Ortadoğu`nun en büyük ikinci dini: Futbol

advertisement
Ortadoğu'nun en büyük ikinci dini:
Futbol
Dünyanın en popüler sporu, Ortadoğu'da toplum ve siyaset üzerinde nasıl böylesine
muazzam bir şekilde etkili oluyor?
28.09.2017 / 11:36
"Ortadoğu futbolunun çalkantılı dünyası" isimli kitap spor üzerine yazılan en ağır,
yenilikçi, orijinal ve önemli eserlerden birisidir. Kitabın yazarı James Dorsey eserinde
titiz ve korkusuz bir şekilde futbolun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasal, sosyal ve
dini kontrolü nasıl etkilediğini aktarıyor.
Dorsey, futbolu karşımıza baskıyı güçlendiren ama aynı zamanda otoriteye kafa tutma
aracı olarak da kullanılabilecek karmaşık bir kültürel araç olarak koyuyor. Futbolun
doğru ellerde nasıl bir diktatörlük aracı olarak kullanılabileceğini, Libya’yı uzun yıllar
idare eden Kaddafi’nin oğlu El Saadi Kaddafi’nin inanılmaz hikayesi üzerinden
açıklanıyor.
Sadi el Kaddafi Trablus Ehli takımının hem sahibi, hem teknik direktörü hem de kaptanıydı. Babasının hüküm sürdüğü yıllarda El Saadi, Ehl-i Triboli (Trablus Ehli –Trablusspor)
isimli halk arasında popüler bir futbol takımının hem sahibi, hem başkanı, hem de
sahadaki kaptanıydı. Aynı zamanda da Libya Futbol Federasyonu’nun da başında
bulunuyordu. İddialara göre kendisinin futbol üzerindeki etkisini eleştiren bir milli
takım oyuncusunu ve teknik direktörünü öldürttü. Rakibi olan bir diğer Libya takımı
Ehl-i Bingazi’nin (Bingazi Ehli –Bingazispor) ligin zirvesindeyken küme düşmesini
sağladı ve tepki olarak taraftarlar kendisini protesto edince de takımın maçlarını
oynadığı stadı yıktırdı.
Futbolun otorite kurumlarına kafa tutulmasına ortam sağladığına örnekler göstermek
adına El Saadi’nin yaptıklarını sıraladıktan sonra yazar okuyucularına hemen basit
sonuçlar çıkartmamaları için uyarıda bulunuyor.
Kitap, Kahire merkezli Ehl-i SC’nin 1907’de kurulmasını işgalci İngiliz güçlerinin
yerlileri dışlayarak spor kulüpleri açmasına bir tepki olarak yorumluyor ve daha sonra
takımın hızlı bir şekilde nasıl “sömürge karşıtı, monarşi karşıtı, milliyetçi düşüncedeki
insanların bir araya gelme yeri” olduğunu anlatıyor.
Benzer şekilde, 10 Cezayirli futbolcunun 1958’de Fransa’dan gizli bir şekilde kaçarak
Ulusal Özgürlük Cephesi’ni (FNL) tanıtmak için dünya turuna çıktığından
bahsediyor. FLN Cezayir’in bağımsızlık isteğine büyük momentum kazandırmış bir
oluşumdur. Sonuç olarak futbol gerçek çatışmalarla mahvedilmiş bir bölgedeki farazi
savaş alanı misali, kaotik bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu bağlamda stadyumların Dorsey için önemli bir anlamı vardır; hüküm sürenlerin
rejimlerini sağlamlaştırmak için, taraftarların da bir şeylerin değişmesini sağlamak için
savaş verdiği bir meydan.
Stadyumlar maalesef sıklıkla korku tiyatroları olarak kullanılır, zalim rejimler buralarda
“ibret” olsun diye adeta bir şov gibi ceza infaz ederler ve bir korku kültürü oluşturmak
isterler.
Irak’ta Uday Hüseyin Bağdat Halk Stadyumunda milli takım oyuncularını Dünya Kupası
elemelerinde başarısız oldukları için halkın gözünün önünde cezalandırırdı. Bu
uygulama, sahadaki başarı ile siyasi kontrol arasındaki ilişkinin açık bir yansımasıdır.
2004 yılında Bağdat Halk Stadyumunda bulunan, Uday Hüseyin'in futbolcuları cezalandırmak için kullandığı
mekanizma.
“Taliban stadyumları el koyduğu kaçak malları ve uyuşturucu yapılan bitkileri yakmak
için kullanmıştır. Afganlar halen hava karardıktan sonra Kabil’deki Gazi Stadyumu’na
girmekten imtina ederler” dedikten sonra Dorsey başka yerlerde futbol stadyumlarının
zalim rejimlerin daha açık ve demokratik bir topluma dönüştürülmesi için verilen
savaşlarda merkezi bir rol oynadığını okuyucularına hatırlatıyor.
