İHRACATÇININ SORUNU : KUR REJİMİ Doç. Dr. Doğan Cansızlar İstanbul Bilgi Üniversitesi Öncelikle iki konuyu hemen belirtelim. Bunlardan birisi, Türkiye’de uygulanacak kur rejimi mevcut mevzuata göre Hükümet ile beraber TC Merkez Bankası’nca belirlenir. İhracat ve ihracatçıların sorununun ise sadece kur rejimi ile çözüleceğini söylemek mümkün değildir. Ancak kur rejimi sorunlardan ancak bir bölümünü çözebilir. Bu tesbitleri yaptıktan sonra asıl konumuza dönelim. İhracatçılar başından beri sürekli olarak Merkez Bankasına yüklenerek uygulanmakta olan döviz kuru politikası nedeniyle kendilerinin mağdur edildiklerini söylemekteler ve merkez bankasını eleştirmektedirler. Bu eleştiri zincirine zaman zaman bakanlar da katılmakta ve Merkez Bankaları sanki tek sorumlu gibi kıyasıya eleştirilmektedir. Oysa döviz kuru rejimini belirlemenin hükümetin bir tasarrufu olduğunu unutmaktadırlar, ya da öyle görünmektedirler. Hatırlarsak, 2001 krizi ile birlikte para politikasını hukuken siyasetten ayırmak zorunluluğu ortaya çıktı ve Merkez Bankası bağımsızlığına kavuştu. Para politikasının enflasyon hedefine odaklanması ilkesi getirildi. Para politikasının oluşumu da para politikası kuruluna bırakıldı. Merkez Bankasının bağımsızlığı, politika belirleme anlamında olmayıp sadece operasyonel anlamda bir bağımsızlıktır. Diğer bir ifade ile siyasi otorite tarafından belirlenen politikaların uygulanması aşamasında Merkez Bankası bağımsızdır. Merkez Bankasının, kendi başına kur rejimi değişikliği yapması mümkün değildir. Şu anda Hükümetle birlikte 2001 krizi sonrasında alınan bir kararla uygulamaya konulan serbest dalgalı kur rejimi yürürlükte bulunmaktadır. 2001 kriz sürecinde uygulamaya konulan ekonomik programın temel hedefi biran önce krizden çıkılmasına yönelik olarak yurt dışına kaçan yabancı ve yerli sermayenin tekrar yurda geri gelmesini sağlamak idi. Serbest dalgalı kur politikasının yanı sıra yüksek faiz ve neticesinde düşük kur politikası uygulamaya konuldu. Bu program, dış konjonktürün de uygun olmasının katkısıyla gerçekten de krizden çıkışı kolaylaştırdı ve Türkiye’ye yabancı sermaye girişi yeniden başladı. 2003 yılı ortalarından itibaren Türkiye krizin yaralarını tamamen sardıktan sonra krizden çıkış ile ilgili uygulanan yüksek faiz düşük kur politikasının değiştirilerek yeni ve kapsamlı bir ekonomi programının uygulamaya konulması gerekirdi. Ancak, bol ve ucuz likidite ve dış konjonktürdeki olumlu havanın da etkisiyle hükümet yeni bir ekonomi programı dizayn etmek ve uygulamaya koymak yerine mevcut ekonomi programının virgülüne bile dokunmadan uygulanmasına devam etti. Netice olarak bugün uygulanmakta olan ekonomi programı hiçbir değişiklik yapılmadan uygulanan kriz dönemi ekonomi programıdır. Kriz döneminde uygulanması gereken bir ekonomi programının kriz bittikten sonra da uygulanmasına devam edilmesi sonucunda; dışarıda likiditenin bol faizlerin de düşük olduğu bir dönemde Türkiye’ye yüksek faiz ve düşük kur ve özelleştirmelerin de artması nedeniyle son küresel kriz dönemi hariç yoğun bir yabancı sermaye girişi olmaktadır. Ekonomide öyle bir yapı kurulmuştur ki, dışarıdan sermaye girişi durduğu zaman ekonominin çarkları da durmakta, dışarıdan sermaye girişi hızlandığı zaman da ekonomide büyüme hızlanmaktadır. 2003-2007 döneminde olduğu gibi yabancı sermaye girişlerinin çok yoğun olduğu dönem aynı zamanda en yüksek oranlı büyümenin de sağlandığı dönem olmuştur. Yine 2008-2009 döneminde olduğu gibi, yabancı sermaye girişinin tersine dönmesiyle birlikte ekonominin çarkları da durmuştur. Kriz sonrasında yabancı sermaye tekrar ülkeye girmeye başlayınca ekonomi de tekrar kıpırdanmaya başlamıştır. Yani ekonomi tamamen dışarıdan özellikle kısa vadeli portföy yatırımı (sıcak para) şeklinde gelen spekülatif sermaye girişine bağımlı hale getirilmiştir. Dışarıdan bu tür yabancı sermaye akışı hızlandıkça da Türk Parasının değeri artmaya başlamıştır. Bu ise ihracatçıların şikâyetlerinin başlıca nedeni olmuştur. İhracatçılar, bu kadar değerli bir TL ile uluslar arası pazarlarda rekabet etmelerinin olanaksız olduğunu ve tedbir alınması gerektiğini her fırsatta dile getirmeye başlamışlardır. Ancak şikayetlerinin adresini Hükümete değil de doğrudan Merkez Bankasına yöneltmektedirler. Türk Lirasının değerli olmasının bir diğer sonucu da ithalatın ucuzlamış olmasıdır. Bu ise ; ara malı ithalatı başta olmak üzere ithalatın artmasına, dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari açığın yükselmesine ve ülkemizde ara malı sanayinin çökmesine neden olmaktadır. İşte ekonomi büyürken işsizliğin azalmamasının tersine artmasının altında yatan gerçek de budur. Sorunun temel çözümü ise , katma değeri yani içeride üretilenin payının yüksek olduğu bir üretim ve büyüme modeline geçmektir. Cari açığın finansmanında ise doğrudan yabancı sermaye yerine daha çok portföy yatırımlarının (sıcak para) ön plana çıkması açığın finansman kalitesinin de bozulmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak, küresel alanda kur savaşlarının sürdüğü bir ortamda Türk Lirasının bu kadar değerli tutulmasının ve bunun da adeta gurur vesilesi yapılmasının ekonomik gerçeklerle nasıl bağdaştırılacağı doğrusu merak konusudur.