tc ankara ünđversđtesđ sosyal bđlđmler enstđtüsü sđyaset bđlđmđ

advertisement
T.C
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SĐYASET BĐLĐMĐ VE KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI
KENT VE ÇEVRE BĐLĐMLERĐ DALI
ÇEVRE- SAĞLIK ĐLĐŞKĐSĐ EKSENĐNDE TIBBĐ ATIK YÖNETĐMĐ
Doktora Tezi
Demet DOĞAN CANSARAN
Ankara, Ocak 2010
T.C
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SĐYASET BĐLĐMĐ VE KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI
KENT VE ÇEVRE BĐLĐMLERĐ DALI
ÇEVRE- SAĞLIK ĐLĐŞKĐSĐ EKSENĐNDE TIBBĐ ATIK YÖNETĐMĐ
Doktora Tezi
Demet DOĞAN CANSARAN
Danışman
Doç. Dr. Aykut Namık ÇOBAN
Ankara, Ocak 2010
T.C
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
SĐYASET BĐLĐMĐ VE KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI
KENT VE ÇEVRE BĐLĐMLERĐ DALI
ÇEVRE- SAĞLIK ĐLĐŞKĐSĐ EKSENĐNDE TIBBĐ ATIK YÖNETĐMĐ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı :
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
Đmzası
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
ĐÇĐNDEKĐLER
I
KISALTMALAR
V
TABLOLAR
VI
GĐRĐŞ
1
1. Tezin Konusu ve Önemi
6
2. Tezin Varsayımları ve Amaçları
6
3. Yöntem
7
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
ÇEVRE SAĞLIĞI: Kuram ve Uygulama
1. Çevre- Sağlık Kavramları Đlişkisinin Kurulması
8
1.1. Çevre Kavramı
10
1.2. Çevre Kirliliği ve Sağlık
11
1.3. Çevre Hakkı ve Sağlık
17
1.4. Sağlık Kavramı ve Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri
20
1.5. Sağlık ve Çevre Đlişkisinin Kurulması
22
2. Çevre Sağlığı ve Halk Sağlığı
23
2.1. Çevre Sağlığı Kavramı
26
2.2. Çevre Sağlığının Đlkeleri
30
2.3. Çevre Sağlığı Đle Uğraşan Uluslararası Örgütlenmeler
26
2.3.1. CIEH ( Chartered Institute of Environmental Health)
30
2.3.2. Uluslararası Çevre Sağlığı Federasyonu
31
2.3.3. Gıda ve Tarım Örgütü
31
2.3.4. Dünya Sağlık Örgütü
31
2.3.5. Birleşmiş Milletler Çevre Programı
32
I
2.4. Halk Sağlığı Kavramı
33
2.5. Halk Sağlığının Đlkeleri
39
2.6. Devletin Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Alanındaki Etkinliğinin Artırılması
41
3. Türkiye’nin Çevre Sağlığı Örgütlenmesi
41
3.1. Merkezi Düzeyde Örgütlenme
41
3.2. Yerel Düzeyde Örgütlenme
46
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
TIBBĐ ATIKLAR VE SÜRDÜRÜLEBĐLĐRLĐK
1. Tıbbi Atık Kavramı
50
1.1. Tıbbi Atık Tanımı ve Sınıflandırılması
50
1.2. Tıbbi Atık Kaynakları
53
1.3.Tıbbi Atık Üretimi
54
1.4. Tıbbi Atıkların Çevre ve Halk Sağlığı Üzerine Etkileri
56
1.4.1. Tıbbi Atıklar ve Halk Sağlığı
57
1.4.1.1. Tehlike Türleri
59
1.4.1.2. Tıbbi Atıkların Halk Sağlığına Olan Etkileri
61
1.4.2. Tıbbi Atıkların Çevre Sağlığına Olan Etkileri
61
1.4.2.1. Toprağa Etkileri
62
1.4.2.2. Suya Etkileri
63
1.4.2.3. Havaya Etkileri
64
1.4.2.4. Biyoçeşitliliğe Etkileri
65
1.5. Tıbbi Atıkların Ortadan Kaldırılması ( Bertaraf Edilme) Yöntemleri
2. Sürdürülebilirlik Kavramı
77
81
2.1. Sürdürülebilir Kalkınma Đlkeleri
83
2.2. Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre- Sağlık Etkileşimi
89
2.3. Sürdürülebilir Kalkınma ve Tıbbi Atıklar
95
II
3. Tıbbi Atıklarla Đlgili Hukuki Düzenlemeler
95
3.1. Türkiye’de Tıbbi Atıklarla Đlgili Mevzuat
95
3.1.1. Anayasa
97
3.1.2. Çevre Yasası
98
3.1.3. Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
99
3.1.4. Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
99
3.1.5. Radyoaktif Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
99
3.1.6. Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
100
4. Türkiye’de ve Dünya’da Uygulamayı Etkileyen Diğer Temel Düzenlemeler
107
4.1. AB Uygulamaları
107
4.2. Gündem 21
108
4.3. UÇEP
109
4.4. Dünya’dan Tıbbi Atık Mevzuatı Örnekleri
111
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KIRIKKALE DEVLET HASTANESĐ ÇALIŞANLARININ TIBBĐ ATIKLARIN
TOPLANMASI
VE
YOK
DAVRANIŞLARININ
EDĐLMESĐNE
ĐLĐŞKĐN
DEĞERLENDĐRĐLMESĐNE
BĐLGĐ,
TUTUM
YÖNELĐK
VE
ALAN
ARAŞTIRMASI
1. Araştırmanın Yöntemi
120
1.1.Araştırmanın Deseni
120
1.2.Evren ve Örneklem
120
1.3.Veri Toplama Araç ve Teknikleri
121
1.4.Verilerin Toplanması
121
1.5.Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumu
121
2. Bulgular
122
2.1.Hastaneye Đlişkin Veriler
122
III
2.2. Araştırma Problemine Đlişkin Sonuçlar
122
2.2.1. Personelin görev, eğitim, cinsiyet, yaş durumlarının değerlendirilmesi
2.2.2. Personelin tıbbi atıkların oluşturduğu sağlık riskleri konusundaki
tutumlarının değerlendirilmesi
2.2.3. Personelin tıbbi atıklar konusundaki aldıkları eğitimin değerlendirilmesi
2.2.4. Personelin hastane tıbbi atık uygulamaları konusundaki düşüncelerinin
değerlendirilmesi
2.2.5. Personelin yönetmelik hükümlerini bilme düzeylerinin değerlendirilmesi
2.2.6. Hastane atıklarının taşınması ve sorumluların denetlenmesi durumunun
değerlendirilmesi
3. Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi
147
SONUÇ VE DEĞERLENDĐRME
149
ÖZET
156
KAYNAKÇA
157
EKLER
158
IV
KISALTMALAR
AB
( Avrupa Birliği)
ABD (Amerika Birleşik Devletleri )
CIEH (Chartered Institute of Environmental Health)
CDC (Centers for Disease Control)
ÇK
(Çevre Kanunu)
EPA
(Enviromental Protection Agency)
OSHA (Occupational Safety and Health Administration)
TC
( Türkiye Cumhuriyeti)
UÇEP (Ulusal Çevre Eylem Planı)
WHO (Dünya Sağlık Örgütü)
V
TABLOLAR
Tablo 1. Çeşitli Sağlık Sorunlarına Uygulanabilecek Halk Sağlığı Fonksiyonları
42
Tablo 2. Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini Değerlendirmede Kullanılabilecek Olan
Sosyal Göstergeler
93
Tablo3. Türkiye’de tıbbi atıkların yönetimi
105
Tablo 4. Araştırma kapsamındaki personelin görevlerine göre dağılımı
122
Tablo 5. Araştırma kapsamındaki personelin eğitim durumlarına göre dağılımları
123
Tablo 6. Araştırmaya katılan personelin cinsiyete göre dağılımları
124
Tablo 7. Personelin eğitim durumları ve cinsiyetlerine göre dağılımları
Tablo 8. Araştırma kapsamındaki personelin yaşlarına göre dağılımları
125
126
Tablo 8. Personelin tıbbi atıkların insan sağlığına yönelik etkilerinden korunma
durumları
127
Tablo 10. Meslek gruplarının tıbbi atıkların insan sağlığına yönelik etkilerinden korunma
durumları
127
Tablo 11. Personelin tıbbi atıkların sağlık risklerine maruz kalma sıklığı
128
Tablo 12. Meslek gruplarına göre tıbbi atık risklerine maruz kalma sıklığı
Tablo 13. Personelin hastanedeki tıbbi atık uygulamalarını yeterli bulma durumları
129
130
Tablo 14. Personelin hastanedeki tıbbi atıkların toplanması uygulamalarını yeterli bulma
durumları
130
Tablo 15. Personelin tıbbi atıklarla ilgili eğitim alma durumları
131
Tablo 16. Personelin görevlerine göre tıbbı atıklar ile ilgili eğitim alma durumları
Tablo 17. Personelin tıbbi atıklarla ilgili aldıkları eğitimi yeterli bulma durumları
132
132
Tablo 18. Personelin hastane tıbbi atık sorumlusuna ilişkin düşünceleri
133
Tablo 19. Personelin tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması ve bertaraf
edilmesine verdikleri önemin derecelendirilmesi
134
Tablo 20. Personelin tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı toplanması ve bertaraf edilmesine
verdikleri önemin nedenleri
135
Tablo 21. Personelin hastanenin her bölümündeki tıbbi atıkların ayrımının doğru ve
güvenilir yapılıp yapılmaması konusundaki düşünceleri
136
Tablo 22. Personelin evsel atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
136
Tablo 23. Doktor ve hemşirelerin evsel atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
Tablo 24. Personelin tıbbi atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
137
137
Tablo 25. Doktor ve hemşirelerin tıbbi atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
Tablo 26. Personelin radyoaktif atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
138
139
VI
Tablo 27. Doktor ve hemşirelerin radyoaktif atıkların koyulduğu poşetleri bilme
düzeyleri
Tablo 28. Personelin kesici-delici atıkların nerede biriktirildiğini bilme düzeyleri
139
139
Tablo 29. Personelin poşetlerdeki atıkların toplandığı yerle ilgili düşünceleri
140
Tablo 30. Personelin tıbbi atıkların hastane bölümleri arasında toplanması, taşınması ve
depolanması işlerini kimin yaptığını bilme düzeyi
140
Tablo 31. Atık toplama ve taşıma sorumlularının başka sorumlulukları bulunup
bulunmadığının tespiti
141
Tablo 32. Atık toplama ve taşıma sorumlularının denetlenme sıklıkları
142
Tablo 33. Atık toplama ve taşıma sorumlularının değişme sıklığı
143
Tablo 34. Atık toplama ve taşıma görevlilerin eğitime alınma durumları
144
Tablo 35. Atık toplama ve taşıma personelinin özel elbise giyme durumları
144
Tablo 36. Tıbbi atıkların taşıyan kuruluşun tespiti
145
Tablo 37. Tıbbi atıkların belediye ekiplerince düzenli alınma durumlarının tespiti
145
VII
GĐRĐŞ
Yaşam, gereksinimleri karşılama ve onları farklılaştırma sürecidir. Đnsanoğlu yaşamı
boyunca gereksinimlerinin karşılanması için bir savaşım vermiş ve bunun için yaşadığı
çevre ile sürekli etkileşimde bulunmuştur. Bu etkileşim öncelikle yaşamsal anlamda
gereksinimlerinin karşılanması yönünde sürmektedir. Bu gereksinimlerin en temel olanları
temiz solunabilir hava, sağlıklı içilebilir su, yenilebilir ve kaliteli besin sağlama,
korunulabilecek ve barınılabilecek konuttur.
Đnsanların bu gereksinimlerinin sağlıklı ve dengeli bir biçimde karşılanamaması
sonucu çevre sağlığı sorunları oluşmaktadır. Çevre sorunlarının ağırlaşması ise kentleşme ve
sanayileşme süreci ile yakından ilgilidir. Bu süreçlerle birlikte dünya devletlerinin en çok
üzerinde durdukları konulardan biri de çevre olmuştur. Çevre, çevre sorunları ve çevre
sağlığı konuları ulusal boyutu aşıp uluslararası boyutta tartışılan çözüm aranılan sorunlar
olarak karşımıza çıkmıştır. Özellikle hızlı nüfus artışı ile koşut olarak çevre koşulları hızla
sağlığı tehdit eden bir durum içerisine girmiş ve kişilerin sağlık durumları yaşadıkları
çevreye göre de değişebilmiştir. Bu durum temiz su, güvenli gıda sağlanmasının,
barınakların iyileştirilmesinin, sağlığın korunması ve geliştirilmesinde ne kadar önemli
olduğunu göstermiştir. Burada çevre sağlığı konusu incelenirken dışlanmaması gereken
diğer bir kavram da atıklar sorunudur.
Yaşamın doğal ve kaçınılmaz sonucu olan atıklar ve atıkların yönetimi, toplumların
yıllardır gözden uzak olsun anlayışı ile davrandıkları konuların başında gelmiş; ancak
insanlık bu atıkların doğal dengeyi bozacağını düşünmemiştir. Nüfus artışı, teknolojik
gelişme, sanayileşme, kentleşme, hızla artan ve farklılaşan tüketim ile ortaya çıkan atıklar,
çevre ve insan sağlığına olumsuz etkileri ile günümüzün önemli çevre sorunlarından biri
olmaktadır.
Atık yönetimi, sistemli bir yaklaşımla ele alınması gereken bir konudur. Burada
önemli olan atık yönetiminin oluşum, toplama, işleme ve uzaklaştırma gibi temel ögeler
yanında, çevre koruma, kaynakların korunması ve verimlilik artışı gibi konularla bütünlülük
içinde ele alınmasıdır. Yani, atıkların sadece insan çevresinden uzaklaştırılması değil, çevre
ve insan sağlığının korunarak geliştirilmesiyle birlikte ekonomik kalkınmanın sağlanmasına
da katkı sağlamasıdır.
1
Çevreye sorumsuzca bırakılan atıklar, insana fiziksel zararlar verebilmektedir.
Yetersiz atık yönetimi uygulamalarındaki yanlışlık, çevre ve insan sağlığı arasındaki ilişki,
kalkınmakta olan ülkelerde açıkça gözlemlenmektedir.
Sağlıklı olmanın temel koşullarından birisi de sağlıklı bir çevredir. Tıbbi atkılar atık
döngüsü içinde üretildikleri andan son uzaklaştırma aşamasına kadar, çevre ve insan ile
doğrudan ya da dolaylı etkileşim içerisindedir. Dolayısıyla da insan ve çevre sağlığını
olumsuz etkileyebilen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu sorun ile ilgili şimdiye kadar Türkiye’de çok ayrıntılı çalışmalar yapılmamış
olması nedeniyle de çevre sağlığı-tıbbi atık yönetimi ilişkisinin kurulmasına gereksinim
duyulmuştur. Bu tezde, çevre sağlığı-tıbbi atık yönetimi ilişkisi araştırılmaktadır.
Tıbbi atıklarla ilgili bu araştırmanın kuramsal çerçevesi, çevre sağlığı konusundaki
literatüre dayanmaktadır. Ayrıca, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili kuramsal tartışmalar ile
beslenecektir. Dünya Sağlık Örgütü Çevre Sağlığı Eksperler Komitesinin yaptığı
tanımlamaya göre çevre sağlığı, “Đnsanın fiziksel çevresinde bulunan ve onun fiziksel, ruhsal
ve sosyal durumuna etki yapan ve yapabilecek bütün koşulların iyileştirilmesi
çalışmalarıdır” (Benli, 1997: 7).
Buna göre çevre sağlığının belirleyici ögesi, bozulan koşulların insan yaşamına zarar
vermesi veya verebilecek olmasıdır. Sınırı da insan yaşamının çevresi olup, hedef ise insanın
varoluşunu etkileyen koşulların iyileştirilmesinin sağlanmasıdır.
Yaşamın kendisi sürekli çevresel etmenlerin etkisi altında bulunmaktadır. Bu
etkileşimler insan sağlığı üzerinde olumlu olumsuz akut-kronik özellik taşımaktadır. Çevre
sağlığı sorunları ve çevre sağlığı alanına giren koşullar her zaman tartışılmış ve
tartışılmaktadır. Ama genelde çevre sağlığının alt dalları olarak nitelendirilebilecek konular
arasında su kirliliği, hava kirliliği, gürültü kirliliği, çöp ve atıklar, endüstri hijyeni,
kazalardan korunma vb. yer almaktadır.
Çevre sorunlarının sınır tanımazlığı, neredeyse tüm alanları kaplaması, bu konuda
çok sayıda kurum ve kuruluşun kent alanlarına giren konularda çevre ile ilgili sorumluluk ve
yetkiler üstlenmesine neden olmuştur. Çevre sorunlarının belli bir boyuta ulaşarak sorun
olması yasal düzenlemeler ile beraber etkili bir örgütlenmeyi de zorunlu kılmıştır.
Türkiye’de pek çok kurum ve kuruluşun çevre sağlığı görevleri bulunmasına rağmen
Türkiye’nin çevre sağlığı örgütlenmesinin temel aktörleri merkezi düzeyde Çevre ve Orman
Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı, yerel düzeyde ise Belediyelerdir.
2
Bu çalışmada, incelenmeye çalışılmış asıl nokta da çevre sağlığını önemli ölçüde
tehdit eden bir öge olarak karşımıza çıkan tıbbi atıklardır. Tıbbi atıklar da su kirliliği, hava
kirliliği gibi çevre sağlığı deyince ilk akla gelen konulardan biri olmalıdır. Çünkü atıklar atık
döngüsü içinde, üretildikleri andan son uzaklaştırma aşamasına kadar çevre ve insanla
doğrudan veya dolaylı etkileşim içerisindedir. Ancak bu etkileşim yani tıbbi atıkların doğal
dengeyi bozabilecek kadar etkili olduğu gerçeği uzun süre düşünülmemiştir.
Atıkların önemli bir kısmı, katı atık şeklindedir. Gelişmiş ülkeler, önceki yıllarda
tehlikeli katı atıklarından onları başka ülkelere göndererek kurtuluyorlardı, ancak bu
uygulamalar çevre bilincinin artması, çevreci grupları baskıları ile son bulmuş ve atık
bertaraf yöntemleri geliştirilmiştir (Yakma, düzenli depolama)
Son yıllarda çevre sağlığı konusunda bilincin arttığını görüyoruz. Đnsan ve çevre
sağlığının önem kazanması, toplum baskısı tıbbi atık yönetimi konusunda her ülkede bir
tartışma zemini oluşturmuştur. Bu tartışma zeminin yaşandığı ve tıbbi atık yönetimi
bakımından başarılı politika ve uygulamaların ortaya çıktığı ABD örneğini verebiliriz.
Amerika’da tıbbi atıklarla ilgili ilk tartışmalar okyanus kıyısına vuran çok sayıdaki
enjektör nedeniyle Amerikan Kongresi’nin teknik değerlendirme çalışmaları ile başlamıştır
(Güler ve Çobanoğlu, 1994: 5). Amerika’da tıbbi atık yönetimindeki politika ve uygulamalar
Dünya Sağlık Örgütü’nün önerileriyle koşutluk gösterir. Atıkların çevreye zarar vermeden
ayrı ayrı toplanması, geçici depolanması, geri kazanılması, taşınması, nihai olarak ortadan
kaldırılmasının sağlanmasına yönelik idari, teknik ve hukuki esasları içerir. Eyaletler
arasında farklılıklar vardır. Çünkü her eyaletin bir tıbbi atık yönetmeliği vardır.
Tıbbi atıklar, atıklar içerisinde özel atık durumundadır. Çünkü bu atıklar konutlardan
ve bazı kuruluşlardan çıkan atıklara göre daha tehlikeli özelliğe sahiptir. Örneğin tıbbi
atıklar içerisinde bulunan kullanılmış enjektörler, eğer steril edilmeden bertaraf edilirse
AIDS, sarılık gibi kan yoluyla bulaşan tehlikeli hastalıkların yayılmasında etkin rol
oynamaları nedeniyle son derece tehlikeli atıklardır. Dünyada bu gibi hastalıklara yakalanan
kişi sayısına bakılırsa tehlikenin boyutu ve önlem almanın gerekliliği daha iyi anlaşılabilir.
Gelişmiş ülkelerde kullanılmış enjektörlerin plastik imha fırınlarında yakılması yada
otoklavlanarak steril edilmesi zorunluluğu vardır. Ülkemizde de aynı zorunluluk olmasına
rağmen kullanılan plastik enjektörler ve diğer enfekte atıklar sterilize edilmeden çöp
alanlarına gelişi güzel döküldüğünü gösteren örneklere de rastlanması üzücü bir durumdur.
Bu şekilde depolanan tıbbi atıklardan yayılan sızıntı suları enfeksiyon hastalıklarının
yayılmasına neden olabileceğinden çevre sağlığı açısından tehlike yaratmaktadır.
3
ABD’de yaşanmış olan okyanus kıyısına vuran enjektörler olayı Türkiye’de de
birkaç kez görülmüştür. Tıbbi atıkların çöp alanlarına gelişi güzel dökülmesinin en çarpıcı
örneği Zonguldak’ın Kozlu sahilidir. Kozlu Beldesi’nde çocukların iğneler, şırıngalar, serum
şişeleri, tahlil tüpleri ve ilaç şişeleri ile dolu sahilden denize girmesi ve bölgenin halka açık
olması tıbbi atıkların doğrudan çevre sağlığını tehdit ettiğinin bir göstergesidir. Tüm
tepkilere rağmen, bu beldedeki deniz kıyısında bulunan katı atık sahası yirmi yıldır “vahşi
depolama” alanı olarak kullanılmaktadır (www.nethaber.com, 17.04.2009).
Atıkların kaynağında toplanması, taşınması, depolanması ve ortadan kaldırılması
çevre sağlığının korunması açısından büyük öneme sahiptir. Bu çerçevede, ülkemizde, tıbbi
atıklar ile ilgili ilk yönetmelik 1993 yılında çıkarılmıştır. AB uyum sürecinin bir gerekliliği
olarak 2005 yılında yeni bir yönetmelik çıkarılmıştır.
Türkiye’de tıbbi atıkların üretiminden toplanması, depolanması, taşınması, ortadan
kaldırlmasına kadar geçen aşamalarda kurum ve kuruluşlara düşen görev yetki ve
yükümlülükler 22.07.2005 gün ve 25883 sayılı RG’de yayınlanan Tıbbi Atık Kontrolü
Yönetmeliği’nde bulabiliriz. Yönetmeliğe göre atıkların en aza indirilmesi esastır. Atıkların
karıştırılmaması ve ayrı ayrı yerlerde depolanması gerekmektedir. Yönetmelikte evsel
atıklar, tıbbi atıklar, tehlikeli atıklar ve radyoaktif atıklar sınıflandırılmıştır. Tıbbi atıklar
enfeksiyoz atıklar, patalojik atıklar, kesici-delici atıklar olarak kendi içinde ayrılmaktadır.
Bu yönetmelik aşağıda daha ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır.
Tıbbi atık yönetiminin amacı atığın oluşumundan, ortadan kaldırılmasına kadar risk
altındaki insanların sağlığını ve çevreyi atıkların tehlikeli ve hastalık yapıcı etkilerinde
korumaktır. Bu yönetmelikle sağlık kuruluşlarına, belediyelere, Çevre ve Orman bakanlığına
ve
valilikleri
çeşitli
sorumluluklar
verilmiştir.
Bunlar
tıbbi
atık
yönetiminin
oluşturulmasında baş aktörlerdir.
Tıbbi atık yönetmeliğimiz genel olarak AB direktifleri ile uyumludur. Türkiye’de
diğer konularda olduğu gibi tıbbi atık konusunda mevzuat yeterli sayılabilir, uygulamada ise
güçlükler vardır.
Türkiye’de tıbbi atık yönetimiyle ilgili önlemler içeren ama uygulama şansı
bulamamış belgeler arasında Gündem 21 ve UÇEP’i sayabiliriz. Gündem 21 de yer alan
1990 lı yıllardan 2000 li yıllara kadar uzanan dönemde ve devamında çevre ve ekonomiyi
etkileyen tüm alanlarda hükümetlerin, kalkınma örgütlerinin, BM kuruluşlarının ve bağımsız
sektörlerin ele alması gereken faaliyetlerden birisi de atık konusudur. Bu konuda “tüm
4
ülkeler 2000 yılına kadar atık arıtımı ve atıkların bertaraf edilmesi için kalite kriterlerini,
hedef ve standartlarını belirleyecek, sanayileşmiş ülkeler 1995 yılı itibariyle gelişme
yolundaki ülkeler ise 2005 yılı itibariyle tüm atık su ve katı atıklarının en az yüzde ellisini
arıtacaklar ve 2025 yılı itibariyle tüm ülkeler kanalizasyon, atık su ve katı atıklarını ulusal ya
da uluslar arası kalite kriterleri ile uyumlu bir şekilde bertaraf edeceklerdir.” der. (TC Çevre
ve Orman Bakanlığı UNCED Raporu, 1993: 54)
Burada belirtilen, ortaya çıkan atıkları en aza indirmek ve atıkları tekrar kullanmak,
güvenli bir şekilde toplayıp arıtmak için ulusal planlara ihtiyaç vardır. Atık kontrol
programlarının yerel yönetimler, iş çevreleri, gönüllü kuruluşlar ve tüketici grupları ile
işbirliği halinde geliştirilmesi olduğu vurgulanmıştır.
UÇEP’in atık yönetim eylemleri ise, politikalar, örgütlenme, yasal düzenlemeler,
ekonomik ve mali önlemler, eğitim ve öğretim, katılım ve teknikler gibi konuları kapsar.
Atık yönetimi ekonomik, sosyal, çevresel yönleriyle gerçekleştirilmek istenen
sürdürülebilir kalkınmamın önemli bir parçasıdır. Sürdürülebilir kalkınma bakımından iki
önemli etkiye sahiptir. Birincisi, oluşan atıklar, kaynakların ne derece etkin ya da verimli
kullanıldığının bir göstergesidir. Đkincisi ise, atıkların çevreye ve insan sağlığına zarar
vermeyecek biçimde uzaklaştırılmasıdır. Yani sürdürülebilir kalkınma ilkeleri ile atıkların
en aza indirilmesi ve oluşmuş olan atıkların ise çevresel zararlarının en aza indirilmesi
sağlanmaya çalışılır. Böylece hem bugünkü hem de gelecek kuşakların korunması
amaçlanır.
Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için üretim ve tüketim temel gereksinimlere
göre belirlenmeli, enerji kullanımında yenilenebilen kaynaklara yönelinmeli, doğal kaynak
ve çevreye zarar vermeyen teknolojiler geliştirilmeli, ekolojik ve türler çeşitliliğinin yok
edilmesi süreci durdurulmalıdır (Mengi ve Algan, 2003: 4)
Yine sürdürülebilir gelişme, gelişmekte olan ülkeler için ekonomik ve sosyal
gelişmeleri gerçekleştirirken çevreyi ve doğal kaynakları korumayı ifade ederken
sanayileşen ülkeler için de çevre değerlerine sahip çıkmak çevreyi korumak anlamına
gelmektedir (Mengi ve Algan, 2003: 5)
Bu çalışmada alan araştırması kapsamında, Kırıkkale Devlet Hastanesi çalışanlarının
tıbbi atıklar konusunda bilgi, tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi ve sorunların
saptanmasına yönelik bir alan araştırması yapılmıştır. Daha önce çevre sağlığını doğrudan
5
etkileyen tıbbi atıklar konusunda kapsamlı çalışmalara rastlanmamış olması araştırmacıyı bu
konuyu alan araştırması yöntemiyle inceleme zorunluluğuna yöneltmiştir.
1. Tezin Konusu ve Önemi
Bu çalışmada çevre sağlığı tıbbi atık ilişkisi kurularak, sürdürülebilir bir tıbbi atık
yönetimi oluşturulmasıyla ilgili sorunlar incelenmektedir. Çalışma çevre sağlığı, tıbbi
atıkların çevre sağlığına etkileri ve sürdürülebilir bir tıbbi atık yönetiminin oluşturulması
olmak üzere üç boyutta ele alınmıştır.
Çalışmayı yönlendirecek olan Türkiye’deki mevzuat ve uygulamalar olacaktır.
Karşılaştırma alanı olarak AB uyum sürecinin gereklilikleri ele alınacaktır.
Sağlıklı olmanın temel koşullarından birisi de sağlıklı çevredir. Sağlıklı çevreye
ulaşmak ise çevre sorunlarıyla ilgili ciddi önlemler almayı gerekli kılar. Anayasanın 56.
maddesi “ Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” şeklindedir. Bu
madde aynı zamanda sağlıklı çevre için kişi, kurum ve kuruluşların ödevlerinin olduğunu da
ifade eder.
Ülkemizde tıbbi atıkların çevre ve insan sağlığı için ciddi tehlikeler oluşturduğu bir
gerçektir. Bu nedenle çevre sağlığını doğrudan etkileyen bir öge olan tıbbi atıkların sadece
insan çevresinden uzaklaştırılmasını öngören anlayışın değişmesi gerekmektedir.
Türkiye’de tıbbi atıkların sahile vuracak kadar insan ve çevre ile iç içe olduğu
düşünülürse bu tezin yapılmasının gerekliliği ve önemi daha iyi kavranabilir. Yine konuyla
ilgili ulaşılan Türkçe kaynak sayısının çok fazla olmaması, akademik olarak boş bir alan
olduğunun işaretidir. Tezin böyle bir boşluğu doldurmaya dönük katkısının olması
hedeflenmektedir.
2. Tezin Varsayımları ve Amaçları
Bu çalışma
-Đlgili mevzuatın incelenerek var olan durumun değerlendirilmesini,
-Sürdürülebilirlik tartışması ekseninde tıbbi atık-çevre sağlığı ilişkisini araştırmayı,
-Bu ilişkiyi saptamak üzere konuyla ilgili bir alan araştırması yapılarak uygulamayı
belirlemeyi,
-Gelişmekte olan diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de güvenli su ve gıda
sağlanması gibi temel halk sağlığı alanında bile sorunların var olduğunu, tıbbi atık yönetimi
6
uygulamalarının yetersiz olduğunu ve çevre sağlığı konularına daha fazla özen gösterilmesi
gerektiğini vurgulamayı,
-Güvenilir kaynaklardan geçerliliği olan sonuçlara ulaşmaya çalışarak, araştırmacının
kendisinin ve
yararlanmak isteyenlerin bilgilenebileceği
bir kaynak oluşturmayı
amaçlamaktadır.
Ayrıca çevre sağlığı konularına duyarlı olacak kesimin yalnızca sağlıkçılar ve
çevreciler olmadığını vurgulamak, çevre sorunları ile başa çıkabilmek ve çevreyi
geliştirebilmek bir ülkedeki tüm kişi ve kurumların işbirliği ile mümkün olabilecektir. Yani
etkin bir toplum katılımı şarttır.
Bu çalışma şu denenceler ışığında sürdürülecektir,
-
Çevre sağlığı ile tıbbi atık yönetimi arasında bir ilişki vardır.
-
Çevre sağlığı ile sürdürülebilir kalkınma arasında bir ilişki vardır.
-
Türkiye’de tıbbi atık yönetimine ilişkin uygulamalar, kaynakların etkili ve
verimli
kullanılmasına
yönelik
değil,
atıkların
insan
çevresinden
uzaklaştırılmasını öngören bir anlayışa dayanmaktadır.
-
Sağlık çalışanları tıbbi atık tehdidi konusunda bilinçli ve duyarlıdır.
3. Yöntem
Bu çalışmanın veri tabanı konuyla ilgili kitap, makale, dergi, resmi kurum envanteri
ve kayıtlarının incelenmesi ve taranması ile elde edilmiştir. Çalışmada tarihsel ve betimsel
araştırma yöntemleri kullanılmış, ayrıca Kırıkkale Devlet Hastanesi’ni içine alan bir alan
araştırması yapılmaya çalışılmıştır.
Yine konu ile ilgili olarak Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim
Dalı öğretim üyelerinden Dr Sefer Aycan ve Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğretim
üyelerinden Prof Dr Sema Burgaz ile görüşülmüştür.
Tezin yazılmasında en büyük sıkıntı, kaynak bulma noktasında ortaya çıkmıştır.
Çevre-sağlık ilişkisi konusunda elde edilen kaynakların bir bölümü de insan merkezli bir
yaklaşımı
yansıtmakta,
çevrenin
önemini
yalnızca
insan
sağlığı
açısından
değerlendirmektedir. Öte yandan özellikle anket uygulanmasında anket sahibinin de bir
sağlıkçı olmasının etkisiyle anket soruları içtenlikle cevaplanmıştır.
7
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
ÇEVRE SAĞLIĞI: Kuram ve Uygulama
1. Çevre ve Sağlık Kavramları Đlişkisinin Kurulması
1.1. Çevre Kavramı
Çevre kavramı toplumların gündemine 1970'li yılların başında girmiştir. Đçeriği
oldukça geniş olan çevre kavramı, bu yıllardan itibaren kendini hissettirmeye başlayan çevre
sorunları ile birçok bilimin ilgi alanına girmiştir. Böylece fen bilimleri ağırlıklı olmakla
beraber, toplum bilimlerince de tanımlanan bir kavram haline gelmiştir (Keleş ve Hamamcı,
1998: 17 ).
Çevre, canlı ve cansız varlıkların bir arada bulundukları ve birbirlerini etkilediği
ortamdır ve biyosferdeki (canlı küre ) tüm canlı varlıkları kuşatan olaylar, maddeler ve
eylemler bütünüdür. Hiçbir canlı organizma tek başına kendi kendine yeterli değildir;
çevrelerindeki canlı ve cansız varlıklara bağımlıdır (Bozyiğit ve Karaaslan, 1998: 18 ).
Çevre incelenirken doğal ve yapay olarak ele alınmaktadır. Đnsanın oluşumuna katkıda
bulunmadığı, müdahale etmediği veya değiştirmediği canlı ve cansız ögeler, doğal çevreyi;
yine insanın doğal çevreden faydalanarak oluşturduğu kentler, evler, yollar gibi ögeler ise
yapay çevreyi oluşturmaktadır (Uşak, 2006: 4 ).
Diğer bir tanımla çevre; insan veya başka bir canlının yaşamı boyunca sürdürdüğü
dış ortam olarak adlandırılır. Đnsanın dışındaki her şey çevrenin bir öğesidir. Đnsan çevresini
en çok etkileyen ve çevresinden en çok etkilenen canlıdır. Çevresinde zekasının ve sahip
olduğu potansiyelin gereği yaptığı değişiklikler kimi zaman onun sağlığına da doğrudan
veya dolaylı olarak etki yapabilmektedir (Çobanoğlu, 1995: 6).
Daha geniş açılımlı bir tanımla çevre, “Đnsan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde
hemen ya da süre içinde dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal,
biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamandaki toplamıdır” (Keleş ve Hamamcı,
1998: 25). Bu tanımda çevrenin, insan ilişkilerinden başlayarak canlı ve cansız varlıklar
arasındaki kaçınılmaz bütünlüğünü görmekteyiz. Einstein, çevreyi tanımlarken “benim
dışımdaki her şey” demekle bu kavramın ne kadar geniş bir anlam içerdiğini son derece
yalın bir şekilde ifade etmiştir. Kısaca çevreyi, insan topluluklarının dışında kalan canlı ve
cansız tüm varlıkların insanla olan etkileşimi şeklinde yaygın bir anlatımla özetlemek
mümkündür.
8
Doğadaki canlıların kendi aralarında ve fiziksel çevreleriyle olan ilişkilerinde
varlığını sürdürmesini sağlıyorsa doğal denge sağlanmış demektir. Eğer canlı yeryüzünde
varlığının sürdürmesiyle ilgili sorunlarıyla karşı karşıya kalmakta ise bu durumda doğal
dengenin bozulduğundan söz ederiz. Ne yazık ki doğal dengenin bozulmasında
insanoğlunun varlığı, önemli bir faktördür (Çobanoğlu, 1995: 6).
Çevre kavramının insan merkezli bakış açısıyla ya da bir merkez kabul etmeksizin
doğada eşit ilişkilerin geçerli olduğundan hareket ederek tanımlanmaları arasında sonuçları
açısından önemli farklılıklar vardır. Farklılıklar, basit bir tanım farklılığı değil, doğaya
yaklaşımdaki ayrılıklardır. Đnsanı merkeze alan bir doğa yaklaşımı, insanın başta ekonomik
olmak üzere her tür "refah'ı için doğanın harcanmasına, sömürülmesine, giderek yok
edilmesine izin verir. Yüzyılımızda doruk noktalarına çıkan bu yaklaşımın uygulamasının,
insandan yola çıkmasına rağmen, başta insanın yaşam koşullarının elinden alınması
anlamına geldiği, ekolojik hareketin çıkış noktasıdır. Ayrıca, ekolojizm, insan ile doğa
arasındaki ilişkinin salt insan tarafından doğanın öğelerini kullanma, harcama, sömürmeye
dayalı olmaması anlamında, insan-doğa ilişkilerine etik bir boyut da kazandırır (Özdek,
1993: 58).
Canlı bir organizma olan insan, yaşamsal gereksinimlerini karşıladığı ve üretim ve
tüketim faaliyetleri için kaynak sağladığı çevreye olumsuz müdahalelerde bulunarak
toprağın, suyun ve havanın bozulmasına ve çevrede sorunların oluşmasına neden olmuştur
ve olmaktadır (Bozyiğit ve Karaaslan, 1998: 18 ). Bu nedenle çevreyi herkes için ortak bir
varlık olarak görüp, çevrenin korunmasında milliyet, din, dil ve sınır gibi hiçbir ayrıma yer
vermeden her türlü koruma tedbirlerini uygulamak gerekmektedir. Aksi halde yine üretim,
tüketim ve ne karşılığı olursa olsun gelişmelerin sonuçları ve sorumluluğu insanların
üzerindedir.
Toprağın, havanın ve suyun kirlenmesi de içinde olmak üzere çevre sorunlarının
kaynağı olarak teknoloji suçlu olarak görülmektedir; bunun nedeni teknolojinin, kaynakları
silip süpürmesi ve kirleri de miras olarak bırakmasıdır. Aslında bu sorunların çoğu
toplumsal etkinliklerin sonucu olarak meydana gelmektedir.
Çağımız bir tüketim çağı haline geldiğinden tüketim, günümüzde çok önemli ve
aşılması mutlaka gerekli bir sorun ve tehlike olarak karşımıza çıkmıştır. Bu nedenle,
özellikle gelişmiş ülkelerde, çevre konusuna bir duyarlılık başlamış ve toplumun her
kesiminin katılımıyla çok büyük planlar, projeler üretilmiştir. Çevre bilincini geliştirecek
çareler aranmıştır ve aranmaya da devam edilmektedir.
9
1.2. Çevre Kirliliği ve Sağlık
Çeşitli nedenlerle çevrede meydana gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri
ve ekolojik dengeyi bozabilecek her türlü olumsuz etki (2872 sayılı ÇK m.2 ) çevre kirliliği
olarak tanımlanabilir. Bu nedenler insani veya doğal nedenler olabilir. Ancak doğal
nedenlerle
meydana
gelen
kirlilik,
doğanın
kendi
kendini
yenileyebilirlik
ve
temizleyebilirlik özelliği ile olumsuz etkilerini insani nedenler kadar göstermezler. Đnsani
nedenler, çoğunlukla doğanın yapısına aykırı olduğu için, etkisini daha fazla ve daha
tehlikeli olarak hissettirirler.
Çevre kirliliği, etkisini hemen gösterip, kirlenmenin başladığı anda canlıların
sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabileceği gibi; uzun dönemde de
etkilerini gösterebilir. Hatta çevre kirliliği, çevresel değerler üstünde, yani toprakta, suda,
havada hemen belirlenebilecek ve anlaşılabilecek etkiler bırakabileceği gibi; ancak bilimsel
bir araştırma neticesinde anlaşılabilecek etkiler de bırakabilir. Bugün baktığımızda doğadaki
canlı türleri 65 milyon yıldan beri görülmemiş bir oranda yok olmakta ve her yıl ortalama 17
milyon hektar orman yok olmaktadır. Đnsanlık yerleşik tarıma başlamadan önce 6. 2 milyar
hektar olan bozulmamış birincil ormanlardan bugün geriye 1. 5 milyar hektarlık bir alan
kalmıştır. Her yıl tropikal ormanların %50’si sürekli kullanılacak yeni alanlar açmak için
yakılarak yok edilmektedir. Tropikal ormansızlaştırma durdurulmadığı takdirde gelecek 50
yıl içinde bitki ve hayvan türlerinin % 50’sinin ortadan kalkacağı sanılmaktadır (Kovel,
2005: 20). Aynı şekilde tıbbi atıkların kuralsız bir şekilde doğaya bırakılması sonucunda da
hava, su, toprak kalitesi bozulmakta; tarım alanları verimliliğini, ormanlık alanlarda orman
olma özelliğini yitirebilmektedir. Bu durumu aslında insanoğlunun bilinçli bir şekilde doğal
çevreyi kirletme girişimi olarak kabul edebiliriz. Çünkü insanoğlu tıbbi atıklar sorununda
çaresiz değildir, teknolojik tedbirlerle bu sorundan doğa kirlenmeden kurtulmak
mümkündür. Dağlar, ormanlar, denizler, göller gibi ögelerden oluşan doğal çevrede
yaşamaya başlayan insan yapay çevresini de oluşturmaktadır ve bu nedenle insanın
oluşturduğu çevre olumsuz koşulları içeriyorsa insan sağlığını da etkileyecektir.
Aynı zamanda olumsuz çevre koşulları hastalıklara zemin hazırlayabilir. Hava
kirliliğinin solunum yolu enfeksiyonlarına zemin hazırlaması, yetersiz ve dengesiz
beslenmenin sosyal çevrenin bir sonucu olarak tüm hastalıklara zemin hazırlaması bu
mekanizmaya örnek olarak verilebilir.
10
Olumsuz çevre koşulları insanda var olan hastalıkların seyrini ağırlaştırır. Hava
kirliliği olan yerlerde özellikle kronik akciğer hastalığı ve astımı olan hastalarda bu
hastalıkların tekrarlama şansı daha yüksek olup daha ağır seyretmektedir (Jäger, 2005: 47).
Olumsuz çevre koşulları hastalık etkenlerinin yayılmasına neden olmaktadır. Suyu ve
havası kirli, konut koşulları ve altyapısı bozuk toplumlarda her türlü hastalığın yayılması
kolaylaşır.
Bu olumsuzluklardan kurtulmanın tek yolu çevrenin korunması, eğer çevrede bir
bozulma söz konusu ise bunların giderilmesi ve çevrenin sağlıklı hale getirilmesidir. Đnsan
bozulmuş bir çevrede sağlıklı olarak yaşayamaz. Bu nedenle sağlık açısından çevrenin
geliştirilmesi gerekmektedir.
Đçme ve kullanma suları, atıklar, konutlar, hava kirlenmesi, radyasyon, kapalı
yerlerin hava koşulları, aydınlatma, gürültü kirliliği, elektromanyetik kirlenme, vektör
kontrolü,
besin sanitasyonu (kirlenme ve bozulmanın önlenmesi ), mezarlıklar, çalışma
koşulları, kazalar ve daha birçok sorun sağlığı etkileyen çevre konuları olarak karşımıza
çıkmaktadır (Üçer, 2001: 2 ).
1.3. Çevre Hakkı ve Sağlık
Kentsel yaşamın gelişip sanayi üretiminin yaygınlaşmasıyla hava, su ve toprak hızla
kirletilmiştir. Gelişen teknolojiyle yeni kirleticiler ortaya çıkmış ve kirliliğin boyutlarını
büyütmüştür. Bugünün ekonomisinde tüm mallar atığa, ürünler lağıma; uranyum radyoaktif
kalıntılara; fosil yakıtlar karbondioksite dönüştürülmektedir. Sınırsız atık yaratımı,
kentleşme, sanayileşme ve fosil yakıt kullanımı, iklim değişimine; tüm canlıların
yaşamlarını tehdit eden bir hava ve su kirliliğine; kuraklığa; toprakların zehirlenmesine ve
yaşamın sürdürülmesi için gereken temiz suyun her geçen gün azalmasına yol açmıştır
(Foster, 1999: 139). Bu sorunlar, toplu ölümler, toplu göçler, açlık, türlerin yok oluşu,
ekolojik dengenin geri döndürülemez biçimde bozulması gibi sonuçlar doğurmaktadır.
Sayılan sonuçları ortadan kaldırmak kişisel ve toplumsal olarak herkesin görevidir. Çevre
sağlığı ne derece kötü olursa insan sağlığı da o derece tehdit altındadır ve bu nedenle uluslar
tarafından da konulmuş yasalar ile çevre hakkının korunulmasına çalışılmaktadır. Çevre
hakkı kavramına değinmeden önce sağlığın çevreden ne denli etkilendiğini de daha net
anlayabilmek adına çevre kirliliği nedeniyle yaşanan bunalımın teknik bir sorun olmadığını,
bundan öte, daha büyük çaplı toplumsal, siyasal sorunların bir boyutu ya da doğal bir sonucu
olduğunu söylemek gerekiyor. Çevre hakkı kavramının olmaması durumunu, yalnızca bir
11
“kirlilik” ya da “bozulma” sorunu olarak görmemeli, daha kapsamlı ve çözümü daha güç bir
sorunlar ağını oluşturacağını kabul etmeliyiz. Eğer sorunlar yalnızca “kirlilik ve bozulma”
ile sınırlı kalsaydı, bunlara çözüm bulmak çok daha kolaylaşırdı. Var olan eğitim sistemi
içerisinde çevre derslerindeki “çöpleri yere atmamak”, “ormanları korumak”, “hayvanları
sevmek” gibi iyi niyetli öneriler de ise yaramış olurdu. Oysa bu derslerde verilen önerilerin
çözemeyeceği kadar karmaşık, güç sorunlar ve insan sağlığının tehdidi çevre hakkının
katiyetle olması ve uyulmasını gerektirmektedir.
Çevre hukukunun gelişimi ve bu alandaki mücadele örneklerinin yaygınlaşması ile
birlikte, yeni tartışma alanları ve kavramlar gündeme gelmeye başlamıştır. Çevre
duyarlılığının gelişimi ile birlikte, çevresel değerlere hukuksal güvenceler kazandırılması
gereği de duyulmaya başlamıştır. Bu gereğin sonucu olarak, insanın doğal ve yapay
çevresini oluşturan öğeleri koruyan, geliştiren ve onların hukuksal durumlarını düzenleyen
hukuk dalı olarak çevre hukuku ortaya çıkmıştır. Çevre hukukunun gelişimi ve bu alandaki
mücadele örneklerinin yaygınlaşması ile birlikte, yeni tartışma alanları ve kavramlar
gündeme gelmeye başlamıştır.
Bir insan hakkı olarak çevre hakkının tanınması, uluslararası belgelerde ve ulusal
mevzuatta yer alması kadar, çevre ile ilgili konularda toplumun bilinçlenmesi ve bu hakkın
sahiplenilmesi de bu hakkın korunması için oldukça önemlidir. Fransız hukukçu Karel
Vasak, tarihsel gelişim sürecini de dikkate alarak üç kuşak olarak sınıflandırdığı insan
haklarından çevre hakkının da içinde bulunduğu 3. kuşak hakları, "dayanışma hakları"
olarak tanımlamıştır. Buna göre bu hakların korunması sadece devletlerin yasal güvence
getirerek teminat altına alması ile değil, kişilerin de aktif rol alması ile mümkün olacaktır
(Özdek, 1993: 27 ).
“Sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı” 1970’li yıllara kadar “sağlık hakkı”
kapsamında ele alınmıştır. 1946’da kabul edilmiş olan WHO Anayasası, “sağlıklı olmanın
ırk, din, siyasal inanç, ekonomik ya da toplumsal konum ayrımı gözetilmeksizin her insanın
temel hakkı” olduğunu ilan etmiştir. WHO Anayasası’nın temelini oluşturan sağlık hakkı,
“çevre sağlığı” başlığı altında “Çevre Hakkı”nı da kapsar biçimde kullanılmıştır. New
York’ta 1966’da Birleşmiş Milletlerce kabul edilen Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel
Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 12. maddesinde sağlık hakkı üç fıkrada düzenlenmiştir.
“Sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı” ile doğrudan ilgili olan ikinci fıkrada, bu
hakların gerçekleştirilebilmesi için yapılacak girişimler arasına “çevre ve endüstri sağlığının
12
tüm yönlerden iyileştirilmesi” hükmü de konulmuştur. Bu hüküm ile “Çevre Hakkı”nın,
sağlık hakkı kapsamında değerlendirildiği anlaşılmaktadır (Özer, 1998: 78).
1970’li yıllarla birlikte “Çevre Hakkı”nın ayrı bir insan hakkı olduğu tartışılmaya
başlamış ve zaman içinde çevre hakkı, anayasalarda ve diğer hukuk düzenlemeleri içindeki
yerini almıştır (Özer, 1998: 78).
Başlangıçta sağlık hakkı kapsamında ele alınan “çevre hakkı” zaman içinde bağımsız
bir gelişme çizgisi içine girmiş ve bazı ülkelerde şimdiden Anayasada ve ulusal hukuk
düzenlemeleri içindeki yerini almıştır. Çevre hakkı, insan hakları bütünü içindeki yerini
sağlamlaştıracak ve bazı hakların nitelik değiştirmesi ve hatta sınırlandırılmasını da
getirerek yaşama hakkının uzantılarından birisi durumuna gelecektir. Çevre hakkının
Anayasalara girmesi ve çevre hukukundaki gelişmeler koşutluğunda yasal düzenlemelere ve
uluslararası sözleşmelere konu olması, uluslararası sözleşmelere öncülük ederek uluslararası
belgelere yansıması, hakkın gerçekleşmesi için önemli kaynaklar olmuştur (Özer, 1998: 78
).
Stockholm Bildirgesi’nde, çevre hakkı ile ilgili olarak, insan hakları hukukunun
bakış açısıyla yaklaşılabileceğini de kabul etmektedir. Birinci madde, "Đnsanın, yaşamını
onur ve huzur içinde geçirmesine izin verecek çevre kalitesi içinde özgürlük, eşitlik ve
uygun yaşam koşullarına sahip olma temel hakkı vardır" demekte, girişin ilk paragrafı ise
şunu söylemektedir: “çevre, temel insan hakları için, hatta bizzat yaşam hakkı için
gereklidir” (Pallemaerts, 1997: 621). Bu durumda tıbbi atıkların kuralına uygun bir şekilde
ortadan kaldırılmasını öngörmeyen bir anlayışın doğrudan çevre hakkına zarar vermek
olduğunu söylersek hata yapmış olmayız.
“Sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı”nı, “Đnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ne
kadar dayandıran görüşler bulunmaktadır. Söz konusu anlayışa göre çevre hakkı; Đnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Giriş bölümünde yer alan “gereksinimleri karşılama
özgürlüğü”, “daha geniş bir özgürlük ortamında, insanların toplumsal gelişmelerinin
sağlanması ve daha iyi yaşam standartlarına kavuşturulması” gibi temel ilkelerden
türetilmelidir. Bildirgenin başka maddelerinde de çevre hakkına dayanak oluşturabilecek
ipuçları yakalama olanağı bulunmaktadır.
"Herkesin Sağlıklı Bir Çevrede Yaşama Hakkı" kavramı, bugün yaşanan
olumsuzluklar ve kuralsızlıklar ortamında yeni tartışmaları gündeme getirmiştir.
Toplum ve ülke yararını gözardı eden yatırımların, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları talan
13
eden uygulamaların, etrafa pervasızca bırakılan atıkların, çevrenin kirletilmesi ve doğanın
sömürülmesi ortamını hazırlayan enerji, sanayi, kentleşme ve ulaşım politikalarının olduğu
bir ortamda; çevre hakkı kavramı da özünde bir demokrasi sorunu olmaktadır.
Örneğin; Bergama halkının, bilim ve hukuk alanında kazandıkları zafer ve mahkeme
kararlarına karşın, faaliyetlerine devam eden yatırımcı firma ve buna göz yuman kamu
görevlilerinin tutumu, hastanelerde yönetmelik kurallarını hiçe sayarak sadece atıkların
hastane çevresinden uzaklaştırılmasını hedefleyen yönetimlerin varlığı Çevre Hukuku ve
Çevre Hakkı
kavramlarının uygulama
alanını
sorgulamamıza neden olmaktadır.
Çamlıhemşin, Çan, Cargill, Mobil Santrallar ve Nükleer Santraller gibi birçok olayda da
durum aynıdır. Bu durumda, ya plansızlık ve kuralsızlık ya da bilim ve hukuk gibi iki
seçenek ortaya çıkmaktadır. Bu soruların yanıtı, çevre hakkı kavramının da sağlıklı yaşam
koşullarıyla buluşmasını tanımlayacaktır (http://www.tmmob.org.tr, 3.3.2008).
Đnsan haklarının özü, insan değerinin korunmasıdır (Özdek, 1993: 84). Çevre
hakkının da bir insan hakkı olabilmesi için, insan değerinin korunmasına yönelik bir katkıya
sahip olması gerekir. Çevreye insan yaşamının sürdürülebilmesi açısından vazgeçilmez bir
nitelik yüklendiğinde, çevre hakkı da bir insan hakkı konumuna erişir. Buna göre çevre
hakkının konusu, sağlıklı, dengeli, bozulmamış bir yaşam çevresinde, insan yaşamının
sürdürülmesidir (Özdek, 1993: 85).
Uygun bir çevrede yaşama, insan yaşamının zorunlu bir ögesidir. Bunun da ötesinde
sağlıklı bir çevrenin yok oluşu, yaşamı sınırlar ve giderek ortadan kaldırır. Đnsanın insan
olarak değerinin korunması ise, önce yaşayabilmesinin sağlanmasına bağlıdır. En az bu
bağlantı bile çevrenin korunmasının insan yaşamı açısından vazgeçilmez niteliğini ortaya
koymaktadır (Özdek, 1993: 86).
Amacı kamu düzeni ve kişilerin temel hak ve hürriyetlerini, şahıs ve mal varlığı
haklarını korumak olan hukuk, bu amaca, hukuk kuralları vasıtasıyla ulaşmaya çalışır.
Kişilerin sağlıklı bir hayat sürebilmesi, temiz ve dengeli bir çevrede yaşamasına da bağlıdır.
Bu nedenle temiz ve dengeli çevrenin oluşumu ve korunması hukukun genel amaçları
arasında yer almaktadır (Ertaş, 1997: 45 ).
Çevrenin korunması konusunda gerekli hukuki önlemleri ve çevreyi kirleten
eylemlere karşı uygulanacak hukuki ve cezai yaptırımları içeren kuralların pozitif
kaynakları, anayasalar ve diğer çevre ile ilgili yasalardır.
14
Tüm insanların yararlanabileceği bir hak ve özgürlükler amacını yansıtan insan
hakları, ülkeden ülkeye değişebilen bir kapsamda anayasa ve yasalarda düzenlenmiş,
kullanım olanakları oluşturulmuş ve güvenceye bağlanmış olarak, pozitif hukuka kamu
özgürlükleri, vatandaş hakları veya temel hak ve hürriyetler olarak yansımıştır (Sabuncu,
2007: 44 ). Bugün artık Đnsan Hakları Evrensel Bildirisinde veya Avrupa Đnsan Hakları
Sözleşmesinde belirtilen haklar, birçok ülkenin Anayasa ve yasalarında yerini almıştır.
Yeni bir insan hakkı olarak son yıllarda uluslararası belgelere, anayasalara giren ve
çevreyi korumanın en etkin hukuksal aracını oluşturan çevre hakkı, çevre hukukunun ulusal
düzeyde olduğu kadar, uluslararası düzeyde de ortaya çıkan yetersizliklerinin ve
boşluklarının doğrudan bir sonucu gibi görünmektedir.
Genel olarak haklarının özel bir türü olan insan hakları, Đnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi m.2'den hareketle, bütün insanların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da
başka bir görüş, ulusal ve toplumsal köken, doğuş ya da benzeri başka bir durum gibi bir
ayrıma tabi olmaksızın yalnızca insan oluşlarından dolayı ve insanlık onurunun gereği sahip
oldukları haklardır (Topçuoğlu, 1998: 20 ).
Çevre konusunda da insan merkezli anlayıştan ve onun ayrılmaz parçası olma
anlayışına geçiş, hak ve hürriyetlerin tarihi gelişimine bakıldığında da kendini
göstermektedir (Kuzu, 1997: 3 ).
Uluslararası metinlerde insanların "sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı" nın olduğu
açık bir şekilde ifade edilmekte ise de, evrensel bir sözleşmede bu hak güvence altına
alınmış değildir. Ancak bu çalışmalarda kabul edilen ilkeler, ulusal mevzuatları etkilemiştir
(Kuzu, 1997: 7 ).
1995 yılında BM Đnsan Hakları Komisyonu, almış olduğu kararda toksik ve tehlkeli
ürünlerin ve atıkların sağlıklı yaşam için ciddi bir tehlike oluşturduğunu ve “tehlikeli
atıklardan arındırılmış bir dünyada yaşama hakkı”nı zedelediğini vurgulamaktadır. Tehlikeli
kimyasallardan özellikle pestisitlerin zararlı etkilerinden insan ve korunması gerektiği
raporda özellikle belirtilmiştir (BM, 2001: 29).
