VÜCÛH ve NEZÂÝR tur. Vücûhu meþrû kabul etmeyenlere göre ise bu ortaklýk mal veya iþe taalluk etmediði, ortaklardan her birinin diðerine belirsiz bir miktar borçlanmasýndan dolayý garar içerdiði ve menfaat saðlayan borç niteliði taþýdýðý için bâtýldýr. Vücûh ortaklýðýnda kârýn nasýl paylaþýlacaðý konusu fakihler arasýnda tartýþmalýdýr. Hanefîler’e ve bazý Hanbelîler’e göre kâr ve zarar hisseye göredir. Zira vücûh þirketinde kârýn kaynaðý üstlenilen sorumluluktur. Eðer kâr sorumluluktan fazla ise karþýlýksýz bir fazlalýk söz konusudur ki bu câiz deðildir. Taraflardan birine hissesiyle orantýsýz biçimde fazla kâr verilmesi þart koþulmuþsa bu þart geçersiz sayýlýr ve hisse eþit olarak daðýtýlýr. Hanbelîler’in çoðuna göre kâr inan þirketinde olduðu gibi ortaklarýn anlaþtýðý þekilde paylaþýlabilir, çünkü ortaklardan biri ticarî beceri ve itibar açýsýndan diðerinden daha üstün olabilir. Hanefîler’e göre diðer ortaklýk akidlerinde görüldüðü gibi vücûh da mufâvada ve inan þeklinde, yani ortaklar arasýnda sermaye, kâr-zarar paylaþýmý, tasarruf ehliyeti, yetki ve sorumluluk bakýmýndan denklik þartýnýn arandýðý veya aranmadýðý iki þekilde kurulabilir. Þirket bu iki ortaklýktan hangisine göre kurulmuþsa o ortaklýkla ilgili þartlarýn yerine getirilmesi gerekir. Vücûh ortaklýðý mufâvada þeklinde kurulursa her iki ortaðýn kefalet ehliyetini taþýmasý gerekir. Satýn alýnan þeyin ve kârýn yarý yarýya olmasý ve mufâvada lafzýnýn kullanýlmasý þarttýr. Eðer vücûh inan ortaklýðý þeklinde ise ortaklar arasýnda eþitlik aranmaz, kâr da ortaklarýn ödemeyi üstlendiði bedel oranýnda paylaþýlýr. Hanbelîler ise vücûh þirketinin sadece inan þeklinde kurulabileceðini kabul ederler. Çünkü mufâvada þartlarýyla kurulan vücûh ortaklýðý hem garar içerir hem de benzeri bir kuruluþ þeriatta görülmemiþtir. Vücûh þirketi genel hükümler açýsýndan baðlayýcýlýk taþýmayan (gayr-i lâzým) bir akid sayýldýðýndan ortaklardan birinin feshiyle sona erer ve bu hususta ortaklýk akidlerine ait genel hükümler geçerli olur. BÝBLÝYOGRAFYA : Lisânü’l-£Arab, “vch” md.; Serahsî, el-Mebsû¹, XI, 151, 152, 154, 168; Ýbn Rüþd, Bidâyetü’lmüctehid, II, 226; Muvaffakuddin Ýbn Kudâme, el-Mu³nî (nþr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî – Abdülfettâh M. el-Hulv), Riyad 1417/1997, VII, 120-122, 137, 138-139, 144, 145; Þehâbeddin el-Karâfî, e×-¬aÅîre (nþr. Muhammed Haccî), Beyrut 1994, VIII, 22-23, 34, 48-49; Abdullah b. Mahmûd el-Mevsýlî, el-ÝÅtiyâr li-ta£lîli’l-MuÅtâr (nþr. Mahmûd Ebû Dakýka), Kahire 1370/1951, III, 12, 18; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-¼ašåßiš, Bulak 1313, III, 322; Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mi½bâ¼u’l-münîr, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 649; Þemseddin erRemlî, Nihâyetü’l-mu¼tâc, Beyrut 1404/1984, V, 4-5; Mecelle, md. 1332, 1399-1403; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, Ýstanbul 