1 KURAKLIK VE ÇÖLLEŞME DROUGHT AND DESERTIFICATION

advertisement
KURAKLIK VE ÇÖLLEŞME
DROUGHT AND DESERTIFICATION
Erdoğan ÖZEVREN, Mediha ÖZCAN
Çevre ve Orman Bakanlığı, Söğütözü cad. No: 14/E 12. Kat Ankara
[email protected], [email protected]
Daha düne kadar 20. yüzyıla şöyle dönüp baktığımızda sanayi ve bilgi
devrimlerinin yaşandığı belki de insan oğlunun en parlak atılımlarda bulunduğu yüzyıl
olarak önümüzde durmaktaydı. Daha çok zaman geçmeden, 21. yüzyılın başlarında
20. yüzyıla şöyle bir dönüp baktığımızda ise insan oğlunun ve yaşadığımız dünyanın
sonunu getiren bir yüzyıl olarak ne yazık ki görülmekte.
BM uzmanlar grubunun bugünlerde açıklamış olduğu iklim değişikliği raporu
;şu ana kadar yaşanmış olan en sıcak 6 yılın son yedi yıl içerisinde olduğu,
buzullarda erimelerin hızla devam ettiği, küresel ısınmanın önümüzdeki 10-20 yıl
içerisinde artarak devam edeceği, soğukların daha soğuk, sıcakların daha sıcak ,
doğal felaketlerin daha şiddetli ve daha sık olacağı gibi pek çok olumsuz
değerlendirmeler içermektedir. En acı olanı ise küresel ısınmanın %90’ının insan
kaynaklı ve artık dönülmez noktaya ulaşılmış olduğudur.
Gezegenimizi canlılar için yaşanır kılan üç temel nesne vardır. Bunlar
atmosfer, su ve toprak. Küresel ısınma atmosferde yaşanmakta ama etkileri su ve
toprak üzerinde olmaktadır. Suyun üzerindeki ana etkisini, su kaynaklarının azalması
ve kirlenmesi olarak ifade etmek mümkündür.
Dünyanın su miktarına söyle bir bakacak olursak; 1,4 milli yar km3 olduğu
bunun %97’sinin denizlerde ve okyanuslarda tuzlu su olarak bulunduğunu, tatlı su
miktarının ise ancak %3 civarında olduğu, bunun %70’i kutuplarda buzul olarak bağlı
durumda, %29,07 ‘si yeraltında ve ancak %03’ünün nehirlerde yer almakta olduğunu
görürüz. Bu rakamlara bakıp küresel ısınmanın etkisi ile kutuplarda bağlı olan tatlı
suyun insan oğlunun ve diğer canlıların kullanımına sunulabileceğini düşünmek
ancak saflık olarak adlandırılabilir.
Ülkemizin su kaynaklarına şöyle bir baktığımızda ne görürüz? Sokaktaki
vatandaşa soracak olursak Türkiye su zengini olan bir ülke peki ya gerçek durum
nedir?Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; “Türkiye’de yıllık
ortalama yağış yaklaşık 643 mm olup, yılda ortalama 501 milyar m 3 suya tekabül
etmektedir. Bu suyun 274 milyar m 3 ü toprak ve su yüzeyleri ile bitkilerden olan
buharlaşmalar yoluyla atmosfere geri dönmekte, 69 milyar m 3 lük kısmı yeraltı
suyunu beslemekte, 158 milyar m 3 lük kısmı ise akışa geçerek çeşitli büyüklükteki
akarsular vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Yeraltı
suyunu besleyen 69 milyar m 3 lük suyun 28 milyar m 3 ü pınarlar vasıtasıyla yerüstü
suyuna tekrar katılmaktadır. Ayrıca, komşu ülkelerden ülkemize gelen yılda ortalama
7 milyar m 3 su bulunmaktadır. Böylece ülkemizin brüt yerüstü suyu potansiyeli 193
(158+28+7) milyar m 3 olmaktadır. Yer altı suyunu besleyen 41 milyar m 3 de dikkate
alındığında, ülkemizin toplam yenilenebilir su potansiyeli brüt 234 milyar m 3 olarak
hesaplanmıştır. Ancak, günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, çeşitli
amaçlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü suyu potansiyeli yurt içindeki
akarsulardan 95 milyar m 3, komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3
1
milyar m 3 olmak üzere yılda ortalama 98 milyar m 3, 14 milyar m 3 olarak belirlenen
yeraltı suyu potansiyeli ile birlikte de ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su
potansiyeli yılda ortalama 112 milyar m 3 olmaktadır.
Ülkeler su varlığına göre, yılda kişi başına düşen su miktarı 1000m3’den daha
az olanlar su fakiri, 1000-2000m3 arasında olanlar su azlığı ve 8000-10000m3
arasında olanlar ise su zengini olarak sınıflandırılmaktadır. Ülkemizde kişi başına
düşen su miktarının 1500m3 civarında olduğu gerçeğine bakacak olursak ne yazık ki
su azlığı çeken ülkeler arasında yer almakta olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz.
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon
olacağını öngörmüştür. Yağış miktarında bir artış olmayacağını düşünürsek, 2030 yılı
için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1 000 m 3/yıl civarında olacağı
söylenebilir. Mevcut büyüme hızı, su tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi
faktörlerin etkisi ile su kaynakları üzerine olabilecek baskıları tahmin etmek
mümkündür. Ayrıca bütün bu tahminler mevcut kaynakların 25 yıl sonrasına hiç tahrip
edilmeden aktarılması ve en önemlisi küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin
yaşanmayacağı durumunda söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek
nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynakların çok iyi korunup, akılcı
kullanılması gerekmektedir.
