1 İçindekiler Ramazan ayında bütün Müslümanların eşit sürede oruç tutmaması nasıl adalet olur? ..........3 ''Kişi bir söz söylediğinde sağına soluna bakıyorsa o söz emanettir'' hadisini açıklar mısınız? .......................................................................................................................................................4 İmam Buhari Türk mü Fars mı? .................................................................................................4 Verginin adil olmadığını düşünerek, vergi ödemezsek günahkar olur muyuz? ........................4 Kuran’da Ay takvimine bir işaret var mıdır? “Mağaralarında üç yüz yıl kaldılar” ayeti, hangi takvime göredir? ................................................................................................................5 Hz. Ali’nin putlaştırılmasındaki ana sebep nedir? .....................................................................6 Birbiriyle çelişen hadisler var mı? ...............................................................................................7 Gayri müslim olan karı koca, Müslüman olurlarsa yeniden nikah kıydırmaları gerekir mi?..9 Cennet hayatında da kaderimiz olacak mı ? ...............................................................................9 Kaynamakta olan yemeğin içine sinek düşmüşse, bu yemek yenilebilir mi? ...........................10 "Bir gün veya bir günden de az kaldık. Sayanlara sor" anlamındaki ayeti açıklar mısınız? .11 Ashab-ı Kehf/Yedi Uyurlar ve Peygamberimiz aynı zamanda mı yaşadı? Birbirilerinden haberdar mıydılar? .....................................................................................................................12 Cenaze namazında nasıl dua edilir? ..........................................................................................13 2 Ramazan ayında bütün Müslümanların eşit sürede oruç tutmaması nasıl adalet olur? Söz konusu iki ülkede de müminlerin oruçlarını tutmaları, başkasına söz hakkı bırakmayacak kadar bir kolaylığın varlığını gösterir. Allah, daha fazla oruç tutanlara, daha fazla sabır ve güç vermek suretiyle onların işini kolaylaştırıyor. Müslümanlar arasında meşhur olan “Orucu emreden Allah sabrını da verir” sözü bu gerçeğin altını çizmektedir. Allah, daha uzun süre oruç tutanlara daha fazla sevap verir. Bu ise “emek-ücret” dengesi açısından son derece adaletli bir uygulamadır. Kaldı ki, Müslümanların bundan bir şikayetleri de yoktur. Gayri müslimlere ne oluyor ki! Eğer bu gayri müslimler ehl-i kitap ise, onlar önce kendilerine bir çeki düzen versinler, sonra gelip İslam’ı eleştirsinler. Şayet bu eleştirenler ateist ise, zaten bunların konuşmaya hakları yoktur. Çünkü, Allah her ülkeye eşit zaman diliminde oruç Farz kılsaydı, yine de bunlar bunu eleştirirlerdi. Diğer taraftan, orucun Kameri takvime göre tutulması, yaratılışa daha uygun olduğu gibi soruda geçen iddianın aksine, Müslümanlar arasındaki adalete de vesiledir. Müslümanların dinî ibadetlerinin ritmini ay takvimi ayarlamaktadır. Bu suretle Kur'ân, Müslümanlar arasındaki adaleti sağlamıştır. Çünkü İslam dini, evrensel bir din olup; mensupları, gerek günlerinin uzunluğu gerekse iklim şartlarının farklılık gösterdiği çeşitli coğrafi bölgelerde yaşamaktadırlar. İslam dinindeki namaz ve oruç gibi başlıca ibadetler ise; güneşin doğuş ve batış zamanlarına göre ayarlanmaktadır. Şayet İslam ay yılını değil de güneş yılını esas kabul etseydi, bir kısım Müslümanlar hep uzun günlerde oruç tutacak, diğer Müslümanlardan hayatları boyunca daha ağır şartlarda ibadet etmek zorunda kalacaklardı. Mesela Hicri takvimde Ramazan Ayı -miladiye göre- her sene on bir gün daha erken geldiği için her mevsimi tek tek gezmektedir. Böylece bütün Müslümanlar ömürleri boyunca hep aynı ayda değil yılın her ayında her mevsiminde oruç tutmuş olurlar. Buna göre, yazın çok uzun oruç tutulan yerlerde, kışın çok kısa olacaktır. 