Đnsan hakları ile ilgili temel metinlerde yer almayan çevre hakkı, doğrudan veya
dolaylı olarak (sağlık, yaşam hakkı gibi bazı temel haklarla ilişkilendirilerek ) birçok
devletin anayasasında düzenlenmiştir. Ancak şunu söylemek gerekir ki, anayasalarında
hüküm bulunsun ya da bulunmasın ülkelerin çoğu, çevre korumasına yönelik genel bir
15
mevzuata sahip bulunmaktadır (ABD, Almanya, Kolombiya, Venezüella, Portekiz, vs…)
(Kaboğlu, 2005: 36 ).
Anayasalarında çevrenin korunmasına ilişkin hükümler koyan devletlerin bazıları,
sağlıklı ve dengeli bir çevre hakkını güvence altına almış, devlete çevreyi koruma
zorunluluğunu, bazen de ödevini yüklemişlerdir. Bazı devletler ise yurttaşlar için benzer
ödevler öngörmüşlerdir. Bununla birlikte, doğrudan çevre hakkını öngörmeyen kimi
devletler de çevre hakkını, yaşam hakkı ve sağlık hakkı, kapsamına alacak biçimde
yorumlamaktadırlar (Kaboğlu, 1996: 36 ).
Çevrenin korumasında ödev ve/veya yükümlülük getiren anayasaların bazılarında
çevre hakkının başlıca sorumlusu, yalnızca devlettir (Yunanistan, Đsviçre, Hollanda vs. ).
Bazılarında ise devletle beraber yurttaşlara da çevreyi koruma görevi verilmektedir. Böylece
hakkın sorumlusu aynı zamanda yurttaş olmaktadır (Çin, Srilanka, v s .
) . Kimi
anayasalarda da çevre vatandaş ve birey için bir haktır (Đspanya, Portekiz, Peru, Türkiye vs.
) (Kaboğlu, 1996: 37 ).
Çevre hakkının korunması konusunda gerek anayasalarda, gerekse diğer yasalarda
yapılan düzenlemeler önemli güvencelerdir. Her ne kadar çevre hakkının anayasalarda yer
almaması yönünde görüşler varsa da genellikle toplumun en yüksek değerlerinin ifadesi olan
anayasalarda çevre hakkının tanınması, devlet içinde bu hakka üstün bir yer verir (Kaboğlu,
1996: 41 ) ve çevre hakkının anayasada müstakil bir hak olarak varolması, menfaat
çatışmalarını çözmek söz konusu olduğunda, çevresel menfaatlerin de anayasada
düzenlenmiş olan diğer menfaatler ile aynı düzeyde ele alınmasını da sağlar (Turgut, 2001:
131 ).
Çevre hakkının anayasal düzeyde güvence altına alınması, yasama organını çevrenin
korunması veya çevre hakkının geçerlilik kazanması için gerekli düzenlemeler yapma
konusunda yükümlülük altına sokabilir ve çevre koruma aleyhine olabilecek düzenlemelerin
önüne geçilebilir. Böylece anayasal güvence, hakkın düzenleneceği diğer yasalar için de
önemli bir dayanak teşkil edebilir. Nitekim müstakil çevre kanunları veya çevrenin
korunması konusunda hükümler içeren diğer kanunlar, bu hakkın korunmasında önemli
hukuki düzenlemelerdir (Kaboğlu, 1996: 41 ).
1982 Anayasası’nda "sağlık ve yaşam hakkı" ile ilişkilendirilerek " sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşam hakkı", kısaca “çevre hakkı”, olarak yer almıştır. (Kuzu, 1997: 10
). ÇK m.3 çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkını esas alarak, Bakanlık ve yerel
16
yönetimleri; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların "çevre
hakkını" kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlü kılmış ve Türk hukukunda
"çevre hakkı" adıyla ve herhangi başka bir hakla ilişkilendirilmeden ilk kez yasal bir
düzenlemede zikredilerek doğrudan tanınmıştır.
Özetle, görüldüğü gibi, çevre hakkı, sağlık hakkından kaynaklanan bir niteliğe de
sahip görünmektedir. Örneğin yaşama hakkının gerçekleşmesinin koşulu olarak çevre
hakkını görmek mümkündür. Bunun yanında çevre hakkının yasalara girmesi de sağlığın
korunması için yeterli değildir. Yalnızca kanunlar yeterli olsa idi günümüzde hala yok olan
ormanlar, baş edilemeyen atıklar, kuraklık ve hava kirliliği gibi sorunlarla karşılaşmazdık.
Bu nedenle bireysel bilinçlenme de çok önemlidir yani insanın doğayla ilişkisini yeniden
düşünmeye başlaması ve yeni değerlendirmeler yapması da gerekmektedir. Bunu da ancak
bütün değerler sistemimizi, eğitim programlarımızı, yaşama biçimlerimizi yeniden
düzenlemekle sağlayabiliriz. Enerjiyi, sanayiyi, ulaştırmayı, turizmi, kısacası bütün üretim,
dağıtım ve tüketim sistemlerini doğaya uygun biçimde tasarlamanın ve bu yeni yapıyı
sürekli kılmanın tek yolu yeni bir anlayış biçiminin yerleşmesini sağlamaktır (Duru, 2007:
157).
1.4. Sağlık Kavramı ve Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri
1947’de kabul edilen DSÖ anayasasında “Sağlık, yalnızca hastalık ya da sakatlığın
olmayışı değil bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik durumudur” şeklinde
tanımlanmıştır (Tabak, 2000: 2). Bu noktadan hareketle sağlık konusundaki tam iyilik
konumuna gelmek için toplumun sağlık bilgi düzeyinin yükseltilmesi gerektiği sonucu
ortaya çıkmaktadır (Tabak, 1989: 15 ). Halkın her yaştaki bireyine öğretilmesi gereken bu
bilgiler sayesinde her bireyin sağlıklı yaşam koşullarını bilmesi, uygulaması, alışkanlık
haline getirmesi ve başkalarına da kazandırması umulan bir durumdur. Sağlıkta korumak,
tedavi etmekten çok daha önemlidir. Eğer koruyamıyorsanız tedavi edersiniz. Dolayısıyla
korumak tedavi etmekten hem ucuz hem etkindir. O bakımdan tüm çalışmalar korumayı
geliştirmek için yapılır. Bu korumayı geliştirmek için Türkiye’ de verilen eğitimler, yapılan
çalışmalar iki şekilde öngörülmektedir. Bunlar kişiye yönelik koruma hizmetleri ve çevreye
yönelik koruma hizmetleri.
Ülkemizde sağlık hizmeti veren kurumlar birinci basamakta sağlık ocakları, ikinci
basamakta devlet hastaneleri ve fakülte hastaneleridir. Birinci basamağa verilen görevler
arasında çevre sağlığının düzeltilmesi hizmetleri ilk sıradadır. Bu noktada birinci basamağın
bizim için önemi çevre sağlığı hizmetlerini yürütmek zorunda olması ve koruyucu hekimlik
17
uygulaması olarak kabul edilmesidir. Birinci basamak sağlık hizmetleri kapsamında yer alan
çevreye yönelik hizmetlerin amacı, çevre sağlığını olumsuz etkileyen biyolojik, fiziksel ve
kimyasal etkenleri yok ederek veya bu etkenlerin kişileri etkilemelerini önleyerek çevreyi
olumlu hale getirmektir. Bu hizmetlerin bir kısmı aşağıda sıralanmıştır (Gümüş, 2005: 64).
•
Su kaynaklarının sağlanması ve denetimi
•
Katı atıkların denetimi
•
Zararlı canlılarla mücadele
•
Besin sanitasyonu
•
Hava kirliliğinin denetimi
•
Gürültü kirliliğinin denetimi
•
Đş sağlığı
•
Radyolojik zararlıların denetimi
Bu saydığımız hizmetlerin gerektiği şekilde yerine getirilmesi önemlidir. Bir bölgede
ya da ülkede bozulan olumsuz çevre koşulları düzeltilmedikçe insan sağlığının da korunması
güçtür. Đçme ve kullanma suyu kirlenmiş ve mikroplu bir bölgede mide-barsak sistemi
bulaşıcı hastalıklarını önlemek mümkün değildir. Öte yandan yine olumsuz çevre koşulları
düzeltilmedikçe topluma götürülen sağlık hizmetleri sınırlı kalmaktadır. Gerek ülkenin
ekonomik kaybı, gerek insanların işgücü ve zaman kaybı, gerekse sağlık kurumu ve
personelin boş yere meşguliyeti göz önüne alındığında, Koruyucu Hekimlik Uygulaması ve
Çevre Sağlığı hizmetlerinin rasyonel bir biçimde yürütülmesi daha çok önem
kazanmaktadır. Bu hizmetin yürütülmesindeki baş aktör de sağlık ocaklarıdır. Birinci
basamak sıfatıyla sağlık ocakları bütün nüfusu kapsamak zorundadır. Bu noktada eğer
hizmetler tek elde toplanamıyorlarsa ki bunun sağlanabildiği bir örnek yoktur, eşgüdüm
içinde çalışmaları sağlanmalıdır. Bu konu sadece bir organizasyon sorunu da değildir.
Kaliteli bir sağlık hizmeti için doktorun hastasına gerekli bilgileri ve olanakları göstermesi
ve karan ona bırakması gereklidir. Bu, ancak bilgi ile gerçekleştirilebilir. Birinci basamak
hekimi hastasına uygun kalitede hizmet üretebilmek için bu kurumları ve hizmetlerini iyi
bilmeli ve kullanabilmelidir.
18
Birinci basamak sağlık hizmeti erişilebilirlik, süreklilik, kapsamlılık, eşgüdüm ve
ödenebilirlik açılarından incelenir (Özçelik, 2001: 15 ). Bu kavramların her biri hizmeti
tanımlamak yanında verilmekte olan hizmetin yeterliliğini de belirleyecektir.
Hizmetin erişilebilirliği, coğrafi yakınlık başta olmak üzere hizmete gereksinim
duyanın karşısına çıkabilecek bütün fiziki ve sosyokültürel engelleri içerir. Birinci basamak
hizmeti planlanırken, nüfus yoğunluklarına ve yerleşim yerlerinin birbirlerine göre
konumlarına dikkat edilmelidir. Ancak kapısının dibindeki hizmet de bazen insanlar için
ulaşılabilir değildir, örneğin SSK'lı olduğu için ilaçlarını yazdırma şansı olmayan bir hasta
için sağlık ocağının yeri hiç anlamlı değildir. Verilen hizmetin kültürel etkileşimleri, hizmet
verenlerin farklı kültürlerden olanlara yaklaşımları da uzun erimde hizmetin ulaşılabilirliğini
etkilerler.
Verilen hizmetin sürekliliği de birinci basamak sağlık bakımının temel öğelerinden
biridir. Birinci basamak hekimlik pratiği hastalarla uzun süreler birlikte olmakla
edinilebilecek bazı deneyimler içerir. Yani kastedilen sadece binaların sürekliliği değil
ekibin de sürekliliğidir. Birinci basamak sağlık bakımı içerisinde üretilen hizmet, o hizmeti
üretenlerle anlam kazanır. Personelin atamayla ve iş doyumundaki yetersizlikler nedeniyle
çok fazla yer değiştiriyor olması, ülkemiz birinci basamak hizmetlerini -aksatmıyor görünse
dahi- sürekliliğini engelleyerek beklenen kaliteden uzaklaştırmakta ve içini boşaltmaktadır.
Avrupa ülkelerinde; aile hekimleri / pratisyen hekimler kamu kurumu niteliğindeki
sağlık merkezlerinde, ekip anlayışı içinde belli bir bölgeden sorumlu, evde ve ayakta bakım
ile kişiye ve çevreye yönelik koruyucu hizmetleri bir bütün olarak yürütmekte iken, diğer bir
kısmında ise aile hekimlerinin / pratisyen hekimlerin muayenehanelerinde ve çoğunlukla
yalnız başlarına ayaktan tıbbi bakım hizmetleri ile kişiye yönelik koruyucu hekimlik hizmeti
vermektedir. Birinci basamak sağlık hizmetleri tanımı ve stratejileri 1978’de Alma Ata
Konferansında belirlenmiş ve Alma Ata Bildirgesi ile dünyaya duyurulmuştur. Bu
konferansa katılan ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Bu tarihten sonra, birçok Avrupa ülkesi
temel sağlık hizmetlerini yerleştirecek ve geliştirecek kararlar almış, çevreye ve toplumun
yaşam
tarzına
yaptıkları
müdahaleler
yoluyla
sağlığı
iyileştirecek
politikalar
uygulamışlardır. Konu açısından en önemli husus da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Birinci
basamak sağlık hizmetleri kapsamında görev alan kurum ve bireylerin, yine bireye ve diğer
sektörlerle birlikte çevreye yönelik koruyucu hizmetlere ağırlık vermesi gibi temel işlevleri
yerine getirerek çevrenin korunması yanında, toplumsal kalkınmada da rol almasıdır
19
1.5. Sağlık ve Çevre Đlişkisinin Kurulması
Çevre ve sağlık ilişkisi aslında karmaşık bir yapıya sahiptir. Çevreye, hastalıklara ya
da sağlığa karşı bakış açıları, beklentiler günümüzde değişmiştir. Bugün yaşadığımız
gezegeni evimiz gibi düşünüp onu bir bütün olarak görmekteyiz. Dolayısıyla yeni küresel
gündem, küresel pazarla onun çevresel sınırları ve maliyetleriyle ilgilenmiştir. Đnsanlığın
doğaya gereksinim duyduğunun, biyosferin ne kadar önemli olduğunun ve hava, su, toprağın
insan sağlığında önemli belirleyiciler olduğunun farkındayız. Ayrıca insan sağlığının ne
kadar karışık, değişken ve ne kadar hassas olduğunu ve birbirine bağlı fiziksel, sosyal ve
psikolojik faktörlerden oluştuğunu biliyoruz
Đyi bir çevre sağlığın temelidir. Nüfus artışı, plansız şehirleşme, artan çevre kirliliği,
köyden kente göç; doğa üzerine büyük bir yük getirmekte ve sağlıksız çevre oluşumunu
körüklemektedir. Yanlış teknolojik kullanımlar toprak, hava, su gibi önemli kaynaklarımızın
hızla tahribine ve kirlenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle günümüzde çevre-sağlık,
çevre koruma kavramları artan bir öneme sahiptir (Gökırmak, 1994: 8).
Çevrede sağlığı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen önemli birçok etmen bulunur.
Çevre bir yaşam sürdürme ve sağlama sistemidir. Su, yiyecek ve barınak bu sistemin en
önemli öğelerini oluşturur. Sağlık açısından baktığımızda çevre üç ana gurupta incelenir (
Çobanoğlu, 1999: 25):
1.Fizik çevre
2.Biyolojik çevre
3.Sosyokültürel çevre
Hastalık nedenleri bünyesel ve çevresel olabilir.
a.
Bünyesel nedenler
Gen, hormon ve metabolik bozuklukları buna örnek verebiliriz. Bazı bünyesel
nedenler de bazı hastalıklara daha büyük oranda yakalanmayı etkiler. Bu durum daha çok
insan iç çevresi ve genetik örüntüsü ile ilgilidir. Đnsan dış çevrenin etkisine genetik yapısı ile
cevap vermektedir.
b.
Çevresel nedenler
Fiziksel nedenler: ısı, soğuk, ışın, travma, içme ve kullanma suyu, atıklar, konut
sağlığı, iklim koşullan, hava ve hava kirliliği, giyeceklerimiz, kamuya açık yerler, sağlığa
20
az yada çok zarar verme olasılığı olan kuruluşlar, mezarlıklar başlıca fizik çevre öğelerini
oluşturmaktadır. Ülkelerin gelişme düzeyine göre bu öğelerin etki derecesi ve önemi
farklılık gösterir. Kimi ülkelerde bunlar sorun olmaktan çıkarken, kimi ülkelerde önemli bir
sağlık faktörü ve tehlikesi olabilirler.
Kimyasal nedenler: Zehirler, kanser oluşumuna neden olan bazı etmenler bu
guruptadır.
Temel madde eksiklikleri: Bazı maddeler vardır ki insanın sağlıklı olabilmesi ve
hayatsal olayların yürütülebilmesi için dışarıdan alınmaları gerekir.
Đnsan ya da canlı bunu temel yapı taşlarını kullanarak vücudunda sentezleyemez.
Bunlara temel maddeler denmektedir. Vitaminler, esansiyel yağ asitleri, mineraller gibi.
Biyolojik etkenler: Mikroorganizmalar, asalaklar, mantarlar ve diğer etkenler
biyolojik etkenleri oluşturur. Bunlar canlı vücudunda hastalık yapabilirler.
Psikolojik etkenler: Çağdaş yaşamda sık görülen stres (zor ) ve diğer psikolojik
etmenler bu gurubu oluşturmaktadır.
c.
Sosyal, kültürel ve ekonomik etkenler
Hastalık kaynakları olarak bu üç kümeyi göz önünde tuttuğumuzda, çevre, hastalıklar
için zemin hazırlayan bir faktördür. Bazı iklim ve yaşama koşullarının solunum sistemi
hastalıklarının artmasına yol açması, ortamda bulunan vektörlerin hastalıkların yayılımını
kolaylaştırması bu etkiye örnek olabilir.
Çevre bazı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırabilir ve çevre bazı hastalıklarla daha
kolay mücadele edebilmeyi sağlar. Gerçekten de, hava, su, toprak kirlenmesi doğrudan
hastalık nedeni olabildiği gibi, bir kısım hastalıkların yayılmasını da kolaylaştırabilir.
Örneğin, su ihtiyacının sağlık kontrolü yapılmaz ve işe yaramaz atıkların ortadan
kaldırılması sağlık kurallarına uygun olmazsa hastalıklar artarak modern toplum yaşayışı
imkansız hale gelir (Turner, 1971: 17).
Yine, DSÖ’nün verilerine göre; Avrupa Bölgesindeki nüfusun yaklaşık %12’sinin
kullandığı içme suyunun mikrobiyolojik kirlenmeye maruz kaldığı tespit edilmiştir. Değişik
ishal tipleri (Kolera ve Tifo dahil) ve Hepatit-A başta olmak üzere diğer hepatit türleri,
Avrupa’da suyun mikrobiyolojik kirlenmesiyle geçen başlıca hastalıklar arasındadır. Avrupa
nüfusunun altıda biri hala bu kirlenmeye maruz kalmaktadır (Bertollini, 1999: 25).
21
Gelişmekte olan ülkelerde en önemli çevre sorunlarını içme ve kullanım sularının
yetersizliği, atıkları giderme sistemlerinin yokluğu, patojen vektörlerin çokluğu, sağlık
eğitimi noksanlığı, barınma ve kötü beslenme faktörleri oluşturmaktadır (Uslu, 1986: 13).
Bu konularda uygun müdahalenin yapılamaması muhtemelen halkın artan sağlık
yüküne yol açar ve gelecekte çözümlerin daha zor ve daha pahalı olmasına zemin hazırlar.
Sağlık sorunlarına yaklaşımda, çevre koşulları artık daha fazla önem kazanmıştır.
Bunun bir örneği de Werner’in (1992) “Doktor Olmayan Yerde Sağlık El Kitabı”nda
görmekteyiz. Werner, sağlık eğitimini üstlenenlere sadece hastalıklara yönelik uygulamaları
vermekle kalmamış sağlık kavramının içine erozyon ve ekolojik döngülere yönelik bilgileri
de katmıştır. Çünkü erozyon ve toprak kaybı, besin kalitesinde azalma ve aynı miktar
topraktan daha az miktarda besin maddesi alınmasına neden olmaktadır (Çakır, 2002: 10).
Unutulmamalıdır ki soluduğumuz havadan aldığımız gıdaya, içtiğimiz sudan
yaşadığımız evlere kadar tüm ihtiyaçlarımızı çevremizden karşılarız. Dolayısıyla ister
dolaylı ister dolaysız olsun yaşadığımız çevre, sağlığımızı etkiler. Çevremiz bu kadar geniş
olunca ona yönelik üretilen politikalar da daha kapsayıcı ve bütünleşmiş politikalar
olmalıdır.
Bugün dünyada birçok insan yetersiz beslenme, yoksulluk ve tedavi edilemeyen
hastalıklarla uğraşmaktadır. Ekosistem gelişmiş sanayi ülkelerinin büyük pay sahibi olduğu
çevre kirliliği ve atıklar sorunu ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu sorundan kurtulmak için
öncelikle sanayi ülkelerinin daha fazla üretim mantığından vazgeçmeleri gerekir ki ancak bu
şekilde ekosistem sürdürülebilirliği bir anlam ifade eder (Albrecht, 2001: 5).
Çevre- sağlık arasındaki tartışmasız kabul ettiğimiz ilişkiyi çevre sağlığı kavramı
bölümünde daha ayrıntılı inceleyeceğiz.
2.Çevre Sağlığı ve Halk Sağlığı
2.1. Çevre Sağlığı Kavramı
1989 yılındaki Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre çevre sağlığı,
çevredeki faktörler tarafından belirlenen insan sağlığı ve hastalıklardan oluşmaktadır. Çevre
sağlığı kavramının içinde ayrıca çevrede bulunan ve sağlığa potansiyel olarak etki eden
faktörlerle ilgili kanılar ve teoriler de vardır. Bir başka tanım denemesi de 1993 yılındaki
Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupalı üye devletlerle olan toplantısında ortaya çıkmıştır. 1993
yılında önerilen tanım şuydu: “Çevre sağlığı bilimi; kişinin ya da toplumun bedensel, ruhsal
22
ve sosyal yönden iyi oluşunu, dolaylı veya dolaysız olarak önemli derecede etkileyen
fiziksel, biyolojik ve kimyasal etmenlerin ne olduklarını ve nasıl kontrol edilebileceklerini
inceleyen bir bilimdir” (WHO, 1995: 25). Bu tanıma göre çevre sağlığı; çevredeki fiziksel
sosyal, biyolojik, psikolojik faktörler tarafından belirlenen içinde hayat kalitesini barındıran
insan sağlının çeşitli yönlerinden oluşur. Çevre sağlığı aynı zamanda şimdiki ve gelecek
kuşağın sağlığını potansiyel olarak olumsuz etkileyebilecek olan çevredeki bu faktörlere
değinilmesinden, onların düzeltilmesi ve önlenmesini de kuşatır. Bu tanımlamada çevre
sağlığı aslında iki şey üzerinde durur. Pratik çözümler sunan bir yol ve genel kavram olarak
çevre sağlığı, sürdürülebilir bir gelişme açısından da karar mekanizmalarının güçlü bir temel
üzerinde çalışmasını sağlayan bir çerçeve olarak çevre sağlığı.
Şekil 1: Yaşanılan Çevre ve Baskı Çeşitleri
Yaşanılan Çevre
Biyolojik Baskı Yapanlar
Ailesel
Çevre
Đş
Çevresi
Kimyasal Baskı Yapanlar
Fiziksel Baskı Yapanlar
Eğlence
Çevresi
Sosyal Baskı Yapanlar
Psikolojik Baskı Yapanlar
Kaynak: I.D. Macarthur, X. Bonnefoy, Enviromental Health Services in Europa-Policy Options,
WHO, Copenhage, 1999: 5
Şekil 1’e göre, çevre sağlığı, öncelikli olarak insan sağlığı ile ilgilenen bir disiplindir.
Ayrıca, insanların farklı çevrelerde bulunduğunu gösterir. Bu çevreler; yaşanılan çevre,
ailesel çevre, iş çevresi ve eğlence çevresidir. Şekil aynı zamanda birçok stres çeşidinin de
bu çevreleri etkileyebileceğini ortaya koymaktadır.
2.2. Çevre Sağlığının Đlkeleri
Çevre sağlığı yaklaşımı planlanarak ilerleme yerine organik olarak büyüyen bir
yaklaşım ortaya koyar. Fakat çevre sağlığının insan sağlığının iyileşmesi, yaşam kalitesinin
artırılması sürecine büyük katkıları olduğu bir gerçektir. Fakat birçok ülkede çevre
sağlığının önemi yeterince anlaşılmamaktadır. Çevre Sağlığı konusunda bazı ülkeler yeterli
hassasiyeti göstermemektedirler. Dünyanın çevreyi korumak için en az çaba harcayan
23
ülkeleri arasında ABD ve Hindistan gelmektedir. Alman sivil toplum kuruluşu
"Germanwatch", gezegeni en fazla kirleten 56 ülkenin çevreyi koruma çabalarını
inceleyerek rapor hazırlamıştır. Uluslararası Enerji Kurumu verilerine dayanarak hazırlanan
rapora göre, Đsveç en çevreci ülke unvanını elinde bulunduruyor. 2005 yılından beri
hazırlanan raporda, bu yıl Almanya 5'incilikten 2. sıraya yükselmiş Fransa ise 12'ncilikten
18'inciliğe gerilemiştir. Örgüt, raporla birlikte yayınladığı açıklamada, sıralamada
yukarılarda bulunan ülkeleri, bundan sonra daha dikkatli olmaları konusunda uyarmıştır.
Rapora göre, ilk 20 ülkenin 12'si Avrupa ülkesidir. Eski kıtanın en kötü öğrencileri, 41.
sıradaki Đtalya, 29. sıradaki Đspanya ve 37. sıradaki Avusturya’dır. Dünyayı en fazla kirleten
10 ülkeden 7'si, 40 ve 55. sıralar arasında yer almaktadır. Rapor hazırlanırken, enerji,
ulaşım, ısınma ve sanayi alanında kişi başına düşen gaz emisyonu miktarıyla ulusal ve
uluslararası iklim politikaları göz önüne alınmıştır (www.nethaber.com, 7 Aralık 2007
Cuma, sa:10:51’de yayınlanan haber).
Çevre sağlığı ve onun yayılmasını sağlayan mekanizmalar, bazı ilkeler üzerine
kurulmuştur. Çevre sağlığı üç zaman fazıyla ilişkilidir. Buna göre geçmişte yaşanan zararları
düzeltmek, güncel riskleri kontrol altına almak ve gelecekteki olası problemleri önlemek
gerekmektedir. Çevre sağlığı ile ilgili en baskıcı konuları acil bir şekilde düzeltmek tabiî ki
çok önemlidir, ancak gelecekteki problemleri görmek ve engellemek de bir o kadar
gereklidir. Bu, günümüzde büyük bir şekilde tüm politikalarda ve programlarda kabul edilen
ihtiyatlılık ilkesinin temelidir ve bu ilke çevre sağlığı önlemlerinin, yaşam kalitesini
sağlayan en önemli parça olduğunu açıkça göstermiştir.
Şimdi çevre sağlığı ilkelerini inceleyelim (MacArthur, 1999: 35):
1. Đlke: Sağlık Koşullarının Đyileştirilmesi
Đnsanların genel sağlık durumunun geliştirilmesi tüm çevre sağlığı hareketlerinin
merkezini oluşturur. Bu ilke çevresel hareketin temel hedefidir.
2. Đlke: Adalet
Toplumda dezavantajlı gruplar genelde kötü çevresel koşullarda ve yanlış
yapılaşmanın olduğu yerlerde yaşayan, tehlikeli koşullarda çalışan, sağlıklı ve çeşitli
gıdalara ulaşması sınırlı olan kişilerden oluşur. Bu grup tek bir homojen topluluktan
oluşmaz. Farklı insanlar farklı durumlarda dezavantaja sahiptirler. Örneğin düşük gelire
sahip Kuzey Avrupa ülkelerinde hane halkı soğuk ve nemli ev ortamından, yetersiz
beslenmeden ve yakıt yetersizliğinden dolayı zayıf sağlık riskleriyle karşı karşıya olabilirler.
24
Bu durum açık bir şekilde Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmıştır. WHO, eğer
insanların içinde yaşadıkları çevre, sağlık gelişimine yardımcı olmazsa uygun tıbbi
teknolojiye ulaşmakla çevre sağlığına zıt etkileri kendi içinde dengeleyemeyeceğini kabul
etmiştir. Eşitlik bu yüzden çevre sağlığının sürdürülebilirliği açısından da öncelikli ve
merkezi bir ögedir.
3. Đlke: Demokratik Yönetim
Hükümetlerin
demokratik
yöntemleri
benimsemesi,
çevre
sağlığının
etkili
yönetilmesinde temeldir. Toplumdaki her bireyin çevreyi korumayı yönelik çabaları ve
katkıları olmalı ve herkes bu yöndeki sorumluluklarının farkına varmalıdır.
Çevre sağlığını koruma politikası, içinde halk adına karar veren politikacıları ve
uzmanları barından demokrasi modelinin üzerine kurulmuştur. 18. ve 19 yüzyıllarda ortaya
çıkan ve 20. yüzyılda daha da gelişen kapalı tarz karar alma süreci demokratik sistemin bir
mirasıdır. Ancak, halk artık toplumsal, bilimsel ve ulusal konular hakkında daha iyi eğitilip,
medya tarafından her gün bilgilendirilmektedir. Siyasal katılım üzerine kamunun istemi gün
geçtikçe artmaktadır. Bu durum yaşam kalitesini ve çevre sağlığını doğrudan etkilemektedir.
Katılımcılık çevre sağlığının kalitesini yükseltebilir. Çünkü, örgütlenmiş olmanın yollarını
sağlar ve toplumu motive eder. Toplumun politikaları şekillendirmesini sağlar. Đnsanlar
siyasi
katılımla,
hem
karar
alma
sürecine
katılırlar
hem
de
politikalardaki
sorumluluklarından haberdar olurlar. Toplumun çevre sağlığının ilerletilmesi açısından
siyasi katılım büyük öneme sahiptir. Günümüzde çevre sağlığının karşı karşıya kaldığı
birçok problemin çözümü toplumun bir bütün olarak hareket etmesiyle mümkündür.
4. Đlke: Sektörlerarası Đşbirliği
Çevre sağlığındaki bir başka önemli öge ise sadece çevre ve sağlık sektörleri
arasındaki işbirliği değil, ekonomik ve diğer sosyal ortaklarla da birlikte uyum içinde
olabilmektir. Bu ilke, etkili çevre-sağlık yönetiminin kalbini oluşturur. Đzole edilmiş kararlar
ve faaliyetler çevre sağlığındaki sorunları çözemez. Çözüm sektörler arası yaklaşımdadır.
Sektörler arası etkinlikler iyi bir çevre sağlığı uygulamalarının çekirdeğini oluşturur. Çok
yararlıdır, ancak yararı ne kadar genişlikte uygulandığına ve yorumlandığına göre değişir.
Sektörler arası çalışmalar belirli bir sektörün programını desteklemeye yönelik ise başarısız
olması kaçınılmazdır.
25
5. Đlke: Sürdürülebilirlik
Çevre sağlığının bir sonraki ilkesi sürdürülebilir kalkınma ya da sürdürülebilirlik
fikridir. Çevre sağlığı terimi gibi, bu kavramda sadece belli konuları kapsamaz, onları
kontrol altına alabileceği yeni yollara gereksinim duyar. Politika yapma sürecinde, çevre
sağlığı ile sürdürülebilir kalkınmayı birbirine bağlayan, onların üst üste gelmesine neden
olan özellikle üç bağ vardır. Bunlar:
- Politika Bütünleşmesi: Çevre sağlığı düşüncesini diğer politika alanlarıyla ve
hükümetin farklı organlarıyla bir araya getirme
- Ortaklık: Toplumdaki tüm gruplara danışma ve tüm gruplar tarafından katılımı
sağlama ve sürdürülebilir kalkınma projelerini toplumca uygulama
- Uygun Ölçü: Çevre sağlığı konusundaki politikaların yönetiminin, yerelden
uluslararasına doğru her düzeyde yürütülmesi.
6. Đlke: Uluslararası Đşbirliği
Çevre sağlığı konusu aslında uluslararası bir konudur. Çünkü dünyadaki herkes aynı
gezegen üzerinde yaşamakta ve gelişen teknolojiyle daha da küçülen dünyaya karşı daha da
duyarlı olmak zorundadır. Bu yüzden uluslararası işbirliği çevre sağlığı konusunda anahtar
ögedir ve dikkat dağıtıcı dış olaylar ve problemler olsa bile gözden kaçırılmamalıdır. Yani
küresel
çevre
sorunları
ancak
küresel
çapta
alınacak
önlemlerle
çözüme
kavuşturulabilecektir.
2.3. Çevre Sağlığı Đle Uğraşan Uluslararası Örgütlenmeler
2.3.1. CIEH (Chartered Institute of Environmental Health)
1996’da “Değişim Gündemini (Agenda for Change)” hazırlayan Chartered Institute
of Environmental Health (CIEH) ayrıca çevre-sağlık hizmetlerinin geliştirilmesinin
yollarından biri olarak Ulusal Çevre Sağlık Faaliyet Planı (NEHAP) yapımıyla da
ilgilenmiştir. 1994 yılında Helsinki’de yürütülen Çevre ve Sağlık Üzerine Avrupa Bakanlık
Konferansı’nda, tüm ülkeler kendilerine ait NEHAP’ları oluşturmayı kabul etmişlerdir. Bu
süreçte adım atan ilk ülke Đngiltere’dir. Sonuç ise durumun bir raporu olmaktan öteye
geçememiştir ve çevre sağlığına yeni bir bakış açısı kazandıramamıştır (MacArthur, 1999:
26).
26
CIEH çevre sağlığı konusunda büyük bir alan oluşturmak için eşi görülmemiş
kararlar almış ve CIEH çevre sağlığı üzerine kurulan komisyona aşağıdaki ilkeleri referans
olarak vermiştir (CIEH, 1995: 121):
- Çevre sağlığının ilkelerini ve insan sağlığı üzerindeki uygulamaları dikkate
almak ve toplumların sürdürülebilir kalkınmalarını izlemek
-Sosyoekonomik faktörlerle çevre sağlığı arasındaki ilişkiyi gözden geçirmek
-Đngiltere’deki faaliyetleri güçlendirmek ve çevre sağlığı ilkelerinin tüm toplum
tarafından benimsenmesi için önerilerde bulunmak
Komisyon Dr Barbara McGibbon başkanlığında çevre sağlığı ve çevre sağlığı
yönetimi ile ilgilenen 13 kişiden oluşmuştur. 18 ayda toplam 7 kere buluşmuş ve 1997
yılının
Temmuz
ayında
Değişim
Gündemi
(Agendas
for
Change)
raporunu
yayımlamışlardır. Bu gündem Çevre Sağlığı için insan faaliyetlerinin sosyal, ekonomik ve
çevresel yanlarını tanıyan yeni bir vizyon oluşturmuştur (WHO, 1997: 28).
Çevre sağlığı klasik düzenlemelerden uzaklaşarak işbirliği ve ortaklıkların geçerli
olduğu bir yaklaşıma doğru ilerlemektedir. Aşağıdaki şekil bu yeni yaklaşımı
göstermektedir:
Şekil 2: Toplum ve Çevre Sağlığı Etkileşimi
Çevresel
Sosyal
Sağlık
Ekonomik
Kaynak: I.D. Macarthur, X. Bonnefoy, Enviromental Health Services in Europa-Policy
Options, WHO, Copenhage, 1999: 35
Yukarıdaki şekilden de anlaşılıyor ki, toplumun yüz yüze kaldığı çevre sağlığı
sorunların birçoğu, yine toplum tarafından yaratılmaktadır. Buna karşın, çözüm de,
toplumun bu sorunlara karşı birlikte hareket etmesindedir. Đnsan sağlığı söz konusu olunca
insanları harekete geçirmek kolaydır. Fakat asıl sorun insanların kendi çıkarları söz konusu
olmadan nasıl toplu bir şekilde toplumun yararı için hareket ettirileceğidir. Olumlu
sonuçlara ulaşabilmek için ise işbirliği yapmak gerekir. Düzenlenmiş çözümler
sürdürülebilir olmaya daha yakındır. Değişim Gündemi de bu konuya değinmiş ve
27
hazırladıkları raporda Đngiltere için 21 tane farklı öneri de bulunmuştur. Komisyonun
dikkate aldığı konular şunlardır (WHO, 1997: 125):
1) Çevre sağlığı ve halk bütünleşmelidir.
2) Hizmet dağıtımında hesap verilebilirlik olmalıdır.
3) Çevre sağlığına yapılan tüm olumlu katkılar “Gündem 21” ve “Yerel
Gündem 21” başlığı altında toplanmıştır.
4) Sürdürülebilir kalkınma süreçleri iyi bir çevre sağlığı için birçok öge sağlar
ve bu eğilimler büyütülmeli ve sürdürülebilir değişim garanti altına
alınmalıdır.
Komisyona göre, çevre sağlığını yaymanın en güzel yolu, yerel yöntemlerin
kullanılmasıdır.
Dolayısıyla
2020
yılının
vizyonu
belli
bir
yöredeki
insanların
gereksinimlerini bürokratik engeller olmadan toplum tabanlı karşılamaktır.
2020’li yılların vizyonunda olan diğer 2 konu ise eşitsizlik ve sürdürülebilirliktir.
Yapılması gereken en acil şey çevreden ve sağlıktan kaynaklanan sosyal sınıflar arasındaki
eşitsizliği azaltmak ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu ortadan kaldırmaktır. Bu yüzden,
kişisel gelir ve yaşam standartlarını yükseltmek, fiziksel ve ruhsal sağlığını iyileştirmek ve
daha adaletli bir dünya sağlamak temel hedeflerdir. Komisyon eşitliğin verimle beraber
yürüdüğünü fark etmiştir. Eşit olmayan ve bölünmüş bir toplum, bozuk bir toplumdur;
hastalıklara yol açar, çevreyi tahrip eder ve bunların sonucu olarak da sosyal ve mali bir yük
getirir. Đkinci önemli nokta sürdürülebilirliktir. Çok basit olarak bu görüş “Biz sağlık
boyutunu, yeşil boyutla birlikte sürdürülebilir kalkınma planlarının içine enjekte ederiz”
varsayımı üzerine kurulmuştur.
Değişim için gündemler sıralanırken çevre sağlığı ile ilgili sözü edilen ilk şey yaşam
kalitesidir. Yaşam kalitesi de sağlık da dünyadaki eşitsizliklerden hakkını almıştır aynı
zamanda ikisi de çevre sağlığında önem arz eden yaşam tarzı nasıl olmalıdır sorularını da
ortaya atmıştır. Bireysel sağlık ve çevre bütünleşmesi konularında tartışma ayrıntılı ve
bireysel olarak başlar, çevresel ve küresel olarak devam eder ve sosyal, profesyonel,
ekonomik ve örgütsel olarak sonlanır. Bu alanlar çözümlerin de bulunacağı alanlardır. Bu
noktada çevre sağlığının ilkeleri tarafından oluşturulan gündemler arasında: yaşam kalitesi,
eşitsizlik, yaşam şekli, küreselleşme, demokrasi, bilgi, bütünleşme ve sürdürülebilirlik yer
almaktadır (MacArthur, 1999: 42):
28
Yaşam Kalitesi:
Herkes tarafından bilindiği gibi sağlık, yüksek yaşam kalitesinin varlığı ile
hastalıkların yokluğu üzerine kurulmuştur. Memnuniyetsizlik, rahatsızlık ve işlevsizlik kötü
yaşam kalitesinin belirli göstergeleridir.
Kişisel ve sosyal hedefleri yeniden belirlemek farklı bir yaklaşım olarak göze
çarpmaktadır. Günümüzde ekonomik standartların iyi olmasının yaşam kalitesine olumlu
yansıyacağı açıkça ortadadır, fakat negatif yanları da gözden kaçırılmamalıdır. Öncelikle
ekonomik büyüme toplumsal eşitlik sağlamaya yetmeyeceği gibi, çevreyi bozacak,
memnuniyetsizliklere yol açacaktır. Aslında ekonomik faktörlere aşırı önem verme, birçok
önemli değerlerin bozulmasına yol açacaktır; bizim sağlığımız da aile, toplum, sosyal birlik
gibi bu değerler üzerine kurulmuştur.
Geçen 20 yılda yapılan birçok araştırma insanların yeşilin, temiz suların hâkim
olduğu doğal ortamlarda, daha mutlu, daha az stresli, daha az agresif olduğunu göstermiştir.
Ruhsal sağlıkları gelişmiş, kendilerini tazelenmiş, dinçleşmiş ve rahatlamış hissetmişlerdir.
Ruhsal sağlıktaki bu düzelme fiziksel sağlığa da yansımıştır. Bu gelişmeler insanları
sağlıklarını ve yaşam koşulları daha iyi idame ettirebilecekleri, sağlıklı bir çevreye sahip
yeni yerleşim yerleri aramaya yöneltmiştir. Fakat tahmin edebileceğiniz gibi birçok insan
bunu gerçekleştirememiştir.
Eşitsizlik
Genelde en fakir insanlar en kötü evlerde, en kötü çevresel koşullarda yaşarlar, en
kötü işlerde çalışırlar, eğitim olanakları zayıftır, kötü gıdalarla beslenirler. Zenginle fakir
arasındaki fark 90lı yıllarla kendini iyice hissettirmiştir. Büyüyen sosyal ve çevresel
eşitsizlik, sağlık ve yaşam kalitesi bakımından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu
sorunların çözümü siyasal üstlenme gerektirir. Sonuçta çevre ve sağlık yoksunluklarını
çözmenin tek yolu bilinçli ve kalıcı bir şekilde eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır.
Yaşam şekli
Yaşam şekli gündeminin iki tane bileşeni vardır: Birincisi içinde sağlığı
barındırmayan, sosyal ve çevresel eşitsizliği güçlendirmeye yol açan yaşam şeklidir. Đkincisi
ise sürdürülemeyen batı yaşam şeklidir. Batı yaşam şekli enerji ve kaynak tüketimine büyük
gereksinim duyan bir şeklidir. Bu yaşam şekli de çevre sağlığı açısından sakıncalıdır.
Bunların önlenmesi için Komisyonun sunduğu öneri, sağlıklı ve sürdürülebilir yaşam
şeklinin insanlarda oluşturulması, yeşil tüketimi ve halk katılımının artırılmasıdır.
29
Küreselleşme
Yeni bilgi teknolojisi uzaklıkları bastırdıkça, pazar ekonomisi daha da genişlemiştir.
Yeni küresel ekonomi ulus aşırı şirketlere ve dünya çapında tanınan markaların ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Bu düşüncelerin gelişmesine yol açan görüş ise liberalizmdir. Çevre
de küreselleşme sürecinden etkilenmiş, çevre kirlilikleri artmıştır; bununla beraber çevre
sağlığına yönelik ortak görüşler artmış ve çevre ve sağlığı iyileştirme yönünde adımlar
atılmıştır.
Bilgi
Komisyonun vizyonunun taslağındaki zorluklarla başa çıkmak için politika yapma ve
uygulama aşamalarında yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmaktadır. Bunlar
takım çalışması ve işbirliğidir.
Sürdürülebilir Kalkınma
Sürdürülebilirlik son yıllarda insan sağlığı konusunda günümüzde çok önem
kazanmıştır. Sürdürülebilirliğin sağlanması için güçlü bir organizasyona ihtiyaç vardır. Özel
sınırlar belirlenmelidir çünkü, sürdürülebilirlik çevre sağlığı için son derece etkili bir
faaliyettir.
Çevre sağlığını içermeyen bir sürdürülebilir kalkınmadan söz edilemez. Son yıllarda
uluslararası ve ulusal çapta sürdürülebilirlik ve sağlığı bir araya getirmeye yönelik adımlar
atılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün Tüm Stratejiler için Sağlık ve Sağlıklı Kentler Projesi,
Yerel Gündem 21 bunlara örnek verilebilir. Çevre sağlığının önceliklerinden biri bu
programlar arasındaki bağlantıyı tanımak olmalıdır.
2.3.2. Uluslararası Çevre Sağlığı Federasyonu
Uluslararası Çevre Sağlığı Federasyonu doğrudan çevre sağlığı ile ilgili yerel hukuki
düzenlemeleri etkileyebilen bir kurum değildir. Örgüt çevre sağlığı görevlilerinin inisiyatifi
ile çalışır. Bu, çevre sağlığı ile uğraşan uzmanların uluslararası alanda bağlantı kurdukları
ilk çalışma değildir. 1960’larda ABD ve Kanada’da bu tip örgütlenmeler kurulmuş ve uzun
süre faaliyetlerine devam etmişlerdir. Uluslararası Çevre Federasyonu 1985 yılında
kurulmuştur. 26 tam ve 36 sınırlı üyesi bulunan kurum genişlemeye devam etmektedir.
Federasyonun çevre sağlığı ile ilgili farklı kurumlar arasında ortak hareket etmeyi sağlama,
bilgi paylaşımı ve kişiler ve kurumlar arasındaki bağlantıyı sağlamak gibi farklı amaçları
vardır.
30
Federasyon Đsveç ve Kaliforniya Çevre Sağlığı Örgütlerinin önerdiği politikaları
kabul ederek bunların kendi üye kuruluşları tarafından benimsenmesini istemiştir.
Federasyonun vurguladığı diğer bir nokta ise çevre sağlığı sorunlarının insanlar tarafından
belirlenmiş sınırların ötesinde olduğudur. Her üyenin uluslararası ve global sorunların
farkında olması sağlanır. Ayrıca yerel konulara da ağırlık verilmektedir. Bunun için üye
organizasyonlar yerel gruplar halinde bir araya gelir ve federasyonun yerel konular ve
sorunlar hakkında da bilgi sahibi olması sağlanır.
Uluslararası Çevre Sağlığı Federasyonu’nun bir diğer amacı da Dünya Sağlık Örgütü
(WHO), Birleşmiş Milletler (UN), Avrupa Birliği (EU), ve Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) gibi uluslararası kurumlarla işbirliği halinde olmaktır. Federasyon, bu tür sorunların
çözümünün temelinde bilgi ve tecrübe paylaşımını sağlamanın ve öğrenmeye açık olmanın
yattığının farkındadır.
2.3.3. Gıda ve Tarım Örgütü
Gıda ve Tarım Örgütü Birleşmiş Milletlerin en eski kuruluşudur. Merkezi Roma’da
bulunan kurum 2. Dünya Savaşı sonra beslenme problemleri ile başa çıkılabilmesi için 1945
yılında kurulmuştur. Bu kurumun çevre sağlığına etkisi, hayvan sağlığı ve yiyeceklerin
uluslararası bir standarda oturtmuştur.
2.3.4. Dünya Sağlık Örgütü
Dünya Sağlık Örgütü da bir Birleşmiş Milletler kuruluşudur. 1946’da New York’da
yapılan bir kongre sonrasında 1948’de Đsviçre’nin Cenevre kentinde kurulmuştur.
Konferansın amacı Almanya’nın boşalttığı bölgelerin istikrarının sağlanmasıydı. Dünya
Sağlık Örgütü bağımsız bir kuruluştur. Diğer uluslararası organizasyonlar gibi daha yüksek
bir otoriteye ihtiyaç duymamaktadır. Kendi bütçesi elverdiği ölçüde sağlık konusunda işler
yapabilmektedir. Bir diğer konuda Dünya Sağlık Örgütünün çalışma alanları keskin
çizgilerle ayrılmadığı için Birleşmiş Milletlerle koordineli bir şekilde hareket etmektedir.
2.3.5. Birleşmiş Milletler Çevre Programı
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın merkezi Kenya’nın Nairobi şehrindedir. Bu
kurum, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çevre sorunları ile ilgilenmektedir. Bu tür
ülkelere uzman, ekipman ve finansal destek sağlamaktadır. Dövize ihtiyaç duyan bu tür
gelişmekte olan ülkelerde doğal kaynaklar çevresel, ekolojik ve biyolojik kaygılar olmadan
kullanılmaktadır. Bunun üstüne bir de gelişmiş ülkeler kendi ülkelerine atamadıkları ve
çevre tarafından dönüşümü mümkün olmayan atıkları bu tür ülkelerin topraklarına
31
atmaktadır. Bu nedenle bu programın amacı gelişmekte olan ülkelerdeki çevre sorunlarının
azaltılmasına yöneliktir.
2.4. Halk Sağlığı Kavramı
Sağlıklı yaşamak çevrenin bize verdikleri ile doğru orantılıdır. Çünkü çevremizde
sağlığımızı etkileyen birçok ve çeşitli faktörler mevcuttur. Bütün bu faktörleri bilmek,
onların zararlı etkilerinden korunmak, bu faktörlerin etkilerini yok etmeyi başarabilmek
gerekiyor. Bu işler yalnızca bireysel çabalarla başarılamaz. Bu nedenle toplumun diğer
kişilerinin de aynı şekilde davranmaları gerekiyor. Çevremizdeki kişiler eğer sağlık
koşullarına uygun davranmazlarsa, onların bu davranışları bizim sağlığımızı da kötü
etkileyebilir, hastalanmamıza, hatta yaşamımızı kaybetmemize yol açabilir. Devlet toplumda
yaşayan herkesin sağlıklı bir çevrede yaşamalarını, her vatandaşın kolayca ve parasal olarak
karşılayabileceği bir sağlık hizmetine erişebilmesini sağlamakla ödevlidir. Devletin bir
ödevi de, toplumun sağlık düzeyini sürekli olarak yükseltmek ve iyileştirmektir. Kısacası,
bireysel sağlıktan söz edilebildiği gibi toplumsal sağlıktan da söz edilebilir. Toplumların
daha sağlıklı olabilmeleri için yapılması gereken her şey “halk sağlığı” kavramının
konusudur. Bu işler yalnızca sağlık personelinin bilmesi ya da yapması gereken şeyler
değildir. Çünkü, toplumların sağlık düzeylerini yükseltmede pek çok kişinin rolü ve
sorumluluğu vardır (Öztek, 2007: 51).
Amerikalı ünlü Halk Sağlığı Önderi Prof. Dr. C.E.A. Winslow 1923 yılında Halk
Sağlığını şu şekilde tanımlamıştır. “Halk sağlığı, örgütlenmiş toplumsal çabalarla çevrenin
sağlık koşullarını düzelterek; bireylere sağlığı koruma bilgisi vererek; bulaşıcı hastalıkları
önleyerek; hatalıların erken tanı ve koruyucu tedavisini sağlayacak hekimlik ve hemşirelik
örgütleri kurarak ve her bireyin sağlıklı yaşam sürdürmesini mümkün kılacak sosyal bir
ortam geliştirerek hastalıkları önleyen, yaşam süresini uzatan, beden ve ruh sağlığı içinde
çalışabilme gücünü artıran, böylece her vatandaşın sağlıklı ve uzun bir yaşam sürme hakkını
gerçekleştirmeye uğraşan bir bilim ve sanattır” (Dirican ve Bilgel, 1993: 32).
Halk sağlığı teriminin anlamı, bir ülkenin benimsediği sağlık hizmeti modeline göre
de değişir. Eğer bir ülkede sağlık hizmetleri hem kamu hem de özel sektör tarafından
yürütülüyorsa, kural olarak, halk sağlığının anlamı sınırlı olup, sağlık ve hastalık alanında
sadece kamu yönetiminin ele aldığı organize edilmiş toplumsal çabaları kapsar ve bireysel
tedavi hizmetleri bir dereceye kadar bu tanımın dışında kalır. Ama, sağlık hizmetlerinin
tümü kamu sektörünce yürütülüyorsa, halk sağlığı terimi, gerçekte tüm sağlık hizmetlerini
kapsar (Dirican ve Bilgel, 1993: 48).
32
Dünyanın hemen her yerinde büyük bir halk kitlesinin en temel sermayesi
sağlıklarıdır. Bu sermayenin elden gitmesi bütün varlığın iflası demek olduğu gibi milli bir
zarardır. Bu nedenden halk sağlığı yalnız kişi değil grup sağlığı ile alakadardır (Yalım,
1960: 1).
2.5. Halk Sağlığının Đlkeleri
Amerikan Halk Sağlığı Kurumu (American Public Health Association ) halk
sağlığına ilişkin bazı ilkeler tespit etmiştir. Bu ilkeleri şu şekilde özetleyebiliriz (APHA,
2000: 27 ):
- Halkın sağlığını koruma ve geliştirmede devletin başlıca rolü ve sağlık konusunda
ortak sorumluluk üzerinde durma;
- Nüfusun bütünü üzerine odaklanma;
- Önlem üzerinde, özellikle de birincil önleme yönelik nüfus stratejisi üzerinde
yoğunlaşma;
-
Sağlığın ve hastalığın sosyoekonomik belirleyicileri ile daha yakın risk
faktörlerinin ele alınması;
- Uygunluk durumuna göre niteliksel ve niceliksel yöntemlerin kullanıldığı çok
disiplinli bir taban;
- Hizmetin verilediği nüfus ile ortaklık.
Öte yandan Pan Amerikan Sağlık Örgütü (Pan American Health Organization:
PAHO ) halk sağlığı işlevlerini şu şekilde ele almaktadır (PAHO, 2000: 3 ):
1)
Ülkenin Genel Sağlık Durumunun Đzlenmesi ve Analizi
•
Ülkenin sağlık durumu üzerinde durularak; sağlık riskleri, tehditleri ve
hizmetlere ulaşmada eşitsizliklerin tespiti ve değerlendirilmesi,
•
Nüfusun sağlık gereksinimlerinin belirlenmesi,
•
Yaşamsal riskte olan grupların durumlarının öncelikle ele alınması,
•
Yaşam kalitesini arttırmaya ve sağlık düzeyini yükseltmeye yönelik sektör
dışı kaynakların belirlenmesi,
•
Toplanan bilgileri
ölçecek
ve
oluşturulması ve geliştirilmesi,
33
analizini
gerçekleştirecek
kurumların
2)
Halk Sağlığında Risk ve Zararların Gözetim, Araştırma ve Kontrolü
•
Bulaşıcı hastalıklar, zararlı çevresel maddeler veya zehirli maddelere ilişkin
araştırmalar yapılması,
•
Nüfus taramalarını gerçekleştirecek bir halk sağlığı hizmet altyapısı
oluşturulması,
•
Ortaya çıkan tehditleri hızlı bir biçimde analiz edecek, gerekli altyapıya sahip
halk sağlığı laboratuarları oluşturulması,
•
Sağlık sorunlarının daha sistemli bir şekilde idare edilmesine olanak
sağlayacak uluslararası bağlantılar gerçekleştirilmesi,
3)
Sağlığın Geliştirilmesi
•
Toplumun aktif katılımının sağlanarak, risk faktörlerinin azaltılmasına
yönelik çalışmalar yapılması ve toplum sağlığını geliştirmeye yönelik faaliyetlerin
yürütülmesi,
•
Toplumun sağlık konusunda bilinçlendirilmesini amaçlayan faaliyetlerin
yürütülmesi,
•
Okul, işyeri gibi örgütlerde eğitim için sağlık personelinin aktif katılımı,
4)
Vatandaşların Sağlık Alanında Güçlendirilmesi ve Sosyal Katılımı
•
Sağlıkla ilgili faaliyetlere toplumun katılımını kolaylaştıracak önlemler
alınması,
•
Sağlıklı yaşamı destekleyecek biçimde sivil toplumla sağlık sektörünün
bağlarının güçlendirilmesi,
5)
Çabaların
Ulusal Sağlık Otoritesinin Yönlendirici Rolü ve Halk Sağlığı Alanındaki
Desteklenmesine
Yönelik
Olarak
Politika,
Planlama
ve
Yönetim
Kapasitesinin Geliştirilmesi
•
Halk sağlığı alanında siyasi kararların geliştirilmesi,
•
Ulusal düzeyde bir stratejik planlama oluşturulması ve alt düzeydeki
planlamalara destek sağlanması,
•
Halk sağlığı uygulamalarına yol gösterici nitelikte olan mevzuatın
geliştirilmesi,
34
•
Kaynak yönetimini, etkin iletişimi ve liderlik kapasitesini birleştirerek,
bunlardan yararlanacak bilimsel veri tabanlı karar verme yetkinliğinin geliştirilmesi,
6)
Halk
Sağlığı
Alanında
Düzenleyici
Kuralların
ve
Kurumların
Oluşturulması
•
Sağlık alanındaki risklerin kontrolüne yönelik standartların belirlenmesi ve
uygulamaya konması,
•
Sağlık düzeyinin yükseltilmesini amaçlayan yeni kanunların oluşturulması,
•
Sağlık hizmetlerinde tüketicilerin korunması,
7)
Sağlık Hizmetlerine Eşit Koşullarda Erişim Đmkanının Sağlanması
•
Tüm
toplumun
sağlık
hizmetlerine
etkin
bir
şekilde
ulaşmasının
desteklenmesi,
•
Toplumun sağlık hizmetlerine erişimlerini engelleyecek etkenlerin ortadan
kaldırılması,
•
Eşit şartlarda erişimin gerçekleştirilmesi için hükümet ve hükümet dışı
örgütler arasında işbirliği sağlanması,
8)
Halk Sağlığı Alanında Đnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Eğitimi
•
Halk
sağlığı
hizmetlerinde
eksikliklerin
belirlenerek,
halk
sağlığı
çalışanlarına bu kapsamda eğitim verilmesi,
•
Sağlık mesleği mensuplarının lisans şartlarının tanımı ve sağlık hizmetlerinde
kalitenin sürekliliğini sağlayacak programların benimsenmesi,
9)
Kişisel ve Nüfusa Dayalı Sağlık Hizmetlerinin Kalitesinin Belirlenmesi
•
Kalite güvencesini gerçekleştirecek sistemlerin geliştirilmesi,
•
Sağlık sisteminde karar verme sürecini kolaylaştıracak sağlık teknolojisi
değerlendirme sistemi oluşturulması,
10 )
Yenilikçi Halk Sağlığı Çözümlerine Dair Araştırma, Geliştirme ve
Uygulama
•
Sağlık alanında araştırma kapasitesinin arttırılması,
•
Ulusal sağlık hesaplarının karar verme mekanizmasına destek sağlayacak
şekilde zamanında gerçekleştirilmesi,
35
11 )
Sağlıkta Acil Durumların ve Faciaların Etkisinin Azaltılması
•
Halk sağlığını tehdit edecek faktörlere karşı hazırlıklı olunması ve alınacak
önlemlerin planlanması,
•
Facia ve acil durumların etkisini azaltmak için sağlık sisteminde sektörler
arası işbirliği.
