TÜRKİYE`DE BIR KÜLTÜREL KRİZ VE KRİTİK KONUSU OLARAK

advertisement
Tarih Okulu Dergisi (TOD)
Haziran 2016
Yıl 9, Sayı XXVI, ss. 569-594.
Journal of History School (JOHS)
June 2016
Year 9, Issue XXVI, pp. 569-594.
DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh910
TÜRKİYE’DE BIR KÜLTÜREL KRİZ VE KRİTİK KONUSU
OLARAK DİNİ BİREYCİLİK1
Yılmaz YILDIRIM
Özet
Dini bireycilik modernitenin kültürel krizlerinin içinden doğmuş bir olgudur.
Bu anlamda aydınlanma söylemine içkin olan modern bireycilikten farklı olarak dini
bireycilik modernliğin beklenmeyen sonucu ve bir yan ürünüdür. Zira bu bireysellik
türü seküler ve aydınlanmacı birey ideolojisine olduğu kadar; inanç işinde aracılığı ve
vesayeti ifade eden kurumsal dine de muhaliftir. Özellikle P. L. Berger ve T.
Luckmann’ın Batı toplumlarındaki dinsel arayışları araştırırken üzerinde durdukları
dini bireycilik, Müslüman toplumların yaşadıkları kültürel değişimde de rastlanan bir
unsur olmakla birlikte pek araştırılmamış bir konudur. Türkiye’nin hızlı ve dramatik
şekilde yaşadığı modernleşme süreci ve bunun doruk noktası olan Avrupa Birliği’ne
girme amaçlı sürecin yarattığı kültürel değişim dinamiği; devletin kamusal yaşamdaki
baskın konumunun aşınması yanı sıra, dinsel kurumun sosyal yaşama olan tesirinde de
önemli krizlere neden olmaktadır. Türkiye’de modernleşmenin geldiği aşamada bir
yandan İslamcı bir yönetimin devlet merkezli kültür politikalarının meşruiyeti sorunlu
hale gelirken, diğer yandan İslamın toplumsal yaşamda kurumsal ve bağlayıcı
karakterinin birey üzerindeki total etkisi bir krizle karşı karşıyadır. Bunun sonucu
olarak son on yıllık süreçte Türk toplumunda artan kültürel çoğulculuk söyleminin bir
parçası olarak görülebilecek olan dini bireycilik, özellikle gençlik arasında varlığı
dikkat çeken bir noktaya gelmiştir. Bu çalışma Türkiye’de dini bireyciliğin artışında,
bir yandan yaşanan hızlı sosyo-kültürel değişimin, diğer yandan değer ve norm
sistemini hedefleyen muhafazakar yönetim anlayışına karşı tepkilerin önemli etkisi
olduğunu göstermektedir.
1
Bu çalışma, Avrupa Sosyoloji Birliği tarafından ağustos 2013’te İtalya, Torino’da düzenlenen
Crisis, Critique and Change başlıklı kongrede sunulan ve özeti yayınlanan, Religious
Individualism or Individualized Religion: A New Orientation in Modern-Day Turkish Society
adlı bildirinin metni olarak hazırlanmıştır.

Doç. Dr., İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, SBBF, Sosyoloji Bölümü,
Yılmaz Yıldırım
Anahtar Kelimeler: Dini Bireycilik, Bireycilik, Sosyal Değişim, Türkiye,
Gençlik
Religious Individualism as a Cultural Crisis and Critical Issue in Turkey
Abstract
Religious individualism is a phenomenon that arose from the cultural crisis of
modernity. In this sense, while modern individualism, immanent in enlightenment
discourse, is a deliberate outcome of modernity, religious individualism is an
unexpected result. Likewise, this kind of individualism is as opposed to the ideology
of the secular and enlightened individual as it is to institutional religion that reflects
mediation and guardianship of faith. Religious individualism, emphasized by P. L.
Berger and N. Luckmann while researching religious pursuits in Western societies, is
an element seen in the cultural change Muslim societies experienced during the
modernization process; however there is not a great amount of research on this
subject. The dynamic of cultural change created by Turkey’s rapid and dramatic
modernization process, peaking in the European Union accession period, leads to a
significant crisis in both the erosion of the dominant status of the state in public life
and the effect of religious association in social life. In the current phase of
modernization in Turkey, while the legitimacy of the state-centric cultural policies of
an Islamist government is becoming problematic; the total effect of the institutional
and binding character of Islam on individuals in social life has been facing a crisis. As
a result, religious individualism, which can be regarded as a part of the cultural
pluralism discourse that increased in Turkish society during the last decade, has
reached a significant point especially among youth. This study shows that both rapid
socio-cultural change and reaction against the sense of conservative government that
aims for a value and norm system have an effect on the increase of religious
individualism in Turkey.
Keywords: Religious Individualism, Individualism, Social Change, Turkey,
Youth
Giriş
Ana akım sosyal bilim literatüründe, homojen ve bütüncül bir
toplumsallık ile çoğulcu ve bireyci bir toplumsallık arasında kurulan karşıtlık;
genellikle din ve modernlik arasında kurulan karşıtlığın üzerine bina edilir. Bu
yaklaşım A. Cohen’e (1999: 7-8) göre “din ve "modernlik” arasında kurulan
karşıtlığın, yalnızca modernlikte tanım gereği bulunmadığı varsayılan sosyal
hayat görünümlerinin dine atfedilmesine yaslandığı için düzmece bir
iddiadır”. Söylemsel olarak inşa edilen bu ikiliğin yapaylığını anlamanın bir
[570]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
yolu da bu söylemi tersten okumaktır: Etraflı bir tarihsel sosyoloji incelemesi,
modern toplumsallığa atfedilen bireyciliğin, dinsel yaşamın modern öncesi
aşamasında var olduğunu, buna karşın “dinsel” ve cemaatçi hislerin ve
bağlılığın modern kurumların ve siyasetin de onsuz yapamadığı özelliklerden
olduğunu gösterecektir. Söz gelimi, tarihsel olarak “…devlet karşısında,
devleti ilgilendirmeyen ya da yansız biçimde koruması beklenen ilk "özel"
konuların mülkiyet ya da sözleşmeye değil, kişisel inanç ve vicdana ilişkin
olması” (Poggi, 2002: 142) çok anlamlıdır. Diğer yandan dinin homojen bir
toplumsallığın çimentosu olacak şekilde bir işlevselliğe ve araçsallığa
büründürülmesi,
modern
siyasetin
dini
yedeğine
almasından
kaynaklandığından; dine atfedilen bu homojenleştirici özellik daha çok
modern zamanlara özgü bir durumdur. Bu bakımdan dini bireycilik
incelenirken, bunun modernlik koşullarına bağlı olan (modern bireyciliğin bir
yan ürünü olarak oluşan) ve bundan ayrı olarak bizatihi dinsel kültürün
kendisinden kaynaklı yanları arasındaki ayrımı bilmek gerekir. Aksi takdirde
“devin omuzlarındaki cüceyi”2 (modern, yalın bireyciliği) devin kendisi gibi
görmek hatasına düşülebilir. Diğer yandan “küçük güzeldir” söylemiyle
yürüyen postmodern durum uyarınca “cüceye” de hakkını teslim etmek
gerekir. Zira günümüz koşullarında dini bireyciliğin ve bu tutumun yayılımı,
din kurumunun kültürel bakiyesi kadar minör politikanın cazibesine de çok
şey borçludur.
Bireyin ait olduğu sosyal bağlam açısından nasıl tanımlanması gerektiği
meselesi her zaman önemli olmuştur. Sözgelimi modern zamanların birer
ürünü olan liberalizm, varoluşçuluk ve anarşizm ideolojileri, merkezi unsur
olarak bireye dayanmakta; dolayısıyla bu ideolojileri modern yapan sosyaltarihsel temel, birey kavramını da modernliğe dayandırmaktadır. Bu anlamda
bireyin önemi ve değeri, söz konusu ideolojiler için bir dayanak olmakla
beraber, benzer şekilde bu üç ana akım modern ideoloji, teorik yapılarının
meşruiyetini insan-bireyle ilişkilendirilen etik ve politik değerden
almaktadırlar.
Farklı kurumsal yapıların her biri birey açısından ayrı ayrı sorun teşkil
ettiğinden, her biri ile alakalı farklı bireycilik türleri (ekonomik bireycilik,
siyasal bireycilik, bilimsel açıdan metodolojik bireycilik) vardır. Ancak, dini
2
Devin omuzlarındaki cüce (Latince: nanos gigantum humeris insidentes), daha önceki kaşifler
tarafından yapılmış bir keşfi kendisinin yaptığını sanan ve sahiplenen kişi için kullanılan bir
metafor.
[571]
Yılmaz Yıldırım
bireycinin din kurumuyla ilişkisi, iktisadi bireycinin iktisatla, siyasal
bireycinin siyasetle olan ilişkisinden daha karmaşıktır. Çünkü burada söz
konusu olan dini normların, “… toplumdaki değer ve norm sistemini
belirleyen en önemli faktör” (Mutlu,1996: 353) olduğu düşünülürse, dini
bireyciliğin de aynı şekilde diğer bireycilik türleri karşısında daha zor bir
mesele olduğu kendisini belli eder. Konuyla ilgili asıl zorluk, bir yandan Türk
toplumunda dini bireycilik konusunda yapılmış sosyolojik çalışmaların azlığı 3,
diğer yandan ileride tartışacağımız üzere; kültürel İslamın bir “total kurum”
olarak gündelik hayat ve bireysel benlik üzerinde diğer dinlere kıyasla
müdahil ve belirleyici olma vasfının daha güçlü olan yanının dini bireyciliği
“kısıtlayan” özelliğidir.
Dini bireycilik, Berger’in, insanın tanrıyla kurduğu ilişki sırasında
ortaya çıkan “dünya kurma” yeteneği ile tanımlandığında, İslam düşünce
tarihinde ve kutsal kaynaklarında buna hem imkan tanıyan hem de somut
örnek oluşturan bir çok öğe bulunmaktadır. Söz konusu kaynakların
dökümünü ve incelemesini yapmak bu çalışmanın maksadını ve sınırını
aşacağından, işin bu kısmı hakkında temel belirlenimlerle yetinilmiş ve
konunun güncel sosyolojik görünümlerine odaklanılmıştır. Belirtilmesi
gereken bir diğer konu, çalışma, İslam’da bir Lutheryen ya da freethinker4
akım keşfetmek ya da verili gerçekliği bu yönde yorumlamak amacında
değildir. Böyle bir çaba, karşılaştırmalı kültür incelemesi olmaktan öte, İslami
dini bireyciliği, Protestan bireycilikle ilişkilendiren bir tarih yazımına
3
4
M. Süheyl Ünal’ın Dinsel Bireycilik (2011) adlı çalışması, kavram hakkında Türkçe yazılmış
tek araştırmadır. Ünal bu çalışmasında Batı toplumlarında yaşanan dinsel ve kültürel değişim
bağlamında oluşan dini bireyciliği Kierkegaard, Berger, Luckmann ve Buber’daki
karşılıklarının teorik incelemesi üzerinden tartışmaktadır. Ünal’ın başarılı çalışmasını
okuduğumda, açıkçası bu bana, konuyu Türk toplumu odaklı ele almaya bir çağrı olarak
göründü. Çünkü kitapta din felsefesi ve sosyal teori düzeyinde oldukça iyi şekilde tartışılan bu
konu, her şeyden önce sosyolojik bir vakıa olması dolayısıyla olgusal bir incelemeyi de
gerektiriyordu. Diğer yandan bu çalışmada Ünal’ınkinden farklı olarak “dinsel
bireycilik”yerine “dini bireycilik” demeyi tercih ediyoruz. Çünkü “dinsel” kavramı, inanç
meselesindeki sembolik, araçsal yanı çağrıştırırken; “dini” kavramı, öznel, fenomenolojik
niteliği ifade etmekte daha uygundur. Dinsellik, tutum ve eylem anlamında biçimsel iken; dini,
düşünsel, inançsal anlamında özseldir. Dinsel bireycilik bireyin daha çok nesnelleşme
süreçlerine karşılık gelirken; dini bireycilik, Berger’in tabiriyle bireyin kendisinin kurduğu –
öznel- bir dünyaya karşılık gelir.
Freethinkers (Özgür Düşünenler), bireyin bilgi ve akıl kaynağı ile elde edilemeyen doğruyu
kabul etmemesi gerektiğini öne süren akımdır. Dinle ilgili olarak bu akım, doğal ve doğa üstü
olayların varlığını desteklemek için mantıksal ilkeleri yeterli kanıt olarak görürler. James
Hastings (1927) Encyclopedia of Religion and Ethics, Part, 11
[572]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
endekslemek şeklindeki indirgemeci ve oryantalist ayrımlara sıkıca bağlı bir
çıkmaz sokağa girmek olurdu. Bu anlamda çalışma, İslami inançta bireyci
yönelimin hem olanaklarını hem de kısıtlarını incelerken; bir inanç sistemi
olarak İslam’dan çok, güncel gelişmelere ve tarihsel tesire yoğun şekilde bağlı
olan kültürel İslam’ı baz almaktadır.5 Her ne kadar bu ikisi biri birine bağlı
olsa da, İslamın teorik ve orijinal kaynaklarına bağlı bir dini bireycilik
incelemesi, teolojik olduğu kadar teleolojik de olacağından (Weber, kültürel
amaçların bilimsel olarak incelenemeyeceğini söyler), İslamın nasları bu
incelemenin dışında bırakılmıştır.
Dini bireyciliğin sosyolojik izahı yapılırken, bireyin bir yandan dinsel
kurumun ve geleneğin vazettiklerine karşı kritik duruş, diğer yandan
modernleştirici ve dünyevileştirici siyasetin birey tarafından kabul edilmeyişi
ve bireyin Tanrı ile herhangi bir aracı olmaksızın baş başa kalmayı tercih
etmesi esastır. Çalışmada Türkiye’de dindar bireyin böyle bir tercihe
yönelmesinin sosyal koşulları ortaya konulmakta ve bununla ilişkili bireylerin
kendi öznel durum tanımlamaları ele alınmaktadır. Bu amaçla Berger’in biraz
fenomenolojik tarzda yorumladığı “dünya kurma” nosyonu toplumun iki
boyutunu içerecek şekilde kullanılabilir. Bir yandan dini bireycilik için
elverişli bir dünyanın Türkiye’deki kuruluşu; diğer yandan asıl önemlisi,
bireyin oluşan yeni toplumsallıktan etkilenerek ona verdiği bir yanıt olarak
kendi dini bireyci dünyasını kuruşu.
Dini Bireycilik: Düşünsel ve Sosyal Temel
Bireycilik, modern dünyada siyasal felsefe, etik tutum, ideoloji ve
sosyal görüş bağlamında bireyin değerine vurgu yapan (Wood, 1979: 6-7)
anlayışın adıdır. Bireycilikte temel öncül, “özgürlük mücadelesinde” ve özvaroluş sürecinde birinci derecede öneme sahip olanın birey olduğudur
(Brown, 1993). “Bireyci ideoloji, sosyal grup, kurum ya da devletin dışsal
müdahalesinin, bireyin çıkar ve amaçları ile çeliştiğini iddia etmekte; bu
yüzden de sosyal, siyasal ve ekonomik yapının bireyin hareket alanını serbest
ve özgür kılacak şekilde yeniden kurgulanmasını talep etmektedir” (Gregory,
1986: 82-90).
5
Dini bireycilikle ilişkili ana akım literatür Batılı ve ağırlıklı olarak Hıristiyan toplumlarına dair
olmakla beraber, Hristiyan teolojisinin dini bireycilikteki payından çok, güncel sosyal değişim
alanlarına odaklanılmaktadır.
[573]
Yılmaz Yıldırım
Birey bu bakımdan modernliğin planlı bir sonucu, ürünü ve hatta
amacıdır. Ancak ekonomik, siyasal ve felsefi bireycilikten farklı olarak dini
bireycilik, modernliğin, Giddens’ın (1999) tabiriyle “niyetlenilmemiş
sonuçlarından” biridir. Zira Aydınlanma ve “büyü bozumu” söylemiyle
yürüyen “tarihin usu” gereği birey, kendisinin özgür düşüncesini sahiplenen,
özgerçekleştirimini sağlayan ve “ergin olmama halinden kurtuluşu”nu
gerçekleştiren ortamı ancak seküler ve profan bir şekilde yapabilirdi. Bu
bakımdan modernist retorik, bireysellik ve dindarlığı genellikle karşıt
kutuplara yerleştiren bir söylemi tercih ettiğinden, dini bireycilik kavramına
yabancıdır. Diğer yandan geç-modern, ya da post-modern toplumda ortaya
çıkan yeni çağ akımları, seküler bir toplumda meydana gelen yeni dinsel
bilinçlilik, dini toplulukların artan hareketliliği ve genel olarak yeni sosyal
hareketler bağlamındaki dini motifler öne çıkarılırken; bu hareketlerdeki
dinsellik, bireyselliği ile değil kolektif temsil nitelikleriyle ele alınmaktadır.
Dolayısıyla dini bireycilik, günümüzde birey ve bireycilik kavramının
aydınlanma güdümlü versiyonunun yaşadığı kriz ve buna karşın cemaatçi
yapıların yükselişi bağlamına indirgenen bir din olgusunun gölgesinde
kalmaktadır.
Dini bireycilik modernliğin bireyci söyleminden etkilenen ama bundan
farklı bir yol izleyen tutumdur. Aralarındaki etkileşim düzeyinin yönü,
boyutları ve kanalları hakkında yeterli bir açıklama geliştirmek ayrı bir
çalışmanın konusu olmakla birlikte; dini bireyciliği olağan modern bireyciliğe
bağlayan ve ayıran hususlar hakkında genelleme yapabilmek için din
sosyolojisinin mevcut birikimi ışığında bazı gözlemlerde bulunulabilir.
Modern toplumun belli başlı getirilerinden rasyonelleşme, kamusal ve özelin
ayrılması, çoğulculuk, yabancılaşma, kolektif kimliğin aşınmasına karşı
bireysel kimliğin güçlenmesi, kurumsal ve kamusal süreçlerden soyutlanma ve
özgürleşim gibi unsurlar dini bireyciliği olağan modern bireyciliğe bağlayan
gelişmelerdir. Bununla birlikte dini bireycilik, olağan modern bireycilik
söyleminin dindar bireyi ele geçirmek ve şekillendirmek istediği insani yanına
karşı, kendi benine dayalı bir karşı koyuş tavrının taktik avantajları
bakımından kendisi de bireyci olmak durumunda kalmanın sonucudur. Zira bu
karşı koyuş bir cemaate ya da geleneğe kendini kapatma tavrı olarak
oluşamazdı. Ayrıca dini bireycilik günümüzün çoğulcu ve bireyci toplumunda,
homojen bir toplumda olduğundan daha fazla meşru ve serbestçe var olabilme
avantajına sahip olabildiğinden, mevcut bireycilik söyleminin sağladığı
[574]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
hareket alanına çok şey borçludur. Ancak bu çoğulcu düzlemin her iki
bireycilik türü için sunduğu söylemsel yakınlık, esaslı bir benzerlik yerine
aralarındaki ayrımlara kapı aralamaktadır. Çünkü bireysel haliyle kimlik,
“bireyin kendisini toplumun geri kalanından ayıran ölçütlerle” (Smidt,
Penning, 2006) alakalı olduğundan, dini bireyci, hem modern ve seküler bir
kurucu iradeye, hem de kurumsal dine muhalif olmayı kendi kimliği açısından
belirleyici görmektedir.
Dini bireycilik bireyin kendi inancıyla dini kurumların öğrettikleri
arasındaki inanç farklılaşmasıyla ortaya çıkar (Schweitzer, 2007: 165).
Lukes’e göre dini bireycilik “inançlı bireyin aracılara ihtiyacının olmadığı,
ruhsal yazgısının temel sorumluluğunu kendisinin taşıdığı, Tanrısıyla kendi
bildigi yolda ve kendi çabalarıyla kendisinin ilişki kurma hak ve görevinin
olduğu görüşü”dür (Ünal, 2011: 39). Bu anlamda dini bireyci “Tanrının
huzurunda tek başına durur”. Bu inanca göre, kutsal ile ilişki bireyin özgür
iradesi ve düşüncesi tarafından oluşturulur. Birey istediği dine girebilir, din ve
Tanrı konusunda herhangi bir cemaat, mezhep türünden aracıları kabul etmez.
Belli bir dinin inanç sistemini almakla birlikte bunu kendi bilinç ve iradesi
yoluyla kendisi üretir. Bu yüzden deizmden farklıdır. Zira Bellah’a göre, “dini
bireyciler, dinî inançlardan ziyade dini kurumları veya kurumsal dini
eleştirmektedirler. Onlara göre müesses din, insanları “riyakarlığa” sevk
etmektedir; kilise müdavimleri, orada öğrendiklerini kendi hayatlarına
geçirmemektedirler. Mümini kurtaracak olan, kilise ya da müesses din değil,
bireyin Tanrıyla doğrudan kişisel irtibatıdır. Birey gerçekten istedikten sonra
hiçbir aracı kuruma gerek kalmaksızın “Tanrı onun kalbine huzur verecektir”
(Ünal, 2011:178).
Dini bireycilik ideolojisi, Hıristiyan düşünce geleneğinde yeni bir unsur
değildir. Bu türden bir bireycilik Protestanlık ve özel olarak Kalvenizm ile
ilişkilendirilir. Kalvinist bir inançlı bireyin tanrıya yönelimi çok yoğun bir içe
bakış ile oluşur. Nitekim, McClay’a (2001:392) göre Kalvinistler için mümin,
“kendi kendisinin rahibi”dir. Bu algı oluşumunda en önemli düşünsel
basamaklardan biri olan Martin Luther’e göre “homo externus, toplum
tarafından koşullandırılmışlığı ifade ederken; homo internus, insanın özgür ve
dinsel yanlarını vurgular. Buradan anlıyoruz ki Luther, toplum ve onun
kurumsal ilişkilerini bir yana, özgürlük ve dini diğer yana koymuştur. O, homo
internus’u homo religiosus ile özdeş görür. Homo internus, dinsel ve ahlakî
[575]
Yılmaz Yıldırım
anlamda topluma değil, doğrudan doğruya Tanrı’ya karşı sorumludur”
(Zijderveld’den akt. Ünal, 2011: 44)6
Çağdaş toplumlarda dini bireycilik kavramını önemli kılan temel
mesele, din ve dindarlık hakkındaki akademik incelemelerdeki bir odak
kaymasıyla ilişkilidir. Klasik araştırma metodolojisi, dinsel yönelimi ve
dindarlığı incelerken ibadet, kurumsal bağlılık ve özel olarak kiliseye gitme
gibi tutumları dindarlığın objektif göstergeleri olarak ele almaktaydı. Buna
göre günümüze doğru kiliseye gitme sıklığının azalmasını dindarlıktaki bir
azalma olarak okuma eğilimi yaygındı. Ancak bu durum P. Berger ve T.
Luckmann’a göre dindarlığın azalışı olarak değil, dini tutumun kurumsallıktan
bireyselliğe doğru bir eğilim gösterdiği şeklinde değerlendirilmelidir. Ünal’a
(2011: 155) göre, Luckmann’ın “Görünmeyen din (invisible religion)” adlı
çalışmasında görünmeyen olarak bahsettiği din, dini bireycilik olarak
okunabilir. Zira dinin görünmeyen yönü, bireysellik ve içsellikle; görünen
yönü ise kurumsallık ve dışsallık/nesnellikle ilişkilidir” Berger’in konu
hakkındaki pozisyonu Luckmann’ınkine
yakın olmakla
birlikte
fenomenolojiktir. Berger’e göre insanın bir “dünya kuruşu” ve “kendisini bir
dünyada üretişi”, fenomenolojik bir diyalektikle olur. Bu diyalektik sürec, “üç
aşama yahut üç adımdan oluşur: Bunlar dışsallaşma (externalization)
nesnelleşme (objectivation) ve içselleşme'dir (internalization). Topluma en
uygun ampirik bakış, ancak bu üç aşamanın birlikte anlaşılmasıyla
mümkündür.” (Berger, 2005: 38) Kısaca bu süreç hem dışsal hem de zihni
olanın, objektif ile sübjektif olanın diyalektiğidir. Dinsel bireycilik bu
anlamda söz konusu etkileşimin ürününün içselleşmesiyle ortaya çıkar.
Burada içselleşme sürecinde insan artık toplumsalın ürünü olur. Sonuç olarak
dinsel bireycilik, aynı zamanda toplumsallaşmanın bir ürünüdür. Başka bir
ifadeyle dini bireycilik de bir çeşit toplumsallaşmadır. Burada bireysellik,
toplumsallık ile ilişkisiyle oluştuğuna göre, önceleri toplulukçu bir dinin, nasıl
ve ne şekilde bireyci bir hale dönüştüğünün açıklanması gerekir.
Dinler, “tözel (substantive) akidelerinde veya işlemlerinde son derece
farklı oldukları için çoğu sosyolojik tanım, dini “töz”den (substance) ziyade
“işlevler” açısından tanımladığından”(Wuthnow, 2009:60); söz konusu
6
Dini bireyciliğin teolojik ve felsefi artalanı hakkında burada bundan daha fazlasına girmek,
konunun bu çalışmada ele alınan yönünü kısıtlayacağından doğru olmayacaktır. Diğer yandan
dini bireyciliğin felsefi, teolojik ve sosyal tarih açısından kapsamlı ve yetkin bir incelemesi
için M. Süheyl Ünal’ın Dinsel Bireycilik (2011) adlı kitabına bakılabilir.
[576]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
dönüşüm, Berger’in (2009) “işlevlerin dönüşümü” açısından incelenebilir.
İşlevden kastedilen çoğu durumda kutsal olmayan sosyal yapıların
meşrulaştırımı işlevidir. Kutsallılığı olsun ya da olmasın söz konusu yapılar
değişince; yani yapı yerine fail, toplum yerine birey, cemaat yerine sosyal
hareket, kamusal yerine özel, homojen yerine hetorojen, kaide yerine istisna
önemli hale gelmeye başlayınca, bunları karşılayan (dinsel) işlevlerin de
değişmesi gerekecektir. Kamusallıktan ve makro siyasal ve kültürel olandan
soyutlanmış bireye uzanan yol, dindeki değişim söz konusu olduğunda pekala
dini bireyciliği anlamlı kılmaktadır. Kısacası dışarısının parçalanması ve
meşruiyet kaybı yüzünden dış kontrolün yerini bireyin iç kontrolü almaya
başlamıştır. Başka bir ifadeyle “…din aynı zamanda bir toplum tipi” (Mardin,
1995) de olabildiğinden, toplumsalın “çözülüşü”, dinin “özelleşmesini”
mümkün kılan sosyolojik dönüşümü hazırlamıştır. Homojen ve cemaatçi bir
topluma kıyasla, çoğulcu ve atomistik bir toplumda dini bireyciliğin daha
yaygın olmasının nedeni budur.
İslam ve Dini Bireycilik
Dini bireycilik kavramının en sorunsal yanı, bireyin ait olunan din ile
ilişkisinden koparılamayan bir bireycilik türü olmasıdır. İktisadi ve siyasal
bireycinin tanımında söz konusu edilmeyen kültürel ve dinsel farklılık, dini
bireycilik söz konusu olduğunda önemlidir. Zira Hıristiyan, Müslüman ya da
Musevi dini bireyciyi bir diğerinden farklı kılan bir şeyler elbette vardır ve
dahası bu farkı yaratan sebep dinsel aidiyetin etkisidir. Bu bağımlılık ilişkisi,
“olağan modern bireyciliğin” modern kurumlara, modern bilişsel-ideolojik
söylemlere bağlılığı göz önünde tutulursa normaldir: İktisadi bireycinin piyasa
söylemine ve iktisat ideolojisine bağlılığı; 68 hareketi içinde yer alan sistem
karşıtı bir bireyin uç özürlükçü söyleminin taşıyıcısı olan gruba aidiyeti gibi;
dini bir bireycinin inanç işinde herhangi bir dine, o dinin bireysel yorumunu
da arkasına alarak bağlı kalması olağan bir durumdur. Zira bireycilik
paradoksal şekilde sosyalleşme süreçlerinde edinildiğinden, mutlak, saf
bireycilik diye bir şey hiçbir durumda söz konusu edilemez.
İslam, orijinal kutsal kaynaklarıyla birlikte bir “inanç sistemi” olarak ve
de tarihselliği içinde “kültürel İslam” olarak iki şekilde ele alınmalıdır (Levis:
2003:3). Bu iki boyut birbirine bağlı olmakla birlikte, konumuzun
metodolojisi ve sınırlılıkları açısından bu ayrım gereklidir. Diğer yandan dini
bireycilik açısından İslam düşünce ve felsefe geleneğini de bu ikisi arasında
[577]
Yılmaz Yıldırım
salınıp duran çok önemli bir üçüncü boyut olarak söz konusu etmek de
gerekir. Konumuz açısından ikincisi (kültürel İslam), din sosyolojisi için daha
fazla ampirik hareket alanı sağladığından bizim için odak noktası olacaktır.
Ancak yine de teorik arka plana, yani İslamın orijinal kaynaklarına ve İslam
felsefesinin özellikle klasiklerine topluca bakmak ve sonra islamın sosyokültürel içeriğinin dini bireycilik açısından mahiyetine eğilmek gereklidir.
Diğer yandan bu şekilde bir başlangıç çalışmanın kapsamını aştığından çok
genel ve soyut ilke ve belirlenimlerle yetinilecektir.
İlahiyat ve özel olarak kelam alanında, öznel ve akli süzgeçten
geçirilmeyen bir dini inancın dinsel bir anlamının olmayacağı yönündeki
kanaat oldukça yaygın durumdadır. Bu bakımdan akıl, genelde inancın
sağlaması ve dinsel bilginin değerlendirilmesinde bir başvuru mercii
olmaktadır. Burada akıl “kalbin nuru” anlamına gelmektedir. Ancak her
durumda dinsel topluluktan ve ana akım kurumsal dinden ayrılmayı öngören
türden bir bireycilik-Hıristiyanlıkta da olduğu gibi- pre-modern dönemlerde
söz konusu edilemez. Bulaç’a(2009) göre, İslam’da “…birey, müstağni, yani
hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, istiğna içindeki insan demektir.
Allah, insana: "müstağni" olmadığını hatırlatır, hakiki müstağni Allah'tır.
Birey tam da bu iddiadadır…Müslüman'ın "şahsiyet ve izzet" sahibi olması,
"birey" olması demek değildir.”
Ali Bulaç, bu bakımdan İslam bakış açısından birey yerine bir şahıs
(şahsiyet sahibi) olarak insanın özne olma halini şu dini temellere
dayandırmaktadır: “1) Allah insanı ferd-i vahit olarak yaratmıştır, O'nun
Huzuru'na yine ferd-i vahit olarak gidecektir. Allah insanı ferd-i vahit olarak
muhatap alır. 2) Din seçiminde baskı yoktur (2/Bakara, 256); insan dinini
seçme özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlüğü kullanma alanına o kadar sahiptir
ki, kendisini yaratan Tanrıyı dahi reddedebiliyor. 3) İnsan, rızası olmadan
hiçbir anlaşmaya, hiçbir sözleşmeye zorlanamaz. Eşini, işini, evini vs. şeyleri
seçerken baskı altına alınamaz. 4) Kendisini aşan konularda bilginlere,
müçtehitlere ittiba eder; ancak kime tabi olacağına kendisi karar verir ve yine
de Hz. Peygamber (s.a.)'in belirttiği üzere müçtehit veya müftü her ne derse
desin, o "kalbine soracak"tır İnsan suçsuz doğar. Hiç kimse başkasının suçunu
veya günahını üstlenmez. Herkes kendi ahlaki ve hukuki fiillerinin
sorumluluklarını üstlenir.” (Bulaç, 2009) J.P. Charnay’a (Akt. Gellner,
1983:20) göre islam’ın ilk günah tezini ortadan kaldırarak insan doğasını
mahkum etmeyişi, İslam’da bireysel sorumluluk düşüncesini öne çıkarır.
[578]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
Özetle İslam’da Tanrı ve kul arasında aracının ve özel olarak ruhban sınıfının
olmayışı dolayısıyla, bir inanç sistemi olarak İslam’ın teorik olarak birey
fikrine meşruiyet sağladığı söylenebilir.
Diğer yandan Mardin’e göre “Her ne kadar İslamiyeti, biz bir din olarak
tanımlamaya eğilimliysek de, Peygamberin onu daha çok bir millet olarak
tanımlamış olması muhtemeldir." (Mardin,1995:68) Devamında Mardin
şunları sorar: “İslamiyetin ''bir millet" olarak kavramsallaştırılmış olmasının
yapı bakımından sonuçları nelerdir?”(2000:68). Cahen’in (1955:155) buna
yanıtı, “milletin (ümmet), işbirliği (sözleşme) yaratıcısı değil, bir dayanışma
yaratıcısı olmasıdır”. Bu belirlenim aynı zamanda bir inanç sistemi olarak
İslamın bireyciliğiyle, kültürel İslamın kolektivistliği arasındaki ayrımı da
daha belirgin kılar. Öyleyse orijinal kaynakları ve onunla irtibatlı felsefi
geleneğin “bireyci” potansiyeline karşın bu toplulukçu yapıyı doğuran şey
nedir? Burada dini gibi gözükmekle beraber din-dışı unsurların açıklayıcılığı
daha fazladır. Dini özünden ziyade işlevleriyle tanımlayan sosyolojinin
üzerinde durmadığı konu, toplumun da dini işlevler yerine getirebilen
özelliğidir. Mardin’in, İslamı bir millet olarak ele almak yaklaşımını devam
ettirirsek, toplum olarak ümmet, dinin paralelinde ama ona indirgenemeyen
bir kurumsallığı ifade eder. Başka bir ifadeyle ümmet, tanrı ve kul arasında
konumlanan bir sosyal aracı haline gelir. Dine ve tanrıya bağlılıkla, topluma
bağlılık arasındaki fark belirsizleşir. Değer ve norm sistemine meşruluk
sağlayan kültürel referanslar adeta dinsel referanslar haline gelebilmektedir.
Norm-Değer ya da Toplum-Birey Sarkacı
Türkiye’de toplumsalın birey üzerindeki baskın doğası, başka pek çok
değişken yanı sıra, değere karşın normun belirleyiciliği ile de açıklanabilir.
Şöyle ki, değer iç yönelimli, norm ise dış yönelimli oluşla eşleştirilebilir.
Tıpkı Luther’in homo internus ile homo externus ayrımındaki gibi.
Toplumsallığın (normun) baskın olduğu durumda eylemin ve tutumun
doğruluğu, iyiliği, ahlakiliği vs. hakkında tavır alırken birey, bunu iç
muhasebesi yoluyla değil, genellikle toplumun sağladığı kılavuz haritaya
bakarak seçer. Tersi durumda değeri bireyciliğe bağlayan şey, “…değerin iyi
ya da öznel tercihe daha bağlı olması yanı sıra, onun için verilen emeğin
bireye ait oluşudur” (Fichter,1994). Yapılan bir dizi karşılaştırmalı araştırma
(Kağıtçıbaşı, 1970; Ok, 2011; Çukur, de Guzman, & Carlo, 2004) Türk
toplumunda normlara ve dolayısıyla topluma olan bağlılığın düzeyinin diğer
[579]
Yılmaz Yıldırım
toplumlara oranla fazla olduğunu göstermektedir. Bunun dinsellikle olan
ilişkisini doğrulayan, 1959’da yapılan bir araştırma, topluma bağlılıkla dine
bağlılığın Türkiye’de fazlaca çakıştığını göstermektedir (Mardin, 1995: 81).
Thompson (2010), İslam toplumlarının modern siyaset ve dolayısıyla
bireycilikle “uyumsuzluğu” hakkında, değer, norm ve alışkanlık konularını
bağlayan “etik yaşam” kavramı etrafında bir karşılaştırma yapmaktadır.
Thompson, etik yaşamın “nomocentric” ve “right-based”7 paradigmalarına
dayalı ayrımı kullanarak, nomocentrik temele dayanan İslam toplumlarının,
“right-based”e dayalı batı toplumlarından farklı olarak modernlikle
uyumsuzluğunu göstermeye çalışmaktadır. Thompson’un yaklaşımı iç
yönelimliliğin bireycilikle ilişkisini destekler şekilde, “etik otonomi”yi
mümkün kılan “right-based” bir moral kategorinin İslam toplumlarında
zayıflığını öne sürmektedir. İslam toplumlarında egemen olan nomocentrik
paradigma, iyi, güzel, adil gibi kavramların verili ve tanımlı şekilde bireye
sunulmuş olduğunu belirtmektedir. Buradan da ahlaki öznelliliğin dolayısıyla
dini bireyciliğin doğuşuna engel bir durumun varlığı, grup kimliğinin dinsel
olana baskın çıkması sonucu çıkarılabilir” (Yıldırım,2014:165). Thompson’a
(2010:100 ) göre sosyal değişim “right-based” yönelimli olmaya başladığında
dahi modern bireycilik aleyhine bir durum ortaya çıkmaktadır. Ancak “ her
çağ, bir başka çağın değerlerinden kurtulma mücadelesinden ibarettir” diyen
Windelband’ı (2010: 12) haklı çıkarırcasına bu durum Türk toplumunda da
değişmektedir.
Cumhuriyetin ilanını izleyen tek pati rejiminin 1950’de Demokrat
Parti’nin seçim zaferiyle sonlamasının ardından İslami sivil toplumun ve
siyasetin canlılığı her durumda önemli bir unsur olmaya devam etti. Bununla
birlikte “laik devletin devam eden kültür tekeli yüzünden dindarlığın
gettolaşması ve içe kapanmasına karşı bir tepki” (Genel, Karaosmanoğlu,
2006: 474-475) olarak dindarlık söylemi yeni bir içerik kazandı. Bu süreçte
özellikle 1980’li yıllarda “İslamcı düşünce bir taraftan kültürel stratejiler
(çoğulculuk), diğer yandan siyasal iktidarı ele geçirme ve bu yolla toplumu
dönüştürme şeklinde”(Göle, 1991) modern bir araçsallıkla yürüdü. Her iki
7
Nomocentric,nomos kelime kökünden türetilmiş bir kavram. Nomos, Yunan felsefesinde yazılı
olmayan yasalar, gelenek ve töreler için kullanılır. Right-based ise yazar tarafından
özgürlüğün ve yetkinin, hukuka ve etiğe dayandırıldığı durumu ifade etmek için
kullanılmaktadır.
[580]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
durumda da dindarlık tedricen bireysellikle birlikte anılmaya başlandı. Ancak
İslamcı siyasetin modern siyasal araçsallığı içinde kurgulanan Müslüman
birey söylemine ilave olarak, bir yandan geleneğe ve kendi sosyal art alanına;
diğer yandan modernleştirici laik devletin programına mesafeli bir dindarlık
türü ortaya çıktı. Bu tür bir dindarlık, yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıkları
itibariyle ve kentlileşen orta sınıf kültürel donanımıyla modern, ama kendisini
dönüştürmek isteyen modernleştirici iradenin talep ettiğinin tersi olan dinsel
sembolleri elden bırakmayan bir kültür yarattı. Bu yüzden Göle’ye
(1991)göre, “modernliği, ekonomik gelişme, siyasal iktidar biçimleri,
kentleşme gibi sosyo-politik olgularla algılamak yerine Türk deneyiminde
olduğu gibi özel yaşamlar, mahrem alan üzerindeki dönüştürücü gücünü
göstermesi bakımından ele almak daha verimlidir”.
Ancak modern Türkiye’de İslam ve bireysellik meselesi tartışılırken,
değişen dindarlıktaki bireyselliği kentleşme, ekonomik gelişme ve siyasal
mücadelenin izdüşümüne indirgemek, başka bir ifadeyle bireyciliği
modernlikle ilintili ‘mutlak bireycilik’ sembolleriyle açıklamak (Olson, 1985;
Abadan- Unat, 1963; Toprak, 1981) yaygın bir tutumdur. Bu yapılırken
bireyciliğin özsel niteliklerinden ziyade biçimsel göstergelerine
odaklanılmaktadır. Örneğin günümüze doğru büyüyen İslami sermayenin
dindar kesimi giderek modernleşmenin içine doğru çekmekte oluşu, dindar
kesimin yeni tüketim alışkanlıkları, yaşam tarzlarındaki kentli ve batılı
biçimler, yeni İslami modalar, özellikle kadınların tesettür tarzındaki değişim,
kamusal alanda ve sivil toplumda dindar kadınların görünürlüğünün artışı
üzerine birçok değerlendirme yapılmaktadır. Bireycilik ve dindarlık açısından
konunun bu boyutu önemli olmakla birlikte, bu yeni modern pratikler üzerine
odaklanmak, dindarlık ve bireycilik ilişkisini anlamak bakımından bazı
sorunlar barındırmaktadır: Birincisi, bu yaklaşımlar bireyciliğin dindar bireyin
dinsel kimliğiyle ve inancıyla ilişki kurma tarzlarından biri olan dini
bireyciliği görmezden gelmektedir. İkinci sorun, dindarlığın bireysel yönünü
bu şekilde değerlendirenler, modernleşmenin dinsel yaşamda bir çözülmeyi ve
tedrici
bir
şekilde
sekülerleşmeyi
doğuracağı
inancından
kurtulamadıklarından, bu çözülmenin ve sekülerleşmenin kanıtlarını dindar
bireydeki özcü olmayan, biçimsel değişimlerde aramaktadırlar. Türkiye’de
gözlemlenecek dini bireycilik bu faktörlerle oldukça ilişkili olmakla birlikte
bundan hem sebepleri açısından hem de özellikleri açısından bariz şekilde
farklıdır.
[581]
Yılmaz Yıldırım
Günümüz Türkiye’sinde Dini Bireycilik
İslami bir imparatorluktan laik bir ulus-devlete geçişi gerçekleştiren
Kemalizm, devletin yapısını değiştirmenin ötesinde, Tanzimat’tan beri
süregelen, medeniyet değiştirmenin en bilinçli ifadesidir (Göle: 2004, 82). Bu
süreçte otoriter tarzda uygulanan laiklik, yeni bir ulus yaratmanın temel
ideolojik gerekliliklerinden biri olarak uzun bir süre boyunca toplumsal ve
özellikle dinsel yaşam üzerinde güçlü etkiler yaratmaktadır. Günümüze değin,
modernleşmenin aynı zamanda bir toplum projesi olarak yürütülen biçimi,
toplumsal yaşamda ciddi bir kültürel kopuşa ve gerilime neden olageldi.
Modern Türkiye’de dinle ilişkili olarak “şeriat hiçbir zaman ana akım
olmamakla” (Çiğdem, 1997: 28-29) ve dolayısıyla laik rejim açısından siyasal
bir tehdit oluşturmamakla birlikte, devletin din kaynaklı tehdit algısı her
zaman devam etti. Resmi-kamusal alandan gündelik yaşama, anayasa
metinlerinden eğitim programlarına kadar her alanda varlığını hissettiren
otoriter ve “halka rağmen halkçı” kültür politikaları, söz konusu kopukluğu ve
gerilimi hep canlı tuttu. Bu ortamın koşullarına karşın, 1980’lerle birlikte
Batıda olduğu gibi Türkiye’de de güçlenen sivil toplumun İslamcı kanadı, bir
takım sosyal hareketler ve gönüllü örgütlenmeler yoluyla toplumsal yaşamın
artan çeşitliliğinde kendilerine düşen aktiviteden geri durmadılar. Bu andan
itibaren Anadolu sermayesi ile irtibatlı islamcı gruplar, siyasal arenada bu
sefer artan bir bireycilik, özgürlük, çoğulculuk ve çeşitlilik söylemiyle boy
göstermeye başladılar. Güçlenen bu dinamik yer yer cumhuriyetçi ve laik
bürokratik elit tarafından dışlanma hatta tasfiye tehditleriyle karşılaşmakta
idiyse de, her bir müdahale beklenmeyen bir şekilde Türkiye’deki İslami
dinamiği daha da diri ve meşru hale getirdi.
Bu durumun sonucu olarak, üniversitelerde başörtüsünün
yasaklanmasına karşı geliştirilen en önemli argüman bireysellik, tercih ve
özgürlük söylemi olduğundan; dindar birey, özgürlüğünü kendisini modernize
etmek isteyen bürokratik iktidara karşı çıkarak ve İslamcı siyasete, dinsel
cemaate ve sivil topluma ait olma özgürlüğü şeklinde yaşadı. Dolayısıyla
modernleştirici iktidara karşı bireyci, ama İslamileştirici siyasete ve cemaate
karşı bireyselliğini saklı tutan bir dindar gençlik grubu oluştu. Söz konusu
özgürlük arayışı, Thompson’u doğrulayacak şekilde kurumsal olandan
uzaklaşma (“right-based”) yerine, kurumsallık yöneliminin ve bağlılığının
[582]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
(“nomocentric”) doğrultusunu değiştirdi. Sonuç olarak dış yönelimli ve
nomocentric bir tutumun aşılamadığı söylenebilir.
Ancak 2000’li yıllar Türkiye’de din-siyaset ilişkileri, kültürel değişim
ve toplumsal tabakalaşma açısından son derece yeniliklerle doludur. İslamcı
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) seçimlerden üç kez üst üste tek başına
iktidar olarak çıkması, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin başlaması,
sivil, asker bürokrasinin geleneksel egemenliğinin ve askeri vesayetin bitişi,
artan sermaye birikiminin ve bundan pay alan grupların çoğalması, üniversite
eğitiminin yaygınlaşması, dinsel kültürün giderek özgürlük ortamına
kavuşması açısından son on yıl eşsizdir. Tüm bu önemli gelişmelerin yapısal
açıdan olumlu ama kültürel açıdan sorunlu sonuçları da gözlemlenebilir. Zira
Gellner’in de belirttiği gibi “yapı, kurumsallaştırılan, nispeten değişmez
sosyal roller modeline atıf yapar. Aile ve devlet bürokrasisi bunun
örnekleridir. Diğer taraftan kültür, insanların düşünme, konuşma, giyinme ve
çalışma şekilleriyle ilgidir - yaşam biçimiyle bağlantılıdır”. (Özdalga,
2006:58) İslam bu anlamda kurumsal ve dolayısıyla yapısal bir rahatlama
yaşarken, (kültürel) İslamın duyuş, düşünüş ve iletişim tarzları açısından bir
dizi “kriz” ile karşılaştığı söylenebilir. Dindar kesimin grup kimliğinin devamı
ve dayanıklılığı açısından önemli bir değer taşıyan mağduriyetin ortadan
kalkışı, dini olanla özdeşleştirilen sosyo-ekonomik sınıf kodlarının
geçerliliğini aşındırmaya başladı. Siyaset-cemaat-iktidar terkibi, islamın
resmiyet özelliğiyle birleşince hareketin protest enerjisi, yerini meşrulaştırım
aracı olmaya bıraktı. Tarihsel ötekinin, yani olağan iktidar seçkinlerinin
yenilgisiyle ortaya çıkan bu yeni iktidar söyleminin egemenliğiyle birlikte bir
içe dönük sorgulama başladı. Sonuç olarak, Gellner’in yapı ile kültür arasında
kurduğu gerilime uygun şekilde, bu kez kurumsal islamın siyaset ile olan
ittifakının yapılaşması karşısında, İslami kimliğin içinde bir karşı kültürün
fitili ateşlendi. Çoğulcu ve bireysel özgürlükleri çağırarak kitleleri cezbeden
hareket, şimdi çoğulcu taleplerin eleştirel ve içsel tepkileriyle karşı karşıya
kaldı. Ancak özellikle içerden gelen tepkilerin, tarihsel hasım olan laik ve
cumhuriyetçi ideoloji ile aynı söylemi kullanması ve birlikteliği düşünülemez
olduğundan, gelen tepkinin de İslami olması gerekmekteydi. Diğer yandan bu
tepkilerin İslami referanslarının, dinsel cemaate ve olağan İslami geleneğe
dayalı olması da birçok birey açısından sorgulanır nitelikteydi. Çünkü hali
hazırda çoğulcu ve bireyci tutumlar açısından yeterli oryantasyona maruz
kalan dindar bireyler, kurumsal dinin sembollerinin ve pratiklerinin egemen
[583]
Yılmaz Yıldırım
güç ilişkileri ve siyasal patronajı üreten biçiminin de farkındaydılar. Zira,
başlangıçta bir “halk hareketi” olarak başlayan AKP’nin iktidar yürüyüşü,
“…popülist bir oluşum içinde seçkinci bir kimlik yaratmanın çelişkisiyle karşı
karşıya geldi” (White, 2002: 206-207). Bu da İslami kesim içinde birileri için
ciddi oranda bir dışlanma, “arada kalmışlık” ve seçeneksizlik krizi yarattı.
Çözüm, birey açısından islamın verili yorumlarından herhangi birine sığınmak
olabilirdi. Ancak, toplumsallıkla bütünleşik bir kültürel islamın gündelik
yaşamın tüm pratiklerini belirleyen ve birey açısından serbest bir hareket alanı
sağlamakta sıkıntı yaratan “total kurum” ve “nomocentric” karakteri pek çok
dindar için içsel bir gerilim ve tereddüt doğurmaktaydı.
Bu yüzden dışarıdan gelen, yeni dinsel bilinçlilik, yeniçağ dini
hareketleri ve etik otonomi gibi söylemlerin cazibesi, Berger’in “işlevlerin
dönüşümü” tezini doğrulayan türden yeni ve farklı bir dinselliği bazı bireyler
için daha cazip kıldı. Dinin dönüştüğü söylenen işlevlerinden en önemlisi,
Goffman’ın “sığınak”(asylum) adlandırmasından bildiğimiz, korunaklı bir
çerçeve sunması işlevidir. Ancak yukarıda bahsedilen değişimlerden kaynaklı
şekilde bazı bireylerin dinle ilişkili olarak sığınağı artık cemaat, ya da
kurumsal dinin sembolleri olmadı. Çünkü yeni dinsel bilinçlilik, yeni türden
post-modern bağlılıklar demektir. Günümüzde sığınılacak yer kolektif bir
kimliğin sağladığı aidiyet duygusundan daha özel ve bireysel bir kimlikle
uyumlu olduğundan, modern dünyada Tanrı ile baş başa kalışın kendisi bir
sığınak olabilmektedir. Kısaca dini bireycilik, dindeki işlev dönüşümünün
sonuçlarından biridir.
Berger’in bireyle ilişkili olarak “dünya kurma” diye adlandırdığı
öznellik, pekâlâ Türkiye’deki gibi “arada kalmışlıktan” kaynaklı dini
bireycinin “sığınağı” olabilmektedir. Zira dünya artık bir benlik, benlik de
artık bir sığınaktır. Ancak ilave olarak Goffman’ın bahsettiği sığınak
kavramının olağan işlevi de “dönüşmüştür”: Bireyin öznelliği bundan böyle
onun sığınağından çok kalesi olmaya başladığı günümüzde risk, modern
toplumun ürettiği “birey”den gelmektedir. Bu anlamda dini bireycilik, olağan
modern bireyciliğin karşısında bir sığınak haline gelmektedir. Çünkü
günümüz Türk toplumunda dindar bireyi iki koldan kuşatan kurumsal sistemin
her iki kanadı da dindar kişiyi kendilerince “bireyleştirmek” istemektedir. Bir
yandan modernleştirici, laik ve ulusçu ideolojinin yapı taşı olacak türden bir
bireyleştirme istenci; diğer yandan onu bu politikadan ‘özgürleştirmeye’ ve
‘ait olduğu’ kültürel ve kurumsal dini referanslarıyla eşleştirmeye çalışan
[584]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
İslami otoritenin “bireyleştirme” istenci. Bu iki tarzdaki bireyleştirme,
paradoksal şekilde birer “uyruklaştırmadır” 8. Çünkü her iki söylem de bir çeşit
özgürleşim iddiasıyla ötekiyle mücadele ederken bunu “nomocentric” tarzda
yapmaktadırlar. Zira mücadelesi verilen şey, her iki kutup açsından da kendi
müesses nizamlarına dayanak olacak türden bir birey “yaratma” projesidir.
Türkiye’de dini bireyciyi bu iki tür bireyleştirme politikasından uzaklaştıran
şey, iki türün bir noktada benzeşmesidir. Şöyle ki, ister laik ister islamcı
türden olsun, modern bireycilikteki birey kavramı insan özneye gönderme
yapmaktan öte, başlı başına bir kurumdur. Modern birey “homo internus” dan
daha çok “homo externus” olarak inşa edilir. Kısaca her iki durumda da
kurumsal sistemin aktarma kayışı olan birey, bireyliğini bağlı bulunan
kurumun sağladıklarıyla edindiğinden dışsallık daha baskındır. Dini bireyci
açısından “tanrı ile baş başa kalacak” olan kurum değil, insan olmalıdır. Tanrı
ve inanç işi kurumsallık ve aracılık dışı olduğundan muhayyel bir meseledir.
Türkiye’de dini bireyci düşüncenin önemli bir gelişim çizgisi, İslamcı
düşüncedeki “anti gelenekçi bir kültürel yönelim içindeki bireyin, kendi
kültürel çevresiyle arasına mesafe koymak istemesi”nin (Genel ve
Karaosmanoğlu, 2006) sonucu olarak ortaya çıkar. Geleneğin kültürel alana ve
en önemlisi dini inanca müdahil olan yönünü reddediş, uzunca bir süre pek
çok modern dindar tarafından gelenekten ayıklanmış saf, yani sadece islamın
orijinal kaynaklarına itibar eden bir çeşit radikalizm olarak var olageldi. Bu
akım kutsal metinleri rasyonel ve seçici bir şekilde “yorumlayan” yetkin ve
donanımlı bir bireyselliği gerektirdiğinden, söz konusu radikalizmde bir tür
bireycilik söz konusudur. Ancak özellikle 1980’lerde ve 1990’larda güçlü olan
bu entelektüalizmle bezeli dindarlık, güçlü bir grup kimliği ve siyasal
aktiviteyle birleşti. Sonuç olarak dini yorumun gelenekçe tayin edilen
biçimleri, yerini siyasal ve ideolojik yönde işleyen başka bir kurumsallığın
güçlenişine bıraktı. İslamcı birey olmak, gelenek dışı tutum almak anlamında
bireyci, ama verili siyasal aktivite içinde kurumsal angajmanı ve “biz”
duygusu kuvvetli bir kişi olarak tanımlanabilir. Dini bireyciliğe uygun
olmayan bu yönelim, diğer yandan dini bireycilik için gerekli bir entelektüel
ve muhayyel fırsat oluşumuna vesile olan önemli bir durumdur. Zira dini
bireycilik bir yönüyle söz konusu grup kimliğinin çözülüşünün sonuçlarından
8
“Uyruklaştırma derken anlatmak istediğim, kişilerin hem birer uyruk hem de birer özne olarak
oluşturulmasıdır. Bu aynı zamanda bir iktidar ilişkisi çerçevesinde gerçekleşen bir gelenektir”
(Foucault, 2003:40).
[585]
Yılmaz Yıldırım
biridir: Geleneğin ve bu arada heteredoks tarikatların dinin özünü saptırdığını
düşünen ve saf islamı diriltmek isteyen gruplar, bir yandan çok kültürlü ve çok
kimlikli toplumsallık alanının sağladığı fırsatlarla iktidara yürürken, diğer
yandan içlerindeki farklı yönelimlerin varlığına o denli serbestlik tanımayarak
bu çözülmeyi pekiştirdiler. Buradan da başka bir “arada kalmışlık” türü çıktı:
cemaat ve gelenekçe temsil edilen yönelim ile Ortodoks radikalizm arasında
kalmışlık. Bu tür bir “arada olma” hali, gençlik arasında sıkça rastlanan bir
durum olmakla birlikte buradan her durumda dini bireycilik
çıkmayabilmektedir. Dolayısıyla bu “arada oluş”, dini bireyciliğe neden olan
değil, vesile olan durumlardan biri olarak görülmelidir.
Türkiye’de dini bireyciliğin bir başka yönelim çizgisi, bireyciliğin
modernist ve seküler gruplar ve söylemle eşleştirilmesine ve islamda bireyci
düşüncenin zayıflığı iddiasına itiraz edişin bir ürünü olarak belirmektedir.
Birey kavramını, özgürleşim ve aydınlamış insan iddiasının temel gereği
olarak okuyan ve dindarlığı modernleşme sürecinin başarısızlığı ve negatif
ötekisi olarak sunan yaklaşım, her ne kadar dindar birey tarafından itirazla
karşılansa da yine de birey kavramının çekim gücüne karşı koyamama durumu
da söz konusu olabilmektedir. Birey kavramının yukarıda bahsedilen negatif
anlamları ve tarihsel “sabıkası” günümüzde hemen her kesim tarafından
dillendirilse de; bireyin eleştirel, sorgulayıcı ve kuşkucu vasıflarının
“karizması” henüz çizilmiş değildir. Buna ilave olarak Türk eğitim sistemine
içkin olan türden modernist bir politika, yaklaşık bir asır boyunca aydınlanmış
birey ideolojisinin, din ile uyumsuzluğu inancını beslediğinden birey
kavramının değeri gençlerin benliğinde etkili olmuştur. Bu haliyle terk
edilmesi güç bir ideolojik kavram olarak birey, farklı kılıklara sokulabilmekle
birlikte önemini devam ettirmektedir. Böyle bir söylemin sürekli olarak iman
ve itikadın, kuşku ve eleştiri ile tezat teşkil ettiği savı karşısında dini bireyci,
bir çözüm yolu olarak, eleştirel aklın kendi inanç dünyasını kuran bir güç
olduğunu düşünmeye isteklidir. Nihayetinde kritik duruş, dünyevi ve
modernleştirici istence karşı olduğu gibi, kurumsal dine ve geleneğe de
yönelik olduğundan; dini bireyci, “önemli ötekisi”si (Mead) olan modern
bireyci kişilere karşı kendi bireyciliğini öne sürebilme gücüne sahip
olabilmektedir. Kısaca kendi bireyciliğini daha esaslı bireycilik olarak takdim
edebilmektedir. Bu anlamda “her entelektüelin bir tarikat olduğu” iddiasını
öne sürebilmektedir.
Dini bireyciliği bazı bireylerin benliğinde besleyen bir başka oluşum,
[586]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
yine dinsel siyasetin ve dinsel ekonomi-politiğin aldığı yeni biçimle yüzleşen
bazı dindarların durumu kendilerince okumasıyla ve verdikleri öznel tepkilerle
ilişkilidir. Dini söylemin kamusal alanda, ekonomide ve siyasette en önemli
belirleyenlerden biri haline gelmesi, Türkiye’de kaçınılmaz şekilde otantik ya
da olağan dindarlığı ve tutumu derinden etkilemiştir. Söz konusu gelişme
esasında Max Weber’in zenginlik ile dünyevileşme arasında kurduğu ters
ilişkiye dair bir tartışmayı içerir: Weber’in kapitalist rasyonalitenin ve
sermaye birikiminin dünyevileşmeyi artıracağı tezi; günümüzde artan
kapitalist büyümeye ve toplumsal rasyonelleşmeye karşın oluşan dini
canlanmayı örnek gösterenler tarafından itirazla karşılanmaktadır. Türkiye’nin
modernleşme deneyiminde dini hareketlerin ve dinsel siyasetin artan etkisini
ve canlılığını gösterenler bu grupta sayılabilirler. Ancak Giddens’ın (1996: 45)
da belirttiği üzere, modernlik koşullarındaki dinsel ve ‘pre-modern’ pratiklerin
varlığı, dinin ya da geleneğin otantik ve ilksel biçiminden tamamen farklı ve
her bakımdan “modernliğin dönüşlülüğü” ile açıklanabilir gelişmelerdir. Bu
dönüşlülük modernlik bağlamında dinsel olanın dini olan karşısında yükselişi
olarak karşımıza çıkar. Dini olan daha çok İslam’ın nass’larıyla yani orijinal
kaynakları olan Kuran, hadis hatta kısmen gelenek ile ifade bulurken, dinsel
olan daha çok araçlar ve semboller alanına aittir. (Weber’de zaten
rasyonelleşmeyi daha çok araçlar düzeyinde inceler). Dini olan özle, dinsel
olan biçimle alakalıdır. Dini olan kutsala, dinsel olan dünyeviliğe daha
yakındır. Buradan da dinselliğin artışının dini olanın artışı ile aynı olmadığı
kendisini belli eder. Bir egemenlik ve iktidar söylemi olarak dinin (dinselliğin)
günümüz Türkiye’sinde böyle bir araçsallığa ve sembolizme dayalı biçimi
kamusal alanda ve siyasette oldukça baskın durumdadır. Bu araçsallığın ve
sembolizmin oldukça seküler ve modern bir tutum olarak gösterilmesinin
nedeni, İslamileştirici dilin siyasal ve ekonomik getirilerinin giderek artıyor
oluşudur. Modern Türkiye dini olanın dinsel ile ikame edilişinin örnekleriyle
doludur: Peygamberin doğduğu haftanın (kutlu doğum haftasının) eskiden
hicri takvime göre kutlanmasına karşın artık Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
aldığı karar gereği miladi takvime sabitlenmesi; dindar elitler arasında imam
hatip lisesi mezunu olmanın sembolik sermayesinin yüksek olmasına karşın
bu İslamcı grubun çok az bir kısmının çocuklarını bu okullara gönderişi;
başörtüsünün serbestlik kazanmasına karşın, tesettür modasının kültürel
baskısı altında epey modernize oluşu; faizin İslam dinine göre haram olmasına
karşın, ticari hayatta ve bankacılıkta faiz konusuna bir takım “dini” çözümler
[587]
Yılmaz Yıldırım
bulunması, belli başlı örnekler olarak sıralanabilir. Tüm bunlar, İslami kesim
içinde bir takım tartışmalara yol açmakta ve buradan hareketle birtakım
ayrışmalar yaşanmaktadır. Verili İslami söyleminin iktidar ve sermaye
yolunda araçsallaştırıldığını düşünen küçük bir grup, islamda zahitlik denen,
dünyevi meselelerden ve özellikle siyasal angajmandan geri çekilişi tercih
ederken, başka bir grup yukarıda sözü edilen ortodoks radikalizmi tercih
etmiştir. Dini bireycilik, kurumsallığın giderek sembolizm ve araçsallıkla
(dinsellikle) yürüyen bu biçimlerine tepki olarak beliren üçüncü bir bağlam
olarak görülebilir. Dinselliğin, dini olanı soğuran ve dini bireycinin karşısında
kurumsallığı ifade eden yüzü, kurumsallıktan geri çekilişin aynı zamanda
dinsellikten geri çekiliş olarak belirmesine vesile olmuştur. Piyasa
sisteminden, egemen güç ilişkilerinden ve kamusallığın baskın dilinden uzak
durma istenci, bunlarla iç içe geçmiş bulunan bir İslami jargonun daha fazla
sorgulanır olmasına sebep olmakta, bu da Türkiye’de kamusallığın çözülüş
süreçlerinden biri olarak dini bireyciliğin oluşumuna bağlanmaktadır. Kısaca
dini bireycilik Türkiye’de modernliğin dönüşlülüğünün (reflexivity)
dindarlıkla ilişkili ürünlerinden biridir.
Bir diğer çizgi, İslam’ın bir total kurum olma vasfının, postmodern bir
durumda meydana gelen seçenek enflasyonuyla yüzleşmesinden kaynaklı
sonuçlarıyla ilgilidir. İslam sadece kültürel İslam haliyle değil, teorik planda
da bireyin tüm yaşamı boyunca hemen her eyleminde, davranışında (tuvalet
kurallarından, yatak odası rutinlerine; selamlaşmadan, siyasal ve hukuksal
sistemlere kadar) müdahil olan bir din olarak algılanması bazı bireyler için
seçici yorumları kışkırtmaktadır. Bu durum daha önce islamda rasyonel bir
eylem muhasebesinin var olmadığı anlamına gelmez. Denebilir ki, İslami
radikalizm bir yönüyle kültürel islamın bu “total kurum” özelliğine karşı bir
tavır alış olarak ortaya çıkmıştır. Böylece (İslami) eylemi geleneğin ve
taassubun “sultasından” kurtarıp asli mecrasına oturtarak, sosyal eylemi
heterodoks “hurafelerden” ayıklayarak makul bir çerçeveye oturtmak
istemiştir. Bu anlamda her ne kadar eskiye dönmek gibi görünse de, bu tavır
değişimci ve dönüşlülük barındıran yönüyle moderndir. Ancak bu
rasyonelliğin ve ortodoksinin etkisi, “dini inançların temellendiği ilkelerin
giderek soyutlaşması ve günlük yaşamın gerçeklerinden uzaklaşmasıdır”.
(Özdalga, 2006: 65) İdealleşen ve günümüz sosyal gerçekliğinin çok katmanlı
ve çelişik biçimlerinden uzaklaşan bu tavır, dinin önceliklerini değişen
toplumun önceliklerinin üstüne koymaktadır. Diğer yandan bu değişim,
[588]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
islamla ilişkili pratik bir totalliğin, rasyonel ve soyut bir totallikle yer
değiştirmesi olarak tanımlanabilir. Sonuç olarak birey açısından hareket
alanının marjı genişlemez. Oysa Müslüman dünyada küreselleşmenin ve geçmodern toplumsallığın etki ve ürünleri en çok Türkiye’de ortaya çıktığından;
total bir kurum olarak islamın, bireyin yorumu tarafından daha fazla
“zorlandığı” durumlar söz konusudur. Bir uzlaşma yaratmanın zor olduğu
durumlarda, bu bir değer ve norm yabancılaşması ya da krizi olarak da tezahür
edebilmektedir. Uzlaşmanın zorluğunun ve krizin sebebi, islamın totalliğine
karşın modernleşmenin de birçok durumda total bir etki derecesine sahip
olmasıdır. Birey açısından bu krizi aşmanın yollarından biri, yeni bir tür
radikalizm üretmektir: dini bireycilik. Böyle bir durumda dini bireycilik
islamın “negatif yorum” veya “aşırı yorumu” olarak karşımıza çıkar. Başka bir
ifadeyle kültürel hayatı istila eden geç-modern tarzların cazibesine kapılmakla
birlikte, inanç işinden vazgeçmek de istemeyen bireyin “kaçış” ya da “çözüm”
yoludur. Özetle dini bireyciliği “kısıtlayan” olarak görülen islamın totalliği,
tersinden, dini bireyciliğin oluşum ve gelişim dinamiğini de anlamlı
kılabilmektedir.
Sonuç
Din ve birey gibi söylemsel kuruluşları itibariyle rakip ve uzlaşmaz gibi
sunulan kavramların birlikte ele alınışına girişmeden önce, bu karşıtlığın
koşullarını oluşturan söylemi geçersiz kılarak işe başlamak gerekmektedir.
Çalışmada bu amaçla dini bireyciliğin modernlik koşullarına bağlı olan ve
olmayan yönleri gösterilmeye çalışıldı. İkinci olarak, İslam ve birey meselesi
hakkında yapılacak bir incelemenin modernist söylemin ağına takılmaksızın,
hatta modern kültürün gelişim süreçlerinde önemli paya sahip olan batı
metafiziğinin mecrasına oturtmaksızın incelenmesine özen gösterildi. Aksi
durumda, bir yandan birey gibi, İslam düşünce sistematiğinde insanı
anlatmakta yeterince uygun olmayan bir kavram idealize edilmiş olur; diğer
yandan söz konusu bireyci düşünceyi, batı metafiziğinin tarihsel gelişim
çizgisinin izinde aramak gibi yeni bir oryantalist girişime ortak olunur. Ancak
diğer yandan ileri modern çağda bir kültürel homojenleşme ya da evrensellik
konusu edilerek eleştirilse de, birey, farklı anlam ve kullanımlarıyla çağımızın
kaçınılmaz yaratımı olarak önemlidir. Özellikle İslam dünyasında kültürel
çoğulculuğun ve farklı hayat kiplerinin en fazla yaşandığı Türkiye
toplumunda, dindarlığın farklı ve özgün tezahürleri kendisini dayatmaktadır.
[589]
Yılmaz Yıldırım
Bu durumun tezahürlerinden biri olan dini bireycilik konusunda teorik ve
ampirik araştırmaların olmayışı böyle bir çalışmayı bir yandan kaçınılmaz
diğer yandan zor kılmaktadır.
Zorlukların başında dini bireyciliğin olağan bireycilikten farklı olarak
bir kriz ve kritik meselesi olmasıdır. Dinsel yaşamdaki dönüşüm çoğu zaman
bir krizin ve ona eşlik eden bir kritiğin sonucu olmaktadır. Türkiye’de ise
dinsel kültür, bir yandan modernist sosyal bilim çevrelerince modernitenin
başarısızlığının göstergesi gibi algılandığından girilmemesi ve prim
verilmemesi gereken “arkaik” bir mesele olabilmekte; diğer yandan
muhafazakar çevrelerce masuniyetle korunması gereken ve kritikten uzak
tutulması gereken bir mesele olarak algılanmaktadır. Bu anlamda birinci
gruptakiler için dini bireycilik, modern bireyciliğin muadili olamamakta,
ikinci gruptakiler ise dini bireyciliği bir tür sapma olarak görmekte ve üstünü
örtebilmektedirler. Her iki durumda da bu, dini bireyciliği anlamlı kılan bir
kriz olarak görülebilir. Zira Dellaloğlu’nun (2013: 24) belirttiği gibi “kriz,
kritiğin yapılamadığı durumda ortaya çıkıyor… Krizlerden çıkış için
kriterlerin gözden geçirilmesi ve kritiğin sürekliliğinin sağlanması ise ancak
bir idrak derinleşmesi ile mümkün olabilir. Bu ise ancak felsefe, bilim, sanat
vb. gibi alanlarda derin bir tefekkür demektir”.
Türkiye araştırmalarında modernleşme ile ilişkilendirilen sosyal
değişim olgusu ele alınırken, ağırlıklı olarak üzerinde durulan konu, kurumsal
ve formel değişimin yoğunluğuna karşın, işin özsel ve öznel olan yanının
eksik kaldığıdır. Başka bir ifadeyle kapsamlı bir değişim için kurumsal
yeniliklerin yeterli olmadığı, bu yenilikleri içselleştirecek, eşlik edecek ve
onlara anlam katacak bir birey tipinin oluşmadığı ifade edilir. Ancak burada
sorulması gereken soru: mesele özsel ve öznel olanın eksikliği midir, yoksa
yapılan araştırmaların öznel süreçlere, yani kişilik, benlik ve iktidar
süreçlerine inmeyi denememiş, daha çok formel kısmına mı odaklanmış
olmasıdır? Kuşkusuz sosyal bilimcileri bağlayan kültürel alışkanlıklar,
toplumunkilerden çok da kopuk olmadığından, bu sosyal bir problem olmanın
yanı sıra sosyal bilimsel bir problemdir de. Zira sosyal bilimlerde metodoloji
seçimi, toplum hakkındaki varsayımlara sıkıca bağlı olduğundan,
modernleşme siyasetindeki kurumsallığa önem verme, modernleşme
kavramsallaştırmasında da kurumsallığın önemi olarak belirmektedir. Bu
anlamda dindar bireydeki bireycilik göstergeleri olarak, tüketim alışkanlıkları,
eğitim düzeyindeki artış, kalifiye mesleklerdeki görünürlük, kıyafet tarzındaki
[590]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
modern özellikler, sivil toplumdaki aktifliği gibi unsurlar öne çıkarılmaktadır.
Bireycilik meselesi bu şekilde ele alındığında bireyin tarihsel bir ontolojisini
yapmak için bakılması gereken ve Foucault’nun önerdiği, bilgi öznesi, iktidar
ilişkilerinin öznesi ve kendi eylemlerimizin etik öznesi olarak nasıl
kurulduğumuz (Foucault, 2005:14) soruları ihmal edilmiş olur. Bu anlamda,
Türkiye’de dinsel tutumla ilişkili ana akım yönelim olan kurumsal ve formel
belirlenimlerin ötesine geçip, birey kavramındaki etik öze yönelik bir bakış
tercih edildiğinde dini bireyciliğin önemi kendisini göstermektedir.
Sosyo-kültürel bir kriz ve değişim unsuru olarak dini bireyciliğin
Türkiye toplumunda belirişi hakkındaki gözlem ve çıkarımları sıralamak
gerekirse bunlar; a) Uzun bir zaman boyunca çevre kültürü ile özdeş tutulan
İslami kesimin siyasal merkez tarafından tayin edilen “ötekiliği” koşullarında
çok gerekli görülmeyen içebakış, otokritik konularının; iktidar olma
koşullarında önemli ve gerekli olmaya başlayışı; b)Türkiye’de kadim bir ikilik
olarak süregelen dindar-laik çelişkisinin yarattığı bir arada kalmışlık sorununa
verilen bireysel bir yanıt olarak şekillenmesi. (her iki tür bireyleştirme
baskısına karşı bir özsel ve öznel bireyleşme); c) İslami bir topluluğun parçası
olmanın birey kavramı ile çeliştiği iddiasına bir tepki ile beraber; birey
kavramının çekim gücüne kapılarak, gerçek bireyselliğin kendi dünyasını
kuran öznelliği olduğunu iddia etme; d) Cemaatçi ve holistik mensubiyet
tarzını reddetmekle birlikte, İslamcı hareketlerdeki verili radikal (bazı
yönleriyle bireyci) yorumları da kabul etmek istemeyen bireylerle ilişkili yeni
bir tür arada kalmışlıktan sıyrılma arzusu; e) Dinin siyasal ve ekonomik güç
ilişkilerini belirlemekte artan önemine bir tepki olarak, bununla ilişkili
toplumsallıktan geri çekilişin bir ürünü. Yani dinselliğe (biçimsel olana) bir
tepki olarak dini (özsel ve öznel) olana yönelme; f) Geç-modern tarzların ve
bununla ilişkili kültürel yönelimlerin çoğulculuğuna kendini kaptıran bireyin,
kültürel ve kurumsal İslamın gündelik yaşam ve bireysel davranış üzerinde
total ve belirleyici olduğunu düşünerek, aşırı ve öznel yorumunu devreye
sokma yoluyla, kendi dinsel dünyasını oluşturmayı tercih etmesi ( Dine uymak
yerine, dini kendisine uydurmak istemesi) olarak özetlenebilir.
Türkiye toplumunda, Lukhmann’ın tabiriyle “görünmeyen din”in yani
dini bireyciliğin görünür hale gelmesini amaçlayan bu araştırmada, konu hem
bir kriz, kritik meselesi; hem de dini bireycinin kendi dünyasını kurarken
karşılaştığı, epistemoloji, iktidar ve etik meselesi olarak incelendi. Berger’ci
ifadeyle dini bireycinin dünyasını anlamlandırma yolunda yaşadığı,
[591]
Yılmaz Yıldırım
dışsallaşma, nesnelleşme ve öznelleşme tecrübesinin toplumsal görünümlerine
tanıklık etmek amaçlandı. Bu çalışmada yapılan yorumların, oluşmakta olan
dini bireyci dünyaların karmaşıklığına ve çeşitliliğine açıklık getirmesi tek
başına mümkün olmadığından, bu çalışma konu hakkında yapılması gereken
alan araştırmalarına bir çağrı olarak değerlendirilmelidir.
KAYNAKÇA
Unat, N. A. (1963), Social Change and Turkish Women. Ankara,
Turkey: Ankara Universitesi Basimevi
Berger, P. L. (2005), Kutsal Semsiye, Dinin Sosyolojik Teorisinin Ana
Unsurları, Çeviren: Ali Coşkun, Rağbet Yayınlar, İstanbul.
Berger, L. (2009), “Din ve Toplumsal Kurumların Dönüşümü”, Din ve
Modernlik- Toplumbilim Yazıları 1, Derleyen ve Çeviren: Adil Çiftçi, Ankara
Okulu Yayınları.
Lewis,B.(2003), The Crisis of İslam, Holly War and Unholly Terror,
Phoenix, London.
Brown, L. S. (1993), The Politics of Individualism: Liberalism, Liberal
Feminism, and Anarchism, Black Rose Books
Bulaç, A. (2009), “Birey Üzerine”, http://www.fikribeyan.net/
yazdir.php?haber_id=1070
Cahen, C. (1955), “The Body Politic”, Unity and Variety in Muslim
Civilization, Chicago University Press
Claeys, G. (1986), "Individualism," "Socialism," and "Social Science":
Further Notes on a Process of Conceptual Formation, 1800-1850", Journal of
the History of Ideas (University of Pennsylvania Press) 47 (1).
Cohen, A. P. (1999), Topluluğun Simgesel Kuruluşu, Çev. Mehmet
Küçük, Dost Kitabevi, Ankara
Çiğdem, A. (1997), “Gelecek Bir Geçmiş Tasarısı Olarak İslam
Düşüncesi”, Birikim, sayı: 95
Çukur, C., Safak-De Guzman, M. R. T. ve Carlo, G. (2004).
“Religiosity, Values, and Horizontal and Vertical Individualism-Collectivism:
A Study of Turkey, the United States, and the Philippines”, The Joumal of
Social Psychology, 144 (6).
Dellaloğlu, B. F. (2013), “Dünyalı Bir Kültür-Sanatın İmkânları”,
Gelenekten Geleceğe, Say. 1
Fıcther, J. (1994), Sosyoloji Nedir?,Çev., Nilgün ÇELEBI, Atilla
[592]
Türkiye’de Bir Kültürel Kriz ve Kritik Konusu Olarak Dini Bireycilik
Kitapevi, Ankara.
Foucault, M. (2003), Cinselliğin Tarihi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Foucault, M. (2005), Özne ve İktidar, Çev., Işık Ergüden ve Osman
Akınhay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Gellner, E. (1983), Muslim Society, Cambridge University Press
Genel, S. ve Karaosmanoğlu, K. (2006), “A New Islamic Individualism
in Turkey: Headscarved Women in the City”, Turkish Studies, Vol. 7, No. 3,
September.
Giddens, A. (1996), The Consequences of Modernity, Polıty Press
Giddens, A. (1999), Toplumun Kuruluşu, Bilim ve Sanat yayınları,
Ankara
Göle, N. (1991), Modern Mahrem, Metis Yayınları, İstanbul.
Göle, N. (2004), Mühendisler ve İdeoloji: Öncü Devrimcilerden
Yenilikçi Seçkinlere, Metis Yayınları, İstanbul
Hastings, J.(1927), Encyclopedia of Religion and Ethics, T&T Clark,
Ediburg.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1970). “Social Norms and Authoritarianism: A
Turkish-American Comparison”, Journal of Personality and Social
Psychology, Nov;16(3).
Mardin, Ş. (1995), Din ve İdeoloji, İletişim Yayınları, İstanbul.
Mc Clay, W. M. (2001), “Individualism and Its Discontents”, The
Virginia Quarterly, Review, 77(3).
Mutlu, K. (1996), “Examining Religious Beliefs Among University
Students in Ankara”, The British Journal of Sociology, Vol. 47, No. 2 Jun.,
Blackwell Publishing
Olson, E. A. (1985), “Muslim Identity and Secularism in Contemporary
Turkey: "The Headscarf Dispute", Anthropological Quarterly, Vol. 58, No. 4,
Özdalga, E. (2006), İslamcılığın Türkiye Seyri, sosyolojik Bir
Perspektif, Çev., Gamze Türkoğlu , İletişim Yayınları, İstanbul
Poggi, G. ( 2002), Modern Devletin Gelişimi, Çev. Şule Kut, Binnaz
Toprak, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Schweitzer, F. (2007), Dini Bireyleşme: Hoşgörü Eğitimine Karşı Yeni
Meydan Okumalar Çev. Recep K. ve- Tuncay A., Sakarya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 16
Smidt, C. vePenning, J. (2006), “Religious Individualism, Religious
Relativism, and Reformed Identity among Christian Reformed Church
[593]
Yılmaz Yıldırım
Members at the Turn of the Millennium”, International Society for the Study
of Reformed Communities, Princeton, New Jersey, July.
Thompson, M. J. (2010), “Islam, Rights, and Ethical Life: The Problem
of Political Modernity in the Islamic World”, Theoria, June.
Toprak, B. (1981), “Religion and Turkish women. In Women in
Turkish Society”. Nermin Abadan-Unat, ed. Leiden: E.J. Brill.
Touraine, A. (2004), Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan, Yapı
Kredi Yay.
Ünal, M. S. (2011), Dinsel Bireycilik, Açılım Kitap, İstanbul.
White, J. B. (2002 ), “İslamcılığın Açmazları”, Kültür Fragmanları,
Türkiye’de Gündelik Hayat, Hazırlayanlar: Deniz Kandiyoci & Ayşe
Saktanber, İngilizce'den Çeviren: Zeynep Yelçe, Metis, İstanbul
Windelband, W. (2010), A History of Philosophy, General Books.
Wood, E. M. (1979), Mind and Politics: An Approach to the Meaning
of Liberal and Socialist Individualism, University of California Press.
Wuthnow, R.J., (2009),
“Din Sosyolojisi”, Din ve ModernlikToplumbilim Yazıları 1, Derleyen ve Çeviren: Adil Çiftçi, Ankara Okulu
Yayınları.
Yıldırım, Y. (2014), “Göz, Kelam, Vehim: Türkiye’de Kamusal Alanın
Triyalektik Gelişimi”, Teorik Bakış, Say. 5, Sel Yayınları.
[594]
Download