TÜRKiYE DiYANET VAKFI YAYlNLARI 1171 HZ. MUHAMMED ve • GENÇLIK (Kutlu Doğum Haftası --- --------~ --- ANKARA 1995 : 1992) TÜRKiYE DiYANET VAKFI YAYI.\; MATBAACILIK VE TiCARET iŞLET,\tF.Si \\e;ruTı\'e! Tel: Cod_ Bayrndor Sk. ~o: 55 • KJJ_,ıJ,;A'.;(A~-\ 418 59 49 • 417 09 04 • 42.0 2~ ~5 • F,1X.!312J41-GIJW' ıl12) Tel~x:4343ltd,ktr. Yayın No : ı 7ı Sempozyumlar ve Paneller Serisi - 5 ISBN 975~389~ı78~4 95.06Y0005. ı 7ı Bu kitap Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İsıetmesi'nin Dizgi. Fotomekanik. Ofset ve Ciiİ tesislerinde hazırlanmıştır DİNİ NASIL ANLAMALI? Dr. Recep KILIÇ "Dini Nasıl Anlamalı? sorusuntın cevabı, bizzat dinden hareketle yani dinin kendi veıilerinden yola çıkarak bulunmaya çalışılacaktır. "Din" kavramıyla, genelde vahye dayalı dinlerin tamamı: özelde ise İslam kasdedilmektedir. "Pınlamak" kavramıyla da, bir bilgi edinme işlemine işa­ ret edilmektedir. Böylece bu yazıda birbirleriyle iç içe olan iki konunun sorgulanması hedeflenmiştir. Birincisi, din hakkındaki bilginin nasıl elde edilmesi gerektiği hususu: ikincisi de, elde edilen bu bilginin karakteri (epistemolojik değeri) ,meselesidir. Dinin herhangi bir tanımını yapmaya girişrneksizin din-insan ilişki­ sinde şunlar söylenebilir: Din, insan içindir. İnsanın ahl8.kileşınesi, bir başka deyişle inanüeşmesi içindir. "A11ah ölümü ve hayatı, hanginizin daha güzel eylemde bulunacağını imtihan etmek için yarattı" (Mülk, 2) ilyeti, dinin gayesinin insanı ahlaki olgunluğa ulaştırmak, onu insan-ı keınıil (olgun insan) haline getirmek olduğunu gösterir. Gayesi ahlaki olmakla beraber din, ahlak ile aynı şey demek değildir. Çünkü "ahlak"da merkez insandır. Ahlaki teoriyi kuran insan olduğu gibi, ahlaki eylemi gerçekleştiren de insandır. Fakat dini ibadetleri gerçekleştiren insan olsa bile, dini koyan insan değil Allah'tır. Bu itibarla gayesinin ahlaki olduğu söylenirken, din ile ahlaki bir teori arasında her hangi bir özdeşlik ilişkisi düşünülmediğinin belirtilmesinde fayda vardır. Bu sebepten, "dinirı gayesi ahlakldir" yerine "gayelerinden birisi ahlilkldir" demek, belki de daha tutarlıdır. Burada vurgulamak istediğim husus şudur: Din Allah merkezlidir, insan içindir; insan, din için değildir. Din ile insan arasındaki iliş­ kiyi, teorisi önceden kurulan felsefi bir sistemin pratiğe geçirilmesi uğ­ runa, insanların araç olarak kullanılması anlamında, felsefi sistem ile insan arasındaki ilişkiye benzetmernek gerekir. Bu ilişkide adı geçen felsefi sistem, gaye: insan ise, vasıtadır. Yani insan, sistem içindir. Gerekirse insan, sistem uğ;runa feda edilebilir. İşte "din insan içindir" derken. insanın vasıta olmayıp, yeryüzünde Allah'ın halifesi olabilecek bir donamma kavuşması anlamında, gaye olduğunu ifade etmek istiyorum. "Sizin için din olarale isliim'ı seçtim (isliim'a razı oldum)" (Maide, 3) ayeti, Allah'ın insanı din için değil, dini insan için koyduğunu göstermesi bakunındarı önen1lidir. aına --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - 41 -- Müslünıan düşünürler. elinin Hö öneınli özelliğ;ine dikkat çekmişler­ dir. Bunlardan birincisi. akıl sahibi insanı elinin bizzat iyi olan eylemlere se\·ketnıesi: ikincisi ise. diniıı Allah tarafından konulnıuş olınasıdır. Allah tarafından konuln1uş olnıası, dini bütün beşeri disiplinlerden 8)'1ran bir husustur. Çünkü beşeri disiplinlerin tamamı. \·ar olanların ancak bir yönüyle