1987, 35.
56
Ülke dahilinde meydana gelen ihtilaflara bakma yetkisini her ülke kendi iç
hukuk sisteminden alır. İhtilafın hukukun hangi alanına ilişkin olduğu ve ihtilafa
hangi mahkemenin bakmaya yetkili olduğunu (hususî yetki ihtilafı) tespit işi yine iç
hukuk kuralları tarafından gerçekleşmektedir.202
Kanunlar ihtilafı hukuku, kişiler arasında meydana gelen, içerisinde
yabancılık unsuru bulunan ilişkilere uygulanacak hukuku gösteren kurallardan
müteşekkildir.203 Kanunlar ihtilafı kurallarında mutlak surette olması gereken unsur
yabancılıktır. Yabancı unsurlu ilişkilere uygulanacak olan hukukla ilgili olarak
meydana gelen ihtilaflar, kanunlar ihtilafı sistemini vücuda getirmiştir. Bu hususun
ortadan kalkması halinde kanunlar ihtilafının hukukunun varlığını sürdürmesi
beklenemez. Avrupa Birliği gibi uluslararası yapılanmalardakine benzer şekilde,
ülkelerin ortak hukuk kurallarını benimsemeleri halinde böyle bir durum
gerçekleşebilir. Ancak her ülkenin kendi hukukunu bir yana bırakarak, her konuda
ortak bir hukuka evet demesini beklemek imkansızdır. Bu nedenle, kanunlar ihtilafı
hukukunda sürekliliğin esas olduğu söylenebilir.
Kanunlar
ihtilafı
kuralları,
gösterici
nitelikli
kurallar
olarak
da
adlandırılmaktadırlar. Çünkü bu kurallar, yabancı unsurlu ilişki yahut ihtilaf söz
konusu edildiğinde, bu hukuk sistemleri içerisinde yetkili olan hukuku gösterirler.
Diğer hukuk kurallarından farklı olarak burada insanlara belirli bir davranış
emredilip yasaklanmaz. Kanunlar ihtilafı kuralları yaptırım unsurundan yoksun
kurallardır.204 Ancak bu durum onların bir hukuk kuralı olarak kabul edilmesine
engel bir hal değildir. Yetkili yabancı hukukun gösterilip, gerektiğinde bu hukuka
gönderme yapıldıktan sonra kanunlar ihtilafı kuralları devreden çıkar. Bundan sonra
devreye yabancı hukukun iç hukuk kuralları girer ve ihtilaf konusu şeyi çözüme
kavuşturur.
Kanunlar ihtilafında kişi, yer ve zaman unsurları büyük önem taşımaktadır.205
İç hukuk sisteminde ülke dahilinde, bu ülke vatandaşları arasında meydana gelen
ilişki ve ihtilaflar iken, kanunlar ihtilafı hukukunda ülke sınırları aşılmıştır. Gerek
söz konusu
202
203
204
205
ülke
vatandaşlarının yabancı ülkelerde; gerek yabancı ülke
Kuru, Medenî Usul Hukuku, 130-131.
Nomer, 9-10; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 11.
Göğer, 8; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 12.
Göğer, 7; Nomer, 5-7; Ökçün,, 69-72.
57
vatandaşlarının bu ülkede gerçekleştirdikleri hukukî eylemler, Kanunlar ihtilafı
hukukunun alanına girmektedir.
Kanunlar ihtilafı sisteminde yabancı ülke hukukuna, ihtilafın halli için yetki
verilmektedir. Bu yetki iç hukuk sistemindeki yetkiden farklıdır. İç hukukta verilen
yetki neticesinde, yetkili kılınan organ hukukî ilişki ya da ihtilafa derhal müdahale
ederek sonuca bağlar.206 Kanunlar ihtilafı sisteminde ise bir ülke hukukunun yetkili
olarak kabul edilmesi ihtilafa uygulanacak olan hukukun hangisi olduğunun
gösterilmesi ile ilgilidir. Bu yetkiye istinaden yetkili yabancı hukukun kuralları
uygulanır. Ancak yetkili hukukun uygulanması, kanunlar ihtilafı hukukunun dışında
bir konudur. Kanunlar ihtilafı sisteminde yalnızca ihtilafa uygulanacak olan hukukla
ilgili ihtilaflar yer almaz. Yabancı unsurlu ihtilafta hangi mahkemenin yetkili
olduğuyla ilgili olarak da
ihtilaflar (yargılama yetkisi ihtilafları) ortaya
çıkmaktadır.207 Ancak bu durum yargılama yetkisi ihtilaflarını özel hukuk içerisinde
kabul eden ülkeler için söz konusudur. Yargılama yetkisi ihtilaflarında gönderme söz
konusu değildir.
Kanunlar ihtilafı hukukunun kaynağı, iç hukukta olduğu gibi devlettir. Her iki
hukuk sisteminin de kaynağının devletin yasama organı olması nedeniyle, kanunlar
ihtilafı hukukunun iç hukuk olarak kabul edilip edilmeyeceği meselesi ortaya
çıkmaktadır.
“Kanunlar ihtilafı kuralları iç hukuk kurallarıdır”208 Zira bu kuralları
oluşturan kurum, bizzat devletin yetkili organıdır. İç hukuk kuralları ile aynı
kaynaktan çıkmaktadırlar. Ancak kaynaklarının aynı olması, aynı ülke içerisinde
uygulanıyor olması, her ikisinin de bireylerin davranışlarını konu alması ya da her iki
hukuk sisteminin de amacını adâletin gerçekleştirilmesinin oluşturulması, bu
kuralların ayniyetini gerektirmez. Bu kurallar arasında nitelik yönünden farklılıklar
bulunmaktadır. İç hukuk kuralları vatandaşlarla ilgili hukukî ilişkileri ele alırken,
Kanunlar ihtilafı kuralları yabancı kişilerin ya da vatandaşların yabancı ülkede
gerçekleştirdikleri hukukî ilişki ve ihtilafları konu almaktadır. Birincisinde ülke
içinde meydana gelen olaylar önem taşırken diğerinde yabancı ülkelerde meydana
206
207
208
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 10.
Sevig, I, 341; Nomer, 38; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 272-273; Altuğ, 181.
Nomer, 12; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 11.
58
gelen olaylar da önem taşımaktadır. İç hukukta hem kamu hukuku hem de özel
hukuk ile ilgili düzenlemeler yer alırken, Kanunlar ihtilafı sisteminde yalnızca özel
hukuk ilişkileri mevzubahistir.
Uyguladıkları hukuk göz önünde bulundurulduğunda, aralarındaki en önemli
farkı bunun oluşturduğu görülecektir. İç hukuk sisteminde ilgili ülkenin pozitif
hukuk kuralları uygulanmaktadır. Oysa Kanunlar ihtilafı sisteminde hâkimin kendi
hukukunun yetkili görülmesi, maddi kanunlar ihtilafı kuralları konulması hali
müstesna, yabancı hukuk kuralları uygulanmaktadır.
Sonuç olarak, aynı kaynaktan çıkmaları ve aralarında sıkı bir ilişkinin varlığı
olmasına karşın iç hukuk kuralları ile kanunlar ihtilafı kurallarının, farklı iki düzeni
ele alıp, bununla ilgili kendi sistematiklerini kurmuş iki ayrı hukukî kurum olarak
görmek daha doğru olacaktır.
2. İslam Hukukunda Kanunlar İhtilafı Kurallarının İç Hukuka Göre
Konumu
İslam hukuk kurallarının genel özelliği, hukukî ilişki ve ihtilaflara doğrudan
uygulanabilen kaidelerden oluşmasıdır. Söz konusu ilişki ve ihtilafların İslam ülkesi
sınırları içerisinde ve bu ülke vatandaşları arasında gerçekleşmesi halinde İslam
hukuku kuralları devreye girerek soruna doğrudan müdahale edecek ve durumu
hukukî bir sonuca bağlayacaktır.
Evrensellik iddiası taşıyan bir hukuk sistemin iç hukuk kurallarından
müteşekkil olması yadırganacak bir durum olmasa gerek. Zira herkes için geçerli
olan bir hukukun başka bir hukuk sistemini yetkili görmesi gibi bir durum söz
konusu olmayacak; kurallarını her türlü ihtilafa doğrudan uygulayabilecektir. Burada
yabancı hukukun adâleti diye bir şey söz konusu olmayacak; her türlü menfaat bu
kurallar ile sağlanmış olacaktır. Ancak vakıa bunun aksini göstermektedir; İslam
hukukunun karşısında yabancı hukuk sistemleri
ve bunların hâkimiyet alanları
durmaktadır. Farklı toplumların birbirleriyle hukukî ilişki içerisinde olmaları
kaçınılması zor bir durumdur ve bu hal başlangıcından beri yabancı unsurlarla iç içe
olan İslam ülkesi için de geçerlidir. Bunun neticesinde İslam ülkesinde bu ülke
vatandaşları arasındaki ilişki ve ihtilafları düzenleyen İslam hukuku kurallarının,
diğer toplumlarla olan ilişkilerde de çeşitli düzenlemelerde bulunması kaçınılmazdır.
59
Yabancı unsurlu ilişki ihtilafların varlığı halinde kanunlar ihtilafı kuralları
devreye girerek ya yetkili hukuku gösterirler. İslam hukukunda kanunlar ihtilafı
kuralları iç hukuk kurallarından hareketle tespit edilmektedir. Yine aynı şekilde
İslam hukukunun milletlerarası yetkisi, iç hukuk kurallarından hareketle tespit
edilmektedir.209 Böylece İslam kanunlar ihtilafı kurallarının kaynağını bu hukukun iç
hukuk kurallarının oluşturduğu söylenebilir.
