Haziran 2002 Serxwebûn Sayfa 27 Toplumsal geliflimde birey-toplum iliflkisi -IIToplum ve siyaset ir toplumsal sınıfın çıkarlarını formüle eden sistemlileşmiş düşünceler bütünü ideoloji olarak tanımlanır. Bu düşünceler özellikle toplumsal yaşam koşullarının düzenlenmesi ya da dönüştürülmesini de içeren bir belirleyici kurallar ve ilkeler bütünlüğünden oluşur. Kişilerin, grupların, sınıfların toplumdaki kendi konumlarının ayırdına varması, kendileri için fikirler geliştirmeleri ideolojiler sayesinde gelişir. Kişilerin olayları, olguları algılaması, yorumlaması ve neyin iyi, neyin kötü olduğunun ayırdına varması ideolojik yapılanmalarıyla bağlantılıdır. Topluma dair, insana, insan yaşamına dair hiçbir şey yoktur ki, ideolojik-politik zeminden bağımsız olsun. “İdeoloji; ahlaki, felsefi ve dini düşüncelerin tümüdür” diyen Marks’ın bu belirlemesinden de hareket edersek toplumda hiçbir görüşün, yapıtın, sanatsal, kültürel, edebi faaliyetler başta olmak üzere toplumsal sonuçları olan, topluma yön veren hiçbir eylemin ideolojik zeminden kopuk ele alınamayacağı sonucuna ulaşabiliriz. Düşünen bir canlı olarak insan, toplumsal gelişimini sürdürdüğü müddetçe insanların birbirleri ile, toplum ve devletle olan karşılıklı ilişkileri, yine toplumsal grupların aralarındaki ilişki ve çelişkilerine, yaşam koşullarının yeniden düzenlenişine yönelik ideolojiler de hep varolacaktır. Siyasetin toplumsal işlevini de bu çerçevede ele almak gerekmektedir. İdeolojilerin kendilerini toplumun yönetimine taşırma ve hakim kılma amacı, temsil ettikleri sınıfların iktidar mücadelesi ile somutlaşır. İktidar mücadelesi için araçların ve yöntemlerin bulunarak örgütlendirilmesi, kendini iktidara taşımak için mücadele etme amacını taşır. Siyaset yapmak demek, devlet yönetiminin biçim ve içeriğine karışmak, nasıl olması gerektiği konusunda fikirler ileri sürerek etkinlik geliştirmek anlamına gelmektedir. Modern toplumlarda siyasal örgütlenme, kurulan siyasi partiler ve bu partilerin toplumun tümüne ulaşmasını sağlayacak alt örgütleriyle yaptıkları çalışmalar yoluyla gerçekleştirilmektedir. Her siyasal parti, toplumu oluşturan farklı sınıfların, kesimlerin ekonomik, sosyal, kültürel vb. nitelikleri ve bunlar arasındaki ilişkileri ve çelişkilerini konu alan çözümleri parti program ve çalışmaları kapsamına almak durumundadır. Çünkü siyaset kaynağını toplumsal yapının gerçekliğinden alır. Toplumun bünyesinden kaynaklanan sorunlar, gereksinimler toplumdaki sınıfların karşılıklı ilişkilerindeki uyumluluk ya da çatışma düzeyi, buna bağlı olarak sınıfların örgütlülük düzeyleri ve örgütlenmelerinin nitelikleri o toplumun siyasetine kendisini yansıtır. İçeriğini belirler. Bir toplumun siyasal sürecini belirleyen temel faktör toplumun bünyesinden kaynaklanan sorunlar olurken o dönemin yönetim yapısı ve siyasal düşüncesi de B kendisini sürece olduğu gibi yansıtır. Örneğin devlet yönetimine hakim olan oligarşik bir yapılanmada, siyaset, onun tekelinde gelişir. Amaçları doğrultusunda toplumsal sorunları ele alıp yorumlayarak, kendi sisteminin devamına hizmet eder tarzda çözümler üretirler. Böylesi bir durumda açığa