meşguldür. Bu, onların kaynagı ile ilgili olan bir durunıdur. Varolanı bütünlük içinde kavrayan dindir. Beşeri disiplinlerdeki tek boyutluluk ınesela, ilim ve sanatta son derece açıktır. İlinıde akıl hakinıken, sanatta duygu ön plandadır. Oysa din. insanın hek akıl, hem duygu, henı de sezgi yönüne hitab eder. Onu bütün boyutlarıyla bir bütünlük içinde kavrar ve şahsiyetine şekil verir. Bu şekillendirnıe vahiy ile. yani Kur'an-ı Kerinı ile olur. Vahiy, insanın din ile ilgili bilgilerinin ilk kaynagı olması hasebiyle, insan için sabit ve değişınez bir ölçüttür. Dinde insanın nıutlak varlık ile kurabildiği her türlü ilişkiyi tanzin1 eden de yine "vahiy''dir: Zira insanın aşkın varlık olan Cenab-ı Hak ile kurduğu ilişki, ancak vahyin ölçülerinde olduğu takdirde, dinl bir anlam ifade eder. Dolayısıyla vahiy, insanın doğrudan dogruya Allah ile canlı arasında dogru bir iletişim kurınasını sağlar. İnsanın vahiy dışın­ da Allah ile kurabilecegi düşünülen ilişkinin türü ne olursa olsun, vahiy ölçülerinin dışında kaldığı müddetçe, dinl bakımdan bu ilişkinin, mistik bir tecrübe olmaktan başka bir kıymeti yoktur. Çünkü vahiy dışında gerçekleştirilen bu mistik tecrübe, her türlü ölçütten mahrumdur. ifade edilnı.eside, imkansız denecek kadar zordur. Zaten dinden vahiy kaldırı­ lırsa, din adına geriye, yaşanılan ferdi tecrübeler ile bir takını efsane ve menkıbeden başka bir şey kalmaz. Denıek ki dinin "dindar"ın şahsiyetinin şekillendirnıesi sürecinde, vahyin ınerkezi bir fanksiyonu vardır. Vahyin bu merkezi fonksiyonu icra edebilnı.esi ise, anlaşılnıasına bağlıdır. Layıkıyla anlaşılnıadıgı takdirde, insan üzerinde vahyin olunılu veya olumsuz bir tesir bırakmasını bekleınek mümkün olmaz. Vahiy-insan ilişkisinde, vahyin anlaşılması bahsi, bu sebepten, başlı başına ele alınması gereken bir konudur. Vahyin menşei Allah'tır. Allah,· bütün mükemmel sıfatları kendinde toplayan ve vacib'Ul-vücüd alandır. Yani, varlığı zorunlu alandır; aşkın ve ınutlaktır. Mutlak olan "zat"ın vahyi de mutlaktır. Yani "kelamullah" olan Kur'an'daki bilgiler, beşeri bilgiler farklı olarak, mutlak karakterdedir. Kaynak itibariyle, Kur'an'daki bilgilerle, yani Kur'an ayetleriyle, tabiattaki ayetlerin farkı yoktur. Çünkü her ikisini de koyan Allah' tır. "Semavai:ın ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzUn ardarda gelişinde akıl sahipleri için ayetler vardır" (Al-i İmran, 190) ayet-i kerinıe­ si üzerinde, bu bakış açısıyla da düşünmek gerekir. Burada bir taraftan - - 42 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- gökyüzü ile yeryüzüne. diğ:er taraftan da gece ile gündüze çekilen dikkar. hem mekan ile ilgili varlık aıeminde, hen1 de bu aıemde zaınanla meydana gelen değişiklilkler üzerinde düşünınenıizi gerekli kılar. Ayet-i kerin1e, >:arlık alenıindeki. başka deyişle tabiattaki ayetlerin varlığına dikkat çeker. Ayrıca tabiattaki ayetlerin, akıl sahiplerine hitab ettiğini vurgular. Tabiattaki ayetlere bilinı dilinde "tabiat kanunları" denili.r. Bu tabiaı koyan AJlah'tır. Allah'ın tabiata koyduğu kanunlan kavrayacak olan da, akıl sahibi insandır. İşte. nasıl tabiattaki ayetlerde, tabiat kanunlannda değişiklik olınazsa, Kur'ani ayetler de aynı şekilde değişmeden sabit kalır. Bunu ifade etnıek için, Kur'an'daki bilgilerin beşeri bilgiden farkını ortaya koymak için, Kur' ani bilgileri ··mutlak'' terimiyle ifade ederiz. Ancak. bu mutlak