Su azlığı çeken ülkeler arasında yer alan ülkemizdeki önemli konulardan bir
tanesi de sulak alanların durumudur. Ülkemiz , 200 tanesi uluslar arası öneme sahip
500 civarında sulak alan varlığı ile Avrupa ve Ortadoğu’nun en zengin sulak
alanlarına sahip ülkelerden bir tanesidir. Ancak bütün bu zenginliğimiz, 1950 yılında
sıtma hastalığını önlemek ve daha sonrada tarım toprağı kazanmak amacıyla
başlatılan kurutma çalışmaları ile 1.300.000 hektar civarında sulak alan kurutularak
tahrip edilmiştir. Yeni tarım alanları kazanmak için yapılan bu çalışmalarda beklenen
verim sağlanamamış, tuzlanma, turbiyerlerin yanması ve rüzgar erozyonu gibi
nedenlerle kurutulan alanlar verimsizleştiği gibi, rüzgar erozyonun etkisi ile civardaki
verimli tarım alanları da verimsizleşmiştir. Ayrıca su rejiminde meydana gelen
bozulmalarla mevcut ekosistem bozulmuş ve bununla birlikte birçok canlı türünün
nesli tehlikeye düşmüş veya tamamen yok olmuştur.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin toprak üzerine etkisi ise verimli
toprakların verimsizleşmesi, arazi bozunumu veya başka bir ifade ile çölleşme olarak
karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre, çölleşme dünyadaki 4
Milyar hektardan fazla alanı ve 110 ülkede yaşayan 1,2 milyar nüfusun yaşamını
doğrudan tehdit etmektedir. Dünyamızın geleceği için tüm insanlığın ortaklaşa
mücadele etmesini ve tedbirler almasını zorunlu kılan çölleşme; toprağın verimliliğini
azaltmakta, bitki örtüsünün bozulmasına yol açmakta, gıda üretimini azaltarak kıtlığa
sebep olmakta, göçlere, anlaşmazlıklara ve savaşlara ortam hazırlamakta, iklim
değişikliğine karşı arazinin dayanıklılığını azaltmakta, ekonomik kaynakların
azalmasına ve daha birçok olumsuzluklarla da insanlığı yüz yüze bırakmaktadır.
Birleşmiş Milletlerin hazırlamış olduğu raporlara, göre bugün 800 milliyon
insan açlık riski altındadır. 2100 yılına kadar sıcaklık 1,4-5,8 derece arasında artış
gösterecektir. Ortalama sıcaklıkta meydana gelecek 2-3 derecelik artışlar 30-200
milliyon insanın daha açlık riski altına girmesine sebep olacaktır. Sıcaklığın 3 derece
2
daha artığında, 250-500 milliyon insanın daha açlık riski altına girmesi anlamına
gelmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyası yarı-nemli, yarı-kurak, kurak
ve çok kurak iklim rejimi içerisinde yer almaktadır. Ülkemizin coğrafi konum, iklim
şartları ve çağlar boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması,
topraklarımızı çölleşme ve kuraklığa hassas bir konuma getiren başlıca nedenlerdir.
Başta insanoğlu olmak üzere bütün canlıların yaşamsal olarak büyük ölçüde
oluşumu büyük ölçüde yüzyıllar süren toprağa bağlıdır. Toprak olmadan bitki, bitki
olmadan hayvanlar olmaz. İşte bu kadar bağımlı olduğumuz ülke toprağın %86’sında
erozyon yaşanmakta ve bunun sonucunda, her yıl 500 milliyon tondan daha fazlasını
başka bir deyişle Kıbrıs adası büyüklüğündeki verimli alanları ülkemizdeki
çölleşmenin en önemli sebeplerinden olan erozyonla kaybetmekteyiz. Kaybettiğimiz
sadece toprak değil, 500 bin ton buğday ve 50 milliyon ton sudur. Farklı bir ifade ile
çölleşme ve kuraklık, işsizlik, göç, susuzluk, açlık ve medeniyetlerin yok oluşu
demektir.
Ülkemizde çölleşmeyi ve kuraklığı artırıcı faktörlerin ortadan kaldırılmasına
veya azaltılmasına yönelik programların uygulanmasında ve izlenmesinde, tüm ulusal
ve uluslar arası kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve vatandaşların güç birliği
oluşturarak, işbirliği halinde ve ortak projelerle hareket etmesi, gerekli tedbirlerin
alınması bu hedeflere ulaşmamızda en önemli husustur. Ülkemizin ve bölgemizin
iklim değişikliğinden en az etkilenmesi ve çöl olmaması için, bütün vatandaşlarımızın,
bulunduğu yerdeki ormanı, ağacı ve merayı koruması, karbon emisyonunu artırmak
için ağaçlandırma çalışmalarına gerekli desteğini vermesi, tarım alanlarının yok
olmaması içinde tekniğine uygun sulama ve tarım teknikleri kullanılması ile
mümkündür. Afrika da yaşanan kıtlığın ve yoksulluğun temel sebebi oradaki tarım,
mera ve orman alanlarının yok edilmesi olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Kaynaklar:
·
·
·
·
Çölleşme ile Mücadele Ulusal Eylem Programı,
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Kaynakları,
Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü verileri,
Birleşmiş Milletler Küresel Isınma Uzmanlar Grubu Raporları,
3
Download