1330, III, 711713; Bilmen, Kamus 2, VII, 96-98; Ýsmail Büyükçelebi, Ýslâm Hukukunda Ýnan Þirketi ve Nevileri (doktora tezi, 1981), Atatürk Üniversitesi Ýslâmî Ýlimler Fakültesi, s. 157-168; Osman Þekerci, Ýslâm Þirketler Hukuku Emek-Sermaye Þirketi, Ýstanbul 1981, s. 238-243; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fýšhü’l-Ýslâmî ve edilletüh, Dýmaþk 1404/1984, IV, 794-795, 801-802, 814, 824; Abdülazîz Ýzzet el-Hayyât, eþ-Þerikât fi’þ-þerî£ati’l-Ýslâmiyye, Beyrut 1408/1987-88, II, 46-49; Murtaza Köse, Ýslâm Hukukunda Anonim Ortaklýklar (doktora tezi, 1996), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 132; Ali el-Hafîf, eþ-Þerikât fi’l-fýšhi’l-Ýslâmî, [baský yeri ve tarihi yok], s. 97-99; “Þeriketü’l-.akd”, Mv.F, XXVI, 33, 35-37, 43, 56-57, 60, 77-78, 82, 84-85. ÿÝsmail Cebeci – — VÜCÛH ve NEZÂÝR ( ) א א Kur’an’da bir kelimenin farklý yerlerde kazandýðý deðiþik mânalarý mükerrerleriyle birlikte inceleyen bilim dalý ve bu dalda yazýlan eserlerin ortak adý. ˜ ™ Sözlükte vücûh “yüz, bir nesnenin karþýsýnda olan þey, ön, önde olan” anlamlarýndaki vech kelimesinin, nezâir ise “bir þeyin dengi, benzeri, aynýsý” anlamýndaki nazîrenin çoðuludur. Karakterleri, söz ve davranýþlarýndaki üstünlükleriyle birbirine benzeyenlere de nezâir denir. Hz. Peygamber’in namazlarda okuduðu yirmi kýsa sûreyi Abdullah b. Mes‘ûd’un nezâir diye adlandýrmasý (Buhârî, “Feçâ,ilü’l-Kur,ân”, 6; Müslim, “Müsâfirîn”, 275) nazîre kelimesinin sözlük anlamýyla ilgili görülmüþ ve bu sûrelerin uzunluk bakýmýndan birbirine yakýn olmasýyla açýklanmýþtýr (Lisânü’l-£Arab, “nzr”, “vch” md.leri; Tâcü’l-£arûs, “nzr”, “vch” md.leri). Vücûh ve nezâir ilminin öncülerinden olan Mukatil b. Süleyman (ö. 150/767) ve Yahyâ b. Sellâm ile (ö. 200/815) onlarý izleyen Hîrî ve Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmeganî’nin eserlerinde bu terimler tarif edilmemiþse de verilen bilgilerden Kur’an’da ayný lafzýn farklý yerlerde deðiþik mânalarda kullanýlmasýna vücûh, bir lafzýn anlamlarýndan sadece birinin baþka âyetlerde tekrarlanmasýna nezâir denildiði anlaþýlmaktadýr. Bilindiði kadarýyla vücûh ve nezâir terimlerini ilk tanýmlayan âlim olan Ebü’l-Ferec Ýbnü’l-Cevzî ile (ö. 597/1201) onu takip eden Kâtib Çelebi’ye göre her iki terim de “harekesi ve lafzý ayný olan bir kelimenin farklý yerlerde farklý mânalara gelmesi” anlamýný ifade eder. Ancak bu kelimelerin kullanýldýðý her yerde ayný olan lafýzlarýna nezâir, bunlarýn birbirinden farklý olan mânalarýna vücûh denir. Buna göre nezâir lafýzlara, vücûh mânalara verilen addýr (Nüzhetü’l-a£yün, s. 83; Keþfü’¾-¾unûn, II, 2001). Bedreddin ez-Zerkeþî, Ýbnü’l-Cevzî’nin izahlarýný vücûh ve nezâir konusunda yazýlan ilk eserlerdeki anlayýþý yansýtmadýðý gerekçesiyle kabul etmemiþtir. Zerkeþî ve onu izleyen Süyûtî ile Taþköprizâde gibi âlimler, ilk kaynaklardaki açýklamalara baðlý