Bir Eksiğiz

advertisement
HAFTALIK HABER GAZETESİ • FİYATI 2.5 TL
SAYI 2 • 3 MAYIS-9 MAYIS 2014 • WWW.BASNEWS.COM
Erdoğan’a Çankaya, Kürdlere Özerklik
“Demokratik özerklik”,
cumhurbaşkanlığı seçimleri,
başkanlık sistemi, çözüm
sürecinin geleceği...
Siyasi parti temsilcileri ve
akademisyenlerle görüştük.
Ahmet Kaya yeniden
varedilmeyi hakediyor
Gülten Kaya ile söyleşi
➜ 16
➜2
rg
PETROL SATRANCINDA YENİ HAMLE
Bir varil petrol,
bin ton adalet
Faysal Dağlı’nın yazısı
➜ 11
ak
ur
d
.o
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Ceyhan”daki depolarda bekleyen 1,5 milyon varil
petrolün dünden itibaren satılması için karar alması bu konuda Irak merkezi hükümeti ile
sürmekte olan çekişmeye yeni bir boyut getirdi. Başbakan Neçirvan Barzani tarafından
açıklanan kararın Irak’ta 30 Nisan’da yapılan genel seçimlerin hemen öncesine rastlaması
dikkat çekti. Kararın bir süre yeni hükümet kurma çalışmalarına sahne olacak Irak’ta
➜ 10
nasıl karşılanacağı merak konusu.
w
w
.a
rs
iv
Türkiye ile
entegrasyon
PDK önde
w
Doç. Dr. Kaya: Irak Kürdistan’ı Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirirse bundan kendi bağımsızlığının da; Türkiye
Kürdistanı’nın da, Rojava’ nın da çok
faydalanabileceğini düşünüyorum.
➜ 13
➜ 12
HAMİYET ÇELEBİ
MİTHAT SANCAR
Kürd ve Türk kadınları arasındaki
Başkanlık tartışmaları yeniden
ısınırken…
gerilimin müzakere sınırları
➜8
➜5
FLORİTA ULUK BENLİ
MESUT YEĞEN
HDP ve Türkiyelileşme
➜4
SENNUR BAYBUĞA
Bir orta sınıfın bir mayıs
güzellemesi
➜ 14
NORELDİN WAİSY
Irak’ı bekleyen sıcak yaz
➜13
1915 arşivlerini açın
Hukukçu Erdal Doğan,
Başbakan Erdoğan’ın
taziye mesajını ve Ermeni
Soykırımı ile yüzleşme
için atılması gereken
adımları değerlendirdi.
➜6
‘’Asdvadz Hokin Lusavore’’
➜ 15
FERHAT KENTEL
1915’te Ermenileşmiş Türkler
nerede?
➜9
dosya
2
Çankaya ve özerk
rs
iv
ak
ur
d
.o
rg
naklandı. Anayasa Hukukçusu
Prof Dr. Mithat Sancar’ın sözleriyle “Savaş daha geniş bir cephede yürüyor.”
Hiç şüphesiz büyük savaşta peş
peşe daha birçok muharebe
olacak. Önümüzdeki muharebe belli ki “kim cumhurbaşkanı
olacak” sorusu etrafında keskinleşecek. Ardından cumhurbaşkanının yetkileri, başkanlık
yarı başkanlık sistemi arayışları etrafında sert bir hesaplaşma
Türkiye’yi bekliyor. Başkanlık
ya da yarı başkanlık arayışlarına
bağlı olarak- gerekirse -seçim tarihini öne almak, seçim sistemini değiştirmek gibi hamleler de
gündemde olacak.
Siyasetin vitrinine çıkan bu konuları Türkiye’ deki etnik, dinsel, dilsel, kültürel... her türlü
azınlığın kimliklerini özgürce
ifade edebilecekleri kurumlaş-
w
.a
Amed kantonunun da kendine ait bir
bayrağı olmak durumundadır
Batıda yaşayan Kürdlerin de tarih, kültür ve dil haklarını Kürdistan’da yaşayan bir Kürd gibi yaşayabiliyor olması
kullanabiliyor olması gerekir. Bölünerek halkların bu coğrafyada büyüme
şansı yoktur. Halkların bu coğrafyada
birleşerek büyüme şansı vardır.
AKP KÜRDLERE BORÇLU
AKP şu anda son bir buçuk yıl içerisinde ki bunca sarsıntıya rağmen hala
ayakta durabiliyorsa bunu Kürdlere
borçludur. Eğer Kürdler Ortadoğu’da
özelliklede Türkiye’de kaos tercihi içerisinde olmuş olsalardı AKP’nin üst düzey yöneticilerinin büyük çoğunluğu ya
yurt dışındaydı ya da içerdeydi, şu ana
kadar Kürdler böyle bir tercih içerisinde olmadılar.Gerçekçi hareket ettiler.
Kürd’ler bu tarihsel süreçte Türkiye’ye
mahkum değiller tersine, Türkiye
Kürdlere mahkumdur. Kürd sorununu
değerlendirirken sadece iki temel dinamiği hesaba katarak politika üretmiyoruz. Bir üçüncü dinamiğin de etkin
gücünü hesaba katarız. Uluslararası
faktör üçüncü dinamiktir burada. Yaşadığımız bölge bir bütün olarak  şekilleniyor, bu yeni şekilleniş içerisinde
Kürdler kimseyi beklemek durumunda
değildir.
w
SİSTEM TÜMDEN DEĞİŞMELİ
Mevcut idari yapı mekanizması içerisinde, Türkiye kendi sorunlarını çözme
kabiliyetine sahip değil. Bu sistemin
değişmesi gerekir. Restorasyona değil tümden değişime ihtiyaç var. Artık temsili demokrasi dönemi, dünya
da olduğu gibi Türkiye’de de miadını
dolduruyor. Yerelden merkeze doğru bir bakış açısıyla, idari meseleleri
değerlendirmeliyiz. Ağustos ayında
Türkiye bu sistemi gözden geçirmez,
yerine yeni bir şey ikame etmezse ciddi bir krizle karşı karşıya kalırız. ‘’Demokratik Özerklik’’ önerimizin içinde,
Türkiye’nin bir bütün olarak idari ve siyasi yapısının değişimini öngörüyoruz.
ARTIK ULUS DEVLET OLMAZ
Biz Türkiye’nin tek bölge ve tek merkezli bir anlayışla yönetilmesinin, giderek kutuplaşmalara, bölgeler arası dengesizliği büyüten bir aşamaya geldiğini
ifade ediyoruz. Yerelin yetkilerini artırdığınız zaman, merkezin de yetkilerini doğal olarak sınırlandıracağınız
için bu karmaşayı da ortadan kaldırmış
olursunuz. Bizim ifade ettiğimiz özerklik, idari bir boyut içerdiği gibi, siyasi
bir boyutta içeriyor. Bu güne kadar yok
sayılmış, dışlanmış, kültürler, pozitif
politikalarla desteklendiği zaman başkanlık sisteminin de pekala bu ülkede
olabileceğini düşünüyoruz ama başkanlık sistemi derken de tüm yetkilerin
tek elde toplanmasını kast etmiyoruz.
Türkiye’nin bölünmesini değil, bu coğrafyada yaşayan Anadolu halklarının,
Mezopotamya halklarının dolayısı ile
Kürdistan’da yaşayan halkların gönüllü birlikteliğine dayalı yeni bir demokratik sistem öneriyoruz. Önerdiğimiz formülasyon içerisinde Ankara,
Diyarbakır’ın kaderini belirleyemeyecektir. Diyarbakır kendi kaderini belirleyecektir.
Kürdistan’da kendi bağımsız devletimizi kurarsak, ulusal bir devlet olacakmışız gibi bir algı var. Bu çağda kurulmuş
hiçbir devletin ulus olma şansı yoktur.
Ulus devlet olma şansı yoktur.
BAYRAĞI OLMAK ZORUNDA
Bir halk bayrak özlemi içerisinde ise o
bir kimlik doyumsuzluğu sorunudur.
Bunu yaşamak durumundadır bayrağı
olmak zorundadır. Diyelim ki Diyarbakır özerk bir bölge oldu. İsviçre’deki
kantonların kendine ait bayrağı varsa
Türkiye’de 30 Mart
yerel seçimleri öncesinde ve sonrasında
yaşanan gelişmelerle siyaset sahnesine
Yeter
Polat
yerleşen sert kutuplaşmanın, sistem değişikliğine ilişkin stratejik hamlelerle giderek derinleşeceği,
farklı ittifak arayışlarının, yoğun
tartışmaların, inişli çıkışlı gerilim ortamlarının birbirini izleyeceği hareketli bir sürecin ateşi
yükseliyor. 30 Mart’ın, belediyecilik programlarının yarıştırılacağı bir yerel seçim atmosferinden tamamen uzak bir görüntü
sergilemesi, tarafların varlık
yokluk sorununa dönüştürdüğü
sert kutuplu, yüksek gerilimli
bir kapışmaya dönüşmesi, gerçekte sistem değişikliği etrafında sürdürülen büyük savaşın
bir muharebesi olmasından kay-
w
Adil Zozani
BDP Hakkari Milletvekili
Prof. Dr. Mithat Sancar
FİİLEN DEMOKRATİK ÖZERKLİK
Demokratik özerklik tartışmaları bir
şekilde seçim sonrası gündemin en
önemli maddeleri arasında yer alacaktır. Demokratik özerkliği iki türlü hayata geçirmek mümkün. Birincisi; anayasa değişikliği ile bir formül bulunur ve
ona göre düzenleme yapılır. Yakın bir
zamanda Anayasada bir değişiklik yapılarak adı konmuş bir özerklik modeli hayata geçirilecek gibi görünmüyor.
İkinci seçeneği de Kürd siyasi hareketi
başından itibaren hep kendi masasında tutuyordu. O da fiilen özerklik
anlamına gelebilecek özerkliğe yakın
uygulamaları bu kazandığı belediyeler arasında ki koordinasyon yoluyla
tek tek hayata geçirme fikri. Bu seçim
tablosu böyle bir politikaya imkân veriyor. Kavgasız çatışmasız ve hukuku
mış katılımcı bir demokrasi dayatan taleplerinden bağımsız
olarak ele almak mümkün değil.
Görünen o ki Kürdlerin “Demokratik Özerklik” mücadelesi,
her biri artık güncel, yakıcı ve
geçiştirilemez bir nitelik kazanmış bu taleplerin ilk sırasına
yerleşmiş durumda… Son İmralı
görüşmesinde KCK Lideri Abdullah Öcalan’ın Yerel Yönetimler Özerklik Yasası ve Demokratik Sivil Toplum Yasası’ndan
bahisle “Yetkiyi yerele veren,
yerelde demokrasiyi inşa eden
düzenlemenin artık elzem olduğunu” vurgulaması konuya yeni
bir boyut kazandırıyor. Kürd siyasetçiler Bu konudaki mücadele ‘Özerk ve özgür Kürdistan’da;
anadilde eğitim, ayrı polis, bayrak ve parlamento” talebi daha
sık olarak ve daha yüksek sesle
dillendiriliyor.
da bir tarafa bırakmadan, siyasal ve
hukuksal imkanları da bir arada kullanarak kendilerine göre, bu yerel yönetim sisteminde bir derinleşme hedefine
sahipler bu dönem için. Bence gerçekçi
ve doğru bir yaklaşım bu. Sadece şuna
bakmak lazım. Ne kadar başarılı olacaklar. Ne kadar hazırlıklılar. Buna
bakmak lazım. Eğer bunu başarabilirlerse arkasından yasal düzenlemeyi çok
daha kolay getirir. Ve sadece Kürdistan
için değil Türkiye’nin tamamı için bir
model ortaya çıkar. Özerklik son derece muğlak bir kavram. Uluslararası
literatürde de BDP’nin önerdiği projede de pek çok belirsizlikler var. Bu işin
doğasından kaynaklanıyor. Federasyon
dediğinizde anlaşılan şey daha nettir.
Dünyada uygulanan özerklik modellerine bakarsanız bunların birbiriyle
benzeşmediğini, birbiriyle benzeşen iki
modelin bulunmadığını görürsünüz zaten. Dolayısıyla bir adı konmuş özerklikler var, yeterince güçlü etkilere sahip
değiller. Adı konmamış özerklik olarak
nitelendirilmemiş uygulamalar var çok
daha güçlü bir yerel yönetim sistemi
oluşturuyor. Türkiye bu ikisi arasında
yürüyecek görünüyor. Yani bir yandan hukukun alanını genişletecek ama
bir yandan fiilen de mevcut imkanları
uluslararası hukuk referansıyla güçlen-
3
dosya
klik muharebeleri
ak
ur
d
.o
rg
parasız, nitelikli sağlık hizmetini
belediye üzerinden sağlık destek
evlerinde de sağlamayı hedefliyoruz.
Öncelikle anadilde kreşler, anaokulları açacağız. İlköğretimde
de anadilini kavratan bir
çalışma yürüteceğiz. Ortaöğretimde Kürdçe ile
beraber Türkçe’yi vereceğiz. Eğitimi özel
okullarda
vereceğiz,
bunlar parasız olacak.
Bunun için anaokul,
kreş ve ilköğretim kitaplarını hazırladık.
BasHaber başta “Demokratik
Özerklik”
olmak üzere cumhur
başkanlığı seçimleri, başkanlık sistemi, çözüm
sürecinin geleceği gibi
konularda siyasi parti
temsilcileri ve siyaset bilimcilerle görüştü.
iv
rs
w
.a
entegrasyon yolunu tercih ediyorlar.
Bunun da ilk aşaması Türkiye Kürdistanı ve Rojava arasında bir tür fiili
entegrasyon, yani orada geçişlerin ve
sınırların etkisizleşmesi ve karşılıklı siyasal, kültürel, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi. Esasen Öcalan’ın yaklaşımı
da budur görebildiğim kadarıyla.
Öcalan’ın geçen yıl Newroz’da çizdiği
çerçeveye bakarsak iki hedefi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Birincisi hükümetten ve devletten bağımsız
olarak kendilerine koydukları hedefti.
Bu sürecin bir iç hedefi vardır Kürd
hareketi açısından; BDP, KCK ve PKK
açısından. Bu hedef hem demokratik
siyaseti hem de Kürdistan’daki haklar
açısından kendi siyasi aktör olma konumlarını güçlendirmekti. Bu konuda
da yeterince başarılı oldular. Demokratik mücadelede silahın gölgesinde
olmadığı bir demokratik siyaset yapma
becerilerini geliştirdiler. İkincisi muteber bir siyasi aktör haline gelme isteği
vardı. Silah bunu zorlaştırıyordu. Oysa
şimdi dönüp bakıyoruz son 1,5 yıla başta Öcalan ve tabi Kürd siyasi hareketinin bütünü Türkiye’de Ortadoğu’da
ve dünyada önemli çevrelerde, itibar
kazanmıştır. PKK yi özellikle Öcalan’ın
sanki bu süreci bütünüyle hükümetle
pazarlık yaparak, onun inisiyatifi üze-
w
direcek bir yol izleneceğini sanıyorum.
BDP bunu izleyecek AKP’nin burada
ne kadar kolaylaştırıcı davranır ne kadar engelleyici bir tavır koyar şimdi
bunu göremeyiz. Yakın bir zamanda
anayasal olarak adı konmuş bir çözüm
beklemek gerçekçi değil ancak; bu tablo Kürdistan’ın öz yönetim statüsüne
doğru bir adımdır. Bu adımın nasıl gelişeceği karmaşık faktörlere bağlıdır.
Çünkü hukuksal ve siyasal meseleler
var. Mevcut hukuka göre belediyelerin yetki ve etki alanlarını genişletmelerinin imkanları var, fakat bunun bir
sınırı da var. Öte yandan Türkiye’nin
taraf olduğu uluslararası anlaşmalarda mevcut imkanlar bulunuyor. Ayrıca
Avrupa Birliği sürecinde tam üye adayı
bir ülke olarak Avrupa müktesebatında
da yerel yönetimlerin mevcut hukukun
biraz daha ötesine geçen imkanlar elde
etmeleri söz konusu olabilir.
Kürdistan sorunu sadece Türkiye ile
sınırlı bir sorun değil tabi ki. Kürdistan sorunu Ortadoğu sorunudur ve en
az dört parça sorunudur. Dolayısıyla
Kürdistan sorununu yakın zamanda bu
yollarla çözümünü beklemek gerçekçi
değildir. Belli Kürd siyasi hareketleri
Kürdistan sorunundan bağımsız birleşik bir devleti anlıyorlar. PKK ve o
çevre böyle anlamıyor. Daha çok fiili
demokratikleşmesinin projesi.
Türkiye’ye 25-26 bölgesel özerk
yönetim öngörüyoruz. Kürd
özerk yönetiminin sahip olacağı her hak, bu eşit haklara sahip
halkalar sistemiyle demokratik
cumhuriyette birleşmeli diyoruz. Çelik, Demokratik özerkliğin inşasını yeni adımlarla ilerleteceklerini vurguluyor: Halkın
kendi köy, sokak komünleri,
mahalle meclisleri, kent meclisleri... Bunları oluşturuyoruz.