İslam kanunlar ihtilafı kuralları aynı zamanda yetki verici kurallardır.210
Yabancı unsurlu ihtilafa uygulanacak olan hukuku göstermekte ve bu hukuku
yetkilendirmektedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi bu kurallar, İslam
mahkemesine getirilen ihtilaflarda, yetkili hukuk olarak İslam hukuku kurallarını
gösterip, yabancı hukukları göstermemeleri nedeni ile tek taraflı (eksik) kanunlar
ihtilafı kurallarıdır. Bu kuralların tek taraflı olmasının nedeni ise İslam hukukundaki
adâlet anlayışıdır.211
İslam kanunlar ihtilafı kuralları uygulanırken, zaman zaman yabancı hukukun
iç hukuk kurallarının dikkate alındığı görülmektedir. Ancak bu, yabancı unsurlu
ilişkinin çözümlenmesi aşamasında uygulanan iç hukuk kuralı değildir. İhtilafa
uygulanacak olan kurallar, yetkili görülen hukukun iç hukuk kurallarıdır. Yabancı
hukukun iç hukuk kurallarının dikkate alınmasının nedeni, ihtilaf çözümlenirken bu
hukuk sistemine uygunluğun geçerlilik şartı olarak aranması nedeni iledir (ön mesele
açısından). Örneğin İslam hukukunda nikah ile ilgili bir meselenin İslam
mahkemesine getirilmesi halinde yabancının iç hukuk sisteminde bu nikahın geçerli
olarak kabul edilip edilmemesini araştırması bu hukukun uygulanacağı anlamına
gelmemektedir. İslam mahkemesi yabancı unsurlu bu ihtilafta İslam hukukuna göre
hüküm verecektir. Ancak hükme etki edeceği için bu nikahın yabancının hukukunda
geçerli olup olmadığını araştırmaktadır.
İslam ülkesinde çeşitli mezheplere ve dinlere mensup gruplar, çeşitli hukukî
ilişki ve ihtilaflarına uygulanmak üzere kendi hukuk kurallarını oluşturmuşlardır. Bu
durumda gerek mezhepler arasında gerek İslam ülkesi vatandaşı olmalarına karşın
farklı inanca sahip kimseler arasında (zımmî) hukukî ihtilafların çıkması
209
210
211
Sevig, I, 341.
Nomer, 10.
Ökçün, 21.
60
muhtemeldir. Ancak bu hukuk sistemleri arasındaki ihtilaflar, milletlerarası nitelikli
kanunlar ihtilafının çıkmasına neden olmamaktadır. Bunlar şahıslararası ihtilaflar
olarak kabul edilmekte ve bu yönüyle iç hukukun bir parçası olarak
değerlendirilmektedir.212
B. İSLAM HUKUKUNDA GÖNDERMENİN İMKANI MESELESİ
İslam mahkemesine getirilen yabancı unsurlu ihtilaflarla ilgili olarak
“muamelata dair hususlarda İslam hukukuna; dinleri ile ilgili hususlarda kendi dinî
hukuklarına tâbi olmaları” ilkesi kabul edilmiş; ancak muamelatın kapsamına
nelerin dahil edildiği ya da dinleri ile ilgili alanının sınırının nereden başladığı
hususu açık olarak belirtilmemiştir. Muamelat geniş kapsamlı olarak ele alındığında,
ibadetleri dışarıda bırakmak suretiyle, hem mâli konuları hem de münakahat ve
ukubatı içerisine alacak şekilde ya da dar kapsamlı olarak ele alındığında yalnızca
malî mevzuları içerisine alacak şekilde kullanmaktadır.213
Hukukî bir fiilin bir ülke hukukuna ya da fiili gerçekleştiren kimselerin dinî
hukuklarına tâbi olması, bu fiilin geçerli olması noktasında önem taşımaktadır.
Çünkü “yabancı olsun ya da olmasın her hukukî işlemin geçerli kabul edilebilmesi
için bir takım şekil ve sıhhat şartlarını taşıması gerekmektedir.”214 Zira bir fiilin
hukukî sonuç doğurabilmesi onun hukuken geçerli olmasına bağlıdır. Hukukî fiilin
geçersiz olması onun yokluğu anlamına gelmektedir ki olmayan bir durum üzerine
hüküm bina edilemez. Örneğin, Türk Medeni Kanununun “Resmi evlendirme
memuru önünde yapılmayan nikahların geçersiz olmasına” ilişkin kuralı gereğince,
belirtilen şekil şarta uygun olmayan evlenmeler geçersiz sayılmaktadır. Böyle bir
evlilik neticesinde kocası aleyhine nafaka davası açacak olan kadının davası,
aralarındaki nikahın geçersiz olması/nikahın yokluğu nedeni ile reddedilecektir.
Kanunlar ihtilafı hukukunda geçerlilik bir ön mesele (ön sorun) olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ön mesele “ ana meselenin dayanağı olan ve çözümü bu
212
213
214
Nomer, 32; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 24.
Aybakan, Bilal, “Muâmelat”, DİA, İstanbul 2005, XXX, 318-319. İbn Abidîn: Din işlerinin
merkezini itikat, âdâb, ibâdât, muamelat ve ukubat oluşturur. İlk ikisi bunun kapsamında değildir.
İbadât beş kısımdır: namaz, zekat, oruç, hac, cihad. Muamelat da beş kısımdır: Malî muavezat,
münâkahât, muhâsemât, emanet, terekât. Ukubat da beş kısımdır: Kısas, Hadd-i sirkat, zina, kazf,
irtidat. Bkz. İbn Abidîn, I, 78.
Çelikel, 167.
61
mesele hakkında verilecek kararı etkileyecek olan sorunlara” denmektedir.215 İslam
hukukunda yabancı unsurlu ihtilaflarda İslam hukukunun ya da bu kimselerin kendi
dinî hukuklarının söz konusu edilmesi, ihtilafa verilecek hükme etki etmesi açısından
(geçerlilik yönünden) önem taşımaktadır. Bu nedenle yabancıların bir kısım hukukî
ihtilaflarında dinî hukuklarına yetki verilmiş olmasının geçerlilikle ilgili bir husus
olarak değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Buradaki yetkinin kanunlar ihtilafı
sistemindeki yetki ile karıştırılmaması gerekir. Çünkü hukukî ihtilafla ilgili hüküm
verilirken ön sorunun giderilmesinde yetkili görülen hukukun, yetkili görülerek
kendisine gönderme yapılan hukuktan farklı olması gerekmektedir. Örneğin
Müslümanlar arasında, konusunu içkinin oluşturduğu bir alım-satımla ilgili bir ihtilaf
İslam mahkemesine getirildiğinde, İslam iç hukuk kurallarına göre içkinin
mütekavvim bir mal olmaması nedeni ile dava hükümsüz kalacaktır. Aynı ihtilaf
İslam ülkesinde bulunan iki yabancı arasında gerçekleşmiş olsa, hâkim, ihtilaf
konusu şeyin bu kimselerin kendi hukuklarında mal olarak kabul edilip edilmediğini
araştıracaktır. Burada ihtilaf konusu şeyin mal olarak kabul edilip edilmeyeceği bir
ön mesele olarak durmaktadır. Bu kimselerin hukukunda ihtilaf konusu şeyin mal
olarak kabul edilmesi halinde hâkim, alış-verişi geçerli kabul edecek ve söz konusu
ihtilafı İslam hukuku hükümlerine uygun olarak çözümleyecektir. Burada yabancı
hukukun bir geçerlilik şartı olarak dikkate alınması, ihtilafa verilen hükmü
etkilemiştir. Aynı şekilde bir yabancının, İslam hukukuna göre mal olarak kabul
edilmeyen içki ve domuzunun telef edilmesi halinde bunun tazmin ettirilmesinde
hâkim, mütekavvim malların telef edilmesi halinde İslam hukukunun hükmü ne ise
onu uygulayacaktır. Telef edilen şeyin yabancı hukukta mal olarak kabul edilmesi
nedeni ile İslam hukukunda da mal olarak kabul edilmesi, bu ihtilafa uygulanacak
olan yetkili hukukun yabancı hukuk olduğu anlamına gelmemektedir. Yabancı
unsurlu bu ihtilafa uygulanacak hukuk, İslam hukukudur.
Gönderme teorisindeki yetki, yabancı unsurlu ihtilaflarda, ihtilafın getirildiği
ülke mahkemesinin kanunlar ihtilafı kurallarına göre, ihtilafın hukukî bir sonuca
bağlanması için, ihtilafa taraf olan ülkelerden birinin hukukuna yetki tanınması
şeklindedir. Öyleyse İslam hukukunda muamelatla ilgili konuları A hukuku; dinle
ilgili meselelerde B hukuku diye ayrı ayrı belirtilmesi durumunun ve bu konuyla
215
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 120.
62
ilgili
olarak
verilen
misallerin
göndermeye
örneklik
teşkil
etmeyeceğini
söyleyebiliriz. Eğer yukarıda zikredilen ayrım gönderme anlamı taşısaydı, bu
durumda davanın getirildiği İslam mahkemesinin ihtilafın halli için, ihtilafla ilgili
olan diğer ülke hukuklarını da göz önünde bulundurması ve buna göre hüküm
vermesi gerekirdi. Ancak yabancı unsurlu ihtilafın getirildiği İslam mahkemesinde,
hem adâletle hükmetmenin gereği olarak İslam hukukunun ihtilafa uygulanacak olan
yegane hukuk olduğunun kabul edilip216; hem de ihtilafa taraf olan ülkelerden birinin
hukuk sisteminin yetkili görülüp, bu ülke hukukuna gönderme yapılması ile adâletin
temin edileceğinin söylenmesi, kabul edilmesi güç bir meseledir.
Yabancı ülke hukukuna göre geçerli olarak kabul edilen bir hususun İslam
mahkemesi tarafından kabul edilmesi, ihtilafa yabancı hukukun tatbik edileceği
anlamına gelmemektedir. Bunu, bir ülkede hukukî fiillerin geçerli kabul edilmesi için
belirlenen esaslardan biri olarak görmek gerekir. Ülkede hangi fiillerin geçerli,
hangilerinin geçersiz olacağı nihâi noktada yetkili görülen ülkenin kendi hukuku
tarafından belirlenir.217
İslam hukukçuları, dinleri ile ilgili hususlarda gayr-i müslimlerin kendi dinî
hukuklarına tâbi olacaklarını belirttikten sonra, yukarıda da değindiğimiz gibi, içki
içme, içki ve domuz satışı, mahremlerle evlenme, şahitsiz ve iddet süresi içerisinde
evlenme gibi gayr-i müslimlerin kendi dinlerinde geçerli olan hususların İslam
hukukuna göre de geçerli olacağını kabul etmişlerdir. İslam hukukunda göndermenin
var olduğunu kabul edenler, bu görüşlerini teyit amacı ile yukarıda zikredilen
örnekleri sunmuşlardır. Halbuki, İslam hukukunun, yabancı hukukta geçerli olan bu
hususları kabul etmesinin nedeni, bu ülke hukukuna gönderme yapmak değildir.