kalarak bir kelimenin farklý yerlerde ifade ettiði farklý anlamlara vücûh, ayný kelimenin farklý yerlerde ayný anlamda kullanýlan lafýzlarýna da nezâir denilmesi gerektiðini belirtmiþlerdir (el-Burhân, I, 193; el-Ýtšån, II, 121; Miftâ¼u’s-sa£âde, II, 415). Ýbnü’lCevzî, Ýslâm kelimesinin Kur’an’da “din olarak Ýslâm, tevhid, ihlâs, boyun eðme, ikrar” þeklinde beþ veçhi bulunduðunu söyler ve bu anlamlara dair on iki örnek zikreder (Nüzhetü’l-a£yün, s. 136-137). Ona göre âyetlerdeki Ýslâm lafýzlarý birbirinin nazîrleri, mânalarý da vecihlerdir. Buna karþýlýk Zerkeþî’ye göre bu on iki örnekteki Ýslâm lafýzlarýndan sadece ayný anlama gelenler (meselâ “ikrar” anlamýnda Tevbe sûresinin 74. ve Hucurât sûresinin 14. âyetlerinde) birbirinin nazîridir. Birinci gruptaki âlimler nezâir için lafzî benzerliði yeterli görürken ikinci gruptakiler bunun yaný sýra ayný lafýzlar arasýnda mâna benzerliði de aramýþlardýr. Bu açýklamalardan, vücûh teriminin Kur’an’da ayný lafzýn farklý yerlerde ifade ettiði deðiþik mânalar için kullanýldýðýnda görüþ birliði bulunduðu ve ihtilâfýn nezâir hakkýnda olduðu anlaþýlmaktadýr. Nezâir tanýmý açýsýndan bakýldýðýnda mevcut literatüre Zerkeþî’nin öncülük ettiði ikinci görüþün hâkim olduðu, ayný lafýzlar arasýnda anlam birlikteliði de bulunduðunda nezâirden söz edildiði görülür. Mukatil b. Süleyman, Yahyâ b. Sellâm, Hîrî, Dâmeganî gibi ilk müellifler tarafýndan verilen örneklerin bu çerçeveye uygun olduðu tesbit edilmiþtir (Karagöz, s. 448). Meselâ Mukatil b. Süleyman ile Yahyâ b. Sellâm, Kur’an’da “tâðut” kelimesinin üç veçhinden söz ederler. Birinci vecih Bakara sûresinin 256. âyetinde þeytaný, ikinci vecih Nahl sûresinin 36. âyetinde putlarý, üçüncü vecih Bakara sûresinin 257. âyetinde Kâ‘b b. Eþref’i kasteden kullanýmlardýr. Ýlkinin nazîri Nisâ sûresinin 76., ikincisinin nazîri Zümer sûresinin 17., üçüncünün nazîri Nisâ sûresinin 51. âyetinde geçer (Mukatil b. Süleyman, neþredenin giriþi, s. 77; Yahyâ b. Sellâm, s. 207-208). Konuyla ilgili eser141 VÜCÛH ve NEZÂÝR lerde nazîr / nezâir yerine “ ، ، ” gibi tabirlere de rastlanýr. Yine bu eserlerde, Ýbnü’l-Cevzî’nin belirttiði gibi sadece bir lafzýn Kur’an’daki farklý anlamlarýndan deðil ayný lafzýn farklý yerlerde ayný anlamý ifade etmesinden, ayrýca bir kelimenin yalnýzca ayný lafýz ve harekeyle zikredildiði örneklerden deðil o kelimenin müþtaklarýndan da söz edilmiþtir. Klasik döneme ait iki farklý yaklaþým dýþýnda son zamanlarda yazýlan bazý eserlerde nezâirin Kur’an’daki eþ anlamlý lafýzlar için de kullanýldýðý görülmektedir (cehennem, nâr, sakar, hutame ve cahîmin ayný mânayý ifade etmesi gibi; bk. Cerrahoðlu, s. 184-185; Süleyman b. Sâlih el-Kar‘âvî, s. 12). Ancak vücûh ve nezâir literatüründe eþ anlamlý kelimelere ait örneklere rastlanmadýðý için bu yaklaþým ulûmü’l-Kur’ân terminolojisi açýsýndan isabetli görülmemiþtir; belki sadece nezâirin