Halkın kendi bütçesini belirlemesinin yolunu açacağız. Anadilde
eğitimi
belediye
üzerinden
sağlamaya çalışıyoruz. Anad i l d e
e r i ş i lebilir,
w
30 Mart seçimlerinde “Demokratik Özerkliğin inşası” vaadini
ilk sırada dile getiren ve halen
üçü büyükşehir olmak üzere
100 belediyede yönetime gelen
BDP’nin Yerel Yönetimlerden
Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı, Muş milletvekili
Demir
Çelik’in
s o n
günlerde değişik
medya
organlarında
y e r
alan açıklamal a rı
Demokrat i k
Özerklik talebinin
g e rekçelerini ve hedefin i
anlatıyor: Demokratik Özerklik devletçi
sisteme karşı toplumu ve ihtiyaçlarını esas
alan, etnik, coğrafi sınıra
indirgenmeden tüm halkların kendilerini görebileceği, halkların çıkarına bir
proje. Sadece Kürd ve Kürdistani olmaktan öte Türkiye’nin
rinden kurduğunu düşünmemek lazım.
Öyle olmadı süreç, ama sürecin hükümetin atacağı adımlara ve devletle yapılan müzakerelere bağlı boyutu her
zaman var. Bu boyut bugüne kadar ağır
işledi aksak işledi ama bozulmadı.
SİLAHLI MÜCADELEYE DÖNÜŞ
UZAK
Yeniden silahlı mücadeleye dönüş
uzak bir ihtimal. İki nedenle silahlar
yeniden gündeme gelebilir. Birincisi;
bizahati Kürd siyasi hareketine yönelik tasfiye operasyonu planlanırsa ve
bu konuda Kürd siyasi hareketi ciddi
şüpheler duyarsa tekrar silaha başvurabilir. İkincisi; Rojava’yı kıskaca alıp
boğacak bölgesel ya da uluslararası bir
girişim olursa. Öcalan da bunların kırmızı çizgiler olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dengeler çok karmaşık olacak. Diyelim ki
Erdoğan aday oldu. İlk turda Kürdlerin
oyunu alabilmek elbette seçilmesini
kolaylaştıracaktır. O zamanda süreç yeniden masanın en önemli konu haline
gelecektir. Karşılıksız destek söz konusu olmaz. Öcalan bunu önceden söyledi, diğer Kürd siyasi hareketlerinin çeşitli çevreleri de söyledi; bir müzakere
süreci yürütmek istiyorlar, karşılığında
da hedeflediği hakların gerçekleşmesini bekliyorlar.
Galip Ensarioğlu
AKP Diyarbakır Milletvekili
Başkanlık-yarı başkanlık sistemi özerklik veya bunun gibi herhangi başka bir
sebepten dolayı savunduğumuz bir şey
değil. Türkiye’nin geldiği noktada mevcut parlamenter sistemle etkin bir şekilde yönetilmediği kanaatindeyiz.
Hem siyasi ve ekonomik istikrar için
güçlü bir hükümet şart, hem de temsilde adalet ve adaletli bir yönetim şart.
Her ikisini bu parlamenter sistemle
sağlayamıyorsun. Başkanlık-Yarı Başkanlık sistemiyle güçlü bir yönetimi
esas alırken, aynı zamanda sıfır barajla
herkesin temsil edilebilmesinin koşullarını sağlarsınız,
ERDOĞAN ZATEN KRAL
Erdoğan sultan olmak istiyor, kral olmak
istiyor diyorlar. Zaten Erdoğan sultan
şu anda, kral. Hem yürütmenin başı,
hem yasamanın başı sayılıyor hem de bu
sistemle yargıya istediği bu şekilde müdahale etme şansı var. Ancak Başkanlık
sisteminde tamamen yürütme ayrıdır yasama ayrıdır. Her gün 10 bin kişinin ziyaret ettiği bir parlamento mu olur? Biz
Türkiye için güçlü bir sistem arıyoruz.
Erdoğan bugün var yarın yok.
EYALET OLABİLİR
Başkanlık sisteminde eyalet sistemleri
olabilir. Yerel yönetimler daha güçlü
olur. Geldiğimiz günden beri yetkileri
yerele devrettik. Avrupa Birliği Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğumuz çekingeleri kaldıracağımızı Başbakan söyledi. Biz yerindenlik, yerellik ve
üçlü yerel yönetimlerden bahsediyoruz. Kendi kendini yöneten daha güçlü sistemlerden bahsediyoruz. Türkiye
bir eyalet sistemiyle yönetilebilir ama
bu sadece bir bölgenin özerkliği şeklinde olmamalı.Türkiyenin genelinde bir
eyalet sistemi olabilir mi, olabilir.
Demokratik Özerklik BDP’nin siyasi ve
ideolojik bir modelidir. Federasyonu
savunan siyasi partiler de var. Kürd siyasi partilerinin içinde HAKPAR federasyonu savunuyor, savunabilir savunmalıdır. 50 küsür devlette özerk bölge
var. Demokratik özerklik modelini çok
iyi incelemiş biri olarak; bu modelin
dünyadaki hiç bir pratiğe uymadığını,
geri, uygulanabilir olmayan, köhne bir
model olduğunu biliyorum. Özerkliğe,
federasyona, federal sisteme falan karşı değilim. Üniter yapı içersinde eşit
yurttaşlığı sağlayabilirsek olabilir. Ama
bütün bunları konuşup, tartışmalıyız.
güncel
.o
rg
olarak telaffuz etmek lüzumsuz olabilir ama Kürdistan halen siyasi yaratıcılık
gösterilip, siyasi destek arttırılabilir bir yer gibi görünüyor.
Gelelim ikinci argümana. Türkiye siyasetinin otoriterliğin seküler ve muhafazakar iki varyantı arasına sıkıştığı ve sıkışmadan çıkmanın gerekli olduğu fikri
doğru. Ancak, bu sıkışma işinden çıkışın bu HDP tarafından becerilip becerilemeyeceği önemli bir soru. Mevcut haliyle HDP, gövdesi BDP’li Kürdlerden,
kafası ise Kürd hareketinde yaşanan radikal demokratlaşma eğilimine muhabbeti meşkûk solculardan oluşan bir canlıya benziyor. Bu hal bir kısmıyla
HDP’leşme işinin tamamlanmamış olmasıyla ilgili olsa gerek ama doğrusu
HDP’nin bu gövde ve bu kafayla otoriter muhafazakarlıkla otoriter sekülerlik
arasına bir üçüncü pozisyon sığdırması imkansız görünüyor. Şundan: mevcut
kafanın mevcut gövdeyi büyütmesi mümkün değil. BDP gövdesi de üçüncü
hattı kurmak için yetersiz olduğundan HDP’nin kafasının mevcut gövdeyi büyütebilecek, Ak Parti ve CHP memnuniyetsizlerini HDP’ye çekebilecek bir kafa
kılınması gerekiyor. Ama nasıl?
Zannımca, kuruluşuna damgasını vuran Türkiye muhafazakarlığıyla yapısal
mesafesini gidermeden, yavan bir neoliberalizm aleyhtarlığıyla, işlenmemiş bir
komünizan belediyecilik arasında salınmanın ötesine geçen bir iktisadi siyaset
geliştirmeden ve yetmişler Türkiye solunun mirasından türetilmiş bir sembolizme nostaljik bağlılıktan vazgeçmeden HDP’nin BDP’den ibaret gövdesinin
yenilenmesi, büyümesi mümkün değil. Durum bu minvalde devam ederse, olacak olan, korkarım BDP gövdesinin BDP aklıyla tamamlanmasından, HDP’nin
gerisin geriye BDP’leşmesinden, dolayısıyla da enerji kaybından başka bir şey
olmayacak.
Kürd hareketinin HDP’leşmesinin zorunluluğunu açıklamak için öne sürülen
iki argümanın zayıf yanları zannımca iki şeye işaret ediyor. İlk olarak, Kürd
meselesini Kürd siyasetinin birincil meselesi olarak tutmayı mümkün kılacak
ve Kürd siyasetini Kürdistan’da siyasi yaratıcılık göstermeye teşvik edecek bir
örgütsel formda ısrar etmek. Kürdistan için artık bölgesel seçim hüviyetini
edinen belediye seçimlerine BDP’yle katılmaya devam etmek, Türkiye partisi
olarak HDP’nin yanında Kürdistan partisi olarak BDP’yi sürdürmek, bu formu
oluşturabilir.
İkinci olarak da HDP’nin radikal bir biçimde yeniden düşünülmesi gerekiyor.
HDP’nin ne Türkiye ne Kürdistan muhafazakarlarında, ‘istikrar bozulmasın,
bunlardan daha iyi çekip çevireni yok’ deyip mecburen Ak Parti’ye oy verenlerde, ‘kimliğimizi en kuvvetle bunlarla koruruz’ deyip mecburen CHP’ye oy vermeye devam Alevilerde, gençlerde vs. bir akis yaratamamış oluşunu muhakkak
ciddiye almak gerekiyor. Buralarda akis yaratacak biçimde yenilenmek için de
HDP’yi radikal demokrasiye, herkes için demokrasi fikrine açık her kim varsa
onlarla birlikte yeniden inşa etmeye başlamak elzem görünüyor.
w
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
Bugün yarın gerçekleşecek görünen BDP’nin
HDP’ye katılması işi etrafında dönen tartışmayı hayırlı bulanlardanım. BDP’nin
HDP ve
HDP’leşmesini Türkiye soluna verilen geTürkiyelileşme
reksiz bir kredi, Kürdleri milli gündemlerinden saptıran bir oyun olarak görenleri de,
HDP’ye katılma işinden şüphe eden herkesi
sağcı, iflah olmaz Kürd milliyetçisi sayanları
da ihmal edip, BDP’nin HDP’leşmesini, riskleri ve imkanlarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor.
HDP’leşmeyi savunanların iki büyük argümanı var görünüyor. İlk argüman şu:
Kürd hareketinin Kürdistan’da ulaştığı siyasi kapasite Kürd meselesinin halinde mevcut durumdan daha fazla zorlayıcı olamıyor; dolayısıyla da Kürd hareketinin Kürdistan’ın ve Kürdlerin dışına açılması, Kürd meselesini Türkiye’nin
genel bir siyasi meselesi kılması, Türkiyelileşmesi gerekiyor. İkinci argüman
da şu: Türkiye siyasetine hakim olan otoriter muhafazakar ve otoriter seküler
iki büyük siyasetin arasına, bir üçüncü siyaseti, radikal demokrat bir siyaseti
yerleştirmek gerekiyor; bunun için de, başlatıcısının Kürd hareketinin olduğu,
bir gökkuşağı siyasetine ihtiyaç var.
Her iki argüman da güçlü, makul. Dolayısıyla da kolayca harcayıp, ‘HDP işi
çürük’ demek o kadar kolay değil. Kürd hareketinin nicel siyasi kapasitesinin
Kürd seçmenlerin yarısına, Türkiye seçmenlerinin de yüzde altı yedisine sabitlendiği belli. Eğer, an itibarıyla ‘göreceği işi görmüştür’ denerek askıya alınan
silahlı mücadeleye dönülmeyecek, siyasi mücadele de ısrar edilecekse, çözüm
sürecinde daha etkili olabilmek için mevcut siyasi limitlerin ötesine geçmek
gerekiyor, bu açık. Keza, Türkiye siyasetinin otoriterliğin seküler ve muhafazakar iki varyantı arasına sıkıştığı ve sıkışmadan çıkmanın gerekli olduğu da açık.
Lakin, güçlü temellere sahip her iki argümanın güçsüz yanları, zayıf tarafları da
var, bunu da görmek gerekiyor.
İlk argümanın zayıf tarafları şunlar: İlkin, evet, çözüm sürecinde daha etkili
olabilmek için daha güçlü bir tazyik şart; ama malum, mevcut çözüm süreci de
bu siyasi kapasiteyle gündeme sokuldu. Dolayısıyla mevcut siyasi kapasitenin
zorlama kudreti o kadar da hafife alınacak gibi değil. İkinci olarak, mevcut kapasite yetersiz, ama HDP’leşme işinin bu kapasiteyi attıracağının bir garantisi
yok. Üstelik, 30 Mart seçim sonuçları bu konuda ümitvar olmayı da engelliyor. 30 Mart, HDP’leşmenin Türklerde de Kürdlerde de bir heyecan uyandırmadığını gösterdi; Kürdlerin bir kısmında heyecan yitimine yol açıp açmadığı
ise ayrı bir mevzu elbette. Üçüncü olarak, Kürd siyasetinin çıpalanmış olduğu
mevcut siyasi kapasiteyi bir kader olarak telakki etmemek de mümkün. Aksine,
30 Mart seçim sonuçlarının arz ettiği heterojen dağılım, Kürd siyasetinin Kürdistan’daki potansiyel kapasitesinin mevcuttan daha büyük olduğunu gösteriyor. Geride kalan 30 senede siyasi yaratıcılığını ispatlamış bir harekete dönük
MESUT YEĞEN
4
w
Kuşatma altında 1 Mayıs
Foto: Ali İhsan Terzi
1 Mayıs İşçi Bayramı etkinliklerine
polis şiddeti damgasını vurdu. Birçok
kentte polis meydanlara giden yolları kapattı, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen
gruplara biber gazı, TOMA’lardan
tazyikli su ve plastik mermi kullanarak saldırdı. Kutlamaların merkezi
konumundaki Taksim Meydanı’na
girişi engellemek için İstanbul’da
olağanüstü kuşatma harekatı gerçekleştirildi. Meydan etrafındaki
bütün cadde ve sokaklar polis tarafından ablukaya alınırken, Şişli, Beşiktaş ve Okmeydanı’nda toplanarak,
Taksim’e yürümek isteyen gruplar
polisin sert müdahalesi ile karşılaştı.
Taksim Meydanı’nda yapılmak istenen kutlamanın engellenmesi için çeşitli kentlerden 39 bin polis getirildi.
Kara, deniz ve hava yollarının büyük
bir kısmı trafiğe kapandı. Taksim’de
tüm sokaklar polis bariyerleri ile kapanırken, esnafın büyük bir kısmı
kepenk açmadı.
5
siyaset
“Çözüme Kürd burjuvazisi de katılmalı”
ak
ur
d
.o
rg
sermayesinin de olması lazım onun da
palazlanması lazım.
Ayrı devlet mi öngörüyorsunuz?
Şöyle söyleyeyim, Kürdlerin Türkiye de
yaşayan Türkler gibi, Ortadoğu da ki
diğerleri gibi gerekirse kendi devletlerini kurmalarını savunuyoruz. Kürdler
kendi toprakların da yani coğrafik Kürdistan da kendi kendini yönetecek düzeydedir ve bu gereklidir. Şimdi siz bir
federatif sistem dersiniz ama içerik olarak belki otonominin de gerisindedir.
Kürdler kendi devletlerini kurabilirler
biz sadece bunun açıkça söylüyoruz.
Kuzey için şu an şartlar müsait değil.
Son seçim sonuçları Kürdler
için ne ifade ediyor?
Kürdistan için ele aldığım zaman ben
bir değişim gördüm oy düşüklüğünden
dolayı. Örneğin ben bir BDP’li olsam
oturup bunu değerlendiririm. Van’da,
Hakkari’de neden oy kaybettiğimi düşünürüm. Bunun yanı sıra Mardin ve
Bitlis belediyeleri eklendi. Bu önemli bir
gelişme. BDP’li değilim. Ama BDP’nin
başarılı olmasını olumlu karşılıyorum.
Kürdistan’da AKP ve BDP arasında bir
seçim oldu. Fakat BDP çok oy kaybetti. Bunu bilmek lazım bu oylar nereye
gitti. Bu bana Kürdistan’da yaşayan
seçmenlerin alternatif aradığını gösterdi. Yani farklı Kürd partilerinin olması
belki daha hayırlı olacaktır diye düşü-
iv
rs
.a
Kürdistan Demokrasi
Platformu Türkiye’de
partileşiyor. Partinin
Genel
Başkanlığını
üstlenecek olan Sertaç
Bucak, Türkiye’de yaşayan Kürdlerin siyasi
anlamda yeni seçeneklere ihtiyaç duyduğunu
savunuyor. Bucak, kurulacak olan Kürdistan
Demokrat Partisi ile
Kürdlerin ulusal birliğini kurmayı planladıklarını ifade ediyor.
BasHaber - Kürdistan Demokrasi Platformu nasıl bir örgütlenme modelidir?
Sertaç Bucak - Kürdistan Demokrasi
Platformu’nun, Kürdçesi PDK-Bakur,
kongresi yapıldı ve orada legal bir zeminde çalışma kararı alındı. 1965 yılında Güneydeki Barzani hareketi başladıktan sonra onun etkisiyle Kuzeydeki
Kürd yurtseverleri meşru bir zeminde
Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi’ni
kurdu. Parti o zamanın şartlarında yasal çalışma yapamadığından illegal çalıştı. Çalışmaları legal zemine çekmek
için bu platformu kurduk. Platformun
amacı Türkiye de Kürd siyasi hayatın
çoğulculuğuna dikkat çekmek ve bu
alanda iddialı çalışma yapmak ve Kürd
sorunun çözümünde rol üstlenmek.