3 ''Kişi bir söz söylediğinde sağına soluna bakıyorsa o söz emanettir'' hadisini açıklar mısınız? “Kişi bir söz söylediğinde sağına soluna bakıyorsa o söz emanettir.” hadisin senedinde oldukça zayıf bir ravi olduğundan hadis rivayeti zayıf kabul edilir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no: 13168) Bunun anlamı şudur: Bir kimse bir şey söylerken sağına-soluna bakıyorsa, başkalarının bu sözünü duymasını istemiyor demektir. O halde, bu söz sadece karşısındaki adama söylenmiş bir emanettir. Onun bu sözü başkasına söylemesi doğru değildir. Nitekim başka bir rivayette meal olarak şu ifadelere yer verilmiştir: “Bir kimse söylediği sözlerinin (o anda muhatabı olan kimselerin dışında) kimsenin duymasını arzu etmiyorsa (bunu bir şekilde belli ediyorsa), ‘Sözlerimi kimseye söyleme!’ şeklinde bir talimatı olmasa da bu söz bir emanettir, hiç kimseye söylenmemesi gerekir.” (Mecmau’z-Zevaid, h. no: 13166) İmam Buhari Türk mü Fars mı? İbn Hacer el-Askelani’nin bildirdiğine göre, İmam Buhari, fars asıllıdır. Kendisi, Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğire b. Berdizbeh olarak bilinir. Bu zincirde yer alan ve Farsça’da çiftçi anlamına gelen ve dedesinin dedesi olan Berdizbeh, Fars asıllı olup kavminin dininden (gayr-ı müslim/mecusi) biri idi. Onun oğlu el-Muğire, elYeman el-Cu’fi adında bir kimse vasıtasıyla müslüman olmuştu. Bu sebeple Buhari, el-Cu’fi nisbesiyle de anılır. (bk. İbn Hacer, Mukaddimetu Fethu’l-Bari, s. 477) Verginin adil olmadığını düşünerek, vergi ödemezsek günahkar olur muyuz? Devletin rejimi ne olursa olsun (islami olsun olmasın) ülkede yaşayan insanların, ortak giderlere katılmaları zorunludur; bir kısmı öder, bir kısmı ödemezse ödemeyenler kul hakkı yemiş olurlar. Alınan verginin adil olup olmadığına kişiler kendileri karar veremezler. Tarafsız heyetlere, kurum ve kuruluşlara sormaları gerekir. İstenen vergi ödendiğinde mükellef, meşru olan işine devam edemeyecekse (iflas edecekse) devam edecek kadarını ödemez. 4 Kuran’da Ay takvimine bir işaret var mıdır? “Mağaralarında üç yüz yıl kaldılar” ayeti, hangi takvime göredir? “Mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Bazıları buna dokuz yıl daha ilave ettiler.” (Kehf, 18/25) mealindeki ayette, hem güneş hem de ay takvimine işaret edilmiştir. Çünkü, güneş takvimine göre 300 yıl, ay takvimine göre 309 eder. Kur’an’da hem ehl-i kitabın bu konudaki güneş takvimine göre saydıkları bu sürenin 300 yıllığına, hem de Arapların kullandığı ve İslam’ın özellikle vurguladığı ay takvimindeki 309 yıllık süreye işaret edilmiştir. Bilindiği üzere, her 33 güneş yılında, bir ay yılı fazla olur. Çünkü, Ay yılı 354 günden ibarettir. Bazı tefsir alimlerinin de belirttiği gibi, Kehf suresinin bu ayeti, bu açıdan bir mucizedir. (bk. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri) Hem güneş takvimi, hem ay takvimi, bilimsel olarak kabul gören birer realitedir. “Güneş ve Ay bir hesap ile hareket ederler.” (Rahman, 55/5) mealindeki ayette bu iki takvime de işaret edilmiştir. “Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.” (Yasin, 36/39) mealindeki ayette ayın -dünyanın etrafındaki- dolanımından meydana gelen bir hesap tablosuna vurgu yapılmıştır. “Doğrusu, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü hürmetlidir. İşte doğru hesap budur.” (Tövbe, 9/36) mealindeki ayette de, gökteki ayın hareketinden meydana gelen bir yıldaki takvim aylarının sayısının 