çıkacak sonuç ise toplumun çoğunluğunun görüşlerinin, siyasi iradelerinin yönetime yansıması, geçerli olması değil de azınlığın yönetiminin, siyasal anlayışlarının çoğunluğun üzerinde hakim kılınması olacaktır. Tabii ki böylesi bir ortamda demokratik siyasetin işleyişinden ve demokratik değerlerin topluma mal olmasından söz edilemez. O halde farklı görüş ve düşüncelerin bir savaş alanı olan siyasal alanın, belli kurallarla ve demokratik değerlerle belirlenmesi gerekmektedir. Yani bir toplumdaki siyasal ilişkilerin belli ölçülerle donatılması ve bunun da en üst düzeyde anayasal güvenceye kavuşturulması gerekmektedir. Bir toplumda siyaseti demokratikleştirmek, siyasetin demokratik değerlere kavuşturulması anlamına gelir. Bu da ancak toplumda çoğunluğun iradesinin siyasal süreci belirlemesiyle ve bu düzeyde katılımıyla olanaklı hale gelir. Günümüz toplumlarında, burjuva sistem genel anlamda siyasete katılımı seçimlere katılım ve genel oy hakkıyla sınırlı ele almaktadır. Bu durum sadece verilenler arasında tercih yapma hakkı anlamına gelir ki sunulanların niteliği ve işlevleri hakkındaki tartışmalar ve temsil nitelikleri bu hak üzerinde dahi gölgeler oluşturmaktadır. Seçimlerde aday olan siyasi partiler ve kişiler hakkında seçmenlerce yeterli bilgiye sahip olunmaması, parti programlarının hazırlanması aşamasında, toplumsal sorunların çözümüne yönelik olarak kitle ihtiyaçlarının, hassasiyetlerinin göz ardı edilmesi, sorunların muhataplarının görüşlerinin yansıtılmaması ve bu temelde çözümleyici, ilerici görüşlerin ortaya çıkmaması, mevcut siyasetin toplumu temsil edemeyecek düzeyde güdük ve kısır bir döngüde seyretmesi sonuçlarını açığa çıkarmaktadır. Aynı şekilde alınan kararların pratikleştirilmesi aşamasında kitlenin denetleyici rolünü oynamaya yarayan mekanizmaların oluşturulamaması ve buna temel teşkil eden örgütsüzlük gerçeği denetimsiz, başıboş ve adeta yapanın yanına kar kaldığı bir sistemin oluşmasında etkili olmuştur. Bu durumlar dikkate alındığında ise kendini çevreleyen koşullar itibariyle seçme özgürlüğünün dahi ne denli sınırlandırılmış bir özgürlük olduğunu ortaya koymak mümkündür. Seçim sistemindeki boşluklar ve adaletsizliklerin yol açtığı sorunlar da yine ayrı bir tartışma ve inceleme konusudur. Siyasete katılım hakkı, salt birini diğerine yeğ tutma hakkı değildir. Daha zengin bir içerik ve uygulama kapsamını gerektirir. Siyasete katılım hakkının öncü ve belirleyici olan koşulu siyaset yapabilme hakkıdır. Siyaset yapabilme; kendi ulusal, sınıf- “Kapitalist toplum yap›s›, gelinen aflamada oldukça karmafl›k bir düzeyi ifade eder. Devlet ise bu karmafl›k yap›da yeniden üretim koflullar›n› sa¤layan bir kurumdur. Yeniden üretimin gerçeklefltirilebilmesi için mevcut toplumsal sistemin meflru k›l›nmas› gerekir. Devlet ise bu ifllevini, ideolojik hegemonyas›n› her türlü araç ve yöntemi kullanarak toplum üzerinde hakim k›larak yerine getirir.” sal, cins vb. çıkarları doğrultusunda görüş oluşturma, ortak görüşte olanlarla bir araya gelme, tartışma ve toplantılar düzenleme, örgütlenme ve böylelikle kendisini aracısız ifade edebilme gibi siyasal hak ve özgürlükler