Kürdistan Demokrat Partisi’nin
diğer partilerden farkı nedir?
İdeolojik bir parti değiliz, ulusal bir
parti, bütün Kürd taraflarını etrafında toplayan bir parti olmak istiyoruz.
O açıdan BDP’den farkımız var. BDP
daha çok sol kesimin toplandığı, daha
ideolojik katı kuralları olan, belirli bir
çizgi partisi. Biz öyle değiliz. Kürdistan
sorunun çözümünü isteyen Kürd toplumunun bütün kesimlerini katmak istiyoruz. Kürdistan sorunun çözümünde
Kürd burjuvasının olması lazım, Kürd
Türkiye’de hükümet sistemi tartışmaları dönem dönem alevlenir. Özellikle
1990’lardan itibaren, merkez sağ siyasetçiBaşkanlık
lerin öncü olduğu bu tartışmaların temetartışmaları
linde, parlamenter sistem yerine başkanlık
yeniden ısınırken…
modeline geçme talebi yatıyor.
1990’ların başında Turgut Özal, 1990’ların sonlarına doğru ise Süleyman Demirel,
başkanlık sistemini tercih ettiklerini de ima ederek hükümet sistemi tartışmasını gündeme taşımışlardı.
2000’li yıllarda ise, Recep Tayyip Erdoğan, bu tartışmaları hareketlendirdi. AKP çevreleri de başkanlık sistemi tercihlerini dile getirdiler. İlk zamanlarda, başkanlık sistemi savunusunu temkinli ve dikkatli bir şekilde yapmış
olan AKP, Haziran 2011 seçimlerinden sonra, isteklerini doğrudan ve açık bir
dille ifade etmeye başladı. Seçimlerden sonra parlamentoda kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na, başkanlık sistemi önerisini sunarak da, bu tercihini bir bakıma “resmi”leştirdi. AKP, birkaç ay sonra, Nisan 2013’te, TBMM
Başkanlığına sunduğu yeni anayasanın bütününe ilişkin taslak metinde de,
başkanlık sistemi önerisini tekrarladı.
Aslında 1982 Anayasası, parlamenter sistem geleneğine bağlı kalmakla
birlikte, bu sistemin klasik modelinden farklı olarak Cumhurbaşkanının
yetkilerini artırmış ve bir bütün olarak yürütmeyi güçlendirmiştir. Buna
karşılık, cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçilmesi kuralını koruyarak, ağırlığı bakanlar kurulunda tutmuş, böylece bu sapmalara rağmen
parlamenter sistem çerçevesi içinde bir model kurmuştur. Ancak 2007’de,
Anayasa Mahkemesi’nin “367 kararı” olarak bilinen müdahalesiyle doruğa
çıkan cumhurbaşkanlığı krizini aşmak için, bir anayasa değişikliği yapılmış
ve cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi esası getirilmiştir. Bu değişiklik,
sistemin dengelerini sarsmış, klasik parlamenter modelin sınırlarını zorlayan bir tablo yaratmıştır. Bu yılın Ağustos ayında, bu değişiklik ilk kez uygu-
w
w
w
MİTHAT SANCAR
nüyorum. Bu BDP için de iyidir. Onlar
da her şeyi istediği gibi yapamazlar. Bu
da seçmen için iyi olur. Biz BDP’nin oylarına talip değiliz. Biz Kürdistan’daki
diğer oylara talibiz
Bu siyasi tablo çözüm sürecini
nasıl etkiler?
Halk iyi bir yere gidiyor. Çünkü halk
çözüm istiyor. Çünkü çözümle ilgili
partilere oy verdi. Türkiye’nin batısında MHP’nin müthiş bir güçlenmesi oldu. Ama buna rağmen CHP ve
MHP’nin toplam oyu yüzde 45 oldu.
Bu oylar AKP’ye karşı ezici bir çoğunluğu temsil etmiyor. Çözüm sürecini
yürütenler bu işin iyi gittiğini söylüyor. Öcalan’ın söylemlerine bakıyorum, bu söyleme BDP ve Kandil’i de
dahil etti. Herkes kötü gittiğini söylese
de Öcalan sürecin iyi işlediğini söylüyor. Dolayısıyla gerçeği bilemiyorum.
Sizin çözüm öneriniz nedir?
Birincisi Kürd sorununun şiddetten
arınmasını istiyoruz. Farklı düşünen
bütün Kürdlerin ortak hareket etmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Kürdlerin,
yaşadıkları yerlerde iktidar olmasını
istiyoruz. Biz bu konuda coğrafik federasyonun uygun olduğunu düşünüyoruz. Kopenhag Kriterleri’nin yerine
getirilmesi lazım. Yarın ne olacağını
bilemeyiz. Ama şiddeti dışlayarak yaklaşılmalı.
lanacak, cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan seçilecektir.
Başkanlık sisteminin yeniden gündeme getirilmesinin gerekçelerinden biri,
sistemin bu seçimlerden sonra bu haliyle çok sorun üreteceği iddiasıdır. Bu
iddia temsilsiz değildir, ancak Erdoğan’ın ve AKP’nin asıl saikinin bu olduğuna inanmamak için de çok ciddi sebepler vardır.
Erdoğan’ın, “tek adamlık” gibi bir hevesi olduğunu gösteren çok emare belirdi şimdiye kadar. Erdoğan’ın, AKP’yi 30 Mart seçimlerine neredeyse tek
başına kampanya yürüterek sokmuş ve başarılı bir sonuç almış olması, sistemi kendi şahsı etrafında yeniden inşa etme isteğini daha da kuvvetlendirmiş
olmalıdır. Başkanlık sistemini de, bu yeniden inşa planının merkezine almış
görünmektedir. Bu planı destekleyenler de, bu yolla Türkiye’nin hayati meselelerinin, özelikle de Kürd sorununun daha kolay çözüleceğini, ya açıkça ya
da ima yoluyla söylemektedirler.
Oysa Türkiye’nin en temel sistem sorunu, hukuk devletinin kurumsallaşmamış, dolayısıyla “keyfe veya şahsa göre” yönetim imkanlarının çok fazla olmasıdır. Öte yandan, demokratik siyasetin ve usullerin işlemesini engelleyen
pek çok faktör vardır. Başkanlık sisteminin bu sorunları halletmek bir yana,
daha da ağırlaştırması ihtimali çok yüksektir.
Kürd sorununun çözümü ile başkanlık sistemi arasında bir bağlantı kurulması da, süreçleri şahıslara bağlama anlayışının bir yansımasıdır. Oysa çözüm süreçlerinin başarısı, esas olarak kurumsal düzenlemelerin yapılmasına
ve siyasal/hukuksal güvencelerin oluşturulmasına bağlıdır. Sorunun köküne
inen bir çözüm yolunu sağlam biçimde açmak için, özerklik temelinde ciddi
ve cesur bir yerel yönetim reformuna yönelmek, çok daha garantili bir seçim
olacaktır. İktidarı yerele doğru paylaştırmak yerine merkezde daha fazla yoğunlaştırmak, ne toplumsal barışa ne de demokratik gelişime katkı sunar.
Öncelikle bunların yapılması halinde, başkanlık sistemi de daha serinkanlı
ve olgun bir biçimde tartışılabilir.
söyleşi
6
“Devlet 1915 ka
w
w
w
.a
rg
.o
ur
d
ak
rs
iv
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
Ermeni soykırımının yıl dönümü
olan 24 Nisan’dan bir gün önce yayınladığı taziye mesajı Türkiye’de
ve Dünyada geniş yankı buldu.
Mesaj kamuoyunu; soykırımı
izleyen 99 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin
takındığı inkârcı tutumu
sona erdiren radikal bir
adım olarak görenler
ve sıkışmışlığı aşmak
için yeni bir şey
söylemeyen günü
birlik manevra
diye değerlendirenler olarak iki ana
kampa böldü.
Batı dünyası
Erdoğan’ın tutumunu ağırlıklı olarak “cesur, olumlu bir adım”
olarak gördü. Anlaşılan o ki Ermeni soykırımının yüzüncü yıl dönümüne doğru yoğun ve çok
yönlü tartışmalar eşliğinde pratikte de adımlar
atılacak. İlk adım olarak 1915 olayları sırasında
Osmanlı topraklarından göç etmek zorunda bırakılmış ve dönemin koşulları nedeniyle T.C. vatandaşlığını hiç kazanamamış, ya da daha sonra
kaybetmiş Ermenilerin torunlarına vatandaşlık
hakkı tanınması gündemde. Bu süreç nasıl işlemeli?
Hukukçu Erdal Doğan ile hem bu konuyu, hem
Erdoğan’ın taziye mesajını, hem de Ermeni soykırımı ile yüzleşme için atılması gereken adımları konuştuk.
Doğan, Başbakan’ın taziye mesajının bir ilk olması açısından ve empati içermesi bakımından
önemli olduğuna dikkat çekerken önemli bir eksikliği de vurguluyor: Türkiye, Osmanlı toprakları üzerine kurulmuş bir ülke. Tüm sosyal ve siyasal yapı da devralınmış olduğu halde, başbakanın
mesajı hiçbir sorumluluk ve özür içermiyor.
Bundan sonraki süreçte devlet adına daha somut
adımlar atılmalı.
Ermeni
soykırımı
bir çok alanda tartışılmaya
başlandı.
AKP bu tartışmaların
Ronya
neresinde,Başbakan
Şeran
Tayyip Erdoğan’ın taziye mesajı için ne düşünüyorsunuz?
Tayyip Erdoğan’ın taziye mesajı içerisindeki empati ve acının paylaşılmasıyla ilgili vurgu dikkate değer. Ama
geneline bakıldığında, sanki bir trafik
kazasında ya da öngörülemeyen bir
afet sonucunda kaybolan insanlara bir
taziye mesajı gibi.Hiçbir sorumluluk
atfetmeyen, hiçbir özür içermeyen bir
mesaj... Yine de 1915 yılından bu yana
ilk olması açısından önemli.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin devamı. Tüm kurumsal yapıyı, tüm siyasal toplumsal yapıyı devam ettirmiş bir devlet. Aynı
şekilde 1915’de ki vatandaşlar 1923’te
yeni cumhuriyetin de vatandaşıydı.
1962’de çıkartılan bir yasa ile Osmanlı
Ermenileri için çok ciddi şekilde vatandaşlık bağları da koparıldı. Bu taziye mesajının arkasından, Tehcir edilmiş 1915 Ermenilerittnin çocukları ya
da torunları olduklarını ispatlayabilenlerin vatandaşlığa kabul edilmesi
sağlanacak. beyanı var. Bu önemli.
Biz de bu konuda daha önceden çağrı yapmıştık. Ancak bu vatandaşlık
sadece dilek ve beyan olarak vaadedilmekle değil, somut olarak gerçekleşirse anlam taşır. Eğer vatandaşlık
için yüz yıl öncesinden bir belge ya da
tehcir kaydı veya bu yöndeki herhangi
bir nüfus kaydı zorunluluğu dayatırsanız bu vatandaşlığı imkansız hale
getirir.Neden? Nedeni şu: Türkiye de
üçüncü kuşağa ulaşmak için mahkeme kararı gerekiyor. Yani bir kişinin
dedesinden sonrasını araştırabilmesi
için mahkeme kararı olmalı. Aynı zamanda tehcir dönemine ait tapu kayıtları da kapalı. Bunlar Osmanlı devletine ait kayıtlar ve bir çoğu Türkiye
Cumhuriyeti kayıtlarına yansıtılmış
değil. Kayıtlar devletin elinde olduğuna göre; üçüncü, dördüncü kuşaktan
biri, Amerika’dan Kanada’dan, Latin
Amerika’dan veya Beyrut’tan gelerek;
“Ben 1915 kurbanının torunuyum, vatandaş olmak istiyorum” dediğinde
ona; “Bana kayıt getirin” demek gerçekten ayıp ve hiç bir hukuka uygunluk taşımaz. Ne siyaseten ne hukuken
ne ahlaken. Oysa bu konuyla ilgili tüm
kayıtlar Türkiye Cumhuriyeti’nde Os-
manlıca olarak mevcut, ama yıllardır
bilerek Türkçeleştirilmiyor. Ve üstelik
bu kayıtlar açılmıyor. Kayıtlar kapalı.
Siz o kayıtları hem arşıvinizde bulunduracaksınız, hem kapalı tutacaksınız,
hem de “Dedenizin babasının buralı
olduğunu bana ispatla” diyeceksiniz.
Bu samimi de olmaz, tutarlı da... Bu
alanda adım atmak gerekir. Vatandaşlığa kabul konusu şu açıdan önemli. 7
milyon civarında Anadolu Ermenisi
bu gün itibariyle yüz ülkenin tamamına dağılmış durumda. Bunların aklı,
kalbi ruhu Anadolu’yla, Türkiye’yle
atmakta. Üçüncü, dördüncü kuşak da
olsa, Anadolu’yu görmeseler de kendisini Muşlu, Vartolu, Erzurumlu, Rizeli, Manisalı, Bursalı diye tanımlıyor
“Nerelisin” diye sorulduğunda...Şimdi
bu şahısları acılarıyla, beklentileriyle
siyasete malzeme yapmak doğru değil.
Bu konuda Erdoğan samimi değil mi?
Başbakan Erdoğan 20 Kasım 2011’de
Dersim soykırımıyla ilgili söylediklerinin gereğini yapmadı. Kırmancki dili
UNESKO’ nun kayıp dilleri arasındadır. Ve resmi olarak anadilde eğitime
geçilmemiştir. Aynı zamanda alevilerin kutsal kabul ettiği mekanlar baraj
ve maden ocaklarıyla tarumar edilmektedir. Dersim’ de 1937-1938’de yaşananlarla ilgili arşivler açılmamıştır.
Bu konudaki mağduriyetler giderilmemiştir. Kayıp kızlar bulunamamıştır. Mezar diyemeyeceğimiz çukurlara toplu şekilde gömülenlerin yerleri
tespit edilmemiştir ve hafızayı canlı
tutacak bir anıt dikilmemiştir. Tarih
kitaplarında, resmi tarihte düzeltmeler yapılmamış, utanç giderilmemiştir. Bunlar son üç yıl içerisindeki samimiyet testidir. Başbakanın önceden
“Ergenekon savcısıyım derken” şimdi
Ergenekon avukatlığına soyunmuş
olması da samimiyet testinin başka
bir boyutudur. Ergenekon’un en çok
hedef gösterdiği kesimler Hıristiyanlar, Ermeniler,Kürdler ve Alevilerdir.
Şimdi böyle bir yapılanma ile 17 Aralık
operasyonu nedeniyle müttefik arayışına girip tüm o geçmişle yüzleşmeyi,
yakın tarihle yüzleşmeyi becerememek
samimiyet açısından problemlidir. Bu
taziye ile tüm dünyaya bir mesaj verildi. Bu imajımızı düzeltmeye yönelikti.
Gerçekten imajı düzelttiler. Gezi’yle
olsun, yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili
olsun, HSYK’la ilgili düzenlemelerden
olsun yaratılan imaj buna benzer adım
atılmaması durumunda ciddi bir imaj
7
söyleşi
ayıtlarını açsın”
göre ilerleme var mı?
Şimdi bu konuda dünyada ciddi bir
ilerleme sağlandı. Musevi soykırımından sonra Romanların da başına
gelen soykırım kabul edildi. İkinci
Dünya Savaşı’nın sonrasında tüm
dünya devletlerinde insan hakları konusunda bir ilerleme ve hassasiyet
oluşmaya başladı. Bu hassasiyetlerin
oluşmasında Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin oluşturulması süreci
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
.o
rg
Emlak-ı Metruka Yasası’ndan kaynaklanan sorunlar var. Terkedilmiş malların kayıtları komisyonlarda mevcut.
Kayıtlı tüm mallar mirasçılarına verilmeli. Ayrıca bir vakıf kurulmalı ve
Ermeni Kültürü ’nün tekrar inşası için
büyük bir çalışma başlatılmalı. Gerekirse bu uluslararası denetime açık
olabilir. Bu kuruma fon aktarılmalı,
fon kiliselerin onarılmasında kullanılmalı. Ermeni çocuklarına dilini öğre-
w
Üçüncü dördüncü kuşaktan biri Amerika’dan
Kanada’dan veya Latin Amerika’dan veya Beyrut’tan
gelecek, diyecek ki ‘Ben 1915 kurbanının torunuyum
vatandaş olmak istiyorum’. Ona ‘Kayıt getirin’ demek
gerçekten ayıptır ve hiçbir kurala uymaz.
w
soruna yol açardı. Yargıyı tümden tekeline almış olması hükümetin bütün
dünyadan eleştiri oklarını üzerine
çekmesine sebep oldu. ABD’de iki yıl
önce Temsilciler Meclisi’nde Soykırım Yasa Tasarısı kabul edildi. İkinci
adım olarak bunun senatodan geçmesi
gerekiyor. Geçen ay içerisinde oradan
da geçti. Son adım olarak kongre aşamasına geldi. Tam kongreye gelirken
böyle bir atak yaparak taziye mesajı
yayınlamak, Osmanlı Ermenileri ile
alakalı açıklama yapmak, bu meseleyle ilgili ABD’den de olumlu bir mesaj
iletilmesi. Bu, Soykırım Tasarısı’nın
gündemden çekilip askıya alınması
potansiyeli taşıyor. Özellikle Obama
hükümeti tarafından Türkiye’ye “adım
atın biz bununla uğraşmayalım “deniliyor. Hükümetin bu konuda ki adımı
da buna yönelik. ABD’ deki tasarının
önüne geçmek için bir adımdı. Ancak
siz ülkede adımlar atmasanız diğer
ülkelerde tasarının geçip geçmemesi
önemli değil, siz atmasanız 1948 soykırım yasasının gerektirdiğini yaparlar. Yasanın 5. ve 8. maddesi gereği
parlementodan yasa geçirirler. Türkiye adım atmadığı sürece bu hükümetler adım atmakla yükümlüler.