12 olduğuna işaret edilmiştir. “Sana hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için vakit ölçüleridir.” (Bakara, 2/189) mealindeki ayette -gökteki ayın hareketleri- yerdeki insanlara, aylar üzerinden bir hesap takvimini oluşturmaya yönelik olduğu ifade edilmiştir. Güneş ayları -şubat hariç- 30 ve 31 gün çekerler. Buna mukabil, Ay takvimine göre meydana gelen ayların gün sayısı 29 ve 30’dur. Ümmi bir nebi olan Hz. Peygamberin 15 asır önce bu gerçeğe hadislerinde vurgu yapması (Nesai, Sıyam,17) onun ayrı bir mucizesidir. Ayrıca, Kur'ân'ın kastettiği bilgi, insanı Allah'a götüren derin bilgidir. Evreni, yaratılışı düşünen kişi, bu akıl ermez inceliklerin kendiliğinden olamayacağını anlar ve bunları yaratana hayran olur: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârlan ve yerle gök arasında emre hazır bekleyen bulutlan evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığına ve birliğine) deliller vardır." (Bakara, 2/164) 5 Hz. Ali’nin putlaştırılmasındaki ana sebep nedir? Hz. Ali’nin harika bir ilme sahip olduğu, eşsiz bir şecaate, fevkalade bir takvaya, şah-ı velayet unvanını alacak kadar büyük bir velayete sahip olduğu tarihi bir gerçektir. Şia, bu gibi vasıflarını da dikkate alarak mesleklerindeki taassuplarını pekiştirmişlerdir. Aslında hadislerde, Hz. Ali’nin diğer bütün sahabelerden daha çok faziletinin söz konusu edilmesi, onun manevi şahsiyetini ortaya koymaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 951) “Allahım! Ali’yi sevenleri sen de sev/ona dostluk edenlere sen de dostluk göster; ona düşmanlık gösterenlere sen de düşmanlık göster!” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 953) Hz. Ali’ye hitaben: “Musa’ya Harun’un yakınlığı ne ise, senin bana yakınlığın da odur, Şu var ki benden sonra peygamber gelmez.” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 36345) Ayrıca, Hayber savaşı esnasında, Hz. peygamberin: “Ben yarın sancağı Allah ve resulünün kendisini sevdiği, kendisinin de Allah ve resulünü sevdiği bir kimseye vereceğim ve Allah onun eliyle fethi tahakkuk ettirecektir.” deyip sonradan da sancağı Hz. Ali’ye vermesi (Kenzu’l-Ummal, h. no: 30129), onun kadr-u kıymetini gözler önüne sermiştir. Sahabe arasında, Resulullah’tan sonra, daima ilmin zirvesinde kabul görmesi, raşit halifelere bir nevi şeyhu’l-İslam olması; Hatta Hz. Ömer’in, “Ali’nin bulunmadığı bir müşkilin çözüme kavuşmasının mümkün olmadığını..” söylemesi; sahabeler arasında “sorun, bana ne isterseniz sorun” diyecek kadar bilgisine güvenmesi ve güvenilir olması; Kur’an’ın en büyük tercümanı kabul edilen Abdullah b. Abbas’ın, “Ben bütün ilmimi Ali’den öğrendim” demesi; bizzat kendisinin, “perde-i gayb açılsa benim imanım zerre kadar artmaz” diyerek imanının kuvvetine işaret etmesi gibi yüzlerce meziyetinin Sünni kaynaklarda da yer alması, Şia kaynaklarında çok daha fazla harikalarından haber verilmesi gibi imtiyazları, aşırı taraftarı olan şialara, aşırı sevgiyi ve bu aşırı sevgiden kaynaklanan ve kitap ve sünnetin çizgisini aşacak derecede bir bağlılık kazandırmıştır. Ve ileride olacak hadiseleri gören peygamberimiz şu gerçeğe dikkat çekmiştir: “Ya Ali! İsa (a.s.) hakkında olduğu gibi senin hakkında da iki taife helak olur: Bunlardan Yahudiler, İsa’ya olan kinlerinden ötürü, onun annesine iftira ettiler. Hristiyanlar ise, ona karşı aşırı sevgilerinden ötürü, onu kendi makamından öteye uçurdular.” (bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 36399) 6 Birbiriyle çelişen hadisler var mı? Sahih ve güvenilir hadisler arasında gerçek bir çelişki yoktur. Bu nedenle, aralarında çelişki varmış gibi zannedilen bazı hadisler gördüğümüzde, bunların mutlaka bir açıklamasının olduğunu ve hemen reddetmenin doğru olmayacağını bilmeliyiz. Birbiriyle çelişkili gibi görünen hadislerin gerçek durumunu açıklayan ve bunlar arasındaki çelişkiyi gidererek uzlaştırmaya çalışan ilim dalına da “te’vilu muhtelifi’l- hadis” denilmiştir. Hadisleri doğru anlamak için bu ilmin bilinmesi gerekir. Çünkü tek bir hadis ele alınıp, konu bütünlüğü olan diğer hadisler ve bunların yorumu bilinmezse, hadislerde kastedilmeyen yanlış anlamalara ve bunun neticesinde yanlış hüküm vermelere rastlanılması kaçınılmaz olur. Hz. Peygamber (asm) yirmi üç yıllık peygamberlik hayatında nazil olan ayetleri uygulamış ve açıklamıştır. Onun söz ve fiilleri çeşitli olaylar, şartlar ve muhataplar açısından farklılıklar göstermiş ve bu farklılıklar hadis kitaplarına da yansımıştır. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim belli bir süreç içerisinde bir defa da değil de tedrici olarak nazil olmuşsa Hz. Peygamber de buna bağlı olarak söz ve fiilleriyle bu süreci takip etmiştir. Hz. Peygamber (asm), içinde bulunduğu yer, zaman ve ortama göre farklı hareket ederek muhatap aldığı kişinin durumuna göre özel hüküm vermiş veya tavsiyede bulunmuştur. Ayrıca bir topluluğa konuşurken de o topluluğun durumunu göz önünde bulundurarak mesaj vermiştir. Bir peygamber, bir öğretmen, bir devlet başkanı, bir ordu komutanı ve bir davetçi olarak yaşayan Hz. Muhammed (asm) muhataplarının anlayış ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak amacına göre değişik ifadeler kullanmış, emirler vermiş, hükümler koymuş ve tavsiyede bulunmuştur. Tüm bu hususlar da onun söz ve davranışlarının muhataplarının durumuna göre farklı olmasını gerektirmiş, bu durum da söz ve uygulamalarının taşıyıcı malzemesi olan hadislere yansımıştır. Hadislerde görülen çelişkilerin birçoğu bu hadisleri rivayet eden râvilerden kaynaklanmıştır. Çünkü râviler de bir beşer oldukları için unutma ve yanılma gibi kusurlardan uzak kalamamışlardır. Bu nedenle de hadisi eksik işitmiş ve eksik olarak nakletmiş, hatta kendisinden de bir şeyler ilave etmiş olabilir. Ayrıca pek çok râvi de hadisi duyduğu lafızlarla değil de duyduklarından anladığını kendi lafızlarıyla aktarmıştır. Bu durumda râvinin duyduğu hadisi yanlış veya eksik anlaması ya da Hz. Peygamberin maksadını farklı şekilde kavraması mümkündür. İslam bilginleri, hadisler arasında çelişki gibi görünen sorunu çözmek için bu hadislere şu yöntemi uygulamışlardır: 1. İlk önce birbiriyle çelişkili olan hadisler birleştirilmeye çalışılır. Eğer bu birleştirme işi mümkün oluyorsa her iki hadisin de sahih olduğu sonucuna varılır. 2. Eğer bu hadisleri cem etmek mümkün değilse o hadislerin ne zaman söylendiğine yani vurud tarihlerine bakılır. Hadislerin söylendiği tarih tespit edildiği zaman hadisler arasında nesh uygulamasına başvurulur. Sonraki tarihte söylenmiş hadisin kendisinden önceki bir tarihte söylenen hadisi neshettiği yani hükmünü ortadan kaldırdığı kabul edilerek hadisler arasındaki ihtilaflı durum ortadan kaldırılmış olur. 3. Hadislerin ne zaman söylendiği tespit edilemediği zaman bu hadislerin senet ve metinleri incelenerek bazı tercih sebeplerine göre biri diğerine tercih edilir. 7 4. Hadisler arasında bir tercih yapmak mümkün olmadığı zaman her iki hadisle de amel edilmeyerek bu konuda kesin bir karar verilmez. Birbiriyle çelişmeleri nedeniyle araları cem edilen hadislere örnek olarak Hz. Peygamberden nakledilen iki farklı rivayeti verebiliriz. Her iki hadis de Hz. Peygamberin su içmeyle ilgili iki farklı söz ve uygulamasını göstermektedir. Bir hadiste Hz. Peygamberin ayakta su içmeyi yasakladığı nakledilirken (Müsned, 3/277) diğer bir hadiste de Abdullah b. Ömer “Hz. Peygamberin ayakta su içtiğini” (Buharî, Eşribe, 16) haber vermiştir. Bu her iki hadisten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber oturarak su içmeyi tercih etmekle beraber gerektiğinde de ayakta su içmiş ve bunda bir sakınca görmemiştir. Böylece her iki hadis arasında herhangi bir çelişki olmadığı anlaşılmaktadır. Yolculukta oruç tutmakla ilgili olarak rivayet edilen ve birbiriyle farklı olan iki hadis arasındaki çelişki de aynı yöntemle giderilmiştir. Hz. Peygamber, kendisine yolculuk esnasında oruç tutma konusu sorulduğunda, “İstersen tut, istersen tutma.” (Buharî, Savm, 33) buyurmuş başka bir hadiste de, “Yolculukta oruç tutmak, mukim iken (yolcu değilken) oruç tutmamak gibidir.” (Nesaî, Sıyam, 53) demiştir. Birbiriyle çelişkili gibi görünen bu iki hadisten birincisi, kolay bir yolculuk yapan ve bir zorlukla karşılaşmayan kimsenin isterse oruç tutabileceğini dile getirirken diğeri de çok meşakkatli bir yolculuk yapan kimsenin oruç tutmaması gerektiğini ifade etmektedir. Hz. Peygamberin birinci hadisi yolculukta oruç tutmama konusunda Kur’an’da zikredilen ruhsatın pratik bir uygulamasını göstermektedir. Birbiriyle çelişkili gibi görünen ve sahih olan bu ve benzeri rivayetler farklı ortamlarda ve farklı sebeplere göre söylenmiş hadisler olup aralarında gerçek bir çelişki bulunmamaktadır. Kaynaklar: İsmail L. Çakan, Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları. İbn Kuteybe, Te’vîlu Muhtelifu’l-Hadis (Türkçe’ye Hadis Müdafası adıyla tercüme edilip basılmıştır). Tahâvî, Te’vîlü Müşkili’l-Âsâr. İbnü’l-Cevzî, et-Tahkîk fî Ehâdisi’l-Hılâf. İmam-ı Şafii, İhtilafu’l hadis. 8 Gayri müslim olan karı koca, Müslüman olurlarsa yeniden nikah kıydırmaları gerekir mi? Hz. Peygamber el-Haris b. Kays'ın müslüman olmadan önceki nikâhını müslüman olduktan sonra da geçerli kılmış, bu nikahın daha önce şartlarına uygun olarak kıyılıp kıyılmadığı üzerinde durmamıştır: İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber Efendimiz (asm) zamanında bir adam müslüman olup (Hz. Peygamberin huzuruna) gelmiş sonra müslüman olarak karısı da (çıkıp) gelmiş (adam): Ey Allanın Rasûlü, bu da benimle beraber müslüman oldu, deyince (Hz. Peygamber) kadını ona iade etmiştir. (Ebû Dâvûd, Talak, 23; İbn Mâce, Nikah, 60; Tirmizî, Nikah 43) Buna göre, Müslüman olmayan karı-koca, birlikte müslüman olurlarsa eski nikahları geçerli olarak kalır. Yeniden bir nikah kıymak gerekmez. Neseben veya süt yoluyla kardeşlik gibi nikahı ibtal eden bir durum yoksa, onların eski nikahları geçerli sayılır. Bu nikahın, şartlarına uygun olarak kıyılıp kıyılmadığını araştırma yoluna gidilmez. Cennet hayatında da kaderimiz olacak mı ? Kader, Allah’ın ilminin bir nevidir. Bu sebeple, cennet de Allah’ın ilminin dışında kalamaz. Cennet hayatının bütün güzellikleri, Allah’ın ehil olan kulları için takdir ve tayin ettiği gerçeklerdir. Cennet hayatında imtihan yoktur. 9 Kaynamakta olan yemeğin içine sinek düşmüşse, bu yemek yenilebilir mi? Önce şunu belirtelim ki, sinekle ilgili hadis sahihtir. (bk. Buhari, Bedu’l-halk,17, Tıb,58; Ebu Davud, At’ime,48; Nesai, fer’, 11; İbn Mace, Tıb,21) Hadis-i şerifler, kısalık-uzunluk bakımından olduğu gibi, kullanılan lafızlar bakımından da farklı ifadeler barındırmaktadır. Rivayetlerin hepsini dikkate aldığımızda şu anlamı görürüz: “Birinizin yiyecek-içecek kabına bir sinek düşerse, onu hemen batırsın, sonra da çıkarıp atsın. Çünkü, onun bir kanadında hastalık, diğerinde ise şifa vardır. Sinek, bir yiyecek veya içecek içerisine düştüğü zaman öncelikle zehirli olan/hastalık yapan ifrazatı ortaya koyar. Onu tamamen batırınca şifa olan ifrazatı da yapar.” Uzmanların bildirdiğine göre, sineğin düştüğü yiyecekler ister soğuk, ister sıcak olsun fark etmez. Her iki durumda da hadiste ifade edilen işlem yapılır. Hadiste dikkat çekici iki nokta vardır. Birincisi: Sineğin batırılması zamanı “hemencecik/derhal/beklemeden” manasına gelen “F” edatı kullanılmıştır. İkincisi ise: Sineği batırdıktan sonra tekrar çıkarıp atma süresine işaret eden ve “bir süre”yi ifade eden “SÜMME” edatı kullanılmıştır. Hadisin bu ifadesinin zahirine bakarak söylersek, herhangi sıcak bir yiyecekte bir süreliğine kalmış da olsa, sinek yine de çıkarılıp atıldıktan sonra yiyecek yenebilir. Şunu da belirtelim ki, hadiste, “sineğin girdiği bir yiyeceği mutlaka yiyin” şeklinde bir emir yoktur. İsteyen hiç yemez, atar. İnsan tiksinti duyabilir, bu takdirde de yemez. Kanaatimizce hadiste iki nokta ön plandadır: Birincisi: Özellikle fakirliğin kol gezdiği o devirde yemeye muhtaç olan kimsenin böyle bir durumla karşılaşması halinde yemeğini yiyebileceğine bir ruhsat söz konusudur. Tabii ki, yemeği israf etmemek de önemlidir. İkincisi: Sineğin bir kanadında hastalık, diğer kanadında ilaç/şifa bulunduğuna dair bir hakikati insanlara ders vermektir. Çünkü, bu günkü bilimsel çalışmalar, kırktan fazla yollardan gelen bu sahih hadisin doğruluğunu tasdik etmektedir. Örneğin, Ezher üniversitesinde, konunun uzmanı bir bilim adamı yaptığı bilimsel deneyimlerle bunu kanıtlamıştır. 15 asır önce ümmi bir nebinin özellikle vurguladığı bu husus, hem bir mucizedir, hem de insanlığa sinekteki şifa madenine dikkat çekmektir. Nitekim, sineğin şifa madeni olduğu antibiyotik ve antibakteriyal ilaçları ihtiva ettiği- hususu batılı bilim adamları tarafından da yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. İlave bilgi için tıklayınız: Sineğin bir kanadında zehir, diğer kanadında panzehir olduğuna ... 10 "Bir gün veya bir günden de az kaldık. Sayanlara sor" anlamındaki ayeti açıklar mısınız? Muminun suresinin 112-116. ayetlerde geçen bu diyalog Allah ile cehennemdekiler/veya sura üflenmekle kabirden kalkan cehennemlikler arasında gerçekleşir. Allah cehennemdekilere/veya cehennemliklere der ki: “Size kalsa, dünyada kaç yıl kaldınız?” Onlar, azabın verdiği dehşetin sersemliğinden ötürü; “Bir gün veya daha da az. Ne bilelim, isterseniz bunu tam tamına aklında tutanlara sor! Zira bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Siz, doğrusu pek az kaldınız. Çünkü siz dünyayı ebedi bir mutluluk diyarı sanıyordunuz ve ahiretin olmadığına inanıyordunuz. Şimdi ise, asıl ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu gördünüz ve dünya hayatının gerçek anlamda çok kısa olduğunun farkına vardınız. Bu gerçeği dünyada iken bir bilseydiniz, Bana isyan etmezdiniz. Ey gerçeklerden gafil olanlar! “Bizim sizi boşuna yarattığımızı, Bizim huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?” Bu diyalogun sonunda vurgulanan şu gerçek, konunun özeti gibidir: “Öyleyse artık şu gerçeği bilin ki Allah yüceler yücesidir. Gerçek hükümran O’dur. Ondan başka tanrı yoktur. Pek değerli arşın Rabbidir. O halde, kim tanrılığını ispat eden hiç bir delili olmamasına rağmen, Allah’la beraber başka bir tanrıya taparsa, âhirette Rabbinin huzurunda hesabını verecek, cezasını çekecektir. Şurası muhakkak ki kâfirler asla iflah olmazlar.” (krş. Taberi, Razi, Beyzavî, İbn Kesir, İbn Aşur, ilgili yer) 11 Ashab-ı Kehf/Yedi Uyurlar ve Peygamberimiz aynı zamanda mı yaşadı? Birbirilerinden haberdar mıydılar? Ashâb-ı Kehf kıssasının anlatıldığı Kur'ân-ı Kerîm’in on sekizinci sûresine, bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf" adı verilmiştir. Sûrenin 9-26. âyetlerinde bildirildiğine göre, putperest bir kavmin içinde Allah'ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç bu inançlarını açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten veya zorla din değiştirmekten kurtulmak için mağaraya sığınmışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte orada derin bir uykuya dalan gençler 309 yıl sonra uyanmışlardır. Bu süre Kur'ân-ı Kerîm'de, “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler” şeklinde belirtilmektedir. 300 yıla 9 ilâvesi, şemsî takvimle belirtilen sürenin kamerî takvime göre ifadesi olarak değerlendirilmiştir. Mağarada “Bir gün kadar” uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini gümüş bir para vererek yiyecek almak üzere şehre gönderirler. Böylece onların durumuna muttali olanlar Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini anlarlar, mağaranın bulunduğu yere bir mescid yapmaya karar verirler. Soruda geçen konuyla ilgili olarak ise, tefsirlerdeki bilgiler çok farklıdır. (bk. Taberi, Beğavî, Hazin, İbn Kesir, Tabresi, Zemahşeri, ilgili yer) Bazı alimlere göre, Asahab-ı Kehf kıssası Milattan önce Yahudilerle ilgili vuku bulan bir olaydır. Kehf suresinin Mekke’de inmiş olması bunu destekler. Çünkü Mekkeliler Medine’ye gidip geldiklerinden, Yahudilerden “Ruh, Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf”le ilgili üç soruyu peygamberimize sormalarını istemişlerdir. Bu sebeple konunun Hıristiyanlarla ilgisi yoktur. (bk. İbn Kesir, el-Meraği, Kehf Suresinin tefsiri) Keza bazılarına göre, Hristiyanların düşmanı ve bir putperest olan kral Dakyanus Miladi 237 yılı civarında sadece bir yıl hüküm sürmüştür. Onun korkusundan kaçan Hristiyan yiğitler mağaraya sığınmış 300 yıl uyuduktan sonra, kral Kaysar-i Sağir (Savuzuzyos) döneminde uyanmışlardı. (bk İbn Aşur, Kehf suresinin tefsiri) Buna mukabil, bazı alimlere göre, Dakyanus, miladi 284-305 tarihleri arasında hüküm sürmüştür. (bk. et-Tefsiru’l-hadis, Kehf suresinin tefsiri) Pek çok farklı rivayetlerden sadece biri olan bu son rakamı esas alsak bile yine de bu olayın Hz. Peygamber zamanında olmadığı görülecektir. Çünkü bu olay Dakyanus’un krallığının ilk yılında/yıllarında meydana gelme ihtimali kuvvetlidir. Zira bu zalim hükümdar başa gelir gelmez dindarlara zulmetmeye başlamıştır. Bu açıdan Ashab-ı Kehf olayı, miladi 284-290 arasında vuku bulma ihtimali kuvvetlidir. Buna göre, Ashab-ı Kehfin uyanması miladi 590 civarında vuku bulmuştur (290+300=590). Son olarak şunu da belirtelim ki, şayet bu olay Hz. Peygamberin peygamberliği döneminde (612) yaşansaydı, Kur’an’da ifade edildiği üzere, ne böyle bir soruya ihtiyaç olacak, ne de onların sayıları konusunda fazlaca bir ihtilaf olacaktı. Özetle söylemek gerekirse: - Mağaradakilerin kaç kişi oldukları, ne zaman ve nerede yaşadıkları ve kaç yıl uykuda kaldıkları gibi alınacak ders bakımından önemli olmayan bilgilerden ziyade üzerinde düşünülmesi, ibret alınması gereken hususlar ön plana çıkarılmıştır. - Yahudilik'te ve Hıristiyanlık'ta da var olduğu ve Kur'ân-ı Kerîm'de özlü olarak tekrarlandığı anlaşılan Ashâb-ı Kehf kıssasıyla müminlere verilmek istenen mesaj, ana hatlarıyla; İman küfür mücadelesinin öteden beri hep var olduğu, inananların her devirde zulme uğramalarına rağmen bâtılın hakka asla galebe çalamadığı, samimiyetle iman edip İnançlarının gereğini yaşayanları Allah'ın mutlaka başarıya ulaştırdığı ve nihayet her şeyi yoktan var eden Allah'ın insanları yeniden diriltmeye muktedir bulunduğudur. 12 Cenaze namazında nasıl dua edilir? Cenaze namazı niyet ve 4 tekbir ile kılınır. Niyet etmeksizin veya tekbirlerden birini getirmeksizin kılınacak namaz sahih olmaz. Niyet aslında kalben yapılır, dil ile de söylenilmesi sünnettir. Niyette, ölünün erkek veya kadın veya sabî (çocuk) olduğu belirtilir. İmam olan zat, "Allah rızası çin, hâzır olan cenaze namazını kılmaya ve cenaze için dua etmeye" diye niyet ederek namaza başlar. İmamete niyet lâzım gelmez. Cemaat da aynı şekilde niyet eder, ayrıca, "uydum imama" derler. Yalnızca "uydum imama" denilmesi de yeterlidir. Cenaze namazının rükünleri, kıyâm ile tekbirdir. Kur`an okumak (kırâet), rükû` ve secdeler yoktur. Namaz şu şekilde kılınır: İftitah tekbiri alınarak eller bağlanır. Ve Sübhâneke okunur. Sübhâneke`de, "Ve teâlâ ceddük" kelimesinden sonra, "Ve celle senâük" ilâvesi yapılır. Sonra eller kaldırılmaksızın, baş göz işâreti yapılmaksızın, ikinci bir tekbir alınarak Allahümme salli ve bârikler okunur. Sonra üçüncü bir tekbir alınır ve hem ölü için, hem de bütün Müslümanlar için duâ edilir. Burada muayyen bir dua yoktur. "Allahümme`ğfirlî ve li`l-meyyiti ve li-sâiri`l-mü`minîne ve`l-mü`minât..." veya: "Rabbenâ âtinâ fi`d-dünyâ haseneten ve fi`l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe`n-nâr birahmetike yâ erhame`r-râhimîn" duaları yapılabilir. Yahut daha başka herhangi bir dua da olabilir. Bilmeyenler, dua niyetine Fâtiha sûresini bile okuyabilirler. Şu duayı okumak ise sünnettir: "Allahümme`ğfir li-hayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve ğâibinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve sağîrinâ ve kebîrinâ... Allahümme, men ahyeytehu minna fe-ehyihî ale`l-islâm ve men teveffeytehu minnâ feteveffehu ale`l-îman ve hussa hâze`l-meyyite bir-ravhı ve`r-râhati ve`l-mağfireti ve`r-rıdvân... Allahümme in kâne muhsinen fe-zid fî ihsânihî ve in kâne müsîen fe-tecâvez anhü ve lakkıhi`lemme ve`l-büşrâ ve`l-kerâmete ve`z-zülfâ bi-rahmetike yâ erhame`r-râhimîn..." (1) "Allahım, bizim dirilerimizi, ölülerimizi, hâzır ve gâib olanlarımızı, erkeklerimizi, kadınlarımızı, küçük ve büyüklerimizi afv ü mağfiret buyur! Ya İlâhî bizden yaşattıklarını İslâm üzere yaşat, öldürdüklerini ise îman üzere öldür... Bilhassa, bu (hâzır olan) ölüyü kolaylığa, rahata, mağfirete ve rızana erdir! Yâ Rabbi, eğer bu ölü muhsin ise, ihsanını artır. Ve eğer yaramaz biri ise afvet, kendisine emniyet, beşaret, keramet ve kurbiyet nasîb eyle, ey erhamerrâhimîn!.." Ölü eğer erkek çocuk cenazesi ise, ve men teveffeytehû minnâ fe-teveffehû ale`l-îman cümlesinden sonra, şu şekilde dua edilir: Allahümme`c`alhü lenâ feratan, Allahümme`c`alhü lenâ ecran ve zührâ... Allahümme`c`alhü lenâ şâfian müşeffeâ... " İlâhî, onu bize takdim edilmiş bir ecir kıl, yâ Rabbi onu bize bir sevab, bir zâhire kıl, onu bizlere şefaatçı ve şefaatı kabûl edilmiş kıl..." (2) 13 Sonra dördüncü tekbir alınır ve sağa ve sola selâm verilir. Dördüncü tekbirden sonra namaz tamamlandığından, eller salıverilir. Tekbirden başka olan dualar gizli okunur. Cenaze namazında Kur`an okumak câiz değildir. Ancak dua niyetiyle bâzı âyetler okunabilir. Başlangıç tekbirinde imama yetişemeyen kimse, sonraki tekbiri bekler ve onunla namaza girer. Cenaze musalladan kaldırılmadan da tekbiri dörde tamamlar. Cenaze namazında selâm vermek vâcibtir. Okunan dualar ise sünnettir. Cenaze namazı kılacakların üç saf olması menduptur. Cenaze üzerine bir defa namaz kılınır. Tekrar edilmesinde kerahet vardır. Birden çok cenazenin her birine ayrı ayrı namaz kılmak evlâdır. Hepsine bir namaz kılmak da sahihdir. Dipnot: 1) Cenaze kadın ise, "ve hussat hâzihil meyyitete, in kânet muhsineten fezid fî ihsânihâ ve in kânet müsîeten fetecâvez anhâ ve lakkıhel'emne" denir. 2) Cenaze kız çocuğu ise, "Allahümme`c`alhâ lenâ feratan, Allahümme`c`alhâ lenâ ecran ve zührâ... Allahümme`c`alhü lenâ şâfiaten müşeffeâh." denir. 14