lugat anlamýyla böyle bir tanýmdan söz edilebilir (nezâirin eþ anlamlýlýkla bir tutulmasýna yönelik deðerlendirme ve eleþtiriler için bk. Güven, s. 174-175). Kur’an’daki bazý kelimelerin farklý anlamlara geldiði ve bu farklýlýklara dikkat edilmesi gerektiði eskiden beri bilinen bir husustur. Ebü’d-Derdâ’dan mevkuf tariki meþhur olan, ancak zayýf ve merfû tariki de bulunan bir hadiste þöyle denilmektedir: “Kiþi Kur’an için birçok vücûhu göz önünde bulundurmadýkça tam mânasýyla anlayýþ sahibi olamaz” (Mukatil b. Süleyman, neþredenin giriþi, s. 19; Abdürrezzâk esSan‘ânî, XI, 255; Ýbn Abdülber en-Nemerî, II, 45). Hz. Peygamber’in En‘âm sûresinin 82. âyetindeki zulüm kelimesini “þirk” ile tefsir etmesi de (Buhârî, “Tefsîr”, 31, 2) vücûhun sünnetteki dayanaklarýna örnek gösterilebilir. Öte yandan Hz. Ali, Hâricîler’e sözcü olarak gönderdiði Ýbn Abbas’tan, Kur’an’ýn birçok veçhe / mânaya gelme ihtimali bulunduðu için onlara sünnetten delil getirmesini istemiþtir (Süyûtî, II, 122). Âyetlerde geçen lafýzlarýn farklý mânalara gelebileceðine dair tâbiîn âlimlerinden de görüþler aktarýlýr. Meselâ Saîd b. Cübeyr, Kur’an’da af (afv) kelimesinin “baðýþlama, harcamada orta yolu tutma ve ihsanda bulunma” þeklinde üç anlamýnýn bulunduðunu söylemiþtir (a.g.e., II, 138). Vücûh ve nezâir konusu gerek âyetlerde geçen kelimelerin benzerlik ve farklýlýklarýnýn tesbiti, gerekse Kur’an’ýn Kur’an’la tefsiri ve âyetlerin doðru anlaþýlmasý açýsýndan büyük önem taþýr. Vücûh ve nezâir literatürü içinde deðerlendirilebilecek olan bazý eserlerde el-Eþbâh ve’n-ne¾âßir, Me’þtebehet esmâßü142 hû ve ta½arrafet me£ânîhi ve Me’ttefeša laf¾uhû ve’Åtelefe ma£nâhü gibi baþlýklara rastlanabilir. Konuya dair eserlerde ele alýnan kelime sayýsý yanýnda bu kelimelere atfedilen vücûh sayýsýnda da farklýlýklar vardýr. Nitekim Mukatil b. Süleyman 185 kelime tesbit ederken Yahyâ b. Sellâm 115, Ýbnü’l-Cevzî 324, Dâmeganî 531, Hîrî 588 kelime tesbit etmiþtir. Meselâ “emr” kelimesinin Mukatil, Yahyâ ve Hîrî’de on üç, Dâmeganî’de on yedi veçhi belirtilmiþtir. “Hak” kelimesinin vücûh sayýsý Mukatil’de on bir, Dâmeganî’de on iki, Hîrî’de yirmi dokuzdur (Vücûhü’l-Æur ßân, nþr. Fâtýma Yûsuf el-Hýyemî, neþredenin giriþi, s. 18-19). Bu eserlerde kelimelerin sözlük anlamlarý yanýnda âyetlerdeki baðlamlarý da dikkate alýnmýþ, belli baðlamdaki bir lafýzla neyin kastedildiði ve nasýl tefsir edildiði, bir kelimenin hangi mânaya / varlýða tekabül ettiði gösterilmeye çalýþýlmýþ, bu anlamlarýn belirlenmesinde tefsir rivayetlerinin yaný sýra Arap þiirinden de faydalanýlmýþtýr. Bu çerçevede mânalarý müphem bazý Kur’an lafýzlarýnýn tesbiti, meselâ “imrae” veya “mescid” kelimesiyle hangi kadýnýn ya da mescidin kastedildiði gibi vücûh ve nezâirden ziyade mübhemâtü’l-Kur’ân’ýn içinde ele alýnmasý gereken örnekler de verilmiþtir (Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed el-Dâmeganî, I, 68-70; Ýbnü’l-Cevzî, s. 568-569). Vücûh ve nezâirle ilgili eserler büyük ölçüde Mukatil’in görüþlerine dayandýrýlmýþ, bu eserlerde önceleri bir sistem gözetilmezken zamanla (muhtemelen Ebû Hilâl elAskerî’den itibaren) alfabetik sýralamaya geçilmiþtir. Vücûh ve nezâire dair eserler ulûmü’l-Kur’ân’ýn en erken örnekleri arasýnda yer alýr. Ali b. Ebû Talha (ö. 143/760) ve Muhammed b. Sâib el-Kelbî’ye bu alanla ilgili birer eser nisbet edilir (Ýbnü’l-Cevzî, s. 82). Günümüze ulaþan en eski çalýþma ise Mukatil b. Süleyman’a ait olup üç ayrý neþri yapýlmýþtýr (el-Eþbâh ve’n-ne¾âßir, nþr. Abdullah Mahmûd Þehhâte, Kahire 1975, 1994, 2001; el-Vücûh ve’n-nezâir, nþr. Ali Özek, Ýstanbul 1993; el-Vücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æur ßâni’l-Kerîm, nþr. Hâtim Sâlih edDâmin, Dübey 1427/2006). Eser Farsça’ya (trc. Muhammed Rûhânî – Muhammed Alevî Mukaddem, Tahran 1385/2001) ve Türkçe’ye (Kur’an Terimleri Sözlüðü, trc. M. Beþir Eryarsoy, Ýstanbul 2004) tercüme edilmiþtir. Kendi neþrine yazdýðý giriþte (s. 165-179) Þehhâte’nin yayýmladýðý metnin Mukatil’e nisbetini doðru bulmayan, bu metnin Hârûn b. Mûsâ el-Ezdî el-A‘ver’e (ö. 170/786 civarý) ait olduðunu ileri süren Dâmin, kendi yayýmýný eserin Uneyze’de el- Câmiu’l-kebîr el yazmalarý kütüphanesinde bulunan nüshasýna dayandýrmýþtýr. Dâmin’in Þehhâte neþrine yönelik eleþtirisi ayný metni esas alan Ali Özek neþri için de geçerlidir. Her iki neþrin dayandýðý metnin isnadý Ebû Nasr Matrûh b. Muhammed b. Þâkir el-Kudâî el-Mýsrî’ye ulaþýrken Dâmin’in yayýmladýðý nüshanýn râvisi Mukatil’in tefsirini de rivayet eden Ebû Sâlih Hüzeyl b. Habîb’dir. Dâmin, Þehhâte neþrinde eksik sayfalar yüzünden yer verilmeyen yirmi dört lafzýn Hârûn b. Mûsâ’nýn nüshasýnda bulunduðunu, yine muahhar kaynaklarda Mukatil’in eserinin baþýnda yer aldýðý bildirilen (Zerkeþî, I, 193) Kur’an’ýn vücûhuna dair hadisin de Þehhâte neþrinde yer almadýðýný, kendisinin yayýmladýðý nüshada ise mevcut olduðunu belirtmektedir. Mukatil b. Süleyman’ýn eserinden sonra günümüze ulaþan bazý çalýþmalar þunlardýr: Hârûn b. Mûsâ, el-Vücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æurßâni’l-Kerîm (nþr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Baðdat 1409/1988; Ammân 2002); Yahyâ b. Sellâm, et-Te½ârîf: Tefsîrü’l-Æurßân mimme’þtebehet esmâßühû ve ta½arrafet me£ânîh (nþr. Hind Þelebî, Tunus 1400/1980); Müberred, Me’ttefeša laf¾uhû ve’Åtelefe ma£nâhü mine’lÆurßâni’l-mecîd (nþr. Abdülazîz el-Meymenî, Kahire 1350/1931; nþr. Ahmed Muhammed Süleyman Ebû Ra‘d, Küveyt 1409/ 1989; nþr. Muhammed Rýdvân ed-Dâye, Dýmaþk 1411/1991); Hakîm et-Tirmizî, Ta¼½îlü ne¾âßiri’l-Æurßân (nþr. Hüsnî Nasr Zeydân, Kahire 1389/1970); Ebû Hilâl elAskerî, el-Vücûh ve’n-ne¾âßir (nþr. Muhammed Osman, Kahire 1428/2007; nþr. Ahmed es-Seyyid, Beyrut 2010); Ebû Mansûr es-Seâlibî, el-Eþbâh ve’n-ne¾âßir (nþr. Muhammed