Diyelim ki Türkiye Cumhuriyeti devleti bu konuda samimi ve
bundan sonra somut adımlar
atmaya niyetlendi, ne yapmalı?
Vatandaşlık hakkıyla geri dönüşlerin
sağlanması için Türkiye’de ki bütün
ırkçı söylemlerin, Ermeni düşmanlığı
yaratan resmi tarihteki ve resmi literatürdeki söylemlerin temizlenmesi
gerekiyor. Türkiye’de halen 60 bin
Ermeni vatandaş yaşıyor. Bırakalım
onlara karşı sürdürmeyi, bu insanlar olmasaydı bile ırkçılık yapamaz.
Uluslararası hukuk Türkiye’yi bu söylemleri ortadan kaldırmaya mecbur
tutuyor. Bununla ilişkili olarak anayasanın 90/5 maddesi yükümlülük getirmiş. Diasporadakiler vatandaşlığa
geçirilecekse ilk önce dil ve söylemde
arındırma gerekiyor. Geçmişle yüzleşme konusunda bu güne kadar halk
yalanlarla beslendi. Bu konuyla ilgili
olarak TRT-1’de hala yayınlar var. Ermenilerle ilgili mesaj yayınlandığında
bile “Ermeniler Türklere ne yapmıştı”
içerikli ırkçı bir dizi gösteriliyordu.
Eğer samimi ise bu gibi ırkçı dizileri
kaldıracak, kitapları temizleyecek ve
halkıyla, aydınıyla daha doğru bir tarih sunacak. Özelikle medyaya bu konuda yeni bir düzenleme getirecek.
Başka bir konu tazminat hususudur.
tecek kurumlar kurulabilir. Okulların
yeniden inşası konusunda çalışma
yapılabilir. Türkiye’ye yerleşeceklere
gerekirse ücretsiz arsa tahsis edilmeli.
Soykırımla yüzleşebilmek için ciddi
çaba gerekir. İlk adım olarak insanların acılarını kanatmadan bununla ilgili dil ve söylem değiştirilmeli. Bunun
ardından diğer adımlar gelecektir. Bir
çok yerde çıkan toplu mezarlar var.
Dersim’deki gibi gömülerde kemiklerin bulunduğu yerlerde anıt mezarlar
yapılabilir. Usulüne, ritüellere uygun
yeniden defin törenleri düzenlenerek
o insanların ruhu da rahatlatılabilir.
İnsanların gelip yakınları için dua edebilecekleri yerler de olmalı.
Bugün dünyada soykırım kabulünün durumu nedir? Geçmişe
önemli rol oynadı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yapılması da ayrıca önemlidir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin amacı 2. Dünya Savaşı’
nda yaşanan felaketlerin bir daha yaşanmamasıdır. Sözleşmenin ve mahkemenin kurulmasının nedeni ortak
insani ve demokratik değerler oluşturmaktı. Aynı zamanda bu amaçla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olarak
çok tanıdık ve bildiğimiz mahkeme
kuruldu. Avrupa Kıtası’nda böyle bir
sözleşmenin ve mahkemenin kurulması geçen yüzyıl ortasında yaşanmış
bu soykırım ve insanlığa karşı işlenen
suçtan dolayıdır.
Kürdler Ermeni soykırımında
kullanıldıklarını söylüyor. Bu
konuda ne düşünüyorsunuz?
Kullanılmak, yapılan büyük soykırıma ve büyük insanlık suçuna mazeret
bulmaktır. Bu mazeret ile suçu hafifletmeye çalışmak anlamına gelmektedir. Suçu hafifletmeye çalışmak hem
samimiyete gölge düşürür hem de
yüzleşmenin önüne geçer. Yüzleşme
doğrudan olur. Herhangi bir takıntı,
virgül ve amanın arkasına saklanmakla olmaz. Mazeret üretmek veya başka
resmi tarihler örmekle olmaz. Mesela
Türkiye de 4.000 yıl veya daha fazla geçmişi, tarihi olan halklar vardı.
Ermeniler, Keldaniler ve Rumlar vardı, ama şimdi bu halkların büyük bir
kısmı bu coğrafyadan silindi. Bir halk
özellikle 1890’lardan başlayan bir politikayla 1923’e kadar devam eden bir
süreç içerisinde imha edildi. Bu politikanın en büyük aşamalarını biliyorsunuz. İlki 1896’da 2. Abdülhamit ile
başlayan soykırım süreci, sonraki aşamaysa 1915, yani 24 Nisan’la başlayan
soykırım süreci. Bu ikinci aşamada
daha kitlesel olarak insanların yollarda toplu olarak katledilmesi, yerlerinden yurdundan alınıp başka yerlere
götürülmesi ve o götürüldüğü yerlerde
aç susuz bırakılarak ya da doğrudan
öldürülmeye devam edilmesi suretiyle
binlerce yıllık kadim bir halk, halklar
bu topraklardan unutulmayacak insanlık suçlarıyla kazındı.
Demokratik Özerklik için ne düşünüyorsunuz, beraber yaşama
ve geçmişle yüzleşme olanağı
sağlar mı?
Yalnızca Kürdlerin değil, Türklerin de bunu yapması lazım. Çünkü
İstanbul’da da Kürd var, Ermeni var,
Süryani var. Bu nedenle yalnızca bir
bölgede değil, tüm Türkiye’de demokratik bir geçişle, yani hakların var
olduğu gerçeği üzerinde bir geçişle
mümkündür. Doğrudan demokrasi
ilkeleri de çalışırsa tabi. Tek ırk veya
tek din ideolojisinden ayrılarak, tüm
ırkların ve dinlerin bir arada yaşadığı
bir konfederal yapıya geçmek de bence
çok önemli olur. Öcalan`ın bu konuyla ilgili vurgusunu çok önemli buluyorum. Demokratik konfederasyon
meselesi bu topraklara özgü, sanırım
en gerçekçi, yönetim tarzı olur. Ortak
payda da buluşabilmek ve bu konuyla
ilgili herkesin kendini temsili açısından; ama aynı zamanda çoğunluğun
azınlığı ezmeyeceği, azınlığın çoğunluğa tahakküm kurmayacağı bir yapı,
doğrudan demokrasinin olabileceği
bir sistem oluşabilirse mümkündür.
kültür
8
Tahran Üniversitesi’nden
Kürd Ansiklopedisi
tarihi, siyasi ve kültürel çalışmalarını
biraraya toplamayı amaçladıklarını
kaydetti.
Şimdiye kadar yaklaşık 2 bin kitaba ulaştıklarını belirten Şems,
kullanacakları kaynaklar arasında
Kürdlerden
bahseden
binlerce
makalenin de bulunduğunu söyledi.
Şems, “Amacımız üniversitelerle Kürdoloji çalışmaları yapan üniversitelerle ilişki kurmak. İran’da araştırma
yapmak isteyen akademisyenlere de
kapımız açık. Kendilerine her türlü desteği sunarız. Bizim Kürdoloji
bölümü arşivimizden yararlanabilirler” diye konuştu.
Kürdçe yayında rekor artış
BasHaber Türkiye’de, Kürdçe
yayın sayısının 2008’de 101 iken,
2013 yılında 4 kat artışla 413’e çıktığı
bildirildi. Geçen yıl 196 Kürdçe eserin verildiği ’yetişkin kurgu edebiyat’,
bu dilde artış oranı en yüksek konu
başlığı oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)
bilgilerine göre, Türkiye’de yayın
sayısı 2008’de 32 bin 339 iken, bu
rakam geçen yıl %46 artışla 47 bin
352’ye yükseldi. 2013’te yayınların,
43 bin 86’sını Türkçe 2 bin 615’ini
İngilizce, 473’ünü Arapça dilindekiler
oluşturdu. Diğer yayın dilleri Kürdçe,
Fransızca, Almanca, Rusça, İspanyolca
ve İtalyanca olarak sıralandı.
Türkiye’de son 6 yılda yayın sayısı en
çok artan diller arasın Fransızca ve
Kürdçe oldu. 2008 yılında 48 olan
Fransızca eser sayısı 5,7 kat artışla
geçen yıl 274’e yükseldi. AA’nın haberine göre aynı dönemde Kürdçe basılı
yayın sayısı da rekor düzeyde arttı. 6
yıl önce 101 olan Kürdçe yayın sayısı 4
katına çıkarak 2013 yılında 413 olarak
gerçekleşti.
Kürdçe eserlerin konularına göre
dağılımına bakıldığında ilk sırayı
’yetişkin kurgu edebiyat’ aldı. Kürdçe
edebi eser sayısı 2008 yılında 58 iken
geçen yıl sonu itibarıyla 196’ya yükseldi. Kürdçe yayınlarda 2013’te ikinci
sırayı 105 eserle ’yetişkin kültür’ kategorisi alırken, bunu 44 yayınla ’çocuk
ve ilk gençlik’, 26 yayınla ’eğitim’, 23
yayınla ’akademik’ ve 19 yayınla ’inanç’ kategorileri izledi.
kardeşliğe getirilen bir diğer eleştiri de egemen kültürün pekiştirilmesinde bir araç olarak kullanıldığıydı.
Doğrusu “öteki” kadınların bu bakış
açısı Dünya Kadın Hareketine yeni
bir ivme de kazandırmıştı. Irkçı, cinsiyetçi, sınıfsal açıdan baskıcı sisteme ve maruz kaldıkları muamelelere
karşı ısrarlı bir direnç göstermiş, özgürleşme yolunda önemli kazanımlar
da elde etmişti. Onların bu ısrarlı direnişleri sayesindedir ki farklı kadın
deneyimleri belli iç görüler ve algılar
oluşturdu. Artık kadınlar salt toplumsal cinsiyetleri nedeniyle üstelik ortak
bir biçimde ezilmediklerini, diğer aidiyetlerinin de birbirini kesen ezilme
biçimleri oluşturduğu yönlü farkındalıklar yaratılmıştı. Türkiye’de de durum benzer bir seyir izledi.
Kürd kadınları tıpkı siyahi kadınlar gibi 90’lı yıllardan itibaren Türk
“kız kardeşlerinin” hiç de maruz kalmadıkları ezilme biçimlerini yüksek
sesle dile getirmeye, kurumsal örgütlülükler oluşturmaya başlamıştı.
Türkiye’de “Bu itiraz ediş süreci 3.
Dalga feminizmin başlangıcına da tekabül eder” dersek hiç de mübalağa
etmiş olmayacağız. Kürd kadınları ısrarla çok boyutlu bir ezilme deneyimi
yaşadıklarını, ezilmenin ve baskı görmenin kendileri açısından temel kaynağının toplumsal cinsiyetele birlikte
ve en az onun kadar yakıcı olmak üzere ulusal, sınıfsal kimlik olduğu belirlemesini “kız kardeşlik” söyleminin
egemen/Türk kültürünün farklılıkları
görünmez kıldırdığını, baskıladığını
da beyan ediyorlardı. Bu; Kürd ve
Türk kadınları arasında günümüze
dek gelecek bir gerilimin nedeniydi
de.
Nitekim baskılanmış Kürd ulusal
kimliği, kökü derinlere kazınmış olan
Türk ulusçuluğu/milliyetçiliği takıntılarını bilince çıkartmakta zorlanan
Türk kadınlarıyla, Kürd kadınlarının gerilimli karşılaşma alanı olup,
bu gün bile toplumsal cinsiyetçiliğin
en kritik noktasıdır. Ulusal kimliğin
açık sembollerinin ayrıca kültürel ve
biyolojik taşıyıcılığı ile Kürd ulusal
kimliğinin sınır koruyuculuğunun
kadında somutlaşması bu kritik ayrışmanın derinleştiği alandır.
Bu karşılaşma alanlarının en az hasarla atlatılması için Türk Kadın Ha-
reketi şu soruların cevabının peşine
düşmelidir:
Toplumsal cinsiyet sorunsalında
Kürd kadını ile Türk kadınının karşılaştığı farklılıkları tanımlayan kodlar
nelerdir?
Bu kodlar Kürd kadınının kaderini biçimlendirirken, Türk kadını milliyetçi
takıntılarını bir tarafa bırakarak bu
kodların Türkiye’deki toplumsal cinsiyetçilik ile milliyetçiliğin çakıştığı
alan olduğu öngörüsünü oluşturabilecek midir? Ve bir adım ötesi bu kesişme alanının kendi toplumsal cinsiyet
sorunlarının da bir parçası olduğunu
kabul edebilecek bir bakış açısını içselleştirebilecek midir?
Türk kadınları Türkiye’nin en baş sıradaki ötekileri olan Kürd kadınını
güçlendirmek için yapısal stratejiler
geliştirme ve bu stratejileri mücadele
zeminine yayacak bir hareket yaratabilecek midir?
Yanıtlanması zor ve elzem sorular.
Bu sorulara verilecek olan cevaplar
Türk ve Kürd kadınları arasındaki gerilimin müzakere sınırlarını da çizecektir.
gerilimin müzakere sınırları
gerilimin müzakere sınırları
Feminizmin temel önermelerinden
biri kadınların etnik, ulusal, sınıfsal
aidiyetlerine bakmaksızın “kadın”
olma paydası nedeniyle, ortak baskıları deneyimledikleridir. Evrensel
“kız kardeşlik” anlayışı da bu yaklaşımın bir sonucudur. Tüm kadınlar
cinsiyetleri nedeniyle “aynı” ezilme
biçimine maruz kalıyorsa, doğal olarak tümü kız kardeştir. Uzunca yıllar
dünya kadın hareketi bu inancı paylaşıyordu: Ta ki siyahi kadınlar bu
evrensel kız kardeşlik olgusuna itiraz
edene dek. Onları lezbiyenler, Üçüncü Dünyalı ve işçi sınıfından kadınlar
izledi.
İtiraz eden bu kesimlere göre var olan
kız kardeşlik; Batılı, Beyaz ve orta sınıf kadın karakterini taşıyor, kendi
deneyimlerini, kendi ezilme biçimlerini yok sayıyor ve ya en iyi niyetle
görünmez kılıyordu. Evrensel kız
w
w
Kürd ve Türk kadınları arasındaki
w
HAMİYET ÇELEBİ
.a
iv
ak
ur
d
.o
rg
rs
BasHaber - Tahran Üniversitesi
Kürd Araştırmaları Merkezi Direktörü
Dr. İsmail Şems, 2010 yılında üniversite bünyesinde kurulan Kürdoloji
bölümünün, Kürdlerle ilgili altı ciltlik
bir ansiklopedi hazırladığını kaydetti.
Şems’e göre dört yıllık çalışma sonunda ansiklopedi basıma hazır hale
geldi.
Geçtiğimiz günlerde Bilgi Üniversitesi Kürdoloji Çalışma Birimi,
Bilgi Üniversitesi Kültür ve Düşünce
Topluluğu ve Toplum ve Kuram dergisinin düzenlediği “90’lı Yıllarda
Kürdler ve Kürdistan Konferansı”na
katılan Şems, ansiklopedide Kürdlerin
9
dünya
Ukrayna ve rejim değişikliği
FERHAT KENTEL
1915’te
Ermenileşmiş
Türkler nerede?
Micheal Parenti
ur
d
.o
rg
Başbakanın geçtiğimiz günlerde
yaptığı 24 Nisan açıklaması tahmin
edileceği gibi etkili bir ses çıkardı.
Muhtemelen epey insan kafa kafaya
vermiş ve çok yönlü hesap güden iyi
bir metin hazırlanmış.
Erdoğan’ın etrafında örülmüş olan,
onu kutsal bir ikona haline getiren organik kitleden bir “uzman”
bu hesabın bir yönünü “Başbakan,
Diaspora’ya çok iyi bir gol attı” sözleriyle çok net aydınlatmış.
İlginç bir yaklaşım... Dedeleri, nineleri 99 yıl önce yurtlarını, evlerini,
tarlalarını, işyerlerini, okullarını,
beşiklerini terketmek zorunda kalan ve bu yüzden 99 yıldır “vatansız”
yaşayıp, 1915’i vatan kılan insanları
“gol atılacak kale” olarak gören zihniyet nasıl bir zihniyettir, pek anlamak mümkün değil. Ya da anlaşılabilir ama anlaşılan şey pek de hayırlı
bir şey çıkmaz.