Bölgedeki birçok yerde statlar otokrasinin elinin dışında kalan tek halka açık mekan
olarak karşımıza çıkar. Dorsey üniversite kampüsleri ve statlar arasında paralellikler
olduğunu söyler zira kampüsler tarihsel olarak devrimlerin üreme noktaları iken futbol
stadyumları ise “protesto kuluçkası” görevi görür.
Yapı gereği stadyumlar fikirlerin yayılmasını kolay hale getirir, protestoculara sayı
üstünlüğü avantajını kazandırır ve eğer maç canlı yayınlanıyorsa rejimin protestoya
müdahalesi halinde bütün dünyanın bunu görme tehlikesi olur.
Dorsey’nin araştırmasının en can alıcı noktalarından bir tanesi de Mısırlı taraftar grubu
"The Egyptian Ultras" hikayesidir. Bu taraftarlar 2011 yılındaki Tahrir Meydanı
gösterilerinde önemli bir rol oynadılar ve Hüsnü Mübarek’in koltuğundan indirilmesine
yardım ettiler. Yıllardır toplumu içine alan korku çemberini bu taraftarlar statlarda
uzun süren gösterilerde polisle çatışarak adeta yıktılar. Yazar bu hikaye ile okurlarına
Arap Baharına farklı bir pencereden bakma fırsatı takdim ediyor.
Ultralar “güvenlik güçlerinin yenilebilir” olduğunu ispatlayarak değişimin kapılarını
açtılar. Dahası, stadyumlardaki çatışmalar gösteriler açısından da hayati önemdeydi
zira taraftar grubunun tecrübe ettikleri olaylar onları “orta sınıfı varlıklarından dahi
haberdar olmadıkları kabiliyetlerini geliştirmeye zorladı”. Militan benzeri yapıları ve
organize olmayı başarabilmeleri belki de Mübarek’in devrilmesini imkansız olmaktan
çıkaran etkenlerdi.
“Ultra” kelimesinin devrimin parçası olan diğer kitleler tarafından da kullanılması,
taraftar grubunun muazzam etkisinin bir kanıtıdır. Örnek olarak Nahdawi Ultraları
Müslüman Kardeşler ve Mursi ile bağlantılı militan bir gruptur, futbolla hiçbir alakası
yoktur. İslam ve futbol arasındaki çelişkiler
Kitabında, yazar İslam ile futbol arasındaki ilişkiyi inceleme fırsatı da bulmuştur. Bu
kısımda Dorsey, bir diğer ilginç paradoksu gözler önüne seriyor: Birçok İslamcı
tarafından uygun görülmeyen futbol Müslüman gençlerin radikalleştirmesinde bir araç
olarak kullanılmaktadır.
Muhafazakar alimlerin bazıları Batı’nın kötülüklerinden insanların dikkatini başka yere
çektiği ve oyunun kurallarının İslam hukuku ile çeliştiği gerekçeleriyle futbolu İslam’a
aykırı olarak görürler. Suudi Arabistan’ın eski baş müftüsü Muhammed bin İbrahim el
Şeyh insanları futbolun kitleler arasında “nefret ve garez” yaratabileceği konusunda
uyardı ve oyunun İslam’ın “tolerans, kardeşlik, kalplerin ıslahı ve temizliği” emirlerine
ters düştüğünü savundu.
El-Şebab Somali’nin geniş bir kısmını kontrolü altında bulundurduğu zamanlarda
Dünya Kupası’nın izlenmesini yasakladı. Maç izlerken yakalananlar cezai işleme tabi
tutuldu. Ancak, El-Şebab’ın fikir babası Usame bin Ladin söylenenlere göre futbolu
severdi ve çocukluğunda Cidde sokaklarında futbol maçları organize ederdi ve
buralarda muhafazakar görüşlerini vaaz ederdi.
Bin Ladin’in bir çocukluk arkadaşı, sonrasında top oynama vaadiyle hocalarının onları
nasıl uzun saatler fazladan ders çalışmaya ikna ettiğini hatırladığını
söylüyor.”Organizasyon açısından maçlar kötüydü, verilen vaazlar da git gide daha
fazla şiddet içermeye başlamıştı” diye de ekliyor. Dorsey bu noktada stadyumlar nasıl
ideal bir “protesto kuluçkası” işlevi görüyorsa, futbol takımları da aynı şekilde cihat
için bir kuluçka olabilir fikrini ortaya atıyor.
Birçok örnekte, geçmişte beraber futbol oynayanlar arasındaki “kardeşlik ve görev
disiplini” yüksektir, futbol takımlarından devşirilen militanlar birbirine yakın, yüz yüze
iletişim kuran ve çözülmesi zor “güçlü ve birliktelik olgusu oturmuş” cihadi gruplar
oluşturulmasının önünü açar.