karakterdeki bilgileri anlamak duruınunda olan insanın anlama kapasitesi sınırlıdır. İnsanın bu sınırlı anlanıa kapasitesi yüzündendir ki, ilk asırdan beri Kur'an'ın anlaşılnıa­ sı uğrunda yürütülen beşeri faaliyet, hiç bir zanıan durmamıştır. Daha doğru bir ifadeyle bu faaliyet durmamalıdır. kanunlarını ilirnler ile Kur'an etrafından oluşmuş dini iliınler arayapmak mümkündür. Tabii ve beşeri iliınlerin hepsi, alem ve insandaki ayetlerin anlaşılnıası teşebbüsünün ürünüdür. Bu teşebbüsün muayyen bir zanıan diliminde durması. adı geçen ilimierin gelişmesinin de durn1ası demektir. Aynı şey, Kur'an etrafında oluşmuş dini iliınler için de geçerlidir. Çünkü Kur'an'ı anlama faaliyetinin belirli bir zamandan itibaren durdurulması, dini ilimierin gelişmesinin zikredilen zamandan itibaren donuklaşması demektir, ki bu durnın uygulamada gerçekleşmiştir. Tarihen, Kur'an'ı anlama faaliyetinin durgunlaştığı dönemler, İslam tefekkür hayatının da durgun olduğu döneınlerdir. Türkiye de dahil İslam dünyası, maalesef çok uzun bir süredir bu durgunluğu yaşamaya devam etmektedir. Bu sebepten müslüman aydın, gündemini tayin edememekte. problem alanını belirliyemernekte ve "sözde" (pseudo) problemlerle uğraşınaktadır. Kısaca, fikriyatının merkezinde Kur'an olmayan müslümanın gündenıini, hep başkaları tayin etmektedir. Tabii ve beşeri sında nıukayese Genelde İslam dünyasında, özelde ise Türkiye'de yaşanmakta olan İslami tefekkür hayatındaki durgunluğun arkasındakı esas faktör, bahisle takınılan olumsuz tavıı-da aranınalıdır. önce, Kur'an karşısında takınılan ve olumsuz olarak nibelirginleştinnem gerekir. Kur'an'ın anlaşılması Bundan dolayı telediğinı tavrı Oluınsuz diye nitelediğim bu tavırda Kur'an, kişinin sosyal hayatına inerneyecek kadar yücelerdedir. İnanarı aydınımız, Batılının gerçekleş- --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - 4 3 - - tirdiQj ilmi keşiflerden istifade ederek. Kur'an'a olan in1anını hergün yeniden tazeleınekle n1eşguldür. Kur'an'ın müsbet ilimlerle tezat teşkil etn1ediğ;ini büyük bir haz duyarak takip etmeye çalışmaktadır. Gündelik işleriyle uğraşan insanıınız için ise Kın-· an. bilhassa kandil gecelerini değerlendinnek. ahirete intikal eden akrabaların ruhlarına bağ;ışlan1ak ve en önemlisi de se,·ap kazann1ak düşüncesiyle okunan. n1übarek bir kitaptır. Takınılan bu tavırda Kur'an-ı Kerim. adeta bir "sevap bankası" gibi düşünülmektedir. Çünkü Kur'an·ı okuyanın, okuduğunu anlama \"e onunla bilgilenıne gibi bir endişesi yoktur. Tabii, Kur'an Çünkü bu: "Lafzı karşısında takınılan muhkem yalnız, Çünkli kaydında değil, bu tavır. yeni bir durum degildir. anLaşılan, Kur'an'uı, hiçbirimiz m ananın," (Safahat, 1974, 169) mısralarıyla Akifin 80 sene önce tesbit ettiği bir tavırdır. Bu tavırda Kur'an, episteınolojik anlan1da bir bilgi kaynağı olına özelliğini kaybetmekte: sadece aksiyolojik, antik ve mitik bir değer ifade eder hale gelmektedir. Yani. müslüman, Kur'an'a, Allah'ın kelamı olduğu için bir değer verınekte, onu özel bir yerde ınuhafaza etmekte, ezberlen1ekte ve okurrıaktadır. Ama bütün bu olumlu hususların yanında, Kur'an'ın insanı bilgilendirmek için gönderildiği gerçeğini gözardı etmektedir. Demek ki Kur'an'ın insan için asli fonksiyonu, epistemolojik bir bilgi kaynağı olmasında yatınaktadır. Bu durumun açıklığa kavuşabilmesi için, bazı Kur'an ayetlerine bakn1ak yeterlidir. Ayet-i Kerlmelerde