Erdoğan’ın hesabının içinde kuşkusuz 1915’te Ermenilerin canlarını
kaybetmiş olmalarından ötürü, bir
miktar acı hissetmiş olması da muhtemelen mevcuttur.
Niyetler ne olursa olsun, yapılan bu
açıklama, buz gibi, soğuk bir dile sahip Türk devlet geleneğinde küçük
çapta bir kırılmaya tekabül ediyor
ve “hesapçıların” niyetleri ne olursa
olsun, Türkiye’nin vicdanlı insanlarının atacakları adımların da önünü açıyor. “Yetmez ama evet” denilerek, bu toprakların en eski halkı
olan Ermenilerden yüzbinlerce masumun yaşadığı büyük felaket (Metz
yegern, soykırım, katliam) için özür
başta olmak üzere, onların ruhlarını ve kimliklerini iyileştirici adımlar
atılması için çabalar sürebilir.
Ancak atılacak bu iyileştirici adımlar
sadece Ermenileri iyileştirmeyecek.
Ermeniler bu topraklarda kesildiklerinden, sürüldüklerinden beri bir
türlü iyileşemeyen Anadolu insanlarının üzerindeki “laneti” de belki
söküp atmaya yarayacak bu adımlar.
w
w
.a
rs
iv
ak
şekilde iaşe sağlanması ve kitlenin seferberlik halinde kalması amacıyla bayraklar, semboller ve birçok dilde hazırlanan
pankartlardan oluşan propaganda araçlarıyla donatılması için çok büyük tutarlarda finansman aldılar. Düzenlenen
gösteriler sürecinde, “gösterilere” katılanlar bozgunculuk, şiddet ve terör eylemlerini gerçekleştirirken, Batılı medya
kuruluşları ise, Kiev sokaklarında yaşanan olayları Beyaz Saray’ın işine gelecek
şekilde rapor ettiler.
Bu tarz sosyal kargaşa yaratma tekniklerinin daha önce, Venezüella’dan
Taylan’a kadar, birçok ülkede uygulandığına tanıklık ettik. Batılı/Küresel
güçlerce finansmanı sağlanan bu tür
saldırıların hedefi, dünya ekonomisinin
en büyük zenginleri olan % 1’lik seçkin sınıfa dünyayı daha güvenli kılmak
içindir. Demokrasi için savaştığını düşünen Ukraynalılar, Batılı plütokrasi çıkarlarına hizmet ettiklerini anlayacaklardır. Ukrayna vatandaşları, eskiden
beri süregelen sosyal tasarımları yerine
getiren yeni hükümetin elinde kaldılar. Çabaları, daha fazla çökmüş, daha
fazla yozlaşmış bir ekonomiyle sonuçlanacak: IMF’ye büyük bir borç yükü,
vatandaşın alacağı sosyal hizmetlerde
büyük bozulma ve de Yulia Timoşenko
gibi işbirlikçilerin yönetimde olduğu
çürümüş, içi boş bir “demokrasi” .
Rusya yönetimi Kırım, Rus dili ve kültürü adına müdahale etti. Ve şimdilerde
Moskova’yı, Ukrayna’dan uzaklaştırma,
bu coğrafyadan çekilmeye zorlama yollarını arayan, dünya üzerinde hüküm
süren plütokratların saldırısına maruz
kaldı. Viladimir Putin her fırsatta kınandı ve iblisleştirildi. Amerikan Birleşik
Devletleri (ABD) medyası (aktörlerinden) birisi, acaba Putin’in açıklamalarını gerçekten okumuş mu? Putin’in açıklamaları gayet açık olup, Obama’nın
söylediği yalanları ifşa eder niteliktedir
(ABD’nin Irak’ı nasıl kurtardığını ve demokrasi getirdiğine dair Brüksel’de yaptığı konuşma). ABD’nin hedefi, Rusya’yı
çevreleme ve ürkek bir devlet haline dönüştürmektir. Ancak, bunu gerçekleştirmek, söylemek kadar kolay değildir.
Obama’nın elinde çok az kartı kaldı ve
oynayacak kozu bile yok.
Çeviren: Nizamettin Karabenk
w
Washington ile Moskova arasındaki bilek gücü yarışı Kiev’deki rejim değişikliği gelişmeleri ve dünya siyaseti üzerine yansıma sonuçları insanlarda görme
kaybının meydana gelmesine neden
oldu. ABD ve Rusya yanlısı taraftarların birbirlerini azarlamasının ötesinde,
yaşanan olaylardan sonra elde kalan
durum; ABD’nin yönettiği bir siyasal
orkestra marifetiyle Ukrayna hükümetinin iktidara gelmesidir. Halkının bir
kısmı mevcut yönetimden memnun olsa
da, aynı halk, başında bulunan yönetimin kurbanı olup, uykusundan elbette
uyanacak. Seçmenlerin % 83’ünden
fazlası Kırım’ın Rusya’ya yeniden ilhak
edilmesi için referanduma katıldı. Kırımlıların büyük çoğunluğu (% 93’ten
fazlası) Ukrayna’dan ayrılma ve yeniden
Rusya’ya katılma yönünde oy verdi.
Unutmamamız gereken bir durum; Ukrayna, ülkede “rejim değişikliği” olması
için destek veren ve Ukrayna halkında
yıkım yaratan (küresel) güçlerin avı olmasıdır. Kırım da böylesi bir işe karışmış
olmaz ve Rusya da Kırım’a destek vermiş
olmazdı. Günümüz dünya koşullarında
bir ülkede “rejim değişikliği” yapma yöntemi, o ülkede iktidarda olan hükümetin
ülke yönetimi faaliyetlerini icra etmesini
imkânsız hale getirmeyi amaçlayan bir
siyasal faaliyet formudur. Organize edilen bu tarz yönetim kaoslarını ve değişik
ülkelerde yaratılıp, sonu gelmez sosyal
kargaşaları daha önce gördük ve yine tanık oluyoruz. Sosyal kargaşa yaratılmak
üzere iyi organize edilen gruplar, dışarıdan müdahale eden Batılı çıkar odaklarınca finanse edilip, gerekli donanım
sağlanıyor. Aşırı milliyetçi gruplar ve
paralı askerler, arkalarında Batılı güçlerin desteği olduğunu bilincini taşıyarak,
protesto gösterisinde bulunan halk kalabalığına karışıyor, yönetimi devralma ve
operasyon faaliyetlerinin planlamasını
yapıyorlar. Kiev’de organize edilen gerici
gruplar Yahudilere, siyahilere, Çinlilere,
Moskova’dan gelenlere ve elbette komünistlere karşı iftira saldırılarında bulundular.
Ukrayna’da faaliyet gösteren Svobado
ve Pravy Sector gibi kripto faşist gruplar, binlerce Ukraynalının Kiev sokaklarında haftalarca süren gösterilere katılmalarını sağlamak üzere, konforlu bir
İmtiyaz sahibi: Botan Tahsin
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı - Yayın Koordinatörü: Yavuz Şimşek
İdare Müdürü: Yeter Polat
Haber Merkezi: Ronya Esra Şaran, Özlem Dağdeviren, Leyla Denli, Aziz Tekin,
Yunus Demir
Grafik: BasNews Grafik Servisi
Hukuk Danışmanı: Hamiyet Çelebi
Ama Ermenilere taziyede bulunmanın olumlu etkisini silen, onların
ne kadar yaralı olduğunu bir türlü
anlamak istemeyen dilin en önemli
boyutu belki de bu meselenin “her
din ve milletten milyonlarca insanın
hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı”
koşullarına bağlanılıyor olmasında
yatıyor.
Çünkü çok basit bir şekilde,
Çanakkale’de devletlerin savaşması,
ya da Sarıkamış’ta Enver efendinin
binlerce askeri göz göre göre öldürmesi ile bir devlet eliyle kendi vatandaşlarını çoluk çocuk, kadın erkek ölüme yollaması ve topraklarını
Ermenilerden temizlemesi arasında
dağlar kadar fark var.
Çünkü bir tarafta koskoca bir TC
“devleti” var. Öbür tarafta Ermeni
“insanlar” var.
99 yıl sonra bugün koskoca devletin
arşivleri ver; insanların ise hafızaları var.
Birisinde –herkese gösterilmeyen,
ancak makbul tarihçilere sınırlı biçimde gösterilen- kağıtlar, mühürlenmiş resmi belgeler, klasörler var.
Diğerinde et, kan, can, kalp, rüya,
geceler yıllar boyu süren kabuslar,
nineden toruna aktarılan hafızalar,
yara izleri var.
Birisi vatan ve milletten, “güç” ve
“milli çıkarlardan”, “gollerden” bahsediyor; diğeri kalbinden, damardan konuşuyor; “dinle beni, duy
beni” diyebiliyor ancak.
Birisi üzerine oturduğu malları,
mülkleri, tarlaları, evleri, altınları
kapısı on kat kilitli Tapu Kadastro arşivleri ile saklamaya çalışıyor;
diğeri kovulduğu evinin, kilisesinin
harabesini yıllar sonra ziyaret edebildiğinde tek bir taşı hatıra olarak
cebine koymaya çalışıyor.
Ve en nihayetinde sormak lazım:
toprak altındakilerin sayısız çokluğuna ek olarak, 1915’ten kalma çok
sayıda Müslümanlaşmış Ermeni
varken, “karşılıklılık içinde” olması
gereken Hıristiyanlaşmış-Ermenileşmiş Türkleri nerede aramak lazım acaba?
Adres: Meşelik Sokak, No: 22, D: 3, Beyoğlu, İstanbul
Tlf: 0 212 243 27 79
Faks: 0 212 243 27 60
E-mail: [email protected]
[email protected]
Web: basnews.com
Baskı: Mürekkep Matbaası, Tevfikbey Mh. Tahsin Tekeoğlu Caddesi, No: 2, Sefaköy-İstanbul
BasHaber / BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir.
inceleme
10
Kürdistan petrolü depo
kurulması yolunda zorlu bir maratona hazırlanan Irak’ta nasıl ve ne güçte bir karşılık bulacağı merak konusu.
Bir diğer merak konusu da Türkiye’nin
tutumunun ne olacağı. Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız daha
önce yaptığı açıklamada Ceyhan’daki depolama kapasitesinin 2.5 milyon
varil olduğuna dikkat çekerek, “Eğer
Ceyhan’daki petrol miktarı depolama
kapasitesini aşarsa buradaki petrolü
satabiliriz” demişti. Yıldız, bu petrolün
yurtiçi ve yurtdışından alıcısı olabileceğini açıklamıştı.
Maliki yönetimi Kürdistan Bölgesi’nin
yıllık bütçesinde kesinti yapmış, Erbil
ise bu girişime tepki göstermişti.
GÖZLER KÜRDİSTAN’DA
KBY’nin petrol satış kararıyla dünya
enerji piyasasındaki aktörlerin gözü
yeniden bölgeye çevrildi. Bölgede
50’ye yakın uluslararası petrol ve gaz
firması zengin yatakların olduğu sahalarda üretim yapıyor. Kürdistan
Bölgesi’nin petrol gelirindeki payı 10
milyar dolar civarında. Bölge yöne-
rg
Kürdistan Bölgesi Yönetimi (KBY)’nin Ceyhan’da
depolarda bekleyen petrolün bu günden itibaren
Cesim
satışı için karar alması
İlhan
petrol satrancına yeni bir
heyecan getirdi. Bu kararın Irak’ta geçen çarşamba günü yapılan genel seçimlerin hemen öncesine
denk gelmesi heyecanı daha da arttırıyor.Ceyhan’daki depolarda halen 1.5
milyon varil petrol bulunuyor. Daha
önce Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nin
Türkiye üzerinden petrol ihraç etme
w
w
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
.o
Tüm dünyanın gözünü diktiği Kürdistan petrolünün çıkarılıp dünya pazarına sunulmasında Türkiye önemli avantajlara sahip. Bölge hemen hemen pek
çok ihtiyacını Türkiye’ den sağlıyor.
girişimi Bağdat engeline takılmıştı.
Merkezi hükümet petrolün Bağdat
üzerinden satılması gerektiğini gerekçe göstererek ihracata izin vermiyor.
KBY Başbakanı Neçirvan Barzani geçen
pazar günü yaptığı açıklamada “Bağdat
izin versin ya da vermesin 2 Mayıs’ta
Ceyhan’da depolarda bekleyen petrolü
satacağız. Türkiye almak isterse onlara
satarız. Eğer istemezse başka ülkelere
satarız. Bu bizim son kararımız” sözleriyle radikal bir çıkış yaptı. KBY’nin
bu kararının 30 Nisan’da yapılan genel
seçimlerin ardından yeni hükümetin
Kürdistan Bölgesi’nde çıkarılan petrolün nasıl satılacağı, satış bedelinin nerede toplanacağı ve gelirin ne şekilde
bölüşüleceği gibi konularda Irak Merkezi Hükümeti ile KBY arasında uzun
süredir devam eden bir anlaşmazlık
bulunuyor. Kürdistan petrollerinin
çıkarılmasında, nakledilmesinde ve
dünya piyasalarına sunulmasında en
etkin konumda bulunan Türkiye’nin
de devrede olduğu bu konu taraflar
arasında sürdürülen yoğun görüşmelere rağmen bir türlü çözümlenemiyor.
du. Anlaşma sağlanmaması nedeniyle
timi, bu gelirin önümüzdeki altı yıl
içinde 10 kat artacağına dikkat çekiyor. Petrolün dağıtımı ve gelirlerinin
paylaşımı Erbil ve Bağdat arasındaki
gerilimin temelini oluşturuyor.
KERKÜK TEZİ ÇÖKTÜ
Saddam Hüseyin, 1970’de tanınan
otonomiyi tarif ederken, otonominin
toprağa değil, Kürdlere verildiğini söylemişti. Bunun anlamı “Kürdistan’a
değil, Kürdlere otonomi” idi. Bugün
hala Kerkük, Xaneqin, Mendeli, Mu-
sul, Şengal ve Kürdistan’dan koparılmış diğer bölgeler Kürdistan Bölgesel
Hükümeti’nin siyasi sınırları içinde değil. Ancak 2000’li yılların ortalarından
itibaren Güney Kürdistan’ın Kerkük dışındaki alanlarında dünyanın 7. büyük
petrol rezervlerine sahip olduğu, hatta
devam eden enerji arama çalışmalarının olumlu sonuç vermesi durumunda
Kürdistan’ın dünyanın 4. büyük petrol üreticisi ülke konumuna geleceği
anlaşılınca Kürdlerin eli ekonomik ve
siyasal alanda güçlendi. Kürdlere bağımsızlığa giden yolun taşlarını döşeyebilmeleri için çok önemli bir avantaj
getirdi. Böylece on yıl öncesine kadar
Kürd siyasal hareketleri de dâhil birçok
kesimin inandığı, “Kerkük petrolleri
olmadan Kürdistan olamayacağı gibi
Kürdler de bölgede önemli bir aktör
ve güç konumuna gelemez” tezi çökmüş oldu. Ancak tartışmalı bölgelerin
Kürdistan’ın coğrafi ve tarihi bütünlüğü açısından stratejik ve manevi değeri
Kürdler açısından ortadan kalkmadı.
KÜRDİSTAN’DA ÜRETİLEN
PETROL KERKÜK’Ü GEÇTİ
Irak’ın toplam petrol ve doğal gaz gelirlerinden Kürdistan Bölgesi’nin payı,
anayasaya göre, yüzde 17. Yani her
100 dolarlık satışın 17 doları Kürdistan
Bölgesi’ne ait. Bugün itibariyle, Kürdistan’daki petrol gelirindeki payı 10 milyar dolar civarında. Erbil yönetimi, bu
gelirin önümüzdeki 6 yıl içinde 10 kat
artacağını ifade ediyor. Yapılan araştırmalara göre, Irak’taki petrol rezervlerinin beşte biri Kürdistan Bölgesel
Hükümeti’nin denetiminde. Irak’ta 150
milyar varil petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Kürdistan Hükümeti’nin
denetiminde olan bölgelerde ise tahminler 45 milyar varillik bir rezerv
olduğu yönünde. Kerkük’deki petrol
rezervi ise yaklaşık 10 milyar varil. Tartışmalı olan Kerkük’deki kuyulardan
şu an günde 650 bin varil petrol elde
ediliyor. Kerkük petrolü, Irak petrolünün yüzde 11’ini oluşturuyor. Kürdistan
Hükümeti’nin denetimindeki bölgelerde ise günlük 300-400 bin varil petrol
üretilmektedir. Bölgesel Hükümet ve
yabancı enerji kaynakları yaptıkları
açıklamalarda bu rakamın 2015 yılında
günlük 1 milyon varil, 2019 yılında ise 2
milyon varile çıkacağını hesaplamakta.
Bu da Kerkük petrolünün 3 katı fazlası
bir üretim demektir.