Tüm bu temel halk sağlığı kategorilerinin her biri çeşitli faaliyetler içermektedir. Bu
faaliyetler temel sağlık işlevleri yanı sıra, çeşitli risk faktörlerinin kontrol altına alınması,
halkın bilinç düzeyinin yükseltilmesi, bu bilinçten tam anlamda faydalanılabilmesi için
gerekli insan kapasitesinin ve politika ortamının geliştirilmesi gibi ek bir takım yaklaşımları
da içermektedir.
Dünya Bankası ise başlıca halk sağlığı işlevlerini aşağıdaki beş kategoride ele
almaktadır (World Bank, 2002 : 10):
•
Politika geliştirme;
•
Sağlık politikaları, strateji ve eylemlerine yönelik veri toplama ve dağıtma;
•
Hastalıkların önlem ve kontrolü;
•
Daha iyi sağlık için sektör içi adımlar;
•
Đnsan kaynakları geliştirme ve kapasite artırma.
Halk sağlığının, belli başlı faaliyetler veya nihai hedeflerin yanı sıra işlevler
bağlamında da incelenmesi, Dünya Sağlık Örgütü'nün sağlık sistemlerinin rolünün birkaç
hayati önem taşıyan ve genel işlevleri yerine getirmek olduğuna dair görüşü ile
örtüşmektedir. Bu hayati önem taşıyan ve genel nitelikteki işlevler şunlardır: sağlığı
geliştirecek hizmetlerin temin edilmesi; fiziksel ve insan kapasitesine yatırım yapılması;
bilgilendirme, değerlendirme ve düzenlemelere dair görevler de dahil olmak üzere tüm hepsi
üzerinde
devletin
yönlendirici
rolünün
(stewardship)
uygulanması.
Halk
sağlığı
faaliyetlerinin bazıları yatırım (ör. eğitim ) bazıları hizmet sunumu (ör. hastalık yönetimi )
niteliğinde olup, birkaçı da düzenleme kapsamına girmektedir (düzenleme, kalite güvencesi,
bilgilendirme ) (World, Bank, 2002: 5).
Yukarıda maddeler halinde vermiş olduğumuz halk sağlığı ilkeleri ve işlevlerinde,
doğrudan çevreye yönelik maddelerin yer almaması dikkat çekicidir. Bu noktada çevre
sağlığı ile halk sağlığının farklılığı ortaya çıkmaktadır. Halk sağlığı biliminde “insan
36
merkezli” bir yaklaşımla insan merkeze oturtulurken, çevre sağlığında ise, çevre ile insan bir
bütün olarak düşünülmüş, birbirlerinin tamamlayıcı ögesi olarak kabul edilmiştir. Her alanda
sürdürülebilirliğin sağlanması için özellikle çevre sağlığını incelediğimiz bölümde
belirttiğimiz yaşam kalitesi, vb. ögelerin hayata geçirilmesi için çevre ve insanın birlikte
düşünülmesinin gerekliliği kaçınılmazdır. Bu noktada, halk sağlığı ilke ve işlevlerinin
gözden geçirilip içerisine çevre faktörünün eklenmesi ve halk sağlığının hastalık tanı, tedavi
işiyle uğraşan bir bilim olmanın ötesine geçmesi gerekmektedir. Çünkü daha önce de
belirttiğimiz gibi biz hastalıkları tedavi ettikçe yeni hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Bu
durumun çevresel faktörlerin her geçen gün kötüye gitmesiyle bir ilgisi var mıdır? Bu
durumun halk sağlığı uzmanları tarafından araştırılması gerekir. Halk sağlığı fonksiyonları
içerisinde, çevre düzenlemeleri ve çevresel risklere yer verilmesi yetmemektedir.
Çalışmalarda doğrudan hastalık-çevre arasındaki ilişkilere yer verilmesi gerekmektedir.
Başlıca halk sağlığı fonksiyonlarını özetledikten sonra şimdi de çeşitli sağlık
sorunlarına uygulanabilecek halk sağlığı fonksiyonlarına bazı örnekler sunmak uygun
olacaktır. Doğanın ve çevrenin kirletilmesi insan sağlığı üzerinde ciddi bir tehlike
oluşturmaktadır. Halk sağlığı hizmetleri ise bu sorununun ortadan kaldırılmasına yönelik bir
fonksiyon üstlenir. Yine, anne ve çocuk sağlığına yönelik risklerin izlenmesi, buna yönelik
yasal düzenlemelerin yapılması halk sağlığının temel fonksiyonlarından birisidir.
37
Tablo 1. Çeşitli Sağlık Sorunlarına Uygulanabilecek Halk Sağlığı Fonksiyonları
Uygulanabilecek Alanlar
Halk Sağlığı
Fonksiyonları
Çevre
Mesleksel Anne ve
Sağlığı
Sağlık
Çoçuk
Kronik
Bulaşıcı
Hastalıklar
Hastalıklar vs.
Kronik
Bulaşıcı
Sağlığı
(AÇS)
Sağlık
Çevresel
Đş yeri
Durumunun
risklerin
Đzlenmesi ve
izlenmesi
risklerinin sorunlarında hastalıklarda hastalıklarda
izlenmesi risklerin
risklerin
risklerin
Analizi
Halk
Çevresel
Sağlığına
Yönelik
Đşçileri
AÇS
izlenmesi
izlenmesi
Anne ve
Sağlıkla ilgili Bulaşıcı
düzenlemelerin korumaya çocukları
izlenmesi
yönelik
korumaya
zararları
önlemeye
izlenmesi
hastalıkların
önlem ve
Kamusal
kanunların yönelik
yöneliksağlık kontrolüneyönelik
Düzenlemeler
izlenmesi kanunların
davranışlarını
izlenmesi
n izlenmesi
izleme ve
düzenlemeler
Kaynak: World Bank, Public Health and World Bank Operations, Washington DC, 2002: 7
Tablodan da anlaşıldığı gibi çevre sağlığı, Halk sağlığının önemli bir koludur.
Hekimler, sağlık mühendisleri, halk sağlığı alanında başarılı olabilmek için, çevre sağlığı
konusunda işbirliği yapmak zorundadır. Halk sağlıkçıları, insan sağlığını yüksek düzeyde
tutmak için insanların sağlığını etkileyen ve etkileyebilecek yakın çevresi ile
ilgilenmişlerdir. Yani, halk sağlıkçılarının çevreye bakışları “yakın çevre” ile sınırlanmıştır.
Đşte bu yakın çevre etmenlerinin niteliğinin korunması, çevre sağlığı olarak adlandırılmıştır.
Çevre sağlığı, birçok meslek gurubunun ekip hizmeti sunmasını gerektiren önemli bir sağlık
sorunudur. Birçok sektörün etkin olarak devreye girmesi sağlanmadan çevre sağlığı
sorunların çözümü mümkün olamaz. Toplumun ekonomik yapısı, kentleşme süreci ile
yakından ilişkilidir. Ülkelerin ekonomik kalkınma çabaları ile bağlantılıdır. Korunması
pahalı görünürse de bozulan çevre koşullarının düzeltilmesi söz konusu olduğunda alınacak
koruyucu önlemler çok daha ekonomiktir (http://homepage.uludag.edu.tr).
38
Bu noktada çevre sağlığı ne yalnız başına sağlık alanına sıkıştırılabilir, ne de çevre
alanına. Multidisipliner bir alan olan çevrenin ilgi alanına girmesi, daha akla yakın
görünmekle birlikte, halk sağlığının koruyucu alanında da yer alabilir.
Çevre sağlığının çalışma alanı çevreden daha eskidir. Çevrenin öneminin artması ile
daha çok çevre sağlığı alanında araştırmaların derinleştirileceğini söylemek zor olmaz.
Modern halk sağlığı, 19. yüzyıldan itibaren kabul görmeye başlamış ve çevre sağlığı
anlayışı da bununla birlikte gelişmiştir. Gelişen ve gelişmekte olan ülkelerde çevre sağlığı
kavramı çevre ile eş anlamlı olarak kullanılmış ve halen de kullanılmaktadır. Oysa bunların
ikisi de ayrı kavramlardır. Çevre bir tanımlama, belirleme kavramı iken, çevre sağlığı bir
savaşım kavramıdır. Sınırı insan yaşamının çevresi olup, hedef ise çevre sağlığını bozucu
etmenleri ortadan kaldırmaktır.
2.6. Devletin Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Konusunda Etkinliğinin Artırılması
Devletin ekonomideki diğer rollerinin yanında, gerek temel sağlık hizmetleri gerekse
çevre sağlığı piyasasında da çeşitli rolleri söz konusudur. Devlet gerek çevre gerekse halk
sağlığı konusunda birinci derecede etkin olmak durumundadır. Bu konularda politika
belirlemek ve uygulamak görevi devlet dışındaki kişi veya kuruma devredilemez. Bu
kapsamda ortaya çıkan ana görev, bireyler için iyi bir sağlık durumunun elde edilmesi, bu
düzeyin korunması ve sürdürülmesidir. Devletin halk hizmetlerinde yüklenmesi gereken
görevleri ile ilgili olarak Alma Ata bildirgesinde şu ifadeler yer almaktadır:
“Tüm hükümetler geniş çaplı ulusal sağlık sisteminin bir parçası olarak temel sağlığı
başlatmak ve yürütmek ve aynı zamanda diğer sektörlerde işbirliği yapmak için gerekli
ulusal politika, strateji ve çalışma planlarını yapmalıdırlar. Böyle bir sonuç için politik
amaçları kullanmak ve memleketin kaynaklarını harekete geçirmek ve mevcut dış
kaynaklarından yeterince yararlanmak gereklidir'" (WHO Alma Ata Deklarasyonu 1978
Madde VIII ).
Çevre politikaları açısından baktığımızda ise, devlet, bir ülkenin çevre konusundaki
tercih ve hedeflerinin doğru bir şekilde belirlenmesinde ve uygulanmasında önemli bir görev
üstlenir. Bu politikalarla geleceğe yönelik olarak alınması gereken tedbirler ve ilkeler
belirlenir. Günümüzde pek az ülke şu ya da bu tür bir çevre sorunundan etkilenmediğini öne
sürebilir. Yine aynı şekilde pek az ülke çevre hareketinin yükselişi karşısında kayıtsız
kalabilmiştir. Zengin ya da fakir, endüstrileşmiş ya da tarıma dayalı, otoriter ya da demokratik, sosyalist ya da kapitalist olsun, hemen hemen her toplum, kaynak yönetimi ve
39
çevrenin durumu karşısındaki tutumunu yeniden değerlendirmeye kendisini zorunlu
hissetmektedir. Ekolojik yaklaşımlar kamu politikalarıyla ilgili neredeyse tüm tartışmalara
dahil edilmektedir, gittikçe artan sayıda gruplar harekete geçmekte, idari süreçler, yoluyla
kendilerini geniş ölçüde çevrenin korunmasına adamaktadırlar. Yine, kamusal birimler
ekolojik sorunları neredeyse rutin bir biçimde gündemlerine dahil etmektedirler
(McCormick, 1996: 171).
Đnsan sağlığının korunmasının amaç edinildiği politikalar, başlangıçta doğal çevrenin
sağlıklı ve üretken yapısının korunması ve ekonomik/sınai gelişmenin getirdiği çevre
baskısının azaltılması olarak şekillenmiştir. Ancak giderek dünya kaynaklarının tutumlu
kullanılması, eko-sistemlerin korunması, refah düzeyinin yükseltilmesi ve sosyal gelişmenin
sağlanması gibi sosyal ve ekonomik değerlerin de önem kazanması ve insan sağlığı
açısından günü kurtarmak yerine geleceğe de yatırım yapabilmek adına daha geniş bir
çerçeveyi değerlendiren kapsama kavuşmuştur. Çevre politikaları, bu açıdan, refahın, çevre
sağlığının, çevre bilincinin ve dolayısıyla insanların sağlıklı yaşayabilmesinin küresel
düzeyde korunması ve gelecek nesillere aktarılabilmesi somut hedefini içermektedir. Bu
politikaları belirleme görevi ise devlete aittir.
“Devlet işlerine katılma ve devlet etkinliklerinin biçim, amaç ve içeriğinin
belirlenmesi işi” olarak tanımlanan politikanın, “niteliği gereği, ileriye dönük olarak
algılanması gereği vurgulanmaktadır. Bu tanıma uygun olarak çevre politikasından da, bir
ülkenin çevre konusundaki seçim ve hedeflerinin belirlenmesi anlaşılır” (Keleş ve Hamamcı,
2005: 327).
“Çevre politikaları, her ülkede farklı hedefleri gerçekleştirmeye yönelmiş olmakla
birlikte, hemen hemen her yerde, üzerinde birleşilen ortak hedeflerden de söz edilebilir. Bu
ortak hedeflerden birincisi, bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşamalarının sağlanması; ikincisi,
toplumun sahip bulunduğu çevre değerlerinin korunması ve geliştirilmesi; üçüncüsü ise,
çevre politikalarının uygulanmasının gerekli kıldığı yükün paylaşılmasında toplumsal adalet
ilkelerine uygunluğunun sağlanmasıdır” (Keleş ve Hamamcı, 2005: 328) .
Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere birçok ülke bugün kamu sektörünü küçültmek ve
daha verimli hale getirmek için uğraş vermektedirler. Bu kapsamda devletin sağlık
alanındaki rolü de bütün dünyada sorgulanmakta, yeni trendler çerçevesinde geleneksel
sistemlerin yerini çağdaş modeller almaktadır. Çağdaş modelden anlayış devletin çevre ve
halk sağlığından elini çekmesi, bu konularda özelleşmek olmamalıdır. Çünkü bu alanları
40
sosyal eşitlik, öz sorumluluk ve uluslararası dayanışma anlayışı içerisinde geliştirebilecek
örgüt devlettir (Vuori, 1984: 12 ).
Bu anlayışları kısaca özetleyelim:
Sosyal Eşitlik: Sağlık hizmetleri, doğuştan kazanılmış bir insan hakkıdır. Bu
hizmetler, yalnızca onu satın alabilecek sosyal sınıflara ve kentlerde oturanlara değil,
toplumdaki herkese ve en uzak yerleşim yerinde oturan kişilere de, sosyal adalet anlayışı
içinde eşit olarak götürülmelidir.
Öz Sorumluluk: Herkes kendi sağlığının değerini bilmeli ve kendinden sorumlu
olmalıdır. Bunun için bireyler eğitilmeli ve bilinçlendirilmelidir. Kişiler toplumları
oluşturduğundan, bu ilke aynı zamanda toplumların kendi sağlıklarından sorumlu
olduklarını da ifade eder. Bunun doğal sonucu olarak, toplumların sorumluluk duygusu
içinde sağlık hizmetlerinin planlanmasında ve sunumunda söz sahibi olması, yani sağlık
hizmetlerine katılımı önem taşımaktadır.
Uluslararası Dayanışma: Sağlık düzeyi yönünden ülkeler arasındaki eşitsizlik politik,
sosyal ve ekonomik yönleri olan bir durumdur; dolayısıyla bütün ülkeleri ilgilendirir.
Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerdeki sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesine destek
sağlamaları önem taşımaktadır.
Hastalık tanı ve tedavi işlerinin tamamen özel sektöre bırakılması bazı sorunlara yol
açar. Örneğin, gerçekten hasta olmayan birisi para kazanmak için ameliyat masasına
yatırılabilir. O nedenledir ki devlet kişi ve çevrenin uzun vadede sağlıklı olabilmesi için bu
konularda kontrolü elinden bırakmamalıdır.
3. Türkiye’nin Çevre Sağlığı Örgütlenmesi
3.1. Merkezi Düzeyde Örgütlenme
Bu alt bölümde, Çevre ve Orman Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı çerçevesinde çevre
sağlığı incelenmeye çalışılmıştır.
Çevre ve Orman Bakanlığı
Çevre Bakanlığı, Ağustos 1991’de 443 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
kurulmuştur. Bakanlığın kuruluş amacı; “çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, kırsal ve
kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun ve verimli şekilde kullanılması ve
korunması, ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile doğal zenginliklerinin korunması,
41
geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi” dir (1991 tarih ve 443 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname, madde: 1).
Çevre Bakanlığı 01.05.2003 tarihinde kabul edilen ve 08.05.2003 tarih ve 25102
sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 4856 sayılı yasa ile belirlenen usul ve esaslar
çerçevesinde, Orman Bakanlığı ile birleştirilmiş, Çevre ve Orman Bakanlığı adını almıştır.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Merkez Örgütü’nde, ana hizmet birimleri olarak beş Genel
Müdürlük ve üç Daire Başkanlığı bulunmaktadır. Genel Müdürlükler, Orman ve Köy
ilişkileri Genel Müdürlüğü, Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü, Çevresel
Etki Değerlendirme ve Planlama Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel
Müdürlükleridir. Daire Başkanlıkları ise, Dış Đlişkiler ve AB, Eğitim ve Yayın, Araştırma ve
Geliştirme birimlerinden oluşmaktadır ( Çevre ve Orman Bakanlığı Internet Sitesi 2009).
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Bakanlığı henüz Cumhuriyet ilan edilmeden 3 Mayıs 1920 tarihinde 3 sayılı
kanunla kurulmuştur. Bugün ki Sağlık bakanlığının temeli 1930 yılında kanunlaşan 1593
sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve 1936 yılında kanunlaşan 3017 sayılı Sağlık ve Sosyal
Yardım Bakanlığı Teşkilat ve Memnun Kanunu ile atılmıştır. 1928 yılında 1267 sayılı kanun
ile Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hızlı
bir biçimde sürdürülen bu örgütlenmenin amacı halk sağlığının korunmasıdır (Alacadağlı,
1994: 4).
Sağlık Bakanlığını yeniden düzenleyen 181 sayılı KHK’de Bakanlığın kuruluş amacı
“... herkesin yaşamının beden ve ruh sağlığı içinde devamını sağlamak, ülkenin sağlık
şartlarını düzenlemek” olarak belirtilirken, Bakanlık “... bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve
programlar yapmak, uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbirleri almak, gerekli teşkilatı
kurmak ve kurdurmak, mahalli idareler ve diğer ilgili kuruluşlarla işbirliği suretiyle çevre
sağlığını ilgilendiren gerekli tedbirleri almak ve aldırmakla” görevli kılınmıştır (181 Sayılı
Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname,
14.12.1983 tarihli Resmi Gazete).
Sağlık Bakanlığı kuruluşundan bu yana çevre sağlığı ve genel sağlığı korumakla
görevlidir. Çevre sağlığı üzerinde etkili olabilecek kuruluşların kuruluş izni, yer seçimi ve
çevre sağlığı açısından uygunluklarını denetleme, sanayi ve ticari kuruluşların faaliyetleriyle
ilgili çeşitli yetkilere sahiptir. (Alacadağlı, 1997: 56).
42
Sağlık Bakanlığı’nın 13.01.1983 tarih ve 17927 sayılı Yataklı Tedavi Kurumları
Đşletme Yönetmeliği’nin 88.maddesine göre “temizlik; servis, laboratuar, ameliyathane,
mutfak, çamaşırhane, bahçe gibi hizmet birimleri ayrı ayrı bu birim personeli tarafından
yapılır. Temizlik yapılırken tuvaletlerin, banyoların, enfekte ve steril bölümlerin ayrı ve
kendi koşullarına göre temizliklerinin yapılmasına itina edilir. Bu hususlarda gerekli
tedbirleri almak üzere bir “Temizlik Komitesi” kurulur. Yataklı tedavi kurumlarında
temizlik hizmeti yapılırken kokuların önlenmesi, çöplerin fenni şekilde yok edilmesi,
haşaratın öldürülmesi gibi işler birlikte yürütülür. Kurumun yakılabilecek atıklarının ayrı
toplanmak suretiyle yakılması sağlanır. Yiyecek gibi yakılması mümkün olmayan atıklar
uydun kapalı kaplarda ve yerlerde toplanır. Yine çamaşırhaneye yıkanmak için gönderilen
çamaşırlardan enfekte olanlar kan, cerahatle bulaşık bulunanlar ayrı torbalar içerisinde
çamaşırhaneye teslim edilir. Çamaşırhanede bulunan personelin el ve ayakları için koruma
tedbiri alınır” denilmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın bu yönetmeliğinde hastane hijyeni ve
önlemler yer almış ancak hastane çevresinin temizliği ve tıbbi atıklarla ilgili açıklamalara
yer verilmemiştir.
Sağlık Bakanlığı çevre sağlığı ile ilgili görevlerini merkezde Çevre Sağlığı Daire
Başkanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, taşrada Gıda Kontrol Besleme
ve Laboratuar Daire Başkanlığına bağlı halk sağlığı laboratuarları aracılığıyla yerine
getirmektedir.
Şimdi çevre sağlığı konusunda önemli görevler üstlenmiş olan Çevre Sağlığı Daire
Başkanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığını kısaca incelemeye çalışalım.
Çevre Sağlığı Daire Başkanlığı
Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bağlı olan Çevre Sağlığı Daire
Başkanlığı bünyesinde, Su Güvenliği, Hava Kirliliği, Gürültü Kirliliği, Ticari Kuruluşlar,
Sınai Kuruluşlar, Açık Alanlar ve Konuk Sağlığı Şube Müdürlüğü yer almaktadır.
Başkanlığın görev alanları içerisinde, kamuya açık yerler, sınai kuruluşlar, yerleşim
yerlerinde çevre sağlığının sağlanması, doğal kaynakların korunması, hava, su, gürültü
kirliliğinin önlenmesi, çalışanların sağlığının korunması gibi konular yer almaktadır.
Başkanlık, bireylerin ve toplumun sağlıklı bir çevrede yaşayabilmesi, çevre sağlığı
hizmetlerinin iyileştirilmesi amacıyla izin, ruhsat ve denetime yönelik olarak kendisine
verilen sorumlulukları yetkileri çerçevesinde yerine getirmektedir. Başkanlık bu konuda
eğitim, araştırma, veri toplama gibi işlemleri de gerçekleştirmektedir. Örneğin,
43
-
Sıhhi müesseselerle ilgili izinler
-
Đçme ve kullanma suları ile ilgili izinler, kanalizasyon ve arıtma tesisleri geçici ve
kesin kabulleri
-
Đmar planlarında inceleme, gerekirse değişiklik yapılması
-
Pestisit ve oda spreyi ili ilgili izinler bunlardan bazılarıdır.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı
Sağlık Bakanlığı’nın çevre konusundaki bir diğer örgütlenmesi, bağlı kuruluşu olan
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığıdır. Bu merkez 17 Mayıs 1928 gün ve 1267
sayılı yasa tasarısı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı olarak kurulmuştur. Bu
kanun gelişen ihtiyaçlar karşısında 4 Ocak 1941 gün ve 3959 sayılı yasa ile değiştirilmiş,
kurumun görev, yetki ve sorumlulukları yeniden belirlenmiştir. Refik Saydam Hıfzıssıhha
Merkezi Başkanlığı son olarak 14 Aralık 1983 gün ve 18251 sayılı Resmi Gazetenin
mükerrer sayısında yayımlanan 181 sayılı KHK ile Sağlık Bakanlığına bağlı bir kuruluş
haline getirilmiş ve yeniden teşkilatlandırılmıştır.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, ülkemizdeki halk sağlığının
korunmasına yönelik üretim, kontrol ve tanı ile ilgili temel laboratuar hizmetlerini yürütmek
üzere kurulmuş ulusal referans laboratuarıdır.
Çevre Sağlığı ile ilgili olarak çevre kirlenmesini araştırmak, bu konudaki analizleri
yapmak ve bu amaçla yeni birimler kurmak Hizmet Yönetmeliğinin 4’ üncü maddesinde
başkanlığın görevleri arasında sayılmış, 29’ uncu maddesinde de Çevre Sağlığı Araştırma
Bölümünün görevleri düzenlenmiştir. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığının
çevre sağlığına yönelik görev ve sorumlulukları halen 1984 yılında oluşturulan Çevre
Sağlığı Araştırma Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.
Müdürlük çevre sağlığı ve halk sağlığının korunması, çevre kirlenmelerinin
önlenmesi ile ilgili konuları inceleme, sorunları ve nedenlerini belirleyerek araştırmalar
yapmak, çözüm önerileri getirmek, bu konuda ulusal, uluslar arası kuruluşlarla işbirliği
yapmak gibi amaçlarla kurulmuştur (Alacadağlı, 2001: 4)
Müdürlük bünyesinde hava kirliliği, su kalitesi, sanayi atıkları ve atık su, temizlik
maddeleri, gürültü, toprak kirliliği, iş hijyeni, dezenfektan maddeler, çevre mikrobiyolojisi
kontrol ve araştırma laboratuarları yer almaktadır. Yine Müdürlük bünyesinde yer alan
44
laboratuarlarda Sağlık Bakanlığı’nın yetki alanındaki izin, denetim, ruhsatlandırma
çalışmalarının analizleri yapılmaktadır.
Başkanlığın çevre sağlığı bünyesine genel olarak değindikten sonra şimdi ana
görevlerine sıralayabiliriz.
-
Koruyucu hekimliğin gerektirdiği aşı, serum ve diğer biyolojik ürünleri üretmek,
-
Ülkemizde üretilen veya yurt dışından ithal edilen her türlü ilaç ve kozmetiklerin,
biyolojik ürünlerin kontrollerini yapmak, araştırma ve laboratuar hizmetlerini yürütmek,
pestisitlerin analiz ve etkinlik testlerini yapmak,
-
Gıda kontrol ve beslenme hizmetlerinin gerektirdiği araştırma ve laboratuar
hizmetlerini yürütmek,
-
Çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik araştırma ve laboratuar hizmetlerini
yürütmek,
-
Zehir kontrol ve araştırma hizmetlerini yürütmek,
-
Salgın hastalıklarla ilgili araştırma , doğrulama ve laboratuar hizmetlerin yürütmek,
-
Đlgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak, sağlık personelinin hizmetiçi eğitim
programlarını düzenlemek ve yürütmek,
-
Yayın ve dokümantasyon hizmetlerini yürütmek,
-
Referans hizmetlerini yürütmek,
-
Koruyucu kuduz aşısı yapmak,
-
Biyokimya, hormon ve hematoloji laboratuarlarında tanıya yönelik laboratuar
hizmetlerini yürütmek.
Sağlık Bakanlığı ve hizmet birimlerinin, başta halk sağlığı olmak üzere çevre
sağlığının da korunmasına yönelik görevler üstlenmiş olduğunu görmekteyiz.
Sağlık Bakanlığı ve Çevre ve Orman Bakanlığı dışında diğer kurum ve kuruluşların
da çevre görevleri bulunmaktadır. Bunlardan biri de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’dır.
Bakanlık, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü ile çevre ve halk sağlığı görevlerini
yürütmektedir. Genel Müdürlükte; bitki koruma hizmetleri, çevre ve afet hizmetleri, gıda
kontrol hizmetleri, halk sağlığı hizmetleri, hayvan sağlığı hizmetleri, su ürünleri hizmetlerini
yürüten birimler bulunmaktadır (www.kkgm.gov.tr, 15.10.2009).
45
Çevre ve Afet Hizmetleri Daire Başkanlığı çevre görevini, Tarımsal Çevre ve Su
Kirliliği Kontrol Şube Müdürlüğü, Tarım ve Çevre Đlişkileri Şube Müdürlüğü, Doğal Afetler
ve Çifçi Hakları Koruma Şube Müdürlüğü aracılığı ile sürdürmektedir. Başkanlık, “ tarımsal
kirliliğin azaltılmasına yönelik, çevre dostu tarımsal faaliyetleri desteklemek, iyi tarımsal
uygulamalara yönelik plan ve projeleri yapmak, uygulamak, tarımsal çevredeki ekolojik
dengelerin bozulmasını önleyecek çalışmaları yapmak ve geliştirmek, ….” görevleri
bulunmaktadır (www.kkgm.gov.tr, 15.10.2009).
Halk Sağlığı Hizmetleri Daire Başkanlığı ise, “ et ve et ürünleri üretim tesislerinin
çalışma izinlerini vermek, denetlemek, konu ile ilgili eğitimleri düzenlemek, konu ile ilgili
istatistiki bilgileri toplayıp değerlendirmek, ……, ülkemizdeki zoonoz hastalıklarının tespiti
ve bununla ilgili epidemiyolojik çalışmaları düzenlemek” ile görevlidir (www.kkgm.gov.tr,
15.10.2009).
3.2. Yerel Düzeyde Örgütlenme
Belediyeler: Çevre sağlığı sorunları konusunda yerel yönetimler özellikle önemli bir
yere sahiptir. Bu önem hem belediyelerin toplum ile iç içe olması hem toplumun sorunları
ile birebir karşılaşması ve hem de topluma karşı sorumluluk alma zorunluluklarından ileri
gelmektedir. Bu nedenlerle çevre sağlığı sorunlarına ve halk eğitimi konularına
yaklaşımlarındaki öncelikler önem kazanmaktadır.
Belediyelerin kanunlar ve tüzüklerle belirli bir hukuku, buna karşın beldenin ve
belde halkının sağlık, güvenlik ve refahını temin ve düzenini korumak amacıyla yapacağı
görevleri bulunmaktadır. Bu görevler 5393 sayılı Belediyeler Kanunu ile 5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Kanununda belirtilen hususlardır. Yine belediyelerin çevre sağlığı
görevlerinin yer aldığı bir diğer kanun da 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunudur.
Belediyeler Kanunu’nun 14. Maddesi “belediye, mahalli müşterek nitelikte olmak
şartıyla imar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafi ve kentsel bilgi
sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, acil yardım, kurtarma ve
ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut,
kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım, nikah, mesleki
beceri kazandırma; ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar ve yaptırır”
demektedir (5393 sayılı ve 13.7.2005 tarihli resmi gazetede yayımlanan Belediyeler
Kanunu).
46
Yine Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesi ı fıkrası
“sürdürülebilir
kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin …… korunmasını sağlamak, ……, çevre kirliliğine
meydan vermeyecek tedbirleri almak, katı atık yönetim planı hazırlamak, tıbbi atıklara
ilişkin hizmetleri yerine getirmek” görevlerinden büyükşehir belediyelerini sorumlu
tutmaktadır (5216 sayılı ve 23.7.2004 tarihli resmi gazetede yayımlanan Büyükşehir
Belediyesi Kanunu).
Kanunlarda belirtilen maddelerle belediyeler birçok diğer hizmetlerinin yanında
çevre sağlığından doğrudan sorumlu birimlerdir.
Belediyelerin görevleri, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri, sosyal hizmetler ve
diğer hizmetler başlıkları altında ele alınabilir. Bunların içinden çevrenin korunması ve
insan sağlığı açısından önemli olanları şöyle sıralayabiliriz (Çobanoğlu, 2003: 7):
-
Yeterli ve sağlıklı içme suyu kullanımı,
-
Tıbbi atıkların toplanması ve zararsız hale getirilmesi,
-
Gıda maddeleri üretim ve satış yerleri ile hizmetlerinin kontrolü,
-
Konut, umuma açık yerler ve yerleşim yerleri,
-
Kemirici ve haşere kontrolü,
-
Hava kirliliğinin önlenmesi,
-
Gürültü kirliliğinin önlenmesi,
-
Su ve toprak kirliliğinin önlenmesi,
-
Ev ve işyeri güvenliği,
-
Kazalardan korunma,
-
Afetlerden korunma,
-
Gayri sıhhi müesseselerin (sağlığa az veya çok zarar verebilecek kuruluşlar) kontrolü
vb. dir.
Görüyoruz ki belediyelere verilmiş olan görevlerin büyük bir çoğunluğu çevre
sağlığı ve çevre hizmetlerine yöneliktir.
Kentsel hareketlilik veya işlev ne denli yoğun olursa, çevre kirliliği riski de o denli
fazla olacaktır. Ülkemizde kentsel yerleşim alanları da böyle bir riskle karşı karşıyadır.
47
Belediyeler yasaların kendilerine yüklediklere görev ve yetkilere dayanarak kendi sınırları
içerisinde yaşayan insanların sağlığını ve doğal çevreyi korumak durumundadırlar.
Ancak belediyelere belertilen görevler verilirken bu görevleri yerine getirmek için
gerekli finansman, personel, araç-gereç ihtiyaçlarının ne kadar olduğu düşünülmüş müdür?
Bu üzerinde tartışılması gereken önemli bir konudur.
Ayrıca bu hizmetlerin yürütülmesi tek bir kurum ya da kuruluşun tek başına
yapabileceği bir hizmet değildir. Bu nedenle kurum ve kuruluşlar çalışmalarıyla ilgili olarak
birbirleri ile işbirliği içinde çalışmak zorundadırlar. Belediye personeli veya yöneticisi, hem
bu koordinasyon hizmetlerinde başarılı olmak hem de hizmeti yürütebilmek için mesleki
bilgi ve becerisine ihtiyaç duyar. Özellikle yönetici durumunda olanlar ve denetimde görevli
diğer personelin bunlara ek olarak konularıyla ilgili mevzuatı bilmeleri ve uygulamaları
gerekir (Çobanoğlu, 2003: 27).
Belediyelerin görevlerini yerine getirebilmeleri için yeterli donanıma sahip olup
olmadıkları konusunu her zaman tartışabiliriz. Tartışılmayacak olan konu, çevre sağlığı
sorunlarının
yerel
yönetimler
tarafından
desteklenen
bir
toplum
tarafından
gerçekleştirilebileceğidir.
Belediyeler, çevre sağlığı konusunda yerel eylemin oluşturulmasında odak noktası
olan birimlerdir. Uluslararası çok sayıda çalışmada çevre sağlığı konusunda yerel eylem
oluşturulmasının gerekli olduğu vurgulanınca belediyelerin bu nokta da önemi ortaya
çıkmaktadır.
Köyler: 1924 tarihinde çıkarılmış bulunan Köy Kanunu’nda, köy yönetimlerine
verilen gerek zorunlu (md.13), gerekse isteğe bağlı (md.14) görevlerin bir çoğu çevre
sağlığını yakından ilgilendirir.
Köy yönetimlerinin mali kaynaklarının yetersizliği, öğrenim düzeyinin düşüklüğü ve
köy yönetimlerinin bu konuda gerekli bilinçten yoksun bulunmaları köylerin çevreyle ilgili
görevlerinden birçoğunun yerine getirilememesine yol açmaktadır.
Đl Özel Yönetimleri: Bu yönetimler de, çevre sağlığı konusunda genel olarak görevli
bulunan yönetimler olmalarına karşın, başta mali kaynak yetersizliği gibi türlü nedenlerle bu
görevlerini yerine getirememektedir.
Đl Özel Đdaresi Kanunu’nun 6. maddesinde Đl Özel Đdareleri için “ mahalli müşterek
nitelikte olmak kaydıyla, sağlık, tarım, sanayi ve ticaret, ilin çevre düzeni planını, toprağın
48
korunması, erozyonun önlenmesi, …………, binaların bakımı ve onarımı ile diğer
ihtiyaçların karşılanmasını il sınırları içinde ve imar, yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre,
………., ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları dışında
yapmakla görevli ve yetkilidir” denilmektedir (5302 sayılı ve 04.03.2005 sayılı resmi
gazetede yayımlanan Đl Özel Đdareleri Kanunu).
49
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
TIBBĐ ATIKLAR VE SÜRDÜRÜLEBĐLĐRLĐK
1.Tıbbi Atık Kavramı
Sağlık kuruluşlarının teknolojik gelişmeye koşut olarak verdikleri tanı ve tedavi
hizmetlerinin çeşitlenmesi, pek çok tıbbi uygulamada tek kullanımlık malzemelerin
tüketilmesi ve bu kuruluşların sayısının her geçen gün artması, tıbbi atık üretimini de
artırmaktadır. Bu bölümde, tıbbi atık kavramıyla ilgili olarak tıbbi atık tanım ve
sınıflandırılması, üretimi, çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkisi ve atıkların ortadan
kaldırılma yöntemleri üzerinde durulacaktır.
1.1 Tıbbi Atık Tanımı ve Sınıflandırılması
Sağlık kuruluşlarından kaynaklanan atıklar evsel katı atıklar dışında havada, suda ve
toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik dengeyi bozan atıklar olduğundan tehlikeli ve
zararlı atıklar sınıfına girmekte ve bu tür atıkların üretim, taşıma, depolama ve bertarafına
ilişkin özel önlemler alınması gerekmektedir. Diğer kuruluşlarda olduğu gibi sağlık
kuruluşlarında da her geçen gün atık miktarı verdikleri hizmet ölçüsünde hızla artmaktadır.
Ancak bu artışın neden olabileceği tehlike riskinin ortadan kaldırılması için gerekli
önlemlerin aynı hızla alındığını söylemek mümkün olmamaktadır.
Son yıllarda çevre konusundaki duyarlılığın arttığı ve bir noktada tıbbi atıkların insan
ve çevre sağlığını bozan etkisi de düşünülünce tıbbi atıklara “ne yapılmalıdır?” ve “acaba
sürdürülebilir bir tıbbi atık yönetimi oluşturulabilir mi?” sorularına cevap arama ihtiyacı
doğmuştur.
Genel olarak çevre sorunlarının çözümünde yönetim prensiplerinin belirlenmesi
yoluna gidilmektedir. Bu süreçte yapılan bilimsel çalışmalarda sağlık kuruluşlarından
kaynaklanan atıkların “özel atık” sınıfına sokulması ve bunların yönetiminde bu prensiplerin
kullanılması gerekmektedir. Bu yönetim prensipleri genel olarak atığın oluşumunun
önlenmesi, tekrar kullanım ve geri kazanım yoluyla bertaraf edilecek atık miktarının
azaltılması ve kalan atıkların da güvenli bertarafının sağlanmasıdır.
Pek çok ülkenin tıbbi atık tanım ve sınıflandırılması incelendiğinde tıbbi atıklar
kapsamında enfekte atıklar, patolojik atıklar ve kesici atıklara karşı önlemler alınmakta
farmatoksik, kimyasal, genotoksik ve radyolojik atıkların gözardı edildiği görülmektedir.
50
Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre tıbbi atık, sağlık kuruluşlarından
kaynaklanan enfeksiyöz atık, patalojik atık ve kesici-delici atıkları ifade etmektedir. Buna
göre tıbbi atık tanımı,
“Mikrobiyolojik laboratuar atıkları,
-
Kan ve kan ürünleri ve bunlarla kontamine olmuş nesneleri
-
Kullanılmış ameliyat giysilerini (kumaş, önlük),
-
Diyaliz atıklarını,
-
Karantina atıklarını,
-
Bakteri ve virüs içeren hava filtrelerini,
-
Enfekte deney hayvanı leşleri, organ parçaları, kanları ve bunlarla temas eden bütün
nesneleri,
-
Biyolojik deneylerde kullanılan kobay leşlerini,
-
Enjektör iğnelerini,
-
Đğne içeren diğer kesicileri,
-
Bisturileri,
-
Lam ve lameli,
-
Kırılmış diğer cam vb. nesneleri” kapsamaktadır.
Đlgili tanımlamalar ise aşağıdaki gibi yapılmaktadır:
“Tehlikeli Katı Atıklar, patolojik, jinekolojik, toksik, genotoksik, enfekte, korozif,
yanıcı, kesici, delici ve benzeri özelliklere sahip her türlü atık veya hasta ile temas etmiş
olan enjektör, pansuman malzemesi gibi maddelerden oluşan atıklardır.
Tıbbi atık, ünitelerden kaynaklanan patolojik ve patolojik olmayan, enfekte,
kimyasal ve farmasotik atıklar ile kesici-delici malzemeler ve sıkıştırılmış kaplardır.
Evsel nitelikli atıklar, ünitelerden atılan ancak enfekte olmamış mutfak atığı, bahçe
atığı, büro atığı, ambalaj malzemeleri, şişe ve benzeri malzemelerden oluşan atıklardır.
Enfekte atıklar, enfekte olmuş veya olması muhtemel her türlü insan doku ve
organları, idrar kapları, kan ve kan ürünleri, plesanta bulaşmış atıklar, bakteri kültürleri ve
51
acil servis atıkları, bakteri ve virüs tutucu hava filtreleri, hastalar ile temas etmiş yemek
atıkları, dışkı ve bunlara bulaşmış eşyalar, karantinadaki hastaların atıklarıdır.
Patojen atıklar, hastalık yapıcı etken taşıyan atıklardır”.
Hastane atıkları Đngiltere’de, 1988 yılında çıkarılan Atıkların Toplanması ve
Uzaklaştırılması Yönetmeliğinde ise şu şekilde tanımlanmıştır (Atıkların Toplanması ve
Uzaklaştırılması Yönetmeliği, 1988: 819):
-“Kısmen ya da tamamen insan ve hayvan dokusundan, kan veya vücut sıvıları ve
salgılarından, ilaç veya diğer eczacılık ürünlerinden, tampon ve sargı bezlerinden, şırınga,
iğne veya diğer kesici ve delici hastane araçlarından oluşan, güvenli hale getirilmezlerse
temasa geçtikleri kişi için tehlikeli olabilen bütün atıklar ve
-Tıp,
hastabakıcılık,
dişçilik,
veterinerlik,
eczacılık
ile
ilgili
ve
benzeri
uygulamalardan, araştırma, tedavi, bakım ve eğitim amaçlı çalışmalardan kaynaklanan veya
kan nakli için kan alınırken oluşan ve temasa geçtiği kişiye hastalık bulaştırabilecek bütün
atıklardır”.
-Almanya da ise, 1974 yılında çıkarılan Hastanelerden, Hekimlik Uygulamalarından
ve Diğer Tıbbi Kuruluşlardan Kaynaklı Atıkların Uzaklaştırılması Yönetmeliğinde 1990
yılında yapılan düzenlemeye göre tıbbi atık tanımı aşağıdaki sınıflandırmayı kapsamaktadır
( Aktaran Gleis M, 1990: 65 ):
“Bulaşıcı hastalık tehlikesine ve çevresel tehlikelere karşı özel önlem gerektirmeden
yönetilebilen tıbbi atıklar,
-Sağlık kuruluşları içinde yönetilirken özel önlem gerektiren tıbbi atıklar (kan ve
vücüt sıvıları, bandajlar, çocuk bezleri, şırıngalar ve iğneler),
-Sağlık kuruluşları içinde yönetilirken hastalık bulaşma tehlikelerine karşı özel
önlem gerektiren tıbbi atıklar (patojen ve bulaşıcı hastalıklar içeren atıklar, kültürler,
bulaşıcı hastalık mikrobu örnekleri),
-Sağlık kuruluşları içinde ve dışında yönetilirken çevresel tehlikelere karşı özel
önlem gerektiren tıbbi atıklar (tehlikeli kimyasal atıklar),
-Yönetimleri sırasında özel önlem gerektiren tıbbi atıklar (vücut parçaları ve
organlar)”.
52
Amerika Birleşik Devletleri’nde Teknoloji Değerlendirme Bürosu’nun (US Office of
Technology Assessment, OTA) 1990 yılında “Finding the Rx for the Managing Medical
Wastes” raporuna göre, hastanelerden, kliniklerden, muayenelerden ve diğer medikal ve
araştırma faaliyetlerinden oluşan tüm atıklar medikal atık olarak tanımlanmıştır. Bu atıklar
enfekte, zararlı, radyoaktif ve diğer tehlikeli atık sınıfına giren tüm özellikleri kapsamaktadır
(EPA, 1990: 100).
Tıbbi atıklar konusunda tüm ülkelerde farklı isimlerde tanım ve sınıflandırma
yapılmış olmasına karşın ortak nokta, tıbbi atıkların özel önlem alınması gereken atıklar
olarak görülmüş olmasıdır. Özellikle 1980’li yıllardan bugüne kadar belki de sağlık alanında
yapılan çalışmaların da hız kazanmasına koşut olarak tıbbi atıkların çevre ve insan sağlığını
tehdit eden bir öge olarak görülmeye başladığını söyleyebiliriz. Ancak ilk tıbbi atık
yönetmeliğinin 1993 yılında çıkarıldığını düşündüğümüzde ülkemizin tıbbi atık tehdidini
geç algıladığını görmekteyiz.
1.2. Tıbbi Atık Kaynakları
Tıbbi
atık
kaynakları
üretim
miktarlarına
göre
büyük
ve
küçük
olarak
sınıflandırılabilir (Prüss, 2004: 10):
Büyük tıbbi atık kaynakları, üniversite hastaneleri, genel hastaneler, bölge
hastaneleri, acil servisleri, sağlık merkezleri ve dispanserleri, doğum kliniklerini, ayakta
tedavi kliniklerini, diyaliz merkezlerini, ilk yardım merkezlerini, transfüzyon merkezlerini,
askeri tıp merkezlerini, laboratuar ve araştırma merkezlerini, morg ve otopsi merkezlerini,
hayvan araştırma ve muayenesini, kan bankaları ve kan toplama hizmetlerini, yaşlılar için
bakım merkezlerini kapsamaktadır.
Küçük tıbbi atık kaynakları ise, küçük sağlık kuruluşlarını(doktor muayenehaneleri,
diş klinikleri, ayak bakım merkezleri), az miktarda atık üreten uzmanlaşmış sağlık
kuruluşlarını (psikiyatri hastaneleri, engellilerin dernekleri), intravenöz ve subkutan
müdahaleleri içeren sağlık dışı aktiviteleri(kozmetik kulak delme ve dövme salonları,
yasadışı uyuşturucu kullanıcıları), cenaze hizmetlerini, ambulans hizmetlerini ve ev
tedavilerini kapsamaktadır.
Ayrıca hastane atıklarının hastane içinde farklı kaynakları bulunmaktadır. Bu
kaynaklar, ameliyathaneler, yoğun bakım üniteleri, hemşire hizmetleri, çamaşırhane,
mutfak, klinikler, laboratuarlar, nükleer tıp, radyoterapi, patoloji, eczane ve cerrahi
kliniklerdir (Karagöz, 1998: 11).
53
Sağlık kuruluşlarında dört ana tipte kaynaktan atık oluşmaktadır (Uyanuk, 2000: 13):
Evsel nitelikli atıklar, idari binalar, hasta, doktor ve hemşire odaları, yemekhane ve
kafeterya gibi kaynaklardan oluşan ambalaj malzemesi, çiçekler, gazeteler, yemek artıklarını
kapsar.
Enfekte atıklar, genel olarak tıbbi atıkların yüzde 10 ila yüzde 15’i enfekte atık
olarak kabul edilir. Enfekte atıklarda bulunan en yaygın ve tehlikeli hastalıklar hepatit B
virüsü ve HIV dır. Bu tür atıklar yoğun olarak laboratuarlardan, ameliyathanelerden, yoğun
bakım ünitelerinden, acil servislerden, kliniklerden, hasta odalarından ve doktor muayene
odalarından kaynaklanmaktadır. Bunlara örnek olarak laboratuar kültürleri, enfeksiyonlu
hastaların cerrahi ve otopsi uygulamalarından çıkan materyal, izolasyon odalarındaki
hastaların atıkları ve hemodiyaliz hastalarında kullanılan malzemelerle ilgili atıklar
verilebilir.
Hastanelerdeki atıklar genellikle evsel atıklar ve enfekte atıklar olarak tanımlanır.
Evsel atıklar ve enfekte atıkların birbirine karıştırılmadan ayrı ayrı toplanması gerekir. Ayrı
toplanmıyorsa hastanenin tüm atıklarının enfekte olduğu kabul edilir.
Kimyasal atıklar, sağlık kuruluşlarından ortaya çıkan ve kimyasal atık tanımına
sokulan maddeler, patlama gibi tehlikeli durumlar yaratabilir veya cilt tarafından
emildiğinde zararlı sonuçlar doğururlar.
Nükleer tıptaki gelişmelerle radyoaktif atıklarda büyük bir artış başlamıştır. Đyot
123,131 ve talyum 201 radyoaktif maddelerinin sıvı ya da katı halleriyle temas etmiş ya da
bu maddeleri içeren her türlü atık radyoaktif atıktır. Bu atıklar vücut doku ve sıvılarının intro
venöz analizlerinde kullanılan katı, sıvı ve gaz maddelerden kaynaklanan atıklardır. Bunlar
vücut ve organ görüntülemesi, tümör lokalizasyonu veya tedavi amacıyla kullanılmaktadır.
Bu
tür
atıklar
radyoterapi
uygulamaları
sonucunda
nükleer
tıp
bölümlerinden
kaynaklanmaktadır.
Son yıllardır hastanelerde radyoaktif materyalin kullanılma oranının arttığı
düşünüldüğünde bu atıkların toplanması, saklanması ve uzaklaştırılmasıyla ilgili kuralların
önemi daha iyi anlaşılacaktır.
1.3. Tıbbi Atık Üretimi
Tıbbi atık üretimi ülkeden ülkeye değişebildiği gibi bir ülkenin içinde de farklılık
göstermektedir. Atık üretimi, tesisin atık yönetimi metodu, sağlık tesisinin türü, hastanenin
54
uzmanlıkları, tıbbi bakımda kullanılan yeniden kullanılabilir madde oranı ve günlük tedavi
edilen hasta sayısı gibi birçok faktöre bağlıdır.
Orta ve düşük gelirli ülkelerde, tıbbi atık üretimi genellikle yüksek gelirli ülkelerden
düşüktür. Radyoaktif tıbbi atık miktarı genellikle nükleer sanayi tarafından üretilen
radyoaktif atıklara kıyasla düşüktür.
Gelişmekte olan ülkeler üzerine yapılan araştırmalar, bu ülkelerde üretilen tıbbi
atığın % 80 nin genel tıbbi atıklardan (evsel ve kentsel atık yönetim sistemi ile işlenebilen),
% 15 inin patolojik ve enfekte atıklardan, % 1 inin kesici atık, % 3 ünün kimyasal ve
farmasötik atıklardan, % 1 den daha azının radyoaktif veya sitostatik atık, basınçlı kaplar
veya kırık termometreler ve kullanılmış piller gibi özel atıklardan oluştuğunu göstermektedir
(Kocasoy ve Aydın, 2004: 35).
Türkiye’deki
devlet
ve
özel
hastanelerden
kaynaklanan
atığın
fiziksel
kompozisyonunu belirlemek amacıyla Devlet Đstatistik Enstitüsü tarafından 1995 yılında
“Hastane Çöp Kompozisyon Araştırması” yapılmıştır. Bu araştırma, Türkiye genelindeki
genel hastaneler kapsamında Sağlık Bakanlığı’na bağlı 421 devlet ve 123 özel hastaneden
örnekleme yöntemiyle belirlenen 34 devlet ve 13 özel hastane olmak üzere 47 hastanede bir
hafta süresinde 24 saatlik tıbbi, evsel ve geri kazanılabilir katı atıkların ayrı toplanması
suretiyle yapılmıştır (DĐE verileri, 1995).
Araştırma sonuçlarına göre yatak başı günlük ortalama katı atık miktarı devlet
hastanelerinde 2,39 kg, özel hastanelerde 4,34 kg olarak bulunmuştur. Tıbbi katı atıklar,
devlet hastanelerinde yatak başı toplam katı atık miktarının %80’nini, özel hastanelerde ise
%46’sını oluşturmaktadır. Poliklinik başı günlük katı atık miktarı ise devlet hastanelerinde
0,05 kg, özel hastanelerde 0,18 kg olarak bulunmuştur. Devlet ve özel hastanelerden çıkan
toplam katı atık miktarı, fiziksel kompozisyon dağılımı açısından incelendiğinde, devlet
hastanelerinde yatak başı günlük 1,92 kg tıbbi, 0,38 kg evsel katı atık ve 0,092 kg geri
kazanılabilir madde çıktığı belirlenmiştir (DĐE verileri, 1995).
Yine Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ülkemizde hem toplam hem de il bazında
oluşan tıbbi atık miktarının belirlenmesi için Devlet Đstatistik Enstitüsü ve Sağlık
Bakanlığının da verileri kullanılarak bir çalışma yapılmıştır. Tıbbi atık miktarı belirlenirken
yataklı tedavi kurumlarında oluşan tıbbi atık miktarları ayrı ayrı hesaplanmıştır(Sağlık
Bakanlığı verileri, 2004)
55
Sağlık Bakanlığı’nın 2004 yılı verilerine göre ülkemizdeki toplam hastane sayısı
1217, bu hastanelerdeki toplam kadro yatak sayısı 184.888, fiili yatak sayısı ise 162.768’dir.
Yatak doluluk oranları dikkate alınarak yapılan hesaplamalar sonucu yataklı tedavi
kurumlarında günde yaklaşık 206 ton, yılda da 75.022 ton tıbbi atık olduğu tespit edilmiştir.
Ayaktaki yapılan hastaların atıkları ile yataksız tedavi kurumlarında oluşan atık
miktarları da dahil edildiğinde bu rakam daha da yükselmektedir. Yataklı tedavi veren sağlık
kuruluşları ile ayakta tedavi hizmeti veren sağlık kuruluşlarından kaynaklanan atıkların
toplamı ise toplam tıbbi atık miktarını oluşturmaktadır. Buna göre ülkemizde günde 226.479
kg, yılda ise 82.664.790 kg tıbbi atık oluşmaktadır (Sağlık Bakanlığı verileri, 2004).
Aynı çalışmada günde en çok tıbbi atığın 33869 kg ile Đstanbul’da, en az tıbbi atığın
ise 32 kg ile de Tunceli’de olduğu görülmüştür. Yılda oluşan tıbbi atık miktarı ise
Đstanbul’da 12.362.196 kg, Tunceli’de ise 11.692 kg olarak hesaplanmıştır. Buna göre
Đstanbul’da oluşan tıbbi atık miktarı, tüm ülkede oluşan miktarın yüzde 17’sine karşılık
gelmektedir (Sağlık Bakanlığı verileri, 2004).
1.4. Tıbbi Atıkların Çevre ve Halk Sağlığı Üzerine Etkileri
1.4.1. Tıbbi Atıklar ve Halk Sağlığı
Tehlikeli tıbbi atıklara maruz kalan tüm bireyler potansiyel olarak risk altındadır.
Risk altındaki bu bireylere, tehlikeli atık üreten sağlık kuruluşlarının içinde veya dışında
olup hem bu atıkları taşıyan hem de dikkatsiz yönetim sonucu bu atıklara maruz kalanlar
dahildir. Risk altındaki başlıca gruplar şunlardır:
-Doktorlar, hemşireler, yardımcı sağlık çalışanları ve hastane personeli
-Sağlık kuruluşlarında veya evde bakım alan hastalar
-Sağlık kuruluşlarının hasta ziyaretçileri
-Çamaşırhane, atık toplama ve taşıma gibi sağlık kuruluşlarının destek birimlerinde
çalışanlar
-Atık bertaraf tesislerindeki işçiler.
Bu gruplar tıbbi atıkların oluşumundan nihai olarak bertaraf edilmelerine kadar geçen
süre boyunca her an hastalık kapma riskiyle karşı karşıyadırlar. Tıbbi atıklar patojen virüsler
içerebilirler ve sağlık çalışanları da bu tür atıklarla doğrudan temas edebilir.
56
Normal kişilerin sadece % 6’sının ellerinde patojen mikroorganizmalar bulunurken
hasta bakımı, tıbbi atık toplama ve taşıma işlerinde çalışan kişilerde bu oran % 68’e
çıkmaktadır. Hastaların kan veya kanla kontamine olmuş vücut sıvıları ile temas halinde
Hepatit B, Hepatit C, HIV ve Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüslerinin bulaşması söz
konusudur. Bu virüsler enfekte atıklarla doğrudan temas durumunda veya insan kanı ile
kirlenmiş şırınga iğneleri ve kesicilerden geçebilir (Đskenderoğlu, 2002: 3).
Ülkemizde yapılan çalışmalarda sağlık kişilerde Hepatit taşıyıcılığının
% 4-15
arasında olduğu saptanmıştır. Bu durumda doktorun karşılaştığı yaklaşık her on hastadan
birinin Hepatit taşıyıcısı olması söz konusudur. Sağlık personellerinde Hepatit enfeksiyonu
sıklığı diğer mesleklere kıyasla en 3-6 katı fazladır (Đskenderoğlu, 2002: 6).
Tıbbi atıklardan kaynaklanan belli enfeksiyonların ise halk arasında daha hızlı
yayıldığını görüyoruz. Örneğin, koleralı hastaların tedavisi esnasında oluşan atıkların atıksu
sistemine gelişigüzel verilmesi sonucu hastalığın geniş bir alana yayılmasına neden
olmuştur.
Yine düzensiz depolanan tıbbi atık sahalarına gelen insan ve hayvanlar aracılığıyla
buradaki bulaşıcı etkenlerin yerleşim bölgelerine taşınması kaçınılmaz olmaktadır.
“Her yıl 5,2 milyon insan, bunun 4 milyonu 5 yaşın altındaki çocuklar olmak üzere
atık kaynaklı hastalıklardan ölmektedir” (Tutar, 2000: 3).
Bu bulgular sürdürülebilir bir atık yönetimine olan ihtiyacı gözler önüne sermektedir.
Sürdürülebilir kalkınma ile atıkların kaynakları kullanılamaz hale getirmesi önlenerek, insan
ve çevre sağlığının devamlılığı sağlanmış olur.
1.4.1.1. Tehlike Türleri
Enfekte atıklar ve kesicilerin tehlikeleri: Enfekte atıklar birçok patojen
mikroorganizmalar içerir. Enfekte atıklardaki patojenler, deriye batma, yıpranma veya kesi
yoluyla, mukoz membranlar yoluyla, inhalasyonla ve sindirim yoluyla insan vücuduna
girebilir. Tıbbi atıklar aracılığıyla bulaşmanın HIV ve hepatit B-C virüs enfeksiyonlarıyla
özel ilişkisi vardır. Bu virüsler kan ile kontamine olmuş şırınga iğnelerinden yaralara
bulaştırılır.