sayesinde gerçekleşebilir. Günümüz toplumlarında yerel örgütlenmelerin geliştirilmesi kendini bir örgütlenme kapsamında ifade edemeyen tek bir bireyin ya da grubun kalmaması, bireyin kendini mesleki, ekonomik örgütlemeden, sosyal-kültürel örgütlenmelere cins ve çevre sorunlarını içeren örgütlülüklere, siyasi parti oluşumlarına kadar ifade edebileceği toplumsal örgütlülük kanallarının açık tutulması, etkinlik alanlarının geliştirilmesi, düşüncelerin eylemlerle desteklenmesi önündeki engellerin kaldırılması gerçekçi bir siyasal katılım ölçütleri olmaktadır. Ancak bu şekilde tüm toplumun politik süreçlere, egemen sistem tarafından koşullandırılmadan katılımı, toplumun kendi sorunlarına hassasiyeti ve çözüm süreçlerine katılımı sağlanabilir. Özcesi, toplumsal muhalefetin kendini ifade alanlarına sahip olmadığı bir siyasal süreç egemen sistemin siyasi tekelini güçlendirip, otoritesini uygulamasından başka bir anlam ifade etmez. Toplumun azınlık durumunda bulunanlar da dahil her kesimin kendini ifade edeceği öz örgütlenmelerine kavuşturulması ve yönetimlerce muhatap alınarak tabi olma konumundan çıkıp kendi kimliğiyle ortak olacağı bir güce ulaşabilmesi toplumsal çoğunluğun siyasi iradeye hakim olmasının belirleyeni olmaktadır. Siyaset, toplumsal ve bireye ait olan her şeye karşı duyarlıdır. Toplumsal açıdan sonuçlara yol açabilecek olan her şey siyasetin konuları arasında yer edinir. Günümüz toplum gerçekliği farklı etnik toplulukları, dinsel azınlıkları, farklı kültürel kimlikleri, karşıt ekonomik çıkarlara sahip sınıfları içerisinde barındıran bir niteliğe sahiptir. Eğer toplum bu farklılıkların barış ve uyum içerisinde yaşadığı bir bütünlüğü ifade ediyorsa bu siyasal süreci farklı etkileyecektir. Ancak bir kesim diğerleri üzerinde baskı uyguluyor ya da bir kesimin ayrıcalığı diğer kesimlerin hak ve özgürlüklerini sınırlıyor ya da yok ediyorsa bu durum siyaseti çok daha farklı etkileyecektir. Karşıt gruplar siyasal amaçlarına ulaşmak ya da iktidarı kaybetmemek için ya da ona sahip olmak için mümkün olduğunca etkide bulunarak sonuç almak isteyecektir. Böylesi bir durum, toplumun kendi karşıtına dönüşmesine ya da bir iç savaşa sürükleyecek aşamaya kadar gelişme gösterebilir. Siyasal ilişkilerde bir demokrasi ölçütü olarak günümüz uygar toplumlarının çelişkilerini şiddete dayalı mücadele yöntemleriyle çözmesi geri bir durumu ifade etmektedir. Toplumsal sorunların karşılıklı hoşgörü ve diyalog içerisinde çözüme ulaşabileceği bir siyasal ortam gelinen aşamada bir zorunluluk halini almıştır. Toplumun siyasal sürecine yön veren öğeler arasında toplumun bünyesinden kaynaklanan sorunlar ve gereksinimleri yine yönetim yapısının niteliğini, halkın siyasete katılım düzeyini belirttikten sonra diğer bir öğe olarak da çağımız dünya gerçekliğinde uluslararasılaşan ekonomik, sosyal, siyasal bağımlılık ilişkilerinin etkileri ele alınabilir. Uluslararası siyasetin ulusal siyaseti etkilemesi hatta yön verici niteliği gün geçtikçe artarak kendini açığa vurmaktadır. Uluslararası ölçekte ekonomik ve siyasi ilişkilerin bu denli iç içe girdiği bir bağımlılık ilişkisinin giderek merkezileşmeye