İslam hukuku, yabancı unsurlu ilişkilerde, bu ilişkinin kişilerin dinleri ile ilgili
olması durumunda, hukukî fiil ya da ilişkinin yabancıların kendi dinî hukuk
sistemlerinde geçerli olması şartını getirmiştir. Bu hususlarla ilgili bir ihtilaf İslam
mahkemesine getirildiği takdirde, öncelikle hâkim bu ihtilafın konusunun geçerli
olduğunu (hukukî sonuç doğurabilecek nitelikte olduğunu) kabul edecek, daha sonra
ihtilafın halli için hangi hukuk sisteminin yetkili olduğunu inceleyecektir.
216
217
Eş-Şafiî, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, 73; el-Cassâs, II, 66.
Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 167.
63
Hâkime muhayyerlik tanıyan ayetin, İslam hukukunda göndermeye örnek
teşkil ettiği iddia edilmiştir.218 İslam hukukunda hâkime muhayyerlik tanınırken,
bunun karşı tarafında, gayr-i müslimlerin aralarındaki ihtilafı götürebilecekleri ikinci
bir seçenek sunulmuştur. Şayet bu ayet göndermeye örnek teşkil edecek olsaydı,
hâkimin davaya bakıp bakmama hususunda değil, ihtilafa dilediği hukuku
uygulamada muhayyerlik tanınmış olacaktı. Zira kendisine gönderme yapılan hukuk,
bizzat ihtilafın getirildiği mahkemenin hâkimi tarafından uygulanacaktır.
İslam hukukunda hâkime muhayyerlik hakkı tanınırken bunun karşısında
yabancıların kendi aralarındaki ihtilaflarını götürebilecekleri mahkemelere yetki
tanınmıştır. İslam ülkesinin sınırları içerisinde ve meşruiyetini İslam hukukundan
alan bu mahkemelerden İslam ülkesinin gayr-i müslim vatandaşları yararlanabildiği
gibi, ülkeye gelen yabancılar da yararlanmıştır. Bu mahkemelerin, yabancıların kendi
aralarındaki ihtilafları çözümlemeleri için, kendi dinî hukuk sistemlerine vâkıf
kimselerin kendi ihtiyarları doğrultusunda ya da bizzat İslam devleti tarafından
atanması sureti ile yargı yetkisi tanınması, İslam hukukunda göndermenin varlığına
engel bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü yabancı unsurlu ihtilaflarda
yetkili hukuk aramaya lüzum kalmadan, gayr-i müslimlere kendi hukuklarını
uygulayan bir mahkemenin mevcudiyeti, göndermeye mahal bırakmasa gerek.219
Burada bir gönderme yapıldığı farzedilse dahi, Kanunlar İhtilafı sistemindeki
anlamıyla bir gönderme olmadığını, bir iç hukuk göndermesi olduğunu
söyleyebiliriz.
İslam ülkesinde, gayr-i müslimlerin kendi aralarındaki ihtilafları götürdükleri
bu mahkemelerde, sadece bu kimselerin dinleriyle ilgili değil, her türlü hukukî
ihtilafa bakıldığı söylenebilir. Bununla beraber bu mahkemelerde 16.yy’a gelinceye
kadar ceza davalarının görülmediği de bildirilmiştir.220 Zira İslam ülkesinde, cezaları
tatbik yetkisi devlet başkanına verilmiştir.
İslam hukuk tarihinde göndermenin ilk defa kabulü, 23 Şubat 1330
Muvakkat Kanun ile gerçekleşmiştir. Muavvakkat kanunun 4. maddesi şu şekildedir
218
219
220
Vahapoğlu, Ayten (Erol), “İslam Devletler Özel Hukukunda Atıf Teorisi,” İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi, Sayı:7, Konya 2006, 246-248.
Karaman, III, 367.
Yaman, 261; İnalcık, XXII, 243-245.
64
“ Ecnebi tebaya mütealli ve gayr-i menkul mallara ait bilcümle davalar ile
sair hukuk ve ticaret ve ceza işlerine ait davalar Türk teb’ası alakadar olmasa dahi
Türk mahkemelerinde, Türk Kanun, nizam ve usulüne tevfikan ru’yet olunur. Şu
kadar ki, ecnebi teb’aya müteallik olup da nikah akdi, feshi nikah ve ayrılık ve
babalık ve nesep ve evlat edinme gibi aile hukukuna ve rüşt ve mezuniyet ve hacir ve
vesayet gibi ehliyete ve menkul mallara ait vasiyet ve terekelere müteallik bulunan
davaların Türk mahkemelerinde ru’yet edilebilmesi tarafların bizzat müracaatına
veya Türk Teb’asının alakadar bulunmasına veyahut Türk mahkemelerinin derdesti
ruyet davalara müteferri olmasına mütevakkıftır. Ve bu suretle Devletin amme
intizamına mugayir olmamak suretiyle alakadarın tâbi oldukları hükümetin
kanunlarına ve Kanunlar İhtilafı halinde Devletler Hususi Hukuku kurallarına
tevfikan ru’yet olunur.”
Burada yabancıların Aile hukuku (Nikah akdi, nikakın feshi, talak, babalık,
nesep, evlat edinme) ve ehliyete ilişkin(Rüşt, mezuniyet, hacir, vesayet) ve vasiyet
ile tereke ile ilgili hususlarda yetkili hukukun bu kişilerin milli hukukları olduğu
kabul edilmek suretiyle, İslam hukukunun uygulandığı bir yerde göndermeye imkan
sağlanmış oldu. Burada göndermenin hangi durumlarda yapılacağı açıklanırken,
hangi durumlarda Türk Hukukunun uygulanacağı üzerinde de durulmuştur. Buna
göre yabancılardan her iki tarafın da kendi rızaları ile ihtilafı Türk mahkemelerine
getirmiş olmaları, taraflardan birinin Türk olması ve Türk mahkemelerinde
görülmekte olan bir davaya bitişik olmasına bağlıdır. Belirlenen bu ilkeler ile atfın
sınırları çizilmiştir.
Bu maddede göndermeyi sınırlayan haller sıralanırken, uygulanacak olan
hukukun kamu düzenine aykırı olmaması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Kamu
düzeni ile kastedilen “Bir memlekette kamu hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin
emniyet ve asayişini ve fertler arasındaki münasebetlerde huzur ve ahlak kurallarına
uygunluğu temine yarayan müessese ve kuralların tümü”dür. İç hukuk kuralları
belirlenirken dikkate alınan kamu düzeni, söz konusu milletlerarası nitelik
kazandığında da etkinliğini korumuştur. Böylece kamu menfaatinin üstün görüldüğü
65
durumlarda
yetkili
görülmesine
karşın
yabancı hukukun
uygulanmasından
vazgeçilmektedir.221
Bunun bir devamı niteliğinde kabul edebileceğimiz 1917 Tarihli Hukuku
Aile Kararnamesi ile de aile hukukuna ilişkin davalarda, Musevîlere ve
Hıristiyanlara, bu kimselerin kendi hukuklarının, bizzat İslam mahkemesi tarafından
uygulanacağı ilkesi kabul edilmiştir. Bu kararnamede aile hukukuna ilişkin başlıklar
ele alınırken sırasıyla Müslümanlar, Musevîler ve Hıristiyanlarla ilgili hususlar ayrı
ayrı zikredilmiştir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki burada göndermenin
gerçekleştiğini
söyleyebilmemiz
için,
davanın
getirildiği
İslam-Osmanlı
mahkemesinin, öncelikle söz konusu yabancıların hukuklarının kanunlar ihtilafı
kurallarına gönderme yapması ve bunun sonucunda yabancı iç hukuk kurallarını
(Musevîlerin, Hıristiyanların hukuk kurallarını) uygulaması gerekir. Osmanlı
Devletinin daha öncesinde ayrı ayrı mahkemeler tarafından bakılan222 bu tür davaları
tek bir elde toplamasının arka planı, gözden uzak tutulmamalıdır. 1914 yılında tek
taraflı olarak Kapitülasyonları ilga eden Osmanlı devleti223, özellikle tanzimattan
sonra, batılı ülkelerin baskısı ile kazaî alanda etkinlikleri artan gayr-i müslim
mahkemelerinin224 bu etkinliğini azaltmak ve yargıyı tek elde toplamak zarureti
duymuştur. Böylece yetkili mahkeme olarak İslam mahkemesi kabul edilmiştir.225
Yabancı unsurlu ihtilaflarda göndermenin özel hukukun alanına dahil olan
konularda mümkün olduğunu daha önce belirtmiştik. Burada özel hukuk alanına
giren konulara tek tek temas edilmeyecektir. Muvakkat kanunda yabancı unsurlu
ihtilaflarda diğer ülke hukuklarının yetkili görüldüğü alan olan ahkam-ı şahsiye ile
ilgili konulardan bazıları ele alınarak İslam hukukunda, yabancıların bu konularla
ilgili ihtilaflarına nasıl yaklaşıldığı gösterilmeye çalışılacaktır.
1. Nikah
221
222
223
224
225
Çelikel, 129-130.
Aydın, Mehmet Akif, İslam Osmanlı Aile Hukuku, MÜİFV Yayınları, İstanbul 1985, 210.
Aydın, İslam Osmanlı Aile Hukuku, 211.
Ekinci, Ekrem Buğra, Osmanlı Mahkemeleri Tanzimat ve Sonrası, Arı Sanat Yayınları, İstanbul
2004, 94-95.
Cin, II, 362.
66
Ortak bir yaşam kurmak maksadıyla gerçekleştirilen nikahın hukukî sonuç
doğurması, bunun sıhhat şartlarını taşımasına bağlıdır. Sıhhat şartları “evlenme
engelinin bulunmaması, veli (Cumhura göre), şahit veya ilan” olarak kabul
edilmiştir.226 Nikahın sıhhat şartlarının eksik olması halinde nikah fasid olur. Ancak
fasid nikah hukukî sonuç doğurur. Nikahın kurucu unsurlarında meydana gelen
eksiklikten dolayı ise nikah batıl olur ve herhangi bir hukukî sonuç doğurmaz.227
İslam hukukuna göre gayr-i müslimlerin sıhhat şartını taşıyan nikahları,
Müslüman olmaları ya da ihtilaflarını İslam mahkemesine getirdiklerinde geçerli
kabul edilmektedir.228 Ancak sıhhat şartlarından birinin eksik olduğu nikahların
bunlar hakkında geçerli kabul edilip edilmeyeceği hususunda farklı görüşler
zikredilmiştir.