Sağlık
kuruluşlarında
antibiyotiklere
ve
kimyasal
dezenfektanlara
dirençli
bakterilerin bulunması kötü yönetilen tıbbi atıklarla yaratılan tehlikelere de katkıda
bulunabilir. Patojenlerin yoğun olduğu kültürler ve kontamine olmuş kesiciler sağlıkla ilgili
57
akut potansiyel tehlikeleri barındıran atık maddelerdir. Yine kesiciler, patojenlerle
kontamine olmuşsa sadece kesi ve batmalara yol açmazlar ayni zamanda bu yaraların
enfekte olmasına neden olabilirler. Bu iki riskten (yaralanma ve hastalık bulaşması) dolayı
kesiciler çok tehlikeli bir atık sınıfı olarak düşünülürler. Esas sorun, neden olan ajanın
vücuda subkutan girişiyle bulaşabilen viral kan enfeksiyonlarıdır. Hipodermik iğneler kesici
atık kategorisin önemli bir bölümünü oluştururlar ve sıklıkla hastaların kanlarıyla kontamine
olduklarından dolayı özellikle tehlikelidirler (Kocasoy ve Aydın, 2004: 15 ) .
Kimyasal ve farmasötik atıkların tehlikeleri: Sağlık kuruluşlarında kullanılan
kimyasal ve farmasötiklerin çoğu tehlikelidir (toksik, genotoksik, yanıcı, reaktif, patlayıcı,
vb). Bu maddeler genellikle tıbbi atıklarda az miktarlarda bulunur, kullanılmayan veya
süresi dolmuş kimyasallar ve farmasötikler atıldıkları zaman büyük miktarlar oluşabilir.
Akut ve kronik maruziyetle entoksikasyona,yaralanma ve yanıklara neden olabilirler.
Entoksikasyon deri, solunum veya sindirim yoluyla bir kimyasal veya farmasötiğin emilmesi
sonucu ortaya çıkabilir. Gözler, deri veya hava yolunun mukoz membranlarının
yaralanmaları, yanıcı, korozif veya reaktif kimyasallarla temas ile ortaya çıkabilir. En
yaygın yaralar yanıklardır. Dezenfektanlar, özellikle bu grubun önemli üyeleridir: büyük
miktarlarda kullanılırlar ve sıklıkla koroziftirler. Reaktif kimyasalların aşırı toksik sekonder
bileşikler şeklinde olabildiğine de dikkat edilmelidir. Sızdıran bidonlarda veya ayrı
torbalarda depolanan eskimiş pestisidler, onlarla temas eden kişinin sağlığını direk ve
dolaylı olarak etkileyebilir. Şiddetli yağmurlar sırasında pestisid sızıntıları yeraltına sızabilir
ve yer altı sularını kontamine edebilir. Zehirlenme, ürünlerle direk temas, buhar
inhalasyonu, kontamine suların içilmesi ve kontamine olmuş yiyeceklerin yenmesi ile
oluşabilir. Diğer tehlikeler yangın ihtimali, yakma ve gömme gibi yetersiz bertaraf sonucu
kontaminasyondur (Prüss, 2004: 30).
Kanalizasyon sistemine boşaltılan kimyasal artıklar biyolojik arıtma tesislerinde
olumsuz etkiler veya alıcı suların doğal ekosistemleri üzerine de toksik etkiler yaratabilir.
Benzer problemler antibiyotikler ve diğer ilaçlar, civa, fenol ve türevleri, dezenfektanlar ve
antiseptikleri kapsayan farmasötik artıklar tarafından da ortaya çıkarılabilir.
Genotoksik atıkların tehlikeleri: Genotoksik atıkların taşınması ve bertarafından
sorumlu sağlık çalışanları için tehlikelerin ciddiyeti maddenin toksisitesi, miktarı ve
maruziyet süresinin bileşimiyle değerlendirilir. Tıbbi bakımda genotoksik maddelere
maruziyet, bazı ilaç ve kimyasallarla ilaç hazırlanması veya tedavi sırasında da oluşabilir.
Maruziyetin esas yolu, toz veya aerosol inhalasyonu, deri yoluyla emilim, sitotoksik ilaçlar,
58
kimyasallar veya atıklarla kaza ile kontamine olmuş besinlerin sindirimi ve ağız pipeti gibi
yanlış uygulama sonucu sindirimdir. Maruziyet kemoterapi altındaki hastaların vücut sıvıları
ve sekresyonları ile temas yoluyla da oluşabilir. Özellikle sitotoksik ilaç aşırı irritandır ve
gözler ve deriye direk temastan sonra zararlı lokal etkilere sahiptir. Ayrıca baş dönmesi,
mide bulantısı, baş ağrısı veya dermatit de yapabilirler (Prüss, 2004: 28).
Radyolojik atıkların tehlikeleri: Radyoaktif atıklarla meydana gelen hastalık,
maruziyet türü ve büyüklüğü ile belirlenir. Baş ağrısı, baş dönmesi ve kusmadan daha ciddi
problemlere kadar bulgular oluşabilir. Radyoaktif atıklar, bazı farmasötik atıklar gibi,
genotoksik olduğundan dolayı genetik materyali de etkileyebilir. Tanı araçlarından bazı
kapalı kaynaklar gibi, aşırı derecede aktif kaynaklara işlem yapılırken çok daha ciddi
yaralanmalar (doku hasarı, vücut bölümlerinin zorunlu amputasyonu gibi) olabilir ve bu
yüzden elden gelen bakım uygulanmalıdır.
Düşük aktiviteli atıkların tehlikeleri, kapların dış yüzeylerinin kontaminasyonu veya
uygun olmayan atık depolama tarzı ya da süresiyle artabilir. Bu radyoaktiviteye maruz kalan
temizlik personeli, atık taşıyanlar veya sağlık çalışanları risk altındadır (Prüss, 2004: 24).
1.4.1.2. Tıbbi Atıkların Halk Sağlığına Olan Etkileri
Enfekte atıklar ve kesicilerin etkileri: HIV/ AIDS ve hepatit B-C gibi ciddi
enfeksiyonlarından dolayı sağlık çalışanları kontamine olmuş kesicilerle yaralanma yoluyla
büyük enfeksiyon riski altındadırlar. Diğer hastane çalışanları ve sağlık kuruluşları dışındaki
atık yönetim görevlileri de en az atık bertaraf yerlerinde çöp karıştıran bireyler kadar risk
altındadırlar. Hastalar ve halk arasında bu tür enfeksiyon riski çok daha düşüktür. Ancak,
diğer yollarla yayılan veya daha çabuk güçlenen ajanlarla meydana gelen bazı enfeksiyonlar
halka ve hastanede yatan hastalara da önemli bir risk getirir. Örneğin, bazı Latin Amerika
ülkelerindeki kolera epidemilerinde, kolera hastalarını tedavi eden hastanelerden çıkan
bozuk kanalizasyon sistemi sorumlu tutulmuştur (Kocasoy ve Aydın, 2004: 37).
Tıbbi atıklar yoluyla sonradan oluşan enfeksiyonlar veya kişisel kazalar konusunda
yayınlar bulunmaktadır. Örneğin, ABD’de bir hastane kat görevlisinde bir iğne
yaralamasından sonra stafilokoksik bakteriyemi ve endokardit gelişmiştir (Alwood, 1993:
15).
Ancak, özellikle gelişmekte olan ülkelerde durumu değerlendirmek güçtür.
Gelişmekte olan ülkelerde çoğu patojenle ilişkili birçok enfeksiyon vakasının tıbbi atıkların
59
uygun olmayan şekilde yönetimi nedeniyle meydana geldiğinden şüphelenilmektedir (
Prüss, 2004: 35).
Hastane içinde veya dışında tıbbi bakım ve temizlik personelinin tıbbi atıklarla
yaralanmasının yıllık hızları, Amerikan Toksik Maddeler ve Hastalıklar Dairesi tarafından
kongreye sundukları tıbbi atık raporunda değerlendirilmiştir. Birçok yaralanma hipodermik
iğnelerin atık kaplarına atılmadan önce kapatılmasıyla, bu kapların gereksiz yere açık
bırakılmasıyla ve kapların yapımı için batmaya dayanıklı olmayan maddelerin kullanımıyla
meydana gelmiştir. Yine ABD ve Japonya’daki 1995 yılı verileri hipodermik iğne
batmasından sonra HIV ve viral hepatit enfeksiyonuna yakalanan sağlık çalışanı sayısının
arttığını göstermektedir (Babich, 1985: 15).
HIV ve hepatit verilerine dayanarak tıbbi atıklarla uğraşan tüm personelin hastalığa
karşı aşılanması şarttır. Ancak viral hepatit C ye karşı henüz bir aşı yoktur.
Kimyasal ve farmasötik atıkların etkileri: Hastanelerden kaynaklanan kimyasal
veya farmasötik atıklardan dolayı toplum içinde anlamlı bir artış gösteren hastalık
bulunmazken endüstriyel kimyasal atıklarla oluşan derin entoksikasyonunun toplum
çalışmalarında birçok örneği vardır. Bundan başka, sağlık kuruluşlarındaki kimyasal veya
farmasötiklerle uygun olmayan şekilde temas sonucu birçok yaralanma veya entoksikasyon
vakası ortaya çıkar. Eczacılar, anestezistler, hemşirelerle yardımcı ve bakıcı personel, buhar,
aerosol ve sıvı maddelere maruziyetle oluşan solunum veya cilt hastalıkları riski altında
olabilirler. Bu tür mesleki riski en aza indirmek için mümkünse daha az tehlikeli kimyasallar
kullanılmalıdır ve maruziyet olasılığı olan tüm personele koruyucu malzeme sağlanmalıdır.
Tehlikeli kimyasalların kullanıldığı binalar uygun şekilde havalandırılmalı ve risk altındaki
personel, kazalarda acil bakım ve koruyucu önlemler konusunda eğitilmelidir.
Genotoksik atıkların etkileri: Şimdiye kadar tıbbi atıkların uzun dönem sağlık
etkileri üzerine çok az veri elde edilmiştir. Bu bir dereceye kadar, bu tür bileşimlere insan
maruziyetini değerlendirmenin güçlüğünden dolayıdır. Örnek olarak, Finandiya da yapılan
bir çalışma, gebeliğin ilk üç ayında antineoplastik ilaçlara mesleki maruziyet ve ölü doğum
arasında anlamlı bir korelasyon olduğunu göstermiş, fakat Fransa ve ABD deki benzer
çalışmalar bu sonucu doğrulamayı başaramamıştır (Prüss, 2004: 28).
Yayınlanmış birçok çalışma, antineoplastik ilaçlara temasla ilişkili potansiyel sağlık
tehlikelerini araştırmıştır. Bu çalışmalar, korunmasız işçilerde mutajenik bileşiklerin idrar
düzeyinde artışını ve düşük riskinde artışı göstermiştir. Son zamanlardaki bir çalışma
60
hemşire ve eczacıların kullandığı hastane tuvaletlerini temizleyen personelin risklere maruz
kaldığını, bu kişilerin tehlikeden daha az haberdar olduğunu ve daha az önlem aldıklarını
göstermiştir. Hastane içi havadaki sitotoksik ilaç konsantrasyonu, bu maruziyete ilişkin
sağlık risklerini değerlendirmek için planlanan birçok çalışmada incelenmiştir (Prüss, 2004:
28).
Henüz hiçbir bilimsel yayın, genotoksik atıkların kötü yönetiminden ortaya çıkan
olumsuz sağlık etkilerini bildirmemektedir.
Radyoaktif atıkların etkileri: Nükleer terapötik maddelerin uygun olmayan
bertarafı sonucu oluşan kazalarda maruziyet sonuçlarından etkilenen kişi sayısı oldukça
fazladır.
Örneğin, Brezilya’da radyoaktif hastane atıklarına toplum maruziyetinden sonra
ortaya çıkan bir karsinojik etki vakası incelenmiş ve tümüyle kanıtlanmıştır. Bir radyoterapi
ünitesi yeni binasına taşınırken, eski binasına bir kapalı radyoterapi kaynağını bıraktı. Bu
binaya giren bir kişi kaynağı çıkardı ve eve götürdü. Sonuç olarak, 249 kişi kaynakla temas
etti ve bunların bir kısmı ya öldü ya da çeşitli sağlık problemlerine yakalandı (IAEA,1988).
Brezilya’daki olaydan başka radyoaktif tıbbi atıklara maruziyetin sağlık problemlerine
ilişkin rapor edilmemiş birçok vaka olabilir. Sağlık tesislerinde iyonizan radyasyona
maruziyete bağlı kazalar arasında bildirilenler, X ışını cihazlarının güvenli olmayan
çalışması, radyoterapi solüsyonlarına uygunsuz temas ve yetersiz radyoterapi kontrolü
sonucu meydana gelmiştir.
1.4.2. Tıbbi Atıkların Çevre Sağlığına Olan Etkileri
1.4.2.1. Toprağa Etkileri
Tıbbi atıkların kontrolsüz bir şekilde toprak altına depolanması toprak kirliliğine
neden olmakta, toprağın yapısı bozulmakta ve verimlilik açısından da telafisi mümkün
olmayan sonuçlar doğurmaktadır.
Özellikle yöntemine uygun olarak depolanmayan tıbbi atıklar toprağın niteliğini
bozmaktadır. Düzenli depolama yönteminde dikkat edilecek en önemli nokta, enfekte
atıkların, enfekte özellikleri yok edildikten sonra toprağa gömülmesidir. Aksi durum,
sağlıklı topraktan hasta toprağa geçiş anlamı taşır. Gerek enfekte gerekse kimyasal tıbbi
atıklar tarafından kirletilmiş toprağın verimlilik özelliği kaybolurken toprak üzerindeki
bitkilerde yaşamlarını kaybedebilirler.
61
18 Mart 2009 tarihinde gazetelere yansıyan bir haberde, Isparta’da tıbbi atık
sterilizasyon tesisi bulunmadığı için tıbbi atıkların toprak altına gömülerek ortadan
kaldırıldığı, ancak bu gömme alanının tarımsal faaliyet alanına yakın olması bir grup
çevrecinin tepkisine neden olduğu belirtilmiştir (www. haber. com).
Yine 20 Mart 2009 tarihinde gazetelere yansıyan diğer haberde, Antalya’da ve
Burdur’da faaliyet gösteren doğa derneklerinin ortaklaşa düzenlediği Karacaören Doğa
Yürüyüşü’nde tıbbi atık ağırlıklı çöplerin görenleri şaşkına çevirdiği belirtilmiştir (www.
haber. com).
31.05.2005 tarihli ve 25831 sayılı Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’nin 7.
maddesi, her türlü atık ve artığın toprağa zarar verecek biçimde çevre kanunu ve
yönetmeliklerinde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı
biçimde
alıcı
ortama
vermeyi,
depolamayı
ve
benzeri
faaliyetlerde
bulunmayı
yasaklamaktadır (Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Resmi Gazete, 31. 05. 2005,
sayı 25831).
1.4.2.2. Suya Etkileri
Su yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır ve yaşamın devamlılığı için suyun doğal
yapısının korunması önemlidir. Sulara sızmış olan tıbbi atıklar, suyun doğallığının
korunması açısından tehdit oluşturmaktadır.
Hukuki açıdan bakıldığında, atıkları götürüp suya boşaltma biçiminde bir atık yok
etme yöntemi olmadığına göre atıklar suyu nasıl kirletebilir? Enfekte sıvı atıkların
kanalizasyona verilmesi yoluyla sular zarar görebilir. Örneğin, ameliyathanelerde kullanılan
kimyasal maddelerin, kanla karışmış sıvıların arıtılmadan doğrudan kanalizasyona verilmesi
suların kirlenmesine neden olmaktadır. Yine röntgen banyoları sırasında ortaya çıkan sıvı
radyoaktif maddelerin dikkatsiz bir şekilde kanalizasyona boşaltılması da suyun niteliği
açısından bir tehdit oluşturmaktadır. Ayrıca bu durum sularda yaşayan canlıların da ölümüne
neden olabilmektedir.
31.12.2004 tarihli ve 25687 sayılı Su Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’nin 6.
maddesinde, sulara bırakılmaması gereken kirletici maddeler içinde radyoaktif atıklar,
kimyasal atıklar ve organik atıklar da sayılmıştır (Resmi Gazete 31.12.2004, sayı 25687 ).
62
1.4.2.3. Havaya Etkileri
Havayı kirleten en önemli olay,
yanma sonucu duman, gaz ve tozun havaya
karışması durumudur. Tıbbi atıkların da yakılması hava kirliği oluşturmaktadır. Bu kirlilik
ise tüm canlı yaşam için tehdit oluşturmaktadır. PVC kimyasallarının yakılması ile dioksin
ve furan gibi gazların oluşumu ve bu gazların havaya salınımının fazla olması tıbbi
atıklardan kaynaklanan hava kirliğinin nedenidir.
Özellikle yakma tesislerinden çıkan gaz içindeki civa bileşikleri uzun mesafelere
kadar taşınmaktadır. Civa veya bileşikleri ile kirlenmiş tıbbi atıklar, yüksek yakma
tesislerinde yakıldığı zaman civa serbest hale geçer ve yeterli baca gazı arıtma ünitesi yoksa
bacadan atmosfere ve ayrıca, civa zamanla gaz fazına geçerek atmosfer yolu ve sızıntı suyu
yolu ile su kaynaklarını kirletebilir.
Tıbbi atıklardan toprağa ve suya (deniz, göl, yer altı suyu) karışan her türlü civa
maddeleri anaerobik ve aerobik şartlarda bakteriler ve kimyasal reaksiyonlarla çok toksin
form olan mono veya dimetil metil civaya dönüşürler. Bu maddeler küçük organizmalar
(plaktonlar gibi) tarafından absorbe edilir. Küçük canlılar küçük balıklar tarafından
yendiğinde ağır metaller balık vücuduna geçer. Bu madde balıkların dokularında birikir.
Küçük balıkları büyük balıklar yer ve metil civa birikmeye devam eder. Zamanla metil civa
seviyesi en üst değere ulaşır. Metil civalı balıklar insanlar tarafından yendiği zaman vücuda
giren metil civa kana karışır ve kan tarafından absorbe edilir. Tıbbi atıklardan çıkan civa ile
kirlenmiş suların en büyük olumsuz etkileri yaban hayatı üzerine olmaktadır. Civa ve
bileşiklerinin kaynakları ve su ortamında taşınım ve biobirikim aşağıdaki şekillerde
verilmiştir.
63
Kaynak: Mustafa Öztürk, Civa Kirliliğinin Çevre ve Sağlık Üzerine Etkileri, Çevre
ve Orman Bakanlığı Yayını, Ankara, 2006: 12
Tıbbi atıklarda ortaya çıkan ve toprağa karışan civa biokimyasal veya kimyasal
reaksiyona girerek insan sağlığı ve yaban hayatı (bitkiler hariç) için çok zararlı olan metil
civa haline dönüşür. Metil civa ise bitkiler tarafından absorplanarak, besin zinciri yolu ile
insanlara geçer.
06.06.2008 tarihli ve 26898 sayılı Hava Kalitesini Değerlendirme ve Yönetimi
Yönetmeliği’nin 1. maddesinde, hava kirliliğinin insan ve çevre sağlığı üzerindeki zararlı
etkilerini önlemek veya azaltmak için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmiştir (
Resmi Gazete 06.06.2008, sayı 26898 ).
1.4.2.4. Biyoçeşitliliğe Etkileri
Biyolojik çeşitlilik, kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu ekosistemlerin bir
parçası olan ekolojik yapılar da dahil olmak üzere tüm kaynaklardaki canlı organizmalar
arasındaki farklılaşma anlamındadır. Başka bir deyişle biyoçeşitlilik, bir bölgedeki genlerin,
bu genleri taşıyan türlerin, bu türleri barındıran ekosistemlerin ve bunları birbirine bağlayan
olayların (süreçlerin) tamamını kapsar. Canlıların yaşadıkları ortamlar, olaylar, ve etkileşim
halinde bulundukları diğer canlı ve cansızlar, biyolojik çeşitliliğin birer parçasıdır. Her canlı
türü, taşıdıkları genleriyle, yaşadıkları yerleriyle, içinde oldukları olaylarla, ve ekosistemin
64
işlemesi için sundukları çeşitli hizmetleriyle, biyosferde kurulu bulunan yaşam-destek
sisteminin vazgeçilmez birer parçasıdır. Bu sistemin bir parçası olan insan türü de, biyolojik
çeşitlilikten değişik ekonomik, ekolojik, estetik ve kültürel yararlar sağlamaktadır.
Ekosistemin ve onun parçalarının bozulması, orada bulunan canlı ve cansızların sunduğu
hizmetlerin durmasına ve en sonunda sistemin tümünün bozulmasına yol açar (Aydoğdu,
2009: 12).
Doğanın dengesinin korunmasında önemli bir yere sahip olan biyoçeşitliliği
korumanın en önemli yolu, biyoçeşitliliği tehdit eden ögeleri bulup onlara karşı önlem
almaktır. Bu ögelerden biri de tıbbi atıklardır.
Tıbbi atıkların düzensiz bir şekilde toprak altına depolanması sonucu toprak üzerine
olan sızmalardan bitki ve hayvan türleri zarar görebilir. Yine suya enfekte atıkların sızması
sonucu burada yaşayan hayvan türleri etkilenebilir. Yakma fırınlarından havaya aşırı
salınımlar yalnız hava kalitesini değil, bu havayı soluyan insanlar ile bitki ve hayvanlar
üzerinde olumsuz etkiler bırakır.
Unutmamalıyız ki atıkların hastane etrafından uzaklaştırılmasına dayanan bir anlayış
ekolojik
dengenin
korunması
ilkesiyle
bağdaşmamakta,
doğanın
kendi
kendini
özümseyebilme kapasitesini zorlamaktadır. Tıbbi atıkların etrafa pervasızca atılmasından
zincirleme bir şekilde tüm canlılar etkilenmektedir. Doğada bulunan hava, su, toprak,
biyoçeşitlilik ve diğer tüm canlılar birbirlerini etkilemekte ve birbirlerinden etkilenmektedir.
1.5. Tıbbi Atıkların Ortadan Kaldırılma (Bertaraf Edilme) Yöntemleri
Tıbbi atıkların nihai olarak bertaraf edilmesindeki amaç, atıkların tehlikeli olmayan
maddelere dönüştürülerek insan ve çevre sağlığını korumaktır (Kokulu, 2001: 6).
Tıbbi atıklar, tehlikeli ve zararlı atıklar sınıfına girmekte olup bu tür atıkların üretim,
taşıma ve depolama ve bertarafına ilişkin özel önlemler alınması gerekmektedir. Bu atıkların
artmasına koşut olarak insan ve çevre sağlığının tehlikeye girme riskinin de arttığı
düşünülünce, atıkların bertaraf edilmesinde uygulanacak yöntemler de büyük önem
kazanmaktadır.
Sağlık sorunlarını azaltmaya, insan ve hayvan sağlığına karşı potansiyel riskleri
ortadan kaldırmaya yönelik yapılan sağlık hizmetleri sonucu sağlığa zararlı olabilecek
astıklar meydana gelebilir. Bu şekilde oluşan atıklar, diğer tipteki atıklara oranla daha fazla
bulaşıcı, yaralayıcı ve çevreyi kirletici bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle tıbbi atıkların
65
yönetiminde güvenilir sistemler uygulanmalıdır. Aksi takdirde halk ve hayvan sağlığını
tehdit eden ve çevreyi kirleten ciddi sonuçlar doğabilir.
Dünyanın birçok yerinde tıbbi atıkların güvenli yönetimi için gerekli tesislerin
mevcut olmadığı ülkeler bulunmaktadır. Bu durum, kan yoluyla taşınan patojenlerin
enjektör yoluyla iletimine olanak sağlayan başlıca faktörlerden biri olup yılda tahmini 1,3
milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır (Townend, 2004: 17).
Tıbbi atıkların en uygun şekilde bertaraf edilmesi,
-sağlık kuruluşunda çalışan personelin ve gelen hastaların sağlığın korunması,
-infeksiyon ve tehlikeli maddelerin taşınması ve zararsız hale getirilmesiyle ilgili
uygulamaya bağlı olarak kamuya zarar verilmemesi,
-atıkların zararsız hale getirilmesi işlemlerinin çevresel ve ekonomik yönlerinin
gözetilmesi açısından önem arz etmektedir.
Tıbbi atıkların güvenli bertarafının sağlanması özellikle çevre ve halk sağlığının
korunması ve sürdürülebilir atık yönetiminin oluşturulabilmesi için önemlidir. Tıbbi
atıkların kaynakta ayrılıp toplanması, taşınması, geçici depolanması, nihai bertaraf edilme
alanına taşınması ve orada bertaraf edilmesi ile ilgili kurallar vardır. Bu kurallara uyulması
insan ve çevre sağlığını korumanın ilk adımını oluşturur.
Tıbbi Atıkların Toplanması ve Taşınması: Burada dikkat edilecek en önemli
nokta, enfekte atıkların çıktıkları noktalarda evsel ve geri dönüşümü sağlanabilen atıklardan
ayrı olarak toplanmasıdır. Kaynağında ayrılabilen atıkların bertaraf edilmesinde önemli olan,
bu tür atıkların evsel atıklardan bağımsız ve türlerine göre ayrı torbalar halinde
toplanmasıdır. Değişik ülkelerde atık türlerine göre çeşitli renk kotlamaları olan özel
paketlemeler uygulanır. Bu paketlemenin amacı, bu işle ilgili personeli olduğu kadar diğer
kişileri de atıklarla olan ilişkiden dolayı meydana gelebilecek yaralanma ve hastalık bulaşma
riskinden korumaktır. Bu paketleme işlemi atık oluşumundan bertaraf edilmesine kadar
gereklidir.
Bugün dünyada, tıbbi atıkların toplanmasında en yaygın olarak kırmızı ya da turuncu
plastik torbalar kullanılmaktadır. Ayrıca torbaların üzerinde uluslar arası tıbbi atık amblemi
bulunur. Torbaların doluluk oranı, taşıyıcı elemanların kaldırabileceği ve ağzının
açılmayacağı şekilde olmalıdır. Sivri ve kesici tıbbi atıklar için ağzı kapalı kapların
kullanılması daha uygundur. Enjektörler kullanıldıktan sonra, bükülmeden ve ağzı
66
kapatılmadan enfekte atık kutusuna, plastik kısmı ise kırmızı plastik torbaya atılır.
Ünitelerden çıkan enfekte olmamış serum şişeleri, kağıt, karton, plastik malzemeler ise diğer
atıklardan ayrı olarak siyah plastik torbalarda biriktirilir ve bunlar geri kazanılabilir. Ayrıca
katı atıklarla sıvı atıklar aynı yere konmaz. Kazara yırtılma ve delinme durumunda sızıntı
yeri hemen dezenfekte edilir. Sıvı atıklar ağzı kapalı şişelerde toplanır (Tutar, 2004: 23).
Ülkemizde de Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğinin 13. maddesinde tıbbi
atıkların toplanmasında yırtılmaya, delinmeye, patlamaya ve taşımaya dayanıklı, her iki
yüzünde de “Uluslar arası Biyotehlike” amblemi ile “DĐKKAT TIBBĐ ATIK” ibaresini
taşıyan kırmızı renkli plastik torbalar kullanılacağı belirtilmiştir.
Yine aynı maddede kesici ve delici özelliği olan atıkların diğer atıklardan ayrı olarak
delinmeye, yırtılmaya, kırılmaya ve patlamaya dayanıklı, su geçirmez ve sızdırmaz, açılması
ve karıştırılması mümkün olmayan, üzerinde “DĐKKAT KESĐCĐ VE DELĐCĐ TIBBĐ ATIK”
ibaresini taşıyan plastik veya kartondan yapılmış kutulara konulacağı da belirtilmiştir.
Kurallara uygun olarak toplanmış tıbbi atıklar tıbbi atıklara ait taşıma araçlarıyla
tıbbi atık geçici depolama ünitesine taşınır.
Tıbbi Atıkların Geçici Olarak Depolanması: Tıbbi atıkların üretildiği anda
bertaraf edilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle geçici atık depoları gerekir. Depolamanın
süresi, sıcaklığı, alanı, havalandırılması, temizliği önemlidir.
Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğinin 18. maddesinde, tıbbi atıkların, bertaraf
sahasına taşınmadan önce 48 saatten fazla olmamak üzere geçici depolarda bekletilebileceği
ve bekleme süresinin depo içerisindeki sıcaklığın 4 derecenin altında olması koşuluyla bir
haftaya kadar uzatılabileceği belirtilmiştir.
Tıbbi Atıkların Nihai Olarak Bertaraf Edilme Yerine Taşınması: Bu taşıma
işleminde sadece bu işe ayrılmış dayanıklı, üstü kapalı kamyonlar, traktörler kullanılabilir
(EPA, 1991: 242).
Taşıma sırasında kamyon dışına sızıntı olmaması , havanın sıcak olduğu durumlarda
kamyonlarda soğutucu olması tercih edilir. Taşımanın yapıldığı kamyonlar hergün
temizlenerek dezenfekte edilmeli, halk sağlığı ve personel güvenliği açısından taşıyıcılar
tüm taşıma ve toplama uygulamaları boyunca koruyucu elbise giymeli, eldiven ve maske
takmalı.
67
Tıbbi Atıkların Đşlem Görmesi: Tıbbi atıkların işlem görmesinin anlamı, atığın
içeriğini ya da biyolojik karakterinin değişimini sağlayan herhangi bir metot veya tekniktir.
Etkin bir şekilde işlem görmüş enfekte atıklar artık biyolojik anlamda zararlı olmaktan çıkar,
normal atıklara karıştırılarak bertaraf edilebilir. Örneğin, belediye uygun görürse işlem
görmüş sıvı atıklar kanalizasyona verilebilir, ön işlemden geçmiş katı enfekte atıklar,
düzenli depolama alanlarında diğer evsel atıklarla gömülebilir (Tutar, 2004: 26).
Ülkemizde tehlikeli tıbbi atıkların imhasında yakma metodu ve düzenli depolama
yöntemi kullanılması Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nce (2005) öngörülmektedir.
Tıbbi atıklar için kullanılan bertaraf etme yöntemleri, kimyasal dezenfeksiyon,
otoklavlama, düzenli depolama, mikrodalga radyasyon ve yakmadır (WHO, 1998: 104).
Bu yöntemler aşağıda özetlenmiştir:
Kimyasal Dezenfeksiyon: Tıbbi faaliyetlerde kullanılan cihazların temizliğinde, yer
ve duvarlardaki mikroorganizmaların öldürülmesi amacıyla sık olarak kullanılmakta olan
kimyasal dezenfektanlar tıbbi atıkların bertaraf edilmesinde de kullanılmaktadır. Atıklara
kimyasallar ilave edilerek içerdikleri patojenler etkisiz hale getirilir veya öldürülür. Bu işlem
genellikle sterilizasyondan ziyade bir dezenfektasyon işlemidir. Daha çok kan, sidik, dışkı
veya hastane lağımı gibi sıvı atıkların işlenmesi için uygundur. Mikrobiyolojik kültürler,
kesiciler, vb tıbbi atıklar kimyasal olarak dezenfekte edilebilirler. Ayrıca sıcaklığa duyarlı
aletlerin sterilizasyonunda yüksek dereceli kimyasal dezenfektanlar kullanılır. Etilen oksit
bu yüksek kimyasal dezenfektanlardan biridir (Tutar, 2004: 28).
Bu yöntemle tıbbi atıklar bertaraf edilecekse, dezenfeksiyondan önce genellikle atığı
parçalama ve öğütme gereklidir. Ayrıca güçlü dezenfektanlar gerektirir ki bunlar için özel
eğitilmiş ve korunmuş personele ihtiyaç vardır.
Normal olarak insan vücudu parçaları ve hayvan leşleri kimyasallarla dezenfekte
edilmez. Dezenfeksiyonun etkinliği, standart mikrobiyolojik testlerde belirleyici olarak
kullanılan organizmaların yaşamda kalma oranları ile değerlendirilmektedir Üç tip
dezenfeksiyon vardır: düşük, orta ve yüksek seviyeli dezenfeksiyon.
Kimyasal dezenfeksiyondan geçmiş atıklar, risk taşımayan tıbbi atık olarak bertaraf
edilebilirler. Ancak kimyasal dezenfektanlar sızıntı yoluyla ciddi çevresel problemlere
neden olabilirler.
68
Zamanımızda gelişmiş ülkelerde tıbbi atıkların kimyasal dezenfeksiyon ile bertaraf
edilmesi sınırlıdır. Ancak hastanelerde çalışma yüzeylerinin ve kanla kirlenmiş
malzemelerin temizlenmesi, dezenfekte edilmesi uygun dezenfektanla yapılır (Uyanuk,
2000: 35).
Ülkemizde de kimyasal dezenfektan kullanımı yüzey ve kanla kirlenmiş
malzemelerin
temizliğiyle
sınırlıdır.
Nitekim
yönetmeliğimizde
de
kimyasal
dezenfeksiyonla ilgili bir hüküm bulunmamaktadır.
Otoklavlama: Otoklavlama, enfekte atıkların basınçlı kap içinde buharla
doyurulmak sureti ile dezenfekte edilerek, evsel atık haline getirilmesidir. Enfekte atıklar
hidrolik olarak çalışan kaldırma boşaltma sistemi ile basınçlı dezenfeksiyon bölümüne
boşaltılır. Alternatif bir devre içinde vakum sistemi ile dezenfeksiyon sistemi içindeki hava
emilir ve buhar verilir. Böylece enfekte atıkların tümüne nüfuz edilmiş olunur ve yüzde 100
dezenfeksiyon sağlanır (Tugal, 1994: 35).
Buharla sterilizasyon sistemi mahal içi veya mobil olarak kurulabilmektedir. Mobil
sistem aşağıdaki avantajlar nedeniyle son zamanlarda yaygın olarak tercih edilmektedir,
enfekte atıkların kaynağında evsel atık haline getirilmesiyle, nakliye sırasında riskler azalır,
bir gün içinde birçok hastane ve diğer sağlık kuruluşuna hizmet verilebilir ve sistem verimli
bir biçimde kullanılmış olur, enfekte atıkların sağlık şartlarına uygun taşınması için gerekli
soğutmalı özel araçlara gerek kalmaz, işlem sonrası atıklar normal çöp arabası ile taşınırlar,
atıkların hacmi küçülür, böylece nakliye masrafları azalmaktadır. Aksi takdirde enfekte
atıklar için mutlaka sıkıştırmasız kamyonlara gerek vardır, dolayısıyla bu atıkların hacmini
azaltmak mümkün olmamaktadır (Yüksel, 1995: 35).
Etkili bir otoklav işleminin gerçekleşebilmesi için mikroorganizmaların buhar ile
yeterli sıcaklık, basınç, zaman şartlarında temasa geçmesi gerekmektedir. Buhar
sterizasyonu veya otoklav, medikal atık içinde bulunan enfekte özellikteki maddelerin uygun
sıcaklıkta doymuş buhar ile yok edilmesi işlemidir. Buhar sterilizasyonunun en önemli şartı
atığın yeterli sıcaklıkta ve basınçta buhara maruz kalmasını gerektirir. Otoklav süresi
otoklav haznesi içindeki medikal atığın hacmine bağlıdır.
Uygun otoklavlama işlemi işlem şartlarına bağlı olduğu gibi atık miktarına da
bağlıdır. Hazne içinde ısıya dayanıklı kap ve derin atık konteynırları kullanılması ve
uygunsuz atık yüklemesi yapılması, atıkların buhar ile temasa geçmesini önleyecektir. Buhar
sterilizasyonu düşük yoğunlukta ve küçük hacimlerde en iyi sonucu vermektedir. Aksi
69
takdirde büyük vücut parçaları gibi yüksek yoğunluklu atıklar, büyük sıvı kapları, sıkı
paketlenmiş atık torbaları kullanımını içeren diğer yöntemlerle bertaraf edilmelidir. Buhar
sterilizasyon yönteminin yoğun ve büyük hacimlerde etkisiz olabilmeleri bu yöntemin en
büyük dezavantajı olarak görülmektedir (Uyanuk, 2000: 40).
Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğinin (2005) 46. maddesine göre, enfeksiyöz
atıklar ile kesici- delici atıklar, sterilizasyon işlemine tabi tutularak zararsız hale
getirilebilirler. Zararsız hale getirilen atıklar, evsel atık depolama alanlarında depolanarak
bertaraf edilebilirler.
Bu sistemde önemli olan sterilizasyon tesislerinde atıkların işleme tabi tutulmadan
önce, çevre ve insan sağlığına zarar vermeden güvenli bir şekilde depolanabilmesi, işlem
sırasında ve sonrasında hava ve su ortamının hiçbir kontaminasyona maruz kalmaması ve en
önemlisi de sterilizasyon işlemine tabi tutulan enfeksiyöz atıkların zararsız hale getirilip
getirilmediğinin yapılan testlerle kesin bir şekilde anlaşılmasıdır.
Medical Waste Treatment Committee of Air and Waste Management Association’ın
7 Aralık 1994 tarihinde yapılan toplantısında, otoklav ve nihai depolama yöntemlerinin
insineratörlerden daha fazla solunum riski oluşturduğu belirtilmiş ve buhar sterilizasyonuna
uygun olmayan materyallerin işleme alınmasıyla, atık kimyasal maddelerin buhar ile
serbestleşmesi sonucunda çalışanlara geçeceği bildirilmiştir (Uyanuk, 2000: 31).
Düzenli Depolama: OTA’ nın bir yayının da enfekte olmamış medical atıkların
gömülmesi öngörülmektedir. Bu öneri buhar sterilizasyonu veya insineratör işlemlerine tabi
tutulmuş atıkları da kapsamaktadır (Aktaran Uyanuk, 2000: 28).
Tıbbi atıkların gömme yöntemi ile bertarafı, enfekte atıklar için uzun süreli bir
işlemdir. Enfekte atıkların enfekte olmamış tıbbi atıklar ile aynı süreci yaşaması hastalık
bulaşması açısından önemli bir nokta oluşturmaktadır. Taşıma veya bertaraf için beklemekte
olan depolanmış enfekte atıklar mutlaka sıcaklığı 2 ile 7 derece arasındaki bir soğutma
ünitesinde saklanmalı, 72 saat dondurulmaz ise 7 günden fazla bekletilmemeli ve hiçbir
şartta 30 günden fazla kesinlikle saklanmamalıdır (Tugal, 1993: 36).
Ülkemizde Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğinin (2005) 36. maddesine göre tıbbi
atıklar evsel atıklardan ayrı olarak sadece tıbbi atıklar için yapılmış özel bir bertaraf alanında
düzenli depolanarak bertaraf edilebilirler.
Tıbbi Atık Kontrol Yönetmeliğinde belirtildiği üzere, enfekte ve patojen atıkların
ancak steril edildikten sonra diğer tıbbi atıklar ile işleme girmesi öngörülmektedir.
70
Yapılan araştırmalar, düzenli depolama yönteminin enfekte olmamış atıklar için
uygulanması gerektiği yolundadır. Enfekte atıklar ise insineratör ve buhar sterilizatörü gibi
dezenfeksiyon yöntemleri sonrasında gömülmelidir.
ABD de bazı düzenli depolama sahası işleticileri, enfekte özelliği yok edilmemiş
atıkları iki ana nedenden dolayı kabul etmemektedir. Birinci neden, enfekte ajanların yer altı
suyuna karışma olasılığının bulunmamasıdır. Đkinci neden ise, uyuşturucu özellikteki
ilaçların kullanıldığı iğne ve şırınga gibi medikal atıklarla, vücut parçası gibi patolojik
atıkların hayvanlar tarafından depo sahasından taşınma olasılığının bulunmasıdır. Örneğin,
Washington, DC General Hospital dezenfeksiyonu yapılmamış enfekte atıklarını Virjinya’da
bulunan Lorton düzenli depolama alanını bu yüzden gönderememektedir (Kiser, 1996: 25).
Medical Waste Treatment Committee of Air and Waste Maqnagement Association
Aralık, 1994 deki toplantısında düzenli depolama alanlarında 1 ton atık başına ortalama 69
kg metan gazının 15-25 yıl süresince üretileceğine dikkat çekilmiştir. Buna ek olarak,
sızıntıların yer altı ve yüzey sularına karışmasının önlenmesi için depo alanlarının sürekli
kontrol altında tutulması gerektiği de bildirilmiştir (Aktaran Uyanuk, 2000: 30).
Sera etkisi, asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi ve erozyon gibi küresel çevre
kirliliği durumları, insanlığın ve diğer canlıların doğal yaşam koşullarını etkileyecek
sorunları beraberinde getirir. Bunlardan biri olan ve insan faaliyetleri sonunda oluşan ve sera
etkisini artıran metan gibi çeşitli gazların atmosferde birikmesiyle ortaya çıkan küresel
ısınma, çevre ve insan sağlığını tehdit eden, dünya üzerinde yaşamayı güçleştiren bir çevre
sorunudur. Atıkların depolanma alanlarında metan gazının oluşumunun önlenmesinin, çevre
sağlığının yeni düşmanı küresel ısınmanın önüne geçmek açısından önemi inkar edilemez.
Mikrodalga Radyasyon: Bu yöntem elektrikle çalışan bir yöntemdir. Mikrodalga
dezenfeksiyon sistemleri, atık parçalama, buhar püskürtme ve mikrodalga oluşturma
özelliklerini içeren sistemler olarak tasarlanmıştır. Sistem önce materyali parçalar daha
sonra buhar püskürterek ıslatır ve mikrodalga ile temasa geçeceği hazneye bir konveyör
vasıtasıyla iletir. Mikrodalga enerjisi materyal üzerindeki suyun buharlaşmasına ve atığın
ısınmasını sağlayarak dezenfeksiyona neden olur ve 25-30 dakikalık süre sonunda atık
sistemden dezenfekte olarak çıkar (Sanitec, 1997: 10).
Tıbbi atıkların mikrodalga teknolojisiyle bertaraf edilmesinin şu avantajları vardır:
Bertaraf işlemi sonucu yüzde 99,99 oranında mikrobiyolojik olarak dezenfekte edilen atıklar
ABD ve Kanada da öngörülen düzenli depolama şartlarına uygundur, bilgisayar kontrollü
71
programlanabilir bir sistemdir, uygun sıcaklık ve zaman değerleri otomatik olarak
ayarlanabilir, sistemin parçalama mekanizması yüzde 80 oranında hacim indirgemesi
yapmakta ve tıbbi atık tanınmaz hale getirilmektedir, ABD de kayıtlara geçmiş herhangi bir
hava-su emisyonu bulunmamaktadır (Kiser, V.L, 1996: 100).
Sistemin dezavantajı, kullanıcılarının atık yüklemesi veya sistemin bakımı yapılırken
buharlaşmış tehlikeli kimyasallarla temas etme olasılıklarının bulunması olarak belirtilebilir.
Sistemin mahal içi kurulmasının pahalı olması da sistemin bir dezavantajı olarak kabul
edilebilir.
Bu yöntem ülkemizde uygulanmamaktadır. Yönetmeliğimizde de Mikrodalga
Radyasyon yöntemine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
Yakma Fırınları (Đnsineratörler): Fırında yakma, yüksek sıcaklıkta gerçekleşen bir
kuru oksidasyon işlemi olup organik ve diğer yanabilen atıkları inorganik, yanamayan
maddelere dönüştürür. Tıbbi atıklar yakılırken kontrollü yakma işlemleri sonucu enfekte
atıklar ve patolojik atıklar, mineral kalıntıları ve gazlara çevrilirler. Bu süreçle tıbbi atıklar
hem arıtılmış hem de aynı bertaraf edilmiş olur. Aşırı sıcaklıkta enfekte atıklar giderilirken
egzoz gazları ve kül ortaya çıkar, kül depolamaya gönderilir. Özellikle enfekte atığın
bertaraf edilmesinde etkili olan yakma fırınların birtakım yararları bulunmaktadır: - işleme
tabi tutulan materyalin hacminde ve ağırlığında azalma olmaktadır, - bakteri ve yüksek
sıcaklıkta yok edilmektedirler, -atıkların yanmasından kaynaklanan ısı enerjisi bir takım
faaliyetler için kullanılabilmektedir.
Yakma tesislerinin atmosfere verdiği egzoz gazları, özellikle klorlanmış plastikler
yakıldığında ortaya çıkan koku ve duman sorundur ve gaz arıtımı gerektirir. Ancak bu
teknoloji enfekte atıklar için yüksek verimde arıtım sağlar (Lagrange, vd, 1994: 54).
Yakma tesisleri, çok büyük hastanelerde veya merkezi sistemlerin kurulmasıyla
uygulanır. Đlk yatırım ve bakım maliyeti nedeniyle pahalı bir yöntemdir. Bu yüzden yakma
fırınlarının küçük boyutları ekonomik değildir ve her birinin hava kirletme potansiyeli,
merkezi yakma fırınına göre çok daha fazladır (Frank, 1990: 148).
Yakma sistemin kirlilik kontrol metotları gerektirmesi, uçucu kül nedeniyle düzenli
depolama yerinde kirlilik oluşturabilmesi, sıcaklık düzenlemesi gerektirmesi, PVC
kimyasallarının yakılması ile dioksin ve furan oluşumu nedeniyle bu gazların arıtılma gereği
gibi dezavantajları vardır (Uysal, 2000: 12).
72
Akdeniz’de deniz üstünde yakma tesisi kurmak yasaktır. Ancak karada atık yakma
tesislerinde yakma işlemine devam edilmektedir. Bunun da yasaklanması gerekir. Özellikle
PVC kimyasalları için bu yasak başlatılmalıdır. PVC’ler insan ve çevre için geri
döndürülemeyecek zararlara meydan vermektedir. PVC’nin geri dönüşümü ne teknik açıdan
ne de finansal açıdan mümkün değildir. Yakma sırasında etrafa yaydığı dioksin nedeniyle
ciddi çevresel problemler oluşturmaktadır. PVC’nin yakılması sırasında ortaya çıkan dioksin
çevrede ve besin zincirinde baştan sona bulunmakta ve en öldürücü şekli TCDD kanserojen
olarak bilinmektedir.
Tıbbi atık yakma tesislerinin tamamen insineratörün ihtiyaçlarına cevap verecek
şekilde tasarlanmış olması gerekmektedir. Tesis ve ulaşım sağlanacak yollar, ışıklandırma
ve çevre düzenleme gibi dış ögeleri de içermelidir. Tıbbi atık yakma tesisleri, atıkların
depolanması için bir soğuk depo, kontrol odası, soyunma odası, WC, duş ve bir depodan
oluşmalıdır. Ayrıca tıbbi atıkların taşınması için kullanılan araçların ve bu araçların taşıdığı
konteynerlerin hergün yıkanıp dezenfekte edilmesi için bir yıkama ünitesi gerekmektedir
(Karagöz, 1998: 20).
Ülkemizde tıbbi atıklar için uygun yakma ya da depolama tesisi olan belediye sayısı
dokuzdur. Çevre ve Orman Bakanlığı verilerine göre tıbbi atıklar Ankara, Bursa, Đzmir,
Gaziantep, Denizli, Malatya ve Erzincan illerinde düzenli depolanarak, Đstanbul ve Kocaeli
illerinde ise yakılarak bertaraf edilmektedir (Eller, 2008: 26).
Hastane atıkları kağıt ve karton, plastik, sıvı maddeler, anatomik parçalar, cam
şişeler, tekstil maddeleri gibi çok çeşitli maddeler içerirler. Bu maddelerin yakılarak
bertarafında kullanılabilecek üç yöntem bulunmaktadır: “Excess air “( fazla hava), “starved
air “”(az hava) ve “piroliz “ yöntemleri (Tickel ve Watson, 1992: 10).
“Excess air” yönteminde süreç sırasında, atıkların cins ve bileşimine göre,
stokiyometrik olarak hesap edilen, ideal, oksijen ( hava) miktarı ile çalışılması durumunda
bu atıkların teorik olarak tamamen bertarafı söz konusudur. Ancak hiçbir cihaz % 100
verimle çalışmadığından, atığın tamamen yakılabilmesi için stokiyometrik hesap edilenden
(% 100) daha fazla oksijene gereksinim duyulacağı açıktır. Bu yöntem fazla hava “excess
air” yöntemi olarak tariflenir ve yanma odasına ideal olarak hesaplanandan daha fazla
oksijen verilir. Bu yönteme göre çalışan bir insineratörde yakma odasında hesaplanandan %
75 - % 200 daha fazla hava verilir. Bu sistemlerin havalandırma fanları stokiyometrik hava
ihtiyacının % 175 - % 300 fazlasını temin edebilecek şekilde boyutlandırılırlar (Tickel ve
Watson, 1992: 25).
73
“Piroli” yöntemi organik maddenin oksijen yokluğunda ısıtılarak basit bileşenlerine
parçalanması olayıdır. Doğru uygulanan piroliz yönteminde sisteme ya hiç oksijen verilmez
ya da ancak prosesin yürümesi için gerekli ısının temininde zorunlu olan oksijen miktarı
verilir. Isının etkisi ile bertaraf edilmek istenilen atıklar, yanıcı atık gaz ile bir miktar katı
atığa dönüşür. Piroliz yönteminin en önemli avantajı düşük oksijen ihtiyacıdır. Bu şekilde
insinetör daha küçük boyutlandırılabilirken aynı zamanda işletme esnasında daha az yakıta
ihtiyaç duyulur. Buna karşılık bu yöntemin gereklerinin sağlanması çok güçtür. Örneğin çok
pahalı ve kompleks önlemler kullanmadan insineratöre kontrolsuz hava girişinin önlenmesi
mümkün değildir (Brunner, 1988: 52).
“Starved air” yöntemi, hakiki proliz yöntemine alternatif olarak geliştirilmiştir.
Stokiyometrik olarak hesaplanan hava miktarının % 60 - % 90’ı birinci yanma odasına
enjekte edilir. Atık gazdaki organik maddelerin yanması ise ikinci yanma odasında “exsess
air” yöntemi ile gerçekleşir. Birinci yanma odasına tam yanma için gerekli olandan daha az
hava verilmesi ile bu odadan taşınan partikül madde miktarı da düşük tutulmuş olur. Starved
air yönteminin bu önemli özelliği ile özel emisyon kontrolüne gerek duyulmaması
sağlanmıştır. Bu yöntemin diğer bir özelliği de yanma odasının sıcaklığının kontrol edilebilir
olmasıdır. Atıklar, stokiyometrik hava ihtiyacı ile yakıldığında maksimum sıcaklık elde
edilir. Atık stokiyometrikten daha fazla hava ile yakıldığında fazla hava gaz akımının
soğumasına neden olur. Stokiyometrik hesaplanandan daha az hava kullanıldığında ise,
mevcut hava miktarı atıkta bulunan tüm organik maddelerin yakılmasına yetmeyecektir.
“Starved air” sisteminde ise verilen hava miktarı arttıkça daha fazla ısı ortaya çıkacak ve
sıcaklık artacaktır.
“Piroliz” ve “starved air” yöntemlerinden herhangi birisinin gerçekleşebilmesi için
en önemli şart, atığın organik karakterli olması gerekliliğidir. Diğer şart da hedef sıcaklığına
ulaşıldıktan sonra ek yakıta ihtiyaç duyulmadan yanmanın sürdürülebilmesidir (otojenik
yanma). Bu olgunun sağlanamaması durumunda stokiyometrik hava miktarının altında
yakma uygulanması konseptinin bir anlamı bulunmamaktadır ve bu iki yöntemin en zayıf
taraflarını oluşturmaktadır (Brunner, 1988: 55).
Hastane atıkları gibi nem oranları % 60’ın üzerinde bulunan atıkların ilk yanma
odasında ulaşılan yaklaşık 800 derecede otojenik yanması söz konusu değildir. Starved air
insineratörleri genellikle kağıt atık yakmada kullanılırlar ve her iki yanma odası da relatif az
miktarda yakıt ihtiyacına göre boyutlandırılır. Patolojik atık içeren bir torbanın birinci
yanma odasına atılması durumunda ise bu atık otojenik olarak yanmaz ve ek yakıta ihtiyaç
74
duyulur. Bu atıkların yakılmasında yüksek miktarda ısı gerekli olup hava akımının da
koordineli olarak arıtılması zorunludur. Bir insineratörde sadece kağıt atık yakılması söz
konusu olmayacağından, insineratörlerin fazla hava “excess air” yöntemi ile çalışılabilecek
şekilde dizayn edilmesi zorunlu olmaktadır (Topkaya, 1992: 3).
Tıbbi atıkların yakılmasında dört farklı insineratör kullanılmaktadır, - patolojik
atıklar için küçük ve mahal içi insineratörler, - hava kontrol sistemli insineratörler, - çok
bölmeli hava kontrollü insineratörler, - döner fırınlı insineratörler.
Tıbbi atıkların bertaraf edilmesinde açıkladığımız yöntemlerin hangisini tercih
edileceği ülkeden ülkeye değişmekle beraber Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şu önerilerde
bulunmaktadır (WHO, 1998: 104):
-Genel Atıklar: Kentsel atıklarla birlikte toplanabilir,
-Patalojik Atıklar: Doğrudan gömme veya sterilizasyon sonrası gömme yapılabilir,
-Đnfeksiyon Atıklar: Doğrudan gömme veya sterilizasyon sonrası gömme yapılabilir,
-Kesici ve Delici Aletler: Uygun kaplarda toplanarak zararsız hale getirilmeleri
önerilmektedir. Bunun için kesici aletler ve uçları sıkıştırılmaya karşı dayanıklı ve üzerinde
“kesici alet atığı” şeklinde etiketi bulunan kaplarda atılmalı, asla ağzına kadar
doldurulmamalı, dik tutulmaya özen gösterilmeli ve dolduğu zaman kapakları sıkıca
kapatılmalıdır,
-Biyolojik zararlı atıklar: Biyolojik zararlı atıklar kırmızı renkli ve üzerinde “Biyozararlı atık” etiketi bulunan torbalarda toplanmalıdır. Eğer torbalar çok küçük boyuttaki
atıkları içeriyorsa ikinci bir torbanın içine konulmalıdır,
-Sıvılar: Uygun arıtma işlemine tabi tutularak kanalizasyona verilmelidir,
-Tehlikeli olarak sınıflandırılmayan kimyasallar: normal kanalizasyon sistemine
verilmesi, tehlikelilerin ise uygun yöntemlerle zararsız hale getirilmesi önerilmektedir.
Ülkemizde Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğinin (2005) 33. maddesine göre tıbbi
atıklar yakılarak bertaraf edilebilir. Yakma sistemleri büyükşehirlerde büyükşehir
belediyeleri, büyükşehir belediyesi olmayan yerlerde ise belediyeler veya yetkilerini
devrettiği kişi ve kuruluşlar tarafından kurulur ve işletilir. Evsel nitelikli atıkların yakılması
için kullanılan yakma tesisleri tıbbi atıkların yakılması için kullanılmaz.
75
Yönetmelikte tıbbi atıkların yukarıda belirtilen 3 yöntemden ( excess air, starved air ,
piroliz) hangisine uygun olarak kurulan yakma tesislerinde yakılması gerektiği ile ilgili bir
hüküm bulunmamaktadır.
Gelişmiş ülkelerde daha önceleri her hastanenin kendi yakma sisteminin olması
önerilmiş, hastanelerde üretilen infeksiyon ve noninfeksiyon materyalin yakılması
amaçlanmıştır. Ancak küçük insineratörlerin veya yakma fırınlarının hava kirliliğini
önleyebilecek sistem kapasiteleri çok sınırlı olduğundan çevreye yüksek oranda ağır
materyaller, asit gazları ve dioksin salınımına neden olmuşlardır. ABD’ de oldukça katı
kuralları bulunan hava yönetmeliğinin çıkmasından sonra birçok hastanede yakma
sisteminden vazgeçilerek tıbbi atıkların tıbbi atıkların buhar sterilizasyonu istemi
kurulmuştur. California’da 1985 yılında 146 tıbbi atık yakma fırını varken, 1995 yılında 4’ e
inmiştir. Buhar sisteminde tıbbi atıklar yarım saten az olmayan sürede 121 derece buhara
tabi tutulmaktadır. Bir diğer uygulamada ise, batma, delme, kesme riski olan araçların
dezenfektan bir polimer içerisinde solidifikasyonudur. Bunlar daha sona normal atıklarla
birlikte uzaklaştırılmaktadır. Atıkları yakma yönteminin hastane atık yönetiminde yeri
yoktur (Yüksel, 1995: 25).
Yine Hong Kong’ da 1960 yılların başına kadar devlet hastanelerinden kaynaklanan
tıbbi atıklar, hastanelerdeki küçük yakma fırınlarında yakılmaktaydı. Bu yakma fırınlarının,
hava kirliliği kontrol ekipmanlarına sahip olmaması ve yerel emisyon standartlarını
sağlayamaması toplumun şikayetlerine neden olmuştur. Mevcut yakma fırınlarının
düzeltilebilmesinin çoğu durumda mümkün ve ekonomik olmamasından dolayı, yakma
fırınlarının yerine yeni bertaraf tesislerinin yapılmasının gereksinimi ortaya çıkmıştır (Lei,
Ha, vd, 2005: 45).
Tıbbi atıkların bertaraf edilme yöntemleri bakımından, ABD’de ve AB ülkelerindeki
mevzuat ve uygulamalar ileriki bölümlerde ayrıca incelenmeye çalışılmıştır.
Tıbbi atıkların bertaraf yöntemlerini çevre sağlığı ve sürdürülebilirlik açısından
incelediğimizde hepsinin ayrı ayrı avantaj ve dezavantajları olduğunu görmekteyiz. Burada
önemli olan farklı atık türleri için farklı bertaraf yönteminin uygulanmasıdır. Yani, atığın
zararlı etkisi hangi yöntemle en aza indirilecekse o yöntemin kullanılmasıdır. Ancak bu
şekilde çevre ve insan sağlığı korunabilir. Örneğin, enfekte vücut sıvıları, kesici – delici
aletler, tekrar kullanılabilir maddeler dezenfekte edilebilirken insan ve hayvan vücut
parçaları ile kimyasal atıklar kimyasal dezenfeksiyon için uygun değildirler. Yine kesici ve
delici aletler yakılarak bertaraf edilebilirken basınçlı kapların yakılması patlama tehlikesi
76
nedeniyle uygun değildir. Ayrıca kimyasal, genotoksik ve radyoaktif atıkların çevreye
kontrolsüz olarak bırakılması felaket ölçeğinde çevresel sorunlar yaratır. Bir kimyasal atık
buharla steril edilip bırakılamaz. Özellikle radyoaktif atıkların Atom Enerjisi Komisyonu
kurallarına göre işlem görmesi gerekir.
Sağlık kuruluşlarının bazı atıkları vardır ki görsel etkilerinden dolayı toplum arasında
büyük korku uyandırabilirler. Bu nedenle örneğin plesanta ve diğer insan vücudu
parçalarının tanınmayacak şekle getirilmesi gerekmektedir.
Yine atıklar yakılırken çevreye zarar verecek gazların salınımını önleyecek
sistemlerin kurulması, depolama alanlarına bırakılmadan da steril edilerek enfekte
özelliklerinin yok edilmesi çevre ve insan sağlığını korumak açısından üzerinde durulması
gereken noktalardır.
2. Sürdürülebilirlik Kavramı
Tarih boyunca insanlar doğal kaynakların sınırsız olarak bulunabileceğini
düşünmüşlerdir, bu ise ekonomistlerin uzun yıllar çevre sorunlarını görmezlikten
gelmelerine yol açmıştır. Đnsanların mutluluk hırsı, tüketimle ilişkili olarak doğa ve ekonomi
arasındaki dengeyi doğanın aleyhine bozmuş, doğal çevrenin tahribatının yanı sıra açlık ve
fakirlik hızla ilerlemiştir. Ekonomik politikaların gündemi, ekonomik kalkınmanın
hızlandırılması, işsizliğin önlenmesi veya enflasyonun kontrol altına alınmasıydı. Daha
sonra bu politikaların doğal çevre üzerinde yaptığı tahribat gözlenmiş, gelecek nesillerin
yararlanabileceği doğal çevre ve imkanların azalabileceği mesajları alınmaya başlanmıştır
(Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, 1997: 71 ).
Aslında çevreye uygun ekonominin belirleyici ilkelerinden biri sürdürülebilir
kalkınmadır. Ancak uygulamalara bakıldığında, sürdürülebilirlik kavramı, çoğunlukla
ekonomik anlamda algılanmaktadır. Bu bakış açısı, sürdürülebilir kalkınmayı sürdürülebilir
büyüme olarak anlamamıza neden olmaktadır. Oysa amaç, sürdürülebilir kalkınmadır.
Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ise ekolojiyi genel ekonomik çerçeve içinde
bir bileşen olarak görmek yerine, konuya tam ters yönden yaklaşarak ekonomiyi ekolojik
çerçeveler içine yerleştirmekle mümkün olacaktır (Uslu, 1998: 43 ).
Burada sürdürülebilir gelişme kavramının da kullanıldığını belirtmek gerekir.
Sürdürülebilir gelişme, “Çevre değerlerinin ve doğal kaynakların savurganlığı yol
açmayacak biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve gelecek kuşakların hak ve yararları da
77
göz önünde bulundurularak kullanılması ilkesinden özveride bulunmaksızın ekonomik
gelişmenin sağlanmasını amaçlayan çevreci dünya görüşüdür” (Mengi ve Algan, 2003: 1).
Đster adına “Sürdürülebilir Kalkınma” isterse “Sürdürülebilir Gelişme” diyelim her
iki yaklaşımda insan boyutunun yanında doğal yaşamın da korunmasını hedef alır ve çevre
yönetimini uluslararası boyuta taşır, kalkınma ve çevre arasındaki ilişkiye yeni bir boyut
getiren bir yaklaşımdır.
En geniş anlamıyla kalkınma, toplumu iyileştirmek demektir. Kalkınma; ekonomik
büyüme, daha iyi yaşama standardı olarak tanımlanabilir. Ülkenin insani ve doğal kaynakları
ile kurumlarının yönetimini geliştirerek bu hedefe ulaşılabilir (Clark, 1996: 34 ).
Sürdürülebilir Kalkınma kavramı; kalkınma ve doğal kaynak dengelerini dikkate
alan ve kalkınmanın yararlarını, bugünün olduğu kadar gelecek kuşakların da kullanımına
sunan bir yaklaşımdır (Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, 1997: 31).
Burada, Sürdürülebilir Kalkınma kavramı ile aynı dönemlerde ortaya çıkmış olan ve
kavram benzerliği olan “Ecodevelopment” kavramını karıştırmamak gerekir. Đlk kez 1972
yılında Stockholm Çevre Konferansı’nda, Konferansın Genel Sekreteri Maurice Strong’un
kullandığı “çevreyi dışlamayan kalkınma-Ecodevelopment” ile, yerel kaynaklardan adaletli
bir biçimde yararlanmayı öngören bir kalkınma stratejisi kastediliyordu. Başka bir ifade ile,
“toplumsal ve ekonomik gelişme hedefleriyle çevrebilimsel değerlerin korunması arasında
bir uyum sağlamak gereği” olarak da tanımlanmıştır (Keleş ve Hamamcı, 1998: 155).
Sürdürülebilir
kalkınma
hedeflerine
ulaşmak
için
gerekli
politikaların
belirlenmesinden önce sürdürülebilir kalkınma kavramının açık bir şekilde tanımlanması
gerekir. Sürdürülebilir kalkınmanın en yaygın tanımı 1987 yılında Dünya Çevre ve
Kalkınma Komisyonu’nun Bruntland Raporu olarak da bilinen, Ortak Geleceğimiz
çalışmasında yer alır. Bu tanıma göre sürdürülebilir kalkınma, “gelecek nesillerin kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilme yeteneğini ortadan kaldırmaksızın şimdiki neslin ihtiyaçlarının
karşılanması” dır (Mengi ve Algan, 2003: 2).
Bu tanım genel hatlarıyla açık olmasına rağmen, zaman boyutu ve tanım içinde
geçen ihtiyaç terimi tartışmalara neden olmaktadır. Meselenin bir yönü, bugünkü kuşakların
kararlarını verirken gelecek nesilleri ne denli düşünmekte oldukları diğer yönü de insan
ihtiyacı algısının neye göre belirleneceğidir. Bazıları ihtiyaç teriminden sadece yiyecek,
içecek ve barınma gibi çok temel ihtiyaçları anlarken, bazıları sağlık hizmetleri sunumu ve
sosyal güvenlik gibi ihtiyaçları ve bazen araba, bulaşık makinesi ve televizyon gibi malları
78
da ihtiyaç olarak algılamaktadırlar. Bu açıdan gelişmiş ülkeler ve Çin veya Hindistan gibi
gelişmekte olan ülkeler veya Đran gibi nükleer enerji konusunda çalışmalar yapan ülkelerin
durumları göz önünde bulundurulduğunda, sürdürülebilirlik konusunda devam eden
tartışmaların sonu yok gözükmektedir (Jeffery, 2006: 10).
Bruntland Raporu çok genel olarak, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını, doğal
kaynaklardan elde edilen yararın dağılımında eşitliği, nüfus kontrolünü ve çevre dostu
teknolojilerin
geliştirilmesini
sürdürülebilir
kalkınma
ilkesi
ile
doğrudan
ilişiklendirmektedir. Bu bağlamda raporda, ekonomik büyümenin çevre dostu bir
persfektifle gerçekleştirilebileceği varsayımından yola çıkılarak, hem dünyadaki çevre
sorunlarının üstesinden gelebilmek için, gelişmekte olan ülkelerin önemli rol oynayacağı ve
yeniden yapılanmayı sağlayacak uzun dönemli bir büyüme çağına girilmesi gerektiği öne
sürülmüştür (Coşar, 2007: 3).
Yine sürdürülebilir kavramı bazı yazarlarca, “dünyanın kıt olan kaynaklarını yok
etmeden ve bu kaynakları en verimli bir şekilde kullanarak, sadece belirli bir kesim için
değil bütün dünya insanları için adaleti ve fırsatı sağlayacak olan ekonomik gelişme olarak
tanımlanırken, diğer bazıları tarafından kısaca, ‘çevreye saygılı olurken insanların yaşam
kalitesinin iyileştirilmesidir” diye tanımlanmıştır. Bu iki ayrı tanımda üzerinde önemli vurgu
yapılan iki önemli öge ise ekonomik gelişme ve çevrenin korunmasıdır (De Kruijf ve Van
Vuuren, 1998: 12).
Yerel yönetimlerin dünya ölçeğindeki çevre kuruluşu niteliğindeki International
Council for Local Environmental Initiatives’e (ICLEI) göre sürdürülebilir kalkınma, yaşamı
mümkün ve yararlı kılan ekosistem ve toplum düzenlerini koruyan ve ekonomik kalkınma
sürecini, herkes için temel yaşam kalitesi sağlayacak şekilde değiştiren bir programdır.
Sürdürülebilir kalkınma, yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan tüm insanların, mevcut
çevresel sınırlar dahilinde, sosyal ve ekonomik gelişmeye adil olarak katılmalarını
sağlayabilmek için gerekli olan üretim ve tüketim tarzlarındaki değişimlerle ilgilidir (Eller,
2008: 6).
Her ne kadar sürdürülebilir kalkınma kavramına herkesin hem fikir olduğu bir tanım
vermek mümkün olmasa da, sürdürülebilir kalkınma kavramı iki kısımda ele alınabilir.
Birinci kısımda ‘ihtiyaçlar’ ikinci kısımda ise çevrenin günümüzde ve gelecekteki talepleri
karşılayabilme gücüne teknolojiden kaynaklanan ‘sınırlamalar’ bulunmaktadır. Diğer bir
deyişle sürdürülebilir kalkınma, insan sağlığını ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir
ekonomik kalkınmaya imkan verecek şekilde doğal kaynakların akılcı bir şekilde yönetimini
79
sağlamak ve gelecek nesillere gereksinimlerini karşılamalarına olanak sağlayacak bir doğal,
fiziki ve sosyal çevre bırakmak yaklaşımıdır. Böyle bir yaklaşım kalkınmanın her
aşamasında küresel anlamda ekonomik ve sosyal politikaların çevre politikaları ile birlikte
ele alınmasını gerektirmektedir. Bu durumda üzerinde uzlaşılan nokta bu kavramın sosyal,
ekonomik ve çevresel boyutlarının olduğu ve küresel, bölgesel ve yerel açılımlarının
bulunduğudur.
Dünya’da sürdürülebilir kalkınma yaklaşımında küresel ölçekli bir başlangıç
toplantısı olarak kabul edilen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı 5 Haziran 1972’de
Stockholm’da toplanmıştır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 113 ülkenin katıldığı
Konferans, Birleşmiş Milletlerin çevre konusundaki çalışmalarının temel hareket noktası
olmuştur. Konferans sonucu yayınlanan ve “ Stockholm Deklarasyonu” adıyla anılan
bildirgede, çevrenin korunması ve geliştirilmesi tüm insanlığın esenliği ve ekonomik
gelişmenin temel ögesi olarak nitelendirilerek; tüm hükümetlere görev verilmekte ve bu
bağlamda uluslararası işbirliği ve dayanışmanın önemi vurgulanmaktadır. Konferansın
önemli sonuçlarından bir diğeri de çevreyle ilgili uluslararası normların yerleştirilmesi
yolundaki çalışmaları hızlandırması olmuştur. Stockholm Konferansı’nın sloganı “ bir tek
dünyamız var” şeklinde belirlenmiştir. Bu gerçekten hareket ederek, tek olan dünyadan
yararlanmanın, eşit hak ve sorumluluklar doğurduğu anlayışı Konferansta ortak kabul
görmüştür. Bu şekilde küresel düzeyde, tüm canlıların ve insan varlığını sürdürebileceği,
ekolojik açıdan dengeli koşullara sahip, böyle bir çevreyi sağlama, koruma ve geliştirmenin
de tüm insanlığın ortak sorumluluğunda olduğu kabul edilmiştir (Eyyübi, 2004: 5).
Bu gelişmeler sonunda Sürdürülebilir Kalkınma yolundaki ikinci önemli dönüm
noktası olan 1992 yılı Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda (UNCED)
bütün dünya ülkeleri kalkınmanın çevre ile uyumlu bir süreç olarak uygulanmasını
hedefleyen “ Sürdürülebilir Kalkınma” yı dünya çapında hayata geçirme kararlılığını ve
iradesini ortaya koymak üzere en yüksek siyasal seviyede bir araya gelmişlerdir. Konferans
sonunda beş önemli belge kabul edilmiştir. Bunlar, Çevre ve Kalkınmaya Dair Rio
Bildirgesi, Ormanların Korunması ve Geliştirilmesine Đlişkin Đlkeler, Gündem 21, Đklim
Değişikliği Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesidir (Eyyübi, 2004: 7).
26 Ağustos- 4 Eylül 2002 tarihleri arasında Güney Afrika, Johannesburg’ta “ BM
Çevre ve Kalkınma Konferansı Kararlarında On Yıllık Đlerleme ve Gelişme” konulu Dünya
Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde ise, 1992 BM Çevre ve Kalkınma Konferansı
kararlarının uygulama aşamalarında daha etkili sürdürülebilir kalkınma stratejilerini
80
oluşturmak amaçlanmıştır. Sürdürülebilir kalkınma önünde engel teşkil eden sorunlar
tanımlanmış ve sürdürülebilir kalkınmanın temel ögeleri olan yoksulluğun giderilmesi,
sağlık, eğitim, tarım, suya erişim ve çevrenin korunması gibi öncelikli konularda ileriye
dönük hedefler ile çalışma takvimi belirlenmiştir. Ayrıca, insanlığın zengin ve fakir olarak
derin bir uçurumla ayrılması ve gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın
giderek büyümesinin küresel gönenç, güvenlik ve istikrar için tehdit oluşturduğu teyit
edilmiş, çevresel sorunlar ele alınmış, küreselleşmenin ekonomik etkilerinin orantısız
biçimde dağıldığı kabul edilmiş, bu küresel adaletsizliğin giderilmesi gereğinin altı
çizilmiştir (TUBĐTAK, 2002: 3).
2.1. Sürdürülebilir Kalkınma Đlkeleri
Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada izlenecek temel ilkeler ise şöyle
özetlenebilir (Price ve Dube, 1997: 10):
-
“Küresel Sorumluluk: Bütün dünya şehirleri ve aynı zamanda ülkeleri, önemli
küresel sonuçlar doğuran atıklar ve kirlilik üretmektedirler. Bu durum bütün şehir ve
ülke yönetimlerinin hem kendi vatandaşlarının hem de başka ülkelerde yaşayan
insanların yararına olacak çözümleri üretmede küresel sorumluluğa sahip olmaları
gerektiğini göstermektedir.
-
Ortak Bir Paylaşım: Çoğu çevresel problemler doğrudan insan aktiviteleri ile ilişkili
olup, doğrudan veya dolaylı olarak insan sağlığını etkilemektedir. Örneğin,
ekonomik ve diğer bazı insan aktiviteleri hem çevre hem de insan sağlığını olumlu
veya olumsuz yönde etkilemektedir. Bunun için bütün dünya ülkelerinin
sürdürülebilir kalkınmanın ana ögeleri olan ekonomi, çevre ve sağlık konusunda
ortak bir yaklaşımı benimsemeleri gereklidir.
-
Ortaklık: Toplum katılımı ve bilinçlendirmenin yeni biçimleriyle bütün sektörlerin
çabalarının koordine edilmesi ve eyleme geçirilmesi için bir ortaklığa ihtiyaç vardır.
Böyle bir yaklaşım, farklı seviyelerde alınacak olan kararların çevreye ve sağlığa
yönelik etkilerinin belirlenmesinde oldukça kapsamlı stratejilerin belirlenmesine
yardımcı olacaktır.
-
Katılımcı Yaklaşım: Vatandaşların demokrasi araçlarına daha etkili bir şekilde
ulaşmalarının sağlanması suretiyle hem yerel hem de küresel gerçekler konusunda
duyarlı olunması hem de farklı görüşlerin temsil edilmesi imkan dahilinde olacaktır.
81
-
Küreselci Yaklaşım: Sivil toplum dinamikleri son derece önemli hale gelmektedir.
Geleneksel paydaşların yanı sıra kar amaçlı olmayan kurumlar, uluslar arası şirketler
ve uluslar arası medya gibi yeni taraflar da bu alanda rol oynamaya başlamışlardır.
Bu eğilim, herkes için sağlık ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri için
uluslararasından ziyade küreselliğe doğru bir değişimi gerekli kılmaktadır.
-
Sürdürülebilir Kentleşme Politikası: Bu politika sektörlerarası işbirliğini gerekli
kılmaktadır”.
Gelecek nesillerin de bizim yaşadığımız gibi bir dünyada yaşamaları diğer bir deyişle
sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için üretim ve tüketim temel gereksinimlere göre
belirlenmeli, enerji kullanımında yenilenebilen kaynaklara yönelinmeli, doğal kaynak ve
çevreye zarar vermeyen teknolojiler geliştirilmeli, ekolojik ve türler çeşitliliğinin yok
edilmesi süreci durdurulmalıdır (Mengi ve Algan, 2003: 4).
Sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmak için, mevcut kaynaklarımızı ( hava, su,
toprak, canlı-cansız varlıklar…vb) planlı bir şekilde kullanmak zorundayız. Bu nedenle
yenilenebilir kaynakların azalmaması için, kullanım hızının yeniden çoğalma ve doğal
büyüme sınırları içinde kalmasını sağlamalıyız. Yenilenemeyen kaynakların da tükenme
hızının
ayarlanması,
yani
kendini
toparlayabilme
hızının
ötesinde
bozulmaması
gerekmektedir. Ancak insanların bu planlama konusunda sağlıklı bir şekilde düşünebilmesi,
sürdürülebilir kalkınma üzerine yoğunlaşabilmeleri için en azından asgari ihtiyaçlarının
karşılanması gerekir. Bunun aksi ekonomik krizlerin oluşması kaçınılmazdır.
Kaynak tükenmesinin ve çevre baskısının neden olduğu sorunlar ekonomik ve siyasi
güçler arasındaki farklılıklardan doğmaktadır. Tüm dünya ülkeleri birbiriyle karşılıklı
bağımlılık içinde yaşarlar. Bu karşılıklı bağımlılık basit ve yerel bir durum değildir. Bir
ülkenin uyguladığı enerji politikası, öbür tarafta asit yağmuruna yol açabilir. Bir devletin
atık politikası diğer devleti bir çöp yığını haline getirebilir. Bu tür konuların çözümü ancak
uluslararası işbirliği ile bulunabilir. Ancak ekonomik güç ve kazancın eşit olmayan dağılımı
ortak çıkarların genelliğini olumsuz etkilemekte, pek çok sorun kaynaklara ulaşmadaki
eşitsizlikten doğmaktadır. Ülkelerin içinde ve ülkelerarasında mevcut ekonomi ve sosyal
adalet konusundaki eşitsizliğin sürdürülebilir kalkınmanın önünde engel oluşturduğu ve bu
engelleri azaltacak stratejilerin planlanması gerektiği belirtilmiştir. Đnsanlığın ortak
çıkarlarını içine alan bu stratejiler, büyümeyi canlandırmak, büyümenin kalitesini
değiştirmek, temel ihtiyaçları karşılamak, sürdürülebilir nüfus, kaynak tabanını korumak,
teknoloji ve risk yönetimi çevre ve ekonomiyi birleştirmektir. Sürdürülebilir kalkınma temel
82
ihtiyaçlarını karşılayamayan yurttaşlara yönelmelidir, çünkü yoksulluk insanların kaynakları
sürdürülebilir biçimde kullanma yeteneğini azaltmaktadır. Ekonomik gelişme büyümenin ve
bozulmanın tüm yönlerini dikkate almak zorundadır. Kaliteli bir büyüme gelir dağılımı ile
orantılı olmalı, krizlere karşı duyarlılığı artırmamalıdır. Sürdürülebilirlik içinde eğitim ve
sağlık gibi ekonomi dışı gelişmeler ile toprak, hava, su, ve doğanın korunması gibi
kavramların da yer alması gereklidir. Kalkınmanın sürdürülebilir olması, nüfus artışı ile de
bağlantılıdır. Nüfus hacmi ekosistemin üretim kapasitesiyle tutarlı ise sürdürülebilir
kalkınmayı sağlamak da kolaylaşır. Kaynaklar üretim üzerindeki baskı, insanların başka
alternatifleri kalmadığı zaman artmaktadır. Eğer ihtiyaçlar sürdürülebilir bir biçimde
karşılanacaksa, kaynak tabanının korunması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak doğanın
korunması yalnızca gelişme amaçlarıyla da sınırlı olmamalıdır. Diğer insanlara saygı ve
gelecek kuşaklara yükümlülüğümüzde unutulmamalıdır. Teknoloji artırılmalı fakat
yönlendirilerek çevreye daha özenli hale getirilmeli, riskler belirlenerek gelecek için
stratejik planlamalar yapılmalıdır.
Sürdürülebilir kalkınma, hem insanlar arasında, hem de insanlarla çevre arasındaki
uyumun sağlanmasıdır. Karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceler birbiriyle
yoğrulmalı, fayda optimize edilmelidir.
Sürdürülebilir kalkınma için insanlar arasındaki yaşam koşulları farkının mümkün
olduğunca kapatılması ve insan ile çevre arasında da karşılıklı bağımlılık olduğunun kabul
edilmesi gerekmektedir. Bunun için de bilinçli, işbirliği içinde olan ve çevreyi amaca
ulaşmak için bir araç gözüyle görmeyen insanlara ihtiyaç vardır.
Yine sürdürülebilir gelişme, gelişmekte olan ülkeler için ekonomik ve sosyal
gelişmeleri gerçekleştirirken çevreyi ve doğal kaynakları korumayı ifade ederken
sanayileşmiş ülkeler için de çevre değerlerine sahip çıkmak ve çevreyi korumak anlamına
gelmektedir (Mengi ve Algan, 2003: 5).
2.2. Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre-Sağlık Etkileşimi
“Bütün canlı türlerinin ve doğal kaynakların sürdürülebilir kalkınmanın kurallarına
uygun olarak yönetilmesinde dikkatli davranmak gerekir. Ancak bu şekilde doğanın bize
sağladığı paha biçilmez zenginlikleri koruyabilir ve sonraki nesillere devredebiliriz. Bizim
ve bizden sonrakilerin refahı için şimdiki sürdürülemez üretim ve tüketim kalıplarının
değişmesi gerekiyor” (Birleşmiş Milletler Bildirgesi 6. paragraf, 5. satır).
83
Çevreye saygı, 21. yüzyılda uluslararası ilişkiler için en temel değerlerden biridir. Bu
husus, Birleşmiş Milletler Binyıl Bildirgesi’nde de belirtilmiştir. Binyıl Bildirgesi,
paylaşılan değerleri eyleme geçirebilmek için özel önem taşıyan ana hedefleri şöyle
belirtmektedir: “Tüm insanları, özellikle çocuklarımızı ve torunlarımızı, insan eliyle geri
dönülmez biçimde bozulmuş ve kaynakları artık ihtiyaçları karşılamaya yetmeyecek ölçüde
azalmış bir dünyada yaşama tehdidinden kurtarmak için hiçbir çabayı esirgeyemeyiz.”
Görüldüğü gibi sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada, çevre sağlığı ve halk
sağlığı terimlerinin önemi büyüktür. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımında sağlık, temel
insan ihtiyaçlarından birisi olarak değerlendirilmekte ve sürdürülebilir kalkınmanın hedefi
olan yaşam kalitesinin iyileştirilmesinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü
sağlıklı insanlar hem ekonomik hem de çevresel kalkınma için bir gerekliliktir.
Dünya Sağlık Örgütü Sağlık ve Çevre Komisyonu, kalkınmayı, insanın yaşam
kalitesinin geliştirilmesi süreci olarak tanımlamaktadır. Ekonomik, sosyal veya sağlık
alanındaki gelişmeler birbirinden farklı alanlar olarak değerlendirilse bile aslında bu parçalar
birbirleriyle etkileşim içinde olduklarından dolayı bütünün parçaları olarak görülmeleri
gereklidir (Altunbaş, 2005: 15).
Sürdürülebilir kalkınma, çevre, ekonomik, sosyo-demografik ve sağlık ögelerini
kapsamaktadır. Bu kavramda vurgulanan önemli vurgulardan biri, gelecek nesillerin
ihtiyaçlarının karşılanmasına engel olmayacak şekilde mevcut nüfusun ihtiyaçlarının
karşılanmasıdır. Sağlık hizmetleri ve sistemi açısından bu vurgunun önemi ise çevreye zarar
vermeden insan yaşam kalitesinin iyileştirilmesidir. Ancak sürdürülebilir kalkınma çevreyi
koruma girişimlerinden çok daha fazlasını içermektedir. Bu kavram aynı zamanda, gelecek
nesilleri ve uzun dönemde sağlıklı olmayı da içerir. Sürdürülebilir kalkınma sadece gelir
artışını değil aynı zamanda yaşam kalitesi, fakirliğin azaltılmasını da içerecek şekilde
bireyler arasında adalet, nesiller arasında adalet ve insan refahının sosyal ve ahlaki yönleri
üzerinde durmaktadır (Price ve Dube, 1997: 11).
Dünya Sağlık Örgütü’nün 1994 yılında yaptığı tanımlamaya göre sağlık, sadece
hastalık ve sakatlığın yokluğu değil, bireylerin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik
halleri olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre en yüksek sağlık seviyesi, insanların ırk,
din, politik görüş, ekonomik veya sosyal durumlarına göre herhangi bir ayrım yapılmaksızın
en temel haklardan birisi olarak kabul edilmektedir. Sağlık aynı zamanda birey, grup ve
toplumların fizyolojik, psikolojik ve sosyal yönlerini de ilgilendiren bir kavramdır. Bunun
için sağlık hastalık ve sakatlığın yokluğu olarak görülmemelidir. Sağlık tanımlanırken
84
insanların günlük yaşamlarında çevreleriyle sürekli etkileşim içinde oldukları ve çevrenin
özelliklerinden önemli oranda etkilendikleri gerçeği unutulmamalıdır.
Sürdürülebilir Kalkınma için Küresel Beyanname-Gündem 21’in 1. ilkesinde
“Đnsanlar, sürdürülebilir kalkınmanın merkezini oluşturur. Đnsanlar üretici ve sağlıklı yaşam
tarzıyla, doğayla uyum içinde yaşarlar” denilmektedir.
Đnsan sağlığı sürdürülebilirliğin merkezidir. Sağlık olmadan sürdürülebilirlik
sağlanamaz. Kent düzeninden sağlık hizmetlerinin sunumuna kadar koordine edilmiş bir
organizasyon gereklidir. Hastalıkların önlenmesi, sağlıklı bir yaşamın sağlanması ve
hastalıklarla mücadele edenlerin korunması sosyal, çevresel ve ekonomik faktörlerin
dengelenmesi ve tüm faktörlerin bir bütün olarak düşünülmesi ve planlanması gerekir.
Dünyanın birçok yerinde sağlık alanında olumlu gelişmeler yaşandığı söylense de, bu
gelişmeler toplumda eşit olarak dağılmamaktadır, toplumun ancak belli bir kesimi gelişen
sağlıktan yararlanabilmektedir. Fakirlik, eşitsizlik, çevresel kirlilik toplum sağlığını etkiler.
Sağlık bu yüzden bir amaçtır, zayıf sağlık sürdürülemeyen faaliyetlerin bir göstergesidir.
Gündem 21 sürecinin yerel aşamadaki zorluğu, toplumların ve sağlık çalışanlarının
tanıyacağı bir ortak vizyon geliştirmek ve bu vizyonu paylaşabilmektir. Böylece ortak bir
yaklaşım üzerinde fikir birliğine varılabilir ve metotlar geliştirilir.
Sürdürülebilir kalkınma ve çevre sağlığı birbiriyle ilişkili iki süreçtir. Her ikisinde de
sağlıkla ilgili sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar aşılmaya çalışılır. Bu sorunlarla toplu
olarak ve kapsamlı biçimde baş edilmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için
ise çeşitli katılımcıların, yerel yönetim, sağlık otoriteleri, iş dünyası, topluluklar,
akademisyenler ve gönüllü sektörlerin, birbirleriyle olan ilişkilerini anlamak gerekir. Bu
bağlamda sağlık gelişimine katılan ve ona önem veren her aktörün rolü iyi anlaşılmalıdır.
Ekonomik gelişme beraberinde önemli çevresel zararlar da ortaya çıkarmıştır. Çevre
hor kullanılmaktadır ve aralarında sağlık seviyesinde olumsuz etkilerinin de sayılabileceği
önemli sonuçlara çok az dikkat edilmektedir. Bu nokta önemlidir, çünkü sağlıklı insanlar
hem ekonomik hem de çevresel kalkınma için gerekliliktir. Eğer sürdürülebilir kalkınma
hedeflerine ulaşılmak isteniyorsa çevre ve sağlık ilişkilerini kavramak gerekir (Litsios, 1994:
8).
Sürdürülebilir kalkınma ve çevre-sağlık kavramı arasında güçlü bir etkileşim vardır.
Bu etkileşimi gerektiği gibi yönetmek gerekir. Yani insan sağlığı iyileştirilirken çevre
sağlığı kötüleşmemelidir ve aynı zamanda fiziksel ve biyolojik çevrenin bağımlı olduğu
85
doğal sistemlerin bütünlüğüne de zarar verilmemelidir. Örneğin, bu süreçte temiz su, temiz
hava gibi iklimsel ve çevresel kaynaklar devam ettirilirken aynı zamanda da insanlar
tarafından üretilen atıkların çevreyi olumsuz etkilemesinin önüne geçilmelidir.
Şekil 3. Sürdürülebilir Kalkınmanın Sosyal, Ekonomik, Sağlık ve Çevresel
Yönleri Arasındaki Đlişki
SAĞLIK
Çevre
Sosyal Değerler
Ekonomi
Adil
Sosyal
SÜRDÜRÜLEBĐLĐR KALKINMA
Kaynak: C. Price, P. Dube, Sustainable Development and Health: Concept, Principles and
Framework For Actionn For European Cities and Towns, European Sustainable Development and
Health, series:1, 1997: 29
Görüyoruz ki sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmak için bütünsel yaklaşım
gerekir. Yani, sosyal, ekonomik, sağlık ve çevre ile ilgili ögeler arasındaki ilişkilerin
karşılıklı olduğu ve birbirlerini etkiledikleri gerçeğini kabul etmek gerekir.
Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada ne kadar yol alındığını gösterecek olan
bazı göstergeler vardır. Bu göstergeler içinde sağlığı da bulabiliriz.
86
Tablo 2. Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini Değerlendirmede Kullanılabilecek Olan
Sosyal Göstergeler
SOSYAL GÖSTERGELER
Tema
Alt Tema
Gösterge
Fakirlik
Fakirlik sınırının altında yaşayan nüfusun oranı
EŞĐTLĐK
Gini gelir eşitsizliği endeksi
SAĞLIK
Cinsiyet eşitliği
Ortalama kadın işçi ücretinin erkeklere oranı
Beslenme
Çocukların beslenme durumları
Ölüm oranı
5 yaş altı çocuk ölüm oranı
Doğumda yaşam beklentisi
Hijyen koşulları
Yeterli kirli su ve atık hizmeti alan nüfusun oranı
Đçme suyu
Temiz içme suyu bulabilen nüfusun oranı
Sağlık hizmeti
Temel sağlık hizmeti alabilen nüfusun oranı
Bulaşıcı çocuk hastalıklarına karşı aşılanma
Doğum kontrol yöntemlerinin kullanılma oranı
EĞĐTĐM
Eğitim düzeyi
Đlkokul mezunu çocuk sayısı
Lise mezunu yetişkin sayısı
Okuryazarlık
Yetişkin okur- yazar oranı
BARINMA
Yaşama koşulları
Kişi başına yaşam alanı
GÜVENLĐK
Suç
100.000 kişi başına kayıtlı suç oranı
NÜFUS
Nüfusun değişimi
Nüfus artış oranı
Kaynak: E. Nemli, Sürdürülebilir Gelişme: Ekonomi ile Çevre Arasındaki Denge, www.
Kalder.org., 2006: 34
87
Tablo 2’de de açıkça görülebileceği gibi sağlık, sosyal göstergeler içinde önemli bir
ana tema niteliğindedir. Diğer bir nokta da çevresel faktörlerin sağlık teması içinde
gösterilmiş olmasıdır. Bu durum bize çevre ve sağlık terimlerinin iç içe girmiş olduğunu bir
kere daha göstermektedir. Bir diğer husus da tıbbi atıklara sağlık göstergesi içinde yer
verilmesidir. Şöyle ki tıbbi atıkların kuralına uygun yok edilmesi, bir taraftan bulaşıcı
hastalıkların yayılmasını engelleyerek diğer taraftan insanların doğru ve yeterli atık hizmeti
almasını sağlayarak çevre hijyeninin sağlanması amacına hizmet eder. Bu noktada,
sürdürülebilir
kalkınmanın
sağlık
göstergelerini
gerçekleştirmede
tıbbi
atıkları
soyutlayamayız.
Bugün dünyada sağlık alanında önemli bilimsel gelişmeler olmuştur. Tıptaki olumlu
gelişmeler sonucunda bebek ölüm oranları azalmış, ortalama ömür süresi uzatılmış ve toplu
ölümlere yol açan salgın hastalıkların tedavisi yapılmaya başlanmıştır. Ancak sağlık
alanındaki bu olumlu gelişmelere rağmen, dünya geleceğini sağlık konusunda tedirgin eden
bazı olumsuzluklar da sürmektedir.
Örneğin 2 milyar insan temiz içecek sudan mahrum kalmakta, 1,5 milyar civarında
insan da yeteri derecede hıfzıssıhha şartlarının altında yaşamlarını sürdürmektedir. Yine
AIDS gibi hastalıklardan ciddi sayıda ölümler olmaktadır (Gökdayı, 2000: 154).
Üstelik her geçen gün adına kırım kongo kanamalı ateşi, tavuk gribi, domuz gribi,
değişik çeşitte kanser denilen hastalık çeşitleri de her geçen gün artmaktadır. Görüyoruz ki
önemli gelişmelere, değerli bilim adamlarının çok önemli çalışmalarına rağmen hala sağlık
alanında önemli ölçüde problemler yaşanmakta ve ülkeler tedavi giderleri için önemli ölçüde
kaynak ayırmaktadır.
Tüm gelişmelere rağmen sağlık alanında hala önemli bazı sıkıntıların yaşanıyor
olması, çevre şartlarında her geçen gün artan oranda bozulmalar ile açıklanabilir.
Sürdürülebilirliğinin sağlanması açısından çevre sağlığının ve doğal dengenin bozulmaması
gerekmektedir. Ancak, bozulan çevresel dengeyle beraber su, gürültü, toprak, hava,
radyoaktif kirlilik vb. sorunların önüne geçilememektedir. Unutulmamalıdır ki çevrenin
sürdürülebilirliği sağlanmadıkça sağlık sorunları da artmaya devam edecektir. Biz bir
hastalıkla uğraşıp, tedavi edelim derken bir başka hastalık insan hayatına girecek, tedavi için
paralar harcanacak sonuç ise insan hayatının kaybedilmesi olacaktır.
88
2.3.Sürdürülebilir Kalkınma ve Tıbbi Atıklar
Sağlık sorunlarını azaltmaya, insan ve çevre sağlığına karşı potansiyel riskleri
ortadan kaldırmaya yönelik yapılan sağlık hizmetleri sonucu sağlığa zararlı olabilecek
atıklar meydana gelebilir. Bu şekilde oluşan atıklar, daha önce vurguladığımız gibi diğer
tipteki atıklara oranla daha fazla bulaşıcı, yaralayıcı ve çevreyi kirletici bir potansiyele
sahiptir. Bu nedenle tıbbi atıkların yönetiminde güvenilir sistemler uygulanmalıdır. Aksi
takdirde insan ve çevre sağlığını tehdit eden ciddi sonuçlar doğabilir. Bu durum
sürdürülebilir bir atık yönetimi oluşturulması gerekliliği üzerine olan dikkatleri
artırmaktadır.
Atık yönetiminin temel amacı, insan sağlığı ve çevreye zarar vermeden en ekonomik
yolla atıkların toplanması, ayıklanması, kullanılacak şekle geri dönüştürülmesi, tekrar
kullanılması ve son olarak miktar ve hacminin azaltılarak güvenli bir şekilde bertaraf
edilmesidir. Đnsan ve çevre sağlığı açısından bakıldığında, hastanelerde oluşan atıklar,
sadece hastane çevresi ve hastalar için risk oluşturmaz, aynı zamanda tüm çevre ve toplum
sağlığını da tehdit eder. Bu riskler insanların atık üretmeme konusunda hassas olması, genel
atık yönetimi stratejilerini öğrenmesi ve atık yönetimine katılımlarının sağlanması ile
azaltılabilir.
Ekonomik açıdan bakıldığında, atık,
kaynakların materyal ve enerji formunda
kaybolması olup piyasaya giren ve piyasadan çıkan materyalin bir göstergesidir. Çevredeki
sınırlı kaynakların hor kullanılarak tüketilmemesi, yeni nesillere de bırakılması gerekir.
Günümüzde atık üretimi, nüfus artışı, zenginleşme ve tüketimle koşut olarak artmaktadır.
Doğal kaynakları ve çevreyi koruma sorumluluğu olmadan sürdürülebilir gelişme
gerçekleştirilemez. Bu nedenle, atıkların önlenmesi, ülke gereklerine cevap verebilen bir atık
yönetim sisteminin kurulması sürdürülebilir gelişmeyi amaçlayan politikaların vazgeçilmez
bir parçası olmak durumundadır.
Sürdürülebilir
atık
yönetimi,
çevresel,
ekonomik
ve
sosyal
yönleriyle
gerçekleştirilmek istenen sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir parçasıdır. Atıklar
sürdürülebilirlik konusunda iki önemli etkiye sahiptir, ilk olarak atıklar kaynakların ne
derece etkin ya da verimli kullanıldığının bir göstergesidir, ikinci olarak ise, atıkların
çevreye duyarlı ve ekonomik biçimde uzaklaştırılması gereğidir. Yani atık yönetiminde ilk
kural atık üretilmesinin engellenmesi, aynı zamanda kaynakların korunması anlamına
gelmekte, atık yok edilmesi gereken bir madde değil, geri kazanılması gereken bir kaynak
olarak görülmektedir.
89
Sürdürülebilir atık yönetiminde amaç, kentsel çevrelerin sürdürülebilirliğini
sağlamak ve kalitesini korumak, kent nüfusunun refahını yükseltmek ve sağlığını korumak,
kentsel ekonominin verimliliğini artırmak ve yükseltmek, işgücü ve gelir oluşturmak olarak
kabul edilir. Bu süreçte yer alacak aktörler ise merkezi yönetimle beraber yerel yönetimler,
sivil toplum örgütleri, özel sektör olmalıdır (Tekel, 2006: 283).
Atık yönetimi iyi planlandığı ve etkili yöntemlerle desteklendiği taktirde,
sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik ve çevre boyutunun gerçekleştirilmesinde önemli bir
kolu haline gelmektedir. Atık yönetiminin yakın dönemlerden itibaren değişimine
bakıldığında bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. 1970’lerde atıkların sıkıştırılması ve
yakılması gibi kontrol yaklaşımları kullanılmış, 1980’lerde bu yaklaşımlar zararlı
maddelerin ortaya çıkışını azaltacak şekilde geliştirilmiştir. 1990’larla birlikte atıkların
azaltılması, yeniden kullanım, geri dönüşüm ve enerji geri kazanımı gibi farklı yaklaşımlar
atık yönetimi ile bütünleştirilmiştir. 2000’li yıllarda ise atık oluşumunu önlemeye yönelik
hedefler oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu gelişimle birlikte atık yönetiminin sürdürülebilir
olması konusu da gündeme gelmeye başlamıştır (Wilson, 2007: 200).
Sürdürülebilir bir tıbbi atık yönetimi için öncelikle tıbbi atık oluşumunun önlenmesi
veya azaltılması, oluşan tıbbi atıkların ise geri kazanımının sağlanabilmesi ve oluşmuş tıbbi
atıkların insan ve çevre sağlığına zarar vermeden güvenli bertarafının sağlanması
zorunludur. Çünkü herhangi bir işlem görmeden doğaya bırakılan atıklarla doğada hem
niteliksel kayıplar hem de kaynakların azalımı şeklinde niceliksel kayıplar oluşturulmaktadır
(Yücel, 2003: 114).
Üretilen atık miktarının azaltılması ile atığın işlenmesi ve bertarafı için gerekli
masraflar ve çevresel etkilerinin azaltılması en etkili şekilde gerçekleştirilebilmektedir. Geri
kazanım, atık maddelerin kaynağında ayrıştırılması ve ayrı toplanması, tekrar kullanım ve
yeniden üretim için hazırlanması ile yeni ürün oluşturulması işlemlerini içerir. Bu yöntem
ekonomik faaliyetlerin doğal kaynaklar, atıkların da üzerindeki baskısını ve depolama yer
ihtiyacının azaltılması açısından etkilidir. Atık bertarafı ise, atıkların fiziksel, kimyasal veya
biyolojik yöntemler uygulanarak dönüştürülmesini içerir. Bertarafta önemli olan uygun
teknoloji seçimidir. Katığın özelliği araştırılmadan seçilen bertaraf teknolojileri maddi
zararlar doğurabildiği gibi çevreyi de olumsuz yönde etkileyebilir (Eller, 2008:20).
Ülkemizin atık yönetimine ilişkin ulusal düzenlemelerinde; atıkların kaynağında en
aza indirilmesini zorunlu tutulmuş, ancak atık önlemelerin hangi araç ve yöntemlerle
sağlanması gerektiği açık olarak ortaya konulmamış, düzenlemelerde ağırlık bertaraf
90
politikalarına verilmiştir. Bertaraf politikalarından da yakmanın tercih edilmesi de
sürdürülebilirlikle bağdaşmamaktadır.
Bu noktada Türkiye gerçeğine döndüğümüz zaman acaba ülkemizde sürdürülebilir
bir tıbbi atık yönetimi var mıdır? Tıbbi atık yönetimi uygulamalarına baktığımız zaman bu
soruya bu noktada evet diyebilmek çok zor. Sürdürülebilir kalkınmanın kendi içindeki
çelişkisinin de sürdürülebilir tıbbi atık yönetimine yansımaları da başka bir sorundur.
Sürdürülebilir kalkınma modelinde belirtilen hem kalkınmanın sağlanması-dolayısıyla
üretim ve tüketimin arttırılarak karın maksimizasyonu hem de gelecek nesillerin
beklentilerinin zarar görmemesi düşüncesi nasıl kendi içinde bir tezat oluşturuyorsa,
günümüz doğasını ve gelecek nesilleri atıklardan korumak ile piyasa içerisinde bunu
sağlama yöntemlerinden elde edilecek kazancın doğaya ve insanlığa üstün tutulma
çabalarının da tezat oluşturacağı, oluşan bu paradokstan yine sermayenin kazançlı çıkacağı
da açıktır.
Bu noktayı göz önünde bulundurduğumuzda, sürdürülebilir kalkınma amacına
erişmek için sadece mevcut ekonomik büyüme eğilimlerini yavaşlatmakla kalmamalı, onları
tersine çevirmeliyiz. Kapitalizm tarihinde ise bunun olacağını ima eden hiç bir şey yoktur.
Brundtland Raporunda hızlı büyüme, daha büyük sermaye akışı ve azgelişmiş ülkelerin
doğal
kaynaklarını
daha
fazla
erişebilme
konusunu
vurgulaması
çevrenin
gereksinimlerinden çok sermayenin gereksinimlerine karşı bir sorumluluk duyulduğunu
gösterir (Foster, 2002: 151).
Çevreye karşı duyarlılığımızın artarak başarılı bir atık yönetiminin yürütülmesi bir
anlamda sermayenin konuyu özümsemesine ve yürütülecek faaliyetin getireceği artı değerin
büyüklüğüne bağlıdır. Tıbbi atıkların her ne kadar düzenli bir şekilde toplanması,
depolanması ve bertaraf edilmesi insan yaşamı için önemli ise de, bu gibi çevresel
önlemlerin sermaye birikimi ile uyumlaştırılması kolay değildir. Sermaye yaşayamayacağı
ve çoğalamayacağı alanda uygulamaya konmak istenen politikalara ve önlemlere onay
vermeyecektir. Bu nedenle sermaye sürdürülebilirliği ile çevre sürdürülebilirliği her zaman
aynı anlama gelmeyecektir.
Tıbbi atık yönetimi bir istisna değildir. Bu konuda sürdürülebilir bir yaklaşımı
geliştirmek ve bunu sürdürülebilir toplum stratejileriyle entegre etmek için yoğun toplumsal
baskı söz konusudur (Chaerul ve Tanaka, 2007: 1).
91
Son yıllarda tıbbi atık kavramının farkına varılması, özellikle hepatit hastalığının
yayılmasıyla artmıştır. Buna ek olarak tıbbi atıkların insana hepatit B ve hepatit C virüslerini
bulaştırmaları ve diğer hastalıklarla temas etmiş olmaları tıbbi atık tehlikesine duyarlılığı
artırmıştır (Rutala ve Mayhall, 1992: 35).
Buna ilişkin bir örnek olarak, 1987 yılında ABD’de Long Island sahillerinde
özellikle şırınga ve diğer tıbbi atıkların görülmesi büyük endişe duyulmasına neden
olmuştur. Tıbbi atık görülen sahiller hemen kapatılmıştır. Ancak Çevre Koruma Dairesi
(Environmental Protection Agency, EPA), Ulusal Sağlık Kurumu (National Institute of
Healt), tıbbi atıkların kentsel atıkların tehlikesinden daha fazla tehlikeye sahip olmadıklarını
ısrarla vurgulamakla birlikte, “Medical Waste Tracking Act(1988)” adlı yasa ABD
kongresinde kabul edilmiştir (Aktaran Uyanuk, 2000: 14).
Đngiltere’de hasta insan ve hayvan tedavisinde, tıbbi araştırmalarda üretilen
materyallere yönelik çok çeşitli tanımlamalar ve kategoriler yapılmıştır. Bu materyallerden
bazıları vücut sıvıları ve dokularını, patojenik mikroorganizmaları içerebilmektedir. Bu
nedenle medikal atıklar enfeksiyon yapıcı etkilerinden dolayı önem kazanmakta olup bu
özelliklerinden dolayı yakılmaktadır. Fakat standartlara uyan yakma fırınları sınırlı sayıdadır
ve dolayısıyla bu klinik atıklar hala yasal veya yasal olmayan yöntemlerle gömülmektedir.
Dolayısıyla, insan kökenli atıklar ile deri altı iğne ve şırıngaların düzenli depolama
alanlarına doğrudan atılması, enfekte maddeler ile kan ve kan atıklarını içermeleri nedeniyle,
özellikle AIDS ve hepatit hastalıklarının bulaşma riski açısından son derece tehlikelidir.
Ancak klinik atıklar bahsedilen tüm insan kökenli atıkların tek kaynağı değildir. Bebek
bezleri, havlu ve buna benzer atıklar evsel kaynaklı olarak da üretilebilmektedir (Collins ve
Kennedy, 1992: 25).
Yakma fırınları her ne kadar modern teknolojinin ürünü olsalar da, çevre ve insan
sağlığı bakımndan bir takım olumsuz etkileri vardır. Çünkü insineratör emisyonlarının
dioksinleri ve diğer zehirli kimyasalları içerdiği bilinmektedir. Ayrıca enfekte materyallerin
insinere edilmelerinden sonra ortaya çıkan kül ve diğer artıkların da hala enfekte materyal
taşıma olasılığı vardır (Collis ve Kennedy, 1992: 35).
Tıbbi atıklarla evsel atıklar zararlı etkileri yönünden hep tartışma konusu olmuş ve
bunun üzerine değişik araştırmalar yapılmıştır:
Bir araştırmada 21 evsel atık depolama alanından ve 264 hastane atık alanından
alınan örneklerde, evsel atıkların hastane atıklarına göre daha patojen olduğu görülmüştür.
92
Tıbbi atık alanında 21 adet patojen özellikte virüs ve fungi belirlenmiş olmasına rağmen
bunlardan 12 tanesinin daha önce bu alanda bulunduğu saptanmıştır (Althaus, 1983: 45).
Aynı
yıllarda
ameliyathanelerden,
yoğun
bakım
ünitelerinden,
hemşirelik
hizmetlerinden kaynaklı atıklarda ve evsel atıklarda bakteri içeriği incelemesi yapılmıştır ve
hastane atıklarının evsel atıklardan daha kontamine olmadıkları saptanmıştır. Bazı hastane
atıklarının ise evsel atıklardan 10 ila 100 bin kez daha az bakteri yoğunluğuna sahip olduğu
görülmüştür (Kalnowski, 1983: 40).
ABD’de
hastalık
denetimi
konusunda
çalışan
merkezlerce
yapılan
bazı
epidemiyolojik çalışmalarda evsel atıklar ve klinik atıkların hastalıklara olan etkisi
incelenmiştir. Bu çalışmalarda, tıbbi atıkların daha enfekte olduğuna dair ve salgın hastalık
oluşturduğuna dair herhangi bir kanıtın olmadığı belirlenmiştir.Ayrıca, hastane atıklarının
toplumda hastalıklara neden olduğunu öngören bir kanı bulunmamakla beraber hastalık
yayma riski hakkında bir sonuca varılmamış ve özel önlemler alınması gereken bir atık
tanımlaması da yapılmamıştır (Garner ve Favero, 1985: 50).
US Agency for Toxic Disposable Registry kuruluşu hastane atık yönetimi
uygulamalarının hastalık yaptığına dair bir kanıt bulamamıştır. Yine Rutala ve Weber’in
yaptığı çalışmada yaptığı bir çalışmada zararları olduğu iddia edilen atık bertaraf
uygulamalarının varlığının ispat edilemediğini, potansiyel enfeksiyon tehlikelerinin kesiciler
hariç gerçekte görülmediğini ve enfeksiyon yayılmasının kesiciler tarafından gerçekleştiğini
belirtmiştir. Pek çok yaralanma ve bazı enfeksiyon kapma olaylarının ise atıkların
dikkatsizce taşınmalarından kaynaklandığı bildirilmektedir (Anon, 1990: 86).
Yukarıda yer verdiğimiz birkaç araştırmada tıbbi atıklarla evsel atıkların sağlık
risklerinin aynı olduğu düşünülmüştür. Ancak bu çalışmalar 1990 yılı ve öncesi yıllara
dayanmaktadır. Geçen yaklaşık yirmi yıllık sürede AIDS, sarılık gibi hastalıkların artmış
olduğu, en basit tıbbi atık olan enjektör batması sonucu hastalık kapan sağlıkçı sayısının,
gazetelerde de okuduğumuz dişci koltuğuna oturup hastalık kapmaktan korkan kişi sayısının
da arttığı ve de dünyada “atıklarımızı nasıl bertaraf edebiliriz?” konusunda çalışmaların da
yapıldığı düşünüldüğünde önceki araştırmalara bakıp
“tıbbi atıklar zararsızdır” deyip
sorundan kendimizi soyutlayamayız. Tıbbi atıklar, çevre ve insan sağlığı açısında zararlı
etkiye sahiptir ve konu insan olduğu için de doğru, güvenilir tıbbi atık yönetiminin
gerekliliğini de tartışmak yanlıştır. Ayrıca tıbbi atıklar ortadan kaldırılma yöntemlerine
uyulmadığı takdirde doğrudan hastalık bulaştırma etkisine sahiptir. Örneğin, ön işlemden
geçirilmeden depolanan tıbbi atıklar depolandıkları alandan sızarak doğal çevreyi ve bu
93
çevreyle iç içe olan insanları bir evsel atığın bırakamayacağı ölçüde yüksek oranda
doğrudan enfeksiyon riskiyle karşı karşıya bırakabilmektedir.
Tıbbi atıklarla temas etmenin, özellikle hastane personeli açısından insan sağlığı
üzerine doğrudan veya dolaylı başlıca etkileri olarak, üreme sistemine zarar, kansorejen etki,
solunum sorunları, merkezi sinir sisteminde hasarlar, mutajenik ve teratojenik etkiler
sıralanabilir. Hastane atıklarının temel sağlık riski genelde topluma değil, hastanede bu
atıklarla ilgili olan sağlık personelinedir. Hastane atıkları genelde okul, hapishane, hastane
vb nin atıkları ile beraber gruplandırılmakta ve tehlike riski ticari atıklarla benzer biçimde
değerlendirilmektedir (Güler, 1998: 50).
Tıbbi atık yönetimi 1980’lerin başlarında zehirleyici ve enfekte özelliklerinden
dolayı önem kazanmıştır. Her ne kadar tıbbi atıkların kabul edilebilirliğĐ ile ilgili yaygın ve
ayrıntılı zarar tanımlaması bulunmamasına rağmen, bu atıkların insan ve çevre sağlığı
üzerine olumsuz etkileri bilinmektedir (Henry ve Heinke, 1996: 102).
Evsel atıklarla tıbbi atıklar üzerine yapılan çalışmalara burada yer vermiş olmakla
beraber bizim çalışmamış için önemli olan, hangi atık türünün daha zararlı olduğu değil,
tıbbi atıkların insan ve çevre üzerine olan zararlı etkilerinin bulunduğu ve sürdürülebilir bir
tıbbi atık yönetiminin gerekliliğidir.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’nun hazırladığı Johanesburg
Rio + 10 Zirvesi’nde dünyada tıbbi atıkların mevcut durum ve genel eğilimlerle ilgili
değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmeler (Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi,
2002):
-Tıbbi atıklar miktar olarak az olmalarına rağmen, yüksek oranda risk taşıyan çok
önemli bir gruptur.
-Tıbbi atıklar ancak olaylar meydana geldiğinde ve atıkların bertarafı için bir tesis
inşa edilmesi gerektiğinde medyada ve halk arasında geniş yankı uyandırırlar.
-Bu atıklar enfekte olmalarının yanı sıra kimyasallar, ilaçlar, toksinler, radyoaktif
maddeler gibi çok miktarda tehlikeli maddeleri de içerirler.
-Birçok malzeme ve alet bir kez kullanılmak üzere dizayn edilmiştir. Tek yönlü
malzemeleri kullanma eğilimi gittikçe artmaktadır.
-Bazı malzemeler katiyetle geri dönüşüm için uygun değildir.
94
-Sağlık personeli ve konu ile ilgili işletmelerde sağlık hizmetlerinin çevreye etkilerini
dikkate almaksızın sadece işin sağlık kısmıyla ilgilenen bir anlayış mevcuttur. Bu anlayış
son yıllarda değişmektedir.
-Tüm ülkelerde atık oluşumunun önlenmesi, atıkların ayrıştırılması ve geri
dönüştürülmesi faaliyetlerinin geliştirilmesi için önemli bir potansiyel vardır.
-Kesici metallerden oluşan tehlikeler hem fiziksel hem de bulaşıcı risklerinden
dolayı, atık akışı ile birleşerek risk oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır.
-Sağlık sektöründe kimyasallar sürekli olarak kullanılmaktadır. Bu kimyasallar
temizlik, bina ve ekipmanların dezenfeksiyonunda kullanıldığı gibi hastaların tedavisinde de
kullanılmaktadır. Bu durum, çevre dostu ürünlerin kullanımını ve sürekli olarak
geliştirilmesini teşvik etmektedir.
Zirvede gelecek için öngörülerde bulunulurken, üzerinde durulan bir ilke de
sürdürülebilir kalkınma ilkesidir. Sürdürülebilir kalkınma ilkesi, sağlık kurumlarının en iyi
şekilde yayılmasını hedef almalıdır. Uluslararası antlaşmalar, toplumun çevreye karşı artan
ilgisi
ve
gelişime
yönelik
talepler,
sürdürülebilir
kalkınmanın
yürütülebilmesini
sağlamaktadır. Sürdürülebilir atık yönetimini sağlanabilmesi için, atıkların dikkatlice kontrol
edilmesi, yeni üreyen mikroorganizmalar için başından etkili bir arıtımın ve koruyucu
önlemlerin alınması ve bilimsel nitelikli araçların kullanılması gerekmektedir.
3. Tıbbi Atıklarla Đlgili Hukuki Düzenlemeler
3.1. Türkiye’de Tıbbi Atıklarla Đlgili Mevzuat
Bu alt bölümde, Anayasa, Çevre Yasası, Katı, Tehlikeli ve Nükleer Atıklarla ilgili
yönetmelikler incelenmeye çalışılacaktır.
3.1.1. Anayasa
Türk Hukukuna bakıldığında, devletin siyasal yapısını belirleme çalışmalarının
öncelikli olduğu 1921 ve 1924 anayasalarında, temel hak ve hürriyetler bakımından ayrıntılı
hükümler bulunmamaktadır. Temel hak ve hürriyetlerin ayrıntılı olarak düzenlendiği 1961
Anayasası’nda ise, çevre hakkı açısından açık bir hüküm yoktur. (Akıncı, 1996: 156).
Bununla birlikte 1961 Anayasası’nın 49. maddesi’nde “ sağlık hakkı” düzenlenmiştir.
Buna göre: “Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım
görmesini sağlamakla ödevlidir”. Bunun için sağlıklı bir çevreye ve düzenli bir atık
yönetimine ihtiyaç vardır. Devlet halkın tıbbi ihtiyaç ve beklentilerini giderirken aynı
95
zamanda temiz bir çevrede yaşamasını sağlayacak politikaları da geliştirmek durumundadır.
Çünkü her bakımdan dengeli bir çevre ve başarılı bir atık yönetimi sağlıklı bireyler ve
dolayısıyla sağlıklı bir toplum anlamına gelmektedir. Devlet sağlıklı bir çevreyi ancak çevre
bilincine sahip vatandaşlarla oluşturabilecektir. Bu nedenle halk davranış değişikliği de
yaratan bir çevre eğitimi kapsamında bilinçlendirilmelidir.
1982 Anayasası, çevre hakkıyla ilgili önemli hükümler ihtiva etmektedir. Bunlardan
bir tanesi, doğrudan çevre hakkını düzenlemekte; diğerleri ise, dolayısıyla çevre hakkına
temas etmektedir (Özer, 1998: 54 ).
Çevre, 1982 Anayasası’nda “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünde,
“Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlığı altında, madde 56’da yer almıştır. Bu
maddeye göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir”. Bu
hükümle, 1982 Anayasası’nda kısa adıyla çevre hakkı olarak anılan “sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkı” sıkı bir ilişki içinde bulunduğu yaşam ve sağlık hakkı ile
ilişiklendirilerek kabul edilmiştir (1982 TC Anayasası, md. 56).
56. madde ile çevre hakkı, sağlık hakkı ile birlikte ele alınmıştır. Madde,
gerekçesinde ifade edildiği gibi, “vatandaşın, korunmuş çevre şartlarında, beden ve ruh
sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamayı devletin ödevi” olarak hükme bağlamıştır.
Yine maddenin gerekçesinde ifade edildiği gibi; “Çevre korunmasının (… ) son yıllarda
kazandığı boyutlar, ferde; devlete karşı dengeli ve sağlıklı bir çevrede yaşama yolunda bir
sosyal hak tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, devlet, hem kirlenmeyi önlemeli,
hem de doğal çevrenin korunması ve geliştirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken
tedbirleri almalıdır” (Özer, 1998: 54 ).
56. madde ve gerekçesi müştereken incelendiği takdirde, Anayasa, “herkese” sağlıklı
ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını tanımaktadır. Ancak, böyle bir hakkın kazanılması
için gerekli ortamı hazırlamak, devlete ve vatandaşa ödev olarak verilmektedir. Çevre
hakkından istifade etme hakkı “herkese”, buna mukabil, bu hakkı kullanabilecek ortamı
yaratmak sorumluluğu “devlete” ve “vatandaşa” verilmiştir (Özer, 1998: 54 ).
82 Anayasası, m.56 dışında, başka maddelerinde de kamu yararı ve toplum yararı
adına çevrenin korunmasına yer vermektedir. Yerleşme hürriyetinin düzenlendiği m.23,
sosyal gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek maksadıyla bu
hürriyetin sınırlanabileceği ifade edilmiştir (Şen, 1994: 56 ).
96
Kıyılardan yararlanmayı düzenleyen m.43'de doğal çevreyi oluşturan ögelerden
kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla,
deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu
yararı gözetileceği belirtilmiştir.
Toprak mülkiyetinin düzenlendiği m.44'de toprağın verimli olarak işletilmesini
korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek konusunda devletin yeterli
tedbirleri alması gerektiği ortaya konulmuştur.
Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunmasını düzenleyen
m.45 ile kamulaştırmayı düzenleyen m.46 (Şen, 1994: 56 ); konut hakkını düzenleyen m.57;
tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konulu m.63; tabii servetlerin ve kaynakların
aranması ve işletilmesi" konulu m.168; ormanların korunması ve geliştirilmesi konulu
m.169, çevreyi oluşturan ögeleri koruma altına alma konusunu devletin sorumluluğu olarak
düzenlemiştir.
3.1.2. Çevre Yasası
Çevre konusunu doğrudan düzenleyen tek kanunumuz 9.8.1983 tarihli 2872 sayılı
Çevre Kanunudur. Bu kanunda çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi için
gereken tedbirler ve çevreyi kirleten fiillere karşı uygulanacak idari yaptırımlar
düzenlenmiştir.
26.4.2006 tarihli 5491 sayılı kanunla, Çevre Kanununda önemli değişiklikler
yapılmıştır. Kanunda çevrenin bütün canlıların ortak varlığı olduğu kabul edilmiş (m.1 ),
başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesin,
çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli oldukları ve bu konuda alınacak
tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlü oldukları (m.3/a ) bildirilmiştir.
“Kirleten öder” ve “çevrenin korunması için alınacak önlemlerin kalkınma
çabalarını olumsuz yönde etkilememesi” temel ilkesidir.
5491 sayılı Çevre Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8. maddesi ile
2872 sayılı Çevre Kanununun 11.maddesinde yapılan değişiklik, atık su ve katı atık
tesislerinin “yatırım, işletme, bakım, onarım ve ıslah harcamalarının” bu hizmetten
yararlanan veya yaralanacaklardan tahsisini öngörmektedir ( 5491 sayılı Çevre Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 13 Mayıs 2006 tarihli Resmi Gazete).
97
Çevre Kanununda 2006’da yapılan değişiklik ile, çevre kirliliğine yol açan atık
uygulamalarına
yönelik
cezaların
kapsamı
genişletilerek
miktarları
artırılmıştır.
Yükümlülüklerini yerine getirmeyen belediyeler için ağır yaptırımlar öngörülmüştür ( 5491
sayılı Çevre Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 13 Mayıs 2006 tarihli Resmi
Gazete).
Fakat bu kanunla, Bakanlığın sorumluluğunda bulunması gereken “çevrenin
korunması “ ödevinin sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve vatandaşlara, denetleme
görevini de diğer kamu kurumlarına devredildiği, buna karşılık, yetkilerin Bakanlıkta,
Bakanlar Kurulu’nda veya Yüksek Çevre Kurulu’nda tutulduğu anlaşılmaktadır.
Çevre Kanunu bir çerçeve kanunu olup, ayrıntılar ve teknik hususların düzenlenmesi
uygulama yönetmeliklerine bırakılmıştır.
3.1.3. Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
1991 tarihli Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ile atık yönetiminin temel çerçevesi
ortaya konulmuştur. Yönetmelik, atık üretiminin mümkün olduğunca azaltılmasını, geri
kazanılabilir atıkların kaynağında ayrıştırılmasını ve değerli atıkların tekrar ekonomiye
kazandırılmasını, geri kazanımı olmayan atıkların da çevreye duyarlı yöntemlerle bertarafını
öngörmektir.
Bu yönetmelikte amaç,
her türlü atık ve atığın çevreye zarar verecek şekilde,
doğrudan veya dolaylı bir biçimde alıcı ortama verilmesi, depolanması, taşınması,
uzaklaştırılması ve benzeri faaliyetleri yasaklanması, çevreyi olumsuz yönde etkileyebilecek
olan tüketim maddelerinin idaresini belli bir disiplin altına alarak, havada, suda ve toprakta
kalıcı etki gösteren kirleticilerin hayvan ve bitki nesillerini, doğal zenginlikleri ve ekolojik
dengeyi bozmasının önlenmesi ile buna yönelik prensip, politika ve programların
belirlenmesi, uygulanması ve geliştirilmesidir. Yönetmelikte, tıbbi atıklarla ilgili olarak,
hastanelerin, kliniklerin, laboratuarların ve benzeri yerlerin hastalık bulaştırıcı enfekte,
kimyasal ve radyolojik atıkları ile tehlikeli atıklarının ayrı bertaraf edilmesi gerektiği
belirtilmiştir (14/03/1991 tarihli ve 20814 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği).
98
3.1.4. Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
14.03.2005 tarihinde 25755 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Yönetmeliğin ilgili maddelerinde sağlık hizmetlerinden, araştırma merkezlerinden kaynaklı
atıklar ve tehlikeli atıklar listesi verilmiştir. Yine Ulusal Tehlikeli Atık Listesi içerisinde
hastanelerden, tıp merkezlerinde ve kliniklerden kaynaklanan tıbbi atıklar, atığın muhtemel
içeriği, kaynakları, kontrol edilecek atıklar, atık türleri ve tanımlamaları, tehlikeleri ve yasal
bertaraf yöntemleri listelenmiştir.
3.1.5. Radyoaktif Atıkların Kontrolü Yönetmeliği
Radyasyon Güvenliği Yönetmeliği 24.03.2000 tarih ve 23999 sayılı resmi gazetede
yayınlanarak yürürlüğe girmiş ve yönetmelik 29.09.2004 tarihinde değişikliğe uğramıştır.
Yönetmeliğin amacı, iyonlaştırıcı radyasyon ışınlamalarına karşı kişilerin ve çevrenin
radyasyon güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu yönetmelik, seviyeleri düşük olan radyoaktif
maddelerin tıp, endüstri ve araştırma gibi alanlarda kullanılmaları sonucu oluşan katı, sıvı ve
buhar halindeki radyoaktif atıkların kullanıcı tarafından biriktirilmesi, bekletilmesi ve bu
atıkların çevreye verilmesi ile ilgili sınırları ve koşulları kapsamaktadır (24/03/2000 tarihli
ve 23999 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Radyasyon Güvenliği
Yönetmeliği).
Radyoaktif atıklarla ilgili olarak bir diğer yönetmelik, 02.09.2004 tarihli ve 25571
sayılı Radyoaktif Madde Kullanımından Oluşan Atıklara Đlişkin Yönetmeliktir. Bu
yönetmeliğin amacı, radyoaktif madde kullanımından oluşan katı ve sıvı atıkların halka,
çalışanlara ve çevreye zarar verebilme şartlarını belirlemektir. Kısa yarım ömürlü
radyoizotopların yüksek konsantrasyonlarındaki aktivitelerinin tıbbi alanda teşhis, tedavi ve
araştırma amacıyla kullanmaları sonucu ortaya çıkan radyoaktif katı ve sıvı atıkların
toplama, işleme, depolama, imha gibi işlemlerini yapma yetkisi, sadece Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu’na (TAEK) verilmiştir. Bu nedenle, hastane çalışanlarının, radyoaktif
atıkların yönetimini bu yönetmelik çerçevesi içerisinde gerçekleştirmeleri gerekir
(02/09/2004 tarihli ve 25571 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
Radyoaktif Madde Kullanımından Oluşan Atıklara Đlişkin Yönetmelik).
Yönetmelik uyarınca radyoaktif atıklara şu işlemler uygulanır:
Sıvı Radyoaktif Atıklar: Bunlar, kullanıcılar tarafından yetkili otoriterlerin belirtmiş
olduğu limitleri geçmemek koşulu ile kanalizasyona boşaltılabilir ( TAEK, 1993: 3).
99
Katı Radyoaktif Atıklar: Radyoizotopların teşhis, tedavi, klinik araştırma gibi tıbbi
alanlarda kullanmaları sonucu ortaya çıkan kağıt, plastik, cam malzeme, lastik, metal gibi
malzemelerin hepsi tehlikeli katı atık olarak işleme tabi tutulmaktadır. Türkiye Atom
Enerjisi Kurumunun talimatına göre, bu tür radyoaktif atıkların kullanıcı tarafından belediye
çöplüğüne verilebilmesi için bazı limitler ve doz miktarları belirtilmiştir. Ancak katı
atıkların, belediye çöplüğüne verilebilmeden önce yarı ömrünün azalması için yeterli süre
bekletilmeleri gerekmektedir. Bunların sıvılar gibi seyreltilme imkanları yoktur. Ayrıca
bunların tekrar toplatılıp imalata sokulmaları, ileride çevre ve insan sağlığı üzerinde
tehlikeler oluşturabilmektedir. Bu nedenle bu atıkların belediye çöplüğüne aktarımından
sonra, belediye yetkililerince nihai imhasına kadar kontrolü gerekmektedir. Türkiye’de
böyle bir işbirliği olmadığından Türkiye Atom Enerjisi Kurumu kendi kurduğu tesislerde bu
atıkların toplama ve imhasını bizzat gerçekleştirmektedir (TAEK, 1993: 5).
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na göre, katı radyoaktif atıklarla ilgili olarak
hastanelerde, kullanıcıların dikkat etmeleri gereken hususlar şöyle özetlenebilir:
Laboratuarda her çalışma günü sonunda bu atıklar günlük çöp bidonlarına
aktarıldıktan ve “ Sıkıştırılabilir-Yanabilir” ve “ Sıkıştırılamaz- Yanamaz” uyarı yazılar ile
naylon torbalara aktarıp, ağızları iyice kapatıldıktan sonra, üzerlerine tarih ve kullanılan
izotopun cinsi ve aktivitesi yazılarak, laboratuar içerisinde, yine uzun süreli bekletme
amacıyla tahsis edilen kutulara koyulmalıdır. Bu kutular dolduktan sonra Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu yetkililerine makbuz karşılığında teslim edilmelidir (Behrauzfar, 1994: 78).
3.1.6. Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ( 1993 ve 2005)
Türkiye’de atık yönetimine ilişkin ilk hukuki düzenleme 1930 yılında çıkarılan
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile gündeme gelmiş ve atık imha görevi belediyelere verilmiştir.
1991 yılında Çevre Bakanlığı’nın kurulması ile atık yönetimi ve temiz teknolojilerin
kullanılmasına yönelik mevzuat Çevre Kanununa dayalı olarak gelişmiştir. Çevre
Bakanlığı’nın
kurulmasından
itibaren
yürürlüğe
giren
“Katı
Atıkların
Kontrolü
Yönetmeliği” ne göre atık yönetimi çalışmaları yürütülmüştür.
Daha sonraki yıllarda AB müktesebatına uyum süreci içerisinde atık yönetimiyle
ilgili yapılan çalışmaların hız kazandığı görüyoruz. 31 başlık altında toplanan AB
müktesebatının 22 nolu “Çevre” başlığı altında; hava kalitesi, su kalitesi, atık yönetimi,
doğanın korunması, sanayiden kaynaklanan kirlilik kontrolü, nükleer güvenlik ve radyasyon
korunma alt başlıkları yer almaktadır. 1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde adaylık sürecinin
100
kabulü ve 2002 Kopenhang Zirvesi’nin ardından Türkiye’de atık yönetimi konusunda birçok
yönetmelik çıkarılmış ve yürürlükte olanlar ise yenilenmiştir.
1930 – 1991 yılları arasındaki uygulamalarda atık ve katı atık deyimi kullanılmış
olup daha sonra AB uyum sürecinin bir gerekliliği olarak tıbbi atıklarla ilgili yönetmelikler
ön plana çıkarılmıştır.
Tıbbi atıklar zararlı atık sınıfına girmeleri nedeniyle, 14 Mart 1991 tarih ve 20814
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” kapsamı dışında
tutulmuştur.
Tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı bir yerde düşünülmesi gerekliliği anlaşılmış
olacak ki Devlet Bakanlığı 3 Eylül 1991 tarihli bir genelge hazırlamış ve tıbbi atıkların
kontrolünün esaslarını bu genelge ile belirlemiştir.
Bu genelge, hastanelerden çıkan karton, kâğıt, cam, madeni kap ve mutfak artığı gibi
evsel atıkların, “Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği” doğrultusunda Belediyelerce toplanıp
bertaraf edilmesini öngörmektedir. Enfekte ve tehlikeli atıkların ise farklı renklerde, kalın ve
dayanıklı torbalarda servis hasta bakıcıları dışında özel personel tarafından taşınması
istenmiştir. Genelgede ayrıca hastanelerin atık depolarında normal atıklar ve zararlı atıklar
için iki ayrı bölme yapılması öngörülmüş ve bu bölmelerde bulunması gereken özellikler
belirtilmiştir. Hastane atıklarının en az iki günlük atığı depolayabilecek büyüklükte olması
istenmektedir. Düşük miktarda atık üreten kuruluşlar bu şartların bir bölümünden sorumlu
tutulmamaktadır.
Genelge atık taşıma ve depolama işlemlerinin belediyelere ve belediyelerce
görevlendirilecek kuruluşlarca yapılması öngörülmüştür. Zararlı hastane atıklarının
taşınması ile ilgili personelin özel eğitimden geçmesi, eldiven, koruyucu maske ve özel
elbise giymeleri, elbise ve ayakkabıların mesai sonunda işyerinde bırakılması istenmektedir.
Zararlı atıkların 24 saatte bir, küçük sağlık kuruluşlarının atıklarının da 48 saatte bir
toplanmaları gerekmektedir. Taşıma sırasında transfer istasyonları kullanılmaması,
mümkünse atıkların konteynerler ile taşınması ve taşımada sıkıştırmalı kamyon
kullanılmaması öngörülmektedir.
Hastane atıklarının
yönetimi
ile ilgili 3 Eylül
1991 tarihli
genelgenin
uygulanmasından mahallin en büyük mülki amirinin görevlendireceği başhekim veya en
kıdemli tıp mensuplarının sorumlu olduğu belirtilmektedir. Genelgede belediyelere görev
101
verilmiş olmasına karşın, görevin yapılması için gereken maddi kaynağın sağlanacağı merci
belirtilmemiş ve herhangi bir denetim yetkisi de verilmemiştir.
Türkiye’de çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik yasa ve yönetmeliklerinin
hazırlanması, genel politikaların belirlenmesi, standart ve kriterlerin oluşturulması, bunların
takibi ve denetlenmesi, çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik projelerin koordinasyonu ve
bunlar için kaynak oluşturulması ve bunun gibi genel çevre politikaları ile ilgili yetki ve
sorumluluklar 9 Ağustos 1991 tarihli Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Çevre
Bakanlığı’na verilmiştir. Türkiye’de tıbbi atıkların üretiminden, toplanması, depolanması,
taşınması ve bertaraf edilmesine kadar geçen aşamalarda kurum ve kuruluşlara düşen görev,
yetki ve yükümlülüklerle ilgili ilk yönetmelik Çevre Bakanlığı tarafından 1993 yılında
çıkarılmıştır (20/5/1993 tarihli ve 21586 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tıbbi Atıkların
Kontrolü Yönetmeliği). Bu yönetmeliği kaldıran, aynı adı taşıyan yeni yönetmelik, AB
uyum sürecinin bir gerekliliği olarak 22.07.2005 gün ve 25883 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Her iki yönetmelik de 8 ana bölüm ve ekler kısmından oluşmakta olup, bölüm
isimlendirmeleri açısından farklılık bulunmamaktadır. Ancak 1993 yönetmeliğinde
bölümlerle ilgili genel açıklamalara yer verilirken 2005 tarihli yönetmelikte bölümler
ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.
1993 yönetmeliğinde, yönetmeliğin amacı, “Sağlık kuruluşlarından kaynaklanan
tıbbi atıkların halk sağlığına ve çevreye zarar vermeden ayrı olarak toplanması, geçici
depolanması, geri kazanılması, taşınması ve nihai olarak bertaraflarının sağlanmasına
yönelik idari, teknik ve hukuki prensip, politika ve programların belirlenerek
uygulanmasının sağlanmasıdır.” şeklinde belirtilmiştir.
2005 yönetmeliğinde ise temel amaç aynı olmakla beraber, amaçlar tek tek sayılarak
ayrıntılı bir şekilde ifade edilmeye çalışılmıştır.
Her iki yönetmelik, sağlık kuruluşlarından kaynaklanan evsel, tıbbi ve tehlikeli
atıkların üretildikleri yerlerde ayrı toplanması, geçici depolanması, taşınması ve bertaraf
edilmesiyle ilgili esasları ve bu esaslara göre yapılacak işlerin kimler tarafından ve nasıl
yapılacağı ile ilgili kuralları kapsamaktadır. Bu kapsamda bakanlıkların, belediyelerin,
mülki idare amirlerinin, tıbbi atık üreticilerinin görev, yetki ve yükümlülükleri
bulunmaktadır. Bu yükümlülüklere 2005 yılı yönetmeliğinde ayrıntılı olarak yer verilmiş,
yükümlülük sahibi kişiler görevleriyle beraber tek tek sayılmıştır.
102
Yine her iki yönetmelikte de Tıbbi Atık Yönetimine ilişkin genel ilkeler tek tek
sayılmakta olup, aralarında farklılık bulunmamaktadır.
Bu ilkeler şunlardır:
-Tıbbi atkıların oluşumunun ve miktarının kaynağında en aza indirilmesi,
-Tıbbi atıkların tehlikeli ve evsel atıklar ile karıştırılmaması,
-Tıbbi atıkların kaynağında diğer atıklardan ayrı olarak toplanması, biriktirilmesi,
taşınması ve bertaraf edilmesi,
-Tıbbi atık üreticileri atıkların bertarafı için gerekli harcamaları karşılamakla
yükümlüdür,
-Tıbbi atık üreten sağlık kuruluşları belediyelerin ve özel sektör firmalarının tıbbi
atık yöntemiyle ilgili personellerin periyodik olarak eğitiminden ve sağlık kontrolünden
geçirilmeleri esastır.
Aşağıda yeri geldikçe Türkiye’deki sağlık kuruluşlarının bu ilkeleri ne derece
uygulamaya çalıştıkları konusu da ayrıca incelenecektir.
Her iki yönetmelik de atıkları evsel atıklar, tıbbi atıklar, tehlikeli atıklar ve radyoaktif
atıklar şeklinde sınıflandırmıştır. Görüldüğü gibi, ülkemizde, tıbbi atıkların, tehlikeli ve
radyoaktif atıklar dışında evsel atıklarla da karıştırılmaması, her birinin ayrı ayrı toplanması
kuralı vardır. Tıbbi atıklar enfeksiyöz atıklar, patolojik atıklar, kesici-delici atıklar olarak
kendi içinde ayrılmaktadır. 2005 yönetmeliğinde 1993 den farklı olarak tehlikeli atıklar
içerisine genotoksik atıklar eklenmiştir.
Sonuç olarak, 2005 yönetmeliğinde radikal değişikliklerin yapılmadığı, 1993
yönetmeliğinin biraz genişletildiği sadece daha ayrıntılı yazıldığı görülmektedir.
Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliğimiz tıbbi atık bertaraf yöntemlerinin doğru bir
şekilde uygulanmasından mülki amirlerin, tıbbi atık üreticilerinin ve belediyelerin
yükümlülükleri olduğunu belirtmiş ve bu yükümlülükler yönetmeliğin 7, 8 ve 9.
maddelerinde sıralanmıştır. Bu maddelere göre, “mülki amirler: tıbbi atıkların oluşumundan
bertarafına kadar yönetimlerini kapsayan bütün faaliyetlerin kontrolünü ve periyodik
denetimini yapmak, ilgili mevzuata aykırılık halinde gerekli yaptırımın uygulanmasını
sağlamakla, tıbbi atık üreticileri: atıkları kaynağında en aza indirecek sistemi kurarak,
atıkların ayrı toplanması, taşınması ve geçici depolanması ile bir kaza anında alınacak
tedbirleri içeren ünite içi atık yönetim planını hazırlamak ve uygulamakla, belediyelerde:
103
tıbbi atıkların geçici atık depolarından veya konteynerlerinden alınarak toplanması,
taşınması, sterilizasyon işlemine tabi tutulması ve bertarafı ile ilgili detayları içeren Tıbbi
Atık Yönetim Planı’nı hazırlamak, uygulamak ve halkın bilgilenmesini sağlamakla
yükümlüdürler” (22.07.2005 gün ve 25883 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tıbbi
Atıkların Kontrolü Yönetmeliği).
Yönetmelikte, tıbbi atıklardan sorumlu kuruluşların görevleriyle ilgili ayrıntılı
açıklamalar görmekteyiz. Bu kuruluşların yetki ve görevlerini tartışmaya meydan vermeden
bilmeleri açısından önemli bir durumdur. Ancak önemli olan bir diğer nokta bu kişi ve
kurumların üslendikleri bu görevleri tıbbi atık tehdidinin önemini kavramış olarak en doğru
şekilde yerine getirmeye çalışmalarıdır. Çünkü ülkemizde tıbbi atıklar konusundaki en
büyük sorunun uygulamalar esnasında yaşandığını görmekteyiz. Gerçi düzenli depolama ve
yakma tesislerinin çok az denecek sayıda olan bir ülkede gerektiği gibi depolama ve yakma
işleminin doğru bir şekilde yapılmasının beklemenin de yanlış olacağını kabul etmek
gerekir. Ancak en azından atıkların gerek hastane içerisinde yönetmelik hükümlerine uygun
olarak toplanması, belediyeler tarafından da yine yönetmeliğe uygun hareketle taşınması
kurallarına uyulmalıdır.
Türkiye’de tıbbi atıklar konusunda ne AB ülkelerindeki ne de ABD’deki gelişim
sürecini görmek mümkün olmamaktadır. Biz tıbbi atıklar konusunu AB uyum sürecinin bir
gerekliliği mantığıyla tek bir yönetmeliğe sıkıştırmış bir ülkeyiz. Yönetmeliğimizde esas
aldığımız bertaraf yöntemleri düzenli depolama ve yakma yöntemleridir. Ancak toplam
yakma tesisi iki, düzenli depolama alanımız ise yedidir. Ülke tamamının tıbbi atıklarını
bertaraf etmek için bu mevcut tesislerin yeterli olduğunu düşünmek yanlış olur.
104
Tablo 3: Türkiye’de Tıbbi Atıkların Yönetimi
ÇEVRE BAKANLIĞI
SAĞLIK BAKANLIĞI
-Tıbbi atıkların çevreyle uyumlu bir şekilde
yönetimine ilişkin program ve politikaları saptamak
-Tıbbi atıkların insan ve çevre sağlığını tehdit
etmemesi için gerekli tedbirleri almak
-Tıbbi atıkların oluşumundan bertarafına kadar
yönetimlerini
kapsayan
bütün
faaliyetlerin
kontrolünü ve periyodik denetimlerini yapmak
-Sağlık kuruluşlarının tıbbi atıkların kaynağında
diğer
atıklardan
ayrı
olarak
toplanması,
biriktirilmesi, taşınması ve bertaraf edilmesinde
yönetmelik kurallarını uygulamalarını sağlamak ve
gerekli yaptırımları uygulamak
-Tıbbi atıkların çevreyle uyumlu yönetimine ilişkin
en yeni sistem ve teknolojilerin uygulanmasında
ulusal ve uluslar arası koordinasyonu sağlamak
-Tıbbi atık bertaraf tesisleri ile sterilizasyon
tesislerine ön lisans ve lisans vermek
MÜLKĐ ĐDARE AMĐRLERĐ
BELEDĐYELER
-Tıbbi atıkların oluşumundan bertarafına kadar
yönetimlerini
kapsayan
bütün
faaliyetlerin
kontrolünü ve periyodik denetimini yapmak
-Tıbbi atık yönetim planının hazırlanması ve
uygulanması
-Tıbbi atıkların taşınması
-Đl sınırları içinde oluşan, toplanan ve bertaraf
edilen atıkların miktarı ile ilgili bilgileri sağlık
kuruşlarından ve belediyelerden temin etmek,
değerlendirmek ve yıl sonunda rapor halinde
Bakanlığa göndermek
-Tıbbi atıkların bertaraf edilmesi
-Tıbbi atıkların depolanması
-Tıbbi atıkların yakılması
-Tıbbi atıkların toplanması, taşınması ve
bertarafında uygulanacak ücreti mahalli çevre
kurulu aracılığı ile belirlemek
BAŞHEKĐMLĐK
TIBBĐ ATIK ÜRETĐCĐLERĐ
-Tıbbi atık oluşumunun ve miktarının kaynağında
en aza indirilmesi için gerekli çalışmaları
yönlendirmek
-Atıkları kaynağında en aza indirecek sistemi
kurmak
-Ünite içi atık yönetim planının hazırlanması ve
uygulanması
-Tıbbi atıkların tehlikeli ve evsel atıklar ile
karıştırılması, toplanması ve biriktirilmesinde
yönetmelik kurallarının uygulanması denetimini
yapmak, gerekli yaptırımları uygulamak
-Atıkların kaynağında ayrı toplanması
-Atıkların ünite içinde taşınması
-Atıkların geçici depolanması
-Maliyetlerin karşılanması
105
106
4. Türkiye’de Uygulamayı Etkileyen Diğer Temel Düzenlemeler
4.1. AB Uygulamaları
AB’nin tıbbi atık yönetim mevzuatı 2.4.2’de açıklanmaya çalışılmıştır.
Türkiye’nin AB’ye adaylık statüsü verilmesi hakkındaki karar, birtakım önemli
reformların yapılması sorumluluğunu beraberinde getirmiştir. Birliğe üye olmanın
şartlarından biri, aday ülkelerin ulusal yasalarını ve yönetmeliklerini çevresel sektörde dahil
olacak şekilde AB mevzuatına uyumlaştırılmasıdır. Çevre sektörünün uyumlaştırılması
süreci, çevreyle ilgili mevzuatın uyumlaştırılması, gereken yaptırım ve cezaların
uygulanması
ile
kurumsal
yapının
yeniden
organize
olmasını
içermektedir
(www.disisleri.gov.tr, 2004).
Türkiye AB uyum sürecinde, mevzuat açısından ilk düzenlemeyi, 1993’deki
yönetmeliği ortadan kaldıran 2005 yılı Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’ni
yayımlayarak yapmıştır. Ancak bu yönetmeliğin içerdiği maddeler ve uygulamadaki durum
AB’nin atıklar konusundaki isteklerini yerine getirmeye yetmemektedir. 2008 Đlerleme
Raporu bu düşüncemizi doğrulamaktadır.
1 Ekim 2007- Ekim 2008 yılları arasını kapsayan 2008 Đlerleme Raporu’na göre,
Türkiye’nin atık yönetimine ilişkin müktesebata uyum konusunda bir miktar ilerleme
kaydedilmiştir. Ancak yine de Türkiye’nin bir Ulusal Atık Yönetimi Planı bulunmamaktadır
( www.disisleri.gov.tr, 4.11.2008).
9. Kalkınma Planı’nda belirtilen durum da 2008 Đlerleme raporuyla koşutluk
göstermektedir. Planda; hastane atıklarıyla evsel atıkların beraber toplandığı, yönetmelik
kurallarının birçok hastanede uygulanmadığı, tıbbi atık yakma ünitelerinin Đzmir, Đstanbul ve
Ankara dışında ülke genelinde yetersiz olduğu ve tıbbi atıkların belediye çöplüğüne dökme
anlayışının yaygın olduğu özellikle belirtilmiştir (DPT, 2007: 18).
AB tıbbi atık yönetimi düzenlemelerinin Türkiye’den en önemli farkı, bu
düzenlemelerin tek başına tek bir yasadan değil, kapsamlı birbirine bağlı yasalar grubu
oluşturmasıdır. Türkiye’de ise tıbbi atıklarla ilgili tek bir yönetmelik bulunmaktadır. Bu
yönetmelikte de, tıbbi atıkların bertaraf edilmesinde yakma yöntemi esas alınmış ve tıbbi
atıkların yakma yöntemi ile imha edilmesine imkan olmadığı hallerde düzenli depolanması
istenmiştir. AB ülkelerinde birçok yakma fırını kapanmışken Türkiye’de tıbbi atıkların
yakılarak bertaraf edilmesi devam etmektedir.
107
4.2. Gündem 21
Rio Zirvesi’nde kabul edilen temel belgelerden biri olan Gündem 21, kalkınmanın
sosyal, ekonomik ve çevresel yönden nasıl sürdürülebilir olabileceği üzerine bir plandır ve
“tüketim”, “nüfus”, “dünyanın hayatı destekleme kapasitesi” gibi ilişki ve süreçler arasında
sürdürülebilir dengeyi kurabilmek için politika ve programlar önerir (Tutar, 2004: 35).
Gündem 21, 1990’lı yıllardan 2000’li yıllara kadar uzanan dönemde ve devamında
atıklar konusunda Hükümetlere, Kalkınma Örgütlerine, BM kuruluşlarına ve bağımsız
sektörlere sorumluluk yüklemiştir. Bu konuda “ Tüm ülkeler 2000 yılına kadar atık arıtımı
ve atıkların ortadan kaldırılması için kalite kriterlerini, hedef ve standartlarını belirleyecek,
sanayileşmiş ülkeler 1995 yılı itibariyle, gelişme yolundaki ülkeler ise 2005 yılı itibariyle
tüm atık su ve katı atıklarının en az yüzde ellisini arıtacaklar ve 2025 yılı itibariyle tüm
ülkeler kanalizasyon, atık su ve katı atıklarını ulusal veya uluslar arası kalite kriterleri ile
uyumlu şekilde bertaraf edeceklerdir “ der (TC Çevre ve Orman Bakanlığı UNCED Raporu,
1993: 54).
Bu belgede atık su sorununu gidermenin en iyi yolu; hayat tarzında, üretim ve
tüketim modellerinde değişiklik gerektiren bir “atıkları önleme ve azaltma” anlayışıdır.
Ortaya çıkan atıkları en aza indirmek ve atıkları tekrar kullanmak, güvenli bir şekilde
toplayıp arıtmak için ulusal planlara ihtiyaç vardır. Gündem 21’in içinde “atık yönetimi”
için çeşitli ölçütler önerilmektedir. Bunlar atık oluşumunu engelleme ve en aza indirme,
atıkların mümkün olabilecek kadar yeniden kullanılması veya yeniden işleyip kullanılır hale
getirme, güvenli ve çevresel olarak uygun metotlarla atıkları işleme, sınırlı ve güvenlikleri
tam olarak tasarlanmış depolama sahalarında atıkları nihai olarak ortadan kaldırmaktır.
Gündem 21, atık üreticilerini kendi atıklarını çevreye uyumlu olacak şekilde işleme ve
zararsız hale getirilmesinden sorumlu tutar, işçilerin zararlı atıklar ve bunların en aza
indirilmesi konularında eğitilmesi gerektiğini belirtir. Ayrıca, mümkün olabildiğince her
topluluğun kendi atığını kendi sınırları içinde bertaraf etmesi gerektiğini de vurgular ( DPT,
2000: 55).
Türkiye’nin Ulusal Gündem 21 metni 2000 tarihinde ortaya çıkmıştır. Hazırlık Çevre
Ve Orman Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu metin gerekçelerini geniş ölçüde
UÇEP’e dayandırmıştır.
Yirmi iki bölümden oluşan Ulusal Gündem 21’in 15. bölümü “Katı Atık
Yönetimi”nden, 16. bölümü ise “Tehlikeli Kimyasallar ve Tehlikeli Atık Yönetimi”nden
108
meydana gelmektedir. Hızla artan miktarlardaki şehir çöpleri ve kanalizasyonlar çevre ve
insan sağlığını tehdit etmektedir. Bu yüzyılın sonunda 2 milyarın üstünde insanın temel
sağlık şartlarından yoksun kalacağı tahmin edilmektedir. Atık sorununu gidermenin en iyi
yolu atık kontrol programlarının yerel yönetimler, iş çevreleri, gönüllü kuruluşlar ve tüketici
gruplarıyla işbirliği halinde geliştirilmesidir. Öte yandan tehlikeli atıkların çoğalması insan
sağlığını ve çevreyi etkilemekte fakat pek çok ülke bu sorunun üstesinden gelecek bilgi ve
tecrübeye sahip bulunmamaktadır (TÇV, 1993: 82). Tıbbi atıklar tehlikeli atıklar içerisinde
önemli bir yere sahiptir ve uygun koşullarda bertaraf edilmeleri gerekmektedir. Hükümetler
tıbbi atık emisyonlarının azaltılması için sağlık sektörüyle ortak hareket etmek
durumundadır çünkü ancak bu şekilde tıbbi atık yönetiminde beklenen başarıya
ulaşılabilecektir.
Gündem 21’de sürdürülebilir atık yönetiminin oluşturulmasında üzerinde durulan en
önemli nokta atıkların azaltılması veya en aza indirgenmesi, önüne geçilemeyen atıklar için
de geri kazanımın sağlanmasıdır. Ancak belge bunun nasıl yapılacağı konusunda tam olarak
yol göstermemekte ve bu konuda sorumluluğu daha çok hükümetlere bırakmaktadır.
Ulusal Gündem 21, AB’nin atık yönetiminde “ilkeler hiyerarşisi” ne en uygun bir
mantık akışı sergilemektedir. Katı atık stratejisini atıkların en düşük düzeye indirilmesi, geri
kazanımın en üst düzeye çıkarılması, atıkların çevreye zarar vermeyecek şekilde bertaraf
edilmesi ve uzaklaştırılması şeklinde belirlemiştir (Atlı ve diğerleri, 2001: 27).
Konu ile ilgili Hükümet stratejisinde bertaraf etme işleminde yakma yöntemi uygun
görülmemiştir. 22 Mart 1998 tarih ve 1999/8 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Genelgesi,
Türkiye’de çöpün öncelikle geri kazanılması için çalışılmasını, bu mümkün değilse düzenli
depolanmasını, tıbbi atıklarda da yakma yerine sterilize edildikten sonra depolanmasını
istemektedir. UÇEP stratejisi tercih belirtmemeye özen göstermiştir.
4.3. UÇEP
1992 yılında gerçekleştirilen Rio Zirvesi’nde kabul edilen Gündem 21 uyarınca,
katılımcı ülkeler, sürdürülebilir kalkınma da dahil olmak üzere Gündem 21 çerçevesinde
belirlenen hedeflere uyum sağlamak amacıyla, bir Ulusal Çevre Programı geliştirmeyi kabul
etmişlerdir (TÇV, 2001: 106).
Türkiye, kendi ulusal çevre eylem planını hazırlama çalışmalarına 1995 yılında
başlayıp 1998’de tamamlayarak ‘Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP) adlı belgeyi
ortaya koymuştur.
109
UÇEP, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde, etkin bir çevre yönetimi
amacıyla, Dünya Bankasının finansmanı ile DPT’nin koordinasyonunda, Çevre ve Orman
Bakanlığı’nın teknik desteği ile ilgili kurum ve kişilerin geniş katılımıyla hazırlanmıştır. Bu
çerçevede etkin bir çevre yönetimi sistemi geliştirilmesi için bazı eylemler yapılması,
çevresel bilgiye olan ihtiyacın ve çevre bilincinin önemi, farklı, yeni yatırım önerileri, AB
çevre standartlarının ve tüzüklerinin kabul edilmesi vurgulanmıştır (Tutar, 2004: 45).
UÇEP “ mevcut kalkınma planını, çevre ve kalkınmayı birbiriyle bütünleştirecek bir
belge” olarak düşünülmüştür. Yine UÇEP’in yayımlandığı yıl hazırlıkları başlamış olan
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı için katkı sağlaması ve Gündem 21 için de dayanak
noktası oluşturması da hedeflenmiştir (Mengi ve Algan, 2003: 231).
Uzun bir dönemde için uygulanması planlanan UÇEP’in hazırlık süreci içerisinde
belirlenmiş olan hedefleri ise şunlardır ( Mengi ve Algan, 2003: 231):
- “yaşam kalitesinin iyileştirilmesi,
- çevre bilinç ve duyarlılığının geliştirilmesi,
- çevre yönetiminin geliştirilmesi,
- sürdürülebilir nitelikte bir ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişme sağlanması”
dır.
UÇEP’in Atık Yönetim Eylemleri; politikalar, örgütlenme, yasal düzenlemeler,
ekonomik ve mali tedbirler, eğitim ve öğretim, katılım, teknikler gibi konuları kapsar ( DPT,
2001: 100).
Politikalar: Atık minimizasyonu, geri kazanımı ve yeniden kullanımına önem
verilmesi, eski atık depolama tesislerinin iyileştirilmesi, düzenli depolama ve tehlikeli
atıkların bertaraf edilmesine önem verilmesi, hastane içinde çöplerin depolanması, tehlikeli
tıbbi atıkların taşınması ve imhası için ÇED raporu hazırlanmasının zorunlu hale getirilmesi,
hastanelerde hastane içi katı atık yönetiminin düzenlemeleri için destek sağlanması, tıbbi
atıkların taşınması ve imhası işleminin sağlık ve çevre korunmasından taviz vermeden enerji
açısından optimizasyonu, toplam kalite yönetiminin kurallarını tıbbi atıklarla ilgili olarak
hastanelere, taşıma araçlarına ve imha tesislerine uygulanması, tıbbi atık yönetiminin ülke
çapında bütüncül olarak planlanması ve yürütülmesidir.
110
Örgütlenme: Ulusal ve bölgesel düzeyde Atık Borsası’nın oluşturulması, Acil Durum
Yönetim Merkezleri’nin kurulması, büyükşehir belediyelerinin sınırları içinde özel bütçeli
Atık Yönetim Birimleri’nin kurulmasını hedefler.
Ekonomik ve Mali Tedbirler: Bölgesel atık geri kazanım ve yok etme tesisleri için
arazi tahsisleri, kredilendirme kolaylıkları sağlanması, atıkların kaynakta azaltılmasının
tıbbi atıkların toplatılıp nakledilmesini sağlayacak uygun teşkilatın kurulması için teşvik ve
destek sağlanması gibi tedbirlerdir.
Eğitim- Öğretim: Hastanelerde her düzeyde personelin eğitimi, tıbbi atık ve tehlikeli
atık yönetiminde görevlendirilen kişilerin bilgi ve becerilerinin belgelendirilmesi tıbbi
atıklarla ilgili işlerde çalışacak personelin eğitimidir.
UÇEP’e göre, ülkemizde tıbbi atıkların denetimiyle ilgili yönetmelik klinik atıkların
yönetimi zorunlu tutmasına rağmen kendi yakma tesisine sahip pek az hastane
bulunmaktadır. Dolayısıyla bu konudaki uygulama da sınırlı kalmaktadır. Yine UÇEP
incelendiğinde tıbbi atıkların kontrolü hususunda bugüne dek benimsenen çözüm yollarının
oldukça pahalı olduğu görülmektedir. Bu nedenle tıbbi atıkların yönetimi ve dolayısıyla
sürdürülebilir kalkınma için ülke çapında daha ekonomik teknolojilere ihtiyaç vardır. Yine
UÇEP’de
tehlikeli
ve
tıbbi
atıkların
denetimi
amacıyla
belediye
kurumlarının
güçlendirilmesi, özel sektörün olaya dahil edilmesi, geri kazanım ve yeniden kullanım için
yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve ulusal ölçekte bir kurumsal yapının oluşturulması
sürdürülebilir bir yaşam için öncelik taşıyan eylem seçenekleri olarak karşımıza çıkmaktadır
( DPT, 2001)
UÇEP’te tıbbi atık konusuna ilişkin genel nitelikte önerilere yer verildiğini
görmekteyiz. Ancak son yıllarda giderek önemi artan modern bertaraf etme metotlarından ve
enfekte atıkların işlem alternatiflerinden bahsedilmesi gerekirdi. Yine tıbbi atık
sınıflandırılmasının yapılması ve bu sınıflandırmaya uygun bertaraf seçenekleri de
önerilebilirdi. Ayrıca UÇEP’te yer alan konuların halen uygulamaya geçmemiş olması,
konunun sadece öneriler bazında kalmasına neden olmuştur.
4.3. Dünya’dan Tıbbi Atık Mevzuatı Örnekleri
Çevre ile ilgili düzenlemelerin önemi, sanayileşmiş ülkeler arasında 1970- 1980’li
yıllarda anlaşılmış, bu çerçevede tehlikeli atıkların nasıl idare edileceği sürekli olarak
tartışma konusu olmuş, konunun önemi günümüze kadar süregelmiştir.
111
1960, 1970 ve 1980’li yıllarda gelişmiş batı ülkeleri, sanayi sektörünün hızlı gelişmesine
koşut olarak, zararlı atıkların yarattığı sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Hükümetler, bu
sorularla en iyi nasıl baş edileceği ve bu tehlikeli atıkların nasıl yönetileceği konusunda
araştırmalara başlamışlardır.
ABD’de Tıbbi Atık Yönetimi
ABD’de tıbbi atık yönetimiyle ilgili başlıca kuruluşlar; Enviromental Protection Agency,
EPA ( Çevre Koruma Ajansı), Centers for Disease Control, CDC ( Hastalık Kontrol
Merkezi) ve Occupational Safety and Health Administration, OSHA ( Đş Güvenliği ve Đşçi
Sağlığı Kurumu)’dur. Bunlardan EPA tıbbi atıkların yönetimi konusu için en büyük
potansiyele sahiptir. CDC ise tıbbi atık yönetiminin düzenlenmesi konusunda yasal bir
otorite değildir, tıbbi atıklar konusunda rehberlik yapar ve tavsiyelerde bulunur. OSHA
ülkelerin kimi zaman yetki kapsamını genişletmelerine rağmen yalnızca işçi sağlığını ve
güvenliğini sağlamakla yetinir ve tıbbi atıklar konusunda rehberlik hizmeti verir. Enfekte
malzeme ve atıklara karşı işyerlerindeki düzenlemelerle ilgili düzenlemelerle ilgili
standartları oluşturur (EPA, 1988: 21).
ABD’de tehlikeli atıkların kontrol ve yönetimi ile ilgili ilk yasal düzenleme 1976 yılında
yapılmıştır. Bu düzenleme ile, tıbbi atıklar kendi kategorilerine göre ayrılmaya ve işlenmeye
başlanmıştır. Bu düzenleme Resources Conservation and Recovery Act ( Kaynak Muhafaza
ve Geri Dönüşüm Yasası ) adı altında yürürlüğe girmiştir (EPA, 1976: 12).
1976 yılında çıkarılan bu yasa ile EPA’ya tehlikeli atıklar konusunda geniş yetkiler
verilmiştir. Ancak EPA, o tarihlerde enfeksiyonlu atıkları, tehlikeli atıklar kapsamına
almamıştır. 23 Mayıs 1988 New Jersey ‘de, 6-7 Temmuz 1988 Long Island’da sahil
şeridinde iğneler, enjektörler, ilaç şişeleri gibi tıbbi atıklara rastlanması basını, halkı,
hukukçuları ve Kongreyi harekete geçirmiş ve Kongre 1988’de “Tıbbi Atık Đzleme
Yasası”nı çıkarmıştır. Bu doğrultuda 23 Mart 1989’da yayınlanan ve 22 Haziran 1989’da
uygulamaya konulan “EPA Kuralları” oluşturulmuştur. Bu kurallara göre klinik atıklar 6
gruba ayrılmıştır, 1. patolojik atıklar, 2. kültür ve enfeksiyonlu atıklar, 3. insan kanı ve kan
ürünleri, 4. kontamine kesici aletler, 5. kontamine insan ve hayvan vücut parçaları, 6.
izolasyon atıklarıdır. EPA kurallarına göre atığın üretildiği yerden, bertaraf alanına
götürülmesini atık üreten kurum garantilemek zorundadır. Atıklar, üretim sırasında etiketli
konteynerlere konularak izole edilecek ve insanlardan uzak tutulacaktır. Atık üretenler,
toplayanlar, işleyenler, ve taşıyıcılar EPA tarafından denetlenecektir. Atık sahipleri atıklarını
112
sadece EPA’nın tecil ettiği taşıyıcılara taşıttıracaklardır. Nakliyeciler izleme ve kayıt tutma
konusunda EPA’nın istemlerine uymak zorundadırlar (Uyanuk, 2000: 45).
ABD’de 1987 yılında CDC bir tavsiye yazısı yayınlamış ve tüm hastaların kan ve vücut
sıvılarının insan bağışıklık sistemini etkileyecek virüs ya da patojen içeren enfekte atık
olarak değerlendirilmesini önermiştir. Fakat Haziran 1988’de CDC 1987’de yayınladığı
önerilerini sınırlandırmış ve kapsamı kan, görülebilir kan içeren diğer vücut sıvıları, vaginal
salgılar ve diğer spesifik sıvılara indirgemiştir. EPA uygulamaları CDC’ye zıt olarak kanuni
yollarla bu atıklarla uğraşan ve sağlık riskini en aza indirgemeye çalışan hastaneler ve diğer
tıbbi atık üzerinedir. Örneğin; EPA bulaşıcı hastalık atıklarını enfekte kabul ederken, CDC
bu atıkların hastane politikasına göre ele alınmasını önermektedir (Yücekul, 2003: 15).
Aslında Amerika’da tıbbi atıklarla ilgili ilk tartışmalar okyanus kıyısına vuran çok
sayıdaki enjektör nedeniyle Amerikan kongresinin teknik değerlendirme çalışmalarıyla
başlamıştır. Amerika’da her gün üretilen hastane atık miktarı sarsıcıdır, 375000 kaynaktan
6000 ton hastane atığı çıkmaktadır. Bunun yaklaşık %15’i enfekte atık olarak tanımlanabilir
(EPA, 1991: 10). Bu atıklar genellikle buharla sterile edilir veya yakılır. Tıbbi atıkların %
77’si hastanelerde, geri kalanı ise laboratuar, poliklinik veteriner kliniklerinden
kaynaklanmaktadır. Uzun yıllar boyunca ABD’de hastaneler tıbbi atıklarını yakma
fırınlarında yakmıştır. Ancak 1990 tarihli “temiz hava kanunu” tarafından öngörülen tıbbi
atık yakma emisyonlarına ilişkin yönetmelikler bu uygulamanın ekonomisini değiştirmiştir.
ABD’de hastaneler anılan şartlarını karşılamak üzere çöp fırınlarını, hidrojen klorit, sülfir
dioksit ve ağır metallerden kurşun, kadmiyum, civanın arındırılmasını ve nötrleştirilmesini
sağlayan pahalı gaz yıkayıcıları ile donatmak zorunda kalmıştır. Bunun üzerine hastane ve
tıp merkezlerinin büyük çoğunluğu yakma fırınlarından vazgeçmiş, buhar otoklavı veya
mikrodalga sistemi gibi alternatif atık arıtma teknolojilerinin daha ekonomik olduğunu tespit
etmiştir (Güler ve Çobanoğlu, 1994: 5).
Eyaletlerde hastane atıkları için, enfeksiyon karakterlerine göre, atık tipine göre (kan ve
kan ürünleri diye), atıkların kaynaklarına göre olmak üzere üç yaklaşımlı tanımlama yapılır.
Eyaletlerin bazılarında hastane atıkları kaynağında ve oluşur oluşmaz ayırma yoluna
gidilirken bazılarında ise mevzuatta tıbbi atıkların yakılması gerektiği ya da sterilize
edildikten sonra düzenli depolanması gerektiği belirtilir. Örneğin, Wisconsin ve Ohio
mevzuatında tıbbi atıklardan enfekte olanların enfeksiyonsuz hale getirilmesi için yakma,
otoklavlama veya kimyasal sterilizasyon gibi bertaraf etme yöntemleri önerilir. Rhode Island
mevzuatında tıbbi atıkların kategorilerine göre bertaraf edilmesi istenir. Örneğin,
113
mikrobiyoloji laboratuarından gelen tıbbi atıklar otoklavlanırken, patolojik atıkların
yakılması gerektiği belirtilir. Ayrıca bu mevzuatta kesicilerin enfeksiyonsuz hale getirilmesi
yeterli bulunurken Pennsylvania mevzuatında kesicilerin kullanılamaz hale getirilmesi
istenir. Yani bertaraf etme konusunda eyaletler arasında farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz
(EPA, 1991: 15).
ABD’de buhar sterilizasyonu, daha çok laboratuar kültürleri için, yakma fırını ise daha
çok patolojik atıklar için kullanılan bir metottur. Amerika’da çevre sağlığı konularında
otorite olan EPA, tüm enfekte atıkların bertaraf edilmesinden önce işlem görmesini önerir.
Amaç enfeksiyon ajanlarının zararlı etkisini düşürerek patojen atıklara maruz kalanların
zarar görmesini en aza indirmektir. Etkin bir şekilde işlem görmüş enfekte atıklar, artık
biyolojik olmaktan çıkar ve normal atıklarla karıştırılarak bertaraf edilebilir (EPA, 1991:
15).
ABD’de tıbbi atık yönetimiyle ilgili politika ve uygulamalar WHO önerileriyle koşutluk
gösterir ve tıbbi atıkların halk ve çevre sağlığına zarar vermeden ayrı toplanması, geçici
depolanması, geri kazanılması, taşınması, nihai olarak bertaraf edilmesinin sağlanmasına
yönelik idari, teknik ve hukuki esasları içerir. Ayrıca toplum çevre ve halk sağlığı
konusunda son yıllarda daha duyarlı hale gelmiştir. Yakma gibi bir taraftan enfekte atıkları
arıtıcı ancak bir taraftan çevre kirleticisi durumundaki yöntemlerin kullanılmasının azalmış
olması toplum duyarlılığının bir göstergesidir. Örneğin California’da tıbbi atık yakma
tesisleriyle ilgili yapılan yeni düzenleme ile, eyaletteki yakma tesislerinin % 90’nın
kapatılması zorunlu hale gelmiştir. Bu bağlamda eyaletlerde klinik atıkları için bir yönetim
ağı kurulmasına hizmet eden düzenlemeler, yeni uygulamalar planlanmakta veya yürürlüğe
girmektedir. Yeni uygulamalar arasında otoklavlandıktan sonra tıbbi atıkların gömülmesi
ağırlık kazanmıştır.
AB’de Tıbbi Atık Yönetimi
AB Altıncı Çevre Eylem Programında, iklim değişimi, biyolojik çeşitlilik, çevre ve
insan sağlığı, sürdürülebilir kaynak ve atık yönetimi olmak üzere 4 eylem alanı seçilmiştir.
Böylece yenilenebilen ve yenilenemeyen kaynakların tüketiminin çevrenin taşıyabileceği
kapasiteyi aşmaması, ekonomik büyüme sonucu gelişen kaynak kullanımında verimin
artırılması ve oluşan atıkların azaltılması amaçlanmıştır. Son bertaraf işlemine giden
atıkların 2010 yılına kadar % 20 ve 2050 yılına kadar % 50 azaltılması öngörülmektedir.
Ayrıca atık geri dönüşüm stratejilerini tehlikeye sokmadan ve çevreye zarar vermeden
geliştirilmesi gerekliliği de belirtilmiştir (Özerol, 2005: 450).
114
AB’de uygulanan tıbbi atık yönetiminin temel ilkeleri, koruma ilkesi, kirleten öder ve
üretici sorumluluğu ilkesi, ihtiyat ilkesi ve hizmette halka yakınlık (subsidiarity) ilkesidir.
AB’de Konsey atık yönetimine ilişkin temel metin olarak ilk olarak 75/442/EEC sayılı
ve 15 Temmuz 1975 tarihli
“Atık Çerçeve Direktifini” benimsemiş. Bu direktif, üye
devletlerin atık üretimini ve zararlarını önlemek veya azaltmak ve atıkların geri dönüşüm,
yeniden kullanım veya iyileştirme veya enerji kaynağı olarak kullanılması yoluyla geri
kazanımını teşvik etmek için gerekli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. Direktifin
amacı, AB genelinde atık yönetimi ile ilgili temel bir yaklaşım tesis etmektir. Üye devletler
atık yönetim stratejilerini söz konusu direktifi baz alarak oluşturur. Direktif esas olarak
“atık” kavramını tanımlar, bir atık terminolojisi sunar ve atık çeşitlerinin bir listesini verir.
Daha sonra bu direktife 91/156/EEC sayılı ve 18 Mart 1991 tarihli yeni bir Direktif ile
değişiklikler getirilmiştir. Bu değişikliklerin amacı, atık üretiminin Topluluk içinde
sınırlandırılmasını sağlayacak uyumlu bir yönetim sisteminin kurulmasıdır. Üye devletler,
atıkların insan sağlığını tehlikeye sokmadan ve çevreye zarar vermeden ve özellikle su,
hava, toprak, bitki ve hayvanlar için tehlike yaratmaksızın gürültü, koku gibi durumlara
neden vermeden, kırsal alanlara ve koruma altında olan yerlere olumsuz etkileri olmadan
elden çıkarılmasını teminen gerekli tedbirleri alacaklar ve bu direktifin uygulanmasından
sorumlu olacak yetkili makamı belirleyeceklerdir. Yetkili makam atık yönetim planını vakit
geçirmeden hazırlayacaktır. Atıkları toplayan, taşıyan ve ıslahı için çalışan tesis ve
kuruluşlar yetkili makam tarafından düzenli olarak denetlenecektir (Varınca, 2006: 10).
AB’de tıbbi atıkların bertaraf edilmesi yöntemlerinden en çok kullanılanı yakmadır.
Atıkların yakılmasına ilişkin topluluk düzenlemeleri, 89/369/EEC, 89/429/EEC, 94/67/EEC,
2000/76/EEC sayılı direktiflerdir. Bütün atık yakma faaliyetleri bir tek direktif içinde
toplamak ve hukuki boşlukları da doldurmak amacıyla Avrupa Parlamentosu ve Konsey,
2000/76/EC sayılı ve 4 Aralık 2000 tarihli Direktifi kabul etmiştir. Direktifin amacı,
atıkların yakılmasından dolayı oluşan emisyonlar nedeniyle hava, su, toprak ve insan sağlığı
üzerinde olabilecek riskleri ve çevre üzerinde olumsuz olası etkileri engellemek veya
sınırlandırmaktır. Örneğin, yakma tesisinin yetkili makam tarafından kabul edilebilmesi için
direktifte yer alan gerekliliklere uygun olması gerekir (AB, 2000: 11).
Direktif’deki “yakma tesisi” ile, herhangi bir sabit veya gezici teknik birim veya tertibat
ile üretilen ısının geri kazanıldığı veya kazanılmadığı durumlarda, atıkların ısıl olarak işlem
gördükleri tesisler belirtilmektedir. Burada, atıklar ısıl arıtım proseslerinde olduğu gibi
(örneğin, piroliz, gazifikasyon ve plazma prosesleri) oksidasyonla yanar ve işlem arıtmadan
115
çıkan maddelerin yakılmasıyla son bulur. Bu tanım, yakma tesisiyle beraber yakma hatlarını,
atık girişini, depolamayı, ön arıtma işlemlerini, küllerin depolanmasını, atık suları, yığınları,
her türlü tertibatı, yanma operasyonunu kontrol eden sistemleri, yanma şartlarının kayıtlarını
ve izlenmesini kapsar. Yakma tesisinin yetkili makam tarafından kabul edilebilmesi için en
yakın yerleşme alanına uzaklığı 1000 metreden az olmamalı, heyelan, erozyon bölgeleri
dışında kurulmalı, baca emisyon sınırlarının çevreye zarar vermeyecek oranda olması
gerekir belirtilmesi gerekir (AB, 2000: 25).
Evsel ve toksik olmayan atıklarla, atık yağlar ve çözücüler 2000/76/EC sayılı atıkların
yakılmasına ilişkin direktife tabi olacaktır. Atıkların tamamen yakıldığından emin olmak
için, atık yakma sırasında atık gazlar en az 850 C’de en az 2 sn tutulmalıdır. Atık yakma
kuruluşları yakma sonucu ortaya çıkan küllerin ve yığınların % 3’nü geçmeyecek şekilde
yönetilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır. Üye devletler bu direktifin uygulanmasını
sağlamak üzere iç hukuki ve idari düzenlemelerini 28 Aralık 2002 tarihine kadar
tamamlamış ve komisyonu bu düzenlemelerle ilgili olarak bilgilendirmiştir. Üye devletler,
yakma atıklarının azaltılması ve geri dönüşümünün sağlanması için gerekli tedbirleri
alacaklar ve mevcut topluluk, hukuki düzenlemelerini dikkate alacaklardır. Direktifte ön
görülen limit değerler izlenecek ve kontrol edilecektir ve bu direktif hükümlerine uyan milli
düzenlemelere aykırı edenler caydırıcı cezai uygulamalar getirecektir (AB, 2000: 56).
Konsey atık yönetimi metotlarından olan düzenli depolama ile atıkların bertaraf
edilmesini 99/31/EC sayılı 26 Nisan 1999 tarihli Direktifle benimsemiştir. Bu direktifin
amacı, atık depolama sahalarında işletmeye yönelik ve teknik alanlarda sıkı kurallar koyarak
çevreye olan olumsuz etkilerin özellikle yüzey sularının, yer altı sularının, toprağın, havanın
ve genel olarak çevrenin kirlenmesini önlemek ile birlikte sera etkisi de dahil olmak üzere
depolama alanının kullanım süresi ve sonrasında kaynaklanabilecek olumsuzlukların
önlenmesidir. 6. maddede, sıvı atıkların, alev alabilen atıkların, patlayıcı ve oksitlenme
özelliği olan atıkların, patolojik ve enfekte atıkların toprağa gömülemeyeceği özellikle
belirtilmiştir (TÇV, 2001: 3).
Bugün AB ülkelerinde yakma sonucu furan ve dioksin gibi zararlı emisyonların
oluşması, bunların arıtılması için de pahalı cihazlara gereksinim duyulması nedeniyle birçok
yakma fırını kapanmıştır. Örneğin Almanya’da 1987’de 554 tıbbi atık yakma fırını
kullanılmaktayken, 1987’de bu sayı 218’e düşmüştür. 1996’da ise 10 adet yakma fırını
faaliyette kalmıştır (Özerol, 2005: 440).
116
Bazı Ülkelerde Atık Yönetimi
Japonya’da tıbbi atık konusu kamuoyunun gündemine 1989’ların ortalarında girmiştir.
1989 yılında Sağlık Bakanlığı tıbbi atıkların nasıl rehabilite edileceği konusunda bir rehber
hazırlamıştır. 1992 yılında tıbbi atıklarla ilgili yasa revize edilmiş ve tıbbi atık yönetimi
konusu sıkı bir şekilde düzenlenmiştir. Tıbbi atıkların atım yöntemleri, 1. özel araçlarla
atıkları toplam 2. nakliye 3. yakma 4. depolama şeklindedir ( Yücekul, 2003: 5).
Đngiltere’de atıklarla ilgili yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Đlkesel tedbirler 1990
Çevre Koruma Yasası kapsamına alınmıştır ve düzenlemeler bu yasa altında yapılmıştır.
Tıbbi atıklarla ilgili sağlık ve güvenlik konuları da bu yasanın kapsamındadır ( Behrouzfar,
1994: 20).
Atıklar, “ Özel Atıklar Talimatnamesi” ile 1996 yılında yeniden düzenlenmiştir. Ağustos
2001’den itibaren AB’nin kirlilik önleme ve kontrol düzenlemeleri yürürlüğe girmiştir.
Ekim 1996’dan itibaren atık depolama ücreti alınmaya başlanmıştır. Buna göre atıklardan
ton başına 7 ile 10 sterlin arasında vergi alınmaktadır. 1994’te maliyet-etkin atık
minimizasyonu
stratejileri
geliştirilmiştir.
Atık
üreticilerinin
yükümlü
olduğu
sorumlulukların denetimi yasası ile atıkların geri dönüşümü düzenlenmiştir. Atım için atık
ihracı tümüyle yasaklanmıştır. Geri dönüşüm, tekrar kullanma ve enerji üretimi için atık
ihracı ise çevre dostu bir politikayla yapılmak üzere serbesttir. Atık Stratejisi 2000, geri
dönüşümlü atıklar için yeni pazarlar bulmayı, kamu sektörünü çevre dostu olmaya
yöneltmeyi, geri dönüşüm için atık üreticilerine daha fazla sorumluluk vermeyi
amaçlamaktadır ( Behrouzfar, 1994: 25).
Avusturya’da tehlikeli atıklar 1990 yılında “Federal Atık Yönetim Yasası” ile
düzenlenmiş, 1996’da revize edilmiştir. Buna göre atık miktarı ve kirletici etkisi mümkün
olan en düşük seviyede tutulacaktır. Atıklar doğaya zarar vermeyecek şekilde geri
dönüştürülecektir. Geri dönüştürülemeyen atıklar biyolojik, termal ve fizikokimyasal
yöntemlere tabi tutulacaktır. Federal Atık Yönetim Yasası’na göre, Çevre Bakanlığı ilk defa
1992’de “Federal Atık Yönetim Planı”nı oluşturmuştur. 1995’te ikinci, 1998’de üçüncü
planlar yayınlanmıştır. Federal Atık Yönetim Planı şu konuları içermektedir: 1. atık
yönetimi durum envanteri 2. standartlar oluşturma 3. Federal Hükümet tarafından çizilen
hedeflere ulaşma planı 4. tehlikeli atık iyileştirme için yapılan planlama (Yücekul, 2003: 7).
117
Tıbbi atıkların yönetimi ile ilgili olarak Hong Kong’da baş gösteren sorunlar öncelikle
1960’lı yılların başında gözlemlenmiştir. O tarihlerde devlet hastanelerinden kaynaklanan
tıbbi atıklar, hastanelerdeki yakma fırınlarında yakılmaktaydı. Bu yakma fırınlarının, hava
kirliliği
kontrol
ekipmanlarına sahip
olmaması
ve
yerel
emisyon standartlarını
sağlayamaması toplumun şikayetlerine neden olmuştur. Mevcut yakma fırınlarının
düzeltilebilmesinin çoğu durumda mümkün ve ekonomik olmamasından dolayı, yakma
fırınlarının yerine yeni bertaraf tesislerinin yapılması gereksinimi ortaya çıkmıştır. Bununla
birlikte Hong Kong’daki özel hastaneler, klinikler ve tıbbi laboratuarlar kendi özel tesisleri
olmadığından, tıbbi atıklarını düzenli depolama alanlarında bertaraf etmektedirler (Lei, Ha,
vd, 2005: 45).
Hastanelerdeki yakma fırınlarından kaynaklanan hava kirliliğini azaltmak amacı ile
hükümet tüm kamu hastanelerini yöneten Hastane Yetkilileri Ofisi ile işbirliği yaparak çok
sayıda geçici iyileştirme çalışmaları yapmıştır. Hastane Yetkilileri Ofisi, 1990’lı yılların
ortalarına doğru atıklardan ayrıştırılması gereken yedi atık çeşidini tanımlamıştır. Tıbbi
atıklar için düzgün şekilde etiketlenmiş, uygun kaplar ve torbalar kullanılmaya başlanmıştır.
Bu uygulama ile toplanan tıbbi atık miktarında önemli ölçüde azalma sağlanmıştır. Böylece
devlet ve özel hastaneler ve kliniklerden kaynaklanan enfekte atıklar ayrı olarak toplanmaya
ve özel enfekte atık toplama firmaları tarafından bertaraf edilmeye başlanmıştır. Atıkların
ayrı toplanması ve atık hacminin azaltılması ile hastanelerin eski yakma fırınlarının
kullanımına son verilmiştir. 1999 yılının sonu itibari ile bu yakma fırınlarının sayısı 10’dan
2’ye düşürülmüştür. 1998 yılından itibaren sadece iki fırında insan ve hayvan kaslarının
yakılmasına izin verilmiş ve hava kirliliği problemi önemli ölçüde azaltılmıştır. Özellikle
enfekte atıklar için atık üreticileri ve toplayıcıları Çevre Koruma Bölümü’nden bir izin
belgesi almakla yükümlüdür. Belge sahipleri enfekte atıkları yayınlanmış kılavuzda
öngörülen şekilde paketlemek, taşımak ve düzenli depolama alanlarında gerekli emniyet ve
sağlık önlemlerini almak zorundadır (Lei, Ha, vd, 2005: 55).
Hastaneler başarılı yönetim uygulamalarını benimserken bunların dışındaki özel
muayenehanelerin, diş ve veteriner kliniklerin ve özel laboratuarların oluşturduğu enfekte
atıklara karşı (özellikle enfekte atık olarak nitelenen akapuntur iğnelerinin artması) toplum
endişesinin artması nedeniyle hükümet tüm tıbbi atık üreticilerini, toplayıcılarını ve bertaraf
tesislerindeki işletmecileri kontrol altına alacak, bir kontrol planı hazırlamıştır. Bu plana
göre tıbbi atıkların arıtma ve bertarafını gerçekleştiren kişilerin atık bertaraf ruhsatı için
Çevre Koruma Bölümü’ne başvurmaları gerekmektedir. Lisans için diğer gelişmiş
118
ülkelerinkine benzer sıkı işletme ve çevresel yükümlülüklerin yerine getirilmiş olması
gerekir (Yücekul, 2003: 30).
119
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KIRIKKALE DEVLET HASTANESĐ ÇALIŞANLARININ TIBBĐ ATIKLARIN
TOPLANMASI
VE
YOK
DAVRANIŞLARININ
EDĐLMESĐNE
ĐLĐŞKĐN
DEĞERLENDĐRĐLMESĐNE
BĐLGĐ,
TUTUM
YÖNELĐK
VE
ALAN
ARAŞTIRMASI
1. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMĐ
Bu bölümde, araştırmanın modeli, evreni, örneklemi, veri toplama teknikleri, veri
toplama aracı ve verilerin analizinde kullanılan istatistiksel çözümleme teknikleri
sunulmaktadır.
1.1. Araştırmanın Deseni
Bu araştırma betimsel yöntem ve ilişkisel tarama modeline göre desenlenmiştir.
Deneklerin var olan özelliklerine hiçbir değişiklik yapılmaksızın veri toplanarak, var olan
durum hakkında deneklerin görüşleri alınmaya çalışılmıştır. Betimleme yöntemi geçmişe ya
da halen var olan bir durumu var olduğu sekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma
yaklaşımlarıdır. Araştırmaya konu olan olay, kendi şartları içinde ve olduğu gibi
tanımlamaya çalışılır. Olayı değiştirme ve etkileme çabası gösterilmez. Önemli olan bilmek
istenen şeyi gözleyip belirleyebilmektir (Karasar, 2004b: 77). Đlişkisel tarama modelleri, iki
veya daha çok sayıdaki değişken arasında birlikte değişim varlığını ve/veya derecesini
belirlemeyi amaçlayan araştırma modelleridir (Karasar, 2004: 81).
1.2. Evren ve Örneklem
Araştırmanın evreni, Kırıkkale ilinde bulunan Kırıkkale Devlet Hastanesi’nde çalışan
personelden oluşmaktadır. Bu hastanenin seçilmesinde araştırmacının daha önce burada
görev yapmış olması, Ankara’daki hastanelerin çok yoğun olmaları nedeni ile anket
çalışmasına ılımlı bakmamaları ve Kırıkkale Devlet Hastanesi’nde daha önce konuyla ilgili
bir çalışma yapılmamış olması etkili olmuştur. Hastanede toplam 67 doktor, 77 hemşire, 25
sağlık memuru, 28 laborant, 56 hizmetli ve 85 idari personel bulunmaktadır. Araştırma
evreninde bulunan çalışanlar içerisinden raslantısal örnekleme yoluyla seçilen 25 doktor, 50
hemşire, 20 sağlık memuru, 15 laborant, 30 hizmetli ve 10 idari personele ulaşılmaya
çalışılmıştır. Personel sayısının yüksek tutulmasının nedeni, daha çok sayıda görüş ve
önerileri elde edebilmektir. Halihazırda bulunan personel ile yüz yüze yapılan kısa
görüşmelerin ardından anketler verilerek aynı gün içerisinde geri toplanmıştır. Ancak
hastaneye yapılan ziyaretler sırasında bazı personelin hastanede bulunmamalarından dolayı
120
bu kişilere anket verilememiştir. Ziyaret edilen bazı personel zamanlarının olmadığını
söyleyerek anketleri cevaplamak istememişlerdir. Bu gibi çeşitli nedenlerden ötürü anket 6
doktor, 40 hemşire, 15 sağlık memuru, 12 laborant, 22 hizmetli ve 5 idari personel olmak
üzere toplam 100 kişiye uygulanmıştır. Sonuç olarak yaklaşık 67 doktorun % 9’una, 77
hemşirenin % 52’sine, 25 sağlık memurunun % 60’ına, 28 laborantın % 43’üne, 56
hizmetlinin % 39’una, 85 idari personelin % 6’sına ulaşılmıştır. Tıbbi atıkların poşetlenmesi,
uzaklaştırılması gibi konularda doktorlar ve idari personel en az ilgili gruptur. Bu bakımdan
tezin amacına uygun olarak tıbbi atıklarla en çok karşı karşıya olan gruplara en çok anket
uygulanmıştır.
1.3. Veri Toplama Araç ve Teknikleri
Araştırmaya katılan personele araştırma amaçları doğrultusunda bilgi toplamak
amacıyla anket uygulanmıştır. Hazırlanan anket formu 2 bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde çalışanlar ile ilgili kişisel ve mesleki bilgileri toplamak amacıyla araştırmacı
tarafından hazırlanan 4 soru yer almaktadır.
Anketin ikinci bölümünde 25 soru ile personelin “Tıbbi atıkların toplanması ve yok
edilmesine ilişkin bilgi, tutum ve davranışları” belirlenmeye çalışılmıştır. Hazırlanan ankette
20 “kapalı uçlu” soru ve 5 “açık uçlu” soru kullanılmıştır.
Đkinci bölümdeki 25 sorunun tamamı idari personele, 24 soru hizmetli personele ve
20 soru diğer sağlık personeline sorulmuştur.
1.4. Verilerin Toplanması
Verilerin düzenli bir şekilde toplanması amacıyla, hazırlanan anketin Kırıkkale Đli’ne
bağlı Kırıkkale Devlet Hastanesi hastane yönetiminden izin alınmıştır. Anket çoğaltılarak
Kırıkkale Devlet Hastanesi personeline uygulanmıştır. Anket formları bizzat araştırmacı
tarafından hastane ziyaret edilerek yüz yüze görüşülüp, anket ile ilgili gerekli açıklamalar
yapıldıktan sonra dağıtılmış ve aynı anda toplanmıştır.
1.5. Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumu
Araştırma için gerekli veriler deneklere (personele) uygulanan anket yoluyla elde
edilmiştir. Anket yoluyla elde edilen ham veriler araştırmacı tarafından bilgisayara
aktarılmıştır. Araştırmanın ana sorununa yanıt bulma sürecinde, SPSS15.0 (Statistical
Packet for The Social Science) programından yararlanılmıştır. Her soruya verilen yanıtların
121
frekansları ve geçerli yüzdelikleri tablolara yansıtılmıştır. Değerler, görsel kolaylık
sağlaması açısından pasta grafiği şeklinde gösterilmiştir.
2. BULGULAR
2.1. Hastaneye Đlişkin Veriler
Kırıkkale Devlet Hastanesi yönetiminden alınan bilgiye göre, hastanede günlük
üretilen atık miktarı günlük 2 kg’dır. Atık miktarının büyük çoğunluğunu evsel, enfekte,
kimyasal ve kesici-delici nitelikteki atıklar oluşturmaktadır. Radyoaktif atık miktarı ise çok
minimal düzeyde kalmaktadır. Hastanenin tek radyoaktif atığını röntgen banyo suları
oluşturmakta ve bunlar da özel yapılmış bidonlara biriktirilerek Sağlık Bakanlığı’nın
belirlemiş olduğu firmalara ücret karşılığı satılmaktadır. Ayrıca hastanenin ameliyathane ve
diğer birimlerindeki sıvı atıklar da herhangi bir işlemden geçmeden doğrudan kanalizasyona
boşaltılmaktadır.
Hastanede tıbbi atıkların doğru ve güvenilir biçimde taşınmasından sorumlu
“Enfeksiyon Komitesi” bulunmaktadır. Bu komite hastane personelinin tıbbi atıklar
konusunda eğitilmesinden de sorumludur. Ayda bir personel eğitimi yapılmaktadır.
2.2.Araştırma Problemine Đlişkin Sonuçlar
2.2.1. Personelin görev, eğitim, cinsiyet, yaş durumlarının değerlendirilmesi
Tablo 4. Araştırma kapsamındaki personelin görevlerine göre dağılımı
N
%
6
6,0
Hemşire
40
40,0
Sağlık Memuru
15
15,0
Laborant
12
12,0
Hizmetli
22
22,0
Đdare
5
5,0
Toplam
100
100
Doktor
122
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Pies show counts
Araştırmaya katılan 100 personelin görev dağılımı yukarıdaki tabloya yansıtılmıştır.
Buna göre çalışanların % 6’sı doktor, % 40’ı hemşire, % 15’i sağlık memuru, % 12’si
laborant, % 22’si hizmetli ve % 5’i idari personeldir.
Tablo 5. Araştırma kapsamındaki personelin eğitim durumlarına göre dağılımları
N
%
Đlköğretim
13
13,0
Lise
27
27,0
Önlisans
41
41,0
Lisans
18
18,0
Yüksek Lisans
1
1,0
Toplam
100
100,0
123
egitim
ilkogretim
lise
onlisans
lisans
lisansüstü
Pies show counts
Araştırmaya
katılan
100
personelin
eğitim
durumları
yukarıdaki
tabloya
yansıtılmıştır. Buna göre çalışanların % 13’ü ilköğretim, % 27’si lise, % 41’i ön lisans, %
18’i lisans ve %1’i yüksek lisans mezunudur.
Tablo 6. Araştırmaya katılan personelin cinsiyete göre dağılımları
N
%
Erkek
49
49,0
Kadın
51
51,0
Toplam
100
100,0
124
cinsiyet
erkek
kadin
Pies show counts
Araştırmaya katılan 100 personelin cinsiyet dağılımları yukarıdaki tabloya
yansıtılmıştır. Buna göre % 49’u erkek, % 51’i kadındır. Deneklerin seçiminde cinsiyete
göre homojenlik sağlanması istenilmiştir.
Tablo 7. Personelin eğitim durumları ve cinsiyetlerine göre dağılımları
cinsiyet
erkek
egitim
ilkogretim
lise
onlisans
lisans
lisansüstü
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
kadin
9
9,0%
19
19,0%
11
11,0%
9
9,0%
1
1,0%
49
49,0%
4
4,0%
8
8,0%
30
30,0%
9
9,0%
0
,0%
51
51,0%
Toplam
13
13,0%
27
27,0%
41
41,0%
18
18,0%
1
1,0%
100
100,0%
Araştırma kapsamındaki çalışanların eğitim durumlarının cinsiyetlerine göre
dağılımları yukarıdaki tabloya yansıtılmıştır. Buna göre personelin %9’u erkek ve ilköğretim
mezunu, % 19’u erkek ve lise mezunu, % 11’i erkek ve önlisans mezunu, % 9’u erkek ve
lisans mezunu, % 1’i erkek ve lisansüstü mezunu, % 4’ü kadın ve ilköğretim mezunu, % 8’i
kadın ve lise mezunu, % 30’u kadın ve önlisans mezunu, % 9’u kadın ve lisans mezunudur.
125
Tablo 8. Araştırma kapsamındaki personelin yaşlarına göre dağılımları
N
%
18-25
7
7,0
26-33
40
40,0
34-41
30
30,0
42-49
19
19,0
50 ve üzeri
4
4,0
Toplam
100
100,0
yas
18-25
26-33
34-41
42-49
5 0+
Pies show counts
Araştırmaya katılan 100 personelin yaşlara göre dağılımı yukarıdaki tabloya
yansıtılmıştır. Yaşları açık uçlu olarak sorulmuş ardından geniş bir aralıkta dağıldıkları için
5 gruba ayrılmıştır. Buna göre % 7’si 18-25 yaş, % 40’ı 26-33 yaş, % 30’u 34-41 yaş, %
19’u 42-49 yaş ve % 4’ü 50 yaş üzeridir.
126
2.2.2. Personelin tıbbi atıkların oluşturduğu sağlık riskleri konusundaki tutumlarının
değerlendirilmesi
Tablo 9. Personelin tıbbi atıkların insan sağlığına yönelik etkilerinden korunma
durumları
N
%
Evet
81
81,0
Hayır
19
19,0
Toplam
100
100,0
“Tıbbi atıkların insan sağlığına yönelik etkilerinden korunduğunuzu düşünüyor
musunuz?” sorusuna çalışanların % 81’i evet, % 19’u ise hayır cevabını vermiştir. Bu cevap
personelin tıbbi atıklara ilişkin hastane uygulamalarına ve kendilerine güvendiklerini
göstermektedir.
Tablo 10. Meslek gruplarının tıbbi atıkların insan sağlığına yönelik etkilerinden
korunma durumları
Evet
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
5
83,3%
32
80,0%
11
73,3%
11
91,7%
17
77,3%
5
100,0%
81
81,0%
Hayir
1
16,7%
8
20,0%
4
26,7%
1
8,3%
5
22,7%
0
,0%
19
19,0%
Toplam
6
100,0%
40
100,0%
15
100,0%
12
100,0%
22
100,0%
5
100,0%
100
100,0%
Araştırma kapsamındaki çalışanların görevlerine göre “Tıbbi atıkların insan sağlığına
yönelik etkilerinden korunduğunuzu düşünüyor musunuz?” sorusuna verdikleri yanıtlar
127
yukarıdaki tabloya yansıtılmıştır. Çalışanların büyük çoğunluğu görev ayrımı yapılmaksızın
tıbbi atıkların olumsuz etkilerinden korunduğunu düşünmektedir. Doktorların %16,7’si,
hemşirelerin %20’si, sağlık memurlarının %26,7’si, laborantların %8,3’ü ve hizmetlilerin
%22,7’si tıbbi atıkların insan sağlığına yönelik etkilerinden korunduklarını düşünmediklerini
belirtmişlerdir. Đdari personelin ise tamamı bu soruya evet yanıtını vermiştir. Đdari personelin
tamamının
tıbbi
düşünmelerinde,
atıkların
sağlık
insan
çalışanları
sağlığına
kadar
yönelik
tıbbi
etkilerinden
atıklarla
iç
içe
korunduklarını
olmamalarından
kaynaklanmaktadır.
Tablo 11. Personelin tıbbi atıkların sağlık risklerine maruz kalma sıklığı
N
%
41
41,0
Haftada bir
25
25,0
Ayda bir
13
13,0
Yılda bir-iki
21
21,0
Toplam
100
100,0
Hiçbir zaman maruz
kalmadım
“Tıbbi atıkların sağlığınız için oluşturduğu risklere maruz kaldığınız oluyor mu?”
sorusuna çalışanların % 41’i hiçbir zaman maruz kalmadım, % 25’i haftada bir, % 13’ü ayda
bir ve %2 1’i yılda bir-iki kez yanıtını vermiştir. “Hiçbir zaman maruz kalmadım” cevabının
çoğunluğu oluşturması tıbbi atıkların toplanması ve taşınmasına gerekli özenin gösterildiği,
hassasiyetin sağlanmış olduğu anlamını taşımakta ve 1. sorudan alınan cevapları
desteklemektedir.
128
Tablo 12. Meslek gruplarına göre tıbbi atık risklerine maruz kalma sıklığı
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Toplam
Hicbir zaman
maruz
kalmadim
2
33,3%
15
37,5%
7
46,7%
5
41,7%
12
54,5%
0
,0%
41
41,0%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Haftada bir
1
16,7%
13
32,5%
1
6,7%
3
25,0%
5
22,7%
2
40,0%
25
25,0%
Ayda bir
1
16,7%
4
10,0%
4
26,7%
2
16,7%
0
,0%
2
40,0%
13
13,0%
Yilda bir-iki
2
33,3%
8
20,0%
3
20,0%
2
16,7%
5
22,7%
1
20,0%
21
21,0%
Toplam
6
100,0%
40
100,0%
15
100,0%
12
100,0%
22
100,0%
5
100,0%
100
100,0%
Araştırma kapsamındaki çalışanların görevlerine göre “Tıbbi atıkların sağlığınız için
oluşturduğu risklere maruz kaldığınız oluyor mu?” sorusuna verdikleri yanıtlar yukarıdaki
çapraz tabloya yansıtılmıştır. Buna göre hemşire, sağlık memuru, laborant ve hizmetlilerin
çoğunluğu hiçbir zaman maruz kalmadığını söylemiş, idari personelin %80’i haftada bir
yada ayda bir maruz kaldığını belirtmiştir. Doktorların %33’ü hiçbir zaman maruz
kalmadığını söylemiş, yine %33’lük diğer bir bölümü ise yılda bir iki kez bu risklere maruz
kaldığını belirtmiştir.
Tablo 13. Personelin hastanedeki tıbbi atık uygulamalarını yeterli bulma durumları
s3
Evet
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
5
5,0%
33
33,0%
14
14,0%
10
10,0%
18
18,0%
5
5,0%
85
85,0%
129
Hayir
1
1,0%
7
7,0%
1
1,0%
2
2,0%
4
4,0%
0
,0%
15
15,0%
Toplam
6
6,0%
40
40,0%
15
15,0%
12
12,0%
22
22,0%
5
5,0%
100
100,0%
“Tıbbi atıkların insan sağlığına etkilerinin giderilmesi için, hastanenizdeki tıbbi atık
uygulamalarının yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna çalışanların % 85’i evet,
% 15’i hayır cevabını vermiştir. Personelin büyük çoğunluğunun evet cevabını vermesi
hastane yönetiminin tıbbi atıklar konusunda duyarlı davrandığına ve gerekli tedbirleri
aldığına personelin inanmış olduğunun göstergesidir.
Tablo 14. Personelin hastanedeki tıbbi atıkların toplanması uygulamalarını yeterli
bulma durumları
s5
Evet
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Hayir
6
6,1%
34
34,7%
14
14,3%
9
9,2%
19
19,4%
5
5,1%
87
88,8%
0
,0%
6
6,1%
1
1,0%
2
2,0%
2
2,0%
0
,0%
11
11,2%
Toplam
6
6,1%
40
40,8%
15
15,3%
11
11,2%
21
21,4%
5
5,1%
98
100,0%
“Tıbbi atıkların doğaya olan etkisinin giderilmesi için hastanenizdeki tıbbi atıkların
toplanması ile ilgili uygulamaların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna 100
personelin % 2’si yanıt vermemiştir. Geriye kalan 98 kişinin % 88,2’si evet, % 11,2’si hayır
cevabını vermiştir. Bu da hastane uygulamalarına olan güvenin göstergesi sayılabilir.
2.2.3. Personelin tıbbi atıklar konusundaki aldıkları eğitimin değerlendirilmesi
Tablo 15. Personelin tıbbi atıklarla ilgili eğitim alma durumları
N
%
Evet aldım
75
75,0
Hayır almadım
25
25,0
Toplam
100
100,0
130
“Tıbbı atıklar ile ilgili bir eğitim aldınız mı? Cevabınız evet ise eğitimi nereden
aldığınızı lütfen belirtiniz?” sorusuna çalışanların % 75’i evet aldım, % 25’i ise hayır
almadım demiştir. Çoğunluğun evet cevabı vermiş olması hastane personeli ile uygulama
öncesi yapılan ön görüşmede belirttikleri “ayda bir konu ile ilgili eğitim alıyoruz” ifadelerini
destekler niteliktedir. Tıbbi atıklar gibi çevre ve insan sağlığı için önemli boyutta tehdit
içeren bir konuda, hastanenin yoğun çalışma koşulları altında ayda bir eğitim veriliyor
olması personelin tıbbi atık konusundaki bilgilerinin sıcak tutulmasını sağlayacak, işin
yönetmelik kurallarına uygunluğunun devamlılığını sağlayacaktır.
Tablo 16. Personelin görevlerine göre tıbbı atıklar ile ilgili eğitim alma durumları
s6
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
Evet aldim
5
5,0%
31
31,0%
9
9,0%
9
9,0%
17
17,0%
4
4,0%
75
75,0%
Hayir
almadim
1
1,0%
9
9,0%
6
6,0%
3
3,0%
5
5,0%
1
1,0%
25
25,0%
Toplam
6
6,0%
40
40,0%
15
15,0%
12
12,0%
22
22,0%
5
5,0%
100
100,0%
Tıbbi atıklar ile ilgili eğitim almayan 25 kişinin 9’u hemşire, 5’i hizmetli, 3’ü
laborant, 1’i doktor ve 1’i idari personeldir. Hastane yönetiminden alınan bilgiye göre,
eğitimler hastanedeki tüm personeli kapsamakta, personellerin eğitime katılımları isteğe
bağlı olmamaktadır. Eğitim almadım diyen personellerin tayin gelmiş, hastalık veya doğum
öncesi, sonrası uzun süreli izin kullanan personellerden oluştuğu belirtilmiştir.
131
Tablo 17. Personelin tıbbi atıklarla ilgili aldıkları eğitimi yeterli bulma durumları
N
%
Evet, yeterli
74
98,7
Hayır, yeterli değil
1
1,3
Toplam
75
100,0
Cevapsız
25
6.soruya evet yanıtını veren 75 kişiye “Aldığınız eğitim sizce yeterli mi?” sorusu
sorulmuş % 98,7’si yeterli bulmuş, % 1,3’ü ise yetersiz görmüştür. Yeterli cevabını
verenlerin sayısının yüksek olması personelin kendilerine verilen eğitimi yeterli bulduklarını
göstermektedir.
2.2.4. Personelin hastane tıbbi atık uygulamaları konusundaki düşüncelerinin
değerlendirilmesi
Tablo 18. Personelin hastane tıbbi atık sorumlusuna ilişkin düşünceleri
N
%
Başhekim
8
8,1
Hastane müdürü
30
30,3
Başhemşire
7
7,1
Temizlik sorumlusu
16
16,2
Diğer
38
38,4
Toplam
99
100,0
Cevapsız
1
132
“Hastanenizin tıbbi atık sorumlusunun kim olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna 1
çalışan cevap vermemiş, yanıt veren 99 çalışanın % 8,1’i Başhekim, % 30,3’ü Hastane
Müdürü, % 7,1’i Başhemşire, % 16,2’si Temizlik sorumlusu ve % 38’i diğer cevabını
vermiştir. Diğer cevabını verenlerin hemen hemen hepsi “enfeksiyon komitesi” yazmıştır.
Yönetmeliğe göre hastane tıbbi atık sorumlusu hastane başhekimidir ve hastanelerde tıbbi
atıklardan sorumlu bir birimin bulunması gerekir. Hastane yönetiminden alınan bilgiye göre
hastanenin tıbbi atık işleri için bir enfeksiyon komitesi bulunmaktadır. Hastanede tıbbi
atıkların düzenli toplanması ve taşınması işlerinden, personel eğitiminden sorumlu bu
birimin varlığı yönetmeliğe uygundur. Personel açısından böyle bir birimin varlığı ise, tıbbi
atıklar konusunda oluşan aksaklıklar ve sorunlar için nereye başvuracağı ve kimi muhatap
alacağı konusunda tedirginlik yaşamalarını önlemektedir.
Tablo 19. Personelin tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması ve bertaraf
edilmesine verdikleri önemin derecelendirilmesi
N
%
Çok Önemli
97
97,0
Önemli
3
3,0
Önemsiz
0
0,0
Bilmiyorum
0
0,0
Toplam
100
100,0
“Tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması ve bertaraf edilmesi sizce ne
kadar önemli?” sorusuna çalışanların % 97’si çok önemli derken % 3’ü önemli yanıtını
vermiştir. Bilmiyorum veya önemsiz yanıtını veren olmamıştır. Tıbbi atıklar ile iç içe
yaşayan personelin bu soruya “çok önemli” cevabını vermiş olması beklenen bir durumdur.
Bu durum tıbbi atıklar konusunda dikkatli davranılması, gerekli önlemin alınması gerektiği
konusunda bilinçli olduklarının da göstergesi sayılabilir.
133
Tablo 20. Personelin tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı toplanması ve bertaraf
edilmesine verdikleri önemin nedenleri
Hastane personelinin sağlığına
1.sırada
2.sırada
3.sırada
4.sırada
önemli
önemli
önemli
önemli
N
%
N
%
N
%
N
%
71
73,2
7
7,2
8
8,2
11
11,3
6
6,2
71
73,2
17
17,5
3
3,1
13
13,4
14
14,4
65
67,0
5
5,2
9
9,3
4
4,1
7
7,2
77
79,4
zarar verme olasılığı nedeni ile
Hastalara zarar verme olasılığı
nedeni ile
Halk sağlığına zarar verme olasılığı
nedeni ile
Fiziksel çevreye zarar verme
olasılığı nedeni ile
Cevapsız
1
1
1
1
“Tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması ve bertaraf edilmesi sizce
önemli ve çok önemli ise nedeni nedir? Önem sırasına göre derecelendiriniz.” sorusuna 1
personel yanıt vermemiştir. Geriye kalan 99 personelin % 73,2 si 1. sırada önemli olarak
hastane personelinin sağlığına zarar verme olasılığını, % 73,2 si 2.sırada önemli olarak
hastalara zarar verme olasılığını, % 67’si 3.sırada önemli olarak halk sağlığına zarar verme
olasılığını, % 79,4’ü 4.sırada önemli olarak fiziksel çevreye zarar verme olasılığını
işaretlemiştir. Tıbbi atıklarla iç içe yaşayan ve atıkların tehlikelerinden doğrudan etkilenen
personelin bu soruya 1. derece olarak hastane personeline zarar verme olasılığı nedeniyle
demesi beklenen bir durumdur. Personelin “çevreye zarar verme” seçeneğini 4. sırada
önemli görmesinde etken, hastane içindeki atıkların öncelikle hastanenin yakın çevresini
etkileyeceği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Bir diğer neden de kişilerin insan sağlığıçevre sağlığı noktasında çevreyi insan merkezli bir bakış açısı ile ele almış olmalarıdır.
134
Tablo 21. Personelin hastanenin her bölümündeki tıbbi atıkların ayrımının doğru ve
güvenilir yapılıp yapılmaması konusundaki düşünceleri
Evet
gorev
doktor
hemsire
saglik memuru
laborant
hizmetli
idare
Toplam
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
N
%
5
5,0%
34
34,0%
9
9,0%
6
6,0%
18
18,0%
4
4,0%
76
76,0%
s12
Hayir
0
,0%
4
4,0%
1
1,0%
2
2,0%
2
2,0%
1
1,0%
10
10,0%
Bilmiyorum
1
1,0%
2
2,0%
5
5,0%
4
4,0%
2
2,0%
0
,0%
14
14,0%
Toplam
6
6,0%
40
40,0%
15
15,0%
12
12,0%
22
22,0%
5
5,0%
100
100,0%
“Hastanenizin her bölümünde tıbbi atıkların kendi aralarındaki ayrımının
(patolojik, enfekte, kesici-delici vb.) doğru ve güvenilir yapıldığını düşünüyor musunuz?”
sorusuna çalışanların % 76’sı evet, % 10’u hayır ve % 14’ü bilmiyorum cevabını vermiştir.
Bu durum personelin tıbbi atıkların yok edilmesi konusunda hastane uygulamalarını yeterli
bulduklarının göstergesi sayılabilir. “Hayır” ve “bilmiyorum” cevaplarını veren kişilere atık
eğitimi aldınız mı? ve neden güvenilir bulmuyorsunuz? soruları yöneltilmiştir. Bu kişilerin
atık eğitimi aldıkları ancak eğitimin uygulamada başarı için tek başına yeterli olmayacağı,
uygulamalarda her zaman gerekli titizliğin ve hassasiyetin gösterilmediği fikrinde oldukları
saptanmıştır.
135
2.2.5. Personelin yönetmelik hükümlerini bilme düzeylerinin değerlendirilmesi
Tablo 22. Personelin evsel atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
N
%
Mavi
51
58,0
Kırmızı
3
3,4
Siyah
34
38,6
Toplam
88
100,0
Cevapsız
12
“Hastanenizdeki atıkları hangi renk poşetlere koyuyorsunuz?” sorusuna evsel atıklar
için 12 kişi yanıt vermemiştir. Geriye kalan 88 kişinin % 51’i mavi, % 3’ü kırmızı ve %
34’ü siyah cevabını vermiştir. Yönetmeliğe göre evsel atıklar mavi renk poşetlere
koyulmalıdır. Tıbbi atıklar biriktirildiği poşet renklerine göre işlem görmektedir. Bu nedenle
bu atıkların doğru renk poşetlerde taşınması kuralına uygun işlem görmesi açısından önem
arzetmektedir.
Tablo 23. Doktor ve hemşirelerin evsel atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
mavi
gorev
doktor
hemsire
Toplam
N
%
N
%
N
%
kirmizi
2
40,0%
22
55,0%
24
53,3%
2
40,0%
1
2,5%
3
6,7%
siyah
1
20,0%
17
42,5%
18
40,0%
Toplam
5
100,0%
40
100,0%
45
100,0%
Araştırma kapsamındaki doktor ve hemşirelerin “hastanenizdeki evsel atıkları hangi
renk poşetlere koyuyorsunuz” sorusuna verdikleri yanıtlar yukarıdaki çapraz tabloya
yansıtılmıştır. Doktorlardan 1 tanesi bu soruya yanıt vermemiştir. Doğru cevap olan mavi
renk poşet cevabını, doktorların %40’ı ve hemşirelerin %55’i vermiştir.
136
Tablo 24. Personelin tıbbi atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
N
%
Mavi
4
4,5
Kırmızı
82
92,1
Siyah
3
3,4
Toplam
89
100,0
Cevapsız
11
Tıbbi atıklar için 11 kişi yanıt vermemiş, geriye kalan 89 kişinin % 4,5’i mavi, %
92,1’i kırmızı ve % 3,4’ü siyah cevabını vermiştir. Yönetmeliğe göre tıbbi atıklar kırmızı
renk poşetlere koyulmalıdır. Tıbbi atıkların taşınması ve bertaraf edilmesinden önceki ilk ve
en önemli sürecin doğru yerde biriktirilmesi olduğu düşünüldüğünde hastane personelinin
çoğunluğunun tıbbi atıkların hangi renk poşette biriktirilmesi gerektiğini bilmesi zorunlu bir
durumdur. Aksi halde verilen eğitimlerin, yönetmelikteki kuralların hiçbir anlamı kalmaz.
Personelin atıklarla ilgili her şeyi değil ama “kırmızı renk poşetin” anlamını bilmesi şarttır.
Tablo 25. Doktor ve hemşirelerin tıbbi atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
mavi
gorev
doktor
hemsire
Toplam
N
%
N
%
N
%
kirmizi
2
40,0%
1
2,5%
3
6,7%
3
60,0%
37
92,5%
40
88,9%
siyah
0
,0%
2
5,0%
2
4,4%
Toplam
5
100,0%
40
100,0%
45
100,0%
Araştırma kapsamındaki doktor ve hemşirelerin “hastanenizdeki tıbbi atıkları hangi
renk poşetlere koyuyorsunuz” sorusuna verdikleri yanıtlar yukarıdaki çapraz tabloya
yansıtılmıştır. Doktorlardan 1 tanesi bu soruya yanıt vermemiştir. Doğru cevap olan kırmızı
renk poşet cevabını, doktorların %60’ı ve hemşirelerin %92,5’i vermiştir. Hastanelerde hasta
tedavilerinde neler yapılacağını belirten kişiler doktorlar, tedaviyi hazırlayan ve uygulayan
kişiler ise hemşirelerdir. Bu noktada tıbbi atık oluşumunun tedavi hazırlama ve uygulama
137
esnasında olduğu düşünüldüğünde tıbbi atıklarla bir hemşirenin bir doktordan daha fazla iç
içe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle hemşirelerin daha yüksek oranda
doğru cevabı bilmiş olmaları normal bir durumdur.
Tablo 26. Personelin radyoaktif atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyleri
N
%
Mavi
17
27,4
Kırmızı
4
6,5
Siyah
41
68,1
Toplam
62
100,0
Cevapsız
38
Radyoaktif atıklar için 38 kişi yanıt vermemiş, geriye kalan 62 kişinin %27,4’ü mavi,
%6,5’i kırmızı, %68,1’i ise siyah cevabını vermiştir. Kırıkkale Devlet Hastanesi’nde
radyoaktif atıklar minimal düzeydedir. Bu nedenle personel radyoaktif atıklarla iç içe
değildir. Buna rağmen yanıt verenlerin çoğunluğunun cevabının doğru olması önemlidir.
Ancak cevap vermeyenlerin bu konuda bilgi sahibi olmadıklarını görmekteyiz. Hangi
torbaya konulacağını doğru bilmeyen 21 kişi ile cevap vermeyen 38 kişi birlikte
düşünüldüğünde radyoaktif atıklar konusunda personelin bilgisinin yetersiz olduğu
anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu atıklarla çok az karşılaşılıyor olsa da bu atıkların zararlı
etkileri dikkate alındığında ortaya çıkan sonuç düşündürücüdür.
Tablo 27. Doktor ve hemşirelerin radyoaktif atıkların koyulduğu poşetleri bilme
düzeyleri
mavi
gorev
doktor
hemsire
Toplam
N
%
N
%
N
%
0
,0%
8
32,0%
8
28,6%
138
kirmizi
0
,0%
2
8,0%
2
7,1%
siyah
3
100,0%
15
60,0%
18
64,3%
Toplam
3
100,0%
25
100,0%
28
100,0%
Araştırma kapsamındaki doktor ve hemşirelerin “hastanenizdeki radyoaktif atıkları
hangi renk poşetlere koyuyorsunuz” sorusuna verdikleri yanıtlar yukarıdaki çapraz tabloya
yansıtılmıştır. Doktorlardan 3 ve hemşirelerden 15 tanesi bu soruya yanıt vermemiştir.
Doğru cevap olan siyah renk poşet cevabını, doktorların %100’ü ve hemşirelerin %60’ı
vermiştir. Yanıt vermeyenlerin radyoaktif atıkların hangi renk torbaya konulduğu hakkında
fikir sahibi olmadıklarını görmekteyiz. Fikir sahibi olmamalarında hastane radyoaktif
atıklarının minimal düzeyde ve hastanenin belirli bölümlerinde olması etkendir. Ancak
radyoaktif atıkların önemli bir atık türü olduğu, bir doktor ve bir hemşirenin atıklarla birinci
derece iç içe olduğu düşünüldüğünde bu kişiler tarafından bu sorunun cevabının bilinmesini
bekleriz.
Tablo 28. Personelin kesici-delici atıkların nerede biriktirildiğini bilme düzeyleri
N
%
Poşetlerde
3
3,0
Karton kutularda
4
4,0
Plastik kutularda
92
92,0
Çift katlı poşetlerde
1
1,0
Diğer
0
0,0
Toplam
100
100,0
“Kesici –delici atıklar nerede biriktiriliyor?” sorusuna personelin %3’ü poşetlerde, %
4’ü karton kutularda, % 92’si plastik kutularda, % 1’i çift katlı poşetlerde yanıtını vermiştir.
Yönetmeliğe göre doğru olan plastik kutularda biriktirilmesidir. Kesici-delici atıklar
vücudun herhangi bir yerine battıkları anda kanla temas edip doğrudan hastalık bulaştırma
özelliklerine sahiptir. Hepatitli ayrıca Kırım Kongo Kanamalı Ateşli bir hasta enjektörünün
sağlık personeline batması demek hastalığın bulaşmış olduğu anlamı taşır. Bu nedenle
kesici-delici atıkların kaliteli kutularda dışına taşmadan taşınması çok önemlidir.
Unutmamak gerekir ki, kesici-delici atık türü en çok hastalık bulaştıran atık türüdür.
139
Tablo 29. Personelin poşetlerdeki atıkların toplandığı yerle ilgili düşünceleri
N
%
Geçici atık deposunda
70
70,0
Konteynırlarda
18
18,0
Bilmiyorum
12
12,0
Toplam
100
100,0
“Poşetlerdeki atıkların nerede toplandığını düşünüyorsunuz?” sorusuna personelin %
70’i geçici atık deposunda ve % 18’i konteynırlarda cevabını vermiştir. % 12’si ise
bilmiyorum demiştir. Hastane yönetiminden alınan bilgiye göre atıklar geçici atık deposunda
toplanmaktadır. Hastane katlarında toplanan tıbbi atıklar belirli kişiler tarafından geçici atık
depolarına götürülür. Katlardaki sağlık personeli atıkların doğru poşetlerde, gerektiği şekilde
biriktirilmesinden sorumludur. Buna rağmen hastane personelinin çoğunluğunun geçici atık
deposu cevabını bilmesi verilen eğitimlerin bir sonucudur.
Tablo 30. Personelin tıbbi atıkların hastane bölümleri arasında toplanması, taşınması
ve depolanması işlerini kimin yaptığını bilme düzeyi
N
%
Özel Temizlik Elemanları
69
69,7
Hastane Temizlik
30
30,3
Hastabakıcılar
0
0
Hemşireler
0
0
Toplam
99
100
Cevapsız
1
Elemanları
140
“Tıbbi atıkların hastane bölümleri arasında toplanması, taşınması ve depolanması
işlerini kim yapıyor?” sorusuna 100 personelden 1’i cevap vermemiş, geriye kalan 99
personelin % 69,7’si özel temizlik elemanları, % 30,3’ü hastane temizlik elemanları
cevabını vermiştir. Hastabakıcı ve hemşire cevabını veren hiç kimse olmamıştır. Hastane
yönetiminden de alınan bilgiye göre tıbbı atıkların toplanması, taşınması ve depolanması
işlerini özel temizlik elemanları yapmaktadır. Bu temizlik elemanlarının birkaçıyla yapılan
görüşmede “ atık toplama ve taşıma işlerini yaparken karşılaştığınız sorunlar nelerdir”
sorusu yöneltilmiş. Bu soruya “kesici- delici atık kutularına atılması gereken enjektörlerin
diğer tıbbi atık poşetlerine atılmasına atıldığı durumlarda elimize batması riskine maruz
kalabiliyoruz” cevabı alınmıştır. Đğne batması sonucu yakalanılan hastalık sayısının fazla
olduğu düşünüldüğünde bu konuda tüm çalışanların duyarlı olması ve sıkı denetim
yapılmasının gerekliliğini tartışılmaz bir gerçektir. Hastane personelinin çoğunluğu özellikle
sağlık personeli teorik olarak kesici-delici atıkların kutulara konulduğunu bilmektedir.
Ancak bilmek kadar bildiğini doğru bir şekilde uygulamanın atıkları toplayan kişilerinin
sağlıklarını tehlikeye atmamak açısından önemli olduğunu unutmamak gerekir.
2.2.6. Hastane atıklarının taşınması ve sorumluların denetlenmesi durumunun
değerlendirilmesi
Tablo 31. Atık toplama ve taşıma sorumlularının başka sorumlulukları bulunup
bulunmadığının tespiti
N
%
Evet
0
0,0
Hayır
21
77,8
Bilmiyorum
6
22,2
Toplam
27
100,0
Cevapsız
73
141
“Atık toplama ve taşıma sorumluları başka işlerden sorumlu mudur?” sorusu idareci
ve hizmetli toplam 27 personele sorulmuş % 77,8’i hayır, % 22,2’si ise bilmiyorum cevabını
vermiş ve evet diyen olmamıştır. Đşin doğru ve güvenilir bir şekilde yapılması için atık
toplama ve taşıma sorumlularının başka işlerden sorumlu olmamaları gerektiğini
düşünmekteyiz. Hastane uygulaması da bu yöndedir.
Tablo 32. Atık toplama ve taşıma sorumlularının denetlenme sıklıkları
N
%
Günlük
21
77,8
Haftalık
1
3,7
Aylık
3
11,1
Diğer
2
7,4
Toplam
27
100,0
Cevapsız
73
“Atık toplama ve taşıma sorumluları ne sıklıkla denetleniyor?” sorusu idareci ve
hizmetli toplam 27 personele sorulmuş % 77,8’i günlük, % 3,7’si haftalık, % 11,1’i aylık ve
%7,4’ü diğer yanıtını vermiştir. Atık toplama ve taşıma sorumlularının günlük olarak
denetlenmeleri hastane yönetiminin tıbbi atıklara verdiği önemin göstergesidir. Hastane
yönetiminden edinilen bilgiye göre, atık toplama ve taşıma sorumluları günlük olarak en
azından her servisin sorumlu hemşiresi tarafından denetlenmektedir. Günlük denetim olması
gereken bir durumdur. Hatta bu denetim hastanenin hasta yoğunluğunun fazla olduğu yerler
için günde birden fazla bile yapılabilir. Çünkü atık poşet ve kutuları çok büyük değillerdir.
Bunların günde birden fazla değiştirilmesi gerekebilir. Aksi durumda tıbbi atıklar poşet ve
kutulardan dışarı taşabilir. Bunu önlemenin yolu denetimin düzenli yapılmasından geçer.
142
Tablo 33. Atık toplama ve taşıma sorumlularının değişme sıklığı
N
%
Değişmiyor
24
88,9
Günlük
0
0,0
Haftalık
0
0,0
Aylık
2
7,4
Diğer
1
3,7
Toplam
27
100,0
Cevapsız
73
“Atıkların toplanması ve taşınması işlerini yapan görevliler ne sıklıkla değişiyor?”
sorusu idareci ve hizmetli toplam 27 personele sorulmuş % 88,9’u değişmiyor, % 7,4’ü aylık
ve % 3,7’si diğer yanıtını vermiştir. Günlük veya Haftalık cevabını veren kimse olmamıştır.
Çoğunluğun değişmiyor cevabını vermiş olması bu görevi tecrübe kazanmış kişilerin
yaptığının göstergesidir. Hastane yönetiminden edinilen bilgiye göre, kural atık toplama ve
taşınması işlerini yapan kişilerin değiştirilmemesidir. Ancak izin, hastalık, personel
yetersizliği durumlarında bu kural bozulabilir. Bu durumda da atık toplama ve taşıma
kurallarına yabancı olmayan kişiler seçilmeye, en azından kurallar hatırlatılmaya çalışılır.
143
Tablo 34. Atık toplama ve taşıma görevlilerin eğitime alınma durumları
N
%
Evet
22
81,5
Hayır
3
11,1
Bilmiyorum
2
7,4
Toplam
27
100,0
Cevapsız
73
“Bu görevliler belirli aralıklarla eğitime alınıyor mu?” sorusu idareci ve hizmetli
toplam 27 personele sorulmuş % 81,5’i evet, % 11,1’i hayır ve % 7,4’ü bilmiyorum yanıtını
vermiştir. Çoğunluğun evet cevabını vermiş olması hastane yönetiminin bu konuya vermiş
olduğu önemin göstergesidir. Eğitim bilgilerin taze tutulması ve yeni gelişmelerin
öğrenilmesi açısından da önemlidir.
Tablo 35. Atık toplama ve taşıma personelinin özel elbise giyme durumları
N
%
Evet
89
89,0
Hayır
10
10,0
Đlgilenmiyorum
1
1,0
Toplam
100
100,0
“Tıbbi atık toplama ve taşıma personeli özel elbiseler giyiyor mu?” sorusuna
personelin % 89’u evet, % 10’u hayır ve % 1’i ilgilenmiyorum yanıtını vermiştir.
Yönetmeliğe göre, atık toplama ve taşıma personelinin özel elbiseler giymesi zorunludur.
Çoğunluğun evet cevabı vermiş olması yönetmeliğe uygun hareket ettiklerinin göstergesidir.
Sadece tıbbi atıkların toplanması ve taşınmasında kullanılan giysinin olması, atıklarla temas
144
sırasında enfekte maddelerin kişinin kendisine ve çevresine hastalık bulaştırmasını
önleyecektir. Burada önemli olan bir diğer nokta, atıklar toplanıp, taşındıktan sonra sorumlu
personelin bu giysilerle dolaşmadan sadece bu giysilerin koyulduğu odada üzerlerini
değiştirmeleridir.
Tablo 36. Tıbbi atıkların taşıyan kuruluşun tespiti
N
%
Kurumun kendi aracı
9
9,1
Belediye aracı
82
82,8
Özel şirket aracı
8
8,1
Toplam
99
100,0
Cevapsız
1
“Tıbbi atıklarınızın taşınması hangi kuruluşun araçları ile yapılıyor” sorusuna 1
personel cevap vermemiş, geriye kalan 99 personelin % 9,1’i kurumun kendi aracı ile, %
82,8’i belediye aracı ile, % 8,1’i özel şirket aracı ile cevabını vermiştir. Yönetmeliğe göre
tıbbi atıkların taşınmasından belediyeler sorumludur. Hastane yönetiminden edinilen bilgiye
göre, atıklar belediye aracı tarafından taşınmakta, hiçbir şekilde hastane aracı
kullanılmamaktadır.
Tablo 37. Tıbbi atıkların belediye ekiplerince düzenli alınma durumlarının tespiti
N
%
Evet
76
76,0
Hayır
1
1,0
Bilmiyorum
23
23,0
Toplam
100
100,0
145
“Tıbbi atıklarınız belediye ekiplerince düzenli olarak teslim alınıyor mu?” sorusuna
personelin % 76’sı evet, % 1’i hayır ve % 23’ü bilmiyorum cevabını vermiştir. Hastanenin
atık toplama ve taşımada göstermiş olduğu hassasiyeti belediyelerin de gösterip atıkları
zamanında gelip alması önemli bir durumdur. Hastanelerin atık depolarının belirli bir atık
bulundurma kapasitesi vardır ve bu aşılmamalıdır. Belediyenin geç gelerek atıkları
götürmesi atıkların hastanede gereğinden fazla kalıp hastane ve çevresinde enfeksiyon riski
oluşturmasına yol açabilir. Atıkların belediye araçlarına teslimini yapan görevlilerden alınan
bilgiye göre, atıklar belediye ekiplerince her hafta cuma günü düzenli olarak alınmakta,
nadir de olsa geç kalındığı zaman telefonla belediye atık sorumlularıyla iletişime
girilmektedir.
Anketin 4, 8, 24 ve 25. soruları deneklere açık uçlu olarak sorulmuştur.
Araştırma kapsamındaki personelden (Hastanenizdeki tıbbi atık uygulamalarının
yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?) 3. soruya “hayır” yanıtını veren 15 kişiye 4.soruda
“Uygulamada ne tür değişiklikler yapılmalıdır?” sorusu sorulmuş ve bu kişilerden 5’inden
yanıt alınmıştır. Alınan yanıtlar çoğunlukla yeterli eğitimin verilmesi şeklinde olmuştur.
Araştırma kapsamındaki personelden 7. soruya (Aldığınız eğitim sizce yeterli midir?)
“yetersiz” yanıtını veren 1 kişiye 8. soruda “hangi konuları içeren bir eğitim verilmelidir?”
sorusu sorulmuş fakat bu kişiden yanıt alınamamıştır.
Araştırma kapsamındaki personele 24. soruda “tıbbi atıkların çevre ve insan sağlığı
üzerinde yarattığı tehlikelere örnek veriniz” denilmiştir. Yanıt veren personelin büyük
çoğunluğu hepatit hastalığının yayılması derken diğerleri ise bulaşıcı hastalıkların yayılması
cevabını vermiştir. Tıbbi atıkların en önemli riski enfeksiyon hastalıklara doğrudan
yakalanmaya yol açma riskidir. Özellikle enjektör ve diğer kesici- delici alet batmaları
sonucu hepatit hastalığına yakalanan kişi sayısının fazla olması cevabın bu yönde olmasını
etkilemiştir.
Araştırma kapsamındaki idari personele “sürdürülebilir atık yönetimi oluşturabilmek
için neler yapılabileceği konusundaki önerileri” sorulmuştur. Araştırma kapsamındaki 5
idari personelin verdiklerin yanıtlar çoğunlukla hizmet içi eğitimlerin artırılması ve
yönetmelik kurallarının gerektiği gibi uygulanması şeklinde olmuştur.
146
1. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDĐRĐLMESĐ
Yapılan anket sonuçları, sağlık ve idari personellerle yüz yüze yapılan görüşmeler ve
hastane bölümleri, geçici atık deposunda yapılan incelemeler ışığında Kırıkkale Devlet
Hastanesi’ndeki tıbbi atık uygulamaları için aşağıdaki saptamalar yapılmıştır:
-
Hastanede yapılan incelemelerde spesifik olarak tıbbi atıklardan sorumlu bir
“Enfeksiyon Komitesi” biriminin bulunduğu görülmüştür. Bu birim üretilen tıbbi
atıkların hastane içinde toplanmasından belediye ekiplerine teslimine kadar geçirilen
süreçte bir denetim görevi görmekte ve personel eğitimleriyle de doğrudan
ilgilenmektedir. Türkiye’deki birçok hastanede yalnızca tıbbi atıklardan sorumlu
birimler bulunmamaktadır. Bu birimlerin tüm hastanelerde olması doğru ve güvenilir
tıbbi atık yönetiminin oluşturulması açısından önemli bir ayrıntıdır.
-
Hastane personeli tıbbi atıklar konusunda ayda bir eğitilmektedir. Bu eğitimi almış
olmaları nedeniyle gerek anket uygulamasında gerekse yüz yüze yapılan
görüşmelerde personelin kendinden emin, konuya hakim tavırları dikkat çekmiştir.
-
Hastane içinde üretilen atıkların kaynağında ayrımı yapılmakta ve bunlar geçici atık
deposunda bir haftalık bir süre ile bekletilmektedir. Geçici atık deposunda yapılan
incelemede, depo sıcaklığının 4 derecenin altında olduğu, tıbbi atıklarla evsel atık
bölmesinin ayrı olduğu, hastane yoğunluğunda uzak bir mekanda yer aldığı ve
depoda havalandırma sisteminin mevcut olduğu görülmüştür. Bu durum Tıbbi
Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’ne uygun bulunmaktadır.
-
Hastane atık toplama ve taşıma sorumlarının değişmeyen elemanlardan oluşması,
günlük denetimlerinin düzenli yapılıyor olması belirli aralıklarla bu kişilerin ayrıca
eğitilmesi ve bu kişilerin çalışma esnasında turuncu renkli özel elbiseler giymesi
güvenli tıbbi atık yönetiminin uygulanmaya çalışıldığının göstergesidir.
-
Hastanede üretilen tıbbi atık miktarı ile ilgili kayıt tutulmaktadır. Ancak bu kayıtlar
atık türlerine göre değil, tüm atıklar için toplu olarak yapılmaktadır. Atıkların kayıt
altına alınması yönetmeliğe uygun olmakla beraber, atık bileşenlerinin ayrılmaması
yönetmeliğe aykırı bir durumdur.
-
Hastanede röntgen banyo suları dışındaki sıvı hastane atıklarının tümü,
kanalizasyona boşaltılmaktadır. Bu durum patojen özellikteki uzun ömürlü
mikroorganizmaların insan ve çevre sağlığı açısından tehlike yaratmasına neden olur
ve sorumsuzluktur.
147
Sonuç olarak; Kırıkkale Devlet Hastanesi tıbbi atık uygulamalarında Tıbbi Atıkların
Kontrolü Yönetmeliği’ne uygun hareket etmektedir diyebiliriz. Yaptığımız çalışma
özellikle hastane personelinin tıbbi atıklar konusunda bilinçli ve duyarlı olduğunu gösterdi.
Hastane yönetiminin de özellikle yönetmelik hükümlerini uygulamadaki kararlılığı bu
hastanede diğer eksikliklerin tamamlanarak güvenilir bir atık yönetimi uygulanabileceği
izlenimini yaratmaktadır. Ancak “Kırıkkale Devlet Hastanesi’nde sürdürülebilir atık
yönetimi vardır veya uygulanabilir” diyebilir miyiz? Bu soruya evet diyebilmek çok zor.
Çünkü hastanede atıkların azaltılması ve geri dönüşümünün sağlanmasına yönelik bir
çalışmaya rastlanmamıştır. Sadece atıkların gerektiği gibi toplanması ve taşınması işlemleri
yapılmaktadır. Atıkların bileşenlerine ayrılarak kayıt altına alınması ve sıvı hastane
atıklarının doğrudan kanalizasyona verilmemesi konularına da özen gösterilmelidir.
Kırıkkale Devlet Hastanesi’nde yapmış olduğumuz bu çalışma sonuçlarına dayanarak
Türkiye’deki diğer hastanelerle ilgili genel
çıkarımlar
yapmamız mümkün değildir.
Özellikle Ankara’daki hastanelerde atıklar konusunda yapılan çalışmaları incelediğimizde
özellikle yönetmelik hükümlerinin hiç uygulanmadığını görmekteyiz. Araştırmacının
hemşire olarak 3 aylık süre geçici görevle Ankara Yüksek Đhtisas Hastanesi’nde 11 Mayıs
2009 tarihinde çalışmaya başlaması bu hastanedeki tıbbi atık uygulamalarını en azından
kendi çalıştığı servis içinde izleyebilmesine olanak sağlamıştır. Yapılan gözlemler
üzücüdür ki Ankara’daki hastanelerde tıbbi atıklar konusunda yapılan çalışmaları doğrular
niteliktedir. Öyle ki çalışılan serviste tıbbi atıklarla ilgili olarak uyulan tek kural evsel atık,
tıbbi atık poşetlerinin varlığı şeklindedir. Ancak atıklar doğru poşetlere konulmamakta ve
gerekli denetimler yapılmamaktadır. Öyle ki hemşire odalarında yenilip içilen artıklar
umursamaz bir şekilde tıbbi atık poşetlerine atılmaktadır. 20 yataklı bir serviste yaşanan bu
durum hastanede bu konuda hiçbir eğitim verilmediğini ve yaptırım uygulanmadığını
açıkça gözler önüne sermektedir.
148
SONUÇ VE DEĞERLENDĐRME
Canlı bir organizma olan insan, yaşamı boyunca ihtiyaçlarının karşılanması için bir
savaşım vermiş ve bunun için yaşadığı çevre ile sürekli etkileşimde bulunmuştur. Bu
etkileşim sürecinde insan bir taraftan ihtiyaçlarının karşılanması yönünde mücadele ederken
diğer taraftan da üretim ve tüketim faaliyetleri için kaynak sağladığı çevreye olumsuz
müdahalelerde bulunarak toprağın, suyun ve havanın bozulmasına ve çevrenin içkin değerini
sarsacak sorunların oluşmasına neden olmuştur.
Đnsanların temiz solunabilir hava, sağlıklı içilebilir su yenilebilir ve kaliteli besin
sağlama,
barınılabilecek konut gibi gereksinimlerinin sağlıklı ve dengeli bir biçimde
karşılanamaması sonucu çevre sağlığı sorunları oluşmaktadır. Çevre sorunlarının başlangıcı
ise kentleşme ve sanayileşme süreci ile yakından ilgilidir. Bu süreçlerle birlikte dünya
devletlerinin en çok üzerinde durdukları konulardan biri de çevre olmuştur. Çevre, çevre
sorunları ve çevre sağlığı konuları ulusal boyutu aşıp uluslararası boyutta tartışılan çözüm
aranılan sorunlar olarak karşımıza çıkmıştır. Özellikle hızlı nüfus artışına koşut olarak çevre
koşulları hızla sağlığı tehdit eden bir durum içerisine girmiş ve kişilerin sağlık durumları
yaşadıkları çevreye göre de değişebilmiştir. Bu durum temiz su ve güvenli gıda
sağlanmasının, barınakların iyileştirilmesinin sağlığın korunması ve geliştirilmesinde ne
kadar önemli olduğunu göstermiştir. Ancak toplum ve ülke yararını göz ardı eden
yatırımların, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları talan eden uygulamaların, etrafa pervasızca
bırakılan atıkların, çevrenin kirletilmesi ve doğanın sömürülmesini hazırlayan enerji, sanayi,
kentleşme ve ulaşım politikalarının olduğu bir ortamda çevre hakkı ve çevre sağlığı
kavramlarını hayata geçirmenin zorluğu apaçık ortadadır.
Benzer biçimde, tıbbi atıkların kuralına uygun şekilde ortadan kaldırılmaması sonucu
hava, su, toprak kalitesi bozulmakta, tarım alanları verimliliğini, ormanlık alanlar da orman
olma özelliğini kaybedebilmektedir. Bu noktada tıbbi atıkları insanoğlunun bilinçli bir
şekilde doğayı kirletme eylemi olarak kabul etmek gerekir. Çünkü insanoğlu tıbbi atıklar
sorununda çaresiz değildir, teknolojik tedbirlerle bu sorundan kurtulmak mümkündür. Bu
noktada ilk yapılacak olan tıbbi atıkların insan ve onun ayrılmaz parçası olan çevre
açısından tehlikelerini kabul etmek olmalıdır ki bu, insanoğlunun atıkların ortadan
kaldırılması için en güvenilir yöntemi aramasına da önderlik edecektir. Unutulmamalıdır ki:
“Her yıl 5,2 milyon insan, bunun 4 milyonu 5 yaşın altındaki çocuklar olmak üzere atık
kaynaklı hastalıklardan ölmektedir” (Tutar, 2000: 3).
149
Yine unutulmamalıdır ki atıkların yalnızca hastane etrafından uzaklaştırılmasına
dayanan anlayış sürdürülebilir kalkınma politikasıyla uyumlu olmadığı gibi, ekolojik
dengenin korunması ilkesiyle de bağdaşmamakta, doğanın kendi kendini özümseyebilme
kapasitesini zorlamaktadır. Tıbbi atıkların etrafa umursamaz bir biçimde atılmasından
zincirleme bir şekilde tüm canlılar etkilenmektedir. Doğada bulunan hava, su, toprak,
biyoçeşitlilik
ve
diğer
tüm
canlılar
birbirlerini
etkilemekte
ve
birbirlerinden
etkilenmektedirler.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çevre sağlığı bir bilimdir (WHO, 1995: 25). Bu bilim dalı,
şimdiki ve gelecek kuşağın sağlığını olumsuz etkileyebilecek olan çevredeki sosyal,
psikolojik, biyolojik tüm faktörlerin ortaya çıkarılması, onların düzeltilmesi ve önlenmesi
amacına hizmet eder. Çevre sağlığı açısından doğan sorunları acil bir şekilde gidermek
önemlidir, ancak daha da önemlisi gelecekteki problemleri görmek ve engellemektir. Bu
noktada çevre sağlığı kavramı ile sürdürülebilir kalkınma arasında bir ilişki olduğunu kabul
etmek gerekir. Nitekim tezde de ortaya konduğu gibi, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımında
sağlık, temel insan ihtiyaçlarından birisi olarak değerlendirilmekte ve sürdürülebilir
kalkınmanın hedefi olan yaşam kalitesinin iyileştirilmesinde oldukça önemli bir rol
oynamaktadır. Çünkü sağlıklı insanlar hem ekonomik hem de çevresel kalkınma için bir
gerekliliktir.
Sürdürülebilir kalkınma ve çevre-sağlık etkileşimini doğru bir şekilde yönetmek gerekir.
Yani insan sağlığı iyileştirilirken çevre sağlığı kötüleşmemelidir ve aynı zamanda fiziksel ve
biyolojik çevrenin bağımlı olduğu doğal sistemlerin bütünlüğüne zarar verilmemelidir.
Örneğin, temiz su, temiz hava gibi iklimsel ve çevresel kaynaklar devam ettirilirken aynı
zamanda da insanlar tarafından üretilen atıkların çevreyi olumsuz etkilemesinin önüne
geçilmelidir. Çünkü sürdürülebilir kalkınmanın sağlık göstergeleri içerisinde, tıbbi atıkların
kuralına uygun yok edilmesi, bir taraftan bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engelleyerek
diğer taraftan insanların doğru ve yeterli atık hizmeti almasını sağlayarak çevre hijyeninin
sağlanması amacı da yer almaktadır.
Ancak yaşamın doğal ve kaçınılmaz sonucu olan atıklar ve atıkların yönetimi
toplumların yıllardır gözden uzak olsun anlayışı ile davrandıkları konuların başında gelmiş,
ancak insanlık bu atıkların doğal dengeyi bozacağını düşünmemiştir. Nüfus artışı, teknolojik
gelişme, sanayileşme, kentleşme, hızla artan ve farklılaşan tüketim ile ortaya çıkan atıklar
çevre ve insan sağlığına olumsuz etkileri ile günümüzün önemli çevre sorunlarından biri
olmayı sürdürmektedir.
150
Atık yönetimi, sistemli bir yaklaşımla ele alınması gereken bir konudur. Burada önemli
olan atık yönetiminin oluşum, toplama, işleme ve uzaklaştırma gibi temel ögeler yanında,
çevre koruma, kaynakların korunması ve verimlilik artışı gibi konularla bütünlülük içinde
ele alınmasıdır. Yani, atıkların sadece insan çevresinden uzaklaştırılması değil, çevre ve
insan sağlığının korunarak geliştirilmesiyle birlikte ekonomik kalkınmanın sağlanmasına da
katkı sağlamasıdır. Sürdürülebilir bir atık yönetimi için öncelikle tıbbi atık oluşumunun
önlenmesi veya azaltılması, oluşan tıbbi atıkların ise geri kazanımının sağlanabilmesi ve
oluşmuş tıbbi atıkların insan ve çevre sağlığına zarar vermeden güvenli bertarafının
sağlanması zorunludur. Çünkü herhangi bir işlem görmeden doğaya bırakılan atıklarla
doğada hem niteliksel kayıplar hem de kaynakların azalımı şeklinde niceliksel kayıplar
oluşturulmaktadır (Yücel, 2003: 114).
Çevreye sorumsuzca bırakılan atıklar, insana fiziksel zararlar verebilmektedir. Yetersiz
atık yönetimi uygulamalarındaki yanlışlık, çevre ve insan sağlığı arasındaki ilişkinin atık
yönetimine
yeterince
yansımamış
olması,
kalkınmakta
olan
ülkelerde
açıkça
gözlemlenmektedir. Tıbbi atıklar atık döngüsü içinde üretildikleri andan son uzaklaştırma
aşamasına kadar, çevre ve insan ile mutlak bir etkileşim içerisindedir. Dolayısıyla da insan
ve çevre sağlığını olumsuz etkileyebilen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle
tıbbi atıklar da hava kirliliği, su kirliliği gibi çevre sağlığı deyince ilk akla gelen konulardan
biri olmalıdır.
Bu çalışmada çevre sağlığı tıbbi atık ilişkisi kurularak, sürdürülebilir bir tıbbi atık
yönetimi oluşturulmasıyla ilgili sorunlar incelenmiştir. Tartışma çevre sağlığı, tıbbi atıkların
çevre sağlığına etkileri ve sürdürülebilir bir tıbbi atık yönetiminin oluşturulması olmak üzere
üç boyutta ele alınmıştır. Türkiye’deki mevzuat ve uygulamalar çalışmayı yönlendirirken
dünya ülkelerindeki uygulama örnekleri de karşılaştırma imkanı tanımıştır
Bu çalışma, Türkiye’den ve dünyadan verilen örneklerle tıbbi atıkların çevre sağlığı için
ciddi tehdit oluşturduğunu, çevre sağlığı ve tıbbi atıklar ile sürdürülebilir kalkınma arasında
anlamlı bir ilişki olduğunu, dolayısıyla gerek sağlık gerekse atıkların sürdürülebilir
kalkınmadan soyutlanamayacağını somut bir şekilde göstermiş olmaktadır.
Tezin giriş bölümünde belirlediğim varsayımlardan biri, çevre sağlığı ile tıbbi atık
yönetimi arasında bir ilişkinin bulunduğudur. Tez boyunca sürdürdüğüm araştırmalar
sonucunda, çevre sağlığı çalışmalarının, halkın ve gelecek kuşakların sağlığını potansiyel
olarak olumsuz etkileyebilecek olan çevredeki fiziksel, sosyal, biyolojik ve psikolojik
faktörlerin düzeltilmesi ve önlenmesi uygulamalarını içerdiğini, tıbbi atıkların da bu
151
çalışmaların başarıya ulaşmasında doğrudan bir tehdit unsuru olduğunu gördük. Şöyle ki,
çevrenin bütünlüğünü sağlamak için, havanın, suyun, toprağın ve biyolojik çeşitliliğin
niteliğini koruyabilmek çok önemlidir. Kuralına uygun bir şekilde ortadan kaldırılmayan
tıbbi atıklar bu bütünlüğe zarar verebilmektedir. Örneğin, yöntemine uygun olarak
depolanmayan tıbbi atıklar toprağın niteliğini bozabilmektedir. Düzenli depolama
yönteminde dikkat edilecek en önemli nokta, enfekte atıkların, enfekte özellikleri yok
edildikten sonra toprağa gömülmesidir. Enfekte atıklarla kirletilmiş toprağın verimlilik
özelliği kaybolurken toprak üzerindeki bitkiler de yaşamlarını kaybedebilirler. Düzenli çöp
depolama alanlarında oluşan metan gazı salımları da küresel ısınmayı tetiklemekte
dolayısıyla dünya üzerinde insan ve çevre açısından sonuçları olmaktadır. Aynı şekilde
enfekte sıvı atıkların veya kanla karışmış sıvıların arıtılmadan kanalizasyona verilmesi
sonucunda sular kirlenebilir ve niteliğini kaybedebilir. Yine tıbbi atıkların yakılması sonucu
ortaya çıkan gaz içindeki civa bileşikleri de insan ve çevre sağlığı için bir tehdittir.
Tezde belirlediğimiz bir başka varsayım, Türkiye’deki tıbbi atık yönetimine ilişkin
uygulamaların, kaynakların etkili ve verimli kullanılmasına yönelik değil, atıkların insan
çevresinden uzaklaştırılmasını öngören bir anlayışa dayanmasıdır. Tez boyunca sürdürülen
araştırmalar bu varsayımı doğrulamaktadır. Özellikle, Türkiye’nin atık yönetimine ilişkin
düzenlemelerinin; yönetmelikteki yetersizlikler, atıkların kaynağında en aza indirilmesi
hedefi belirlenmiş olmakla birlikte atıkların ortaya çıkmasını önleyecek araç ve yöntemlerin
neler olduğunun açıkça ortaya konulmamış olması ve bertaraf yöntemi olarak da yakma
yönteminin tercih edilmesi gibi nedenlerle, sürdürülebilirlikle bağdaşmadığı görülmektedir.
Bu durum Türkiye’nin gerekçeleriyle yukarıda bahsedilen olması gereken tıbbi atık
yönetiminin çok uzağında olduğunu göstermektedir. Nitekim tıbbi atıklarla ilgili ilk
yönetmeliğini 1993 yılında çıkaran Türkiye’nin, AB uyum sürecinin bir zorunluluğu olarak
12 yıl sonra çıkardığı ikinci yönetmeliğinin ilkiyle aynı bakış açısında olması üzücü bir
durumdur. Tezde de örneklerinin vurguladığımız üzere, hastane atıklarıyla evsel atıkların
beraber toplandığını, yönetmelik kurallarının birçok hastanede uygulanmadığını, tıbbi atık
yakma ünitelerinin ülke genelinde yetersiz olduğunu ve tıbbi atıkların belediye çöplüğüne
dökme anlayışının yaygın olduğunu belirten 9. Kalkınma Planı’nda da ülkemizin tıbbi
atıklar konusundaki acizliği somut bir şekilde gözler önündedir. Đlginç olan bir durum da
yönetmeliğinde yakma yöntemini benimseyen bir ülkenin tıbbi atık yakma tesisinin yok
denecek kadar az olmasıdır. Şu anda toplam tıbbi atık yakma tesisi olan il sayısı ikidir.
Tezde gerekçeleri tartışıldığı üzere, tıbbi atıklar için yakma yöntemi, çevre ve insan sağlığı
152
açısından oluşturduğu tehlikeler açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir yöntemdir.
Bu nedenle söz konusu yönetmeliğin yeniden gözden geçirilmesi gerekir.
Bu
durumda
ülkemiz
açısından
sürdürülebilir
bir
tıbbi
atık
yönetimini
oluşturabilmenin oldukça zor olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Sürdürülebilir
kalkınmanın kendi içindeki çelişkisinin de sürdürülebilir tıbbi atık yönetimine yansımaları
da başka bir sorundur. Sürdürülebilir kalkınma modelinde belirtilen hem kalkınmanın
sağlanması-dolayısıyla üretim ve tüketimin artırılarak kârın maksimizasyonu hem de
gelecek nesillerin beklentilerinin zarar görmemesi düşüncesi nasıl kendi içinde tezat
oluşturuyorsa, günümüz doğasını ve gelecek nesilleri atıklardan korumak ile piyasa
içerisinde bunu sağlama yöntemlerinden elde edilecek kazancın doğaya ve insanlığa üstün
tutulma çabalarının da tezat oluşturacağı, oluşan bu durumdan yine sermayenin kazançlı
çıkacağı da açıktır. Türkiye’de şu an gündemde olan domuz gribi aşısı kargaşası, ülkemizin
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamanın çok uzağında olduğunun somut bir kanıtıdır.
Milyarlarca dolar verilerek üzerinde hiçbir test yapmadan, denenmemiş bir aşıyı ülke
içerisine sokmanın küresel sermayeye kâr sağlama amacına hizmet etmek adına yapıldığı
apaçık ortadadır. Burada unutulan veya hiçe sayılan insan sağlığının doğrudan tehlikeye
atılmış olmasıdır. Bir devletin politikası, öncelikle insan ve çevre sağlığının hiçbir şüpheye
yer vermeyecek bir şekilde korunması olmalıdır.
Yine bu çalışmada alan araştırması kapsamında, Kırıkkale Devlet Hastanesi
çalışanlarının tıbbi atıklar konusunda bilgi, tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi ve
sorunların saptanmasına yönelik bir alan araştırması yapılmıştır. Sorular toplam 100 kişi
üzerinde uygulanmıştır. Hastanede tıbbi atıklardan sorumlu bir birimin bulunması ve
yönetimin tıbbi atık eğitimi, yönetmelik kurallarına uygun hareket edilmesi gibi konularda
titiz davranması diğer hastanelerimizde de görmek istediğimiz bir durumdur. Ancak hastane
röntgen suları dışındaki sıvı hastane atıklarının tümünün kanalizasyona boşaltılıyor olması,
patojen özellikteki uzun ömürlü mikroorganizmaların insan ve çevre sağlığı açısından
tehlike oluşturmasına neden olacağından istemediğimiz bir noktadır. Hastanede yapılan
incelemeler, personelle yapılan yüz yüze görüşmeler ve sorulara verilen yanıtlar
çerçevesinde doğru ve güvenilir bir şekilde yapılmaya çalışılan bu araştırma, hastane
çalışanlarının tıbbi atıklar konusunda bilinçli ve duyarlı olduğunu göstermiştir. Anket
uygulamasında personelin tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması ve ortadan
kaldırılması gerektiği konusunda dikkat çekici çoğunlukla “çok önemli” cevabını vermiş
olması, personelin tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı toplanması ve ortadan kaldırılmasına
153
verdikleri önemi ortaya koymaktadır. Bu biçimde bir bertarafın gerekçeleri olarak hastane
personeli ve hasta sağlığı nedenlerini ilk sıralarda göstermesi, personelin çoğunluğunun,
atıkları kişi ve çevre sağlığı açısından bir tehdit kabul etmesi, personelin evsel, tıbbi ve
radyoaktif atıkların koyulduğu poşetleri bilme düzeyini ölçen sorularda büyük çoğunluğun
yönetmeliğe uygun ya da doğru cevapları bilmesini bilinçlilik ve duyarlılık örnekleri olarak
kabul edebiliriz. Yine yüz yüze görüşmelerde personelin kendinden emin ve tutarlı şekilde
verdikleri cevaplar da bu kanımızı desteklemiştir. Bu sonuçlar tezin varsayımlarından biri
olan, sağlık çalışanları tıbbi atık tehdidi konusunda bilinçli ve duyarlıdır varsayımını
doğrulamaktadır. Ancak Kırıkkale Devlet Hastanesi’nde yapılan bu çalışma sonuçlarına
dayanarak diğer hastanelerle ilgili genel çıkarımlar yapılması mümkün değildir. Nitekim
tıbbi atıklarla ilgili yapılmış diğer alan araştırmalarını incelediğimizde bu durumu açıkça
görebiliriz. Tez içinde bahsedilen alan araştırmalarında, hastanelerdeki tıbbi atık
uygulamalarının yönetmelik hükümlerine uygun olup olmadığı konularına yer verilmiş ve
bir önceki varsayımımızı da doğrular nitelikte olan bu araştırmalarda atıkların hastane
çevresinden uzaklaştırılmasını öngören bir anlayışa dayandığı ve bu hastanelerde çalışan
kişilerin de işlerini gereği gibi yapmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Tıbbi atıkların toplanması, taşınması ve ortadan kaldırılmasında sorumluluk bir tek
kişide değildir. Hizmetliden hemşireye, doktora, hastane yönetimine kadar birçok kişinin
sorumluluğu vardır. Yönetim, kurallar konusunda eğitim programları düzenleyip
bilgilendirmek ve gerekli denetimleri yapmaktan sorumlu iken hemşire ve doktor da tıbbi
atıkların kuralına uygun olarak biriktirilmesinden sorumludur. Đşte personelin kuralları bilip
de iş yoğunluğu veya başka sebeplerle bu kuralları uygulamaması durumunu bilinçli
olmamak olarak yorumlayabiliriz. Kuşkusuz personelin insan ve çevre sağlığı açısından
tıbbi atıkları önemli bir tehdit olarak görmesi önemli bir adımdır. Ancak sağlık, ilgililerin o
anki istekliliğine bırakılacak bir durum olmadığı için özellikle hastane yönetimlerinin bu
konudaki denetim mekanizmalarının iyi çalışması gerekmektedir. Sağlık ocağı gibi atık
oluşumu konusunda çok yoğun olmayan yerlerde bile tıbbi atıklar kuralına uygun
toplanamamaktadır. Yakın bir zamanda araştırmacının çalıştığı yer olan küçük bir ana-çocuk
sağlığı merkezinin diş ünitesinde kullanılmış, kanla temas etmiş bir eldivenin evsel atıklarla
beraber toplanıyor olması Türkiye’deki tıbbi atık uygulamasının atıkların uzaklaştırılması
anlayışına dayandığının ve gereken bilinçlilikte olmadığımızın somut bir göstergesidir.
Unutulmamalıdır ki sağlıklı olmanın temel koşullarından birisi de sağlıklı çevredir.
Sağlıklı çevreye ulaşmak ise çevre sorunlarıyla ilgili ciddi önlemler almayı gerekli kılar.
154
Anayasanın 56. maddesi “ Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”
şeklindedir. Bu hakkın korunmasında hepimizin sorumlulukları olduğunu kabul etmek
zorundayız. Çevre hakkının yerleşmemesi durumunu, yalnızca bir “kirlilik” ya da bir
“bozulma” sorunu olarak görmemeli, daha kapsamlı ve çözümü daha güç bir sorunlar ağını
oluşturacağını kabul etmeliyiz.
155
ÖZET
Bu tezde çevre sağlığı ile tıbbi atık ilişkisi kurularak, sürdürülebilir bir tıbbi atık
yönetimi oluşturulması ile ilgili sorunlar incelenmektedir. Çalışma çevre sağlığı, tıbbi
atıkların çevre sağlığına olan etkileri ve sürdürülebilir bir tıbbi atık yönetiminin
oluşturulması olarak üç boyutta ele alınmıştır. Tezde sürdürülebilirlik tartışması ekseninde
tıbbi atık- çevre sağlığı ilişkisini araştırmak, tıbbi atık yönetimin uygulamalarının yetersiz
olduğunu ve çevre sağlığı konularına daha fazla özen gösterilmesi gerektiğini vurgulamak
amaçlanmıştır.
“Çevre-Sağlık Đlişkisi Ekseninde Tıbbi Atık Yönetimi” başlıklı bu çalışma giriş ve
sonuç bölümleri dışında üç ana bölümden oluşmaktadır. Tezin giriş bölümünde, tezin
konusu ve önemi, varsayımları ve amaçlarına yer verilmiştir.
Birinci ve ikinci bölümlerde, çalışmanın kuramsal temelini oluşturan konular
irdelenmeye çalışılmıştır.
Birinci bölümde, çevre, çevre kirliliği, çevre hakkı kavramlarının sağlıkla olan ilişkisi
incelenerek çevre-sağlık ilişkisi kurulmaya çalışılmıştır. Ayrıca çevre sağlığı ve halk sağlığı
kavramları, ilkeleri ve Türkiye’nin çevre sağlığı örgütlenmesi incelenmiştir.
Đkinci bölümde, tıbbi atık kavramının tanımı, sınıflandırılması, kaynakları, üretimi,
ortadan kaldırılma yöntemleri incelenerek tıbbi atıkların çevre ve halk sağlığı üzerine olan
etkileri irdelenmeye çalışılmıştır. Yine bu bölümde, sürdürülebilirlik kavramı, sürdürülebilir
kalkınma ilkeleri, sürdürülebilir kalkınma ile çevre-sağlık ve tıbbi atıklar arasındaki
etkileşim incelenmiştir. Ayrıca tıbbi atıklarla ilgili ülkemizdeki mevcut hukuki
düzenlemelere yer verilmiş, dünya tıbbi atık mevzuatından da örnekler verilerek konu
somutlaştırılmaya çalışılmıştır.
Üçüncü bölümde ise, Kırıkkale Devlet Hastanesi çalışanlarının tıbbi atıklar konusunda
bilgi, tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi ve sorunların saptanmasına yönelik bir alan
araştırması yapılmıştır. Alan araştırması kapsamında hazırlanan anket soruları Kırıkkale
Devlet Hastanesi’nde uygulanmıştır.
156
SUMMARY
The study, named “Medical Waste Management Around Environment- Health
Relationship” is composed of three basic chapters other than introduction and solution
chapters.
At the first and second chapters, the subjects composing the academic base of the study
are tired to be examined.
At the first chapter, through analyzing the relationship of health between the concepts of
environment, environment pollution and environment health, health- environment relation is
tried to be established.
Second chapter includes definition of the medical waste; its classification, sources,
production and abolition methods. These issues are analyzed and medical wastes’ effects on
public health and environment are tried to be examined. This chapter also mentions about
the concept of sustainability, sustainable development principles and the interaction between
environment-health and medical waste. Moreover, the legal arrangements existing in our
country about medical wastes are referred and the matter is tried to be concreted with
examples which are taken from world medical waste regulations.
At the third chapter, a field research which analyzed the Kırıkkale Public Hospital
staff’s knowledge, attitudes and behaviors on medical waste was made. This field research
was also made for determining the problems about medical waste. At the scope of research
prepared survey questions were applied at the Kırıkkale Public Hospital.
157
KAYNAKÇA
Akıncı, Müslüm, (1996), Oluşum ve Yapılanma Sürecinde Türk Çevre Hukuku, Kocaeli
Kitap Kulübü Yayınları, Kocaeli.
Akyurt, Mualla, Y. Öztürk, O. Günay,(2001), Sağlık 21 Dünya Sağlık Örgütü Avrupa
Bölgesi Đçin Herkese Sağlık Politikası Çerçevesi, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri.
Alacadağlı, Esmeray, (1997), Sanayileşen Türkiye ve Çevre Kirliliği, Yayımlanmamış
TODAĐE Uzmanlık Tezi, Ankara.
Alacadağlı, Esmeray, (2001), Avrupa Birliğine Uyum Öncesinde Çevre Yönetiminde
Sorunlar, Çevre Sağlık Bakanlıkları Çatışma Alanları, Avrupa Topluluğu Araştırma ve
Uygulama Merkezi, Ankara.
Alagöl, Cemal, (1992), Çevre Sorunları, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayınları,
Ankara.
Albrecht, A., G., “Applied Ethics in Human and Ecosystem Health: The Potential of Ethics
and an Ethic of Potentiality”, Ecosystem Health, Aralık 2001, 7 (4).
Algan, Nesrin, “Devlet Politikaları Bağlamında Çevre ve Çevre Korumanın Tarihine Kısa
Bir Bakış”, Türkiye’de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu 7-8 Nisan
2000, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Đstanbul, 2000.
Allwood, M., (1993), The Cytotoxic Handbook, Radeliffe Medical Pres, Oxford.
Althaus, H. (1983), Waste From Hospitals and Sanatoria, Zentralblatt für Bakteriologie
and Hygiene I Abt. Orig.
Anon, (1990), The Public Health Implications of Medical Waste, Washington DC:
Departman of Health and Human Service.
Atık Yönetimi Politikaları Özel Đhtisas Komisyonu, (1992), Çevre Sağlığı, Ankara.
Atlı, A, (2001), Çöp Hizmetleri Yönetimi, Yerel Yönetimler Araştırma ve Eğitim Merkezi,
Todaie Yayını.
Aydoğdu, Đbrahim, (2009), Çevre Bilimi, Pozitif Yayıncılık, Ankara
158
Behrouzfar, Ali Akbar, (1994), Sağlık Đdareciliği Kapsamında Kent ve Hastane Katı
Atık Yönetimi, Sağlık Kurumları Yönetimi Programı Bilim Uzmanlığı Tezi, Hacettepe
Üniversitesi, Ankara.
Belediye Kanunu, R.G 13.07.2005, 5393.
Bertollini, Roberto, C. Dora, M., Krzyanowski, (1989), Çevre ve Sağlık, Avrupa’nın
Temel Konularına Genel Bir Bakış, (Çev.Yusuf Öztürk), Erciyes Üniversitesi Matbaası,
Kayseri.
Bozyiğit, Recep ve Tufan Karaaslan, (1998), Çevre Bilgisi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Brunner, C.R, Brown, C.H, (1988), Hospital Waste Disposal by Incineratıon, JAPCA.
Burchell, John, Simon Lightfoot, (2001), The Greening of the European Union?,
Sheffield Academic Press, London.
Büyükşehir Belediyeleri Kanunu, R.G 23.07.2004, 25531.
Ceyhan Haluk ve Emre Gönen, (1990), Çevre Sorunları: Avrupa Toplulukları ve
Türkiye Politikalarının Karşılaştırmalı Đncelenmesi, Đktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları,
Đstanbul.
CIEH, (1997), The UK Enviromental Health Action Plan, Chartered Institute of
Enviromental Health, London.
Clark, John, (çev. Serpil Ural), (1996), Kalkınmanın Demokratikleşmesi, T.Ç.V.
Yayınları, Ankara.
Colins C, H., ve Kennedy D. A., (1992), The Micropbiologial Hazards of Municipal and
Clinical Waste, Journal of Applied Bacteriolgy.
Colins, C, Kennedy, D, (1987), Microbiological Hazards of Occupational Needlestick
and Sharp Đnjuries, Journal of Applied Bacteriology.
Connely, James, Graham Smith, (1999), Politics and the Environment: From Theory to
Practice, Routledge, London, New York.
Coşar, Arslan, Şeniz, (2007), Sürdürülebilir Kalkınma ve Çevre, Planlama Uzmanlık
Tezi, Đçişleri Bakanlığı.
Çakır, Mehmet, (2002), Sağlık ve Trafik Eğitimi, Nobel Yayıncılık, Ankara.
Çevre Bakanlığı, Tıbbi Atık Yönetmeliği, RG 20.05.1993, 21586.
159
Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevre Kanunu, RG 13.05.2006, 26167.
Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevre Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, RG
13 Mayıs 2006, 5491.
Çevre ve Orman Bakanlığı, Tıbbi Atık Yönetmeliği, RG 22.07.2005, 25883.
Çevre ve Orman Bakanlığı, (2008), Güvenli Tıbbi Atık Yönetimi, Çevre ve Orman
Bakanlığı Yayını, Ankara.
Çobanoğlu, Zakir, (1995), Genel Çevre Sağlığı Bilgisi, Güneş Kitabevi, Ankara.
Çokadar, Hulusi, A. Türkoğlu ve K.Gezer, (2005), “Çevre Sorunları”, Çevre Bilimi, Anı
Yayıncılık, Ankara.
Çokaygil, Zerrin, (2005), Atık Yönetimi Planlamasında Yaşam Döngüsü Analizi, Yüksek
Lisans Tezi.
Çolakoğlu, Mustafa, Çevre Sağlığı ve Vektör Kontrolü, http://www.sabem.saglik.gov.tr.
De Kruijf, H.A, (1998), Following Sustainable Development in Relation To The NorthSounth Dialogue: Ecosistem Health and Sustainability Đndicators, Ecotoxicology and
Environmental Safety.
Destler, I. M., (1999), The New Politics of American Trade: Trade, Labor, and the
Environment Institute for International Economics (U.S.), Peterson Institute.
Dirican, Rahmi, Bilgel, Nazan, (1993), Halk Sağlığı, Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa.
DPT, “Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP)”, <http://ekutup.dpt.gov.tr>, (15.03.2009)
Dreyling, Erin, Elizabeth J Dederick; Ramya Chari; Beth Resnick; Kristen Choss, (2007),
Tracking Health and the Environment: A Pilot Test of Environmental Public Health,
Journal of Environmental Health.
Duru, Bülent, (2007), Çevre Politikaları: “Bütün Değerler Sistemimizi, Eğitim
Programlarımızı, Yaşama Biçimlerimizi Yeniden Düzenlemeliyiz”, Sivil Toplum Dergisi,
5/20, s.157.
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu Raporu, (1989), Ortak Geleceğimiz, , TÇV
Yayınları, Ankara.
Egeli, Gülün, (1996), Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Politikaları, TÇV Yayınları,
Ankara.
160
Eller, Erdem, (2008), Sürdürülebilir Kalkınma Çerçevesinde AB ve Türkiye’de Katı
Atık Yönetimi Politikaları: Ankara ve Manchester Büyükşehir Belediyeleri
Örnekleriyle, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
EPA, (1988), Environment Canada State of the Art Report on the Management by
Biomedical Wastes in Canada, New Jersey, USA.
EPA, (1990), Medical Waste Management and Disposal US, Polutions Teknology,Review
no 200 Noyas Data Corporation, New Jersey.
EPA, (1990), Medical Waste Management in US, Second Interim Report to Congress.
Epos Yayınları, Ankara.
Erdoğan, Mustafa, (2006), Đnsan Hakları, Matus Basımevi, Ankara.
Erim, Refet, (2000), “Çevre ile ilgili Hukuksal Düzenlemeler”, Türkiye’de Çevrenin ve
Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu 7-8 Nisan 2000, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal
Tarih Vakfı, Đstanbul.
Ertaş, Şeref, (1997), Çevre Hukuku, DEÜ Hukuk Fakültesi Yayınları, Đzmir.
Ertaş, Şeref, (1997), Çevre Hukuku, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları,
Đzmir.
Eyyübi, Sevtap, (2004), Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisinin Uygulanmasında
Ekosistem Yönetiminden Bir Yöntem Olarak Yararlanma, Ankara Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara.
Fisunoğlu, Mahir, (1989), “Sürdürülebilir Kalkınma ve Ekonomi”, Sürdürülebilir
Kalkınma Konferansı, TÇV Yayını, Đstanbul.
Foster, John Bellamy, (1999), Savunmasız Gezegen: Çevrenin Kısa Ekonomik Tarihi,
Frazer, W.M, (1948), Halk Sağlığı Bilgisi, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayını,
Đstanbul.
Gleis,
M.,
(1990),
Federal
Almanya
Cumhuriyeti’nde
Hastane
Atıklarının
Sınıflandırılması, Atık Uzaklaştırma Konferans Tutanakları, Scientific Publishing ,
Đngiltere.
Gökırmak, Filiz, (1994), Sağlık Bilgisinin Önemi ve Ortaöğretim Öğrencilerinin Derse
Đlgilerinin Saptanması, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, Ankara.
161
Görmez, Kemal, (1997), Çevre Sorunları ve Türkiye, Gazi Kitabevi, Ankara.
Güçlü, Alper, (2007), Sürdürülebilir Kalkınma ve Türkiye’nin Çevre Politikaları, Gazi
Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Güler, Çağatay ve Çobanoğlu, Zakir, (1994), Çeve Sağlığı Đlkeleri ve Genel Bakış Açısı,
Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü Yayını, Ankara.
Güler, Çağatay ve Çobanoğlu, Zakir, (1994), Çevre Sağlığı Konusunda Toplum Eğitim
Đlkeleri, Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü Yayını, Ankara.
Güler, Çağatay ve Çobanoğlu, Zakir, (1994), Kentleşme ve Çevre Sağlığı, Sağlık Projesi
Genel Koordinatörlüğü Yayını, Ankara.
Güler, Çağatay ve Çobanoğlu, Zakir, (1994), Tehlikeli Atıklar, Sağlık Bakanlığı Sağlık
Projesi Genel Koordinatörlüğü Yayını.
Güler, Çağatay ve Çobanoğlu, Zakir, (1996), Çevre Sağlığı, Sağlık Projesi Genel
Koordinatörlüğü Yayını, Ankara.
Güler, Çağatay ve Çobanoğlu, Zakir, (1997), Sağlık Mevzuatı, Güneş Kitabevi, Ankara.
Güler, Çağatay ve Zakir Çobanoğlu, (1994), Sosyal Çevre, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık
Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
Güler, Çağatay, (1987), Sağlık Eğitimi, Hatiboğlu Yayınevi, Ankara
Gürbüz, Hikmet, (1991), Çevre Sağlığı ve Belediyeler, Todaie Lisansüstü Uzmanlık
Proğramı Ders Notları, Ankara.
Hamamcı, Can ve Çelik, Auroba, (1992), Çevresel Kurumlar ve Düzenlemeler Envanteri,
Siyasal Bilgiler Yayını, Ankara.
Hamamcı, Can, (1992), "Çevrenin Uluslararası Boyutu" Đnsan Çevre Toplum, Yayına
Hazırlayan: Ruşen Keleş, Đmge Yayınları, Ankara.
Hava Kalitesini Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği, RG 6 Haziran 2008, 26898.
Henry, G, Heinke, G.W, (1996), Enviromentel Science and Engineering, Pretence-Hall,
Englewood, NJ.
Đl Özel Đdaresi Kanunu, R.G 04.03.2005, 5302.
Đzmir Tabip Odası, Đzmir Çevre Kirliliği ve Sağlık Sempozyumu, 1987.
162
Jager, Jill, (2005), Urban Sprawl And Public Health: Designing, Planning, And Building
For Healthy, Environment.
Jeffery, J, (2006), Public Healts, Governance For A Sustainable Development.
Joel, Kovel, (2005), Doğanın Düşmanı: Kapitalizmin Sonu mu, Dünyanın Sonu mu?,
Metis Yayınları, Đstanbul.
Kaboğlu, Đbrahim Özden, (2005), Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayıncılık, Đstanbul.
Kalnowski, G., Wiegand, H., (1983), The Microbial Contamination of a Hospital Waste,
Zentralblatt für Bakteriologie and Hygiene I Abt Orig.
Karagöz, Đbrahim, (1998), Tıbbi Teknoloji Yönetimi, Haberal Eğitim Vakfı Yayınları,
Ankara.
Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, RG 14 Mart 1991, 20814.
Keleş, Ruşen, (1998), Kentbilim Terimleri Sözlüğü,Đmge Kitabevi, Ankara.
Keleş, Ruşen, Birol Ertan, (2002), Çevre Hukukuna Giriş, ĐmgeYayınevi, Ankara.
Keleş, Ruşen, Can Hamamcı, (1998), Çevrebilim, Đmge Kitabevi, Ankara.
Keleş, Ruşen, Can Hamamcı, (2005), Çevre Politikası, Đmge Kitabevi, Ankara.
Kocasoy, Günay ve Aydın, Gökçe, (2004), Gelişmekte Olan Ülkelerde Tıbbi Atık
Yönetimi, European Commission Lıfe Thırd Countries, Đstanbul.
Kokulu, D, (2001), Tıbbi Atık Yönetimi ve Mevzuattaki Yeri, 1. Ulusal Katı Atık
Kongresi.
Kuzu, Burhan, (1997), Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşam Hakkı: Çevreye Bir
Kamu Hukuku Yaklaşımı, Fakülteler Matbaası, Đstanbul.
Lagrange, M, (1994), Hazardous Waste Management, Mc Graw-Hill Book Company,
Printed in Singapore.
Lei, Patrick, David Ha, (2004), Hong Kong’da Tıbbi Atık Yönetim Stratejilerinin
Geliştirilmesi, ( çev: Kocasoy, Günay), Boğaziçi Üniversitesi, Đstanbul.
Litsios, S., (1994), Sustainable Developmend Is Healtly Development,World Health
Forum.
MacArthur, I.D., Bonnefoy, X., (1999), Enviromental Health Services in Europa-Policy
Options, WHO, Copenhage.
163
Marin, Ali, (1998), "EU Environmental Policy", Ali Marin, El-Agraa, The European
Union: History, Institutions, Economics and Policies, 5th Edt., Prentice Hall, London.
McCormick, J, (1969), Reclaiming Paradise: The Global Environmental Movement,
Indiana University Press, Indianapolis.
Mengi, Ayşegül ve Algan, Nesrin, (2003), Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel
Sürdürülebilir Gelişme, Siyasal Kitabevi, Ankara.
Myers, Clack, A. Susan, E. Suzanne, (2001), “Effectiveness of a Health Course at
Influencing Preservice Teachers Attitudes Toward Teaching Health, Journal of School
Health.
Nemli, E., (2006), “Sürdürülebilir Gelişme: Ekonomi ile Çevre Arasındaki Denge”, www.
Kalder.org.
Özdek Yasemin, (1993), Đnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı, TODĐE Yayınları, Ankara.
Özer, Atilla, (1998), Çevre Hakkı ve 1982 Anayasası, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:54/1,
Ankara.
Özerol, Halil Đbrahim, (2005), Tıbbi Atık Stratejileri Nelerdir?, Ulusal Sterilizasyon
Dezenfeksiyon Kongresi, Đstanbul.
Öztürk, Mustafa ve Đskenderoğlu, Ahmet, (2002), Đstanbul’da Tıbbi Atık Yönetimi, Đstaç
A.Ş., Đstanbul.
Öztürk, Mustafa, (2006), Civa Kirliliğinin Çevre ve Sağlık Üzerine Etkileri, Çevre ve
Orman Bakanlığı Yayını, Ankara.
Pallemaerts, Marc, (1997), “Stockholm’den Rio’ya Uluslararası Çevre Hukuku: Geleceğe
Doğru Adım mı?”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, cilt no:52, Ankara.
Pan American Health Organization (PAHO). May 2000., National Level Instrument for
Measuring Essential Public Health Functions, Public Health in the Americas.Washington
DC: PAHO/U.S. Centers for Disease Control and Prevention/Centro Latino Americano de
Investigaciones en Sistemas de Salud. May 2000.
Pan American Health Organization (PAHO). October 2000., "Essential Public Health
Functions." Health SectorReform: Reassessing Implications for PAHO's Technical
Cooperation. PAHO Annual Managers Meeting. Washington DC: PAHO.
164
Price, C., Dube, P., (1997), Sustainable Development and Health: Concept, Principles
and Framework For Actionn For European Cities and Towns, European Sustainable
Development and Health, series:1.
Prüss, A, (2004), Güvenli Tıbbi Atık Yönetimi, Marmara Sağlık, Eğitim ve Araştırma
Vakfı, Đstanbul.
Radyoaktif Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, RG 15 Ocak 2000, 23934.
Rutala, W, Weber, D, (1991), “Infectious Waste-mismatch Beetween Science and Policy”,
New England Journal of Medicine.
Rutala, W, Weber, D, (1992), Medical Waste, Infect Control Hospital Epidemical.
Sabuncu, Yavuz, (2007), Anayasaya Giris, Đmaj Yayıncılık, Đstanbul.
Sanitec, (1997), “The Challenge: Safe and Environmentally- Sound Disposal of Medical
Waste”, (http: //sanitec-inc.com).
Su Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, RG 31 Aralık 2004, 25687.
Şen, Ersan (1994), Çevre Ceza Hukuku: Ceza Hukuku Açısından Sağlıklı ve Düzenli
Bir Çevrede Yasama Hakkı, Kazancı Yayınları, Đstanbul.
Tabak, Selçuk Ruhi, (1989),
Sağlık Eğitiminde Bilgi Transferinin Önemi,
Gazi
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara.
Tabak, Selçuk Ruhi, (2000), Sağlık Eğitimi, Somgür Yayıncılık, Ankara.
Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, RG 27.08.1995, 22387.
Tickel, O ve Watson, A, (1992), “Hospital Waste: A Case for Treatment”, New Scientist.
Topçuoğlu, Metin, (1998) , Çevre Hakkı Ve Yargı, TÇV Yayınları, Ankara.
Topkaya, Bülent, (2004), Tıbbi Atık Bertaraf Yöntemleri, Akdeniz Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Ders Notları, Ankara.
Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, RG 31 Mayıs 2005, 25831.
Towned, W.K., (1998), Management of Waste from Hospital, WHO.
Tugal, Đ, (1993), Tıbbi Atıkların Bertarafı, Çevre Teknolojisi Dergisi, Đstanbul.
Turgut, Nükhet, (2001), Çevre Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara.
165
Tutar, Dilek, (2004), Tıbbi Atık Yönetimi Đçin Yeni Bir Yaklaşım, Ankara Örneği,
Siyasal Bilgiler Fakültesi Doktora Tezi, Ankara.
Türkiye Çevre Vakfı, (1999), Türk Çevre Mevzuatı, 1.cilt, TÇV Yayınları, Ankara.
Türkiye Çevre Vakfı, (2001), Ansiklopedik Çevre Sözlüğü, TÇV Yayınları, Ankara.
Türkiye Çevre Vakfı, (2001), Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Mevzuatı, TÇV
Yayınları, Ankara.
Uslu, Orhan, (1986), Çevre 86 Sempozyumu, Đzmir Büyükşehir Belediyesi Matbaası,
Đzmir.
Uslu, Orhan, (1998), “Ekonomik ve Ekolojik Uygulamalarda Sürdürülebilir Kalkınmanın
Yeri, Sürdürülebilir Kalkınmanın Uygulanması”, T.Ç.V. Yayınları, Ankara.
Uyanuk,
Erdem,
(2000),
Ankara’da
Tıbbi
Atık
Bertaraf
Yöntemlerinin
Değerlendirilmesi, Hacettepe Üniversitesi Yüksek Mühendislik Tezi, Ankara.
Uysal, F, (2000), “Tekirdağ Đli’nde Tıbbi Atık Yönetimi”, 1. Ulusal Katı Atık Kongresi,
Đzmir.
WHO, (1998), Environmental Health Services in Europe, Stationery Office, London.
WHO, Report of The International Confarence on Primary Health Care, Alma-Ata
1987 -Primary Health Care- Geneva, 1978.
World Bank, Public Health and World Bank Operations, Washington DC: 2002.
Yalım, Zeki, (1960), Ragıp, Halk Sağlığı Nedir ve Sosyal Yardım Đşleri Nelerdir?,
Hatiboğlu Basım evi, Đstanbul.
Yücekul, Necati Kemal, (2003), Malatya Đlinde Tıbbi Atık Yönetimi ve Tıbbi Atık
Depolama Alanlarının Đncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara.
Yüksel, Uğur, (1995), Hastanelerde Atık Yönetimi, Hatipoğlu Yayınevi, Ankara.
www.atikyonetimi.cevreorman.gov.tr
www.das.org.tr
www.turkishweekly.net.tr
www.bsm.gov.tr
www.atikyönetimi.net
166
www.doçev.org.tr
www.avrupa.info.tr
http://www.haberler.com/ankara-da-tibbi-atiklar-ab-standartlarinda-2-haberi, 17.04.2009
http://www.tmmob.org.tr/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=1855,
17.04.2009
http://www.tumgazeteler.com/?a=844058, 17.04.2009
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hikmet PEKCAN’ın Trt’de 14 ve 15
Temmuz 2007 saat 09:30’da yayınlanan Habervizyon prgramında yaptığı konuşma.
www.nethaber.com, 17.04.2009
http://www.dtm.gov.tr
http: //ekolojiksozluk.ekoses.com/words.asp?ecologicalwords
http: //www.cevreorman.gov.tr
http://www.kkgm.gov.tr
http://www.tusak.saglik.gov.tr/
www.caginpolisi.com.tr/21/48-49-50.htm
www.bcm.org.tr/pdf/bulten/2003_10.doc
http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/T%C3%BCrkiye%27de_%C3%87evre_Koruma
167
EK
ANKET FORMU
Hastane Adı: ---------------------------------------------------------Hastanede Tedavi Gören Hasta Sayısı:------------------------/gün
Ayakta Tedavi Gören Hasta Sayısı:
------------------------/gün
Toplam Yatak Sayısı:
------------------------/gün
Günlük Üretilen Atık Miktarı ( Atık Türüne Göre):
Evsel Atık:---------Kimyasal Atık:----Enfekte Atık:------Kesici-delici Atık:--Radyoaktif Atık:-------Katılımcının Görevi:
Katılımcının Eğitim Durumu:
1.Tıbbi atıkların insan sağlığına
Yaş:
Cinsiyet:
yönelik etkilerinden korunduğunuzu düşünüyor
musunuz?
a. Evet
b. Hayır
2. Tıbbi atıkların sağlığınız için oluşturduğu risklere maruz kaldığınız oluyor mu?
a. Hiçbir zaman maruz kalmadım
b. Haftada bir
c. Ayda bir
d. Yılda bir- iki
3. Tıbbi atıkların insan sağlığına etkilerinin giderilmesi için, hastanenizdeki tıbbi atık
uygulamalarının yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
a. Evet
b. Hayır
168
4. Yanıtınız hayır ise, uygulamada ne tür değişiklikler yapılmalıdır?........................................
……………………………………………………………………………………………….
5. Tıbbi atıkların doğaya olan etkilerinin giderilmesi için hastanenizdeki tıbbi atıkların
toplanmasıyla ilgili uygulamaların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
a. Evet
b. Hayır
6. Tıbbi atıklar ile ilgili bir eğitim aldınız mı? Cevabınız evet ise eğitimi nereden
aldığınızı
lütfen belirtiniz.
a. Evet aldım------------------b. Hayır almadım
7. Aldığınız eğitim sizce yeterli midir?
a. Evet yeterli
b. Hayır yeterli değil
8.Yetersiz
ise,
sizce
hangi
konuları
içeren
bir
eğitim
verilmelidir?
Belirtiniz………………………………………………………………………………………
…………………………………………………………………………………………………
…………………………………………………………………………………………………
…
9. Hastanenizin tıbbi atık sorumlusunun kim olduğunu düşünüyorsunuz?
a. Başhekim
b. Hastane Müdürü
c. Başhemşire
d. Temizlik Sorumlusu
e. Diğer----------------------------10.Tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması ve bertaraf edilmesi sizce ne kadar
önemli?
a. Çok önemli
b. Önemli
169
c. Önemsiz
d. Bilmiyorum
11.Önemli ve çok önemli ise nedeni nedir? Önem sırasına göre derecelendiriniz.
( ) Hastane personelinin sağlığına zarar verme olasılığı nedeniyle
( ) Hastalara zarar verme olasılığı nedeniyle
( ) Halk sağlığına zarar verme olasılığı nedeniyle
( ) Fiziksel çevreye zarar verme olasılığı nedeniyle
12.Hastanenizin her bölümünde tıbbi atıkların kendi aralarındaki ayrımı ( patolojik, enfekte,
kesici- delici vb.) yapılıyor mu?
a. Evet
b. Hayır
c. Bilmiyorum
13.Hastanenizdeki atıkları hangi renk poşetlere koyuyorsunuz?
a. Evsel atıklar----------------------b. Tıbbi atıklar----------------------c. Radyoaktif atıklar---------------14.Kesici-delici atıklar nerede biriktiriliyor?
a.
Poşetlerde
b.
Karton kutularda
c.
Plastik kutularda
d.
Çift katlı poşetlerde
e.
Diğer--------------------
15.Poşetlerdeki atıkların nerede toplandığını düşünüyorsunuz?
a.Geçici atık deposunda
b.Konteynerlerde
170
c.Bilmiyorum
16.Tıbbi atıkların hastane bölümleri arasında toplanması, taşınması ve depolanması işlerini
kim yapıyor?
a.Özel temizlik elemanları
b.Hastane temizlik elemanları
c.Hastabakıcılar
d.Hemşireler
17.Atık toplama ve taşıma sorumluları başka işlerden sorumlu mu?
a.Evet
b.Hayır
c.Bilmiyorum
18.Atık toplama ve taşıma sorumluları ne sıklıkla denetleniyor?
a.Günlük
b.Haftalık
c.Aylık
d.Diğer-----------------19.Atıkların Toplanması ve taşınması işlerini yapan görevliler ne sıklıkla değişiyor?
a.Değişmiyor
b.Günlük
c.Haftalık
d.Aylık
e.Diğer--------------------20.Bu görevliler belirli aralıklarla eğitime alınıyor mu?
a.Evet
b.Hayır
c.Bilmiyorum
171
21.Tıbbi atık toplama ve taşıma personeli özel elbiseler giyiyor mu?
a.Evet
b.Hayır
c.Đlgilenmiyorum
22.Tıbbi atıklarınızın taşınması hangi kuruluşun araçları ile yapılıyor?
a.Kurumun kendi aracı
b.Belediye aracı
c.Özel şirket aracı
23.Tıbbi atıklarınız belediye ekiplerince düzenli olarak teslim alınıyor mu?
a.Evet
b.Hayır
c.Bilmiyorum
24.Sizce tıbbi atıkların çevre ve insan sağlığı üzerinde yarattığı tehlikeler nelerdir?------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------25. Sürdürülebilir atık yönetimini oluşturabilmek için neler yapılabileceği konusunda
önerileriniz nelerdir?-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Teşekkürler
172
Download