11
inceleme
odan çıkıyor
iv
rs
.a
Merkezi Irak hükümeti ile BKY, Türkiye
üzerinden ihraç edilecek petrolle ilgili
taşıma ‘yarışına’ girmiş durumda. Bağdat hükümeti, kısa bir süre önce başlayan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin
yeni boru hattından petrol akışını
engellemek için Kerkük-Yumurtalık
hattına ihraç ettiği petrol miktarını
w
w
SATIŞ 1.5 AY ALIR
şirket aldı. Satış sürecinde en az beş
şirket ihalelere katılıyor. Bunun parasal değeri de 1 milyar doların üzerinde.”
w
yarışıyor. Kürdistan Bölgesi petrolüne
dünyanın ilgisi giderek artarken halen
Türkiye, ABD, İngiltere, Kanada, Norveç, BAE, Çin, Hindistan, Güney Kore,
Fransa, Macaristan, Moldova, Avusturya, Kıbrıs, Avusturalya gibi ülkelerden
enerji, petrol, doğal gaz, inşaat ve altyapı firmaları başı çekiyor. Ekonomik
entegrasyonda en büyük rol Türkiye’ye
düşüyor. Tüm dünyanın göz diktiği
Kürdistan petrolünde Türkiye başta
enerji ve taahhüt alanlarında olmak
üzere önemli avantajlara sahip. Bölge
hemen hemen pek çok ihtiyacını Türkiye’ den sağlıyor.
TÜRKİYE ÜZERİNDEN TAŞIMA
Kürdistan’da bulunan petrol ve doğal
gazın çıkarılıp dünya pazarlarına arz
edilmesi konusunda son aşamaya gelinmiş durumda. Türkiye üzerinden pazarlanacak petrolün ölçülmesi, pazarlanması ve tahsilâtının nasıl yapılacağı
gibi detaylar tartışılıyor. Kürdistan’ın
Taqtaq ve Tawke bölgesinden çıkarılarak Zaxo üzerinden Türkiye sınırına
gelen ve Silopi yakınlarında KerkükYumurtalık boru hattına bağlanmış
boru hattından, petrol pompalanmaya
başlandı. Şu anda Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’nin kontrolü altında bulunan bölgede Irak petrollerinin yüzde
20’sinin (dünya enerji kaynaklarının
yüzde 2’si) hangi güzergâh takip edilerek Akdeniz’e ve dolayısıyla Batı’ya
taşınacağı konusu önem kazanmış bulunuyor.
Kürdistan Bölgesi petrolü yarından itibaren dünya pazarına sunulmaya başlanacak. Türkiye’deki tanklarda biriken 1.5
milyon varil petrolün dünya piyasasına
sunulması ile birlikte Kürdistan Bölgesi,
Bağdat’ın dahli olmadan ürettiği petrolü
resmi olarak satma hakkını meşrulaştıra-
.o
rg
cak.
Erbil yönetiminin Kürdistan’daki sahalarda uluslararası konsorsiyumların
ürettiği petrolü dünya pazarına sunma hakkını kazanması, Kürdistan’ın ayrılma sürecini de hızlandıracak ve bölgede yeni güç dengelerinin kurulmasına neden olacak bir gelişme olarak oldukça önemli.
Maliki Hükümeti’nin Tahran’ın da katkısı ile son 3 yılda Kürdistan’ı kuşatan ve bütçesini kısarak veya vermeyerek Bağdat’a muhtaç eden uygulamaları Kürd siyasi liderleri ciddi bir şekilde ayrılma seçeneğini gündeme
almaya zorladı.
Öte yandan son 6 ayda Suriye’den taşan radikal İslamcı grupların, Irak Sunilerinin yaşadığı Anbar Eyaleti’ndeki etkinlikleri, yol ve petrol bölgeleri
üzerindeki baskıları, kimi şehirlere el koymaları da Kürdistan ile Irak’ın Şii
bölgesi arasındaki fiziki ilişkileri kopartmış halde. Şu anda Erbil ile Bağdat
arasında kara ulaşımı ciddi bir zaafiyete uğramış durumda. Irak Ordusu,
Kürd peşmergelerin yardımı olmadan bölgeye hakim olma potansiyeline
sahip değil. Irak’ta 30 Nisan’da yapılan seçimler sonucunda Kürdistan’ın
ayrılmasını fiilen kışkırtan Maliki’ye alternatif bir hükümet kurulamazsa,
Kürdistan’ın ayrılması sürecinin görünür gelecekte gündeme alınacağını
şekilde hızlanacağını söylemek hayali olmayacaktır. Öte yandan son zamanlarda Irak ve Arap aleminin Şii ve Suni siyaset sınıfı ve entellektüelleri
arasında Kürdistan’ın Irak’tan ayrılması konusunda daha geniş bir hoşgörü
geliştiği de gözlemleniyor. Barzani’nin “uygar ayrılma” şeklinde formüle ettiği “Çekoslovakya modeli” bu kesimler tarafından da destekleniyor.
Kürd direnişçi lider Mele Mustafa’nın Kürdistan’ın yakılıp yıkılmasına dünyanın sessiz kalmasını “bir varil petrol, bin ton adaletten daha ağır çekiyor”
diye protesto etmesi üzerinden 50 yıl geçti. Bu geçen zamanda ülkelerinin
petrolü Kürdlerin yaşamını, ülkelerinin zeminini zehirleyen bir sıvı oldu.
Ancak trajedilerle geçen 50 yıldan sonra bu ağır kokulu kara sıvının artık
acılarına merhem olacak bir ilaca dönüştürmeyi de başardılar.
Kürdistan’ın ayrılma sürecini tetikleyen gelişmeler elbette sadece Irak’ın iç
dengelerinde meydana gelen depremlerle ilgili değil. Belki de Kürd siyasetinin artık tümüyle yüzünü Batı’ya dönme iradesinin gelişmesi neticesinde
özellikle Türkiye Devleti ile geliştirdiği “ortak gelecek ve karşılıklı çıkarlara
dayalı iyi komşuluk” anlayışının gelişmesi oldu.
Son zamanlarda Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Batı dünyası ile
girdiği histerik ilişkiler ve ekonomik operasyonlara uğrama, Suriye siyasetindeki dramatik yenilgisi ardından Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının
hamisi olarak Kürd petrol ve gazının koridorunu ele geçirerek Batı’ya karşı
yeni bir stratejik üstünlük elde etme ve Türkiye’nin ekonomisini stabilleştirme çabaları da bu sürecin Türkiye ayağını teşkil ediyor.
Elbette Erdoğan açısından meselenin tek boyutu Güney’in zenginliklerine
ortak olmak değil. Kuzey’deki Kürdlerle yumuşaması, Erdoğan’ın artık giderek sarsılan iktidarını koruma yolundaki bir diğer önemli çıkarımı oldu.
Bu durum, çözüm sürecinde gelişen “Kürd ve Türklerin İslam çatısı altında yeniden buluşması” fikrinin temeli de oldu. AKP iktidarının, Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu’nın tezlerinin temelini teşkil eden “Neo-Osmanlı” siyasetinin uğradığı çöküntünün esas nedeninin Kürdlerle savaşarak
Türkiye’nin kabuğunu kırma olasılığının olmadığı gerçeğinin anlaşılması
oldu. “Kürd barışından” alınacak gücün T.C’nin ikbali ve yeniden çoğaltılması için kullanılması halinde AKP’nin de iktidarını koruyacak temel motife sahip olacağı ve bu ülkenin uzun yıllar bu parti çizgisi tarafından yönetilmesi imkanını vereceği artık AKP’li stratejler tarafından savunulan temel
tez oldu.
Kürdistan petrollerinin vanasını el altında tutan, içerde “Kürdlerle uzlaşan”
Erdoğan’ın edineceği bu enerjiyi nasıl kullanacağını da hep birlikte göreceğiz.
ak
Suriye’de en önemli petrol rezervlerinin bulunduğu Rojava’daki petrol
işletme tesislerinin Kürdlerin kontrolüne geçmesi alandaki gelişmelerin
önümüzdeki dönemde farklı bir seyir
izleyeceğini gösteriyor. Hem Güney
Kürdistan’ın hem de Rojava petrollerinin taşınması için yapılacak anlaşmalar bölgenin geleceğini yakından
etkileyecek. Kürdler, üzerinde yaşadıkları toprağın altındaki petrolün ve
doğalgazın, düne kadar esaret bugün
ise özgürlüklerine yol açan bir zenginlik olduğunun artık çok iyi farkındalar.
Kürdistan Bölgesi’nde güvenlik ve istikrar sağlanmış durumda. Kürdistan’da
30’dan fazla uluslararası petrol ve gaz
firması onlarca zengin yatakların olduğu sahalarda başta arama, çıkarma,
üretim, dağıtım ve pazarlama alanında
artırdı. Kürdistan’dan günlük 20-30
bin varil arasında petrol Ceyhan’a geliyor. Kürdistan petrolünün yakın bir
dönemde günlük 150 bin varile kadar çıkması bekleniyor.Kürdistan’dan
Kerkük-Yumurtalık üzerinden gelen
petrol, Ceyhan’da BOTAŞ’ın tankında
depolanıyor. Ceyhan’daki tankın dolması ve petrolün uluslararası pazarlara
ihracatının 1,5 ay alabileceği belirtiliyor. Kürdistan Bölgesi petrolünü Turkish Energy Company (TEC) satacak.
Sektörel kaynakların açıklaması şöyle: “Ceyhan’da depolanan petrol Türk
firması olan BOTAŞ’ın alt şirketi TEC
tarafından ihaleye çıkarılarak uluslararası pazarlara satılacak. Merkezi Irak
ile iş yapmayan firmalar bu petrolü alır.
Zaten 14 aydan bu yana kamyonlarla
gelen yaklaşık 10 milyon varillik petrol
20 gemiye yüklendi. Bu petrolü pek çok
Bir varil petrol,
bin ton adalet
ur
d
EKONOMİK VE SİYASAL GÜÇ
FAYSAL DAĞLI
inceleme
12
Türkiye ile daha entegre bir yapı oluşur
.o
ur
d
ak
iv
.a
rs
“Irak Kürdistan’ı Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirirse bundan kendi bağımsızlığının da; Türkiye Kürdistanı’nın da, Rojava’ nın da çok faydalanabileceğini düşünüyorum.”
w
w
biliyor . Irak Kürdistan’ı bunu Türkiye
üzerinden Batı ile yapmaya çalışıyor.
Bunların sonuçlarının önemli olabileceğini düşünüyorum. Demokratik bir
yapının varlığı ile daha otoriter bir yapının varlığı çok ayrı şeyler. Sadece petrole bağlı bir ekonominin gelişmesinin
kısır kalacağını düşünüyorum.
Peki bunu geliştiren ne olacak?
Geliştiren demokrasi ile bunu örtüştürmesi ve ekonominin çeşitlendirilmesi.
Sadece petrolün varlığı otomatik olarak
refah, huzur, güç getirmiyor. Demokratik olmanız da önemli bu anlamda. Petrol zengini ülkelerde maalesef böyle bir
sorun var.
Yani geleceği parlak görüyorsunuz?
Bir takım gerilimlere yol açsa bile, özellikle Irak Kürdistan’ı için çok büyük
avantaj gibi düşünüyorum. Bir de bu zaman içerisinde eğer Irak merkezi daha
esneme göstermez ise zaman içerisinde
defacto bir bağımsız Kürdistan devletine dönüşebilir. Çünkü giderek kendi
kararlarını veren, Irak Kürdistan’ın da
tamamı ile bağımsız hareket eden bir
yapı oluştu. Zaman içerisinde bunu
elde edebileceğini düşünüyorum.
w
Petrole bağlı olarak
Türkiye - Kürdistan
ilişkilerine nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye ile Irak Kürdistan’ı
Yıldız
Çelik
arasında giderek derinleşen ilişkiler daha büyük
yeni pencereleri açtı. Türkiye’nin başlattığı Kürd sorunu çözüm sürecinin,
bir şekilde Irak Kürdistanı ile entegrasyonu da kolaylaştırdığını düşünüyorum. Barzani’nin tutumu, Kürdlerin
Türkiye’de Kürd barışçıl rejimine olan
desteği, Tayyip Erdoğan’ın, Barzani’nin
Türkiye’deki çözüm konusunda bir aktör olarak görünmek istemesi, siyasi
bir ittifak getiriyor. Bu da bazı şeyleri
kolaylaştırıyor. Bu bakımdan yine Irak
Merkezi Hükümeti ve Irak Kürdistan’ı
arasındaki gerilim; öteden beri gelen bu
otonomik alan ile ilgili bir kısım programlar, Türkiye ile ilişkilerini daha da
kolaylaştırarak Irak Kürdistan’ı için
buna zemin sağladı. Bu zemin aslında ciddi bir ekonomik entegrasyonu
getirdi. Bu petrol ile daha da derinleştiriliyor. Ben bunun şöyle bir tarafı
olduğunu da düşünüyorum. Irak Kürdistanı defacto bir bağımsız devlet gibi
işliyor. Birçok kararı kendisi veriyor.
Bağdat yönetimi ile aslında birçok şeyde örtüşmediklerini görüyoruz. Bu da
Türkiye’ye yakınlaşmasını kolaylaştırıyor ve bir anlamda da Türkiye’nin işine
geliyor. Çünkü karşılıklı olarak petrol
gerilimi, bölgesel istikrarlar, edindikleri bir Ortadoğu avantajı var. Bu yönü ile
baktığımızda, bu ilişkinin daha da derinleşeceğini düşünüyorum.
Petrolün Ortadoğu’nun dengeleri
için nasıl bir önemi var?
Türkiye’nin ve Irak Kürdistan’ının ciddi bir ekonomik gelir elde edeceklerini
düşünüyorum. Petrol ile siyaset arasındaki ilişkiye baktığımızda aslında
petrol zengini ülkelerin hemen hemen
tamamında otoriter rejimler var. Irak
Kürdistan’ı kısmen bunu aşmış, daha
demokratik bir sistem oluşturmuş, bu
da ayrı bir örnek aslında. Mesela Ortadoğu’daki petrol üreten ülkelere baktığımızda bir çoğunun da çok da demokratik olmayan bir yapıları olduğunu
görüyoruz. Petrol ile demokratikleşme
arasındaki ilişkiler biraz Batı ile entegre olmayla ilgili. Batı ile entegre olursa
daha demokratik bir sistem inşa ede-
rg
Uluslararası Kültürel Araştırmalar
Merkezi (UKAM) Başkanı Doç. Dr. İlhan Kaya, Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin mevcut durumunu ve geleceğini arkadaşımız Yıldız
Çelik’e değerlendirdi.
İŞİD in merkez Irak ile Kürdistan
arasında olması bağımsızlığı hızlandırır mı?
İŞİD’in etkinliği konusunda pek bilgim
yok. Ama bölgenin kendi dinamikleri
ile ve Irak Kürdistanı ile Türkiye’nin
kendi dinamiklerinin bunları aşabileceğini düşünüyorum. İŞİD’in bağımsızlık
konusunu tetiklemesinden çok, Merkez
Irak Hükümeti’nin, Kürdistan Bölgesi
üzerinde etkinliğini artırma çabasının
bağımsızlığı tetikleyecek bir sürece dönüşeceğini düşünüyorum. Merkez’den
baskı arttıkça Kürdistan’ın bağımsızlığı
daha da hızlanaca. Çünkü tepki arttıkça
bağımsızlık daha hızlanıyor.
Peki Bağdat neden baskı yapıyor
sizce?
Ortadoğu devletlerinin mantığı ile hareket ediyor. Gücü Bağdat’a toplamak
istiyor. Her süreçte söz sahibi olmak istiyor. Bu da bölgesel otonomik yapıların
varlık sebebini tehdit ediyor. Irak Kürdistan sınırının varlığı, oradaki federatif yapısı Ortadoğu’nun çok alışık olduğu bir yapı değil, bunu da Bağdat çok
hazmetmiyor. Bu da ekonomik ve siyasi
ilişkiler üzerinden sorun üretiyor. Kürdistan daha batıya entegre olmak isti-
yor. Bağdat daha İran endeksli çalışıyor.
Aynı zamanda Kürdistan Bölgesi’nin
o özerk yapısı Ortadoğu’nun yönetim
yapılarına çok uygun değil. Çünkü, ülkelere baktığımızda Türkiye’de dahil
olmak üzere özerk yapılar yok, Sadece
Irak Kürdistanı’nda var.
Petrolün Ortadoğu dengeleri için
nasıl bir önemi var?
Ortadoğu’da petrol aslında yıllarca otoriter rejimlerin devamını sağlayan bir
birliktelik halidir. Çünkü insanların
üretimine bağlı ekonomik bir yapı üretmiyor. Bu bir problem. Bundan dolayı
aslında Irak Kürdistan’ının ekonomisini çeşitlendirirse onu daha güçlü ve
demokratik kılacağını düşünüyorum.
Aksi takdirde sadece petrole bağlı bir
ekonomik yapı oluştuğunda, yönetimin
elini kolaylaştıran ama toplum üzerinde baskı aracına dönüşen bir yapı
oluşuyor. Suudi Arabistan’da, Körfez
Ülkeleri’nde, İran’da da buna benzer
durum var.Şu ana kadar baktığımızda
petrol Ortadoğu’da demokrasiyi güçlendiren ekonomik zenginlikten çok demokrasinin iyileşmesini zorlaştıran bir
yapı olarak ortaya çıkıyor.
Petrolün akışı için Rojova
Bölgesi’nde güvenlik nasıl sizce?