el-Mýsrî, Beyrut-Kahire 1404/ 1984; Hâtim Sâlih ed-Dâmin son eserin Ýbnü’l-Cevzî’nin MünteÅab adlý çalýþmasýyla ayný olduðunu ileri sürmektedir [Øýnâ£atü’l-maŹû¹i’l-£Arabi’l-Ýslâmî, s. 182]); Ýsmâil b. Ahmed el-Hîrî, Vücûhü’l-Æurßân (nþr. Fâtýma Yûsuf el-Hýyemî, Dýmaþk 1996; nþr. Necef Arþî, Meþhed 1422); Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmeganî, Æåmûsü’l-Æurßân: I½lâ¼u’l-Vücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æurßâni’l-Kerîm (nþr. Abdülazîz Seyyidü’l-ehl, Beyrut 1970) ve elVücûh ve’n-ne¾âßir li-elfâ¾i Kitâbillâhi’l-£azîz (nþr. Muhammed Hasan Ebü’lAzm ez-Zefîtî, Kahire 1992; nþr. Arabî Abdülhamîd Ali, Beyrut 2003 [Esma Çetin bu eser üzerine yüksek lisans tezi hazýrlamýþtýr, 2006, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü]); Hubeyþ et-Tiflîsî, Vücûh-i Æurßân (Far. nþr. Mehdî Muhakkýk, Tahran 1340 hþ./1961); VÜSÛL Ýbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-a£yüni’n-nevâ¾ýr fî £ilmi’l-vücûh ve’n-ne¾âßir (nþr. Seyyide Mihrünnisâ, Haydarâbâd 1394/1974; nþr. Muhammed Abdülkerîm Kâzým er-Râdî, Beyrut 1404/1984; müellif bu eserini MünteÅabü Æurreti £uyûni’n-nevâ¾ýr fi’lvücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æurßâni’l-Kerîm baþ- lýðýyla ihtisar etmiþ [nþr. Muhammed esSeyyid es-Saftâvî – Fuâd Abdülmün‘im Ahmed, Ýskenderiye 1399/1979]), Fehd b. Ýbrâhim b. Abdullah ed-Dâli‘ Ýbnü’l-Cevzî’nin Nüzhe ’si üzerine yüksek lisans tezi hazýrlamýþtýr, 2005, Ýmam Muhammed b. Suûd Üniversitesi, Riyad); Ýbnü’l-Ýmâd elMýsrî, Keþfü’s-serâßir fî ma£ne’l-vücûh ve’l-eþbâh ve’n-ne¾âßir (nþr. Fuâd Abdülmün‘im Ahmed, Ýskenderiye 2004). Amacý ve kapsamý farklý olmakla birlikte bazý modern Kur’an sözlükleri de ayný kelimenin farklý anlamlarýný tekrarlarýyla birlikte gösterecek tarzda hazýrlanmýþtýr. Mýsýr’daki Arap Dil Kurumu’nun yayýmladýðý Mu£cemü elfâ¾i’l-Æurßâni’l-Kerîm (Kahire 1953-1970, 1989) bunlarýn en önemlilerinden biridir (vücûh ve nezâir literatürü için ayrýca bk. Vücûhü’l-Æur ßân, nþr. Necef Arþî, neþredenin giriþi, s. 36-39; Zerkeþî, I, 191-193, neþredenin dipnotu; M. Yûsuf eþ-Þürbacî, XIX/2 [2003], s. 457-462). Vücûh ve nezâir konusunda Süleyman b. Sâlih el-Kar‘âvî (bk. bibl.), Selvâ Muhammed Avvâ (el-Vücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æurßâni’l-Kerîm, Kahire 1419/1998), Mehmet Okuyan (Kur’an’da Vücûh ve Nezâir, Samsun 2001), Þahin Güven (bk. bibl.) ve Ahmed b. Muhammed el-Berîdî – Fehd b. Ýbrâhim b. Abdullah ed-Dâli‘ (Mevsû£atü’lvücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æurßâni’l-Kerîm, http://quranicweb.com/) birer çalýþma yapmýþtýr. BÝBLÝYOGRAFYA : Tehânevî, Keþþâf (Dahrûc), II, 1703; Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-ne¾âßir (nþr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin), Dübey 1427/2006, neþredenin giriþi, s. 19, 77; Yahyâ b. Sellâm, et-Te½ârîf: Tefsîrü’l-Æurßân mimme’þtebehet