doğru yol alması dünya da birkaç güçlü ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda yaşama geçirdiği politikaların diğer ülkelerin iç siyasetinde ya da diğer çevre ülkelerle olan dış ilişkileri üzerinde etkinliği “Parlamentonun günümüzdeki ifllevi toplumun siyasi iradesini yans›tmak ya da örgütlülü¤ünü ifade etmekten ziyade; insanl›¤›n büyük bedeller vererek günümüze kadar getirdi¤i demokratik hak ve özgürlüklerin mevcut sistemin s›n›rlar› içinde biçimsellefltirmek, ifllevsiz k›lmaktad›r. Bunun yan›nda toplumun en ücra köflelerine kadar devlet denetimi sa¤lanarak kontrol alt›nda tutulmaya çal›fl›lmaktad›r.” hızla yoğunlaşmaktadır. Örneğin gelişmekte olan bir ülkenin işçileri kendi hükümetlerinin alacağı ekonomik bir karardan çok IMF gibi uluslararası bir örgütün ekonomi politikalarından, dönemsel kararlarından daha fazla etkilenebilmektedir. Yine Ortadoğu’nun belli ülkelerinde iktidar değişikliği veya darbe girişimlerinde ABD, İngiltere vb. ülkelerin oynadığı rol bilinmektedir. Siyaset günümüzde salt insanların yönetimini değil, toplumun yaşadığı coğrafya üzerindeki etkinliğini ve hakimiyetini de kapsamaktadır. İçerisinde yer alınan coğrafi bölgedeki savaş, bölgenin jeostratejik önemi, istikrar ya da istikrarsızlık durumunu, bölge siyasetini etkilemektedir. Doğal zenginlikler (petrol, maden, su vb.) coğrafyanın askeri güvenlik konumu, nüfus çoğunluğu vb. konular da toplum siyasetini etkileyen yönler arasında yer almaktadır. Toplum-devlet iliflflkkisi oplumla ilgili belli tanımlamalardan sonra toplum ve devletin birbirini karşılıklı olarak etkileyen dinamik ilişkilerini ele alacağız. Belirli bir üretim biçimiyle belirlenen örgütlü insan topluluğu olarak ifade edebileceğimiz toplumsal yapının temelini üretim tarzı oluşturmaktadır. Üretim tarzı, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin organik birliğinden oluşur. Üretici güçler; üretim nesnesi ve buna etkide bulunacak üretim araçlarından ve insan faktöründen oluşur. Üretim araçları, üretici güçler içerisinde sürekli gelişen dinamik bir yapıya sahiptir. İnsanlar daha kısa sürede ve daha az çalışarak daha çok üretebilmek için sürekli olarak üretim araçlarını geliştirirler. Böylece emek üretkenliği artırılır ve toplumun giderek artan orandaki ihtiyaçları, üretici güçlerin gelişmesiyle karşılanır hale gelir. Üretim ilişkileri ise üretim süreci içerisinde insanların ve birbirleriyle geliştirdikleri ilişkilerin tümüdür. Sınıflı topluma geçişle birlikte üretim ilişkilerini belirleyen temel ölçüt bireylerin üretim araçlarının özel mülkiyeti karşısındaki konumları olmuştur. Üretim ilişkileri insan bilincinden bağımsız nesnel olarak gelişen ilişkilerdir. Örneğin köleci toplumda toprakta, atölyelerde çalışan kölelerin emeğine dayalı üretim sürecinde, üretime katılmayan köle sahipleri, hem üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulundurur hem de kölelerin üzerinde her türlü hakka sahiptir. Köleler ise çalışma dışında hiçbir iktisadi, siyasi veya medeni hakka sahip değildir. Köle sahibine tümüyle tabidir (efendi-köle ilişkisi.) Köleci üretim tarzı bu şekilde belirlenirken; köleci üretim tarzı