Hendek konusu anladığım kadarı ile
PKK’nin ve PYD’nin çok tasvip ettiği
bir politika değil. Onlar orada söz sahibi olmak istiyorlar. Rojava Bölgesi için
Barzani’nin politikasından memnuniyetsizliklerini belli ediyorlar. Oradan da
barışın sağlanması mümkün. Türkiye
burada rol oynayabiliyor, özellikle Öcalan üzerinden rol oynayıp etkinliğini
gösterebilir. Merkez Irak Hükümeti ile
gerilimi arttırmadan bu süreci atlatıp,
sorun çözüldükten sonra bunun Rojava
Bölgesi’nde çok büyük bir soruna dönüşmeden daha rahat hareket edebileceğini düşünüyorum.
Irak Kürdistan’ı bağımsızlık ilan
ederse Rojova Bölgesi ne olur?
Barzanilerin Irak Kürdistan’ını yönetim
biçimi ile PKK nın modeli arasında farklılıklar var. Barzani daha geleneksel bir
siyasi aşiret yapısından geliyor. Aile tarihsel bir figür konumunda Irak Kürdistan’ında. PKK’nın ki daha batı tandanslı,
devrimci bir yapı ile ortaya çıkmış. Orada
bir kısım uyumsuzlukların olacağı belli.
Bu kısa vadede Rojova’yı nasıl etkiler.
Irak Kürdistan’ı Türkiye ile iyi ilişkiler
geliştirirse bağımsızlığın da; Türkiye
Kürdistan’ının da, Rojava’nın da çok faydalanabileceğini de düşünüyorum. Türkiye ile daha entegre bir yapı çıkabilir.
Kürdler hem Türk hem de merkez Irak
hükümetine düşman yaşayamazlar.
13
güncel
282.660
Goran
247.960
Yekgirtû
97.992
Komel
62.011
Diğer Partiler
290
.o
ur
d
ak
30 Nisan günü Irak genelinde parlamento seçimleri yapıldı. Kürdistan bölgesinde
parlamento seçimleri ile birlikte valilik ve
Irak’ı sorunlarla
il meclisi seçimleri gerçekleştirildi. Bu sedolu sıcak bir yaz
çimlerin bir çok açıdan önemi ve ayırıştırıcı
bekliyor
özelliği bulunuyor. Bir çok çevre bu seçimlerle birlikte önümüzdeki 4 yıllık süre içersinde Kürdistan bölgesi ile Irak ilişkilerinin netleşeceğini öngörüyor.
Geride kalan 4 yıl içersinde Kürd siyasetçilerin Bağdat’taki deneyimine baktığımızda, sayısı yüzü bulan parlamenter, bakan ve yöneticilerin içersinde aktif
olanların sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini görebiliyoruz. Cumhurbaşkanlığı, başbakan yardımcılığı, meclis başkanı yardımcılığı, dış işleri bakanlığı ve daha bir çok önemli mevkide yer almalarına rağmen, Bağdat’ta Kürd
varlığının çok güçlü savunulduğunu söyleyemeyiz.
Diğer seçimlere oranla bu seçimlerde Kürd partileri adına söylenebilecek en
önemli nokta şu ki, Kürd partileri genel olarak Bağdat parlamentosu için üst
düzey yöneticilerini aday olarak göstermedi. Örneğin adaylar arasında hiç bir
partinin merkez komite üyesi yer almadı. Öyle ki Bağdat ve Hewlêr arasındaki
ilişkilerin çok sıkıntılı olduğu bir dönemden geçiliyor, her iki taraf arasında
krize yol açan ve çözüm bekleyen bir dizi sorunun önümüzdeki 4 yıllık süreçte
NORELDİN WAİSY
IRAK’TA KATILIM ORANI
YÜZDE 60’TA KALDI
Irak’ta Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu ise parlamento seçimlerine katılım
oranının yüzde 60 olduğunu bildirdi.
Seçim Komisyonu Başkanı Mikdad eşŞerifi, yaptığı açıklamada, parlamento seçimlerinde, kayıtlı 20 milyon 232
bin 499 kayıtlı seçmenden 12 milyon
191 bin kişinin oy kullandığını söyledi.
Mikdad eş-Şerifi, ‘Aslında bu oldukça
yüksek bir oran. Komiserlik, oy sayım
ve sıralama işlemleri ile sonuçların ilan
edilmesinin şeffaflık içinde yapılması
iv
rs
.a
YNK
w
543.239
w
PDK
Katılım oranı Irak’ta %60, Kürdistan’da
%73. Kürdistan Yüksek Seçim Kurulu,
Irak Parlamentosu ve Kürdistan Bölgesi İl Genel Meclisi Seçimleri’nde katılım oranının oldukça yüksek olduğunu
açıkladı.
Kurulun verilerine göre en çok katılım
Duhok’a bağlı yerleşimlerde olurken,
en az katılım oranı %64 ile Hewlêr’de
oldu.
Kurulun yazılı açıklamasında ayrıca oy
verme işleminin akşam saatlerine kadar
huzur için de yapıldığını ve herhangi bir
sorunla karşılaşmadıklarını belirtti.
w
BasHaber / Hewlêr – Kürdistan
Bölgesi ve Irak’ta 30 Nisan günü yapılan genel seçimlerde, Kürdistan
Bölgesi’nde Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) açık ara ile diğer partilere fark
attı. Ana Muhalefet partisi Goran’ın
oy oranını koruyamayarak, ikinciliği
YNK’ye kaptırdı.
Kürdistan’da 30 Nisan günü yapılan
seçime katılım oranı yüzde 73 olurken,
Irak’da bu oran yüzde 60’larda kaldı.
328 sandalyeli parlamento için 9 bin
aday yarıştı. Ülkede yaşanan saldırılara rağmen, bu oranının yüksek olduğu
belirtiliyor. Kesin sonuçlar bir kaç hafta
içinde ancak netleşecek. Başbakan Nuri
El Maliki’nin Kanun Devleti Koalisyonu’ nun seçimlerden birinci parti olarak
çıkması bekleniyor. Maliki 2006’dan bu
yana başbakan olarak Irak’ı yönetiyor.
2010 yılında ittifak halinde seçimlere
giren PDK, YNK, Goran ve İslami partiler bu seçimlere ayrı listelerle katıldılar.
Hewler, Süleymaniye ve Duhok vilayetlerinde PDK birinci parti olarak çıkarken,
Kerkük’te YNK oyların büyük bölümünü
aldı. 30 Nisan Perşembe günü saat 14:00
itibariyle açılan sandıklardaki yaklaşık 1
milyon 250 bin oyun resmi olmayan ilk
sonuçlarına göre dağılımı belli oldu. Irak
parlamentosu ve Kürdistan il genel meclisi seçimlerindeki toplam oyların partilere dağılımı şöyle:
rg
Kürdistan seçimleri: PDK %44, YNK %23, Goran %20
konusunda çok istekli’ dedi. Şerifi ayrıca, 2010’da yapılan seçimlere katılım
oranının yüzde 62,4 olduğunu sözlerine
ekledi.
Partilerin oy yüzdeleri
PDK
%44.02
YNK
%22.9
Goran
%20.09
Yekgirtû
%7.94
Komel
%5.2
Diğer Partiler
%0.02
çözüme kavuşması bekleniyor.
Kürd partilerinin kendi üst düzey yöneticilerini aday göstermemesinin sebebi
Bağdat yönetimine karşı duydukları ümitsizlikten ve artık merkezi hükümeti
önemsememelerinden kaynaklanıyor. Bazı çevreler önümüzdeki 4 yıllık süreçte Irak ve Kürditan bölgesi arasındaki ilişkilerin netleşeceğini, yaşanan sorunların çözüleceğini ancak bununda ayrılık temelinde olacağını ve bu seçimlerin
Kürdistan bölgesinde gerçekleşecek son Irak merkezi parlamentosu seçimleri
olacağını öngörüyor.
Bu defa ki seçimlerin Irak’ın siyasi haritasını da değişmesi bekleniyor. Mevcut
durumda hiç bir tarafın mecliste bulunan 328 sandalyeden 165’ini alarak salt çoğunluğu sağlayacak gücü yok. Başbakan Nuri Maliki’nin partisinin 80 sandalye
elde etmesi bekleniyor. Bu durumda tek başına hükümet kuramayacak ve bir tarafla ittifak arayışında olacak. Başbakan Maliki geride bıraktığımız süreçte Sunni
ve Şii Arapların ve hatta Kürdlerin büyük tepkisini topladı. Dolayısıyla Irak’ta
yeni hükümeti inşa çalışması eskisinden çok daha fazla sancılı ve zor olacak. Bu
aşamanın en az 6 aylık bir süreci kapsayacağı öngörülüyor.
Hewlêr ve Bağdat arasındaki sorunlar bir yana, bölgenin genel çatışmalı ve kaotik durumu gözönüne alındığında, kendi içinde çatışma yaşayan ve çatışmaların merkezinde bulunan Irak’ı çok sıcak ve sorunlarla dolu bir yaz bekliyor.
sanat 14
sabah erkenden kalktım.zaten ne zaman
uyuyup uyanmadığı belli olmayan biriyim.
yarın 1 mayıs.parti adına çağrı yapmışız,bir
Bir orta sınıfın bir
mayıs bir mayıs alanında kutlanır demişiz.
mayıs güzellemesi
yasaklandığı için de bunu onur meselesi
haline özellikle getirmişiz,bu durumda orada olmam şart.
1 mayısda taksimde olabilmek için 30 nisanda taksime yürüme mesafesinde
yerlerde kalmak gerektiğini tecrübe edeli ben ortalama beş yıl oldu.her yılın
30 nisanını aynı yerde geçiriyorum.bu yıl gitmeme kararım vardı ama inatlaşma başa sarınca eski günlerim aklıma geldi.hem de herkese gelin deyip
gitmemek bana yakışmaz.yarı sakat ayağım ve eskisi gibi genç olmayan bedenimle yiyeceğim gazların ve suların hesabını yapa yapa razı oldum şimdiden
kaderime.(kader dedim dikkat)
e demek ki bu akşam eve gitmeyeceğime göre, makinada birikmiş ve küçük
bir çorabı bile kaldırmayacak renkli çamaşırlardan kurtulmak lazım.kız okula
gitmeden iki saat evvel makinayı açtım.çamaşırları ayıkla,40 derecede yıkanacakları seç,hop makinayı çalıştır.çamaşır bitene kadar da o günkü yapacağın işleri organize ederken maillerine de bak aynı zamanda yeni bir zaman
çalıcın olacak mı bugün (vazife diyorlar buna)
Çamaşırı asıyor ve hızla aşağıya iniyorum,şehre inecek ilk tekneye yetişmem gerek,büroda birsürü işim var,müvekkillerim gelecek,arayan olacak,
izmir’den gelecek misafir var..yazılacak dilekçeler var,bir de yetiştirmemin
zorunlu olduğu söylenen bir gazete yazısı.peki..bir müvekkilim en az on tane
mail attı ben tekneyi beklerken,yazabildiğim tümüne cevap yazdım cep telimden..olmuyor,lafı ve tuşlar arasında ciddi senkronizasyon sorunu var.gazete
almıştım hala okuyamadım,sırası gelmedi.teknede bakarım,önce devam eden
mailler..
Yazdığımız bir mayıs bildirisine eleştiri geldi yayına sokmadan,kadın
emeği ile ilgili vurgular yetersiz,bakıyorum doğru.hiç birşey yazılmamış
nerdeyse,bunu kontrol eden de benim.kadının emeğini düşünemeyecek kadar görünmez bir emekleme işindeyim.yazdık,kadın emeği,ev emeğinin görünmeyen yanı,eşit işe eşit üret.paragrafı yazdım ama yazarken de kendime
gülüyorum bir yandan,ben ev emekçisi miyim,hizmetçi miyim,evin patronu
muyum..bilmiyorum..evde yapılan tüm işleri otomatiğe bağlamış gibi üzerinde tek satır düşünmeden ve karşılığı üzerine hiç hesap yapmadan yaptığımı
yıllardır yaptığımı görüyorum.bedel olarak en fazla bana ödene şey ,bazen
‘eline sağlık’tır.o kadar,buna itiraz etsem ne olur diye düşünüyorum bağımsız
bir kadınım ben,sözümona kendi olan,işi olan,siyaset yapan ,hali üzerine kafa
yormuş,yazı yazmış,okumuşundan hem de.bana denecek şey en fazla şudur’
yapma o zaman’ e peki kim yapsın,dışarıdan yemek söylemek ,temizlenmemiş bir evde yaşamak,kirli çamaşırlarla aynı ortamda nefes almak bana göre
değil.peki kim yapacak,küçük kızım mı hayır..ben yapacağım..geçenlerde
evde kaldım duruşmam yoktu biraz oradan bir iki yazı yazmak ve çalışmak
istedim.kızı okula gönderdikten sonra masanın başına oturur oturmaz banyoyu da ovsam ne güzel olur fikri gelip kafama beni dürtmeye başladı.kalkıp
ev temizledim.evet emeğimi kimse görmüyor orada,benim dışımda…eve kadın alabilirim,ama hergün almayacağıma göre bu da benim ‘ev içi işçiliğimi’
ortadan kaldırmaya yetmez,yetmesini de istediğim zaten yok ya neyse mız
mızlanmanın alemi yok..
büroya geldim,birkaç dilekçe yazasım var ama konuklarım da var..yarın bir
mayısa katılacağım.yanımda çalışan arkadaşım,diğer bir deyimle büromun
emekçisi fato yarın tatil yapacak,hiç bir mayısa geleyim gibi bir derdi yok.
benim nasıl yorulacağım konuşuluyor.fato izinli,yarın resmi tatil ve ben bir
mayısa gideceğim.bir mayıs bildirimiz tamam,ev içi emeği de yazdım eşit işe
eşit ücret de istedik.
türkiye sol hareketi üzerine düşünüyorum,hep yakındığım ,şikayetçi olduğum binlerce mesele üzerine düşünüyorum,yol alamayışımız üzerine düşünüyorum.şu küçücük günümün yaptığım ve düşündüğüm işlerle bağı üzerine
düşünüyorum.daha çak da düşünmeye devam edeceğimi biliyorum.iki gün
önce kazancı yokuşunda yapılan basın açıklatmasına katıldım dışarıdan dışardan.sendikaların temsilcileri,birkaç sol parti temsilcisi ve daha çok polis.
hepimiz,herkes ve özellikle sendikalar—hayranım—bir mayısa taksime çağrısı yaptık.kimin kime çağrı yaptığını bilmiyorum henüz,yıllardır bunu yapıyoruz.yarınki bir mayısa gidecek olan bana sol siyasetin dilinde orta sınıf dendiğini denmesi gerektiğini de biliyorum.küçük burjuva,yarı aydın..bir dolu laf
diyebilirim kendime.şimdi şiddetsiz bir şekilde kendime şu soruyu sormakla
meşgulüm
yahu gerçekten yarın kimin 1 mayısı bu ülkede.
Üç sürgün kadının
tesadüfi buluşması
SENNUR BAYBUĞA
Trio Mara Kürdistan’nın farklı
bölgelerinden üç kadının kurduğu bir
grup. Grubun solisti Sakîna Teyna,
BasHaber’in sorularını yanıtladı.
w
w
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
.o
rg
BasHaber- TRIO MARA Grubu’
ndan ve ilk albümünüz Derî/Behind the Doors’tan bahsedebilirmisiniz?
Sakîna Teyna - Solisti olduğum TRÎO
MARA grubumuzda üç kadın sanatçı
yeralıyor. Nûrê Dilovanî keman çalıyor,
Nazê Îşxan ise piyanistimiz. Grubun üç
yıllık bir geçmişi var. Tesadüfen birbirimizi bulduk. Mara ismini bilerek seçtik. ‘Mara’ sözcüğü Kırmançki (Dimilkî)
lehçesinde ‘Bizden’ anlamına geliyor.
‘Ma’ ismi Kürdçe ve Ermenice ‘anne’
demek. Aynı zamanda ‘Mara’ sözcüğü
Arapça da ‘kadın’ demek oluyor. Ortadoğu dillerinde dişil bir anlam taşıdığından ve anlam itibariyle birbirine
yakın olduğundan, bu ismi seçtik.
Grubumuzun ilk albümü ‘Derî’ geçen
yıl çıktı. Bu çalışmamızda klasik Kürdçe şarkıları yeni bir format ve şekilde
seslendirerek müzikseverlere sunmak
istedik. Albümümüzün en önemli özelliği, tüm şarkıları canlı kaydetmemiz.
11 şarkının yer aldığı albüm dünyaca
ünlü Rudolf Oetker Salonu’nda üç günde kaydedildi. Trio Mara Grubu’nda yer
alan kadınların her biri Kürdistan’ın
ayrı bölgesinden geliyor. Müzikal bir
amaç etrafında toplandık.
Üç ayrı lehçede şarkılar okudunuz. Çok dillilik işinizi zorlaştırmıyor mu?
Elimizden geldiği kadarıyla Kürd dilinin zenginliğini yansıtmayı esas aldık.