esmâßühû ve ta½arrafet me£ânîh (nþr. Hind Þelebî), Tunus 1400/ 1980, s. 207-208, ayrýca bk. neþredenin giriþi, s. 10-42; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Mu½annef (nþr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/ 1983, XI, 255; Hakîm et-Tirmizî, Ta¼½îlü ne¾âßiri’l-Æurßân (nþr. Hüsnî Nasr Zeydân), Kahire 1389/ 1970, s. 19-24; Hîrî, Vücûhü’l-Æurßân (nþr. Fâtýma Yûsuf el-Hýyemî), Dýmaþk 1996, neþredenin giriþi, s. 15-19; a.e. (nþr. Necef Arþî), Meþhed 1422, neþredenin giriþi, s. 13-46; Ýbn Abdülber en-Nemerî, Câmi £u beyâni’l-£ilm, Beyrut, ts. (Dârü’lkütübi’l-ilmiyye), II, 45; Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmeganî, el-Vücûh ve’n-ne¾âßir (nþr. M. Hasan Ebü’l-Azm ez-Zefîtî), Kahire 1412/ 1992, I, 68-70; Ýbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-a£yün, s. 81-84, 136-137, 568-569; Zerkeþî, el-Burhân fî £ulûmi’l-Æurßân (nþr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aþlî v.dðr.), Beyrut 1415/1994, I, 190-201; Süyû- tî, el-Ýtšån (Ebü’l-Fazl), II, 121-139; Taþköprizâde, Miftâ¼u’s-sa£âde, II, 415-417; Keþfü’¾-¾unûn, II, 2001; Ýbn Akýle, ez-Ziyâde ve’l-i¼sân fî £ulûmi’l-Æurßân (nþr. M. Safâ Hakký v.dðr.), Þârika 1427/2006, V, 216-249; Ýsmail Cerrahoðlu, Tefsir Usûlü, Ankara 1983, s. 184-185; Süleyman b. Sâlih el-Kar‘âvî, el-Vücûh ve’n-ne¾âßir fi’l-Æurßâni’l-Kerîm: Dirâse muvâzene (doktora tezi, 1407), Câmiatü’l-Ýmâm Muhammed b. Suûd el-Ýslâmiyye, s. 12, 20-21; Hâtim Sâlih ed-Dâmin, “Maptûtât nüsibet ilâ gayri ashâbihâ”, Øýnâ£atü’l-maŹû¹i’l-£Arabi’l-Ýslâmî mine’t-termîm ile’t-teclîd: edDevretü’t-tedrîbiyye’d-devliyye’¦-¦âniye, Dübey 1422/2001, s. 165-191; Þahin Güven, Kur’an’ýn Anlaþýlmasý ve Yorumlanmasýnda Çokanlamlýlýk Sorunu, Ýstanbul 2005, s. 174-175; Mustafa Karagöz, “Vücûh ve Nezâirin Terimleþme Süreci”, Tarihten Günümüze Kur’an Ýlimleri ve Tefsir Usûlü (ed. Bilal Gökkýr v.dðr.), Ýstanbul 2009, s. 441-475; M. Yûsuf eþ-Þürbacî, “.Ýlmü’l-vücûh ve’n-nezâ,ir fi’l-Kur,âni’l-Kerîm ve eþeruhû fi’ttefsîr ve’l-keþf .an i.câzi’l-Kur,ân”, Mecelletü Câmi £ati Dýmaþš, XIX/2, Dýmaþk 2003, s. 455-491. ÿMehmet Suat Mertoðlu – — VÜHEYB b. HÂLÝD ( !"#$ ) Ebû Bekr Vüheyb b. Hâlid b. Aclân el-Basrî (ö. 165/781) ˜ Muhaddis. ™ 107 (725-26) yýlýnda doðdu. Bâhile kabilesinin mevâlîsindendir. Kerâbîsî nisbesiyle de anýlmasý pamuklu kumaþ ticaretiyle uðraþtýðýný göstermektedir. Eyyûb esSahtiyânî, Mansûr b. Mu‘temir, Ebû Hâzim Seleme b. Dînâr, Humeyd et-Tavîl, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Ca‘fer es-Sâdýk, Ýbn Cüreyc gibi hocalardan hadis tahsil etti. Hocalarý arasýnda Medineliler’in çok oluþu dikkat çekmektedir. Mâlik b. Enes’ten cerh ve ta‘dîl konusunda faydalandý ve ricâl alanýnda akranlarýnýn en önde geleni oldu. Basra’da Þu‘be b. Haccâc’dan sonra en büyük ricâl âlimi diye nitelenmesi bunu göstermektedir. Bazý râviler hakkýnda yaptýðý deðerlendirmeler