da kölelik ahlakını, köle dinini ve köleci devlet düzenini üretmiştir. Bu her sınıflı toplumda farklı biçimler kazanmışsa da özdeki sömürü ilişkisi devam etmiştir. Feodal toplumdaki serfler ve feodal beyler arasındaki sömürü ilişkisinin yerini kapitalist sistemde ise proletarya ve burjuvazi arasındaki sömürü ilişkisi almıştır. T Mülkiyet ilişkisinden farklı bir şey olmayan üretim ilişkileri toplumsal ekonomik alt yapıyı oluşturur. Bu ekonomik temel üzerinde de toplumun siyaset, hukuk, din, ideoloji, devlet gibi üst yapı kurumları oluşur. Toplum, üst yapı kurumlarıyla, üretim biçimi temeli üzerinde ve o üretim biçimine uygun olarak oluşur. Toplumsal ekonomik alt yapı, üst yapı kurumlarını oluşturan belirleyici alandır. Ancak üst yapı kurumları da alt yapıya etkide bulunur. Bazen bu etkiler çok güçlü olur ve belirleyici konuma ulaşabilir. İnsanların bilinçlerini belirleyen maddi koşullardır. Ancak insanlar düşünsel gelişimleri sonucunda yaşama etkide bulunurlar. İradi müdahale ile yaşam koşullarını değiştirebilirler. Üretim biçimine bağlı olarak toplumu böylelikle ortaya koyduktan sonra bir üst yapı kurumu olan ‘devletin’ toplum içindeki rolünü inceleyebiliriz. Marks, devleti toplum içinde tarihsel olarak ortaya çıkmış bir kurum olarak ele alır. Devletin temel işlevinin ya da varoluş nedeninin toplumsal sistemi yeniden üretmek olduğunu belirtir. Devletin, mevcut toplumsal sistemin varlığını sürdürüp gelişebilmesi ve toplum üyesi her bireyin ya da büyük bir kesimin bu sistemi kabullenmesi –sistemin meşruiyetinin sağlanması– için yerine getirdiği görevler tarihsel koşullara uygun olarak farklı biçim ve içerikler taşımıştır. Kapitalizm ile birlikte gelişen devlet yapılanması modern devlet olarak ifade edilir. Kapitalist toplum yapısı, gelinen aşamada oldukça karmaşık bir düzeyi ifade eder. Devlet ise bu karmaşık yapıda yeniden üretim koşullarını sağlayan bir kurumdur. Yeniden üretimin gerçekleştirilebilmesi için mevcut toplumsal sistemin meşru kılınması gerekir. Devlet ise bu işlevini, ideolojik hegemonyasını her türlü araç ve yöntemi kullanarak toplum üzerinde hakim kılarak yerine getirir. Hakim ideoloji, iktidarda bulunan sınıfın ekonomik çıkarlarını içermekle birlikte, bunu süreklileştirecek şekilde tüm toplumsal yaşama, ilişkilere yön vermeyi de amaçlar. İdeolojik hakimiyetin yeterli olmadığı dönemlerde ise toplumsal muhalefetin düzen sınırları içerisinde tutulabilmesi şiddet ön plana çıkartılarak sağlanır. Burada devletin militarist niteliğini görmek gerekir. İdeolojik hegemonya sağlanması toplumun tüm üyelerinin ya da önemli bir kesiminin sistemi meşru sayıp destekledikleri anlamına gelir. Kitlelerin desteğini almayan bir sistem ve onun yürütücüsü olan devlet ayakta kalamaz, yıkılır. İdeolojik hegemonya başta işçi ve emekçi kesimler olmak üzere tüm toplumsal kesimler üzerinde uygulamaya konulur. İnsanların bilinçlerine etkide bulunmak, onları yönlendirmek bir boyut olmakla birlikte insanların demokratik talep ve mücadelelerini kurulu düzen içinde eritmenin ve sistemin varlığına hizmet eder hale getirmenin araçları yaratılarak uygulama sürer gider. Devamı sayfa 35’te