Gerçekten dilimiz çok zengin bir dil. Ne
yazık ki yıllarca süren baskı, asimilasyon ve inkar, dilimizin tehlikeye girmesine neden oldu. Müzik dilin korunması açısından oldukça etkili bir yol.
İnsanın kulağına, beynine, yüreğine
ve ruhuna hitap ediyor. Bu yüzden bir
kadın sanatçı olarak Kürdçe’nin tüm
lehçelerinde şarkı söylemek istiyorum.
Sembolik bir çalışma olarak repertua-
rımda Anadolu’nun diğer dillerinden
şarkılar da bulunuyor, ancak sanat çalışmamın ana dili Kürdçe’dir. Günlük
yaşamımızda da asmilasyon politikalarına karşı durmalı ve direnmeliyiz. Bu
da dilimize sahip çıkmakla mümkündür. Şüphesiz çok dilliliğin zorlukları
var. Mesela herkes dilimizden anlamıyor. Ancak müziğin kendisi herkesin
anlayabileceği bir dildir. Bizler müziğin
bu diliyle sorunları çözebiliriz.
Grub üyeleri Kürdistan’ın dışında yaşıyor. Sürgünde olmak müziğinizi nasıl etkiliyor?
Sürgünde olmak, ülkeden uzak kalmak
ve göçetmiş olmak, bir bakıma hayat hikayemizin trajedisidir, ancak bu durum
bazen avantaj da oluyor. Göç yüzünden
dağılmak ve ülkeden uzak olmak, kendi
köklerinden kopmak elbette tehlikeli.
Sürgünde kalanlar yürüdükleri yollarda
izlerini bırakabilirler ama aynı zamanda farklı renk ve sesler de edinebilirler.
Önemli olan insanın kendi kökleri üzerinden yetişmesidir.
Bireysel çalışmalarınız ne durumda?
Son iki yılda uluslararası müzik fuarı
WOMEX’e katıldım. Uluslarası müzik
alanında da kendimi geliştirmeyi amaçlıyorum. Kürd müziği bir çok özelliği ile
dünya müziği içersinde dikkat çekiyor.
Daha önce olduğu gibi, farklı konserlerle TRIO MARA projesi ile sanatseverlerle buluşacağız. Almanya ve
Avusturya’da dikkat çeken bir dizi turne ve konser organize ettik. Solo albümüm “ROYÊ MI”, İngiliz ARC musik
firması tarafından bu yıl ki Newroz’ dan
itibaren 64 ülkede dağıtıldı. Solo çalışmalarımı başarılı bir genç grubu olan
ROYÊ MA ile de sürdürüyorum.
TRIO MARA
15
magazin
‘Ne yaparsak yapalım hep “bir eksik” olacak’
ur
d
.o
rg
Bayülgen’de
okudukları şiirlerle yer aldılar. “…
Bir Eksiğiz” adlı albümde
Ahmet Kaya’nın da sesiyle
katıldığı iki eser yer alıyor.
Rock, Pop, Rap dahil olmak üzere, müzikal anlamda birbirinden tamamen
farklı disiplinlerden gelen
sanatçıların yorumladığı
Ahmet Kaya bestelerindeki zenginlik göze çarpıyor.
“Bir eksiğiz..” albümünün
serüvenini Bashaber’e anlatan Gülten Kaya,
Ahmet Kaya’nın anısını yaşatmayı “ Ahmet
Kaya düşünceleri, üretimi, cesareti ve hayat
içerisindeki duruşuyla da saygıyı ve kalıcılaştırılmayı/kurumlaştırılmayı fazlasıyla hak
eden biri. Bu nedenle ne yaparsak yapalım
hep “bir eksik” olacaktır” sözleri ile yorumladı.
Gülten Kaya söyleşisi 16. sayfada
w
.a
rs
iv
ak
BasHaber - Ahmet Kaya
şarkılarının 26 ayrı sanatçı tarafından yeni düzenlemelerle
yorumlandığı
“…bir eksiğiz” albümü 3
Mart’ta dinleyici ile buluştu. Prodüktörlüğünü
Gülten Kaya’nın yanı sıra
sanatçı Yavuz Bingöl’ün
de üstlendiği bu özel çalışmanın proje danışmanı
ise Ahmet Kaya’nın kızı
Melis Kaya. Ahmet Kaya
bestelerindeki zenginliği
ve müzikal skalayı keşfetmeyi ve onun şarkılarını yepyeni kuşaklarla
buluşturmayı amaçlayan “…Bir Eksiğiz” adlı
iki CD’den oluşan albümün kapak tasarımı
Sera Dink tarafından gerçekleştirildi.
Ağırlıkla rock grupları ve sanatçılarının yer
aldığı albüm çalışması 23 farklı stüdyoda
kaydedildi. Sanatçının şiirle ilişkisine de değinilen albümde şair Küçük İskender ve Okan
w
w
Dünyaya bırakılmışlıkla, ölüm arasındaki
mesafeyi tamamlamak üzere varoluşumuza
kendimizce anlamlar yükler, zamanı geldi‘’Asdvadz Hokin
ğinde dünyadan çeker gideriz. ‘Taziye’ böyle
Lusavore’’
durumlarda ancak karşılığını bulur. Bir de
zamansız zoraki gidişler, koparılışlar vardır
ki; bu gidişlerin koca bir halk üzerindeki
yokluğuna ortalama bir ömrün bile yetmediği ‘kayıp yaşanmışlıklar’ın günümüze uzanan iz düşümleri böyle rahmet
okumaları olanaksız kılıyor. Bu nedenle 23 Nisan’dan beri yaşanan gelişmeleri
daha bir dikkatle izlemeye çalışıyorum.
‘99 yılık inkar’ ı/n devamı ile birlikte halkları acılarda ortaklaştıran, her kelimesi özenle seçilmiş temkinli bir devlet ağzı olarak açıklandı; ‘taziye’
Bunca inkarın, reddin hatta karşı saldırıların özümsetildiği büyük bir kesimin,
taziyenin soykırım iddialarını güçlendirip, kabul kapısının aralanması ile devam edilmesi bir bakıma olumlu olacak açıklamayı sessiz kalarak sorgulamadığı için hem şaşkınım hem de umutluyum. Umutluyum çünkü; ‘kabule açılan kapı’ olma ihtimali üzerinden, günümüzde ki en yakıcı sorun olan ‘barış
süreci‘ne bahane gösterilen Türk halkını hazırlaması ile normalleşme durumunun beklenenden daha kolay olabileceğini işaret ediyor.
Ancak, küçük bir azınlığında alelacele cevap verdiği açıklamalardan bazıları
bana Yaya’mın (Yaya=Büyükanne ) masallarından bir anekdotu hatırlatırken
büyük hayal kırıklığı oldu. 100 yıldır hiç değişmediğimizi işaret eden bu masal, 1999 yılında Samatya mahallesinden muhtar adayı olup hakkımda yapılan
ASALA- PKK’li anti propagandaları sırasında, gerçek Ermeni olup olmadığımı
sorgulayan Komünist Ali lakaplı 90 kusur yaşındaki Ali amcayı hatırlamama
sebep oldu.
Bize geçmişte yaşananları hiç bir zaman anlatmadıkları, anlatamadıkları için
FLORİTA ULUK BENLİ
masalların arasına sıkıştırılmış cümlelerden asıl gerçekleri çıkarmamız zor
olurdu. Aynı masalla verilen mesajların farkını ancak Ali amcadan dinledikten
sonra anladım.
‘Dönemin padişahına saray nöbetçilerinden haber gidiyor. Haşmetlü sarayın
kapsında saatlerdir öylece duran bir Ermeni var, ne buyurursunuz? Hemen
nöbetçi sayısını ikiye çıkarın. Saatler sonra Ermeni sayısının ikiye çıktığı haberine cevaben, hemen nöbetçi sayısı dört katına çıkarıla emri gelir. Nöbetçi
sayısı dört katına çıkarılır. Bir kaç saat sonra vezir telaşla Ermeni sayısının üçe
çıktığının haberini verdiğinde padişah; tüm nöbetçileri geri çekin, der. Vezir;
aman Haşmetlüm Ermeni sayısı 1 dedim, nöbetçi sayısını 2’ye katladınız, 2 dedim 4 e katladınız şimdi 3 oldular siz nöbetçi sayısını 8 katına çıkarmak yerine
tüm nöbetçileri çekin diyorsunuz? Padişah vezire, artık tedbir almamıza gerek
yok. Bir kişi belirsizliktir ki, her şey olabileceğini gösterir. 2 kişi tehlike işaretidir plan yapabilirler. Ama 3 kişi olunca siz seyredin şimdi birazdan onlar
birbirlerini yiyecekler.’
Sözünü ettiğim anekdot, sistem tarafından bizlere öğretilmiş masallarla birbirimize bağlılığımız ve cesaretimizin eksikliğine şartlanmaya bir örnektir. Bir de
yaşanmışlıkların sırlarıyla dünyanın çeşitli yerlerine dağılanlarımızın üzerine
rahmet okunmadan önce, bizlere fısıldadıkları gerçekliklerimiz var! Biraz da
bu eksikliklerimiz yüzünden 1915’i tabu olmaktan çıkaramayan biz Ermeni’leriz. Şimdi bu vebalden kurtulmak için sorumluluk sırası bizde; bunca bedel
ödemiş atalarımızın ruhu huzur bulsun diye, bağımızı güçlendirerek aralanmış
bu kapıyı sonuna kadar açma cesaretini, kararlılığını göstermek için, dünyanın
her bir yanına dağılmış Ermeni toplumunun örgütlenip sırlarımızı birbirimize
anlatarak günah çıkarma zamanı. Sonra; muhatapların karşısında geçmişi tüm
çıplaklığıyla gözler önüne sererek eteğimizdeki tüm taşları döktükten sonra
kendi atalarımızla helalleşip ‘Asdvadz hokin lusavore‘ diyebilir geleceğimize
sahip çıkabiliriz. Taziye en sonraki iş...
magazin
16
Ahmet yeniden varedilmeyi hakediyor
keyif alırdı. Biz onun anlayışına sadık
kalarak, şarkıları tamamen özgür bırakarak herkesin kendi hissettiği şarkıyı
seçmesini istedik. Bu tamamen bir duygu işi, bir hissediş. Bir yorumcuya hissedemeyeceği bir eseri önermek doğru
olmazdı. Öte yandan, her yorumcunun
bir oktavı ve bir ses aralığı vardır. Sesinin sadece pes tonunu kullanan bir
sanatçıya, tizleri olan bir eseri önermek
olmaz. Anlayacağınız herkes kendisini
özgür hissederek seçti şarkısını ama
bize fikir soranlara yine aynı kriterlerle
önermelerimiz de oldu tabi.
Albümünde çok farklı alanlarda
müzik yapan sanatçılar yer alıyor. Bu yelpaze nasıl oluştu? Bu
isimler nasıl bir araya geldi?
Biz 2003 yılında bir saygı albümü daha
hem de Ahmet Kaya’nın özgür müzik
anlayışına bir selam vermekti.
Albümde çoğunlukla rock müzik
yapan isimler göze çarpıyor. Ahmet Kaya’yı, Ahmet Kaya şarkılarını rock müzikle buluşturan
nedir?
Sanırım Ahmet Kaya’nın Rock müziğin
ruhunu taşıması. Yansıyan yüzüyle bu
hiç böyle değilmiş gibi görünür belki
ama gerçek Ahmet’i çok iyi tanıyan birisi olarak söylüyorum, belki müzikal denemelerine devam edebilseydi bu daha
iyi görülebilecekti. Rock elektro gitar ya
da davul ritmleri değil, aynı zamanda
bir başkaldırı müziğidir. Ahmet iyi bir
rock dinleyicisiydi zaten. Kızımız Melis
büyüyüp evdeki CD’lerimizi, neler dinlediğimizi gördüğünde çok şaşırmıştı.
Jazz, Fado, Rock, Kürd müziği, klasik
batı müziği CD leri bir aradaydı. Tabi
bir müzik insanını çok zenginleştiren
ve kendi tarzını oluşturmasını kolaylaştıran bir zenginleşme ve birikimdir bu.
Led Zeppelin’den Iron Maıden’a, Kürdçe kasidelerden Miles Davis’e, Aram
Tigran’a uzanan bir yelpazenin dinleyicisiydi. Kulağında kalan babasından
dinlediği Kürdçe türküye de bir Fadoya
da gözleri yaşarabilirdi onun.
Ahmet Kaya şarkılarına getirilen
yeni yorumlar Kaya’nın hayran
kitlesi tarafından nasıl karşılandı? “Bir eksiğiz....” nasıl tepkiler
aldı?
Ahmet Kaya’nın dinleyici kitlesi de neredeyse 3. kuşak olacak artık. Bu kitle
heterojendir de aynı zamanda. Her dü-
rg
yapmıştık (Dinle Sevgili Ülkem). Orada Ahmet Kaya müziğine daha yakın
isimlerle çalıştık, o da çok başarılı bir
çalışmaydı. Bu albümde ise daha farklı
disiplinlere yönelmek ve Ahmet Kaya
bestelerindeki farklı renkleri, görmek
istedik. Çünkü Ahmet’in geleneksel
müzikten moderne uzanan cesur denemeleri vardı ve bir müzik insanı olarak
bu denemeleri keyifle yapıyordu. Rock
yorumlarından uzun hava denemelerine kadar. Ayrıca, bu şarkıların kendi
dönemlerindeki düzenleme anlayışları
başkaydı. Şimdi ise her sanatçı seçtiği
şarkıya kendine göre düzenleme yaptı/
yaptırdı. Bizim amacımız hem sanatçıları tamamen özgür bırakarak, şarkıların içindeki müzikal renklere doğru
keşif yolculuğu yapmalarını sağlamak,
gıçta duygusal bakanlar olsa da, amacı
ve işlevselliği anladıkça destekliyorlar.
Zaman içinde bu yepyeni yorumları da
demlendirip seviyor ve sahipleniyorlar.
Biz cesurca ve geniş zamanlara ait bir
proje yaptık ve geri dönüşler de gayet
iyi. Zamanla daha da doğru algılanacak ve benimsenecek. İşlenmeyen eser
kendisini nereye kadar taşıyabilir ki?
Günümüz dengbejlerinden Bach’ı yorumlayanlara, Pir Sultan Abdal’a kadar,
eserlerin bize kadar taşınmasını onları
sürekli yeniden yorumlayanlara borçlu
değil miyiz?
Ahmet Kaya’nın anısını, mücadelesini, müziğini geleceğe taşımak
için tasarladığınız başka projeler
var mı?
w
w
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
.o
Bir Eksiğiz albümü fikri nasıl ortaya çıktı?
Biz 2010 yılında İstanbul’da Ahmet
Kaya için ilk defa bir anma gecesi düzenledik. O gecede Ahmet Kaya’nın boş
kalan sahnede müziğin farklı disiplinlerinden sanatçılar onun şarkılarını
yorumladılar. Bu heyecan vericiydi,
çünkü şarkılar bambaşka tadlar kazandı. Fikir de oradan doğdu zaten. Ahmet
Kaya müziğinin yakınında da uzağında
da bambaşka işler üreten sanatçılarla
yola çıkalım istedik.
Bu albümde yer alan şarkılar nasıl belirlendi?
Ahmet Kaya’nın her konuda çok özgürlükçü olduğu bilinir. Kendi şarkılarını albüm kayıtları dışında kendisi de
bambaşka yorumlar ve bundan büyük
şünce ve inanıştan insan dinler onun
şarkılarını. Öte yandan bu değişken
yapının kalıcı bir özelliği de var; Ahmet Kaya yorumuna sadakat! Bu şarkıları ondan başkasından dinlemeye
pek gönüllü değiller. Sadece bu saygı
albümünde değil, tek tek başka yorumcuların albümlerine şarkı verdiğimizde
de başlangıçta pek benimseyemiyorlar
ve onun şarkılarını sadece kendisinden
dinlemek konusunda tutucu olabiliyorlar. Bu çok saygı duyduğum sadakata rağmen, “eser” dediğimiz değerin
de sürekli işlenmesi ve yeni kuşaklara
taşınması gerçeği de bir sorumluluk
olarak önümüzde duruyor. Şimdilerde
17-20 yaşlarını sürenleri bu şarkılarla
tanıştırmak bu ve benzeri yeni projeleri yapmakla mümkün tabi. Başlan-
Bu sorunuz benim bireysel gücümü
epeyce aşacak büyüklükte bir soru. Nihayetinde ben bir kişiyim ve yokluğundan bu yana geçen 14 yıl boyunca hiç
boş durmadım. Çünkü Ahmet Kaya yeniden ve yeniden var edilmeyi çok hak
eden bir sanat insanıydı. Düşünceleri,
üretimi, cesareti, hayat içersindeki duruşuyla da saygıyı ve kalıcılaştırılmayı/
kurumlaştırılmayı fazlasıyla hak eden
biri. Bu nedenle ne yaparsak yapalım
hep “bir eksik” olacaktır zaten. O’nu
hayatın kendisi de taşıyor geleceğe ama
tam da bu noktada, sadece bana/bize
değil başkalarına da düşen sorumluklar
olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Adının yaşatılacağı bir çok projenin
çoktan yapılmış olması gerekiyordu.
Download