Hammâd b. Seleme gibi çaðdaþlarý tarafýndan eleþtirilmiþse de ileriki yüzyýllarda ricâl âlimleri Vüheyb’i haklý bulmuþtur (Zehebî, A£lâmü’n-nübelâß, VIII, 224). Kendisinden Abdullah b. Mübârek, Ýbn Uleyye, Abdurrahman b. Mehdî, Affân b. Müslim, Süleyman b. Harb, Ebü’l-Velîd et-Tayâlisî, Ýbn Âiþe, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî ve Ebû Seleme etTebûzekî gibi isimler hadis rivayetinde bulundu. Bilinmeyen bir sebeple bir dönem hapse atýldý. Hapiste olduðu günlerde (Ýbn Sa‘d, VII, 287) veya ömrünün sonlarýnda (Ýbn Ebû Hâtim, IX, 35) görme duyusunu kaybetti; ancak güçlü hâfýzasý ve ezberin- den rivayet edebilmesi sayesinde hadis imlâ etmeyi sürdürdü. Kütüb-i Sitte’de rivayetleri yer alan Vüheyb b. Hâlid henüz elli sekiz yaþýnda iken ve akranlarýna göre erken vefat etmesine raðmen Ýbn Uleyye, Abdülvâris b. Saîd ve Yezîd b. Zürey‘ ile birlikte Basra’nýn dört büyük hadis hâfýzýndan biri kabul edilmiþ, bu dört ismin de hadisleri mâna ile deðil lafýzlarýyla rivayete önem verdiði bildirilmiþtir (Zehebî, A£lâmü’n-nübelâß, VIII, 224). Vüheyb, hadis ve fýkýh bilgisi açýsýndan Basra’nýn önde gelen simalarýndan Hammâd b. Zeyd ile kýyaslanmýþ, özellikle Medineli hocalardan hadis rivayeti hususunda onun halefi sayýlmýþtýr (Mizzî, XXXI, 167). Hadis münekkidleri Vüheyb hakkýnda genelde olumlu deðerlendirmeler yapmýþtýr. Abdurrahman b. Mehdî, kendi dönemindeki âlimler arasýnda hadisi ve ricâli en iyi bilen kiþinin Vüheyb olduðunu söylemiþ ve onu Ýbn Uleyye’ye tercih etmiþtir (a.g.e., XXXI, 166). Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Vüheyb’den övgü ile söz etmesine raðmen ihtilâf etmeleri durumunda Ýbn Uleyye ve Yezîd b. Zürey‘in Vüheyb’e tercih edilebileceðini belirtmiþ, Ahmed b. Hanbel ise bu konuda Abdurrahman b. Mehdî’nin görüþüne katýlmýþtýr. Yahyâ b. Maîn, Vüheyb’i Basralý hadis hocalarýnýn en güvenilir olanlarý arasýnda saymýþ, Ýbn Sa‘d sika, kesîrü’l-hadîs ve hüccet kabul edildiðini bildirmiþ, Ýbn Ebû Hâtim de onun zayýf râvilerden neredeyse hiç hadis almadýðýna iþaret etmiþtir (el-Cer¼ ve’t-ta£dîl, IX, 35). Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Vüheyb’in sika olmasýna raðmen ömrünün sonlarýna doðru hâfýzasýnýn zayýfladýðýný ileri sürmüþse de (Ýbn Hacer, XI, 170) bu görüþe itibar edilmemiþtir. BÝBLÝYOGRAFYA : Ýbn Sa‘d, e¹-ªabašåt, VII, 287; Buhârî, et-TârîÅu’l-kebîr, VIII, 177; Ýbn Ebû Hâtim, el-Cer¼ ve’tta£dîl, IX, 34-35; Mizzî, Teh×îbü’l-Kemâl, XXXI, 164-168; Zehebî, A£lâmü’n-nübelâß, VIII, 223226; a.mlf., Te×kiretü’l-¼uffâ¾, I, 235, 236; Ýbn Hacer, Teh×îbü’t-Teh×îb, XI, 169-170. ÿAyhan Tekineþ – — VÜSÛL ( % & ) א ˜ Sâlikin Hakk’a ulaþmasý anlamýnda bir tasavvuf terimi. ™ Sözlükte “ulaþmak, eriþmek, sevdiðine kavuþmak”, manasýndaki vüsûl kelimesi “ayrýlmak” anlamýndaki fasl, firkat ve hicrân kelimelerinin karþýtýdýr; ayrýca ayný kökten gelen vasl, vuslat, visâl, ittisâl 143