Kur'an, her şeyden önce, "rehberdir" (Bakara, 2); "miydeleyicidir" (Bakara, 97): "doğmyu yanlıştan ayırdedicidir'' (Bakara, 185); "beyan edicidir'' (AH imran, 138); "mü'ıninler için şifa ve rahmettir" (İsra, 82). Nihayet Kuı·'an, "i11sanlığı l1er türlü karanlıktan aydınlığa çıka­ racak" (İbrahim, 1) bir kitaptır, Bütün bu özellikieriyle tarihte İslam medeniyetinin ateşleyici gücü oln1uş olan Kur'an-ı Kerim, bugün de aynı misyonu taşımaktadır. Ancak bütün bu fonksiyonlarını icra edebihnesi, insanın Kur'an'ı Kerin1, bugün de aynı misyonu taşımaktadır. Ancak bütün bu fonksiyonlarını icra edebilmesi, insanın Kur'an'ı anlama gayretiyle beraber gündeme gelebilecektir. Çünkü İslam medeniyetini geçmişte kuranlar, Kur'an'ı en iyi şekilde anlaımş insanlardır. Bugün de yeni bir isıanı n1edeniyetinden bahsedebilmenin ön şartı, Kur'an'ı anla1111Ş n1üslüman insanın yetişınesidir. Deı11ek ki Kur'an'ın şekillendirmcsi, - - 44 kendisine inanan insana tesir etmesi, şahsiyetini öncelikle inanan kişi tarafından anlaşılınasına bağlıdır. - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- Bu durun1da insanın1ız, Kur'an ile ilişkisini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaktır. Burada, Arapça konuşan ınüslüınan toplumların tefekkür hayatındaki donukluktan hareketle, Kur'an'ın manasının anlaşılmasının da, çok fazla bir şey değiştirmeyeceği düşünülebilir. Kur'an'ın anlaşılması ifadesiyle, onun "me8.l"inin okunmasından fazla bir faaliyeti kasdettiğimi belirtınekte fayda vardır. Çünkü Kur'an adına sırf ıneal o kumakla yetinip kalmanın beraberinde getireceği başka çok büyük sıkıntilar vardır. Kur'an'ın anlaşıln1ası. entellektüel ölçekte, son derece özel bir gayreti gerektirir. "Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini tedebbür etsinler, akıl sahipleri tezeleleur etsinler diye indirdflc" (Sad, 29) ayeti, Kur'an'ın anlaşıl­ ma gayretinin nasıl olmasına da açıklık getirir. Ayette "tedebbür" ve "tezekkür"ün bir arada, ard arda zikredilmesi, akıl sahiplerinin Kur'an ayetleri üzerinde derin bir düşünce faaliyetinde bulunma zorunluluğu­ na işaret eder. İşte Kur'an'ın tek tek her ayeti ve hatta her kavramı üzerinde "tedebbür" ve tezekkür" seviyesinde, felsefi anlamda "derin düşün­ ce" faaliyeti olmaksızın anlaşılabilmesi; fonksiyonlarını icra edebilmesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir faaliyetin, İslam düşünce tarihinin belirli bir döneminde gerçekleştirilmiş olması gerçeği, daha sonraki düşü­ nürler tarafından örnek alınacağı, onları da aynı faaliyette bulunmaya teşvik edeceği yerde, bunun tam aksi vaki olmuştur. İslam tefellliür tarihinin ilk üç asrında Ebu Hanife, İmam Şafii, Maturidl gibi daha pek çok düşünürün, Kur'an ayetleri üzerinde değişik boyutlardan gerçekleştirdikleri "derin düşünce" faaliyeti, içinde bulunduğumuz asrı hazırlayan dönemlerde yazık ki yanlış değerlendiril­ miştir. Kur'an'ın anlaşılına teşebbüsünil ayet-ikerimelerde ifade edildiği anlamda gerçekleştirdiklerini düşündüğüm ilk dönem düşünürlerinin, devirlerinin karmaşık problemlerine getirdikleri cevaplar, sonrakiler tarafından bir anlamda "mutlak", "değişmez" doğrular olarak kabul edilmiştir. Öncekilerin Kur'an'da aradıkları ve neticede Allah'a havale ettikleri "mutlak doğruları", sonraki düşünürler, öncekilerin ulaştıkları sonuçlarda aramaya yönelmişlerdiL Bu tutum da, her devirde devam etmesi gereken Kur'an'ın