Dorsey’e göre futbolun reddi, ahlaki nedenlerden daha çok oyunun potansiyel olarak
“siyasi ve sosyal kontrol” üzerinde tehdit oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Yazının
bu kısmında sürekli olarak futbolun kontrol dışına çıkması halinde otoritenin
kurumlarını tehdit edici karmaşık bir araca dönüşebileceği vurgulanmaktadır.
Futbol toplumun yapısını nasıl etkiler?
Kitapta, yazar futbolun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bir kimlik tanımlayıcı etken olarak
etkisini de ele alıyor. Futbol sayesinde bazı yerlerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi
gören kadınların rejimlere nasıl kafa tutma imkanı elde ettiğini geniş bir şekilde
anlatılıyor.
İran’ın 1998 Dünya Kupası'na katılmaya hak kazanmasının ardından “kutlamalar bir
süre sonra İran’ın erkek ve kadınların bir arada bulunmalarını kısıtlaması, kadınların
halk içine çıkmasını engellemesi ve alkol tüketiminin sınırlandırılmasını protesto eden
gösterilere dönüştü.”
2012’de iki İranlı kadın, erkek kılığına girerek Güney Kore’yle yapılan Dünya Kupası
elemesi maçına girdi ve maç sonrasında da kimliklerini açıkladı. Her iki olay da
futbolun “kadının karşı koymasına” kapılar açtığını gösteren örneklerdir.
Filistin’in FIFA’ya İsrail’in üyelikten çıkarılması için verdiği teklife destek amacıyla
düzenlenen protestoda Filistinli bir çocuk İsrailli askere kırmızı kart gösteriyor.
Filistinli bir çocuk İsrail askerine kırmızı kart gösteriyor. Benzer şekilde, FİFA’nın kadın milli takımları olmayan ülkelere yaptırımlar uygulaması
ve uluslararası düzeyde bir futbol hakeminin kızı olan Seher el-Hawari’nin bu konudaki
girişimleri Arap uluslarını reform yapmaya mecbur bıraktı. Kadınların futbol oynaması
büyük tartışmalara yol açtı ancak Dorsey’e göre itirazların sebebi dinden değil,
muhafazakar görüşlerden kaynaklanıyor.
Dorsey futbolun milli kimlik tesis edilmesinde hayati bir rol oynayabileceğini kitabında
işliyor. Filistin örneğinde, FIFA’nın bölgeyi bir ülke olarak tanıması insanların “ulusal
hayallerine” uluslararası bir zemin kazandırdı. Saddam sonrası Irak’ta milli takımın
2007 Asya Kupasında elde ettiği başarılar kısa süreli de olsa iç savaşın eşiğindeki bir
ülkede birlik sağlamayı başardı. Irak Eğitim Bakanlığı’nda görevli bir kişi
“siyasilerimizden hiçbirisi bizi milli takımımızın bir araya getirdiği şekilde
birleştiremez” ifadelerini kullanmıştı. Dorsey tekrar ve tekrar futbolun toplumda
değişiklik yaratabilecek bir olgu olduğunu kanıtlıyor.
Eğer kitaba bir eleştiri yapılması gerekirse bu, içeriğin odağının futbolun bölgedeki
etkisinin çok fazla olduğunu aynı zamanda da tartışmalara yol açtığını kaçıracak kadar
geniş olmasıdır. Sonuç olarak, Dorsey bulgularını tek ve açık bir anlatımda
toparlayamamaktadır.
Özellikle son bölümde, Körfez ülkelerinin küresel futbolun seçkin takımlarına olan
ilgisinin işlendiği kısım, kitabın geri kalan kısmından kopuk, neredeyse ayrı bir kitap
konusu olan bir bölüm olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her halükarda Dorsey, özenli bir araştırma sonucunda harika bir eser ortaya
çıkarmıştır. Ana fikir olarak da futbolun kültürel bir kurum olduğu, köklü tutkuları
harekete geçirme kabiliyetine sahip olduğu, otoriteyi sarsabileceği ve hatta sarsmaya
devam edeceğini bizlere sunuyor.
Yazar kitap boyunca okuyuculara birçok olağanüstü hikaye ile buluşturuyor. Kitaptan
Libya’da oyuncuların formalarında sadece numara olduğunu, isimlerin taraftarlar
arasında çok popüler olmasının önüne bu şekilde geçildiğini, uzun süre ülkeyi yöneten
Cemal Abdül Nasir’in bakanlar kurulu toplantılarında futbolla uzaktan yakında
alakası olmadığı halde takımların durumunu tartıştığını, yapılan araştırmalara göre
Mısır’da gerçekleşen boşanma vakaları ile futbol tutkusu arasında direk bir bağlantı
bulunduğunu öğreniyoruz.
Nicholas Brookes ve Peter Oborne tarafından kaleme alınan bu makale Mepa News
okurları için tercüme edilmiştir
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download