Ebû Hanife (ö. 150), gayr-i müslimlerin mahremle evlilik gibi İslam
hukukuna göre batıl kabul edilen evliliklerin, bunların dinlerinde geçerli kabul
edilmesi halinde kendilerine müdahale edilmeyeceğini söylemiştir. Ancak bu
kimselerin Müslüman olmaları ya da her iki tarafın karşılıklı rıza ile ihtilaflarını
İslam mahkemesine getirdiklerinde bunların tefrik edileceğini söylemiştir. Ebû Yusuf
(ö. 182) ve İmam Muhammed (ö. 189) ise bunların tefrik edilmeleri için bunlardan
birinin mahkemeye başvurmasının yeterli olduğunu kabul etmişlerdir. Mehirsiz ve
iddet içerisinde evlilik gibi Müslümanlar için fasid olan olan evlilikler, bunlar için de
fasidddir. Ancak şahitsiz evlenme bu kapsamın dışında bırakılmıştır. Ebû Hanife’ye
göre iddet içerisinde ve şahitsiz yapılan nikahların gayr-i Müslimler hakkında
geçerlidir.229
Gayr-i müslimlerin anne, kız, kızkardeş gibi mahremlerle yaptıkları
evlilikleri, aralarında süt engeli olan birisiyle evlenme, tahlilden yapmadan üç kez
boşandığı eşleri ile yaptıkları evlilikleri gibi İslam hukukuna göre geçersiz olan
evlilikler Şafiî mezhebine göre bu kimseler hakkında da geçersizdir. Ancak velisiz ve
şahitsiz nikah, babası ya da dedesi dışında bir kimsenin bekarı ya da dulu zorlaması
neticesinde gerçekleşen evlilikler ifsad edici bir durumun olmamasından dolayı
226
227
228
229
el-Huraşî,III, 167-170; el-Mâverdî, el-Hâvî’l- Kebir, IX, 225; Görgülü, Hasan Ali, İslam
Hukukunda Eşler Arası Sorunlar ve Çözüm Yolları, Fakülte Kitabevi, Isparta 2005, 70.
Görgülü, 70, 82- 83.
en-Nevevî, IV, 139; İbn Hazm, V, 372.
ed-Debûsî, 272, 273;,Zeydan, Ahkamu’z-Zımmiyyin ve’l-Müste’minin, 359-360.
67
geçerlidir. Erkeğin dörtten fazla eşinin olması halinde ise bunlardan dördünü seçmesi
istenir.230
Hanbelî mezhebine göre ise gayr-i müslimlerin nikahları, Müslümanların
nikahları gibidir. Üç boşamadan sonra tekrar evlenme, mahremle evlilik gibi nikah
engelleri bunlar için de engeldir.231 Malikîlere göre ise gayr-i müslimlerin nikahları
İslamî şartları taşımadıkları için fasid hükmündedir.232 Zeydiye mezhebine göre ise,
nikahın sahih olmadığını dair bir karine olmadıkça, bunun geçerli bir nikah olduğu
kabul edilir.233
İslam hukukuna göre Müslümanların ehl-i kitap kadınlarla yaptıkları nikahları
geçerlidir. Ancak Müslüman kadının Müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi
yasaktır.
Yahudilerde nikahın geçerliliği için din ve mezhep ayniliği kabul edilmiştir.
Farklı dinden ya da Yahudî olmalarına karşın farklı mezhepten olan kimselerin
nikahı
geçersizdir.
hükmündedir.
Mahremlerle
yapılan
evlilik
Yahudîlerde
batıl
nikah
234
Hıristiyanlıkta da din farklılığı evlenme engeli olarak kabul edilmiştir.
Hıristiyan bir erkek, mü’min olmayan bir kadınla, onu Hıristiyan yapma şartı ile
evlenebilir. Kadın için bu durum söz konusu değildir. Kadının mü’min olmayan bir
erkekle evlenmesi, onun cemaatten atılması için bir sebeptir. Din farklılığı
başlangıcında nikaha manidir.235
Gayr-i müslimlerin nikahlarıyla ilgili İslam mahkemesine getirdikleri
ihtilaflarında yetkili hukuk olarak İslam hukuku olarak görülmüştür. Yukarıdaki
izahlardan da anlaşılacağı üzere, bazı durumlarda gayr-i müslimlerin nikahları ile
ilgili ihtilaflarına bakılabilmesi için, ön şart olarak bu nikahların kendi dinlerinde
muteber olması hususu dikkate alınmıştır. Zira hukuken geçerliliği olmayan bir
230
231
232
233
234
235
eş-Şafiî, el-Umm, V, 176; el-Mâverdî, el-Hâvî’l-Kebir, IX, 256; en-Nevevî, IV, 139-140; Zeydan,
Ahkâmu’z-Zımmiyyin ve’l-Müste’minin, 356.
Buhûtî, Mansûr b. Yunus b. İdris, Şerhu Müntehi’l-İrâdât, Suûdi Arabistan Ty. III, 54.
Fidan, 112.
İbn Hazm, V, 372.
Bedran,Ebû’l- Ayneyn Bedran, el-Alakâtu’l-İctimâiyye beyne’l-Muslimîn ve Gayri’l-Muslimîn fî’şŞerîati’l-İslamiyye ve’l-Yahudiyye ve’l-Mesihiyye ve’l-Kânûn, Dâru’l-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut
1984, 89.
Bedran, 90.
68
durumun hukukî bir sonuç doğurması beklenemez. Örneğin gayr-i müslim kadının
mehrine hükmedilebilmesi geçerli kabul edilen bir nikahın varlığına bağlıdır. Burada
ihtilafın konusunu mehir, bunun geçerliliği için ön şartı nikah oluşturmaktadır.
2. Mehir
Mehir, evlenme akdi neticesinde erkeğin kadından faydalanmasına karşılık
olarak verdiği şeylere denilmektedir. Evlenme akdi sırasında, eşler arasında miktarı
belirlenen mehre mehr-i müsemma adı verilir. Bunun belirlenmemiş olması halinde
ise kadının kendi seviyesinde olan diğer kadınların aldığı miktar kadar
alması
kararlaştırılan mehre, mehr-i misil denilmektedir. 236
İmam eş-Şafiî (ö. 204), domuz ve içkinin mehir olarak verilmesi halinde
nikah akdinin geçerli olacağını; ancak mehrin batıl olduğunu ve mehr-i misil
gerektiğini söyler. Bu ister erkeğin hukukuna ister kadının hukukuna göre yapılmış
olsun, durum değişmez.237 Hanbelî mezhebine göre ise mehir belirlenmeden yapılan
nikah fasiddir. 238
Gayr-i
müslimlerin
nikah
akdi
sırasında
belirledikleri
mehirlerinin
mütekavvim kabul edilen bir mal karşılığında yapılması halinde mehr-i müsemmaya
hükmedilir. Ancak bunların mehirsiz olarak ya da İslam hukuku açısından
mütekavvim kabul edilmeyen bir mal karşılığında evlenmeleri halinde mehr-i misile
hükmedileceği hususunda Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhepleri arasında
ittifak vardır. Buna göre mehir hususunda Müslümanlar için geçerli olan hususlar
gayr-i müslimler hakkında da geçerlidir.239 Ancak Ebû Hanife (ö. 150), mehir olarak
verilen malın bu kimselerin dinlerinde mütekavvim kabul edilmesi halinde ayrıca bir
mehire gerek olmadığını, bunun geçerli olduğunu kabul etmiştir.
Gayr-i
müslimlerin
mehirleriyle
ilgili
ihtilaflarında,
Müslümanların
mehirleriyle ilgili hükümleri bunlar hakkında da geçerli kabul edilmiştir. İslam
236
237
238
239
İbn Abidîn, II, 452; Fidan, 118-119.
eş-Şafiî, el-Umm, X, 239.
el- Hallâl, 158; el-Buhûtî, Şerhu Muntehi’l-İrâdât, III, 55-56; el-Merdâvî, VIII, 209.
el-Hallâl, 158; İbn Abidîn, II, 530; Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyin ve’l-Müste’minin, 372.
69
hukukuna göre mütekavvim olmayan mallar, içki ve domuz satışında olduğu gibi,
gayr-i Müslimler için mütekavvim olarak kabul edilmiştir. Ancak bununla ilgili
olarak İslam mahkemesine ihtilaf gelmesi halinde İslam hukukuna göre muteber olan
bir mal üzerinden mehr-i misile hükmedilir. Uygulamalarda da görüldüğü üzere
gayr-i müslimlerin mehirle ilgili ihtilaflarında yetkili hukuk İslam hukukudur.
3. Nesep
“Çocuğu anne babasına bağlayan kan bağını”240 ifade eden nesebin sabit
olması için İslam hukukunda nikah, ikrar ve delil şartları aranmıştır.
İslam hukukunda babaya nispet edilmektedir. Ancak çocuğun nesep yönüyle
babaya nispet edilebilmesi için çocuğun, nikah akdinden en az altı ay sonra doğmuş
olması gerekir. Hamileliğin üst sınırını Hanefîler iki yıl, İmam Malik (ö.179), İmam
Şafiî (ö.204) ve Ahmed b. Hanbel (ö.241) dört yıl, İbn Hazm dokuz ay olarak kabul
etmiştir.241
Gayr-i müslim çocuğun nesep yönünden anne-babasından hangisine tâbi
olacağı ile ilgili iki görüş mevcuttur. Bunlardan ilkine göre dinlerinin aynı olması
halinde çocuk babasına tâbi kabul edilir. Aralarında din farkının bulunması halinde
ise çocuğun din yönünden hayırlı olana tâbi olacağı kabul edilmiştir. Örneğin Mecusi
bir baba ile Hıristiyan annenin çocuğu nesep yönünden anneye bağlı olacaktır.242
İslam hukukunda nesep ile ilgili ikinci görüş, Malikîlere aittir. Mâlikîler, dini
ne olursa olsun çocuğun nesep yönünden babaya tâbi olacağını kabul etmişlerdir.243
Sahih nesep, nikahın sahih olması şartına bağlanmıştır. Batıl olan evlilik
neticesinde doğan çocuğun nesebi sahih kabul edilmemiştir. Fasid evliliklerde ise,
nesebin sahih olup olmadığı hususunda iki görüş ortaya çıkmıştır. İbn Âbidîn, gayr-i
240
241
242
243
Yılmaz, 616; ez-Zerka, II, 248.
Abdulhamid, Muhammed Muhyiddin, el-Ahvalu’ş-Şahsiyye fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Mısır 1957,
369-370.
İbnu’l -Humam, Şerhu Fethu’l-Kâdir, Dâru’l-Fikr, Ty, Yy., III, 414; el-Cevziyye, II, 490-491;İbn
Abidîn, II, 530.
Bedran, 166.
70
müslim çocukların neseplerinin, ebeveynlerin şer’i delil ya da ikrarları ile de sabit
olacağını belirtmiştir.244
Yahudiler, nesebin sahih olabilmesi için çocuğun evlilikten en az altı ay sonra
olacağını kabul etmiştir. Bunun üst sınırı ise bir yıldır. Böylece karı koca arasında
fiilî ayrılık olması halinde, çocuğun nesebinin sahih olması için en fazla bir yıl içinde
doğması gerekir. Katoliklerde hamileliğin, evlenme tarihinden en az 180 gün
(yaklaşık altı ay) sonra sona ermesi gerektiğini kabul ederler. Ortodokslarda ise, otuz
günlük ay hesabına göre alt sınır altı ay, üst sınır on aydır. Nikahın yanı sıra ikrar ve
delil de nesebin sabit olması aşamasında kabul edilmiştir.245
İslam hukukuna göre, nikah ile ortaya çıkan hallerde, Müslümanlar için
geçerli olan durumlar gayr-i Müslimler için de geçerlidir. Gayr-i müslimlerin nesep
ile ilgili ihtilaflarında kendilerine uygulanacak olan hukuk İslam hukukudur.246
Gayr-i müslim çocukların nesepleri ile ilgili davalarda, nesebi sabit kılan
durumlar, bunlar için de geçerli kabul edilmesi ve nesebin anne babadan hangisine
verileceğine dair değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, gayr-i müslimlerin
nesep davalarında yetkili hukuk, İslam hukuku kabul edilmiştir.
4. Nafaka
Nafaka, bir bireyin yükümlülüğü altında bulunan kimselere, özellikle bunların
ihtiyaç içerisinde olması halinde verilmesi gereken yardıma denilmektedir.247
Kendisine nafaka verilecek kimseler üç başlık altında toplanmıştır; eş, ebeveyn ve
çocuklar, akrabalar.
Hanefîler, eş nafakasında zimmîlerin Müslümanlar gibi olduğunu kabul
etmişlerdir. Kadın nafaka davası açtığında buna nafaka verilmesine hükmedilecektir.
Söz konusu yabancı kadının nafakası olduğunda da durum bu şekilde olacaktır.248
Şafiîlere göre nikahları geçerli olduğu sürece gayr-i müslim kadınların nafaka
almalarına hükmedilir; buna herhangi bir mani yoktur. Ancak İslam hukukuna göre,
244
İbn Abidîn, II, 506; Zeydan, Ahkamu’z-Zımmiyyin ve’l-Muste’minin, 443.
Zeydan, Ahkâmu’z-Zımmiyyin ve’l-Muste’minin, 444-445.
246
İbn Âbidîn, II, 506, 530; İbn Humam, III, 414; Zeydan, Ahkâmu’z-Zımmiyyin ve’l-Muste’minin,
444.
247
Yılmaz, 605; Görgülü, 102.
248
İbnu’l-Humâm, IV, 378; ed-Debusî, 272; el-Kâsânî, IV, 22.
245
71
mahremlerle evlenme gibi, geçersiz kabul edilen bir nikahtan dolayı nafakaya
hükmedilmez. Hanbelîler de durumu bu şekilde açıklamışlardır. Ebû Hanife (ö. 150)
ise daha önce zikrettiğimiz nedenlerden dolayı mahremiyle evli kadına da nafaka
verileceğini söylemiştir.249
Malikîlere göre çocuğun anne-babasına ve babanın çocuğuna vereceği
nafakadan başka akrabalık nedeni ile nafakaya hükmedilmez. Cumhura göre ise
mirastan pay alanlar, nafakadan da pay alabilmektedirler.250
Din farklılığı halinde nafaka sahiplerinin bu haklarının devam edeceği
Hanefî, Malikî ve Şafiî mezhepleri tarafından kabul edilmiştir. Ancak Hanbelîler din
farkını miras meselesinde olduğu gibi nafaka için de bir engel olarak görmüşlerdir.251
Hanefilerde ise ülke farklılığı nafakaya engel olarak görülmüştür.252
Yahudilerde giyim, kuşam vb. şeylerde nafaka hakkı olduğu kabul edilmiştir.
Ancak dinin farklı olması/ dinini değiştirmesi halinde kadın bu hakkını
kaybedecektir. Aynı şekilde dinlerinin farklı olması halinde akrabalar arasında
nafakaya hükmedilmeyecektir.253
Hıristiyanlarda din farklılığının etkisi daha ağırdır. Burada kadın kocasından
nafaka alamadığı gibi, kocası kadının çeyizini, mehrinden kalan bir şeyler varsa
onları da alır. Ancak din değiştiren koca olursa bu durumda kadın çeyizini ve
mehrini ve erkeğin şahsi malından bir miktar alır.254
Uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, yabancıların nafaka ile ilgili
ihtilaflarında İslam hukuku hükümlerinin uygulanacağı kabul edilmiştir.
5. Miras
Mülk edinme yollarından biri olan miras, akrabalık, nikah ve velâ gibi
sebeplere bağlanmıştır. Müslümanların mirasçılığı ile ilgili olarak belirlenen bu
esaslar, gayr-i Müslimler arasında da mirasçılık sebebi olarak kabul edilmiştir.255
249
ed-Debûsî, 271.
İbnu’l-Humâm, IV, 378.
251
El-Cevziyye, II, 419;Zeydan, Ahkâmu’z-Zımmiyyin ve’l-Muste’minin, 472, 473.
252
el-Kâsânî, IV, 37.
253
Bedran, 153.
254
Bedran, 153.
255
ez-Zeylaî, VI, 490.
250
72
Hanbeliler, İslam hukukuna göre sahih ve batıl olarak kabul edilen nikahların,
gayr-i Müslimler için de geçerli olduğunu kabul etmişlerdir. Buna göre gayr-i
Müslimlerin Müslüman oldukları takdirde geçersiz olan nikahları bu kimseler
Müslüman olmadan önce de mirasa engeldir. Çünkü batıl olan bu nikah yok
hükmündedir. İmam Şafiî de Hanbeliler gibi, Müslüman olduktan sonra kabul
edilebilir nitelikte olmayan nikahın, gayr-i Mü slim eşler arasında miras engeli
olduğunu kabul etmiştir. Bunun aksi de geçerlidir: kabul edilebilir nitelikteki nikah,
gayr-i müslim eşler arasında miras sebebidir.256 Şahitsiz nikah mirasa engel
değildir.257
Hanefîler de yukarıda zikredilen durumu mirasa engel kabul etmişlerdir. Zira
nikahın, sahih olmamasından dolayı eşler birbirine yabancıdır. Bununla beraber iddet
süresi içerisinde ve şahitsiz nikah ile ilgili olarak mezhep içerisinde farklı görüşler
benimsenmiştir. Ebu Hanife, her iki durumun da mirasa engel olmadığını kabul
ederken İmam Züfer (ö.158) bu görüşün aksini savunmaktadır. Ebu Yusuf ve
Muhammed ise Şahitsiz evlenmede gayr-i Müslim eşlerin birbirlerine mirasçı
olacaklarını; ancak iddet içerisinde evlenmenin bu mirasçılığa engel olduğunu kabul
etmişlerdir.258
Din ve ülke farklılığı, gayr-i müslimlerin mirasçılığına etki eden iki unsurdur.
Hanefî ve Şafiî mezheplerinde ise gayr-i müslimler tek bir millet olarak kabul
edildiği için259 din farkı mirasa engel bir durum olarak görülmemiştir.
Hanbeliler, her inancı farklı birer din olarak kabul etmişlerdir: Yahudiler,
Hıristiyanlar, Mecusiler, putperestler vd.260.Bunlardan her biri farklı hükümlere
sahiptirler. Ehl-i kitap olmaları ya da olmamaları fark etmez.261 Her bir inanç sahibi
ancak kendisiyle aynı inancı taşıyan akrabasına mirasçı olabilecektir. Çünkü
nassların umumu bunu gösterirken kıyas yapmak doğru değildir.
Ülke farklılığının mirasçılığa etkisi Hanefî ve Şafiî mezheplerinde kabul
edilmiştir. Hanefîler, kişilerin ülkedeki konumlarını dikkate alarak hakikî ve hükmî
256
257
258
259
260
261
eş-Şafiî, el-Umm, IV, 226.
İbn Kudâme, VI, 303.
es-Serahsi, el-Mebsut, XXX, 30.
eş-Şafiî, el-Umm, 193; es-Serahsi, Mebsut, XXX,30; İbn Nuceym, 130; eş-Şirbinî, IV, 43-44; elMaverdî, el-Hâvi’l-Kebir, VIII, 79.
el-Maverdî, VII, 350; el-Buhutî, , IV, 477.
el-Hallâl, 329.
73
ülke farklılığından söz etmişlerdir. Bu ayrım tabiiyet ve ikamet esaslarına
dayanmaktadır. Hakikî ülke farklılığı birbirine mirasçı olacak kişilerin farklı yerlerde
ikamet etmeleri durumunu ifade etmektedir. Müste’men ile harbînin durumu buna
benzemektedir. Hükmî ülke farklılığı ise farklı tâbiiyetteki kişiler için söz konusudur
ki Hanefîlere göre mirasa engel olan ülke ayrılığı budur.
262
Şafiîler, mirasa engel
olarak hakiki ülke farklılığını görürler. Çünkü farklı ülkelerde yaşayan kimseler
arasında velayet ilişkisi kesilmiştir. Velayetin kesilmesi ise mirasçılığın ortadan
kalkmasına neden olur. Buna göre biri İtalya’da biri Fransa’da bulunan baba ve oğul,
İkâmetgahlarının farklı olması nedeniyle birbirlerine mirasçı olamayacaklardır. 263
İmam Şafiî, zimminin, vârisi olmadan ölmesi halinde mirasının fey olarak
Beytü’l-Mâla kalacağını söylemiştir. Zimmi ölür ve muâhhid olmayan asabesi
dâru’l-harpte bulunursa, bunlar zimminin mirasından bir şey alamazlar. Ancak
muâhid olurlarsa, alırlar.264
Hanbelî
mezhebinde,
ölen
gayr-i
müslimin mirasının
dârulharpteki
yakınlarına gönderilmesi ilkesi benimsenmiştir.265 Zira eman alarak dârulislama
giren bir kimseyi Hz.Ömer harbî zannederek öldürdüğünde, Hz. Peygamber (SAV)
bu kimsenin diyetinin malına eklenerek ailesine gönderilmesini emretmiştir.
İmam Muhammed, dârulislamda ölen müste’menin malının –mal için emanın
devam ediyor olmasından dolayı- mevkuf olarak bekletileceğini, vârisi olmadığı
biliniyorsa Beytü’l-Mâla aktarılacağını ve dârulharbten akrabalarının gelmesi
durumunda paylarına düşenin kendilerine verileceğini söylemiştir.266
İslam ülkesine gelen yabancıların mirasları ile ilgili ihtilaflarda, kendilerine
İslam hukuku hükümleri uygulanacaktır. Yukarıdaki izahlardan anlaşıldığı üzere
İslam hukukunda yabancılara uygulanmak üzere mirasla ilgili farklı görüşler
benimsenmiştir. Ancak netice itibari belirlenen bu kurallar, İslam hukuku
kurallarıdır.
262
263
264
265
266
es-Serahsi, el-Mebsut, XXX, 33.
eş-Şirbinî, IV, 45.
el-Maverdî, el-Hâvil’l-Kebir, VIII, 81-82.
el-Hallâl, 335.
es-Serahsi, Şerhu Siyeri’l-Kebir, V, 2052-2053.
74
C. GÖNDERMENİN SINIRI
Göndermenin sınırı, göndermenin gerçekleşmesine engel olarak kabul edilen
durumlar ile çizilmiştir. Gönderme, Kanunlar İhtilafı sistemi içerisinde, yabancı
unsurların varlığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Yabancılık unsuru taşımayan
ihtilaflara, iç hukuk kuralları uygulanacaktır ki bu durumda kendisine gönderme
yapılacak
yabancı
bir hukuk
sistemi
bulunmayacağı
için,
gönderme
de
gerçekleşemeyecektir. Milletlerarası niteliğe sahip olmakla beraber göndermenin
uygulanmadığı alanlar da mevcuttur.
Kanunlar İhtilafı sisteminde gönderme, yabancı unsurlu ihtilaflarla ilgili
olarak
belirlenen
“Gönderme,
bağlama
bağlama
kuralı
kuralları
doğrultusunda
sisteminin
bir
gerçekleştirilmektedir.
gereğidir.”267
Göndermenin
gerçekleşebilmesi için bağlama kurallarının mevcudiyeti şart olmakla beraber, her
bağlama kuralının buna imkan verdiği kabul edilemez. Örneğin şeyin bulunduğu yer
hukuku bağlama kuralının daha çok taşınmazlarla ilgili durumlarda söz konusu
olduğu ve bunun göndermeye yol açmayacağı kabul edilmiştir. Bağlama kaideleri
tespit edilirken bir kısım menfaatler göz önünde bulundurulmaktadır. Taşınmazlarla
ilgili meselelerde işlem menfaati, ülke menfaati gibi durumlar söz konusu olacak ve
bu hususlar göndermenin önüne geçecektir. Zira taşınmazın bulunduğu ülkenin
Kanunlar İhtilafı kurallarının bir tarafa bırakılarak, iç hukuk kurallarının
uygulanmasının, zikeredilen menfaatlere daha uygun olacağı kabul edilmiştir.268
Milletlerarası antlaşmalar da göndermeyi sınırlayan unsurlar arasında yer
almaktadır. Milletlerarası antlaşmalarda, antlaşmaya taraf olan ülkeler, kendi
aralarında meydana gelen ihtilaflara uygulanmak üzere belirli bir ülke hukukunun
uygulanacağını kabul edebilecekleri gibi, kendileri de meydana gelebilecek
ihtilaflara uygulanmak üzere bir takım esaslar belirleyebilirler. Böylece antlaşmanın
tarafı olan ülkelerden her biri diğerine nispetle yabancı olmakla birlikte, tarafları
bağlayıcı ortak bir hukuk tespit ederek aralarında meydana gelecek ihtilafların bu
hukuk sistemine göre çözümlenmesi esasını kabul edebilir. Böylece ihtilafın söz
konusu olduğu hallerde, yabancı hukuk sistemleri arasında yetki problemi ortaya
çıkmayacak ve buna bağlı olarak gönderme gerçekleşemeyecektir.
267
268
Göğer, 68.
Göğer, 68.
75
Yargılama yetkisi ihtilaflarıyla ilgili tartışmalardan birini, bu ihtilafların
göndermeye yol açıp açmayacağı meselesi oluşturmaktadır. Genel kanaat bu
ihtilaflarda
göndermenin
söz
konusu
olmadığı
yönündedir.
Göndermenin
gerçekleştiği kabul edilse dahi bunun Kanunlar İhtilafı sistemindeki anlamıyla bir
gönderme olmayacağı belirtilmiştir.269 İslam Hukukunda, gayr-i Müslimlerle ilgili
durumlarda yargılama yetkisi ihtilafı meydana gelmektedir. Herhangi bir ihtilafla
ilgili olarak İslam Mahkemesinin gayr-i müslimlerin mahkemelerini yetki görmesi,
bu mahkemeye (hukuk sistemine) gönderme yapıldığı anlamına gelmemektedir.
Göndermeyi kesin olarak engelleyen hususlardan biri, iradenin muhtariyeti
olarak isimlendirilen durumdur. İradenin muhtariyetinde kişiler, aralarındaki hukukî
muamele neticesinde ihtilaf meydana geldiğinde, belirli bir ülke hukukunun
uygulanması üzerinde anlaşırlar. Böylece herhangi bir hukukî ihtilaf söz konusu
olduğunda ihtilafa, bu kimselerin daha önceden belirlemiş oldukları hukuk sisteminin
iç hukuk kuralları uygulanacaktır. Burada ihtilafın getirildiği ülke hukukunun
Kanunlar İhtilafı kuraları göz ardı edilecektir.
Ebu Hanife(ö.150)’nin yabancıların nikahlarıyla ilgili ihtilafta, İslam
Hukukunun uygulanması için ihtilafın her iki tarafının da rızasını şart koşması270 bu
hususa örnek teşkil etmektedir. Yabancı unsurlu bu ihtilafta, tarafların rızası, iç
maddi hukuk kurallarının uygulanmasını kabul ettikleri anlamına gelmektedir.
Böylece Müslüman hâkim bu kimselerle ilgili ihtifa, doğrudan İslam iç hukuk
kurallarını uygulayacaktır.
1330 Tarihli Muvakkat Kanunda , yabancılarla ilgili ihtilaflara hangi
durumlarda Türk (Osmanlı) mahkemesinin bakacağı açıklanırken, bunlar arasında
ihtilafın taraflarının rızası zikredilmektedir.
Kanunlar İhtilafı hukukunda, özel hukuk ilişki ve ihtilafları söz konusu
edilmekte olup, Kamu Hukukuna ilişkin ihtilaflar burada ele alınmaz. Bu sebeple
Kamu Hukukuna ilişkin mevzularda gönderme gerçekleştirilmez. Öte yandan
yabancı unsurlu bir ihtilaf neticesinde gönderme yapılabilecekken, kamu düzenine
269
270
Göğer, 70.
el-Cassâs, II, 611.
76
aykırı olduğu gerekçesi ile göndermenin gerçekleşmesi engellenerek hâkimin
hukukunun iç hukuk kuralları uygulanmaktadır.271
Sonuç olarak, göndermenin sınırları yalnızca iç hukuk kurallarının
uygulanması ile çizilmemiştir. Bizzat göndermeyle birlikte buna mani olan unsurlar,
aynı sistem içerisinde vücut bulmuşlardır. İhtilafla en sıkı ilişki içerisinde bulunduğu
ve böylece adâletin sağlandığı gerekçesi ile yabancı hukuka yapılan gönderme, daha
üst bir menfaat gerekçesiyle terkedilmiştir.
271
Ökçün,11; Çelikel, Milletlerarası Özel Hukuk, 129.
77
SONUÇ
Çalışmamızda gönderme teorisinin ne olduğunu, bunun unsurlarını nelerin
oluşturduğunu, göndermenin varlık alanını oluşturan kanunlar ihtilafı sistemiyle,
göndermenin gerçekleştirilme sebebi olarak zikredilen adâletle neyin kastedildiğini,
kanunlar arasında ihtilafa neden olan yasama ve yargı ihtilaflarının, göndermeyi
sınırlayan durumların neler olduğunu ve en önemlisi, göndermenin İslam devletler
özel hukukunda imkanını araştırmaya çalıştık.
Gönderme, kanunlar ihtilafı sistemi içerisinde yer alıp yabancı unsurlu
ihtilafların söz konusu olduğu hallerde uygulanmaktadır. Bununla beraber, her
yabancı unsurlu ihtilafta gönderme yapılması söz konusu değildir. Gönderme,
ihtilafın getirildiği ülkenin kanunlar ihtilafı kurallarına göre yetkili kabul edilen
kanunun kanunlar ihtilafı kaidelerinin bu konuda başka bir hukuku yetkili görmesi
halinde gerçekleşir. Yetkili görülen hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının kendi
hukukunu yetkili görmesi halinde iç hukuka gönderme, hâkimin hukukuna geri
göndermesi halinde geriye gönderme ve üçüncü bir ülke hukukuna göndermesi
halinde devam eden gönderme adını verdiğimiz gönderme çeşitleri meydana
gelmektedir.
Yabancı unsur, kişi ve yerden hareketle tespit edilir. İslam hukukunda kişi
olarak yabancı unsuru esasen müste’menler, harbîler ve muâhidler; yer olarak
yabancı unsuru ise dârulharb ve dârulahd oluşturmaktadır.
Gönderme, bağlama kurallarının ihtilafı yabancı ülke hukukuna bağlaması
sonucunda gerçekleşmektedir. Böylece yetkili yabancı hukuk tespit edilmiş olur.