anlaşılına faaliyetinin d urmasına sebep oln1uş­ tur. Bu da nihai tahlilde, insanın sosyal hayatından Kur'an'ın soyutlanmasına yol açınıştır. Eş' ari, Görülüyor ki anlaşılına faaliyetinin durması, Kur'an'ın bir bilgi kayolarak önemini kaybetmesine yol açınaktadır. Bu durum da, "dini olan" ile "gayr-i dini olanın" birbirinden ayırd edilme imkanını ortadan kaldırmakta ve dini alana bir bellrsizliğin hakim olmasına sebep olmaktadır. Dini alandaki bu belirsizlik ise dinin, dindar üzerinde olumlu bir tesir bırakmasına engel olmaktadır. nağı --KUTLU DOGUM----- 45 - - Sonuç itibariyle ::;.unları söyleyebiliriz: Din haklundaki bilgileriinizin nihai kaynagı vahiydir, yani Kur'an-ı Kerim' dir. Kur'an'daki bilgi, beşeri bilgiden farklı olarak mutlak karakterdedir. Mutlak karakterde olması denıek, doğru olması. zanıan, mekan ve kültüre göre değişıneınesi denıektir. Ancak. rnutlak olan "Kur an'daki bilgi"dir. Bir de Kurlan'dan elde edilen bilgi vardır. İnsan bu bilgiyi Kur'an'dan. tamamen kendine has bilgi edinme fornılarıyla edinir. Dini bilgi denilince de, genellikle anlaşılan budur. Bu bilgi. beşeri alandır. Dolayısıyla mutlak olması düşü­ nülenıez. Çünkü dine ait beşeri olan bu bilgiyi edinen insan, belirli bir zaman, mekan ve kültür içinde yaşanıaktadır. Görüldüğü gibi dini bilgide "il§.hi" olan ile "beşeri" olan iç içedir. İl8.hi. olan mutlak, beşeri olan görelidir. Dini alandaki karışıklık, mutlak olan ile göreli olanın, yahut il8.hi olan ile beşeri olanın birbirlerine kanştırılnıasından doğ;ar. 1 Beşeri olan bilgi, her zaman sorgulanmaya açıktır. İlahi yahut mutlak olan Kur'an'daki bilginin ise, her dönenıde yeniden yoruınlanmaya, yeniden anlaşılınaya ihtiyacı vardır. Kur'an'ın anlaşılabilirlik oranı, şüp­ hesiz kişinin bilgi birikirnin e bağJı olarak artar veya eksilir. Aına akıl sahibi herkesin, Kur'an'da anlayacagı hususlar, alacagı dersler vardır. Kur'an'ı anlama konusunda, insanlan bir takım sınıflara ayırmak; bir kısmı anlar, diğerleri anlayamaz gibi bir ayınma gitmek, onun hem göndertliş gayesine, hem de üslübuna ters düşmektedir. Burada belki, "Kur'an'ın anlama" gayretiyle "Kur' an' dan dini hüküm çıkarma" faaliyeti arasında fark gördüğümüzü belirtmemiz gerekir. Bunların birincisi nıüslüman olmanın bir gereği iken; ikincisi, n1üslüman olmanın ötesinde bir uzmanlık işidir. ( Kur'an'ı anlamaya yönelen zihnin, bir taraftan Hz. Peygamber'in hadislerine, diger taraftan da Kur'an ve hadis etrafında oluşmuş bin dörtyüz yıllık kültür birikiinine ınüracaat etmesi gerekebilir. Hadis-i şerifle­ re nıüracaat etmesi gerekir; çünkü Hz. Peygan1ber, Kur'an'ı sadece teblig eden degil, ama aynı zamanda onu açıklayan, yorumlayan ve evrensel ilkelerini somut eylemler halinde hayata uygulayan ilk beşer olına özelliğine sahiptir. Kur'an'a yönelen zihnin kültür birikimine müracaat etme gerekliliği, bu birikimin nihai tahlilde Kur'an ve "hadis"i anlanıa, yorumlan1a ve açıklama teşebbüsünün sonunda oluşmuş olması gerçeginde yatar. Böyle bir birikimi görmezden gelerek Kur'an'ı anlamaya yönelmekte, eskinin tekrarına düşme tehlikesi vardır. Ancak, dini bilginin elde edilmesinde Kur'an'ın merkezi yeri yanında, hadis ve kültür birikinıine ınüracaat meselesi, bizim şimdilik girmeyeceğimiz ve fakat müstakillen ele alınması gerekli oldugunu düşündügümüz bir konuduı:--.... / - - 46 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM--