BÜYÜME MODELİ DEĞİŞMELİ Mİ? “Ekonomi iyi yönetiliyor ise ya da ekonomide performans iyi ise yani ekonomi büyüyor ise işsizliğin de artmaması aksine azalması gerekir.” Doç. Dr. Doğan CANSIZLAR İstanbul Bilgi Üniversitesi Son günlerde Türkiye ekonomisi ile ilgili olarak görüş beyan edenler; 2003 yılından itibaren uygulanmakta olan ekonomik büyüme modelinin artık değiştirilmesinin zamanının geldiğini ifade etmektedirler. Bu çerçevede; sıcak para denilen ve portföy yatırımı şeklinde yurda gelen ve daha çok borsadaki hisse senetlerinde, Devlet tahvilinde ve mevduat olarak değerlendirilen yabancı yatırımcıların kazançlarına vergi ve benzeri bazı önlemlerin alınması dahil bir dizi tedbirin uygulamaya konulmasının gerekliliğinden bahsedilmektedir. Peki, bu konu neden bugüne kadar gündeme gelmedi de şimdi tartışılmaya başlandı sorusunu bir kenara bırakalım ve bu köşede sürekli olarak üzerinde durulan ve hemen hemen tüm yazılarda konu edilen büyüme modelinin yanlışlığı konusuna tekrar dönelim. Öncelikle hemen şunu bir kez daha ifade edelim ki, bugün 2003 yılından itibaren yaklaşık 8 senedir uygulanmakta olan ekonomik program, aslında 2001 krizi sonrasında uygulamaya konulan krizden çıkış amaçlı bir programdır. Krizden çıkışın başladığı 2003 yılından itibaren de bu programda herhangi bir değişiklik yapılmamış ve uygulanmasına aynen devam edilmiştir. Bu programın temel özelliği, bankacılık kesimi ile ilgili yapısal tedbirler dahil olmak üzere kriz sırasında yurtdışına çıkan yabancı sermayenin tekrar yurda gelmesini sağlamak için yüksek faiz düşük kur politikası idi. Bu arada enflasyonun aşağıya çekilmesi de diğer hedeflerden birisiydi. O dönemde bankacılık kesimi ile ilgili alınan yapısal tedbirler sayesinde bu son küresel krizde reel sektör olumsuz yönde etkilenirken bankalarımız herhangi bir hasar görmemiş, hatta kar bile elde etmişlerdir. Kriz dönemine özgü bir programın kriz sonrası normalleşme sürecinde uygulanmasına devam edilmesi bu kez ekonomide reel sektör bazında yapısal bazı sorunlara neden olmuştur. Bunun neticesinde de işsizlik sorunu kronik hale gelmiştir. Bugün gelinen nokta itibariyle kriz dönemi bir yana ekonomide büyüme gerçekleşmesine rağmen resmi işsizlik oranında artış olmuş ve 2002 yılındaki yüzde 10 seviyesinden yüzde 14 seviyesine adeta oturmuştur. Siz bakmayın bu yaz aylarındaki işsizlik oranındaki geçici düşüşlere. Önemli olan yıl ortalamasıdır. İşsizlikte azalma olup olmadığı yıl sonunda ancak anlaşılabilir. Unutulmaması gereken bir başka konu ise; bir ekonominin performansının sadece enflasyon, faiz, kur gibi belli bazı makro verilere bakılarak değerlendirilmesinin yanısıra işsizlikle de ilişkilendirilmesidir. Diğer bir ifade ile, eğer ekonomi iyi yönetiliyor ise ya da ekonomide performans iyi ise yani ekonomi büyüyor ise işsizliğin de artmaması aksine azalması gerekir. Eğer ekonomi büyüyor ve de işsizlik azalmıyor aksine artıyorsa o zaman uygulanan büyüme modelinde bir yanlışlık vardır. Bunun da temel nedenlerinden bir tanesi uzunca süre uygulanan yüksek faiz ve özellikle düşük kur nedeniyle ülkenin ara malı başta olmak üzere ithal malları cennetine dönüştürülmüş olmasıdır. Bir ülke parasının aşırı değerlenmesi doğal olarak o ülkenin rekabet açısından ihracatını olumsuz yönde etkiler. Bu ülke eğer gelişmekte olan bir ülke ise bundan çok daha fazla etkilenir. Bu arada ülke parasının aşırı değerli olması ihraç edilen mallar içindeki ara mallarının oranını da yükseltir. Türkiye’de ihraç edilen her 100 liralık mal içinde 73 liralık ithal ara malı bulunması işte bu nedenledir. İçerde ara malı üretenler düşük kur nedeniyle bu üretimlerini durdurmakta ve görece daha ucuz olan yurt dışından ara malı ithal etmektedirler. Bu ise ülke ara malı sanayinin çökmesine ve dolayısıyla işsiz sayısının da artmasına neden olmaktadır. İşsizlikle ilgili sorunun temelinde işte bu yanlış uygulama vardır. Yüksek faiz düşük kur uygulamasının diğer bir sonucu da ülkeye aşırı miktarda sıcak para girmesidir. Aşırı ithalat nedeniyle oluşan cari işlemler açığının ya da döviz açığının finansmanında ise daha çok bu sıcak paradan yararlanılmaktadır. Bu da döviz açığının finansman kalitesinin bozulması anlamına gelir. Bütün bunlar ekonominin giderek daha çok dışa bağımlı hale gelmesine neden olmaktadır. Türk parasının aşırı değerli olmasının tek faydası ise ithal girdi maliyetlerini düşürmesi nedeniyle enflasyonda nispeten bir iyileşme sağlanmasıdır. Türk parasının aşırı değerli olmasının bu olumsuz sonuçlarından genelde TC Merkez Bankası sorumlu tutulmaktadır. Oysa mevzuat gereği, uygulanacak kur politikasının hükümetler tarafından yani siyasi irade tarafından belirleneceği ve TC Merkez Bankasının da bunu uygulamakla yükümlü olduğu unutulmaktadır. İşte özellikle 2003 yılından itibaren uygulanmasına devam edilen ekonomik programın krizden çıkışı müteakip 2003 yılı sonlarına doğru değiştirilmesi gerekirken değiştirilmemiş olması, Türkiye ekonomisinin başta işsizlik olmak üzere yapısal bazı sorunlarının kronikleşmesine neden olmuştur. Bu bakımdan, gecikilmiş de olsa bir an önce istihdam yaratan , gerçek anlamda üreten ve dışa bağımlılığı azaltan bir ekonomik büyüme modeli uygulamasına geçilmesi zorunludur.