Bağlama kuralları, ihtilafı çeşitli yönlerden yabancı hukuka bağlamaktadır ki bunlara
bağlama noktaları denir. Tâbiiyet, ikametgah, şeyin bulunduğu yer, fiil ve tasarrufun
yapıldığı yer en çok kullanılan bağlama noktalarıdır. İslam Hukukunda, bir kısım
hukukî ilişkilerde din unsurunun göz önünde bulundurulması nedeniyle bu bağlama
noktalarına din unsuru da dahil edilmiştir. Bağlama kuralları, göndermeye yön veren
kurallar olmakla beraber, bu kuralların her uygulanması neticesinde gönderme
gerçekleşmez. İslam hukukunda yabancı unsurlu ilişki ve ihtilaflarda bağlama
kuralları, iç hukuktan hareketle tespit edilmeye çalışılmıştır. İslam hukukunda
78
bağlama kuralları tek taraflıdır, eksiktir. Yabancı unsurlu ihtilaflarda yetkili hukuk
olarak yalnızca İslam hukukunu göstermektedirler.
Yasama yetkisi ihtilafları, yabancı unsurlu bir davada, ihtilafa taraf ülkelerden
hangisinin hukukun yetkili olduğuyla ilgili olarak meydana gelen ihtilaflardır.
Yargılama yetkisi ihtilafları ise, hukukî bir ihtilafa hangi ülke mahkemesinin
bakmaya yetkili olduğu ile ilgilidir. İslam hukukunda yasama ve yargılama yetkisinin
birlikteliği söz konusudur. Buna göre İslam mahkemesinde İslam hukukundan başka
hukuk uygulanamayacaktır. Halbuki göndermede yetkili görülen ülke hukuku, bizzat
davanın getirildiği mahkemenin hâkimi tarafından uygulanmaktadır.
Kanunlar ihtilafı sisteminde gönderme yapılırken amaç, ihtilafa uygulanacak
olan en âdil olan hukukun tespit edilmesidir. Bu nedenle kanunlar ihtilafı hukukunda
ülkeler arasında eşitlik olduğu kabul edilmiştir. Objektif kural olarak nitelendirilen
bağlama kurallarından hareketle yetkili hukuk tespit edilmeye çalışılır. Bu hukuk
hâkimin hukuku olabileceği gibi, yabancı ülke hukuku da olabilmektedir. İslam
hukukunda ise en âdil hukukun ve dolayısıyla yetkili hukukun her zaman İslam
Hukuku olduğu kabul edilmiştir. Bu durumda İslam hukukunda yabancı ülke
hukukunun yetkili görülmesi söz konusu değildir. Yetkili kabul edilen yabancı hukuk
olmayınca göndermenin gerçekleşmesi de imkansız olur.
Gönderme, kanunlar ihtilafı sistemi içerisinde meydana gelmektedir. İç
hukuktaki göndermeler, araştırmamızın konusunu teşkil eden göndermeden farklıdır.
Örneğin İslam hukukunda mezhepler arasındaki göndermeler, kanunlar ihtilafı
sistemindeki anlamıyla bir göndermeyi oluşturmaz. Zira gönderme yapan ve
kendisine gönderme yapılan hukuk, aynı hukuk sisteminin parçasıdırlar.
İslam hukukunda bazı durumlarda yabancı hukuk dikkate alınmaktadır. İslam
hukuku, bazı ihtilaflarda hüküm verirken ön sorun olarak gördüğü hususlarda,
yabancının ihtilafla bağlantılı olan diğer hukuk sistemlerinden birine müracaat
edebilir. Bu, ihtilafa yabancı hukukun uygulanacağı anlamına gelmemektedir. Ön
meselenin halli için kendisine müracaat edilen hukukun yetkili hukuktan farklı
olması gerekmektedir. İslam hukukunda da yer yer yabancıların dinî hukuklarından
söz edilmektedir. Burada yabancı hukuk kurallarının dikkate alınması, geçerlilik
açısından önem taşımaktadır.Zira bu durum ihtilafa verilecek hükme etki etmektedir.
79
İslam hukukunun kendisini en âdil hukuk olarak nitelendirmesi ve İslam
mahkemelerinde yalnızca İslam hukukunun tatbik edilmesi gibi nedenlerden dolayı,
göndermenin İslam hukukuna göre uygulanması imkansızdır. Ancak bugün, İslam
hukukunun uygulandığı ülkelerde gönderme uygulamalarına rastlanılmaktadır. Bu
durum siyasal ve toplumsal şartların hukuk sistemlerini nasıl etkilediğini/
şekillendirdiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
80
BİBLİYOGRAFYA
ABDULHAMİD, Muhammed Muhyiddin, el-Ahvalu’ş-Şahsiyye fi’ş-Şeriati’lİslamiyye, Mısır 1957.
ALTUĞ, Yılmaz, Devletler Özel Hukuku, Çağlayan Kitabevi, İstanbul1995.
el-ÂMİDÎ, Seyfuddîn Ebi’l-Hasan Ali b. Ebi Ali b. Muhammed (ö. 631/1233), elİhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, Zabt-Haşiye: İbrahim Ucûz, 5.Bs., I-IV, Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1426/2005.
ARAL, Vecdi, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul Üniversitesi Yayınları,
İstanbul 1979.
________, Toplum ve Adâletli Yaşam, Filiz Kitabevi, İstanbul 1988.
ATAR, Fahreddin, İslam Adliye Teşkilatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 1979.
AYDIN, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi, 5. Baskı, Hars Yayıncılık, İstanbul
2005.
________, İslam ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İz Yayıncılık, İstanbul 1996.
________, İslam Osmanlı Aile Hukuku, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları, İstanbul 1985.
AYBAY, Rona, Yabancılar Hukuku, 2. Bs., İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
İstanbul 2007.
BEDRAN, Ebû’l- Ayneyn Bedran, el-Alakâtu’l-İctimâiyye beyne’l-Muslimîn ve
Gayri’l-Muslimîn
fî’ş-Şerîati’l-İslamiyye
ve’l-Yahudiyye
ve’lMesihiyye ve’l-Kânûn, Dâru’l-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut 1984.
BİLGE, Necip, Hukuk Başlangıcı, Turhan Kitabevi, 6. Bs., Ankara 1987.
BOSTANCI, Ahmet, Kamu Hukuku Açısından Hz. Peygamber’in Gayr-i
Müslimlerle İlişkileri, Rağbet Yayınları, İstanbul 2001.
el-BÛSÎ, Abdullah b. Mubarek b.Abdullah, İcmaatu İbn Abdi’l-Berr fî’l-İbadât, III, Dâru Tayyibe, Riyad 1999.
el-BUHÛTÎ, Mansûr b. Yunus b. İdris (ö.1051/1641), Şerhu Müntehi’l-İrâdât,
Suûdi Arabistan Ty.
el-CASSÂS, Ebu Bekr Ahmed er-Razî (ö.370), Ahkâmu’l-Kur’an, I-III, Dâru’lFikr, Beyrut 1993.
81
CİN, Halil, Akgündüz, Ahmet, Türk-İslam Hukuk Tarihi, I-II, Timaş Yayınları,
İstanbul 1990.
CMK ve İlgili Mevzuat, Seçkin Yayıncılık, İstanbul.
ÇEÇEN, Anıl, Adâlet Kavramı, Gündoğan Yayınları, 2. Bs., Ankara 1993.
ÇELİKEL, Aysel, Milletlerarası Özel Hukuk, Beta Yayınları, İstanbul 2004.
________, Yabancılar Hukuku, 5. Bs., Beta Basım, İstanbul 1990.
DAMÎRİYYE, Osman Cuma, Usûlu’l-Alakâtu’d-Devliyye fî Fıkhi’l-İmam
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, I-II, Dâru’l- Mealî, Ürdün1999.
EBÛ ETLE, Hadice Ahmed, el-İslam ve’l-Alâkâtu’d-Devliyye fî’s-Silm ve’lHarb, Dâru’l-Maârif, Kahire 1983.
EBU YÛSUF, Ya’kûb b. İbrahim el-Ensârî (ö. 182), Kitâbu’l-Harac ,Çev:İsmail
Karakaya, Akçağ Yayınları, Ankara 1982.
ed-DEBÛSÎ, Ebû Zeyd Abdullah b. Omer b. İsa (ö.430/1039), Kitâbu'n-Nikah
mine'l-Esrâr, Tahkik: Nayif b. Nafi' Omeri, Dâru'l-Menar, Kahire 1993.
EKİNCİ, Ekrem Buğra, İslam Hukuku, Arı Sanat Yayınları, İstanbul 2006.
________, Osmanlı Mahkemeleri Tanzimat ve Sonrası, Arı Sanat Yayınları,
İstanbul 2004.
FARUQİ, Harith Suleiman, Faruqies Law Dictionary, Mektebetu Lubnan, Beirut
1988.
FETÂNÎ, İsmail Latıfî, İhtilafu’d-Dareyn ve Eseruhu fi Ahkâmi’l- Munekehat
ve’l-Muamelat, I-II, Dâru’s-Selam, Kahire, 1990.
FİDAN, Yusuf, İslamda Yabancılar ve Azınlıklar Hukuku, Ensar Yayıncılık,
Konya 2005.
GÖĞER, Erdoğan, Devletler Hususi Hukuku, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları, Ankara 1975.
GÖRGÜLÜ, Hasan Ali, İslam Hukukunda Eşler Arası Sorunlar ve Çözüm
Yolları, Fakülte Kitabevi, Isparta 2005.
GÖZLER, Kemal, Hukuka Giriş, Ekin Yayınevi., Bursa, 1998.
HAFIZOĞULLARI, Zeki, Ceza Normu, US-A yayıncılık., Ankara 1996.
82
el-HALLÂL, Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed (ö.311), Ahkâmu Ehli’l-Milel
mine’l-Câmii’ li Mesâili’l-İmam Ahmed b. Hanbel, Tahkik: Seyyid
Kisrevî Hasan, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2003.
el-HURAŞÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Ali (ö.1101/1689), Şerhu
Muhtasari Sîdî Halîl, I-VIII, (Ali el-Adevî’nin haşiyesi ile), Dâr-u
Sâdır, Beyrut Ty.
İBN ÂBİDÎN, Muhammed Emin b. Ömer (ö.1252/1836), Reddu'l- Muhtâr ale'd
Durri'l-Muhtâr, I-VI, Dâru İhyâi't Turâsi'l Arabî, Beyrut 1987.
İBN ARABÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah (ö. 543/1148), Ahkâmu’l-Kur’ân,
Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1988.
İBN FERHÛN, Şemsuddin Ebî Abdullah Muhammed (ö. 799/1397), Tabsıratu’lHukkâm fî Usûli’l-Akdiyye ve Menâhicu’l-Ahkâm, Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 1995.
İBN HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Said (ö.456/1063), el-Muhallâ bi’lÂsâr, I-XII, Tahkik: Abdulgaffar Suleyman, Dâru’l-Fikr, Beyrut Ty.
İBN KAYYİM el- Cevziyye, Abdullah Muhammed b. Ebu Bekir İbn Kayyım (ö.
751), Ahkâmu Ehli’z-Zimme, Tahkik: Subhi es-Sâlih, I-II, 4. b., Dâru’l
İlm li’l-Melâyin, Beyrut, 1994.
İBN KUDÂME, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed (ö. 620), elMuğnî, Mektebetu’r-Riyâdi’l-Hadîse, Riyâd 1981.
İBN NUCEYM, Zeynuddîn b. İbrahim b. Muhammed (ö.970/1562), el-Bahru’rRâik Şerhu Kenzi’d-Dakâik, I-IX, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
________, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Mektebetu’l-Asrıyye, Beyrut 2003.
İBN ŞÂS, Celaleddin Abdullah b. Necm (ö.616), Ikdu’l-Cevahiri’s-Semine fi
Mezhebi Alemi’l-Medine, Tahkik: Muhammed Ebu’l-Ecfan, Abdulhâfız
Mansur, I-III, Dâru’l-Garbi’l-İslam, Beyrut 1995.
İBNU’L– HUMÂM, Kemâluddin Muhammed b. Abdilvâhid b. Abdulhamid (ö.
861/1457), Şerhu Fethi’l-Kâdir, Dâru’l-Fikr, Ty, Yy.
el-İMRÂNÎ, Ebu’l-Huseyin Yahya b. Ebu’l-Hayr b. Sâlim el-Yemenî (ö. 558), elBeyân fî Mezhebi İmam eş-Şafiî, I-XIII, Dâru’l-Minhac, Beyrut 2000.
İBRAHİMHAKKIOĞLU, Uğur, Adâlet Reformu ve Adli Mevzuat, Sevinç
Matbaası, Ankara 1987.
83
KARAMAN, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, İz Yayıncılık., I-III, 3. Bs,
İstanbul 2003.
el-KÂSÂNÎ, Alâuddîn Ebû Bekr b. Mes’ûd (ö. 587/1191), Bedâiu’s-Sanâi’ fî
Tertîbi’ş-Şerâi’, I-X, Tahkîk ve Ta’lîk: Ali Muhammed Muavvıd ve
Adil Ahmed Abdulmevcûd, Dâru’l-Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut 1997.
KUR’ÂN-I KERİM, Tercüme: Muhammed Esed, İşaret Yayınları, İstanbul 2002
KURTUBÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari (ö. 671/1273), el-Cami’
li Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l-Kutubi’l-Arabiyye, Kahire 1967.
KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Evrim Yayınları, İstanbul 1990.
__________; Arslan, Ramazan, Medenî Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara
1992.
el-MÂVERDÎ, Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed Habîb (ö. 450/1058), el-Hâvî’lKebîr fî Fıkhi Mezhebi İmami’ş-Şafiî, Tahkik ve Talik: Ali
Muhammed Muavvıd ve Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 1999.
___________,el-Ahkâmu’s-Sultâniyye
Mustafa, Mısır 1973.
ve’l-Velâyâtu’d-Dîniyye,
Matbaatu
el-MERDÂVÎ, Alâuddîn Ebi’l-Hasan Ali b. Suleyman (ö. 885/1480), el-İnsâf fî
Ma’rifeti’r-Râcih Mine’l-Hılâf alâ Mezhebi’l-İmâm Ahmed b.
Hanbel, Tashih ve Tahkik: Muhammed Hamid Fıkî, 2. Bs., Dâru İhyai'tTurasi'l-Arabi, Beyrut 1980.
MUSLİM, el-İmâm Ebu’l-Huseyn b. El-Haccâc (ö.216/875), el-Câmiu’s-Sahîh, IIII, Dâru Sahnûn ve Çağrı Yayınları, İstanbul 1992.
en-NATÎFÎ, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ömer, Kitâbu Cumeli’l-Ahkâm,
Hamadullah Seyyidcan Seyyidî, Mektebetu Nizar Mustafa el-Baz , Riyad
1997.
en-NEVÂVÎ, Abdulhaluk, el-Alakâtu’d-Duveliyye ve’n-Nuzûmu’l-Kadâiyye fi’şŞeriâti’l-İslamiyye, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1974.
en-NEVEVÎ, Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref Ebî Zekeriyyâ (ö.676/1277), Ravdatu’tTâlibîn ve Umdetu’l-Muftîn, I-X, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1995.
NOMER, Ergin, Devletler Hususi Hukuku, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1978.
ÖKÇÜN, A. Gündüz, Devletler Hususî Hukukunun Kaynakları ve Kamu Düzeni,
2.Bs., Sermaya Piyasası Kurulu Yayınları, Ankara 1997.
84
ÖZEL, Ahmet, İslam Hukukunda Ülke Kavramı Dârulislam Dârulharb, İz
Yayıncılık, İstanbul 1998.
QADRİ, Anwar, Islamic Jurisprudence in the Modern World, Taj Company,
Delhi, 1986.
SAHNÛN b. Saîd et-Tenûhî (ö.240/854), el-Mudevvenetu’l-Kubrâ, I-V, Dâru’lKutubi’l-Ilmiyye, Beyrut 1994.
es-SERAHSÎ, Muhammed b. Ahmed (ö. 483/1090), Kitâbu’l-Mebsût, I-XXX,
Çağrı Yayınları, İstanbul 1983.
__________,Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr, I-V, Câmiatu’d-Duveli’l-Arabiyye, Kahire
1971.
SEVİG, Muammer Raşit, Devletler Hususi Hukuku, I-II, Bozkurt Basımevi,
İstanbul 1937-1943(II.c)
eş-ŞÂFİÎ, Muhammed b. İdris (ö. 204/820), Mevsûatu’l-İmâmi’ş-Şâfiî el-Kitâbu’lUmm, I-XV, Tevsîk ve Tahrîc: A. Bedruddîn Hassûn, Dâr-u Kuteybe,
Beyrut 1996.
_______, Ahkâmu’l-Kur’an, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1980.
eş-ŞİRBÎNÎ, Şemsuddîn Muhammed b. Muhammed el-Hatîb (ö. 977/1570),
Muğni’l-Muhtâc ilâ Ma’rifeti Maânî Elfâzı’l-Minhâc, I-VI, Tahkik ve
Talik: Ali Muhammed Muavvıd ve Adil Ahmed Abdulmevcûd, Dâru’lKutubi’l-Ilmiyye, Beyrut 1994.
eş-ŞİRAZÎ, Ebu’l-İshak (ö.476), el-Muhezzeb fî Fıkhi’l-İmam eş-Şâfiî, Tahkik ve
Talik: Muhammed ez-Zuhaylî, I-VI, Dâru’l-Kalem, Beyrut 1996.
TEKİNALP, Gülören, Milletlerarası Özel Hukuk, Beta Yayınevi, 8. Bs., İstanbul
2004.
TÜRCAN, Talip, Devletin Egemenlik Unsuru ve Egemenlikten Kaynaklanan
Yetkileri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001.
________, İslam Hukuk Biliminde Hukuk Normu Kavramsal Analiz ve
Geçerlilik Sorunu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2003.
________, İslam Hukukunda Vatandaşlık (Basılmamış yüksek lisans tezi),
Ankara 1995.
et-TİRMİZÎ, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve (ö. 279/892), es-Sunen, I-V, Dâru
Sahnûn ve Çağrı Yayınları, İstanbul 1992.
85
YAMAN, Ahmet, İslam Hukukunda Uluslararası İlişkiler, Fecr Yayınevi, Ankara
1998.
YAZIR, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik A.Ş., İstanbul
Ty.
YILMAZ, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Yetkin Yayınları, Ankara 1996.
ez-ZERKA, Mustafa Ahmed, el-Fıkhu'l-İslâmî fî Sevbihi'l-cedid: Medhal ila
Nazariyyeti’-l İltizam fî’l-Fıkhi’l-İslâmî, I-III, Dâru’l-Fikr, Yy. Ty.
ZEYDAN, Abdulkerim, Ahkâmu’z-Zimmiyyîn ve’l-Muste’minîn fi Dâri’l-İslam,
Muessesetu’r-Risale, Bağdad 1982.
________, Nizâmu'l-Kadâ fi'ş-Şerîati'l-İslâmiyye, 3. Bs., Muessesetu’r-Risâle,
Beyrut 2002.
ez-ZEYLAÎ, Fahreddin Osman b. Ali (ö. 743/1343), Tebyînu’l-Hakâik Şerhu
Kenzi’d-Dakâik, I-VII, Dâru’l- Marife, Beyrut 1313.
ZUHAYLÎ, Vehbe, Alakâtu’d- Devliyye fi’l-İslam, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut
1981.
Makaleler
VAHAPOĞLU, Ayten (Erol), “İslam Devletler Özel Hukukunda Atıf Teorisi,” İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, s.7, Konya 2006 (245-256).
KÖSE, Murtaza, “İslam Hukuku ve Modern Hukuka Göre Tüzel Kişilik”, EKEV
Dergisi, Mayıs 1998, Yıl:2, Sayı:2, 221-230.
Diğer
AYBAKAN, Bilal, “Muâmelat”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2005,
XXX, 318-319.
ZUHAYLİ, Vehbe, “Eman”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1995, c. XI, s.
75-81.
İNALCIK, Halil, “İmtiyâzât”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, XXII, İstanbul 2002,
242-252.
86
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı ve Soyadı
: Yıldız DEMİR
Doğum Yeri
: Bayburt
Doğum Tarihi
: 17. 05. 1982
Medeni Hali
: Bekar
Eğitim durumu
Lise
: Antalya Anadolu İmam Hatip Lisesi ( 2000)
Lisans
: SDÜ İlahiyat Fakültesi (2000–2004)
Yüksek Lisans
: SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam
Bilimleri Ana Bilim Dalı (2004–2007)
Yabancı Dil ve Düzeyi
İngilizce
:
ÜDS–65
Download